
Doç. Dr. Nergis Dama: Kimsesizleşiyoruz
Yaşam Süremizi Belirleyen Alışkanlıklar Nelerdir? Prof.Dr. Oytun Erbaş’tan Kaliteli Yaşam Sırları
Surat asan insanların zulmünden yoruldunuz mu?
Vücut Tipimiz ve Karakterimizin Bağı… Hangi Hormonumuzla Kıskanırız? | Oytun Erbaş Anlattı
Mutlu olmak için çıktığımız yolda neden bu kadar çok sorun çıkıyor?
Kalp kırıklığı nedir?

Kıskançlık
Bencillik
Herhangi Birisinin İçindeki İnsanlığı Görebilmek
Daha Mutlu Bir Hayat İçin Ruhsal Yorgunlukla Mücadele Yöntemleri
Haksızlığı Cezalandırma Davranışında Beynin Farklı Bölgeleri Arasındaki Bağlantının Etkisi
Bir Hafızanız Olduğunu Unutmayın!
Beyin Gücü, Sigara Ve Alkolizm
Genetik-Sosyal-Gelişimsel-Kişilik Modelinde Kalıtsallığın Yeri
Surat Asmak İçin Çok Sebep Var – Gülümsediğin Kadar Çoğalırsın!
Kalp kırıklığı fiziksel sağlığınızı da etkiliyor
Acılar: anlayışlı olmanın anahtarı


Bencillik nedir? Tanımı
Bencillik, başkasını (ya da karşısındakini) dikkate almadan ya da önemsemeden yalnız kendi istek ve gereksinimlerini dikkate alarak hareket etme olarak tanımlanabilir. Bencil insanlar sürekli olarak yalnız kendi çıkarlarını düşünür, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün ve önemli tutar, o çerçevede davranırlar. Başka bir deyişle menfaatçi ve çıkarcıdırlar.
TDK Güncel Türkçe Sözlük’te bencil insanlar hodbin, hodkâm ve egoist olarak nitelenirler. Egoist günlük dilde de (yalnız ülkemizde değil bütün Dünyada) yaygın kullanılan bir niteleme olmakla birlikte psikanalizde ruhsal aygıtın bir parçası olarak tanımlanan ego (benlik) kavramı ile ilişkili olarak düşünülmemelidir.
Kendini düşünme bencillik midir?
Kendini düşünme, kendi istek ve gereksinimlerine sahip çıkma ile bencillik eş anlamlı tutulmamalıdır. Kendi istek ve gereksinimlerinin farkına varmak, onların karşılanması için çaba göstermek en sağlıklı insan davranışlarından birisidir. Ancak bu çabanın sınırı başkalarının da kendilerine göre istek ve gereksinimlerinin olduğunu dikkate alma ve mümkün olduğunca adaletli davranma çabası içinde olmadır. İnsan ilişkilerinde sürekli ‘alma’ ve ‘verme’ vardır ve sağlıklı bir kendini düşünmede ‘alma’ isteği kadar ‘verme’ isteği de vardır. Bencillikte ise kendini düşünmenin yanında başkasını, diğerini ya da karşısındakini düşünmeme de vardır.
Ben merkezli düşünme, ben-merkezcilik ve bencillik
Ben merkezli düşünme ve ben-merkezcilik ile bencillik iç içe geçen ve büyük oranda örtüşen kavramlar olmakla birlikte eş anlamlı kavramlar değildir. Ben-merkezcilikte, çevresindeki insanları adeta bir figüran gibi görme söz konusudur. Sanki yaşam onun çevresinde, onu merkeze alarak sürmektedir. Diğer insanların adeta önemi yoktur. Ben-merkezci davranışlar aynı zamanda bencil bir davranış olarak değerlendirilebilir. Fakat asıl bencillik diğer insanların da istek ve gereksinimleri olduğunu bilerek kendi istek ve gereksinimlerini hepsinin üstünde tutmadır.
Bencillik bir ruhsal hastalık mı?
Bencillik doğrudan bir ruhsal bozukluk olarak düşünülmemeli ve bir kişilik özelliği olarak ele alınmalıdır. Özellikle narsistik ve antisosyal (sosyopat, psikopat) kişilik bozukluğunun en önemli belirtilerindendir.
Bencillik ile ilgili kısa ve öz bilgiler
- Bencil insanlar hemen her zaman nankör insanlardır. Fakat ‘nankör’ olarak nitelediğimiz insanların hepsinin bencil bir insan olduğunu ileri sürmek yanlış olabilir. Bazen kendi beklentilerinin gerçekdışı olduğunun farkında olmayan insanlar kolaylıkla diğer insanları nankör olmakla suçlayabilmektedirler. Ayrıca diğer insanların da belli bir düzeyde kendi istek ve gereksinimlerini de dikkate alma haklarının olduğu unutulmamalıdır. Bencil insanlar hemen her zaman ve herkese karşı nankörce davranırlar.
- Bencil insanlarla ortak yaşamı sürdürmek zorlu bir iştir. Her koşulda bencilce davranacakları dikkate alınmalıdır. Hayır diyemeyen, yumuşak başlı, başkalarının gereksinimlerini çok önemseyen, aşırı fedakar ve özgüveni düşük insanlar çoğu zaman bencil insanlar tarafından sömürülürler. Bencil insanlar tarafından sömürülmeye yatkın insanların çok daha fazla dikkatli olması gerekmektedir.
Prof. Dr. Erol Özmen

Kıskançlık bir çok insanın yaşamını etkileyen rahatsız edici duygulardan birisidir. Kıskançlık, yitirilmek istenmeyen bir kişinin ya da bir ilişkinin yitirileceği ya da tehdit altında olduğu sanısıyla yaşanan karmaşık bir ruhsal yaşantıdır. Kıskançlıkla birlikte çoğu zaman öfke, değersizlik, mutsuzluk, yalnızlık ve çaresizlik gibi duygular da yaşanır. Bu duygulara değersizlik ve özgüvensizlik ile ilgili düşünceler eşlik eder.
Kıskançlık hem sahip olduğunu yitirebileceği (başkalarına kaptıracağı), hem de başkalarının sahip olduğuna kendisinin de sahip olması gerektiği düşünüldüğünde hissedilebilen bir duygudur.
Bazen günlük yaşamın bir cilvesi olarak gelip geçici biçimde, bazen de yaşamı alt üst edecek biçimde; bazen yersiz yere ortada hiçbir neden yokken bazen de gerçek bir tehdit ya da yitim söz konusu olduğunda yaşanır. Kıskançlık yaşayan kişiler kıskançlıkların yersiz olup olmadığı araştırmalı ve kendi kendilerine sorgulamalıdırlar. Kıskançlık çoğu zaman kıskanan kişinin iç dünyasından kaynaklanan nedenlerle abartılı ve çarpıtılmış algılardan ve yorumlamalardan kaynaklanmaktadır.
Kıskanmak kuşkusuz insanoğlunun doğasında olan bir duygudur. Fakat günlük yaşamda kıskançlık yaşayan kişilerin pek çoğunun yaşadıkları bu duygu ile baş edemedikleri; kıskandıkları kişi ile ilişkilerinin bozulduğu ve ilişkilerinin eski güzelliğini yitirdiği görülür. Başka bir deyişle tam da korkulan gerçekleşir.
Kıskançlık yaşayan kişilerin özellikle başarmak zorunda oldukları konulardan ilki ilişkiyi korumak ve sürdürmektir. Bu noktada yapıcı yaklaşım zorlayıcı olmayan ve kendi haklarından tümüyle özveride bulunmadan daha fazla yaşantıyı paylaşmaya çalışmaktır. Fakat kıskançlık yaşayan bir çok kişi ilişkiyi korumak ve geliştirmek için yapıcı çaba harcamak yerine gizli gizli öç alarak, küserek, ilişkiyi keserek ya da tehdit ederek, zor kullanarak ve kaba kuvvete başvurarak amacına ulaşmaya çalışmaktadırlar.
Kıskançlık yaşayan kişilerin özellikle başarmak zorunda oldukları konulardan ikincisi özgüvenlerini ve özsaygılarını korumaktır. Kıskançlık yaşayan kişiler yaşandığını düşündükleri rekabette yarışı kaybedeceklerini düşünerek kendilerini değersiz, önemsenmeyen, sayılmayan ve sevilmeyen bir insan gibi hissederler.
Kimlerin daha kıskanç olduğu eskiden beri ilgi çeken bir konudur. Genel olarak bakıldığında kendisini yetersiz ve değersiz gören ya da değerlilik duyguları dış etkilerden çok kolay etkilenen kişilerin daha kıskanç oldukları görülmektedir.
Kadın ve erkeklerin yaşadıkları kıskançlık duyguları ile baş etme yöntemleri büyük farklılık bulunmaktadır. Kadınlar görece daha yapıcı bir yaklaşım göstermekle birlikte genel olarak kendi hak ve isteklerinden vazgeçen ve alttan alan bir yaklaşım göstermektedirler. Erkekler ise genellikle tehdit ederek ya da kaba kuvvet kullanarak sonuç elde etmeye çalışmaktadırlar.
Prof. Dr. Erol Özmen


Herhangi Birisinin İçindeki İnsanlığı Görebilmek
Bir tür ‘derin merak’ pratiği yapmak, ‘diğer tarafta’ olsalar bile kendinizle ve başkalarıyla bağlantı kurmanıza yardımcı olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ülke çapında bir yolculuğa çıktığımda amacım Ulusal Parkları gezmek ya da plajda uzaktan çalışmak değildi. Bunun yerine amacım, yetişkin hayatımın çoğunu geçirdiğim San Francisco’nun liberal kalesinde normalde karşılaşmayacağım insanlarla tanışmaktı. 12 ay boyunca yenilenmiş Prius’umda yaşadım ve Planet Fitness’ta duş aldım. Minnesota’da bir Trump mitingine, Katolik rahibelerin ve Y kuşağının birlikte yaşadığı bir manastıra ve Appalachia kırsalında küçük bir kasabaya gittim. Bazı arkadaşlar bu süreçteki planlarımı duyduklarında güvenliğim için endişelendiklerini söylediler. Hatta bıçak ve biber gazı getirmem için beni teşvik ettiler.
Sahip olduğum stereotipler, yaşadığım gerçek kişisel deneyimlerden kaynaklanmıyordu. Sosyal medya ve haberlerden ya da inançları benimkilerini şekillendiren başkalarıyla yaptığım sohbetlerden güç alıyorlardı. Yola çıkmak ve benden farklı insanlarla ilk elden deneyimler yaşamak, görüşlerime daha fazla nüans ve karmaşıklık getirdi. Bariz olanı fark etmeye başladım: ‘Trump seçmenleri’ veya ‘Katolik rahibeler’ gibi şemsiye gruplarda benzersiz bireylerden oluşan bir yelpaze var. Ve kişisel düzeyde bulduğum şey, psikoloji araştırmalarının gösterdiği şeydi: Bizden farklı olan insanlarla ne kadar çok temas kurar ve onları eşsiz insanlar olarak görürsek, onlar tarafından o kadar az tehdit edilmiş hissederiz. Birbirine zıt görüşlere veya hayat hikayelerine sahip olsak bile ortak bir zemin ve paylaşılan bir insanlık bulabiliriz.
Son on yıldır Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’ne bağlı Greater Good Bilim Merkezi gibi kurumlarda bu soruları araştırıyorum. Bu nedenle 12 aylık bir yolculuğa çıktım. Araştırmaya dayalı bu keşiflere öncülük etmek, başkalarıyla nasıl daha güçlü ve olumlu ilişkiler kurabileceğimizi anlama arzumun bir parçası olarak da bu konuda bir kitap bile yazdım.
Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca, daha iyi ilişkiler kurabilmemizin bir yolunun- siyasi veya sosyal farklılıklar arasında bile- ‘derin merak’ dediğim şeyi uygulamak olduğunu öğrendim. Ben bunu ‘bağlantı ve dönüşüme yol açan bir anlam arayışı’ olarak tanımlıyorum. Bahsettiğim merak türü, bu terimin sıkça bahsedildiği dar anlamından farklıdır. İnsanlar merakı genellikle ilgi duydukları yeni konuları araştırmak ya da bir sonraki tatillerinde nereye gideceklerini bulmak için kullanmayı düşünürler. Bu tür bir merak önemli olsa da, sadece yüzeyi ilgilendirir. Ben bu versiyona ‘sığ merak’ diyorum çünkü bu şekliyle sadece yüzeyde kalıyorsunuz.
En derin seviyelerinde merak, bize davet saati için bilgilendirici anekdotlar vermekten çok daha fazlasını yapma gücüne sahiptir. Kalplerimizi ve ruhlarımızı harekete geçirebilir, anlamlı bir bağlantı ve dönüşüm için bir güç haline gelebilir. Kendimizle ve birbirimizle olan ilişkilerimizi güçlendirebilir, anlaşmazlıkları daha iyi yönetmemize, onlarca yıllık evlilikleri canlandırmamıza veya geçmişteki acı veya travmalardan iyileşmemize yardımcı olabilir. Bizi nüans ve sürpriz içeren sorular sormaya davet eder. “Para kazanmak için ne yapmalıyım?” yerine, kendimize şu soruyu sormamızı ister: “Beni gerçekten canlı hissettiren nedir? Birine “Demokrat mısın, Cumhuriyetçi mi?” diye sormak yerine, “Hangi değerlere önem veriyorsun?” diye sormamız için bize ilham verir: “Senin için hangi değerler önemli? “Atalarım nereden geldi?” yerine kendinize şunu sorabilirsiniz: “Hayatım boyunca güzel olanla nasıl bağlantıda kalabilirim?”.
Sizden farklı siyasi perspektiflere sahip olan veya sizinkiyle çatışıyor gibi görünen bir kimliğe sahip olan insanları reddetmek veya yargılamak yerine, derin bir merak uygulayarak, gerçek bir ilgi, alçakgönüllülük, anlayış ve ortak insanlık duygusu geliştirebilirsiniz. Bunu yaparsanız aileleriniz, eşleriniz, çocuklarınız, arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız, komşularınız ve yabancılarla olan ilişkilerinizde iyileşmeler görmeye başlayacağınızı keşfettim. Derin merakı kendinize davranış biçiminizi iyileştirmek için bile kullanabilirsiniz.
Derin merak sadece sahip olduğunuz ya da olmadığınız bir şey değildir. Daha çok bir kas gibidir, onu çalıştırdığınızda güçlenen bir şeydir. Onu ne kadar çok kullanırsak, faydalarını da o kadar çok görürüz. Sadece bağlantı kurmamıza yardımcı olmakla kalmaz, psikolojik araştırmalar aynı zamanda merak pratiği yapmanın bizi daha sevilebilir, daha iyi liderler yaptığını, kaygı ve korkuyu azalttığını gösterir. Bu yüzden birçok terapist bunu bir araç olarak kullanır.
Seek (2023) adlı kitabımda bir yıl süren yolculuğumdan hikayeler ve derin merakla ilgili içgörüler var, ancak aynı zamanda insanlara bu kası çalıştırmak için ‘DIVE’ modeli adını verdiğim bir program sunuyorum.
DIVE Modeli
– (Detach) Ayrılın: Varsayımlarınızı, önyargılarınızı ve kesinlik içeren söylemlerinizi bırakın.
– (Intend) Niyet edin: Zihniyetinizi ve ortamınızı hazırlayın.
– (Value) Değer verin: Kendiniz de dahil olmak üzere her insanın saygınlığını görün.
– (Embrace) Kucaklayın: Hayatınızdaki zor zamanları hoş karşılayın.
Bu Ruhsal Kılavuz (Psyche Guide)’da bu adımların her birinde size yol göstereceğim. Umarım bir sonraki ilk randevunuzda ya da ortaklığınızı derinlemesine incelerken derin merakı daha rahat uygulayabilir; bir seçim döngüsü sırasında yemek masasındaki konuşmaları daha kolay yönlendirebilir ya da sizi endişelendiren hararetli bir iş toplantısını atlatabilirsiniz.
Ne Yapmalı?
• (Detach) Ayrılın: Varsayımlarınızı, önyargılarınızı ve kesinlik içeren söylemlerinizi bırakın
Herkes varsayımlarda bulunur, önyargılar taşır ve kesin olarak inanır. Bunlar, dünyayı anlamlandırmamıza yardımcı olan ve bize güven veren duyguları sağlayan kısayollardır. Dolayısıyla bunlardan kurtulmak, kendiniz, başkaları ve etrafınızdaki dünya hakkında doğru olduğunu düşündüğünüz şeyleri öğrenmemeyi içerir. Bu, derin bir meraka erişmenize ve diğer insanları algılama ve onlarla etkileşim kurma şeklinizi değiştirmenize yardımcı olacaktır.
İşte size ayrılmanıza yardımcı olacak bir egzersiz:
▪ Bahçe Salatası Etkisi
İnsanlar bazen Amerika Birleşik Devletleri gibi çeşitliliğe sahip bir ülkenin kültür için bir ‘erime potası’ olduğunu söyler, ancak bu metafor herkesin kimliklerinin aynılıktan oluşan büyük bir güveçte harmanlandığını düşündürür. Ben bunun yerine, her türlü sebzeyle dolu olan ve bir araya getirildiğinde ağzınızda dinamik bir lezzet ve doku patlaması yaratan bir ‘bahçe salatası’ metaforunu tercih ediyorum. Bir bahçe salatası, her bir malzemenin (ya da bu durumda kişinin) benzersizliğini onurlandırırken, aynı zamanda hepsini bir araya getirmenin bütünü parçalarının toplamından daha iyi hale getirdiğini de kabul eder.
Metaforlar bir yana, insanları grup üyeliklerinden ziyade birey olarak görmenin önyargılarımızdan kurtulmamıza yardımcı olabileceğine dair kanıtlar var- tesadüfe bakın ki bunu yapmanın bir yolu da sebzeler hakkında konuşmak. 😊
Psikolog Mary Wheeler ve Susan Fiske, beyin tarayıcısında (MR) yatan beyaz katılımcılardan siyahi yüzlere bakmalarını ve onları yaşlarına göre (21 yaşından büyük olup olmamalarına göre) sıralamalarını istediklerinde, katılımcıların amigdalalarında – beyinde korku ve tehdit duygularıyla ilişkili bir çift yapı – aktivitenin arttığını gördüler. Wheeler ve Fiske bunu grup kimliği açısından düşünmenin etkisine bağlıyor. Buna karşılık, beyaz katılımcılardan fotoğraflardaki insanların belirli bir sebze türünü (brokoli ya da havuç) tercih edip etmediklerini hayal etmelerini istediklerinde, amigdalalarında aynı artış görülmedi. Araştırmacılar bunun nedeninin, katılımcıların artık her yüzü yekpare bir grubun üyesi olarak değil, kendi zevkleri olan bir birey olarak görmeleri olduğunu düşünüyor.
Uygulama:
Sizden farklı biriyle tanıştığınızda veya onu tanıdığınızda, hangi sebzeyi tercih ettiği gibi belirli bir şeyi öğrenerek onu bireyselleştirmeye çalışın. Brokoli mi yoksa havuç mu seviyorlar? (Benim için havuç.) Unutmayın, hangi insanlara karşı bilinçsiz önyargılara sahip olduğunuzu veya birinin parçası olduğu tüm grupları bilmeniz pek olası değildir, bu nedenle bunu tanıştığınız her yeni kişiyle genel bir uygulama haline getirmek iyi bir fikirdir.
Bunun canlı bir sohbette gerçekleşmesi gerekmez- bir iş konferansında birine sebze tercihlerini sormak garip olabilir (inanın bana, denedim). Biriyle tanışmadan önce bile hayal gücünüzü kullanarak, daha çok brokoli mi yoksa havuç türü bir insan mı olduğunu merak ederek onu bireyselleştirebilirsiniz. Aslında haklı olup olmamanız önemli değildir. Önemli olan, onları benzersiz kılan belirli tuhaflıkları veya özellikleri olan bir birey olarak görmektir.
Ben buna bahçe salatası etkisi diyorum, ancak sebzelere bağlı kalmak zorunda değilsiniz. Onlara sahil ya da dağ gibi diğer tercihlerini ya da daha çok sabah insanı mı yoksa gece kuşu mu olduklarını da sorabilirsiniz. Pasif sosyal kimliklerine odaklanan (örneğin, “benden büyük mü yoksa küçük mü?”) ya da örneğin müzik türleri gibi kültürel stereotipleri tetikleyebilecek sorulardan kaçınmaya çalışın.
Bahçe salatası etkisinin bir versiyonunu daha önce ilk mitingimde kullandığımı hatırlıyorum. Katılımcılara köpek ya da kedi sevip sevmediklerini ve evlerinde evcil hayvan olup olmadığını sormuştum. Bu, grup stereotiplerinin ötesine bakmama ve çoğumuzun paylaştığı bir ortaklığı görmeme yardımcı oldu: hayvan sevgimiz.
• (Intend) Niyet edin: Zihninizi ve ortamınızı hazırlayın
Niyet, derin merak pratiğinizde gelişigüzel olmak yerine kasıtlı olmak anlamına gelir. Bu, örneğin bir sohbette sorabileceğiniz soruları önceden düşünerek veya bir çatışma anında nasıl açık fikirli kalacağınızı gözünüzde canlandırarak doğru zihniyeti hazırlamayı içerir. Ortam açısından, aynı zamanda güvenlik hissini ve kolay, derin dinlemeyi teşvik eden fiziksel bir alan belirlemekle de ilgilidir; örneğin, gürültülü, halka açık bir yer yerine dikkat dağıtıcı unsurların az olduğu veya hiç olmadığı özel bir alan gibi.
Bu tür bir hazırlık; ilk buluşma, gergin bir iş toplantısı veya siyasetin kesinlikle gündeme geleceği bir aile toplantısı gibi derin merakın size yardımcı olabileceği bir duruma girmeden önce bile size yardımcı olabilir. Niyetle ileriyi düşünmek sizi daha başarılı ve daha az stresli olması muhtemel meraklı bir karşılaşmaya hazırlar.
İşte daha fazla niyetle derin merak pratiği yapmanıza yardımcı olacak bir egzersiz:
▪ Kendinizi meraklı olarak hayal edin
Profesyonel spor koçları ve psikologlar sıklıkla ‘zihinsel prova’nın öneminden bahsederler- bir oyundan önce kendinizi iyi yaptığınızı gözünüzde canlandırmanın performansınızı artıracağı fikri. Hayal gücünü bu şekilde kullanmak gerçek bir fark yaratabilir. Psikolog L Verdelle Clark bunu 1960’larda basketbolda tek elle faul atışları bağlamında göstermiştir. Araştırmacı iki grubu karşılaştırmıştır: bir grup 14 okul günü boyunca atışları fiziksel olarak çalışmış, diğer grup ise aynı süreyi aynı sayıda atış yaptıklarını hayal ederek geçirmiştir. Grupların şut isabet oranı alıştırma döneminden sonra öncesiyle karşılaştırıldığında, zihinsel alıştırma yapan grubun neredeyse fiziksel alıştırma yapan grup kadar iyileştiği görülmüştür (önceki deneyime bağlı olarak ortalama yüzde 15 ila 26 arasında iyileşme). Bu ufuk açıcı çalışmadan bu yana benzer sonuçlar beyzbol ve jimnastik gibi farklı spor dallarında da tekrarlanmıştır.
Görselleştirme oyun oynamayı nasıl geliştirebiliyorsa, aynı yaklaşımı derin meraklı bir kişi olarak performansınızı geliştirmek için de kullanabilirsiniz.
Tıpkı bir arkadaşınızın düğününde ya da bir şirket etkinliğinde yapacağınız konuşmayı birkaç kez prova etmeniz gibi, meraklı karşılaşmaları kafanızda canlandırmak için zaman ayırmanız da iyi geçme olasılığını artıracaktır. Zihninizde canlandırın: Ne tür sorular soruyorsunuz? Karşılaşmadan önce zihninizi ve bedeninizi nasıl besliyorsunuz? Konuşma nerede gerçekleşecek?
Örneğin, bir yöneticinin hararetli geçmesini beklediği bir ekip toplantısına nasıl katılacağını gözünde canlandırmak için kendisine birkaç dakika verdiğini düşünün. Soracağı sorular hakkında düşünebilir, örneğin “herkes için hangi duygular ortaya çıkıyor?” ve “ne tür bir destek sizin ve bizim için yararlı olur? Görselleştirme, görüşmeden önce iyi yemek yemesi ve uyuması gerektiğini fark etmesine yardımcı olabilir (kulağa sağduyu gibi geliyor ama imgeleme olmadan bu niyetle hareket etmeyebilirdi) ve ayrıca toplantının yerini genellikle ekip toplantılarını yaptıkları yerden ziyade ofiste daha özel bir yere değiştirmesi gerektiğini fark edebilir.
Kendi görselleştirmelerinizi planlarken daha fazla destek almak için, özellikle de sizin için yeniyse, uygulamanın nasıl işlediğine dair size rehberlik edecek bir ses kaydı oluşturun.
Bir uyarı: Zihnin gözündeki imgeleri görme yeteneğini etkileyen bir durum olan afantazinin (imgeleri görselleştirememe) çvarlığını kabul ediyorum. Eğer bu sizseniz, endişelenmeyin. Senaryoyu kafanızda hayal etmek yerine, tıpkı bir senaristin bir sahnede iki karakter arasındaki diyaloğu yazması yazabilirsiniz.
• (Value) Değer: Kendiniz de dahil olmak üzere her insanın saygınlığını görün
Değer vermek, kendiniz de dahil olmak üzere tüm insanların doğasında var olan haysiyeti görmektir. Derin merakı uygulamak, ne yapmış olurlarsa olsunlar ya da onlar hakkında ne hissediyor olursanız olun, her bir insanın insanlığını kabul etmektir. Nokta. Başkalarının doğal değerini onurlandırana ve onları yaşamları, aileleri, sevinçleri, mücadeleleri, işleri, kişilikleri, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeyler olan karmaşık varlıklar olarak görmeye çalışana kadar, derin meraka erişemeyiz.
Birine değer verdiğinizde, mesafe yerine bağlantı ve yargılama yerine anlayış yolunu seçersiniz. Örneğin, bir arkadaşınız size bir davetiye göndermediğinde ne hissettiğinizi keşfederek ve ardından endişelerinizi onunla paylaşarak kendinize değer verirsiniz. Arkadaşınıza, incinmişliğiniz ve acınız nedeniyle “pislik” demeyerek, duygularınıza yanıt vermesi için ona bir şans tanıyacak kadar saygı duyarak değer verirsiniz.
Bunu okurken muhtemelen başınızı sallayarak onaylıyorsunuzdur. Elbette birçoğumuz kendimizi başkalarını zaten tam ve bütün olarak gören insanlar olarak görmeyi seviyoruz. Ancak konu otoyolda önünüzü kesen o pislik, yürüyen bir mikro saldırgan olan o iş arkadaşı, şu siyasi adaya oy veren kişi ya da hata yaptığımızda kendimize sert davranmak olduğunda -dürüst olursak- onlara ve kendimize değer verme pratiği yapmak çok daha zordur.
Değer verme pratiği yapmanın bir yolu da şudur:
▪ Yönelmek ve uzaklaşmamak
Evli psikologlar John Gottman ve Julie Schwartz Gottman onlarca yıldır nasıl daha iyi sevilebileceği sorusunu araştırıyorlar. Araştırmaya dayalı uygulamalar ve programlar aracılığıyla ilişkileri güçlendirmeye adanmış Gottman Enstitüsü’nü kurdular. Evlilikleri daha uzun, daha sağlıklı ve daha mutlu kılan nedir? Gottman’ların bulduğu temel cevaplardan biri, partnerinizin ilginize yönelik ‘tekliflerine’ karşılık vererek ona değer vermenizdir. Araştırmalarında, bu teklifler genellikle akşam yemeğinde ne pişirileceğini veya eşlerinin hangi kitabı okuduğunu sormak gibi bir soru şeklindeydi. Diğer örnekler şunlardır: “haftan nasıl geçiyor?” ya da “şu çakalı gördün mü? Çalışmadan altı yıl sonra hala evli olan çiftlerin bu tekliflere ‘yönelme’ olasılığı daha yüksekti, yani teklifi alan eş “Akşam yemeğinde somon pişirmeye ne dersin?” veya “Richard Powers’ın The Overstory kitabını okuyorum ve gerçekten çok hoşuma gidiyor!” gibi bir yanıt veriyordu.
En önemlisi, dikkat çekmek için bir teklife yönelmek için bunun farkında olmanız gerekir. Bu, size bir soru soran ya da bir şeye işaret eden birine karşı dikkatli ve özenli olmanızı gerektirir. Örneğin, partneriniz “Yemeğin tadı nasıldı?” diye sorduğunda siz telefonunuza dalmışsanız, dikkatinizi çekmek için bir teklifte bulunduğunu kabul etmeyeceksiniz. Partneriniz “Nasıl görünüyorum?” diye sorduğunda, aklınız hemen onun güvensizliğine ya da iltifat beklediğine dair bir yargıya gidiyorsa, ona yönelme şeklinizi bulandırabilirsiniz.
Önem verdiğimiz insanlara yönelmek onların gözümüzdeki değerini teyit eder. Birinin önemli olduğuna dair inancımızı bu şekilde davranışa dönüştürürüz. Partneriniz dikkatinizi çekmek için bir teklifte bulunduğunda ona değer vererek, ona karşı meraklı davranmış olursunuz.
Başkalarına yönelmenin daha güçlü ilişkilere yol açabileceğine dair kanıtlar Gottman’ların romantik ilişkiler üzerine yaptığı öncü araştırmalardan geliyor olabilir, ancak iş arkadaşlarından komşulara veya arkadaşlardan aileye kadar diğer bağlantılara da uygulanabilir. Bir arkadaşınız size modayla ilgili bir şeyden bahsederek dikkat çekmeye çalıştığında- konuyla ilgilenmiyor olsanız bile- ona doğru dönün. Onlara bu konuda neyi ilginç bulduklarını sorun. Ya da bir meslektaşınızla bir projenin nasıl ele alınacağı konusunda fikir ayrılığına düştüğünüzde, kendi bakış açınızı savunmak yerine merak etmeye başlayın ve “bana kendi bakış açınızdan biraz daha bahsedin” deyin. Bu anları, gündeme getirdikleri konudan ziyade, merak ettiğiniz kişi hakkında daha fazla şey öğrenmek için bir fırsat olarak görün. Fierce Conversations (2002) kitabının yazarı Susan Scott’ın sözleriyle: “Sohbet ilişki hakkında değildir. Konuşmanın kendisi ilişkidir.”
• (Embrace) Kucaklamak: Hayatınızdaki zor zamanları hoş karşılamak
Derin merak geliştirme programının son bölümü özellikle kendinize yönelik olan korktuğunuz veya sizi zorlayan şeylere doğru hareket etmeyi içerir. Bu genellikle; kariyer değişikliği, yeni bir ev, ailenin genişlemesi veya kayıp gibi bir değişim anında olur. Rahatsızlık, korku, endişe veya acıyı uzaklaştırmaya çalışmak yerine, bunların nereden geldiğini ve size ne öğreteceklerini merak etmeye çalışın.
Bunu olumsuz duyguları bastırarak veya her şey yolundaymış gibi davranarak yapmayın. Bunun yerine, iyisiyle kötüsüyle her şeyi kucaklayın ve ardından gelecek değişim olasılığına yer bırakın.
Örneğin, keder yaşadığınızda, o kişinin mirası ve onunla paylaştığınız değerli anılar üzerine düşünebilirsiniz. Ancak bu kişi artık yanınızda olmadığı için hissettiğiniz öfke ve üzüntüyü onurlandırmak ya da onunla yaşadığınız ve kederinizi karmaşık hale getiren geçmiş deneyimleri fark etmek için de alan yaratabilirsiniz.
İşte size kucaklamanın bir yolu:
▪ Quicksanding – Bataklık
Google’da “Bataklıkta nasıl hayatta kalabilirim?” sorusuna verdiğim yanıtların başında biyolog ve vahşi doğada hayatta kalma rehberi Hazen Audel’in bir videosu vardı. Tavsiyesi neydi biliyor musunuz: Panik yapmayın. Söylemesi yapmaktan kolay, biliyorum ama bataklıkta debelenip korktuğunuzda, bu sizi daha fazla ve daha hızlı batıracaktır.
Yapmanız gereken ikinci şey ise; zihninizde değil, bedeninizde kalmak. Bataklık tarafından yutulmak üzere olduğunuzu düşünebilirsiniz, ancak fizik kanunları sayesinde bu imkansızdır (eğer kafa üstü düşmezseniz tabii). Bataklığın kil, tuz ve su karışımının yoğunluğu insan vücudunun yoğunluğunu aşar. Bunun yerine, bataklıkta derin bir nefes alın ve göğsünüzün yükselip alçaldığını gözlemleyin. Yavaşlayarak ve zihniniz yerine bedeninize odaklanarak, kaçışınızı gerçekleştirmek için duygularınızı daha iyi düzenleyeceksiniz.
Kulağa mantığa aykırı ve korkutucu gelen son adım da geriye yaslanmak. Başınız hala yüzeyin üzerindeyken bacaklarınızı yavaşça ileri geri tekmelerken bunu yapmak zemini sarsacak ve bacaklarınızın daha rahat hareket etmesi için bir cep oluşturacaktır. Sonunda, iyi dostumuz kaldırma kuvveti sayesinde bacaklarınız yüzeye doğru fırlayacaktır. Bu, sağlam zemine ve güvenliğe doğru yüzmenizi sağlayacaktır.
Daha iyi bağlanmakla ilgili bir makalede neden bataklıktan bahsettiğimi merak ediyor olabilirsiniz. Her ne kadar çok az insan vahşi doğada bataklıkla karşılaşacak olsa da, bu mantıksız korkudan ilham alan internet tavşan deliği aslında derin merakla ilgili bir içgörüye yol açıyor: Bir krizle uğraşırken- örneğin iş yoğunluğu nedeniyle kendinizi ağırlaşmış hissettiğinizde veya çocuklarınıza ya da yaşlanan bir ebeveyne bakmanın sorumluluklarından dolayı stres altında olduğunuzda- sıkışmış hissedebilir, korkabilir ve pes edebilirsiniz. Hatta tepkisel veya dürtüsel kararlar alabilir, bunalmışlık içinde yolunuzu bulmaya çalışırken bocalayabilirsiniz. Tıpkı bataklıkta olduğu gibi, bu tepkilerden herhangi biri işleri daha da kötüleştirir. Sizi strese, felce veya korkuya daha da batırır. Bu şekilde tepki vermek, anlaşılabilir olsa da, sizi bu anı kucaklamaktan ve mevcut kalmaktan uzaklaştırır, sizin ve başkalarının bu durumda nasıl hissettiğine dair derin bir merak duymanızı engeller.
Bu anlarda, benim batmazlık dediğim şeyi uygulayarak yavaşlamak önemlidir. Tıpkı gerçek bir bataklığa düştüğünüzde yapacağınız gibi, bir an durun ve nefesinize odaklanarak ve mümkün olduğunca yüzer hale gelerek bedeninize girin. Ardından, yavaş bir yürüyüşe çıkmak veya tüm vücudunuzu kullanarak en sevdiğiniz şarkıda yavaşça dans etmek gibi yavaş ve bilinçli hareket etme yolları bulun.
Hareket Etmek
Hareket, terapistler ve koçlar tarafından çokça tavsiye edilen bir şeydir, ancak çok azımız stres veya bunalıma neden olan bir an yaşadığımızda hareket etmeyi tercih ederiz. Bunun yerine, ev işlerini daha hızlı yapmaya çalışarak, daha çok ve daha geç çalışarak veya arka arkaya aramalarla programımızı yığarak duygularımızın yoğunluğuna uyma eğilimindeyiz. Beynimizin varsayılan ayarı, ateşi kendi ateşimizle daha fazla yenmenin galip gelmemize yardımcı olacağına inanmaktır. Ancak bu sadece stresinizi artırır ve sizi daha fazla yıpratır, kendi ihtiyaçlarınızdan ve çevrenizdeki insanlardan koparır. Hükmetmenin ve savaşmanın kazanmaya eşit olduğu bir kültürde yaşıyoruz, bu nedenle çoğumuzun eğiliminin bu olması son derece mantıklı. Ancak, gerçekten kazanmak için, geçici olarak geri çekilmeyi başarı için bir strateji olarak görmeliyiz.
Araştırmalar da bunu destekliyor: yavaşlamak kortizol ve stres seviyenizi düşürüyor ve kriz zamanlarında bile sizi rahatlatıyor. Araştırmalar ayrıca yavaşlamanın karar verme sürecimize daha fazla netlik kazandırdığını, daha fazla mevcut olmanızı, deneyimlerinizde daha fazla anlam bulmanızı ve başkalarıyla daha derin bir bağ kurmanızı sağladığını ortaya koymuştur.
Merakımı Trump seçmenleri veya Katolik rahibelerle pratik etmek için ülkenin bir ucundan diğer ucuna gittiğimde, sahip olduğum klişeleri nasıl yıkabileceğimi görmek ve birbirimizin kişisel hikayelerini öğrenebileceğimiz sohbetlere yol açmak için konfor alanımın çok dışına çıktım. Ancak seyahatten eve döndüğümde, aynı uygulamaların en yakınımdaki insanlar için de geçerli olduğunu ve aslında derin merakın hayatlarımız için en önemli yol arkadaşı olduğunu fark ettim. Hepimiz ailemize, arkadaşlarımıza, iş arkadaşlarımıza, komşularımıza ve hatta her gün karşılaştığımız yabancılara olan ilgi ve sevgimizi derinleştirmek isteriz. Merak, bu ilişkileri nasıl güçlendirebileceğimiz ve hayatlarımızda yeni bir anlam yaratabileceğimiz konusunda karşılaştığım en iyi fikir. Merak; kendimiz ve başkaları hakkında yeni şeyler öğrenmemizin bir yoludur. Kendimizi onlara daha yakın hissetmenin ve onların bakış açılarını anlamanın bir yoludur. Ve merak sadece başkalarını görmemizin bir yolu değil, aynı zamanda görülmemizin de kapısıdır. Başkalarının kim olduğumuzu, neyi savunduğumuzu ve kim olduğumuzu şekillendiren hikayeleri bilmesi için…
Bu Rehberdeki alıştırmalar Seek kitabımda bulacaklarınızın bir örneğidir, ancak kitabın tamamı bile sizi sadece bir yere kadar götürecektir. Derin merak yaşam boyu süren bir bağlılıktır ve kendi uygulamalarınızı bulabilmeniz için üreticilik gerektirir. Meraka bağlılık, daha fazla okumaya devam etmek ve onu nasıl daha da ileri götürebileceğinize dair yeni fikirler keşfetmek anlamına gelir. Cesur olmayı ve bunu kendinizle veya başkalarıyla denemeyi gerektirir. Bunu yaparsanız, hayatınıza çok daha fazla tatmin ve zenginlik getireceğinizden eminim.
Şimdilik, yolculuğunuza başlarken sizi Rûmî’ye atfedilen bir sözle baş başa bırakıyorum: ‘Aradığın seni arayandır.” Merakın, sizi hayatta aradığınız her şeye yaklaştıran bir yol arkadaşı olarak her zaman yanınızda olduğunu unutmayın.
Önemli Noktalar
1. Derin merak pratiği kendinizle ve başkalarıyla bağlantı kurmanıza yardımcı olabilir. Bu sadece entelektüel bir şey değildir; kalbinizi ve ruhunuzu harekete geçirecek şekilde anlayış aramakla ilgilidir.
2. Varsayımlarınızı, önyargılarınızı ve kesinliğinizi bırakın. Derin merak, kendinizi genellikle güvendiğiniz zihinsel kestirme yollardan ayırmakla başlayarak güçlendirebileceğiniz bir kastır.
3. Zihniyetinizi ve ortamınızı hazırlayın. Sosyal durumlarda nasıl davranacağınızı ve konuşacağınızı önceden planlamak, derin merakı daha büyük bir niyetle uygulamanıza yardımcı olabilir.
4. Kendiniz de dahil olmak üzere her insanın saygınlığını görün. Bunu yapmanın bir yolu insanlara ‘yönelmektir’- dikkatinizi çekmek için yaptıkları girişimleri fark edin ve onları size daha fazlasını anlatmaya teşvik edin.
5. Hayatınızdaki zor zamanları hoş karşılayın. Bunalmış hissettiğinizde savaşmak ya da geri çekilmek kolaydır. Yavaşlamayı ve olumsuz duygularınızı kucaklamayı öğrenerek, kendi ihtiyaçlarınızın farkına varmak, deneyimlerinizde anlam bulmak ve başkalarıyla bağlantı kurmak için daha iyi bir konumda olacaksınız.
Çeviren: Uzman Psikolog Lamia Kalender Ergül / Scott Shigeoka
PROF. DR. KEMAL SAYAR

Daha Mutlu Bir Hayat İçin Ruhsal Yorgunlukla Mücadele Yöntemleri
Sürekli yorgunsunuz. Belki bütün gün dinlendiniz ancak yerinizden kalkacak enerjiniz yok. Fiziksel olmasa da ruhunuz yorgun olabilir. Unutmayın ki ruhunuzun iyiliği, fiziksel sağlığınız üzerinde de etkilidir. Ruhsal olarak kötü hissettiğinizde hastalıklara yakalanmaya daha açık bir hale gelirsiniz. Bu nedenle ruhsal yorgunlukla mücadele yöntemlerinden yararlanmak, genel sağlığınız için oldukça önemli. Her insan hayatının bazı dönemlerinde ruhsal olarak yorgun hissedebilir, tabii ki bu durum, kötü ya da yanlış bir şey yaşadığınız anlamına gelmez. Ancak uzun süredir negatif şeyler hissediyorsanız, bir uzmandan yardım almak isteyebilirsiniz. İşte ruhsal yorgunlukla mücadele etmenize yardımcı olacak bir rehber?
Ruhsal yorgunluk neden olur?
Ruhsal yorgunluğun birçok sebebi bulunabilir. Bu durumu şöyle düşünebilirsiniz. Saatler boyunca egzersiz yaparsanız o gün kolunuzu kıpırdatmaya haliniz olmayabilir. Aynı şekilde uzun bir süre zorlu bir zihinsel aktiviteye maruz kalmak da ruhsal yorgunluğa neden olur. Mesela her zaman tetikte veya stresliyseniz ya da anksiyete, depresyon gibi bir hastalığınız varsa zihinsel yorgunluk yaşayabilirsiniz.
Ruhsal yorgunluk nasıl anlaşılır?
Beyin yorgunluğu belirtileri aslında kişiden kişiye göre değişebilir, ancak genel olarak ruhsal yorgunluk belirtileri şu şekildedir.
Öfkeli veya sabırsızsınız
Zihinsel olarak yorgun hissettiğiniz zaman, öfkeli olmaya da daha meyillisiniz. Sinir, vücudumuzda en hızlı hissettiğimiz duygudur. Bu yüzden de genellikle yorgun ya da aç olduğumuzda sinirli hissederiz.
İş yapamıyorsunuz, çalışmaya isteksizsiniz
Zihinsel yorgunluk üretkeliğinizi etkiler. Konsantre olamazsınız, hatta bazen yerinizden bile kalkamazsınız, çünkü çok yorgunsunuz.
Dikkatiniz sürekli dağılıyor
Zihinsel yorgunluk, dikkat eksikliğine neden olur. Bu, belki kitap okumak ya da film izlemek gibi durumlarda pek sorun olmaz ancak araba kullanırken ya da yemek yaparken dikkatinizin dağılması oldukça tehlikeli olabilir.
Uykusuzsunuz
Ne kadar yorgun olursanız olun uyuyamadığınız geceler olmuştur, değil mi? Ruhsal olarak ne kadar bitkin olsanız da hala içten içe büyük bir acı hissediyorsunuz, belki beyniniz bazı şeyleri anlamlandırmaya çalışıyor. Sonuç olarak uyuyamıyorsunuz.
Sürekli sağlıksız yiyeceklere yöneliyorsunuz
Ruhsal olarak yorgun hissettiğinizde, vücudunuz mutluluk hormonu olan dopamini sağlamak için başka yollar arar. Fast food gibi yiyecekler, genellikle uyuşturucu etkisi yaratır. Böylece zihinsel yorgunluk dönemlerinde canınız daha çok bu lezzetli ancak sağlıksız besinleri çeker.
Daha fazla acı hissediyorsunuz
Zihinsel yorgunluk yaşayan bazı insanlar, vücutlarında fiziksel acılar da hissedebilir. Bu durum herkes için geçerli değil, ancak uzmanlar bunun da beyin yorgunluğu belirtileri arasında olduğunu söylüyor.
Sürekli hata yapıyorsunuz
Tabii ki her zaman, her şeyi mükemmel yapamazsınız. Ancak sürekli olarak hata yapıyor, kendinizi kontrol edemiyorsanız bu da bir ruhsal yorgunluk belirtisi olabilir.
Ruhsal yorgunlukla mücadele yöntemleri
Peki, ruh yorgunluğu nasıl geçer? dediğinizi duyar gibiyiz. Açıkçası ruhsal olarak yorgun olduğunuzu düşünüyorsanız uzun bir süreç sizi bekliyor demektir. Aynı zamanda bu süreç herkes için farklı bir seyir izleyebilir.
Ruh halinizi kontrol edin
Kendinize, gün için ruh haliniz ile ilgili sorular sorun. “Şu an ne hissediyorum, neden böyle hissediyorum?” Bu sorular sayesinde hem sizi tetikleyen bir şey olup olmadığını anlayabilir hem de durumu biraz daha normalleştirebilirsiniz.
Kendinize nazik olun
Biliyoruz, bunu söylemek yapmaktan çok daha kolay. O zaman şöyle yapalım: Bundan sonra kendinizi, çok sevdiğiniz bir insan olarak düşünün. Onlara nasıl davranırdınız? Muhtemelen gün içinde kendinize söylediklerinizi söylemezdiniz, değil mi?
Hedeflerinizi belirleyin
Hayatınızda bir amaç olması, ileriyi görmenize ve belirsizlikten kurtulmanıza olanak sağlar. Ayrıca bir hedefiniz olması, ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun hayattan zevk almanızı sağlayacaktır.
Hayır demeyi öğrenin
İnsanlara sürekli “evet” demek, ruhsal enerjinizi tüketir. Sürekli birilerini onaylamaya alıştıysanız bir anda “hayır” demeye başlamak çok zor olabilir, bu yüzden küçük şeylerle başlayın. Bunu yaparken de kendinize nazik olmayı unutmayın. Eğer bugün başaramadıysanız, yarın tekrar deneyebilirsiniz.
Listelist / Duru Görgülü


İçsel Izdırabınız Karşısında Hayata Seyirci Kalıyor Olabilir misiniz?
Daha önce hiç kendi hayatınıza seyirciymişsiniz gibi hissettiniz mi? Sanki deneyimlerinizin size ait olmadığını, sadece dışarıdan bakan bir gözlemci gibi olduğunuzu düşündünüz mü? Hayata seyirci kalma hissi özellikle başa çıkmakta zorlandığınız deneyimlerle karşı karşıya kaldığınız içsel bir kargaşa anında ortaya çıkarak sizi kendi acınıza seyirci bırakabilir. Bunu fark etmek, nedenlerini ve sonuçlarını anlamak, yaşadığınız zorlu durumla yüzleşmenize ve durumun üstesinden gelebilmenize yardımcı olur.
Hayata seyirci kalmak ne demek?
Kendi hayatınıza seyirci kalmak, özellikle zor zamanlarda, yaşadığınız deneyimlerden duygusal veya zihinsel olarak uzaklaşmak anlamına gelir. Mücadelelerinizi doğrudan ele almak yerine, onları bir kenardan izlemeyi tercih edersiniz. Bu kopukluk, yoğun duygusal yüklerden kaçmanıza olanak tanıdığından kısa vadede rahatlama sağlayabilir. Ancak, uzun vadede kronik bir çaresizlik haline sebep olabilir. Hayata seyirci kalmak, aslında bir tür kendini koruma mekanizmasıdır. Kendinizi yoğun duygulardan koruma amacıyla verdiğiniz bir hayatta kalma tepkisi gibi düşünülebilir. Örneğin, başa çıkamayacağınızı düşündüğünüz yoğun bir acı, stres ya da hayal kırıklığı ile karşılaştığınızda, bu duygularla yüzleşmek yerine kendinizi korumak için geri çekilmek isteyebilirsiniz.
Öte yandan bu tepki bir çözüm yolu olmaktan çok uzaktır. Duygularınızı geçici olarak bastırmanızı sağlasa da uzun vadede sorunları çözmez. Aksine görmezden geldiğiniz zorlayıcı duyguların birikerek daha büyük bir yük haline gelmesine sebep olabilir. Hayata seyirci kalmak, zamanla bir his olmaktan çıkarak pasif bir yaşam tarzına dönüşerek isteklerinizi, ihtiyaçlarınızı ve hedeflerinizi unutmanıza neden olabilir. Duygusal kopukluk devam ettikçe öz güven kaybı, motivasyon eksikliği ya da daha ciddi ruhsal sorunlara yol açabilir. Çeşitli sebeplerden kaynaklı herkesin deneyimleyebileceği bir durum olan hayata seyirci kalma hali, farkındalıkla ve çabayla içinden çıkabileceğiniz bir durumdur.
Neden hayata seyirci kalıyoruz?
Hayata seyirci kalmak, çoğu zaman farkında olmadan gelişen bir durumdur. Zihin ve beden, yoğun duygusal yüklerden korunmak için bir savunma mekanizması geliştirir. Bu savunma mekanizması, yaşamla olan bağlantıyı zayıflatarak bir kopukluğa yol açabilir. Stres, travma, hayal kırıklıkları yaşandığında ya da ağır sorumluluklarla başa çıkılamadığında, olaylardan uzaklaşmak daha güvenli ve kolay bir seçenek gibi görünebilir. Ancak bu geçici çözüm, uzun vadede duygusal ve zihinsel yüklerin birikmesine yol açabilir. Hayata seyirci kalma haline neden olan bu faktörleri anlamak, yaşamın içinde yeniden aktif bir rol alabilmenin ilk adımıdır.
Zorlayıcı duygularla yüzleşme korkusu.
İçsel acı genellikle üzüntü, öfke, utanç veya suçluluk gibi işlenmesi zor duyguları ortaya çıkarır. Bu tür yoğun duygularla yüzleşmek ise, çoğu zaman zorlu ve yorucu bir süreç gibi görünebilir. Bu zorlayıcı süreçten geçmek yerine duyguları bastırmak ya da yok saymak, çözümlemek yerine derinlere itmek anlamına gelir. Derinlerdeki bu duygularla yüzleşmekten kaçınmanız, hayata seyirci kalmanıza neden olan en temel sebeplerden biridir. Duygusal olarak kilitlenmenize ve yaşamda daha pasif bir rol üstlenmenize neden olur. Bu süreçte, kendinizi yetersiz ya da çaresiz hissedebilir, kontrolü kaybettiğinize inanabilirsiniz. Oysa bu duygular, çözülmeyi bekleyen içsel karmaşaların birer habercisidir. Onları kabul etmek ve yüzleşmek, büyüme, kendini tanıma ve dayanıklılık geliştirme fırsatları sunar.
Donup kalma tepkisi.
Donup kalma tepkisi, genellikle yoğun stres karşısında ortaya çıkan bir hayatta kalma mekanizmasıdır. İnsan bedeni ve zihni, karşılaştığı tehditlere üç temel tepki ile yanıt verir: savaş, kaç ya da don. Donup kalma tepkisi, zihinsel olarak felç olmuş gibi hissetmenize yol açabilir. Olaylara ya da duygulara müdahale etmek yerine, onları sadece izlemekle yetinirsiniz. Bu tepkinin sebebi, beynin duygusal yükü tolere edemeyecek durumda olması ve koruma amacıyla sizi eylemsizlik durumuna itmesidir. Donup kalma, başlangıçta sizi bir nebze rahatlatabilir çünkü tehditten anlık olarak kaçınmanıza yardımcı olur. Öte yandan bu tepkinin geçiciliğini kabul etmek, yarattığı pasiflik döngüsünü kırmanıza fayda sağlayabilir.
Düşük öz sevgi ve öz saygı.
“Mutlu olmayı hak etmiyorum” veya “Değişim için yeterince güçlü değilim” gibi inançlarınız varsa, bilinçaltınızda acıya teslim olduğunuz anlamına geliebilir. Bu zihniyet sadece sizi pasif tutmakla kalmaz, aynı zamanda kendini sabote etme döngüsünü de güçlendirir. Her başarısızlık ya da hareketsizlik, bu olumsuz inançları daha da besler ve harekete geçmek anlamsız, hatta hak edilmez görünebilir. Bu tür inançlar, hayata seyirci kalmayı alışkanlık haline getirmenize zemin hazırlar. Hayata seyirci kalmak, düşük öz sevgi ve öz saygının en görünür etkilerinden biridir. Bu kopukluk, yalnızca kendi potansiyelinizi gerçekleştirme şansınızı engellemekle kalmaz, aynı zamanda sizi derin bir çaresizlik ve tatminsizlik döngüsüne hapseder. Daha iyisini hak ettiğinize inandığınızda harekete geçebilir ve seyirci olmaktan çıkarak eylemi başlatabilirsiniz.
Toplumsal ve kültürel koşullanmalar.
Duyguları bastırma ve görmezden gelme davranışı henüz çocukken öğrenilen bir davranıştır. Ağlayan bir çocuğa “Ağlama” ya da “Bunda ağlanacak ne var?” gibi söylemlerle duygularını ifade etmemesi öğretilir ve çocuklar duygularını bastırmanın doğru olduğu yanılgısına düşer. Yetişkinlikte ise bu temeller, “Sadece dayan” veya “Güçlü ol” gibi ifadelere dönüşerek acıyla yüzleşmeyi zorlaştırmaya devam eder. Toplumun güçlü görünmeye verdiği önem, duygusal zayıflık olarak algılanan herhangi bir tepkiyi gizlemeyi ya da görmezden gelmeyi teşvik eder. Zamanla, duygularını bastırmayı öğrenmiş bireyler, sorunlarını çözmek yerine bir kenardan izlemeyi tercih ederek pasif bir rol üstlenir.
İçsel benlikten kopukluk.
İçsel benliğinizden kopuk olduğunuzda, hissettiklerinizi tanımlamak veya bu duyguların kaynağını anlamak zorlaşır. Bu kopukluk, genellikle yıllar boyunca duygusal ihtiyaçları görmezden gelmekten, başkalarının beklentilerini önceliklendirmekten ya da dışsal taleplere odaklanarak içsel yansımayı ihmal etmekten kaynaklanır. Kendinizi anlamak ve duygusal ihtiyaçlarınızı karşılamak için zaman ayırmadığınızda, kendi hayatınızı bir dış gözlemci gibi izlemeye başlarsınız. Hayatta aktif bir rol almak yerine, kendinizi olayların akışına bırakır ve sürüklenirsiniz.
Seyirci olma halinden nasıl çıkabiliriz?
Seyirci olma halinden çıkmak, küçük adımlarla ve bilinçli bir çabayla başlar. Öncelikle bu durumu fark etmek ve kabullenmek gerekir. Farkındalık, harekete geçmenin ilk adımıdır. Ardından kendinizle yeniden bağlantı kurabilir, duygularınızı anlamaya çalışarak seyirci olma halinden çıkabilirsiniz.
Zorlayıcı duyguları kabul edin.
Duygularınızı bastırmak yerine onları kabul etmek, pasif durumdan kurtulmanın en etkili yollarından biridir. Üzüntü, öfke, suçluluk veya utanç gibi işlenmesi zor duyguları bastırmaya çalışmak, onları çözmek yerine derinlere gömer ve zamanla daha büyük sorunlara yol açar. Duygularınızı kabul etmek, onları anlamak ve gerektiğinde onlardan öğrenmek için bir fırsat yaratır. Kendinize şu soruları sormayı deneyebilirsiniz: “Bu duyguyu nasıl ve nerede hissediyorum?” veya “Bu his bana ne anlatmaya çalışıyor?” Bu tür bir farkındalık, duygularınızı yönetmenizi ve hayatınızdaki etkilerini azaltmanızı sağlar.
Kendinize şefkatle yaklaşın.
Kendi kendinize karşı sert ve eleştirel olmak, genellikle seyirci olma halini besler. Oysa, kendinize şefkatle yaklaşmak, bu döngüyü kırmak için gerekli en temel yaklaşımlardan biridir. Hatalarınızı birer başarısızlık olarak görmek yerine, öğrenme fırsatları olarak değerlendirin. Kendinizi zorlayıcı bir süreçten geçtiğiniz için yargılamak yerine, bu süreçte elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı kabul edin. Öz şefkat, içsel konuşmanızı pozitif bir hale getirerek öz güveninizi artırır ve sizi harekete geçmek için motive eder.
İçsel benliğinizle bağlantı kurun.
İçsel benlikten kopmak, kendinizi anlamakta ve hissettiklerinizi çözümlemekte zorlanmanıza neden olabilir. Bu kopukluğu gidermek için içsel benliğinizle yeniden bağlantı kurmanız gerekir. Meditasyon, nefes çalışmaları veya doğada zaman geçirmek gibi pratikler, zihninizi sakinleştirir ve içsel sesinizi daha net bir şekilde duymanızı sağlar. Ayrıca, kendi değerlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemek için kendinize şu soruları sorabilirsiniz: “Gerçekten ne istiyorum?” ya da “Bu hayatta beni ne mutlu eder?” İçsel benliğinizle bağlantı kurduğunuzda, yaşamınızda daha bilinçli ve tatmin edici seçimler yapabilirsiniz.
Duygularınıza alan açın.
Duygularınızı bastırmak yerine, onlara alan açarak özgürce ifade etmek hayata yeniden katılmanın önemli bir parçasıdır. Hislerinizi kabul etmek ve onlara izin vermek, duygusal yüklerinizi hafifletir. Aynı zamanda, hissettiklerinizi paylaşmak, yalnız olmadığınızı hissetmenize de yardımcı olabilir. Duygularınıza alan açtığınızda, onların üzerinizdeki kontrolü zayıflar ve yaşamınıza daha açık bir zihinle devam edebilirsiniz.
Gerektiğinde destek alın.
Hayata yeniden aktif bir şekilde katılmak, bazen tek başına başa çıkamayacağınız kadar zorlu görünebilir. Bu noktada, yardım istemekten çekinmemelisiniz. Yakın bir arkadaşınız, aileniz ya da bir uzman, duygularınızı anlamanız ve onlarla başa çıkmanız konusunda size destek olabilir. Çevrenizde size güven veren bir destek sistemi oluşturmak, yalnızlık hissinizi azaltır ve yeniden harekete geçme gücü bulmanızı sağlar.
LIVETOBLOOM / ALEYNA TEPE İPER



Haksızlığı Cezalandırma Davranışında Beynin Farklı Bölgeleri Arasındaki Bağlantının Etkisi
HSE üniversitesinde yapılan araştırmaya göre, beynin iki bölgesi arasındaki bağlantı güçlendikçe (dorsolateral prefrontal korteks ile temporal-parietal lob) insanların başkalarını bencil davranışlar için cezalandırma eğilimi azalıyor.
Sosyal normlar günlük hayatın işleyişi için gerekli. Nitekim, çeşitli sosyal normların varlığı sayesinde günlük hayatta insanlarla öngörebildiğimiz ve üretken olabildiğimiz etkileşimlerimiz oluyor. Buna rağmen, bu normların varlığı onlara uyulacağını garanti etmiyor; bu da normların ihlali için cezai uygulamaları gerekli kılıyor. Birçok sosyal ceza biçimleri bu sayede toplumlarda düzen ve iş birliğini sağlamak ve pekiştirmekte önemli bir araç oluyor. Ceza uygulayan kişiye göre ikinci şahıs (ihlalin mağduru tarafından) ya da üçüncü şahıs (dışarıdan bir gözlemci tarafından) cezalandırma olarak adlandırılabiliyor. Araştırmada ise katılımcıların üçüncü şahıs olarak cezalandırma davranışları inceleniyor.
Tüm beyin yapıları ve bağlantıları bu üçüncü şahıs-cezalandırmadaki karar verme sürecine dahil olur. Ancak anahtar beyin bölgeleri Dorsolateral prefrontal korteks (DLPFC) ve temporoparietal kavşaktır (TPJ). Araştırmacılar TPJ’nin norm ihlalindeki kabahat, suç seviyesini ve kasıtlılığı değerlendirdiğini, DLPFC’nin ise bu suç değerlendirmesi sinyalini alıp ceza hakkında spesifik bir karara dönüştürdüğünü varsayıyor.
Cezalandırmaya karar verme sürecinde bahsedilen TPJ ve DLPFC arasındaki iletişim ve etkileşim önemli. HSE üniversitesi araştırmacılarına göre bu iki bölgedeki bağlantının yoğunluğu bir insanın bir normu ihlal eden herhangi birine ceza vermeye olan istekliliğini etkiliyor.
Bunu kanıtlamak için araştırmacılar bir nörogörüntüleme deneyi yürüttüler. İlk olarak, katılımcıların beyin aktivitesi EEG ile on dakika boyunca ölçüldü. Bu sayede beynin farklı bölgeleri arasındaki bağlantının gücü elde edildi. EEG’den hemen sonra, katılımcılar iki kişi arasında gerçekleşen ‘diktatör oyunu’ oynamasını izledi.
Diktatör oyununda iki katılımcıdan bir tanesi diktatör rolünü üstlenir, deneyi yürütenler bu oyuncuya bir miktar para verir ve parayı diğer katılımcıyla istediği şekilde paylaşabileceğini ya da paranın hepsini kendine saklayabileceği söylenir, oyunda ikinci katılımcının herhangi bir rolü yoktur. Oyunu dışarıdan izleyen üçüncü şahsa da bir miktar para verilir ve diktatör adil bir dağıtım yapmazsa bir miktar para karşılığında diktatöre kendi harcadığı paranın iki katı kadar para cezası yazabileceği söylenir. Örneğin, katılımcılar 20 birim bütçe verilen katılımcılar 5 birim ödeyerek diktatörden 10 birim para kesilmesini sağlayabilir. Katılımcılar cezalandırmak için para ödemediğinde bu bütçe deneyden sonra kendisine verileceği söylenir.
Araştırmacılar deneyden önce iki tahminde bulunur:
- Diktatörün paylaşımı adil olmadığında verilen ortalama ceza adil paylaşımda verilenden fazla olacaktır.
- Ceza verme eğilimiyle frontal ve temporo-parietal bölgelerdeki EEG aktivitesi arasında bir ilişki vardır.
- Frontal ve temporo-parietal bölgeler arasındaki sinirsel bağlantıların gücü ile üçüncü şahıs tarafından ceza verme davranışı arasında ilişki vardır.
Deneyin sonunda,
- Adil olmayan paylaşımlarda üçüncü taraf (katılımcılar) anlamlı bir şekilde daha yüksek cezalar vermiştir.
- Katılımcıların fronto-parietal bölgelerde EEG alfa dalgalarıyla ile ceza verme davranışı arasında ters bir ilişki vardır.
- Beynin bahsedilen iki bölümü arasında daha bağlantı güçlendikçe, verilen cezanın daha yüksek olduğu tespit edildi. Araştırmacılar bu durumu, adil olmayan davranışın daha güçlü bir suç/kabahat değerlendirme sinyaline sebep olacağı bundan dolayı da daha katı bir cezalandırma uygulayacağı sonucuna ulaştı.
Sonuç olarak bu deney, beyin yapılarımızın ve işleyişlerindeki farklılıkların ahlaki seçim ve davranışlarımızdaki bireysel farklılıkların bir kısmını açıklama konusunda önemli bulgular edinmiştir.
PROF. DR. KEMAL ARIKAN
KAYNAK:
– Zinchenko O., Nikulin V. (2021). Wired to punish? Electroencephalographic study of the resting-state neuronal oscillations underlying third-party. Neuroscience,471, 1-10.

Bellek Geliştirme – Hafızanızı Geliştirmeye Buradan Başlayın
Bellek Geliştirme – Sizin de “hatırlamayla ilgili” yaşadığınız bir sorun veya mahçup edici bir anınız oldu mu? Mesela, yakından tanıştığınız birisiyle karşılaşıyorsunuz. Henüz onunla diyaloga başlamadan hemen önce beyin arşivinizdeki kayıtları inanılmaz bir hızla, akli gözle tarıyorsunuz; arkadaşınızın adını araştırıyorsunuz. ”Hay Allah! Neydi adı?” diye içiniz içinizi yiyor. Çünkü arkadaşınızın adını tamamen unutmuşsunuz. Bellek kayıtlarınızda arkadaşınızın fotoğrafı var ama fotoğrafın bir tarafına yazdığınız isim silinmiş veya isim kaydedilmemiş!
Nasıl, tanıdık geliyor mu? Eğer tanıdık geliyorsa bu konuda yalnız değilsiniz. Muhtemelen çoğumuz hafızamızın bizi hayal kırıklığına uğrattığında nasıl da için için kendimize kızmışızdır, değil mi?
Gerçek şu ki, hızlı, tempolu, bilgi açısından zengin bir ortamda, güçlü bir hafızaya sahip olmak her zamankinden daha değerli hale gelmiştir.
Antik dönem medeniyetlerinde öğrencilere bilmeleri gereken önemli bilgileri öğrendikten sonra, o bilgileri nasıl hatırlayacaklarını da öğrettiler. O zamandan bu zamana yüzyıllar boyunca birçok hafıza tekniği geliştirildi.
Zengin ve Güvenilir Anılar Oluşturmak
Bellek Geliştirme – İyi kullanılan hafıza tekniklerinin ortak özelliklerini bilmek sizin için en etkili stratejiyi seçmenize yardımcı olacaktır. Bu konuda dört ana unsura bakalım:
Görüntüler,
Duyular,
Duygular
Kalıplar
Görüntüler Oluşturmak
Bellek Geliştirme – Araştırmalar, resimlerle oluşturulan anılarımızın, kelimelerden oluşan anılara göre daha güçlü aktive edildiğini göstermiştir. Daha önce gördüğümüz fotoğrafları tanımakta özellikle iyiyiz. Bir saniyede kaç tane işaret, sembol ve logo tanımlayabileceğinizi düşünün. Hatırlamanıza yardımcı olması için kolayca kendi görsellerinizi icat etmeye başlayabilirsiniz.
Gelecekte yapmanız gereken bir görevi hatırlamak için onunla ilgili canlı bir zihinsel görüntü çizmeyi deneyebilirsiniz. Yeni biriyle tanıştığınızda, birkaç saniyenizi bir şeyin – herhangi bir şeyin – resmini çizerek geçirin. Bu size konunun ismini görsel olarak hatırlatabilir.
Duyuları Kullanmak
Bellek Geliştirme – Beyniniz, güçlü anılar depolamak için birden fazla duyuyu birleştirebilir. En güçlü hatıralarımızdan bazıları kokular, tatlar ve dokunma hisleri ile olduğu kadar görüntü ve seslerle de şifrelenmiştir.
Öğrenmek ve hatırlamak için olabildiğince çok duyuyu kullanın. Markette satın alınacak şeylerin isimlerini hayal etmeyin; onları kokladığınızı, dokunduğunuzu ve tattığınızı da hayal edin. İş yerinde yeni bir konsept öğrendiğinizi hayal edin. Fiziksel bir model oluşturmayı düşünebilirsiniz. Belleğinize orijinal bilgilere birkaç farklı duyusal yol verin.
Duyguları Harekete Geçirmek
Bellek Geliştirmede hayal gücünüzde önemli ve ciddi malzemelere bile komik bir dokunuş verilebilir. Görüntülerinizi heyecan verici, tuhaf ve harika hale getirin. Onu hatırlama şansınız çok daha yüksektir. Eğlenceli ve yaramaz olun. Kaba tekerlemeleri unutmanın çok zor olması tesadüf değil! Bir toplantıda ortaya çıkan önemli bir fikri hatırlamak için, onunla ilgili en heyecan verici, zorlayıcı, şaşırtıcı veya eğlenceli olanı vurgulayın. Yeni biriyle tanıştığınızda, adının karakteriyle “eşleşip” eşleşmediğini düşünün.
Desen Oluşturmak
Bellek Geliştirmede tekerlemeler ve ritimler kullandığınızda veya harf kümelerini anımsatıcı kelimelere veya ifadelere dönüştürdüğünüzde bilgiye bir kalıp verirsiniz. Bunun örnekleri SMART hedefleridir. Bunlar: Spesifik, Ölçülebilir, Ulaşılabilir, Gerçekçi ve Zamana bağlı hedefler için bir anımsatıcı olan bir kısaltmadır. Aşağıda göreceğiniz gibi, bazı bellek teknikleri büyük miktarda bilgiyi depolamak için uzamsal kalıplar kullanır. Bir telefon numarasını kısa bir süreliğine hatırlamak için ritmik olarak kendinize tekrar edebilirsiniz. Ya da not alırken, sayfadaki sözcüklerinizi düzenlemenin farklı yollarını deneyin.
Etkili Anımsatıcılar Tasarlamak
Bellek Geliştirme için Kendi anımsatıcılarınızı icat etmeye başladığınızda, üç prensibi daima aklınızda bulundurun:
Hayal gücü
Çağrışım
Konum
Hayal Gücünü Kullanmak
Hafızanızı canlandıracak kadar canlı, ilgi çekici ve zengin görüntüler üretin. Hatırlamak ve yeniden kullanmak için gerçek bir durumu görselleştiriyor veya gelecekte bir şeyler yazmanıza, söylemenize veya yapmanıza yardımcı olacak bir şey icat ediyor olabilirsiniz.
İlişkilendirmek
Beyninizin fikirleri bağlama alışkanlığından en iyi şekilde yararlanın. Ayrı bilgi parçaları birbirine bağlanabilir, böylece hepsini hatırlayabilirsiniz. Bu, örneğin bir yolculuk için hazırlamanız gereken tüm eşyaları hatırlamanıza yardımcı olabilir. Veya iki fikir eşleştirilebilir, böylece bir şey size diğerini hatırlatır.
Konum Oluşturmak
Yeni malzemeleri hatırlamanıza yardımcı olması için gerçek dünyadaki yerlere ait anılarınızı kullanın. Evinizin düzenini kolayca hatırlayabildiğinize göre, öğrenmeye çalıştığınız listedeki öğeleri “tutmak” için odaları neden kullanmayasınız?

Ana Bellek Teknikleri
Bellek Geliştirme – Yukarıdaki üç ilke, bir dizi özel bellek tekniği olarak geliştirilmiştir. Üç ana kategoriye ayrılabilirler:
1- Görsel ipuçları kullanın:
Bunlar, fikirlerin resimlerle temsil edildiği hafıza araçlarıdır. Tıpkı logolar veya ikonlar gibi, görsel ipuçları beyninizi karmaşık fikirler hakkında düşünmeye tetikleyebilir. Unutulmaz, çok duyusal görüntüler diğerleriyle çiftler veya sıralar halinde ilişkilendirilir veya tanıdık yerler etrafında “aklî göz” ile düzenlenir.
2- Hikâyeleştirin:
Bunlar, iyi anlatılmış hikâyelerin otomatik olarak unutulmaz olduğu gerçeğinden yararlanan araçlardır.
Hikaye anlatma stratejileri, listeleri, süreçleri ve denemelerde veya sunumlarda yapmak istediğiniz tüm noktaları hatırlamak için tek tek görüntü ipuçlarını uzun zincirlere bağlamanıza olanak tanır.
3- Mekânsal sistemler Oluşturun:
Bunlar, yeni bilgileri depolamak için bildiğiniz tüm gerçek dünya yolculuklarını kullanmanıza izin veren araçlardır. Bu yolculuklar, evden işe rotanızı veya sevdiğiniz bir kır yürüyüşünü içerebilir. Ayrıca birçok farklı binada bildiğiniz yolunuzu ve yerleşim planlarını kolaylıkla hayal edebilirsiniz.
Uzamsal sistemler, anahtar görüntüleri belirli yerlerle ilişkilendirmenize veya zihninizdeki tanıdık rotalar etrafında konumlandırılmış olarak görselleştirmenize imkan tanır. Bazı bilgileri hatırlama zamanı geldiğinde, hayal gücünüze geri dönebilir ve geride bıraktığınız görüntüleri “bulabilirsiniz.” Önemli ayrıntıları hızlı ve doğru bir şekilde almanıza yardımcı olur.
Kişisel Gelişim / Bestami Çiftçi

Beyin Gücü, Sigara Ve Alkolizm
Sigara içen alkoliklerin fiziksel ve hafıza gücü açısından beyinlerinin iyileşmesi tehlikede. Sigara içmeyen alkoliklerin beyin iyileşmesinin, sigara içen alkoliklere oranla, daha iyi olduğu anlaşıldı.
“Alkolizm: Klinik ve Deneysel Araştırmalar” adlı bilimsel derginin Mart-2006 sayısında yayınlanan, San Francisco VA Tıp Merkezinde yapılan bir araştırma sonuçlarına göre, sigara aşırı alkol kullanan hastaların beyinlerinin iyileşme sürecini negatif olarak etkiliyor. California Üniversitesi radyoloji profesörü ve diyet uzmanı D. J. Meyerhoff, daha iyi bir beyin iyileşmesi için, alkoliklerie tedavinin başlamasından önce mutlaka sigarayı da bırakmaları gerektiğini vurgulamaktadır.
Araştırmacılar iyileşme sürecinde olan 25 alkoliği takip ettiler. Bu 25 hastanın 14 tanesi sigara kullanırken, 11 tanesi hiç sigara içmiyordu. Spektroskobik ve manyetik rezonans görüntü tekniği kullanılan çalışmada, hastaların beynindeki iki önemli olgu olan ve beyin hücre zarı sağlığının durumunu gösteren N-acetylaspartate (NAA) ve choline incelendi. Bir ay boyunca alkolden uzak duran hastaların beyni tekrar incelendiğinde, sigara içmeyen hastaların beyin yapılarındaki NAA ve choline miktarının önemli derecede arttığı ortaya çıkmıştır.
“Aşırı derecede sigara kullanan alkoliklerin beyinlerinde aynı gelişmeyi göremedik” diyen Dr Timothy Durazzo, sigara içen alkoliklerin beyinlerinin parietal ve occipital loplardaki beyaz maddede NAA ve choline ihtiva eden metabolizmalarda azalma tespit edildiğini belirtmiştir. Parietal lop beynin algılama sürecinde ve obje kullanma fonksiyonlarında çok önemli bir rolü vardır. Occipital lop ise beynin görme sürecini kontrol etmektedir.
Araştırma öncesi deneklerin görsel-hacimsel öğrenme, hafıza, dikkat, konsantrasyon ve genel bilgi işleme süreç hızları gibi becerileri ölçülmüştür. Bir ay sonra bu değerler tekrar ölçüldüğünde, sigara içmeyen hastaların hem beyinlerinin belli bölgelerinde NAA ve choline miktarının arttığı, hem de öğrenme, hafıza gücü, dikkat ve konsantrasyon gibi zihinsel becerilerinin daha fazla geliştiği tespit edilmiştir.
“Sigara içen alkoliklerde böyle kısa bir sürede benzer bir zihinsel gelişme gözlemlemedik” diyen Dr. Durazzo, sigara içen guruptaki metabolik beyin iyileşmesinin ve zihinsel fonksiyon gelişmesinin aynı derecede olmadığını, hatta hemen, hemen hiç olmadığını belirtmiştir.
Bu sonuçların sadece bir ön bulgu olduğunu vurgulayan araştırmacılar, çalışma sonuçlarının daha büyük denek gurupları üzerinde tekrarlanarak sonuçların onaylanmasına ihtiyaç olduğunu ifade etmişlerdir. “Bu sonuçlar göz önüne alınırsa, alkolik hastaları tedavi eden doktorlar artık hastalarının sigarayı bırakmasıyla da ilgilenmek zorunda kalacaklar” diyen Prof. Meyerhoff, “Alkolden kurtulurken, onlardan sigarayı da bırakmalarını istemek çok fazla gibi görünse de, daha hızlı beyin iyileşmesinin avantajı buna değer” şeklinde açıklama yapmıştır.
“Her ne kadar zor gibi görünse de, böyle bir strateji etkili olabilir” diyen Dr. Durazzo, alkoliklerde sigara kullanım oranının çok yüksek olduğunu, birlikte kullanılmasından dolayı, birinin diğeri için istek yaratabileceğini, bundan dolayı her ikisinin birlikte bırakılmasının hastanın içkiden uzak durma şansını da artıracağını ifade etmiştir. Araştırmanın ikinci adımı olarak, Meyerhoff, Durazzo, ve diğer araştırma arkadaşları hastaların beyin kimyalarını altı ay sonra da analiz ederek her iki hasta gurubu arasındaki uzun süreli etkileri de ölçmeyi planlamaktadırlar
Bunun bir başlangıç olduğunu belirten araştırmacılar, sigara içen ve içmeyen alkolikler üzerinde başka çalışmalar da planladıklarını söylemişleridir. Yeni çalışmada diyet, spor ve genel sağlık gibi diğer faktörlerin beyin iyileşmesi üzerinde nasıl bir etki yaptığı araştırılacaktır.
Kaynak: Alcoholism: Clinical and Experimental Research, March, 2006.
KİŞİSEL GELİŞİM / Melik Duyar

OCAK


Yeni doğan bir bebeği karşıladığımızda aklımıza gelen ilk sorulardan biri fiziksel özelliklerinin anneye mi yoksa babaya mı benzediğidir ki buna biraz gözlemle kolaylıkla cevap verebiliriz. Öte yandan; çocuğun zekâsı, kişisel tercihleri, mizacı gibi psikolojik özellikleri söz konusu olduğunda genlerin etkisini bu kadar kolay gözlemlemek bu kadar kolay olmamakta ancak genetik çalışmalar gösteriyor ki sosyal ve psikolojik kişilik özelliklerinin hatırı sayılır bir kısmı aslında genetik faktörlere bağlı.
Davranışsal Genetik Kalıtsallık Nedir?
Kalıtsallık, bir özelliğin toplumda görülmesinde etkili olan genetik çeşitlilik payını ifade eder. Kalıtsallığı etkisini ölçmek için tek yumurta ikizleri (%100 genetik olarak aynı olan) ve çift yumurta ikizleri (%50 aynı) karşılaştırılır. Böylece bir özelliğin ne kadar kalıtsal olduğu ne kadar çevrenin etkisinde oluştuğu gözlemlenir. Buna göre bir fiziksel ya da psikolojik özelliğin görülmesi ile,
- Tek yumurta ikizlerinin genetiği arasındaki bağlantı çift yumurta ikizlerinden fazla olması kalıtsal etkiyi,
- Hem çift hem tek yumurta ikizi arasında bağlantı bulunması paylaşılan çevrenin (okul, aile, ülke vb.) etkisini,
- Hem çift hem tek yumurta ikizi arasında bağlantı bulunmaması paylaşılmayan çevrenin (farklı okul, arkadaş ya da orijinal deneyimler) etkisini göstermektedir.
Polderman’ın yaptığı meta analizde (2015) geçmiş 50 yılı kapsayan 2,748 ikiz çalışmasına bakılıyor. Toplam 14 buçuk milyon ikiz çiftinde 17 bin 804 özelliğin ne kadar kalıtsal olduğu inceleniyor. Bu özellikler arasında uzunluk, görüş, duyma, kardiyovasküler işlev gibi biyolojik fonksiyonlar olmakla beraber birçoğumuzun psikolojik özellik olarak niteleyebileceğimiz kişilik, mizaç ve davranışsal problemler de bulunuyor. Meta-analizin sonucunda görülüyor ki psikolojik ve sosyal kişilik özellikleri de dahil olmak üzere bir özelliğin toplum içinde çeşitlilik göstermesinin %50’si genetik faktörler ile açıklanabilmekte. Geri kalan yarısı ise çevre (paylaşılmayan çevre, yaşanan özel olaylar) ile ve hesaplama hatası ile açıklanabiliyor.
Kişilik özellikleri derken sadece içedönüklük-dışa dönüklük, deneyimlere açıklık, uyumluluk gibi büyük beş faktörlü kişilik modelindeki kişilik özellikleri değil aynı zamanda;
- Politik olarak liberallik-muhafazakarlık
- Sosyal olarak baskınlık
- Otoriteryenlik
- Karşı gruplara karşı önyargıların olup olmaması (Barlow, Sherlock, ve Zietsch, 2017),
- Bilimsel araştırmalarda kullanılan anketlere katılma eğilimi (Littvay, Popa, & Fazekas, 2013) gibi kişisel ve sosyal tutum ve davranışlar da genetik özelliklerle açıklanabiliyor. Bunun yanında,
- Dinsel hizmet aktivitelerine katılmanın %47’sinin,
- Mesleki olarak dini pozisyonda bulunmanın (misyonerlik, rahip vs.) %41’inin (Waller, Kojetin, Bouchard Jr, Lykken, & Tellegen, 1990) de kalıtsallıkla açıklanabileceğini gösteren çalışmalar bulunmakta.
Öte yandan genlerin kişilik özelliklerine olan etkisinin genetik belirlenimcilik tutumuna yol açmaması gerektiğini vurgulayan Barlow (2019), paylaşılan çevre ve paylaşılmayan çevrenin yerini ikiz çalışmaları üzerinden açıklıyor. Ülke, ev, aileyle yaşanan deneyimler, okul ve toplumun sosyal standartlar gibi ikiz bebeklerin gelişiminde maruz kaldığı ortak etkiler paylaşılan çevreyi oluşturur. Ancak, Polderman’ın yaptığı meta-analizde, genleri hesaba kattığımızda paylaşılan çevrenin kişilik özelliklerindeki farkı açıklamakta etkisi yok denecek kadar aza düşmekte. Bunun bir açıklaması olarak da genlerin çevre algısındaki etkisi sunuluyor. Örneğin, genç ikiz çocuklarla yapılan bir çalışmada “okula bağlılık” araştırılıyor (Jacobson & Rowe, 1999). Öğrencilere, okuldaki öğretmenleri ya da arkadaşları tarafından kabul edilme, desteklenme, değer verilme ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığı soruluyor böylece çocukların okul çevresini nasıl algıladığı gözlemleniyor. Verilen cevaplardaki çeşitliliğin kız ikiz çocuklarında %45’i, erkek ikiz çocuklarında %17’si kalıtsallık ile açıklanabiliyor. Cevaplardaki çeşitliliğin geri kalanı ise paylaşılmayan çevre (benzemeyen farklı deneyimlerden) ya da hatadan kaynaklı olabileceği ortaya konuyor.
Genler ile Çevre Nasıl Etkileşiyor?
Sosyal, bilişsel ve psikolojik özelliklerin görülmesinde tek bir gen ya da çevre faktörü tarafından belirlenemeyeceği oldukça açıktır. Çevreyle genlerin etkileşimini inceleyen araştırmalar bir kişilik özelliğindeki çeşitlilikle çevresel faktördeki çeşitliliğin ne oranda örtüştüğüne bakıp gen-çevre etkileşiminde üç ana ilişki buluyorlar:
- Aktif Gen – Çevre Bağlantıları: İnsan, çevreyle ilişkisinde sadece alıcı rolünde kalmamakta, kişiliğine, tercihlerine, ilgilerine ya da ihtiyacına göre çevresini oluşturmakta ya da halihazırdaki çevresini dönüştürebilmektedir. Örneğin, sosyal biri birçok sosyal etkileşimde bulunabileceği ya da var olan ilişkilerini derinleştirebileceği bir çevre arayıp bunu oluştururken, dürtüsel hareket etmeyi seven insanlar uyarıcı ve tahmin edilemez durumları tercih edebilir hatta şiddetlin olduğu ortamlara girebilir. Kişinin çevresini oluşturmada genlerin etkisi kişilik özellikleri üzerinden olabilmektedir.
- Uyaran Gen-Çevre Bağlantıları: Bireysel farklılıkların çevreden farklı tepkiler gelmesini ifade eder. Kalıtsal olarak geçmiş bir kişilik özelliği çevreden farklı tepkiler gelmesine sebep olur. Örneğin, ebeveynlerin çocuklarına verdiği davranışlar (çevresel tepki) çocuğun genotipindeki çeşitlilik ile birebir örtüşmektedir (Avinun & Knafo, 2014).
- Pasif Gen – Çevre Bağlantıları: Çocuğa sağlanan çevrenin oluşumunda ebeveynin taşıdığı genlerin etkisini ifade eder. Örneğin, zeki ebeveynler çocukların zihinlerini uyaracak çevre vermeye çalışır. Çocuğun genotipindeki değişiklik ebeveyn ya da kardeşin sağladığı çevredeki değişiklikle örtüşüyorsa ve bu sağlanan çevre çocuktaki kalıtsal bir özellikle (Örn. Zekâ) bağlantılı ise pasif gen-çevre bağlantısından bahsetmek mümkün olmaktadır.
Barlow’un yukarıda bahsettiğimiz derleme çalışması (2019), insanın psikolojik olarak anlaşılmasında genetiğin göz ardı edilmemesi gerektiğine vurgu yaparken tıpkı bu yazıyı okuduğumuzda oluşabileceği gibi genetik çalışmaların insan algısında değişimler oluşturduğundan bahsetmektedir. Örneğin;
- İnsan psikolojisinin genetik temelini inkâr eden insanlarda ırkçılık ve cinsiyetçilik düşükken, psikolojideki genetik etkinin önemini kabul edenlerde ırkçılık ve cinsiyetçilik artış gösteriyor (Bastian & Haslam, 2006; Keller, 2005).
- Psikiyatrik hastalıklara baktığımızda, bu hastalıkların temelindeki biyolojik yatkınlığı öğrenenlerde, hastalığa sahip insanları suçlama eğilimi azalıyor. Bununla birlikte;
- Zihinsel hastalıklara karşı biyolojik tutum takınan kişilerin iyileşmeye karşı daha karamsar, hastalığa yakalanmaya karşı ise daha korku dolu bir tutum aldıkları görülüyor (Haslam & Kvaale, 2015; Kvaale, Haslam, & Gottdiener, 2013).
Bu çalışmalardan anladığımız üzere kişilik özelliklerinin açıklanmasında genetik faktörlerin yeri azımsanmamalı. Ancak, bu genetik tutumun insanı ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ya da zihinsel rahatsızlıklara karşı karamsarlığa sürüklememeli. Nitekim, yukarıda bahsedilen gen-çevre etkileşimlerinde görülüğü üzere genler çevrenin gücünü yok etmemekte, aksine, sosyal çevrenin etkisini ince ayrıntılarıyla görmemizi sağlamakta. Bu sebeple, insanı anlamak üzerine oluşturulan genetik, sosyal, gelişimsel ve kişilik modelinde kalıtsallığın yeri daha iyi anlaşılmalı.
Prof. Dr. Kemal Arıkan

Surat Asmak İçin Çok Sebep Var – Surat asma, gülümse! Ölü zamanlar armağan ettik birbirimize. Anlamsız kaprislerimizle mahvettik ilişkilerimizi belki. Anlık hayatta, baltalayarak öldürdük güzellikleri. Ellerimizle ufaladık bizi gülümsetebilecek çok şeyi
Gülümsediğin kadar çoğalırsın, derdi annem, mutlu ettiğinden daha fazla mutlu olursun derdi. Kimi zaman birini mutlu etmek pişman etse de sonradan beni, yine de annemin sözünü tutmaktan asla vazgeçmedim. Gülümsemeye ayırdığım zaman kadar gençleştiriyor hayat beni. Yüzümüzden düşen bin parça olduğu zaman kimse toplayamaz o parçaları. Parçalar düştüğü yere yapışmaz, eksiliriz. Gelen geçen basar üstüne, dağıldıkça dağılır, bize ait olana yabancılaşırız. Karadeniz’de gemilerimiz battığında bizden geriye ne kalır engin sularda? Ya bu batık kaç kişinin ilgisini çeker?
Yakındık, eskilerin deyimiyle evzindik, suçladık, tavır yaptık ve istemeden batırdık gemileri, bilmeden parçalandık belki bu kadar. Gülmeye inat, çattığımızda kaşlarımızı, çatık kaşlarımızın arasında onlarca kişiyi ezdik. Kısık bakışlarımızla, kırdığımız kalplere bir yenisini daha ekledik.
Kanımız deli deli aktı böyle zamanlarda. Anlamsız hırslar dalgalandı beynimizde, öfkemiz suları kabarttıkça kabarttı. Canice bir keyif aldık suratsızlığımızdan. Bencilliğimizi son zerresine kadar yaşadık, düşünmedik yanımızdakilere verdiğimiz ıstırabı. Öfkemizi kontrol edemedik. İnsanım ben de dedik, savunduk kendimizi önce kendimize karşı.
Çoğu zaman sebepsiz yere asılmasa da suratlar, bazen olur kendimiz bile anlam veremeyiz ruh hâlimize. “Gülmek istemiyorum.”. “İçimde bir sıkıntı var.”. “Negatif bir elektrik hissediyorum üzerimde.” gibi cümlelerle anlatmaya çalışırız durumu. Farkında olmasak da; bir birikimin yarattığı depremdir bu suratsızlık. Ve bu deprem tek bir kişiye zarar vermekle kalmaz ne yazık ki bütün depremler gibi. Gün içinde artçı sarsıntıları hissetmek de kaçınılmazdır. Öyle bir sarsarız ki yakınımızdaki herkesi, sarsıntılar geçip de ortalık sakinleşince yaraları onarmak hiç de kolay olmaz.
Bazen de –en azından kendimize göre- çok ciddi sebepleri vardır asık suratımızın. Bizimle birlikte herkesin de sıkıntımızı yüklenmesini bekleriz. Bir dünya afra tafra yapar, buhranlarda dolaşırız. Söylenen her söze verecek olumsuz bir karşılığımız olur mutlaka. Bencilliğimizi yaşarken etrafımıza verdiğimiz sıkıntı hiç umurumuzda olmaz, hatta tuhaf bir keyif alırız bizden başkalarının da yaşamdan tat almamasından. Özellikle de öfke duyduğumuz insanların. Hırsımızı çıkardığımızı sanırız onlardan. Acı verdiğimizi sanırız.
Surat Asma, Gülümse!
Hayatı birilerine zindan etmek hiç hakkımız değil oysaki. Gülümseyerek yaşama çiçek tohumları serpmek varken, sızlanmak büyük kayıp ve hayata karşı ayıp. Gülümsediğin kadar çoğalırsın derdi annem. Tohum tohum çoğalmak için, filizlenerek var olmak için, hayata karşı ayıp etmemek için, önce kendin için; gülümsediğin kadar çoğalırsın.
Belma Alper Uğurlu / Surat Asmak İçin Çok Sebep Var – Gülümsediğin Kadar Çoğalırsın!
KİŞİSEL GELİŞİM

Sana gülmeyi sevdiren insanlar, değerlidir.

Kalp kırıklığı nedir?

Bazı insanlar kırmaktan korkar, çünkü kırılmak ne demek iyi bilirler.

Kalp kırıklığı sadece duygusal bir durum gibi gelse de aslında fiziksel etkileri de bulunuyor. Bir ayrılık ya da sevilen birinin kaybı, vücudumuzun çeşitli tepkiler vermesine yol açabiliyor.
Kalp kırıklığı, sadece duygusal değil, aynı zamanda fiziksel olarak da derin izler bırakabilen bir deneyimdir. Bir ayrılık ya da sevilen birinin kaybı, vücudumuzun çeşitli tepkiler vermesine yol açabilir. Mide bulantısından uykusuzluğa, cilt problemlerinden ani kilo değişimlerine kadar birçok belirti, bu zor süreçte yaşanabilecekler arasındadır. Bu yazımızda, kalp kırıklığının vücut üzerindeki etkilerini ve bu süreçle başa çıkmanın yollarını keşfedeceksiniz. Peki kalbiniz kırıldığında vücudunuza ne olur? İşte vücudunuzda yaşanabilecek bazı değişimler…
KAN BASINCININ ARTIŞI
Kalp kırılması, genellikle büyük bir duygusal acı ve travmayı tanımlayan bir terimdir, ancak bu durum sadece psikolojik değil, aynı zamanda fiziksel sağlık üzerinde de önemli etkiler yaratabilir. Duygusal stres ve üzüntü, vücutta karmaşık bir dizi fizyolojik değişikliği tetikler. Özellikle stres hormonları, vücutta çeşitli etkiler doğurur. Stres hormonları olan kortizol ve adrenalin, kan basıncını yükseltir ve kalp atış hızını artırır. Bu durum, kalp çarpıntılarına, düzensiz kalp atışlarına ve hatta kalp krizi riskinin artmasına yol açabilir. Uzun süreli stres, kalp kasının yorulmasına ve kalp hastalıklarının gelişmesine zemin hazırlayabilir. Bu nedenle, kalp kırılması yaşandığında kalp sağlığının dikkatle izlenmesi önemlidir.
VÜCUT AĞRILARI
Fiziksel ağrılar da bu süreçte yaygın olarak görülür. Özellikle göğüs ağrıları, genellikle “stres göğüs ağrısı” olarak adlandırılan bir durumla ilişkilidir ve bu, stresin göğüs kaslarını gererek ağrıya neden olmasıyla oluşur. Bu tür ağrılar, kalp hastalığı ile karıştırılabilir, bu yüzden dikkatli değerlendirilmelidir. Ayrıca, baş ağrıları, özellikle migren ve gerilim tipi baş ağrıları, stresle ilişkili olarak ortaya çıkabilir. Duygusal stres, sinirlerin gerilmesine ve kimyasal değişikliklere yol açarak baş ağrılarına neden olabilir. Kaslarda gerilme ve ağrı da yaygın bir diğer etkidir. Boyun, omuz ve sırt bölgelerinde bu tür kas ağrıları, vücudun genel gerilimi ve stresle başa çıkma mekanizmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.
SİNDİRİM BOZUKLUKLARI
Sindirim sistemi, kalp kırılmasının etkilerinden önemli ölçüde etkilenir. Duygusal stres, iştah değişikliklerine yol açabilir; bazı kişiler iştah kaybı yaşarken, diğerleri aşırı yeme isteği duyabilir. Bu durum, kilo değişikliklerine ve beslenme alışkanlıklarının bozulmasına neden olabilir. Ayrıca, mide bulantısı ve sindirim sorunları da yaygın belirtiler arasında yer alır. Stresin sindirim sistemi üzerindeki etkisi, mide bulantısı, kusma ve diğer sindirim sorunları şeklinde kendini gösterebilir. Uyku düzenindeki bozukluklar da önemli bir sorundur. Kalp kırılması sırasında yaşanan duygusal acı, uykusuzluk, gece boyunca sık sık uyanma ve genel uyku kalitesinin düşmesi gibi problemlere neden olabilir. Kabuslar ve rahatsız edici rüyalar, stresin uyku üzerindeki etkilerini daha da kötüleştirebilir. Bu tür uyku problemleri, kişinin genel ruh hali ve enerji seviyeleri üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.
BÜTÜNSEL YAKLAŞIM
Uzun vadeli etkiler ise bağışıklık sistemi ve genel sağlık üzerinde belirgin sonuçlar doğurabilir. Sürekli stres, bağışıklık sistemini zayıflatarak vücudu enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale getirebilir. Ayrıca, uzun süreli stres, kalp hastalıkları, hipertansiyon ve diyabet gibi kronik hastalık risklerini artırabilir. Depresyon ve anksiyete bozuklukları gibi duygusal sorunlar, genel sağlık durumunu daha da olumsuz etkileyebilir. Bu tür etkiler, kalp kırılmasının yalnızca geçici bir duygusal durum değil, aynı zamanda sağlık üzerinde uzun vadeli sonuçlar doğurabilecek bir durum olduğunu gösterir. Neticede, kalp kırılması sadece duygusal bir travma değil, aynı zamanda fiziksel sağlık üzerinde de geniş bir etki yelpazesine sahip bir durumdur. Stres hormonlarının artışı, fiziksel ağrılar, sindirim sorunları, uyku bozuklukları ve bağışıklık sistemindeki değişiklikler, bu etkiler arasında yer alır. Duygusal acının fiziksel sağlık üzerindeki etkilerini anlamak, iyileşme sürecinde destekleyici yaklaşımlar geliştirmek açısından kritik öneme sahiptir.
YENİ ASIR

Gülümsediğim sürece kimse içimdeki acıları göremez.
Acılar: anlayışlı olmanın anahtarı
Hayat, mutluluk ve sevinçlerle dolu olduğu kadar, acı ve zorluklarla da doludur. Acılar, bireylerin yaşam yolculuklarında kaçınılmaz birer deneyimdir. “Acılar anlayışlı olmamızı sağlıyor” ifadesi, bu zorlu deneyimlerin insan psikolojisindeki derin etkisini ortaya koyar. Acı, yalnızca bir olumsuzluk değil, aynı zamanda empati ve anlayış geliştirmede önemli bir araçtır. Bu yazıda, acıların insanı nasıl şekillendirdiğini, anlayışlı olmanın önemini ve bu süreçte kazanılan değerleri inceleyeceğiz.
Öncelikle, acılarımızın bireysel deneyimler üzerindeki etkisine bakalım. Her birey, yaşamı boyunca çeşitli acı ve kayıplar yaşar. Bu deneyimler, insanın ruhsal yapısını etkiler ve kişinin kendine, başkalarına ve dünyaya bakış açısını derinlemesine değiştirebilir. Acılar, bireylerin dayanıklılığını artırarak, onlara güç kazandırır. Zorlu süreçler, çoğu zaman insanın kendi sınırlarını keşfetmesine ve içsel kaynaklarını bulmasına yardımcı olur. Bu keşif, bireyi daha anlayışlı ve duyarlı hale getirir.
Acı, aynı zamanda başkalarının duygularını anlamamızda da önemli bir rol oynar. Kendi acılarımızı deneyimlediğimizde, benzer zorluklar yaşayan diğer insanlara karşı daha fazla empati duyma kapasitemiz artar. Bu durum, sosyal ilişkilerdeki derinliği ve bağlılığı artırır. Bir insanın yaşadığı acıyı anlamak, o kişinin duygusal durumuna daha duyarlı olmamıza ve ona destek olma isteğimizi pekiştirir. Acı, bu anlamda, insanları birleştiren bir deneyim haline gelir.
Acıların getirdiği anlayış, bireyin kendisini ve çevresini daha iyi tanımasına da yardımcı olur. Zorluklar, insanın kendi değerlerini, inançlarını ve hayata dair perspektifini sorgulamasına yol açar. Bu sorgulama süreci, bireyin kendine dair daha derin bir anlayış geliştirmesine ve yaşamın anlamını yeniden değerlendirmesine olanak tanır. Kendi acı deneyimlerimizi anlamak, daha geniş bir perspektifle başkalarının acılarını da anlamamıza yardımcı olur.
Acılar, anlayışlı olmanın anahtarıdır. Yaşadığımız zorluklar, sadece bireysel birer deneyim olmanın ötesinde; başkalarına karşı duyarlılığımızı artıran birer öğretmendir. Acı, dayanıklılığımızı pekiştirirken, empati ve anlayış geliştirmemizi sağlar. Bu nedenle, acılarımızı kabullenmek ve onlardan ders çıkarmak, hem kendimizi hem de çevremizdeki insanları daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Acılar, yaşamın kaçınılmaz bir parçası olarak, bizi güçlendirir ve anlayışlı bireyler olmamıza katkıda bulunur.
ŞEYDA Harmancı