
Çaresizlik İnsana Ne Kadar Güçlü Olduğunu Hatırlatır. | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Umut Öztürk
Unutkanlıktan Ne Zaman Korkmalıyız? – @OsmanMuftuogluileYasasinHayat
Hassas bir insan olmanın hediyeleri
Acı çekmek, konfor alanından çıkmak, büyümek üzerine sohbet
Manevi taciz en yakınlarımızdan geldiğinde dayanma noktamı nasıl anlarım?
Bu Video Sonunda Yaşadığın Değişimi Gözlerinle Göreceksin! – En İyi Saadet Şen Motivasyon Videoları

Nur Viral’le Hayatta Her Şey Var | 26 Kasım

Duygular Ne İşe Yarar? I Anlat Bana 1.Bölüm I Prof. Dr. Sinan Canan ve Prof. Dr. Nalan Kuru



İÇİNDEKİLER
Tatmin Dolu Bir Yaşamın Kuralları
Markaya ödediğimiz para, neyin karşılığı?
Nasıl Sosyalleşilir?
Düşünce Gücü Nasıl Kullanılır?
İlişkilerde En Sık Yaşanan 9 Problem
Evlilikte Mutluluğun Keşfedilmesi
KENDİNİ SEVMEK
Sosyal Onay İhtiyacının Sosyal Medyadaki Tezahürü
Entelektüel Zorbalık:


Mutluluk, hayatımızın her döneminde peşinden koştuğumuz ancak tanımlanması ve ölçülmesi en zor kavramlardan biridir. Kimimiz için çocuklukta özgürce oyun oynarken hissedilen coşku; kimimiz içinse orta yaşlarda gelen denge, anlam ve başarı… Belki de yaş aldıkça hayatın küçük anlarını takdir etmeyi öğrendiğimizde yakaladığımız içsel huzur. Mutluluğun ne olduğu kadar, ne zaman en yoğun hissedildiği sorusunu da sıkça merak eder ve sorarız. Yıllar boyunca yalnızca bireysel bir merak olmakla kalmayıp birçok alanda araştırmalara konu olan “En mutlu hissettiğimiz yaş kaç?” sorusunun yanıtını sizin için araştırdık!
Mutluluk nedir? Nasıl ölçülür?
Mutluluk, günlük dilde çokça kullandığımız bir kavram olsa da bilimsel olarak ele alındığında oldukça kapsamlı ve çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Psikolojide mutluluk genellikle öznel iyi oluş (subjective well-being) kavramı üzerinden tanımlanıyor. Bu kavram, bireyin yaşamını nasıl değerlendirdiğine ve duygusal deneyimlerine odaklanan üç temel bileşenden oluşuyor:
- Hayattan memnuniyet, genel yaşama dair bilişsel değerlendirmeyi ifade eder. Kişi, hayatının nasıl gittiğine, beklentileriyle ne kadar örtüştüğüne, ulaşmak istediği hedeflere ne ölçüde ulaştığına göre memnuniyet düzeyini belirler.
- Pozitif duygular, kişinin yaşamında sıkça deneyimlediği neşe, keyif, heyecan, ilham gibi olumlu duygulardır.
- Negatif duygular ise stres, kaygı, üzüntü, öfke gibi olumsuz duygusal deneyimlerin sıklığını ve yoğunluğunu kapsar.
Bu üç bileşen birbirinden bağımsız değildir ancak her biri farklı yaşam dönemlerinde farklı seviyelerde seyredebilir. Yani bir kişinin genel yaşam memnuniyeti yüksek olabilirken, belirli dönemlerde pozitif duyguları düşük, negatif duyguları ise daha yoğun olabiliyor. Dolayısıyla, “mutluluk” kavramının yaşla birlikte nasıl değiştiğini analiz ederken çok katmanlı bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Bu doğrultuda, 2023 yılında yayımlanan ve Susanne Buecker ile ekibi tarafından gerçekleştirilen geniş kapsamlı meta-analiz çalışması, 460.000’den fazla katılımcının yaşam boyu öznel iyi oluş verilerini inceleyerek “En mutlu hissettiğimiz yaş kaç?” sorusunu yanıtlıyor.
- Araştırmalara göre hayattan memnuniyet, 9 ila 16 yaşları arasında belirgin bir düşüş gösteriyor. 16 yaşından sonra memnuniyet düzeyi yavaş ama istikrarlı bir artışla 70 yaşına kadar yükseliyor ve zirveye ulaşıyor. 70’ten sonra ise fiziksel sağlık, sosyal kayıplar ve bağımsızlık kaybı gibi faktörlerle birlikte tekrar düşüşe geçiyor.
- Pozitif duygular, çocukluktan itibaren 90’lı yaşlara kadar sürekli bir azalma eğilimi gösteriyor. Bu düşüş, yaşla birlikte duygusal yoğunluğun azalması, yaşam enerjisinin düşmesi ve olumlu duyguları tetikleyen yeni deneyimlerin azalması gibi etkenlerle açıklanıyor.
- Negatif duygular ise özellikle ergenlik döneminde artış gösteriyor. 22 yaş sonrasında negatif duygularda bir düşüş başlıyor ve bu düşüş 60 yaşa kadar sürüyor. Ancak 60 yaşından sonra, olumsuz duygular yeniden artış göstermeye başlıyor.
Sonuç olarak, mutluluğun evrimi doğrusal ya da tek yönlü olmuyor. Araştırmalar bize, yaşamın belirli bir noktasında kalıcı ve kusursuz bir mutluluk hali yakalanamayacağını ancak her dönemin içinde kendine has tatmin ve mutluluk kaynaklarının bulunduğunu gösteriyor. Bu noktada “mutluluk” için önemli olan, her yaşın gerektirdiği duygusal ihtiyaçları fark edebilmek ve buna uygun olarak yaşamı şekillendirebilmek oluyor.
Çocuklukta ve ergenlikte duygusal dalgalanmalar.
Çocukluk dönemi çoğu zaman özgürlük, oyun ve kaygısızlıkla özdeşleştirilse de araştırmalar özellikle erken ergenlik yıllarından itibaren pozitif duyguların yerini duygusal dengesizliğe bıraktığını söylüyor. Hayatın bu döneminde, memnuniyet ve pozitif duygular belirgin bir düşüş gösteriyor. Bu düşüş, ergenlik döneminin getirdiği hormonal değişimler, kimlik arayışları, akademik baskılar ve arkadaş ilişkilerindeki karmaşık dinamikler gibi birçok faktörün birleşimiyle açıklanıyor. Çocukluktan ergenliğe geçerken duygusal istikrar ve sosyallik gibi olumlu kişilik özellikleri geçici olarak zayıflıyor. Özellikle kız çocuklarında bu durum, negatif duyguların artışıyla daha da belirginleşiyor.
Elbette tüm çocuklar bu süreci aynı şekilde deneyimlemiyor. Ancak genel tabloya bakıldığında, çocukluk ve ergenlik dönemi mutluluğun zirve yaptığı bir zaman olarak değil; aksine duygusal dalgalanmaların sık yaşandığı, inişli çıkışlı ve gelişimsel olarak karmaşık bir dönem olarak öne çıkıyor. Bu nedenle çocukluk ve gençlik yıllarında mutluluğu daha çok anlık deneyimlerle beslemek, gençlerin duygusal ihtiyaçlarını anlamaya çalışmak ve destekleyici bir çevre sunmak, mutluluğu artırmak için en önemli unsurlar arasında yer alıyor.
Orta yaşlarda artan içsel huzur.
Toplumda oldukça yaygın olan “orta yaş krizi” kavramı, 30’lu ve 50’li yaşlarda mutluluğun düştüğünü ima ediyor. Ancak bu yaygın inancın aksine, araştırmalar hayat memnuniyetinin 16 yaşından 70 yaşına kadar istikrarlı bir şekilde arttığını gösteriyor. 30’lu yaşların ortalarından başlayarak 50’li yaşlara kadar uzanan orta yaşlar, yaşam dengesinin kurulduğu, kimliğin daha net tanımlandığı ve amaçların daha bilinçli şekillendiği bir zaman dilimidir. Dolayısıyla bu yaşlarda bireyler hem başarılarını hem de sınırlarını daha iyi kavramaya başlıyor. Aile, kariyer, sosyal çevre gibi hayatın çeşitli alanlarında daha köklü bağlar kuruyor ve bu da duygusal güven hissini artıyor.
Pozitif duygular çocukluktaki kadar yoğun yaşanmasa da duygusal dalgalanmaların azalması ve negatif duyguların bu dönemde minimum seviyelere inmesi, içsel bir huzur yaratıyor. Bu da daha kararlı, olgun ve hayata karşı daha dayanıklı hissetmeyi sağlıyor. Orta yaşlarda mutluluk, dış koşullardan çok içsel dengeyle ilişkili hale geliyor. Dolayısıyla mutluluk için hayatın temposuna göre yeni anlamlar geliştirmek, kişisel gelişime zaman ayırmak, ilişkileri derinleştirmek ve “mükemmel” değil, “gerçek” bir hayat yaşama fikrini benimsemek önem kazanıyor.
Yaşlılıkta bilgelik ve tatmin.
Yaşlılık dönemi çoğu zaman fiziksel zorluklar, sağlık problemleri, kayıplar ve değişen yaşam koşullarıyla birlikte anılsa da araştırmalar bu algının her yönüyle gerçeği yansıtmadığını gösteriyor. Özellikle 60’ların sonu ve 70’li yaşların başında, hayattan duyulan memnuniyetin seviyesinin zirveye ulaştığı görülüyor. Bu dönemde bireyler, yaşamın hızlı akışından bir adım uzaklaşarak, geçmişe dönüp bir bütün olarak hayatlarını değerlendirebilecek olgunluğa erişiyor. Geride bırakılan başarılar, kurulan ilişkiler ve kazanılan deneyimler, derin bir anlam ve içsel tatmin duygusu kazandırıyor. Yaş ilerledikçe “duygusal düzenleme becerisi” de gelişiyor. Bireyler olumlu duyguları daha uzun süre sürdürebiliyor, olumsuz duygularla ise daha yapıcı bir şekilde başa çıkabiliyor. Hayatın küçük anlarını daha fazla takdir etme, öncelikleri netleştirme ve zamanı daha bilinçli kullanma becerileri de bu dönemde daha güçlü hale geliyor. Yani dışarıdan sakin ve sade görünen bu yaşlar, aslında kişinin kendiyle ve yaşamla barıştığı önemli bir dönemi temsil ediyor.
Ancak maalesef bu iyilik hali sürekli devam etmiyor. Araştırmalar, 70–75 yaş sonrasında hem hayattan memnuniyetin hem de genel duygusal iyi oluşun belirgin şekilde düşüşe geçtiğini gösteriyor. Fiziksel bağımsızlığın azalması, sağlık problemlerinin artması ve sevdiklerin kaybı gibi yaşamsal kayıplar, mutluluk seviyesini ciddi şekilde etkileyebiliyor. Bu dönemde mutluluğu sürdürebilmenin en önemli yollarından biri, değişen koşulları yargılamadan kabul etmek ve yaşamın bu evresine dair beklentileri yeniden tanımlayabilmek oluyor. Ayrıca sosyal ilişkilerin devam etmesi, bireyin kendini toplumdan kopmamış hissetmesi ve fiziksel olarak aktif kalması, hem ruhsal hem de bedensel iyi oluş üzerinde belirleyici rol oynuyor.
Peki, en mutlu hissettiğimiz yaş hangisi?
Araştırmalar net bir şekilde gösteriyor ki mutluluğun tek bir yaşta zirve yaptığı söylenemiyor. Hangi yaşta daha mutlu hissedildiği, mutluluğun hangi boyutuyla değerlendirildiğine göre değişiyor. Eğer mutluluğu hayattan duyulan genel memnuniyet olarak tanımlarsak, 60’ların sonu ve 70’li yaşların başı en mutlu yaşlar olarak öne çıkıyor. Negatif duyguların en az hissedildiği dönem ise genellikle 50’li yaşlar olurken duyguların yoğunluğu ve çeşitliliği açısından bakıldığında, çocukluk ve gençlik yılları öne çıkıyor.
Dolayısıyla, mutluluğu tek bir yaşa indirgemek yerine, onun yaşam boyunca farklı formlarda ve yoğunluklarda karşımıza çıktığını kabul etmek gerekiyor. Belki de “En mutlu yaş kaçtır?” sorusu yerine, şunu sormak daha anlamlıdır: “Bulunduğum yaşta nasıl daha mutlu olabilirim?”
LIVETOBLOOM / Aleyna Tepe İper

Tatmin Dolu Bir Yaşamın Kuralları: Epiktetos’un Nitelikli Yaşam Reçetesi
Stoacı felsefenin önemli temsilcisi Epiktetos, insanların sadece kendi duygu ve düşüncelerini kontrol edebileceklerini, bu nedenle dış etkenlerden kaynaklı herhangi bir şeyin güdümüne girerek etkilenmemeleri ve bağımsız hissetmeleri gerektiğini savunur. Bu bağımsızlığın da insanlara iç huzur ile mutluluk vereceğini iddia eder. Milattan sonra 50-135 yılları arasında yaşamış Antik Yunan filozofu Epiktetos, bu öğretisi ile kendinden sonra gelen birçok düşünürü etkilemiştir. Epiktetos’un görüşleri antik söylemlerden arındırıldığında, günümüz yaşamında da kendine yer bulmaktadır. Epiktetos’un iyi yaşam öğretileri neler, hep beraber bakalım!
Duygular bulaşıcıdır. Başkalarının olumsuz duygu enfeksiyonundan kaçının.
İnsanların hüzünleri, acıları, olumsuz duyguları bir bulaşıcı hastalık gibi yayılır ve en çok da çevresindeki insanları etkiler. Hayal kırıklığı yaşamış bir arkadaşınız, kederli bir akrabanız ya da hayatı bir anda alt üst olmuş bir iş arkadaşınız ile karşılaşırsanız, yaşadıkları bu duyguları doğrudan üzerinize almayın. Kendinize Epiktetos’un şu öğretisini hatırlatın: “Bu kişiyi inciten şey, olayın kendisi değil. Bir başka kişi aynı durumda kendisini mutsuz hissetmeyebilirdi. Bu kişiyi inciten şey, yaşadığı olaya yüklediği anlam ve o anlam ölçütünde verdiği tepkidir.”
Bu duygulardan bağımsız kalarak daha rasyonel tepkiler vermek, karşımızdaki kişiye de daha iyi hizmet edecektir. Kederli akrabanızı dinleyebilir, hayatı alt üst olmuş dostunuzla derdini paylaşabilirsiniz; fakat bu olumsuz duyguların sizde de oluşmasına izin vermemelisiniz. Bilinç ve biliş süreci telkin vermediğiniz müddetçe başkasının acısını dinlediğinizde siz yaşamışçasına ruhunuza acı verecektir. Konu ile ilgili daha detaylı bilgiye ‘aynalama nöronlar’ üzerinde okumalar yaparak ulaşabilirsiniz.
Ve evet; duygular bulaşıcıdır. Birçok davranış bilimci kurum ve şirket yöneticilerinin ruh hallerinin çalışanları, yine çalışanların duygularının birbirlerinden etkilediğini öne süren araştırmalar yapmıştır (Robbins & Judge, 2017). Bu nedenle bu konulara hakim bireyler olarak en sık görüştüğünüz insanların da aynı farkındalığa sahip olmaları konusunda seçici olmalısınız.
Olan her şeyin iyi bir nedeni vardır.
Neyi düşünürseniz, o olursunuz. Olan olaylara boş ve batıl, sonradan üretilmiş inançların etkisi ile güçler ve anlamlar yüklemekten kaçının. Bizim her zaman meşgul olan zihinlerimiz, bir sonuçtan diğerine atlamayı, aslında orada olmayan işaretler üretmeyi ve yorumlamayı sonsuza kadar sürdürebilir.
Tüm olaylar arasında ayıklanan işaretlerle hikaye kurgulamayı, uydurma kurgularla beklentiler kümesi oluşturmayı ve boş beklentilerle de ömür ziyan etmeyi Epiktetos’a rastlayan bir birey olarak lütfen siz yapmayın. Ancak şunu yapabilirsiniz; başınıza gelen her duruma iyi yanından bakın. Çünkü avantaj arayan gözlerle bakarsanız her olay sizin için bir avantaj taşır.
İhtiyaçlarınızı ve beklentilerinizi gerçeklikle uyumlu hale getirin.
Epiktetos’a göre, sevdiğinizin ölümsüz olmasını istemek aptalcadır; gerçekçi değildir. İnsanlar ölümlüdür ve sonsuza dek yaşayamaz. Hiç hata yapmayan ve sizi devamlı mutlu eden bir insanla beraber olmayı istemek de aptalcadır, gerçekçi değildir. Böyle bir beklenti sadece hayal kırıklığı doğurur. Kontrol alanımıza giren, rasyonel, gerçekle bağlantılı beklentiler sonuçları daha kabul edilebilir kılar. Dahası, yaşamın sınırlarını ve kaçınılmazlığını anlamak, kabullenmek, savaşmak yerine kabulle beraber akmak bizleri daha özgür kılacaktır. Yaratıcının belirlediği bu sınırlar ile irademiz ve kontrol alanımız içindeki sınırsızlıkla uyumlu ve dengede olduğumuz müddetçe de hem özgür hem de iç huzurla iyi yaşamın şifrelerini çözmüş olacağız.
Mutluluk kendi içimizdedir.
Düşünsel özgürlük, yaşamdaki en değerli şeydir. Bu özgürlük nasıl kazanılır peki? Kendi kontrol alanınızın dışındaki şeyleri aldırmayarak ve önemsemeyerek. Eğer zihinleriniz kontrol edemediğiniz şeylerle ilgili endişe, korku ve tutkuyla dolu bir kazan gibiyse, hafif ve ışık yayan bir kalbe sahip olamazsınız.
Yenilmez olmak istiyorsanız, üzerinde gerçek bir kontrole sahip olmadığınız şeylerle mücadeleye girmeyin. Sizin mutluluğunuz şu üç şeye dayanır:
- İradeniz
- Karşılaştığınız olaylarla ilgili fikirleriniz
- Bu fikirleri işleme biçiminiz
Mutluluk, dış koşullardan bağımsızdır. Dış koşullardan gelen durumları bu öğretiler ile kendi içinizde yönetebilirseniz, mutluluğu bulabilirsiniz, -tabi ki içinizde-.
Başkalarını memnun etmeye çalışmak tehlikeli bir tuzaktır.
Başkalarını memnun etmeye çalışmak kendi yolunuzdan başka yollara sapmaktır. Kendinizi kendi gerçeğini arayan, bir bilgelik aşığı olarak görün ve her adımınızı dışarı değil içeri atın. Dahası, bunu yaparken de kendinizi başkalarına bilge olarak da göstermeye çalışmayın.
Bilgelik dolu bir yaşam, kendi fikirlerinizle ve kendi bakış açınızla yaşamanızla mümkün.
Zihninize hazineniz gibi davranın. Amacınıza odaklanın.
“Tutkular nefsin hastalıklarıdır. Bedeniniz gibi nefsiniz de hastalanabilir. Nefsin hastalıkları zayıflıklardır” der Epiktetos. Eğer biri sizin bedeninizi alır bir başkasına köle olarak verirse öfkeye kapılırsınız. Üstelik bedeninizi alan, aldığı bedeni yerden yere vurursa acı içinde yıpranırsınız. Bu zihniniz ve düşünceleriniz için de geçerli değil midir?
Sizinle olumsuz, itici veya zehirli şeyler paylaştıktan sonra zihninizi dağınık ve karışık bir şekilde bırakacak birine neden zihninizi teslim ediyorsunuz? Bedeniniz gibi zihniniz, düşünceleriniz de size ait. Başkaları tarafından etkilenmesine, yerden yere vurulmasına, karıştırılmasına izin vermemeli ve süreci kontrol etmelisiniz.
Amacınızı belirleyin, yol haritanızı çizin ve uygulayın.
Edindiğiniz amaç ile ilgili sorumluluk almadan önce bir adım geriye atın ve düşüncelerinizin çevrelendiği tabloya bakın. Bu amaç ham bir dürtüyle mi oluştu? Yol haritası belirleyip ilerlemeden önce amacınız gerçek mi tüm ayrıntıları ile analiz edin. Bu amacınızı gerçekleştirmeye çalışırken olabilecek her şeyi, bütün sonuçları ile birlikte düşündüğünüzde hala içinizde güçlü bir şekilde aynı amaca ulaşma arzusu devam ediyorsa, o zaman kararlılıkla amacınıza yönelik uygulamaya geçebilirsiniz.
Yol haritanızı belirlerken de kendinize soracağınız bazı soruları cevaplamanız gerekir:
- Bu amacınızın gerçekleşmesi için ne gerekmektedir?
- Bu amacı gerçekleştirmek için ne gibi araçlara sahipsiniz?
- Bundan sonra hangi adımı atmalısınız ve sonucunda ne gibi olasılıklarla karşılabilirsiniz?
- Karşılaştığınız sonuçlar beklentileriniz dışında ise ne gibi bir tedbir adımı/stratejisi düşündünüz?
Epiktetos’a göre isteksiz, gönülsüz bir ruhun hiçbir gücü yoktur. Yüzeysel amaçlar, geçici çabalara o da geçici, yüzeysel sonuçlara neden olur. Gerçekten istediğiniz bir şeyi amaç edinin. Yeterli çaba göstermeniz, arzu ile sürece odaklanmanız için bu zorunludur. Ayrıca güçlü ve zayıf yanlarınızı da belirleyin ve değerlendirin. Amaçlarınıza ulaşmada bu yönlerinizi bilmek süreci kolaylaştıracak, sizin için önemli bir motivasyon aracı olacaktır. Kendinizi yanılsamalardan özgürleştirin ve gerçekçi olun.
Başkalarıyla ilişkilerimiz yaşam niteliğimizi etkiler.
Kimlerle arkadaşlık ediyorsunuz? Arkadaşlarınız, yol arkadaşlarınız değerli insanlar mı? Onların etkileri, alışkanlıkları, değerleri ve davranışları sizi yüceltiyor mu yoksa bırakmayı düşündüğünüz alışkanlıklarınızı daha da güçlendiriyor mu? Arkadaşlar seçilebilir. Fakat bazı şeyler, bizim beğenilerimize göre tasarlanmaz. Örneğin, ailemiz. Babanızın size nasıl davrandığı ya da kardeşlerinizin sizinle olan ilişkisel tutumu, nitelik açıdan değerlendirdiğinizde seçim yapacağınız bir durum oluşturmaz. Burada da yaşamsal niteliğinizi, yine Epiktetos’un şu öğretisi ile korumalısınız: “Fiziksel saldırılar dışında, öteki insanlar, siz müsaade etmedikçe sizi incitemezler. Bu kişi sizin akrabanız, kardeşiniz, öğretmeniniz ya da bir üstünüz olsa dahi siz izin vermedikçe sizi incitemez. İncinmeye izin vermeyin, incitilmeyeceksiniz. Bu sizin kontrol alanınız içindeki bir seçimdir.”
Yaşama bir ziyafetmiş gibi yaklaşın.
Yaşamınızı nezaketle davranmanız gereken bir ziyafet gibi düşünün. Ziyafette yemek size gelene kadar sabırla bekleyin, telaşlanmayın. Sizden önce yemek verilenlere düşmanlık etmeyin, sabırsızlıkla öfkeye kapılmayın. Emin olun, yemeğiniz gelecek, geleceği ana kadar da zerafetle bekleyin. Harika bir ziyafettesiniz çünkü, sadece her anın güzelliğine odaklanın.
Hayatı bir ziyafet gibi yaşayan ve asla dürtüsel hareket etmeyen Diyojen ve Herakleitos gibi düşünürlerin yaşamsal ilkelerini mutlaka araştırın. Değerli yaşamları bu konuda birçok örnekle zenginleşmiştir.
Aklınızı koruyun.
Aklınızı bedeninizi korur gibi koruyun, hatta daha hassas bir şekilde koruyun. Bir aklı, hafızayı, zihni ne zayıflatır ve direncini ne düşürür? Bir aklı ne dağıtır ya da sisli hale getirir? Vereceğiniz cevaplar, “Nasıl?” sorunuzun da cevaplarını oluşturacaktır. Aklınızı korursanız aklınız da sizi her şeyinizle korur.
“Ben size, karakterinizde yaptığınız ilerlemeyi soruyorum, siz bana bir filozofun kitabını çok iyi okuduğunuzu ve anladığınızı söyleyerek övünüyorsunuz. Benim öğretilerimi anlamanız sayesinde ruhunuz şimdi daha yüksek, daha özgür, daha vefalı ve daha güzel oldu mu? Ruhunuz hiçbir şeyin engel olamayacağı kadar güçlü ve hiçbir şeyin bulandıramayacağı kadar berrak oldu mu? Şikâyetleri, öfkeyi ve sızlanmayı hayatınızdan kovabildiniz mi? İlkeler içinizde yeşerdi mi?” -Epiktetos
Kikwell / Bahar Yakut Özek

Marka, özlem duyulan bir yaşam biçimi algısı yaratır. Bu algının yaratılmasında ürün kadar, ürünün satışa sunulduğu mağazanın dekorasyonu ve mağaza çalışanlarının giyimi gibi pek çok unsur etkilidir
Bir ürünün, ödediğimiz paraya değer olup olmadığına karar vermek için iki ölçü kullanırız. Birincisi; ürünün fiyatını, ona benzer kabul ettiğimiz bir başka ürünle kıyaslamak, ikincisi de fiyat olarak konmuş çapanın (anchoring) etkisinde kalarak alım kararı vermek. Bu, özellikle indirimli ürün alırken geçerli olan bir ölçüttür.
Daha açık bir anlatımla, ürünün çapa etkisi yapan standart fiyatı ile o an satışta olan indirimli fiyatını karşılaştırmaktır. İndirimli fiyat duyuruları bu açıdan etkilidir. Bir saatin, kadın ayakkabısının, eşarbın veya trikonun fiyatını belirleyen, ürünün maliyeti veya kalitesi olmayıp o markanın temsil ettiği hayat tarzına atfedilen değerdir. Marka, özlem duyulan bir yaşam biçimi algısı yaratır. Bu algının yaratılmasında ürün kadar, ürünün satışa sunulduğu mağazanın dekorasyonu ve mağaza çalışanlarının giyimi gibi pek çok unsur etkilidir.
İnsan beyninin bu özelliğini bilen marka yöneticileri, ürünlerinin kalitesini geliştirerek belirli bir noktanın ötesine geçemeyeceklerini bildikleri için marka algısına yatırım yapmayı tercih ederler. Bu şekilde insanların duygu dünyaları üzerinden özlemleriyle ilişki kurarak, beynimizde markanın kavramlaşmasını sağlarlar.
Lezzet Testleri
Lezzet testine sokulan çeşitli marka su veya maden suyu arasından markayı tanımlayacak bir fark yakalamak oldukça zordur. Ancak dünyanın neresine giderseniz gidin, birçok otel odasındaki mini barı açtığınızda karşınıza Evian veya Vittel marka su, Perrier veya San Pellegrino marka maden suyu çıkar. Son zamanlarda İstanbul’un lüks restoranlarında da maden suyu istediğinizde, size sormadan önünüze San Pellegrino konur ve restoranın kendini konumlandırmasına ve insafına göre hesabınıza 10-29 TL yazılır. İyi olacağına inandıklarımızın iyi, kötü olacağına inandıklarımızın da kötü çıkması her insanın hayatında defalarca yaşanmıştır. Bu sadece duygularımızın bizi yönlendirmesi midir yoksa yaşanılan deneyimin fizyolojik göstergeleri de değişir mi? Örnek olarak bir şeyin tadının iyi olacağını beklediğimizde, bize tadı iyi hissettiren nöron aktivitesi de değişir mi? fMRI cihazıyla yapılan lezzet testlerinde,(1/2) denekler markayla ilgili dışarıdan bir ipucu almadıkları zaman, çeşitli markaları taşıyan içecekler arasında bir fark algılayamamışlardır.
Değeri Uzmanlık Gerektiren Konular
Değeri, konunun uzmanları tarafından belirlenen ve alıcının körü körüne satıcıya tabi olduğu ürünlerin başında pırlanta, zümrüt, yakut gibi kıymetli taşlar, özellikle kadınların tercih ettikleri kürk giysiler ve şarap gelir. Ancak kıymetli taşlara hiçbir ölçüye dayanmadan yüksek fiyat biçmenin tehlikeli bir yönü vardır. Ortada kullanım süresince hep aynı kalacak somut bir ürün olduğu için ikinci bir uzmandan görüş almak mümkündür. Kürkün değeri de modaya ve markaya bağlı olarak büyük değişkenlik gösterebilir. Ancak şarap böyle değildir. Kullandığınızda, yani tüketildiğinde biter. O halde lüks bir restoranda yemeğe ödenen miktardan daha yüksek bir bedel ödenen şarabın ısmarlanmasına yol açan bir tercih hangi sebeple yapılır? Bir şeye değer biçmek için o konuda eğitim almak bazıları için biraz yararlı olsa da esas olarak çok büyük bir fark yaratmıyor.
Sonuçta, değer algımızda ve kabullerimizin önemli bir etkisi bulunuyor. Ancak düşünen beynimiz bu etkiyi görmezden gelip seçimlerimizi mantık kurallarına uyacak şekilde gerekçelendirmeyi seçer. Bu yüzden, “Bu şaraba çok para verdiğim için tadı bana iyi geliyor” demek yerine, “Bu şarap gerçekten çok lezzetli. Verdiğim paraya değdi” demeyi tercih ederiz. Beynimizin bu hatalı çalışma tarzını bilenler de bunu sonuna kadar istismar etme hakkını, serbest ticaret anlayışının gereği olarak kendilerinde görürler.
Lüks Ürünlere Ödediğimiz Para
Coco Chanel, “Gerekli olanın bittiği yerde lüks başlar” demiştir. Bain & Company’nin ‘2016 İlkbahar Küresel Lüks Tüketim Malları Raporu’na göre, küresel lüks tüketim pazarı 2016 yılını 253 milyar Euro gelirle kapattı ve 2020’ye kadar bu gelirin yüzde 2 ila 3 oranında artışla 280-295 milyar Euro’ya ulaşması bekleniyor. Raporda ayrıca, değişen tüketim alışkanlıklarıyla birlikte hızla büyüyen X ve Y Kuşağı harcamalarının lüks pazarına 50 milyon yeni tüketici kazandıracağı belirtildi (3). Lüks markaların bilinirliği, arzulanması ve bu markaların ürünlerine sahip olma isteği arasında güçlü bir ilişki bulunuyor. Sanıldığı gibi lüks markalar sadece zenginlere pazarlanmaz. Lüks markalar herkesin bunları satın alamayacağı algısı yaratır ve çok geniş bir kitlede güçlü bir satın alma arzusu uyandırır.
Benlik İşaretlemesi
Çoğunluğunu İsviçre, İtalyan ve Fransız üreticilerin oluşturduğu saat, ayakkabı ve çanta pazarında alım yapanların büyük çoğunluğu orta ve üst-orta gelir gurubundandır. Bu alımlar mezuniyet, işe kabul, terfi ve nişan-düğün gibi özel vesilelerle satın alınır veya hediye edilir. Bu nedenle lüks markalar geniş bir dağıtım ağına, yaygın reklam ve pazarlama stratejine sahiptir. Çünkü büyümelerini geniş kitlelerin seyrek de olsa bu ürünleri almasına borçludurlar.
Marka, insanların önemli bir bölümü için başkalarından üstün olduğunu gösterme, bazıları için de kendini ödüllendirme ve buna değdiğine inanma duygusudur (4). Yüksek fiyata satılan gerçek bir Louis Vuitton, Gucci, Prada vb. markalı bir çanta, ayakkabı veya aksesuar kullanmakta zorluk çekenler de görüntüleri ve dışardan gözlenen özellikleri asıllarına çok benzeyen taklitlerini kullanır.
Sosyal psikologlar bu durumu benlik işaretlemesi (self signaling) adını verdikleri bir kavramla açıklamaya çalışırlar. Her insan kendisinin zevkleri ve karakteriyle özel olduğuna inanmakla beraber; kendisini tam olarak bilmediğinin de farkındadır. Başka insanları davranışlarıyla, kendimizi niyetimizle değerlendiririz. Bu arada bazı davranışları da taklit ederiz. Örneğin dilenciye para vermek, kişinin kim olduğu, karakteri, ahlaki normlarının sıkılığı konusunda bilgi vermez. Ancak böyle bir davranışta bulunan kişi bu davranışın sağladığı bilgiyle ‘benlik işaretlemesi’ olarak kendisini müşfik ve hayırsever bir insan olarak görür (5). Benzer şekilde taklit ürün kullananlar da kendilerini ait olmak istedikleri sınıfın bir üyesi olarak görürler.
Sonuç
Marka, gerçek bir değerden çok algılanan bir değerdir. Algılanan değer, ürünün sunduğu faydanın ötesinde beklenti ve özlemlerin soyut dünyasıyla ilgili olduğu için kolayca çarpıtılabilir. Ürünün tasarımı ve niteliklerin alışılmışın dışında olması, bedelinin sıradan olan markaların çok üzerinde olması, iletişiminde özel bir hayat tarzının sunulmasıyla statü sembolü olmasına para öderiz.
Bu yüzden, gözü kapalı marka bağımlısı olmayın veya yüksek fiyat konulan bir ürünün daha nitelikli olduğuna inanmayın. Size bilinçsizce para harcatacak seçimler yapmak yerine, zevkinize ve sezginize önem verin. Fiyat ile değer arasında doğrudan bir bağlantı olmadığını, çoğu zaman değer algımızın çarpıtılarak fiyatlarla oynandığını bilin.
PROF. DR. ACAR BALTAŞ
Kaynaklar:
1. McClure SM ve ark. Neural correlates of behavioral preference for culturally fami¬liar drinks. Neuron 2004; 44(2): 379–387.
2. Plassmann H ve ark. Marketing actions can modulate neural representations of experienced pleasantness. Proceedings of the National Academy of the United States of America 2008; 105(3): 1050-1054.
3. Byron Sharp, “Why Luxury Brands Really Need to Advertise.
https://byronsharp.wordpress.com/2005/02/03/why-luxury-brands-really-need-to-advertise/
4. Aksoy, T.: https://www.temelaksoy.com/luks-markalar/?utm_source=Temelaksoy.com&utm_campaign=2f4dddf6bf-Luks-Markalar-2017-06-06&utm
5. Gino, F.; Norton, M. I.; Ariely, D.:“The Counterfeit Self: The Deceptive Cost of Faking it” Psychological Science, 2010.

Nasıl Sosyalleşilir? Sosyalleşme Yolları
Sosyalleşmek Nedir?
Sosyalleşmek, bağ ve iletişim kurmak ve keyifli zaman geçirmek için diğer insanlarla zaman geçirmek anlamına gelmektedir. Sosyalleşme hayat boyu devam eden bir öğrenme sürecidir. İnsanın doğduğu andan itibaren başlayan ve ömür boyu devam eden bu süreç okul, aile, toplumsal grupların aracılığıyla toplumun değerlerini içselleştirme süreci olarak da tanımlanabilmektedir.
İnsan doğasında sosyal olmak vardır. İnsanın toplumun dışında tek başına yaşaması oldukça zordur çünkü toplumun dışında ve tek başına olan bir birey biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayamaz. Biyolojik varlığını sürdürebilse dahi konuşmak, iletişim kurmak, zihinsel gelişim, duygu kontrolü gibi birçok insani özelliği kazanamaz. İnsanın zihinsel, duygusal ve davranışsal yapısının gelişmesi sosyalleşme ile gerçekleşmektedir.
İnsanlar sosyalleşme sürecinde toplumun normlarını öğrenip içselleştirmekte ve anne, arkadaş, evlat, eş, çalışan gibi rollerin gerekliliklerini yerine getirmeyi öğrenmektedir. Sosyalleşme süreci hem bireyi hem de toplumu oldukça derinden ilgilendirmektedir. Sosyalleşme ömür boyu süren bir durum olsa da yoğunluğu ve hızı ömür boyunca değişmektedir. Hayatın çocukluk ve gençlik olarak bilinen ilk dönemlerinde artan sosyalleşme ileri dönemlerde azalmaktadır. Çoğu insan azalan sosyalliğin ardından belirli sıkıntılar yaşamaktadır. Bu sıkıntılar ise insanları “Nasıl sosyalleşilir?” sorusuna ve sosyalleşmek için daha fazla çaba sarf etmeye itmektedir. Sosyalliğin insan psikolojisi için yararı oldukça fazladır ve sosyalliğin insanın psikolojik iyilik haline fazlaca etkisi bulunmaktadır.
Sosyalleşmek Neden Önemlidir?
İnsan yapısı gereği ve evrimsel olarak yalnız olamayan bir canlıdır. İnsan zihninin gelişmesi için sosyalleşmeye ve diğer insanlara ihtiyacı bulunmaktadır. Sosyalleşmenin insan sağlığına önemi uzun zamandır araştırmacıları çeken bir konu olmuştur. Bu konuda yapılan araştırmalar sosyalleşmenin insan sağlığına olan yararlarından bahsetmekte ve sosyal anlamda daha zayıf kişilerin yaşayabileceği fiziksel ve mental zorluklardan bahsetmektedir.
İnsanlar sosyalleşme sayesinde insani nitelikler kazanmakta, yaşam tarzlarını şekillendirmekte, geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak yeni adımlar atmakta ve risklerden uzak durmaktadırlar5. Sosyalliğin insanın mental ve fiziksel iyiliğine pozitif etkileri olmaktadır.
Sosyalleşmenin Psikolojik Etkileri
En basit açıklamasıyla sosyallik insanlara kimlik gelişimi, sosyal becerilerin gelişimi, duygusal destek ve aitlik hissi gibi konularda yardımcı olmaktadır. Gözlem yoluyla öğrenen bir canlı olan insan, sosyal etkileşimleri sayesinde kendi kimliğini, fikirlerini ve davranışlarını oturtmaktadır. Yaşamın ilk yıllarından itibaren konuşmayı dahi gözlemleme yoluyla öğrenen insan ırkı bir topluma dahil olmayı, onlar gibi yaşamayı ve onların kurallarını öğrenerek kendi içinde öğrendiği bu durumları geliştirir ve kendi benliğini yaratır.
Diğer insanlarla iletişim ve etkileşim hali insana duygusal destek sağlamaktadır. Yalnız hisseden ve yalnız olan insanlarda duygusal desteğin eksikliği fazlaca görülmektedir. Duygusal ve sosyal destek insanların yaşadıkları psikolojik sıkıntılardan kurtulmaları ve daha iyi hissetmeleri için oldukça etkilidir.
Sosyal olan insanlar yardıma ihtiyaç duyduklarında bu yardımı almakta zorlanmamaktadır çünkü hayatlarında yardıma hazır birçok insan bulunur. Sosyal olan insanların stres seviyeleri azalmakta, hayattan aldıkları haz artmakta, topluluk ve aitlik hissini yaşamakta, mutlulukları artmaktadır. Sosyallik anksiyete ve depresyon gibi bozuklukların iyileştirilmesinde yardımcı tedavi olarak oldukça sık kullanılmaktadır.
Sosyalleşmenin Fiziksel Etkileri
Sosyal etkileşimler insanın fiziksel sağlığını da pozitif yönden etkilemektedir. İnsan etkileşimi kişinin bilişsel fonksiyonlarını geliştirmekte ve sosyallik sayesinde azalan stres ve artan keyif sayesinde kan basıncı düşmektedir. Özellikle sosyal etkileşimler gezmek gibi fiziksel bir aktiviteyle taçlandırıldığında kişinin hareketli olması da fiziksel sağlığını olumlu yönden etkilemektedir.
2008 yılında Kaliforniya’da 2.249 kadın katılımcı ile yapılan bir çalışmada araştırmacılar dört yıl boyunca katılımcıların sosyal ağları ile ilgili bilgileri toplayarak, geniş sosyal ağlara sahip kadınların, daha küçük sosyal ağlara sahip kadınlara göre bunama geliştirme olasılığının yüzde 26 daha az olduğunu bulmuşlardır. Bu çalışmada sevdikleriyle günlük temas ve iletişimde bulunan kişilerin demans riskinin yarı yarıya azaldığı sonucu ortaya konmuştur. 1988 yılında dahi yapılan çalışmalarda sosyal etkileşim azlığının obezite, sigara içmek ve yüksek tansiyondan daha zararlı olduğu düşünülmüştür.
Sosyal Beceriler Nedir?
Sosyal beceriler, insan bağlantılarını geliştirmek ve sosyal ortamlarda uygun şekilde bulunmak için gereken sözlü ve sözsüz iletişim becerilerine denmektedir. İnsan diğer insanlarla ne kadar fazla etkileşimde bulunursa nasıl davranması gerektiğini o kadar iyi bilmektedir.
Sosyal beceriler günlük etkileşimleri içermekte ve yabancılarla konuşurken rahat olmayı, kolayca arkadaş edinmeyi ve yeni girilen ortamlara uyum sağlamayı içermektedir. Sosyal anksiyetesi olan ve içe dönük olan bazı insanlar bu tarz sosyal becerilerde zorlanmaktadır. Bu kişiler çoğu zaman kendilerini bilerek sosyal ortamlardan ve etkileşimlerden uzak tuttukları için sosyal becerileri azalmaktadır.
Sosyal Beceriler Nasıl Gelişir?
İnsan sosyal becerilerini sonradan da geliştirebilmektedir. Sosyal becerilerin gelişmediği durumlarda sosyallik oldukça zorlayıcı bir durum olmaktadır. Birçok insanın çok rahat şekilde yapabildiği bu davranışta zorlanıyor olmak çoğu insana oldukça kötü hissettirmektir. İnsanın sosyal becerilerini geliştirmek için yapabileceği bazı davranışlar bulunmaktadır.
1. Aktif Dinlemeyi Öğrenmek
İletişimin ve sosyalleşmenin en önemli parçalarından biri dinlemektir. Karşısındaki insanı aktif şekilde dinleyebilen insanlar konuşacak daha fazla konu bulmakta ve sohbeti devam ettirebilmektedir. Aktif şekilde dinlendiğini fark eden kişi ise bu iletişimi devam ettirmeyi istemekte ve bunun için çabalamaktadır.
Bu sebeple karşı tarafı aktif dinleyebilmek için dinleme anında ne cevap vereceğini düşünmek yerine karşı tarafın ne dediğine tamamen dikkatini vererek dinlemek ve söylediklerinin içeriğini fark etmek gerekmektedir. Aktif dinleme için göz teması kurmak, dikkat dağıtıcılara aldırmamak ve karşı tarafı bölmemek gereklidir.
2. Açık Uçlu Sorular Sormak
İnsanların evet veya hayır ile cevap verebileceği sorulara kapalı uçlu sorular denmektedir. Kapalı uçlu sorularda karşı tarafın seçmesi gereken sınırlı cevaplar olurken açık uçlu sorular bunun tam tersi şekilde insanı seçenekler ile sınırlamayan soru çeşitleridir.
Karşı tarafın cevabında tamamen kontrol sahibi olmasını sağlamak ve ona bir seçenek sunmamak kişiyi daha fazla konuşup paylaşmaya itmektedir. Kapalı uçlu sorular çoğu zaman tek kelimelik cevaplar getirirken açık uçlu soruların cevapları tek kelimelik değildir. Bu da sohbetin ve etkileşimin uzamasını sağlamakta ve kalitesini artırmaktadır.
Kapalı uçlu sorulara örnek olarak “Dışarı çıkmayı seviyor musun?” sorusu verilebilirken açık uçlu sorulara örnek olarak “Dışarı çıkmakla ilgili ne düşünüyorsun?” sorusu verilebilmektedir. İletişimlerde açık uçlu soruları tercih etmek karşı tarafın dinlendiğini hissetmesine ve önem verildiğini hissetmesine sebep olmaktadır.
3. Duygusal Zekayı Geliştirmek
Empati gibi yetenekleri geliştirmek iletişim kurmada ve sosyal becerileri geliştirmede önemli rol oynamaktadır. Empati kurabilen bir insanla konuşmak ve anlaşıldığını hissetmek insanların daha fazla konuşmak istemesine sebep olmaktadır.
Empati çoğu zaman sempati ile karıştırılmaktadır. Empati kurmak onun yerinde olsam ne hissederdim diye düşünmek anlamına gelmektedir. Sempati ise onun duygularını hissetmek ve onun için üzülmek anlamına gelmektedir. Sempati karşıdaki kişiyle birlikte aynı duyguları hissetmek ve onun gözüyle bir şeyleri görmek iken empati karşıdaki kişinin duygularını anlamaktır. Empati kurmayı geliştirmek için ise insanların bakış açısını anlamaya çalışmak ve kendi gözünüzden karşı tarafın duygularını tanımlamaya çalışmak önemlidir. Empatide kişiye hak verme zorunluluğu yoktur yalnızca onun duygu ve davranışlarını anlamaya çalışmak önemlidir.
4. Sessizliklere Alışmak
Çoğu insan iletişim arasındaki sessizlikten korkmaktadır. Bu sessizlikleri konuşacak konunun bulunamaması olarak algılayarak doldurmaya çalışmak sıkça yapılan davranışlardan biridir. Fakat sessizlik, sohbetlerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Konuşma arasındaki sessizlikler dolması gereken ve olmaması gereken durumlar değillerdir. Konuşma arası sessizlikler iki tarafa da düşünme ve konuşulanları sindirme şansı tanımaktadır.
Nasıl Sosyalleşilir?
Daha sosyal olmak için yapılması gereken birçok davranış bulunmaktadır. Bu davranışların bazıları kişisel ve içsel değişimleri bazıları ise mekansal değişiklikleri içermektedir. Sosyal becerileri geliştirdikten sonra insanlar ile etkileşime girilebilecek adımlar atılması gerekmektedir. Fakat bütün bu mekan değişimleri ve etkileşim adımlarından önce kişinin sosyal olduğunu ve iletişime açık olduğunu belli edecek davranışlarda bulunması gerekmektedir.
1. Beden Dilini Fark Etmek
Sosyalliğe açık olduğunu davranışlarıyla göstermek isteyen bir insan bulunduğu ortamda kendi halinde takılıp duvara, zemine veya telefona bakmaktansa insanlarla göz teması kurmalıdır. Dik oturup göz teması kurulan insanlara hafifçe gülümsemek arkadaş canlısı ve sosyalleşmek isteyen bir kişi olunduğunu karşı tarafa iletmektedir.
Bir insana bakarak ve davranışlarını, duruşunu, ne yaptığını fark ederek onun iletişime açık olup olmadığını anlamak mümkündür. Dışarıda sinirli veya mutsuz bir surat ifadesi ile durmak, kollarını göğüste bağlamak ve kambur oturup bir şeyler ile ilgilenmek karşı tarafa benden uzak durun mesajını vermektedir.
2. Sohbet Açmak
Dışarıda yabancı bir insanla aynı sırayı beklerken, aynı otobüste giderken veya aynı kıyafete bakarken kısaca ortak bir noktada buluşulan bir insanla sohbet açmaktan korkmamak gerekmektedir. Karşıdaki kişinin vücut dilini kontrol edip iletişime açık olduğu düşünüldüğünde sohbet başlatmak iyi bir adımdır. Arkadaş edinmek ve sosyal olabilmek için insanlarla sohbet etmek gerekmektedir. Bunun için en uygun yol ise ortak bir konudur.
Kişiye bir soru sormak, içinde bulunulan durumla ilgili yorum yapmak ve tavsiye istemek gibi hamleler sohbet başlatmak için ideal yöntemlerdir. Sohbet etmeye çalışılan kişiden kısa ve sohbeti bitiren bir cevap gelirse o kişiyle iletişime son verip farklı insanlar ile aynı adımları denemekte fayda bulunmaktadır.
3. Arkadaşların Arkadaşları ile Tanışmak
En kolay sosyalleşme yollarından biri halihazırda var olan arkadaşların arkadaşları ile tanışmayı istemektir. Bu istekten çekinen kişiler için ise doğum günü kutlamaları gibi ortak sosyal ortamlara mutlaka katılmak ve oralarda insanlarla iletişim kurmak sosyalliği geliştirecek davranışlardandır.
Sosyal ortamlarda yeni insanlarla tanışmak sosyallik için oldukça gereklidir. Arkadaşlardan tanıştırmasını istemek, sosyal medya yolu ile tanışmak veya birçok insanın bulunacağı sosyal ortamlara gitmek gibi yollar sayesinde insan sosyal ortamını genişletmektedir.
4. Kurslara Gitmek
Yüz yüze ve çok insanın bulunduğu, grupça yapılabilen yeni hobiler bulmak ve bu hobiler için kurslara gitmek yeni insanlarla tanışmak için oldukça önemlidir. Kişinin kendini birçok insanın bulunduğu ortamlarda bulması yeni insanlarla tanışmasını kolaylaştırmaktadır.
Birçok farklı insanın aynı anda aynı konu için bir arada bulunması, sohbet etmeyi kolaylaştırmakta ve çoğu insan yalnız geleceğinden sosyalliği neredeyse zorunlu kılmaktadır. Aynı konu için aynı ortamda bulunan insanların bazı zevklerinin ortak olduğu düşünülebilmektedir. Bu ortak zevkler ise sohbete başlamayı ve iletişimi devam ettirmeyi sağlamaktadır.
5. Telefon Numarası İstemek
Bir süredir aynı ortamda bulunulan (iş, kurs gibi) veya bir sosyal ortamda iletişim kurulan insanların telefon numarasını istemekten çekinmemek gerekmektedir. Başlatılan iletişimin sürmesi ve gelişmesi için karşı tarafla tekrar görüşüp konuşmak gerekmektedir. Bunun için en basit yol ise telefon numarasını istemektir. Sosyalleşebilmek için insanın mutlaka güvenli alanından çıkması ve daha önce yapmadığı, yapmaya çekindiği davranışları gerçekleştirmesi gerekmektedir. Yeni tanışılan bir insandan veya nispeten az iletişimin olduğu bir insandan telefon numarası istemek de tam olarak sosyalleşmekte zorlanan kişiyi güvenli alanından çıkaracak bir davranıştır.
Hiwell

Her insanın olumsuzluklarla baş etme yeteneği birbirinden farklıdır. Kimisi olumsuz düşüncelere karşı zihnini daha iyi savunurken kimisi bu kötü düşüncelerin esiri olabiliyor. Bu yazımızda biz ikinci kısımdaki bireylerin negatif düşüncelerini nasıl önleyebileceğine bakacağız.
Sağlığımızı sadece zararlı gıdalar değil; zararlı düşünceler de bozar. Hayat, tek düze devam eden ve güzelliklerle dolu bir yapıda değildir. Bazen güler bazen ağlarız. Hatalar da hayatın içinde olan durumlardır. Ama kimi zaman bireyler yaptıkları hatalardan ders çıkarmak yerine onları sırtlarında bir yükmüş gibi taşımaktadırlar. Bir süre sonra bu yük kocaman bir kambura dönüşmekte ve insan yaşamını olumsuz etkilemektedir. Yapılan yanlışlar sonrasında ortaya çıkan negatif düşüncelerin zihni ele geçirmesi ile stres kaynaklı pek çok rahatsızlık ortaya çıkmaktadır. Bu rahatsızlıklara maruz kalmamak için olumsuz düşünceleri kafanızdan atmanız ya da azaltmanız gerekiyor.
Negatif düşünceleri önlemek ya da en aza indirebilmek için şu 9 yolu deneyebilirsiniz:
Negatif düşüncelerin esiri olmayın
İnsan, negatif düşüncelerden etkilenmeye meyilli bir yapıdadır. Bu düşüncelerin sizi ele geçirmesine izin vermeyin. Kimi zaman olumsuz ya da kaygılı düşünceler nedeni ile umutsuz ve çaresiz hissedebilirsiniz. İnsan, heyecanlandığında ya da korktuğunda nasıl kalp atışı hızlanıyor, terleyebiliyor ya da yüzü kızarabiliyorsa negatif düşüncelerin beslediği bir vücutta da bazı sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Özellikle stres kaynaklı bazı rahatsızlıklar, vücutta geri dönüşü olmayan hasarlar bırakabilir. Bu yüzden olumsuz düşüncelerin yaşam kalitenizi etkilemesine izin vermeyin.
Negatif düşünceleri belirleyin
Kişinin herhangi bir sorunu çözmesi için öncelikle o sorunu tespit etmesi gerekir. Siz de olumsuz düşüncelere sahipseniz ilk olarak aklınızdaki negatif düşünceleri belirleyin ve onların neler olduğunu tanımlayın. Bu düşünceler size neden kötü hissettiriyor? Kim ya da ne için bu durumdasınız? Zihninizi böyle meşgul eden sağlığınızı bozan bu düşüncelerin kaynağı nedir? gibi sorulara cevap vererek negatif düşüncelerinizi belirleyebilirsiniz.
An’da Kalın
Toplumsal olarak belki de en büyük sorunlarımızdan birisi de an’ı yaşayamamaktır. İnsanlar çoğu ya geçmişe takılı kalmıştır ya da gelecek hakkında kaygı duymaktadır. Tüm bu olumsuz düşünceler insanların bugüne odaklanmalarını engellemektedir. Bu şekilde insanlar düzeltemeyecekleri ve müdahale edemeyecekleri zamanlar için bugünlerini de mahvetmektedirler. Bu sebeple ilk olarak şimdi ne durumda olduğunuzu düşünün ve geleceğin hep planlandığı gitmeyeceğini aklınıza yazın. Aşırı kaygı ve olumsuz düşüncelerin bugününüzü çalmasına izin vermeyin.
İç sesinize yön verin
İnsanın kendini tanıması pek çok sorundan kurtulmasının en önemli adımıdır. Nerelerde, kimlerle ya da hangi olaylar karşısında kötü hissettiğinizi kesinlikle bilmelisiniz. Bununla beraber daha evvel olumsuzluklar karşısında ne şekilde mücadele ettiğinizi gözden geçirin ve negatif düşüncelerle mücadelede bu yöntemleri kullanın. Böylece kendinizi daha iyi tanıyacak ve olumsuz düşünceler ile daha kolay baş edeceksiniz.
Geleceği garanti olarak düşünmeyin
İnsanlar geleceklerinin iyi olması için bazı yatırımlarda bulunurlar. Bu yatırımları sadece maddi yatırım olarak düşünmemek gerekiyor. Sağlık yatırımı, manevi yatırım ya da ailevi yatırım… Tüm bu yatırımları yaparken gelecek için esnek olmaya çalışın. Çünkü siz ne kadar bir şeyleri planlarsanız planlayın hesapta olmayan bazı olumlu ya da olumsuzluklar gerçekleşecektir. Bu sebeple geleceğe dair çok kesin planlar yapmaktan kaçının.
Kendinizi suçlamayın
Yaptınız hatalar sebebi ile kendinizi suçlamaktan vazgeçin. Çünkü insan hata yapa yapa kendini geliştirir. Önemli olan hatalardan ders çıkarmak ve düşmeden yola devam etmektir. Yapılan hataları sürekli düşünmek, kendinizi suçlamak ve negatif duyguları içselleştirmek kişinin yola devam etmesine engel olacak ve kişiyi saplantılı bir hale sokacaktır. Geçmişte yapmış olduğunuz hatalar gelecekte de tekrarlanabilir. Unutmayın her bir hata bir tecrübedir ve tecrübe sadece yaşanılarak öğrenilir.
Pişmanlığı zihninizde biriktirmeyin
Pişmanlık, erdemli bir duygudur. Yapılan bir yanlışı kendinize itiraf etmek size huzur verecektir ama pişmanlığı sürekli zihninizde biriktirirseniz yani ondan faydalanmak yerine sürekli zihninizde taşırsanız bu sefer olumsuz düşüncelerin esiri olabilirsiniz. Pişmanlık, yapılan yanlıştan ders çıkarmak ve o hatayı bir daha yapmamaya çalışmaktır; bir hatayı sürekli yük olarak taşımak değildir.
Bu kelimeleri kullanmaktan kaçının
İnsanlar “keşke” kelimesini çok kullanmaktadır. Bir durum sonrasında “keşke” diyorsanız artık o durumu değiştirme imkânınız yok demektir. O yüzden “keşke” demek yerine “bir dahaki sefer daha iyi nasıl yapabilirim” fikrine odaklanmanız gerekiyor. Bununla beraber hayatınızda “asla, kesinlikle” gibi net ifadeler yerine daha esnek ifadeler kullanmanızda yarar vardır.
Kendinize saygı duyun
Alacağınız kararlarda, yaptığınız hatalarda ya da öne sürdüğünüz fikirlerde kendinize saygı duyun ve bu fikirlerin arkasında durun. Hayatınızı başkalarının fikirleri üzerine kurmayın. Mahalle baskısına yenik düşmeyin. Kendinizi iyi tanıyın ve aldığınız kararlar sonucunda yaşananları olgunlukla karşılayın.
NOVARGE


Konu | Tanımı | Önemi |
---|---|---|
Pasif Dinleme | Hedef dilde bir ses kaydı dinlemek veya film izlemektir. | Zamanla doğal bir şekilde daha fazlasını anlamaya başlanacağı varsayılır. |
Aktif Dinleme | Dikkat ve konsantrasyon gerektiren bir dinleme yöntemi. Dinleme çalışmanızın bir amacı vardır. | Bir dinleme egzersizi için belirgin bir hedefe sahip olur ve anlamlı gelişim sağlar. |
Özet Çıkarma | Bir podcast ya da videoyu baştan sona iki kere dinleyip, ana fikir ve önemli kısımlarla ilgili notlar almaya çalışma yöntemi. | Dil anlama yeteneğini ve detaylara dikkat etme yeteneğini geliştirir. |
Uzun ve Kısa Materyaller | Kısa içeriklerle sesli kitaplar gibi uzun içerikler arasında geçiş yapma yöntemi. | Hem kısa hem de uzun dil materyalleri ile etkili bir şekilde çalışabilme yeteneğini geliştirir. |
Boşluk Doldurma | Verilen metinde eksik olan kelimeyi dinlediğiniz cümleden hareketle bulma yöntemi. | Kelime bilgisini ve dil bağlamında düşünme yeteneğini geliştirir. |
Görsel Destek | Çalışmalarınıza görsel ögeler eklemek şeklinde bir dinleme yöntemi. | Bildiğiniz kelimelerle yeni kelimeler arasında bağlantı kurmayı kolaylaştırır. |
Yukarıdan Aşağı ve Aşağıdan Yukarı Dinleme | Önceden genel bir fikir edinme (yukarıdan aşağı) ve detayları ve gramer kurallarını gösterinin ardından inceleme (aşağıdan yukarı) yöntemleri. | Geniş bir bağlamda dil uygulaması yapmanızı sağlar ve daha hızlı anlamanıza yardımcı olur. |
Ön Araştırma | Sesli kitaplar, filmler, oyunlar vb. üzerinde çalışmadan önce ön bilgi edinme. | Bağlamı anlama ve kelime bilgisini genişletme yeteneğini geliştirir. |
Anlama Yeteneğinin Geliştirilmesi | Dinlediklerinizi anlamaya çalışmak ve takıldığınız yerde durup tekrar dinlemek. | Dilin akıcılığını ve anlama yeteneğini geliştirir. |
Konsantrasyon ve Dikkat | Dilin kendisi dikkat gerektirdiği için, dinleme becerisini geliştirmek önemlidir. | Anlamayı ve hatırlamayı iyileştirir. |
Öğrendiğiniz dilde konuşulanları anlamakta zorluk çekiyorsanız, yalnız değilsiniz. Evde, işte, alışverişte veya trafikte seyrederken hedef dilde dinleme çalışmaları yapmanıza rağmen bu becerinizi geliştiremediğinizi hissediyorsanız, çalışma şekliniz yanlış olabilir.
Pasif Dinleme Nedir?
pasif dinleme sırasında tek yaptığınız, hedef dilde bir ses kaydı dinlemek veya film izlemektir. ana fikir, dinlediklerinizi şu anda anlamasanız bile zamanla doğal bir şekilde daha fazlasını anlamaya başlayacağınız üzerine kuruludur. pek çok dil programında bulaşıkları yıkarken, arabanızla işe giderken ve hatta uyurken bile dinleme becerinizi geliştirebileceğiniz ileri sürülür. ne kadar cazip bir fikir, değil mi? ancak pasif dinleme, en azından aktif dinleme ile birlikte yürütülmediği sürece, pek bir işe yaramaz.
Pasif dinlemede bir amacınız yoktur, dolayısıyla sonuç da yoktur. Dinlediğinizi anlayıp anlamamanız önemli değildir. Gelişmeniz için bir neden yoktur. Dinleme becerinizi geliştirmek istiyorsanız, odaklanmanız gerekir. Çünkü dilin kendisi dikkat gerektirir. Bu, ana diliniz için de geçerlidir. Dikkatiniz dağınıksa, söylenenleri anlamaz veya hatırlamazsınız.
Aktif Dinleme Nedir?
Arka planda olup biten pasif dinlemenin aksine, aktif dinleme dikkat ve konsantrasyon gerektirir. Çünkü dinleme çalışmanızın bir amacı vardır. Kendinize bir rutin oluşturduğunuzda gelişiminizi kısa sürede fark edebilirsiniz.
Aktif Dinleme Çalışmaları
- Özet Çıkarma
30 dakika veya daha kısa bir podcast ya da videoyu baştan sona iki kere dinleyin. İlk dinleyişinizde mümkün olduğunca anlamaya çalışın. Takıldığınız yerde durdurun, tekrar dinleyin. İkinci seferde ise ana fikir ve önemli kısımlarla ilgili notlar almaya çalışın. Ardından, öğrendiklerinizi yazılı veya sözlü olarak özetleyin.
- Uzun ve Kısa Materyaller
Podcast gibi kısa içeriklerle sesli kitaplar gibi uzun içerikler arasında geçiş yapın. Örneğin, her gün yaptığınız yarım saatlik dinleme çalışmalarına ek olarak, haftada bir gün yarım saat sesli kitabınızı dinleyin. Uzun materyallerle çalışırken elinizin altında bir metin bulundurun. Bu sayede anlamadığınız kelime ve cümleleri işaretleyebilir, dinleme çalışmasının ardından bu notları gözden geçirebilirsiniz.
- Boşluk Doldurma
Boşluk doldurma alıştırmalarında, size verilen metinde eksik olan kelimeyi dinlediğiniz cümleden hareketle bulmaya çalışırsınız. İnternette her dilde ve her seviyede boşluk doldurma çalışmalarına ulaşabilirsiniz.
- Görsel Destek
Çalışmalarınıza görsel ögeler eklemek, bildiğiniz kelimelerle yeni kelimeler arasında bağlantı kurmanıza yardımcı olur. Aktif dinleme çalışmalarınız sırasında basit şekiller çizerek ipuçları oluşturabileceğiniz gibi podcast adıyla veya kitabın belli bir bölümüyle ilişkilendirebileceğiniz resimler çizebilirsiniz. Bu, çalışmanız sırasında öğrendiklerinizi hatırlamanızı kolaylaştırır.
- Yukarıdan Aşağı ve Aşağıdan Yukarı Dinleme
Hedef dilde televizyon programları veya tiyatro oyunları izlemek hem çok zevklidir hem de birçok açıdan gelişiminizi destekler. Yaptığınız çalışmalarda dile ilişkin detayları ve gramer kurallarını gösterinin ardından gözden geçiriyorsanız, bu aşağıdan yukarı dinlemedir. Yukarıdan aşağı dinlemede ise, dile maruz kalmadan önce genel bir fikir edinirsiniz. Her iki yaklaşım da yararlı olmakla birlikte, özellikle konuşmacıların hızına yetişmeniz gereken durumlarda, kelimeler yerine konseptlere odaklanan yukarıdan aşağı dinleme size çok yardımcı olabilir. Örneğin bir tiyatro oyunu izleyecekseniz, önceden oyunun özetini ve karakterlerini inceleyebilirsiniz. Sesli kitap dinleyecekseniz, yazıldığı dönem ve yazarıyla ilgili ön araştırma yapabilirsiniz. Böylece materyale ve bağlamına dair genel bir fikir edinir, anlamadığınız kısımları bağlamdan yola çıkarak tahmin edebilirsiniz.
IIENSTITU

Konu | Açıklama | Önemi |
---|---|---|
Düşünce Gücü | Düşünce duyu organlarımızla fark ettiklerimizin zihnimizde canlanmasıdır. Bilinçaltımızı, düşünce gücü ile yeniden yapılandırabiliriz. | Düşünce gücü sayesinde hayatımızı olumlu yönde etkileyebilir, alışkanlıklarımızı değiştirebilir ve inanışlarımızı oluşturabiliriz. |
Hayal Gücü | Hayallerimizi önce zihnimizde canlandırıp ardından deneyimleyebiliriz. | Hayal gücü, bilinçaltımızı düşünce gücümüzle yeniden yapılandırmanın en etkili yoludur. |
Düşünce Gücü ile Tedavi | Düşündüğümüz tüm duyguların, yaşayacaklarımızın belirleyicisi olduğu varsayılır. Hastalıkların da kendi düşüncelerimizle ortaya çıktığına inanılır. | Hastalıkları tamamen ortadan kaldırmak için zihindeki oluşum sürecini yok etmek gereklidir. |
Kişisel Gelişim | Düşünce gücümüzü geliştirmek için, yeni şeyler öğrenmek ve araştırma yapmak önemlidir. | Kişisel gelişim, düşünce gücümüzle direkt bağlantılıdır ve düşünce gücünü geliştirmek, kişisel gelişimin önemli bir parçasıdır. |
Hafıza | Hafızamızı güçlendirmek için, telefon rehberimizdeki numaraları hafızamızda tutmaya çalışmak veya alışveriş listesini zihnimizde saklamak gibi aktiviteler yapabiliriz. | Hafızamızı güçlendirmek, düşünce gücümüzü de geliştirecektir. |
Beyin Lopları | Hangi elinizi kullandığınız, hangi beyin lopunuzun daha çok çalıştığına dair bilgi verir. | Beynin sol kısmını kuvvetlendirmek, düşünce gücünü artırabilir. |
Duygularımıza Ulaşmak | Duygularımıza ulaşmak her zaman kolay değildir. Denemek, çalışmak ve ulaşmak, istekli olduğumuz sürece mümkündür. | Duygularımızın farkında olmak, düşünce gücümüzü kontrol etmeyi ve yönetmeyi kolaylaştırır. |
Okuma | Düşünce gücü gelişimi için okumanın büyük rol oynadığı belirtilmiştir. | Okumak, kısa ve uzun vadeli hafızayı güçlendirerek zihinsel gelişimi destekler ve düşünce gücünü artırır. |
Araştırma | Araştırma yapmak, düşünce gücünü geliştirmede önemlidir. Araştırma esnasında zihin tüm gücü ile konsantre olur. | Araştırma yaparken yeni bilgiler öğrenilir, bu da düşünce gücünün gelişimini destekler. |
NLP Teknikleri | Zihnin işlevlerini değiştirebilmenin ve geliştirebilmenin yollarını öğreten NLP teknikleri kullanılıyor. | NLP teknikleri, düşünce ve davranışlarımızı, zihinsel işlevlerimizi düzenleme konusunda yardımcı olur. |
Düşünce duyu organlarımızla fark ettiklerimizin zihnimizde canlanmasıdır. Düşünce farklı duyguların oluşmasını sağlar. Bu duygular eyleme dönüşür. Eylemler zamanla alışkanlıklarımız halini alır. Edindiğimiz bu alışkanlıklar inançlarımızı meydana getirir. Tüm olumsuzlukları, düşünce gücü biçimini yenileyerek, yapılandırmanız mümkündür. Yaşamınız hep aynı döngü içinde devam ediyorsa, düşünce yapınızın hep aynı olduğunu gösterir. Düşünceler daima canlıdır. İsteklerimizi düşüncelerimiz ile şekillendirebiliriz. Bilinçaltımızda yer alan yıllarca değişmeyen inanışlarımızı, yaşam şartlarını değiştirmeyi denemeliyiz.
Bilinçaltımızı programlayarak yeniden yapılandırmayı sağlarız. Bunu yapabilmenin en basit yolu hayal gücümüzü kullanmaktır. Hayallerimizi önce zihnimizde canlandırıp ardından deneyimleyebiliriz. Gözlemlerimiz sonucunda düşünce gücü ile değişimi fark ederiz. Ne istediğimizi tam olarak biliyor olmalıyız. Zihnimizin belirlediğimiz konuya odaklandığına kesin olarak inanmalıyız. Bu durum yapmak istediğimiz her ne ise daha kolay ulaşmamıza yardımcı olacaktır.
Düşünce Gücü Nedir?
Düşünce gücünün kullanımı, bilinçaltı yönetme öğrenimi ile başlar. Bilinçaltı yönetmek için temel etken hayal gücüdür. Düşünce gücü ile yaratılan etkiyi deneyimleyenler, mutluluğa ulaşmanın yollarının herkesin içinde var olduğuna inanırlar. Düşünce gücüne inanarak yaşamımızı pozitif olarak düzenleyebiliriz. Düşünce gücü ile hücre ve genlerimizi de yönetmek bizim elimizde. Uyku öncesi aklımızda olanları, gece rüyamızda görebiliriz. Sabah uyandığımızda tüm duygularımız bizi o günkü ruh halimize sürükler. Kaygılı ve endişeliysek, düşüncelerimizde olumsuz olur. Güne neşe ile başlarsak, tüm düşünceler olumlu olur.
Hücreler beyinden aldıkları komutlara göre hareket eder.Düşünceleriz değiştikçe, yaşamınızda farklılıklar olduğunu göreceksiniz. Düşüncenin kontrolü tamamı ile sizin elinizdedir. Olmasını istediğiniz tüm hayallerinizi sık sık tekrar ederek, yaşama geçirebilirsiniz. Düşünce gücü bu aşamada tamamen kontrolü size bıraktığı için sizin komutlarınızla olumlu veya olumsuz olarak gelişecektir.
Düşünce Gücüyle Tedavi
Düşündüğünüz tüm duyguların, yaşayacaklarınızın belirleyicisi olarak düşünmelisiniz. Düşünce gücü ile deneyimlemeler yapan uzmanlar, hayatımız boyunca tüm yaşadıklarımız gibi hastalıkların da kendi düşüncelerimiz ile ortaya çıktığını düşünüyorlar. Ulaşılan her neticenin özünde düşünceler, kalıplaşmış inanışlar yatar. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda bir hastalığı tamamı ile ortadan kaldırmak için zihindeki oluşum sürecini yok etmek gerekir. Kişisel gelişim alanında dünyanın en önemli isimlerinden bir olan Louise Hay “düşünce gücü ile tedavi” adlı kitabında düşünce gücünün açtığı yeni kapıları anlatıyor.
Düşünce Gücünü Geliştirme
Zihni geliştirmenin en önemli yolları arasında, hareket halindeyken düşünme eylemini gerçekleştirmek bulunmaktadır. Açık havada zihni harekete geçirmek, düşünme gücünü geliştirmede başarı sağlar. Düşünce gücü gelişimi için önemli etkenlerden bir diğeri araştırma yapmaktır. Araştırma esnasında zihin tüm gücü ile konsantre olur. Aynı şekilde yeni bir şey öğrenmek, özellikle yabancı dil öğrenmek, ezber yapmak düşünce gücü gelişimi için büyük rol oynar. Telefon rehberinizde yer alan numaraları hafızanızda da saklamaya çalışmak, alışveriş listesi yaptığınızda aynı zamanda zihninizde de tutmaya çabalamak, önemli aktiviteler arasında bulunur.
Beynin içinde sağ ve sol lop denen öğrenme bölümleri bulunmaktadır. Hangi elinizi daha çok kullandığınız hangi lobunuzun daha çok çalıştığına dair bilgi verir. Sağ elini daha çok kullanan bireyler, sol lobunu kullanır. Sol elini daha çok kullanan bireyler sağ lobunu daha çok kullanır. Bu durumda beyninin sol kısmını kuvvetlendirmek isteyen bireyler, sağ ellerini kuvvetlendirecek alıştırmalar yapmaları, faydalı olacaktır. Kişisel gelişimin en önemli etkenlerinden olan okumak, düşünce gücü gelişimi için de aynı etkili bir uygulamadır.
Düşünce Gücünü Harekete Geçirmenin Yolları
Duygularımıza ulaşmak her zaman kolay değildir. Denemek, çalışmak ve ulaşmak, istekli olduğumuz sürece mümkündür. Harvard psikoloji bölümü profesörlerinden Suzan David duygularımıza ulaşmanın ve harekete geçirmenin hangi yollar aracılığı ile olacağını anlatıyor.
- Hazır olmak ve harekete geçmek: düşünce gücü gelişimi için değişim yaratmada farkındalığın öneminden bahsediyor. Duyguları fark etmenin kendine zaman tanımaktan geçtiği ve temel duygulara ulaşmak için sahip olduğunuz tüm becerileri harekete geçirmek gerektiğini gösteriyor. Bu durumu şu şekilde ifade ediyor. “Kendimize tüm iyi ve kötü yanlarımızla bakabildiğimizde, farkındalık ve kabulle en kötü canavarlar bile geri çekilirler.”
- Kendimizin gözlemcisi gibi davranmak: yaşam boyu karşımıza çıkan çok durumu tecrübe etmeden, değerlendirmeden seyirci olduğumuzu düşünüyor. David, insanların kendi sınırları dışında davranması gerektiğini söylüyor. İkinci adım olarak değerlendirdiği bu süreci şu şekil ifade ediyor. “Hayat dalış tahtaları ve birçok uçurumlarla dolu ancak bu duygusal beceri edinimi inkar ederek, harekete geçmeyerek, savaşarak veya korkuyu kontrol altına alarak değil atılım yaparak- veya farklılıkları deneyimleyerek olabilir. Aksine, tüm duygularımızı ve düşüncelerimizi fark etmek ve kabul etmek, içlerinden en güçlü olan duyguyu şefkat ve merakla izlemek ve sonra yaşamımızı daha konforlu yapacak olanı, sahip olduğumuz ne varsa en iyi olanı belirlemek için cesaretli olmayı seçmeliyiz.”
- Yaptıklarının Nedenlerini Bilmek: hayatınızda ihtiyacınız dışında olan hayallerinizin gerçekleşmesi için kendinizde olan kalıplaşmış inanışlardan vazgeçerek, kendinizi değiştirmek için adım atmanız gerektiğini söylüyor. Hayatını gözden geçirirken şu üç noktaya dikkat çekiyor. ”Öncelikle psikologlar sizin zihninizden geçenler için ne der şeklindeki inanç ve alışkanlıklarınızı değiştirmelisiniz. Kendinizi derinleştirdiğinizde, yaşamınızın değişik alanlarında nasıl küçük değişiklikler yapabileceğinizi öğrendiğimizde, hayatınızın seyrini değiştirmeden kalıcı bir değişim yakalayabilirsiniz.”
- İleri gitmek: David, en son adım olarak bireylerin yaşamlarına devam etmeleri için daima önlerine bakmalarını ve asla vazgeçmemelerini öğütlüyor. “Hayatınızı dönüştürmenin en etkili yolu, işinizi bırakıp uzak doğuya gitmek değil, sahip olduğunuz şeyle, olduğunuz yerde yapabileceğinizi yapmaktır.”
IIENSTITU



Daha Mutlu Bir Hayat İçin Ruhsal Yorgunlukla Mücadele Yöntemleri
Sürekli yorgunsunuz. Belki bütün gün dinlendiniz ancak yerinizden kalkacak enerjiniz yok. Fiziksel olmasa da ruhunuz yorgun olabilir. Unutmayın ki ruhunuzun iyiliği, fiziksel sağlığınız üzerinde de etkilidir. Ruhsal olarak kötü hissettiğinizde hastalıklara yakalanmaya daha açık bir hale gelirsiniz. Bu nedenle ruhsal yorgunlukla mücadele yöntemlerinden yararlanmak, genel sağlığınız için oldukça önemli. Her insan hayatının bazı dönemlerinde ruhsal olarak yorgun hissedebilir, tabii ki bu durum, kötü ya da yanlış bir şey yaşadığınız anlamına gelmez. Ancak uzun süredir negatif şeyler hissediyorsanız, bir uzmandan yardım almak isteyebilirsiniz. İşte ruhsal yorgunlukla mücadele etmenize yardımcı olacak bir rehber?
Ruhsal yorgunluk neden olur?
Ruhsal yorgunluğun birçok sebebi bulunabilir. Bu durumu şöyle düşünebilirsiniz. Saatler boyunca egzersiz yaparsanız o gün kolunuzu kıpırdatmaya haliniz olmayabilir. Aynı şekilde uzun bir süre zorlu bir zihinsel aktiviteye maruz kalmak da ruhsal yorgunluğa neden olur. Mesela her zaman tetikte veya stresliyseniz ya da anksiyete, depresyon gibi bir hastalığınız varsa zihinsel yorgunluk yaşayabilirsiniz.
Ruhsal yorgunluk nasıl anlaşılır?
Beyin yorgunluğu belirtileri aslında kişiden kişiye göre değişebilir, ancak genel olarak ruhsal yorgunluk belirtileri şu şekildedir.
Öfkeli veya sabırsızsınız
Zihinsel olarak yorgun hissettiğiniz zaman, öfkeli olmaya da daha meyillisiniz. Sinir, vücudumuzda en hızlı hissettiğimiz duygudur. Bu yüzden de genellikle yorgun ya da aç olduğumuzda sinirli hissederiz.
İş yapamıyorsunuz, çalışmaya isteksizsiniz
Zihinsel yorgunluk üretkeliğinizi etkiler. Konsantre olamazsınız, hatta bazen yerinizden bile kalkamazsınız, çünkü çok yorgunsunuz.
Dikkatiniz sürekli dağılıyor
Zihinsel yorgunluk, dikkat eksikliğine neden olur. Bu, belki kitap okumak ya da film izlemek gibi durumlarda pek sorun olmaz ancak araba kullanırken ya da yemek yaparken dikkatinizin dağılması oldukça tehlikeli olabilir.
Uykusuzsunuz
Ne kadar yorgun olursanız olun uyuyamadığınız geceler olmuştur, değil mi? Ruhsal olarak ne kadar bitkin olsanız da hala içten içe büyük bir acı hissediyorsunuz, belki beyniniz bazı şeyleri anlamlandırmaya çalışıyor. Sonuç olarak uyuyamıyorsunuz.
Sürekli sağlıksız yiyeceklere yöneliyorsunuz
Ruhsal olarak yorgun hissettiğinizde, vücudunuz mutluluk hormonu olan dopamini sağlamak için başka yollar arar. Fast food gibi yiyecekler, genellikle uyuşturucu etkisi yaratır. Böylece zihinsel yorgunluk dönemlerinde canınız daha çok bu lezzetli ancak sağlıksız besinleri çeker.
Daha fazla acı hissediyorsunuz
Zihinsel yorgunluk yaşayan bazı insanlar, vücutlarında fiziksel acılar da hissedebilir. Bu durum herkes için geçerli değil, ancak uzmanlar bunun da beyin yorgunluğu belirtileri arasında olduğunu söylüyor.
Sürekli hata yapıyorsunuz
Tabii ki her zaman, her şeyi mükemmel yapamazsınız. Ancak sürekli olarak hata yapıyor, kendinizi kontrol edemiyorsanız bu da bir ruhsal yorgunluk belirtisi olabilir.
Ruhsal yorgunlukla mücadele yöntemleri
Peki, ruh yorgunluğu nasıl geçer? dediğinizi duyar gibiyiz. Açıkçası ruhsal olarak yorgun olduğunuzu düşünüyorsanız uzun bir süreç sizi bekliyor demektir. Aynı zamanda bu süreç herkes için farklı bir seyir izleyebilir.
Ruh halinizi kontrol edin
Kendinize, gün için ruh haliniz ile ilgili sorular sorun. “Şu an ne hissediyorum, neden böyle hissediyorum?” Bu sorular sayesinde hem sizi tetikleyen bir şey olup olmadığını anlayabilir hem de durumu biraz daha normalleştirebilirsiniz.
Kendinize nazik olun
Biliyoruz, bunu söylemek yapmaktan çok daha kolay. O zaman şöyle yapalım: Bundan sonra kendinizi, çok sevdiğiniz bir insan olarak düşünün. Onlara nasıl davranırdınız? Muhtemelen gün içinde kendinize söylediklerinizi söylemezdiniz, değil mi?

Hedeflerinizi belirleyin
Hayatınızda bir amaç olması, ileriyi görmenize ve belirsizlikten kurtulmanıza olanak sağlar. Ayrıca bir hedefiniz olması, ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun hayattan zevk almanızı sağlayacaktır.
Hayır demeyi öğrenin
İnsanlara sürekli “evet” demek, ruhsal enerjinizi tüketir. Sürekli birilerini onaylamaya alıştıysanız bir anda “hayır” demeye başlamak çok zor olabilir, bu yüzden küçük şeylerle başlayın. Bunu yaparken de kendinize nazik olmayı unutmayın. Eğer bugün başaramadıysanız, yarın tekrar deneyebilirsiniz.
Listelist / Duru Görgülü

İlişkilerde En Sık Yaşanan 9 Problem ve Çözüm Yolları
İlişki Problemleri (Sorunları)
Her ilişkide irili ufaklı problemler olabilir. İnsan zihni, bir sorunla karşılaştığında bir şeylerin ters gittiğini düşünmeye meyilli olsa da ilişkilerimizde sorunların olması ilişkinin sağlıksız olduğu anlamına gelmez. İlişkinin tarafları ortadaki sorunlara rasyonel yaklaştığı ve onları birlikte çözmek istedikleri sürece ilişki sağlıklı bir şekilde devam eder.
İlişki dediğimizde aklımıza ilk romantik ilişkiler gelir. Romantik ilişkilerde partnerlerle yaşanan sorunlar, çoğu zaman diğer ilişkilerdeki problemlere göre daha üzücü veya rahatsız edicidir. Elbette, bu kişiden kişiye göre değişir. Kimilerinin aile veya arkadaşlık ilişkilerinde yaşadığı problemler hayatlarında daha fazla yer kaplayabilir.
Kişiler arası farklılıkları da göz önünde bulundurduğumuzda ilişki dediğimiz genel bir başlık altında arkadaşlık, aile ve romantik ilişkilerden bahsetmek, yeri geldiğinde spesifik olarak bunlar üzerinden konuşmak yerinde olacaktır. Madem her ilişki problemi çok kötüye işaret değil ve sayısız ilişki türü içerisinde problemlerin de bir yeri var. Öyleyse ilişkilerin tanımını ve ilişki problemlerinin türlerini birlikte keşfedelim.
İlişki Nedir?
İlişki iki ya da daha fazla kişi arasında gelişen duygusal, fiziksel, sosyal ve maddi paylaşımların olduğu bir dinamik olarak adlandırılabilir. İlişkiler sürekli olarak değişen ve etkileşimli doğaları itibariyle dinamiktir.
Hayattaki birçok değişim ve gelişim, insanlarda yarattığı etkilerin yanı sıra insanların arasında gelişen dinamik bir yapıyı da oldukça yakından ilgilendirir ve etkiler. Kontrol edemediğimiz değişimler söz konusu olduğunda ilişkiler de bundan payını alarak çeşitli konularda olumsuz etkilenmeye başlar.
İlişki problemlerinin ortaya çıkabileceği birçok alan vardır:
- İletişim Problemleri
- Esnek Olmama Problemli
- İlişki İçinde Yardımlaşmamak
- Saygı Problemi
- Özel Alanlar Yaratma Problemi
- Cinsellik ve Yakınlık Kurma Problemi
- Güven Eksikliği
- Tarafların Kişisel Sorunları
- Problemi Reddetme Sorunu
İlişkide İletişim Problemleri
İlişkilerde yaşanan problemlerin kendini ilk gösterdiği alanlardan biri iletişimdir. Çünkü aslında iki insan arasındaki ilişkiyi oluşturan şey en başta kurdukları iletişim ve aralarında geliştirdikleri duygusal ve fiziksel birçok öğeyi de barındıran iletişim dilleri ve biçimleridir.
Etkili iletişim kurabilmek; ilişki içindeki kişilerin birbirini ve kendilerini tanıması, kelimeleri doğru ve etkin kullanabilmesi, empati ve hoşgörü sahibi olması, eleştiriye açık ve önyargısız yaklaşabilme yetisine sahip olması ve sözel dilin yanı sıra beden dilini de iyi kullanabilmesi gibi önemli birçok unsuru içermektedir.
Bu durumda ilişki dinamiğinde yer alan bireylerin etkili iletişim kurmaması, birçok şeyi etkili iletişim kurarak çözmek yerine karşı tarafın anlamasını beklemesi, duygu ve düşüncelerinde dürüst olmaması, konuşmadan önce düşünmemesi, iyi bir dinleyici olmaması gibi sebeplerle iletişim problemleri yaşaması olasıdır.
İletişim problemlerinin bir diğer sebebi de aslında ilişkinin içinde olan problemlerle ilgili yapıcı olmak yerine yıkıcı ve oldukça olumsuz ifadeler kullanarak suçlayıcı davranmak olabilir.
Bir sorun yaşadığınız zaman aşağıdaki yaklaşımları sergilemek sorunu çözmek yerine, daha da çözülemez ve karmaşık bir hale getirecektir:
- “Bu durumdan veya bu davranıştan rahatsız oluyorum.” yerine “Senden rahatsız oluyorum.” demek
- Ortadaki problemi ve problemin uyandırdığı duygu ve düşünceleri yapıcı bir şekilde paylaşmak yerine direkt olarak iletişimi keserek tavır almak
- Bir sorun olduğunda her iki tarafın da yaşanan probleme katkı sağladığını düşünmek yerine suçlayıcı davranmak
- “Her ikimiz de hatalıyız ve sorunumu birlikte çözelim.” diye iş birliğine girmek yerine “Haydi, sen hatalısın ve sorunları çözmelisin.” gibi bir yaklaşım sergilemek
Bu yanlış yaklaşımlarla sorunun üzerine yeni sorunlar ekleyebilirsiniz. İki kişi arasında basit bedensel ve duygusal ifadelerle sözlü ya da sözsüz iletişim ilişkiyi kurtarabileceği gibi kötüleştirebiliyor da.
İlişkide Esnek Olmama
İletişim sorunlarının kendini göstermesi için aslında bir altyapıya ihtiyaç vardır. Kişilerin karşı tarafın beklenti ve isteklerinin tam karşısında durması ve kendi beklenti ve isteklerinden hatta belki kurallarından ve prensiplerinden ödün vermiyor olmasıdır.
Her zaman romantik ilişkilerde, arkadaşlık ve aile ilişkilerinde birbirimizle aynı fikirde olmak ve hayata aynı pencereden bakmak zorunda değiliz. Ancak, ilişki içinde olduğumuz insana verdiğimiz değer doğrultusunda esnek davranmak, ilişkimizi daha sağlıklı bir noktada tutmak için önem arz eder fakat, insanlar çoğu zaman kendi çıkarlarını korumaya odaklanırlar. Yani, esnek davranmazlar. Esnek ve çıkar çatışmasının olduğu noktada işbirliği içinde olmak, ilişki içindeki tarafların problemlerini azaltacak bir davranış şekli olabilir.
İlişki İçinde Yardımlaşmamak
Hayatta her insanın yetişmesi gereken birçok iş var. Özellikle günümüzde ev, iş ve ilişkiler arasında gidip gelmekten insanlar hobilerine bile vakit ayıramayacak yoğunluk halindeler. İçinde olduğumuz ilişki içinde de yardımlaşmamak hem ilişki için hem de bireysel yaşantılarımız için tehdit edici bir unsur haline geliyor.
Örneğin bir evlilik ilişkisinde eşlerin her ikisinin de çalıştığı durumda bireyler, ev işleri konusunda yardımlaşmalı ve birbirlerinin yükünü hafifletmelidir. İletişim ve esneklikte olduğu gibi yardımlaşma konusunda da kendimizden fedakârlık yaparak çıkar çatışmasına düşmemek, karşı tarafın da insan olduğunu ve bazı konulara yetişemeyeceğinin farkında olarak hareket etmek gerekir.
Bunun göz önünde bulundurulmuyor olması, sorunları da beraberinde getirecektir. Sonuçta hayatta birbirimizden yardım almayacaksak neden sosyal varlıklarız ve neden ortak bir hayat inşa etmek konusunda bu kadar ısrarcıyız?
İlişkide Saygı Problemi
İlişkilerimizi genel olarak sevgi üzerine inşa ediyoruz. Tanıştığımızda veya birlikte vakit geçirmeye başladığımızda iki kişi arasında oluşan olumlu duyguların başında sevgi ve hoşlanma gibi duygular geliyor. Hatta, romantik ilişkileri düşündüğümüzde aşk gibi yoğun bir duygu kümesi söz konusu olduğunda olumlu duyguların tavan yaptığını ve hiçbir olumsuz özelliği göz önünde bile bulundurmadığımızı bilirsiniz.
Birbirimizi çok seviyor olmamız, birbirimizle vakit geçirmekten ve bir arada olmaktan büyük bir mutluluk ve heyecan duyuyor olmamız birbirimize saygı göstermemizi gerektirir mi? Gerektirmez ama sebep olabilir.
Birbirini çok yakından tanıyan ve seven insanlar, birbirlerinin görüşlerine, yaptıklarına veya tercihlerine karışmakta ve müdahale etmekte kendilerini daha rahat hissedebilirler. Bu davranışlar da bir noktada karşı tarafın seçimlerine saygı duymamayı beraberinde getirir.
Saygı duymak demek, ortak noktalarda buluşmamak ve gerektiğinde birbirimizin görüşlerini almamak demek değildir. Saygı duymak ve saygıyı göstermek, karşı tarafın sınırları olabileceğini kabul etmekle başlar. Ancak, insanlar bir ilişki içerisinde olduklarında çoğu sınırın ortadan kalktığını ve bir bütün haline geldiklerini düşünebilirler. Bunun çok da sağlıklı bir patern olmadığını ve ilişkide problemlere sebep olabileceğini göz önünde bulundurmak önemlidir.
İlişkide Özel Alanlar Yaratma Problemi
Aslında günümüzde bu problem, saygı duymama konusuyla eş değer olarak ilerlemektedir. Saygı duymadığımız noktada birbirimizin sınırlarına ve hatta özel alanlarına girmekteyiz.
Kabul etmeliyiz, bir romantik partneriniz olduğunda veya dünyadaki en iyi ve en yakın arkadaşınız söz konusu olduğunda onlar farklı bedenlerde bir kişi haline gelmiyoruz. Her insanın özel alana ihtiyacı vardır.
Yalnız vakit geçirmeye, yakın ilişki içinde olduğu kişi dışında başka insanlarla görüşmeye, farklı aktiviteler yapmaya, yaşanan her şeyi tek tek anlatıp paylaşmamaya ve bazı şeyleri kendine saklamaya ihtiyacı olabilir. Özel alanların neler olduğu konusunda uzunca bir liste oluşturabiliriz, aslında herkes için değişen bir yapısı da vardır ama bütün özel alanlar konusunda ortak olan şey, aslında herkesin buna ihtiyacı olduğudur.
İlişki içinde olduğunuz kişilerle birbirinize özel alanlar tanımıyorsanız ya da tarafların kendine oluşturduğu özel alanlara müdahale ediyorsanız ve her zaman bir şeyleri birlikte yapmak zorunda hissediyorsanız; özel alan yaratmakla ilgili bir problem yaşıyor olabilirsiniz. Bu da bir ilişki problemi olarak ilerleyen zamanlarda olumsuz sonuçlara sebebiyet verebilir.
İlişkide Cinsellik ve Yakınlık Kurma Problemi
Romantik ilişkilerde cinsellik ve tüm ilişkilerde yakınlık önemli bir konudur. Romantik ilişkilerde cinsellikle ilgili birçok kuralın yazılıp çizildiğini duymuş olabilirsiniz. Haftada şu kadar cinsellik yaşamalısınız, orgazm olmalısınız, fanteziler kurmalısınız gibi kalıplar size de tanıdık geliyor olabilir.
Tüm çiftler aynı sayıda ve aynı sürede cinsellik yaşamak zorunda olmadığı gibi benzer şekilde de cinsellik yaşamak zorunda değildir. Ancak, burada en önemli konu partnerlerin birbirlerine olan uyumudur.
Cinsellik konusunda ilgi, beklenti ve istekler uyuştuğu, uyuşmasa bile karşılıklı olarak neye ihtiyaç duyduğunuz konusunda iletişim kurup birbirinizin memnuniyetini ön plana aldığınız bir noktada sağlıklı bir cinsellikten bahsediyor olabiliriz. Aksi halde, ilişkide cinsellik konusu da bir problem haline gelebilir.
Romantik ilişkiler ve diğer tüm ilişki çeşitlerinde de yakınlık kurmak ve yakın temas halinde olduğunu karşılıklı olarak birbirine yansıtmak önemli bir konu olarak karşımıza çıkar. Yakınlık kurmanın anlamı herkes için farklıdır, yine bu konuda aile veya arkadaşlık ilişkisi içinde olduğunuz kişilerle benzer yakınlık kurma anlayışına sahip olmanız, illa aynı şeylerden hoşlanmasanız bile birbirinizi neye ihtiyacı olduğunu anlayarak buna uygun davranmanız, ilişkileri daha sağlıklı bir hale taşıyacaktır.
İlişkide Güven Eksikliği
Tüm ilişkilerde güven, olmazsa olmaz olarak görülen parametrelerden biridir. İlişkilere başladığımızda güvenmek için karşımızdaki insanları tanımamız ve tanıma sürecinin verdiği bilgilerle kişiye dair belli başlı tahminlerimizin oluşması gerekir. Eğer ilişki ilerlediğinde güven aşamasında hala bir sıkıntı varsa göz önünde bulundurulması gereken iki unsur vardır:
- İnsanlara güvenmekte zorluk mu yaşıyorsunuz?
- Karşınızdaki insan güven verme konusunda zorluk mu yaşıyor?
Aslında her iki durumda da tarafların her ikisini de ilgilendiren bir problem söz konusudur. Size sizinle ilgili güven olmadığı halde güvenmeyen bir kişi de ilişkiyi kötü etkileyebilir veya karşı tarafa hak ettiği güven ortamını sağlamıyor ve tetikte olmasını sağlıyor olmanız da olumsuz bir durumdur. Güvenle ilgili konular, taraflar arasında bir uzlaşmaya varılarak ya da bir destek alınarak çözüme götürülmesi gereken ciddi bir konudur.
İlişkide Tarafların Kişisel Sorunları
İlişki problemleri yalnızca ilişkinin içinde meydana gelmez. Bireylerin kendi hayatında kişisel sorunları da olabilir. Kişisel sorunların yarattığı bireysel zorlanmalar sebebiyle bu sorunlar ilişki içerisinde de problemlere sebebiyet verebilir. Eğer, ilişkiyi ciddi boyutta etkileyen bir durum mevcutsa ilişkileriniz içerisinde arkadaşlarınızdan, partnerinizden veya ailenizden destek almakla birlikte uzman desteği almak da sağlıklı bir ilişki kurabilmek için önem taşımaktadır.
İlişkide Problemi Reddetme Sorunu
Aslında maddelerle sıralanan bütün problemler ilişki içerisinde değerlendirildiğinde kendi içlerinde alt maddelere ayrılabilir ve çeşitlendirilebilir. Ancak, en büyük problemlerden bir tanesi, yaşanan tüm sorunlara rağmen bunları kabul etmemek, reddetmektir. Problem olduğunu kabul etmeksizin bu konuda çalışmak ve düzeltmek için uğraşmak da söz konusu olmayacaktır.
İlişki Problemlerinin Çözümü
Yukarıda bahsettiğimiz problemlerin hepsinde belirli çözüm yöntemleri sunmak mümkündür. Örneğin iletişim problemleri yaşıyorsanız etkili iletişim kurmak için kendinizi geliştirirsiniz ve karşı tarafla sorunları konuşmayı tercih edersiniz veya bir uzmandan yardım alırsınız. Ancak bir problem olmadığını düşündüğünüzde çözüm için alan açmak veya çözüm aramak da mümkün olmayacağı gibi çözülebilecek sorunlar, daha fazla olumsuz etkileyerek ilişkilerinizi çıkmaza sokabilir.

Bu durumu ilişkiyi yaşayan kişiler fark etmiyorsa belki yakınları fark edip uyarılarda bulunacak veya dikkatlerini bu konu üzerine çekecektir. Bu uyarılara kulak vermek ve harekete geçmek en faydalı yoldur diyebiliriz çünkü psikoterapi bile kendi isteğiyle gelen bireylerle başlanabilecek bir ilişki iken, ikili ilişkilerde çözüme yönelik bir istek ve çaba olmadan problemler de varlıklarını orada sürdürmeye devam edeceklerdir.
PSİKOLOG GİZEM YÜNCÜ
Hiwell

Enneagram tip 4, büyük duygusal yoğunluk, eksiklik hissi ve sanatın bir ifade ve katarsis mekanizması olarak kullanılmasıyla tanımlanır. Frida Kahlo figürü genellikle Enneagram tip 4’ü çok iyi örnekliyor. Tutkulu, romantik, yaratıcı ve trajik karakteri, bu profilin özelliklerinin kaleydoskopunu neredeyse mükemmel bir şekilde simgeliyor. Toplumda çok özel bir yaşam tarzını temsil ettiklerini söyleyebiliriz. Bunlar alışılmadık, çok idealist ve buna karşılık olarak incelikli bir drama perdesi eşlik ediyor.
Eğer kendinizi bu kişilik modeliyle özdeşleştirirseniz, size büyük bir potansiyele sahip olduğunuzu söyleriz. Bazı yenilikçi mesleklerle dünyamıza çok şey katabilirsiniz. Ancak refahın iyileştirilmesi için her zaman ele alınması gereken alanlar da vardır. Aşağıdaki yazımızda bu arketipi tüm farklı yönleriyle biraz daha keşfetmenizi öneriyoruz.
Enneagram tip 4’ün çocukluk yarası
Enneotip 4’ün çocukluk yarası, başkalarından aşağılık duygusudur. Bu eksiklik onları sürekli olarak başkalarının sahip olduğu ama kendilerinin sahip olmadığı bir şeyden yoksun oldukları algısını telafi etmek için bir kimlik, anlam veya amaç aramaya iter. Bu eksiklik onların öz imajını şekillendirir.
Bu bireyler sahip olmadıkları şeyleri idealleştirirler ve bu nedenle kıskançlık eğilimi gösterirler. Kendilerinde eksik olan şeyin, aşağılıklarını yenmenin anahtarı olduğuna inanırlar. Onları asıl benliklerinden ayıran çocukluk yarası, onları yaratıcılık da dahil olmak üzere birçok şekilde kendilerini ifade etmeye iter.
Sanat, yazı, müzik gibi farklı yollarla kendilerini anlamaya ve kendilerini diğerlerinden daha az hissettikleri bir dünyada hissettiklerini aktarmaya çalışırlar. Bu ifade yolları aynı zamanda onların bir miktar etkiye sahip olduklarına ve hayatlarının bazı yönlerini iyileştirebileceklerine inanmalarına da olanak tanır.
Enneatype 4’ün çocukluğu
Bu enneatipin bakış açısına göre ebeveynleri onları asla “görmedi”. Bakıcılarıyla bağlantı kuramadılar, bakıcıları da onlarla bağlantı kurmadı. Ayrıca ebeveynlerinin de onlara kim olduklarına dair iyi bir fikir vermediğini düşünüyorlar; onlara gerçek niteliklerini keşfetmeyi öğretmediler. Onlar yanlış anlaşılan birer çocuklardı. Dolayısıyla bu bireyler çok küçük yaşlardan itibaren kendilerinde bir sorun olduğunu, bilmedikleri bir şeyin eksik olduğunu, kim olduklarını keşfetmeleri gerektiğini yorumlamışlardır. Eksikliğe odaklanma onları yalnızca ilişkilerinde, kendilerinde ve yaşamlarında sahip olmadıkları şeyleri görmeye yönlendirdi ve yönlendirmeye de devam ediyor.
Enneagram tip 4’ün özellikleri
Enneagram teorisine göre dördüncü tip, yaratıcı, ilham veren, içine kapanık, sessiz, duyarlı, içe dönük, kendinin farkında olan tiptir. Duygusal, dürüst ve etkileyici olma eğilimindedirler. Bazen kendilerini kusurlu veya savunmasız olarak algıladıkları için yakın temastan kaçınırlar. Gelenekleri ve mevcut yaşam tarzlarını küçümseyebilirler.
1. Davranış kalıpları
Ana özellikleri veya davranış kalıpları arasında şunlar yer alır:
- Dramatik ve değişken.
- Sıradan ve kaba olanı reddederler.
- Diğerlerinden farklı olduklarını düşünüyorlar.
- Yanlış anlaşıldıklarını hissetme eğilimindedirler.
- Halleriyle dikkat çekiyorlar.
- Sanata ilgi duymaya ve yaratıcı olmaya eğilimlidirler.
- Duygusal kayıpların ardından toparlanmaları zaman alır.
- Aşırı duyarlıdırlar ve duygusal kararsızlığa yatkındırlar.
- Eleştirildiğinde kendi içine kapanma eğilimindedir.
- Trajik ve melankolik sahneleri zihinlerinde hayal ederler.
- Çevrelerindeki insanlardan aşağı oldukları hissine kapılırlar.
2. Bilinçdışı mesaj
Enneagram tip 4’ün çocukluklarında aldığı ana bilinçdışı mesaj şuydu: “Fazla pratik ya da fazla mutlu olmak doğru değil.” Benzersiz bir kimliğe yönelik artan bir hassasiyet ve özlemle, çok fazla pratikliğin ve çok fazla mutluluğun derin duygusal deneyimlerini gölgeleyebileceğini hissediyorlar. Tip 4’ün süper egosu ayrıca onlara değerlerinin veya refahlarının kendilerine karşı dürüst olmaktan kaynaklandığını söyler.
3. Temel korku
En temel korkunuz kimliksiz olmak ve önemsiz olmaktır. Bu bireyler için önemsizlik, bu hayatta kim olduklarını bilmemek gibi dayanılmaz bir şeydir. Özel olmayı arzuladıkları için yeterince farklı olamamaktan ve sıradan olmaktan korkarlar.
4. Temel arzu
Enneagram tip 4’ün iki büyük özlemi var. Bir yandan önemlerini keşfetmek istiyorlar. Bir yandan da kendi kimliklerini yaratmayı hararetle arzuluyorlar. Kim olduklarını bilerek ve duygularını, düşüncelerini ve bireyselliklerini keşfederek motive olurlar.
5. Dünya Görüşü
Onların dünya algısı, herkesin kendisinde eksik olan bir şeye sahip olduğu fikrine dayanmaktadır. Bu nedenle “Benim neyim var?” şüphesiyle eziyet çekiyorlar. Dünyayla ve insanlarla kıyaslandığında bir bakıma farklıdırlar ve özleri sıradanlıktan uzaktır. Bu nedenle kimliklerini keşfetmek onların görevidir.
6. Ana endişe
Enneotip 4, reddedilme veya aşağılanma olasılığından endişe duyar. Ayrıca hissettiklerini veya düşündüklerini ifade etme kapasitesine veya yeteneğine sahip olamamaktan da endişe duyarlar.
7. Alışılmış Tepki
En yaygın tepkileri melankolidir. Bu duygu, duyguları yaşama biçimlerinin normalden daha yoğun olduğunu düşünmelerine neden olur. Sonuç olarak kendilerini izole edilmiş ve yanlış anlaşılmış hissedebilirler.
8. İletişim tarzı
Başkalarıyla konuşurken ağıt yakma, dramatize etme, duygusallaşma ve iç çekme eğilimindedirler. Kendileri hakkında konuşmak için sohbetten etkilenirler. Derin ve ilginç konuları severler ve başkalarıyla konuşurken sıklıkla “ben”, “benim” ve “kendim” kelimelerini kullanırlar.
Gelişim seviyeleri
The Wisdom of the Enneagram (2017) adlı kitaba göre dördünün gelişim seviyeleri şu şekildedir:
Sağlıklı
- Seviye 1 (hayata bağlılık, üstesinden gelme). Diğer insanlardan daha kusurlu olduklarına inanmıyorlar. Temel arzularını tatmin etmeyi ve kimlik sorunlarını çözmeyi başarırlar.
- Seviye 2 (iç gözlem, duyarlılık). Duyarlılıklarının ve farklı olduklarının farkındadırlar ancak kimliklerini tanımlayabilir veya açık bir anlam taşıyabilirler.
- Seviye 3 (duygulayıcı, yaratıcı). Kimliklerini güçlendirmek için kendilerini sanat yoluyla ifade ederler. Etkileyici ve duyarlıdırlar. Duygusal dünyalarını keşfederler ve hissettiklerini nasıl ileteceklerini bilirler.
Orta seviye
- Seviye 4 (romantik, bireysel). Değişen ruh halleri nedeniyle yaratıcılıklarının azalacağından endişe duyarlar. Bu nedenle hissettiklerini hayal gücüyle korumaya ve pekiştirmeye çalışırlar.
- Seviye 5 (kendini düşünen, huysuz). İnsanların onlara değer vermeyeceğinden veya onları tanımayacağından korkuyorlar. Sonuç olarak, başkalarını test ederler ve ilk önce başkalarının ilgilenip ilgilenmediğini doğrulamak için erişilemezler. İçine kapanık ve utangaçtırlar.
- Seviye 6 (kendi rahatına düşkün, yozlaşmış). Hayatın ve zorluklarının onları hedeflerinden ve hayallerinden vazgeçmeye zorlayacağını düşünüyorlar. Kimsenin onlara yardım edemeyeceği düşüncesi onları bunaltıyor. Kıskançlık duyarlar ve varlıklarını boşa harcadıklarına inanırlar.
Sağlıksız
- Seviye 7 (nefret dolu, içine kapanık). Onları depresyona sokan ve yoran öfkeyi bastırmışlardır. Fırsatlarını boşa harcadıklarından korkarlar ve kendileri hakkındaki fikirlerini desteklemeyenleri hayatlarına kabul etmezler.
- Seviye 8 (kendini reddetme, depresyon). Fantezilerine uymayan her şeyi reddederler. Kendilerine ve başkalarına karşı nefret duyarlar. Hayatlarının herhangi bir olumlu yönünü kendi kendilerini sabote ederler.
- Seviye 9 (umutsuzluk, yaşamın reddi). Yaşamlarını boşa harcamak onları yıkıcı davranışlara sürükler. Bazıları sonunda suç işliyor.
Enneatip 4 ile diğer Enneatipler arasındaki birleşme noktaları
Enneatip 4’ün kanatları Enneatip 3 ve Enneatip 5’e göre şekillenir. Birine veya diğerine daha fazla eğildiğinde yeni davranış ve ilişki biçimleri ortaya çıkar. Aşağıda bazı özelliklerine bakalım.
Üç kanatlı dört tip: Aristokrat
Sağlıklı kanadı 3 olan enneagram 4, hırsı yaratıcılıkla nasıl birleştireceğini biliyor; halk için yaratıyorlar; başarılı ve seçkin olmak istiyorlar; sosyaldirler ve kendilerini ifade etmenin doğru yolunu bulmakla ilgilenirler. Versiyonları ortalama olduğunda utangaç olurlar ve sorunlarının çok iyi farkındadırlar; rekabetçidirler, pratiktirler, savurgandırlar, sofistikedirler, zariftirler; tanınmaya çalışıyorlar.
Beş kanatlı dörtlü tip: Bohem
Sağlıklı bohem, yaratıcı, duygusal ve iç gözlemsel olmakla karakterize edilen bir alt tiptir; onların yaratıcı faaliyetleri halka yönelik değil kendilerine yöneliktir; otoriteye ve geleneklere meydan okurlar. Orta düzeyde, içe dönük ve çekingendirler; egzotik ve gizemli olandan etkilenirler; eksantrikler ve minimalist bir tarza benziyorlar.
Enneagram tip 4: Merkezleme ve Merkezden Uzaklaştırma
Merkezlenme, enneatipin kendi egosuyla özdeşleşmeyi bırakıp başka bir kişiliğin olumlu özelliklerini üstlenmesiyle ortaya çıkar. Enneatip 4 durumunda, Enneatip 1’in aşağıdaki özelliklerini üstlenirler: Düzen, kabullenme, ayırt etme ve dinginlik.
Aynı zamanda egolarıyla özdeşleştiklerinde merkezden uzaklaşma süreci de meydana gelir. Bu durumda Enneatip 2’nin aşağıdaki olumsuz özelliklerini taklit ederler: Manipülasyon, mağduriyet, bağımlılık ve dalkavukluk.
Enneotip 4’ün alt tipleri nelerdir?
Bu kişiliğin bir başka sınıflandırması da içgüdüsel varyantlarından oluşturulabilir. Aşağıda her birine bakalım.
İçe dönüklük
Orta versiyonlarında içe dönüktürler ve hediye vermeyi severler; hayattaki güzel şeylerden etkilenirler ve güzel nesnelerle çevrelenmeyi severler; maddi dünyaya bağlı olarak yaşarlar. Gelişimleri sağlıksız olduğunda kaygısız ve sorumsuz olurlar; istikrarsızlıktan ve aşk karmaşalarından veya toksik ilişkilerden etkilenirler.
Sosyal
Ortalama sosyal Enneagram tip-4’ü, kendilerini benzersiz ve diğer herkesten farklı olarak görüyor; sosyal olarak aktifler; ilişkilere ve grup etkinliklerine katılmaya can atarlar ancak yetersizlik duygusu taşırlar. Sağlıksız bir sosyal tip-4, sürekli reddedilme korkusu içinde yaşar; güvensizdirler ve kendilerini yetersiz hissederler; genellikle utanç duygusundan muzdariptirler ve ilişkilerde bağımlıdırlar.
Cinsel
Gelişimleri normal olduğunda dışa dönük olurlar; romantik fantezilerini gerçeğe dönüştürüyorlar; etkilenebilir ve savunmasızdırlar; şehvetli ve baştan çıkarıcıdırlar ama aynı zamanda kıskanç ve sahiplenicidirler. Sağlıksız versiyonlarında, 4. tip cinsel kişiler güçlü bir kıskançlık duygusu hisseder; rekabet yaratırlar ve rakiplerinin yıkımına neden olmanın doğru olduğuna inanırlar.
Aşk söz konusu olduğunda Enneagram 4 nasıldır?
Aşk söz konusu olduğunda Enneagram dördüncü tip olanlar adanmış ve tutkuludur. Anlamlı bağlantı ve duygusal yoğunluk arayışıyla karakterize edilirler. Dördüncü tip, duygusal ihtiyaçlarını karşılayan ve dünya görüşleriyle uyumlu bir bağ arzular. Diğer kişiyi oldukça idealleştirmeye eğilimlidirler ve onu ilham ve özgünlüklerinin kaynağı olarak görürler. Bu onların gerçekçi olmayan beklentilere sahip olmalarına yol açabilir ve zamanla onları hayal kırıklığına uğratabilir.
Partner olarak diğer kişiyi kıskanabilirler ve kendilerinin kendileri için yeterince iyi olmadıklarını ve aşağılık olduklarını düşünebilirler. Ayrıca biraz dengesiz de olabilirler: Bir an yalnız ve çekingendirler; sonra aktif ve sevgi dolu oluyorlar.
Güçlülükler ve zayıflıklar
Başlıca güçlü yönleri arasında şunlar yer almaktadır:
- Sanatsal bir anlayış
- Keskin algı
- Duygusal bağ
- Duygusal ifade gücü
- Hayal gücü ve yaratıcılık
- Duyarlılık ve anlayış
Öte yandan zayıf yönleri arasında şunları sayabiliriz:
- Melankoliye eğilim
- Aşırı analiz yapma eğilimi
- Eleştiriye aşırı duyarlılık
- Reddedilme ve sıradan olma korkusu
- Kıskançlıkla baş etmede sorunlar
- Dramatizm ve duygusal dalgalanmalar
Refah ve doyuma ulaşmak için pratik ipuçları
Bu noktada Enneagram tip 4 ile %80 uyumlu olduğunuzu hissedebilirsiniz. Ancak daha klinik ve titiz bir bakış açısıyla, psikolojiye göre Enneagram bilimsel geçerliliği olan bazı sorunlar sunar. Klinik Psikoloji Dergisi’nin vardığı sonuç budur. Ancak kişisel gelişim için ilginç bir araçtır.
Yukarıda belirtilen alanlardan herhangi birini geliştirmek istiyorsanız, kişisel ve mesleki alanda doyuma ulaşmak için aşağıdaki bazı yönergeleri dikkate almanızı öneririz:
- Başkalarının yeteneklerine sağlıklı bir şekilde hayran olun: Kıskanmadan hayranlık duymak, refahınıza katkıda bulunacaktır. Ayrıca biraz daha empati geliştirmeyi unutmayın. İnsanların motivasyonlarını ve duygularını daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır.
- Gerçeği çarpıtmayın: Başkalarını idealleştirmeden, sizden daha iyi olduklarını veya mutlak mükemmellik örnekleri olduklarını düşünmeden, oldukları gibi görmeye başlayın. Gerçekliği değiştirmeden veya kusursuz bir filtre uygulamadan olduğu gibi ona bağlanın.
- Alçakgönüllülüğü ve kendini kabul etmeyi teşvik edin: Görünür olmasalar bile hepimizin kendi zorluklarımız ve iç mücadelelerimiz olduğunu kabul edin. Alçakgönüllülük, aşırı kendine talep ve öne çıkma takıntısı konusunda çıtayı biraz düşürmenize yardımcı olabilir.
- Sağlıklı aşka evet deyin: Tip 4 olarak çok tutkulu ve derin cinsel-duygusal ilişkiler arayacaksınız. Potansiyel partnerleriniz için idealleştirmemeye veya imkansız beklentiler belirlememeye dikkat edin. Canınızı acıtmayacak türden, otantik ve sağlıklı sevgiyi arayın.
- Kendinize olan talebi azaltın: Özgünlüğe ulaşmak, belirli bir alanda kendinizi öne çıkarmak ve diğerlerinden öne çıkmak istediğiniz doğrudur. Ancak dikkatli olun çünkü bu hedefler çoğu zaman hüsrana ve hayal kırıklığına yol açar. Başarılı olmayı istemek meşrudur, ancak bedeli ne olursa olsun değil. Aşırı talepleri azaltın.
- Olumsuz duygulara kapılmayın: Duygusal öz farkındalığınız sizin gücünüzdür. Ancak, bu içsel olumsuz değer durumlarının tuzağına ısrarla kapılmayın. Üzüntünüzü ve hayal kırıklıklarınızı dinlemek bir süreliğine iyidir. Ancak mesajlarını anlayıp onlara göre hareket edecek kadar uzun.
Enneagram dördüncü tip: En tutkulu
Bu yazımızda Enneagram kişiliğinde romantiklerin özgünlük, yaratıcılık ve duygusal yoğunluk arayışlarıyla öne çıktığını gördük. Eğer bir parçanız size bunun sizin arketipiniz olduğunu söylerse, yeteneklerinizden yararlanmaya ve onlara sıklıkla eşlik eden engelleri aşmaya çalışın. Sizi tanımlayan en büyük sorun, aşırı hayali beklentileri idealleştirme ve geliştirme eğiliminiz olabilir.
Her birimizin gelişmekte olan bir şaheser olduğumuzu da düşünün. İçinizde avantajınıza kullanabileceğiniz büyük bir potansiyel var. Tutkulu ve idealistsiniz ve hayal gücünüzü çalışma aracınız haline getiriyorsunuz. Duygularınızı düzenleyin, idealizminizi azaltın ve dünyaya kendinizin en iyi versiyonunu sunun.
Psikolog Valeria Sabater

Evlilikte Mutluluğun Keşfedilmesi
Mutlu bir evliliğin tarifini yapmak mümkün mü ? Herkesin kendisi için bir tarif yapması mümkün ama herkes için bir tarif yapmak mümkün değil gibi görünüyor. İnsanların bir çoğunun evliliği, kendileri için bir milat olarak kabul ettiklerini görürüz. “Evlendikten sonra bırakacağım, değişeceğim, yapacağım” gibi sözlerle kişisel olarak daha iyi bir noktada olacağını düşünerek bu yola çıkar. Şu andaki eksikliklerin tamamlanacağı ve ideal kimliğine ulaşacağı, değişimin ve dönüşümün mihenk noktası olacak bir yer gibi hayal edilir. Sanki, uyum sağlamak zorunda olduğunuz bir hayattan tercih etme hakkına sahip olduğunuz bir hayata geçişin olacağı ve size göre şekillenecek bir ilişki ile hak ettiğiniz hayatı yaşayacağınız bir dönemin başlangıcı gibidir. Bir de evleneceğiniz kişiyle ilgili hayaller kurmaya başlarsınız. En iyi ve en doğru insanı bulmaya dönük motivasyonla aradığınız kişinin, geçmiş olumlu yaşantılarınızı devam ettirecek ve güzellikleri koruyacak, aynı zamanda olumsuz yaşantılarınızı tekrar yaşatmayacak ve ondan kalan izlerinizi silebilecek biri olmasını istersiniz. Geçmişte verilmemiş olan fırsatları size verecek, değerli olduğunuzu hissettirecek, şartsız kabul edecek ve sevgi gösterecek, tüm zayıflıklarınızla ve eksikliklerinizle size şefkat duyabilecek, kendinizi tüm yönlerinizle bütün hissetmenizi sağlayabilecek birini beklersiniz. Çünkü, ona ihtiyaç duyarsınız.
Yapılan araştırmalara bakıldığında, evlilik hayatına ilişkin insanların bilinçdışı beklentilerinde; geçmişten kalan travmaların ve yaraların, eş ile kurulacak olumlu ilişkinin atmosferinde sarılması ve iyileştirilmesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ebeveynlerimizin kendi sorunlarının gölgesinde oluşturmuş oldukları ilişki biçimi, bizim gelecek hayatta kuracağımız yakın ilişkilerin çekirdeğini oluşturur. Ne kadar özenle ve fedakarlıkla yetiştirilmiş olduğumuzu düşünsek de, bizi yetiştirenlerin kendi yaraları ve travmalarının etkisiyle ortaya çıkan ilişki biçimlerinden bizler de nasibimizi alırız. Bu ilişkisel mirasın kalıplarını, yakın ilişki kurduğumuz bir çok insanda tekrarlarız. Tekrarlamamızın temel amacı, çocukluk yıllarından kalan olumsuz duyguları olumluya çevirebilmek ve temel duygusal ihtiyaçlarımızı, kaybetme korkusu yaşamadan karşılayabileceğimiz birini bulabilmektir.
Yakın ilişkilerin son durağı olan evlilik tüm bu beklentilerin ve hayallerin gerçeklikle karşılaştığı yerdir. Eşler “Beni çok şaşırttın ve hayal kırıklığına uğrattın” derken gerçeklik üzerinden değil çoğu zaman zihnindeki ideal eş tasarımı üzerinden değerlendirme yaparlar. Karşısındakinden beklediği esneklik, sevgi, şefkat, ilgi ve desteğe en az kendisi kadar onun da ihtiyaç duyduğunu unutarak gerçeklikten uzaklaşırlar. Karşı tarafın da benzer bir motivasyon ve ihtiyaçlar eşliğinde ilişki kurduğu ve beklentisini bu yönde şekillendirdiği göz önünde bulundurulduğunda, çoğu zaman ideal evliliğe hayal kırıklıklarının çemberinden geçmeden ulaşmanın mümkün olmadığını görmekteyiz.
Mutlu bir evliliği tanımlarken klişe bazı standartlardan bahsetmek yerine, insanların önce kendilerini sonra eşlerini daha yakından tanımaya dönük bir sürece girmeleri ve en temel duygusal ihtiyaçlarını (sevilme, değer görme, fark edilme, şefkat gösterilme, yeterli olduğunu hissedebilme gibi) eşlerine ifade edebilmeleri ve eşlerinin de en temel duygusal ihtiyaçlarını (sevilme, değer görme, fark edilme, şefkat gösterilme, yeterli olduğunu hissedebilme gibi) fark edip gidermeye dönük bir ilişki kurduklarında, o zaman evliliğe dönük beklentilerinin daha derinden karşılandıklarını göreceklerdir. Anlaşılmadıklarını, mutsuz olduklarını, derin hayal kırıklıkları yaşadıklarını, sürekli tartıştıklarını ifade eden çiftlerin karşılıklı güven zemini içerisinde kendilerini ifade edebilecek ve karşı tarafı dinleyip anlayabilecek duruma geldiklerinde gerçek bir ilişkiye başlangıç yaptıklarını görebilmekteyiz. Gerçek bir ilişkide, eşlerin evlilik öncesinde hayalini kurduğu o kusursuz eşle sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük tasarımladığı ilişki modelinin, evliliğin gerçekliğiyle uyuşmadığını anladığı anda yaşananlar (kavgaların azaldığı, hafif bir depresif havanın hakim olduğu ve gerçeklikle yüzleşildiği dönem), bir yas sürecine dönüşmektedir. Diğer eşin de en az kendisi kadar ihtiyaçlarının, incinmişliklerinin, travmalarının olduğunu kabul ettikten sonra iki tarafın kendini güvende hissederek(karşı tarafın kendisine saldırmayacağından emin olarak) eşine kendini açmaya başladığı, temel ihtiyaçlarını ifade ettiği, geçmiş yaşantılarından(eksiklerinden, yetersizliklerinden, acılı anılarından) bahsedebildiği bir tüneme noktasına gelebildiklerinde kendileri için en ideal ilişkinin temellerini atmaya hazır oldukları anlamına gelir.
Gerçek bir ilişkide eşler; içtenlik, samimiyet, sevgi ve şefkat duygularıyla birbirlerinin şifacısı durumuna geldiklerinde, ilişkinin en zor tarafı olan duygusal katmanını yük olmaktan çıkarır iki taraf için de yaşam kaynağı haline dönüştürürler. Fark edilmeyi bekleyen bir sır gibi deneyimin içinde saklı olan bu destekleyici ve onarıcı ilişki, yaşanacak sıkıntılara rağmen değişime kendisini açan ve bir ötekini merak eden çiftlere kapılarını aralayacaktır. İlişkinin duygusal katmanı sağlamlaştıktan sonra geriye ortak yaşam kültürü oluşturmak, sorumlulukları paylaşmak, geleceğe ilişkin ortak hedefler koymak gibi daha çok düşünce ve davranış kısmıyla ilgili kısımlar kalacaktır ki, bunlar en temel duygusal ihtiyaçlarını ( sevilmek, beğenilmek, güvende hissetmek, değer görmek, yeterli hissetmek gibi) derinden karşıladığını hisseden bir çiftin kolaylıkla şekillendirebileceği şeylerdir.
Şanver YEREBAKAN Uzman Klinik Psikolog

Kendini sevme kavramı benlik saygısı kavramı ile anılan ve öz güvenin olmazsa olmazı olan bir kavramdır. Literatürde bazen kendini sevme kavramı benlik saygısı ya da özsaygı kavramı olarak da anılmaktadır.
Kendini sevme, insanın kendini öznel olarak değerlendirip, değerli görmesi ve onaylaması anlamlarını taşımaktadır. Kişinin kendine iyi ya da kötü bir insan olarak bakması, kendini değere layık görmesi ve onaylaması da kendini sevme olarak adlandırılmaktadır.
Kendini sevme kavramı bireysel başarının üzerinde oldukça önemli etkilere sahip olmakla birlikte, benlik saygısını oluşturan boyutlardan da biridir. Kendini seven insan kısaca kendinin iyi ve kötü özellikleri ile barışık olup kendini kabul eden, zayıf ve güçlü yönleri ile barışık olan insandır.
Kendini sevme duygusu, kişinin kendine yüklediği sosyal değer ile alakalıdır. Öz sevgi yetisi kişide çocuklukta varlığını başlatır ve hayat boyu sürer. Öz sevginin hayat içerisinde değişimi kişinin deneyimlerine ve sosyal kabulüne bağlı olarak gelişmektedir.
Kendini sevme çoğu zaman başkalarının içselleştirilmiş olumlu saygı ve yargılara bağlı olarak gelişmektedir. Çocukken kendisine “aptal”, “başarısız” ve “çirkin” denen bir çocuk zamanla bu yargıları kabul edip içselleştirmektedir ve bu durum çocuğun öz sevgisini düşürmektedir.
Kendini sevme süreci sevgi verme ve sevgi alma durumları ile desteklenebilmektedir. Aynı zamanda platonik aşk, yani sevgiye karşılık veremeyen birini sevmek kişinin kendini sevme algısına zarar verebilmektedir. Sevgi ve aşk kendini sevmeyi arttırmak için önemli bir nokta olsa da aynı zamanda yıkıcı etkilere de sahip olabilmektedir.
Kişisel değer yargıları oturdukça diğer insanların davranışları, cümleleri ve tepkileri kişinin kendini sevme hissi üzerinde etkisiz olmaktadır.

Kendini Sevme ve Narsisizm Farkları
Narsisizm ve kendini sevmek oldukça fazla karıştırılan iki olgu olsa da aslında çok keskin ve net farkları bulunmaktadır. Narsisizm ile ilgili bilinmesi gereken en önemli şey narsisizmin bir spektrum olması ve her narsistin Narsisistik Kişilik Bozukluğuna sahip olmayışıdır. Narsizm bazen bir özellik bazen ise bir yelpazenin en uç hali olabilmektedir.
Psikolojide sağlıklı narsisizm olarak adlandırılan bir kavram bulunmaktadır. Bu kavram aynı zamanda sağlıklı öz güven olarak da adlandırılmaktadır ve kısaca kişinin kendini sevmesi anlamını taşımaktadır. Sağlıklı narsisizm her insanda mutlaka bulunması gereken bir özelliktir. İnsanlar çoğu zaman sağlıklı narsisizm kavramı ile sağlıksız narsisist kavramını karıştırdığı için kendini sevme ve narsisizm arasında bir bilgi ve anlam karmaşası yaşanmaktadır.
Sağlıklı narsisizm kendini sevmeyi, kendi hatalarını kabul edip kendini geliştirmeyi, eleştirilere yapıcı bakabilmeyi, kendi değerinin farkında olmayı ve en önemlisi gerçekçi düşünmeyi içeren bir olgu iken narsisizm kendine hayranlık duygularını, kibiri, empati eksikliğini, kendini en iyi, başarılı, önemli ve en hatasız görmeyi, eleştirileri kabul etmemeyi ve istediği her şeye sahip olma hakkını kendinde görmeyi içeren bir durumdur.
Kendini sevmek ve kendini diğer insanlardan üstün görmek arasında ciddi bir fark vardır. Öz sevgi denilen kavram kendini sevmek iken narsisizm kendini çoğu insandan veya herkesten üstün görmek olarak kısaca açıklanabilmektedir.

Kendini Sevmek Neden Önemlidir?
Öz güvenin oluşmasında büyük rol oynayan özelliklerden biri kendini sevme, diğeri ise öz yeterliliktir. Kişinin kendini değerlendirmesi ile ilgili olan bu iki boyut birleştiğinde kişide genel benlik saygısı yani öz güven oluşmaktadır. Bu sebeple kendini sevmeyen bireylerin öz güvenleri düşük olmaktadır.
Öz güveni düşük kişilerde başarısızlık korkusu sebebiyle risk almaktan kaçınma görülmektedir. Strese karşı daha dirençsiz olmaktadırlar ve dikkat çeken davranışlardan kaçınmaktadırlar. Kişinin kendini sevme oranın düşük olması kendini yetersiz, değersiz ve aşağı görmesine sebep olmaktadır.
Kendini sevme bireysel başarıyla doğrudan ilişkili bir durumdur. İnsanın kendini değerlendirme biçimi iyileştikçe başarıları ve hayata bakışı da gelişmektedir. İnsanın kendini sevmesi, kendini keşfetme ve kendini geliştirme süreçlerinde de gelişen bir durumdur. Kendini keşfeden ve kendini geliştirmeye çalışan kişiler ilerleme gördükçe olumlu hislere sahip olabilmektedir.
Yine kendini sevme düzeyi düşük olan insanların sosyal ortamlardaki tavırları değişmekte ve kendini sevme düzeyi azaldıkça insanlarda geri çekilme, kendini değersiz ve diğerlerinden aşağı olarak tanımlama görülmektedir.

Kendini Sevmeyi Etkileyen Faktörler
Benlik gelişimi, kişinin içinde yer aldığı toplumun eğitim, inanç, ekonomik ve siyasal sistemlerine göre şekillenen duygu, düşünce, bilgi ve değer paylaşımları sayesinde gerçekleşmektedir. Bu noktada kişinin diğerleriyle olumlu ve olumsuz etkileşimleri de oldukça önemlidir. Kişinin diğerleriyle etkileşimi yalnızca benlik algısını ve kendini sevmeyi değil aynı zamanda biyolojik, psikolojik ve sosyal gelişimi de etkilemekte ve davranış oluşumuna sebep olmaktadır.
Kişinin kendini nasıl değerlendirdiği aynı zamanda kişinin yaşına, yaşam deneyimlerine ve cinsiyetine göre bile farklılık gösterebilmektedir. Örneğin kadın olmanın aşağılandığı bir toplum ve inanç sistemi içerisinde büyütülen kadınlarda kendini sevme düzeyi oldukça düşük olabilmektedir. Benlik duygusu doğuştan gelen bir durum değildir. Kişinin yaşadığı deneyimler ve sosyal etkileşimlerin sonucu olarak gelişip değişen bir süreç olan kendini sevme süreci çoğu zaman dışarıya da bağımlı bir süreçtir.
Birçok noktada olduğu gibi çocukluktaki aile davranışları bu konuda da oldukça etkilidir ve çocuğun kendini sevme düzeyini etkilemektedir. Gerektiği yerde onay alan, hataları incitmeden ve büyütmeden fark ettirilen, hataların bazen düzeltilebilecek bazen ise kabul edilebilecek şeyler olduğu gösterilen, kendini doğru ve yanlışlarıyla bir bütün olarak görmesi sağlanan çocuklarda kendini sevme düzeyi oldukça yüksek olmaktadır.
Kişinin yaşamı boyunca elde ettiği başarıları, diğer insanlardan gelen ilgi, kabul, sevgi ve saygının derecesi, diğer insanların değerlendirmelerine verilen tepkiler ve kişinin kendi için kurduğu, hayal ettiği amaçlarına ulaşıp ulaşamaması da insanın benlik saygısına yani dolaylı olarak kendini sevmesine etki eden faktörlerdendir.

İnsan Neden Kendini Sevmez?
Bir insanın öz saygısının ve öz sevgisinin az olmasının birçok sebebi olabilmektedir. Daha önce de bahsedildiği gibi, çocukluk zamanından itibaren gelişen öz saygı ve öz sevgi, kişinin yaşam deneyimleri ile oldukça bağlantılıdır.
Yıllar içinde yaşanan kötü deneyimler, kişinin potansiyelini birçok sebepten tam olarak gösterememesi, üst üste yaşanan başarısızlıklar, toplum tarafından pek de kabul görmeyen özelliklere sahip olmak, bir şekilde diğerleri tarafından dışlanmış hissetmek ve kendini çevresine ait hissedememek gibi birçok durum sebebiyle kişinin kendine verdiği değer azalabilmektedir.
Toplumda veya içinde bulunan ortamda kabul edilmediğini hisseden insan için kendini kabul edebilmek oldukça zorlu olmaktadır.
Aynı zamanda ulaşılması oldukça zor, yüksek hedefler belirleyen ve mükemmeliyetçilik gibi özelliklere sahip olan insanların da kendilerine yaptıkları baskı ve ulaşamadıkları hayalleri sebebiyle öz sevgilerinde azalmalar görülebilmektedir.
Yine mükemmeliyetçilik ve yüksek hedeflerle bağlantılı olabilen bir durum da insanın kendini başkalarıyla kıyaslama durumudur. Kişi kendini her daim kendinden üstte olanlarla kıyasladığında öz sevgi azalmaktadır çünkü devreye yetersizlik hissi girmektedir. Kendini başkalarıyla kıyaslayan insanlar çoğu zaman kendilerini yetersiz hissetmektedir. Çevresinden fazlaca eleştiri duyan insanlar ve kendini fazlaca eleştiren insanların da kendilerini sevme ve değer vermelerinde azalma görülebilmektedir.
Kişi kendine karşı şefkatli davranmadığında, hata yapmanın büyük bir sorun olduğu düşüncesine sahip olduğunda ve genel olarak hayata daha negatif bir bakışa sahip olduğunda da kendini sevmeme durumu gözlemlenmektedir. Travmatik anıları olan, kötü davranılan, ömrünün bir kısmında veya büyük çoğunluğunda sözlü tacizlere maruz kalan kişilerde de öz sevgide azalma görülmektedir. Kötü davranılma, sözlü tacizler veya travmatik anılar kişide kendini suçlama veya kendine söylenen olumsuz şeyleri içselleştirme gibi davranışlara sebebiyet verip kişide öz sevginin azalmasına sebep olmaktadır.

Kendini Sevmenin Yolları
“Kendimi sevmek için ne yapmalıyım?” düşüncesi, kendini görece az seven insanların kafasına oldukça fazla takılan bir düşüncedir. İnsanın kendini sevmesi için öncelikle kendini sevmenin ne olduğunu tamamen anlaması gerekmektedir. Kendini sevmenin nasıl olduğunu fark etmek bu süreçte atılacak ilk adım olmalıdır.
Kendini kabul etme süreci yalnızca başarıları kabul edip hoşlanılmayacak diğer özellikleri yok saymak veya onları yok etmeye çalışmak demek değildir. Kişi kendini iyi ve kötü yanlarıyla kabul edip, hoşlanılmayan yönlerinin farkına varıp bu yönleri de kabul etmelidir. Eğer hoşlanılmayan yönler kendini geliştirme çabasıyla iyiye gidebilecek yönlerse, kişi kendi üzerinde çalışmalıdır.
İnsanın en büyük destekçisi de en büyük düşmanı da kendi olabilmektedir. İnsan gün içinde sürekli kendi ile konuşur ve bu konuşmaların etkisi düşünülenden fazladır. İnsanın kendi kendine pozitif telkinlerde bulunması nasıl iyi hissetmek için işe yarıyorsa, aynı şekilde negatif telkinlerde bulunmak da mutsuz hissetmeyi getirmektedir.
Bu sebeple insanın kendiyle ilgili eksik, hatalı veya yanlış şeyleri sürekli düşünmesi ona kötü hissettirecektir. İnsanın kendiyle ilgili mutlu, başarılı, yeterli hissettiği şeyleri düşünmesi ise kendini sevme düzeyini arttırmaktadır.
Fakat bu bilgiler asla hatalı taraflarınızı görmezden gelmek gibi bir anlam içermemektedir. Aksine kişinin hatalarını, eksikliklerini ve yetersizliklerini görüp onları geliştirmeye çalışması kişiyi kendini sevme noktasında geliştiren bir adım olacaktır.
Fakat bazen kişinin kendinde eksik veya yetersiz gördüğü noktalar gelişememekte veya gelişmesi için ciddi bir çaba gerekmektedir. Bazen hayat içinde her şeyi değiştiremeyeceğimizi veya her şeyi düzeltemeyeceğimizi fark edip bunu kabul etmemiz gerekmektedir.
İnsanın mükemmellik arayıp mükemmel olmaya çalışması yalnızca bir yüktür ve bu yükü taşımak zorlu bir süreçtir. Mükemmeliyetçi olmak insanın hatalara tahammül etmekte azalmalar yaşamasını sağlamakta ve kendine daha kötü davranmasını sağlamaktadır.
Birçok insan kendini diğerleriyle kıyaslamaya eğilimlidir. Kıyaslamalar gelişim açısından bazı insanlara motivasyon sağlasa da bazıları için mutsuzluk ve karamsarlık verici davranışlardır. Kıyaslama yapan insan kendinde eksik olan şeylerin diğerlerinde ne kadar fazla olduğunu görmeye çalışmaktadır ve bu da kendini yetersiz hissettirmektedir.
Kişi kıyasladığı kişinin tamamını değil yalnızca iyi taraflarını gördüğünden kendine haksızlık etmektedir. Kıyaslanan kişiler arasında iki tarafında iyi ve kötü olduğu noktalar mutlaka vardır fakat kendini sevmeyen insan kendinde olan iyi tarafları görmektense kötüye odaklanır.
Bu sebeple hali hazırda kendini sevmeyen birinin kendini başkalarıyla kıyaslaması ona ekstra mutsuzluk getirmekte ve ona zarar vermektedir.

Kısaca, kişinin kendini sevmek için yapması gerekenleri 10 maddede özetlemek gerekirse:
- Kendine zaman ayırmak
- Kendiyle ilgili negatif düşüncelerden çok pozitiflere odaklanmak
- Diğer insanlara gösterilen şefkat ve saygının kendine de göstermek
- Kendine dair beklentinin ve başarı isteğinin aşırı düzeylerde olmaması
- Kendiyle ilgili hoşlanmadığı özelliklere dair çaba sarf etmek
- Büyük ve küçük tüm başarılarını fark edip kabul etmek
- Kendi sınırlarını iyi çizip belirlemek
- Kendi ihtiyaçlarını fark edip bunları karşılamak
- Kendi kendine yetebilmek
- Kıyaslamaları azaltmak, kendini sevme düzeyinin artması için gerekli adımlardır.

Sitemizde bulunan yazılar tıbbi tavsiye içermez ve yalnızca farkındalık yaratmak amaçlıdır. Yazılardan yola çıkarak bir hastalık tanısı konulamaz. Hastalık tanısını yalnızca psikiyatri hekimleri koyabilir.


Çalışmanızda sosyal onay ihtiyacı önemli bir kavram olarak öne çıkıyor. Bu kavramı nasıl tanımlıyorsunuz? Sosyal onay ihtiyacının alt boyutları olarak belirttiğiniz “başkalarının yargılarına duyarlılık”, “olumlu izlenim bırakma” ve “sosyal geri çekilme” kavramlarını biraz açıklayabilir misiniz?
Öncelikle sosyal onay bir grubun var olduğu her alanda geçerli bir ihtiyaçtır. Çalışmamda bu nedenle sosyal onayı bir ihtiyaç olarak ele aldım. Günümüz toplumlarında ise sosyal medya aracılığıyla zaman ve mekân sınırlaması ortadan kalktığı için önceki dönemlere nazaran daha da önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Basitçe açıklamak gerekirse sosyal onay ihtiyacı; bir bireyin sosyal çevresinde yer alan diğer bireyler tarafından onaylanmayı istemesi, insanların fikir ve düşüncelerine önem vermesi ve kabul görme arzusudur. Dolayısıyla sosyal onay ihtiyacı kişinin kendine olan güvenini etkileyerek sosyal ilişkilerde önemli bir rol oynar. Sosyal onay ihtiyacında başkalarından alınan onay isteği, tıpkı aynaya baktığımızda beğendiğimiz bir yüz görme arzusuna benzetilebilir. Sosyal onay ihtiyacının anlaşılabilmesi için alt boyutlarının da açıklanması gerekir. Başkalarının yargılarına duyarlılık alt boyutu özetle kişinin diğer insanların kendisi hakkındaki olumsuz olabilecek düşüncelerine aşırı önem vermesidir.
Bu durumda birey başkalarının ne düşüneceğini sürekli olarak düşünür ve herhangi bir eleştiri almamak için öz güveni kaybedebilir. Bu da bireyin kendi kararlarını almasını engelleyerek özgünlüğünü kaybetmesine neden olur. Olumlu izlenim bırakma alt boyutu kişinin başkaları tarafından sürekli olarak olumlu algılanmak istemesi ve beğenilme arzusu olarak tanımlanabilir. Birey popüler olmaya, sosyal etkileşimde kendini göstermeye ve başkalarının dikkatini olumlu yönde çekmeye ihtiyaç duyar. Olumlu izlenim bırakma ihtiyacının yüksek düzeyde olması da kişinin gerçek benliğini gizleyerek diğer insanların beklentilerini karşılamak için aşırı çaba göstermesine neden olur. Sosyal geri çekilme boyutunda ise daha ilginç bir durum söz konusudur. Burada sosyal onay ihtiyacı yüksek bireyler başkaları tarafından yargılanmaktan korktukları için sosyal ilişkilerden kaçınmaktadır. Sosyal etkileşimden kaçınan bireylerde sosyal fobi gibi ciddi sorunlarla karşılaşmak mümkün hale gelir. Birey kendini yalnız hissederek depresyona girebilir ve hatta sosyal becerilerini kaybedebilir.

Bu ihtiyacın bireylerin davranışlarını nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Ayrıca, sosyal onay ihtiyacının toplumsal ve kültürel boyutları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Sosyal onay ihtiyacı yaratılışımız dolayısıyla insan doğasının bir parçasıdır. Bu nedenle sosyal onay ihtiyacı hem bireysel hem de toplumsal olarak önemli bir konudur. Çünkü bu ihtiyaç, davranışlarımızı, ilişkilerimizi ve hatta toplumun yapısını etkiler. Sosyal medyada beğeni almak için yapılan paylaşımlar, bu ihtiyacın bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Ancak aşırı düzeyde sosyal onay arayışı, bireyin mutluluğunu ve özgürlüğünü kısıtlayarak taklitçiliğe neden olabilir. Sosyal medyaya bakıldığında bu taklitçiliği görmek mümkündür. Nitekim içeriklerin birçoğunda bireylerin birbirlerini taklit ettiği açıktır. Bireylerin davranışlarını başkalarına göre şekillendirmektedir. Bu da bireylerde; bağımsız düşünme yeteneğinin zayıflamasına, kişisel değersizlik duygusuna kapılmaya, sosyal ortamlardan kaçınmaya, sosyal fobi psikolojik sorunların tetiklenmesine, gerçek mutluluğun göz ardı edilmesine neden olabilir. Sosyal onay ihtiyacının aşırılığı toplumsal ve kültürel boyutlar doğrultusunda da önemli rol oynar. Çünkü toplumlar bireylerden oluşur ve bu bireylerin toplumsal olarak yaşama biçimleri de kültürlerini etkiler. Sosyal onay ihtiyacı bireyin davranışını, düşüncesini ve hatta kimliğini şekillendiren güçlü bir motivasyon kaynağıdır. Her toplumun kendi kültürünü oluşturan sosyal normları vardır. Toplumsal uyum bu normlarla sağlanır. Dolayısıyla sosyal onay ihtiyacı toplumlara ve kültürlere göre farklılık gösterecektir.
Türk toplumuna göre değerlendirdiğimizde ise ‘El âlem ne der?’ anlayışının oldukça yaygın olduğunu birçoğumuz biliriz. Bu da bizleri doğrudan sosyal onay ihtiyacının toplumumuzda ne derece önemli olduğuna götürecektir. Türk toplumunda belirli davranışların, görünüşlerin veya başarıların değerlendirilmesi, bireyleri bu yönde davranmaya iter. Sosyal medya ise var olan toplumsal baskıyı daha da artırmaktadır. Sosyal onay ihtiyacının yoğunluğu bireyler arasında rekabete ve kıyaslamaya da neden olabilmektedir. ‘Bak komşunun çocuğu ne kadar başarılı!’ ya da ‘O evlendi sen neden evlenmiyorsun?’ gibi sorular onay alma ihtiyacını çok farklı boyutlara da taşıyabilir. Geleneksel değerlere olan bağlılık, sosyal onay ihtiyacıyla birleştiğinde, toplumsal değişimlere karşı da direnci artıracaktır. Sosyal onay ihtiyacı, yeni fikirlerin ve davranışların yayılmasını engelleyebileceği gibi, bazı durumlarda da toplumsal kabul gören yeniliklerin benimsenmesini hızlandırır. Sosyal onay ihtiyacının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde önemli etkileri bulunmaktadır. Bu ihtiyacın bilinçli olarak yönetilmesi, daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmek için önemlidir. Kendi değerlerimizi belirlemek, özgünlüğümüzü korumak ve başkalarının görüşlerine takılı kalmadan kendi kararlarımızı almak, sosyal onay ihtiyacının olumsuz etkilerinin azaltılmasında yardımcı olacaktır.

İnsanlar neden sosyal medyada, fiziksel ortamlardan daha fazla zaman geçiriyor? Bunun ne gibi sonuçları olabilir?
Sosyal medyanın hayatımıza bu kadar hızlı ve derinlemesine girmesinin birçok nedeni bulunmaktadır. Bireylerin sosyal medyada geçirdikleri zamanın fiziksel ortamlardan daha fazla olmasını da tek bir nedenle açıklayamayız. Sosyal medyaya erişim oldukça kolaydır. Akıllı telefonlar aracılığıyla sosyal medyaya her an, her yerden erişim mümkün hale gelmiştir. Bu kolaylık da insanların sosyal medyada daha fazla zaman geçirmesine neden olmaktadır. Nitekim etrafımızda baktığımızda insanların fiziksel ortamlarda dahi akıllı telefonlarından kopamadıklarını görebiliriz. Sosyal medyada iletişim hızı oldukça yüksektir. Sosyal medya, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi biriyle anında iletişim kurmaya olanak sağlamaktadır. Bu hız da sosyal ilişkileri güçlendirme isteğiyle birleştiğinde sosyal medyada daha fazla zaman geçirmek kaçınılmaz olmaktadır. Sosyal medyada, haberlerden eğlenceye kadar birçok konuda bilgiye hızlı ve kolay bir şekilde ulaşabiliriz. Bu da sosyal medyanın çekiciliğini artırmaktadır. Fakat çoğu birey ulaşılan bilginin doğruluyla ilgilenmemektedir. Yapılan araştırmalar doğru olmayan haberlerin doğru olanlara göre altı kat daha hızlı yayıldığını göstermiştir. Sosyal medya kabul görme ihtiyacını daha hızlı bir şekilde karşılamaktadır. Beğeni, yorum ve takipçi sayısı gibi sosyal onay göstergeleri, insanların sosyal medyada daha fazla zaman geçirmesine sebep olmaktadır.
Sosyal medya, bazı bireyler için bir kaçış mekânı haline gelebilmektedir. Kaygılı ve stresli durumlardan kaçınmak amacıyla sosyal medyada gezinmek, geçici bir rahatlama sağlamaktadır. Öz güven sorunu yaşayan bireyler için sosyal medya ortamları bulunmaz bir nimettir. Fiziksel ortamlarda ortaya çıkaramayacakları birtakım özelliklerini sosyal medyada rahatlıkla gösterebilirler. Hatta bu bireyler kendilerinde var olamayan şeyleri varmış gibi yansıtabilmektedir. Sosyal medyada fiziksel ortamlardan daha fazla zaman geçirmenin yalnızlık, izole olma, depresyon, anksiyete, odaklanma sorunları, uyku bozuklukları, sağlık problemleri ve sosyal becerilerin zayıflaması gibi olumsuz sonuçları bulunmaktadır.

Erkeklerin sosyal medyada daha fazla onay arayışında olduğunu gözlemlemişsiniz. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?
Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, erkeklerin kadınlara göre daha fazla onay arayışında olduğu görülmektedir. Bu durumun nedenlerini sıralamak mümkündür. Toplumsal cinsiyet rollerine göre erkeklerin güçlü, başarılı ve popüler olması gerektiği yönünde bir baskı bulunmaktadır. Sosyal medya ise bu imajı oluşturarak onaylanmak daha kolaydır. Beğeniler, yorumlar ve takipçi sayısı, bu algıyı güçlendirmeye yönelik bir araç olarak kullanılmaktadır. Sosyal medyada bir karşılaştırma ve rekabet ortamı vardır. Erkekler, diğer erkeklerle kıyaslanma ihtiyacı duyarak daha iyi bir imaj çizmeye çalışırlar. Bu da onay arayışını artırır. Sosyal medya, fiziksel görünüşün önemini abartır. Erkekler de bu baskı altında kalarak, çekici bulunmak için çaba gösterir ve bu çabalarını sosyal medyada paylaşarak onay almayı hedefler. Herkes gibi erkekler de ait olma, değer görme ve kabul edilme gibi temel psikolojik ihtiyaçlara sahiptir. Sosyal medya, bu ihtiyaçları karşılamak için kolay ve hızlı bir yol sunar. Erkeklerin sosyal medyada daha fazla onay araması, kültürel olarak belirlenen erkeklik normları ile de ilgili olabilir. Erkekliğin güç, başarı ve dışa dönüklük gibi özelliklerle özdeşleştirilmesi, bu davranışı tetikleyebilir. Fakat fazlaca olan onay arayışının potansiyel sayılabilecek sonuçları vardır. Sürekli onay arayışı, kaygı, depresyon ve düşük öz saygı gibi mental sağlık sorunlarına neden olabilir. Gerçek hayattaki ilişkiler, sosyal medyada yaşanan etkileşimlerin yerini alamaz. Sürekli olarak sanal dünyada onay arayışı, gerçek hayattaki ilişkileri zayıflatabilir. Sosyal medya kullanımı, bağımlılık haline gelebilir ve bu da günlük yaşamı olumsuz etkiler. Sosyal medyada sunulan görüntülerin çoğu, gerçek hayatı yansıtmamaktadır. Bu durum, genç erkeklerde gerçekçi olmayan beklentiler oluşturabilir.

Günde 5 saatten fazla sosyal medya kullananların daha fazla beğenilme ihtiyacı duyduğunu söylüyorsunuz. Sizce bunun arkasında yatan nedenler neler olabilir?
Günde 5 saatten fazla sosyal medya kullanan kişilerin daha fazla beğenilme ihtiyacı duyduğuna dair bulgulanan sonuç son derece ilginçtir. Bu durumun ardında yatan birçok olası neden vardır. Sosyal medya platformları, beğeni, yorum ve takipçi sayısı gibi ölçütlerle kullanıcıları sürekli olarak onaylama ihtiyacı duymaya teşvik eder. Beğeniler, bir nevi sosyal para birimi haline gelerek, bireylerin kendilerini değerli hissetmelerini sağlar. Bu döngü, özellikle yoğun kullanımda daha da güçlenir ve bireyler sürekli olarak bu onayı aramaya başlarlar. Sosyal medya, insanların kendilerini sürekli olarak başkalarıyla karşılaştırdığı bir alandır. Başarılı görünen, mutlu görünen diğer kullanıcıların paylaşımları, bireylerin kendi hayatlarını yetersiz görmelerine ve daha fazla beğenilme ihtiyacı duymalarına neden olabilmektedir. Sosyal medya, bireylere kendilerini ifade etmeleri ve bir kimlik oluşturmaları için bir alan sunar. Ancak bu kimlik, büyük ölçüde başkalarının algıları ve tepkileri tarafından şekillendirilir. Beğeni ve yorumlar, bu kimliğin doğrulanması anlamına gelir ve bu nedenle bireyler daha fazla onay arayışına girerler. Beğeni almak, beyinde dopamin salgılanmasını tetikler. Bu durum, bir tür bağımlılık oluşturabilir ve bireyleri sürekli olarak daha fazla beğeni almak için motive eder. Bazı insanlar, sosyal medyayı hayatlarındaki boşlukları doldurmak için kullanır. Beğeniler ve yorumlar, bu boşluğu geçici olarak kapatabilir ancak uzun vadede daha derin sorunlara yol açabilir. Sürekli olarak başkalarının onayını aramak, bireyin kendine olan güvenini zedeler ve düşük öz saygıya sebep olur. Sosyal medyada görülen mükemmel hayatlar, gerçek hayattaki insanlarda yetersizlik duygusu ve depresyona neden olur. Sanal dünyada kurulan ilişkiler, gerçek hayattaki ilişkilerin yerini tam olarak alamaz. Sürekli olarak sanal dünyada onay arayışı, gerçek hayattaki ilişkileri zayıflatır. Sosyal medya kullanımı, bağımlılık haline gelebilir ve bu da günlük yaşamı olumsuz etkiler.

Televizyon, gazete, radyo kullanımı azalırken sosyal medya kullanımı artıyor. Bu değişim, toplumu nasıl şekillendiriyor sizce?
Televizyon, gazete ve radyo gibi geleneksel medya araçlarının yerini sosyal medyanın alması, toplumun her yönünü etkileyen derin bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu değişimin bazı önemli sonuçları bulunmaktadır. Geleneksel kitle iletişim araçlarının popüler olduğu dönemlerde, sınırlı sayıda kaynaktan elde edilen bilgiye bugün herkes, akıllı telefonu aracılığıyla anında ulaşabilmektedir. Bu durum, bilgiye erişimde eşitsizliği azaltırken, aynı zamanda bilgi kirliliği ve yanlış bilgilendirme gibi sorunları da beraberinde getirmektedir. Sosyal medya, insanların seslerini duyurmaları, fikirlerini paylaşmaları ve toplumsal olaylara daha aktif katılmalarını sağlamaktadır. Bu durum, demokratik süreçleri güçlendirebilirken aynı zamanda kutuplaşmaya ve gerginliklere de yol açabilmektedir. Sosyal medya, yeni trendlerin ve kültürlerin hızla yayılmasını sağlamaktadır. İnsanlar, sosyal medyada birbirlerinden etkilenerek yeni ilgi alanları ve yaşam tarzları edinebilmektedir. Bu durum, küresel bir kültürün oluşmasına katkı sağlarken aynı zamanda yerel kültürlerin zayıflamasına da neden olabilmektedir. Haber alma alışkanlıkları değişmektedir. İnsanlar, artık uzun metinli haberlere değil, kısa ve öz içeriklere yönelmektedir. Bu durum, haberlerin daha yüzeysel ve eğlence odaklı hale gelmesine yol açabilmektedir. Sosyal medya, insan ilişkilerini derinleştirme potansiyeline sahip olsa da aynı zamanda yüzeysel ve kısa süreli ilişkilerin artmasına da neden olabilmektedir. Yüz yüze iletişimin azalması, empati ve sosyal becerilerin zayıflamasına yol açmaktadır. Sosyal medya kullanımının artmasıyla birlikte, kişisel verilerin korunması ve mahremiyet gibi konular daha da önemli hale gelmiştir. Siber zorbalık, dezenformasyon ve sahte haberler gibi sorunlar da sosyal medyanın olumsuz yönleri arasında yer almaktadır. Sosyal medyanın yaygınlaşması, toplumun yapısını değiştirmektedir. Bu değişimin hem olumlu hem de olumsuz yönleri bulunmaktadır. Sosyal medyanın sunduğu fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek ve olumsuz etkilerini minimize etmek için bireysel ve toplumsal düzeyde farkındalık oluşturmak ve önlemler almak gerekmektedir.

İnsanlar sosyal medyada fikirlerini özgürce ifade ettikçe daha fazla onay istiyorlar. Bu durumun iyi ve kötü yanları neler olabilir?
Sosyal medyada fikirleri özgürce ifade etme isteğiyle birlikte artan onay arayışı, günümüz toplumunun önemli bir özelliği haline gelmiştir. Bu durumun hem olumlu hem de olumsuz sonuçları bulunmaktadır. İnsanlar, sosyal medyada kendi düşüncelerini ve deneyimlerini paylaşarak toplumsal konularda farkındalık oluşturabilir, önemli meselelere dikkat çekerek toplumsal değişimi tetikleyebilirler. Sosyal medya, insanların siyasi, sosyal ve kültürel konularda daha aktif hale gelmesini sağlar. Bu durum, demokratik süreçlere katılımı artırarak daha adil ve şeffaf bir toplum oluşmasına katkı sağlayabilir. Ortak ilgi alanlarına sahip insanlar, sosyal medya sayesinde birbirleriyle bağlantı kurarak yeni dostluklar ve iş birlikleri geliştirebilirler. İnsanlar, sosyal medya aracılığıyla kendilerini daha iyi ifade etme fırsatı bulur. Bu durum, bireylerin öz güvenlerini artırarak ve kişisel gelişimlerine katkı sağlar. Fakat farklı görüşlere sahip insanların aynı platformda bir araya gelmesi, kutuplaşmaya ve gerginliklere yol açabilmektedir. Sosyal medyada her türlü bilgiye kolayca erişilebilmesi, yanlış bilgilendirme ve dezenformasyon sorununu beraberinde getirir. Bu durum, toplumsal güvensizliği artırarak bireylerin karar alma süreçlerini olumsuz etkileyebilir. Anonimlik ve erişim kolaylığı, siber zorbalığın artmasına neden olabilmektedir. Bu durum, özellikle gençlerin psikolojik sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Beğeni, yorum ve takipçi sayısı gibi ölçütler, insanların sürekli olarak başkalarının onayını aramasına neden olabilmektedir. Bu durum, düşük öz saygı ve yalnızlık gibi sorunları beraberinde getirmektedir. Sosyal medyada insanların en iyi anlarını paylaşması, gerçek hayattaki insanların yetersizlik duygusu yaşamasına neden olabilmektedir. Sosyal medyada fikirleri özgürce ifade etme isteğiyle birlikte artan onay arayışı hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurur. Bu durumun olumlu yönlerini güçlendirmek ve olumsuz etkilerini azaltmak için bireysel ve toplumsal düzeyde farkındalık oluşturmak ve önlemler almak gerekmektedir.

Sosyal medya bağımlılığı ve sürekli beğenilme isteği arasındaki dengeyi nasıl kurabiliriz? Bu konuda önerileriniz var mı?
Sosyal medya bağımlılığı ve sürekli beğenilme isteği, günümüzde birçok insanın karşılaştığı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dengeyi kurmak hem akıl sağlığımız hem de sosyal ilişkilerimiz için oldukça önemlidir. Bu konuyla ilgi bazı önerilerde bulunmak mümkündür. Öncelikle sosyal medyayı bilinçli kullanmak gerekmektedir. Sosyal medya kullanımını belirli saatlerle sınırlayarak diğer önemli işlere ve hobilere zaman ayrılabilir. Sürekli gelen bildirimler, bireyi sosyal medyaya sürekli olarak çeker. Bildirimleri kapatarak daha bilinçli bir kullanım sağlanabilir. Belirli aralıklarla sosyal medyadan tamamen uzaklaşarak birey kendini yenileyebilir ve gerçek hayata odaklanabilir. Kitap okumak, spor yapmak, müzik aleti çalmak gibi hobiler edinerek, sosyal medyadan uzaklaşarak kişisel gelişim sağlanabilir. Doğada yürüyüş yapmak, doğayla iç içe olmak, zihninin dinlendirilmesine ve stresi azaltmasına yardımcı olacaktır. Arkadaşlarla buluşmak, yeni insanlar tanımak, sosyal becerilerin geliştirilmesine ve gerçek hayattaki ilişkilerin güçlendirilmesine yardımcı olacaktır. Kişinin kendini olduğu gibi kabul ederek güçlü yönlerine odaklanması, dışarıdan onay ihtiyacını azaltmaya yardımcı olacaktır. Birey kendini başkalarıyla kıyaslamak yerine, kendi hedeflerinize odaklanmalıdır. Herkesin farklı yetenekleri ve ilgi alanları olduğu unutulmaması gereken bir gerçektir. Hiç kimse mükemmel değildir. Hata yapmaktan korkmamak gerekir.
Eğer sosyal medya bağımlılığı ve beğenilme ihtiyacı bireyin hayatını olumsuz etkiliyorsa, profesyonel bir destek almak faydalı olacaktır. Sosyal medyayı sadece beğeni almak için değil, bilgi edinmek, yeni insanlar tanımak ve fikir alışverişinde bulunmak için kullanmak daha doğrudur. Sosyal medya hayatımızın bir parçası olabilir, ancak hayatımızın tamamı olmamalıdır. Bu dengeyi kurmak hem akıl sağlığımız hem de sosyal ilişkilerimiz için oldukça önemlidir. Tüm bunlarla birlikte sosyal medya algoritmalarını anlamak çok önemlidir. Bu sayede, sosyal medyanın bireyi nasıl manipüle ettiğini daha iyi anlayabilir ve buna karşı daha dirençli olunabilir. Negatif ve bireyi üzen içerikler yerine, mutlu eden ve motive eden içeriklere odaklanmak kişiye iyi gelecektir. Aileden veya arkadaşlardan destek alarak, bu süreçte yalnız olmadığınızı hissetmek mümkündür. Bu öneriler doğrultusunda sosyal medya bağımlılığını aşabilir ve daha sağlıklı bir dijital yaşam sürebiliriz.

Gelecekte sosyal medya uygulamalarının tasarımında ne gibi değişiklikler görmek isterdiniz?
Sosyal medya uygulamaları kullanıcıların bütün zamanını sosyal medyada geçirmelerini sağlamak amacıyla tasarlanmıştır. Sosyal medya ücretsiz gibi görünse de aslında kullanıcılar sosyal medyadaki ürünlerdir. Sosyal medya tasarımcıları, kullanıcıların tüm bilgilerini reklam verenlere satmaktadır. Kullanıcı bilgileri sadece profil oluştururken girilen bilgiler veya uygulamayı kullanmak için verilen izinler değildir. Aynı zamanda kullanıcıların duygu ve düşünceleri de reklam verenlere satılmaktadır. Tüm bunlardan dolayı sosyal medyanın tasarımının sadece reklam verenleri veya medya sahiplerini değil, aynı zamanda kullanıcılarını da düşünerek tasarlanması gereklidir. Öncelikle kullanıcıların daha bilinçli hale gelmesi gereklidir. Kullanıcıların hangi verilerini paylaşacakları konusunda daha fazla kontrol sahibi olmaları sağlanmalıdır. Veri toplama ve kullanım politikaları daha şeffaf hale getirilmelidir. Nefret söylemi, taciz, yanlış bilgi ve dezenformasyon gibi zararlı içeriklerin daha etkili bir şekilde tespit edilmesi ve engellenmesi gereklidir. Kullanıcıların şikâyetlerine daha hızlı ve daha iyi yanıt verilmelidir. Sahte hesapların önlenmesi için daha etkili kimlik doğrulama yöntemlerinin geliştirilerek kimlik bilgilerinin korunması gereklidir. Bot ve trol hesaplarının tespit edilmesi için yapay zekâ algoritmaları kullanılmalıdır. Ekran süresi takibi ve bildirimler konusunda daha fazla kontrol imkânı sunulmalıdır. Olumsuz içeriklere maruz kalmayı azaltmak için kişiselleştirilmiş algoritmaların kullanılması gereklidir. Her platform için net ve anlaşılır topluluk kuralları belirlenmeli ve bu kurallara uymayanlar cezalandırılmalıdır. Kullanıcıların birbirleriyle daha saygılı ve yapıcı bir şekilde etkileşim kurmalarını teşvik edecek özellikler geliştirilmelidir. Algoritmaların nasıl çalıştığına dair daha fazla bilgi verilmelidir.
Kullanıcıların algoritmaları kendi tercihlerine göre özelleştirmelerine izin verilmelidir. Çocukların uygunsuz içeriklere maruz kalmasını önlemek için daha sıkı yaş sınırlamaları ve filtreleme araçları getirilmelidir. Ebeveynlerin çocuklarının online aktivitelerini daha iyi takip etmelerine olanak tanıyan özellikler geliştirilmelidir. Sosyal medya uygulamalarının tasarımı tüm bu öneriler ve daha fazlası göz önünde bulundurularak geliştirilebilir. Fakat bu durum ne sosyal medya sahiplerini ne de reklam verenleri mutlu edecektir. Çünkü maalesef “para” onlar için en kıymetli şeydir. Sosyal medya tasarımını değiştirmek çok olası görünmediği için yapabileceğimiz en önemli şey ilkokul dönemleri itibariyle dijital okuryazarlık eğitiminin verilmesidir. Böylece kullanıcılar daha bilinçli hale gelecektir.
Sosyal Onay İhtiyacının Sosyal Medyadaki Tezahürü / Dr. Figen Kayış
GÖNÜL KÜLTÜR VE MEDENİYET DERGİSİ

Entelektüel Zorbalık: Öz Güven Eksikliğinin İşareti
Zorbalık deyince genellikle farklı fiziksel ve sözel saldırganlık türleri aklımıza geliyor. Bu kavramı daha çok okul çağındaki çocuklarla ilişkilendiririz ve bunun genellikle internet üzerindeki sosyal ağlarla gerçekleştiğini düşünürüz. Ancak zorbalığın başka yolları da vardır. Mesela, aşağılama ve alaycılık ile de gerçekleştirilebilir. Bu tür taciz, entelektüel zorbalık veya sindirme olarak bilinir. Entelektüel zorbalık, daha iyi bilinen diğer zorbalık biçimlerine göre çok daha az dikkat çekiyor ve tanınıyor. Ancak bu durum, bu zorbalık türünü daha az zararlı kılmaz. Esasen, bu psikolojik şiddet biçimi yalnızca yetişkinler için olumsuz sonuçlara yol açmaz. Çocukluk döneminde de son derece acı verici olan bu tür zorbalık yaşanılabilir.
Entelektüel zorbalık ve hiyerarşi
Entelektüel “hiyerarşi”, insanları eğitim ve okul niteliklerine göre sınıflandırmanın bir yoludur. Çocukluktan bu sınıflandırmayı öğrenir ve uygularız. Hiyerarşinin en üstünde, daha yüksek düzeyde eğitim, öğretim ve niteliklere sahip olanlar vardır. Altta ise çok az eğitim almış ve çok az niteliklere sahip olanlar yer alır. Sorun, bu hiyerarşinin üstünü işgal eden insanlar, alt pozisyonlardakileri haksız yere küçümsediklerinde ortaya çıkar. Bazı insanların diğerlerini itibarsızlaştırmak için kullandığı bu “entelektüel üstünlük”, entelektüel zorbalık veya sindirme olarak bilinen bir tür psikolojik tacizdir. Yol açtığı büyük acı ve zarar nedeniyle bu tutumu göz ardı etmemeliyiz. Aslında entelektüel zorbalık fiziksel zorbalıktan farklı değildir. Her ikisi de mağdurun benlik saygısını yıkıcı bir şekilde etkileyebilir.
Bilim adamları bize, entelektüel zorbalık dahil olmak üzere, her türlü aşağılanmanın, beyinde acı ile ilgili alanları harekete geçirdiğini söyler. Sevinçten daha yoğun ve kalıcı ve öfkeden ise çok daha olumsuz bir tepkiyi tetikler. Başka bir insanı küçük düşürmek, en acımasız davranışlardan biridir. İşte bu tür davranışlarda bulunan kişi türleri:
Entelektüel zorba
“Entelektüel zorba” genellikle ortalama insandan daha zekidir. Bundan dolayı kendini etrafındakilerden üstün görecektir. Sonuç olarak, bu düşünce tarzı onu diğer insanlara karşı aşağılama, horlama ve alaycılık kullanmaya yönlendirir. Bunu bir şekilde kendi üstünlüğünü “doğrulamak” için yapar. Bütün bu davranışlar gerçekten de, başkalarından gizlemeye çalıştığı güvensizliği ele vermektedir.
Zihinsel zorbalığın bir başka özelliği de küçümseyici tavırdır. Kişiyi kavrayan güvensizlik onu büyük ve zeki sözlerin ardına gizler. Bu şekilde zekâsını ve üstünlüğünü tasdik etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle başkalarını aptal ve aşağı hissettirmek için çok teknik, hileli ve gösterişli kelimeler kullanır. Sizi düşündürecek bir soru soralım: Bunlar tam da medyada yüceltilip övülen insanlar değil mi? Televizyonlardaki en popüler programlar bu tür tavırların sergilendiği programlar değil mi?
Bir şekilde, fiziksel şiddeti kullanan kişiler dersini alır çünkü eylemlerinin uygar bir toplumda tolere edilmeyeceğini bilirler. Ne var ki entelektüel zorbalar, zekaları nedeniyle toplumda statü kazanmak için daha iyi bir konumdadır. Bunun nedeni, “entelektüel üstünlüğün” çoğunlukla ödüllendirilmesidir. Bu durum, taciz edici ve aşağılayıcı tutumları hiç sorgulanmadan sözde zekalarını göstermeye devam ettikleri anlamına gelir.
“Adaletsizlik karşısında tarafsız kalırsanız, zalimin tarafını seçmişsiniz demektir. Bir fil, bir farenin kuyruğuna ayağını koymuşsa ve siz de tarafsız olduğunuzu söylüyorsanız, fare tarafsızlığınızı takdir etmeyecektir.”
– Desmond Tutu
Entelektüel zorbalığın sonuçları
Entelektüel zorbalık, uzun vadede yıkıcıetkilere sahiptir. “Entelektüel üstünlüğün” itibar gördüğü rekabetçi bir ortamda çalışmak, derin ve uzun süreli duygusal ve psikolojik bir travmaya neden olur. Bu tür tacizin mağduru olan kişiler genellikle benlik saygılarında ciddi hasar görürler. Ayrıca kendilerine olan güvenlerini yitirmeye meyillidirler, bu yüzden inisiyatif almayı bırakır ve moral güçlerini kaybederler. Unutmamak gerekir ki bu tür zorbalıklar, ergenlik dönemindeki gençler arasında görülen intihar vakalarının büyük bir bölümünü oluşturur. Ancak entelektüel zorbalık veya sindirmenin zorba için de sonuçları vardır. Uzun vadede, entelektüel zorbalık kişiyi kendi oyununun kurbanı hâline getirir. Bir yanda, çevrelerindeki insanlar ne kadar zalim ve zehirli insanlar olduklarını keşfeder ve onlardan uzak durmaya karar verirler. Öte yandan, başkalarını küçük düşürmelerine yol açan güvensizlikleri, onların tamamen gelişmesini ve potansiyellerinden tam olarak yararlanmasını engelleyecektir.
“Kendilerini seven insanlar, başkalarına zarar vermezler. Kendimizden ne kadar çok nefret edersek, başkalarının acı çekmesini o kadar çok isteriz.”
– Dan Pearce
Eğitmek merhamet ve alçakgönüllülüğü de öğretmektir
Bu entelektüel zorbalık genel olarak şefkat eksikliğinden kaynaklanır. Saldırganlar kurbanlarını incitirken bunu kasıtlı olarak yaparlar. O kişinin hislerini gerçekten önemsemiş olsalardı, ilk başta onları taciz etmez veya zorbalığa başvurmazlardı. Bu nedenle, bu entelektüel hiyerarşi sorununun çözümlerinden biri merhamet ve empati ihtiyacını fark etmektir. Entelektüel bir hiyerarşiye uymaya çalışmak yerine bilgimizi kullanmalı, içselleştirmeli ve sonra bu bilgiyi başkalarına yardım etmek için kullanmalıyız. Aristo’nun dediği gibi “kalbi eğitmeksizin zihni eğitmek eğitim değildir.” Bu bakış açısından, hem “zeki” hem de “aşağı” olan kişi birbirinden karşılıklı olarak yarar sağlar. Biri, dünyayı daha iyi anlayabilmeyi, öteki ise daha şefkatli ve alçakgönüllü olmayı öğrenir.
Psikolog Gema Sánchez Cuevas

Evliliğin Parçalanmasına Sebep Olan… Dale Carnegie Sözleri I Bu Alıntılar Size Motivasyon Verecek!
‘BAŞARI’-SIZ AİLELER VE BOŞANMA CANAVARI
Bu hafta ilginç bir şey oldu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya büyük şehirlerde sokak aralarında açılan aile danışmanlığı merkezlerinin yetkinliği ile ilgili bir açıklamada bulundu. Bu merkezlere giren çiftlerin çoğunun boşanma sürecine girdiğine dair aldığı ihbarlar üzerine bu merkezlerde çalışanların eğitim ve mesleki yeterliklerine dair inceleme başlatıldığına dair bir basın açıklaması yaptı. Boşanma sürecinde danışmanlık hizmetlerine başvuran yaklaşık 7500 çiftten %38’inin aile sürecini devam ettirme kararı aldığını da açıkladı.
Bu haber psikoloji, psikolojik danışma ve psikiyatri ile ilgili pek çok ortamda sevinçle karşılandı, bu haberin alan dışı, yeterli eğitimi almamış kişilerin meslekte çalışmaması gerektiğine dair farkındalığı arttıracağına yönelik bir umut oluştu. Bense bu olanları şaşkınlıkla anlamaya, kavramaya çalıştım. Önce olayı ele alalım, büyükşehirlerde sokak aralarında aile danışma merkezi, aile terapisti vs. ismiyle pek çok işletme açılıyor ve hizmet veriyor. Alanımızda etkin bir meslek yasası olmaması nedeniyle bu işletmelerin kaçında gerçekten bu işin eğitimini süpervizyon eşliğinde almış meslektaşımızın çalıştığı sorusunun da bir cevabı yok. Daha sonra bu işletmelere başvuran insanlardan veyahut çevrelerinden bu danışma merkezleri ile ilgili “Gidenlerin çoğu boşanıp çıkıyor…” gibi bir ihbar geliyor sanırım ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da “Aaa çiftler danışmaya giriyor, boşanıp çıkıyor, demek ki bu merkezler işlerini iyi yapmıyor…” diye düşünüp soruşturma başlatıyor.
Sizce de bu süreçte bir gariplik yok mu?
Ailelere danışmanlık hizmetinin, çift terapilerinin ne zamandan beri kavgalı çiftleri barıştırmak, boşanma kararı alanları vazgeçirmek gibi bir görevi var? Bu yazımdan lütfen alan dışını savunduğum anlamı çıkmasın, ben alan dışıyı kesinlikle savunmuyorum. Fakat bu konuda atılan adımın sebebinin çiftlerin boşanması olması ne kadar mantıklı ve ne kadar sağlıklı?
Ülkemizi ve toplumumuzu bir göz önüne getirin. Nüfusun ne kadarlık bir kısmı severek, isteyerek evleniyor? On sekiz yaşından önce evlenen/evlendirilen kaç insan var? Kaç insanımız evliliğini mutlu bir evlilik olarak tanımlıyor? Maddiyat, mal mülk, miras vs. sebebiyle evlenen kaç kişi var?
Bu bir soru, yazının sonuna kadar bu soruyu düşünün. Bir de başka bir soru sormak istiyorum. Özellikle okullarda çalışan meslektaşlarımın sıkça karşılaştığı bir mevzu var, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üst birimleri sürekli okullardan ‘parçalanmış aile’ çocuğu istatistiği bekliyor… Okuldaki kaç çocuğun ailesi boşanmış, kaçının anne/babası ölmüş bunları bilmek istiyor. RAM Toplantılarında bazen belli edilmeden “Boşanmış aile çocuklarına dair neler yapıldığı…” inceden inceye soruluyor.
Bu sadece devletle ilgili de değil. Medyada da buna benzer bir algı var. Boşanmış aile çocuğu, parçalanmış aile çocuğu gibi bir etiket var. Toplumda anne babası boşanmış çocukların ileride kötü yola düşeceğine, uyuşturucu bağımlısı olacağına, köprü altında heder olacağına dair saçma bir algı var. Bu algı medya tarafından da gerek dizilerde gerek filmlerde sürekli pompalanıyor. Anne babası boşanma aşamasına girdi diye kahrolan çocuklar, bu çocukla dalga geçen sınıf arkadaşları, ebeveynleri bir araya getirmeye çalışan konu komşu… Senaryoda hep bu insanlar yazılıyor, ama nedense senaristler, yapımcılar sağlıklı bir şekilde evliliğini bitiren ebeveynleri, zor da olsa ailesinin bu durumunu kabullenmiş ve buna uyum sağlamış çocukları yazmıyorlar; belki de yazmak istemiyorlar.
Bir de şu parçalanmış aile, parçalanmış aile çocuğu kavramı var. Son yıllarda bu kavram oldukça popüler hale gelmeye başladı, dilimize pelesenk oldu. Fakat ben bu kavramı oldukça tiksindirici buluyorum. Aileyi kim parçalar, niye parçalar, hangi parçayı kim alır, aileyi kim bölüşür, bir aile boşanmış da olsa aile kalmaya devam edemez mi, çocukları ve ebeveynleri böyle çirkin bir şekilde etiketlemenin anlamı nedir?
Evet, kabul etmek gerek, bu ülkede boşanan her aile mutlu mesut yaşamıyor. Boşanalı yıllar olmuş olmasına rağmen birbirini taciz etmeye devam eden ebeveynler, çocuklarına karşı birbirini kötüleyen anne babalar, bitmeyen mal mülk tartışmaları, nafaka kavgaları, yirmi sene önceki kavgaların hala devam etmesi, hatta işin içine töre, aşiret kanunlarının girip mevzuyu daha da zora soktuğu süreçler… Ülkemizde bu saydıklarımı yaşayan binlerce aile var, ben bunu inkar etmiyorum. Her boşanma güzel sonuçlanır, gibi bir savım da yok, bu kadar pembe bakmıyorum olaylara… Ancak şu da var ki evliliklerini sonlandırmadan da bu korkunç süreçleri yaşamaya devam eden binlerce aile de var. Yani evlilik cüzdanının hayat kurtarmaya yetmediğini, boşanma akdinin de her şeyi çözüme kavuşturmadığını iyi kavramak gerek bana kalırsa…
Şimdi en başta bahsettiğim habere dönelim, soruşturma sürecinin başlatılması bile “Bel fıtığı için ameliyata girdi, bacağından oldu.” başlığıyla verilen sansasyonel haberlerin neden sonuç ilişkisini taşıyor. “Aile danışmanlığı için gitti, evliliğini bitirdi.”. Toplumda yaratılmaya çalışılan algı şu “Aile danışmanlarının işi sizi barıştırmak, evinize mutlu mesut yollamaktır. Bunu yapamıyorlarsa demek ki işlerinin ehli değillerdir.”. Fakat burada kaçırılan nokta aile danışma merkezlerinin aile mahkemeleri, çift terapistlerinin de boşanma avukatları olmadığıdır.
Bel fıtığı için ameliyata girdiğinizde tüm vücudunuzu doktorlardan, hemşirelerden oluşan bir ekibe emanet edersiniz ve ameliyat esnasındaki en ufak bir komplikasyon bile vücudunuzda farklı ve ilgisiz bir zarara yol açabilir, bu aslında olması istenmeyen, ancak daima küçük de olsa bir olasılığı olan bir durumdur. Fakat aile danışmanlığı merkezlerine gidip boşanarak çıkamazsınız, çift terapistlerinin sizi boşamak gibi bir yetkisi yoktur. Boşanmak eşinizle sizin verdiğiniz, vereceğiniz bir karardır. Kimse sizi boşanmaya zorlayamaz.
Boşanma sürecine giren çiftlerin üzerinde mesleki yeterliliği olmayan insanların etkisi var mıdır, yok mudur? Benim yazımın konusu bu değil. İtiraf etmek gerekirse eğer psikoloji alanında gerçekten yetkinseniz insanları kontrol etmeniz, yönlendirmeniz ve dahi kandırmanız oldukça kolaydır ve güçlerini bu yönde kullanan meslektaşlarımız, mesleki etik davalarına konu olan alandaşlarımız da muhakkak ki vardır; fakat yazımızın konusu bu değil.
Öncelikle yazının başlığına dönelim. ‘Başarı’sız Aileler yazdım, Başarı kelimesini tırnak içine almamın bir sebebi var. Okulda başarılı olmayı hedeflersiniz. İşinizde başarılı olmayı hedeflersiniz. Belli bir konuda (sanat, spor vs.) kendinizi geliştirirken başarılı olmayı hedeflersiniz. Bunun için belirli kıstaslar ve kıyas yapmanızı sağlayacak ölçütler vardır. Sınavlarda en yüksek puan 100’dür, işinizde gelebileceğiniz en yüksek basamak bellidir vs.
Peki ailede başarılı olma kıstası nedir? Ya da daha doğuruş şunu sorayım, başarı kavramını neden aile kavramının içine soktuk, bunu yaparken beklentimiz neydi?
Eşimizi sonsuza kadar ilk günkü gibi sevmek?
Çocuklarımızın daima yanında olmak?
Asla kavga etmemek, tartışmamak?
Başka bir kadını/erkeği asla beğenmemek?
Çocuklarınızın muhakkak çok yüksek maaşlı işler yapacağı şekilde eğitilmesini sağlamak?
Çocukların bütün ihtiyaçlarını daima yüksek nitelikte karşılamak?
Tek bir an bile of dememek, sıkılmamak, kaçıp gitmeyi istememek?
Yalnızlığa asla ihtiyaç duymamak?
Asla yanlış yapmamak, hata yapmamak?
Hangi kıstasa göre evliliğinizi ya da ailenizi başarılı ya da başarısız olarak değerlendiriyorsunuz? Evlenirken/aile kurarken/çocuk yaparken neyi başarmayı hedefliyorsunuz, gelecekten ne bekliyorsunuz?
Aile kurarken, evlenirken, çocuk yaparken başarılı olmayı ummayın!
Çünkü başarılı olamayacaksınız!
Çünkü başarmanız gereken hiçbir şey yok!
Yukarıda saydığım kıstasların büyük çoğunluğunda başarısız olacaksınız. Bazen birkaç defa, bazen sayısız kez.
Başarılı aile, başarılı ebeveyn, başarılı anne, başarılı baba.
Bu kavramları aklınızdan çıkarın, ebeveynliğin, anne babalığın, aile olmanın başarısı yoktur, başarı kıstası da yoktur!
Bir meslekteyken sorumluluklarınız ve yapmanız gerekenler bellidir.
Okul okurken yapmanız gerekenler, sorumluluklarınız, başarı kıstasınız bellidir.
Aile kurarken bunların hiçbiri belli değildir!
Eğer başarı aile kavramının içinde yoksa boşanma da aile olmayı başarısız kılan bir süreç değildir!
Boşanıyor olmanız başarısız olduğunuz anlamına gelmez!
Kötü bir eş, berbat bir ebeveyn olduğunuz anlamına da gelmez!
Boşanıyor olmanız yalnızca boşanıyor olduğunuz anlamına gelir!
Ortak bir karar alarak ailenize farklı bir yol vermek istediğiniz, karı koca olarak farklı yollara gitmek istediğiniz anlamına gelir.
Yazının başında size yönelttiğim soruya gelelim şimdi… Bu ülkedeki pek çok evlilik mutlu yürümüyor, bu bir gerçek. Bunun sayısız sebebi var. İstemeden evlenmek zorunda kalmak, mal mülk için evlenmek, kendini gerçekleştirmeden evlenmek, aile baskısından kurtulmak için evlenmek, çocuk için evlenmek, yalnız kalmamak için evlenmek, ev işleri hallolsun diye evlenmek, yaşı geldi diye evlenmek, tecavüz sebebiyle evlenmek… Evlenmenin oldukça çok sayıda sağlıksız sebebi var ve ülkemizde her gün yüzlerce insan bu sebeplere dayanarak evlenmeye devam ediyor, çünkü evlilik tanımımız ve algımız oldukça bozuk. Evlilikten beklentisini elde edemeyen insanlar da mutsuz olacaktır elbette, çünkü evliliğin kendisine öğretildiği gibi yürümediğini öğrenmesi çok uzun zaman almayacaktır.
İnsan sosyal bir varlıktır, fakat bireyselliğinin farkına varılmasını da bekler. Gün geçtikçe gerek devlet destekli gerek özel girişimler sonucunda pek çok aile danışmanlık merkezi açılıyor. Devletin üniversiteleri hemşirelere dahi aile danışmanlığı sertifikası dağıtıyor. Aile kurumunu kurtarmak, sistemi daha sağlıklı işler hale getirmek ülkecek politikalarımızdan biri haline gelmiş…
Fakat şu soruyu da sormak lazım, insan ruh sağlığının biricik koşulu aile kurumunun devamlılığı mıdır ya da aile kurumunun devamlılığını insan ruh sağlığının önüne koymak, bireyselliği yok saymak bu ne kadar doğru, etik ve sağlıklıdır? Neden danışma merkezlerinde değil de aile danışmanlık merkezlerinde bir artış var? Aileyi kurtarmak isterken hangi farklılıkları, bireysellikleri, özerklikleri yok sayıyoruz ya da terk ediyoruz? Aile danışmanlığının biricik amacı kavga eden çiftleri barıştırmak mıdır? Boşanmak isteyenleri yollarından döndürmek midir?
Boşanmak bu kadar kötü, korkunç, affedilmez bir son mudur? Bazen boşanmak diğer her müdahaleden daha sağlıklı olmayacak mıdır yahut olmamış mıdır? Neden Avrupa ülkelerini kötülerken “Orada herkes hemen boşanıyor, çocuklar anne baba hasretiyle ağlıyor, bekar anneler cirit atıyor…” gibi bir söyleme başvuruluyor? Halk olarak boşanma hakkında ne düşünüyoruz, boşanma deyince aklımıza nasıl bir görüntü geliyor, algımız nasıl? Evlilikten ne bekliyoruz? Boşanmış aile çocuklarını, boşanmış aileleri neden ‘parçalanmış’ olarak etiketlemeye ihtiyaç duyuyoruz? Boşanma kavramına dair algımız ne, korkularımız ne? Neden gerek toplum gerek devlet gerek çalışan gerek vatandaş olarak boşanma sürecine giren aileleri barıştırma telaşesi içerisindeyiz? Aile kavramı bize dayatıldığı şekilde devam edecek diye kaç insanı, kaç erkeği ve kadını, kaç çocuğu mutsuzluğa sürüklüyoruz?
Bu sorular hakkında her vatandaşın düşünmesi ve bir karara varması gerekiyor. Şu bir gerçek ki evlenmek ile ilgili algılarımız ve beklentilerimiz oldukça bozuk, sağlıksız ve yanlış. Bir beklenti, bir çıkar düşüncesiyle alınan o evlilik cüzdanları mutluluk getirmediği gibi pek çok insanı bağımlılığa da sürüklüyor. Maddi bağımsızlığı olmadığı için kendisini evli kalmaya mecbur hisseden kadınlar, günlük işlerini kendi başına yapamadığı için kendisini evli kalmaya mecbur hisseden erkekler, boşanırlarsa çocuklar muhakkak mutsuz olur, depresyona girer korkusuyla boşanamayan ve çocukları daha da mutsuz eden ebeveynler… Çevrenize bir bakın, çalıştığınız okullar bu ailelerle dolu, yaşadığınız mahalle bu insanlarla dolu.
Her konuda olduğu gibi evlilik konusunda da önleyici bir gözle bakmıyoruz. Sorun ortaya çıktıktan sonra sorunu çözmeye çalışıyoruz, fakat bu soruna sebep olan faktörleri görmezden geliyoruz. Kavga mı ettiler, barıştıralım. Küstüler mi, barıştıralım. Aile içi şiddet mi var, kulaklarını çekelim… Bu müdahaleler hiçbir şeyi çözmez. İnsanların boşanmasını istemiyorsak, buna dair bir korkumuz varsa önce bu insanların neden evlendiklerini ve evliliklerinden ne beklediklerini sorgulamamız şart.
Son söz olarak da şunu belirteyim. Bir insan kendisini gerçekleştirmediyse, kendi iç huzurunu ve mutluluğunu yaratmayı başaramıyorsa, mutluluk ve huzuru sürekli bir şart ya da şartlara bağlıyorsa bu insanın ne kendisini ne de bir başkasını mutlu edebilmesi mümkün değildir. Mutlu olmak, huzuru bulmak için bir başkasının varlığına bağımlı olmanız karşınızdakini de mutsuz edecektir. İlişki, adı her ne olursa olsun iki parçanın birbiriyle birleştiği ve farklı bir şey ortaya çıkardığı bir süreçtir. Birey olarak siz daha kendiniz tam değilseniz başkasıyla birleşerek tamamlanmayı beklemeyin. İlişki, evlilik, aile, çocuklar vs. olmadan da mutlu olabilmelisiniz; böyle bir mutluluk, bağımsız, gerçek bir mutluluktur. İlişki, para, aile, ev, çocuklar, mal mülk bunlar mutlu olmanızın sebebi değildir, hali hazırda var olan iç huzurunuzu ve mutluluğunuzu besleyecek, zenginleştirecek ögelerdir.
Yağmur Cenan BOYACI Psikolojik Danışman