Yaşam Süremizi Belirleyen Alışkanlıklar Nelerdir? Prof.Dr. Oytun Erbaş’tan Kaliteli Yaşam Sırları
Surat asan insanların zulmünden yoruldunuz mu?
Vücut Tipimiz ve Karakterimizin Bağı… Hangi Hormonumuzla Kıskanırız? | Oytun Erbaş Anlattı
Mutlu olmak için çıktığımız yolda neden bu kadar çok sorun çıkıyor?
Kalp kırıklığı nedir?
Yeni doğan bir bebeği karşıladığımızda aklımıza gelen ilk sorulardan biri fiziksel özelliklerinin anneye mi yoksa babaya mı benzediğidir ki buna biraz gözlemle kolaylıkla cevap verebiliriz. Öte yandan; çocuğun zekâsı, kişisel tercihleri, mizacı gibi psikolojik özellikleri söz konusu olduğunda genlerin etkisini bu kadar kolay gözlemlemek bu kadar kolay olmamakta ancak genetik çalışmalar gösteriyor ki sosyal ve psikolojik kişilik özelliklerinin hatırı sayılır bir kısmı aslında genetik faktörlere bağlı.
Davranışsal Genetik Kalıtsallık Nedir?
Kalıtsallık, bir özelliğin toplumda görülmesinde etkili olan genetik çeşitlilik payını ifade eder. Kalıtsallığı etkisini ölçmek için tek yumurta ikizleri (%100 genetik olarak aynı olan) ve çift yumurta ikizleri (%50 aynı) karşılaştırılır. Böylece bir özelliğin ne kadar kalıtsal olduğu ne kadar çevrenin etkisinde oluştuğu gözlemlenir. Buna göre bir fiziksel ya da psikolojik özelliğin görülmesi ile,
- Tek yumurta ikizlerinin genetiği arasındaki bağlantı çift yumurta ikizlerinden fazla olması kalıtsal etkiyi,
- Hem çift hem tek yumurta ikizi arasında bağlantı bulunması paylaşılan çevrenin (okul, aile, ülke vb.) etkisini,
- Hem çift hem tek yumurta ikizi arasında bağlantı bulunmaması paylaşılmayan çevrenin (farklı okul, arkadaş ya da orijinal deneyimler) etkisini göstermektedir.
Polderman’ın yaptığı meta analizde (2015) geçmiş 50 yılı kapsayan 2,748 ikiz çalışmasına bakılıyor. Toplam 14 buçuk milyon ikiz çiftinde 17 bin 804 özelliğin ne kadar kalıtsal olduğu inceleniyor. Bu özellikler arasında uzunluk, görüş, duyma, kardiyovasküler işlev gibi biyolojik fonksiyonlar olmakla beraber birçoğumuzun psikolojik özellik olarak niteleyebileceğimiz kişilik, mizaç ve davranışsal problemler de bulunuyor. Meta-analizin sonucunda görülüyor ki psikolojik ve sosyal kişilik özellikleri de dahil olmak üzere bir özelliğin toplum içinde çeşitlilik göstermesinin %50’si genetik faktörler ile açıklanabilmekte. Geri kalan yarısı ise çevre (paylaşılmayan çevre, yaşanan özel olaylar) ile ve hesaplama hatası ile açıklanabiliyor.
Kişilik özellikleri derken sadece içedönüklük-dışa dönüklük, deneyimlere açıklık, uyumluluk gibi büyük beş faktörlü kişilik modelindeki kişilik özellikleri değil aynı zamanda;
- Politik olarak liberallik-muhafazakarlık
- Sosyal olarak baskınlık
- Otoriteryenlik
- Karşı gruplara karşı önyargıların olup olmaması (Barlow, Sherlock, ve Zietsch, 2017),
- Bilimsel araştırmalarda kullanılan anketlere katılma eğilimi (Littvay, Popa, & Fazekas, 2013) gibi kişisel ve sosyal tutum ve davranışlar da genetik özelliklerle açıklanabiliyor. Bunun yanında,
- Dinsel hizmet aktivitelerine katılmanın %47’sinin,
- Mesleki olarak dini pozisyonda bulunmanın (misyonerlik, rahip vs.) %41’inin (Waller, Kojetin, Bouchard Jr, Lykken, & Tellegen, 1990) de kalıtsallıkla açıklanabileceğini gösteren çalışmalar bulunmakta.
Öte yandan genlerin kişilik özelliklerine olan etkisinin genetik belirlenimcilik tutumuna yol açmaması gerektiğini vurgulayan Barlow (2019), paylaşılan çevre ve paylaşılmayan çevrenin yerini ikiz çalışmaları üzerinden açıklıyor. Ülke, ev, aileyle yaşanan deneyimler, okul ve toplumun sosyal standartlar gibi ikiz bebeklerin gelişiminde maruz kaldığı ortak etkiler paylaşılan çevreyi oluşturur. Ancak, Polderman’ın yaptığı meta-analizde, genleri hesaba kattığımızda paylaşılan çevrenin kişilik özelliklerindeki farkı açıklamakta etkisi yok denecek kadar aza düşmekte. Bunun bir açıklaması olarak da genlerin çevre algısındaki etkisi sunuluyor. Örneğin, genç ikiz çocuklarla yapılan bir çalışmada “okula bağlılık” araştırılıyor (Jacobson & Rowe, 1999). Öğrencilere, okuldaki öğretmenleri ya da arkadaşları tarafından kabul edilme, desteklenme, değer verilme ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığı soruluyor böylece çocukların okul çevresini nasıl algıladığı gözlemleniyor. Verilen cevaplardaki çeşitliliğin kız ikiz çocuklarında %45’i, erkek ikiz çocuklarında %17’si kalıtsallık ile açıklanabiliyor. Cevaplardaki çeşitliliğin geri kalanı ise paylaşılmayan çevre (benzemeyen farklı deneyimlerden) ya da hatadan kaynaklı olabileceği ortaya konuyor.
Genler ile Çevre Nasıl Etkileşiyor?
Sosyal, bilişsel ve psikolojik özelliklerin görülmesinde tek bir gen ya da çevre faktörü tarafından belirlenemeyeceği oldukça açıktır. Çevreyle genlerin etkileşimini inceleyen araştırmalar bir kişilik özelliğindeki çeşitlilikle çevresel faktördeki çeşitliliğin ne oranda örtüştüğüne bakıp gen-çevre etkileşiminde üç ana ilişki buluyorlar:
- Aktif Gen – Çevre Bağlantıları: İnsan, çevreyle ilişkisinde sadece alıcı rolünde kalmamakta, kişiliğine, tercihlerine, ilgilerine ya da ihtiyacına göre çevresini oluşturmakta ya da halihazırdaki çevresini dönüştürebilmektedir. Örneğin, sosyal biri birçok sosyal etkileşimde bulunabileceği ya da var olan ilişkilerini derinleştirebileceği bir çevre arayıp bunu oluştururken, dürtüsel hareket etmeyi seven insanlar uyarıcı ve tahmin edilemez durumları tercih edebilir hatta şiddetlin olduğu ortamlara girebilir. Kişinin çevresini oluşturmada genlerin etkisi kişilik özellikleri üzerinden olabilmektedir.
- Uyaran Gen-Çevre Bağlantıları: Bireysel farklılıkların çevreden farklı tepkiler gelmesini ifade eder. Kalıtsal olarak geçmiş bir kişilik özelliği çevreden farklı tepkiler gelmesine sebep olur. Örneğin, ebeveynlerin çocuklarına verdiği davranışlar (çevresel tepki) çocuğun genotipindeki çeşitlilik ile birebir örtüşmektedir (Avinun & Knafo, 2014).
- Pasif Gen – Çevre Bağlantıları: Çocuğa sağlanan çevrenin oluşumunda ebeveynin taşıdığı genlerin etkisini ifade eder. Örneğin, zeki ebeveynler çocukların zihinlerini uyaracak çevre vermeye çalışır. Çocuğun genotipindeki değişiklik ebeveyn ya da kardeşin sağladığı çevredeki değişiklikle örtüşüyorsa ve bu sağlanan çevre çocuktaki kalıtsal bir özellikle (Örn. Zekâ) bağlantılı ise pasif gen-çevre bağlantısından bahsetmek mümkün olmaktadır.
Barlow’un yukarıda bahsettiğimiz derleme çalışması (2019), insanın psikolojik olarak anlaşılmasında genetiğin göz ardı edilmemesi gerektiğine vurgu yaparken tıpkı bu yazıyı okuduğumuzda oluşabileceği gibi genetik çalışmaların insan algısında değişimler oluşturduğundan bahsetmektedir. Örneğin;
- İnsan psikolojisinin genetik temelini inkâr eden insanlarda ırkçılık ve cinsiyetçilik düşükken, psikolojideki genetik etkinin önemini kabul edenlerde ırkçılık ve cinsiyetçilik artış gösteriyor (Bastian & Haslam, 2006; Keller, 2005).
- Psikiyatrik hastalıklara baktığımızda, bu hastalıkların temelindeki biyolojik yatkınlığı öğrenenlerde, hastalığa sahip insanları suçlama eğilimi azalıyor. Bununla birlikte;
- Zihinsel hastalıklara karşı biyolojik tutum takınan kişilerin iyileşmeye karşı daha karamsar, hastalığa yakalanmaya karşı ise daha korku dolu bir tutum aldıkları görülüyor (Haslam & Kvaale, 2015; Kvaale, Haslam, & Gottdiener, 2013).
Bu çalışmalardan anladığımız üzere kişilik özelliklerinin açıklanmasında genetik faktörlerin yeri azımsanmamalı. Ancak, bu genetik tutumun insanı ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ya da zihinsel rahatsızlıklara karşı karamsarlığa sürüklememeli. Nitekim, yukarıda bahsedilen gen-çevre etkileşimlerinde görülüğü üzere genler çevrenin gücünü yok etmemekte, aksine, sosyal çevrenin etkisini ince ayrıntılarıyla görmemizi sağlamakta. Bu sebeple, insanı anlamak üzerine oluşturulan genetik, sosyal, gelişimsel ve kişilik modelinde kalıtsallığın yeri daha iyi anlaşılmalı.
Prof. Dr. Kemal Arıkan
Surat Asmak İçin Çok Sebep Var – Surat asma, gülümse! Ölü zamanlar armağan ettik birbirimize. Anlamsız kaprislerimizle mahvettik ilişkilerimizi belki. Anlık hayatta, baltalayarak öldürdük güzellikleri. Ellerimizle ufaladık bizi gülümsetebilecek çok şeyi
Gülümsediğin kadar çoğalırsın, derdi annem, mutlu ettiğinden daha fazla mutlu olursun derdi. Kimi zaman birini mutlu etmek pişman etse de sonradan beni, yine de annemin sözünü tutmaktan asla vazgeçmedim. Gülümsemeye ayırdığım zaman kadar gençleştiriyor hayat beni. Yüzümüzden düşen bin parça olduğu zaman kimse toplayamaz o parçaları. Parçalar düştüğü yere yapışmaz, eksiliriz. Gelen geçen basar üstüne, dağıldıkça dağılır, bize ait olana yabancılaşırız. Karadeniz’de gemilerimiz battığında bizden geriye ne kalır engin sularda? Ya bu batık kaç kişinin ilgisini çeker?
Yakındık, eskilerin deyimiyle evzindik, suçladık, tavır yaptık ve istemeden batırdık gemileri, bilmeden parçalandık belki bu kadar. Gülmeye inat, çattığımızda kaşlarımızı, çatık kaşlarımızın arasında onlarca kişiyi ezdik. Kısık bakışlarımızla, kırdığımız kalplere bir yenisini daha ekledik.
Kanımız deli deli aktı böyle zamanlarda. Anlamsız hırslar dalgalandı beynimizde, öfkemiz suları kabarttıkça kabarttı. Canice bir keyif aldık suratsızlığımızdan. Bencilliğimizi son zerresine kadar yaşadık, düşünmedik yanımızdakilere verdiğimiz ıstırabı. Öfkemizi kontrol edemedik. İnsanım ben de dedik, savunduk kendimizi önce kendimize karşı.
Çoğu zaman sebepsiz yere asılmasa da suratlar, bazen olur kendimiz bile anlam veremeyiz ruh hâlimize. “Gülmek istemiyorum.”. “İçimde bir sıkıntı var.”. “Negatif bir elektrik hissediyorum üzerimde.” gibi cümlelerle anlatmaya çalışırız durumu. Farkında olmasak da; bir birikimin yarattığı depremdir bu suratsızlık. Ve bu deprem tek bir kişiye zarar vermekle kalmaz ne yazık ki bütün depremler gibi. Gün içinde artçı sarsıntıları hissetmek de kaçınılmazdır. Öyle bir sarsarız ki yakınımızdaki herkesi, sarsıntılar geçip de ortalık sakinleşince yaraları onarmak hiç de kolay olmaz.
Bazen de –en azından kendimize göre- çok ciddi sebepleri vardır asık suratımızın. Bizimle birlikte herkesin de sıkıntımızı yüklenmesini bekleriz. Bir dünya afra tafra yapar, buhranlarda dolaşırız. Söylenen her söze verecek olumsuz bir karşılığımız olur mutlaka. Bencilliğimizi yaşarken etrafımıza verdiğimiz sıkıntı hiç umurumuzda olmaz, hatta tuhaf bir keyif alırız bizden başkalarının da yaşamdan tat almamasından. Özellikle de öfke duyduğumuz insanların. Hırsımızı çıkardığımızı sanırız onlardan. Acı verdiğimizi sanırız.
Surat Asma, Gülümse!
Hayatı birilerine zindan etmek hiç hakkımız değil oysaki. Gülümseyerek yaşama çiçek tohumları serpmek varken, sızlanmak büyük kayıp ve hayata karşı ayıp. Gülümsediğin kadar çoğalırsın derdi annem. Tohum tohum çoğalmak için, filizlenerek var olmak için, hayata karşı ayıp etmemek için, önce kendin için; gülümsediğin kadar çoğalırsın.
Belma Alper Uğurlu / Surat Asmak İçin Çok Sebep Var – Gülümsediğin Kadar Çoğalırsın!
KİŞİSEL GELİŞİM
Sana gülmeyi sevdiren insanlar, değerlidir.
Kalp kırıklığı nedir?
Bazı insanlar kırmaktan korkar, çünkü kırılmak ne demek iyi bilirler.
Kalp kırıklığı sadece duygusal bir durum gibi gelse de aslında fiziksel etkileri de bulunuyor. Bir ayrılık ya da sevilen birinin kaybı, vücudumuzun çeşitli tepkiler vermesine yol açabiliyor.
Kalp kırıklığı, sadece duygusal değil, aynı zamanda fiziksel olarak da derin izler bırakabilen bir deneyimdir. Bir ayrılık ya da sevilen birinin kaybı, vücudumuzun çeşitli tepkiler vermesine yol açabilir. Mide bulantısından uykusuzluğa, cilt problemlerinden ani kilo değişimlerine kadar birçok belirti, bu zor süreçte yaşanabilecekler arasındadır. Bu yazımızda, kalp kırıklığının vücut üzerindeki etkilerini ve bu süreçle başa çıkmanın yollarını keşfedeceksiniz. Peki kalbiniz kırıldığında vücudunuza ne olur? İşte vücudunuzda yaşanabilecek bazı değişimler…
KAN BASINCININ ARTIŞI
Kalp kırılması, genellikle büyük bir duygusal acı ve travmayı tanımlayan bir terimdir, ancak bu durum sadece psikolojik değil, aynı zamanda fiziksel sağlık üzerinde de önemli etkiler yaratabilir. Duygusal stres ve üzüntü, vücutta karmaşık bir dizi fizyolojik değişikliği tetikler. Özellikle stres hormonları, vücutta çeşitli etkiler doğurur. Stres hormonları olan kortizol ve adrenalin, kan basıncını yükseltir ve kalp atış hızını artırır. Bu durum, kalp çarpıntılarına, düzensiz kalp atışlarına ve hatta kalp krizi riskinin artmasına yol açabilir. Uzun süreli stres, kalp kasının yorulmasına ve kalp hastalıklarının gelişmesine zemin hazırlayabilir. Bu nedenle, kalp kırılması yaşandığında kalp sağlığının dikkatle izlenmesi önemlidir.
VÜCUT AĞRILARI
Fiziksel ağrılar da bu süreçte yaygın olarak görülür. Özellikle göğüs ağrıları, genellikle “stres göğüs ağrısı” olarak adlandırılan bir durumla ilişkilidir ve bu, stresin göğüs kaslarını gererek ağrıya neden olmasıyla oluşur. Bu tür ağrılar, kalp hastalığı ile karıştırılabilir, bu yüzden dikkatli değerlendirilmelidir. Ayrıca, baş ağrıları, özellikle migren ve gerilim tipi baş ağrıları, stresle ilişkili olarak ortaya çıkabilir. Duygusal stres, sinirlerin gerilmesine ve kimyasal değişikliklere yol açarak baş ağrılarına neden olabilir. Kaslarda gerilme ve ağrı da yaygın bir diğer etkidir. Boyun, omuz ve sırt bölgelerinde bu tür kas ağrıları, vücudun genel gerilimi ve stresle başa çıkma mekanizmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.
SİNDİRİM BOZUKLUKLARI
Sindirim sistemi, kalp kırılmasının etkilerinden önemli ölçüde etkilenir. Duygusal stres, iştah değişikliklerine yol açabilir; bazı kişiler iştah kaybı yaşarken, diğerleri aşırı yeme isteği duyabilir. Bu durum, kilo değişikliklerine ve beslenme alışkanlıklarının bozulmasına neden olabilir. Ayrıca, mide bulantısı ve sindirim sorunları da yaygın belirtiler arasında yer alır. Stresin sindirim sistemi üzerindeki etkisi, mide bulantısı, kusma ve diğer sindirim sorunları şeklinde kendini gösterebilir. Uyku düzenindeki bozukluklar da önemli bir sorundur. Kalp kırılması sırasında yaşanan duygusal acı, uykusuzluk, gece boyunca sık sık uyanma ve genel uyku kalitesinin düşmesi gibi problemlere neden olabilir. Kabuslar ve rahatsız edici rüyalar, stresin uyku üzerindeki etkilerini daha da kötüleştirebilir. Bu tür uyku problemleri, kişinin genel ruh hali ve enerji seviyeleri üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.
BÜTÜNSEL YAKLAŞIM
Uzun vadeli etkiler ise bağışıklık sistemi ve genel sağlık üzerinde belirgin sonuçlar doğurabilir. Sürekli stres, bağışıklık sistemini zayıflatarak vücudu enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale getirebilir. Ayrıca, uzun süreli stres, kalp hastalıkları, hipertansiyon ve diyabet gibi kronik hastalık risklerini artırabilir. Depresyon ve anksiyete bozuklukları gibi duygusal sorunlar, genel sağlık durumunu daha da olumsuz etkileyebilir. Bu tür etkiler, kalp kırılmasının yalnızca geçici bir duygusal durum değil, aynı zamanda sağlık üzerinde uzun vadeli sonuçlar doğurabilecek bir durum olduğunu gösterir. Neticede, kalp kırılması sadece duygusal bir travma değil, aynı zamanda fiziksel sağlık üzerinde de geniş bir etki yelpazesine sahip bir durumdur. Stres hormonlarının artışı, fiziksel ağrılar, sindirim sorunları, uyku bozuklukları ve bağışıklık sistemindeki değişiklikler, bu etkiler arasında yer alır. Duygusal acının fiziksel sağlık üzerindeki etkilerini anlamak, iyileşme sürecinde destekleyici yaklaşımlar geliştirmek açısından kritik öneme sahiptir.
YENİ ASIR
Gülümsediğim sürece kimse içimdeki acıları göremez.
Acılar: anlayışlı olmanın anahtarı
Hayat, mutluluk ve sevinçlerle dolu olduğu kadar, acı ve zorluklarla da doludur. Acılar, bireylerin yaşam yolculuklarında kaçınılmaz birer deneyimdir. “Acılar anlayışlı olmamızı sağlıyor” ifadesi, bu zorlu deneyimlerin insan psikolojisindeki derin etkisini ortaya koyar. Acı, yalnızca bir olumsuzluk değil, aynı zamanda empati ve anlayış geliştirmede önemli bir araçtır. Bu yazıda, acıların insanı nasıl şekillendirdiğini, anlayışlı olmanın önemini ve bu süreçte kazanılan değerleri inceleyeceğiz.
Öncelikle, acılarımızın bireysel deneyimler üzerindeki etkisine bakalım. Her birey, yaşamı boyunca çeşitli acı ve kayıplar yaşar. Bu deneyimler, insanın ruhsal yapısını etkiler ve kişinin kendine, başkalarına ve dünyaya bakış açısını derinlemesine değiştirebilir. Acılar, bireylerin dayanıklılığını artırarak, onlara güç kazandırır. Zorlu süreçler, çoğu zaman insanın kendi sınırlarını keşfetmesine ve içsel kaynaklarını bulmasına yardımcı olur. Bu keşif, bireyi daha anlayışlı ve duyarlı hale getirir.
Acı, aynı zamanda başkalarının duygularını anlamamızda da önemli bir rol oynar. Kendi acılarımızı deneyimlediğimizde, benzer zorluklar yaşayan diğer insanlara karşı daha fazla empati duyma kapasitemiz artar. Bu durum, sosyal ilişkilerdeki derinliği ve bağlılığı artırır. Bir insanın yaşadığı acıyı anlamak, o kişinin duygusal durumuna daha duyarlı olmamıza ve ona destek olma isteğimizi pekiştirir. Acı, bu anlamda, insanları birleştiren bir deneyim haline gelir.
Acıların getirdiği anlayış, bireyin kendisini ve çevresini daha iyi tanımasına da yardımcı olur. Zorluklar, insanın kendi değerlerini, inançlarını ve hayata dair perspektifini sorgulamasına yol açar. Bu sorgulama süreci, bireyin kendine dair daha derin bir anlayış geliştirmesine ve yaşamın anlamını yeniden değerlendirmesine olanak tanır. Kendi acı deneyimlerimizi anlamak, daha geniş bir perspektifle başkalarının acılarını da anlamamıza yardımcı olur.
Acılar, anlayışlı olmanın anahtarıdır. Yaşadığımız zorluklar, sadece bireysel birer deneyim olmanın ötesinde; başkalarına karşı duyarlılığımızı artıran birer öğretmendir. Acı, dayanıklılığımızı pekiştirirken, empati ve anlayış geliştirmemizi sağlar. Bu nedenle, acılarımızı kabullenmek ve onlardan ders çıkarmak, hem kendimizi hem de çevremizdeki insanları daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Acılar, yaşamın kaçınılmaz bir parçası olarak, bizi güçlendirir ve anlayışlı bireyler olmamıza katkıda bulunur.
ŞEYDA Harmancı