



Aşk; tarifi defalarca yapılan duygu. Aşık olmak; defalarca tanımlanan bir delilik hali. Peki nedir bu aşk, önünde nasıl engeller vardır, sürdürülebilir mi yoksa kaybolmaya mı mahkumdur? Hep birlikte bakalım…
Aşık olmak nasıl bir süreçtir? İlişkiyi tutkuyu koyuyarak sürdürmek mümkün mü?
- Aşık olmamızı ne engelliyor?
- Heyecan, yakınlık, duygusal yoğunluk, fiziksel çekim, birlikte vakit geçirme isteği ilişkiden ilişkiye değişiklik gösterir mi?
- Aşk gerçekten var mı?
- Aşk ne kadar sürer?
- Romantik ilişkilerdeki tutkuyu hissetmenin bir yolu var mı?
- Hislerimizi engelleyen sebepler olabilir mi?
- Kişi aşkı ya da sevgiyi sabote edebilir mi?
Tüm bu sorular zaman zaman aklımızdan geçebiliyor romantik ilişkilerde. Benzer sorulara farklı yanıtlar veriyoruz, çünkü her birimiz birbirinden farklı ilişkiler yaşıyoruz. Kullandığımız aşk ve sevgi sözcüklerinin biçimi ve sıklığı, romantik ilişkilerimizle ilgili ipuçları veriyor. Hayatımız kurduğumuz ilişkilerin duygusallığı, canlılığı, biçimiyle şekilleniyor.
Gelelim kafaları kurcalayan temel ilişkisel soruya…
Neden aşık olamıyor ya da ilişkilerimizi sürdüremiyoruz? Ünlü psikanalist Kernberg’e göre sevme yeteneğimiz gelişmişlik düzeyimizi temsil ediyor. Aşk ve ilişkisel süreklilik duygusal kapasite ve derinlik, olgunlaşma ile mümkün.
Kernberg’e göre sevme yeteneği 5 duruma bağlı
- Sevme beceriksizliği: Cinsel sevginin de dahil olduğu bir ilişkideki beceri eksikliği vurgulanır. Kişi kendisiyle o kadar meşguldür ki, yakın ilişkiyi farkında olmadan engeller. Algısal, güdüsel ve duyusal bozulmalara rastlanabilir.
- Rastgele cinsel ilişkiler: Genellikle cinsellik odaklı, gelişmemiş gerçek yakınlığın olduğu ilişkilerdir. Kişi yakınlık kurabilme yetisine sahiptir ancak kişisel doyumuna odaklanmaktan ilişkisel yakınlığa geçemez.
- Sevilenin ilkel idealizasyon ve çocuksu bağımlılık: Kişi sevdiği kişiyi tamamen ideaize etmekle reddetmek arasında gidip gelir. İlişkisel, duygusal tutarsızlık, düşüncesizce hareket etme, ya da tam tersi bağımlılık söz konusudur.
- Tam cinsel doyum almaksızın istikrarlı ilişkiler kurma becerisi: Cinsel tatmin olmaksızın ilişkinin devam etmesidir. Kaygı ve çatışma içsel durumlarıyla tetiklenen savunma mekanizmalarının cinselliği olumsuz etkilemesi söz konusudur.
- Sağlıklı bir cinsellik ve ötekine karşı duyarlılık içeren derin yakın ilişkiler: İlişkisel olgunluk seviyesidir. Fiziksel ve duygusal olarak olumlu seyreden ilişkilerde bu olgun yakınlığı kurmak mümkündür.
Aşkın her zaman ilk başlardaki heyecana devam etmesi mümkün olmayabilir. Bunu beklemek yerine kişinin hayal kırıklıklarına, zorluklara rağmen ilişkiyi devam ettirebilmesiyle birlikte ilişki sürdürülebilir. Yalnızca aşık olmamızı ne engelliyor diye bakmak yerine diğer seçenekleri de değerlendirmek imkansız aşkı mümkün kılıyor.
Endişe tolerasyonu, bireysel doyumu arka plana itme yetisi gelişmiş kişiler aşık olmada ve uzun ilişki sürdürmekte daha başarılıdırlar. İlişkisel konularda sorumluluk almak yerine okları karşı tarafa yöneltmeyi daha çok severiz.
Aşk, ilişki kurmak ve sürdürmek, sevmek, sevilmek gibi konularda kendinizle ilgili düşünmeye başlamak döngüyü kırmanın ilk adımı sayılır.
İlişkisel anlamda sürekli tekrar eden durumlarla ilgili “Bunu neden yaşıyor olabilirim, bunu tekrarlayacak ne yapıyor olabilirim?” soruları kendinizi anlamanızda etkili olacaktır. Terapi desteği ile birlikte tekrar eden alandan çıkmanız mümkün. Farkındalık; değişim için gereken ilk adımdır…
Psikolog Sena Soysal


Güne zinde başlamak bazılarımız için sorun değilken bazılarımız için epeyce zor olabiliyor. Zorlananlar arasındaysanız bu durumu kaderiniz olarak kabul etmeniz gerekmez. Güne enerjik başlamak için yapmanız gereken şey belki de sadece bazı alışkanlıklarınızı değiştirmektir. Aşağıdaki tavsiyeler size bu konuda yardımcı olabilir.
- Yatak Odanızı Size Keyif Verecek Şekilde Dekore Edin
Yatak odanızı gözünüzü açınca keyiflenmenizi sağlayacak bir şekilde döşeyin. Birkaç güzel resim asın, çiçek koyun. Duvarları iç açıcı bir renge boyayın. Fazla para harcamanızı gerektirmeyecek bazı dekorasyon değişiklikleriyle uyuduğunuz ortamı güne canlı ve enerjik bir şekilde başlamanızı sağlayacak hale getirebilirsiniz.
- 2. Yatmadan Önce Yeni Gün İçin Hazırlık Yapın
Bir gece önceden ertesi gün için hazırlık yaparsanız kalkınca daha rahat hareket edersiniz. Uyanınca giyilecek kıyafetleri belirlemek, bir sandviç yapıp dolaba koymak gibi hazırlıklar sabah telaşının daha az olmasını sağlar.
- 3. Altı – Sekiz Saat Uyuyabileceğiniz Saatte Yatın
Herkesin ihtiyaç duyduğu uyku süresi aynı değildir ama hemen her kaynakta yetişkin bir insanın minimum 6 saat uyuması gerektiği belirtilir. Yatma saatinizi 6 – 8 saat arası uyuyabileceğiniz şekilde ayarlayın. Uyumakta güçlük çekiyorsanız bunun sebepleri ve çözüm yolları üzerinde düşünün, gerekirse yardım alın.
- Güne Cep Telefonu ile Başlamayın
Sabahları ilk olarak telefonunuza sarılıp sosyal medya platformlarında gezinmeye başlıyorsanız bu alışkanlıktan vazgeçmeye çalışın. Güne zinde başlamak istiyorsanız ilk işiniz pencereyi açıp hava almak, yüzünüzü yıkayıp günlük bakımınıza başlamak, bir bardak su içmek, kahvaltı yapmak gibi şeyler olmalı. Biraz esneme hareketleri veya egzersiz yapmak da çok faydalı olur.
- 5. Alarmı Defalarca Ertelemekten Kaçının
Sabahları telefonun alarmını defalarca ertelemek günümüzde oldukça yaygın bir davranış. Bunu 10 – 15 dakika daha uyuklamak için yapıyoruz ama bazı araştırmalar bu kısa, derin olmayan uykuların insana yorgunluk verdiğin gösteriyor. Belirlediğiniz saatte yatakta oyalanmadan kalkmak başlangıçta zor gelebilir ama bir süre kararlı davransanız alışkanlık haline gelmesi uzun sürmeyecektir.
- 6. Sağlıklı Bir Kahvaltı Enerji ve Keyif Verir
Güne iyi başlamak için yapılması gereken şeylerden biri de sağlıklı bir kahvaltıya zaman ayırmaktır. Çalışan biri olarak buna zamanınız olmadığını düşünüyor olabilirsiniz ama sadece 15 – 20 dakika daha erken yatıp kalkmanız yeterli olacaktır. Denemekten bir şey kaybetmezsiniz ama günlük bir rutin haline getirirseniz faydalarını göreceğinizden emin olabilirsiniz.
- Müzik Eşliğinde Egzersiz Yapın
Müzik de, hareket etmek de gününüzün güzel başlamasına yardım edecek unsurlardır. Sabahları 10 dakika olsun egzersiz yapın. Bu sırada hareketli, neşeli parçalar dinleyin. Bunun gün içindeki modunuz üzerinde çok olumlu etkileri olacaktır. Egzersiz yapmasanız bile bir süre müzik açın. Müziğin etkisiyle daha hızlı hareket eder, daha çabuk hazırlanır ve güne daha keyifli başlarsınız.
- 8. Ilık Duş Alın
Güne başlamakta zorluk çekenlerdenseniz sabahları ılık suyla duş alın. Uykunuz, uyuşukluğunuz dağılır, yüzünüz ve vücudunuz temizlenir, kendinizi tazelenmiş ve temiz olduğunuz için daha özgüvenli hissedersiniz.
- 9. Meditasyon Yapın
Meditasyonun yorgunluğu ve stresi azalttığı, iç huzuru verdiği, odaklanma becerisini arttırdığı, kalp ritmini düzenlediği, duygusal zekayı ve problem çözme yeteneğini güçlendirdiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Meditasyonun faydaları bunlardan ibaret değil bu arada, araştırırsanız yaşamınıza daha pek çok olumlu şey katacağını görebilirseniz. Mümkünse sabah meditasyonu yapmak için 15 dakikanızı ayırmayı deneyin. Önce üşenseniz bile, zaman içinde sağlayacağı faydalar yüzünden büyük ihtimalle doğru bir karar verdiğinizi düşünecek ve devam etmek isteyeceksiniz.
- 10. Yeni Günü Zihninizde Canlandırın
Sabah uyanınca yeni gün içinde yapmanız gereken şeyler üzerinde kısaca düşünün, hatta belirli durumlar için B planları yapın. Hayatın karşımıza neler çıkaracağı bilinmez tabii, ama günü aşağı yukarı planlamış olmak insanı rahatlatır.
DAMLA İNSAN KAYNAKLARI

Okuma, insanın ruhunu dinlendirir.

Kitap Okumanın Zihin Sağlığınız için Faydaları
Kitap okumak hem fiziksel hem de zihinsel sağlığınıza fayda sağlar.
Okumak beynin bağlantısını güçlendirir
Araştırmacılar, MRI taramalarını kullanarak, okumanın beyindeki karmaşık bir devreler ve sinyaller ağını güçlendirdiğini doğrulamıştır. Okuma yeteneğiniz olgunlaştıkça, bu ağlar da daha güçlü ve daha karmaşık hale gelir. 2013 yılında yürütülen bir çalışmada, araştırmacılar, bir roman okumanın beyin üzerindeki etkisini ölçmek için fonksiyonel MRI taramaları kullanmıştır. Çalışma katılımcılar 9 gün boyunca “Pompeii” romanını okumuşlar ve hikayede gerilim arttıkça, beynin giderek daha fazla alanının aktiviteyle aydınlandığı gözlemlenmiştir. Beyin taramaları, okuma periyodu ve sonraki günler boyunca, özellikle hareket ve ağrı gibi fiziksel duyumlara yanıt veren beynin somatosensoriyel korteksinde, beyin bağlantısının arttığını göstermiştir.
Empati yeteneğinizi artırır
Araştırmalar, kitap okuyan insanların başkalarının duygularını ve inançlarını anlama konusunda yüksek bir yetenek geliştirdiğini göstermiştir. Araştırmacılar bu yeteneğe “zihin teorisi” demektedir. Tek bir edebi kurgu okuma seansı bu hissi uyandırmasa da, araştırmalar uzun vadeli kurgu okuyucularının daha iyi gelişmiş bir zihin teorisine sahip olma eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Kelime dağarcığınızı geliştirir
Araştırmalara göre, genç yaştan başlayarak düzenli olarak kitap okuyan öğrencilerin yavaş yavaş geniş kelime dağarcığı gelişir ve kelime hazinesi, standart testlerdeki puanlardan üniversiteye kabul ve iş fırsatlarına kadar hayatın birçok alanını etkileyebilir. Kitap okumak, bağlam içinde öğrenilen yeni kelimelere maruz kalmanızı artırmanın en iyi yoludur.
Yaşa bağlı bilişsel gerilemeyi önlemeye yardımcı olur
Yaşlandıkça zihninizi meşgul etmenin bir yolu olarak kitap ve dergi okumanız önerilmektedir. Araştırmalar, kitap okuyan ve her gün matematik problemlerini okuyup çözen yaşlıların bilişsel işlevlerini koruduğunu ve geliştirdiğini göstermektedir. Tüm yaşamları boyunca zihinsel olarak uyarıcı faaliyetlerde bulunan kişilerin demanslı kişilerin beyinlerinde bulunan plakları, lezyonları ve tau proteini düğümlerini geliştirme olasılığının daha düşük olduğu bulunmuştur.
Stresi azaltır
2009’da bir grup araştırmacı meditasyon, yoga ve okumanın öğrencilerin stres düzeyleri üzerindeki etkilerini ölçmüştür. Çalışma, 30 dakikalık okumanın kan basıncını, kalp atış hızını ve psikolojik sıkıntı duygularını yoga ve meditasyon kadar etkili bir şekilde düşürdüğünü gözler önüne sermiştir.
Sizi iyi bir gece uykusuna hazırlar
Düzenli bir uyku rutininin bir parçası olarak okuma yapmak önerilir. En iyi sonuçları elde etmek için, cihazınızın yaydığı ışık sizi uyanık tutabileceğinden ve diğer istenmeyen sağlık sorunlarına yol açabileceğinden, ekrandan okumak yerine basılı bir kitap seçmelisiniz. Araştırmalar, basılı kitapları okuyan kişilerin anlama testlerinde daha yüksek puan aldığını ve aynı materyali dijital biçimde okuyan kişilere göre okuduklarının daha fazlasını hatırladığını defalarca göstermiştir. Bunun nedeni, insanların basılı metinleri dijital içeriği okuduklarından daha yavaş okuma eğiliminde olmaları olabilir. Doktorlar ayrıca uykuya dalmakta güçlük çekiyorsanız yatak odanızdan başka bir yerde okumanızı tavsiye etmektedir.
Depresyon belirtilerini hafifletmeye yardımcı olur
Kitap okumak, kendi iç dünyanızdan geçici olarak kaçmanıza ve karakterlerin hayali deneyimlerine kapılmanıza izin verir. Kurgusal olmayan kişisel gelişim kitapları ise size depresyon semptomları yönetmenize yardımcı olabilecek stratejiler öğretebilir.
Prof. Dr. Alev Leventoğlu


Beni Sevmeden Önce, Beni Anlamanı İstiyorum
“Beni anlamanı istiyorum” yaşadığımız ilişkilerde kullanmamız gereken bir cümledir. Asıl ihtiyacımız olan şey anlaşılmaktır.
Hayatımızda öyle anlar vardır ki, “mutluluğun kristal bardağını” aramamız gibi dört gözle beklediğimiz hayatımızın aşkının peşinden koşarız. Ancak zamanla ve tecrübeyle, başkaları tarafından anlaşılmamızın, sevilmekten daha önemli bir olgu olduğunu anlarız. İlk başta belki de en çok odaklandığımız şey “beni sevmeni istiyorum” düşüncesine odaklanmaktır. Ancak, sonunda kazanan “beni anlamanı istiyorum” prensibidir. Ya da en azından aradaki dengeyi sağlayan şeydir.
Biz insanlar için başkalarının, duygularımızı ve düşüncelerimizi anladıklarını hissetmek bizim çok önemlidir. Eğer başkalarının bizi anlamadığını fark edersek, gerçekten bizi sevdiğini söyleyen kişilerin aslında bizi sevmediğini, olmamızı istedikleri kişiyi sevdiklerini fark ederiz. Bu nedenle, “beni anlamanı istiyorum” o kadar önemlidir ki, uzun vadede kişiye büyük mutluluk verir.
“Hayat ilk hediyedir, ikincisi aşk, üçüncüsü ise anlaşılmaktır.”
– Marge Piercy
Beni anlamanı istiyorum
Başkalarının bizi tanıdığını ve anladığını hissetmemek, içimizde başka duyguların oluşmasına neden olur. Kendimizi diğer insanlardan uzaklaşmış, başka dilde konuşuyor gibi hissederiz. Bizi sevenlerin bizi tanımadığını ya da en azından tanımak isteyecek kadar çaba sarf etmediklerini gördüğümüzde kendimizi yalnız, dışlanmış hissederiz.
Bir insan anlaşılmadığını hissettiğinde gerçekten sevildiğini hissedebilir mi? Bu soru aile ilişkilerinden arkadaşlık ilişkilerine kadar her türlü kişisel ilişki için sorulur. Flört ilişkileri de bu gruba dahildir.
Beni anlamanı istiyorum, eğer beni anlamazsan, bu aşkı nasıl besleyebiliriz ki?
Hepimizin sevilmeden önce anlaşılmaya ihtiyacı vardır
Başkalarının ne söylediğimizi, ne yaptığımızı ve ne hissettiğimizi anladığını hissetmek, çeşitli nedenlerden dolayı hayatımızın her aşamasında sürdürülebilir bir güvenlik ve refah duygusu elde etmek için gereklidir.
Başkalarının sizi anlamadığınızı deneyimlediğinizde, iki kişi arasındaki bağlantı zayıflar. Bu bizim yalnızlaşmış, dış dünyadan kopmuş, dışlanmış hissetmemize neden olur. Bizi seven kişiler tarafından, anlaşıldığımızı bilmek, bizi dünyanın bir parçası gibi hissettirir. Değerli olduğumuzu hissederiz.
Sevdiğimiz kişiler bizi anladığında, bunun bir şekilde gerçek sevgi olduğu hissine kapılırız. Bu, bizi kim olduğumuzla özdeşleştirir. Anlaşıldığımızı hissetmek bizi değerli hissettirir. Aynı şekilde anlaşıldığımızı hissetmek bizi anlayan kişilere aramızda bir bağ kurar. Bu bağın kurulmaması ise bizi yalnızlaştırır ve çevremizdekilerden kopmuş hissetmemize neden olur. Ancak, başkaları tarafından anlaşıldığımızı hissettiğimizde kendimizi daha iyi anlamış oluruz. Kendimizi doğru bir şekilde ifade edebilmek, başkalarının bize yardım edebilmesi açısından önemlidir.
“Bilinç altımızda her zaman kendini gizlemiş olan bir korku vardır. Bizi anlamadıklarında, hiç var olmamış gibi olacağız.”
– Michael Schreiner
Anlaşıldığımızı hissetmek hem kişisel hem de sosyal refahımızı arttırır
“Anlaşılan ve anlaşılmayan duygunun sinirsel temelleri” (Social Cognitive and Affective Neuroscience, 2014) isimli araştırma, anlaşılma hissinin hem kişisel hem de sosyal olarak refahı nasıl artırdığını belgeler niteliktedir. Ancak, pek çok araştırma, “anlaşılma hissini” nörobiyolojik temelde incelememiştir. Bu çalışma katılımcılara manyetik rezonans görüntüleme çekilirken, deneysel olarak duygu anlayışını ve anlayış eksikliğini ele almıştır. Elde edilen sonuçlar, takdir edilme ve sosyal bağlantı ile ilgili alanlarda duyguların farklı aktivasyona neden olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, sosyal bağlantı kurma ve bağ kuramama sonrasında alınan sinirsel tepkilerin anlaşılamama hissiyle bağlantılı olduğu ortaya çıkarmıştır.
Başkaları tarafından anlaşılma duygusu, bireylerin kendilerini değerli, saygı duyulan ve onaylanmış hissetmelerini sağlar… Duygusal deneyimde ve sosyal bağlantı duygularında büyük değişikliklere yol açar.
Anlaşılamıyorsanız, kendinizi anlatın
Başkalarının sizi anlaması için bir sorumluluğunuz olduğunu, dikkate değer bir etki kapasitesine sahip olduğunuzu unutmayın. Başkalarını sizi anlamadıkları için suçlamadan önce -kendinizi yalnız hissetmeden ve umutsuz hissetmeden önce- başkalarının sizin nasıl olduğunuz hakkında bir fikir edinebilmeleri adına, mesajınızın doğru anlaşılması için daha fazlasını yapıp yapamayacağınızı kendinize sorun.
İşte bu nedenle, başkalarının bizi anlamasını beklemeden önce çoğu zaman kendimizi anlamamız önemlidir. Öyle ya da böyle, sabır ve duygusal zekamız, üzüntünün bize hakim olmasını engelleyerek, yanlış anlaşılma duygusundan kaynaklanan yalnızlığımızda, çözüme ulaşmamız konusunda bize yardımcı olacaktır.
Sevilmek için önce kendi sev, anlaşılmak için önce kendini anla.
Psikolog Sergio De Dios González

Eskiden fotoğraflar siyah beyazdı ama hayat daha renkliydi.

Anılar Hakkında Çok Fazla Düşünmek Daha Az Yaşamak Demektir
Anılarda yaşamak sınırlayıcıdır. Yaşadığımız an bir şeyler deneyimleyebileceğimiz tek an olduğuna göre, onun keyfini çıkarmamak, onu yararlı bir şekilde değerlendirememek anlamına da gelir. Hayat anılar hakkında düşünüp durmak yerine harekete geçmektir. Geriye dönük değil ileriye dönük yaşanır.
Ayrıca hayat sanki bugün yokmuş gibi geçmişle gelecek arasında bir yerde takılıp kalmak da değildir.
“Dün bugünün anısıdır ve yarın bugünün düşüdür.”
– Halil Cibran
Geçmişi anmak hayatın doğasında vardır ve genellikle kaçınılmazdır. Anılar bizim için sevdiğimiz şeylere, kimliğimize ve kaybetmek istemediklerimize tutunmanın bir yoludur. İçimizde bir yerlere dokunan şeylere tutunur onları bırakmayız.
Anılar aldatıcıdır çünkü bugün yaşananlarla ve beynin tuzaklarıyla bezelidirler. Sahte anılarla benzersiz anılar arasındaki fark mücevherlerde olduğu gibidir: Sahte mücevherler genelde gerçek mücevherden daha çok parlarlar sanki gerçek olan onlarmış gibi görünürler.
Her şeyi hatırlasaydık yaşamak imkansız olurdu
Yazar ve yönetmen Ray Loriga’nın “Tokyo Doesn’t Love Us Anymore” (Tokyo Artık Bizi Sevmiyor) isimli kitabında söylediği gibi, “Hafıza çok aptal bir köpek gibidir. Siz ona yakalaması için bir çubuk atarsınız. O size attığınız çubuk yerine yerde bulduğu eski bir şeyi getirir.” Bilim adamları da yıllardır bizi bu konuda uyarıyorlar.
“Hayatının her gününün tadını çıkarmanı diliyorum.”
– Jonathan Swift
Bir röportajda birisi Albert Einstein’a aklına yeni bir fikir geldiğinde ne yaptığını sordu. Bir kağıda not alıyor olabilir miydi? Fikirlerini yazdığı özel bir defteri mi vardı? Einstein bu soruya kararlı bir şekilde şu cevabı verdi: “Yeni bir fikrim olduğunda onu unutmuyorum.” Söylediği şey çok doğru çünkü bir şey bizi heyecanlandırdığında onu unutmak neredeyse imkansızdır.
Bu yüzden bizi heyecanlandırabilen ve gerçekten önemli olan şeyleri hatırlarız. Çünkü bu tür şeyler, beyindeki belli bölgeleri ve bağlantıları aktifleştirir. Böylece bunları hafızamıza kaydederiz. Sorun beynin unutmamız gereken şeyleri de iyi bir şekilde kaydetmesidir. Bir anıyı unutma isteği, onun kalıcılığını garanti altına alır denebilir.
Anılarda yaşamak yerine anı yaşamak
Ters psikoloji, bazı anıları saklayabilmek için unutma işlevinin gerekli olduğu konusunda bizi uyarır. Sonuçta anılarımız o kadar aptal olmayabilirler ve attığımız çubuğun yerine bize gerçekten de işimize yarayacak bir şey getirebilirler.
“Anı yaşamalısınız, her bir dalga sizi canlandırmalı, her an sonsuzluğunuzu keşfetmelisiniz. Aptallar fırsatlarla dolu bir adada yaşayıp başkalarının adalarını gözleyenlerdir. Başka bir ada yok, bir hayat daha yok.”
– Henry David Thoreau
Anılar kalıcı bir parfüme benzerler
Haz, anı yaşadığımızda, harekete geçtiğimizde veya aktif olduğumuzda açan bir çiçek gibidir. Onunla birlikte her gün anılarımızı inşa ederiz. Bu anılar kalıcı bir parfüm gibidirler. En mutlu anılar çok uzamadan tam da olması gerektiği anda bitenlerdir. Bu yüzden günleri değil anları hatırlarız. Bu yüzden anılarda yaşamak yerine her daim yeni deneyimler yaşamalıyız.
Hayatın serveti, biriktirdiğimiz anılarda yatar. Özellikle de konfor alanımıza sıkışıp kalmışsak her zaman hareket halinde olmak bizim için kolay olmaz. Ancak tüm yoğunluğuyla hayatın tadını almak istiyorsak bunu yapmalıyız.
Dış dünyayı somut olarak vücudumuzla ve tüm duyu organlarımızla algılamak yerine zihnimizin içinde yaşamaya alıştık. Her şeye rağmen bir karar vermeliyiz.
Hayatımızı geçmişte yaşanan olayları ve bu olayların bize hissettirdiği şeyleri düşünerek geçirebiliriz. Bunun yerine, deneyimlerimizin ve elbette duygularımızın kontrolünü ele geçirmeyi de tercih edebilirsiniz. Ancak ikincisini yaparsak var olmanın keyfini çıkarabiliriz. Anılarda yaşamak yerine hayata daha çok odaklanmanın anahtarı düşünmek, hayal kurmak ve daha az beklenti içine girmektir. Yaşadıklarımızı kabullenmeliyiz. Zihnimizin kurduğu tuzaklara düşmeden anı yaşamasını bilmeliyiz. Genellikle yaşamıyor, yaşamaya hazırlanıyor oluyoruz. Ancak hayat tam tersini yapmaktır. Mutluluk başka bir yerde değil, yaşadığınız yerde ve anda saklı. Bunu hiçbir zaman unutmayın.
Psikolog Gema Sánchez Cuevas

Doğru soruyu sormak bilmenin yarısıdır.

DOĞRU SORU SORMAK İLETİŞİM SÜRECİNİ HIZLANDIRIR
Doğru zamanda, doğru yerde, doğru soruyu sormak çok önemlidir. Doğru soru sorma meselesine felsefi bir açıdan giriş yapalım. Soru deyince aklımıza ilk gelen filozof, Sokrates olacaktır. Onun doğurtma yönteminde, insandaki bilgileri soru sorarak açığa çıkarma işlemi yatmaktadır. Bu işlemde asıl önem arz eden, doğru soruyu sormaktır. Yani soru sormanın önemi milattan yıllar öncesinde bile anlaşılmıştır.
Doğru Soru Her Sektörde Önemli
Soracağınız soru, alacağınız cevabı belirleyen baş etkendir. Hangi işle uğraşırsanız uğraşın, karşınızdaki insana doğru soruyu sorabildiğinizde daha doğru ilerleyebilirsiniz. Örneğin satış-pazarlama alanında soru sormak, müşteriyi dinlemek kadar önemlidir. Elbette burada dili etkin kullanmak da çok önemlidir. Dil, öyle güçlü bir araçtır ki tek bir soruyla karşı tarafı aktif müşteriniz haline getirebilirsiniz. Bir bankacıysanız, potansiyel müşterinize “Avantajlarımızdan yararlanmak ister misiniz?” diye sormak yerine “Siz de avantajlarımızdan yararlanmak istemez misiniz?” diye sormanız daha olumlu bir dönüş sağlayacaktır. Böyle söyleyerek karşı tarafta “diğer herkes yararlandı sadece siz kaldınız, siz de yararlanın” etkisi uyandırmış olursunuz. “İstemez misiniz?” sorusuyla da kişiye ters psikoloji yapıp “isterim” yanıtını vermeye yöneltmiş olursunuz.
Soru sormanın gücünden yararlanacak diğer bir sektör de reklam sektörüdür. Yapılan reklam, soru içeriyorsa reklamcının soruyu en doğru şekilde sorması gerekir ki reklam amacına ulaşabilsin. Bu aşamaya gelmeden önce, reklamcının soru yönelttiği birinci kişi reklam verendir. Bir reklamın temeli, reklamcının müşteriye sorduğu sorularla atılır. Reklam ajansı için soru en iyi silahtır desek yanlış olmaz. Bir reklam ajansı, müşteriye doğru soruyu sormanın, müşteriyi iyi dinlemek kadar etkili bir yol gösterici olacağını bilmelidir.
Peki Nasıl Güçlü ve Doğru Soru Sorulur?
- Kısa ve öz sorular sorun.
- Sorduğunuz soru açık uçlu olsun. “Evet ya da Hayır” şeklinde cevap verilen sorular sormaktan kaçının.
- Sorduğunuz soru ile bir sorunu dile getirmeyin ya da bir sorunu onaylatma isteği duymayın. Her zaman çözüm odaklı sorular sorun.
- Belirlediğiniz soruları doğru zamanda doğru yerde sorun. Yapılan hamleler önemlidir.
- Her zaman işinizi kolaylaştıracak sorular sorun. Sorular rehberiniz olsun.
- Bir kreatif reklam ajansı, bir dijital pazarlama ajansı, bir içerik pazarlama ajansı veya benzer reklam ajanslarından aldığınız hizmet doğrultusunda, reklam veren ve reklam ajansının karşılıklı doğru soruları sorması gerekir.
PROSİGMA

Toprak ol ki senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin.

Renklerin üzerimizde yarattığı psikolojik etkiler büyük merak konusudur. Dilimize yerleşen “psikolojik etki” kavramı, aslında çok sayıda bileşenden oluşmuştur: İçine doğduğumuz kültürün bir renge ne anlam yüklediği, zihnimizde doğa ile eşleştirdiğimiz renklerin çağrışımları, renk titreşimleri karşısında istesek de, istemesek de metabolizmamızda oluşan değişimler, bireysel deneyimlerimizin bir renkle ilişkilendirdiği duygular ve öznel beğenilerimiz gibi…
Neredeyse herkes, kendisini mutlu eden renkler sorulduğunda verebileceği bir yanıta sahiptir. Ya enerji verdiğini, ya neşelendirdiğini ya da zihninde kalmış güzel bir anı veya lezzet ile eşleştirdiğini ifade edecektir. Bu psikolojik olgu, tamamen kişiye özeldir ve genellenmesi mümkün değildir.
Renklerin insan üzerindeki etkileri konusunda sağlıklı bilgi edinerek renklerden destek almak için, kişilerde “benzer etkiler yaratan” değişimlere bakmak gerekir. Araştırmalar göstermektedir ki, metabolizmanın belli bir renge verdiği yanıtlar, genelde tabiat renklerine verilen tepkilere paraleldir ve genellenebilir. Kişilerde deneyimden kaynaklı güçlü bir direnç yoksa, aynı renge maruz kalan çoğunluğun bedenlerinde oluşan fizyolojik değişimler birbirine yakın olacaktır.
Renklerin etkilerini, renk isimleriyle değerlendirmek sağlıklı sonuç vermez çünkü parlak bir yeşil ile solgun bir yeşilin etkisi, tıpkı kişinin zihninde olduğu gibi, bedeninde de farklı etki yapacaktır.
Bu nedenle aynı rengin, tonlarla değişkenlik gösteren etki ve çağrışımlarını kapsamlı bir şekilde ele aldık.
Uyarı: Bu bilgiler, fototerapi (ışık terapisi) ve kromaterapi (renk terapisi) uzmanlarından edinebileceğiniz kişisel tedavi ve terapi maksatlı önerilerin yerine geçmez.
Pembe: Zihinsel Rahatlık
Canlı pembeler, dostane güveni ve yardımlaşmayı çağrıştırdığı için, çoğu kişide etkisi, zihinsel rahatlıktır.
Açık pembeler, doğanın uyanışının ilk mahsullerini hatırlatır. Bakım, özen gibi sevecen bir ortamın yansıttığı hisler, temel ihtiyaçların karşılanacağına dair güvence verir.
Pembenin biraz daha yumuşak nüansları, duyarlılığın ve barışçıl bir ortamın sinyallerini verir. Anlaşılacağını bilmek, kişinin tedirginliklerini yumuşatır.
Kırmızı: Canlılık ve Dikkat
Retinadaki renk alıcılarını en hızlı uyaran renk ailesi kırmızıdır. Metabolizmanın ani uyarımı, efor gerektiren bir tetikte olma haliyle sonuçlanır. Uzun süre geçirilen yaşam alanlarında, dikkati kısa süreli yoğun tutmak ya da tutkulu ve maceracı çağrışımlara zemin hazırlamak için, kırmızının dekoratif unsurlarda kullanılması önerilir. Kırmızının tonu açıldıkça refleks mahiyetindeki bu güçlü çağrışımlar, bilişsel düzeye kayar.
Turuncu
Turuncunun dokunduğu renkler iyimserlik, bolluk ve cömertlik çağrışımı sunar. İletişim kurmaya ve sosyalleşmeye meyil, bu bolluk hissinin paylaşılmasından kaynaklanıyor olabilir. Renk açıldıkça iletişim, daha uyumlu ve dengeli bir niteliğe bürünür. Turuncu, bej istikametinde yumuşadıkça iletişim ağırbaşlılık ve alçakgönüllülük kazanır. Turuncu ailesinin desteklediği sosyal çevreye güven, iletişim ihtiyacı ile metabolizmayı aktif tutmasına rağmen, zihinsel olarak huzurlu etkiyi korumaya devam eder.
Kahverengi: Güven ve Korunaklılık
Kahverengi, doğadaki sabit renkleri çağrıştırdığı için, sürprizli bir beklenti yaratmaz ve hem zihin hem de beden rahattır. Kahverengi ve bej tonlarının yansıttığı birincil hissiyat, güven ve korunaklılık duygusudur. Bedensel aktivitenin azaldığı ancak zihinsel aktivitenin kaybolmadığı bu ortamda, potansiyeli ortaya çıkartacak konsantrasyon kolaylaşır. Renk koyulaştıkça bireysel ve sakin çağrışımlar güçlenir. Renge altınımsı ve bakırımsı nüanslar eklendikçe sükûnet korunur ancak verimli hareketliliğe yer açılır. Kahverengi ve bej ailesinin desteklediği bedensel rahatlık, düşünsel çalışmalara alan açar.
Sarı: Dikkat Çekici ve Heyecan Verici
Spektrumun en parlak, bu nedenle en dikkat çekici rengi olan saf sarı, güneşin çağrışımlarını bünyesinde taşır. Aksiyona yönlendirmesi, kararlara, eylemlere ve iletişime pratik hız kazandırması beklenir. Dikkat çekiciliği, merak ve heyecan duygusunu devreye sokar. Açık tonlarda merak duygusunun yerini berrak bilgiye ulaşma çabası alır. İyimserliği, motivasyonu ve yaratıcılığı destekler. Bej istikametine gittikçe rengin parlaklığı düşer, eğlence durulur ve fikirlerin gerçekleştirilmesi için düşünsel faaliyetler ön plana çıkar.
Yeşil: Dinginlik
Spektrumun ortalarında yer alan ve çok sayıda tonu kucaklayan yeşiller, gözü en az yoran renk ailesidir. Doğal yeşilliklerin rahatlama sağlama nedenlerinden biri de, en temel ihtiyacımız olan suyun yakın çevrede mevcudiyetine işaret etmesidir. Yeşilin çağrıştırdığı “temel ihtiyaçların karşılanacağı algısı” stresi azaltır. Sarı yansıma barındıran yeşiller, sarının dışadönüklüğü ve yeşilin tarafsızlığı arasında dengeli konumda olduğundan aşırılıkları dengeler. Dingin bir mavilik barındıran yeşiller ise dış etkenlerden uzak, içe dönmeye, zihni ve bedeni dinlemeye imkân tanıyan bir yenilenme hissi yaratır. Açık diri yeşiller tam tabiriyle “taze başlangıçlar”ın doğadaki karşılığıdır. Yakın geleceğin güvenli olduğunu fısıldar, umut verir ve yenilikleri filizlendirmeye teşvik eder. Yeşiller beje veya griye doğru yumuşadıkça, bedende rahatlama hissi artar.
Mavi: Emniyet
Gökyüzünün daimi maviliği, farklı yerlerde karşımıza çıktığında bilindik bir his yaratır. Mavi renge maruz kalan gözbebeği küçülür, uyarım azalır, kan akışı yavaşlar, beden fonksiyonları ağırlaşır, zihinsel işlevler berraklık kazanır. Canlı maviler emniyetli bir ortam hissi yaratır. Değişimden ziyade, var olanın berrak ifadesine öncelik tanıyan çalışmaları destekler. Renk maviden turkuaza yöneldiğinde, sistematik sınırlar biraz daha genişler ve rahatlığa doğru özgürlük hissiyatı yaratır. Açık maviler, destekledikleri sakin düşünce ile, çözüm olasılıklarını görünür ve ulaşılabilir kılar. Mavi ailesi, akılcılığı önceleyen ve ifadeyi güçlendiren özellikleriyle ön plana çıkar.
Mor: Prestij ve Gizem
Mor, birbirinin zıddı iki rengi; kırmızı ve maviyi bir araya getiren dengeli çağrışımlar yapıyor olsa da, bu çağrışımlar çoğunlukla bireye özgüdür. Çünkü doğada çiçekler haricinde pek denk gelmediğimiz bu renk ailesine yakıştırılan çağrışımlar, genelde kültüre ve renk tarihine dayanmaktadır. Ara renk olduğu için nispeten gizemli veya sanatsal değerlendirilir. Koyu morlar veya morun dokunduğu koyu renkler prestij ve asalet çağrıştırır. Canlı morlar ruhsal farkındalık ile eşleştirilir. Mor yansımalı açık renklerin zihinsel gerginliği ve kaygıları azalttığı söylenir.
Beyaz: Tazelik, Temizlik, Ferahlık
Beyaz tonların çağrışımları genelde tazelik, ferahlık, berraklık, temizlik, saflık, aydınlık gibi sıfatlar etrafında şekillenir. Doğada renk uyumu mükemmel olduğundan, beyazların olumsuz çağrışımına pek denk gelinmez. Ancak suni ortamlarda, aydınlığı yansıtma oranı yüksek olan beyazlar, olumlu bir çağrışıma sahip olabilmek için çevrelendiği renklerle değerlendirilmeye ve uyum içinde olmaya ihtiyaç duyar. Beyazları ayrı ayrı incelediğimizde diğer renklerle uyum içinde olan;
altın dokunuşlu beyazlar ihtişam,
sarı dokunuşlu beyazlar havadar ve aydınlık,
gümüşi beyazlar zarafet ve masumiyet krem renkleri geleneksellik ve son olarak saf beyazlar sadelik, temizlik, dürüstlük çağrışımı yaratmaya yatkındır.
Gri: Sessizlik
Gri rengin tek başına yaptığı çağrışım, açıklığına ve koyuluğuna göre değişkenlik gösterir. Diğer renklere ev sahipliği yapması üzere, gözü yormayan nötr bir zemin olarak seçilebilecek ideal renk ailesidir. Açık renk griler sessizliği çağrıştırır. Genelde tarafsız olarak nitelendirilen bu nötr renk, başka bir renkle bütünlenmediği sürece, yetersiz ve kişiliksiz bir çağrışıma sebebiyet verebilir. Bu nedenle mutlaka metal, ahşap veya renk ile tamamlanması önerilir. Orta koyuluktaki griler beraberlerindeki rengin gerçek çağrışımını en güzel destekleyen alçakgönüllü arka planı oluşturur. Koyu griler, siyaha yakın şıklık ve kurumsallık çağrışımlarına rağmen, nispeten daha ulaşılabilir ve engel koymayan bir sıcaklık sunar.
Siyah: Stabilite, Resmiyet, Zarafet
Siyah rengin kültürel düzlemde ve ortak bellekte şekillenmiş çağrışımları güçlüdür. Siyaha eşdeğer olan karanlık; hareket ve değişime uygun ortam sunamaz. Bu nedenle siyah rengin, mevcut durumu korumayı tercih eden kişilere fizyolojik rahatlık verdiği ancak ve değişim yanlılarına rahatsızlık verdiği görülür.
Genellemeleri, kişisel beğenilerin çok etkili olduğu renk yerine, renk zıtlıkları üzerinden yapmak daha sağlıklı olacaktır. Siyah, belirgin zıtlıklarla karşımıza çıktığında prestij, modernite, resmiyet çağrışımları yapar. Siyahın baskınlığı ise otorite, gizem, cesaret hisleri uyandırır.
WEBER SAINT GOBAIN

Çiçeklerin açtığı yerde umutlar da canlanır.

Evinizin havasını değiştirmek, evinizi keyifli hale getirmek ya da evinizde kendinize ait ufak bir bahçeniz olsun istiyorsanız evde bitki yetiştirmek aradığınız çözüm olabilir. Evde saksı çiçekleri ve salon bitkisi yetiştirmek yeni bir tercih değil ancak pandemiyle birlikte evde domates, salatalık ya da yeşillik yetiştirme fikri popüler oldu.
Evde Bitki Yetiştirmek
Evde bitki yetiştirmek için öncellikle hangi yeşilliği yetiştirmek istediğinize karar vermelisiniz. Yiyebileceğiniz nane, maydanoz, reyhan, kekik gibi bitkileri tohumdan ekebilir ya da fidanlıktan satın alabilirsiniz. Eğer bitkilerinizi tohumdan yetiştireceksiniz aldığınız tohumun kaliteli olduğundan emin olmalısınız. Tohumunuzu eğer evde yetiştirdiyseniz, tohumunuz muhtemelen küçük bir tohumdur. Tohumunuz için uygun toprağı seçtikten sonra, tohumunuzu belirli aralıklara toprağın üzerine serin ve üzerini kapatacak kadar toprak örttükten sonra can suyunu verin. Küçük tohumları çok derine gömmeye dikkat edin. Tohumları birbirine çok yakın mesafede serersiniz, köklerinden hava almalarını engellemiş olursunuz.
Eğer bitkilerinizi fidandan yetiştirmek istiyorsanız, aldığınız fidanın yaprakları kahverengi ya da sarı değil yeşil olmalı; kökleri ise sarı ya da beyaz olmalı.
Bitkilerinizi yetiştirmek için saksılar satın alacağınız gibi evinizde bulunan malzemeler ile kendi yaratıcılığınızla saksınızı tasarlayabilirsiniz. Bitkilerinizin ömrünün uzun olması için saksılarınızı senede bir kez değiştirmeniz tavsiye edilir.
Bitkilerinizi yerleştirirken suyu iyi emen ve bitkiyi iyi besleyen toprak türü seçmelisiniz. Evde bitki yetiştirmek için kullandığınız saksının altı delik olmalıdır. Böylece saksının altlığında biriken su bitkinizi beslemeye devam edecektir.
Bitkinizi konumlandırırken göz önüne almanız gereken en önemli konu ışık olmalıdır. Bitkiler güneş ışığını çok severler ancak her bitki için ışığa göre konumlandırma değişecektir. Fesleğen, nane, kekik gibi bitkiler gölge yerlerde de yetişebilirler ancak domates yetiştirmek için gerekli olan gün ışığıdır. Saksıda domates yetiştirmek istiyorsanız, saksınızı güneş gören bir yere konumlandırmanız gerekir. Güneş ışığını iyi ayarlamak için şemsiye, tente gibi gölgelik kullanabilirsiniz. Bitkiler güneş ışığını severler ancak çok fazla güneş ışığına maruz kalmaları onlara zarar verir. Bitkiniz için güneş ışığına göre doğru konumlandırmak için yetiştireceğiniz bitkinin güneşe ne kadar ihtiyacı olduğunu öğrenmeniz gerekir. Güneş ışığının dışında bitkinizin nem ve sıcaklık ihtiyacını da göz önünde bulundurmanız gerekir. Bazı bitkilerin neme doğrudan güneş ışığından daha fazla ihtiyacı olabilir. Bazı bitkiler ise gölgelik yerleri tercih ederler.
Hangi bitkiyi yetiştireceğinize karar vermeden bitkinin güneş ışığı ihtiyacıyla evinizin güneşe göre konumunu karşılaştırmanız tavsiye edilir. Eğer evinizin güneşe göre konumu yetiştireceğiniz bitkinin güneş ışığı ihtiyacıyla eşleşmiyorsa, başka bir bitki tercih etmelisiniz.
Bitki yetiştirirken dikkat edilmesi gereken diğer bir konu ise bitkilerinizi zararlılardan korumaktır. Bitkilerinizi gözlemlemelisiniz. Yapraklarda renk değişikliği ve küçük ısırıklar zararlıların habercisi olabilir. Bitkileriniz bu noktaya gelmemesi için onlara doğru bakım formülleri uygulamayı tercih edebilirsiniz. Bitkiniz için seçeceğiniz bakım formülündeki vitaminler bitkinizin sağlıklı büyümesini ve uzun ömürlü olmasını sağlayacaktır.
Çelik Group A.Ş