Şiir, bir hikaye değil, sessiz bir şarkıdır.
Şiir öyle ayrı bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez, hatta yazılmış göründüğü dile bile. Jean Cocteau
Şiir, kurşun rengi dünyayı mavileştirir açmayan güneşi açtırır, yağmayan yağmuru yağdırır. İçimize dışımıza… Oktay Akbal
Gül ıtırıyla selamlar sabahı, şair yaratır… Öyle seveceksin ki kelimeleri, yalnız senin için raks edecekler. Kelimeler de bütün sevgiler gibi kıskanç. Senin olmalarını istiyorsan, onların olacaksın; yalnız olacaksın. Cemil Meriç
Şiir yazmanın insanı uçurumun kenarına sürükleyen bir yanı var. Charles Bukowski
Şairler, söz sultanlarıdır; hekimler saltanatlarını vücut üzerinde kurarlar; şairlerin dil güzelliği ruha zevk verir; hekimlerin özverileri hastaları iyileştirir. İbni Sina
Kaybolan İnsanlık / Uckun Kaan
Merhametsiz Bir Dünyayı Nasıl Onarmak Gerekir?
Dünya merhamet eksikliğinden can çekişiyor. Ondan mahrumiyet bizi görünür ve görünmez biçimlerle yok ediyor. Çevre kirlenmesi, yoksulluk, önyargı, şiddet ve savaşlar. Merhamet içimizde bir yerlerde sönmeye yüz tutmuş insanlık kandilini yeniden tutuşturan ve bizi en temel halinde insanlığımıza geri çağıran bir duygu. Verecek hiçbir şey yoksa bile elinde, kardeşinin acısı için kendini verebilir, kendi ruhunu, dostluğunu, kardeşliğini ikram edebilirsin.
Merhamet, sempati ve acıma duygularını aşar. Dünyayı bir başkasının gözüyle görmenin nemenem bir şey olduğunu gerçekten anlamamızı sağlayan bir empati duygusunu içerir. Merhametli bireyler, merhameti eyleme dökmek için gerekli zaman ve zemini ayırır, sadece onu dillendirmekle iktifa etmezler. Merhamet, senin mutluluğun olmazsa, benim de mutlu olamayacağımın bilgisidir. Sadece kendi refahına odaklanmış insanların erişemeyeceği bir bağış, bir ödüldür.
Eric Hoffer, “Merhamet ruhun panzehiridir.” diye yazmıştı, “Merhametin olduğu yerde en zehirli hamleler dahi nispeten zararsız kalır.” Hayatlar, merhametin ve onun iyileştirici güçlerinin farkına varmakla dönüşür. İnsan, kendi sınırlarının ötesinde bir alana gittiğinde, sadece kendisi için değil başkaları için de var olduğunu hissettiğinde çok daha güçlü bir canlılık hissi tecrübe eder. Mutluluğun pek çoğu, bir kalbi olmaktan kaynaklanır. Ancak bir kalbi olanlar, merhamet edebilenler mutluluğu gerçek manasıyla tecrübe edebilir.
Modern çağda pek çoğumuz hayatı, ‘yaşamıyor gibi’ yaşıyoruz, duygular küntleşmiş, canlılık fevkalade azalmış bir biçimde ufukta bizi bekleyen hiçlikten umarsızca kaçmaya çalışıyoruz. Hayata narsistik yaklaşımın en önemli veçhelerinden bir tanesi ölmüşlük hissi. Ruh sağlığı uzmanları günümüz kültürel şartlarında iyiden iyiye aşikâr olan bir ‘ruh ölümü’nden bahsediyor. Çoğu zaman bu durum sıkıntı şeklinde tecrübe ediliyor ve Batı dünyasının karşı karşıya geldiği en yaygın hastalık halini alıyor.
Sıkıntı, herhangi bir şey hissetme kabiliyetini inkâr eder. Kronik sıkıntı adeta Batı kültürüne hastır. Paylaşılmış etkinliklerin, yüz yüze iletişimin, geniş aile etkileşiminin, toplumsal katılımın ve anlam sağlayan diğer manevi ve sosyal çabaların yaygın olarak bulunduğu geleneksel toplumlarda sıkıntı pek tanıdık bir duygu değildi.
Martha Nussbaum, Batı düşüncesinde merhamete karşı olumsuz bir eğilim olduğunu yazar. Merhamet, etik davranış için güvenilir bir rehber telakki edilmez. Merhametin gözü kördür, bilinç ve etik davranışa evrensel bir rehber olamayacak kadar özneldir. ‘Zayıf’tır, bireyi adalet için sıkıdüzen çalışmaktan alıkoyar. Oysa yakın zamanlı bilimsel çalışmalar, merhametin ruhumuza adeta kodlanmış olduğunu, ‘ayna sinir hücreleri’nin ötekinin ıstırabını yaşa(t)maya hazır beklediğini bize gösteriyor.
Üstelik merhamet gayret ve çalışmayla da geliştirilebiliyor. Bu ahlaki duygu, anne ve babaların çocuklarına yeterli tepkiyi verdiği, onlarla oynadığı ve onlara dokunduğu ortamlarda daha fazla gelişiyor. Bir çocuk başkasına zarar vermemeyi şiar edinen bir empatik tarzı yine duygusal açıdan besleyici aile ortamından edinebiliyor. Akşam yemeğinde veya yatak başı masal veya hikâyelerinde merhameti ana motif olarak sunmak, çocuklarda bu duygunun gelişimini hızlandırıyor.
Merhamet, kuvvetli bir duygu ve ihtiyaç/ıstırap içinde olanlara ruhumuzun frekansını ayarlayabilmemiz demek. Cesur eylemlerin kaynağı, hem sinir sistemlerimize gömülü, hem de genlerimize adeta şifrelenmiş durumda. İş, onu açığa çıkaracak doğru zeminleri, doğru eğitim programlarını ve eğitimleri sağlamakta.
Hepimiz bir merhamet yorgunluğundan mustaribiz. Toprağa ve insana merhamet etmeyi unutmuşuz. “Etik, epistemolojiden önce gelir.” demişti Levinas, “Ötekinin tanınması ve geçerli kılınması, sorgu sual edilmesinden önce gelir.” “Gelin tanış olalım.” demişti koca Yunus.
MUHABBET VE MERHAMET YOKSA AHLÂK YOKTUR
Istırapta eşitlik yoktur. Karşımda acı çeken insan için duyduğum merhamet, beni ona yakınlaştırır. Ama yine de ben ondan ayrıyım. Merhamet, bir kişiye eşduyum göstererek onunla özdeşleşmek demek; onun benden apayrı olduğunu bilerek. Gövdem ona bitişik değil, ama ruhumun ona açılan bir penceresi var. Onun başına gelen hepimizin başına gelebilir, benim de başıma gelebilir.
Evet, ıstırapta bir eşitsizlik var, ama merhamet bana ıstırap ihtimalinin eşitliğini öğretiyor. Merhametin hükümferma olabilmesi için her bireyin insanlığının eşit değer taşıdığı bir dünyaya inanmamız, bu değere saygı duymamız gerek. Merhamet sahibiysem, benim değil senin yaşadığın şeydir beni etkileyen; beni duygulandıran senin yaşantılarındır. Merhamet sahipleri, diğerinin yaşadığı ıstırabın ne kadar acı verici olduğunu tahayyül edebilen insanlardır. Merhamet sahipleri ötekinin acısıyla acı duyan ve onun ıstırabını dindirmeye soyunan soylulardır.
Ve adalet ancak merhametle kaimdir. Etrafımızda ıstırap çeken insanlarla nasıl ilgilendiğimiz, kalbimizi onların iniltisine ne derece açtığımız, ruhumuzun ve içinde yaşadığımız toplumun ne ölçüde sağlıklı olduğunun bir aynasıdır. Hayatı benim hayatımdan çok farklı olan “onu” dinlemeye değer buluyor muyum? Istırap çekenlerin sesini en dikkatli, en duyarlı halimle dinlemeliyim ki, onun ihtiyaçlarını anlayabileyim. Dosta varmak, dost için orada olmak eylemi kayıplara karışıyor. İnsanların ihtiyaçlarını, onların hikâyelerini dinlemeden bilemeyiz. Bir insana kulak kesilmeden, onun da saygın bir varlığı olduğunu, yaşadıklarının sahiciliğini, öyküsünün yürek yakıcılığını keşfedemeyiz.
ZULÜM VE MERHAMET BİRBİRİNİN ANTİTEZİ
Merhamet, diğer insanlar, diğer canlılar için dünyayı emin bir yer kılmaktır. Onların hürriyet içinde gelişip serpilmesine omuz vermektir. Zulüm kendisinden saymadığını yok etmek, onun acısına kayıtsız kalmak, onun acısından haz durmaktır.
Ahlâkî yaşantı, insanlığımızı tanımlayan ve dünyamızı gerçek kılan her şeydir. Ahlâk dünyamızı gerçek kılar, çünkü sadece gerçek dünyada acı vardır. Gerçek dünyadaki haksızlık can yakar. Başka birisine acı verebileceğimin bilinci beni ahlâklı davranmaya iter. Öteki sesleri dinleyebilmek, öteki sesleri içine alarak zenginleştirmek ve geliştirmek, insanın tekâmülü için olmazsa olmazdır.
Ümidi diri tutan şeylerden biridir merhamet. Merhamet, bir başkasının ıstırabına kişinin kendisini açmasıdır, o ıstırabı dinleme arzusudur.
Merhamet sadece bir şeyler vermek demek değildir. Karşımızdakini insan olarak tanımaktır merhamet. Onu tanımak ve onun tarafından anlaşılmak ile ilgilidir merhamet. Kendini dışarılıklı sayana elini uzatmaktır merhamet ve onu konuşma halkasının içine almaktır. Merhamet, insan onur ve saygınlığının çiğnenmesine karşı durmaktır; o insan bizden olmasa da.
PEKİ, MERHAMET DUYGUSU NASIL GELİŞTİRİLEBİLİR?
1. Dinlemek:
Karşımızdaki insanının acısının, bizim de canımızı yakması gerekmektedir. Yaşamın, varoluşun getirdiği bir yükümlülüktür bu. Merhamet, bu noktada kendini belli eder. Karşısındakinin acısını azaltmak için taşın altına elini koyar insan. Ancak öncelikle dinlemeyi bilmek gereklidir. Harekete geçmeden önce, karşındakini varlığının tümüyle dinlemek, ona odaklanmak, onu anlamaya çalışmak gereklidir. Karşımızdaki insan dinlemenin bir faydası olmayacağını düşünebilir zaman zaman. Ancak hakikat öyle değildir.
Bir başkası tarafından dinlenmek, anlaşılmaya çalışılmak en büyük ilacıdır ıstırabın. İnsan o zaman bir başkasının kendisine değer verdiğini, kendisi için çabaladığını fark eder. Dinlemek, en büyük paylaşım, en iyi müdahaledir böyle zamanlarda. Böyle zamanlarda kişi karşısındakinin sesine odaklanmalıdır ve kendi iç seslerini susturmalıdır. “Ben” aradan çıkmalıdır ötekini dinlerken. Hedef, sadece anlamaktır; karşıdakinin ıstırabını hissetmektir.
2. Küçük hedefler:
İnsan karşısındakini anladıktan, onu tamamıyla hissettikten sonra harekete geçmelidir. Karşısında duran insanın ıstırabını hafifletmek için yapılabilecek bir şeyler elbette vardır. Büyük hedefler, ulaşılması güç amaçlar hem gerçekleşmesi zor ve zaman alan hedefler olabilir; hem de yeri geldi mi mümkün olmayabilir. O vakit, bir başkasının ıstırabını hafifletebilmek için atılabilecek küçük adımlardan başlamak gerekir. Büyük hedeflere gözünü dikmek, onları gerçekleştiremeyecek insanlar için bir mazeret olarak sayılabilir zaman zaman. Böyle durumlarda insan karşısındakine yardım edebilecek gücünün olmadığını düşünerek kaçabilir. Ancak ötekinin ıstırabına az da olsa merhem olabilecek kadar hayattayızdır aslında. İlla ki maddi yardımlarla sorunu çözmeyi hedeflemek doğru değildir. Merhamet, kendini sadece bir şekilde değil, bin bir şekilde dışarı vurabilir.
İnsan bir başkasına Karun’un hazinelerini bağışlayamaz, ancak gücü yettiğince bir eksiğinde ona destek olabilir. Bir çocuğun başını okşayabilir mesela, dertli olanın ellerini tutabilir, sırtını sıvazlayabilir. Bildiğini öğreterek paylaşabilir zenginliğini bir başkasıyla. Belki şehirler dolusu insana yardımcı olamaz kimse, ancak o şehirde yaşayan bir dertli insana yardımcı olabilir muhakkak. Büyük hedefler seçerek onları gerçekleştiremeyeceğine inanmak, ancak yalan bir savunmadır. Merhamet, en küçük adımda bile kendini belli edecektir. Istırap çeken, onun bu haline dahi ihtiyaç duymaktadır.
3. Olduğunuz Yerden Başlayın:
Bir başkasının acısını dindirmek için gözünüzü çok uzaklara dikmenize gerek yok. Elbette, mümkünse uzak mesafelere de elinizi uzatmalısınız. Ancak yardım etmeye şimdi olduğunuz yerden başlayabilirsiniz. Pek çoğumuzun oturduğu semtte yardıma muhtaç insanlar var ve onlar bizlerin merhametini bekliyorlar. Her gün yürüdüğümüz yolda bizden merhamet dileyen kim bilir ne kadar göz var. Sadece insanlar değil, hayvanlar ve bitkiler dahi bizlerden merhamet bekliyor. Onlara verebileceğimiz bir tas su, bir parça yemek bile çok değerli. Onların acısını, açlığını ve üşüyüşünü görmezden gelmek, varoluşun sebebini arayan kalpler için mümkün olamaz.
Tamahkâr bir gözle ve doymak bilmez bir istekle daha çok yemek yemek için çalışmaktan ve müsrifçe yenmeyen yemekleri atmaktansa, hepimiz sadece ihtiyacımız kadar olanını kendimize ayırıp geri kalanını onlarla paylaşabiliriz. Bir başka canlının açlığına seyirci kalmaktansa, etrafımızdaki insanları ve lokantaları da yemeklerini onlarla paylaşmaları için teşvik edebiliriz. Merhamet, böylece gittikçe büyüyen bir kartopu gibi devleşecektir. Yakında bir yerlerde başlayarak ve diğer insanları da teşvik etmeye çalışarak bunu başarabiliriz.
4. Gözlerinizi Istıraptan Kaçırmayın:
Acıyı görmemek için gözlerinizi acı çeken insandan kaçırmayın. Ondan kaçmak asla çözüm olmayacaktır. Ona yaklaşmak, o acıyı var olan bütün halleriyle, renkleri, görüntüleri ve sesleriyle hissetmeye çalışmak önemlidir.
Aksi halde gözlerimizi acıdan çevirerek, onun ne beter bir dert olduğunu gerçekten anlayamayız. Öteki insanın nasıl bir acı çektiğini anlayamazsak, ona yardımcı olmaya gerçekten çabalamayız. Televizyonda savaş ve açlık görüntülerini izlemekten kaçarak, insanlara ve hayvanlara yapılan işkencenin görüntülerini kapatarak kendimizi rahatlatamayız. Duymamaya, görmemeye, hissetmemeye çalışmak sadece korkaklık olur. Merhameti yüreğinde taşıyan insan başını öte yana çeviremez. Aksine ıstıraba daha da sokulur, daha da yaklaşır.
5. Kendinizi Küçümsemeyin:
Tek başınıza yapabilecek pek fazla bir yardımınız olmadığını düşünebilirsiniz. Kendinizin bu dünyada bir etki yaratamayacak kadar güçsüz olduğunu kabul etmiş dahi olabilirsiniz. Ancak gerçekte bir tek insan bile çok büyük etkiler yaratabilir; çok büyük değişikliklere sebep olabilir. Neler yapabileceğimizi, nelere yeteneğimiz olduğunu, insanlara hangi şekilde yardım edebileceğimizi öğrenmemiz gerek.
İmkânlarımızı net olarak bilmeliyiz ve o imkânlara göre hepimizin yapabilecek bir şeyleri olduğunu kabul etmeliyiz. Sadece kendi gücümüzü ve yapabileceklerimizi değil, eşimizle, dostumuzla, ailemizle, akrabalarımızla ve toplumumuzla birlikte neler yapabileceğimizi düşünmemiz icap ediyor.
Tek başımıza olmaktan ziyade, bir bütün olarak neler yapabileceğimizi düşünmeliyiz. Merhameti sadece var saymak ve onu hissederek ama hiçbir girişimde bulunmayarak yaşamak doğru değil. Bu yüzden seçeneklerimizi belirlemeliyiz.
6. “Ben”in Yokluğu:
Merhamet, ancak kişinin kendi çıkarlarını düşünmediği bir durumda var olabilir. Istırap içindeki insana bakarken, onu dinlemeye, ona yardım etmeye çabalarken kişinin kendi beklentilerini halen yanında tutuyor olması, bu yardımın gerçeklikten uzak olmasına sebep olacaktır. Halen kendi çıkarını, menfaatini düşünen insan, ötekinin acısını henüz anlayamamış; ona kulak kabartamamış demektir. Bu durumda ona yardım etmek demek, bu yardımın karşılığında kişinin bir şekilde kendini tatmin etmesi demek olur. Beklenti halen vardır. Merhamet, bu ortamda asla var olamaz.
Öyleyse kendi çıkarımıza en ufak bir getirisi olan herhangi bir yaklaşım ve müdahalenin kesinlikle merhametle alakası yoktur. Yardım etmek isteyen, karşısındakinin acısını hafifletmek isteyen, kendi benliğini bir müddet bu birlikteliğin dışında tutmalıdır.
Prof. Dr. Kemal Sayar
Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.
Boş Vakit Değerlendirme Önerileri | Nedenleri/Faydaları | Örnekler |
---|---|---|
Yapacaklar Listesi Hazırlama | Günün daha verimli geçmesini sağlar, yaşam kalitesini artırır | Yeni bir dil öğrenme hedefi, spora gitme planı |
Yeni Bir Dil Öğrenme | Küresel anlamda daha iletişim kurabilme, zihinsel gelişim | İngilizce, Almanca ya da Rusça öğrenme |
Teknoloji Kullanımını Sınırlandırma | Sosyal ilişkileri güçlendirme, gerçek hayata daha çok odaklanma | Telefon kullanımını azaltma, donanımlı bir bilgisayar kullanıcı olma |
Spor Yapma | Fiziksel sağlığı koruma, stresi azaltma | Egzersizler, yürüyüşler |
Online Eğitimlere Katılma | Kariyer fırsatlarını genişletme, bilgi ve kültür seviyesini yükseltme | Online dersler, web seminerleri |
Hobiler Edinme | Kişisel gelişim, ruh sağlığı | Resim yapma, müzik aleti çalma |
Fobilerle Başa Çıkma | Kişisel gelişim, özgüven artışı | Psikoterapilere katılma |
Kültürel Gezilere Katılma | Tarih bilgisi ve kültür seviyesini artırma | Müzeleri ziyaret etme, tarihi yerleri gezi etkinlikleri |
Kitap Okuma | Kelime dağarcığı genişleme, düşünce yapısını geliştirme | Romanlar, bilim kurgu kitapları |
Zeka Oyunları Oynama | Mental aktivasyon, problem çözme yeteneğini artırma | Satranç, bulmacalar |
Ne yaparız boş vakitlerimizde? Durun ben tahmin edeyim. Biraz uyuruz, biraz televizyon izleriz, telefonla uğraşırız ki bunu oldukça sık yapıyoruz. Yani sadece günümüzü geçirmeye çalışıyoruz aslında. Gece kafamızı yastığa koyduğumuzda bir soralım kendimize. Günümü nasıl değerlendirdim, kendim için ne yaptım? Daha sonra da bir analiz yapalım. Aslında ne yapabilirdim. Hadi bırakalım bu bezginliği. Boş zamanları doğru değerlendirememe her yaştan insanın sorunudur. Zamanımızı yanlış ve verimsiz kullanıyoruz. Bu da bizi mutsuz ediyor. Peki, neden bizi mutlu eden ya da bize katkısı olan işlerle uğraşmıyoruz ki?
Neler Yapabiliriz?
Sabah kalktığımız zaman bugün bunları yapacağım diyerek işe başlayalım. Hatta yapacaklar listesi hazırlayalım. Yani bilinçaltımızı biz yönetelim. Her yapacağımız işi önceden belirler ve planlarsak bilinçaltımız da buna odaklanır. Ve bu işleri gerçekleştirmek bizim için daha kolay olur. Yapacağımız iş, merak ettiğiniz bir konu ya da ulaşmak istediğiniz herhangi bir sanatsal, sportif uğraşlar da olabilir. Mutlu olmayı, bizi mutlu eden şeyleri bilmeliyiz. Bu yeni bir dil öğrenme olabileceği gibi el sanatları ile uğraşmak da olabilir. Boş vakitlerimizi değerlendirirken hedeflerimizi de göz önüne alalım. Örneğin hedefiniz yurtdışına seyahatlere çıkmaksa boş vakitlerinizde yabancı dil öğrenimi sizin için faydalı olacaktır. Bunun için İngilizce, Almanca, Rusça gibi başlıca olan dilleri öğrenmek için eğitimlere katılım sağlayabilirsiniz. Zamanımızı boşa harcatan objeleri, etmenleri bulalım.
Ah, Bu Teknoloji!
Gün içerisinde zamanın çoğunu sosyal medyada geçiriyoruz. Hatta bu sorun o kadar büyüdü ki 5 dakikalık molalarda bile hemen telefonu elimize alıyoruz, yemeklerde bile elimizden düşürmediğimiz zamanlar oluyor. Elbette ki telefona ihtiyacımız var; ama yaşamımızın önemli bir parçası haline getirmek çok yanlış. Bu nedenle bunu kısıtlamalıyız.
Dinamik ve Mutlu Olmanın Önemli Yolu Nedir?
Egzersizler, spor yapmak da boş zamanlarımızı verimli değerlendirmemize yararlı olabileceği gibi fiziksel psikolojik ve biyolojik açıdan da bize oldukça önemli katkıları olacaktır. Yaptığımız kısa yürüyüşler bile bizi rahatlatmıyor mu? Hele de yağmur sonrasıysa. O toprak kokusu başlı başına bir mutluluk sebebi. Ayrıca egzersizler hafızamızı güçlendirir. Stresimizi azaltacağından mutluluğumuzu da artıracaktır.
Online Eğitimler Her Açıdan Faydalı
Boş zamanlarımızı verimli değerlendirmede online eğitimler de çok ideal. Yatkın olduğumuz, merak ettiğimiz ya da sevdiğimiz birçok konuda online eğitimler ile bilgi ve kültür seviyemizi yükseltebiliriz. Evde, hatta seyahatler de bile oturduğunuz yerden bir şeyler öğrenmek müthiş bir şey değil mi? Üstelik bu kadar önemi artmışken ve çeşitli iş imkanları sağlayıp bizi rakiplerimizin bir adım önüne taşırken. Bu eğitimlerden alacağınız sertifika ile özellikle kariyer hayatınızda size güzel olanaklar sunacaktır.
Hobiler Edinin
Kendinize hobiler edinin. Hobileriniz varsa peşinden gidin. Hobiler bizi kendimize yetecek hale getir. Ruh sağlığına oldukça önemli katkıları vardır. Bizi mutlu eder, stresi azaltır. Hobi demişken fobiden bahsetmemek olmaz. Boş zamanlarda fobimizle başa çıkmak için bir şeyler yapabiliriz. Fobinizi yenmek için öncelikle fobiye neden olan obje ya da etkeni belirleyin ve fobinizle yüzleşin. Ama yavaş yavaş ve aşamalı olacak şekilde. Ancak fobiniz başedemeyecek kadar ilerlemişse bunun için psikoterapilere katılabilirsiniz.
Boş Vakitlerinizde Diğer Yapabilecekleriniz Neler?
- Kültürel gezerek katılabilirsiniz,
- Kitap okuyabilirsiniz,
- Belgesel izleyebilirsiniz,
- Günlük tutabilirsiniz
- Zihninizi zorlayıp satranç, zeka oyunları oynayabilirsiniz.
Bu yazımda, vaktimizi verimli kılmak için neler yapabileceğimizden bahsettim. Zaman kaybını önlemek için vaktimizi boşa harcamayalım. hiçbir şey için geç değil. yolumuz uzun… mutluluk gelecek ve başarı için zamanımızı iyi değerlendirelim.
IIENSTITU
Kalp neyle doluysa, dudaklardan o dökülür. – Goethe
Bir kişinin hayatta kalması garanti altına alındığında, onda samimi ve aşkın bir ihtiyaç ortaya çıkar: Yaşamda amaç bulmak. Var olmak, dünyada yaşamak ve her gün yaptıklarına anlam kazandırmak için bir neden. Yani nihai bir hedef, bu dünyadan ayrılmadan önce tırmanılacak son adım. Peki onu nasıl bulabilirsiniz? Bazı insanlar hatırlayabildikleri sürece pratikte ne yapmak istedikleri konusunda net görünüyorlar. Öte yandan, diğerleri hiçbir şeyin hayatlarını adamaya değer görünmediği rahatsız edici bir belirsizlik içinde yaşıyorlar.
İkinci gruptaysanız korkmayın: İlham asla biraz yardım olmadan gelmez. Bu duyguyu deneyerek, derinlemesine düşünerek veya bazı özel tekniklerle ortadan kaldırabilirsiniz. Hadi devam edelim ve bu konuyla ilgili bazı ipuçlarına bakalım.
Hayatta amaç bulmak neden önemlidir?
Rutin, herkesin ihtiyaç duyduğu bir güvenlik ve istikrar damarı olsa da, günlük hayatınızı ele geçirip dinlenmeye yer bırakmadığında boğucu bir hal alır. Hiç kimse sürekli değişen bir çalışma programına sahip olmaktan veya ne zaman ev değiştirmek zorunda kalacağını düşünerek yaşamaktan hoşlanmasa da, hayatta, hayatınızın geri kalanında her gün aynı şeyi yapmaktan daha fazlası vardır. Önemli olan, diğer her şeyde olduğu gibi, dengedir: Belirli bir dereceye kadar düzenli ve öngörülebilir, ancak günlük rutininizin dışına çıkmanıza ve heyecan bulmanıza olanak tanıyan bir hayata sahip olmak. Bazıları için yaşamın amacı olan bu uyarım, yaşamın ilgili bir hedefe yanıt verdiği fikrini ayakta tutacak şey olacaktır.
Buna ek olarak, hayatta bir amaca sahip olmak daha iyi fiziksel ve zihinsel sağlıkla, strese karşı daha fazla dayanıklılıkla ve Psychological Science dergisindeki bir araştırmaya göre daha uzun ömürle ilişkilidir. Dolayısıyla bu derin yön ve anlam duygusu, zihnimiz ve bedenimiz için bir refah faktörüdür. Bu nedenle, hayatınızın boş olduğu ve önemsediğiniz şeyler veya insanlar için yaptığınız işin hiçbir önemi olmadığı hissine kapılıyorsanız, belki de bir ana hedefe, bir amaca ihtiyacınız var. Hayatta amaç bulmak için bazı ipuçları verelim.
Hayatta amaç nasıl bulunur?
Şu fikri aklınızdan çıkarmayın: Sizi hemen hayat dolu hissettiren bir amaç bulamazsınız. Ancak buna giden yol aynı zamanda heyecan verici de olabilir. Emotion dergisinde yayınlanan bir çalışmanın işaret ettiği gibi, olasılıkları keşfederken olumlu bir tutumla ilerlemek genel refahınız için de faydalı olabilir. Aşağıda size yaşam amacınızı bulmanız için bir eylem planı belirlemenize yardımcı olacak pratik öneriler sunacağız.
1. Değerlerinizi ve tutkularınızı tanımlayın
Kendinize hayatınızı neşe ve anlamla neyin doldurduğunu ve sizi her gün kalkmaya neyin motive ettiğini sorun. Ve tabii ki evrensel adaletin sizin için ne anlama geldiğini unutmayın, çünkü toplumda pek çok insan bu değerleri uygulamak için yaşıyor.
Örneğin, bazıları ırkçılığın toplumumuzda yeterince uzun süre varlığını sürdürdüğünü düşünüyor ve hayatlarını onu tamamen ortadan kaldırmaya adıyorlar. Böylelikle insan düşüncesini aktivizm yoluyla değiştirmenin sevinci, ırkçılık karşıtlığını bu insanlar için hayati bir amaç haline getiriyor.
2. İkigai tekniğini deneyin
Japonca ikigai kavramı, hayatı yaşanmaya değer kılan şeyleri ifade etmek için kullanılır. Dört unsurun kesişimine dayanmaktadır: Yapmayı sevdiğiniz şey, ne konuda iyi olduğunuz, çevrenizin (veya dünyanın) neye ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz ve size neyin zenginlik kazandırabileceği. Bu prensibe göre hayatınızda bu dört unsuru bir araya getiren bir aktivite olmalı ve onu bulmak sizin görevinizdir. Psikolojik düzeyde, Concurrent Disorders Society Press tarafından yayınlanan bir inceleme, bu tekniğin kişisel bilginin, problem çözme becerilerinin ve hedef edinmenin iyi bir gelişimi ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Uygulamak için şu adımları izleyin:
- Aralarında kesişme noktaları oluşturarak dört daire çizin. Bunlardan birine yapmayı en çok sevdiğiniz şeyi yazın. Bir sonraki adımda, ne konuda iyi olduğunuzu. Üçüncüsünde, size ödeme yapılabilecek beceri ve bilgileri yazın. Son olarak, geri kalan daireye, dünyayı iyileştirmek için her zaman kendi özgür iradenizle ve herhangi bir ücret veya tanınmaya ihtiyaç duymadan hangi eylem ve faaliyetleri gerçekleştireceğinizi yazın.
- Dairelerin kesişme noktalarında sevdiğiniz ve iyi olduğunuz şeylere dair kısmi yanıtlar bulacaksınız. Bu şekilde misyonunuz, dünyanın ihtiyaç duyduğunu düşündüğünüz şeylerle birlikte sevdiğiniz şeyler olacaktır. Öte yandan mesleğiniz, dünyaya katkıda bulunmak istediğiniz şey ile iyi olduğunuz şey arasındaki kesişim noktası olacaktır. Sonunda bir mesleğiniz var: Hangi konuda iyisiniz ve karşılığında ne alabilirsiniz?
- Bir sonraki adım, dünyayı iyileştirmek için ne yapıyorsunuz gibi sorular sorarak bu soyutlamayı gerçek hayatınıza uygulamaktır. Mesleğiniz sizi mutlu ediyor mu?
- Bilinmeyenleri çözdükten sonra bu dört yönü dengelemeye başlayabilirsiniz. Bunu başarmak ikigainize ulaşmak olacaktır.
3. Deney yapın ve konfor alanınızın dışına çıkın
Hayatınızda ona bir amaç kazandıran hiçbir şey bulamıyorsanız, belki de bunun nedeni (henüz) bir şeyin hayatınızda olmamasıdır. Bu nedenle konfor alanınızın dışına çıkmanız önemlidir. Henüz denemediğiniz tüm etkinlikleri yapmak veya henüz geliştirmediğiniz becerileri test etmekle ilgilidir. Dışarı çıkmak ve keşfetmek her zaman iyi bir başlangıç noktasıdır. Bazen bu aynı zamanda kendine bakmayı içeren bir egzersizi gerçekleştirmekle de ilgilidir. Belki her zaman dikkatinizi çeken ama size göre olmadığını düşündüğünüz şeyi yapmaya cesaret etmek. Cesaretlenin; denemeden öğrenemezsiniz
4. Uzun vadeli hedefler belirleyin
Bugüne odaklanmaya yardımcı olduğu için günlük yaşamak iyidir. Ancak istediğiniz geleceğe doğru yürümek de önemlidir. Bu nedenle, uzun vadede ne yapmak istediğinizi düşünün; kendimi 20 yıl sonra nerede görüyorum? ve anlamlı hedefler belirleyin. Daha yüksek bir amaç için çalıştığınız hissi, eylemlerinize ve kararlarınıza anlam katacaktır. Ancak böyle bir hedef belirlemek yeterli değildir. Aksine, motivasyonu korumak ve bunu başarmak için somut adımlar gereklidir:
- Ulaşmak istediğiniz başarıyı veya gelecekteki durumu gözünüzde canlandırın.
- Hedefinize ulaşmak için atmanız gereken tüm adımların bir listesini yapın.
- Bunları vermek istediğiniz önceliğe göre düzenleyin.
- Bunları karşılamak için bir eylem planı yapın (örneğin son teslim tarihlerini belirleyin).
- Her başarı için kendinizi ödüllendirmeyi unutmayın çünkü bu şekilde motivasyonunuzu korur ve bir evrim hissi yaratırsınız.
- Esnek olun: Yol boyunca aksilikler olacaktır ve planınızı değiştirmeniz gerekebilir.
5. Aktivizme veya hizmet eylemlerine katılın
Başkalarını desteklemek veya bir amaç uğruna savaşmak eylemlerimize, düşüncelerimize ve kararlarımıza derin anlam katar. Her ne kadar bu fikir tek amacınız olmasa da, Journal’daki bir makalede belirtildiği gibi, aidiyet duygusu, empati gelişimi ve sosyal adalete katkıda bulunma motivasyonu yoluyla size refah getirecektir. Merhametin harekete geçirdiği duygusal tepkileri analiz eden Kişilik ve Sosyal Psikoloji.
Hepimizin hayatta bir amacı var
Hayat amacını bulmak her birey için benzersiz bir süreçtir. Bazen derin düşünmeyi ve hoş olmayan anlarla veya hoşlanmadığınız kısımlarla yüzleşmeyi gerektirir. Ayrıca, hayatın kendisi değiştiği gibi, yaşam amaçlarının da değişebileceğini unutmayın. Kendinizi geleceğin size getireceği şeylere kapatmayın çünkü amaç, aşmak değil, hayatınızı daha anlamlı bir şekilde yaşamak için iç huzuru yakalamaktır.
Psikolog Sara González Juárez
Yanlışlarımızı doğrularımızdan daha büyük bir coşkuyla savunmamız ne gariptir!
Yanlış bilgi psikolojisi: Neden savunmasızız?
Psikolojimiz bizi yanlış bilgiye karşı nasıl daha savunmasız hale getiriyor?
Yanlış bilgi psikolojisi, yani bizi doğru olmayan şeylere inanmaya teşvik eden zihinsel kısayollar, kafa karışıklıkları ve yanılsamalar; bunun zararlı etkilerini nasıl önleyeceğimiz konusunda bize çok şey söyleyebilir. Psikolojimiz, düzeltmelerin işe yarayıp yaramadığını, medya okuryazarlığı kurslarında ne öğretmemiz gerektiğini ve en başta yanlış bilgilere karşı neden savunmasız olduğumuzu etkileyen şeydir. Bu durum aynı zamanda insan beynine dair büyüleyici bir içgörü sunar. Psikolojik kavramlar akademide ortaya çıkmış olsa da, birçoğu günlük dile de girmiştir. İlk kez 1957 yılında tanımlanan “bilişsel uyumsuzluk” bunlardan biridir; doğrulama yanlılığı ise bir diğeridir. Bu da sorunun bir parçasıdır. Tıpkı epidemiyoloji hakkında bilmeden konuştuğumuz gibi, bilişsel bilim hakkında da bilmeden konuşabiliyoruz ve bu kavramların yanlış ifade edilmesi yeni yanlış bilgi biçimleri yaratabiliyor.
Muhabirler, doğrulama editörleri, araştırmacılar, teknoloji uzmanları ve yanlış bilgiyle çalışan fenomenler (ki kabul edelim hepsi bunu yapıyor) bu ayrımları anlamazlarsa, bu sadece belirsiz bir akademik terimi karıştırmak anlamına gelmez. Bu, sorunun bir parçası olma riski taşır. First Draft, yanlış bilgiler, bunları düzeltme ve önleme konularıyla ilgili temel psikolojik kavramları listeliyor. Bunlar son sözden ziyade bir başlangıç noktası olarak tasarlanmıştır daha derine inmek için önerilen ileri okumalara bakabilirsiniz.
1. Bilişsel cimrilik
Bizi yanlış bilgilendirmeye karşı en savunmasız hale getiren psikolojik özelliğimiz, ‘bilişsel cimriler’ olmamızdır. Sorunları çözmek için daha fazla düşünce ve çaba gerektiren yollar yerine daha basit ve kolay yolları tercih ederiz. Mümkün olduğunca az zihinsel çaba harcamak üzere evrimleştik.
Bu, beynimizi bu kadar verimli kılan şeyin bir parçasıdır: Her bir şey hakkında çok fazla düşünmek istemezsiniz. Ancak bu aynı zamanda, ihtiyacımız olduğunda da yeterince düşünmediğimiz anlamına da gelir. Örneğin, internette gördüğümüz bir şeyin doğru olup olmadığını düşünürken
2. İkili süreç teorisi
İki temel düşünceye biçimine sahip olduğumuz fikridir.
Sistem 1: Çok az çaba gerektiren otomatik süreç.
Sistem 2: Daha fazla çaba gerektiren analitik süreç.
Bilişsel cimriler olduğumuz için genellikle Sistem 1’i kullanıyoruz. Bu sistem iki nedenle yanlış bilgi tehlikesi yaratıyor:
- Bir şeyi işlemek ne kadar kolaysa, onun doğru olduğunu düşünme olasılığımız da o kadar artar; bu nedenle hızlı ve kolay yargılar, doğru olmasalar bile genellikle doğru gibi gelir.
- Kolay olan daha etkili olduğu için ayrıntıları ve önemli kısımları kaçırabiliyoruz. Örneğin internette okuduğumuz haberi hatırlıyor ancak bunun yanlışlandığını unutabiliyoruz.
3. Sezgisel yöntemler
Sezgisel yöntemler hızlı karar vermek için kullandığımız göstergelerdir. Bu yöntemi kullanma sebebiz ise karmaşık analizler yapmaktan daha kolay olması, özellikle de çok fazla bilginin bulunduğu internet ortamında.
Sezgisel yollar, genellikle doğru olmayan sonuçlara yol açmaları bakımından sorunludur.
Örneğin, bir gönderinin ne kadar güvenilir olduğuna karar vermek için, güvendiğiniz birinin sosyal medyadaki bir gönderiyi onaylaması (örneğin retweetlemesi) gibi bir ‘sosyal onay sezgisel yöntemine’ güvenebilirsiniz. Ancak o kişiye ne kadar güvenirseniz güvenin, bu tamamen güvenilir bir gösterge değildir ve sizi doğru olmayan bir şeye inanmaya yöneltebilir. First Draft’ın kurucularından ve ABD direktörü Claire Wardle’ın Bilgi Düzensizliğini Anlamak için Temel Kılavuz‘da açıkladığı gibi:
“Sosyal medyada, sezgisel yöntemler (dünyayı anlamlandırmak için kullandığımız zihinsel kısayollar) eksiktir. Gazetenin hangi bölümüne baktığınızı anladığınız ve köşe yazıları ya da karikatür bölümünde olduğunuzu gösteren görsel ipuçlarını gördüğünüz bir gazetenin aksine, internette durum böyle değildir.”
4. Bilişsel uyumsuzluk
Bilişsel uyumsuzluk, inançlarınızla çelişen bilgilerle karşılaşmanın ardından gelen olumsuz deneyimdir. Bu, uyumsuzluğu hafifletmek için insanların güvenilir bilgileri reddetmesine yol açabilir.
5. Doğrulama yanlılığı
Doğrulama yanlılığı, mevcut inançlarınızı doğrulayan bilgilere inanma ve onlarla çelişen bilgileri reddetme eğilimidir. Dezenformasyon aktörleri bu eğilimi mevcut inançları güçlendirmek için kullanabilirler.
6. Güdülenmiş muhakeme
Motivasyona dayalı akıl yürütme, insanların gerçeği belirlemek yerine, inanmak istedikleri şeye inanmak için akıl yürütme becerilerini kullanmalarıdır. Buradaki en önemli nokta, insanların tembel ya da mantıksız düşünmekten ziyade rasyonel yetilerinin yanlış bilgilendirmeye neden olabileceği fikridir.
Güdülenmiş akıl yürütme, yanlış bilgilendirme psikolojisindeki güncel tartışmaların kilit noktalarından biridir. The New York Times için 2019 yılında kaleme alınan bir makalede, sırasıyla Virginia Üniversitesi ve MIT’de çalışan iki bilişsel bilimci David Rand ve Gordon Pennycook buna şiddetle karşı çıktı. İddiaları, insanların enformasyonla karşılaştıklarında yeterince analitik davranmadıkları yönünde. Onların ifadesiyle:
“Bir grup, muhakeme yeteneğimizin partizan inançlarımız tarafından ele geçirildiğini iddia ediyor: yani rasyonalizasyona yatkınız.Diğer grup ise -ki ikimiz de bu gruba dahiliz- sorunun eleştirel yetilerimizi kullanmakta başarısız olmamızdan kaynaklandığını iddia ediyor: yani zihinsel olarak tembeliz.” Rand ve Pennycook, yanlış bilgilendirmeye karşı psikolojik kırılganlığımızın temel faktörünün motive edilmiş akıl yürütme değil, tembel düşünme olduğuna dair güçlü bir kanıtlar bütünü oluşturmaya devam ediyor.
7. Çoğulcu cehalet
Çoğulcu cehalet, toplumdaki diğer kişilerin ne düşündüğü ve neye inandığına dair bir anlama eksikliğidir. Bu durum, insanların siyasi bir görüş söz konusu olduğunda, aslında çok az kişi tarafından benimsenen bir görüş olmasına rağmen, yanlış bir şekilde diğerlerinin çoğunlukta olduğunu düşünmesine neden olabilir. Bu durum, yanlış bilgilerin (örneğin komplo teorileri) çürütülmesiyle daha da kötüleşebilir, çünkü bu görüşlerin gerçekte olduğundan daha popüler görünmesine neden olabilirler.
Bunun bir çeşidi de sahte fikir birliği etkisidir: insanlar kendi görüşlerini paylaşan diğer insanların sayısını abarttıklarında ortaya çıkar.
8. Üçüncü şahıs etkisi
Üçüncü şahıs etkisi, insanların yanlış bilginin kendilerinden çok diğer insanları etkilediğini varsayma eğilimini tanımlar. Romanya’daki National Ünivesitesi Siyasi Çalışmalar ve Kamu Yönetimi’nde iletişim profesörü olan Nicoleta Corbu, kısa bir süre önce insanların yanlış bilgileri tespit etme konusundaki algılanan becerilerinde önemli bir üçüncü şahıs etkisi olduğunu ortaya koymuştur: İnsanlar yanlış bilgileri tespit etme konusunda kendilerini diğerlerinden daha iyi olarak değerlendiriyor. Bu da insanların savunmasızlıklarını hafife alabilecekleri ve uygun adımları atmayacakları anlamına geliyor.
9. Akıcılık
Akıcılık, insanların bilgiyi ne kadar kolay işlediğini ifade eder. İnsanların akıcı bir şekilde işleyebildikleri bir şeyin doğru olduğuna inanma olasılıkları daha da artıyor; doğru hissettiriyor ve bu yüzden doğru görünüyor. Tekrarın bu kadar güçlü olmasının nedeni budur: bir şeyi daha önce duyduysanız, onu daha kolay işlersiniz ve bu nedenle ona inanma olasılığınız daha yüksektir. Birkaç kez tekrarladığınızda ise, etkisini artırırsınız. Yani bir iddianın çürütüldüğünü duymuş olsanız bile, asıl iddianın tekrarı onu daha tanıdık, akıcı ve inandırıcı hale getirebiliyor. Bu aynı zamanda anlaşılması kolay bilginin daha inandırıcı olduğu anlamına gelir, çünkü daha akıcı bir şekilde işlenir. Stephan Lewandowsky ve meslektaşlarının açıkladığı gibi:
“Örneğin, aynı ifade düşük renk kontrastlı yerine yüksek renk kontrastlı ile basıldığında, kafiyesiz yerine kafiyeli bir biçimde sunulduğunda veya yabancı bir aksan yerine tanıdık bir aksan ile söylendiğinde doğru olarak değerlendirilmesi daha olasıdır. Ayrıca, okunması kolay bir yazı tipiyle yazıldıklarında yanıltıcı soruların tanınma olasılığı daha düşük oluyor.”
10. Saçmalık duyarlılığı
Saçmalık duyarlılığı, gerçekle çok az ilgisi olan bilgilere ne kadar açık olduğunuzla ilgilidir; mesela anlamsız bir klişeye. Ancak saçmalık, kasıtlı olarak gerçekle çelişen bir yalandan farklıdır. Pennycook ve Rand, yalan haber başlıklarına duyarlılığı incelemek için saçmalıklara duyarlılık kavramını kullanmıştır. “Gizli anlam, benzersiz soyut güzelliği dönüştürür” gibi sözde derin cümleyi (yani saçmalığı) kabul etme olasılığımız ne kadar yüksekse, yalan haber başlıklarına karşı da o kadar duyarlı olduğumuzu bulmuşlardır.
Bu durum, Pennycook ve Rand’in yalan haberlere karşı duyarlılığın güdülenmiş muhakemeden ziyade yetersiz analitik düşünceden kaynaklandığına dair daha geniş kapsamlı teorisi destekliyor. Başka bir deyişle, Sistem 1’in otomatik düşüncesine çok fazla takılıp kalıyoruz ve Sistem 2’nin analitik düşüncesine yeterince takılıp kalmıyoruz.
DOĞRULA / Seher Acar
İyiliğin bilgisine sahip olmayana bütün diğer bilgiler zarar verir. –Montaigne
Toplumsal Düzen Ve Hukuk
İnsanların toplum içinde yaşamaları, diğer bireylerle sosyal ilişkiler kurmaları, onlara birtakım yetkiler sağlar, bazı yükümlülükler ve ödevler getirir. Sosyal ilişkilerde beliren bu ödevler ve yükümlülükler toplumsal bir güce sahiptir. Yerine getirilmemeleri hâlinde toplumda tepki uyandırır, bazı durumlarda toplumu temsil eden otoritenin yani devletin harekete geçmesine neden olur. Birarada yaşayan insanların yerine getirmek zorunda oldukları ödevleri ve kullanacakları yetkileri belirten kurallar, toplumsal düzeni sağlayan kurallardır.
Toplumsal düzeni sağlayan kurallar şunlardır: din kuralları, ahlak kuralları, örf ve âdetler, hukuk kuralları. Toplumu düzenleyen kurallardan en önemlisi ve en etkilisi yazılı kurallar olan hukuk kurallarıdır.
Ahlak, temel düşünce olarak iyiye; örf ve âdetler alışılagelmiş biçimde davranmaya; din kuralları, mutlak iyi olan Tanrı’ya; hukuk kuralları ise adalete yönelmiş olma ile belirginleşirler. Hukukun adalete yönelmiş olması, diğer kurallardan ayrılmasını sağlayan önemli bir ölçüttür.
Hukuk, örgütlenmiş bir toplum içinde yaşayan insanların birbirleriyle veya kişilerin yine kendilerinin meydana getirdikleri topluluklarla ve bu toplulukların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen, kişilerin hukuki güvencesi ve temel insan haklarını korumak amacıyla oluşturulan ve devlet gücü ile desteklenen bağlayıcı, genel ve devamlı kuralların bütünüdür.
Hukuk, kendi başına bir bilim dalı olmakla birlikte toplumsal yaşam düzeninin de vazgeçilmez bir unsurudur. Bu yüzden toplumu ilgilendirmesi ve ona yön vermesi nedeniyle sosyoloji ile bağlantılıdır. Bu bağlantı nedeniyle hukuku toplumsal bir olgu olarak ele alan, hukuk kurallarının nasıl oluştuğunu, işlediğini ve değiştiğini inceleyen hukuk sosyolojisi ortaya çıkmıştır.
Hukuk, Toplumsal Değişme Ve Evrensel Değerler
Hukuk, toplumda bireyler arası ilişkileri, bireylerin haklarını ve devletin yönetme gücünü belirleyen kuralların tümüne denir. Hukuk kuralları bireyler arası ve birey-devlet arasındaki ilişkileri düzenler. Hukuk bireyin korunmasını ve toplumsal adaletin sağlanmasını hedefler. Hukuk kuralları ile toplumsal değişme ve gelişme arasında çift yönlü bir ilişki olmalıdır.
Hukuk kuralları toplumsal değişme ve gelişmeye paralel olarak hazırlanmalı ve bunu yaparken toplumun yapısı ve toplumsal ilişkiler de göz ardı edilmemelidir. Toplumdaki bireyler arasında çatışmalar hukuk kurumu aracılığıyla uzlaştırılır.
HUKUKUN TEMEL İŞLEVLERİ
BARIŞ;
Bireyler, toplum içinde yaşamlarını sürdürebilmek için, daha iyi koşullar elde etmek isterler. Bu sürekli bir çatışma kaynağıdır. Bu çatışmada hukuka düşen görev, bireylerin ve grupların güçlerini sınırlamak, birbirlerini yok etmelerini önlemek ve bunlar arasında adalete dayalı bir denge sağlamaktır.
GÜVEN;
Hukukun temel işlevlerinden biri de toplumda düzen oluşturarak güven sağlamasıdır. Hukuk, toplum içinde, güçlünün zayıfı ezmesini önler. Hukukun bu görevini yerine getirebilmesi için, hukuk düzeninin de güvenilir olması gerekir.
EŞİTLİK;
Hukuk açısından her birey eşittir. Bu eşitlik anayasalarla güvence altına alınır. Anayasamızın 10. maddesi de “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” hükmüne yer verilmiştir.
ÖZGÜRLÜK;
Özgürlük, ancak hukuk düzeni içinde söz konusu olabilir. Bu nedenle hukuka özgürlüğün ön koşulu denir. Hukuk düzen demektir. Düzenin bulunmadığı toplumda özgürlükten söz edilemez. Hukuk, sınırlı fakat sürekli bir özgürlük sağlar.
ADALET;
Hukukun temel işlevlerinden biri de adalettir. Hukuk adaletin hizmetinde olan bir toplumsal yaşam düzeni olarak nitelendirilebilir. Bunun yanında, barış düzeni olarak hukuk toplumsal yaşamda öncelikle güvenliği ve adaleti amaç edinmiştir.
sosyoloji.gen.tr
Meraklı İnsanlar Güçlü İnsanlardır
Meraklı insanlar, mevcut durumlarına meydan okumaya cesaret eder çünkü devamlı olarak gözlem yapar, soru sorar ve öğrenir. Keşfetmek, değişmek, yaratmak ve bilinmeze doğru adım atmak becerisine sahiptir.
Meraklı insanlar güçlü insanlardır. Albert Einstein’ın deyişiyle: Ön plana çıkmak için yetenekten ziyade tutku ve merak sahibi olmalısınız. Güçlü insanlara, nezaket ve iç güç bahşedilmiştir. Bu insanları, geri kalanından ayıran, her zaman detaylarla ilgilenmeleri ve büyük zorluklara odaklı olmalarıdır.
Stephen Hawking merakı, “asla vazgeçmeme isteği” olarak tanımlar. Ayaklarınıza değil yıldızlara bakmak ile ilgilidir. Gördüğünüz şeyi anlamlandırmaya çalışmak ve evreni mevcut kılanın ne olduğunu merak etmektir. Benzer şekilde, Thomas Hobbes bu ilgiyi, “zihinsel tutku” olarak ve Victor Hugo da “bir tür cesaret” olarak tanımlar.
Merakın ne olduğuna dair çok sayıda açıklama bulunmaktadır. Fakat sadece bir tanesi merakın özünü içerir ve size merakın, öğrenmenin ve insan gelişiminin temeli olduğunu hatırlatır. Etkisi ve çocuklardaki birincil dürtüsü, çocukların psikolojik gelişimleri ve günlük harekete geçişlerini uyarmak için olmazsa olmazdır. Merak, bilgi için lazım olan hevesi ayakta tutmaya yarayan motordur.
“Sıkılmanın çaresi meraktır. Merakın ise çaresi yoktur.”
– Dorothy Parker
Meraklı insanlar farklıdır
Meraklı insanlarla ilgili bu kadar özel olan nedir? Açıkçası, ilk olarak, onlarda en çok öne çıkan özellik, kimsenin sormadığı soruları sorabilmektir. Örneğin, Isaac Newton bir fizikçi, astronom, filozof, matematikçi, kaşif ve hatta simyacıydı. Bilgiye olan tutkusunun ve merakının bir sınırı yoktu. Bu yüzden bir eureka anı ile — kafasına bir ağaçtan elma düşmesi sonucu hareket yasaları ve yer çekimi kavramını buldu
Charles Darwin bir başka sınırsız merakı ile çok bilinen örnektir. En ünlü alışkanlıklarından biri dünyanın her yerindeki bilginlere mektup yazmaktı. Mektuplarda; bitkiler, kuşlar, böcekler, insan davranışları, ifade ve duygularla ilgili sonu gelmez sorular vardı. Neden bu mektupları gönderdi? Çünkü bilmeliydi! Bu iki örnek, bilim insanlarının “bilgiye açlık” olarak tanımladığı şeydir. Bu bazı insanlarda çok gelişmiş bir motivasyon tipidir ve aşağıdaki süreçlerden oluşur.
Meraklı insanlar bilgi ve keşifte başarılıdır
Merak, öğrenme psikolojisinde anlaşıldığı gibi, ödül temelli bir motivasyon tipidir. Beklenmedik bir şey keşfetmek, bir sorunun yanıtını bulmak ve bir bulmacayı çözme tecrübesi hissidir. Bu yüzden meraklı insanlar için hareket geçmeyi sağlayan şey, zorluk ya da uzun zamandır süre gelen şüphedir. Kaliforniya Üniversitesinde yürütülen ve Cell gazetesinde yayımlanan bir çalışma da aynı sonucu bulmuştur. Dr. Matthias Gruber ve çalışma arkadaşları göstermiştir ki çok meraklı insanların beyni farklı çalışmaktadır. Dopaminerjik sistemleri daha kuvvetli ve bağlantılıdır.
Bu da, herhangi yaştan meraklı bir insanın beyninin, yalnızca öğrenme süreci ile tatmin yaşayabileceğini gösterir. Çünkü problemlerin çıktığı ama aşıldığı heyecan verici arama sürecinde başarılı olur. Ödül merkezleri ve hipokampüs, bu insanlardaki en etkin iki bölgedir.
Merak olmazsa insanlar hayati dürtülerini kaybeder
Donald W. Winnicott, 50 ve 60’lı yıllarda bu konuda bazı şeyler söylemiştir. Bu adam sonradan önemli bir psikanalist olan ünlü bir çocuk doktoruydu. Ona göre, bir insan merakını yitirirse, yaratıcılık, doğaçlama ve mutluluk gibi hayati dürtülerini de kaybeder.
Peki bu neden olur? Açıkçası, Winnicott’ın tecrübesine göre, bazı insanlar sahte bir kimlik yaratır. Tabii ki rutinlerinde, çözülmemiş problemlerinde ve henüz atlatılmamış travmalarında sıkışmış hayal kırıklığına uğramış insanlara dönüşürler. Özünde, onları sakladıkları ışık saçan ve özgün kendilerinden ayıran şey ilgisizlikleridir. Tatmin etmeyen bir hayat, herkesin potansiyelini azaltır ve insanların motivasyonları, ruh halleri ve merakları ile birlikte yavaş yavaş yok olur.
Merakınızla tekrar bağlantı kurun
Herkes, kendi içinde yaratıcıdır ve müthiş olası keşifler barındırır. Öte yandan günlük rutininiz genelde içinde yaşadığınız kültürün tasarımına göre ruhunuzu zayıflatır. Bunun nedeni mevcut düzeni, geleneksel olanı ve doğru bilineni zorlayan insanların oldukça tehlikeli olarak görülmesidir. Öte yandan hislerinizi açıp her şeyi tecrübe etmeye başladığınızda her şeyin daha iyi olduğunu görürsünüz. Sevdiğiniz şeyin ne olduğunu anlayıp peşinden gitmelisiniz. Tutkunuzu ve ilginizi neler uyandırır? Dünyayı içinizdeki çocuğun gözünden görmek ve keşfettikleriniz karşısında tekrar heyecanlanmak harika olmaz mıydı?
Örneğin, sahip olduğunuz soruların yanıtını ya da şüphe ettiğiniz şeyleri şu an arama motorlarına yazabilirsiniz. Fakat kendi keşfinizle bulduğunuz yanıtlar çok daha değerli olacaktır. Araştırma, seyahat, yeni insanlarla tanışmak ve eleştirel ve ıraksak düşünme ile merakınızı beslemelisiniz. Son olarak motivasyonunuzu uyandırmalı ve iyileştirmelisiniz Yani, Hawking’in tavsiyesine uyun ve yıldızlara bakın. Yazar Dorothy Parker’ın dediği gibi sıkıntınızı merakla iyileştirin.
Psikolog Valeria Sabater
İnsanları tanımak; denizleri bardak bardak boşaltmaktan daha zordur.
Suçluluk, Utanç ve Gurur – Öz Bilinçli Duygular
Suçluluk, utanç ve gurur, bireyin benlik duygusu ile ilgili duygulardır ve bir dizi iç değerlendirme ve atıftan kaynaklanırlar. Hangimiz, bir düşünceyi paylaştıktan sonra utanç, bir şey yaptıktan sonra suçluluk ve bir başarının ardından gurur yaşamamıştır? Bu örneklerden herhangi biri, benliğe göre bir değerlendirmenin olduğu bir dizi duyguya karşılık gelir ve psikolojide “öz bilinçli duygular” olarak bilinir. Bu duygular aslında, pek çok ortak karakteristiğe sahip duygusal durumlardır. Fakat aynı zamanda, kişinin belli bir davranışı nasıl değerlendirdiğine ve sahip olduğu bağlamlara bağlı olarak belli karakteristiklere sahiptir.
Son yıllarda duygular insanlar için oldukça önemli hale geldi ve artık onları göz ardı edemiyoruz; hatta neredeyse tam tersi bir durum var. Öte yandan onlar hakkında öğreneceğimiz daha pek çok şey var.
Temel duygular ve duygusal zeka hakkında birkaç çalışma olmasına rağmen pek de çeşit ve karmaşıklık yoktur. Öz bilinçli duygularla ilgili durum budur. Yine de bu tür duygulara karşı duyulan ilgide ilerici bir artış vardı. Ve şu an elimizde bu konuda bazı teorik modeller bulunmaktadır. Böylece bu çeşitli çalışmalara göre öz bilinçli duygular pek çok anlamlı karakteristiği paylaşmaktadır:
- İkincil duygular. Bunlar, daha temel duyguların değişiminden meydana gelir.
- Karmaşık duygular. Bunlar, benlik ya da öz farkındalık kavramları gibi belirli bilişsel yeteneklerin daha önceki gelişimi için gereklidir. Yani benlik ve diğerleri arasında bir farka ihtiyaç vardır.
- Sosyal duygular. Bu duygular, kişiler arası bağlamlarda ortaya çıkar.
- Etik duygular. Bu tür duygular, kültürel değerlerin, normların ve kriterlerin içselleştirilmesinin sonucu ortaya çıkar ve kişinin neyin doğru olduğunu neyin doğru olmadığını belirlemesini sağlar. Yani davranış ile. Buna ek olarak, bu duygular, empati ile birlikte, ahlaki davranış unsurlarını motive etmek ve kontrol etmek için de olmazsa olmazdır.
Örneğin, suçluluk ve utanç, bazı kişilerin etik dışı gördüğü davranışları engeller. Ya da etik olarak görülenleri yapmayı kolaylaştırır çünkü eğer onları takip etmezseniz utanç ve suçluluk hissedersiniz. Buna ek olarak bir kişi gururu iyi eylemler ve gelecekte benzer eylemleri yapmayı desteklemekle ilişkilendirebilir.
Akılda tutmamız gereken bir diğer önemli şeyse, bu tür duygular öz bilinçli duygular olarak görülse de, onları araştıran pek çok yazar, gerçekleştirilen öz değerlendirmenin, bilinçli ya da aleni olmak zorunda olmadığını söyledi.
Suçluluk, utanç ve gurur arasındaki farklar
Öz bilinçli duygular, ortak bazı karakteristikleri paylaşmalarına rağmen, belli konularda ayrılır. Her biri belli bir olayın üstüne ortaya çıkar ve belirli öznel deneyimi yaşatır. Aynı zamanda beraberinde bir dizi farklı tipte davranış getirir. Michael Lewis öz bilinçli duyguları aşağıdaki iki değişkenle açıklar:
- Birinin davranışını pozitif ya da negatif değerlendirme
- O davranışlara göre birinin yapabileceği içsel atıf (küresel ya da özel)
Yazara göre, kendi düşüncelerimizi, duygularımızı ve eylemlerimizi hem kültürel hem de kişisel kurallar, standartlar ve hedeflere göre başarı ya da başarısızlık olarak değerlendiririz. Ve içsel atıflarımızı bunlara göre gerçekleştiririz. Bu demektir ki, bu atıfları, nereden geldiklerine göre düşünürüz.
Eğer başarı ya da başarısızlıkları, bütün olarak kendinizden ötürü düşünürseniz, içsel atıf küresel olur. Ve eğer bunun belli bir düşünce, eylem ya da duygudan ötürü olduğunu düşünürseniz, özel olur. Ve bu noktadan, bir duygu ya da bir diğeri doğar.
Buna ek olarak, tüm bu süreç hem kültürel etkilere hem de kişisel değişkenlere bağlıdır. Bu nedenle bir kişi, aynı eylemi başarısızlık olarak görürken diğeri başarı olarak değerlendirebilir. Aynı şey, atıflar için de geçerlidir, yani onlar da kişiye bağlı olarak küresel ya da özel olabilir.
Aşağıda, bu tip duyguların ana karakteristiklerini Lewis’ın bakış açısına göre açıklayacağız.
Suçluluk ve utanç, negatif öz değerlendirmeli duygular
Çoğumuz utanç duygusunu tecrübe ettiği zaman, küresel özümüzle ilgili olumsuz bir değerlendirme gerçekleştiririz. Kendimizi gülünç duruma düşürdüğümüzü düşünür saklanmak ya da yok olmak isteriz. Bu yüzden, o an istediğimiz tek şey o rahatsızlıktan kaçmaktır. Aslında bir nevi zihinsel karmaşa tecrübe ederiz, fakat o duygusal durumdan kurtulmak, belli bir eylemi onarmak kadar kolay değildir. Bu nedenle olanı unutmak ya da tekrar yorumlamak gibi mekanizmalar geliştiririz.
Benzer şekilde suçluluk da olumsuz öz değerlendirmeden çıkar, fakat belli bir seviyede. Yani somut eylemden. Yaptığımız, düşündüğümüz ya da hissettiğimiz bir şeyden ötürü suçluluk duyarız çünkü birini kırarız. Öte yandan bu durumda, eylemi geri alamayız ve suçluluk, tecrübe ettiğimiz duygusal durumdan kurtulabilmek için o eylemi onarmamızı gerektirir.
Lewis suçluluğu daha yıkıcı ve düzeltici yanları olabileceğinden ötürü utançtan daha kullanışlı görür.
Gurur ve kibir, pozitif öz değerlendirmeli duygular
Gurur, belli bir karakterin olumlu değerlendirmesinden ortaya çıkar. Gurur tecrübe ettiğiniz zaman bunu kendimizden ve kendi eylemlerimizden tatmin olduğumuz için yaparız. Çok hoş bir duygusal durum olduğundan ötürü bunu gelecekte tekrar yaşamak isteriz. Michael Lewis de aynı zamanda öz bilinçli duygular üzerine olan açıklayıcı modelinde kişilik eğiliminden bahsetmiştir. Gurur ve kibirden duygusal bir tepki olarak değil, kişilik eğilimi olarak bahsetmiştir. Bu duyguya henüz İngilizce’de henüz bir karşılık bulunamamıştır ve narsisizmin uç vakalarıyla ilişkilendirilen pozitif küresel atıftan kaynaklanır.
Bir insan kibir duyunca kendiyle fazlasıyla tatmin olur. Bu yüzden o durumu korumak isterler, bu kolay olmasa da. Buna ek olarak çoğu zaman üstünlükle ilişkilendirmiş bir duygudur ve bu da diğer insanların onları reddetmesine neden olur.
Son olarak
Suçluluk, utanç ve gurur duyduğunuz zaman ne düşünüyorsunuz? Mevzu bahis gurura hangi atıflarda bulunursunuz? Ve neden suçluluk duyarız? Hayatınızda bir noktada kibir duyduğunuz bir anı hatırlıyor musunuz? Görebildiğiniz gibi, eğer öz bilinçli duyguları ayrıştıran bir şey varsa, o da bu duyguları karakterize eden insanın öz değerlendirmesiyle ilgili gelişim sürecidir. Bu, bu duyguları deneyimlerken her gün kontrol edebileceğiniz bir şeydir.
Öte yandan, konu bu tür duygular olunca hem kişisel hem de toplumsal olarak araştıracak çok şey bulunmaktadır. Örneğin, gurur ve kibir hangi dereceye kadar pozitif bir duygu olarak sayılır? Ve ne zaman negatif sonuçları olan duygusal durumlar haline gelir?Duygusal evren heyecan verici olsa da aynı zamanda karmaşık ve hatta gizemlidir. Bunun nedeni çok fazla değişken ve karakteristiğe sahip bir konu olmasıdır. Ama yine de bu konu hakkında çalışma yapmak çok önemlidir çünkü kendi özümüzle ilgili bir anlam çıkarmamıza olanak sağlar. Çünkü şu büyük sorulardan birine yanıt vermeye yardımcı olur: İnsanlar nasıl işler?
Psikolog Gema Sánchez Cuevas
İlişkide Saygı Neden Önemlidir?
Partnerinize saygı duymak, onu olduğu gibi kabul etmek ve beğenmek anlamına gelir. Onu kendi beklentilerinize göre değiştirmeye ya da şekillendirmeye çalışmak yanlış bir davranış biçimidir.
Teorik olarak her birimiz, bir ilişkide saygı kavramının ne denli önemli ve gerekli olduğunu biliriz. Ancak iş kendi yaşadığımız ilişkilere gelince nedense son derece zarar verici davranışları önemsemez ve görmezden geliriz.
Belki eşimize ya da partnerimize karşı hissettiğimiz bağlılık nedeniyle gerçekleri net olarak göremeyiz. Belki de karşımızdaki kişiye karşı saygı duymanın ne anlama geldiğini bir an olsun durup düşünmeyi unuturuz. Her ne olursa olsun, genellikle ya hayatı paylaştığımız kişiye karşı yeterli derecede saygıyı göstermeyiz ya da ondan bu saygıyı görme konusunda sorunlar yaşarız.
Şimdi sizleri günlük yaşantıda saygı adını verdiğimiz bu davranış biçiminin ne anlama geldiğini düşünmeye ve bu kavramı anlamaya davet ediyoruz. Ayrıca unutmayalım ki, saygı olmadan sevgi de olmaz. En azından bu şartlarda sağlıklı bir sevginin bulunmasının mümkün olmadığını bilmek gerekir.
İlişkide Saygının Anlamı Nedir?
Sana Bir İnsan Olarak Saygı Duyuyorum
Bu yaklaşım, içinde bulunduğumuz her tür sosyal etkileşimde var olması gereken temel bir ihtiyaçtır. Karşımızdaki kişiye her insanın hak ettiği şekilde nezaketli ve anlayışlı bir biçimde davranmayı gerektirir.
Hiçbirimiz bir iş arkadaşımıza ya da market çalışanına bağırıp çağırmaz, onları sürekli olarak aşağılamaya çalışmaz ya da onlara saldırmayız. Ancak konu partnerimize gelince kimi zaman bir çift olarak bu uygunsuz davranışları sergileme konusunda herhangi bir sakınca görmeyiz. Kişinin kendine aşırı bir biçimde güvenmesi onun fiziksel ya da sözlü olarak şiddet uygulamasını hiçbir şekilde haklı çıkarmaz. Şartlar ne olursa olsun karşınızdaki kişiye sesinizi yükseltmek ya da onu aşağılamak kabul edilebilir bir tutum değildir. Bu tür davranışları en sevdiğimiz kişiye karşı yapmak daha da kabul edilemez bir tavırdır. O nedenle bu tür olumsuz davranışları ilişkinin bir parçası haline getirip normalleştirme yanılgısına düşmemek gerekmektedir. Çünkü bunların saygısızlıktan başka bir anlama gelmediği bilinmelidir.
Senin Kişiliğine Saygı Duyuyorum
İyi bir sevgi ilişkisi birbirine denk iki kişiden oluşan bir ilişki değildir. Böyle bir ilişki aslında birbirlerinin farklılıklarını anlayan ve bunlara saygı duyan kişilerin yaşadıkları ilişkidir. Pek çok kişi bir süre birlikte olduklarında birbirlerinin zevklerini, fikirlerini ya da farklı yönlerini değiştirmeye çalışır. Aslında farkında olmadan karşılarındaki kişinin özüne ya da ruhuna saygısızlık etmiş olurlar. Partnerinizle tanıştığınızda ona aşık olma nedeniniz tam olarak onun kendine özgü sahip olduğu özellikler ve farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Peki o halde neden bunları değiştirme çabası içine giresiniz ki? Her insanın kendine özgü tercihlerini, düşüncelerini, hobilerini geliştirme ve bunları bir ilişkiye başladığında da devam ettirme hakkı vardır.
Temel hedef ortak zevklerin bulunduğu bir ortak yaşam olmamalıdır. Yani tüm tercihlerinizi bir araya getirip birbirinden farkı kalmayan tek bir insan haline dönüşmeye ihtiyaç yoktur. O nedenle, partnerinizi olduğu gibi kabul ederek ona saygı duymak çok daha sağlıklı ve zenginleştirici bir tutum olacaktır. Çünkü bu sayede paylaşma ve birbirinizden yeni şeyler öğrenme şansı yakalarsınız.
Hislerine Saygı Duyuyorum
Bu ayrıntı pek çoğumuzun genellikle göz ardı ettiği önemli bir konudur. Bir ilişki yaşıyorsak, bu ilişkinin parçası olan diğer kişinin duyguları ve hislerine dikkat etme sorumluluğunu ve bilincini de taşıyor olmamız gerekir.
Her insan kendi mutluluğu ve sağlığından sorumludur. Ancak diğer kişilerle aramızda bağlar oluşturdukça onların hislerini anlamayı ve onlara saygı göstermeyi de öğrenmemiz gerekir.
Örnek olarak partnerlerden biri daha hassas ve duygusal, diğeri ise daha mesafeli ve soğuk bir yapıya sahip olabilir. Biri daha meraklı bir kişiliğe sahipken, diğeri çatışmalardan kaçınmaya daha eğilimli olabilir. Biri diyalog kurmayı daha fazla önemserken, diğeri yalnız başına düşünerek karar vermeye daha yatkın bir kişiliğe sahip olabilir. İşte tüm bu farklılıkların sonucunda, eğer biri diğerinin yaklaşımına saygı göstermezse çeşitli sorunların ortaya çıkması da kaçınılmaz bir hal alır. Bu durumda her iki tarafın da ortak bir duygusal nokta bulmak için çaba sarf etmesi gerekir. Meraklı tarafın, herhangi bir tartışmanın ardından diğer kişinin yalnız kalma ihtiyacını saygıyla karşılaması önemlidir. Ancak aynı şekilde daha soğuk ve anlaşılması zor olan tarafın da diyalogun gerekli olduğunun bilincine varması gerekmektedir.
Her ne olursa olsun bir ilişkide karşı tarafın duygusal tarzına saygı göstermek temel bir prensip olmalıdır. O nedenle çiftlerin karşılıklı duygularına değer vermesi ve kriz anlarında dahi empati kurabilmeyi başarabilmesi önemli bir gerekliliktir.
Bir İlişkide Saygıyı Oluşturan Temel Faktörlerden Biri: Çevre
Son olarak, sizi sevdiğiniz insanlardan uzaklaştırmaya çalışan kim olursa olsun, size saygı duymuyor demektir. Aileniz ve arkadaşlarınız kişiliğinizin önemli birer parçasıdır. Onlar size ihtiyacınız olduğu anda ihtiyacınız olan desteği, anlayışı ve yardımı sunarlar. Bu nedenle de, partnerinizin onlara ve sizin onlarla olan ilişkinize saygı duyması gerekmektedir. Partneriniz ve çevrenizdeki diğer insanlar birbirlerini sevmek ya da birbirleri ile iyi geçinmeye çalışmak zorunda değildir. Çünkü bu tür ilişkileri genellikle kontrol edemeyiz ya da şekillendiremeyiz. Ancak öte yandan, herkesin birbirine saygı göstermesi bir zorunluluktur.
Bu bağlamda, sevdikleriniz hakkında olumsuz sözler sarf eden ve onları sürekli eleştirerek sizi onlardan uzaklaştırma çabası içine giren bir kişi aslında tehlikeli bir kişidir. Bu nedenle, partneriniz için önemli olan insanları anlamaya çalışmanız ilişkiniz açısından son derece faydalı olacaktır.
Psikolog Elena Sanz
Sevgisiz hayat, hiç yaşanmamış demektir.
İlişkide yalnız hissetmek son derece acı verici bir durum olabilir. Partnerinizin size karşı neden ilgisiz olduğunu bilmemek adeta canınızı yakar. Ne de olsa ilişki kurmamızın amacı, sevildiğimizi hissetmek ve bize hayat arkadaşı olacak bir partner istememizdir. İnsanlar bunun eksikliğinde yalnız hisseder ve yalnızlığı bir sorun olarak görür.
Gustavo Adolfo Becquer bütün bilgeliğiyle diyor ki, hayatınızda yalnızlığınızı konuşabileceğiniz biri olduğu sürece yalnızlık çok güzeldir. Ancak sosyal medyada bir sürü takipçisi olan birçok kişi yine de yalnız ve çevresinden kopuk hissedebiliyor. Bu psikolojik olarak acı verici olmasının yanı sıra sağlık problemlerine de yol açabiliyor. Nitekim bu yeni ortaya çıkan bir problem de değil. İlişkilerde yalnız hissetme sorunu insanların zaten ezelden beri baş etmeye çalıştığı bir şeydi. Ancak yalnızlık hakkında yapılan güncel araştırmalar sayesinde her yaştan insanı etkileyen bu fenomenle ilgili daha çok şey keşfediliyor. Hem genç hem de yaşlı çiftler yalnızlık ve ilgisizlik sorunlarıyla karşı karşıya kalabiliyor.
“Yalnızlıktan korkuyorsanız evlenmeyin.”
– Anton Chekhov
İlişkide yalnız hissetmek nedendir?
En kötü acılardan biri, sonsuza kadar birbirini sevmeye yemin eden iki kişinin arasına soğuk bir sessizlik girmesidir. Bazen partnerlerden biri verdiği bu sözü unutur ve bilinçli ya da bilinçsiz olarak partnerine karşı ilgisiz olmaya başlar. Böyle bir durum bir gecede aniden olmaz. Psikolojik anlamda birinden soğuma hissi genelde fark ettirmeden kişiyi gafil avlar. Beraber keyif alarak yaptığınız şeyler artık ilginizi çekmemeye başladığında bu durumla karşılaşırsınız. Detayları unutmak, partnerinizi dinlemeyi bırakmak ya da en basit açıklamayla rutine bağlamak ve çaba göstermekten vazgeçmek sizi buna sürükleyen şeylerdir.
İlişkide karşındakinden uzaklaşmanın ciddi sonuçları vardır. Partnerinizin gittikçe daha da uzaklaştığını izlemek son derece acı vericidir ve bunun birçok sonucu olabilir. Filozof, psikolog ve ilişki uzmanı Dr. Aaron Ben-Ze’ev gibi uzmanlar bunu şöyle açıklıyor:
- Yalnız olmak ve tek başına olmak arasındaki farkın ayrımını yapmak önemli bir noktadır. Tek başına olmak fiziksel olarak kimsenin yanınızda olmaması anlamına gelir. Yalnız olmak ise gittikçe daha da yaygın bir hal alan psikolojik bir gerçekliktir. İlginç olan kısmı ise en çok yalnız hisseden kişilerin ilişki içinde olan kişiler olmasıdır.
- Bu yalnızlık çeşidi genellikle depresif bozukluklara ve anksiyeteye yol açar. Örneğin, Manchester Üniversitesinden Dr. Greg Miller tarafından yapılan bir araştırmaya göre yalnızlık tıpkı sigara içmek ya da hareketsiz bir yaşam tarzı kadar sağlığa zararlıdır.
Haydi, ilişkinizde yalnız hissetmenizin olası sebeplerinden bazılarını analiz edelim.
Aşkın bitmesi ve değişim korkusu
Bazen aşkın bitişi bir anda çarpan soğuk bir cereyan etkisi yapabilir, nereden geldiğini bile anlamazsınız. Hiçbir şey değişmemiş gibi görünse de aniden her şey anlamsız, heyecandan yoksun ve sıkıcı hale gelebilir. Aşkın neden bittiğine dair her zaman somut bir sebep olmaz. Bazen öylece oluverir ve bu her iki taraf için de beklenmedik bir durumdur. Bununla birlikte, partnerinizi artık sevmediğinizin net bir şekilde farkına vardıysanız hislerinizi onunla paylaşmalısınız. Partnerinizi kandırmak (ya da kendinizi kandırmak) ciddi sonuçlara yol açabilir. Bunlardan biri, ne kadar saklamaya çalışsanız da partnerinize ilgisiz davranmaktan kaçamayacak olmanızdır.
Rutine bağlamak
Günlük rutininizden çok bunaldığınız zaman ilişkinizde yalnız hissetmeniz daha olasıdır: iş, çocuklar ve sorumluluklar arasında koştururken şefkat göstermeye ya da bağlarınızı güçlendirmeye zaman bulamayabilirsiniz. Bu durumda diyaloglarınız bile otomatikleşmeye başlar; ilgi, sevgi ve yakınlık kurma temasından uzak bir hal alır. Bununla baş etmenin yolları, bir şeyleri değiştirmek ya da profesyonel yardım almak olabilir. Her halükarda pasif olmakla problem kendi kendine çözülmeyecektir.
İlişkide yalnız hissetmek: ya sebebi sizseniz?
Bazen hayatınızda öyle bir noktaya gelirsiniz ki içinizde açıklanamaz bir boşluk hissedersiniz. Bu hal tatminsizlik, varoluşsal bir kriz ve değişim korkusunun bir karışımıdır. Bu sandığınızdan da yaygın rastlanan bir durumdur. Bazı insanlar zamanla değişir ve istediğini elde edememenin hayal kırıklığıyla baş başa kalınca ilişkide yalnız hissetmek kaçınılmaz olur. Bunda kimsenin bir suçu olmasa da partnerinizi size istediğinizi vermemekle suçlamak en kolayıdır. Ancak işin aslı, yalnızlık hissinin sizin dönüşümünüzden kaynaklanıyor olmasıdır.
Siz değişince bakış açınız da değişir. Sevdiğiniz ve hoşlanmadığınız şeyler, ihtiyaçlarınız ve motivasyonlarınız da bununla beraber değişir. Belki profesyonel anlamda farklı bir yola girmişsinizdir, daha bağımsız olmak istiyorsunuzdur ya da yeni sosyal bağlantılar kurma istediği duymaya başlamışsınızdır. İnsanlar devamlı bir değişim halindedir ve bu değişimler ilişkilerinizde de derin izler bırakır.
Sonuç olarak, ilişkide yalnız hissetmek son derece sık rastlanan bir durumdur. Ayrıca birçok ayrılığın da sebebidir. Ayrılık getirmesinin sebebi öncelikle size acı vermesi, psikolojik ve sağlıkla ilgili problemlerle karşılaşmanızdır. İkinci olarak ise kimsenin kimseye böyle bir deneyimi ve bunun sonuçlarını yaşatmaya hakkının olmamasıdır. Bu yüzden, böyle bir yalnızlık yaşıyorsanız altında yatan asıl sebebi araştırın. Partnerinizle konuşun ve samimi, saygılı bir şekilde sorumluluk alarak çözüme ulaştırmaya çalışın.
Psikolog Valeria Sabater
Çay bitkisi içerdiği bileşikler sayesinde tam bir sağlık deposu aslında. Az işlem görmüş beyaz ve yeşil çay çeşitleri tabi ki daha çok korumuş oluyor bu özelliklerini. İçerdiği polifenoller ve kateşinler sayesinde yüksek antioksidan oranına sahip olan çay bitkisi bu sayede kanser önleyici niteliklere sahip bitkilerden biri. Çay, vücutta metabolizma sonucu oluşan zararlı atık ve zehirli maddeleri azaltır. Bu olumlu etki, çaydaki (P) vitamini diye adlandırılan antioksidan özellikli fenolik bileşiklerden kaynaklanır. Bilim adamları, çayın içindeki polyphenols maddesinin kansere yol açabilen kimyasal etkenleri önleyici etki gösterirken, C ve E vitamini gibi, proteinleri ve DNA’yı oksitlenmenin meydana getirdiği hasardan koruduğunu, sağlıklı hücrelerin hasar görmesini önlediğini ve kanser tümörlerinin büyümesini durdurduğunu bildirdiler. Bu konuda yapılan araştırmaya ilişkin rapor, merkezi Chicago’da bulunan Amerikan Sağlık Birliği’nin yayın organı “Archives of Dermatology” de yayımlandı.
Çay, doğal olarak florür içerdiği için, diş minesini kuvvetlendirir ve ağızdaki bakterileri kontrol altında tutarak plak oluşumunun azalmasına yardımcı olur. Böylece diş eti hastalıklarına karşı koruma oluşturur.
Çaydaki tein, konsantrasyonu, uyanık ve isabetli olmayı attırabilir, tat ve koku alma duyularını güçlendirebilir. Ayrıca, hazım sağlayan sıvıları, böbrek ve karaciğer de dahil olmak üzere metabolizmayı uyarır ve böylece toksinlerin ve diğer istenmeyen maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.
Çayın dinlendirici özelliği vardır. Çaya özel teanin maddesi, beynin alfa dalgaları yaymasını teşvik eder. Bu dalgalar, uyuşukluk yapmadan dinlenme özelliğindedir. Kafein, sinir sistemini uyarır, damarların genişlemesini, kan devrinin hızlanmasını sağlar. Çay içenlerde zihin açıklığı olur. Ders çalışırken, kitap okurken verimliliği artırır. Bağışıklık sistemini güçlendiren çay bitkisi çinko, selenyum ve karoten de içermektedir.
Tabi bu kısaca değindiklerimiz çay bitkisinin en temel sağlıklı yönleri, detaya indikçe birçok farklı özelliğini görebiliriz. Yine de tüm özelliklerinin tek ve en önemli noktası bir fincan çayın hem sağlık hem keyif sunmasıdır.
Sağlıklı çay keyifleriniz bol olsun.
TEA &POT
Kaynak : 1. Michael Schweizer, Heriot-Watt Üniversitesi, Edinburg 2. Archives of Dermatology, Amerikan Sağlık Birliği Yayın Organı, Chicago