logo

Sağlığı korumak en iyi tedavidir. 

Göğüs Hastalıkları

DERMATOLOJİ (CİLDİYE)

KADIN DOĞUM UZMANI NEDİR ? JİNEKOLOG NEDİR ?

Kadın Ürolojisi (Ürojinekoloji)

Ortopedi ve Travmatoloji Nedir?

Göğüs Hastalıkları Birimi Hangi Hastalıklara Bakar?

Tıp bilimi, vücudu oluşturan farklı sistemler ve bu sistemlerin birer parçası olan organ ve dokuların hastalıklarıyla ilgilenir. Birbirinden farklı özelliklere ve fizyolojilere sahip bu dokuların, organların ve sistemlerin rahatsızlıklarına yönelik etkili bir tedavinin uygulanabilmesi ise her bir doku, organ veya sistem için özelleşmiş ve uzmanlaşmış disiplinler olması ve bu disiplinlerin iş birliği içinde çalışması gerekir. Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı da bu önemli birimlerden bir tanesidir.

Göğüs Hastalıkları Tıbbi Birimi Nedir?

Vücudun sağlıklı olabilmesi için vücudu oluşturan hücrelerin enerji üretmesi gerekir. Hücreler, vücuda alınan besin maddelerinin oksijenle metabolize olması yoluyla enerji elde eder. Oksijen ise vücudun solunum sistemi sayesinde alınan havadan ayrıştırılarak kana ulaştırılır ve ardından dokulara aktarılır. Bu bakımdan solunum sistemi vücut için hayati öneme sahiptir.

Vücudumuzun solunum sistemi temel olarak solunan havanın vücut içinde takip ettiği doku ve organları kapsar. Burun ve ağız, geniz, gırtlak, soluk borusu, bronşlar ve akciğerler solunum sistemini oluşturur. Solunum sistemini meydana getiren ve çevre ile iç içe olan bu dokularda hastalık gelişimi sık görülür. Bu hastalıkların uygun şekilde tanı ve tedavisinin sağlanması için farklı tıp disiplinleri birlikte çalışır.

Solunum sisteminin burun ve ağız yoluyla alınan havayı akciğerlere iletmekle görevli gırtlak dokusuna kadar olan bölgesine ait hastalıkları ilgili branş değerlendirirken nefes borusu, bronşlar ve akciğerlerden oluşan kısmına ait rahatsızlıklar genel olarak Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı tarafından değerlendirilir. Bunun yanında Göğüs Hastalıkları Birimi akciğerlerin çalışma fizyolojisi ile yakın ilişkiye sahip olan kalp, solunum kasları, diyafram, göğüs kafesini oluşturan kas-iskelet sistemi dokuları ile bu bölgeye ait sinir sistemi dokularını da ilgilendiği alana dahil eder.

Göğüs Hastalıkları Birimi, tıbbi disiplinler içinde ayrı bir ana bilim dalıdır, tıp fakültesinden mezun olduktan sonra 4 yıllık eğitim alan uzman hekimler tarafından yürütülür.

Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Hangi Hastalıklarla İlgilenir?

Göğüs Hastalıkları Birimi genel olarak aşağıdaki sağlık sorunlarının teşhis, takip ve tedavisinde hizmet verir:

  • Bronşit, bronşiolit, trakeit, pnömoni (zatürre) gibi alt solunum yolu ve akciğer enfeksiyonları
  • Astım ve alerjik hastalıklar
  • Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)
  • COVID-19 ve bağlı hastalıklar
  • Tüberküloz (verem hastalığı)
  • Akciğer kanseri ve akciğerin iyi huylu tümörleri, akciğer nodülleri
  • Pulmoner tromboemboli
  • Pulmoner Hipertansiyon
  • Silikozis, asbestozis gibi mesleki akciğer hastalıkları
  • İnterstisyel akciğer hastalıkları
  • Obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS)
  • Plevral efüzyon, plörit gibi plevra (akciğer zarı) hastalıkları

Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Hangi Tedavileri Uygular?

Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı yukarıda bahsedilen alt solunum yollarına ait sağlık problemlerinin teşhis, takip ve tedavisi için çalışırken çeşitli girişimsel tanı ve tedavi yöntemlerini de uygulayabilir, Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı’nda aşağıdaki yöntemlerden yararlanılabilir:

Solunum Fonksiyon Testi: Akciğerin hava kapasitesi ve solunum fizyolojisine yönelik sayısal verilerin elde edilmesine olanak veren solunum fonksiyon testi (SFT) Göğüs Hastalıkları Bölümü tarafından yapılan incelemelerin başında gelir.

PPD Testi: Tüberküloz enfeksiyonuna yönelik tarama testi olarak uygulanan PPD testi, cilt altına bırakılan tüberkülin maddesine karşı vücudun verdiği iltihabi yanıtın şiddetini gösterir.

Bronkoskopi: Alt solunum yollarının doğrudan kamera içeren bir ekipman yardımıyla görüntülenmesi işlemine bronkoskopi adı verilir. Hekim ekipman vasıtasıyla soluk borusu, bronşlar ve bronşlara ait dalları doğrudan inceleyebilir; tanıya yönelik biyopsi gibi işlemleri gerçekleştirebilir; lavaş uygulaması gibi tanı ve tedavi açısından yararlı uygulamalarda bulunabilir.

Torasentez: Özellikle akciğere ait zarlar arasında (plevra zarları) normalden fazla miktarda sıvı birikmesi halinde, bu sıvının boşaltılmasına yönelik yapılan girişimsel işlemler Torasentez kapsamında değerlendirilir.

Akciğer ve Plevra Biyopsileri: Akciğer veya plevra dokularında meydana gelen bazı hastalıkların tanısının konulmasında patolojik örneklemenin yapılması elzemdir. Buna yönelik cilt üzerinden (perkütan–transtorasik) veya bronkoskopi ile dokulardan biyopsi alınabilir.

Polisomnografi: Uyku esnasında solunumun geçici durması ile izlenen uyku apnesi sendromlarında tanının konulması için hastanın hastanede uyku esnasında izlenmesi esasına dayanan Polisomnografi tetkiki Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı tarafından değerlendirilebilir.

Göğüs hastalıkları alanında uzman olan hekim, ilgi alanındaki sağlık sorunlarının tanı ve takibinde hastadan aldığı öykü ve fizik muayene bulgularının yanı sıra akciğer radyografisi, toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) ve akciğer manyetik rezonans (MR) görüntüleme yöntemlerinden sıklıkla yararlanır. Bunların dışında laboratuvar tetkiklerine de başvurabilir. Gerekli hallerde yukarıda özetlenen özel testler ışığında hastalıkların tanısını koyarak tedavilerini planlayabilir.

Hangi Durumlarda Göğüs Hastalıkları Birimine Müracaat Etmek Gerekir?

Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı’nın ilgi alanına giren hastalıkların gelişmesi durumunda ortaya çıkan belli başlı klinik şikâyetlerin varlığında, en yakın sağlık kuruluşuna müracaat ederek Göğüs Hastalıkları Birimi ile iletişime geçilmesi yararlıdır. Bu durumlar aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • Nefes darlığı
  • İnatçı öksürük
  • Sık balgam çıkarma veya kanlı balgam
  • Göğüs ağrısı
  • Eforla ortaya çıkan nefes darlığı
  • Beklenmedik kilo kaybı

Tıp dünyasındaki ilerlemeler sonucu anestezi alanında da büyük gelişmeler yaşanmıştır. Önemli kalp ameliyatlarından çeşitli operasyonlara kadar birçok noktada uygulanan ve kişinin daha konforlu bir süreç yaşamasını amaçlayan anestezi uygulamaları, ağrısız bir şekilde tüm duyuların ortadan kaldırılmasını ifade eder. Birçok çeşidi bulunan anestezide uygulanacak yöntem kişinin sağlık durumu ve gerçekleştirilecek işlemin uzunluğuna göre belirlenir.

Anestezi Nedir?

His kaybı anlamına gelen anestezi, testler veya ameliyatlar gibi cerrahi operasyonlar sırasında ağrı hissetmeyi engellemek için anestezik ilaçların kullanılmasıdır. Anestezi de ilaçlar aracılığıyla sinirlerden beyindeki merkeze giden duyusal sinyaller geçici olarak bloke edilir.

Anestezi uzmanı tarafından yapılan anestezi uygulamalarında amaç, operasyon sırasında hastanın belirli bölgelerinde hissizleşme sağlamak, ağrı hissetmesini engellemek, uykuya dalmasına neden olmak ve daha konforlu bir operasyon geçirmesini sağlamaktır. Genel ve lokal anestezi olmak üzere birçok çeşidi bulunan anestezi uygulamalarında lokal ve bölgesel olanlar vücudun belirli bölgelerini uyuştururken genel anestezide hasta geçici olarak bilinçsiz hale getirilir.

Anestezi Neden Yapılır?

Anestezi uygulaması, hastanın daha konforlu ve ağrısız bir şekilde ameliyatı atlatmasını sağlamak için yapılan tıbbi uygulamadır. Beyine giden duyusal sinyalleri bloke eden anestezi ilaçları, bu sayede duyu kaybına neden olur. Oluşan duyu kaybı da ameliyatta meydana gelebilecek ağrıları, acıları ve çeşitli olumsuzlukları engelleme konusunda etkili olur. Ayrıca doktorların rahat çalışabilmesi adına da anestezi uygulaması büyük önem taşır.

Anestezi Türleri Nelerdir?

Açık kalp ameliyatlarından doğumlara; çeşitli diş operasyonlarından farklı cerrahi işlemlere kadar birçok noktada daha rahat ve sağlıklı bir operasyon süreci geçirilmesi için 3 tür anestezi uygulanır. Bunlar yöntemler genel, lokal ve bölgesel anestezi olarak isimlendirilir.

Genel Anestezi Nedir?

Genel anestezi tüm vücudun kontrollü bir şekilde uyuşturulması işlemidir. Bu işlemle birlikte tüm vücutta duyu kaybı yaşanır. Genellikle beyin ameliyatları, kalp ameliyatları ve organ nakli gibi ciddi operasyonlarda tercih edilir.

Lokal Anestezi Nedir?

Lokal anestezi, vücudun belirli bölgelerinin uyuşturulması işlemi olarak tanımlanır. Diş çekimleri ve cilt operasyonları gibi görece daha basit süreçlerde kullanılır. Bu anestezi uygulamasında kişi uyanık olur ve yapılan işlemi tetikte bir şekilde takip eder. Lokal anestezi işlemi genellikle birkaç dakika içinde hastayı uyuşturur.

Bölgesel Anestezi Nedir?

Bölgesel anestezi işlemi; kol, bacak veya vücudun belden aşağısındaki bölgeler için uygulanan bir anestezi çeşididir. İşlem sırasında uyanık olmanın mümkün olmasıyla birlikte doktor tarafından sakinleştirici bir ilaç da verilebilir. Bölgesel anestezi genellikle doğum veya küçük operasyonlar için tercih edilir.

Bölgesel anestezi türü çerisinde en çok kullanılan anestezi yöntemleri de epidural ve spinal anestezidir.

Epidural Anestezi Nedir?

Epidural anestezi, genellikle doğumlarda kullanılan ve hamile annenin yaşayacağı ağrıyı hissetmemesi için gerçekleştirilen bir anestezi çeşididir. En yaygın ağrı önleme çeşitlerinden biri olan epidural anestezi, omuriliğe enjekte edilen anestezik ilaçlar aracılığıyla yapılır ve omurganın bel bölgesindeki lomber omurlardan uygulanır.

Spinal Anestezi Nedir?

Özellikle sezaryen doğumlarda kullanılan spinal anestezi, bel bölgesinde aşağısına ilaçla enjekte edilerek yapılır. Anne adaylarının ağrı ve acı hissetmemesini sağlamak en büyük öncelik olarak kabul edilir. Doğum dışında bel ve bel bölgesinden aşağısı için gerçekleştirilen operasyonlarda da tercih edilen bir yöntemdir. 

Sedasyon

Sedasyon, genellikle hastayı gevşetmek ve rahatlatmak amacıyla uygulanır. Genel anestezi ve lokal anesteziye göre daha basit operasyonlarda yapılan sedasyon işlemi, operasyon sırasında uykulu bir hale bürünülmesine neden olur ancak gerektiğinde hasta iletişim kurulabilecek pozisyonda olur. Özellikle genel anestezideki gibi bir bilinç kaybına sebebiyet vermez. Genellikle damardan sedasyon ve ağrı kesiciler uygulanır.

Anestezi Nasıl Yapılır?

Farklı çeşitleri olan anestezinin yapılması da bazı adımları içerir. Öncelikle damardan bir ilaç verilir ve hastanın bilinci kaybolur. Sonrasıda ise hastanın ağzına oksijen tüpü yerleştirilir. Bu tüpün içindeki gazlar anestezi işleminin uygulanmasını ve hastanın anestezi de kalmasını sağlar. Anestezi uygulaması işleminin nasıl yapıldığının yanı sıra anestezinin nasıl verildiğinin yolları da aşağıdaki gibidir:

  • Sprey, merhem veya damla olarak
  • Damar içine enjeksiyon yapılarak
  • Hasta gaz soluması yaparak

Anestezi Kim Tarafından Yapılır?

Anestezi uygulamaları, anestezi uzmanları tarafından gerçekleştirilir. Daha kolay ve bölgesel işlemler için lokal anestezi uygulayan anestezi uzmanları, daha ciddi operasyonlar için genel anesteziyi tercih eder. Anestezi uzmanının yanında uzman doktorlar, anestezi uzmanı asistanları ve hemşireler de operasyonda hazır bulunabilir.

Anestezi Almadan Önce Ne Yapılmalıdır?

Operasyonun ciddiyetine göre uygulanacak anestezi işlemi öncesi uyulması gereken bazı kurallar mevcuttur. Bunlar şöyle sıralanabilir:

  • Anestezi öncesi aç olunmalıdır.
  • Kalp ve akciğer sağlığı için bir gün önce bile olsa sigara bırakılmalıdır.
  • Alınan bitkisel takviye varsa anestezi öncesi kesilmelidir.
  • Oje silinmeli, makyaj yapıldıysa temizlenmelidir.
  • Anestezi uzmanı uygun görürse kullanılan rutin ilaçlar varsa az miktarda su ile birlikte alınmalıdır.

Anestezi Komplikasyonları Nelerdir?

Anestezi esnasında ve sonrasında çoğu az görülen komplikasyonlar söz konusu olabilir. Bunlar şöyle özetlenebilir:

Anestezi farkındalığı

Bazı kişiler genellikle bilinmeyen nedenlerle anestezi farkındalığı yaşar. Anestezi sırasında çevresinin farkında olan hastalar hareket edemediği gibi iletişim de kuramayabilir.

Kalıcı sinir hasarı

Yapılan ameliyatın kendisiyle de bağlantılı olan sinir hasarları bazen anestezi etkisiyle de oluşabilir. Hasta vücudunun belli bölümünü hareket ettiremeyebilir. Bu durum genellikle birkaç gün veya birkaç hafta içinde geçer.

Akciğer çökmesi

Genel anestezi veya solunum tüpü kullanılması sonucu nadir de olsa akciğer çökmesi yaşanabilir ancak bu problemin görülmesi düşük bir ihtimal olarak kabul edilir. Atelektazi olarak da bilinen akciğer çökmesi, akciğerin tamamı veya bir bölümünün sönmesi sonucu kapanması durumudur.

Alerjik reaksiyon

Bazı hastalar anestezik ilaçlara karşı alerjik reaksiyon (anafilaksi) gösterebilir. Ancak bu durum nadiren görülür ve iyileşebilen bir durumdur.

Kalp durması

Nadiren de olsa bazı anestezi işlemleri sırasında hastada kalp durması meydana gelebilir.

Deliryum

Özellikle yaşlı hastalarda ameliyat sonrası deliryum görülebilir. Bu durum da hastada kafa karışıklığı ve hafıza problemleri yaşanmasına neden olabilir. Deliryum yaşayan hastalar uzun süreli hafıza ve öğrenme problemleri yaşayabilir.

Anestezi Komplikasyonları İçin Kimler Risk Altındadır?

Anestezi sırası veya sonrasında meydana gelebilecek komplikasyonlar konusunda bazı insanlar daha çok risk altındadır. Bu risk grupları şöyledir:

  • Yaşlı kişiler
  • Diyabet hastaları
  • Böbrek hastaları
  • Ailede anestezi alerjisi olanlar
  • Kalp ve yüksek tansiyon hastaları
  • Astım hastalığı olanlar
  • Obezite
  • Uyku apnesi olanlar
  • Sigara içenler
  • Alkol ve uyuşturucu kullananlar

Anestezinin Yan Etkileri Nelerdir?

Genel anestezi, lokal anestezi ve epidural anestezi gibi çeşitli şekillerde uygulanan ve hastanın daha rahat bir operasyon geçirmesi amaçlanan anestezi işlemlerinin çoğu geçici olan bazı olası yan etkileri mevcuttur.

Bu yan etkileri sizler için özetledik:

  • Baş ağrısı
  • Yorgunluk
  • Kas ve sırt ağrısı
  • Mide bulantısı ve kusma
  • Boğaz ağrısı
  • İdrar güçlüğü
  • Kalp çarpıntısı
  • Baş dönmesi
  • Boğaz ağrısı
  • Düşük tansiyon
  • Hafif ses kısıklığı
  • Bulanık görme

Anestezinin etkisiyle bu yan etkiler dışında da semptomlar yaşanması muhtemeldir. Operasyonun ciddiyeti ve yan etkilerin şiddetine göre uzman hekim çeşitli ek ilaçlar önerebilir.

Anestezi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Anestezi etkisi ne zaman geçer?

Anestezi etkisi kimi zaman birkaç dakika sürebileceği gibi bazen saatlerce sürebilir. Bu sürenin uzamaması için anestezi öncesi yemek yememek ve su içmemek gibi kurallara uyulması gerekir.

Anestezi öldürür mü?

Anestezi işlemi, vücudun beyinle iletişimini kesmesidir ve koma durumuna benzetilir. Bu durum nadiren de olsa ölüm vakalarıyla sonuçlanabilir ancak çoğu anestezi çeşidi güvenilir işlemler olarak uygulanmaktadır.

MEMORIAL

Cildiye (Dermatoloji) Bölümü

Cildiye, dermatoloji olarak da bilinen, cilt, saç, tırnak ve mukozaların hastalıklarını inceleyen ve tedavi eden bir tıp dalıdır. Cilt, vücudun en büyük organı olup, birçok işlevi vardır; bu nedenle cildin sağlığı, genel sağlık durumunu etkileyebilir. Dermatologlar, cilt sorunları ile ilgili geniş bir bilgi birikimine sahip olup, ciltteki her türlü rahatsızlık ve hastalığı değerlendirme yeteneğine sahiptirler.

Cildiye uzmanları, hem estetik hem de tıbbi sorunlarla ilgilenir. Cilt hastalıklarının yanı sıra, cilt kanserleri, enfeksiyonlar, alerjik reaksiyonlar ve çeşitli cilt bozuklukları gibi konuları da kapsar. Cilt, dış faktörlere karşı bir bariyer işlevi görür; bu nedenle çevresel etmenler, hormonal değişiklikler ve genetik faktörler cilt sağlığını etkileyebilir. Cildiye bölümü, cilt sağlığını koruma, tedavi etme ve ciltte oluşan değişiklikleri yönetme konularında önemli bir rol oynar.

Dermatologlar, hastalarını değerlendirirken, kapsamlı bir muayene yapar ve gerekirse laboratuvar testleri, biyopsiler veya görüntüleme yöntemleri kullanır. Tedavi yöntemleri, hastalığın türüne bağlı olarak değişiklik gösterir ve ilaç tedavisi, topikal tedaviler, lazer uygulamaları, kimyasal peeling gibi çeşitli yöntemleri içerir. Ayrıca, estetik dermatoloji alanında botoks, dolgu ve lazer epilasyon gibi uygulamalar da gerçekleştirilmektedir.

Cildiye bölümü, hem bireylerin fiziksel sağlıkları hem de psikolojik durumları üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Cilt sorunları, bireylerin özgüvenini etkileyebilir; bu nedenle dermatologlar, sadece fiziksel tedavi değil, aynı zamanda duygusal destek de sağlayarak hastalarının genel iyilik halini hedefler.

Cildiye Bölümünde Bakılan Hastalıklar

  • Akne (sivilce)
  • Egzama (dermatit)
  • Psoriasis (sedef hastalığı)
  • Rosacea (gül hastalığı)
  • Cilt kanserleri (melanom, bazal hücreli karsinom, skuamöz hücreli karsinom)
  • Mantar enfeksiyonları (tinea)
  • Uyuz ve bitlenme
  • Alerjik kontakt dermatit
  • Saç dökülmesi (alopecia)
  • Tırnak hastalıkları (tırnak mantarı, tırnak batması)

Sık Sorulan Sorular (sss)

  1. Cildiye uzmanına ne zaman başvurmalıyım?Ciltte anormal değişiklikler, kaşıntı, döküntü veya sivilce sorunları yaşıyorsanız bir dermatolog ile görüşmelisiniz.
  2. Akne tedavisinde hangi yöntemler kullanılır?Akne tedavisinde topikal ilaçlar, oral antibiyotikler ve lazer tedavileri gibi yöntemler uygulanabilir.
  3. Cilt kanserinin belirtileri nelerdir?Cilt kanseri belirtileri arasında ciltteki lekelerde değişiklikler, yeni ben oluşumu veya mevcut benin şeklinde ve renginde değişiklikler sayılabilir.
  4. Egzama nasıl tedavi edilir?Egzama tedavisinde nemlendirici kremler, kortikosteroidler ve antihistaminikler gibi ilaçlar kullanılabilir.
  5. Rosacea nedir ve nasıl tedavi edilir?Rosacea, yüzde kızarıklık, sivilce benzeri lezyonlar ve damar belirginleşmesi ile karakterize bir cilt hastalığıdır. Tedavisi genellikle topikal veya oral antibiyotikler ile yapılır.
  6. Saç dökülmesi için hangi tedavi yöntemleri etkilidir?Saç dökülmesi tedavisinde minoksidil, finasterid gibi ilaçlar ve PRP (platelet rich plasma) tedavisi gibi yöntemler kullanılabilir.
  7. Cilt sağlığını korumak için neler yapmalıyım?Cilt sağlığını korumak için düzenli güneş koruyucu kullanımı, dengeli beslenme, yeterli su tüketimi ve düzenli cilt bakımı önemlidir.

Cildiye bölümü, bireylerin cilt sağlığını korumak ve mevcut sorunları yönetmek için kritik bir alan sunar. Eğer cilt problemleriniz varsa, uzman bir dermatolog ile iletişime geçmek yararlı olacaktır.

Ümran Tıp Merkezi

Kadın hastalıkları dendiğinde rahim, yumurtalık, tüpleri ve dış genital organları içeren kadın üreme sisteminin hastalıkları anlaşılmaktadır. Sık karşılaştığımız kadın hastalıkları ya da jinekolojik hastalıklar olduğu gibi, bunlardan bazıları tehlikeli kadın hastalıkları grubuna girer.

Her kadın hayatının bir döneminde kadın hastalıkları ile karşılaşabilir. Bu hastalıklar kadının cinsel hayatını, üreme kapasitesini olumsuz etkileyebileceği gibi hayatını tehdit edecek durumlar yaratabilir.

Tehlikeli kadın hastalıkları nelerdir?

Bir kadında görülecek en tehlikeli jinekolojik hastalıkları sıralayacak olursak;

  1. Yumurtalık kanseri,
  2. Rahim ağzı kanseri,
  3. Rahim kanseri,
  4. Dış gebelik,
  5. Dermoid kist,
  6. Kanamalı yumurtalık kistleri,
  7. Pelvik inflamatuar hastalık,
  8. Endometriozis,
  9. Pelvik organ prolapsusu,
  10. Miyomlar,
  11. Endometrial polipler.

1. Yumurtalık kanseri

Yumurtalık kanseri diğer jinekolojik hastalıklara göre en tehlikeli jinekolojik hastalık olarak tanımlanabilir. En öldürücü olan jinekolojik kanser türüdür. Etkili bir tarama testi olmadığı için hastaların %70 i ilerlemiş yumurtalık kanseri olarak tanı alır. Kanser ortaya çıkmadan son bir yıl içinde kasık ve karın ağrısı, artmış idrar sıkışması ve idrara yetişememe hissi, iştahsızlık, yeme zorluğu, erken doyma ve şişkinlik hissi sık görülen bulgulardır.

2. Rahim ağzı kanseri

Servikal kanser ya da rahim ağzı kanseri geç tanı aldığında hayatı tehdit edici bir boyuta varabilir. Rahim ağzı kanser tarama tetkiklerinin (smear) yaygın kullanımı ile erken tanı konarak ölümcül etkisi azaltılmıştır. İlişkide kanama şüphe edilip incelenmesi gereken önemli bir bulgudur.

3. Rahim kanseri

Rahim kanseri rahmin iç zarı olan endometrium kaynaklı olduğunda erken tanı alıp tedavi edilebilen bir kanserdir. Buna karşın bazı patolojik tipleri ve rahim düz kasından kaynaklanan rahim tümörleri (sarkom) seyri çok daha kötüdür ve yaşam süresi kısalır. Menapoz sonrası yada üreme döneminde adetler arası düzensiz kanama önemli bir bulgusudur.

4. Dış gebelik

Dış gebelik geç tanı aldığında batın içine olan yoğun kanama nedeniyle hayati tehlike yaratır.

5. Dermoid kist

Dermoid kist yumurtalıkta gelişen doğuştan gelen bir kistik yapıdır. Üreme döneminde sık karşılaşılan akut batın ağrısı ve yumurtalık torsiyonu nedeniyle yumurtalık organ kaybı ve hayati tehlike yaratabilir.

6. Kanamalı yumurtalık kistleri

Kanamalı yumurtalık kistleri, yumurtalık içine olan ve durmayan kanama ile akut batın semptomları yaratır.

7. Pelvik inflamatuar hastalık

Pelvik inflamatuar hastalık ta kasık ağrısı eğer geçmiyorsa ve şiddetleniyorsa, beraberinde enfeksiyon bulguları eşlik ediyorsa kasık apsesi ya da belirtisi olabilir. Enfeksiyon vücuda yayılmadan apse tedavi edilmeli ve boşaltılmalıdır. Sarı, yeşil ya da kahverengi renkte vajinal kokulu akıntı bu duruma eşlik edebilir.

8. Endometriozis

Endometriozis ağrılı adet görmeye ve ilişkide ağrıya yol açabilir. Adenomyosis, endometrioma ya da derin infiltratif endometriozis şeklinde yayılım yapan nodüllerle gözlenebilir.

9. Pelvik organ prolapsusu

Pelvik organ prolapsusu olarak adlandırdığımız durumda rahim, vajen yada rektum vajenden dışarı sarkabilir ve mukozal duvarları dış ortama maruz kalarak kanayabilir.

10. Miyomlar

Miyomlar, hastada yoğun kanama sonucu ciddi kansızlık, bası sonucu idrar ve dışkılama şikayetleri, gebe kalmada zorluk ve gebe kalındığında düşüğe yol açabilir.

11. Endometrial polipler

Endometrial polipler, aşırı kanamaya yol açabildikleri gibi polip zemininde %1 olasılıkla endometrial kanser gelişme riski de taşırlar. Bu nedenle histeroskopik olarak çıkarılmaları gerekir.

En sık görülen kadın hastalıkları nelerdir?

Bir kadının hayatı boyunca en sık karşılacağı kadın hastalıkları ise ağrılı ödet görme, vajinal akıntı, adet görememe, polikistik over hastalığı, miyom ve çikolata kisti hastalığıdır diyebiliriz. Hangi hastalık olursa olsun erken tedavi çok önemlidir. Aradan çok bir süre geçmeden doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.

KADIN DOĞUM UZMANI NEDİR ? JİNEKOLOG NEDİR ?

Kadın doğum uzmanı, doğum konularında ve bilhassa kadın hastalıkları ile ilgili uzmanlık eğitimini tamamlamış olan hekimlere verilen bir unvandır. Kadın doğum uzmanları üstün akademik yeteneğe sahip olmaları ve özellikle biyoloji anatomi bilgisine sahiptir. Hamilelik, kısırlık, ultrasonografi, doğum ve menopoz gibi kadın hastalıklarında uzmanlaşmış doktorlara Jinekolog, nisaiye uzmanı ya da halk arasında kadın doğum uzmanı denilmektedir.

Genellikle, 6 yada 7 yıl süren tıp fakültesi eğitiminden sonra uzmanlık eğitimi için 5 yıl gerekmektedir. Bu eğitim sürecinde; gebelik, normal doğum, sezaryen doğum, kısırlık, tüp bebek tedavisi, doğum kontrol yöntemleri, jinekoloji, onkoloji, ultrasonografi, menopoz, kürtaj işlemleri, laparoskopi, histereskopi gibi kadın sağlığını, anne ve bebek sağlığına fayda sağlayacak endoskopik işlemler gibi bir çok konu üzerinde uzmanlaşma sağlanılıyor. Fakat her kadın doğum uzmanı her konuyla ilgilenmemektedir. Bazı kadın doğum uzmanları yalnızca estetik ile ilgilenirken, bazıları ise, vajinismusla ve kanser hastalıklarıyla ilgilenir.

Tüm kadın doğum uzmanları tüm doktorlar gibi devlet ve üniversite hastanelerinde veya özel hastane ve polikliniklerde yada kendi özel muayenehanelerinde hizmet verirler.

Kadın Doğum Uzmanlarının İlgilendikleri Hastalıklar;

  1. Adet düzensizlikleri,
  2. Rahim ağzındaki hastalıklar,
  3. Vajinit Sorunlar ile ilgili hastalıklar,
  4. Miyom polit gibi rahim ile ilgili sorunlar,
  5. Yumurtalık hastalıkları,
  6. Hamileliği hazırlık,
  7. Doğum kontrol yöntemleri,
  8. Hamilelik sürecinde takip,
  9. Normal doğum ve sezaryan doğum işlemleri,
  10. Ultrasonografi,
  11. Dış gebelik,
  12. Kısırlık tedavisi,
  13. Kürtaj operasyonları,
  14. İdrar kaçırma sorunları,
  15. Genital enfeksiyonların neden olduğu rahatsızlıklar,
  16. Genital organların estetik ile ilgili operasyon ve tedavileri,

Bu hastalıklar ile ilgilenen kadın doğum uzmanları, operatör doktor (Op. Dr.) veya Uzman doktor (Uzm. Dr.) olarak ayrı ayrı isimlendirilirler. Operatör doktor ifadesi genellikle cerrahi branşlarda yani ameliyat yapılan branşlar ile ilgilenen doktorları tanımlar. Kadın hastalıkları ve doğum alanında ameliyatları olan bir branş olduğu için operatör doktor eki ismin başına gelir. Bazen hastalarımızdan Siz operatör müsünüz yoksa uzman mısınız diye sorular geliyor. Şunu çok iyi bilmek gerekir ki, bütün kadın doğum uzmanları operatör doktordur.

Eğer bir branş da ameliyat yapılıyorsa, o doktor operatör doktor diye geçer. Ameliyat yapılmayan dahiliye, dermotoloji gibi branşların doktorları ise operatör doktor değil uzman doktor diye geçer.

Evli ya da bekar her kadın 6 ayda veya yılda bir kez kadın doğum uzmanına giderek jinekolojik muayene yaptırması oldukça önemlidir. Jinekolojik muayene olası hastalıkların önlenmesi için erken tanı ve tedavisinde çok önemlidir. Birçok kadın jinekolojik muayeneye gitmekten çekinebilir.

Ancak senelik muayeneler ile kadının vajinal hastalıkları veya hayatını riske edecek hastalıkların erken tanısı ile ortaya çıkabilecek olumsuz durumların önüne geçilebilir. Örneğin genital bölgede meydana gelen küçük bir yara, önemsenmeyebilir. Ancak bu yara bir süre sonra enfeksiyona dönüşüp daha ciddi sorunlara yol açabilir, ya da oluşan yara ciddi bir hastalığın belirtisi olabilir.

Aynı şekilde genital bölgede kadının önemsemediği kaşıntıların sebebi kanser dokusu da olabilir. Tüm bu durumlardan sakınılması için kadının jinekolojik muayeneden çekinmemesi ve düzenli olarak doktora giderek muayenesini yaptırması gerekmektedir. Daha önce jinekolojik muayeneye hiç gitmemiş kadınlar, ilk muayenede çekinebilir. Muayene, oldukça kısa sürede tamamlanmaktadır.

Ağrılı ya da acılı bir işlem değildir. Bu sebeple de kadınların jinekolojik muayeneye gitmekten korkmaması ve düzenli olarak kontrollerini yaptırması gerekir. Jinekolojik muayeneler, ölümcül olabilecek hastalıkların erken tanısı için çok önemlidir. Jinekolojik muayene kadın hastalıkları ve kadın doğum uzmanları (jinekolog) tarafından yapılmaktadır.

Şayet hasta henüz cinsel yaşam açısından aktif değilse, muayene karından yapılmaktadır. Vajinal muayene için evli ya da bekar olma şartı aranmamaktadır.

Jinekolojik muayene nasıl yapılır?

Jinekolojik muayeneye başlamadan önce kadın hastanın öyküsü dinlenir. Ardından hasta jinekolojik muayene masasına yatırılır. Hastanın masaya yerleşmesi ve kıyafetlerini çıkartması için hemşire ya da doktorun asistanaı yardımcı olacaktır. Belden aşağısına steril bir örtü serilir. Hasta, bacaklarını masanın her iki yanında bulunan desteklere koyar.

Hastanın bu pozisyonunun ismine tıp literatürünce litotomi denir. Jinekolojik muayeneye başlayan doktor ilk olarak hastanın karın bölgesine ve dış genital organlarına bakar. Bu kontrolün ardından kadına spekulum muayenesi yapılır. Spekulum aleti metal ya da plastik olabilir. Spekulum iki parçalı, ördek gagasına benzeyen bir alettir. Bu iki parça arasından kadının vajinasının içi ışık ile aydınlatılarak izlenir.

Spekulumun yerleştirilmesi esnasında kadının kendisini rahat hissetmesi muayenenin daha kolay tamamlanmasını sağlayacaktır. Spekulum aletinin yardımıyla vajina içine bakılarak vajinanın içinde akıntı veya diğer patolojik bulguların varlığı gözlemlenir. Aynı zamanda rahim ağzı ve çevresi de gözlemlenir. Rahim ağzında herhangi bir yara ya da farklı sorunlar mevcut ise bunlar tespit edilir. Doktor gerekli görürse rahim ağzından smear testi ya da kültür örneği alır. Spekulum muayene bakire olan kadınlara yapılmamaktadır.

Spekulum muayenesinden sonraki aşama elle muayene yani manuel muayene evresidir. Kadının rahminde veya yumurtalıklarındaki miyom ya da kist benzeri yapılar elle hissedilebilmektedir. Bu muayene yapılırken doktor iki parmağını vajinanın içerisine yerleştirir. Doktor diğer eliyle de karın alt bölgesine dokunarak organları ve dokuları değerlendirir.

Bakire kadınlar için vajinal yoldan elle muayene yapılamaz. Bu sebeple de karından ya da rektumdan muayene yapılabilir.

Ultrason ile muayene

Jinekolojik muayeneden sonra, şayet doktor gerekli görürse ultrason muayenesi de yapabilir. Günümüzdeki jinekolojik muayenelerin hemen hemen hepsinden sonra ultrason incelemesi yapılmaktadır. Ultrason muayenesi karından ya da vajinal yoldan yapılabilmektedir. Ultrason muayenesi eğer karından yapılacaksa kadın hastanın idrarını yapmamış olması gerekmektedir. Ultrason muayenesi bakire kadın hastalara karından yapılmaktadır.

OP. DR. HASAN YILDIZ / MAYA KADIN SAĞLIGI

İç Hastalıkları

İç hastalıkları veya diğer adıyla dahiliye bölümü yetişkinlerde iç organları ilgilendiren hastalıkların geniş bir yelpazede değerlendirilerek tanı, tedavi ve izlemin bir arada yürütüldüğü bir uzmanlık alanıdır. Genel dahiliye bölümünün ilgilendiği sistemler geniş bir alana yayıldığı için yan dal uzmanlıkları da mevcuttur. Yandal polikliniklerinden nefroloji böbreklere, gastroenteroloji sindirim sistemine, hematoloji kan ve pıhtılaşma bozukluklarına, endokrinoloji salgı ve hormon sistemine, romatoloji eklem hastalıklarına bakar. Ayrıca yaşlı sağlığı için geriatri olarak adlandırılan yandal branşı da vardır. Genel dahiliye bölümü nefroloji, gastroenteroloji, hematoloji, endokrinoloji, romatoloji ve geriatriyi ilgilendiren tüm hastalıkların geniş bir bakış açısıyla incelendiği ve farklı yandallardan gelen sonuçların birlikte değerlendirildiği bölümdür. Ayrıca hastaların ön değerlendirme sonucu ilgili branşa yönlendirilmesi de genel dahiliye bölümünde yapılır. 14 yaş ve üzerindeki bireylerin cerrahi dışı tüm şikayetlerinin tanı ve tedavisinde genel dahiliye bölümü tarafından verilen hizmet kapsamındadır. Hastanemizin iç hastalıkları (dahiliye) bölümünde diğer branşlarla işbirliği ve multidisipliner bir yaklaşım mevcuttur. Bu kapsamda başvuran kişilere verilen hizmetler şu şekildedir:

  • Ayaktan poliklinik muayene hizmeti
  • Serviste yatarak tanı ve tedavi
  • Başvuranların takibi ve tedavi sürecinin izlenmesi
  • Kronik hastalıklarda ilaç raporu çıkarılması
  • İç hastalıklarını ilgilendiren acil hastalıkların değerlendirilmesi
  • Cerrahi operasyon öncesi ve sonrasında değerlendirme
  • Diğer branşlarla konsültasyon hizmeti
  • Check-up ve sağlık taramaları

İç Hastalıkları’nda Kullanılan Tanı Yöntemleri

Vücut içinde bulunan organları ilgilendiren hastalıklar ile ilgili şikayetlerin ortaya çıkması durumunda iç hastalıkları bölümüne başvurulmalıdır. Florence Nightingale’in deneyimli uzman doktor kadrosu hastalıkların tanısı için şikayetlere yönelik kapsamlı bilgi edinmek için sorular sorar. Bu sayede semptomlar tespit edilerek muayene için gerekli bilgiler öğrenilir. Şikayetin bulunduğu sisteme yönelik muayene yapılarak gerekli görülmesi durumunda ek tanısal tetkikler istenebilir. Florence Nightingale Hastaneleri iç hastalıkları bölümünde hastalıklar multidisipliner olarak değerlendirilir ve hastanın şikayetleri için uygun tanı yöntemleri kullanılır. İç Hastalıkları bölümümüzde kullanılan tanı yöntemlerine aşağıda yer verilmiştir:

  • Kan tetkiki: Sistemlerin fonksiyonlarında bozulma olup olmadığının tespit edilmesi için kan tahlili alınabilir. Tiroid, karaciğer ve böbrek değerleri ile birlikte vitamin değerleri de incelenebilir. Ayrıca check-up veya sağlık taramasında da kullanılabilir.
  • Sindirim sisteminin kamera ile incelenmesi: Özofagogastroduodenoskopi olarak adlandırılan endoskopi yöntemi ile sindirim sisteminin üst bölümünü ilgilendiren hastalıklar görüntülü olarak tespit edilir. Kolonoskopi veya rektosigmoidoskopi yöntemiyle de kalın bağırsak incelemesi yapılır.
  • ERCP (Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi): Safra yolları ve pankreas hastalıkları kamera yardımıyla incelenir. Hem tanıda hem de tedavide kullanılan bir yöntemdir.
  • Karaciğer biyopsisi: Karaciğer hastalıklarında tanı koymak için doku örneği alınır.
  • Periferik yayma ve kan hücrelerinin mikroskobik incelemesi: Hematolojik hastalıkların teşhisi için kan hücreleri mikroskop altında incelenir.

İç Hastalıkları’nda Tedavi Edilen Hastalıklar Nelerdir?

Genel dahiliye bölümü birçok farklı sistem hastalıklarının tedavi edildiği bir branştır. Yan ağrısı ve idrarda yanma gibi böbrekleri ve nefrolojiyi ilgilendiren şikayetlerde dahiliye polikliniğine başvurulabilir. Karın ağrısı, şişkinlik, bulantı ve kusma gibi karın organlarını ve gastroenteroloji branşını ilgilendiren şikayetler de öncelikle dahiliye bölümünde değerlendirilir. Kanama ve pıhtılaşma bozuklukları ile ilgili şikayetleri olan hastaların da hematolojik açıdan değerlendirilmesi için dahiliye polikliniğine başvurmaları gereklidir. Diyabet ve hipertansiyon hastalarının takibi de endokrinoloji ve genel dahiliye polikliniklerinde yapılır. Eklem yerlerinde ağrı şikayeti ile iç hastalıkları polikliniğine başvuran kişilerde ise ön romatolojik değerlendirme yapılarak gerekli görülmesi halinde romatolojiye yönlendirilir. İç hastalıkları bölümünde tedavi edilen hastalıklar ise şu şekildedir:

  • Nefrolojik hastalıklar: Hipertansiyon, vücutta kan basıncının yükselmesi ile seyreden kronik bir rahatsızlıktır. Bunun dışında idrarda kanama, yanma, protein kaçağı gibi durumlara yol açan böbrek hastalıkları ile beraber böbrek taşları da dahiliyede tedavi edilir. Kistik böbrek hastalıkları, akut veya kronik böbrek yetmezliği ve şeker hastalığına bağlı oluşan böbrek hastalıklarının tanı, tedavi ve takibi yine dahiliye bölümünde gerçekleştirilir.
  • Gastroenterolojik hastalıklar: Kabızlık, ishal ve irritabl bağırsak sendromu bağırsak hareketlerinde artış veya azalma sonucu oluşan hastalıklardır. Bunların dışında gastrit, reflü ve mide ülserleri de iç hastalıkları tarafından tedavi edilir. Karaciğer fonksiyonlarında bozulmaya neden olan birçok karaciğer hastalığı ve siroz gibi ileri derece karaciğer yetmezlikleri gibi durumlarda yine dahiliye doktorları tarafından tedavi uygulanır. Crohn ve ülseratif kolit olarak sınıflandırılan inflamatuvar bağırsak hastalıkları da bu grupta yer alır.
  • Hematolojik hastalıklar: Demir veya B12 eksikliğine bağlı oluşabilen anemiler ile birlikte kansızlık sorunu oluşturan genetik bir hastalık olan Akdeniz anemisi bu grupta bulunur. Lenf kanseri türlerinden olan Hodgkin ve Non-Hodgkin lenfoma ile kan kanseri türlerinden olan kronik lenfositik lösemi, kronik myeloid lösemi, saçlı hücreli lösemi dahiliye tarafından tedavi edilen hematolojik hastalıklardandır. Trombotik trombositopenik purpura (TTP), immün trombositopenik purpura (İTP) ve kanama pıhtılaşma bozukluklarına sebep olabilen diğer hastalıklar da yine iç hastalıkları bölümünde tedavi edilir.
  • Endokrinolojik hastalıklar: Bu grubun başında tiroid değerlerinde bozulmaya neden olan hipotiroidi ve hipertiroidi gibi hastalıklar yer alır. Ayrıca kanda bulunan şeker oranının yüksekliği ile tanı konulan tip 1 ve tip 2 diyabet hastalığında dahiliye tarafından tedavi uygulanır. Büyüme ve gelişme gerilikleri, obezite ile kolesterol ve trigliserid değerlerinde bozulmaya neden olan hastalıkların tedavisi de iç hastalıkları branşında yapılır.
  • Romatolojik hastalıklar: Halk arasında kireçlenme olarak adlandırılan osteoartrit (dejeneratif eklem hastalığı) bu grupta değerlendirilir. Ayrıca yumuşak dokunun etkilendiği ve boyun,sırt,kol ve bacakta ağrıya neden olan romatizmal hastalıkların (fibromiyalji, miyalji, tendinit) tedavisi de dahiliyede yapılır. İltihaplı romatizma hastalıkları (romatoid artrit gibi) yine iç hastalıkları tarafından tedavi edilir.

İç Hastalıkları’nda Yapılan İşlemler ve Tetkikler

Vücudun içinde bulunan organların detaylı değerlendirilmesi için kullanılan bazı özel tetkikler vardır. Florence Nightingale Hastaneleri iç hastalıkları bölümünde hizmet verilen özel prosedürler aşağıdaki gibidir:

  • Özofagogastroduodenoskopi: Bu tetkikte yemek borusu, mide ve ince bağırsağın ilk bölümü (onikiparmak bağırsağı) içeriden kamera yardımı ile incelenir. Polip oluşumu, ülserler ve gastrit bu yöntem kullanılarak görüntülenir. Endoskopik inceleme yabancı cisim çıkarılmasında ve yemek borusundaki darlıkların görüntülenmesinde de kullanılır.
  • Kolonoskopi ve rektosigmoidoskopi: Kolon ve rektumun (kolon ve makat arasında yer alan bağırsakların son kısmı) kamera yardımıyla incelendiği tetkiktir. Polip, hemoroid gibi durumlarda bu tetkik faydalıdır. Ayrıca polip örneği de bu tetkik sırasında alınır.
  • ERCP: Safra kesesi, safra yolları, pankreas ve karaciğerin görüntülenmesinde yardımcıdır. Bu organlarda oluşan hastalıkların tanısında kullanılan bu yöntem safra taşlarının çıkarılması gibi tedavi amaçlı da kullanılır.
  • OGTT (Oral glukoz tolerans testi): Kan testi sonucu diyabet şüphesi bulunan kişilerde tanı amaçlı kullanılan testtir. Açlık sırasında kan şekeri ölçüldükten sonra belirli miktarda glikoz (şeker) tüketilmesi sonucu kandaki şeker oranının tekrar ölçülmesi şeklinde uygulanır.
  • DEXA (Kemik dansitometresi): Osteoporoz tanısı için kemik yoğunluğunun ölçüldüğü ağrısız ve güvenli bir testtir.

İç Hastalıkları’nda Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Florence Nightingale Hastaneleri İç Hastalıkları bölümünde başvuran kişilerin şikayetlerine yönelik yapılan tetkikler sonucunda bu şikayetlere neden olan hastalık belirlenir. Hastalık belirlenmesi sürecinde gereklilik halinde diğer branşlarla koordine şekilde çalışılarak konulan doğru teşhis sonrası en uygun tedavi yöntemi seçilir. Hastalığın şiddeti, türü ve hastaların tedaviye uyumu doğru yöntemin seçilmesinde etkilidir. İç Hastalıkları bölümünde kullanılan tedavi yöntemleri genel olarak şunlardır:

  • Hastalık ve tedavi yöntemi ile ilgili danışmanlık ve eğitim
  • İlaç tedavisi (hap, enjeksiyon, serum vb.)
  • Özel tedavi teknikleri ile tedavi (ERCP, kolonoskopi vb. kullanılarak)
  • Kök hücre nakli
  • Diyaliz tedavisi

Gerekli görülmesi durumunda ilgili branşlara yönlendirme yapılarak cerrahi tedavi başlanabilir.

İç Hastalıkları’nda Kullanılan Sağlık Teknolojileri Nelerdir?

Florence Nightingale Hastaneleri İç Hastalıkları bölümünde güncel teknolojiden faydalanılarak geliştirilen sağlık teknolojileri ve cihazlar kullanılır. Dahiliye branşının kapsadığı hastalık yelpazesinin geniş olması sebebiyle tanı ve tedavi amaçlı en güncel cihazlardan faydalanılır. İç Hastalıkları bölümünde kullanılan bu cihazlar şunlardır:

  • Ultrason: Ultrasonik ses dalgalarının kullanılarak iç organların görüntülenmesinde kullanılır. Yumuşak dokuların ve içinde boşluk bulunan organların (mesane gibi) incelenmesinde faydalı bir yöntemdir.
  • Bilgisayarlı Tomografi (BT): İç organların özel röntgen ışını kullanılarak görüntülenmesidir. Dahiliyenin ilgi alanı içinde bulunan birçok hastalığın tanısında yardımcıdır.
  • Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI): Manyetik alan yardımıyla radyasyon kullanılmadan vücudun belli bölümlerinin görüntülenmesinde kullanılan bir tanı cihazıdır.
  • Endoskopi ve Kolonoskopi: Kamera ile yemek borusu, mide ve onikiparmak bağırsağının ya da kolon ve rektumun incelenmesinde kullanılır. Hem tanı hem tedavi amaçlı kullanılan cihazlardır.

Florence Nightingale Hastaneleri

Erkeklerde Ürolojik Hastalıklar

Üroloji Nedir? Üroloji, idrar yolu hastalıkları ile ilgili tüm tanı ve tedavi süreçlerini yürüten bilin dalıdır. Öte yandan üroloji, erkek üreme organı (penis, prostat, testis, skrotum) hakkındaki bütün problemlerle de ilgilenmektedir. Üroloji bilimi alanında uzmanlaşmış hekimlere ürolog ismi verilmektedir. Bir diğer deyişle ürolog, üriner sistem hastalıklarını teşhis ve tedavi edebilmek için eğitim almış tıp doktorudur. Üroloji cerrahisi bir uzmanlık alanı olarak sınıflandırılır. Fakat karşılaşılan hastalıkların çok çeşitli olması sebebiyle iyi bir ürolog, pediatri, jinekoloji, iç hastalıkları ve diğer alanlarda da bilgi sahibi olmalıdır. Bu sayede erkeklerde ürolojik hastalıklar görüldüğü durumlarda tanı ve tedavi süreci çok daha basit olacaktır.

Bevliye Bölümü

Üroloji bölümü aynı zamanda bevliye bölümü olarak da bilinmektedir. Bevliye bölümü hastalıkları, insan hayatını ele geçirebilen ve yaşam kalitesini ciddi oranda düşüren hastalıklardır. Aynı zamanda üriner sistem hastalıkları olarak da bilinen bu hastalıkların, erken teşhisi ve doğru tedavisi hastalar açısından çok önemlidir. İnsanın günlük yaşamını kontrolü altına alabilen bu hastalıkların, hiç ertelenmeden tedavi edilmesi gerekmektedir. Erkeklerde ürolojik hastalıklar, tedavi edilmedikleri durumlarda psikolojik hastalıkların da önünü açarlar.

Erkeklerde Ürolojik Hastalıklar Nelerdir?

Ürolojik hastalıkların bir çoğu her iki cinsiyet için de geçerli olurken, bazı hastalıkları kadınlarda ürolojik hastalıklar ve erkeklerde ürolojik hastalıklar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Burada her iki cinsiyetin de cinsel organının etkisi büyüktür. Ürolojiye yönelik sağlık problemleri, idrar tutamama sorunlarından kansere kadar oldukça büyük bir yelpazede ele alınmalıdır. Erkeklerde ise bu hastalıklar, erkek üreme organı yönünden farklılıklar gösterir. Peki, bu hastalıklar nelerdir? Bu hastalıklar şu şekilde sıralanabilmektedir.

İdrar tutma problemleri
İdrar yolu enfeksiyonları
Böbrek taşları
Mesane taşları
Testosteron problemleri
Erektil disfonksiyon
Penis yamukluğu
Kısırlık
Prostatit
Prostat büyümesi
Aktif mesane
Kanlı idrar
Erken boşalma
Tüm üriner kanser türleri
Yüksek PSA

Kronik pelvik ağrı
Üreteral taşlar

Erkeklerde Ürolojik Hastalıklar İçin Tanı Yöntemleri

Ürolojik erkek hastalıklarının tanı ve teşhisinde, kadınlarda ya da çocuklarda kullanılan tekniklerin dışında farklı teknikler kullanılmamaktadır. Hemen hemen her yaştan ve cinsiyetten insan için, benzer tekniklerle tanı ve teşhis koyulmaktadır.

  • Laboratuvar testleri
  • Prostat biyopsisi
  • Ultrason
  • Ürodinami
  • Üroflowmetri
  • Voiding sistoüretrografi
  • Bilgisayarlı tomografi
  • MR

Avicenna

Bayanlar Neden Kadın Ürolog Tercih Ederler?

Kadın Ürolojisi (Ürojinekoloji)

Kadın ürolojisi, kadınlarda idrar kaçırma problemler, vajina sarkmaları, pelvik ve mesane ağrıları, cinsel problemler ve diğer işeme problemlerinin tanı ve tedavisini yürütmektedir. Üroloji doktorları genellikle erkeklerden oluşmaktadır. Bu gelenek yıllardan beri Türkiye’de devam ediyor olsa da, son yıllarda oldukça başarılı kadın üroloji doktoru neferleri yetişmektedir. Avicenna Ataşehir Hastanesi Üroloji bölümü bünyesinde ürolog kadın doktor bulunmaktadır. İstanbul Ataşehir’de kadın ürolog arayan hastaların tercihi Avicenna Hastanesi olmaktadır.

Kadın Ürolog Nedir?

Hem erkeklerde hem de kadınlarda bulunan boşaltım sistemi organlarına ve erkek üreme sistemine bakan ve üroloji alanında uzmanlık yapmış doktorlara ürolog adı verilmektedir. Ürologlar altı yıl süren tıp eğitimlerinden sonra, beş yıl devam eden üroloji uzmanlık eğitimini tamamlarlar. Genellikle klinik çalışmalar yapan ürologlar, zaman zaman da ameliyatlara girerek tedavi uygularlar. Bu anlamda kadın ürologlar ile erkek ürologlar arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Bir doktorun cinsiyeti ne olursa olsun, tedavi teknikleri ve sağlık hizmeti değişkenlik göstermemektedir.

Ürologlar Hangi Hastalıklara Bakarlar?

Bevliye bölümü, boşaltım sisteminde bulunan bütün organların sağlık durumlarıyla ve hastalıklarıyla ilgilenmektedir. Öte yandan, üreme organları ile ilgili hastalıklar da üroloji bölümü dahilindedir. Erkek ya da bayan ürolog fark etmeksizin, üroloji bölümü şu hastalıklarla ilgilenmektedir:

  • İdrar yolu hastalıkları
  • Böbrek taşı
  • Cinsel yollarla bulaşan hastalıklar
  • İdrar yolu iltihabı
  • İdrar tutma problemi
  • Boşaltım sistemi organ yaralanması
  • Prostat
  • İdrar yolu tıkanması
  • Kısırlık
  • İktidarsızlık

Bayan Ürolog Tercihi

Toplumda üroloji bölümünün sadece erkek hastalarla ilgilendiğine dair bir algı bulunmaktadır. Bu algı doğru değildir. Her ne kadar bayan ürolog ile erkek ürolog arasında bir fark bulunmasa da, Türkiye’de kadınlar, bayan ürologları tercih etmeye daha meyillidirler. Bilindiği kadarıyla Türkiye’de toplam 8 tane kadın ürolog bulunmaktadır. Ürojinekoloji olarak da bilinen kadın ürolojisi, kadınlarda şu hastalıklarla ilgilenirler:

  • Kist ve tümör oluşumu
  • İdrar yolları enfeksiyonları
  • Böbrek taşı
  • İdrar yolu taş oluşumları
  • Böbrek hastalıkları
  • Böbrek yetmezliği
  • İdrar yolları daralması
  • Addison hastalığı
  • Vezikoüretral reflü
  • Enürezis nokturna
  • Mesena kontrolü problemleri

Avicenna

Ürolojik hastalıklar yetişkinleri etkilediği gibi çocukları hatta bebekleri de etkiliyor. Yenidoğanlar dünyaya doğumsal bir ürolojik hastalıkla gelebiliyor veya yaşamın ilk yıllarında bir ürolojik hastalıkla karşılaşabiliyor. Aslında çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanından sonra bir hastalık olmadan mutlaka en az bir kez ziyaret edilen bir branştır çocuk üroloji. Toplumumuzdaki erkeklerin neredeyse tamamı bebeklik ve çocukluk döneminde sünnet edilir. Bunun için ise bir çocuk üroloji uzmanına başvurulur. Bu haliyle düşündüğümüzde sünnet muhtemelen ülkemizde en sık uygulanan cerrahi işlemdir.

Çocuk Üroloji Neye Bakar

Çocuk Ürolojisi bebeğin dünyaya gelmesi ile 18 yaşına kadar olan dönemi kapsar. Tüm çocuklarda böbrek ve idrar yolları, erkek çocuklarda penis ve testis, kız çocuklarında ise genital bölge ile ilgili sorunlarla ilgilenir. Çocuk ürolojinin ilgi alanına giren hastalıklar şu şekildedir:

  • Böbrek ve üst idrar yolları ile ilgili hastalıklar: Hidronefroz, doğuştan tek böbreğin olmaması, polikistik böbrek, atnalı böbrek, pelviüreterik bileşke tıkanıklığı, böbrek taşı hastalığı.
  • Alt İdrar Yolları Hastalıkları: Vezikoüreteral reflü (böbrek reflüsü), mesane ekstrofisi ve divertikülü, üreterovezikal bileşke darlığı, üretra darlıkları.
  • Penis Anomalileri: En sık görüleni doğuştan sünnetli veya peygamber sünneti olarak adlandırılan hipospadiasdır. Diğer penis anomalileri şu şekildedir: gömük penis, epispadias (idrar deliğinin penisin üst yüzüne açılması), fimozis (sünnet derisinin darlığı)
  • Testis ve Skrotum Anomalileri: İnmemiş testis, hidrosel (su fıtığı), testis torsiyonu
  • İşeme Bozuklukları: İnkontinans, uykuda işeme, idrar kaçırma
  • Varikosel (Testisin damarlarının genişlemesi)
  • Kasık fıtığı
  • Kız çocuklarında karşılaşılan yumurtalık kistleri ve genital bölge travmaları
  • İdrar yolu enfeksiyonları
  • Erkek çocuklarında sünnet ve sünnet komplikasyonları

Sık Karşılaşılan Çocuk Üroloji Hastalıkları ve Tedavileri Nedir?

İnmemiş Testis

Testistler, bebek geliştikçe gelişip büyür. Bu gelişim anne karnında başlar. İlk olarak karından sonra ise kasık kanalından geçerek testislerin doğal konumu olan torbaya doğru ilerler. Doğumdan kısa bir süre önce testisler torbaya yerleşmiş olur. Ancak kimi zaman testislerin biri veya ikisi bu inişi tamamlayamaz. Bu durum inmemiş testis olarak adlandırılır. Cerrahi tedavi ile doğal konumuna yerleştirilmesi gerekir.

Doğumsal Penis Eğriliği (Konjenital Penil Kurvatür veya Kordi)

Doğumsal bir hastalıktır. Ergenlik öncesi düzeltilmesi gerekir. Penisin eğri olmasıdır. Penis eğriliği sıklıkla çocuk ereksiyon olduğu zaman ebeveynler tarafından fark edilir. Tek başına olan penis eğrilikleri günübirlik bir cerrahi girişim ile düzeltilebilir.

Hidrosel (Su fıtığı)

En sık karşılaşılan çocuk üroloji rahatsızlıklarından biridir. Testis yapısal olarak iki tabakalı koruyucu bir kılıf ile sarılıdır. Hidrosel, bu katmanlarda sıvı toplanmasına verilen isimdir. Bu sıvı, testiste bir şişliğe yol açar ve çocuğu rahatsız eder. Genellikle 2 yaşa kadar kendiliğinden düzelmesi beklenir. İki yaşından sonra bu durumun kendinden düzelme şansı yoktur. Çocuk ürolojisi tarafından cerrahi müdahale gereklidir.

Böbrek Reflüsü (Vezikoüreteral Reflü)

Mesanedeki idrarın yukarı doğru böbreğe kaçmasıdır. İdrar böbreğe geri kaçar ve bu nedenle böbrekte hasar oluşur. Nihayetinde böbrek yetmezliğine kadar varabilecek bir sağlık sorunu ile karşı karşıya geliriz. Tanı konulması ile antibiyotik ve cerrahi tedavi değerlendirilir. Belirtileri şu şekildedir: Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu, sık ancak az miktarda idrar yapma, idrar kaçırma, idrarda kötü koku, geçmeyen kabızlık, bel ve karın bölgesinde ağrı.

Hipospadias

İdrar deliğinin olması gerekenden daha aşağıda olmasıdır. Hipospadias, halk arasında peygamber sünneti ya da doğuştan sünnetli gibi masum isimlerle tanımlansa da ameliyat ile düzeltilebilen ciddi bir cerrahi işlemdir. Sıklıkla doğum sonrasında tanısı konur. Hastalık nedeniyle idrar yolu enfeksiyonları, idrar kanalı darlıkları, işeme güçlükleri görülebilir. Tüm bunların toplamı olarak böbrek yetmezliği gibi ciddi bir durum gelişebilir. Tedavisi cerrahidir. 6-18 ay arasında yapılması önerilir.

UPJ Darlığı

Böbrek çıkışındaki kanalın darlığıdır. Böbreğin şişmesine neden olabilir. Ortalama 1500 çocukta 1 görülür. İdrarın tam olarak yapılamamasından dolayı çocukta ağrı, enfeksiyon ve hidronefroz meydana gelebilir. Nihayetinde de böbrek fonksiyonları azalır. Tedavi edilmediği takdirde kronik böbrek yetmezliğine kadar giden bir süreç başlar. Cerrahi girişimde altın standart tedavi, dar segmentin çıkartılması ve havuzcuğun tekrar idrar yoluna dikilmesidir.

Çocuk Ürolojisi Sık Sorulan Sorular

Çocuğum gece idrar kaçırıyor. Gece idrar kaçırmanın önüne nasıl geçebiliriz?

Gece idrar kaçırmanın farklı nedenleri olabilir: gece normalden fazla idrar üretilmesi, mesanenin normalden küçük olması veya gereğinden fazla kasılması, genetik yatkınlık… Çocuğunuz geceleri idrar kaçırıyorsa mutlaka bir üroloji uzmanına başvurmalısınız. Ancak öncesinde kendi alacağınız bazı önlemler de size yardımcı olabilir:

  • Beslenme ve sıvı alma alışkanlıkları gözden geçirilmelidir. Günlük 6 su bardağı su içilmelidir.
  • Yatmadan önce su içmekten, kafeinli ve gazlı içecek tüketmekten kaçınılmalıdır. Yatmadan önce tuvalete gidilmeli ve mesane boşaltılmalıdır.
  • Kabız kalmaktan kaçınmakta fayda var. Lifli gıdalar tüketilmelidir.
  • Çocuğunuz okula başlamış olsa bile hala küçük ve yeni alışkanlıklar edinmeye açıktır. İki üç saatte bir tuvalete gitme alışkanlığı kazandırmaya çalışın. Tuvaletini geciktirmemesini de belirtin.
  • Gece idrar kaçıran çocuk bunun yanlış bir durum olduğunu farkına varmalıdır. Sabah yatağını temizlerken bu temizliğe yardımcı olmasını isteyin. Eğer sorun yapısal değil davranışsalsa bu şekilde sonuç elde edilebilir.

Gece idrar kaçırma genetik midir?

Evet. Genetik mirasımızın etki ettiği bir sorundur. Gece idrar kaçırma tek bir ebeveynde varsa %46, hem anne hem babada varsa % 77 oranında çocuğunuzda da olur.

VUR nedir? Ne sıklıkla görülür?

Vezikoüreteral reflü ya da böbrek reflüsü. Mesanedeki idrarın yukarı böbreğe kaçması anlamına gelir. Çoğu zaman idrar yolu enfeksiyonlarıyla birlikte görülür. Sık ve az miktarda idrar yapma, idrarda kötü koku, karın ağrısı en sık görülen belirtilerdir. Görülme sıklığı konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, ortalama her 100 çocuktan birinde görüldüğü belirtilebilir. İdrar yolu enfeksiyonu olan çocukta ateş de ortaya çıkarsa VUR tespit etme oranı %30–50’ye ulaşır.

Çocuğumda varikosel saptandı, testise ciddi bir etkisi var mıdır? Tedavi gerekir mi? Tedavisi nedir?

Varikosel, testisin içinde bulunduğu testis torbalarındaki toplardamarların genişlemesidir. Özellikle sol testiste görülür. Testiste küçülmeye ve infertiliteye neden olabilir. Bu nedenle tedavisi gerekli bir hastalıktır.

Cerrahi tedavisi mümkündür. Tecrübeli ellerde de oldukça başarılı sonuçlar verir. Ameliyat mikroskop altında yapılır. İşlem yapılan bölge oldukça büyük ve detaylı bir şekilde görülür. Kasık bölgesinden yapılan kesiyle vücut içine girilerek cerrahi müdahale gerçekleştirilir.

Çocuğumunun böbreğinde taş tespit edildi. Tedavisi nedir? Ne yapmalıyız?

Gelişen teknoloji sayesinde günümüzde böbrek taşı tedavisinde farklı alternatiflere sahibiz. Bu tedavilerin hepsini de kapalı olarak yapmaktayız.

Çocuğunuzun böbreğindeki taşın özelliğine göre değişmekle birlikte anestezi uygulamadan gerçekleştirdiğimiz ESWL ilk yöntem olarak düşünülebilir. RIRS dediğimiz idrar yolundan böbreğe ulaşarak gerçekleştirdiğimiz işlem ve sırttan küçük bir iğne ile böbreğe ulaşarak yaptığımız PNL ameliyatı oldukça güvenli tedavi seçenekleridir.

Çocuğumuza inmemiş testis tanısı kondu. Tedavi olması gerekir mi?

Çocuk ürolojisinde en sık karşılaştığımız sorunlardan biridir. Özellikle 37. haftadan önce doğan bebeklerde sık rastlanır.  Ortalama her beş yenidoğandan ikisinde görülür. Elle muayene ile tanısı konur.

Çocuğun hayatını tehdit eden bir durum olmamakla birlikte gelecekte bazı önemli problemlere sebep olabilir. Bu nedenle tedavisi önerilir. Bu sorunlar şu şekildedir: infertilite, testis kanseri, fıtık, testis torsiyonu…

Tedavisi cerrahidir. 2 cm’lik bir kesi ile ameliyat gerçekleştirilir. İşlemin bir yaş civarı yapılmasını öneririz.

PROF. DR. SERDAR AYKAN

Bölüm Hakkında

Ortopedi ve Travmatoloji, teknoloji ve bilimsel ilerlemelerin ışığında en hızlı gelişen, değişen ve hatta kapsamı artan dalların başında gelmektedir. Memorial Sağlık Grubu Ortopedi ve Travmatoloji Bölümleri, deneyimli akademik kadroları, ileri teknoloji ile donatılmış tanı ve tedavi üniteleri ve multidisipliner tedavi yaklaşımları ile hizmet vermektedir.

Ortopedi ve Travmatoloji Nedir?

Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü, kas-iskelet sistemindeki doğumdan gelen ve sonradan ortaya çıkan hastalıkları ile ilgilenmektedir.  

Ortopedi ve Travmatoloji Hangi Hastalıklara Bakar?

Ortopedi ve travmatoloji bölümünün genel olarak ilgilendikleri hastalıklar şu şekilde sıralanabilir;

  • Kemik kırıkları
  • Boyun fıtıkları
  • Bel fıtıkları
  • Bacak eşitsizlikleri
  • Doğumsal kalça çıkıkları
  • Menisküs yaralanmaları
  • Eklem ağrıları
  • Romatizmalar
  • Sinir sıkışmaları
  • Eklem bağlarındaki burkulmalar ve ezilmeler
  • Tetik parmak hastalığı
  • Eklem kireçlenmeleri
  • Topuk dikeni
  • Kıkırdak zedelenmeleri
  • Tenisçi dirseği
  • Lif kopmaları
  • Kemik iltihapları
  • Siyatik
  • Farklı eklemlerdeki çıkıklar

Ortopedi ve Travmatoloji  bölümünün ilgilendiği hastalıkların alt başlıkları ise şu şekilde sıralanabilir;

  • Artroplasti cerrahisi (eklem protezleri)
  • Spor travmatolojisi
  • Boy uzatma ve bacak eşitsizlikleri
  • Çocuk ortopedi ve travmatolojisi
  • El cerrahisi ve mikrocerrahi
  • Diz cerrahisi ve artroskopik cerrahi
  • Omuz ve dirsek cerrahisi
  • Ortopedik onkoloji
  • Ayak ve ayak bileği cerrahisi
  • Kemik İltihapları (Osteomyelit) tedavisi

Ortopedi ve Travmatolojide Kullanılan Tanı Yöntemleri Nelerdir?

Ortopedi ve travmatoloji hastalıklarıyla ilgili çeşitle radyolojik görüntülemeler ve kan testlerinden faydalanabilmektedir. Ortopedi ve travmatoloji hastalıklarıyla ilgili kullanılan tanı yöntemleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;

  • Röntgen
  • Bilgisayarlı Tomografi (BT)
  • Manyetik Rezonans (MR)
  • Artrografi MR
  • Kemik taraması
  • Diskografi
  • Doppler Ultrason
  • Çift Foton Absorbsiyometrisi
  • Çift Enerjili X-ışını Absorpsiyometrisi
  • Elektromiyografi
  • Kan testleri

Ortopedi ve Travmatolojide Uygulanan Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Ortopedi ve travmatoloji hastalıklarında kullanılan tedavi yöntemleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;

  • Artroplasti cerrahisi (eklem protezleri)
  • Robotik protez cerrahisi
  • Diz protezi
  • Kalça protezi
  • Yarım diz protezi
  • Spor travmatolojisi
  • Çocuk ortopedi ve travmatolojisi
  • El cerrahisi ve mikrocerrahi
  • Boy uzatma ve bacak eşitsizlikleri
  • Omuz ve dirsek cerrahisi
  • Ortopedik onkoloji
  • Ayak ve ayak bileği cerrahisi
  • Kök hücre tedavisi

Artroskopik cerrahi

Artroskopi fiberoptik cihazlar kullanılarak eklemlerin içlerini görüntülü muayene ederek eklem içinde meydana gelen hastalık ve yaralanmaların tanı ve tedavisini sağlayan bir yöntemdir. Artroskopi ufak birkaç cilt kesisi ile yapılır ve çok ufak bir iz ve ağrıya neden olur ancak açık ameliyata nazaran hızlı bir iyileşme gözlenir. Ameliyat yaklaşık 1 saat sürer ve ameliyattan birkaç saat sonra hasta taburcu edilmektedir. Hasta ameliyattın ardından ayağının üzerine basabilir ve 3 gün sonra araba kullanabilir. Dikiş eriyebilen materyal ile atıldığından alınmasına gerek yoktur. Profesyonel sporculardan ev hanımlarına kadar geniş bir yelpazede; diz-omuz-el ve ayak bileği artroskopileri, bağ-kıkırdak-menisküs-tendon operasyonları, kıkırdak nakilleri modern cerrahi teknikler kullanılarak başarı ile uygulanmaktadır.

Spor Travmatolojisi

Spor, vücudun organik direnicini artıran, sistemlerin fizyolojik kapasitesini geliştiren, bu kapasiteyi koruyan ve devam ettiren bir uğraşıdır. Ancak spora başlamadan önce yeterince hazırlık yapmamak yaralanmaları da beraberinde getirmektedir. Sportif travmaya maruz kalan bölgeler arasında % 32.9 ile diz eklemi ilk sırada yer almaktadır. Diz ekleminden sonra spor esnasında en çok yaralanma; ayak bileği, kalça ve kasık bölgesi, omuz eklemi, ayak uyluk bölgesi, omurga dirsek eklemi, el bileği ve elde görülmektedir. Tüm sportif yaralanmaların acil tanı ve tedavisi Spor Travmatolojisi Bölümü’nde yapılmaktadır.

Boy Uzatma ve Bacak Eşitsizlikleri

Çarpık bacaklar, bacaklar arasındaki eşitsizlik yüzünden oluşan fonksiyonel bozukluklar, boy kısalığı günümüzde İlizarov yöntemi ile tedavi edilebilen ortopedik problemlerdir. Memorial Sağlık Grubu Ortopedi ve Travmatoloji Bölümleri’nde başarı ile uygulanan bu yöntem sayesinde bacaklardaki uzunluk farkı; kısalık telafisi, uzun bacağın kısaltılması ve kısa bacağın uzatılması ile eşitlenebilmektedir. İlizarav yöntemi ayrıca kemik kırıklarında kaynamama sonucu meydana gelen yumuşak doku kaybı, eğrilikler ve kısalıkların tedavisinde de başarı ile uygulanmaktadır.

İlizarov Metodu Nedir?

20. yüzyılda ortopedi biliminin devrimlerden olan İlizarov’un tanımladığı “distraksiyon osteogenezi” yani kırık kemik uçları arasındaki tamire yardımcı dokuyu gererek yeni kemik oluşturma tekniği ve bu kavramla ortaya çıkan uzatma, kemik boşluklarının yeniden yapılandırılması, kaynamama tedavisinin günümüzde ortopedi cerrahisinde kullanılan başlıca çözüm yöntemleridir. İlizarov eksternal fiksatörü adı verilen aletle, uygulanan tamire yardımcı dokuyu gererek yeni kemik oluşturma uygulamaları ile birlikte yapılan kaynamama sahasından akut kısaltma ve aynı kemikteki diğer bölgeden uzatma yapılmaktadır. İlizarov yöntemi ile hastanın günlük aktiviteleri kısıtlanmadan, eklem fonksiyonları korunarak kaynama gerçekleştirilmekte ve eğrilik düzeltilerek uzunluk yeniden sağlanmaktadır. Bu teknik sayesinde kemik boşluklarının kapatılması ve enfeksiyon gibi hastada sakatlığa neden olabilecek diğer yapısal ve fonksiyonel bozukluklar giderilmekte, aynı zamanda kısalık da telafi edilmektedir.

İlizarov Metodu Hangi Hastalıkların Tedavisinde Kullanılmaktadır?

  • Kapalı ve açık kırıklarda,
  • Kaynamayan kırıklarda,
  • Kemik uzatma tedavisinde (boy uzatma, çocuk felci sekeli, travma sonrası, enfeksiyon sonrası, büyüme kıkırdağının erken kapanmasına bağlı kısalıklar ve  bacak boyu eşitsizlikler inde),
  • Kol ve bacak eğriliklerinin düzeltilmesinde,
  • Kemik kayıplarında (genellikle tümör, travma ya da enfeksiyon sonrası oluşur),
  • Tedavi görmemiş gelişimsel kalça çıkığının tedavisinde,
  • Ayak hastalıklarında,
  • Kemik enfeksiyonlarında,
  • Eklem hareket kısıtlılıklarında,
  • Metabolik hastalıklarda,
  • Kemik yapısal bozukluklarında kullanılabilmektedir.

Çocuk Ortopedi ve Travmatolojisi

Memorial Sağlık Grubu Çocuk Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nde 16 yaş altı çocukların; yürüme bozuklukları, ayak sorunları, doğuştan deformiteler, kısalıklar, gelişimsel kalça displazisi ve omurga rahatsızlıklarının takip ve tedavisi bu konularda deneyimli ortopedi uzmanları tarafından yapılmaktadır.

El cerrahisi ve mikrocerrahi

Mikrocerrahi teknik sayesinde çıplak gözle zor görülebilen iğne ve iplikler kullanılarak çapı 1mm’den daha küçük damar ve sinirler ameliyat edilebilmektedir. Böylece; kopan el, kol, ayak, bacak gibi organlar yerine takılabilmekte ve çok ince sinir liflerinin onarılması ile yerine takılan uzvun hissetmesi ve yeniden hareket etmesi sağlanabilmektedir. Akut yumuşak doku travmaları (damar, tendon ve sinir kesileri, ezilme ve sıkışma sonucu oluşan cilt ve kas dokusu kayıpları ve amputasyonlar), el ve el bilek ağrıları, tetik parmak, sinir sıkışmaları, tenisçi dirseği, ganglion kistleri gibi sorunlarınızın en iyi şekilde değerlendirilmesi, tanı ve tedavisi yapılmaktadır.

Diz Cerrahisi ve Artroskopik Cerrahi

Dizler diğer eklemlere göre daha fazla yüke maruz kalmaktadır. Spora başlamadan önce hazırlık yapmamak ve spor esnasında dizleri aşırı zorlamak kıkırdak dokusunda hasara, menüsküste yırtılmaya, bağlarda kopmaya yol açmakta ve dizin sağlığını bozmaktadır. Diz eklemindeki menisküs, ön çapraz bağ, eklem kıkırdağı, kapsül gibi yapıların yaralanmaları, septik artrit denilen eklem içi iltihaplanma, sinovit yani eklem zarının kalınlaşması, orta dereceli diz eklemi kireçlenmesi, eklem içi kırıklar artroskopik cerrahi ile tedavi edilmektedir.

Travma

Çok sık karşılaşılan yaralanmalarda hızlı ve iyi sonuç, ancak modern ve etkili tedavi yöntemleri ile mümkündür. Bunlardan kısaca bahsetmek gerekirse;

Fonksiyonel tespit tekniği: Ameliyat gerektirmeyen durumlarda klasik sert ve uzun alçılama yerine; daha kısa, yarı sert, erken yük vermeye ve adale fonksiyonuna izin veren yeni bir alçılama tekniğidir. Burada kullanılan alçılar; kaşıntı, alerji yapmamakta, kolayca banyo hatta deniz-havuza girme olanağı da tanımaktadır.

Kemik uyarıcıları: Özellikle stres kırıkları ve küçük kemik kırıklarında ultrasonik dalga ile kemik iyileşme zamanı yarı yarıya kısaltılmaktadır.

Kapalı intramedüller çivileme teknikleri: Bacak ve kollardaki uzun kemiklerin kırıklarının (basit-parçalı) ve kalça kırıklarının büyük bölümünde uygulanan, kırık hattı açılmadan, 2-3 cm’lik kesilerden yapılan ve kırık iyileşme süresini kısaltan tekniklerdir.

Artroskopik yardımla yapılan küçük müdahaleli operasyonlar: Eklem içi kırıkların bir kısmında, eklem açılmadan kırıkların tespitini sağlayan; bu sayede ameliyat sonrası oluşabilecek eklem sertliği olasılığını azaltan, fizik tedavi ve tam fonksiyona ulaşma zamanını kısaltan tekniklerdir.

Protez cerrahisi: Yaşlıların kalça ve omuz kırık çeşitlerinden daha büyük kısmına uygulama şansı veren, yeni protez tasarımları ile ameliyatın ertesi günü yürüme olanağı sağlayan uygulamalardır.

Radikal büyük cerrahiler: Gelişen tespit materyalleri ve cerrahi teknikler; leğen kemiği (pelvis) büyük kırıkları, büyük eklemlerdeki parçalı kırıklar gibi geçmişte tedavi olanağı sınırlı olan durumlarda başarılı sonuçlar alınması olanağı getirmiştir.

Kemik tümörleri cerrahisi

Kemik tümörleri ortopedik rahatsızlıklar içinde milyonda bir olarak görülmektedir. Erkeklerde daha sık rastlanan ve Türkiye’de her yıl yaklaşık 100 yeni vaka tespit edilen malign yumuşak doku ve kemik tümörleri, nedeni tam olarak bilinmese de en sık genetik faktörlerin etkisi ile ortaya çıkmaktadır.

Kemikte en çok görülen kemik kanseri türüne Osteosarkom denir. Yumuşak doku tümörleri ise kemik tümörlerine göre 2-3 kat daha fazla ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla bacaklarda ve kollardaki kemiklerde ortaya çıkan kemik kanseri, bacak ve uyluk kemiğinin dize yakın, kolun ise omuz eklemine yakın olan bölümlerinde sıklıkla görülür. Nadiren de olsa kalça kemiği (pelvis), kürek kemiği ya da çene gibi farklı kemiklerde de kemik kanserine rastlanır. Kemik tümörü başlangıçta fark edilemeyebilir. Çoğunlukla sıradan ancak uzun süre geçmeyen kemik ağrısı şikâyeti ile oraya çıkar. Özellikle kaval kemiği, kaburga gibi cildin hemen altındaki kemiklerde şişkinliklere neden olabilir. Bazı durumlarda ise kemik kırılmaları ile kendini belli eder.

Çoğu durumda, malign (kanserli) kemik tümörleri ameliyatla çıkarılmalıdır. Genellikle cerrahi, kanserin yayılma veya geri dönme riskini azaltmak için radyasyon ve kimyasal tedavilerle birlikte kullanılır. Bu yaklaşıma uzuv kurtarma ameliyatı denir. Kanserli kemiğin bir bölümünü çıkarmak için ameliyat gereklidir ancak bazen ampütasyon olabilir. Fakat çıkarılan kemiği yeniden oluşturmak veya değiştirmek genellikle mümkündür.

Yumuşak doku kanseri cerrahisi

Yumuşak doku kanseri; kas, yağ dokusu, bağ dokusu, damarlar ve sinirlerde görülür. Vücudun tamamında yumuşak doku bulunduğundan, tümörler vücudun her yerinde oluşabilmektedir. Tümör yumuşak dokuda büyüdükçe, şişme ya da yumrulara sebep olabilir. Daha sonra, sinirler ve adaleler üzerine baskı uygularsa ağrı yaratabilir. Genetik geçiş, lenf sisteminin uzun süren yetmezliği, vinil klorit ve arsenik gibi kimyasallarla karşılaşma ve travmalar, hastalığa sebep olan faktörler arasında sayılabilir.

Kesin tanı, tümörün evrelendirilmesi ve tedavisinin planlanması açısından biyopsi büyük bir önem taşımaktadır. Biyopsi, doğrudan veya ultrason ile yapılabildiği gibi bazı zor alanlarda CT eşliğinde özel biyopsi iğnesi ile örnek alınarak gerçekleştirilmektedir. Yumuşak doku sarkomları görünüm ve vücutta yayılma şekillerine göre dört evrede incelenirler. Evre 1 ve 2 lokaldir. Evre 3’te tümör yakın lenf bezlerine, evre 4’de ise vücuda yayılmış demektir. Evrelendirmede Pet-CT çok değerli bir incelemedir.

Tümör sıklıkla kollar ve bacaklara yerleştiği için ortopedik onkoloji uzmanının müdahale etmesi beklenmelidir. Ancak baş-boyun, göğüs ve karın-pelvis içindeki ve komşuluğundaki tümörlerde; genel cerrahi, göğüs cerrahisi, plastik cerrahi ve damar cerrahisi uzmanlarının ekip çalışmasında önemli katkıları olmaktadır. Tümörün büyümesinin durdurulmasında radyoterapinin yararı önemlidir. Yumuşak doku tümörlerinin tedavisinde erken tanı, ekip çalışması ve ortopedik onkolojide deneyimli hekimlerle tedavi edilmesi büyük önem taşımaktadır.

Robotik ortopedi cerrahisi

Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nde son dönemlerde öne çıkan konulardan biri de robotik ortopedi cerrahisi ya da diğer adı ile robotik protez cerrahisidir. Robotik kol destekli ortopedik cerrahi sistem sayesinde pek çok ortopedi ameliyatı artık daha konforlu bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Robot teknolojisi ile günümüzde kalça, yarım diz protezi ve diz kapağı protezi ameliyatları hem cerrah hem de hasta açısından önemli avantajlarla yapılabilmektedir. Bu teknolojinin ilerleyen dönemlerde omuz, omurga ve tümör cerrahilerinde de kullanılacağı belirtilmektedir. Bu uygulamalar sayesinde ortopedi ameliyatları sonrası hastanın iyileşme süresi kısalmakta, ağrı ve kan kaybı olasılığı azalmakta ve protezler uzun yıllar kullanılabilmektedir.

ORTOPEDİ VE TRAVMATALOJI BÖLÜMÜ İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAR

Pediatrik ortopedi ne demektir?

Pediatrik ortopedi, çocukların eklem, kas ve kemikleriyle ilgili yaşanan rahatsızlıkların tedavisiyle ilgilenmektedir. Pediatrik ortopedi, bebeklerden gençlere kadar olan çocuklarda hizmet vermektedir.

Çocukların vücutları hala büyümekte olduğundan, yetişkinlerden çok farklı bir eklem, kas ve kemik yapısına sahiptir. Genellikle, sorunlar ortaya çıkarsa, çocuklar çocuk doktorları tarafından bir pediatrik ortopediste yönlendirilir.

Kırık ve çatlaklar için hangi bölüme gidilir?

Kırık ve çatlaklar genellikle yaşanan travmalardan sonra yaşanmakla birlikte farklı rahatsızlıkların sonucu olarak da ortaya çıkabilmektedir. Kemiklerde yaşanan kırık ve çatlakların tedavisi için ortopedi ve travmatoloji bölümü doktorlarına gidilmesi gerekmektedir.

Çapraz bağ yırtılması nasıl tedavi edilir?

Çapraz bağ yırtılmasının tedavisi yırtılmanın derecesine göre farklılık gösterebilmektedir. Yaşanan ağrıların hafifletilmesi için; istirahat, soğuk uygulaması ve bandaj gibi yöntemler faydalı olabilmektedir. Fizik tedavi egzersizleriyle de çapraz bağ yaralanmaları kısmen de olsa tedavi edilebilmektedir. Ancak profesyonel sporcular ya da aktif bir hayatı olan kişilerde cerrahi yöntemler devreye girmektedir. Özellikle birden fazla bağda yırtığı olan ve hareketlerinde sınırlama yaşayan kişilerin tedavisi çapraz bağ yırtığı ameliyatıdır.

Kalça protezi hangi hastalıklarda kullanılır?

Kalça protezi ameliyatı genellikle kalça eklemi aşındığında veya hasar gördüğünde hareket kabiliyetinin azalması ve dinlenirken bile ağrının olması durumunda gereklidir. Kalça protezi ameliyatının en yaygın nedeni  osteoartrit yani kireçlenmedir.

Kalça eklemi hasarına neden olabilecek diğer durumlar şunlardır:

  • Romatizmal eklem iltihabı
  • Kalça kırığı
  • Septik artrit
  • Olağandışı kemik büyümesine neden olan bozukluklar (Kemik displazileri)

Ortopedi ameliyatları sonrası nelere dikkat edilmelidir?

Ortopedi ameliyatları el, ayak, omuz, diz, omurga gibi vücudun farklı bölgelerinde gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle her ameliyatın kendine göre özellikleri bulunabilmektedir. Genel olarak ameliyat sonrası doktorun yasakladığı hareketlerden uzak durmak önemlidir. gerekli görüldüğü durumlarda fizik tedavi veya rehabilitasyon tedavilerinin aksatılmaması ve beslenmeye özen gösterilmesi gerekir. Ortopedi ameliyatları sonrası yaşanabilecek travmalara karşı da dikkatli olunmamalıdır.

Menisküs yırtıkları oluşmasının sebepleri nelerdir?

Meniküs yırtığı farklı nedenlerle kaynaklanabilmektedir. Ancak dizi zorlayan ani duruşlar ve dönüşler menisküs yırtıklarına neden olabilmektedir. Diz çökmek, ağır kaldırmak da menisküs yırtıklarına yol açabilir. İleri yaşlarda dizde meydana gelebilecek dejeneratif değişikler da menisküs yırtıkları nedenleri arasındadır.

Menisküs yırtıkları dizin bükülmesine ve ani dönmesine yol açabilecek spor aktiviteleri sırasında yırtılabilmektedir. Futbol, tenis, basketbol sporlar menisküs yırtıkları için risk oluşturabilmektedir. Obezitenin de menisküs yırtıklarına yol açabileceği unutulmamalıdır.

El ve ayak cerrahisi ayrı bölüm mü?

El cerrahisi, ayrı bir yan dal uzmanlığı olarak özel bir yere sahiptir. Mikrocerrahi işlemler dahil olmak üzere kemik, kas, tendon, damar, sinir, defektler, travmalar, doğumsal eksiklikler, iyi ve kötü huylu tümörler, artroskopik kapalı eklem girişimleri, tüm eklem protezleri gibi ameliyat gerektiren ve alçı atelleme, rehabilitasyon gibi ameliyatsız tedavileri kapsayan büyük bir alana hükmetmektedir.

Ortopedi ve travmatoloji doktoru neye bakar?

Ortopedi ve travmatoloji doktoru kemik ve eklemler dahil olmak üzere kas-iskelet sistemi, bağlar, tendonlar, kaslar ve sinirler gibi hareketi sağlayan yapılar dahil olmak üzere kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarını teşhis eder ve tedavi ile ilgilenir.

Ortopedi ve travmatoloji mi fizik tedavi mi?

Hastalığa ve hastalığın derecesine göre hangi tedavi yönteminin uygulanacağı farklılık gösterebilmektedir. Bazı rahatsızlıklarda önce ortopedi ve travmatoloji ameliyatları sonrasında fizik tedavi yöntemleri uygulanırken, bazılarında ise tam tersi olabilmektedir. Ortopedi ve travmatoloji bölümü hastalıklarının bir çoğunda fizik tedavi ve rehabilitasyon doktorlarıyla organize hareket etmek önemlidir.

Ortopedi doktoru ameliyat yapar mı?

Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü, kas-iskelet sistemindeki doğumdan gelen ve sonradan ortaya çıkan hastalıkları ile ilgilenmektedir.  Bu hastalıkların tedavisinde ameliyat dahil farklı tedavi yöntemleri uygulanabilmektedir.

Ortopedi doktoru kan tahlili ister mi?

Ortopedi ve travmatoloji bölümü hastalıklarından teşhisinde genellikle görüntüleme yöntemleri ön plana çıkmaktadır. Ancak bazı rahatsızlıkların ayırıcı tanısını yapabilmek için kan tahlilleri de istenebilmektedir.

Çocuk ortopedisi, doğumdan ergenliğe kadar olan yaş grubundaki çocukların kemik, kas, eklem, tendon ve bağ dokusu hastalıkların teşhis ve tedavi hizmetlerini sunmaktadır.

Çocuk Ortopedi Nedir?

Çocuk ortopedisi, çocuklarda ortaya çıkan kas ve iskelet sorunlarının teşhisi, tedavisi ve yönetimiyle ilgilenen bir tıp dalıdır. Çocukların kemik, kas ve eklem yapısı, yetişkinlerden farklıdır. Hızla büyüyen vücutlarındaki değişikliklerin ortopedik etkileri olabilmektedir. Bu nedenle çocuk ortopedisti, çocukların büyüme plakları, kemik gelişimi ve eklemler üzerindeki etkilerini dikkate alarak teşhis ve tedavi planlarını oluşturmaktadır.

Çocuk Ortopedi Bölümü Hangi Hastalıkları Tedavi Eder?

Doğumsal Anomaliler:

  • Konjenital kalça displazisi: Kalça eklemi gelişimindeki bozukluklar.
  • Klumpke ve Erb parezi: Doğum travmalarına bağlı olarak oluşan brakiyal pleksus hasarı.

Gelişimsel Sorunlar:

  • Ayak düzleşmesi (pes planus): Ayak kemiklerinin ve kavislerin düzleşmesi.
  • Skolyoz: Omurganın yan eğrilikleri.
  • Legg-Calve-Perthes hastalığı: Femur başının kan akımının bozulması sonucu oluşan kalça deformitesi.

Yaralanmalar:

  • Kırıklar ve çıkıklar: Kemiklerin kırılması veya yerinden çıkması.
  • Spor yaralanmaları: Futbol, basketbol, jimnastik gibi spor faaliyetlerinde meydana gelen sakatlanmalar.
  • Büyüme plaklarının yaralanması: Büyüme plaklarına gelen travmalara bağlı oluşan sorunlar.

Enfeksiyonlar ve İltihaplanma:

  • Osteomiyelit: Kemik enfeksiyonu.
  • Septik artrit: Eklem enfeksiyonu.
  • Juvenil romatoid artrit: Eklem iltihaplanması.

Kas ve Sinir Hastalıkları (Nöromüsküler):

  • Serebral palsi: Beyin hasarı nedeniyle motor fonksiyonlarını etkileyen bir durum.
  • Miyelomeningosel: Omurilik anomalisiyle ilişkili olan spinal deformiteler.
  • Duchenne Musküler Distrofi: İlerleyici kas zayıflığına neden olan genetik bir hastalık.

Ayak ve Ayak Bileği Sorunları:

  • Ayak deformiteleri: Parmak şekil bozuklukları, ayak kavis bozuklukları gibi durumlar.
  • Ayak bileği burkulması ve tedavisi.

Omurga Sorunları:

  • Skolyoz: Omurganın yan eğrilikleri.
  • Kifoz: Omurganın öne doğru kamburlaşması.
  • Lordoz: Omurganın geriye doğru kamburlaşması.

Çocuk Ortopedi Bölümünün Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Çocuk (pediatrik) ortopedi bölümünde, birçok tedavi seçeneği bulunmaktadır. Splintler, alçılar, ortezler ve protezler gibi cihazlar, çocukların sağlıklı büyüme ve gelişimlerini desteklemek için kullanılmaktadır. 

Bazı durumlarda cerrahi müdahaleler de gerekebilmekte ve çocuk ortopedisi uzmanı, bu operasyonların gerekliliklerini ve risklerini değerlendirerek karar vermektedir. En çok görülen çocuk ortopedi hastalıklarını şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Doğuştan Çarpık Ayak
  • Doğuştan Kalça Çıkığı
  • İçe Basma
  • Düztabanlık
  • Doğumsal Diz Çıkığı
  • Kol ve Bacak Kırıkları
  • Perthes Hastalığı
  • Skolyoz
  • Spor Yaralanmaları

Doğuştan Çarpık Ayak

Doğuştan çarpık ayak, çocuk ortopedisinin en sık görülen konjenital anomalilerinden biridir. Tanısı kolaydır. Anne karnında ultrason ile tanı konabileceği gibi doğum sonrası gözlemleme ve muayeneyle de deformitenin erken tanısı mümkündür. 

Doğuştan çarpık ayağı 4 farklı tipe ayırmak mümkündür:

Postural tip bebeğin anne karnındaki pozisyonuna bağlı olarak görülen en hafif tip olup genellikle manüplasyon ve nadiren bir-iki alçı ile kolaylıkla tamamen düzelmektedir.

Nörolojik ve teratolojik tipler ise beraberinde çarpık ayağa, kas iskelet sisteminin diğer hastalıklarının eşlik ettiği daha ağır formlardır. Tedavileri daha güçtür. Ayakları düzeltebilmek için daha fazla sayıda alçılama ve sonrasında cerrahi işlem yapmak gerekebilir. Ayrıca düzelme sonrasında nüksler daha sık görülür. 

İdyopatik tip ise ayaktaki şekil bozukluğuna başka bir deformitenin eşlik etmediği klasik tiptir. Doğuştan çarpık ayağın tedavisine alçı yapmaya engel herhangi bir durum yoksa çocuk doğar doğmaz tedaviye başlanmalıdır. Erken ve doğru tedavi ile normale çok yakın ağrısız ve fonksiyonel ayaklar elde edilebilmektedir. Bacağın hafif ince olması ve ayağın sağlam tarafa göre hafif küçük olması dışında diğer tüm deformiteleri tam olarak düzeltmek mümkündür. 

Doğuştan Kalça Çıkığı

Doğumsal kalça çıkığı, teşhis ve koruyucu tedavi yaptırmakta geç kalındığında ciddi sakatlıklar oluşturabilmektedir. Bu nedenle yenidoğan her bebek doğumsal kalça çıkığı açısından muayene edilmesi gerekir. Kalça eklemi, anne karnında üçüncü ve dördüncü aylarda biçimlenmeye başlamakta ve doğumdan sonraki aylarda ise gelişmeye devam etmektedir.  Doğumsal kalça çıkığı hastalığında erken tanı konulursa basit önlemler ile kolayca tedavi edilebilmesi mümkündür. Bebek yürümeye başlamadan uygulanacak tedbir ve tedaviler ile genellikle güzel sonuçlar alınmaktadır.

İçe Basma

Güvercin yürüyüşü olarak da bilinen çocuklarda içe basma genellikle çocuk 2 yaşına geldiğinde kendiliğinden düzelir ancak düzelmiyor ise ortopedi doktoru tarafından değerlendirilmeli ve uygun tedaviye başlanmalıdır.

İçe basma, ayak, bilek ve diz gibi alanlarda ağrı, rahatsızlık ve diğer semptomlara sebep olabilmektedir. İçe basma rahatsızlığının tedavi seçenekleri arasında ortez ve ayak destekleri, fizik tedavi ve egzersizler yer almaktadır. Ayrıca ayakkabı seçiminin içe basma tedavisinde önemli bir rolü vardır. Doğru ayakkabı seçimi, ayak yapısını desteklemeye ve rahatlık sağlamaya yardımcı olabilmektedir.

Düztabanlık

Halk arasında düztabanlık ya da taban çökmesi olarak tanımlanan durum; ayak iç kısmındaki kavisin olmaması ve yere basıldığında ayak iç kısmının tamamının yerle temas etmesi olarak tanımlanabilmektedir.

Genel bağ esnekliği olanlarda, kilolularda ve anne-babada düztabanlık olan çocuklarda daha sık görülmesi genetik yatkınlık olduğunu göstermektedir. Hastaya tanı konulduktan sonra kişiye en uygun tedavi seçeneğini çocuk ortopedisi uzmanı belirlemektedir. Tedavi seçenekleri arasında fizik tedavi ve cerrahi tedavi bulunmaktadır.  Ayrıca, esnek düz tabanlıkla beraber ayak orta kısmında ağrı, kramp girmesi, nasır oluşması ve ayakkabının dış kısmında eğrilik gibi şikayetleri olan olgularda uygun spor ayakkabıları ve ortez kullanımı önerilmektedir. 

Doğumsal Diz Çıkığı

Doğumsal diz çıkığı, bebeklerin doğumda ya da doğumundan hemen sonra diz ekleminde görülen bir durumdur. Bu durum, dizin normal pozisyonundan sapması veya yerinden çıkması anlamına gelmektedir.

Doğumsal diz çıkığı, çocuğun diz eklemindeki kemik, kas, tendon ve bağlantıların doğru gelişmemesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tedavi genellikle bebeğin büyümesi ve gelişimi sürecinde devam etmektedir. Alçı tedavisi, eklem çekme, fizyoterapi ve hastanın durumuna bağlı olarak gerekirse cerrahi müdahale uygulanmaktadır. 

Skolyoz

Doğumsal skolyoz genelde bir omurganın eksik, fazla veya arasında büyümeyi etkileyecek şekilde oluşması ile görülmektedir. Çok ciddi sonuçlara yol açabilmektedir. Skolyoz, doğumdan sonra ilk birkaç yılda fark edilmektedir. Tedavide erken teşhis çok önemlidir. İlerleme görülmemiş evrelerde daha başarılı sonuçlar alınmaktadır.

Perthes Hastalığı

Perthes Hastalığı, genellikle 4-8 yaş arası çocuklarda görülmektedir. Fakat gençleri de nadir olarak etkileyebilen bir kemik hastalığıdır. Bu rahatsızlık, çocuklarda kalça eklemine kan sağlayan damarların geçici olarak tıkanmasına yol açmaktadır.

Bu durum, kalça eklemi olarak bilinen femur başının (uyluk kemiğinin üst kısmı) yeterli kan alamamasına ve dolayısıyla kemik dokusunun zarar görmesine neden olmaktadır. Hastalığın tanısı genellikle bir çocuk ortopedisi tarafından konulur. Her hastanın durumu farklıdır. Tedavi genellikle çocuğun yaşına, hastalığın aşamasına ve belirtilerinin şiddetine bağlı olarak değişmektedir. Fiziksel terapi, egzersiz ve bazı durumlarda ise cerrahi tedavi uygulanabilmektedir.

Dejeneratif hastalığı genellikle yaşlanma süreciyle ilişkili olan, vücuttaki dokuların zamanla bozulması ve işlevlerini kaybetmesi ile meydana gelen bir rahatsızlıktır. Dejeneratif disk hastalığı ise omurga disklerinin aşınmasıdır. Omurga diskleri, omurlar arasında baskıyı karşılayan bariyerlerdir. Kişilerin rahatça hareket etmesine eğilmesine ve dönmesine yardımcı olurlar. Omurga diskleri zamanla yıpranabilir ve bu durum yaşlanmanın normal bir parçasıdır. Diskler aşındığında kemikler birbirine sürtünmeye başlar. Bu temas genellikle kişilerde ağrı semptomlarının görülmesine neden olur.

Hastalığın belirtileri arasında bel ağrısı, boyun ağrısı, sırt ağrısı, omurga hareketlerinde kısıtlılık, uyuşma, zayıflık hissi yer alabilir. Dejeneratif hastalığı tedavisinde semptomların hafifletilmesi, fonksiyonel iyileşmenin sağlanması ve ilerlemesinin önlenmesi amacıyla genellikle ağrı yönetimi, fizik tedavi, egzersiz programları, ilaç tedavisi, enjeksiyonlar ve cerrahi müdahale gibi çeşitli yöntemler kullanılabilir.

Dejeneratif Disk Hastalığı Nedir?

Dejeneratif disk hastalığı, omurga disklerinde gelişen anormallikler sonucunda ağrı gelişmesi olarak tanımlanır. Yaşın ilerlemesi ile birlikte eklemlerde çoğu zaman yıpranma başlar. Eklemlerdeki bu aşınma ve yıpranma sadece dizlerde ve kalçalarda değil aynı zamanda omurgada da yaygındır. Omurga eklemlerinin yıpranmaya başlamasının kesin nedeni bilinmemektedir ve çok fazla ağırlık kaldırmak, genetik yatkınlık veya omurgada yaralanma olması gibi faktörlerin bir kombinasyonu olabilir. Bu aşınma ve yıpranma, omurga eklemlerindeki kıkırdakların yıpranmaya başladığı bir artrit şeklidir.

Dejeneratif Disk Hastalığı Neden Olur?

Omurga diskleri yaşlanmanın normal bir parçası olarak yıpranır. Özellikle 40 yaşından sonra birçok kişi bir miktarda olsa disk dejenerasyonu yaşayabilir. Ancak bu durum herkeste ağrı semptomlarına neden olmaz. Hastalığın nedenlerinden bazıları şunları içerebilir:

  • Yaşlanma: İlerleyen yaşla beraber disklerin barındırdığı su içeriği azalmaya başlar. Azalan su miktarı disklerin sertleşmesine neden olur. Bunun sonucunda diskler incelir ve eskisi kadar şok emilimi sağlayamaz.
  • Yırtılma veya çatlak: Kişiler günlük faaliyetlerinde küçük yaralanmalarla karşılaşabilirler. Bu durum omurga disklerinde ufak çatlaklara sebep olabilir. Bu çatlaklar genellikle sinirlerin yakınında bulunduğundan acıya neden olabilirler. Omurilik disklerinin dış duvarı çatladığında, disk yerinden çıkabilir; bu duruma da fıtıklaşmış disk adı verilir ve omurilik sinirini sıkıştırabilir. Ayrıca tekrarlayan travma veya aşırı yüklenme, disklerin bozulmasına ve rahatsızlığın gelişmesine katkıda bulunabilir.
  • Genetik yatkınlık: Aile geçmişinde bu rahatsızlığın görülmesi hastalığa yatkınlık riskini artırabilir. Genetik faktörler, disklerin yapısında veya metabolizmasında değişikliklere neden olabilir ve hastalığın ortaya çıkmasına etki edebilir.
  • Obezite: Obezite, omurgaya fazla yük bindirebilir ve disklerin aşınmasını hızlandırabilir. Aşırı kilolu olmak, omurgadaki disklerin daha çabuk bozulmasına ve hastalığının gelişmesine etki edebilir.bulunabilir.

Dejeneratif Disk Hastalığı Belirtileri Nelerdir?

Dejeneratif disk hastalığı belirtileri genellikle belirgin semptomlarla ortaya çıkar ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir Dejenerasyon ilerledikçe diskler daha da kurur ve sinirleri zorlamaya başlayabilir. Bir kişi yırtılmış veya şişmiş bir disk geliştirebilir. Kişilerde herhangi bir semptom olmaksızın şişkin veya yırtılmış bir disk bulunabilir, ancak bazen bu durum bir veya her iki bacakta da semptomlara neden olabilir. Belirtiler şunları içerebilir:

  • Bel ağrısı: Rahatsızlığın en yaygın karşılaşılan belirtisi bel ağrısıdır. Bu ağrı, çoğunlukla bel bölgesinde veya belin alt kısmında hissedilebilir ve sıklıkla kalça veya bacaklara yayılabilir. Ağrı genellikle uzun süre oturma, ayakta durma veya eğilme gibi aktiviteler sırasında artar.
  • Sırt ağrısı: Bu durum kişilerde sırt ağrısına neden olabilir. Ağrı genellikle omurga boyunca hissedilir ve hareket ettikçe veya uzun süre oturduktan sonra artabilir.
  • Omurga hareketlerinde kısıtlılık: Hastalar, dejeneratif disk hastalığı nedeniyle omurga hareketlerinde kısıtlılık yaşayabilirler. Özellikle eğilme, dönme veya bükülme gibi günlük aktivitelerinde yaptıkları hareketlerde zorluklar yaşayabilirler.
  • Uyuşma veya karıncalanma: Disklerin omuriliğe veya sinirlere baskı yapması sonucu bacaklarda veya kollarda uyuşma, karıncalanma veya zayıflık hissi olabilir.
  • Yürüme zorluğu: Rahatsızlık zamanla ilerledikçe, belirtiler artabilir ve hastalar yürümekte zorluk çekebilirler. Özellikle belirli pozisyonlarda veya aktivitelerde ağrı veya kısıtlılık nedeniyle yürüme güçleşebilir.

Dejeneratif Disk Hastalığı Tedavisi Nedir?

Dejeneratif disk hastalığı tedavisi için doktorlar öncelikle cerrahi olmayan tedavi seçeneklerini hastalara önerirler. Ancak bazı durumlarda özellikle semptomların şiddetli olduğu rahatsızlıklarda cerrahi müdahale gerekebilir. Tedavi genellikle ağrıyı hafifletmek ve daha fazla hasarı durdurmaya yönelik planlanır. Tedavi yöntemleri şunları içerebilir:

  • İlaç tedavisi: Ağrı ve inflamasyonu azaltmak için doktor Steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar, kas gevşeticiler veya ağrı kesiciler reçete edebilir. İlaç tedavisi ağrıyı hafifletebilir ve şişliği azaltabilir. Bazı durumlarda kas spazmlarına yol açabilir. Doktor kas spazmlarını hafifletmeye yönelik de ilaç önerebilir.
  • Fizik tedavi ve egzersiz: Fizik tedavi uygulamasında doktor kontrolünde yapılan spesifik hareketler boynundaki ve sırttaki kasları daha güçlü ve daha esnek hale getirebilir. Bu tedaviler omurgayı destekler. Tedavi programları, omurga stabilizasyonunu ve esnekliğini artırmak için planlanır.
  • Enjeksiyonlar: Steroid enjeksiyonları veya epidural blokajlar, ağrıyı hafifletmek ve inflamasyonu azaltmak için omurga bölgesine uygulanabilir. Doktor sırttaki epidural boşluktan, omuriliğin etrafındaki sıvı dolu bölgeden veya sinir veya kaslarda enjeksiyon tedavisi önerebilir.
  • Cerrahi müdahale: Bazı hastalarda, semptomları hafifletmek veya ilerlemeyi durdurmak için cerrahi müdahale gerekebilir. Diskektomi, laminektomi, füzyon veya disk değişimi gibi cerrahi prosedürler, disklerin çıkarılmasını, omurga stabilizasyonunu sağlamak için yapıların birleştirilmesini veya hasarlı disklerin değiştirilmesini içerebilir.
  • Radyofrekans nörotomi: Bu prosedürde doktor omurgadaki sinir dokularını ısıtmak ve yok etmek için radyo dalgalarını kullanır. Bu uygulama sinirin beyne ağrı sinyalleri göndermesini engeller. Prosedür genellikle minimal invazivdir ve hasta için daha az rahatsızlık ve daha kısa bir iyileşme süreci sağlayabilir. Ancak, her hasta için uygun olmayabilir ve etkileri kişiden kişiye değişebilir.

Sık Sorulan Sorular

Dejeneratif Disk Hastalığına Kimlerde Görülür?

Dejeneratif hastalığı en çok yaşlı erişkinlerde görülür. Ancak, her yaş grubundan insanda bu rahatsızlık meydana gelebilir. Ayrıca düşme gibi akut yaralanmalar, yanlış duruş ve hareket alışkanlıkları, obezite, sigara kullanımı, fiziksel olarak zorlu bir işte çalışma rahatsızlığın oluşmasına etki edebilir.

Dejeneratif Disk Hastalığı Cerrahisinde Kullanılan Yöntemler Nelerdir?

Cerrahi olmayan tedaviler fayda vermez ise doktor ameliyat önerebilir. Dejeneratif disk hastalığının cerrahi tedavisinde kullanılan çeşitli yöntemler bulunmaktadır. En yaygın kullanılan cerrahi yöntemler arasında diskektomi, laminektomi, füzyon, disk replasmanı ve minimal invaziv cerrahi bulunur.Cerrahi seçenekler genellikle konservatif tedavilere yanıt vermeyen veya semptomları ciddi olan hastalarda düşünülür.

Dejeneratif Disk Hastalığına Hangi Bölüm Bakar?

Rahatsızlık omurga ve disklerdeki bozulma ve aşınma ile kendini gösterir. Omurga ve diskler çoğunlukla yaşlılıkla beraber bozulmaya başlar. Omurga ve disklerde ağrı, hareket kısıtlılığı ve sinir sıkışmaları gibi belirtilere neden olabilir. Bu durum genellikle ortopedi ve nöroşirurji gibi uzmanlık alanlarındaki doktorlar tarafından takip ve tedavi edilir. Dejeneratif disk hastalığı genellikle ilerleyen yaş ile birlikte meydana gelir ve ağrı gibi belirgin semptomlara neden olabilir. Kişilere günlük yaşamda ciddi zorluklar verebilir. Tedavi çoğunlukla semptomların kontrol altına alınması ve hasarın durdurulmasına yönelik planlanır. Hastalığa yönelik belirtisi olan kişiler kontrol için hastanelerin ortopedi veya nöroşirurji polikliniklerinden randevu alabilirler.

MEDICALPARK

Uzun zamandan bu yana doktorluk yapmaktayım. Bu zaman içinde birçok hastanın hangi branşa başvurması gerektiğini bilmediği, hatta yanlış yönlenmeler sonucu beklenmeyen sonuçlar aldıklarına zaman zaman şahit oldum.

Tıp kısa zamanda büyük gelişmeler kaydetti. Her geçen gün yeri bir hastalık,yeni tedaviler bulundu. Tıp birçok uzmanlık dalına hatta uzmanlık dallarının alt dallarına ayrıldı. Çocukluk çağında, kasabanın tek doktoruna giden yaşıtlarımız; tüm sorunlarını genel hekimlik üzerine eğitim almış doktorlara çözdürürken, bugün birçok uzman doktorun içinden hangi branşa gideceklerini şaşırmış durumdadırlar.

Nöroloji Nedir?

Nöroloji; beyin ve sinir hastalığı demektir. Beyin ve vücuttaki tüm sinirlerin hastalıklarıyla ve bu sistemlerin hastalığı sonucu bozulan vücudun diğer organlarının hastalıkları ile uğraşır.

Nöroloji Hastalıklarının Başlıcaları

  • Baş ağrıları :Baş ağrılarının en sık sebebi olan migren ve gerilim tip (depresyon ve sıkıntı sonucu olan) baş ağrıları vs.
  • Baş dönmeleri
  • Felçler :Felçlerin günümüzde en sık nedeni pıhtı (emboli) atması ve hipertansiyondur.Aynı zamanda; nöroloji pıhtıya neden olan etkenlerle ve bu etkenlerle mücadeleyle uğraşır.
  • Sara yani epilepsi hastalığı
  • Parkinson hastalığı,MS (multipl skleroz) denen hastalık ve nöropati denen periferik yani vücudu yöneten sinirlerin hastalıkları, kas hastalıkları
  • Beynin ve sinirlerin enfeksiyon hastalıkları. Örneğin; menenjit, ensefalit, miyeli vs.
  • Doğumda veya doğum sonrasında oluşan beyin ve sinir hastalıkların tedavileri ve beyin tümörleri ve tedavisi
  • Bel ve boyun ağrıları
  • Kaza sonucu oluşan kafa travması, omirlik travması..vs.

Bu hastalıkların sayısını sayfalarca arttırabiliriz. Tabii ki bu hastalıkların bazılarına başka branşlar da bakabilir. Örneğin; bel ağrısına ortopedi veya beyin cerrahisi de bakabilir. Hastaların bilinçli olup gerekirse bir aile hekiminden görüş alıp, bu doğrultuda hastalığına uygun doktor seçmesi gerekir. Uygun seçim, doğru teşhis ve tedavi yaşam kalitesini arttırdığı gibi, lüzumsuz masraflardan hastalarımızı korur.

Prof. Dr. Serdar Dağ  Beyin ve Sinir Hastalıkları Uzmanı

Parkinson Hastalığında Tedavi Başarısı

Parkinson ilerleyici ve tedavisi zor bir hastalıktır. Tedavi süreci ilerledikçe ilaçlara karşı direnç gelişir ve hastada istenmeyen birçok yan etki oluşur. Hastalığın başlıca belirtileri, hareketleri başlatmada güçlük, uygulamada yavaşlık, kaslarda kasılma ve istirahat halindeyken olan titremelerdir. Zaman geçtikçe bu belirtilere yenileri eklenir

Parkinson hastalığı; beyinde dopamin denen bir maddenin eksikliği ile oluşur.Tedavinin ana amacı, eksik olan bu maddenin tekrardan yerine konmasıdır. Bu amaçla en sık kullanılan ilaçlar levadopa denen beyinde eksik olan dopaminin ön maddesidir. İkinci grup ilaçlar ise dopamine benzer etki gösteren dopamin agonistleridir. Bunlar dışında beyinde dopamin miktarını arttırmaya yönelik, dopamine benzer etki gösteren birçok ilaç tedavide denenmiş ve halen günümüzde denenmeye çalışılmaktadır.

Bir hastalıkta çok ilaç denenmesinin sebebi, hastalıkta tedavinin tam başarı kazanmamış olmasıdır. Parkinson hastalığı ilerleyici bir hastalıktır. Hastanın şifa beklentisi, kullanılan ilaçların kısıtlılığı, ilaçların bir süre sonra hastalığa etki etmemesi hastayı ve doktoru zor durumda bırakır.

Tedavide aşağıdaki hususlara dikkat etmek başarıyı arttırır.

  • Öncelikle deneyimli bir hekim tarafından doğru tanı konmalıdır. Bazı ilaçlar, kimyasal maddeler ve hastalıklar, parkinson hastalığına benzer belirtiler gösterir.
  • Hastalığın ağırlık derecesine göre ilk tercih edilecek ilaç grubuna dikkat etmek gerekir. Dopaminin ön maddesi olan levadopayı uzun süre kullanmak, istemsiz hareketler ve hastalık belirtilerinde dalgalanmalar yapar. Bazen istenmeyen istemsiz hareketler kalıcı olabilir.
  • Parkinson hastalığında tedavi daha çok ilaçla kontrol altına alınamayan titremeye yöneliktir. Cerrahiden sonra da hastalar ilaçlardan kurtulamazlar.Kısaca cerrahi ilaçla kontrol altına alınamayan belirtileri, kontrol altına almaya çalışan bir metottur. Yalnızca titreme olan hastalarda başarı sağlanabilir.
  • Hastalık ilerledikçe, belirtileri kontrol altına almak için hasta kendi kendine ilaç dozunu ayarlar.Bu durum ilaç doz ayarının bozulmasına neden olur. İlaca bağlı yan etkiler ortaya çıkar ve bazen bu yan etkilerin sona erdirilmesi imkansız hale gelir.
  • Parkinson hastalığının tedavi başarısı hekimin doğru tanı koyması, uygun ilaç başlaması, hasta ve hasta yakınları ile iletişim içinde olmasına bağlıdır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Son zamanlarda dışarıda bir gezinti yapıp çevredeki insanları izleme imkanı bulursanız, hemen hemen herkeste bir acelecilik, sinir, tahammülsüzlük ve bencillik olduğunu görürsünüz.

Neden böyle bir toplum olduk? Bu soruyu fırsat buldukça konuştuğum herkese ve hastalarıma soruyorum. Çoğundan ekonomik sebepleri içeren cevaplar alıyorum. Orta ve ileri yaş grubunun hayatı bugüne kıyasla yokluk içinde geçmiştir. O zamanları hatırlarsanız insanlar daha sevecen, daha mutlu, saygılı ve halinden memnundu. Yıldırım telefon görüşmeleri bile iki günde bir olurdu. Şimdi herkesin elinde cep telefonu var, herkes eskiye göre daha refah içinde fakat daha mutsuz. Demek ki tek sebep ekonomik sorunlar değil.

Dünyanın geldiği bu konum beraberinde birçok sorunu da getirmiştir. Teknoloji, iş yoğunluğu, ekonomik ferahlık veya yokluk, trafik, nüfus kalabalıklığı vs. özellikle büyük yaşam alanlarında toplum ruh yapısını olumsuz yönde etkilemiştir. Stres yaşam alanımızın hemen hemen her yerinde vardır. Böyle bir ortamda kişilerin ruh sağlıklarının iyi olması beklenemez. Özellikle büyük şehirlerde uyanınca başlayan stres yatana kadar devam eder.

Soğuk bir havada ince bir atletle gezen kişinin hastalığa yakalanma olasılığı çok fazladır. Hastalığa yakalanınca tedavi olunmazsa hastalık ilerler. Tedavisi daha zor bir hal alır. Günümüzün yaşama koşulları, artan teknoloji ve bunun doğurduğu sonuçlar doğal beslenememe, hava kirliliği vs. sinir sisteminin biyokimyasını değiştirir. Sinir sisteminin işleyişi bozulur. Bu durum hastanın kişiliğine bağlı olarak sinir, içe kapanma, hayattan zevk almama, uykusuzluk gibi semptomlar yapar. Çoğumuz bu semptomları yaşayınca, bu durumu delirme; kaba halk tabiri ile tımarhanelik olma gibi algılarız. Doktora gitmeye çekiniriz. Hastalığı kendi kendimize yenmeye çalışırız. Hasta eğer doktora gidip de ilaca başlanmışsa, çevredeki insanlar, hastayı ilaç almaması; bu ilaçların sinir ilaçları olduğu ve alınmaması konusunda baskı kurar.

Gastrit, ülser bel ağrısı vs. gibi hastalıklar nasıl kendi kendine düzelmez ise; depresyon, anksiyete gibi sinir sisteminin yıpranmasına bağlı rahatsızlıklar da kendiliğinden iyileşmez. Mutlaka doktor kontrolünde ilaç kullanmak gerekir. Bu rahatsızlıklar tedavisi mümkün olan rahatsızlıklardır. Hastalığın tedavisi, kişinin sağlığını kazandırdığı gibi çevre ilişkilerinin de daha iyi olmasını sağlar ve yaşam kalitesini arttırır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

İnsan vücudu, tüm hastalıklarla mücadele etme yeteneğine sahiptir. İnsan vücudu işleyişi, bilim dünyasının hala çözemediği bir mekanizmaya sahiptir.

İmmun sistem, vücudu koruyan ve hastalıklara savaşan sistemdir. Bu sistemde arızalar meydana gelince hastalıklar başlar. Örneğin, vücudumuzda her gün milyonlarca kanser hücresi oluşur ve savunma mekanizması bunu yok eder, yine insan birçok kimyasal maddeye ve mikroplara maruz kalır, bunların zararlı etkileri savunma mekanizması tarafından yok edilir vs. Bu savunma mekanizmasında oluşan aksaklık birçok hastalığı açığa çıkarır.

Beyin ve sinir sisteminde birçok hastalığın sebebi bilinmemektedir. Kas hastalıkları, demans, ALS gibi birçok hastalıkta tedavi, sebep bilinemediği için başarısızdır. Hatta; felce sebep olan damar tıkanmasının sebebi bile, oluşan pıhtının, vücudun savunma mekanizması tarafından yok edilememesidir. Zaten bu görüşe göre; pıhtı oluşumunu engelleyen mekanizma çökünce pıhtı oluşmaya başlar.

İmmun sistemini kuvvetlendiren ve sistemin bozulan kısmını yok eden tedavi, hastalıkları ortadan kaldırır. Bu durumu, çevredeki sinekleri öldürmek yerine bataklığı kurutmak gibi düşünebiliriz. Maalesef günümüzdeki bilgilerle bu da tam mümkün değildir.

Amino Asit Takviyesi

Hücrenin ve immun sistemin en küçük yapı taşı olan amino asit, insan vücudunun ortalama yüzde yirmisidir. Birçok hastalık, vücudun en küçük yapı taşı olan amino asit eksikliği yüzünden oluşmaktadır.

Günümüzde yapılan çalışmalar; amino asit tahlili sonucu çıkan sonuçlar sayesinde; kalp, damar, şeker, kas, demans, sinirsel ve ruhsal birçok hastalığın oluşmadan riskinin tayin edilebileceğini göstermektedir. Gerekli görülürse takviye edilebilmesi sayesinde; var olan hastalıkların tedavisine yardımcı olurken, sağlıklı insanda da eksiği yerine koymak birçok hastalıktan korur.

Kan analizi ile eksik olan amino asitler saptanır ve kişiye özel ilaç hazırlanır, eksik tamamlanır. Belli aralıklarla takip edilir. İmmun sistemi güçlendiren ve var olan hastalıklarda, tedaviye yardımcı olan en iyi yöntemlerden birisi “amino asit” takviyesidir. Özellikle, hastalanmadan eksikliği tespit edilirse ve takviyesi yapılırsa; kişiyi birçok hastalıktan korur.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Her yaşta görülen bel ağrısının sebebi, bel bölgesindeki omuriliğe olan bası sonucunda omurilikte olan sıkışma veya hasardır. Buradan bele, kalçaya ve bacağa vuran sinirlerde travma oluştuğu için; hasarın derecesine göre ağrı, güç kaybı gibi semptomlar oluşur. En sık neden bel fıtığıdır. Fakat bel fıtığı, her ters hareket yapanda oluşmaz. Yoksa tüm ağır işte çalışanların fıtık olması gerekirdi.

Kas, eklem ve kemiklerin sağlamlığı bu hastalıkta önemlidir. Bu sağlamlılığı da belirleyen, vücudumuzdaki romatizmal faktörlerdir. Bu faktörler sanıldığı gibi yaşlılıkta ortaya çıkmaz. Genç yaştan itibaren hasar vermeye başlarlar. Bunun için ağrı çekenlerin mutlaka romatizmal faktörlerinin incelenmesi gerekir.

Dar Kanal Sendromu

Yukarıda saydığım romatizmal faktörlerden, vücudu kötü kullanmaktan ve aşırı kilodan dolayı orta ve ileri yaşta “dar kanal sendromu” denen hastalık oluşur. İki omurilik kemiğinin arasında oluşan, birçok disk ve omurilik etrafını saran kasların kalınlaşması ve sertleşmesinden dolayı omurilik kanalı daralır ve omurilik sıkışır.

Belirtileri Nelerdir?

  • Hasta durmadan ağrı hisseder; ağrı kesiciler ağrıyı geçici kesse de daha sonra ağrı tekrar başlar.
  • Bu hastalar, belli bir süre ayakta durunca veya yürüyünce oturma veya durma gereksinimi duyarlar; çünkü omuriliğe yük biner, sıkışır, ağrı ve hareket kısıtlılığı olur.
  • Ağrı ile beraber uyuşmalar, iğnelenmeler ve yanma gibi semptomlar da tabloya eşlik eder.
  • Bir süre sonra ağrı yaşamın bir parçası haline gelir; uykusuzluk ve depresyon tabloya eklenir.

Tedavisi

Bu şikayetlerle hekime başvuran hastaya genellikle bel fıtığı olduğu söylenir ve büyük bir operasyon olan dar kanal; yani halkın tabiri ile çivili fıtık operasyonu önerilir. Halbuki ileri yaşta birçok hastada şeker, tansiyon, kalp gibi sistemik hastalıklar bu operasyonda risk teşkil eder. Bu operasyon ayrıca hem zor hem de hasta için zahmetli ve ücret olarak da yüksektir.

Doğru teşhis ve tedavi planı belirlendikten sonra günümüzde bu hastalık operasyonsuz tedavi edilmektedir. Ağrı uzmanları ve bu eğitimi almış hekimler, özel şartlarda lazer uçları ile omuriliğe bası yapan fıtıklar ve fasetleri temizleyerek hastayı ağrıdan kurtarmaktadırlar. 1-2 saat gibi kısa bir sürede hasta taburcu olmakta ve ağrısından kurtulmaktadır. Bu uygulama riski az olan bir müdahaledir. Kişi günlük yaşamına hemen döner. Bu uygulama sayesinde bel ağrılarına sebep olan dar kanal, operasyonsuz tedavi edilmekte ve kişi ağrıdan zahmetsiz şekilde kurtulmaktadır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Probiyotik Gerçeği

Son yıllarda probiyotikler her derde deva olarak gösterilmekte ve bir ilaç gibi kullanılmaktadır. Probiyotikler, bağırsağımızda bulunan yararlı bakterilerdir. Besinlerin sindirimine ve emilimine yardımcı olurlar ve zararlı bakterilerin çoğalmasını önlerler; yani koruyucu tedavide rol üstlenirler. Yüzyıllardır sofralarımızda bulunan turşu ve kefir gibi besinler probiyotiğe en güzel örneklerdir.

Antibiyotik kullanımı, stres, bazı sindirim sistemi hastalıkları, düzensiz beslenme vs. gibi sebeplerden dolayı; probiyotik dediğimiz yararlı bakteri sayısı azalır. Bu durumda bağırsak sisteminin doğal dengesi bozulur; besinlerin emilimi ve sindirimi tam yapılamaz; ayrıca zararlı bakteriler lehine denge bozulur. Böylece vücut direncimiz düşer; fakat vücudumuz bir süre sonra bu dengeyi tekrar kurma gücüne sahiptir. Ama böyle durumlarda probiyotik takviyesi almak tabii ki yarar sağlar; ancak probiyotik eksikliği her derdin sebebi, probiyotik alımı her derdin dermanı değildir.

Bir Tür Mantar Olan “Candida Testi” Neden Son Zamanlarda Yaygın?

“Candida albicans” bir mantar türüdür. Bağırsağımızda doğal florada bulunur ve besinlerin emilimini ve parçalanmasında probiyotikler ile beraber görev üstlenir. Normal şartlarda candida mantarı probiyotik bakteriler tarafından kontrol edilir; fakat vücut direnci düşerse sayıları artar ve sindirim sistemini olumsuz etkiler. Probiyotik eksikliğinde olduğu gibi; doğal bağırsak florası bozulur, emilim ve sindirim bozulur ve buna bağlı semptomlar oluşur; ancak probiyotik dengesinin yerine gelmesiyle sayıları azalır.

Son yıllarda bu mantarın testi yapılmakta ve eğer fazla çıkmışsa; sinir sisteminde özellikle panik atak, depresyon ve baş dönmesi vb. gibi hastalıklar ve birçok sistemik hastalık sebebi buna bağlanmakta; bu mantarın tedavisi ile mucizevi iyileşme olunacağına inanılmaktadır. Bilinmelidir ki; özellikle beyin ve sinir sistemi hastalıklarının oluşumundan, hastalığı dolaylı yoldan oluşturduğu düşünülen yalnızca bir etkeni sorumlu tutmak ve sadece bunun tedavisi ile uğraşmak kanımca yanlıştır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Unutkanlık denince akla hemen demans yani bunama gelir. Unutan her hastanın korkusu, demans hastalığına yakalanmaktır.
Genç hasta grubu unutmaya başladığı zaman, bu unutkanlığın demans başlangıcı olup olmadığı kaygısına kapılır.

Unutkanlık şikayeti ile doktora başvuran hemen hemen tüm hastanın öğrenmek istediği, şikayetinin sebebinin bunama yani demans başlangıcı olup olmadığıdır. Demans; yani bunama ileri yaş hastalığıdır. Bazı istisna durumlar haricinde genç yaşta görülme olasılığı düşüktür.

Genç Yaşta Unutkanlığın Olası Sebepleri

  • Depresyon

Sebeplerin en başında depresyon gelmektedir. Depresyon, stres, üzüntü, ajitasyon, aşırı çalışma gibi nedenlerle sinir sisteminin biyokimyasının değişmesi ve buna bağlı sinir sisteminin işleyişinin bozulmasıdır. Kişide uykusuzluk veya aşırı uyku, heyecan, takıntı, sinirlere hakim olamama gibi belirtiler oluşur. Depresyonda odaklanma sorunu olduğu için kişi dalgın ve unutkan olur, kişide konsantrasyon bozukluğu olur.

Günümüzün çalışma koşullarının yoğunluğu, özellikle büyük şehirlerdeki trafik, hava kirliliği, vakitsizlik ve geçim şartları sinir sisteminin hastalanmasına ve biyokimyasının bozulmasına sebep olur. Depresyon günümüzde tedavi edilebilir bir hastalık olmuştur. İlaç ve bazen buna ek olarak psikoterapiyle tam şifa olmaktadır. Depresyon tedavi edilirse buna bağlı unutkanlık tamamen ortadan kalkar.

  • Kötü Beslenme

Yoğun çalışma koşulları ve vakitsizlik çalışan kesimi hazır gıda tüketimine zorlar. Bunun yanında hareketsizlik ve yanlış beslenme ile kilo olan kişilerin kontrolsüz ve az yiyerek kilo verme çabaları, doğal besinlerin azlığı; vücudumuz için lazım olan bir çok vitamin ve minerallerin alınmasına engel olur. Bu maddelerin azlığı gençlerde unutkanlık yapar. Kısaca iyi beslenmemek unutkanlığın bir sebebidir. Zamanında az ve doğal beslenme unutkanlığı önler.

  •  Sistemik Hastalıklar

Tiroid (guatr), hipoglisemi, şeker hastalığı(DM) gibi sistemik hastalıklar şayet iyi tedavi edilmezse unutkanlığa sebep olur.

  • Beyin Hasarı

Genç yaşta beyin hasarına sebep olan bazı hastalıklar ve kazalar ve bazen de beyin operasyonları unutkanlık sebebi olabilir.

  • Epilepsi

Ülkemizde sıkça görülen ve bayılmaya sebep olan veya olmayan bazı tür epilepsiler. Halk deyimi ile sara hastalığı olan bu hastalık, unutkanlık ve dalgınlık atağı ile kendini gösterir.

Sebebi belli olmayan unutkanlık ataklarında mutlaka bir beyin elektrosuna bakılmalıdır. Çünkü bu hastalık, ilaçla kolaylıkla tedavi edilebilir. Orta ve ileri yaşlarda unutkanlığın sebepleri daha ciddidir ve hayati önem taşır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Özellikle beyin ve uzantısı olan omirlik de beyaz madde yapıları hastalanır. Beyaz madde, santral sinir sisteminin kendi içerisinde ve bu bölüm ile vücudun diğer bölümleri arasında iletişimi sağlayan sinir liflerinden oluşur Toplumumuzda MS hastası sanıldığından çok daha fazladır. Maalesef MS hastalığı tehlikeli ve ölümcül bir hastalık olarak bilinir. MS hastalığı, tabi ki basit bir hastalık değildir. Fakat iyi bir tedavi ve tetikleyici unsurlara dikkat edilirse, yaşam kalitesini fazla etkilemez. MS hastalığı genelde 20-40 yaş arasını yani gençleri tutar. Bu yaş çalışmanın en verimli olduğu yaştır. kadınlarda biraz daha sıktır. Merkezi sinir sistemini yani beyni, omirliği ve göz sinirini tutar. Hasar oluşan yere göre belirti değişir.

Bu belirtilerden çok kısa olarak bahsedersem. Bunlar;

  1. Görmede bozukluk ve kayıp,
  2. Ellerde veya kollarda güç kaybı, his kaybı, iğneleme … vs.
  3. Çift görme, yürümede bozukluk, konuşmada bozukluk,
  4. Depresyon, aşırı sinir gibi psikiyatrik belirtiler,
  5. Mesane ve bağırsak fonksiyon bozuklukları. Yani idrar ve dışkılamada bozukluklar olur.

Yukarıdakiler belli başlı belirtilerdir. MS hastalığı herkeste aynı şiddetle olmaz. Zaten hastalığın prognozu yani gelişimi de farklıdır. Bazı türleri çok ağır seyreden ve ilk atakta hasar bırakır. Fakat genelde ataklar iyi tedavi ile kontrol altına alınır ve tedaviye giren hastanın atak sıklığı ve şiddeti azalır.
Yine bazen MS hastalığı, hiçbir belirti vermez. Tesadüfen başka bir hastalık için tetkik yapılırken ortaya çıkar..

Bu hastalığın tedavisini kısaca özetlersem;

  1. Atak tedavisi:Sadece ataklar sırasında kullanılan tedavilerdir. Ortaya çıkan atağın kısa sürmesi ve tam olarak düzelmesi için yüksek doz kortizonlar kullanılmaktadır. Tedaviye yanıta veya atağın şiddetine göre bu tedavi izleyen haftalarda tekrarlanabilir.
  2. Koruyucu tedavi:Bu ilaçlar atakların tekrarlamasını azaltıp, beyin MR’larında yeni plakların oluşmasını engellemektedir. Bu tedaviler sayesinde hastalar uzun yıllar ataksız kalabilmektedir. Son yıllarda yurt dışında bu yönde bir çok ilaç piyasaya çıkmıştıt.Koruyucu tedavi ülkemizdede başarı ile yapılmaktadır .

MS TANISI KONDUKTAN SONRA UYGULANAN KORUYUCU TEDAVİ ATAKLARI BÜYÜK ORANDA ÖNLER.

  1. Belirti giderici tedaviler:Hastanın yakınmalarına göre kullanılabilecek ilaçlardan (ağrı kesiciler, depresyon, kas gevşetici, iktidarsızlık, kronik yorgunluk, idrar kaçırmayı önleyen ilaçlar ve epilepsi ilaçları gibi) oluşmaktadır. 
  2. Fizyoterapi: MS hastalarında en az ilaç tedavisi kadar önemlidir. Hastalarda sık olarak izlenen güç kayıpları, dengesizlik, ellerde beceriksizlik ve kas sertlikleri (spastisite) etkin bir fizyoterapi ile önlenebileceği gibi ayrıca giderilebilir. MS hastalığı günümüzde tedavisi ve kontrolü kolay bir hastalık haline gelmiştir.

Hastanında dikkat etmesi gerekenleri kısaca özetlersem;

  1. Bu hastalık 20-40 yaş arasını etkiler. Yani genç, erişkin hastalığıdır. İleri yaşta atak görülme olasılığı çok düşer. Bu süre içinde hastanın tüm yaşantısına dikkat etmesi doktoru ile iletişimini koparmaması gerekmektedir.
  2. Aşırı yorgunluk, aşırı stres, vs.. bu hastalığı tetikler.
  3. Hastanın mümkün olduğunca özellikle kış aylarında ağrı enfeksiyon almamaya dikkat etmesi gerekmektedir. Peki ne yapması gerekir. Kışa girişte grip aşısı olunmalı ve kış aylarında üşütmemeye, yaz aylarında aşırı güneşe çıkmamaya, terli terli sıcak ortamdan soğuk olan klimalı ortama geçmemeye … vs dikkat etmek gerekir.
  4. MS hastalığı kesinlikle çalışmaya engel bir hastalık değildir. Bu hastalık çok ender olarak tedaviye rağmen kişiyi sakat bırakır ve yatağa bağlar. Büyük oranda tedaviye iyi sonuç alınır
  5. Hasta vücut direncini arttırıcı yönde beslenmeli gerekirse takviye almalıdır
    Yukarıda bahsettiğim gibi, MS hastaları aslında hepimizin uyması gereken kurallara uymalıdırlar. Özetle, vücut direncini düşürecek her türlü olaydan kaçınmalıdırlar.

Düzgün bir hayat ve iyi bir tedavi ile MS hastaları, gönül rahatlığı ile işlerinde çalışmalı, günlük aktivitelerinden geri kalmamalıdırlar.

MS Hastaları Çalışabilir Mi?

Daha önceden hiçbir şikayeti olmayan hastanın, görme bozukluğu veya kaybı oluyor ya da bir tarafı tutmuyor.Doktora gidiyor ve MS hastası olduğunu öğreniyor.Bu hastanın psikolojisi açısından  bir ykım olur.Çünkü bu hastalık maalesef halk açısından çok kötü sonuçlara götüren bir hastalık olarak bilinir. Hasta hastalıkla ilgili okuduğu bilgilerin en kötü sonuçlarını kendinde bulacakmış gibi düşüncelere kapılır..En iyi ihtimalle sakat kalacağını yada öleceğini düşünür., hastalıkla ilgili okuduğu bilgilerin en kötü sonuçlarını kendinde bulacakmış gibi düşüncelere kapılır. Hatta bazen doktor doktor gezme ve hastalığı kabullenmeme tedaviyi aksatır. Benim kişisel önerilerim şunlardır.

1-MS hastalığı genelde tedaviye olumlu sonuç verir. Hastanın doktoruna güvenmesi, yakın takip ve iyi bir tedavi hastalığın olumsuz etkilerini yok eder.Hasta bir hekime güvenmeli sık doktor değiştirmemelidir.

2-Bu hastalık 20-40 yaş arasını etkiler. Yani genç, erişkin hastalığıdır. İleri yaşta atak görülme olasılığı çok düşer. Bu süre içinde hastanın tüm yaşantısına dikkat etmesi doktoru ile iletişimini koparmaması gerekmektedir.

3-Aşırı yorgunluk, aşırı stres, alkol sıgara, sık sık enfeksiyon hastalığı geçirmek…vs.. bu hastalığı tetikler.

4-Hastanın mümkün olduğunca özellikle kış aylarında ağrı enfeksiyon almamaya dikkat etmesi gerekmektedir. Peki ne yapması gerekir. Kışa girişte grip aşısı olunmalı ve kış aylarında üşütmemeye, yaz aylarında aşırı güneşe çıkmamaya, terli terli sıcak ortamdan soğuk olan klimalı ortama geçmemeye … vs dikkat etmek gerekir.

5-MS hastalığı kesinlikle çalışmaya engel bir hastalık değildir. Bu hastalık çok ender olarak tedaviye rağmen kişiyi sakat bırakır ve yatağa bağlar. Büyük oranda tedaviye iyi sonuç alınır.

Yukarıda bahsettiğim gibi, MS hastaları aslında hepimizin uyması gereken kurallara uymalıdırlar. Özetle, vücut direncini düşürecek her türlü olaydan kaçınmalıdırlar. Düzgün bir hayat ve iyi bir tedavi ile MS hastaları, gönül rahatlığı ile işlerinde çalışmalı, günlük aktivitelerinden geri kalmamalıdırlar.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Baş ağrısı, bel ağrısı, boyun ağrısı gibi insanın yaşam kalitesini bozan birçok ağrı türü vardır. Hekimin araştırması sonucunda bu ağrılara neden olabilecek etken bulunamazsa veya bu kadar ağrı yapmayacağı kanaatine varılırsa, hastaya ağrılarının nedeninin sinirsel olduğu söylenir.

Hasta için esas kabus bu sözden sonra başlar. Hasta yakını, hastanın psikolojisinin bozuk oluğunu düşünür. Bazen de hastanın bu durumu kullandığını içinden geçirir ve hastanın şikayetlerine aldırmaz. Fakat hastanın yaşadığı bir ağrı gerçeği vardır ve hastanın yaşam kalitesi bozulmuştur. Ağrı sebebinin sinirsel olduğunun herkes tarafından söylenmesi, doktor doktor gezmek ve önemsenmemek; var olan ağrıları daha da arttırmıştır .

Tüm tıp kitaplarında ve yayınlarında sinir sistemi ve ağrı ile ilgili birçok kanıtlanmış bilgi vardır. Sinir sisteminin yıpranmış olması ağrıyı daha da arttırır. Şunu bilmek gerekir ki, depresyon kalıcı bir ruh bozukluğu değildir. Sinir sisteminin, yaşanan kötü olaylar, geçirilen hastalık vs. gibi etkenlerle biyokimyasının bozulmasıdır. Tedavi ile düzelir. Panik atak, takıntı gibi durumlar da biyokimyasaldır ve uzun süren tedaviyi gerektirir.

İnsanlarda nasıl diğer organlar ve sistemlerin bozulması hastalıklara yol açar ise sinir sisteminin de hasar görmesi çeşitli hastalıklara yol açar. Felç, sara hastalığı gibi depresyon ve panik atak vs. de sinir sistemi hastalığıdır. Felç geçiren hastanın belirtileri güç kaybı, konuşma ve denge bozukluğu vs.; depresyonun belirtisi ise huzursuzluk ,uykusuzluk, içe kapanma vs.dir. Özetle bu gibi durumlar bir ruh bozukluğu değildir.

Sinir sisteminin bozuk olması, tek başına ağrıya sebep olduğu gibi var alan ağrıyı daha da arttırır. Örneğin migreni olan bir hastanın gün içinde gerginliği artarsa ağrısı tetiklenir. Bel, boyun ve sırt ağrısının nedenleri arasında sinir sisteminin bozulması ile oluşan kas spazmları ön plandadır. Sinirlenince mideyi uyaran sinir fazla çalışır ve gastrit, ülser gibi rahatsızlıklara yol açar.Bu gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Ağrı çeken hastanın ızdırabı büyüktür. Bu ağrıların sebebi sinir sisteminin bozukluğu da olabilir. Hekimin ve hasta yakınının bu durumu psikolojik rol yapma gibi algılaması ve önemsememesi çok yanlıştır. Hastanın ağrıya sebep olacak etkenleri ortadan kaldırıldıktan sonra mutlaka sinir sistemi de gözden geçirilip tedavi edilmelidir. Aksi taktirde ağrı kronikleşir hasta ve hasta yakını sağlık sektörlerinde maddi kaybına uğradıkları gibi olumlu bir sonuç da alamazlar.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Plaza yaşamı sağlığımızı tehdit ediyor. Gökdelenlerde çalışanların en önemli sağlık sorunu; migren. İş dünyası, iş stresi ve plaza yaşamıyla migrenin pençesi altında. Migren en çok da genç kadınları esir alıyor

Plaza yaşamı, yüksek katlı binalar, çalışanlara sağladıkları konfor, kaynakların ekonomik kullanımı, daha fazla insanı bir arada çalıştırma imkanı gibi olumlu katkılarının dışında birçok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. Klimalardan kaynaklanan enfeksiyonlar nedeniyle üst solunum yolu sorunlarının dışında, gökdelenlerde çalışanların en çok yakındıkları sağlık sorunlarının başında gerilim tipi baş ağrıları ve migren geliyor.

ERKEKLERDE NADİR GÖRÜLÜYOR
İş dünyasının stresiyle, gerilim tipi baş ağrıları çok fazla insanda görülüyor. İş stresinin etkilediği bir diğer hasta grubu da migreni olanlar. Migren baş ağrıları içinde en çok rastlanılan türü oluşturuyor. Migren ağrısı özellikle de genç kadınlarda daha fazla görülüyor. Eğer kişinin annesinde migren varsa, kızında da ortaya çıkabiliyor. Migren erkeklerde ise daha nadir bir şekilde görülüyor. Bunun nedeninin ise hormonal olduğu düşünülüyor. Migrenle beraber, hastada mide bulantısı, çarpıntı, kusma, görme bozukluğu gibi belirtiler olabiliyor. Migren hemen hemen her durumda gerilim tipi baş ağrısı ile birlikte ortaya çıkıyor.

İŞ STRESİ BİYOKİMYAMIZI BOZUYOR
Gerilim tipi baş ağrısının psikolojik olup olmadığı sık sorulan bir soru. Eski yıllarda veremin tedavisi olmadığı için birçok insan bu hastalıktan hayatını kaybetmişti. Dolayısıyla sinir sistemi hastalığının tanısı ve tedavisi olmadığı için basit depresyona yakalanan insanlara, kendisine ve çevresine zarar vermemesi için daha ağır ilaçlar veriliyordu. Fakat son 15-20 yıldır depresyonun sinir sistemini idare eden sinirin biyokimyasının değişikliğinden kaynaklandığı anlaşıldığı için ilaçlarla tedavi edilebildiği ispatlandı. Soğukta kalan bir insan nasıl grip olabilirse yoğun iş stresi de insanın sinir sisteminin biyokimyasını bozuyor. Eğer insan takıntılıysa takıntısını artırıyor, sinirliyse daha da sinirli oluyor. Depresyon ve takıntı günümüzde tedavi edilebilir bir hastalıktır. İlaç, gerekirse terapi , ilaç istemeyen hastalar için de yapılan TMS tedavisi bu hastalığı kontrol altına alabiliyor.

En çok görülen iki ağrı türü, migren ve gerilim tipi baş ağrısıdır. Ağrı ve depresyon çok sık görülen evrensel bir yakınmadır. İnsanoğlunun acı ve ızdırap çektiğinin ifadesidir. İkisinde de ruhsal, bedensel ve sosyal süreçler iç içedir. Kısaca depresyon sinir sisteminin nezlesidir diyebiliriz fakat ruh hastalığı kesinlikle değildir. Ruh hali ile ağrı iç içedir ve sinir sistemi bozukluğunda ağrı çok sık görülür.

Baş ağrısı bu belirtiler içinden en sık görülenidir. Bu ağrı genellikle enseden başlar ve tüm başa yayılan, sıkıştırma tarzında bir ağrı olup, çift taraflıdır. Ağrı, enseden başladığı gibi başın önünü de tutabilir ve hastalar tarafından başda gerilme ya da kafa üzerinde bir ağırlık hissi olarak tanımlanır. Bulantı ağrıya eşlik edebilir, ağrı kesiciye yanıt vermez, tüm gün boyu sürdüğü gibi stresin arttığı saatlerde daha da artar, hayat kalitesini bozar ve iş verimini de azaltır.

Tanıda somut bir laboratuar ve BT, MR bulgusu yoktur. Genellikle bu tür hastalara migren teşhisi konur, sinirsel denip geçiştirilir. Bu hastalıkta tanı ve tedavi çok önemlidir.

Nasıl insanların diğer organlarında zaman zaman rahatsızlıklar meydana gelmesi herkes tarafından normal karşılanıyorsa insan anatomisinde var olan sinir sisteminin rahatsızlığı da herkes tarafından normal karşılanmalıdır. Bir örnek verecek olursak, soğuk bir havada ince kıyafetle dışarıya çıkan bir kişinin hasta olma riski nasıl yüksekse, sıkıntıya maruz kalan, stresli işlerde çalışan, aşırı üzülen ve aşırı sevinen insanların da depresyona girme olasılığı diğerlerine göre daha fazladır. Çünkü bu durumdaki insanların sinir sisteminin biyokimyası değişir ve diğer hastalıklar gibi muhakkak tedavi olmaları şarttır.

Toplumda çok sık görülen bir baş ağrısı türü olan migren ile gerilim tipi baş arısı iç içe geçmiş durumdadır. Migren, çoğunlukla ataklar halinde gelen bir baş ağrısı tipidir. Ataklar 4 saatten 72 saate kadar değişen uzunluklarda olabilir. Kişi ataklar arasında kendini tamamiyle normal hisseder.

Eskiden “sadece bir baş ağrısı tipi” olarak görülen migren, artık başlı başına bir nörolojik hastalık olarak kabul edilmektedir. Migren ağrısı genellikle orta şiddette ya da şiddetlidir ve kişinin normal aktivitelerini engelleyebilir. Baş ağrısı zonklayıcı, matkapla deler gibi ya da nabızla birlikte atan şekilde hissedilebilir. Bulantı, kusma, ışığa veya sese karşı aşırı hassasiyet baş ağrısına eşlik edebilir. Migren, kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Birçok kişide ağrı ve diğer semptomlar o kadar şiddetlidir ki, sadece karanlık bir odada yatıp uyumak isterler.

Günümüzde migrenin tedavisi başarı ile yapılmaktadır. kronik ve sık tekrarlayan migren hastalarına botox uygulanmaktadır. Yurt dışında ve ülkemizde migren cerrahisi gerekli hastalara başarı ile uygulanmaktadır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Toplumumuzda çok sık görülen bu hastalıktan çok kısa bahsetmek istiyorum. Fibromiyalji, uzun süre hastayı etkisi altına alan yaygın kas ağrısı sendromudur. Özellikle 20-50 yaş arası kadınları etkiler.

Ağrı kesicilere kolay yanıt vermeyen bu hastalığın belirtilerini kısaca aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.

1-Özellikle boyunda, enseden başa yayılan omuzlarda, belde ve kalçada ağrı.
2-Ağrıya eşlik eden yanma ve sızlama hissi.
3-Bitkinlik ve uyku bozukluğu sık görülür. Ve bu durumda ağrıda artış olur.
4-Gün içinde şikayetlerde artış olur. Özellikle sinir ve streste ağrı artar.
5-Kas ağrısı ile beraber, spesifik olmayan semptomlarda sık görülür. Bunlar abdominal yani karın ağrısı, şişkinlik, ishal, kabızlık, soğuğa dayanıksızlık, baş ağrısı, moral bozukluğu vs.

Bu şikayetleri arttırabiliriz. Fakat ben en çok görülen şikayetleri sıraladım.
Özetlersem bu hastalıkta daha çok enseden başlayıp başa yayılan ağrı, boyun ağrısı ve bel, kalça ağrısı olur. Muayene bulguları normaldir. Ve ağrı kesiciye genelde yanıt yetersiz olur.

Hastalık kronik bir seyir sergiler. Ancak stresin azaltılması ve gevşeme egzersizleri ve ilaçlarla hastalık kontrol altına alınır.

Hastalığın tanısında, hekimin çok iyi hastayı dinlemesi ve diğer hastalıklardan ayırması lazımdır. EEG ve EMG gerekirse Cranial MR birçok hastalığın dışlanmasına yardımcı olur. Genellikle muayene ve laboratuar tetkikleri normaldir. Bu hastalık birçok hastalıkla karışabilir. Bunların başında; romatizma hastalıklar, hipotiroidizm , bel ve cervical fıtıklar, depresyon, MS, polimiyozit vs… gelir.

Bu hastalığın tanısı ve hasta tarafından kabulü çok zordur. Hasta genelde hastalığı ile ilgili somut tetkik bulguları ister. Fakat bu hastalık deneyimli bir hekimin detaylı muayenesi ve diğer hastalıkları dışlanması ile saptanır. Hekimin muayenesi ve hastaya açıklayıcı bilgiler vermesi tedaviyi olumlu yönde etkiler.

Tedavide dikkat edilecek hususlardan kısaca bahsedersem:

1-İlaç tedavisi kaçınılmazdır. Dirençli vakalarda ağrılı bölgeye enjeksiyon yapılabilir.
2-Hastalığı hastaya anlatmak önemlidir.
3-Hastalığa eşlik eden başka bir hastalık varsa, bu hastalığın tedavisini yapmak.
4-Fizik tedavi ve egzersiz programları bunun yanında masaj tedavisi düşünülebilir.
5-Stres azaltma ve gevşeme terapileri büyük önem taşır.

Yukarıda bahsettiğim gibi özellikle stres ve gerginlik kasları kasacağı için hastalığın şiddetini arttırır. Ve ilaca olan yanıtı olumsuz etkiler. Bunun için fibromiyaljisi olan hastada buna eşlik eden stres, gerginlik ve depresyon varsa tedavisi buna göre düzenlenmelidir. Hastalık kroniktir. Yani uzun süre sürer ve zaman zaman tekrarlayabilir. Bu da hastaların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Bunun hastaların ilaçlarını düzgün kullanarak, verilen egzersizleri disiplinli bir şekilde yapması gerekmektedir.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Hastalar baş dönmesinin; ‘’ etrafımda her şey dönüyor, yer altımdan kayıyor ’’ gibi sözcüklerle anlatırlar. Baş dönmesine hemen her zaman eşlik eden bulantı, kusma, yürümede zorluk eşlik eder.

Psödovertigo ise; hasta tarafından sersemlik hissi, havada ya da bulutlarda yürümek gibi aktarılır. Psödovertigo en sık görüldüğü tablolar, anksiyete atakları, ağır anemiler (kansızlık), hipotansiyon (düşük tansiyon) ve hipoglisemidir (düşük şeker düzeyi).

Vertigoları Aşağıdaki Gibi Sıralayabiliriz:

  • Nörolojik Kökenli Vertigo

Bu tür baş dönmesi bazı epilepsi (sara hastalığı) türlerinde ender de olsa görülür. Beynin Cerebellum denen kısmının hasarlarında; baş dönmesi görülür. Nörolojik kökenli baş dönmelerinde, baş dönmesine eşlik eden başka semptomlar da vardır.

  • Meniere Hastalığı

Tekrarlayan baş dönmesi atakları, kulak çınlaması ve zaman içerisinde tekrarlayan ataklarla yerleşen sağırlık vardır. Tipik bir atakta; ani başlayan birkaç dakika ile saatler arasında süren baş dönmesi ve değişen şiddette kusma bulunur. Kulakta çınlama vardır. Atak sıklığı hastadan hastaya farklılık gösterir.

  • Pozisyonel Vertigo 

Başın ani pozisyon değiştirmesine, gövde uyum sağlayamaz ve yataktan kalkma; başın çevrilmesi v.b. nedenlerle baş dönmesi atakları ortaya çıkar. Ataklar, genelde bir dakikadan az sürer. İşitme ve çınlama baş dönmesine eşlik etmez. Bazen yaşlılarda bu tür baş dönmesi; birkaç saniye sürer ve yıllarca devam eder.

  • Vestibüler Nörinit

Sıklıkla tek bir baş dönmesi atağı ile beliren selim bir tablodur. Bu türde de, çınlama ve sağırlık yoktur. Hastalar, genelde genç-orta yaş erişkinlerdir. Hastaların hemen hemen hepsi, birkaç hafta önce geçirilmiş üst solunum yolu (grip vs..) enfeksiyonu bilgisini verirler. Bu baş dönmesinin nedeni, tam ispatlanmamış olsa da virüs denen bir mikrop türü sorumlu tutulmaktadır. Vertigo atağı ve kusma günler içinde şiddetini azaltarak geçer. Ani hareketle başlayan fenalık hissi ise, haftalarca kalabilir.

Tanı ve Tedavi

Baş dönmesi ile başvuran hastayı, hekim iyice dinlemeli, detaylı bir muayene ile düşündüğü baş dönmesi türünü, hastaya yaptırdığı tetkiklerle doğrulamalıdır. Bu tetkikler, baş dönmesinin türü doğru tespit edildikten sonra baş dönmesine sebep olan bir etken varsa, bunun tedavisi yapılmalıdır. Hastalıkla ilgili; hasta ve hasta yakınına bilgi verilmeli ve baş dönmesinin tedavisi düzenlendikten sonra hastanın tekrardan hekim ile ilişki kurulması önerilmelidir.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Felç, beyin dokusunun hasarlanması sonucu oluşur.

Felce Sık Yol Açan Sebepler:

  1. Beyin damarlarının tıkanması.
  2. Beyin kanamaları.
  3. Kalp krizi sonrası beynin oksijensiz kalması.
  4. Travmalar vs.

Gelişen teknoloji ve tedavi yaklaşımları neticesinde, doğru bir tedavi ile; hastanın sakatlık durumu minimal hale getirilir. Yoğun bakımdan çıkmış ve hayati tehlikesi sona ermiş hastanın tedavisinin zaman geçirilmeden planlanması gerekir.

Bu hastalarda tedavinin başarısını, ilaç tedavisinin yanında FİZİK TEDAVİ belirler. Uzun süre yoğun bakımda yatan hastalara, fizik tedavi zamanında başlanmazsa, ellerde ve kollarda kas erimeleri olmakta, yatak yaraları açılmaktadır. Bazen bu durum kalıcı olabilir ve hasta yoğun bakım sonrasında, bu yaralarla ve bu yaraların yarattığı enfeksiyonla uğraşır. Bu yaraların oluşmasının nedeni, zamanında başlanmayan fizik tedavidir. Fizik tedaviye geç başlama ya da hiç başlamamak, hastayı kaderine terk etmek demektir. Hasta ve hasta yakınları da bu durumu kabullenmek zorunda kalır.

Sinir sisteminin kendini tamir etmez görüşü yanlıştır. Her ölü dokunun içinde ölmeyen hücreler vardır. Tedavideki amaç bu hücrelerin kalitesini arttırmak ve ölü hücrelerin yerini almasını sağlamaktır. Uzun süre alçıda kalan kolda bile fonksiyon kaybı olur.

Felç iyileşmesi, ortalama 6 ay ila 2 yıl sürer. Bu süre içinde, insan vücudu hareket etmezse fonksiyonlarını kayıp eder. Beyin dokusu tamir olsa bile kişi felç kalır. O halde; kişiye özel birebir fizik tedavi, felç tedavisinin en önemli kısmıdır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Bunama (demans), zihinsel ve sosyal becerilerdeki ilerleyici geriliktir.Yaşlılığın değil anormal beyin süreçlerinin bir sonucudur. Demans hastalığı olan kişinin günlük yaşantısı bozulur, özellikle yakınları ile mantıklı ilişkiler içine giremez. Ne yazık ki demanslı hasta bu durumun farkında değildir. Bu durumdan etkilenenler demanslı hastanın sorumluluğunu üstlenen ve ona bakan yakınlarıdır. Ben bu yazımda demans hastalığının tanımı ve belirtilerinden bahsetmek yerini bu hastalıkta, özellikle hastaya bakmakla yükümlü kişiler etkileyecek ve tedavisi şart olan demanslı hastalarda görülen davranış ve ruh bozukluklarından bahsetmek istiyorum. Bu bozukluklar, şunlardır:

1. Saldırganlık: Saldırgan davranış,bir kişi veya herhangi bir olaya karşı hareket ve karşı koymayı kapsar.Hastadaki öfke ve moral bozukluğu,saldırganlığa yol açabilir.

2. Öfke ve sinirlilik: Öfke yoğun duygusal bir tepkidir.Sinirlenmek, biraz daha ılımlı bir tepkidir. Eğer hastanın kaygı ve moral bozukluğu; yakınları veya bakıcısı tarafından fark edilmezse, bu duygular öfkeye doğru tırmanır.

3. Lakaytlık ve depresyon: Bu tür hastaya bakanların en sık yakındıkları zorluk hastalarda görülen lakayt davranışlardır. Hastalarda motivasyon eksikliği, oturup boş boş bakma periyotları, ve dünyadan kopma duygusu vardır. Demanslı hastalarda depresyon da sık görülen bir semptomdur.Depresyonun belirtilerini; öfke, sinirlilik, sık sık ağlama nöbetleri, iştah ve uyku düzeninde değişiklikler olarak kısaca sıralayabiliriz.

4. Peşinden ayrılmama veya talepte bulunma: Bu durum sıklıkla terk edilme korkusu nedeni ile ortaya çıkar.Hasta gün boyunca yaşamını yönlendirmesi için yakınına yönlenir ve daima bir şeyler talep eder.

5. Takıntı, şüphe ve paranoya: Takıntılarda ne kadar mantık yürütüp, ikna edilmeye çalışılsa da hastada değiştirilemeyen ve düzeltilemeyen yanlış inançlar vardır. Şüpheciliğin özelliği ikna olmamak ve güvensizliktir. Demanslı hastada birilerinin kendisini takip ettiği vs. gibi paranoyalar da sıkça görülür.

6. Uygunsuz cinsel davranış: Cinsel ihtiyaçlar bir erişkinin yaşamının doğal bir parçasıdır.Cinsel istek hastalık süresince ortadan kalkmayabilir.Hastada kendini engelleme duygusu zayıfladığı için, cinsel organı elleme, cinsel ağırlıklı konuşma, toplum içinde soyunma vs. gibi anormal davranışlar görülebilir

7. Eşyaları saklama: Hastalar eşyaları olmadık yerlere saklayabilirler.Bunun sebebi eşyalarının çalınma korkusudur. Genellikle hasta sakladığı eşyaları daha sonra bulamaz ve bazen maddi manevi kayıplar olabilir.

8. Uyku bozukluğu: Uyku bozukluğu çok sık görülür. Demanslı hastada uyku sorununun altında başka hastalıklar da aranıp ekarte edilmelidir. En büyük sorun verilen uyku ilaçlarının sersemlik, baş dönmesi, hafıza bulanıklığı gibi demanslı hastayı daha da zora sokacak bulguların görülme olasılığıdır.

Demanslı hastalarda yukarıda saydığım semptomlar dışında birçok semptom görülür. Bunların tedavisi ile hastanın yaşam kalitesi arttığı gibi hastaya bakan yakınları da rahat ve huzura kavuşur.

Prof. Dr. Serdar Dağ 

Beyin hasarı sonrasındaki sürecin, hem hastalar hem de aileleri için büyük sosyal ve ekonomik önemi vardır. Birçok sebebe bağlı olarak beyinde hasar oluşur; bu sebeplerden önemli olanları sıralayalım:

  • Beyin damarlarının tıkanmasına bağlı oluşan beyin hasarları.
  • Beyin kanamasına bağlı oluşan beyin hasarları.
  • Kafa travmasına bağlı oluşan hasarlar (trafik kazası, düşme vs.).
  • Beyin tümörlerine bağlı oluşan hasarlar.
  • Beynin enfeksiyonlarına (menenjit, ensefalit vs.) bağlı oluşan hasarlar.
  • MS gibi beynin ilerleyici veya kalıcı hastalıklarına bağlı oluşan hasarlar.

Nedeni ne olursa olsun, oluşan hasarın derecesi hastanın tüm yaşamını etkiler. Ben bugün beyin hasarına neden olan hastalıkların tedavisinden ziyade tedavisi olmuş ve eve çıkartılmış, beyin hasarına bağlı sakat kalmış hastaların durumundan bahsetmek istiyorum.

Beyin Hasarlarını Şöyle Sıralayabiliriz

  1. Koma: Hasta kendinden ve çevresinden haberdar değildir.
  2. Ağır Sakatlık: Hastaların günlük yaşamında desteğe gereksinimleri vardır.
  3. Orta Dereceli sakatlık: Hastanın desteğe ihtiyacı yoktur; ancak sakatlık vardır, hasta işe dönebilir de dönmeyebilir de.
  4. İyi Düzelme: Hasta iyidir; ancak daima tam bir iyileşme yoktur ve hasta günlük aktivitesine dönebilir.

Hastalar tedavi olup eve çıkınca yukarıda bahsettiğim beyin hasarı derecelerinin bir tanesinin durumunda olurlar. Hasar ilerleyiciyse (kötü huylu tümör, ilerleyici beyin hasarı ile giden hastalıklar vs.) zaten yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Fakat olmuş bitmiş bir hasarsa, hasta özellikle orta veya iyi dereceli sakatlık durumu içine giriyorsa; hastanın daha iyi olması için ilaç ve fizik tedavi olması bence şarttır.

Beyin hasarı sonrasında uzunca tedavi görmüş ve daha sonrasında eve çıkartılan hastalar; çok uzun ve pahalı bir tedaviden geçtikleri için genelde hayata küs, depresyonda; hasta yakınları da maddi, manevi çöküntü içine girdikleri için umutsuz ve boş vermiş olurlar; çünkü bu hastalıkların tedavisi iğne ile kuyu kazmak gibidir. Bu hastaların, beyin hasarına sebep olan hastalıklarının tedavisi sürerken destek tedavisinden yoksun bırakılmaması gerekir.

Maalesef ülkemizde bu tür hastalar, hekim ve yakınları tarafından kaderine terk edilir. Bu tür hastalar; uzun süre tedavi gördükleri için kas yapıları zayıflar, vücut dirençleri düşer, enfeksiyonlara daha çabuk yakalanırlar, el ve bacak ekstremite hareketlerini tam olarak yapamazlar, yürümeleri, konuşmaları, iş yapma yetenekleri bozuktur. Tabii ki bu aktivitelerin çoğu beyin hasarı sonucu oluşmuştur; fakat uzun süre yatmaya ve hareketsiz kalmaya bağlı olarak beyin hasarı sonrasında oluşan kayıplar dışında kalan bölgelerde de aktivasyon kaybı olur.

Bu tür hastanın hastalıklarının tedavisi yanında; kasları geliştiren, enfeksiyonları önleyen, ruh halini düzenleyen ve hastaya günlük hayat aktivitesini kazandıracak fizik tedavi yapmak gerekir ve bu şarttır. Biz bu tedavilere destek tedavisi diyoruz.

Beyin hasarının derecesine göre ve tedavinin iyi düzenlenmesi yüz güldürücü sonuçlar vermektedir. Bu konuda deneyimli bir hekim iyi bir destek tedavisi ile başarılı sonuçlar alabilir. O halde bu tür hastaları kaderine terk etmeyelim; çünkü bu tür hastaların topluma kazandırılması ve aktivitasyonlarının olabildiğince iyi hale gelmesi, destekten kurtulması; hastanın kendisi kadar yakınları için de bir kazançtır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

İyimser olmak, depresyona girmemek insanın hem yaşam kalitesini hem de ömrünü uzatır. Yaşlanma, hücrelere serbest radikallerin birikmesiyle başlar.

Vücudumuzda doğal bir denge sistemi vardır. Bu denge sistemine; karamsar olmak, stres ve sinir olumsuz yönde etki eder. Bu üçü, hücreleri yıpratan etkenlerin başında gelir, yaşlanmayı erkene alır, vücudun savunma mekanizmasını olumsuz etkiler. Vücut savunmasız olduğu için kanser, kalp, şeker, tansiyon gibi sistemik hastalıkların açığa çıkması daha kolay olur.

Bununla beraber, her insanın bir karakteri vardır. Bu da genetiğinde gizlidir. İyimser olmak genetik bir lütuftur. Bazı insan depresif, bazı insan takıntılı, bazı insan da iyimser olur. İyimser olmak için gerekirse profesyonel bir destek alınmalıdır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

“Ben de annem, babam gibi; demans, parkinson, felç, beyin kanseri vs. olur muyum?”

Hasta yakınlarının en çok sorduğu soru budur; Çünkü günümüzde hala bazı beyin ve sinir hastalıklarının tedavisi mümkün değildir. Özellikle; ilerlemiş demans, felç, parkinson, kas hastalıkları gibi kronik hastalıklarda, hasta iyi tedavi olamamışsa yakınlarına muhtaç olur. Bu tür hastalara bakmak maddi manevi zordur. Birinci derece yakınların da en büyük kaygısı; kendilerinin de bir gün bu hastalığa yakalanma ihtimalleridir.

Günümüzde yapılan tıbbi kontrollerde, sadece vücudumuzda var olan hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Oluşabilecek hastalıklarla ilgili bilgi alınamaz. O zaman, yapılan kontrollerde sağlam çıkmak; bir ay ya da daha sonra hasta olmayacağız anlamına gelmez. Bunun örneklerini çevremizden zaten birçok kez duyarız. Hasta yakınlarının “daha kısa süre önce tüm tetkiklerini yaptırmıştı sapasağlamdı…” gibi sitemkar sözlerini sıkça duymuşuzdur.

Demans, parkinson, felç, beyin kanseri gibi hastalıkların sırrı insan genetiğinde saklıdır. Yapılan DNA analizleri sonucunda, birçok beyin ve sinir hastalığına yakalanma riski artık tespit edilmektedir. Alınan kan örnekleriyle, özel koşullarda yapılan DNA analizleriyle; demans, epilepsi yani sara, ALS, kas hastalıkları, beyin kanseri gibi hastalıkların, DNA yapısında kodlanıp kodlanmadığı tespit edilir. Hastalığa yakalanma riski varsa, yani DNA’da bu hastalık kodlanmışsa, kişinin yaşamında gerekli tedbirleri alması sağlanır. Bu tedbirlerin başında, vücudun savunma sisteminin güçlendirmesi gelir.

Genetikte var olan hastalığa yönelik tetkikler sık tekrarlanır, gerekirse koruyucu tedaviler verilir ve kodlanmış hastalığın açığa çıkmaması ya da açığa çıkacaksa, en hafif şekilde hastalığı atlatma ortamı hazırlanır.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Vücudunuz dinlenirken beyniniz de dinlenebilir mi? Beyni dinlendirmek için deniz kenarında, işlerden tamamen uzaklaşacağınız bir tatil öneriyorum ve tatilde aşk aramayın; beyni yoruyor. Bütün bir kış boyunca, yorulan aslında vücudumuz değil, beynimiz. İşte bu görüşten yola çıkarak beyni dinlendirmek için etkili tatil formüllerini aşağıda bulacaksınız.

Beyin Tatilde Dinlenir Mi? 

Yorulan beynin dinlenmesi için en iyi yol tatile çıkmaktır. Ancak beyin, amaca uygun bir tatil yapılırsa dinlenir. Bazen tatil süresince ertelenen işler yapılmaya çalışılır. Bu durum sadece beynimizi bir işten diğerine yönlendirmek ve onu daha fazla yormaktan başka bir işe yaramaz. Nasıl ki, bilgisayarımızda biriken e-postaları, hafıza dolduğunda temizlemek zorundaysak, tatili de sadece iş ortamından uzaklaşmak olarak algılamamalı ve bu süre içinde beynimizi işgal eden olumsuz düşünceleri de temizlemeye çalışmalıyız.

Güneş Beyni Nasıl Etkiler? 

İnsanın ruh yapısı mevsimlerle yakından ilişkilidir. Güneşli havalarda, insana mutluluk ve heyecan veren maddeler daha çok salgılanır. Yoğun ve stresli bir iş temposundan sonra çıkılan tatilde güneşle denizin bir arada olması beynin dinlenmesi için fırsattır. Deniz ve güneş ikilisi sayesinde beyinden salgılanan hormonlar; insana huzur verir ve rahatlatır. Ayrıca seks dürtüsünü artırır ve beynimiz iş hayatının stresinden uzaklaşır, bozulan ruh hali düzelir.

Tatilde Neden Cinsellik Artar? 

Tatilde tüm düşünceler bir tarafa itilir. Beyin yalnızca dinlenmeye programlanmışsa rahat ortam, güneş, deniz ve temiz havanın etkisi ile seks dürtüsü artar, duygusal heyecan doruk noktasına çıkar. Cinsel isteğin artması ile tatilde daha fazla yapılan seks, beyin dolaşımını olumlu etkiler, zinde tutar, uzun yaşamı destekler ve stresi yok ederek vücudu rahatlatır. Tatil aşkları ise beyni yorar. Daima karşı tarafı düşünme ve beraber olma duygusu stres yaratır. Karşılık görmeyen duygular, bazen kişinin takıntı yapmasına neden olur. Takıntı ile oluşan uykusuzluk, sinir gibi belirtiler; kısa süreli tatili içinden çıkılmaz bir çile ortamına çevirir.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Hava değişimi yani sıcaktan soğuk havaya geçiş damarlarda büzülmeye ve kasılmaya yol açar. Yazın sıcağın etkisi ile genişleyen damarlar soğukta büzülür. Bu büzülme neticesinde; damarlarda basınç artışı olur. Bu durum tansiyon yüksekliğine yol açar. Damar duvarları bu basınca dayanamazsa yırtılmalar meydana gelir. Beyinde kanama oluşur.

Ülkemizde ve dünyada en önemli ölüm ve sakat kalma sebeplerinden birisi beyin kanamalarıdır. Eğer damar sistemi bozuksa yani damar içinde bilinen veya bilinmeyen tıkanıklık varsa damarların büzüşmesi ve kasılması ile damara yapışık olan ve damarı daraltan tıkaç damardan ayrılır ve kan yolu ile ulaştığı başka bir damarı tıkar. Bu tıkanma, beyinde meydana geliyorsa adı felç yani inmedir. Kalpte meydana geliyorsa adı kalp krizidir.

Ülkemizde kalp krizinden ölüm oranı bu mevsimde çok fazladır. Özellikle, anjiyonun ve kalp ameliyatlarının hemen hemen yapılmadığı ve sınırlı yapıldığı yıllarda kalp krizinden ölüm oranı çok fazlaydı. Onun için sonbahar ayı, insanlar için ölüm ayı ve hüzünlü yaprak dökümü ayı olarak hafızalarda yer etmiştir.

Sonbaharla değişen havayla beraber sinir sisteminin biyokimyası bozulur ve depresyon hastalığına çok sık yakalanılır. Kişi, mutsuz ve isteksiz olur. Hani derler ya sonbahar en güzel aşkların bile sona erdiği mevsimdir. Yüreklerdeki sevgiyi, aşkı, umudu alıp götürür yerine hüznü, ayrılığı ve daha ne kadar tuhaf duygu varsa onları getirir bu mevsim. Kış mevsiminin sert ve soğuk havalarından bile daha acımasızdır sonbahar.

Sinir sisteminin zayıflaması ile beraber vücudumuzun savunma mekanizması zayıflar ve birçok hastalığa zemin hazırlanır. Bundan dolayı sonbahara yaklaşırken mutlaka doktorumuza başvurmamız gerekir. Hüzün ayı olmaması için de gerekirse destek almak gerekebilir.

Prof. Dr. Serdar Dağ

Eskiden alzheimer mı vardı?

Çevre şartları ve doğal olmayan yaşam günümüz insanının hücre yapısını bozdu; Alzheimer ve demans gibi hastalıkların görülme oranı arttı. Eskiden doğayla iç içeydik, kimyasaldan uzaktık. Bu nedenle hafızamız tıkır tıkır işliyordu. Günümüz insanı ise bu hastalıkların pençesi altında. Sağlıklı bir hayat için doğal yaşamla iç içe olun, stresten uzak kalın, meyve-sebze tüketin, tencere yemekleri yiyin.

Günümüzün yaşam şekli birçok hastalığı beraberinde getirdi. Yaşam eskiden daha doğal, daha sade ve en önemlisi daha az stresliydi. Peki şimdi? Tüm besinler suni, her gün giydiğimiz, vücudumuzla temas halindeki kıyafetlerimizin çoğu kanserojen maddelerle dolu, spor yok, stres çok. Ve bize zararını henüz tam bilmediğimiz bir sürü teknolojik aletlerle iç içeyiz. Bu da Alzheimer ve demans gibi rahatsızlıkları arttırdı. “Eskiden yaşam kısaydı, herkes erken ölüyordu. Ondan dolayı bazı hastalıklar açığa çıkmıyordu” sözü, bir şehir efsanesidir. Eskiden ölümlerin çoğunun sebebi kalp kriziydi. Günümüzde bypass ve teknolojik sağlık işlemleriyle kalp krizi ölümleri azaldı. Peki ya Alzheimer, Parkinson, ALS , baş ağrısı gibi nörolojik hastalıklar eskiden bu kadar fazla mıydı? Hayır, değildi.

NE DEMANS NE ALZHEIMER

Bir nöroloji profesörü olarak, eskiye döndüğümde şimdiki bilim insanı kimliğimle geçmişteki insanımızı şöyle tahlil edebiliyorum… Bizim kuşaklar çok iyi bilir ki, milli bayramlarımızda (Bu arada geçmiş 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun), ilkokulda bize gazilerimizle röportaj ödevi verilirdi. Savaş 1920’li yıllarda olduğuna göre, röportajı yaptığım sıralarda o kişiler 75 yaşından büyüktü. Ama tüm ayrıntıları hatırlarlardı. Unutkanlıkları yoktu. Alzheimer ve demansın izi yoktu.

Yani eskiden ne demans olan vardı ne de şu anki gördüğümüz nörolojik hastalıklar. Babamın memuriyeti dolayısıyla birçok yer gezdim. Yaşlı insanlarımızı hatırlıyorum, halüsinasyon yani hayal gören, unutkanlık ya da psikolojik rahatsızlıklar yaşayan kişiler parmakla sayılacak kadar azdı. O dönemde Kore’ye savaşa giden çok kişi olduğu için yaşadıkları zorlu savaş günleri nedeniyle psikolojileri bozulmuş bazı kişiler vardı ya da sevgilisi tarafından terk edilen ve çektiği aşk acısı nedeniyle bazı psikiyatrik ve nörolojik rahatsızlıkları olanlar.

Bugün ise Alzheimer ve demans gibi hastalıklar korkulu rüyamız oldu. Bu hastalıkların artmasının temel nedenlerinden biri doğal yaşamdan uzaklaşmak. Son zaman hastalıkları olarak tanımlanıyor bu hastalıklar. Eskiden bu kadar çok yoktu. Eski insanlarımızın hafızası tıkır tıkır işliyordu. O zamanlar suni besin, suni giysi, yoktu. Her şey doğaldı. Belki de son zamanda doğal yaşama dönme çabaları, bitkisel tedaviyle uğraşanların ve doğal alternatif tedavi sunanların halk tarafından bu kadar ilgi görmesi bu yüzdendir.

ŞİFA İLE SONUÇLANAN TEDAVİSİ YOK

Maalesef hastalığın şifa ile sonuçlanan bir tedavisi günümüzde henüz mevcut değil. Eldeki ilaçlar sadece semptomları azaltmakta. Fakat son yıllarda bazı aminoasit içeren ilaçlar, nörotrofik yani beyin hücrelerini tamir eden ilaçlar piyasaya sürülmeye başlanmıştır. Bununla beraber hastalara TMS Tedavisi denilen magnetik akım verilerek beyin hücrelerinin kanlanması sağlanmaktadır. Bu yöntemle elektrik aktivitesi artırılmaktadır. Bunun haricinde NAD denilen vücudumuzda koenzim olarak görev yapan molekül, hücrenin enerjisini artırıp DNA’yı tamir etme özelliğinden dolayı son zamanlarda Alzheimer hastalığının tedavisinde aktif olarak kullanılmaya başlanmıştır.

ALZHEIMER VE DEMANS ARASINDAKİ FARK

Demans yani bunama, kazanılmış ve işlev gören zihnin yitirilmesi anlamına geliyor. Genellikle orta yaş ve orta yaşın ileri evrelerinde görülmeye başlar. Alzheimer ise demans türlerinden biridir. Görülen bunamanın yarısından fazlasını Alzheimer tipi demans oluşturur. İlk belirti unutkanlıktır. Hasta yakın geçmişi unutur. Teşhis, doktorun sorgulama ve muayenesi ile büyük ölçüde konur. Çekilen beyin MR’ında ise durum büyük oranda belli olur. Bunun dışında rutin kan testleri istenir ve beyin fonksiyonlarının işleyişine bakılır.

DEMANS BELİRTİLERİ NELERDİR?

Öfke ve sinirlilik
Depresyon
Sıklıkla terk edilme korkusu nedeni ile yakınlarının peşinden ayrılmama veya talepte bulunma.
Takıntı, şüphe ve paranoya
Uykusuzluk
Uygunsuz cinsel davranış

Prof. Dr. Serdar Dağ

Comments are closed.