

İÇİNDEKİLER
Beyin, Birey ve Zekânın Evrimine Bir Bakış
YAPAY ZEKANIN FAYDALARI VE OLASI TEHLİKELERİ
Dijital Detoks: Teknolojiden Uzaklaşmak Mümkün mü?
İnternette Görünmez Olunabilir mi?
Yapay Zekanın Ahmaklığı / James Bridle


Büyük Veri Toplum İçin Neler Yapabilir?
Büyük veri ve yapay zekâ, günlük hayatımızda sık duyduğumuz kavramlar haline geldi. Bu teknolojiler, endüstride yaygın kullanılan ve kompleks problemleri çözebilen güçlü araçlardır. Kompleks problemlerden kastım, insanoğlunun kolaylıkla çözemeyeceği veya çok vaktini alacak problemlerdir. Videodan sahne anlamlandırma veya gigabaytlarca veri üzerinden korelasyonlar yakalayıp anlam çıkarma gibi problemler örnek olarak verilebilir. Büyük veri, endüstrideki problemlerin çözümünde fayda sağladığı gibi dünyamızın sorunlarını çözerek sosyal fayda üretmede de çok iyi işler başarıyor.
‘Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek’ idealine sahip olan veri bilimciler; büyük veriyi kullanarak, sağlık teknolojileri, eğitim eşitsizliği, göç, iklim değişikliği gibi sosyal noktalara dokunan projeler geliştiriyorlar. Yapılmış ve yapılmakta olan projelere göz atarak konuyu biraz daha netleştirelim.
Özellikle medikal alanda yapay zekâ ve derin öğrenme modellerinin kullanımı giderek yaygınlaşıyor ve bu alanda çalışan çok fazla girişim var. Örneğin; röntgen veya MR görüntülerinden, hastanın kanser olup olmadığı konusunda karar destek mekanizması olarak işlev gören modeller üretiliyor. Burada yapay zekâ modeli oluşturulma sürecine basitçe değinmek istiyorum. Çoğu yapay zekâ ve büyük veri uygulamasında, asıl büyük iş yüküne sahip kısımlar: veri toplama ve veri işleme. Veriyi topladıktan ve bir ön işleme tabii tutup veri temizlendikten sonra veri etiketleme işlemi yapılması gerekiyor. Kanserli dokuyu içeren medikal görüntüler ‘kanserli doku’, içermeyen medikal görüntüler ise ‘normal doku’ olarak sınıflandırılması gerek. Bu sınıflandırma işini doktorlar görüntüleri inceleyerek elle yapabilirler veya geçmiş verilerden kanser olduğu bilinen hastaların MR görüntüleri ‘kanserli doku’ olarak etiketlenebilir. Etiketleme işleminden sonra yapay zekâ modelini ve algoritmasını oluşturup etiketli veriyi modele veriyoruz ve modeli eğitiyoruz. Modelin doğru eğitilmiş olduğunu farz edersek; eğitilen model, yeni gelen görüntüleri çok küçük bir hata payıyla ‘kanserli doku’ veya ‘normal doku’ olarak sınıflandıracaktır. Doktorlar, MR görüntülerini yorumlarken geliştirilen modelin çıktısını da göz önünde bulundurup daha başarılı kararlar alabilir.
Kenya ve Uganda bölgelerinde gerçekleştirilen bir projede ise, veri bilimciler para yardımlarının daha adil dağıtılması için uydu verisine dayalı bir sistem geliştirmişler. Projede, uydu görüntüleri kullanılarak köylerin yoksulluk düzeyi tespiti yapılıyor. İndikatör olarak köylerdeki evlerin çatı tipini kullanmışlar. Bölgede iki farklı çatı tipi var: Metal ve sazlık. Geliştirdikleri algoritma yardımıyla, her köyün ev kalitesini ve yoğunluğunu uydu görüntülerinden tespit ediyorlar. Bu verileri bölgesel olarak analiz edip sıcaklık haritası çıkarıyorlar. Elde edilen sonuçlar, para yardımlarının dağıtılması sürecin de destek mekanizması olarak yardımcı oluyor.
Bir diğer proje de New York ve Seattle’da trafik çözümlenmesi ile ilgili. Trafik kazaları yüzünden her sene binlerce insan yaralanıyor veya hayatını kaybediyor. Yolların daha güvenli hale gelmesini hedefleyen DataKind ekibi, ilk olarak şehirlerin ulaşım departmanlarından trafik veri setlerini almışlar. Bu veri seti; kazaların en sık hangi noktalarda gerçekleştiği, saatlere göre trafik yoğunluğu dağılımı, cadde karakteristikleri, demografik yapı gibi bilgileri içeriyor. Ekip bu veri setini kullanarak inovatif bir istatistiksel model üretmiş. Bu sayede şehrin, caddelerin, şoförlerin, bisiklet sürücülerinin ve yayaların trafik davranışlarını anlamlandırmak konusunda büyük ilerleme kaydetmişler. Ürettikleri model yardımıyla; şehir yönetimi, kazaların sık yaşandığı noktalarda önlem alma, trafik yoğunluğuna göre alternatif rota üretme imkanlarına sahip oluyor.
Günler ilerledikçe problemlerimiz de artmaya devam ediyor. Bu yüzden bir an önce verinin büyük potansiyelinin farkına varmalı ve veri toplama sürecine önem vermeliyiz. Her türlü dijital bilgiyi, yeni çıktılar üretebilecek potansiyel bir veri kaynağı olarak düşünmeliyiz. Sadece ne tür bir film izlemek istediğimizi önermesi için değil, görmeyi istediğimiz dünyayı yaratırken karar mekanizması olması için veriyi kullanmalıyız.
Yapay zekayı ve veriyi kullanarak nasıl sosyal etki üretebilirim diyorsanız, birkaç tavsiye sunabilirim. Veri bilimi projeleri yapanların sıklıkla kullandığı ‘kaggle.com’ isminde bir web sitesi var. Burada halihazır da kullanılabilecek çok fazla veri seti bulunmakta. Sitede çeşitli eğitim videoları da mevcut. Aynı zamanda burada ödüllü yarışmalar da düzenleniyor.
ZÜMRÜDÜANKA DERGİSİ / ENES KARAHANÇER

Beyin, Birey ve Zekânın Evrimine Bir Bakış
Çoğu kez insanı öteki canlılardan hatta makinelerden ayıran şeyin gelişkin sinir sistemimiz olduğu bilinir. “İnsan zekidir, problem çözme yetileri vardır, karmaşık toplumlar kurabilmiştir…” gibi söylemlerle insanı ayırmak yanlış gibi gözükse de aslında doğrudur. İnsanın gelişkin bir sinir sistemi, problem çözme becerileri ve çevreye uyum sağlama yeteneği olduğu doğrudur ama bence insanı diğer türlerden ayırırken yapılan yaygın bir hata vardır. Beynin karmaşasının ve beyninin insana verdiği yetilerin bir süreç sonucunda değil de sadece zeki olma amacı ile insana özel olarak oluştuğu düşüncesi yanlıştır. Bir insan olarak öznel bir bakıştan uzak, insanın yukarıda bahsettiğimiz gibi bazı özelliklerinin diğer canlı türlerinden problem çözme ve benzeri yetenekler açısından üstün sayılabileceği açıktır. Peki bu üstünlük nasıl sağlanmıştır, bizi zeki yapan şey nedir? Ötesinde, birey nedir?
Zihni oluşturan bileşenleri daha iyi anlamak için birkaç örnek vermek istiyorum. Bildiğimiz üzere geleceğin en riskli olabilecek halk sağlığı sorunlarından birisi antibiyotik direncidir. Peki bakteriler antibiyotiklerin işleyiş süreçlerini nasıl anlayıp buna karşı yöntemler geliştirebiliyorlar, hem de bir beyinleri ya da bir sinir sistemleri yokken dahi? Vücudumuz nasıl binlerce antijene uygun antikoru üretebiliyor, hem de antikor üreten hücrelerin bir beyni ya da sinir sistemi yokken? Bakterilerin ya da vücut hücrelerinin yaptığı şey iletişim kurmaktır, dış dünyayı anlayabilmektir. Bu, canlılığın bir özelliğidir. Vücut hücreleri bir bağışıklık tepkisi oluştururken birçok hücre birbirleri arasında iletişim kurarak bağışıklık tepkisinin doğru yerde oluşmasını sağlar. Hücrelerin birbirleri arasında iletişim kurması sahip oldukları çok temel bir özelliktir, belki de zekânın temeli bu hücreler arası iletişimin abartılmasıdır.1 Karşılaştırma eleştirilebilir olsa da iletişimin karmaşık yapılar oluşturmasının örnekleri yalnızca hücresel ya da dokusal değildir. Aslında toplumlarımız da insanlar arasındaki karmaşık iletişimlerin kurumsal yapılar oluşturması sonucunda oluşmuş değil midir?
Zekânın ya da problem çözme yetilerinin sadece insanda olduğu düşüncesi birçok bilim çevresi tarafından doğru kabul edilmemektedir. İnsan dışındaki karga, şempanze ve diğer birçok havyanda problem çözme örneklerine rastlamaktayız. Zekâ, evrimsel süreç içinde zamanla gelişmiştir. İlk başta hücreler bir araya gelip koloniler oluşturmuşlardır. Bu kolonilerdeki hücreler görev paylaşımına başlayınca kimileri özelleşmiş iletişim hücrelerine dönüşmüştür. Hidrada sinir ağı benzeri yapılar görülmektedir. Yassı solucanda kafa oluşumu, duyu organlarının bu kafa oluşumunda öbekleşmesi, sinir ve sinir düğümleri görülmektedir. Solucanlarda daha yaygın bir sinir sistemi görülmektedir. Yumuşakçalarda ise sinir sistemi birimleri özelleşmiştir. Kurbağaların sinir sistemi ile insanların sinir sistemi ise oldukça benzer gözükmektedir.
Hayvanlar aleminde insandan çok daha büyük beyinleri olan başka hayvanlar da vardır ama büyük beyinler bu hayvanlara daha üstün bilişsel yetenekler vermemişlerdir çünkü bu hayvanların vücut büyüklükleri beyinleriyle orantılıdır. Daha büyük bir bedeni temsil eden beyinde daha büyük alanlar oluşmuştur. O yüzden beden ve beyin büyüklüğü oranına bakmak yalnızca beyin büyüklüğüne bakmaktansa daha rasyonel bir değerlendirme ölçütü olacaktır. Beden büyüklüğü ve beyin oranı şempanzelerde ve insanın eski atalarında benzer seyretmektedir. İnsan ise beden büyüklüğüne göre çok daha büyük bir beyine sahiptir. Bu büyük beynin insanda olması bize “Neden bedenlerine göre büyük beyinleri olan çok fazla canlı yok?” sorusunu sordurur. Beyin, oldukça fazla enerji tüketen bir organdır. Bu da evrimsel olarak beynin büyük olmasını canlı için oldukça maliyetli hale getirir. Belki de bu maliyet yüzünden insan benzeri zeki türler dünyada çok yaygın değildir. Beyin vücut oranında insandaki bu sapmanın onu diğer türlerden ayırdığını söyleyebiliriz.
Yukarıda bahsettiğimiz bu evrimsel olarak kazandığımız insan becerileri gerçekten de abartıldığı kadar üstün müdür, beyin gerçekten de karmaşık ve üstün bir organ mıdır? Bu soruların bilimsel cevabı tüm türlerin hayatta kalmak için belli özellikleri abarttığı ve insanın da bir hayatta kalma stratejisi olarak bu gelişkin sinir ağlarını geliştirdiği olsa gerek ama insanın yapabildiği eylemlere baktığımızda bunların gerçekten de oldukça karmaşık programlar olduğunu düşünüyorum. Bunca bilinçli ve bilinçsiz organik sürecin sürdürücüsü olan sinir sistemi, vücudu girdiği etkileşimlerle dengede tutan bu sistemin teknolojik açıdan üstün bir makine olduğunu düşünüyorum. Biraz bilim kurgusal perspektiften bakarsak, eğer insanı bir başka zeki üstün mühendis türü tasarlamış olsaydı oldukça üstün bir makine olduğunu düşünürdüm. İnsanı hasta eden ve insan dengesini bozan patojenleri tasarlayanların ise daha üstün bir mühendislik ortaya çıkarttıkları ise bana göre aşikardır.
Ayrıca insan beyni denince akıllara birey, bilinç ve deneyimlediklerimiz de gelmektedir. Sahip olduğumuz genetik altyapı ve çevresel koşulların bizleri şekillendirmesi sonucu bize ulaşan dış bilgileri yorumlayıp bir yanıt oluşturmaktayız. Aynı parmak izimiz gibi düşüncelerimiz, deneyimlerimiz ve duygularımız da adeta insandan insana farklılık göstermektedir. Bu farklılığın nedeninin doğuştan ve sonradan gelen bazı faktörlere bağlı olduğunu düşünüyoruz ama bence bu farklılığı tanımlamak bireyin ne olduğunu tanımlama aşamasının kolay kısmıdır. Peki deneyimlediğimiz şey nedir ya da daha doğru bir soru: Deneyim hissiyatını oluşturan şey nedir?
Sahip olduğumuz boy, dış görünüş ve değindiğimiz gibi parmak izimiz de çoğunlukla kişiden kişiye farklılık gösteriyor ve oldukça çeşitli ama bizi birey yapan şey bu farklılıklar değil. İki ikiz kardeş bir parti binası altında ideolojik olarak aynı sloganları benimserlerse, tıpatıp aynı siyasi düşüncelere ve genetiğe sahip olurlarsa bu onları tek bir birey yapmaz. Çünkü bireyin ölçütü farklılıklardan öte kişisel bir deneyimdir. 2014 yapımı Transcendence filmindeki gibi beynimi bir yapay bilgisayar bulutuna aktarsam dış durumlara karşı bilgisayarın vereceği tepkiler muhtemelen benimkilerle tıpatıp aynı olacaktır ama o bilgisayarın önüne oturduğumda tıpatıp aynı düşünce ve ideolojiye sahip olsam dahi bilgisayarın deneyimlediklerini hissedemem. (Tabii bir şeyler deneyimleyebiliyorsa.) Aynı şekilde tıpatıp aynı olan iki ikiz kardeş de birbirlerinin deneyimlerini deneyimleyemez.
Roma’da ünlü bir dondurmacıda dondurma yediğimde tat reseptörlerim belli iletileri beynime iletir ve beynim önceki deneyimlerine dayanarak gerçekten de “Bu ünlü dondurmacı güzel dondurma yapıyormuş.” yargısını düşünür. Bu yargıya varmamda öğrendiğim önceki bilgilerle beynime reseptörlerden gelen yeni bir bilginin yorumlanması vardır. Bu yorumlanmayı binlerce farklı nöron birbirleri arasında karmaşık iletişimler kurarak gerçekleştirir. Ben dediğim ve bir birey olarak “Roma’daki şu ünlü dondurmacı gerçekten de güzel dondurma yapıyormuş.” yargısı spesifik olarak benim beynimde bulunan nöronlarla ilgilidir. Beni birey yapan şey ve deneyimin temeli spesifik olarak beynimde olan nöronlardır. Beynimdeki bütün nöronların kurduğu iletişimin sanal bir bilgisayar kopyası hatta bir şekilde eğer bir üç boyutlu beyin yazıcısı olsaydı ve aynı benim beynimin o dondurmayı yerken oluşturduğu şekli bu yazıcı yazsaydı dahi o kopya beyni deneyimini hissetmezdim. Yani deneyim ve birey, spesifik olarak sahip olduğu atomlar ve hücrelerle ilgilidir.
Sonuç
Yazdığımız bunca şeyin sonucunda bireyi oluşturan şeyin farklılıklardan öte spesifik maddeler olduğunu, zekânın evrimine, insan ve zekâ ilişkisine, zekânın insan için süreçler sonucunda oluştuğuna, zekânın canlılığın temel özelliklerinden olan hücreler arası iletişimin abartılması sonucunda oluşabilmiş olacağı hipotezine değindik. Aslında bu metin değerli okuyuculara bir uyarı metniydi. Eğer birileri size ölümsüzlük vaat edip beyninizi sanal bir ortama yüklemeyi vaat ederse bu metinden verdiğimiz perspektife göre bu kişiler büyük olasılıkla dolandırıcıdır çünkü kopyalanan şey bir birey olarak hissedebileceğiniz “siz” değildir. Eğer böyle bir kopyalama işlemi yaptırmak istiyorsanız beyin hücrelerinizin de sürece dahil edildiğinden emin olun. Burada yazdıklarım size bir hayal gibi geliyorsa otuz yıl önce cep telefonları, içinde Netflix olan TV’ler ve Japon malı akıllı süpürgeler de bir hayaldi. O yüzden beyin hücrelerinizi kullanmadan size ölümsüzlük vaat edenlere asla fırsat vermeyin. İyi günler.
ZÜMRÜDÜANKA DERGİSİ / ATAHAN SIR

YAPAY ZEKANIN FAYDALARI VE OLASI TEHLİKELERİ
Yapay zeka hakkında ilk fikirler ortaya 1940lı yıllarda atılsa da, bu teknolojinin yaşantımıza girmesi içerisinde bulunduğumuz son 10 yıllık süreçte gerçekleşti. Özellikle son yıllarda yapay zekanın farklı sektörlerde farklı amaçlar uğruna kullanımı hızla artmıştır. Sağlık, eğitim, askeri, medya ve bankacılığın yanı sıra beklenmedik bir şekilde tarım ve madencilikte dahi kullanılıyor. İnsanlığın önemli bir kısmı yapay zekânın yaşamı kolaylaştırdığını savunurken, bazıları bu kolaylıkların yanında birtakım kaygılar da taşımaktadır. Bu endişeli kesim, yapay zekânın olumsuz etkilerini dile getirenlerle birleştiğinde, artık göz ardı edilemeyecek büyüklükte bir topluluk oluşmaktadır. Peki yapay zekanın yararları ve olası tehlikeleri nelerdir?
Yararlar:
- Verimlilik Artışı
Yapay zeka işlevine ve iş etiğine uygun kullanıldığında verimliliği oldukça arttıran bir unsurdur. Yapay zeka özellikle büyük çaplı projeler içerisinde insanların anlamakta güçlük çekeceği fazlalıkta verilerin küçük parçalara ayırarak daha anlaşılır hale getirir. Bu işlev, hata oranını azaltır ve zaman kazanmanın yolunu büyük ölçüde açar.
- Hızlı Ve Doğru Karar Verme
Yapay zekanın analiz yeteneği fazlaca gelişmiştir. Bu yetenek sayesinde herhangi bir kaynaktan gelen bilgiyi anında analiz ederek anlık durum değerlendirmesi yapabilir. Anlık durum değerlendirmesi yapay zekanın hızını artıran unsurlardandır. Ek olarak, insanların verdiği kararların duygu ve bilgi temelli olmasına karşın yapay zeka çok güçlü bir veri kaynağını kullanır ve yalnızca bilgiye dayalı kararlar verir. Bu durum da, yapay zekanın cevaplarının doğruluk payını arttıran unsurlardandır.
- Sağlık Hizmetlerine Yardım
Yapay zeka yalnızca bilimsel veya entellektüel alanlarda değil aynı zamanda tıp alanında da kullanılmaktadır. Hastalıkların erken teşhisinde doktorlara yardımcı olan ve semptomları daha erken fark etmelerine öncülük eden yapay zeka, bir yandan da milyonlarca molekülü inceleyip potansiyel ilaç adaylarını belirleyerek ilaç üretme hızına katkıda bulunabiliyor.
- Eğitimde Kişiselleştirme
Yapay zeka eğitimde kişiselleştirme tekniğini kullanarak öğrencilere yardımcı oluyor, ve başarılarının artmasına destek sağlıyor. Kişiselleştirmeyi öğrencinin eksik ve güçlü yanlarını tespit ederek hazırlıyor. Bu da öğrencinin hem eksik yanlarını geliştirmesine hem de güçlü yanlarının körelmemesine olanak sağlıyor. Ayrıca, bu durumlara özen göstererek öğrencinin hızına ayak uyduruyor ve bu da öğrenmeyi daha eğlenceli hale getirebiliyor.
- Engellilere Destek Olma
Engelli bireyler yapay zekalardan oldukça yardım almaktadır. Yapay zekalar duyu-algı dönüşümü sistemlerinde kullanılmaktadır. Bu sistemlerde örnek olarak, görme engelliler için görseli sese çeviren, işitme engelliler için altyazı üreten yapay zekalar bulunmaktadır. Dahası, farklı fiziksel engelleri olan bireyler için üretilen robotik uzuvların temelinde yapay zeka yatar. Bu da yapay zekayı en anlamlı kılan yararlarından biridir.
TÜRKİYE ZEKA VAKFI / Doğa Tosun

Dijital Detoks: Teknolojiden Uzaklaşmak Mümkün mü?
Dijital Detoks: Teknolojiden Uzaklaşmak Mümkün mü?
Sabah uyanınca ilk iş telefona bakıyor, gece yatarken son kez bildirimleri kontrol ediyoruz. Gün içinde sosyal medya, mesajlar, e-postalar, videolar derken saatlerimiz ekran başında geçiyor. Peki hiç düşündün mü: “Bir gün bile telefonsuz yaşamak mümkün mü?” İşte burada devreye dijital detoks giriyor.
Dijital Detoks Nedir?
Dijital detoks, telefon, bilgisayar, tablet gibi dijital cihazlardan ve internetten bilinçli olarak uzak durmak anlamına gelir. Amaç, zihinsel olarak rahatlamak, teknolojinin neden olduğu stresi azaltmak ve gerçek hayatla yeniden bağ kurmak.
Kulağa kolay gibi gelse de, uygulaması hiç de öyle değil. Çünkü çoğumuz farkında olmadan teknolojiye bağımlı hale geldik. Bildirim sesi gelmese bile elimiz telefona gidiyor. Sanki bir şeyleri kaçırıyoruz gibi geliyor. İşte bu duruma “FOMO” yani “fear of missing out” deniyor.
Neden Detoksa İhtiyacımız Var?
- Zihinsel yorgunluk: Sürekli uyarılara maruz kalan beyin yoruluyor. Bu da odaklanma sorunlarına ve stres artışına yol açıyor.
- Uyku problemleri: Gece yatmadan önce ekranla vakit geçirmek melatonin seviyesini düşürür, bu da uyku kalitesini bozar.
- Gerçek ilişkilerin zayıflaması: Aynı ortamda oturup herkesin telefonuna gömüldüğü anlar artık sıradan. Dijital detoks, bu döngüyü kırmak için bir fırsattır.
Peki Nasıl Yapılır?
- Küçük adımlarla başla: Birden tüm cihazlardan uzaklaşmak zor olabilir. İlk adım olarak günde 1-2 saatlik “ekransız zaman” belirle.
- Bildirimleri kapat: Sürekli gelen uyarılar dikkati dağıtır. Sadece önemli uygulamalara izin ver.
- Ekran süresini takip et: Çoğu telefonda ekran süresi raporu var. Ne kadar zaman harcadığını görmek bile farkındalık yaratır.
- Ekransız alanlar oluştur: Yatak odası, yemek masası gibi bazı alanlarda telefon kullanımını yasakla.
- Gerçek aktiviteler yap: Yürüyüşe çık, kitap oku, arkadaşlarınla yüz yüze vakit geçir. Bu aktiviteler ekranın yerini doldurabilir.
Dijital Detoks Sırasında Neler Olabilir?
İlk başta can sıkıntısı, huzursuzluk ya da “acaba biri yazdı mı” hissi çok yoğun olabilir. Bu tamamen normal. Çünkü beyin alıştığı dopamin seviyesini arar. Ama birkaç gün içinde bu duygu azalır, yerini daha net düşüncelere, daha kaliteli zamana bırakır.
Gerçekten Uzak Kalmak Mümkün mü?
Tamamen kopmak belki mümkün değil. Çünkü okul, iş, arkadaşlar derken teknoloji artık bir ihtiyaç. Ancak onu kontrollü kullanmak kesinlikle mümkün. Tıpkı sağlıklı beslenmek gibi: Yasaklamak değil, denge kurmak önemli.
Sonuç
Dijital detoks, teknolojiyle aramıza mesafe koymamıza yardımcı olan faydalı bir alışkanlık. Zihinsel dinlenme sağlar, ilişkileri güçlendirir ve gerçek hayatla bağ kurmamızı kolaylaştırır. Arada bir durup “Gerçekten bu kadar ekrana ihtiyacım var mı?” diye sormak, daha bilinçli bir teknoloji kullanıcısı olmanın ilk adımıdır.
TÜRKİYE ZEKA VAKFI / Doruk Alp Soğukkuyu

İnternette Görünmez Olunabilir mi?
Günümüzde internet, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Alışveriş yaparken, video izlerken, sosyal medyada gezinirken ya da bir şeyler araştırırken hep interneti kullanıyoruz. Peki, tüm bu dijital dünyada gerçekten “anonim” yani kimliğimizi gizli tutarak, görünmez olarak hareket edebilir miyiz?
Kısa cevap: Tam anlamıyla anonim olmak çok zor. Ama bu imkânsız olduğu anlamına gelmiyor. Anonim kalmak için bazı yöntemler var ama bunlar da yüzde yüz garanti sunmuyor.
Neden Anonim Olmak İsteriz?
İnsanlar internette anonim olmak ister çünkü gizlilik herkesin hakkıdır. Kimileri siyasi görüşlerini korkmadan ifade etmek, kimileri ise sadece kişisel verilerinin şirketler tarafından toplanmasını istemediği için anonimliği tercih eder. Ancak bu istek, günümüz internet yapısında çok kolay karşılanmıyor.
Gizliliğimizi Kimler Tehdit Eder?
- Web siteleri ve reklam firmaları: Çoğu site çerez (cookie) denen küçük dosyalarla bizi izler. Hangi ürünlere baktık, ne kadar süre kaldık, nerelere tıkladık… Hepsi takip edilir.
- İnternet servis sağlayıcınız (ISP): Evdeki internet bağlantınızla nereye girdiğinizi görebilir.
- Devlet kurumları: Bazı ülkelerde internet çok daha sıkı şekilde denetlenir.
- Hackerlar: Bilgilerinizi çalmak isteyen kişiler için anonim olmamak büyük bir avantaj sağlar.
Anonimlik İçin Neler Yapılabilir?
- VPN kullanmak: VPN (Virtual Private Network), internete başka bir konumdan giriyormuşsunuz gibi gösterir. IP adresiniz gizlenir ve bağlantınız şifrelenir. Bu, sizi biraz daha görünmez yapar.
- Tor tarayıcısı: Tor, internette gezinirken kimliğinizi gizlemeye yarayan özel bir tarayıcıdır. Verileriniz birçok farklı sunucu üzerinden geçer, bu da takip edilmenizi zorlaştırır.
- Çerezleri temizlemek ve izleyici engelleyiciler kullanmak: Tarayıcınızda gizlilik ayarlarını düzenlemek, reklam engelleyici eklentiler yüklemek bu konuda yardımcı olabilir.
- Sahte kimlik ya da ikinci bir hesap kullanmak: Sosyal medya gibi platformlarda kişisel bilgilerinizi paylaşmadan farklı bir kimlikle var olmak anonimliği artırabilir.
Ama Yine de Tam Anonimlik Zor
Tüm bunlara rağmen, yüzde yüz anonim olmak zordur. Çünkü teknoloji sürekli gelişiyor ve iz bırakmamak neredeyse imkânsız hale geliyor. Örneğin, IP adresiniz gizlense bile cihaz parmak izi (device fingerprinting) gibi yöntemlerle hangi cihazı kullandığınız anlaşılabilir.
Sonuç
İnternette tamamen anonim olmak mümkün değil ama gizliliğinizi artırmak için birçok önlem alabilirsiniz. Önemli olan bilinçli kullanıcı olmak. Hangi sitelere ne verdiğinizi, hangi bilgilerin açıkta olduğunu bilmek ve gerektiğinde koruyucu araçlar kullanmak sizi çok daha güvende tutar.
Unutmayın: İnternette anonim kalmak bir hak, ama bu hakkı korumak da biraz çaba gerektiriyor.
TÜRKİYE ZEKA VAKFI / Doruk Alp Soğukkuyu


Yapay Zekanın Ahmaklığı / James Bridle
ChatGPT, 2022 yılının Kasım ayında OpenAI tarafından piyasaya sürüldü ve yapay zekâ ile insan yaratıcılığının nasıl etkileşime geçebileceğine dair görüşlerimizi daha da değiştirdi. İnsanların birbiriyle yaptığı konuşmaları taklit eden bir sohbet robotu şeklinde yapılandırılan ChatGPT, sizinle konuşmaktan çok daha fazlasını yapabiliyor. Doğru bir şekilde istendiğinde; işler bilgisayar kodları yazabiliyor, matematik soruları çözebiliyor ve kitap eleştirileri, akademik makaleler, düğünde yapılacak konuşmalar, yasal sözleşmeler gibi yaygın yazı pratiklerini taklit edebiliyor. Bu programın, sözümona e-mail veya deneme yazma gibi işleri zor bulunlar için bir nimet olabileceği de imge üreten yapay zekâ programlarında olduğu gibi, ekmeğini bu işlerden kazananların yerini alabileceği de daha ilk andan belliydi.
Pek çok okul ve üniversite, öğrenciler ödevlerini onunla yazar endişesiyle ChatGPT kullanılmasını yasaklayan politikalar benimsemeye başladı bile. Nature dergisi ise programın neden araştırma makalelerinde yazar olarak sınıflandırılamayacağını açıklayan metinler yayınlamak zorunda kaldı (rıza gösteremez ve sorumlu tutulamazdı). Ancak kurumlar da bu aracın namünasip kullanımlarından azade değiller: Şubat ayında, Tennessee’de yer alan Vanderbilt Üniversitesi’ne bağlı Peabody Eğitim ve İnsani Gelişim Okulu, Michigan’da bir okulda gerçekleşen silahlı saldırı sonrası gönderdiği taziye ve tavsiye mektubuyla öğrencileri hayretler içinde bıraktı. Mektupta topluluğun değeri, karşılıklı saygı ve birliktelik övülürken mektubun altına iliştirilen bir not bunun ChatGPT ile yazıldığını ifade ediyordu. Bu ise çoğu kişi için hem ahlaken yanlış hem de hatalı ve tekinsizdi. Belli ki, hayatın makinelerin müdahalesi üzerine ciddi ciddi düşünülmesi gereken pek çok veçhesi var.
İletişimlerimizi hepten ChatGPT’ye bırakmak münasip olmasa da açıkça karşılaştığımız bir trend var ki, ChatGPT’nin bir tür bilge asistan işlevi görmesini, el altında bulunan bilgi bataklığında aradığımız enformasyona giden yolda bize rehberlik etmesini öngörüyor. Büyük ölçüde gözden düşmüş bir arama motorunu olan Bing’i, ChatGPT kullanan bir sohbet robotu şeklinde yeniden yapılandıran Microsoft, bu yönde ilerleyen ilk şirketlerden oldu. Bu sayede Bing’in popülerliğini de epey artırdı. Ancak sanal dünyada (ve gazetecilikte) neredeyse akla gelebilen her sorunda ChatGPT’ye danışma akınına rağmen, bu sohbet robotunun bilgiyle ilişkisi şüpheli.
ChatGPT ile kısa süre önce gerçekleştirdiğim bir etkileşim şöyle ilerledi: insan-dışı türleri de içeren bir demokrasi anlayışı, yani siyasi karar alma süreçlerine insan-olmayan mahlukatın dahiliyeti gibi yeni bir alanda okuyabileceğim birkaç kitap önermesini istedim. Bu aracın en faydalı kullanım alanı da bu: “Hey, aklımda bir şey var, bana bu konuda biraz bilgi verebilir misin?” ChatGPT buna riayet etti. Bu yeni alanı derinlemesine ele alan birkaç kitabı listeledi ve ikna edici bir insan dilinde bunları neden okumam gerektiğini anlattı. Harikaydı doğrusu! Yalnız, listelediği dört kitaptan sadece birinin gerçekten var olduğu ortaya çıktı. Ayrıca ChatGPT’nin araştırmamı salık verdiği kavramların pek çoğu doğrudan sağcı propaganda araçlarından alınmıştı. Mesela “akıllı kullanım” hareketinin hayvan haklarını teşvik ettiğini söylemişti ama aslında mülkiyet haklarının genişletilmesini teşvik eden liberter, çevre-karşıtı bir hareketti.
Bunun yaşanmasının nedeni, ChatGPT’nin içten içe sağcı olması değil içten içe aptal olması. İnternette yer alan şeylerin çoğunu okuyor, insan dilinin kulağa nasıl gelmesi gerektiğini biliyor ama gerçekle hiçbir ilişkisi yok. Kulağa doğru gelen cümleler hayal ediyor; onu dinlemek, doğrusunu söylemek gerekirse, birinin rüyalarını dinlemek kadar ilgi çekici. Kulağa anlamlı gelen şeyler pekâlâ çok iyi üretebiliyor, en iyi olduğu şey ise klişeler ve banallik üretmek, ki diyetinin büyük bir kısmını da bunlar oluşturuyor ancak olduğu haliyle dünyayla ilişki kuramıyor. Buna bilincin yankısı, hatta yakınsaması diyenlere güvenmeyin. (Bu yazı yayınlanırken OpenAI, ChatGPT’yi besleyen sistemin yeni bir versiyonunu çıkardı, bunun “bir şeyler uydurma ihtimalinin daha az olduğunu” söyledi).
Bu türden bir yapay zekanın gerçekten bilgili veya anlamlı olduğuna inanmak bilfiil tehlikeli. Kolektif düşünce kuyusunu ve düşünme kabiliyetimizi zehirleme riskini beraberinde getiriyor. Teknoloji şirketlerinin dediği gibi ChatGPT aramalarının sonuçları, online bilgi arayanlara yanıt şeklinde sunulacak ve bazı yazarların dediği gibi ChatGPT, okullarda öğretime yardımcı olmak üzere kullanılacak ise bu durumda halüsinasyonları kalıcı bir biçimde kayda alınacak, daha meşru ve test edilebilir bilgi kaynakları ile aramıza girecek ve zamanla ikisi arasındaki çizgi bulanıklaşarak görünmez olacak demektir. Dahası, teknoloji şirketlerinin enformasyonun yayılma biçimlerine verdiği zarar düşünüldüğünde, birey olarak araştırma yapma ve kendi namına eleştirel bir biçimde bilgiyi değerlendirme kabiliyetimize en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda yaşıyoruz. Hepten kötü bir şekilde programlanmış makinelere bel bağlamak, bu eleştirel düşünceyi tamamen terk etmek olacaktır.
O halde bir adım geri gidelim. “Yapay” “zekânın” mevcut tecessümleri bu kadar kasvetli ise alternatif nedir? Bizi sömürmeyen, kötüye kullanmayan, yanlış yönlendirmeyen ve alt etmeyen enformasyon sınıflandırma ve iletişim teknolojileri var mı? Mevcut YZ akımını tanımlayan güçlü kurumsal ağların dışına çıkmamız halinde, evet var.
Aslında şirketlerin yerleşik gücünü atlatarak yapay zekayı belli toplulukların faydasına açan pek çok örnek şimdiden var. Dünya çapında yerli dilleri tehdit altında. BM tahminlerine göre, her iki haftada bir, bir yerli dili kayboluyor; bu diller ile birlikte nesillerin bilgisi ve deneyimi de yok oluyor. Yüzyıllar süren sömürgeciliğin ve ırkçı asimilasyoncu politikaların bir sonucu olan bu sorun, popüler dillerin gücünü artıran ve daha az bilinen dillerin giderek az kullanılmasına ve çalışılmasına neden olan otomatik öğrenme dil modellerinin giderek artan hakimiyeti ile daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Yeni Zelanda, Aotearoa’da, Māori dilince yayın yapan kâr amacı gütmeyen, ufak bir radyo istasyonu olan Te Hiku Medya, teknolojide farkı dillerin bu eşitsiz temsiliyetine müdahale etmeye karar verdi. 20 yıllık yayın hayatında oluşturduğu; geniş bir deyim dağarcığı, gündelik ifadeler ve çoğu artık kimse tarafından kullanılmayan eşsiz terimlerden mürekkep devasa arşivini dijitalleştirdi. Ancak bu arşivin, dil araştırmacıları ve Māori topluluğu tarafından kullanılmak üzere deşifre edilmesi gerekiyordu. Bu ihtiyaca yanıt olarak; radyo istasyonu, arşivi “dinleyip” deşifre yapabilsin diye kendi dil tanıma modelini eğitmeye karar verdi.
Bunun üzerine, birkaç yıl içerisinde, Te Hiku Medya, açık kaynaklı teknolojileri ve kendi geliştirdiği sistemleri kullanarak neredeyse imkansızı başardı:Māori dil topluluğu tarafından oluşturulan ve onun mülkü olan, doğruluk oranı hayli yüksek bir konuşma tanıma sistemi. Bu, salt istasyona ait bir girişim olmakla kalmadı. İstasyon, modeli eğitmenin ön koşulu olan ayrıntılı konuşma külliyatını oluşturmak için ulaşabildiği bütün Māori topluluklarıyla iletişime geçti ve topluluk üyelerinden belli ifadeleri okuyarak kayda almalarını istedi.
En çok cümle gönderenlere para ödülü verildi. Te Mihinga Komene isimli bir aktivist tek başına 4,000 kelime kaydetti. Ancak organizatörler, insanların katkıda bulunmasını sağlayan en büyük motivasyon kaynağının; dile, topluluğun mülkü olarak kalmaya devam etmesini temin eden şartlar altında hayat verme arzusu olduğunu gördü. Birkaç hafta içerisinde, kaydedilen konuşmayı %86 oranında doğru tanıyan bir model yaratıldı. Bu da bütün bir arşivi deşifre etmeye başlamaya yeterliydi.
Te Hiku Medyanın başarısı diğer grupların da takip edebileceği bir yol açtı. Benzer projeler, Kanada’nın güney doğusunda Mohawk halkı ve Hawai yerlileri tarafından da geliştirilmeye başlandı. Aynı zamanda, yerli dillerinin ve bununla birlikte diğer yerli bilgi türlerinin veri egemenliğini tesis etti. Kar amacı güden uluslararası şirketler, Māori dilini konuşanlara modellerini geliştirmek üzere yardımcı olmak istediklerinde; Te Hiku Medya, “Dillerimizi bastırdılar, büyük anne ve babalarımızı döve döve bu dilleri konuşturmadılar, şimdi de dillerimizi bize hizmet olarak satmak istiyorlar,” diyerek buna karşı çıktı.
Te Hiku Medya’nın kurucularından biri olan Hawai yerlisi Keoni Mahelona, “veri, sömürgeciliğin son durağı,” diyor. Te Hiku’nun bütün çalışmaları Kaitiakitanga Lisansı ile piyasaya sürülüyor. Bu lisans, dil modelinde ve diğer projelerde kullanılan bütün verilerin; onları yaratan topluluğun, bu durumda projeye destek olan Māori konuşanların mülkü olarak kalmasını sağlayan yasal bir himaye ve zimmet teminatı. Buna göre kendi tikanga’ları (Māori gelenekleri ve protokolleri) gereği verilerini istedikleri gibi lisans altına alabilir veya almayabilirler. Bu şekilde yüzyıllar süren tahakkümü tekrar etmeye devam eden dijital sömürgecilik sistemlerine direnerek ve onları değiştirerek Māori dili canlandırılıyor.
Bana kalırsa içinde bulunduğumuz “yapay” “zekâ” dalgasından alınacak ders, zekanın şirketler tarafından hayal edildiği haliyle fakir bir şey olduğu. Karı maksimize etmeye dayalı bir dünya görüşünüz olduğunda ve her şey paydaş değeri standardı uyarınca ele alındığında; sanatsal, yaratıcı, estetik ve duygusal ifadeleriniz; elbette, ne yazık ki yoksullaşacaktır. Kullandığımız araçlardan, tükettiğimiz medyadan ve içinde yaşadığımız topluluklardan bundan fazlasını beklemeyi hak ediyoruz ve ancak onlara tam olarak müdahil olabildiğimizde hak ettiğimizi alabileceğiz. Bu gözünüzü korkutmasın, hiç de o kadar karmaşık değiller. Bilimkurgu efsanesi Ursula K Le Guin’in dediği gibi, “Teknoloji, yapmayı öğrendiğimiz şeydir.”
The Guardian’da yayınlanan yazıyı Öznur Karakaş kısaltarak Türkçe’ye çevirdi.