Nur Viral’le Hayatta Her Şey Var | 26 Kasım
Duygular Ne İşe Yarar? I Anlat Bana 1.Bölüm I Prof. Dr. Sinan Canan ve Prof. Dr. Nalan Kuru
Entelektüel Zorbalık: Öz Güven Eksikliğinin İşareti
Zorbalık deyince genellikle farklı fiziksel ve sözel saldırganlık türleri aklımıza geliyor. Bu kavramı daha çok okul çağındaki çocuklarla ilişkilendiririz ve bunun genellikle internet üzerindeki sosyal ağlarla gerçekleştiğini düşünürüz. Ancak zorbalığın başka yolları da vardır. Mesela, aşağılama ve alaycılık ile de gerçekleştirilebilir. Bu tür taciz, entelektüel zorbalık veya sindirme olarak bilinir. Entelektüel zorbalık, daha iyi bilinen diğer zorbalık biçimlerine göre çok daha az dikkat çekiyor ve tanınıyor. Ancak bu durum, bu zorbalık türünü daha az zararlı kılmaz. Esasen, bu psikolojik şiddet biçimi yalnızca yetişkinler için olumsuz sonuçlara yol açmaz. Çocukluk döneminde de son derece acı verici olan bu tür zorbalık yaşanılabilir.
Entelektüel zorbalık ve hiyerarşi
Entelektüel “hiyerarşi”, insanları eğitim ve okul niteliklerine göre sınıflandırmanın bir yoludur. Çocukluktan bu sınıflandırmayı öğrenir ve uygularız. Hiyerarşinin en üstünde, daha yüksek düzeyde eğitim, öğretim ve niteliklere sahip olanlar vardır. Altta ise çok az eğitim almış ve çok az niteliklere sahip olanlar yer alır. Sorun, bu hiyerarşinin üstünü işgal eden insanlar, alt pozisyonlardakileri haksız yere küçümsediklerinde ortaya çıkar. Bazı insanların diğerlerini itibarsızlaştırmak için kullandığı bu “entelektüel üstünlük”, entelektüel zorbalık veya sindirme olarak bilinen bir tür psikolojik tacizdir. Yol açtığı büyük acı ve zarar nedeniyle bu tutumu göz ardı etmemeliyiz. Aslında entelektüel zorbalık fiziksel zorbalıktan farklı değildir. Her ikisi de mağdurun benlik saygısını yıkıcı bir şekilde etkileyebilir.
Bilim adamları bize, entelektüel zorbalık dahil olmak üzere, her türlü aşağılanmanın, beyinde acı ile ilgili alanları harekete geçirdiğini söyler. Sevinçten daha yoğun ve kalıcı ve öfkeden ise çok daha olumsuz bir tepkiyi tetikler. Başka bir insanı küçük düşürmek, en acımasız davranışlardan biridir. İşte bu tür davranışlarda bulunan kişi türleri:
Entelektüel zorba
“Entelektüel zorba” genellikle ortalama insandan daha zekidir. Bundan dolayı kendini etrafındakilerden üstün görecektir. Sonuç olarak, bu düşünce tarzı onu diğer insanlara karşı aşağılama, horlama ve alaycılık kullanmaya yönlendirir. Bunu bir şekilde kendi üstünlüğünü “doğrulamak” için yapar. Bütün bu davranışlar gerçekten de, başkalarından gizlemeye çalıştığı güvensizliği ele vermektedir.
Zihinsel zorbalığın bir başka özelliği de küçümseyici tavırdır. Kişiyi kavrayan güvensizlik onu büyük ve zeki sözlerin ardına gizler. Bu şekilde zekâsını ve üstünlüğünü tasdik etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle başkalarını aptal ve aşağı hissettirmek için çok teknik, hileli ve gösterişli kelimeler kullanır. Sizi düşündürecek bir soru soralım: Bunlar tam da medyada yüceltilip övülen insanlar değil mi? Televizyonlardaki en popüler programlar bu tür tavırların sergilendiği programlar değil mi?
Bir şekilde, fiziksel şiddeti kullanan kişiler dersini alır çünkü eylemlerinin uygar bir toplumda tolere edilmeyeceğini bilirler. Ne var ki entelektüel zorbalar, zekaları nedeniyle toplumda statü kazanmak için daha iyi bir konumdadır. Bunun nedeni, “entelektüel üstünlüğün” çoğunlukla ödüllendirilmesidir. Bu durum, taciz edici ve aşağılayıcı tutumları hiç sorgulanmadan sözde zekalarını göstermeye devam ettikleri anlamına gelir.
“Adaletsizlik karşısında tarafsız kalırsanız, zalimin tarafını seçmişsiniz demektir. Bir fil, bir farenin kuyruğuna ayağını koymuşsa ve siz de tarafsız olduğunuzu söylüyorsanız, fare tarafsızlığınızı takdir etmeyecektir.”
– Desmond Tutu
Entelektüel zorbalığın sonuçları
Entelektüel zorbalık, uzun vadede yıkıcıetkilere sahiptir. “Entelektüel üstünlüğün” itibar gördüğü rekabetçi bir ortamda çalışmak, derin ve uzun süreli duygusal ve psikolojik bir travmaya neden olur. Bu tür tacizin mağduru olan kişiler genellikle benlik saygılarında ciddi hasar görürler. Ayrıca kendilerine olan güvenlerini yitirmeye meyillidirler, bu yüzden inisiyatif almayı bırakır ve moral güçlerini kaybederler. Unutmamak gerekir ki bu tür zorbalıklar, ergenlik dönemindeki gençler arasında görülen intihar vakalarının büyük bir bölümünü oluşturur. Ancak entelektüel zorbalık veya sindirmenin zorba için de sonuçları vardır. Uzun vadede, entelektüel zorbalık kişiyi kendi oyununun kurbanı hâline getirir. Bir yanda, çevrelerindeki insanlar ne kadar zalim ve zehirli insanlar olduklarını keşfeder ve onlardan uzak durmaya karar verirler. Öte yandan, başkalarını küçük düşürmelerine yol açan güvensizlikleri, onların tamamen gelişmesini ve potansiyellerinden tam olarak yararlanmasını engelleyecektir.
“Kendilerini seven insanlar, başkalarına zarar vermezler. Kendimizden ne kadar çok nefret edersek, başkalarının acı çekmesini o kadar çok isteriz.”
– Dan Pearce
Eğitmek merhamet ve alçakgönüllülüğü de öğretmektir
Bu entelektüel zorbalık genel olarak şefkat eksikliğinden kaynaklanır. Saldırganlar kurbanlarını incitirken bunu kasıtlı olarak yaparlar. O kişinin hislerini gerçekten önemsemiş olsalardı, ilk başta onları taciz etmez veya zorbalığa başvurmazlardı. Bu nedenle, bu entelektüel hiyerarşi sorununun çözümlerinden biri merhamet ve empati ihtiyacını fark etmektir. Entelektüel bir hiyerarşiye uymaya çalışmak yerine bilgimizi kullanmalı, içselleştirmeli ve sonra bu bilgiyi başkalarına yardım etmek için kullanmalıyız. Aristo’nun dediği gibi “kalbi eğitmeksizin zihni eğitmek eğitim değildir.” Bu bakış açısından, hem “zeki” hem de “aşağı” olan kişi birbirinden karşılıklı olarak yarar sağlar. Biri, dünyayı daha iyi anlayabilmeyi, öteki ise daha şefkatli ve alçakgönüllü olmayı öğrenir.
Psikolog Gema Sánchez Cuevas
Evliliğin Parçalanmasına Sebep Olan… Dale Carnegie Sözleri I Bu Alıntılar Size Motivasyon Verecek!
‘BAŞARI’-SIZ AİLELER VE BOŞANMA CANAVARI
Bu hafta ilginç bir şey oldu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya büyük şehirlerde sokak aralarında açılan aile danışmanlığı merkezlerinin yetkinliği ile ilgili bir açıklamada bulundu. Bu merkezlere giren çiftlerin çoğunun boşanma sürecine girdiğine dair aldığı ihbarlar üzerine bu merkezlerde çalışanların eğitim ve mesleki yeterliklerine dair inceleme başlatıldığına dair bir basın açıklaması yaptı. Boşanma sürecinde danışmanlık hizmetlerine başvuran yaklaşık 7500 çiftten %38’inin aile sürecini devam ettirme kararı aldığını da açıkladı.
Bu haber psikoloji, psikolojik danışma ve psikiyatri ile ilgili pek çok ortamda sevinçle karşılandı, bu haberin alan dışı, yeterli eğitimi almamış kişilerin meslekte çalışmaması gerektiğine dair farkındalığı arttıracağına yönelik bir umut oluştu. Bense bu olanları şaşkınlıkla anlamaya, kavramaya çalıştım. Önce olayı ele alalım, büyükşehirlerde sokak aralarında aile danışma merkezi, aile terapisti vs. ismiyle pek çok işletme açılıyor ve hizmet veriyor. Alanımızda etkin bir meslek yasası olmaması nedeniyle bu işletmelerin kaçında gerçekten bu işin eğitimini süpervizyon eşliğinde almış meslektaşımızın çalıştığı sorusunun da bir cevabı yok. Daha sonra bu işletmelere başvuran insanlardan veyahut çevrelerinden bu danışma merkezleri ile ilgili “Gidenlerin çoğu boşanıp çıkıyor…” gibi bir ihbar geliyor sanırım ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da “Aaa çiftler danışmaya giriyor, boşanıp çıkıyor, demek ki bu merkezler işlerini iyi yapmıyor…” diye düşünüp soruşturma başlatıyor.
Sizce de bu süreçte bir gariplik yok mu?
Ailelere danışmanlık hizmetinin, çift terapilerinin ne zamandan beri kavgalı çiftleri barıştırmak, boşanma kararı alanları vazgeçirmek gibi bir görevi var? Bu yazımdan lütfen alan dışını savunduğum anlamı çıkmasın, ben alan dışıyı kesinlikle savunmuyorum. Fakat bu konuda atılan adımın sebebinin çiftlerin boşanması olması ne kadar mantıklı ve ne kadar sağlıklı?
Ülkemizi ve toplumumuzu bir göz önüne getirin. Nüfusun ne kadarlık bir kısmı severek, isteyerek evleniyor? On sekiz yaşından önce evlenen/evlendirilen kaç insan var? Kaç insanımız evliliğini mutlu bir evlilik olarak tanımlıyor? Maddiyat, mal mülk, miras vs. sebebiyle evlenen kaç kişi var?
Bu bir soru, yazının sonuna kadar bu soruyu düşünün. Bir de başka bir soru sormak istiyorum. Özellikle okullarda çalışan meslektaşlarımın sıkça karşılaştığı bir mevzu var, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üst birimleri sürekli okullardan ‘parçalanmış aile’ çocuğu istatistiği bekliyor… Okuldaki kaç çocuğun ailesi boşanmış, kaçının anne/babası ölmüş bunları bilmek istiyor. RAM Toplantılarında bazen belli edilmeden “Boşanmış aile çocuklarına dair neler yapıldığı…” inceden inceye soruluyor.
Bu sadece devletle ilgili de değil. Medyada da buna benzer bir algı var. Boşanmış aile çocuğu, parçalanmış aile çocuğu gibi bir etiket var. Toplumda anne babası boşanmış çocukların ileride kötü yola düşeceğine, uyuşturucu bağımlısı olacağına, köprü altında heder olacağına dair saçma bir algı var. Bu algı medya tarafından da gerek dizilerde gerek filmlerde sürekli pompalanıyor. Anne babası boşanma aşamasına girdi diye kahrolan çocuklar, bu çocukla dalga geçen sınıf arkadaşları, ebeveynleri bir araya getirmeye çalışan konu komşu… Senaryoda hep bu insanlar yazılıyor, ama nedense senaristler, yapımcılar sağlıklı bir şekilde evliliğini bitiren ebeveynleri, zor da olsa ailesinin bu durumunu kabullenmiş ve buna uyum sağlamış çocukları yazmıyorlar; belki de yazmak istemiyorlar.
Bir de şu parçalanmış aile, parçalanmış aile çocuğu kavramı var. Son yıllarda bu kavram oldukça popüler hale gelmeye başladı, dilimize pelesenk oldu. Fakat ben bu kavramı oldukça tiksindirici buluyorum. Aileyi kim parçalar, niye parçalar, hangi parçayı kim alır, aileyi kim bölüşür, bir aile boşanmış da olsa aile kalmaya devam edemez mi, çocukları ve ebeveynleri böyle çirkin bir şekilde etiketlemenin anlamı nedir?
Evet, kabul etmek gerek, bu ülkede boşanan her aile mutlu mesut yaşamıyor. Boşanalı yıllar olmuş olmasına rağmen birbirini taciz etmeye devam eden ebeveynler, çocuklarına karşı birbirini kötüleyen anne babalar, bitmeyen mal mülk tartışmaları, nafaka kavgaları, yirmi sene önceki kavgaların hala devam etmesi, hatta işin içine töre, aşiret kanunlarının girip mevzuyu daha da zora soktuğu süreçler… Ülkemizde bu saydıklarımı yaşayan binlerce aile var, ben bunu inkar etmiyorum. Her boşanma güzel sonuçlanır, gibi bir savım da yok, bu kadar pembe bakmıyorum olaylara… Ancak şu da var ki evliliklerini sonlandırmadan da bu korkunç süreçleri yaşamaya devam eden binlerce aile de var. Yani evlilik cüzdanının hayat kurtarmaya yetmediğini, boşanma akdinin de her şeyi çözüme kavuşturmadığını iyi kavramak gerek bana kalırsa…
Şimdi en başta bahsettiğim habere dönelim, soruşturma sürecinin başlatılması bile “Bel fıtığı için ameliyata girdi, bacağından oldu.” başlığıyla verilen sansasyonel haberlerin neden sonuç ilişkisini taşıyor. “Aile danışmanlığı için gitti, evliliğini bitirdi.”. Toplumda yaratılmaya çalışılan algı şu “Aile danışmanlarının işi sizi barıştırmak, evinize mutlu mesut yollamaktır. Bunu yapamıyorlarsa demek ki işlerinin ehli değillerdir.”. Fakat burada kaçırılan nokta aile danışma merkezlerinin aile mahkemeleri, çift terapistlerinin de boşanma avukatları olmadığıdır.
Bel fıtığı için ameliyata girdiğinizde tüm vücudunuzu doktorlardan, hemşirelerden oluşan bir ekibe emanet edersiniz ve ameliyat esnasındaki en ufak bir komplikasyon bile vücudunuzda farklı ve ilgisiz bir zarara yol açabilir, bu aslında olması istenmeyen, ancak daima küçük de olsa bir olasılığı olan bir durumdur. Fakat aile danışmanlığı merkezlerine gidip boşanarak çıkamazsınız, çift terapistlerinin sizi boşamak gibi bir yetkisi yoktur. Boşanmak eşinizle sizin verdiğiniz, vereceğiniz bir karardır. Kimse sizi boşanmaya zorlayamaz.
Boşanma sürecine giren çiftlerin üzerinde mesleki yeterliliği olmayan insanların etkisi var mıdır, yok mudur? Benim yazımın konusu bu değil. İtiraf etmek gerekirse eğer psikoloji alanında gerçekten yetkinseniz insanları kontrol etmeniz, yönlendirmeniz ve dahi kandırmanız oldukça kolaydır ve güçlerini bu yönde kullanan meslektaşlarımız, mesleki etik davalarına konu olan alandaşlarımız da muhakkak ki vardır; fakat yazımızın konusu bu değil.
Öncelikle yazının başlığına dönelim. ‘Başarı’sız Aileler yazdım, Başarı kelimesini tırnak içine almamın bir sebebi var. Okulda başarılı olmayı hedeflersiniz. İşinizde başarılı olmayı hedeflersiniz. Belli bir konuda (sanat, spor vs.) kendinizi geliştirirken başarılı olmayı hedeflersiniz. Bunun için belirli kıstaslar ve kıyas yapmanızı sağlayacak ölçütler vardır. Sınavlarda en yüksek puan 100’dür, işinizde gelebileceğiniz en yüksek basamak bellidir vs.
Peki ailede başarılı olma kıstası nedir? Ya da daha doğuruş şunu sorayım, başarı kavramını neden aile kavramının içine soktuk, bunu yaparken beklentimiz neydi?
Eşimizi sonsuza kadar ilk günkü gibi sevmek?
Çocuklarımızın daima yanında olmak?
Asla kavga etmemek, tartışmamak?
Başka bir kadını/erkeği asla beğenmemek?
Çocuklarınızın muhakkak çok yüksek maaşlı işler yapacağı şekilde eğitilmesini sağlamak?
Çocukların bütün ihtiyaçlarını daima yüksek nitelikte karşılamak?
Tek bir an bile of dememek, sıkılmamak, kaçıp gitmeyi istememek?
Yalnızlığa asla ihtiyaç duymamak?
Asla yanlış yapmamak, hata yapmamak?
Hangi kıstasa göre evliliğinizi ya da ailenizi başarılı ya da başarısız olarak değerlendiriyorsunuz? Evlenirken/aile kurarken/çocuk yaparken neyi başarmayı hedefliyorsunuz, gelecekten ne bekliyorsunuz?
Aile kurarken, evlenirken, çocuk yaparken başarılı olmayı ummayın!
Çünkü başarılı olamayacaksınız!
Çünkü başarmanız gereken hiçbir şey yok!
Yukarıda saydığım kıstasların büyük çoğunluğunda başarısız olacaksınız. Bazen birkaç defa, bazen sayısız kez.
Başarılı aile, başarılı ebeveyn, başarılı anne, başarılı baba.
Bu kavramları aklınızdan çıkarın, ebeveynliğin, anne babalığın, aile olmanın başarısı yoktur, başarı kıstası da yoktur!
Bir meslekteyken sorumluluklarınız ve yapmanız gerekenler bellidir.
Okul okurken yapmanız gerekenler, sorumluluklarınız, başarı kıstasınız bellidir.
Aile kurarken bunların hiçbiri belli değildir!
Eğer başarı aile kavramının içinde yoksa boşanma da aile olmayı başarısız kılan bir süreç değildir!
Boşanıyor olmanız başarısız olduğunuz anlamına gelmez!
Kötü bir eş, berbat bir ebeveyn olduğunuz anlamına da gelmez!
Boşanıyor olmanız yalnızca boşanıyor olduğunuz anlamına gelir!
Ortak bir karar alarak ailenize farklı bir yol vermek istediğiniz, karı koca olarak farklı yollara gitmek istediğiniz anlamına gelir.
Yazının başında size yönelttiğim soruya gelelim şimdi… Bu ülkedeki pek çok evlilik mutlu yürümüyor, bu bir gerçek. Bunun sayısız sebebi var. İstemeden evlenmek zorunda kalmak, mal mülk için evlenmek, kendini gerçekleştirmeden evlenmek, aile baskısından kurtulmak için evlenmek, çocuk için evlenmek, yalnız kalmamak için evlenmek, ev işleri hallolsun diye evlenmek, yaşı geldi diye evlenmek, tecavüz sebebiyle evlenmek… Evlenmenin oldukça çok sayıda sağlıksız sebebi var ve ülkemizde her gün yüzlerce insan bu sebeplere dayanarak evlenmeye devam ediyor, çünkü evlilik tanımımız ve algımız oldukça bozuk. Evlilikten beklentisini elde edemeyen insanlar da mutsuz olacaktır elbette, çünkü evliliğin kendisine öğretildiği gibi yürümediğini öğrenmesi çok uzun zaman almayacaktır.
İnsan sosyal bir varlıktır, fakat bireyselliğinin farkına varılmasını da bekler. Gün geçtikçe gerek devlet destekli gerek özel girişimler sonucunda pek çok aile danışmanlık merkezi açılıyor. Devletin üniversiteleri hemşirelere dahi aile danışmanlığı sertifikası dağıtıyor. Aile kurumunu kurtarmak, sistemi daha sağlıklı işler hale getirmek ülkecek politikalarımızdan biri haline gelmiş…
Fakat şu soruyu da sormak lazım, insan ruh sağlığının biricik koşulu aile kurumunun devamlılığı mıdır ya da aile kurumunun devamlılığını insan ruh sağlığının önüne koymak, bireyselliği yok saymak bu ne kadar doğru, etik ve sağlıklıdır? Neden danışma merkezlerinde değil de aile danışmanlık merkezlerinde bir artış var? Aileyi kurtarmak isterken hangi farklılıkları, bireysellikleri, özerklikleri yok sayıyoruz ya da terk ediyoruz? Aile danışmanlığının biricik amacı kavga eden çiftleri barıştırmak mıdır? Boşanmak isteyenleri yollarından döndürmek midir?
Boşanmak bu kadar kötü, korkunç, affedilmez bir son mudur? Bazen boşanmak diğer her müdahaleden daha sağlıklı olmayacak mıdır yahut olmamış mıdır? Neden Avrupa ülkelerini kötülerken “Orada herkes hemen boşanıyor, çocuklar anne baba hasretiyle ağlıyor, bekar anneler cirit atıyor…” gibi bir söyleme başvuruluyor? Halk olarak boşanma hakkında ne düşünüyoruz, boşanma deyince aklımıza nasıl bir görüntü geliyor, algımız nasıl? Evlilikten ne bekliyoruz? Boşanmış aile çocuklarını, boşanmış aileleri neden ‘parçalanmış’ olarak etiketlemeye ihtiyaç duyuyoruz? Boşanma kavramına dair algımız ne, korkularımız ne? Neden gerek toplum gerek devlet gerek çalışan gerek vatandaş olarak boşanma sürecine giren aileleri barıştırma telaşesi içerisindeyiz? Aile kavramı bize dayatıldığı şekilde devam edecek diye kaç insanı, kaç erkeği ve kadını, kaç çocuğu mutsuzluğa sürüklüyoruz?
Bu sorular hakkında her vatandaşın düşünmesi ve bir karara varması gerekiyor. Şu bir gerçek ki evlenmek ile ilgili algılarımız ve beklentilerimiz oldukça bozuk, sağlıksız ve yanlış. Bir beklenti, bir çıkar düşüncesiyle alınan o evlilik cüzdanları mutluluk getirmediği gibi pek çok insanı bağımlılığa da sürüklüyor. Maddi bağımsızlığı olmadığı için kendisini evli kalmaya mecbur hisseden kadınlar, günlük işlerini kendi başına yapamadığı için kendisini evli kalmaya mecbur hisseden erkekler, boşanırlarsa çocuklar muhakkak mutsuz olur, depresyona girer korkusuyla boşanamayan ve çocukları daha da mutsuz eden ebeveynler… Çevrenize bir bakın, çalıştığınız okullar bu ailelerle dolu, yaşadığınız mahalle bu insanlarla dolu.
Her konuda olduğu gibi evlilik konusunda da önleyici bir gözle bakmıyoruz. Sorun ortaya çıktıktan sonra sorunu çözmeye çalışıyoruz, fakat bu soruna sebep olan faktörleri görmezden geliyoruz. Kavga mı ettiler, barıştıralım. Küstüler mi, barıştıralım. Aile içi şiddet mi var, kulaklarını çekelim… Bu müdahaleler hiçbir şeyi çözmez. İnsanların boşanmasını istemiyorsak, buna dair bir korkumuz varsa önce bu insanların neden evlendiklerini ve evliliklerinden ne beklediklerini sorgulamamız şart.
Son söz olarak da şunu belirteyim. Bir insan kendisini gerçekleştirmediyse, kendi iç huzurunu ve mutluluğunu yaratmayı başaramıyorsa, mutluluk ve huzuru sürekli bir şart ya da şartlara bağlıyorsa bu insanın ne kendisini ne de bir başkasını mutlu edebilmesi mümkün değildir. Mutlu olmak, huzuru bulmak için bir başkasının varlığına bağımlı olmanız karşınızdakini de mutsuz edecektir. İlişki, adı her ne olursa olsun iki parçanın birbiriyle birleştiği ve farklı bir şey ortaya çıkardığı bir süreçtir. Birey olarak siz daha kendiniz tam değilseniz başkasıyla birleşerek tamamlanmayı beklemeyin. İlişki, evlilik, aile, çocuklar vs. olmadan da mutlu olabilmelisiniz; böyle bir mutluluk, bağımsız, gerçek bir mutluluktur. İlişki, para, aile, ev, çocuklar, mal mülk bunlar mutlu olmanızın sebebi değildir, hali hazırda var olan iç huzurunuzu ve mutluluğunuzu besleyecek, zenginleştirecek ögelerdir.
Yağmur Cenan BOYACI Psikolojik Danışman