logo

Dünya Edebiyatı 3 / Uckun Kaan

  • Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara.
  • İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz.
  • Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.
  • Fotoğraf çekilirken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu oynuyoruz.

Bazen ne yaparsan yap yaranamıyorsun. Ve yaranamadıkça yaralanıyorsun.

Acının şiddetli oluşu değil, sürekli oluşu yoruyor bizi

Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı. ”Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.

Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim.

Bize öğretilen her söze inandık, yasaktır dendi kandık, hep girilmez levhalarına aldandık, bu tutulan yol yanlıştır bize.’

Beni anlamalısın çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.

  • Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor.
  • Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.
  • Oysa bazı insanlar vardır; en çamurlu yerlerden bile kolalı beyaz gömleklerini ve açık renk pantolonlarını kirletmeden çıkarlar. Böyle adamlar hayatta başarıya ulaşırlar.
  • Beynimi yıllık izne çıkarmak istiyorum.
  • Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım.
  • İnsan başkalarındaki kötülükleri görerek iyi olmaz.
  • Nereden başlıyorduk? İlk önce seviyor muyduk, yoksa ilk önce güveniyor muyduk?
  • Ben yalnız kalmalıyım başka çarem yok.
  • Aklımdan çıkmıyor, aklım çıkıyor. O çıkmıyor!
  • Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım.
  • Bazen gözlerde yaş akmaz ama kalp ağlar sessizce…
  • Cam kırıklıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan; acıtır konuşsan kanatır.
  • Beni ya şımartın ya da kapı dışarı edin… Yarı içtenliğiyle dayanmam zor benim…
  • Yaşar gibi yapmaktan özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan sıkıldım.
  • Bazılarımız şiirlere, şarkılara, filmlere, kitaplara tutunuyor. Sanırım artık insan tutunamıyor insana…
  • Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı.
  • Tabiat, sırlarını bakmasını bilene açıklarmış.
  • Yalnız insanların kendi içinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.
  • Sırf onun eseri diye… Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur…
  • Yemek koyulurken, “bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye “anne” denir. Ve o her şeye değerdir.
  • Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?
  • İnsan çok sevdiği halde neden her defasında terkedilir? Ve beklenenler, neden hep vazgeçildikten sonra gelir?
  • İlk çekingenlikler ne kadar tatlıdır. Oysa insan, bu beceriksizlikleri bir an önce yenmeye çalışır. Bütün gücüyle büyüyü bozmak, buzları kırmak için uğraşır.
  • İyi geçinmek İki kişinin kusursuz olmasıyla değil. Birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur.
  • Son bir şans daha verme, sevgine layık olmayana. Merak etme, aşk yürek işidir ve yüreği olmayanın kalbi kırılmaz nasılsa.
  • Hayatta silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını sildim.
  • Yalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?
  • Nedensiz ve sebepsiz sevdim seni. Çünkü bir sebebi olsa, aşk olmazdı bunun ismi.
  • Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi elimize.
  • Oysa bizim bütün güzelliğimiz, yaşadıklarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti.
  • İki kadına adamak istiyorum hayatımı. Biri “erkeğim” desin bana, diğeri sadece baba.
  • Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.
  • Provası yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün ne de yaşadıklarını silebilmek. Önemli olan, ilk defa değil son defa sevebilmek.
  • Neden yalnızlıktan şikayetçidir ki insan. Ne yani, mutlu olması için bir sevgiliye mi muhtaçtır her zaman.
  • İnsanlar bozuk para gibidir. İki seçenek vardır; yazı ya da tura. Bir yüzünü gösterirken bize diğer yüzünü zaman gösterecektir.
  • Kimsenin yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.

Yalnızlığı çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?

OĞUZ ATAY

Oğuz Atay Kimdir? 

Oğuz Atay (12 Ekim 1934 Kastamonu -13 Aralık 1977 İstanbul), 1997 yılında UNESCO tarafından 20. yüzyıl Türk edebiyatının en seçkin eseri olarak kabul edilen “Tutunamayanlar” romanının yazarı, Türk edebiyatında postmodern metin denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan, roman, oyun, öykü yazarı, mühendis ve öğretim üyesidir.

Oğuz Atay, 1934 yılında Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde ilkokul öğretmeni Muazzez Zeki ve hukukçu Cemil Atay’ın ilk çocukları olarak dünyaya gelmiştir. Sonrasında Okşan adında bir kız kardeşi olmuştur. Oğuz Atay’ın anneannesi Melek Hanım, dedesi ise Zeki Bey’dir.  Anneannesi Fransız asıllıdır. Melek Hanım, ailesinin evlenmesine izin vermemesi üzerine kaçarak İstanbul’a gelmiştir. Gerçek adı Melek değildir, bu ismi Müslüman olduktan sonra almıştır. Üç kız çocuğu olan Melek Hanım, çocuklarının eğitim görmesi ve meslek sahibi olması konusuna büyük önem vermiş, kızı Muazzez Hanım’ın Edirne Muallim Mektebi’ni bitirip Cumhuriyetin ilk çalışan kadınlarından birisi olmasına katkı sağlamıştır. Ayrıca Batılı yaşam tarzı ve giyim kuşamıyla da kıyafet devriminin başlatıldığı Kastamonu’da örnek kişilerden birisidir.

Okul dönemine kadar Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde yaşayan Oğuz Atay, babasının milletvekili seçilmesinin ardından 1939’da ailesi ile birlikte Ankara’ya yerleşmiş ve 1940 yılında ilköğretim hayatına başlamıştır. İlkokul, ortaokul ve liseyi Ankara’da okuyan Oğuz Atay, okul hayatında mutlu bir çocukluk geçirememiştir Ancak mutlu olmamasına rağmen çok meraklı, araştırmacı ve zeki bir kişi olması nedeniyle derslerinde başarılı olmuştur. Okuduğu liseyi de bu başarısı ile birinci olarak bitirmiştir. 1951 yılında da İstanbul Teknik Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği alanında eğitim almaya başlamıştır. Bu okuldaki hocalarından birisi daha sonra biyografisini yazdığı Mustafa İnan’dır. Yine bu yıllarda Marksizmle tanışmış, Markx’ın, Hegel’in ve Lenin’in kitaplarını okumuştur. 1957 yılında da okuldan mezun olmuş, 1957-1959 yılları arasında askerlik görevini yerine getirmiştir.

Oğuz Atay, çocukluk yıllarında zatürre geçirmesi nedeniyle hayatının geri kalan kısmında sakin bir yaşam sürmüştür.  Kuzeni Füruzan sayesinde klasikleri okumuş ve ince mizah anlayışını yansıtan karikatürler çizmiştir. Bu mizah anlayışına edebi eserlerinde rastlamak da mümkündür. 1950-1951 yılları arasında da Agâh Hün’un rejisörlüğünü üstlendiği Shakespeare’in “Hırçın Kız” isimli oyununda oynamıştır. Türk resminin önemli iki ismi Turgut Zaim ve Eşref  Üren’den de resim dersleri almıştır.

Oğuz Atay, aynı “Tutunamayanlar” kitabındaki Selim gibi okuduğu bölümü babası istediği için seçmiştir. Lise döneminde tiyatro ve resme ilgi duymuştur ve resim öğretmeni tarafından da sanat akademisine yönlendirilmiştir. Fakat babası istediği için mühendis olan yazar mesleğini de severek yapmamıştır. Bu durum eserlerinden de gözlemlenebilmektedir. Mühendislik okusa da edebiyattan ve sanatla olan bağını hiçbir zaman kesmemiştir.

Oğuz Atay, babası ile olan ilişkisi zıtlaşmalarla doludur. Babası klasik Türk müziğini ve Batı müziğini sevmediği için kendisi sevmiş, ona benzememeye çalışmıştır fakat babasının vefatının ardından yazdığı mektupta kendisinin babasının sevmediği özelliklerini aldığını ve ona benzediğini belirtmiştir. Tüm bunların yanı sıra da annesi gibi romantik bir kişiliğe sahiptir.

Oğuz Atay, askerlik döneminde Pazar Postası’nda yazı yazmaya başlamıştır. Pazar Postası’nın yazarları arasında Turgut Uyar, İlhan Berk, Cemal Süreya, Orhan Duru, Ceyhun Atuf Kansu, Fethi Naci, Muzaffer Erdost, Ülkü Tamer, Ece Ayhan, Güner Sümer, Korkut Boratav, Yılmaz Güney, Can Yücel, Tarık Dursun, Fikret Hakan, Asım Bezirci, Attila İlhan ve Ahmet Oktay gibi geniş bir yazar kadrosu vardır.

Oğuz Atay, Ankara’daki askerlik döneminde arkadaşı Cevat Çapan aracılığı ile Vüsat O. Bener ile tanışmıştır. Askerlik dönemi boyunca da sık sık Vüsat O. Bener ile sohbetler etmiş, fikir çatışmaları yaşamıştır. 1959 yılında askerlik görevini bitirip İstanbul’a döndüğünde aynı yıl Denizcilik Bankası TAO İstanbul Şehir Hatları İşletmesi Müdürlüğü’nde işe girmiştir. Bu işinden istifa ettikten sonra 1960 yılından 1976 yılı sonundaki hastalığına kadar İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde hoca olarak çalışmıştır. 1971 yılında da ders notları niteliğindeki “Topoğrafya” kitabını yayımlamıştır.

Pazar Postası’nın ardından arkadaşı Turhan Tükel ile yeni bir dergi girişiminde bulunmuştur fakat “Olaylar Dergisi” çeşitli sorunlar nedeniyle dağılmış, bu durum da Oğuz Atay’da büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştur. Olay sonrasında bağlı olduğu değerleri sorgulamış, ülkesinin aydınlarına karşı olan bakış açısında değişiklikler yaşamıştır.

Oğuz Atay, 2 Haziran 1961 yılında Fikriye Gürbüz ile evlenmiştir, bu evlilikten bir kızı olmuştur ve evlilik altı yıl sürmüştür. Boşandığında evinden sadece kitaplarını alıp çıkan Oğuz Atay, boşandıktan sonra yalnız yaşamış ve bu dönemi edebiyat açısından çok verimli geçirmiştir. Boşandıktan bir yıl sonra yakın bir arkadaşının eski karısı olan Sevin Seydi ile ilişki yaşamaya başlamıştır. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar” isimli eserlerini de Sevin Seydi’ye ithaf etmiş, eserlerindeki Günseli ve Bilge karakterlerini oluştururken ondan esinlenmiştir.

Oğuz Atay, 1976 yılında yüksek ateş ve baş ağrısı şikayetleri yaşamaya başlamıştır. Bu şikayetler sonucunda doktora giden ve beyninde iki tümör olduğu anlaşılan yazar 22 Aralık’ta tedavi amacıyla Londra’ya gitmiştir. Fakat genç yaşına rağmen 13 Aralık 1977 yılında hayata veda etmiştir.

Oğuz Atay’ın İlk Eseri Nedir?

Oğuz Atay’ın ilk eseri 1970 yılında TRT roman yarışmasını kazanan “Tutunamayanlar” eseridir. Oğuz Atay’ın ilk sayfalarını 1968 yılında yazmaya başladığı eserin yazımı bir yıl sürmüştür. Bu süreç boyunca en büyük destekçisi Sevin Seydi olmuştur. Eseri bitirdikten sonra okuttuğu ilk kişi Vüsat O. Bener’dir. Vüsat O. Bener eseri genel olarak beğense de Oğuz Atay’dan eseri kısaltmasını istemiştir fakat yazar bunu en başta kabul etmemiştir. Bir süre sonra eksiltmeler yapmaya ikna olmuştur. Romanı tekrar gözden geçirdikten sonra 1970 yılındaki TRT roman yarışmasına yetiştirmeyi başarmış, ödülü de kazanmıştır. Ödülü almasına rağmen pek çok yayınevi eseri kalın bulduğu için basmak istememiştir. 1971 yılının Aralık ayında arayışlar sonucu bulabildiği bir yayınevinden ilk kez eserini yayımlatmıştır. Eser ilk basıldığında iki cilt halinde yayımlatmıştır.

Oğuz Atay’ın Kaç Tane Eseri Vardır?

Oğuz Atay’ın 8 adet eseri vardır.

Satranç hayat gibidir. Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek. Satranç hayat gibidir.

Önemli olan şu; her ne oluyorsa, ya da sen ne olduğunu sanıyorsan, yine de kontrol sende. Kim olduğunu ve hâlâ kendin olduğunu hatırlamaya çalış. Bununla başa çıkmaya çalış. Kendini güvenceye al, güvenli mekânlar seç, güvenebileceğin insanlarla birlikte ol. Yarattığın dünyada mantıklı kararlar vermeye çalış. Sonunda bir şekilde gerçeği buluyorsun, gerçekliğe dönüyorsun.

Hepimiz dünyayı gerçekte olduğu gibi değil, kendi ön yargılı algılarımız vasıtasıyla gözlemleriz. Dolayısıyla gerçekten bilebileceğiniz tek şey kendinizsinizdir.

Artık yoktu demek yanlıştı. Şimdi yoktu. Şimdiki şimdi değildi o gördüğü. Başka bir şimdiydi. Olabilecek, ama olmayan bir şimdi, şu an.

Işık hızından hızlı olan tek şey düşünce hızıdır.

İntikam, haklı gerekçelere de dayansa, yine de bir günahtı.

Bir şey yapmamayı seçsen, bu bile bir seçimdir.

Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz. Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız, ruhunuzun o kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar.

İşte hayatın en güzel tarafı da buydu; her şey olabilirdi, her ne kadar olasılıksız olursa olsun olabilirdi, olasılık dışı olan bir olay mutlaka olurdu.

Aslında casus olmakla hırsız olmak arasında fazla bir fark yoktu. Amaç çalmak. Hırsız mücevher çalar, ajan ise sırları.

En karanlık gecede bile yıldızlardan gelen bir ışık vardır.

Doğru bedeli ödersen, her şeyi satın alabilirsin.

İnsanlar söylediklerinizi ya da yaptıklarınızı unutur, ama onlara neler hissettirdiğinizi asla unutmaz.

Hayattaki en önemli şey, dağıtılan kartlar ve oyunda olup olmamaktır.

Doğru seçim yaptığını, arzularına karşı çıkınca anlarsın.

Her şey içinde karşıtının en azından tohumunu barındırır: Kış yaza dönüşür; yukarıya çıkan her şey aşağıya inmek zorundadır. Tıpkı sıcak olmadan soğuğun, aydınlık olmadan karanlığın olmayacağı gibi.

Tüm kumarbazların söylediği en önemli cümleyi söyledi; kötü eller gelmeye başladığında masadan kalkacağım.

Bir sabah , yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra , onunla sokakta karşılaştınız . Sizce bu sadece bir tesadüf mü , yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi ?

Tüm duyuların merkezi olan beyin, acı hissetmeyen tek organdır.

Acı çekmek, yalnızca arzuların bertaraf edilmesiyle sona erdirilebilir.

Bazen çocuklar yetişkinlerin göremedikleri şeyleri görürler.

Sahip olduğu tek silah zihniydi. Ve savunması için yeterli olmak zorundaydı.

Eğer bir şeyi yapabileceğini düşünürsen, bu mümkün olmasa bile yapabildiğini görürsün. Eğer yapamayacağını düşünürsen, o zaman çoğunlukla yapamazsın, çünkü yapmayı denemezsin bile.

Olasılık teorisi hayatın sayılara dökülmüş halidir.

Güçlü yetenekleri olanlar, gelecekteki kendilerinin kararlarına uyarlar ve aynı şeyi yaparlar. Bu nedenle de kararları doğrudur, bilinçaltlarında bu kararların doğru olduğunu, onlara mutluluk getireceğini bilirler bir şekilde.

Kararlar doğru veya yanlış değildir. Kararlar karardır. Sen, sana göre en iyisini seç.

Ne kadar fantastik de olsa düşünebileceğiniz her şey yalnızca daha önceden deneyimlediğiniz başka bir şeyden kaynaklanıyor.

Gelecek, onu görene kadar şekilsizdir. Bir parayı havaya attığında iki olası gelecek vardır, birinde para yazı gelir, diğerinde tura, ama sen görene kadar ikisi de değildir.

Bir seçim yapmak zorundaydı: Ya bekleyecek ve fırsatı elinden kaçıracaktı ya da harekete geçecekti ve kendini ele verme riskini göze alacaktı. Böyle zamanlarda hep iç güdülerine güvenirdi. Her şeyi apaçık görüyordu. Her seçimin olumsuz sonuçları olabilirdi. Asıl yapılması gereken riski değerlendirmek ve en aza indirgemekti. Hiçbir zaman risk faktörü yok edilemezdi; tamamen yok edilemezdi.

Ne yaparsan yap sakın unutma; düş, tek bir kişinin mantığıdır. Gerçekse herkesin çılgınlığı.

Unutma; ileri gidebilmen için arkadakileri unutman gerek.

Kendinde olmazsan, üstüne düşeni yapamazsın.

“İyiki’ lerin keşke’ lerini geçsin bu hayatta. Çünkü zamanı geri çevirmek için saatin yelkovanı ile oynamak fayda sağlamaz.

Hiçbir şey imkansız değildir. Ama belirli şeyler olasılık dışıdır ya da olasılıksızdır.

İmkansız diye bir şey yoktur, sadece bazı olayların olma olasılığı daha düşüktür.

Tahmin etmek imkansızdır. Ama şimdiki zamanı çok iyi bilirsen geleceği kontrol edebilirsin.

Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada, Bazen kaybetmek en doğru seçimdir. Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir.

İnsanlar gördükleri geleceklere giden yolu her zaman izlemezler. Ama izlerlerse ve bu gerçekleşirse . bu bilinçte birden ortaya çıkar ;işte dejavu denilen şey de budur.

Her zaman seçeneklerin ve seçim hakkın vardır.

‎İnsanı en çok üzen şey; Ummadıkları kişiler adam olurken, adam sandıklarının insan bile olamamış olmasıdır.

Nokta her zaman bir son demek değildir, bazen kendinden sonraki harfin büyük olacağını gösterir.

İnsanın şans faktörünü ve bunun sonuçlarını anlayabilmesinin yolu kumarı anlayabilmesinden geçer. Olasılık kalkülüsünün doğuşu kumara bağlıdır… İnsanın kumarı anlamaya çalışması gerekir; ama bunu felsefi bir şekilde algılamalı, yüzeyselliğinden arındırarak kavramalıdır.

Olasılık her zaman kasadan yanadır.

Olaylar her ne kadar rastgele görünse de, tamamen fiziksel gerçeklerle koşullandırılmışlardır ve sonuçları bu şekilde belirlenirler.

STAR FİKİR

İlk romanı Olasılıksız, onsekiz dile çevrilmiş ve en iyi ilk roman dalında 2006 International Thriller Writers Ödülünü kazanmıştır. 2008 Nisan ayında da ikinci kitabı olan Empati çıkmıştır. Empati, 2008 yılında Almanca, Japonca ve Türkçe yayımlanmıştır.

Fawer, Pennsylvania Üniversitesi’nde lisans ve lisansüstü derecelerini tamamlamıştır. Stanford Graduate School of Business’da MBA’ini yapmıştır. Kariyeri esnasında Fawer; Sony Music, J.P. Morgan ve son olarak da About.com gibi türlü şirketler için çalışmıştır. Fawer, hayat arkadaşı ve oğullarıyla New York’ta yaşamaktadır.

Türk edebiyatı. org

Unutmayın ki, karşınızdakini nasıl yargılarsanız, siz de öyle yargılanacaksınız.   

1-“İnsan yaradılışı kusurludur. En parlak yıldızların bile üzerinde lekeler vardır.

2-“Eski bir söz vardır, ’Her ışıldayan, altın değildir.’ derler.

3-“Beklediğim bir şey yok. Geceler gündüzden, gündüzler geceden farksız.”

4-“Yoksulluk yetişkinler için çekici bir şey değilse çocuklar için hiç değildir.”

5-“Bütün dünya senden nefret edip seni kötü diye tanısa bile senin kendi vicdanın rahat, suçsuz olduğu sürece hiç arkadaşsız kalmazsın.”

6- “Yürekten gelen tek bir sözcükle de, insan birçok söz söylemiş kadar dostluk belirtebilir.”

7- “Yoksulum, kimsesiz, ufak tefek, gösterişsizim diye duygusuz, ruhsuz muyum sanıyorsunuz? Benim de en azından sizinki kadar duygulu bir yüreğim, ruhum var.”

8- “Kuş değilim ben. Kafesim de yok. Bağımsız, irade sahibi, özgür bir insanım.”

9- “Tanrı beni bağışlasın, kullar da işime karışmasın.”

10- “Bu dünyada tam mutluluk hiçbir insana nasip olmaz.”

1-“Cahil kişilerin ruhları gübrelenmemiş, sürülmemiş topraklar gibi katıdır. Ön yargılar bu ruhlara, kaya diplerinde biten otlar gibi sımsıkı yapışır, inatla büyürler…”

12-“ En ufak şeyler düşlerimizi dağıtmaya yarar.”

13-“Bir kadın, geleneklerin kendisi için yeterli saydığı şeylerden daha fazlasını yapmak, öğrenmek isterse onu kınamak, alaya almak düşüncesizliktir.”

14-“Ne halin varsa gör… Ben kitabıma dönüyorum.”

15-“Düşmanlık besleyemeyecek ya da kötülüklerin kaydını tutamayacak kadar kısa geliyor bana bu hayat.”

16-“Öğrencilerinin gösterdiği gelişmenin takdir edilmesi öğretmenlerinin en gıpta ettikleri ödüldür.”

17-“Özgür doğanların çoğu, bir maaş uğruna her şeye baş eğerler!..”

18-“Gözle görünmez bir zincir kopmuştu sanki, çırpınmalarımın sonucu olarak ummadığım bir özgürlüğe kavuşmuştum.”

19-“Bana sunduğun yalancı sevgi olmaz olsun.”

20-“Akılsız salt duygu gerçi pek lezzetsiz bir şerbete benzer ama duygunun yumuşatamadığı salt akılda insanın boğazından geçmeyecek kadar acı, kekre bir ağudur.” (ağu: zehir)

21-“Ama şimdi, onu yeniden gördüğüm şu ilk anda gönlümdeki tohumlar canlanıvermiş, yemyeşil, dipdiri filiz sürmüştü.”

22-“Bir insanın doğasının aksine davranmaya çalışması, isteklerini kontrol etmesi çok zordur.”

23-“Siz bir komedi oynuyorsunuz, ben de buna gülüp geçiyorum.”

24-“Geçmiş günlerin üzerinde durmaya ne gerek var… Bugünümüz çok daha güvenli, yarınımız çok daha parlakken!”

25-“Nefretten üstün olan şey şiddet değildir. Yaraları her zaman intikam iyileştirmez.”

26-“Süleyman Peygamber ne güzel demiş: “Sevgi dolu bir ortamdaki sebze yemeği, nefret dolu bir ortamdaki besili danadan yeğdir.”

 27-“Bence hayat çok kısa. Çektiklerimizi hesaplayıp kin tutmaya değmez. Hepimizin pek çok kusuru var. Bütün bu kusurlar da, ruhumuz vücudumuzdan kurtulduğu zaman gitmiş olacak.”

28-“Dayanıklılığa, kararlılığa, çalışkanlığa, zekaya sonsuz saygım vardır; çünkü insanı büyük başarılara, yükseklere götüren yol bu özelliklerdir.”

29-“Filozofların bile yanlış düşündüğü, dindarların bile kötülük yaptığı görülmüştür.”

30-“Görünüş bakımından güzeldi, birçok parlak yetenekleri vardı; gene de ruhu yoksul, gönlü yaradılıştan çoraktı.”

31-“Dayanmak boynumun borcudur, mademki kaçınılmaz bir şey! Mademki alnımıza yazılmış, çekeceğiz. Yazgımız olan bir şeye çekemem demek saçmalık. ”Dinledikçe şaşırıyordum. Bu ‘yazgıya boyun eğme’ işini kafam almıyordu benim. Hele onun kendini ezen kişiyi temize çıkarmasını hiç anlayamıyor, hiç haklı görmüyordum.”

32-“Birçok kimse canlarını mallarını Tanrı’ya emanet ederler ama bence insan önce önlemini almalı, sonra Tanrı’ya güvenmeli.”

33-“Koyu cahil olduğunuz konularda fikir yürütmeye kalkışmayın…”

34-“Mevki! Mevki! Senin mevkin benim gönlümdür.”

35-“Demek ki sana iyilik yapanlara karşı sen de iyisin. Ben de böyleyim. Acımasız, haksız olanlara da iyi davranır, boyun eğersek kötülere fırsat vermiş oluruz. Bu kez kötüler hiçbir şeyden korkmadıkları için iyi olmaya çalışmazlar, gitgide daha kötü olurlar.”

Bronte, Charlotte. Jane Eyre. İstanbul: Can Yayınları, 2017.

Söylenti Dergi

Evli olduğu için Bayan Arthur Bell Nicholls, yazar olduğu için ise Currer Bell olan Charlotte Brontë, 1816’nın nisan ayında, İngiltere’nin Yorkshire ilçesinde doğdu ve aynı yerde öldü. Yazar, bir kadının doğasından gelen arzuları ve sosyal statüsü arasındaki çatışmayı anlattığı Jayne Eyre kitabı ile ünlendi. Roman, Viktoryen edebiyata yeni bir samimiyet katmıştı. Kendisi daha sonra Shirley’i (1849) ve Villette’i (1853) yazdı.

Babası Patrick Brontë (1777-1861), bir Anglikan rahibiydi. Kendisi İrlanda doğumluydu ancak soy ismini daha sıradan sayılacak Brunty ismi ile değiştirdi. Birkaç mahallede hizmet ettikten sonra 1820’de eşi Maria Branwell Brontë ve altı küçük çocuğu ile birlikte papazlık yapması teklif edilen Yorkshire’nin kırlarındaki Haworth kasabasına taşındılar. Bundan kısa bir süre sonra eşi Bayan Brontë, en büyük iki çocuğu ile vefat etti; üç çocuğun (kızlar Charlotte, Emily ve oğlan Branwell) bakımı tek başına kalan babayada düştü. Çocukların yetiştirilmesi, memleketi Cornwall’ı bırakıp aile ile birlikte Howart’a yerleşen halaları Elizabeth Branwell tarafından desteklenmişti.

1824’te Charlotte ve Emily, ölümlerinden önce ablalarıyla birlikte Lancashire ilçesindeki Cowan Köprüsü köyündeki Clergy Daughters’ School’a gittiler. Okulun ücreti yüksekti, yemekleri cezbetmiyordu ve disiplini zorlayıcıydı. Charlotte, uzun yıllar sonra Lowood Enstitüsü’nün ince üniforması altında Jane Eyre‘de okulu kınadı -belki abartarak- ve müdür olan Başrahip William Carus Wilson, romanda Mister Brocklehurst’a denk olarak kabul edildi.

Charlotte ve Emily, 1825’in haziran ayında eve döndüler ve beş yıldan uzun bir süre Brontë kardeşler burada oyunlar oynadılar, yazdılar, birbirlerine romantik hikâyeler anlattılar ve yaratıcı oyunlar icat ederek hem evde hem de Yorkshire’nin ıssız kırlarında eğlendiler.

1831’de Charlotte, Huddersfield civarlarında Roe Head’deki Miss Wooler’in okuluna gönderildi ve bir yıl kaldı. Geçirdiği bu sürede ömürlük bir arkadaşlık kurdu. Arkadaşlarından biri olan Ellen Nussey ile yazışmaları ölümüne kadar devam etti ve şu an hakkında bilinen çoğu bilgi de bu sayede ortaya çıkarıldı. 1832’de kardeşlerine de öğretmek için eve dönse de 1835’te Roe Head’e öğretmen olarak geri döndü. O, ailesinin konumunu geliştirmek istiyordu ve bu amaç için çalışmak içindeki tatmin edilemeyen enerjinin tek çıkış yoluydu. Bunun yanında kardeşi Branwell bir ressam olarak kariyerine başlamıştı ve ailenin geçinmesine destek olmak bir zorunluluk haline gelmişti. İş ise kaçınılmaz kısıtlamalarıyla Charlotte’a tatsız geliyordu. Tüm bunların sonunda yatağa düştü ve kendisini melankolinin içinde buldu. 1838 yazında nişanı sona erdirildi.

1839’da Charlotte, bir arkadaşının abisi olan Reverend Henry’den ve birkaç ay sonra başka bir genç rahipten gelen evlilik teklifini reddetti. Aynı zamanda Charlotte’ın amacı yetenekleriyle elinden gelenin en iyisini yapmak ve Branwell’in Rawdon’daki Upperwood House’da mürebbiye olarak birkaç ay daha kalma isteğini karşılayabilmekti. Branwell’in yazma ve resim yeteneklerine entelektüel donanımı ve sosyal cazibesi de eklenince kendisi için parlak bir gelecek vadediyordu ancak kardeşi dengesiz, iradesiz ve çabuk öfkelenen biriydi. Bu yüzden sıklıkla iş değiştirip alkol ve afyona sığındı.

Aynı zamanda kız kardeşleri hep birlikte halaları tarafından finanse edilecek  bir okul açmayı planlıyorlardı. 1842’nin Ocak ayında Charlotte ve Emily Fransızcalarını ve bunu takiben Almancalarını geliştirmek için öğrenci olarak Brüksel’e gitmişlerdi. Yetenekleri ile iyi bir öğretmen ve sıra dışı sezgileri olan bir adam olan Constantin Héger’in dikkatlerini çektiler. Teyzesinin ölümü üzerine eve kısa bir yolculuk yaptıktan sonra Charlotte hem öğrenci hem de öğretmen olarak Brüksel’e döndü.

1843 yılının hepsini orada geçirdi ancak yalnızdı ve kederliydi çünkü arkadaşları Brüksel’den ayrılmıştı. Ayrıca Héger’in eşi kendisini kıskanmaya başlamıştı. Charlotte’ın Héger’le arasındaki ilişkinin doğası kendisinin anladığı kadarıyla çok tartışılıyordu. Héger, Charlotte’nin tanıdığı en ilginç kişiliğe sahipti ve kendisinin yeteneklerini sezmiş hatta onları uyandırmıştı. Onun güçlü ve ayrıksı karakteri Charlotte’ın hem mizah anlayışına hem de duygularına hitap ediyordu.  Her ne kadar ona tutkulu bir bağlılık teklif etse de Héger onun duygularını bastırdı.

Charlotte’nin dönüşünden sonra ona yazdığı mektupların aşk mektubu olarak tanımlanması oldukça mümkündür. Héger, bu mektupların yanlış anlaşılmalara yol açabileceğini belirtince Charlotte yazmayı bıraktı ve duygularını disipline etmek için içine kapandı. Ancak Charlote’nin Brüksel’deki deneyimi yarıda kalmıştı ve gelişimi için kritik bir öneme sahipti. Bu olayların ardından sıkı bir edebî eğitim aldı, kendi doğasının kaynaklarının farkına vardı ve tüm romanları için çeşitli durumlarda işine yarayacak materyaller topladı.

1844’te Charlotte’ın babasının zayıfllayan gözleri yalnız kalmasını engellediğinden, kendisi için uzun zamandır öngördüğü bir okul açmaya girişti. Prospektüsler yayınlandı, ancak hiçbir öğrenci Haworth’ın uzaklığını göze almadı.

1845’in sonbaharında Charlotte, Emily’nin birkaç şiirine rast geldi ve bu keşif Currer, Ellis ve Action Bell’in Şiirleri’ni -bir diğer değişle Charlotte, Emily ve Anne’nin Şiirleri’ni doğurdu. Takma adların gizliliği korumak ve okuyucuların kadın isimlerini gördüklerinde takınacakları ön yargılı tutumlardan kaçınmak için kullanıldığı tahmin ediliyor. Kitap masrafları kendilerine aitti. Yalnızca birkaç yorum alınmış ve iki nüshası satılmıştı. Yine de onlar için bir fırsat açılmış olmuştu ve bunun yanına yazdıkları üç romanı da koymaya çalışıyorlardı.

Charlotte, Profesör Hikâyesi romanını yayınlamaya çalışırken başarısız olmuştu ama 1846’nın ağustosunda, göz ameliyatı için giden babasıyla birlikte Manchester’da kalırken yazmaya başladığı Jayne EyreBir Otobiyografi‘yi bitirmeye çok yaklaşmıştı. Profesör’ü reddeden Smith, Elder ve Company, içinde daha fazla olay ve heyecan barındıran üç ciltli bir romanı düşünmeye istekli olduklarını açıkladığında derhal tamamlayıp sundu. Bunun ardından sekiz haftadan kısa bir süre içinde Jayne Eyre kabul edildi ve yayınlandı, hatta kardeşlerinin o yıl içinde yayınladıklarından çok daha büyük ve hızlı bir başarıya ulaştı.

Bu olayları takip eden yıllar, trajik olanlardı. 1848 ekim ayında Branwell, aralıkta Emily ve 1849 mayısında ise Anne öldü. Charlotte biraz ruhsuz bir karakterle Shirley Hikâyesi’ni tamamladı ve hikâye ekimde yayınlandı. Takip eden yıllarda Londra’ya bir yayıncının misafiri olarak üç defa gitti, orada yazar William Makepeace Thackeray ile tanıştı ve George Richmond tarafından bir portresinin yapılması için modellik yaptı. 1851’de yazar Harriet Martineau ile birlikte Manchester’de kaldı ve daha sonra da biyografisini yazacak olan Elizabeth Gaskell’i ziyaret edip onu Haworth’ta da ağırladı. Villette 1853 yılının ocak ayında yayınladı. Aynı dönemde 1851’de Smith & Elder şirketinin bir üyesi olan James Taylor’dan aldığı üçüncü evlilik teklifini reddetmişti.

Babasının kilisedeki yardımcısı, bir İrlandalı olan Arthur Bell Nicholls (1817-1906), Charlotte’nin dördüncü talibiydi. Babasının rızasını almaları çok uzun sürse de 29 Haziran 1854’te Haworth Kilisesinde evlenmişlerdi. Balayılarını İrlanda’da geçirdikten sonra Haworth’a geri döndüler ve kocası önceden söz verdiği gibi babasının  yanında kilisede çalışmaya devam etti. Arthur Charlotte’ın entelektüel hayatını paylaşamıyordu ancak Charlotte olduğu kişi için sevilmekten ve onun eşi olarak kendisine düşen işleri yapmaktan memnundu. Yeni bir hikâye olan ve şu an elimizde birkaç sayfası kalan Emma’ya başladı. Kitabın sonu gelemeden yorucu bir hastalıkla geçirdiği hamilelik yüzünden 1855’te vefat etti.

Hayatı boyunca yazdığı mektupların üç ciltten oluşan derlemesi, Charlotte Brontë’nin Mektupları, editörlüğü Margaret Smith tarafından yapılıp 1995-2004 arasında basıldı.

SANATLAART

  • Ağızdan çıkan her kelime yazılan her söz akıldan geçen her düşünce sadece o kişiyi bağlar.
  • Aslında kayıp değiliz kendimizi başkalarında arayanız…
  • Başkasının sınır koyduğu hayatı yaşamak onların hayatını yaşamak değil de nedir?
  • Hayat kıymetini fark bile etmediğin her nefesindir.
  • Hayata teslim olmazsan onunla sürekli savaşan durumunda olursun. Herkes öldü, kimse hayata karşı kazanamadı şimdiye kadar.
  • Hayatı seyirci koltuğundan kalkıp yaşamak lazım. Film ya da oyun yakında bitecek çünkü…
  • Herkes kendi doğru bildiği gerçeği yaşar.
  • Sen çevrende tutunacak dal arama ağacın kendisi sensin.
  • Sevgi yolunda ilerlemenin tek engeli korkularımızdır.
  • Kararlarının sorumluluğunu al dışarıda suçlu arama…
  • Küçük dünyada büyük hayalleri olana deli derler…
  • Küçük olan akıl büyük mutlulukları bile gizlemeyi beceriyor.
  • Teslimiyetçiyiz, ancak hayata değil insanlara ne yazık ki.
  • Varlığımıza teyid aradığımız için her insan özlenmek aranmak sevilmek ister.
  • Bir şeyin içindeysen dışını göremezsin, kalp seni göremez ancak hisseder. Bir bütünün, büyük bir oluşun parçası olduğunu bilir.Bir hücre hem tümün hem de birimin bilgisini taşır. Kendisi olma ve bütüne ait olma hissi vardır. İnsanoğlu neden bunu anlamamakta ısrar eder?
  • Bir çocuk taşa takılıp düşerse neyi kaldırırsın? Çocuğu mu? Taşı mı? Düşün. Bil ki şayet taşı kaldırırsan bir başkası da sonradan düşmez, çocuk zaten kendisi öyle böyle düştüğü gibi kalkacaktır ve kalkar. Önünde duran taş bir engel midir yoksa senin yükselebilmen için bir basamak mıdır? Bunu da sorgulamayı ihmal etme.
  • İnsanoğlunun yaşamı iyi ve kötü arasındaki ebedi mücadeleden oluşmuştur. İyilik potansiyeli ne kadar artarsa kötülük kuvvetleri de o kadar güçlenir. Kötü denilen mevhum aslında bir yanılsamadır. İnsanoğlu kötüyü gördükçe ve ona inandıkça kötüyü gerçek kılar. İnsanoğlu karşısındaki kişide kötü bir şey görürse onun bilinci de bu gerçeği onun dünyası için yaratır. Bu yüzden herkes bir diğerinde olan sadece iyi yönleri görebilmeli, kötüleri göremeyecek hale gelmelidir. Bu tabii ki görmezden gelmeli anlamına alınmamalıdır. İyiliğin gerçeği ile kendi kendine teyit edebildiği kötülük arasındaki farkı görmeye çalışmalıdır.
  • Dikkat et, kimseye ihtiyacı olmadığını söyleyen insanların aslında herkese ihtiyacı vardır. Kimseye değer vermiyor gibi gözüken insanlar kendilerine değer vermiyordur. Sır, her şeye sahibim ve ben her şeyim diye kendini bilmekte yatıyor.
  • Hayat bir ritimdir. Güneşin doğuşu, yeniden doğuşu, nabzın atışı, kalbin kan pompalaması hepsi birer ritimdir. Ritim ahenktir, uyumdur. Ritim olmazsa hareket olmaz, hareket olmazsa zaman olmaz. Zamanın durduğu yerdeyse hayat durur sonsuzluk başlar. Zaman zihindedir; bilinçse sonsuzluktur.

Ben kendi yaralarımı iyileştirmezsem herkesin bıçağı keskin kalır.

Ya aklına hükmet ya da onun kölesi ol.

Kalp kalbe karşı değildir; kalpler hep Bir’dir beraber atar.

Hayata teslim olmazsan onunla sürekli savaşan durumunda olursun. Herkes öldü, kimse hayata karşı kazanamadı şimdiye kadar.

Hayata bir anlam yüklemek için yaşarken, sonuna gelindiğinde hayatın kendisinin bir anlam olduğunu anlayacağız…

Gücün farkındalığı güçsüz oluşunu ortaya koymakta yatar.

Kendine yalan söyleyen herkese yalan söyler.

Varoluşun merkezinde yalnız sevgi vardır. Sevgidir dünyayı ayakta tutan ve onun ötesinde olan saf Bir Işıktır. Her birimiz İlahi Işığın birer parçasıyız. O yüzden iyisi mi mum üfleyip karanlıkta kalmak yerine aydınlığa çıkalım. Işık hepimizin içinde, gizlenmiş saklanıyor. Maksat etrafı aydınlatmak ve Işığı yaymak. Sonsuza kadar… Bunun ötesinde ne var sanıyorsunuz?

Keşke insan bildiğini okumak yerine bilmediğini okusa…

Mutluluğun anahtarı cebindedir.

Başkasının sınır koyduğu hayatı yaşamak onların hayatını yaşamak değil de nedir?

İnsanoğlu aciz bir yaratıktır. Zavallıdır. Yetersizdir. Kendine yetmeyi bilmez o yüzden her şeyi başkasından bekler. Varlığından emin olmak için bile teyidini dışarıdan arayandır. Ne yazık! Her birimiz var olan her sıfata vakıf olarak doğmaktayız ancak kapasitemizi sınırlamak konusunda uzmanız. Halbuki potansiyelimiz sonsuzdur. Sonsuz her ne demekse… Anlayana.

Kader ağlarını örsün izin vermezsen başına çorap ören olursun.

Kendine karşı kaybettiğin savaşta yok olursun.

Kendini ara, bul, oku, tanı ve sev…

İnsanın en büyük cahilliği kendisini okuyamamasıdır.

Bir başkasının kuyusunu kazmak yerine kendin için sağlam bir temel atıver…

Bir yalanı ne kadar çok tekrar edersen o kadar inandırıcı olur ve sonunda kendin de inanan olursun.

Özgürlük akıldadır, eylemde değil…

Beni benden iyi kim tanıyabilir? Kim beni benden daha iyi okur ben kendimi okuyamazsam acaba?

Hayatın amacı ya ‘bana’ ya da O’na hizmet etmektir…

Küçük dünyada büyük hayalleri olana deli derler…

Başkasını en iyi tanımanın yolu kendini tanımaktan geçer.

Seni, sendeki beni bulduğum için sevenim…

Aslında kayıp değiliz; kendimizi başkalarında arayanlarız…

Kalbin terazisi hiç şaşmaz..!

Temeli yalanla inşa edilenin, zamanı gelince, illa ifşa olur.

Zaaf hangi tarafa aitse tutsaklığı o yaşar.

Bedelini ödemediğin hiçbir şeyin tadını çıkartamazsın.

Aklınız varsa akılsız olun. Kafanızda boşalan yer mutlaka başka şeyle dolacaktır. Ancak bildiklerinizi unutursanız, bilin ki yeni şeyler öğrenebilirsiniz!

Attığın her adımda, uğruna yola çıktığın her davanın sonunda ne olabileceğini düşünmeden ilerlemeye devam etmelisin. Yalnız olması gerekenler oluyor ve olacak. Olmadıysa da henüz, olacaktır nasılsa…

Niyetin dünyayı kurtarmak ise, işe kendi dünyanla başla…

İnsan duygularla algılar ancak bilinçle yorumlar. Bilince bilgiyi getiren de duyulardır. Fakat bakan gözdür, görense bilincin kendisidir. Baktığı şeyi anlayabilmesi için beynin kendisinde onunla ilgili bir bilgi mevcut olmalıdır. Aksi halde baktığına anlam yükleyemez. İnsan maalesef bu yüzden baktığı her şeyi göremez.

Gözleri görmeyi bilen ve kulakları işiten için her şey apaçıktır.

Vikisöz

1961 yılında İstanbul’da doğan Eddi Anter ilk, orta ve lise eğitimini Nişantaşı Işık Lisesinde aldıktan sonra yükseköğrenimine yurt dışında devam etti. İngiltere’de Brighton Polytechnic’te İşletme bölümünü bitirdi. Amerika’da University of Miami’de Uluslararası Pazarlama yüksek lisansını tamamladıktan sonra Nova Southeastern University’de Klinik Psikoloji dalında yüksek lisansını aldı.

Anter, yirmi yıl boyunca tekstil ihracat işiyle uğraştı. Bir internet sitesinde “Don E” adı altında kültür ve sanat üzerine yazılar yazdı. Haftalık Şalom gazetesinin “Miami Mektubu” köşesinde 6 yıl boyunca okuyucularıyla buluştu. Halen Yuvaya Yolculuk Dergisi’nde yazılarını paylaşmaktadır.

Farkındalık Hapı ve İş’te Farkındalık adları altında Kişisel Dönüşüm ve Kurumsal Eğitimler veren Anter bireysel danışmanlık hizmeti de sunmaktadır. 2006 yılında yayımlanan “Lilly- Ben Bir Arap Yahudisi’yim” adlı ilk romanı aylarca En Çok Satanlar Listesinde yer aldı. 2007 yılında çıkan “Kumbara” adlı ikinci ve 2009 yılında çıkan “İkilem” adlı romanları da uzun bir süre En Çok Satanlar Listesinde kaldı.

“İnkâr” isimli eser 2011 senesinde, “Kabile” adlı romanı 2014 yılında ve “Ben Benim” adlı kitabıysa 2015’te okuyuculara sunuldu. 2016 yılında yayımlanan “Kesmeşeker” romanını 2017 yılında çıkan “Vakitsiz Kaybedenler” izledi. “Karanlıkta Yürüyen Yabancı” romanı 2019 yılında okuyucuyla buluştu. 2021 yılında El Ele ve 2023 yılında Sen Varsan Ben Varım adlı romanları okuyucuya sunuldu. Tüm kitaplar halen Longseller* olarak raflarda yerini korumaktadır.

Comments are closed.