

VÜCUDUNDAKİ AĞRILARIN PSİKOLOJİK ANLAMLARI/VÜCUDUN SANA NE MESAJ VERİYOR!
Bedensel Ağrıların Psikolojik Anlamları
Ennui: Geçmeyen İç Sıkıntısı ve Çözüm Önerileri
İç Sıkıntısı Nasıl Geçer? İç Sıkıntısını Geçirecek 3 Psikolojik Taktik

Orta Yaş Sendromu
Suçluluk Duygusuyla Başa Çıkmak
PSİKOLOJİK AĞRI
GIDA BAĞIMLILIĞI
Parasomnia (Gece Terörü)


Orta Yaş Sendromu: Belirtileri, Nedenleri ve Baş Etme Yöntemleri
Orta yaş, birçoğumuz için hayatın en yoğun dönemlerinden biridir. İş, aile, sosyal ilişkiler derken birçok sorumluluğun üstesinden gelmeye çalışırken, bazen yorgun düşebiliriz. Bu durumun adı ise “orta yaş sendromu” olarak biliniyor. Peki, orta yaş sendromu nedir? Belirtileri nelerdir? Nedenleri nelerdir? Ve en önemlisi, bu sendromu nasıl tanıyabilir ve baş etme yolları nelerdir? Bu yazıda, orta yaş sendromu hakkında merak edilen tüm detayları bulabileceksiniz. Ayrıca, sendromun etkileri ve önleyici yöntemlerini de inceleyeceğiz. Artık orta yaş sendromu hakkında daha bilinçli olmak için hazır olun!
Orta Yaş Sendromu Nedir?
Orta yaş sendromu, bireylerin 40 ile 60 yaşları arasında yaşadığı bir durumdur. Bu dönemde kişiler, genellikle yaşlanma, sağlık sorunları, kariyer başarısızlığı, boşanma gibi nedenlerle duygusal olarak zorlanabilirler. Orta yaş sendromu, bireylerin yaşamlarının bir dönemini sorgulamalarına ve değişiklikler yapmalarına neden olabilir.
Orta yaş sendromu belirtileri arasında depresyon, anksiyete, iş performansında düşüş, fiziksel enerji düşüklüğü, ilişkilerde sorunlar ve genel mutsuzluk bulunur. Kişinin yaşadığı bu belirtiler, günlük yaşamını olumsuz etkileyebilir ve mutsuzluğa neden olabilir.
Bu sendromun nedenleri arasında iş hayatındaki başarısızlık, aile içi sorunlar, sağlık sorunları, toplumdan beklentilerin karşılanamaması gibi faktörler bulunabilir. Kişinin bu konularla baş etme yeteneğine bağlı olarak, orta yaş sendromunun etkisi azaltılabilir veya önlenmesi mümkün olabilir.
Orta Yaş Sendromu Belirtileri Nelerdir?
Orta yaş, birçok insan için hayatlarının dönüm noktası olabilir. Bu dönemde birçok kişi orta yaş sendromu denilen sorunlarla karşılaşabilir. Orta yaş sendromunun belirtileri nelerdir, gelin birlikte inceleyelim.
Orta yaş sendromu, kişinin kendini değersiz hissetmesi, motivasyon kaybı yaşaması, fiziksel belirtiler göstermesi gibi durumları içerebilir. Bu dönemde depresyon, anksiyete ve diğer ruh sağlığı sorunları da sıkça görülebilir. İnsanlar genellikle bu belirtileri yaşlandıkça normal karşılasa da, orta yaş sendromu belirtileri ciddi bir şekilde yaşamı etkileyebilir.
Orta yaş sendromunun belirtilerini tanımak ve farkında olmak, kişinin bu dönemi daha sağlıklı bir şekilde atlatmasına yardımcı olabilir. Kendini değersiz hissetme, motivasyon kaybı, yaşam amacını yitirme gibi belirtilerle karşılaşan biriyseniz, bu durumu ciddiye almalı ve bir uzmana danışmalısınız. Bu belirtilerle baş etmek için destek almak oldukça önemlidir.
Orta Yaş Sendromunun Nedenleri Nelerdir?
Orta yaş sendromu, bireylerin hayatlarının ortasında yaşadıkları psikolojik, duygusal ve fiziksel değişikliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu sendromun nedenleri farklı faktörlere dayanabilir. İnsanlar, orta yaş sendromunu tetikleyen nedenleri anladıklarında, bu durumla daha iyi başa çıkabilir ve olumlu bir yaşam tarzı benimseyebilirler.
Orta yaş sendromunun nedenlerinden biri, yaşlılık korkusudur. Bireyler, yaşlanmanın getirdiği değişiklikler karşısında endişe duyabilir ve gençliklerinin geride kaldığını hissedebilirler. Bu durum, orta yaş sendromunun ortaya çıkmasında etkili olabilir.
Bir diğer neden ise hayattan beklentilerin değişmesidir. İnsanlar, 40’lı yaşlarda hayatlarının yarısını geride bıraktıklarını fark ederler ve henüz başaramadıkları hedefler nedeniyle hayal kırıklığı yaşayabilirler. Bu durum da orta yaş sendromunun ortaya çıkmasına sebep olabilir.
Orta Yaş Sendromunu Nasıl Tanıyabiliriz?
Orta yaş sendromu, birçok insanın hayatının belirli bir döneminde karşılaştığı yaygın bir durumdur. Orta yaş sendromu genellikle 40-60 yaş arasındaki bireylerde ortaya çıkar ve bir dizi fiziksel, duygusal ve psikolojik belirtilere neden olabilir. Bu belirtiler, bireyin hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir ve günlük aktivitelerde zorluk yaşamasına neden olabilir.
Orta yaş sendromunun tanınması genellikle belirli işaretler ve semptomlarla mümkündür. Başlıca belirtiler arasında ani ruh hali değişiklikleri, artan stres düzeyleri, fiziksel yorgunluk, uyku sorunları, motivasyon eksikliği ve kendine olan güvensizlik yer alabilir.
Bununla birlikte, orta yaş sendromunu tanımak, kişiden kişiye değişebilir ve herkes aynı semptomları tecrübe etmeyebilir. Bu nedenle, bireylerin kendilerini ve sevdiklerini tanıyarak, herhangi bir olumsuz değişiklik fark ettiklerinde profesyonel yardım almak için gereken adımları atmaları önemlidir.
Orta Yaş Sendromu Ile Baş Etme Yöntemleri
Orta yaş sendromu, birçok kişinin karşılaştığı yaygın bir durumdur. Bu durum, orta yaş döneminde yaşanan fiziksel, duygusal ve zihinsel değişikliklerle karakterizedir. Orta yaş sendromu, bireylerin yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir ancak doğru baş etme yöntemleriyle bu durumun üstesinden gelinebilir.
Orta yaş sendromuyla baş etmek için ilk adım, durumu kabul etmektir. Birçok insan, orta yaş sendromunu inkar etmeye çalışır ancak bu, durumu daha da kötüleştirebilir. Orta yaş sendromunu kabul etmek, bireyin bu süreçte kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olabilir.
Ayrıca, fiziksel aktivitelerde bulunmak da orta yaş sendromuyla baş etmenin etkili yollarından biridir. Düzenli egzersiz yapmak, vücudu genç tutabilir ve ruh halini olumlu yönde etkileyebilir. Egzersiz yapmak, stresi azaltabilir ve endorfin salgılanmasını sağlayarak mutluluk hissi yaratabilir.
Orta Yaş Sendromunun Etkileri
Orta yaş sendromu, bireyin hayatının orta döneminde yaşadığı duygusal ve psikolojik sorunları ifade eder. Bu dönemde birçok insan, yaşlanma, kariyer başarısızlığı, evlilik sorunları gibi konulardan dolayı stres ve endişe yaşayabilir. Bu etkiler, kişinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir.
Orta yaş sendromunun etkileri, kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bazı insanlar bu dönemi olumlu bir şekilde atlatabilirken, bazıları için ise oldukça zorlayıcı bir süreç olabilir. Bu dönemde sıkça görülen etkiler arasında depresyon, anksiyete, özsaygı sorunları ve fiziksel sağlık sorunları bulunmaktadır.
Orta Yaş Sendromunu Önlemek Için Yapılması Gerekenler
Orta yaş sendromu, kişinin orta yaşına geldiğinde yaşadığı psikolojik ve duygusal zorlukları ifade eden bir terimdir. Bu dönemde bireyler, yaşlanmanın getirdiği değişimler, iş hayatındaki stres, aile sorumlulukları ve diğer faktörler nedeniyle başa çıkmakta zorlanabilirler.
Orta yaş sendromunu önlemek için yapılması gerekenler arasında sağlıklı beslenme önemli bir yere sahiptir. Dengeli ve düzenli beslenme, vücudun ihtiyacı olan besinleri almasını ve enerji seviyesini korumasını sağlar. Aynı zamanda düzenli egzersiz yapmak da orta yaş sendromunu önlemek için etkili bir yöntemdir. Haftada en az 3-4 gün düzenli egzersiz yapmak, vücudu ve zihni canlı tutar.
Bunun yanı sıra, stres yönetimi de orta yaş sendromunu önlemek için önemli bir adımdır. Yoga, meditasyon veya derin nefes almak gibi stres azaltma teknikleri, yaşam kalitesini artırabilir ve duygusal dengeyi korumaya yardımcı olabilir. Ayrıca, sosyal ilişkilerin sürdürülmesi, hobilerle uğraşmak ve yeni meydan okumaları kabul etmek de orta yaş sendromunu önlemek için faydalı yöntemler arasındadır.
KÜBRA MEŞE / PSİKOLOG06


Suçluluk Psikolojisi Nedir? Suçluluk Duygusuyla Başa Çıkmak
Herkesin hayatında, derinlerde bir yerde yankılanan suçluluk duygusuyla yüzleştiği anlar vardır. Belki pişmanlıkla hatırlanan bir karar ya da söylenen bir söz… Suçluluk, bazen bizi doğruya yönlendiren bir iç ses, bazen de üzerimize çöken ağır bir gölge gibidir.
Bu yazıda, suçluluk psikolojisi üzerine odaklanacağız. Suçluluğun etkilerini ve onunla sağlıklı bir şekilde başa çıkma yollarını inceleyeceğiz. Unutmayın, suçluluk doğru yönetildiğinde sadece bir yük değil, aynı zamanda bir rehber olabilir.
Gelin, bu duyguyu anlamak ve dönüştürmek için birlikte bir yolculuğa çıkalım.
Suçluluk Psikolojisi Nedir?
Suçluluk psikolojisi, bireyin geçmişte yaptığı bir eylem, söylediği bir söz ya da bir ihmali nedeniyle hissettiği pişmanlık ve sorumluluk duygusunu inceleyen bir psikoloji alanıdır. Bu duygu, bireyin ahlaki değerlerine, vicdanına ve toplumsal normlara olan bağlılığıyla yakından ilişkilidir.
Suçluluk, kişinin yaptığı bir hatayı fark etmesiyle ortaya çıkar ve genellikle bireyin kendini yargılamasına, davranışlarını sorgulamasına yol açar. Pozitif bir şekilde ele alındığında, kişinin hatalarını düzeltmesi için bir motivasyon kaynağı olabilir. Ancak yoğun ve çözülmemiş suçluluk duygusu, bireyin psikolojik sağlığını olumsuz etkileyebilir, depresyon, anksiyete ve düşük özgüvene yol açabilir.
Suçluluk Türleri Nelerdir?
Suçluluk duygusu, bireyin yaşadığı olaylar, inanç sistemleri ve sosyal bağlamlara bağlı olarak farklı türlerde ortaya çıkabilir. İşte suçluluk türlerinin başlıcaları:
Haklı Suçluluk
Haklı suçluluk, bireyin ahlaki veya etik bir normu ihlal ettiğinde hissettiği suçluluk türüdür. Bu duygu, bireyin kendi davranışlarını sorgulamasına ve yanlışını fark etmesine yol açar. Haklı suçluluk, genellikle vicdanın bir yansıması olarak ortaya çıkar ve bireyi daha iyi bir insan olmaya yönlendirebilir. Bu tür suçluluk, bir hatanın fark edilmesiyle birlikte sorumluluğun kabul edilmesini içerir.
Örnek: Bir arkadaşına verdiği sözü tutamayan bir kişi, bu durumun arkadaşını hayal kırıklığına uğrattığını fark eder. Bu farkındalık, kişinin gelecekte daha dikkatli olmasına ve ilişkilerini güçlendirmek için çaba göstermesine yol açabilir.
Haksız Suçluluk
Haksız suçluluk, bireyin kontrolü dışında olan veya gerçekte suçlu olmadığı durumlar için kendini suçlu hissetmesiyle ortaya çıkar. Bu tür suçluluk, genellikle bireyin çevresindekilerden gelen duygusal manipülasyonlarla ya da bireyin aşırı öz-eleştirel yapısıyla tetiklenir. Haksız suçluluk, bireyin kendine yönelik gerçekçi olmayan beklentiler geliştirmesine neden olabilir.
Örnek: Bir çocuk, ebeveynlerinin boşanmasının kendi davranışlarından kaynaklandığını düşünebilir. Bu durum, çocuğun kendine aşırı yüklenmesine ve özgüven eksikliği yaşamasına neden olabilir. Halbuki bu olay üzerinde kontrolü olmadığını anlaması önemlidir.
Hayatta Kalma Suçluluğu
Hayatta kalma suçluluğu, tehlikeli ya da zor bir durumda sağ kalan bireyin, başkalarının zarar gördüğünü bilmesi nedeniyle hissettiği yoğun bir suçluluk duygusudur. Bu tür suçluluk, travmatik olaylar sonrasında sıkça görülür ve genellikle bireyin hayatta kalma hakkını sorgulamasına neden olur.
Örnek: Bir doğal afetten sağ kurtulan bir kişi, aynı olayda hayatını kaybeden diğer insanlar için suçluluk duyabilir. “Neden ben kurtuldum da onlar kurtulamadı?” sorusu, bu tür suçluluğun temelini oluşturabilir. Bu duygu, bireyin yaşamını anlamlandırmakta zorlanmasına neden olabilir.
Empatik Suçluluk
Empatik suçluluk, bireyin başkalarının yaşadığı sıkıntı ya da acıdan dolayı kendini suçlu hissetmesiyle ortaya çıkar. Bu tür suçluluk, özellikle empati düzeyi yüksek kişilerde görülür. Birey, başkalarının sıkıntılarını içselleştirerek kendini sorumlu hisseder.
Örnek: Bir arkadaşının zor bir dönem geçirdiğini öğrenen bir kişi, yeterince destek olamadığını düşündüğü için suçluluk duyabilir. Bu durum, bireyin ilişkilerde aşırı fedakârlık yapmasına veya kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmesine yol açabilir.
Evrensel Suçluluk
Evrensel suçluluk, bireyin dünya üzerindeki genel etkilerinden dolayı hissettiği suçluluk duygusudur. Bu duygu, çevresel sorunlar, adaletsizlik ya da toplumsal eşitsizlikler gibi konulara duyarlılıkla ilişkilidir. Evrensel suçluluk, bireyi daha sorumlu bir birey olmaya motive edebilir ancak aşırı hissedildiğinde bireyi tükenmişliğe sürükleyebilir.
Örnek: Çevre kirliliği konusunda bilinçli bir birey, plastik kullanımı ya da karbon ayak izi gibi kişisel katkılarından dolayı suçluluk hissedebilir. Bu durum, bireyin daha sürdürülebilir bir yaşam tarzına geçiş yapmasına neden olabilir.
Kültürel veya Toplumsal Suçluluk
Kültürel ya da toplumsal suçluluk, bireyin içinde bulunduğu toplumun değerlerine ve normlarına uymadığı durumlarda ortaya çıkan suçluluk türüdür. Bu tür suçluluk, bireyin toplumdan dışlanma ya da eleştirilme korkusuyla kendini suçlu hissetmesine neden olabilir.
Örnek: Geleneksel bir aile yapısına sahip bir birey, kariyer odaklı bir yaşam tercih ederek evlenmeme kararı aldığında ailesine karşı suçluluk duyabilir. Bu suçluluk, bireyin kendi tercihlerine olan güvenini zayıflatabilir.
Kendilik Algısıyla İlgili Suçluluk
Bireyin kendine yönelik eleştirel tutumundan ve düşük benlik saygısından kaynaklanan suçluluk türüdür. Bu tür suçluluk, bireyin kendini sürekli hatalı ve yetersiz hissetmesine neden olabilir.
Örnek: Bir kişi, yaptığı küçük bir hata nedeniyle kendini sürekli eleştirir ve bu durumun başkalarını nasıl etkilediğini abartarak suçluluk hissini artırır. Bu tür suçluluk, bireyin sürekli özür dileme ya da kendini cezalandırma davranışları geliştirmesine yol açabilir.
Suçluluk Psikolojisinin Belirtileri Nelerdir?
Suçluluk duygusu, zihinsel, duygusal ve fiziksel düzeyde çok çeşitli belirtilerle kendini gösterebilir. Bu belirtiler, suçluluğun yoğunluğu ve bireyin başa çıkma becerilerine bağlı olarak kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. İşte suçluluk psikolojisinin en yaygın belirtileri:
1. Zihinsel Belirtiler
- Sürekli Kendini Suçlama: Kişi, yaptığı bir hata ya da ihmali üzerine sürekli düşünür ve kendini acımasızca eleştirir.
- Odaklanma Sorunları: Kişinin günlük görevlerine konsantre olmasını zorlaştırabilir.
- Ruminasyon: Geçmişteki olayları tekrar tekrar düşünme ve bu olaylardan dolayı kendini yargılama eğilimi.
- Karar Verme Güçlüğü: Bireyin karar alma sürecinde tereddüt yaşamasına ve hata yapma korkusuna neden olabilir.
2. Duygusal Belirtiler
- Pişmanlık: Sürekli bir şeyleri düzeltme ya da telafi etme arzusu.
- Kaygı: Suçluluk, kişinin gelecekte aynı hatayı yapma konusunda anksiyete yaşamasına yol açabilir.
- Utanç: Suçluluk, bireyin kendine yönelik olumsuz bir algı geliştirmesine ve utanç duymasına neden olabilir.
- Duygusal Tükenmişlik: Sürekli suçluluk hissi, kişinin duygusal enerjisini tüketebilir ve tükenmişlik hissine yol açabilir.
3. Davranışsal Belirtiler
- Telafi Davranışları: Hataları düzeltmek için aşırı çaba sarf etme veya başkalarına fazladan yardım etme.
- İzolasyon: Suçluluk hisseden birey, sosyal çevreden uzaklaşmayı tercih edebilir.
- Kaçınma: Suçluluk hissi uyandıran durumlar ya da kişilerden kaçınma eğilimi.
- Aşırı Özür Dileme: Gerekli ya da gereksiz her durumda sürekli özür dileme.
4. Fiziksel Belirtiler
- Uyku Sorunları: Gece boyunca suçluluk düşünceleriyle meşgul olma nedeniyle uyuyamama ya da sık sık uyanma.
- Gerginlik ve Stres: Suçluluk hissi, kas gerginliği, baş ağrısı ya da mide rahatsızlıklarına yol açabilir.
- Yorgunluk: Sürekli suçluluk hissetmek, fiziksel enerjiyi de tüketebilir ve bireyi yorgun hissettirebilir.
Suçluluk Psikolojisi Nasıl Anlaşılır?
Suçluluk psikolojisini anlamak, bireyin duygu ve düşünce dünyasındaki değişimleri ve davranışlarına yansıyan ipuçlarını gözlemlemeyi gerektirir. Bu duygu genellikle geçmişteki bir olay ya da davranışın sorumluluğunu hissetmekle başlar ve kişinin kendisiyle veya çevresiyle olan ilişkilerinde belirgin farklılıklara yol açabilir.
Suçluluk duygusu taşıyan birey, genellikle içsel bir çatışma yaşar ve bu durum, karar alma süreçlerini ve diğer insanlarla etkileşimlerini etkileyebilir. Bu his, yalnızca geçmişe yönelik bir sorgulama değil, aynı zamanda bireyin gelecekteki davranışlarını şekillendiren güçlü bir etkendir.
Suçluluk Psikolojisi Neden Olur?
1. Bilişsel Çarpıtmalar
Bilişsel çarpıtmalar, bireyin düşünce süreçlerindeki hatalardan kaynaklanan ve gerçeklikten uzak değerlendirmeler yapmasına neden olan zihinsel eğilimlerdir. Suçluluk psikolojisinde, “Her şeyi doğru yapmalıyım” veya “Hatalarım başkalarına zarar verir” gibi düşünceler bireyin aşırı sorumluluk hissetmesine yol açabilir. Özellikle katastrofik düşünceler, bireyin kendi hatalarını abartarak suçluluk hissetmesini tetikler.
2. Sosyal Normlar
Toplumun belirlediği yazılı ya da yazılı olmayan kurallar, bireyin davranışlarını değerlendirirken kendisini suçlu hissetmesine neden olabilir. Bu normlar, bireyin davranışlarını kontrol etme, topluma uyum sağlama ve dışlanma korkusuyla şekillenir. Örneğin, bir kişinin toplum tarafından “yanlış” olarak değerlendirilen bir davranışta bulunması, bireyin suçluluk hissetmesine yol açabilir.
3. Ahlaki Duygular
Ahlaki duygular, bireyin kendi içsel değerlerine ve inançlarına uygun davranmadığını düşündüğünde hissettiği suçluluk duygusunun temelini oluşturur. Bu duygular, bireyin kendini kötü biri olarak algılamasına veya başkalarına zarar verdiği inancını geliştirmesine yol açabilir. Ahlaki duygular, bireyin vicdanı ve içsel adalet anlayışı ile yakından ilişkilidir.
4. Benlik Saygısı
Düşük benlik saygısına sahip bireyler, kendilerini sürekli olarak yetersiz ve değersiz görme eğiliminde oldukları için suçluluk duygusunu daha yoğun yaşarlar. Kendine yönelik eleştirel bir tutum sergileyen bireyler, yaptıkları en küçük hata karşısında bile kendilerini suçlama eğiliminde olabilir. Benlik saygısının düşük olduğu durumlarda suçluluk hissi daha yıkıcı hale gelebilir.
5. Psikolojik Şemalar
Psikolojik şemalar, bireyin çocukluk döneminden itibaren geliştirdiği ve olayları algılama biçimini etkileyen zihinsel yapılardır. Suçluluk duygusu, genellikle bireyin aşırı sorumluluk veya kusurluluk gibi şemalar geliştirmesiyle ilişkilidir. Örneğin, bir birey “Ben yeterince iyi değilim” ya da “Hata yaparsam cezalandırılırım” gibi inançlara sahipse, bu durum onun her durumda kendini suçlu hissetmesine neden olabilir.
6. Travmalar
Travmatik yaşantılar, bireyin kendisiyle ve dünyayla ilgili olumsuz inançlar geliştirmesine neden olabilir. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan ihmal, istismar veya kayıplar, bireyin suçluluk hissetmesine yol açabilir. Travmalar, bireyin olaylar üzerinde kontrolü olmadığı durumlarda bile kendini suçlu hissetmesine neden olur.
7. Gelişim Öyküsü
Bireyin erken dönem gelişim öyküsü, suçluluk duygusunun oluşumunda önemli bir rol oynar. Aile ortamında sık sık suçlanan, eleştirilen ya da cezalandırılan bireyler, kendilerini suçlu hissetmeye daha yatkın olabilir. Aşırı otoriter veya suçlayıcı bir ebeveyn tutumu, çocuğun suçluluk duygusunu içselleştirmesine neden olabilir. Gelişim öyküsünde sevgi ve güven eksikliği yaşayan bireylerde bu duygular daha kalıcı hale gelebilir.
Suçluluk Duygusu Nasıl Geçer?
Suçluluk duygusuyla başa çıkmak, hem duygusal hem de zihinsel süreçleri yeniden düzenlemeyi gerektirir. Bu süreç, bireyin suçluluk hissinin kaynağını anlaması, kendini affetmesi ve çözüm odaklı adımlar atmasıyla mümkündür. Hafifletmek için izlenebilecek yollar:
1. Kaynağı Anlamak
Suçluluk duygusunu hafifletmenin ilk adımı, bu duygunun kaynağını doğru bir şekilde tanımlamaktır. Kendinize şu soruları sorabilirsiniz: “Neden suçlu hissediyorum?”, “Bu durum gerçekten benim sorumluluğum mu?” Duygunun haklı bir temele dayanıp dayanmadığını anlamak, suçlulukla yüzleşmek için önemlidir.
2. Kendini Affetmek
Kendi hatalarını kabul etmek, suçluluk duygusuyla başa çıkmanın en önemli adımlarından biridir. Kendinizi eleştirmek yerine, hatalarınızdan ders çıkarmaya odaklanın. Kendinize nazik olun ve herkesin hata yapabileceğini kabul edin. Kendini affetmek, suçluluk hissinin yükünü hafifletir.
3. Telafi Etmek
Eğer suçluluk duygusu, yaptığınız bir davranıştan kaynaklanıyorsa, bunu telafi etmek için adımlar atabilirsiniz. Hatanızı kabul etmek, özür dilemek veya bir şekilde durumu düzeltmeye çalışmak, suçluluk hissini hafifletebilir.
4. Perspektif Kazanmak
Durumu objektif bir şekilde değerlendirmek, suçluluk duygusunu daha gerçekçi bir çerçeveye oturtmanıza yardımcı olur. Olayın sadece kendi açınızdan değil, diğer insanların bakış açısından nasıl göründüğünü düşünmek, duygunun etkisini azaltabilir.
5. Duyguları Paylaşmak
Suçluluk hissiyle yalnız başa çıkmak zorlayıcı olabilir. Güvendiğiniz bir arkadaşınıza ya da bir uzmana duygularınızı anlatmak, suçluluk duygusunu hafifletmekte etkili bir yoldur. Başkalarının desteği, bu duygunun sizi tüketmesini engelleyebilir.
6. Kendi Değerlerinize Odaklanmak
Kendinizi suçluluk duygusunun ötesinde tanımlayın. Hatalarınızı düzeltmek için çaba gösterirken, olumlu özelliklerinizi ve başardığınız şeyleri hatırlayın. Kendinize değer verdiğinizde, suçluluk hissinin ağırlığı azalır.
7. Profesyonel Yardım Almak
Eğer suçluluk duygusu sürekli hale gelmiş ve yaşam kalitenizi ciddi şekilde etkiliyorsa, bir uzmandan destek almak faydalı olabilir. Psikoterapi, suçluluğun nedenlerini anlamanıza ve bu duyguyla sağlıklı bir şekilde başa çıkmanıza yardımcı olabilir.
Terapi Ekollerinde Suçluluk Duygusu Nasıl Ele Alınır?
Farklı terapi ekolleri, suçluluk duygusunu anlamak ve ele almak için çeşitli yöntemler ve yaklaşımlar kullanır. Her ekol, bireyin suçluluk hissini farklı bir bakış açısıyla değerlendirir ve bu duyguya yönelik özel müdahaleler sunar. İşte bazı temel terapi yaklaşımlarında ele alınışı:
1. Psikanalitik Terapi
Psikanalitik yaklaşımda suçluluk, genellikle bilinçdışı çatışmaların ve süperegonun (ahlaki denetleyici) etkisiyle ilişkilendirilir. Freud’un kuramına göre, suçluluk duygusu, bireyin bilinçdışı arzuları ve toplumsal normlar arasındaki çatışmalardan kaynaklanır. Terapi sürecinde, bireyin suçluluk hissinin kökenleri, bastırılmış duyguları ve geçmiş deneyimleri keşfedilir. Amaç, bu bilinçdışı çatışmaları bilinç düzeyine çıkararak suçluluk duygusunu anlamlandırmaktır.
2. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)
BDT, suçluluk duygusunun bireyin düşünce kalıpları ve inançlarıyla bağlantılı olduğunu öne sürer. Bu yaklaşıma göre, birey, olayları çarpıtılmış bir şekilde algılayarak aşırı ya da gerçekçi olmayan bir suçluluk hissi geliştirebilir. Terapi sürecinde, bireyin suçluluğa yol açan otomatik düşünceleri ve bilişsel çarpıtmaları incelenir. Daha sonra bu düşünceler, daha gerçekçi ve yapıcı alternatiflerle değiştirilir. Ayrıca, bireyin telafi edici davranışlar yerine, sağlıklı başa çıkma stratejileri geliştirmesi hedeflenir.
3. Şema Terapi
Şema terapi, suçluluğu bireyin erken dönemde geliştirdiği uyumsuz şemalarla ilişkilendirir. Özellikle, “yüksek standartlar” veya “cezalandırıcı şema” suçluluk duygusunun temelinde yer alabilir. Terapi sürecinde, bu şemaların nasıl oluştuğu ve bireyin yaşamındaki etkileri keşfedilir. Amaç, bireyin bu şemalarla ilişkili suçluluk duygusunu fark etmesi ve bu şemaların etkisini azaltacak yeni düşünce ve davranış modelleri geliştirmesidir.
4. Gestalt Terapi
Gestalt terapi, suçluluk duygusunu bireyin şimdiki an deneyimine odaklanarak ele alır. Bu yaklaşımda, suçluluk duygusunun bireyin içsel çatışmalarından kaynaklandığı düşünülür. Terapi sürecinde, bireyin suçluluk duygusuyla olan ilişkisini keşfetmesi, bu duyguya neden olan olayları yeniden değerlendirmesi ve suçluluğun bedensel ve duygusal etkilerini fark etmesi sağlanır. Gestalt terapi, bireyin kendisiyle ve suçluluk duygusuyla barışmasını hedefler.
5. EMDR Terapisi
EMDR terapisi suçluluk gibi güçlü duyguların altında yatan travmatik anıların ve olumsuz inançların işlenmesinde etkili bir yöntemdir. Suçluluk duygusu, genellikle geçmişte yaşanmış bir olayın bireyin zihninde işlenememesi ve bu olayla ilgili olumsuz inançların sürmesi sonucu ortaya çıkar. EMDR terapisi, bu travmatik anılarla çalışarak suçluluk hissini azaltmayı ve bireyin kendine yönelik olumlu bir algı geliştirmesini amaçlar.
Bilinçdışı Suçluluk Psikolojisi Nasıl Yorumlanır?
Bilinçdışı suçluluk, bireyin farkında olmadan hissettiği ve genellikle davranışlarına dolaylı olarak yansıyan bir suçluluk duygusudur. Bu tür suçluluk, kişinin bilinçli zihniyle tanımlayamadığı bir pişmanlık, sorumluluk ya da kendini cezalandırma eğilimiyle kendini gösterebilir. Psikoloji alanında, bilinçdışı suçluluk genellikle psikanalitik yaklaşımla açıklanır ve kişinin geçmiş deneyimlerine, bastırılmış duygularına ve içsel çatışmalarına dayanır.
Psikanalitik Yorum
Sigmund Freud’a göre, bilinçdışı suçluluk, süperegonun (ahlaki standartları temsil eden yapı) bireyin içsel arzuları ve davranışlarıyla çatışmasından kaynaklanır. Kişi, bu çatışmayı bilinç düzeyinde fark edemese de suçluluk duygusu, öz-sabotaj, kaygı ya da depresyon gibi dolaylı yollardan kendini gösterebilir.
Kaynakları ve Göstergeleri
- Bastırılmış Duygular: Kişi, geçmişteki bir olayla ilgili suçluluk duygusunu bilinçli olarak bastırmış olabilir. Bu duygu, başka durumlarda ortaya çıkan açıklanamaz pişmanlık ya da öz-eleştiri olarak geri dönebilir.
- Çocukluk Deneyimleri: Aile tarafından aşırı eleştirilen ya da suçlanan bireylerde, bilinçdışı suçluluk yaygın olarak görülür. Kişi, kendini sürekli yetersiz hisseder ve bu hisse bir neden bulamayabilir.
- Kendini Cezalandırma Eğilimi: Bilinçdışı suçluluk, bireyin başarısızlıkları ya da hataları için kendini cezalandırmasına yol açabilir. Örneğin, kişi sürekli kötü ilişkiler seçebilir veya iş hayatında kendini sabote edebilir.
Suçluluk Duygusu İçin Kendi Kendine Yardım Teknikleri
Suçluluk duygusunu hafifletmek ve yönetmek için bireyin kendi başına uygulayabileceği çeşitli teknikler bulunmaktadır. Bu yöntemler, suçluluk hissini anlamaya, onunla başa çıkmaya ve daha sağlıklı bir zihinsel duruma ulaşmaya yardımcı olabilir.
1. Nefes ve Meditasyon Teknikleri
Suçluluk duygusu yoğun stres ve kaygıya neden olabilir. Nefes ve meditasyon teknikleri bu duyguları hafifletir.
Uygulama:
4 saniye nefes alın, 7 saniye tutun ve 8 saniyede bırakın.
Mindfulness meditasyonu yaparak suçluluk hissinizi gözlemleyin ama ona kapılmayın.
2. Günlük Tutma
Duygularınızı yazarak ifade etmek, suçluluk duygusunu anlamlandırmanıza yardımcı olur.
Uygulama:
Suçluluk hissettiğiniz anları, bu duygunun nedenlerini ve bu hisle nasıl sağlıklı olarak başa çıkabileceğinizi yazın. Sizin aklınıza sağlıklı başa çıkma yolları gelmiyorsa, diğer insanların nasıl bu duyguyla sağlıklı olarak baş ettiklerini düşünün, araştırın. İçlerinden size uygun olanı yazın.
Günlüğünüzü, aynı zamanda olumlu gelişmeleri ve başarıları not etmek için kullanın.
3. Hedefler Belirleme
Suçluluk duygusunun yönlendirdiği durumlarda, olumlu bir adım atmak için küçük hedefler belirleyin.
Uygulama:
“Geçmişte yaşananları telafi etmek için bugün bir iyilik yapacağım” gibi ulaşılabilir hedefler koyun.
Gelecekte aynı hatayı tekrarlamamak için kişisel gelişim planları yapın.
UYUM PSİKOLOJİ / ANKARA PSİKOLOG

AĞRI NEDİR?
Ağrı aslında tamamıyla öznel bir şikayettir.Kişi ağrıyı hissedebilir ama kimin ne kadar ağrı hissettiğini bilmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla ağrı hafif olsa dahi bazıları için yaşadığı ağrı çok şiddetli gelebilir, bazıları ise çok şiddetli yaşadığı ağrının önemsiz olduğunu düşünebilir.
PSİKOLOJİK AĞRI NEDİR?
Doku hasarının bulunması ile ağrı kendini gösterir. Psikolojik olarak hissedilen ağrıda ise doku hasarı olmaz. Dolayısıyla bu ağrıyı açıklayacak fizyolojik bir neden bulunmaz.
Psikolojik ağrıyı yaşayan kişilerden çoğunlukla, “Sıkıntılıyım, çok mutsuzum” gibi şikayetler duyarız. Çoğu zaman kendileri bile ne kadar sık şikayet ettiklerinin farkında değillerdir. Kişi yaşadığı sıkıntıyı ya da beklentisini vücut dili ile ifade etmektedir. Karakter olarak sıkıntı ve üzüntüsünü rahat bir şekilde dışa vuramayan kişiler çoğunlukla bu ağrıyı çekerler. Yani belki seneler boyu yaşanmış ve paylaşılmamış sıkıntılar ya da hala yaşanmaya devam eden stresli günlerin etkileri kişide ağrı olarak kendini gösterebilir.
BELİRTİLERİ NELERDİR?
-Fiziksel ağrıyı psikolojik ağrıdan ayıran en önemli belirti, kişinin birçok doktora gittiği ve her türlü ilacı kullandığı halde bir türlü ağrıdan kurtulamamasıdır.
-Bu kişilerin akıllarından geçen düşünceler ya da konuşmaları hep ağrı belirtileri ile ilgilidir.
-Kişi aynı zamanda ağrı bozukluğunun nedeninin psikolojik olduğu cevabına karşı da tepki gösterir ve kabul etmez. “Ben yalan mı söylüyorum, kafamdan uydurmuyorum veya keyfimden doktor doktor dolaşmıyorum” gibi kızgınlık belirten cevaplar verebilirler.
-Bu hastalar çok fazla ağrı kesici ilaç kullanma eğiliminde olurlar ve bu şekilde ağrılarını dindirmeye/geçirmeye çalışırlar. Ancak sorun psikolojik temelli olduğundan ağrılar geçmez.
Psikolojik ağrıyı yaşamaya yatkın olabilecek kişiler:
*Ailesinde beden dilini yaygın bir şekilde kullananlar
* Ailesinde depresyon ve alkolizmle savaşanlar,
* Eşinden kötü muamele görenler,
* Yakın çevresinde özürlü kişiler olanlar,
* Yakın çevresinde kronik ağrıları olanlar,
* Ailesinde şiddet öyküsü olanlar.
TEDAVİ
Öncelikle bu süreçte tanı konulma aşaması oldukça önemlidir. Hem tıbbi bulguların hem de psikolog ve psikiyatrist değerlendirmelerinin örtüşmesi ile psikolojik ağrı tanısının konulması gerekir.
En başta önerilmesi gereken; hastanın doktor doktor dolaşmasının önüne geçmektir.
Bir psikiyatr veya psikoloğa yönlendirme yapılmalıdır.
Son yıllarda artan psikolojik tedavi seçenekleri ağrı bozukluğu yaşayan hastalara da olumlu sonuçlar sunmakta ve ağrısız, rahat ve kaliteli bir yaşam verebilmektedir.
Psikolojik Ağrı / Doç. Dr. Suat Ekinci

Gıda Bağımlılığı Nedir
Gıda bağımlılığı, bireylerin karbonhidrat ve yağ ağırlıklı besinleri her gün aşırı miktarlarda tüketmesi, tüketmediği zamanlarda kendini eksik ve mutsuz hissetmesidir. Gıda bağımlılığı olan bireyler her gün fazlasıyla besin tüketmek isterler. Gıda bağımlılığı olan bireylerin doyma hissi ortadan kalkabilir ve bu da sağlık açısından ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Birey genellikle besinleri, aç oldukları için değil stresten ve üzüntüden bir kaçış yolu olarak gördükleri için yemek isterler. Gıda bağımlılığı olan bireylerin gıda tüketme istekleri kontrolsüzdür. Çok yemek yediklerin kendilerini mutlu hissedeceklerini düşünürler ancak kendilerini yemek yemeden önce hissettiklerinden daha kötü hissederler.
Gıda bağımlılığı, obeziteye, sağlıksız ve yetersiz beslenmeye ve bunun sonucunda sağlık sorunlarının baş göstermesine neden olabilir. Gıda bağımlısı bireyler, kilo aldıklarını veya sağlıklarının bozulduklarını bildikleri halde yemeğe devam ederler.
Gıda bağımlılığı, bireylerin özel veya iş hayatlarında yaşadıkları sorunlar, psikolojik problemler, çevresel etkenler nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
Gıdalar Nasıl Bağımlılık Yapar?
Gıda bağımlılığı, tıpkı alkol, sigara ve madde bağımlılığı gibidir. Genellikle daha zararsız olarak görülse de vücuda zararları oldukça fazladır. Sigara , alkol ve madde kullanımında vücutta dopamin ve seratonin maddeleri fazlaca üretilir. Bu üretilen maddeler kişinin kendisini kısa bir süreliğine iyi hissetmesine sebep olur ancak bu hiç daha sonra yerini daha kötü bir ruh haline ve bağımlılığa bırakır.
Yağlı besinler de ve karbonhidratlarda bulunan, şeker, yap, tuz, un gibi besinler, beyinde dopamin adı verilen bağımlılığı geliştiren kimyasalların salınımını arttırır. Beden yenilen yemekler sonucunda dopaminin arttığını fark edip ödül verildiğini düşünür ve o yiyecekleri daha fazla ister.
Gıda bağımlılığı, bireylerde bağımlılık ile birlikte gıda toleransının ortaya çıkmasına da neden olur. Bireyler yedikleri şeker, yap, tuz oranı az olan besinleri yani görece sağlıklı besinleri yediğinde tam olarak tatmin olmazlar ve yememiş gibi hissederler. Bu tatmin olmama hissi ile birlikte daha fazla yemek yerler.
Gıda Bağımlılığı Nasıl Anlaşılır?
Gıda bağımlılığı, genellikle insanların “çok yemek” olarak adlandırdığı ve hafife aldığı bir sorundur. Kalp yetmezliği, organ yağlanması, mide hastalıkları, bağırsak problemleri gibi pek çok hastalığa yol açabilecek gıda bağımlılığının dikkat edildiğinde gözlenebilecek belirtileri vardır.
Bunlar;
- Acıktığında daha çok tuz, şeker, un, yağ içeren besinleri yemek
- Daha sağlıklı, içerisinde daha az miktarda yap, un, tuz, şeker olan besinleri tüketildiğinde mutsuz hissetmek
- Yemek yemeye başladığında düşündüğünden çok daha fazla yemek
- Yemek istenilen gıdalar o anda yenilemiyorsa alternatif yemekler yapmak yerine o yemekleri yapmaya ya da bulmaya çalışmak
- Yemek yedikten sonra kötü hissedildiği halde yemeyi bırakamamak ve bu durumdan utanıp, suçluluk duymak ve buna bağlı olarak daha çok yemek
- Gıda bağımlılığı belirtileri gösteren kişilerin, tam olarak bir teşhisinin konulabilmesi için elbette bir uzmana başvurmaları gerekmektedir
Gıda Bağımlılığından Kurtulmanın Yolları Nelerdir?
Gıda bağımlılığı, dikkat edildiğinde kolaylıkla kurulmanın mümkün olduğu bir problemdir. Gıda bağımlılığından kurtulmanın yollar şöyledir;
- Şeker, tuz, un, yağ oranı fazla olan besinlerden uzak durmaya çalışmak
- Yemek istenilen besini tek başına tüketmek yerine, sağlıklı seçeneklerle birlikte tüketmeye gayret etmek
- Yemek istenilen besini sık sık yemek yerine bir seferde ve çok yemek (Böylece nefsi köreltmek mümkündür)
- Katkı maddesi içeren hazır besinler tüketmemeye dikkat etmek
- Dışardan sağlıksız besin tüketmek yerine evde o yiyeceklere benzer alternatifler yaratmak (Örneğin, cips yerine evde patlamış mısır yapmak, hazır tatlı yerine evde doğal besinlerden tatlı yapmak gibi)
- Yemekleri tek başına veya televizyon izleyerek yemek yerine aile veya arkadaşlar ile birlikte ve başka yemek alternatiflerinin olmadığı bir yemek masasında yemek
- Besin tüketmek yerine spor yapmak, alışveriş yapmak, adrenalin yükseltecek aktiviteler yapmak (Bu aktiviteler dopamin ve seratonin salınımını sağlamaktadır. Bu sebeple besin tüketmek yerine bu aktiviteleri yapmakta mutlu edecektir.
Gıda bağımlılığı alınan tüm önlemlere rağmen devam ediyorsa, o halde bireylerin bir uzmana danışması gerekmektedir. Diyetisyenin vereceği uygun bir program, psikoloğun düzenleyeceği terapiler gıda bağımlılığının çözümlerinden bazılarıdır. Psikoterapi yöntemlerinin yanı sıra Biorezonans terapileri ile gıda bağımlılığının tedavisinde büyük avantaj sağlanmıştır.
Bağımlı olunan gıdanın Biorezonans cihazına tanıtılması ve gıdanın insan vücudundaki frekanslarının silinmesi üzerine kurulu olan bu terapiler 4 seans içerinde yanıt vermektedir.
Uzm. Kl. Psk. Cem Kaya

Parasomnia, bireyin gece uyudukları sırada istem dışı ortaya çıkan davranışlarını ve deneyimlerini içerir. Bu soruna sahip kişiler, uyurken konuşabilir, hareket edip ev içerisinde gezebilir, uyandığı halde hareket etmekte zorluk çekebilirler.
Bazı durumlarda kişide uyku felci de görülmektedir. Bu kişiler uyandıkları halde bedenlerini hareket ettirmekte zorluk çekerler. Genellikle ataklar şeklinde görülen Gece Terörü ataklarının ne kadar süreceği, bireylerde görülen belirtilere göre değişim göstermektedir. Semptomlar çok kısa sürebiliyorken atağın şiddetine göre dakikalarca da sürebilmektedir. Özellikle çocuklarda görülen Parasomnia atakları genellikle derin uyku halindeyken yaşanmaktadır. Bu sebeple kişi atakları yaşadıktan sonra ataklardan habersiz uykuya tekrardan dalabilmektedir.
Parasomnia (Gece Terörü) Belirtileri Nelerdir?
Parasomnia (gece terörü) belirtileri kişiden kişiye değişmektedir. Gece terörü rahatsızlığında görülen tüm belirtiler aşağıda listelenmiştir.
- Çığlık atarak uyanma
- Ağlayarak uyanma
- Hızlı kalp atışı
- Hızlı soluk alıp verme
- Terleme
- Uyandıktan sonra yaşanan yoğun korku
- Uyku sırasında konuşma, inleme, iç çekme
- Uyurken hareket etme
- Uyurken dişleri sıkma ya da gıcırdatma
- Uykuda harekete edememe
Kabus görme ile de karakterize edilen bu belirtiler nedeniyle kişilerin kabus gördüğü zannedilebilir. Ancak kabusun aksine gece terörü nöbeti geçiren bireylerde bilinç yerinde değildir. Kabus ile gece terörünü ayıran bir diğer belirti ise kabusun hafif uykuda, gece terörünün ise derin uykuda görülmesidir. Gece terörü sırasında görülen belirtilerden diş gıcırdatma, uyurken konuşma, uyurken hareket etme gibi belirtiler uyku esnasında görüldüğünden, bireyler uyandığında geçirdikleri ataktan habersizdir.
Parasomnia Kimlerde Görülür?
Her yaştan bireyde zaman zaman görülebilen bir sorundur. Ancak özellikle 5 ay-6 yaş arası çocuklarda sıklıkla görülmektedir, çocuklarda görülme oranı ise %88’dir. Ergenlik döneminden sonra daha az görülse de, yetişkinlik döneminde de parasomnia yaşayan kişiler bulunmaktadır.
Gece Terörü Neden Ortaya Çıkar?
Parasomnia, yaşam tarzı ve psikolojik sorunlar nedeni ile ortaya çıkan bir uyku bozukluğudur. Gün içerisinde yaşanan olaylar, rahatsızlık veren şeyler bilinç altına yerleşerek bireylerin kaliteli bir uyku geçirip geçirmeyeceğini etkileyen faktörlerdendir.
Gece terörü, ailede ve iş yerinde yaşanan sıkıntılar, düzensiz beslenme,alkol tüketimi, stres, uyku düzeninin olmaması, bireylerin kendilerine yeteri kadar vakit ayırmaması gibi kişinin yaşam tarzı ve ilişkileri ile ilgili nedenler ile ortaya çıkmaktadır. Düzenli beslenme ve uyuma gibi daha düzenli bir yaşam biçimi ve daha az stresli bir iş hayatı ve aile hayatı, gece terörü yaşanmasını engel olmaktadır.
Depresyon, kaygı bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, obsesif kompülsif bozukluklar gibi psikolojik sorunlar da gece terörü ataklarının yaşanmasına yol açan nedenlerdendir.
Parasomnia (Gece Terörü) Nasıl Tedavi Edilir?
Parasomnia genellikle çocukluk döneminde daha sık görülür ve yaş arttıkça görülme sıklığı da azalır. Bu nedenle çocukluk döneminde nadir görülen ataklar için bir tedavi gerekli değildir. Ancak gece terörü çocukluk döneminde çok sık görülüyorsa veya yetişkinlik döneminde de görülmeye devam ediyorsa o zaman uzman bir terapistten yardım almak gerekmektedir.
Gece terörü, gün içerisinde yaşanan sorunlar, bireylerin psikolojik problemleri nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle gece terörü ataklarının yaşanmasının altındaki nedenin araştırılması ve ortadan kaldırılması gerekmektedir. Gece terörü, diğer psikolojik rahatsızlıklar sonucu ortaya çıkıyorsa, bu hastalıkların belirlenip psikoterapist tarafından belirlenen çeşitli terapilerle tedavi edilmesi gece terörünün ortada kaldırılmasında etkili olacaktır.
Parasomnia atakları her zaman benzer saatlerde görülüyorsa, bireylerin ataktan önce uyandırılması, atağın önlenmesinde faydalı olacaktır. Ancak bireylerin atak sırasında uyandırılması tavsiye edilmez. Bununla birlikte gece terörü atakları yaşayan kişilerin gündüz uykusuna yatmaları da atakların önlenmesi için uygulanan yöntemlerden biridir. Ancak gündüz uykusu gece uykusunun verimliliğini düşüreceği için yetişkinler için tercih edilen bir uygulama değildir.
Uzm. Kl. Psk. Cem Kaya

Kan Fobisi
Kan Fobisi Nedir ?
Kan fobisi özel bir fobi çeşididir ve bazı özellikleriyle diğer fobilerden ayrılır. İğne-kan-yaralanma fobilerine dahil olan kan fobisi olan kişilerde bayılma gibi durumlar sıklıkla görülür. Bazı kan fobisi olan kişilerin ambulans sireni duyunca ya da ameliyat veya kan kelimelerini duyunca bile bayıldığı durumlar olmaktadır.
Kan fobisi(hemofobi) ya da halk arasında bilinen ismiyle kan tutması, kan görmeye dayanamamak, kan görünce panik olmak gibi durumlara verilen isimdir.
Kan Fobisinin Nedenleri
- Kan fobisi kan ile ilgili bir travma sonucu ortaya çıkmış olabilir. Ağır bir şekilde yaralanmak, yaralıyken kan kaybetmek, ağır ve sancılı bir ameliyat süreci geçirmek kişilerde kan fobisinin ortaya çıkmasına sebep olabilir.
- Çocuklar her şeyi ilk ailelerinden öğrenir. Aileleri ne yapıyorsa çocuklar da onu yapmaya meyillidirler. Ailesinde kan fobisi olan birini gören bir çocuk kandan korkmaya başlar ve bu korku giderek kan fobisine dönüşebilir. Ayrıca ailelerinden fazla korumacı bir tavırla “onu yapma, bunu yapma” gibi engellemeler ve “onu yaparsan hastaneye gidersin, iğne vururlar, kan alırlar” şeklinde korkutucu tepkiler alan çocuklarda kan fobisi ve bunun yanında da iğne fobisi oluşmaya başlayabilir.
- Genetik yatkınlık da fobilere neden olan etkenler arasındadır. Kan fobisi de bunlardan biridir. Ailenizde kan fobisi olan biri var ise sizin de bu fobiye sahip olmanız gayet olağandır.
Kan Fobisi Olan Kişiler Neden Bayılır?
Herhangi bir canlıya, nesneye ya da olaya fobisi olana kişilerin fobiye sebep olan şey ile karşı karşıya geldiklerindeki tepkileri benzerdir. Panik halinde olan kişinin kalbi çok hızlı çarpmaya başlar, nefes almakta güçlük çeker, tireme, terleme, baş dönmesi gibi fiziksel belirtiler gösterir. Ancak kan fobisi böyle değildir. Kan fobisi hiçbir fobide olmayan özel bir tepkiye yol açar. Bu da kan görünce bayılmaktır. Peki kan fobisine sahip kişiler neden bayılarak tepki gösterir?
Ani bayılmalara sebep olan rahatsızlığa “vazovagal senkop” adı veriliyor. Bu rahatsızlık sadece kan fobilerinde değil, düşük kan şekeri, uzun saatler ayakta kalma, kalp atışında hızlanma gibi nedenler sonucunda da ortaya çıkabiliyor. Kan fobisi olan kişiler kan gördüklerinde kalpleri hızlıca çarpmaya başlar, daha sonra vazovagal yanıt dolayısıyla kalp atışında ani yavaşlama ve kan basıncında da ani bir düşüş meydana gelir. Bu ani düşüş sebebiyle kişiler baygınlık geçirir. Vazovagal senkop gerçekleşmeden önce baş dönmesi, cilt renginin solması, bulanık görme gibi bazı belirtiler ortaya çıkar.
Kan görünce bayılıyor olmanın evrimsel bakış açısınca da insan yaşamı adına oldukça avantajlı olduğu söylenebilir. Avcı toplayıcı dönemde, dış tehditlere karşı savunmasız olan atalarımızın otonom sinir sistemi, yaralanma sonrasında kan basıncını olabildiğince düşürmek, kan kaybını azaltmak ve pıhtılaşma için zaman sağlamak dolayısıyla hayatta kalmak için en elverişli tepkiyi oluşturur. Bu faktörler de bayılmaya sebep olur.
Kan Fobisinin Terapi Yöntemleri
Bazı fobilerde kişilerin kaygı ve korku duydukları nesne ya da canlı ile karşılaşma olasılığı düşüktür. Örneğin yılan fobisi olan kişi her gün bir yılan ile karşılaşmamaktadır veya gündelik hayatında çok uzağa gitmek zorunda kalmayan, arabayla yolculuğu göze alan kişi uçuş fobisini tedavi ettirmek zorunda değildir. Ancak kan fobisi gibi bir fobiye sahip olanların tedavi olması tavsiye edilir.
Bunun nedeni hayati bir durum ile karşı karşıya kaldığımızda bayılmamak ve müdahale edebilmektir. Herhangi bir sebepten ötürü yaralanabiliriz ve yanımızda kimse olmayabilir ya da bizim yanımızdaki kişi yara alabilir ve bizden başka yardım edecek kimse yoktur. Kendi hayatımızı ve başkalarının hayatını etkilememesi açısından kan fobisi tedavi edilmelidir.
Diğer fobi türlerinde olduğu gibi kan fobisi için de farklı tedavi seçenekleri vardır.
- Danışanı Fobisine Maruz bırakma: Maruz bırakma fobileri yenmek adına oldukça etkili bir yöntemdir. Kişi, güvenilir bir ortamda kademeli olarak öncelikle korkulan şeyi çağrıştıran şeylere ve ardından da bizzat korkulan nesne/canlı/durumun kendisine maruz bırakılır. Bu esnada aynı zamanda terapist çeşitli başa çıkma yöntemlerini de danışana öğreterek destek olur. Böylelikle kişi adım adım duyguları ile başa çıkmayı, korkuları ile yüzleşerek aslında korktuğu şeyin düşündüğü gibi olmadığının farkına varır.
- Bilişsel Davranışçı Terapi: Bu terapi yönteminde kişide kan fobisinin ortaya çıkmasına sebep olan düşünceler belirlenir ve bu sebepler üzerinde durularak tedavi edilmesi amaçlanır. Kişi, korkulan şeyin korkunç olduğundan ötürü değil, ona yüklediği anlamlardan sebep fobi sahibi olur. Duruma bu bakış açısıyla bakıldığında, korkulan şeye ait çarpıtılmış düşünceleri, algıları değiştirmek en doğru ve kalıcı çözüm olacaktır.
- EMDR: Kan fobisini yenmek adına kullanılabilecek bir diğer tekniktir. BDT asıllı bu teknik, fobinin oluşumunun sebepleri arasında bir travma yer alıyorsa danışana oldukça faydalı olacaktır. EMDR ile amaçlanan travma anılarını gün yüzüne çıkarmak ve kişilerin bu anılara dair sahip olduğu olumsuz düşüncelerin üzerine giderek bu anıların bugüne dek süregelen bilişsel etkilerini ortadan kaldırmak, kişiyi anıya dair nötrlemektir. Kan fobisinin oluşumunda bireyin travma yaşamış olma ihtimali yüksektir bu sebepten EMDR amaca yönelik, başarılı bir yöntem olacaktır.
- Nefes egzersizi ile tedavi: Nefes egzersizleri fobilere sebep olan şeylerle karşılaştığımızda rahatlamamıza ve ani tepkiler vermemizi önlemeye yardımcı olur.
Uzm. Kl. Psk. Cem Kaya