

Ramazan Orucu: Bağışıklık Sisteminizi Güçlendiren Mucize! | Dr. Berg Türkçe
Tansiyon, Kalp Sağlığı ve Beslenme: İşte En Çok İzlenenler!
Dr. Ayşegül Çoruhlu: Hepimiz diyabetiz, ona göre beslenmeliyiz
Bunu İzledikten Sonra Bir Daha Şeker Yemeyeceksiniz | Dr.Berg Türkçe
Mucize Gıda Yoğurdun 5 Muazzam Faydası
YOĞURT & PEYNİR DOST MU DÜŞMAN MI? – (İdeal Günlük Tüketim Miktarı!) / 5 Dakikada Sağlık

İki Hafta Şekerden Tamamen Uzak Durursanız Ne Olur? | Dr.Berg Türkçe
Sadece 3 Hafta Şekeri Kesersek Ne Olur?
Sağlıklı Açlık Mucizesi, Açlık Taklidi Yapan Diyet, Sağlık, Prof.Dr.Serdar Akgün,
ŞEKER DOST MU DÜŞMAN MI? – (Günlük Şeker Tüketim Miktarı!) / 5 Dakikada Sağlık
TUZ TARTIŞMASI! – (Tuz Zararlı mı?) / 5 Dakikada Sağlık
Tuz Eksikliğinin 7 Uyarı İşareti | Dr.Berg Türkçe
SÜT DOST MU DÜŞMAN MI? – (Süt İçmeli miyiz?)/ 5 Dakikada Sağlık
Ist Milch wirklich schädlich? Kardiobey erzählt



Yoğurdun Faydaları Nelerdir? Yoğurt Neye İyi Gelir?
Sütten elde edilen yoğurt, zengin kalsiyum içeriğiyle öne çıkar. Yoğurttaki güçlü kalsiyum içeriği kemik sağlığını koruyarak osteoporoz riskini azaltmasıyla bilinir. Bununla birlikte yoğurt iyi bir fosfor, potasyum, A vitamini, B2 vitamini ve B12 vitamini kaynağıdır. Ayrıca yoğurt diş sağlığı için de oldukça faydalı bir besindir. Türk mutfağında da çok önemli bir yeri bulunan yoğurt güvenli bir şekilde tüketilebilir.
Yoğurdun Besin Değeri Nedir?
Kalsiyum zengini bir besin olan yoğurt aynı zamanda sodyum, potasyum ve fosfor içerir. Ortalama 100 kalori olan 1 kase yoğurdun içinde birçok vitamin ve mineral de bulunur.
1 kase yoğurdun besin değeri şu şekildedir:
- Protein: 6.8 gr
- Yağ: 3,5 gr
- Karbonhidrat: 8.2 g
- Sodyum: 100 mg
- Potasyum: 320 mg
- Kalsiyum: 230 mg
- Fosfor: 200 mg
- Kolesterol: 10 mg
Ayrıca yoğurdun vitamin ve mineralleri arasında ayrıca A, B, C ve E vitamini de bulunur. Yoğurt içerdiği kalsiyumdan dolayı sadece kemik ve dişler için değil aynı zamanda içeriğindeki magnezyum ve potasyumdan dolayı kas fonksiyonları ve sinir iletimleri için önemlidir. Sindirim sistemi ve bağırsak florası için yoğurtta bulunan probiyotikler çok faydalıdır.
Yoğurdun Faydaları Nelerdir?
Yoğurdun en temel faydası, kalsiyum zengini olmasından kolayı kemik sağlığını koruması ve osteoporoz riskini azaltmasıdır. Bağırsak biyomunu iyileştirebilen ve canlı probiyotik bakteriler içeren yoğurt sindirim sisteminin sağlığını da destekler. Tokluk hissi oluşmasına yardım eden yoğurt diğer yandan diş sağlığını da güçlendirir.
Kalsiyum zengini ve kemik dostu olan yoğurdun faydaları şu şekildedir:
- Kemikleri güçlendirerek osteoporoz riskini azaltır
- Bağırsak mikrobiyomunun dengelenmesine yardımcı olur
- Faydalı mide bakterilerini besler, sindirimi iyileştirir
- Yoğurt şişkinliği ve gazı azaltır
- Sindirim sisteminin sağlığını destekler
- Tokluk hissi oluşmasına yardım eder
- Protein açısından zengindir
- Tip 2 diyabetin önlenmesinde de rol oynar
- İltihabı azaltır, bağışıklığı güçlendirir
- Diş sağlığını korur
- Kan basıncını düşürür, kalbe iyi gelir
- Cilt parlaklığını ve elastikiyetini artırır
- Vajinal enfeksiyonların önüne geçebilir
Kemikleri korur, osteoporoz riskini azaltır
Yoğurdun en temel faydası kemik sağlığını koruyup osteoporoz riskini azaltmasıdır. Bu fayda, yoğurdun içindeki zengin kalsiyum içeriğinden gelir.
Sindirim sisteminin sağlığını destekler
Aynı zamanda güçlü bir probiyotik olan yoğurt, sindirim sistemi üzerinde olumlu etkilere sahip bir besindir. Gastrointestinal hastalıkların riskini azaltan yoğurt aynı zamanda ishal ve kabızlığı giderme noktasında da önemli bir kaynaktır.
Tokluk hissi oluşmasına yardım eder
Protein bakımından zengin bir doğal besin olan yoğurt bu sayede gün içinde tokluk hissi yaratarak kilo kontrolü yapılmasını sağlar.
İltihabı azaltır, bağışıklığı güçlendirir
Yine güçlü probiyotik etkisi ve hem vitamin hem de mineraller sayesinde yoğurt tüketmek vücuttaki iltihapları azaltarak bağışıklığın güçlendirilmesini sağlar. Bu durum vücudun hastalıklara karşı daha dirençli olmasına yardım eder.
Diş sağlığını korur
Düzenli yoğurt tüketmek vücudun ihtiyaç duyduğu kalsiyumun takviyesi anlamına gelir. Bu da diş sağlığını koruyarak daha sağlıklı dişlerin önünü açar.
Kan basıncını düşürür, kalbe iyi gelir
Yine düzenli olarak yoğurt tüketmenin kan basıncını düşürerek kalp sağlığına iyi geldiği ve kalp hastalıkları riskini azalttığı bilinir.
Cilt parlaklığını ve elastikiyetini artırır
Yoğurdun probiyotik gücü, birçok fayda sunduğu gibi cilt sağlığı konusunda da etkilidir. Özellikle cilt parlaklığını ve elastikiyetini artırıcı etki yapan yoğurt cildin daha genç gözükmesini sağlar.
Vajinal enfeksiyonların önüne geçebilir
Yoğurt tüketmek candida veya maya gibi vajinal enfeksiyonları iyileştirme konusunda da faydalı bir kaynak olabilir.
Manda Yoğurdu Faydaları Nelerdir?
Protein ve kalsiyum bakımından zengin bir yoğurt çeşidi olan manda yoğurdunun laktoz oranı da düşüktür. Sindirimi daha kolay olan manda yoğurdu aynı zamanda kardiyovasküler hastalık riskini azaltmakla birlikte kemik sağlığını geliştirebilecek biyoaktif bileşikler açısından da zengindir.
Yoğurdun Faydaları Hakkında Sık Sorulan Sorular
Yoğurt ne kadar tüketilmeli?
Günlük tüketilmesi gereken yoğurt miktarı diğer süt ürünlerinin tüketilme durumuna göre değişmektedir. Eğer süt ve peynir hiç tüketilmiyorsa yoğurdu porsiyon olarak arttırmak gerekir. Ayrıca günlük alınması gereken miktar kişilerin enerji gereksinmesine göre de farklılık göstermektedir. Kahvaltılarda peynir yenildiği, günde 1 bardak da süt tüketildiği düşünüldüğünde; öğle ya da akşam öğününde mutlaka 1 kase yoğurt veya 1 bardak ayran tüketmek gerekir.
Fakat günlük beslenmenizde süt ve peynire hiç yer vermiyorsanız, günde 3-4 kase yoğurt tüketmeniz gerekmektedir. Tüketilecek yoğurdun ev yapımı ve doğal olması önemlidir.
Çocuklar ve yetişkinler ne kadar yoğurt tüketmelidir?
Süt ve süt ürünlerinde tüketilmesi gereken miktar; yaş, cinsiyet ve fizyolojik duruma (büyüme ve gelişme dönemi, gebelik ve emzirme dönemi, yaşlılık vb) göre değişiklik göstermektedir.
- 1-3 yaş grubu çocuklar için 4 porsiyon/gün
- 4-6 yaş arası çocuklar için 3-4 porsiyon/gün
- 7-9 ve üzeri yaş çocuklar için 3 porsiyon/gün
- 10-18 yaş grubu çocuklarda 4 porsiyon/gün
Yetişkinler; günlük 3 porsiyon, 65 yaş ve üzeri bireyler ise 4 porsiyon süt ve süt ürünleri tüketmelidir.
Menopoz döneminde kadınlar ne kadar yoğurt tüketmelidir?
Menopoz dönemi beslenmesinin en önemli besini yoğurttur. Kalsiyum açısından zengin olan yoğurt bu dönemde oluşacak kemik kayıplarının tedavisinde ve oluşumunun engellenmesinde en büyük yardımcıdır. Az yağlı, ev yapımı yoğurtlar tercih edilmelidir.
Yoğurt ne işe yarar?
Yoğurt potasyum, fosfor, riboflavin, iyot, çinko, A, E ve B vitaminleri içermektedir. Bu da yoğurdu gastrointestinel bozukluklara, hipertansiyona yol açan kötü kolesterol ve kalp-damar hastalıklarına karşı güçlü bir koruyucu haline getirir. Ayrıca yoğurt başta olmak üzere fermente süt ürünleri tüketimi sonucunda meme kanseri riskinin azaldığı belirlenmiştir.
Yoğurt neye iyi gelir?
Yoğurt içerdiği probiyotikler sayesinde hem bağırsak florasını hem bağışıklık sistemini güçlendirir. Bağırsak florasını düzenlediği için kolon kanseri riskini düşüren yoğurt, bağışıklığı güçlendirdiği için alerjik hastalıklara karşı da vücut direncini artırır. Yoğurt, süte göre düşük laktoz içeriğine sahip olduğu için bu nedenle sütü tolere edemeyen bireyler için yoğurt tüketimi daha uygundur.
Yoğurdun cilde faydaları nelerdir?
Yoğurt, hem probiyotik içeriği hem de laktik asit içeriğiyle ölü deri hücrelerini çözmekle birlikte cilt parlaklığını ve elastikiyetini artırır. Aynı zamanda yoğurdun cildi daha genç gösterme etkisi de söz konusudur.
Yoğurdun suyu dökülür mü?
Yoğurdun yeşil suyu kesinlikle dökülmemeli, zengin bir vitamin kaynağı olan bu su, çorbalara karıştırılabilir veya ayran gibi içilebilir. Ara öğünlerde ise nane, salatalık, birkaç kaşık yoğurt ve suyu cacık yapılarak tüketilebilir. Yoğurt suyunun süzülmesiyle bu suyun içerdiği yüksek miktardaki riboflavin de kaybedilir. Oysa riboflavin, büyüme, doku yenilenmesi ve enerji metabolizmasında görevlidir. Bir diğer önemli nokta ise, kolesterol hastaları yoğurdun kaymağını tüketmemeli ve az yağlı olan süt ve süt ürünlerini tercih etmelidirler.
MEMORIAL

Sütün zararları aşırı ve dengesiz tüketildiğinde ortaya çıkan bir durumdur. Süt birçok kişi için temel besin kaynağı kabul edilir ve birçok kişi günlük beslenme rutinleri içinde süt tüketimine yer vermeye çalışır. Süt fazla tüketildiğinde veya bazı sağlık sorunlarına sahip bireylerde çeşitli sorunlara neden alabilecek bir besindir.
Yüksek oranda doymuş yağ içeren sütler bireylerin kolesterol değerlerinde yükselmelere, laktoz intoleransına sahip bireylerde sindirim sorunlarına, mide rahatsızlıklarına ve akne soruları gibi sorunlara sebep olabilir.
Süt tüketimi hakkında yapılan bazı araştırmalar sütün kemik sağlığını olumsuz yönde etkileyebileceğini göstermiştir. Bu yüzden süt tüketirken bilinçli olmak ve dengeli tüketmek bireylerin sağlık durumlarını koruyabilmeleri açısından önemli bir adım olabilir.
Sütün Zararları Nelerdir?
Süt besleyici özellikleri nedeniyle birçok kişi için önemli sayılan besin kaynaklarındandır. Ancak aşırı miktarda tüketildiğinde sütün zararları olabilir. Bu zararlar kişinin genetik yapısına sağlık durumlarına ve yaşam tarzlarına göre değişiklik gösterebilir. Sütün zararlı etkilerinden kısaca şu şekilde bahsedebiliriz:
- Süt alerjisi olan bireylerde süt tüketimi ciddi alerjik sorunlara yol açabilir. Deri döküntüleri, kaşıntı, nefes darlığı ve anafilaksi gibi hayati tehlike arz eden durumlar yaşanabilir.
- Laktoz intoleransı olan kişilerde sindirim sorunlarına neden olabilir. Laktoz intoleransı laktoz enziminin yetersiz üretildiği veya işlev görmediği durumlarda süt şekerini sindirememe durumudur. Vücut bu laktozu sindiremediğinde karın ağrısı, şişkinlik, gaz ve ishal gibi sindirim problemlerine neden olur.
- Süt ve süt ürünleri yüksek oranda doymuş yağ içerdikleri için kolesterol seviyesinin yükselmesine neden olabilir. Özellikle tam yağlı süt ürünleri kalp-damar hastalıkları riskini artırabilir.
- Kemik sağlığını desteklemesiyle bilinen süt, aşırı tüketildiğinde kemik sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Bu durumun nedeni süt içerisinde bulunan proteinin kalsiyum emilimini azaltması ve vücutta asidik bir ortam oluşturmasıdır. Bu asidik ortam kemiklerden kalsiyumun çekilmesine neden olarak uzun vadede osteoporoz riskini artırabilir.
- Sütte bulunan şekerler insülin direncini artırabilir. Bu durum uzun vadede tip 2 diyabet riski oluşturur.
- Süt akne oluşumuna sebep olabilir. İçinde bulunan yağ ve hormonal özellikler ciltteki yağ üretimini artırarak akne oluşumunu destekleyebilir.
- Süt yüksek kalorili bir üründür. Aşırı tüketildiğinde obezite riskini, artırabilir. Obezite bir dizi sağlık sorununa yol açan bir faktördür.
- Süt işlenirken bulaşıcı hastalıkların yayılma riski vardır. Hijyen unsurlarına dikkat edilmiş bir ortamda ve güvenli bir işlenme sürecinden geçmesi önemlidir.
Yetişkinlerde Süt İçmek Zararlı Mıdır?
Yetişkinlerde süt içmenin zararları çok fazla gözlenmese de bireyin sağlık durumu ve beslenme alışkanlıklarına göre bu durum değişiklik gösterebilir. Bazı yetişkinlerde süt rahatlıkla tüketilebilirken bazılarında çeşitli semptomlar ortaya çıkabilir. Süt bebeklik döneminin ana besin kaynağıdır.
Bebeklik dönemi bittikten sonra yetişkin bireylerde artık süt tüketimine ihtiyaç duyulmaz. Sütü sindirmeye yardımcı olan laktoz enzimi yetişkinliğe doğru azalmaya başlar. Bu yüzden yetişkinler laktozu sindirememeye başlar. Bu sindirim sorunuyla birlikte çeşitli zararlı etkiler görülebilir.
Yetişkinlerde süt içmenin zararları şişkinlik, ishal, gaz, karın ağrısı gibi sindirim sorunları ve süt mide asidinde artışa sebep olacağından reflü, mide ekşimesi, mide ülseri, gastrit gibi mide rahatsızlıkları olarak kendini gösterebilir.
Çocuklarda Süt İçmek Zararlı mıdır?
Çocukların süt içmesi sağlıklı bir beslenme alışkanlığı olarak kabul edilir. Süt içeriği gereği büyümeyi ve gelişimi destekleyen besin maddelerine sahiptir. Çocuklarda sütün zararları bireysel faktörlere bağlıdır.
Süt çocuklarda laktoz intoleransına neden olabilir, alerji yapabilir ve obezite riskini artırabilir. Bunun yanında süt içeriğinde bulunan kalsiyum ve fosfor çocukların sağlıklı bir diş gelişimi için önemlidir. Ancak aşırı şeker içeren sütler ve süt içtikten sonra ağız hijyenine dikkat edilmemesi gibi nedenlerden dolayı çocuklarda diş çürüklerine neden olabilir.
İnek Sütü ve Keçi Sütü Arasında Bir Fark Var mı?
İnek sütü ve keçi sütü iki farklı hayvan türünden elde edilen süt türleridir. Temel olarak aynı besin maddelerini içerseler de bazı farklara sahiptirler. İnek sütü zararları ve keçi sütünün zararları besin bileşenlerine göre farklılık gösterir. Örneğin, inek sütü daha yüksek oranda kaizen denilen proteine sahiptir ve daha fazla süt şekerine sahip laktoz içerir.
Keçi sütünde ise daha yüksek oranda yağ olmasına karşın laktoz oranı daha düşüktür. İnek sütü zararları olarak alerjik reaksiyonları saymıştık. İnek sütü alerjisi çok daha yaygındır ve birçok insanda bu süte karşı duyarlılık bulunur. Keçi sütü ise inek sütüne göre daha hafif alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Ancak bu süt türüne karşı alerjisi olan insanlar da vardır.
Her birey farklıdır. Bu yüzden farklı süt türlerine göre çeşitli reaksiyonlar gösterilebilir. Keçi sütünün zararları da tıpkı inek sütü gibi etkiler gösterebilir. Keçi sütü alternatif bir süt kaynağı olarak düşünülüyorsa inek sütü gibi bu süt de dengeli bir şekilde tüketilmelidir.
Süt Ürünlerini Bırakırsak Ne Olur?
Sütün zararları süt ürünlerinin aşırı tüketilmesi sonucu ortaya çıkar. Sütün zararları ve yan etkilerinden korunmak isteyenler süt ve süt ürünlerini hayatından tamamen çıkarmayı düşünebilir. Süt ürünlerini bırakmak kişiden kişiye göre değişen sonuçlara neden olabilir. Süt ürünleri kalsiyum açısından zengin içeceklerdendir.
Süt ürünlerini bırakmak kalsiyum eksikliğine neden olabilir ve bu durum da osteoporoz riskini artırabilir. Sütler yüksek oranda faydalı proteinlere sahiptir. Bu ürünleri bırakmak protein alımını düşüreceği için protein eksikliği çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilir. Süt, B12 vitamini, A vitamini ve riboflavin gibi birçok vitamini içerir. Sütü bırakmak bu vitaminlerin eksikliğine neden olabilir ve bu da enerji üretimi, hücresel işlevler ve görme sağlığı gibi birçok sürecin sağlıksız bir şekilde işlemesine neden olabilir.
Sütün Zararları Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Gece Yatmadan Süt İçmek Zararlı mıdır?
Gece yatmadan önce süt içmek birçok kişi için rahatlatıcı bir alışkanlık olabilir ve bazı kişilerde uykuya geçişi destekleyebilir. Süt içeriğinde bulunan triptofan adlı amino asit sayesinde vücut melatonin üretimini artırabilir ve kişi uykuya daha rahat dalabilir. Ancak bazı bireylerde süt içmenin hemen ardından idrara çıkma ihtiyacı gözlemlenebilir. Bu durum da uykuya geçişte olumsuz bir etki oluşturabilir. Gece yatmadan önce süt içmenin zararları genellikle gözlenmemiştir. Ama bu durum kişiden kişiye bağlı olarak değişebilir.
Ballı Süt Zararlı mıdır?
Ballı sütün zararları bal ve süt bir arada dengesiz bir şekilde tüketilmesi sonucu ortaya çıkabilir. Bal ve süt bir arda tüketildiğinde ballı sütün zararları ve yan etkilerini göremeyiz. Ancak yine ballı sütün zararları etkisinden korunmak için dikkat edilmesi gereken birkaç nokta vardır. Sıcak süt ve balın bir arada tüketilmesi sindirimi kolaylaştırabilir. Ancak sıcak süt mide rahatsızlıklarına yol açabilir.
Bal doğal içeriği gereği bağışıklık sistemini destekler. Ancak balın içerisinde bulunan botulizm bakterisinin riskleri nedeniyle bir yaşın altındaki bebeklere bal verilmemelidir. Bal içeriğinde bulunan karbonhidratlar nedeniyle kan şekerini etkileyebilir.
Bu yüzden şeker metabolizması sorunu olanlar bal konusunda dikkatli olmalıdır. Bal veya süt alerjisi olan bireylerde bu durum alerjik etkilere neden olabilir. Bu yüzden alerji durumu olan kişiler bu durumu dikkate almalıdır.
MEDICALPARK

Sütün Faydaları Nelerdir?
Süt, memelileri ürettiği doğal besin kaynağıdır. Hayvanlar ve insanlar doğduktan sonra katıya gıdaya geçmeden sütle beslenirler. Özellikle anne sütü, bebeğin sindirim sistemi gelişimini destekler ve büyümesine yardımcı olan bileşenler içerir. Süt aynı zamanda kemik ve kalp sağlığına destek olur ve sağlık açısından pek çok fayda sağlar. Sağlıklı bir protein kaynağı olan süt, kemik sağlığına da katkıda bulunur. Uzmanlar, insanların dengeli beslenmenin bir parçası olarak her gün süt ürünlerini tüketmelerini önerir.
Sütün Besin Değeri
Süt, içerisinde yer alan vitamin, mineral, kalsiyum ve protein kişinin büyüme ve gelişimi açısından büyük önem taşır. Kemik sağlığı için önemli bir besin olan süt, bakır, çinko, flor ve çeşitli mineraller içerir. Sütün besin bileşimi oldukça karmaşık ve zengindir. Vücudun ihtiyaç duyduğu hemen hemen her besini içeren sütün besin değerleri şu şekildedir:
Bir bardak (249 gram) tam yağlı inek sütü içerisinde;
- Kalori: 152
- Su: %88
- Protein: 8.14 gram
- Karbonhidrat: 12 gram
- Şeker: 12 gram
- Lif: 0 gram
- Yağ: 8 gram
Süt ürünleri içerisinde insan ihtiyaçlarına uygun olan yüksek kaliteli proteinler bulunur. Örneğin tahıl ile beraber tüketilen süt vücuda amino asit sağlayabilir.
Sütün Faydaları Nelerdir?
Süt kişinin günlük B12 vitamini ihtiyacının %50’sini, kalsiyum ihtiyacının %25’ini ve günlük potasyum ve D vitamini ihtiyacının %15’ini karşılayabilir. Bağışıklığı artırır, kemik yapısının güçlenmesini sağlar, sindirime iyi gelir, enerji metabolizmasını destekler, dişleri korur ve gelişime destek olur.
Sütün faydaları şöyle sıralanır:
Kemik sağlığına iyi gelir
Süt, kalsiyum ve D vitamini içeriği sayesinde kemik sağlığına önemli katkılarda bulunur. Güçlü kemiklerin oluşumunda önemli olan süt, vücuda alınan gıdalardaki kalsiyumun açığa çıkmasını sağlar. Bu nedenle yaşam boyunca sütten yararlanmak ve düzenli tüketmek önemlidir.
Kilo vermeye yardımcı olur
Sütü günlük olarak tüketmek sağlıklı kiloyu korumaya yardımcı olarak kilo vermeyi destekler. Bu durum süt içerisinde bulunan karbonhidrat, protein ve yağın tatmin edici durumundan kaynaklanır. Protein ve yağ, sütün süper dolgunluğuna yardımcı olarak kilo kaybına yardımcı olur. Karbonhidratlar kişiye enerji verir ve vücudun en iyi şekilde çalışmasını sağlar.
Diyabet riskini azaltır
Düzenli olarak süt tüketmek tip 2 diyabet gelişme riskinin azalmasına yardımcı olur. Kişiler süt ürünlerini ne kadar düzenli tüketirse hastalığa yakalanma olasılıklar da o kadar düşük olur. Bunun yanında içerisindeki protein, kalsiyum ve D vitamini çeşitli besi maddeleri ile birçok hastalığın önlenmesinde de etkilidir.
Kalp sağlığını destekler
Süt, kalp sağlığını etkileyen sağlıklı beslenmenin önemli bir bileşeni olarak bilinir. Süt ürünleri, potasyum içeriği nedeniyle felç, kardiyovasküler hastalık ve hipertansiyon riskini azaltır. Bunu yanında süt, kan damarlarının genişlemesine ve kan basıncının düşmesine yardımcı olan potasyum deposudur. Vücuda potasyum almak kan basıncını düşürür, kalp hastalığı ve felç riskini azaltmada etkilidir.
Bilişsel gerileme riskini azaltır
Sütün içerisindeki besin değerleri kişinin yaşlandıkça zihinsel olarak daha zinde kalmasını sağlar. Süt alımı Alzheimer hastalığı riskinin azalmasıyla bağlantılıdır. Bu sebeple özellikle sabah yulafa veya atıştırmalıklara süt eklemek beyin sağlığını destekler.
Sütün Zararları Nelerdir?
Sütün içerisindeki bileşenler kişinin sağlığı açısından oldukça faydalıdır fakat kişinin vücudunda yan etkilere neden olabilir.
Sütün zararları şöyle sıralanabilir:
Laktoz intoleransı
Laktoz ya da süt şekeri sütte bulunan ana karbonhidrattır. Bazı kişiler çocukluktan sonra laktozu tamamen sindirme yeteneğini kaybettiğinden vücutta laktoz intoleransı oluşmasına neden olabilirler. Laktoz intoleransı olan kişilerde laktoz tamamen emilemez ve bir kısmı kolona geçer ve burada yer alan bakteriler onu fermente etmeye başlar. Bu fermantasyon kişide metan ve karbondioksit gibi gazların oluşumuna yol açar. Böylelikle laktoz intoleransı gaz, şişkinlik, karın krampları, ishal, mide bulantısı ve kusma gibi pek çok rahatsız edici semptomlara yol açar.
Süt alerjisi
Süt alerjisi daha çok çocuklarda görülen ve yetişkinleri de etkileyen bir durumdur. Alerjik semptomlar genellikle peynir altı suyu proteinleri ve kazeinlerden kaynaklanabilir. Süt alerjisi deri döküntüsü, şişlik, nefes alma sorunları, kusma, ishal ve dışkıda kan şeklinde belirtilere neden olur.
Sütün Faydaları Hakkında Sık Sorulan Sorular
Süt içmek neye iyi gelir?
Günlük olarak süt içmek, diş sağlığını, uykusuzluk problemlerine iyi gelir. Bunun yanında saç ve tırnak sağlığı açısından oldukça faydalıdır. Kalsiyum içerdiğinden gelişim ve büyümeye destek olur.
Süt vücudu temizler mi?
Süt içmek içerisindeki protein ve antioksidan sayesinde cilt sağlığını korumada etkilidir. Özellikle cilt üzerinde nemlendirici bir etkide bulunu ve vücudun nem dengesini korur.
MEMORIAL

Tuz, vücudun temel işlevleri için gerekli olan bir mineraldir. Elektrolit dengesinin sağlanmasına ve sinir iletiminin doğru bir şekilde çalışmasına yardımcı olur. Tuzun faydaları arasında kan basıncının düzenlenmesine katkı sağlaması yer alır. Tuz, yiyeceklere lezzet katmak için kullanılır ve koruyucu özelliği sayesinde gıdaların raf ömrünü uzatır. Ancak tuzun gereğinden fazla tüketilmesi sağlık sorunlarına yol açabileceği için dengeli bir şekilde tüketilmesi gerekir.
Vücut İçin Tuzun Faydaları
Tuz, kimyasal olarak sodyum ve klor elementlerinin birleşiminden oluşur. İyon formunda bulunan sodyum ve klor, vücutta birçok önemli fizyolojik işlevi yerine getirir. Vücutta bulunan tüm hücreler iç ve dış ortam arasında belirli bir denge kurarak işlevini sürdürür.
Kimyasal ve fizyolojik denge, ortamda çözünmüş halde bulunan iyonlar sayesinde sağlanır. Sodyum iyonu, hücre dışı ortamın başlıca pozitif yüklü iyonunu oluştururken, klor iyonu ise negatif yüklü iyonunu oluşturur. Vücuttaki sodyum veya klor seviyelerinde meydana gelecek değişiklikler, fizyolojik dengeyi bozarak hücrelere zarar verebilir.
Sodyum iyonu, su moleküllerinin doku boşluklarına yerleşmesinde görev alır. Bu nedenle sodyum iyonu böbrek işlevi, kan basıncı ve vücut sıvısının üretimi gibi önemli fonksiyonların gerçekleştirilmesinde etkili bir rol oynar. Bunun yanı sıra sinir hücrelerinin duyuları algılaması, bu bilgileri diğer hücrelere iletmesi ve kas hücrelerinin harekete geçmesi için de sodyum iyonuna ihtiyaç duyulur. Tuzun faydaları arasında bu işlevlerin sorunsuz şekilde yerine getirilmesi bulunur. Dengeli tuz tüketimi, bu önemli işlevlerin sürdürülmesi ve genel vücut sağlığı için gereklidir. Bu nedenle günlük beslenmede tuz alımına dikkat etmek önem taşır.
Tuz Tüketimi Nasıl Olmalıdır?
Günlük tavsiye edilen tuz miktarı, yemeklere tuz eklenmeden doğal olarak alınır. Bu nedenle fazla tuz kullanımından kaçınmak oldukça önemlidir. Kalp hastalığı, yüksek tansiyon veya böbrek sorunları olan kişilerde tuz tüketimi daha düşük olmalıdır. Bu kısıtlamalar mutlaka doktor kontrolünde gerçekleştirilir. Sağlıklı tuz tüketimi için günlük yaşamda şu şekilde değişiklikler yapılabilir:
- Sağlıklı ve dengeli beslenme alışkanlığı edinmek gerekir,
- Günlük öğünlerde meyve ve sebze miktarını artırmak, vücudun vitamin, mineral ve sıvı dengesini sağlamaya yardımcı olur,
- Günlük alınan kalori miktarını kişisel ihtiyaçlara göre ayarlamak gerekir,
- Düzenli egzersiz yapmak vücudun mineral ve sıvı dengesini korumaya katkıda bulunur,
- Alkol ve sigara gibi zararlı alışkanlıklardan uzak durmak gerekir.
Deniz Tuzunun Faydaları
Deniz tuzu, doğal iyot içeriğiyle dikkat çekerek daha az rafine edilir. Hem ince hem de kalın çeşitleri bulunan deniz tuzu, sofra tuzuna göre daha fazla mineral içerir ve daha lezzetlidir. Stresi azaltma konusunda deniz tuzu önemli bir rol oynar. Kan basıncını düzenlemeye yardımcı olarak, stres ve yetersiz beslenme kaynaklı adrenal yetmezliğe iyi gelir. Vücut ihtiyaç duyduğu besinleri deniz tuzundan almayı hedefler.
Deniz tuzu sindirim sistemine de oldukça faydalıdır. Tükürükteki amilaz enzimi, tuzun aroması ile aktif hale gelir ve karbonhidratların parçalanmasına yardımcı olur. Midede hidroklorik asit üretiminde de önemli bir rol oynar. Bu asit proteinlerin sindiriminde büyük bir öneme sahiptir.
Cilt sağlığı için de tuz oldukça yararlıdır. Güçlü mineral içeriği sayesinde anti-inflamatuar özelliklere sahiptir. Cilt detoksu, peeling yapma ve kan dolaşımını artırma avantajı ile birçok güzellik ürününde kullanılır. Sedef hastalığı, akne, egzama gibi cilt sorunlarına iyi gelir ve yaşlanmayı geciktirir. Ayrıca kas kramplarını önlemekte etkilidir.
Himalaya Pembe Tuzun Yararları
Himalaya pembe tuzu, belirli minerallerin varlığı sayesinde kendine özgü pembe bir renk tonuna sahiptir. Himalaya tuz çeşidi sofra tuzuna benzer bir bileşime sahiptir ancak iyot içermez. Tuz mutfaklarda favori bir seçenek olmasının yanı sıra, pembe rengi nedeniyle dekoratif amaçla da kullanılır. Örneğin, tuz lambası yapmak için idealdir. Himalaya pembe tuz kan şekeri sağlığını iyileştirme, kas kramplarını azaltma ve hücrelerde sağlıklı pH seviyelerini destekleme gibi birçok vücut işlevine katkıda bulunur.
Tuzun içerdiği mineraller, vücudun çeşitli fonksiyonlarına destek olur ve sağlığı korumaya yardımcı olur. Bu tuzun kullanımı yemeklere farklı bir lezzet ve renk katarken, sağlık açısından da faydalı olabilir. Himalaya pembe tuzunun düzenli ve bilinçli kullanımı, sağlığın korunmasına ve iyileştirilmesine katkı sağlar. Dolayısıyla mutfakta veya dekorasyonda tercih edilmesi pek çok açısından fayda sağlayabilir.
Neden İyotlu Tuz Kullanılmalı?
İyot, tiroid bezinin işleyişi ve tiroid hormonlarının üretimi için büyük bir öneme sahiptir. Bu hormonlar doku onarımı, metabolizmanın düzenlenmesi ve uygun büyüme ve gelişmenin desteklenmesi için gereklidir. Ayrıca vücut ısısının, kan basıncının ve kalp atış hızının kontrolünde de önemli bir rol oynar.
İyotlu tuzun faydaları arasında bu temel hormonların üretiminin desteklenmesi yer alır. Tiroid sağlığının ötesinde, iyotun bağışıklık sistemi üzerinde de olumlu etkileri olduğu bilinir. Yapılan bazı çalışmalar, iyotun bağışıklık fonksiyonlarını desteklediğini gösterir. Bu nedenle iyot alımının en kolay yollarından biri olan iyotlu tuzun faydaları insan sağlığı adına önem taşır.
Sağlık Bakanlığının raporuna göre, rafine edilmemiş tuz, sağlık açısından riskli maddeleri içerebilir. Bu nedenle paketli ve iyot eklenmiş tuzları tercih etmek gerekir. İyot, vücudun ihtiyaç duyduğu bir mikrobesindir ve eksikliği dünya genelinde yaygın bir sorundur. Özellikle hamile veya emziren kadınlar, vegan ve vejetaryenler iyot eksikliği riski altında olabilir.
İyot eksikliği, 1.5 milyardan fazla kişinin risk altında olduğu ciddi bir sağlık sorunudur. Toprakta düşük iyot seviyesi olan bölgelerde veya iyotlu tuzun yaygın olmadığı yerlerde bu sorun daha da yaygınlaşır. Bu nedenle iyot eksikliğini önlemek ve sağlığı desteklemek için iyotlu tuz kullanımı büyük önem taşır. İyotlu tuz, vücudun bu önemli mikro besin almasını kolaylaştırır. Böylece tiroid sağlığını ve genel metabolik fonksiyonları destekler.
İyotsuz Tuzun Faydaları Neler?
İyot minerali, sağlık için büyük öneme sahiptir ve uzmanlar tarafından yeterli miktarda alınması tavsiye edilir. Ancak bazı durumlarda iyotlu tuz yerine iyotsuz tuzun faydaları öne çıkabilir. Özellikle belirli sağlık sorunları olan kişiler için iyotsuz tuzun tercih edilmesi faydalı olabilir. Tiroid hassasiyeti olan veya tiroid hastalıklarına sahip kişiler, iyot alımını daha rahat kontrol altında tutmak için iyotsuz tuz kullanabilir. İyot alımının sınırlandırılması gereken bu durumlarda iyotsuz tuz önemli bir alternatif sunar. Ayrıca tuz tüketimini azaltmaya çalışan kişiler de iyotsuz tuzun avantajlarından yararlanabilir. İyot içermeyen tuz bu kişilerin ihtiyacına daha uygun olabilir.
Hamilelik döneminde bazı durumlarda fazla iyot alımı zararlı olabilir. Eğer doktorunuz bu konuda bir öneride bulunursa, hamilelikte iyotsuz tuz kullanımı daha sağlıklı bir gebelik süreci sağlayabilir. İyot alımının aşırıya kaçmaması, bebeğin ve annenin sağlığı için önem taşır. İyotsuz tuzun faydaları, belirli sağlık koşullarına sahip kişiler için oldukça önemlidir.
Bu tuz iyot alımını sınırlamak veya kontrol altında tutmak isteyen kişiler için ideal bir seçenek olabilir. Özellikle guatr hastalığı, iyot alerjisi gibi durumlarda iyotsuz tuz sağlığı korumak için önemli bir seçenektir. Dolayısıyla iyotsuz tuzun kullanımı belirli sağlık koşulları altında dikkatle değerlendirilmeli ve doktor tavsiyesi ile yönlendirilmelidir. Bu sayede kişiler sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürdürebilir.
Tuzun Faydaları Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Tuzun vücudumuz için temel faydaları nelerdir?
Tuz, vücutta elektrolit dengesini sağlar ve sinir iletimini destekler. Ayrıca kas fonksiyonlarının doğru bir şekilde çalışmasına ve kan basıncının düzenlenmesine yardımcı olur. Tüm bu temel işlevler sağlığın korunmasında önemli bir rol oynar.
Tuz tüketimi ne kadar olmalıdır?
Günlük önerilen tuz tüketimi yaklaşık 5 gramdır. Bu miktar doğal besinlerle genellikle yeterince alınır. Fazla tuz tüketimi yüksek tansiyon ve kalp hastalığı riskini artırabilir. Bu nedenle dengeli ve kontrollü tuz tüketimi şarttır.
Doğal deniz tuzu ile sofra tuzu arasındaki fark nedir?
Doğal deniz tuzu daha az rafine edilmiş olup çeşitli mineralleri içerir ve bu nedenle daha lezzetlidir. Sofra tuzu ise iyot eklenmiş ve daha rafine edilmiştir. Her iki tuz türü de farklı sağlık faydaları sunar. Ancak deniz tuzu daha doğal ve mineral açısından oldukça zengindir.
Tuz, vücudun temel işlevleri için gerekli olan bir mineraldir. Elektrolit dengesinin sağlanmasına ve sinir iletiminin doğru bir şekilde çalışmasına yardımcı olur. Tuzun faydaları arasında kan basıncının düzenlenmesine katkı sağlaması yer alır. Tuz, yiyeceklere lezzet katmak için kullanılır ve koruyucu özelliği sayesinde gıdaların raf ömrünü uzatır. Ancak tuzun gereğinden fazla tüketilmesi sağlık sorunlarına yol açabileceği için dengeli bir şekilde tüketilmesi gerekir.
MEDICALPARK

Çok Şeker Yersek Bedenimizde Neler Yaşanır?
İnsanlar olarak çok uzun zamandır şeker yiyoruz. Tükettiğimiz çoğu sebze, meyve ve tahılın içinde doğal olarak şeker bulunuyor. Bu doğal şekerler bedenimizin gerekli enerjiyi üretebilmesi bedensel işlevlerini yürütebilmesi hatta düşünebilmesi adına bizim için çok önem taşıyor. Nitekim günümüzdeki şeker tüketme alışkanlıkları geçmiştekine hiç benzemiyor. Şu anda şekeri ne gerçeğine en yakın formunda ne de bir bitkinin içerisinde tüketiyoruz. Bedenimizin ihtiyacı olandan hatta başa çıkabileceğinden çok daha fazla miktarları yapay, konsantre ve eklenti formunda alıyoruz. Tüketim miktarımızdaki bu astronomik artış kendini kısa ve uzun vadede, sağlığımız ve iyi olma halimiz üzerinde gösteriyor. Peki çok şeker yersek bedenimizde tam olarak neler yaşanıyor? Organlarımız şeker tüketimimizden tam olarak nasıl etkileniyor?
Çok şeker yemenin kısa vadede etkileri
Şeker tüketimi ilk anda kendini bir enerji yükselmesi ile gösterse de bedenin başa çıkabileceğinden daha yüksek miktarlar -ki bu senaryo günümüz beslenmesine daha çok uyuyor- negatif semptomları da beraberinde getirebiliyor.
Beyin: Ani yükseliş ve çöküş.
Yediğimiz andan kısa süre sonra şeker kan dolaşımımıza karışıyor. Bu da ilk olarak glikoz seviyelerimizin yükselmesine neden oluyor. Beynimiz bunu fark ettiği anda “iyi hissetme” hormonu olan dopamin salgılamaya başlıyor, geçici de olsa anlık bir zevk ve ödül duygusu yaşıyoruz. Nitekim kan şekerinin ani yükselişi hemen akabinde sert bir düşüşü de getiriyor. Bu da dopaminin aniden düşmesine neden olarak yorgunluk, sinirlilik ve daha da çok şeker tüketme dürtüsü doğuruyor. Beyinde yaşanan bu iniş ve çıkış çoğu kişide beyin sisine ve konsantrasyon kaybına yol açabiliyor.
Pankreas: Fazla çalışma.
Yükselen kan şekerini dengeleme görevi ise pankreasa düşüyor. Bunun için dolaşıma insülin hormonunu salgılayan pankreas, glikozun enerji üretimi için hücrelere taşınmasına yardımcı oluyor. Kan şekeri eğer kontrolsüzce yükselirse, bedendeki dengeyi hemen yakalayabilmek için pankreasın daha çok çalışması ve daha fazla miktarda insülin üretmesi gerekiyor. Eğer kronik olarak pankreasımıza bu kadar fazla iş yüklersek işini eskisi kadar iyi yapamamaya başlıyor.
Karaciğer: Fruktoz yüklemesi.
Çeşitli gıdalar ile aldığımız şekerler, bedene girip yapı taşlarına ayrılıyor. Eğer basit şekerin formu glikoz ise bu molekül direkt hücreler tarafından enerji üretimi için kullanılabiliyor. Nitekim glikoz değil de şekerin bir başka türü olan fruktozsa, bu molekülün bedendeki işlenme sürecini karaciğer yürütüyor. Eğer ki çok fazla fruktoz tüketilirse, karaciğer onu kullanılabilir şekere çevirmek yerine depo yağa çevirmeye başlıyor. Bu da karaciğer yağlanması ismi verilen hastalığın ilk temellerini atıyor.
Kalp: Yüksek tansiyon.
Kısa sürede çok fazla miktarda şeker almak dolaşımda yaşanan tüm bu devinimler nedeniyle bedensel enflamasyonun ve tansiyonun yükselmesine neden oluyor. Öyle ki şeker, kan damarlarının elastikiyetini azaltarak kalbin bedene kan pompalama işini daha zor hale getirebiliyor!
Bağırsaklar: Hazımsızlık.
Şekerli gıdalar ince bağırsaklarda da en küçük yapı taşlarına ayrılmayı sürdürüyor. Glikoz rahatlıkla bağırsaklarda emilebilirken şekerin diğer türü olan fruktoz çok daha zor hazmediliyor. Özellikle fruktoz yüksek miktarlarda alınmışsa bağırsaklarda geçirmesi gerekenden çok daha süre beklemek zorunda kalarak fermente olmaya başlıyor. Fruktozun fermente olması gaz, şişkinlik ve karın ağrısına sebep oluyor. Küçük çocuklar yetişkinlere oranla fruktozu daha da zor sindirdikleri için şekerin bu kısa süreli etkisi onlarda daha çok hissediliyor. Nitekim yetişkinlerde de özellikle huzursuz bağırsak sendromu varsa bu durum akut rahatsızlıklara yol açabiliyor.
Çok şeker yemenin uzun vadeli etkileri
Şeker tüketiminin uzun vadeli etkileri ise çeşitli kronik hastalıkların oluşmasına neden olabiliyor.
Beyin: Bilişsel düşüş.
Kronik olarak çok şeker yemek birçok araştırmaya göre ileri yaşlarda bilişsel fonksiyon kaybını tetikleyebiliyor. Beyindeki sinir ağlarına zarar veren fazla şeker, hafıza ve yeti kaybına neden olabiliyor. Hatta Alzheimer hastalığına Tip 3 şeker hastalığı isminin verilmesi şekerin beyin üzerindeki bu hasarından kaynaklanıyor.
Pankreas: Tip 2 diyabet riski.
Pankreasın kronik olarak çok çalışması hem bir organ olarak hasar görmesine neden oluyor hem de kan şekerini düzenleme etkinliğini azaltıyor. Bu da aslında birçoğumuzun bildiği bir metabolik rahatsızlık olan insülin direncine, daha sonra da Tip 2 diyabete dönüşebiliyor. Bir kişinin beslenmesinde şeker miktarı ne kadar yüksekse, kişilerin diyabete yakalanma riski de o denli artıyor.
Karaciğer: Sağlık kaybı.
Uzun vadede çok şeker yemek karaciğer yağlanmasına veya daha ciddi rahatsızlıklar olan karaciğer fibrozu veya sirozuna neden olabiliyor. Alkolsüz yağlı karaciğer hastalığı (NADLD) olarak adlandırılan bu durum fazla şeker tüketimine bağlı olarak dünyada neredeyse her 10 kişiden birini etkiliyor.
Kalp: Hastalıklara yakalanma riski.
Aşırı şeker tüketimi harcanan enerjiden çok enerji alınmasına neden olarak bedendeki yağ depolarının artmasına ve trigliserid seviyelerinin yükselmesine neden oluyor. Bu durum kötü kolesterol olarak bilinen LDL’yi yükseltirken iyi kolesterol HDL’yi aşağıya çekiyor. Tüm bu faktörlerin bir araya gelmesi de kalp hastalıklarına yakalanma riskini oldukça yükseltiyor.
Böbrekler: Şeker sebepli hasar.
Yüksek kan şekeri böbreklerin kanı filtreleme işlevlerine zarar vererek uzun vadede çeşitli böbrek hastalıklarının oluşmasına neden olabiliyor. Özellikle diyabetik kişilerin, şeker tüketimine devam etme durumlarında, kronik böbrek hastalıklarına yakalanma riski yüksek seyrediyor.
Bağırsaklar: Mikrobiyom dengesizliği.
Son olarak uzun vadede fazla şeker yemek bağırsaklarda yaşayan iyi-kötü huylu bakteri ekosistemi mikrobiyotanın dengesinin bozulmasına neden olabiliyor: Kötü huylu bakteriler artarken iyi huylular azalıyor. Bu dengesizlik hali de kendini çeşitli sindirim sorunları, yüksek bedensel enflamasyon, zayıflayan bağışıklık sistemi hatta depresyon veya anksiyete ile gösterebiliyor.
Ne kadar şeker, çok şeker?
Şekerin tüm bu kısa ve uzun vadeli etkileri nedeniyle hemen panik olmadan söyleyelim, günde bir kere yediğiniz çikolata sizi kronik hastalığa sürüklemeyecek! Şekerin beden üzerinde bıraktığı tüm bu hasarlar uzun yıllar boyunca yüksek miktarlarda şeker tüketildiğinde yaşanıyor. Kişinin genetik altyapısı, beslenmesinin geri kalanı, uykusu, stres seviyesi de şekerin ne denli hasar vereceğini değiştirebiliyor.
Şu anda sağlık otoriteleri her gün aldığımız kalori miktarının maksimum yüzde 10’unun şekerlerden gelmesi gerektiğini söylüyor. Örneğin 2000 kalori alan bir kişinin günlük tüketebileceği maksimum şeker miktarı 50 gramı geçmemeli. Amerikan Kalp Birliği ise daha da sıkı bir diyet öneriyor. Kadınların günde 25 gramdan, erkeklerinse 36 gramdan fazla şeker tüketmemesini söylüyor.
Aslında bize zevk veren küçük alışkanlıklarımız bu limitleri düşündüğümüzden çok daha az zorluyor. Örneğin bir parça bitter çikolata 3-4 gram, bir kaşık bal ise sadece 5 gram şeker içeriyor. Öte yandan sadece bir şişe kolada 65 gram şeker bulunuyor. Tükettiğimiz gıdalarda ne kadar şeker olduğunu hesaplamak için etiketinde yazan şeker miktarını kontrol etmek, daha sağlıklı beslenme yolunda bize en doğru yönlendirmeyi sağlıyor.
LIVETOBLOOM / BURCU ERBAŞ

Leptin, yağ dokusundan salgılanan ve iştahı düzenleyen bir hormondur. Normal üretimi, kalori ve enerji harcamasını dengeleyerek sabit bir kilonun korunmasına yardımcı olur. Leptin eksikliği iştahı artırabilir, fazlası ise hormona duyarlılığı azaltarak metabolik sorunlara neden olabilir. Leptin diyeti, vücuttaki leptin seviyelerini düzenleyerek kilo kontrolüne odaklanır. Porsiyon kontrolü, protein ve karbonhidrat dengesi bu diyetin temel ilkelerindendir. Ancak, kalori eksikliği ve temel besin eksiklikleri nedeniyle olumsuz etkileri olabilir. Uygulamadan önce uzman görüşü önemlidir.
Leptin hormonu bastırmanın en değerli yollarından biri olan leptin diyeti ile kilo vermek artık çok daha kolay olacak.
Leptin Nedir?
Leptin hormonu yağ dokusundan salgılanan ve iştahı bastıran ve kilo kaybını destekleyen bir hormondur. Bu hormonun normal üretimi, kalori ve enerji harcamasını saymadan sabit bir kilonun korunmasına yardımcı olur. Leptin eksikliği iştahı artırır ve kilo alımını destekler. Fazlası ise vücudun hormona duyarlılığını azaltır, iltihaplanma ve metabolik bozukluklara neden olabilir. Yemek yemeye tepki olarak, yağ hücreleri kan dolaşımına giren ve beyne giren leptini serbest bırakır.
Leptin Hormonu Çalıştırmanın Yolları Nelerdir?
- Normal koşullarda vücutta yağ artışı olduğunda leptin, iştahı azaltmak ve bazal metabolizmayı artırmak için hipotalamusa (beyindeki bir bez) etki eder.
- Obez insanlarda leptin salgısı artar, obez olmayan insanlara göre dört kat daha yüksek değerlere ulaşır, bu da leptine karşı bir direnç durumunu yansıtır.
- Bu hormon, esas olarak yağ dokusu, mide ve bazı karaciğer hücreleri tarafından kan dolaşımına salgılanır.
- Leptin, metabolik etkilerinin çoğunu, merkezi sinir sistemi ve periferik dokularda bulunan spesifik reseptörleri ile etkileşime girerek gerçekleştirir. Beyin seviyesinde, leptin gıda alımını engelleyerek (iştah kaybı), enerji tüketimini aktive ederek (yağ kaybı) etki eder ve çok sayıda metabolik süreci etkiler.
- Leptin, enerji dengesinin orta-uzun vadeli kontrolüne katılır. İnsanlarda leptin yokluğunu içeren genetik kusurlar, morbid obezitenin erken başlangıcını belirler.
- Leptin kanda dolaşır ve plazma seviyeleri toplam yağ kütlesi ile ilişkilidir.
Leptin Metabolizmanızı Nasıl Etkiler?
- Bağışıklık fonksiyonunu değiştirirken inflamatuar yanıta katılır. (yani bağışıklık sistemi ile alakalıdır)
- Ergenliğin başlangıcının düzenlenmesine ve üreme işlevine müdahale eder. Son derece zayıf ergenlerin ergenliğe geç başladıkları gösterilmiştir, bu nedenle leptinin beyne kadın ergenliğinin başlaması ve üremesi için mevcut yağ kütlesi miktarı hakkında bilgi verdiği öne sürülmüştür.
- Gonad fonksiyonunu (cinsel bezleri) uyarma, yağ dokusu ile üreme fonksiyonu arasında bir birlik oluşturma etkisine sahiptir. Bu birleşme, atletler veya bale dansçıları gibi çok zayıf kadınlarda bulunan doğurganlığın azalmasını açıklayan şey olabilir ve leptin salgılanması, hamileliği sürdürmek için yeterli enerji depolandığında gonadlara sinyal olabilir.
- Glikoz metabolizmasını değiştirir. Adipositlerde lipolizi uyarır, kas dokusunda lipidlerin dağılımında değişikliğe neden olur.
- Büyüme hormonunun salgılanmasını modüle eden temel bir metabolik sinyal oluşturur.
Leptin Diyeti Nedir?
Temel olarak, leptin beyne yeterince depolanmış vücut yağı olduğunu söyler, bu nedenle başka bir yiyecek yemeye gerek yoktur ve normal veya hızlandırılmış bir metabolizma hızında kalori yakmak mümkündür.
Tersine, leptin seviyeleri düşük olduğunda, beyin açlık hisseder, iştahı artırır, bireyi daha fazla yemek yemeye teşvik eder ve enerji tasarrufu için daha yavaş bir oranda kalori yakar. Bu durumda, leptin seviyeleri belirli bir eşikte olduğunda muhtemelen genetik olarak kişiden kişiye belirlenir.
Leptin diyeti uygularken beyin yeterli enerjiye sahip olduğunuzu algılar, bu da normal oranda enerji yakmanın, normal miktarda yemek yemenin mümkün olduğu anlamına gelir, normal bir yoğunlukta egzersiz yapın ve ergenlik ve hamilelik gibi metabolik olarak maliyetli süreçler meydana gelebilir. İnsanlar diyetteyken ve daha az yediğinde, hücreler bir miktar yağ kaybeder ve bunun sonucunda üretilen leptin miktarı azalır.
Leptin Diyeti Nasıl Yapılır?
İyi vücut ağırlığının korunmasında çeşitli faktörler rol oynar. Kilo vermek istiyorsanız, zayıflama hormonlarınızı nasıl uyandıracağınızı anlamak çok yardımcı olabilir. Leptin diyeti bunlardan sadece biridir. Leptin diyetinde,
- Daha fazla hareket edin.
- Günlerinize egzersiz ekleyin
- Stresi kontrol ederek kortizolü düşürün.
- Alkolden kaçının.
- Kafeinli ürünlerden uzak durun.
- Günlük menünüze bazı yiyecekler ekleyin.
- Porsiyonları küçültün belirli saatten sonra yemeği kesin.
1.Kural: Akşam Yemeğinden Sonra Yemek Yasak
Gün boyunca aşırı isteklerden kaçının. Sahip olduğunuz daha fazla yağ, vücudunuz daha fazla leptin üretir. Yemek için bir zaman planlayın. Az miktarda yemek yemek, kilo vermenin ve iştahı düzenlemek için hormonu aktive etmenin bir yoludur. Akşam yediğiniz yemekten sonra kendinizi şartlayın, ufak aparatiflerden atıştırmalıklardan ve içeceklerden bile uzak durun leptin diyeti için altın kuraldır.
2.Kural: Günde 3 Öğün Yemek
Leptin diyeti üç ana öğünden oluşuyor, kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğidir. Buna öğle veya atıştırmalık şeklinde iki küçük atıştırmalık eklenebilir. Ve çoğu insan yemeklerini bu şekilde düzenlemeye devam ediyor. Leptin diyeti metabolizmanızı hızlandırmaz ve daha az kilo almanızı da sağlamaz, ancak savunucularına göre daha az aç hissetmenize ve dolayısıyla yediğiniz kalorileri daha sıkı tutmanıza yardımcı olur.
3.Kural: Porsiyonları Küçült
Midenizi doğal olarak suyla doldurmak, fazla yemek yeme olasılığınızı azaltır. Ayrıca, dehidrasyonun bazı belirtileri midenizin guruldamasına neden olabilir, bu nedenle yemekten önce biraz su içmek porsiyon küçültmenize yardımcı olur. Leptin diyeti daha yüksek kalori alımında ve ayrıca popülasyonun ilerleyici kilo alımında belirleyici bir faktör olabilir. Aynı şekilde, tüketilen yiyeceklerin porsiyonlarını azaltmak, çeşitli yiyecekler yiyerek kilo vermek için iyi bir stratejidir.
4.Kural: Kahvaltıda Protein Şart
Leptin diyeti yapanlar için protein açısından zengin kahvaltı idealdir. Yüksek proteinli bir öğün yemek sizi enerji ile dolduracak ve güne harika bir başlangıç yapmanızı sağlayacaktır. Daha fazla protein yiyerek, kaslarınızı korurken ve metabolizmanızı yüksek tutarken kilo ve vücut yağını kaybetmeniz daha kolay olacaktır. Protein yüzdesi, yağ ve net karbonhidratlara kıyasla gıdadaki kaç kalorinin proteinden geldiğini söyler. Yüzde ne kadar yüksek olursa, kahvaltı o kadar protein yoğun olur.
5.Kural: Karbonhidrat Azaltılmalı
Düşük karbonhidratlı bir leptin diyeti uygulamanın amacı, vücudun ana enerji kaynağı olarak glikozu daha yüksek oranda yağ ve amino asitler (proteinler) ile değiştirmesini sağlamaktır. Düşük karbonhidratlı diyet, çoğunlukla şekerli gıdalar, makarna ve ekmekte bulunan karbonhidratları kısıtlar. Bunun yerine, proteinlere, sebzelere ve doğal yağlara odaklanarak doğal içeriklere dayalı yiyecekler tüketilir. Düşük karbonhidratlı diyetin kilo kaybına neden olur ve sağlık belirteçlerini iyileştirir.
Örnek Leptin Diyeti
Leptin diyeti birinci aşama, iki kez tekrarlanması gereken 7 günlük bir menüden oluşur. İkinci haftanın bitimini takip eden Pazartesi günü de diyetin Pazartesi menüsü takip edilir.
Kahvaltı
- Uyanır uyanmaz bir bardak su için.
- 200 ml yağsız süt veya soya sütü, kahve veya ayrı bir fincan yeşil çay
- 125 gram yağsız yoğurt ile bir tatlı kaşığı yulaf tohumu, yarım tatlı kaşığı chia tohumu,
- 150 gram parça şeftali ve bir tatlı kaşığı pekmez (alternatif olarak bal)
- Her gün için sabah ara öğünü.
- 200 ml greyfurt suyu + orta boy haşlanmış yumurta
- 10 gram kabak çekirdeği veya badem
- Greyfurt suyunu atlamayın.
Öğle yemeği
- Limon suyu, tuz, karabiber, bir çay kaşığı yağ ile 200 gram rendelenmiş havuç salatası.
- Balık (erkekler için 80) veya kadınlar/erkekler için 100/150 gram barbunya pilaki
- 100 gram orta olgunlaşmış muz
- Şekersiz rezene tohumu çayı
Akşam yemeği
- Basit fesleğen soslu spagetti
- Bir iri veya iki küçük kabak, bir soğan, yarım rezene, yarım sap kereviz, pişirilmesiyle elde edilen, püre haline getirilmeden ve yağsız olarak tüketilmeli
- Közlenmiş patlıcan veya biberler bir çay kaşığı kadar ham yağ ile istenilen miktarda olmalı
- Tarçınla pişirilmiş 200 gram armut veya 110 gram muz.
- Şekersiz rezene tohumu çayı
Leptin Diyetinin Zararları Nelerdir?
- Kalorisi büyük ölçüde eksik olan ve temel besinleri diyetten çıkaran leptin diyeti zararları incelendiğinde, bulaşıcı hastalıklara karşı duyarlılığımızı artırır. Bu diyetle vücuda giren vitamin ve mineral miktarı keskin bir şekilde azalır.
- Özellikle diyet kısıtlamalarını yorucu egzersizlerle birleştirirseniz kadın cinsiyet hormonlarının üretiminden sorumlu olan esansiyel omega-3 yağ asitleri veya D vitamini eksikliği adet düzensizliğine yol açabilir.
- Ani kilo kaybı, sinir sistemine ciddi bir darbe vurabilir. Herhangi bir aşırı diyet, belirli hormonlarda beslenme eksikliklerine ve dengesizliklere yol açar: bunlar, serotonin, dopamin, oksitosin, kortizol ve leptindir. Bu nedenle, kilo veren bir kişinin ruh hali sık sık değişir, gergin ve sinirli hale gelir.
- Leptin diyet, vücuttan sıvı atarak kilo vermeyi sağlar. Olası yan etkiler baş ağrısı, yorgunluk, dehidrasyon ve sinir hücresi ölümünü içerir.
Sık Sorulan Sorular
Leptin Yağ Yakar Mı?
Leptin direnci, kilo alımına ve obeziteye katkıda bulunabilir. Yağ yakımını desteklemek için sadece leptin seviyelerini artırmak yeterli değildir; bunun yerine, dengeli beslenme, düzenli egzersiz ve sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları benimsenmelidir.
Leptin Hormonu Nasıl Artar?
Leptin hormonu seviyelerini artırmak için
– Dengeli Beslenme
– Sağlıklı Yağlar
– Düzenli Egzersiz
– Yeterli Uyku
– Antioksidanlar
– Şeker Tüketiminin Sınırlandırılması
Uzman Diyetisyen Tuğba Yaprak

Şeker Hastalığına Ne İyi Gelir? Şekeri Ne Düşürür?
Diyabeti olan kişilerin günlük beslenmesine ve fiziksel aktiviteye önem vermeleri gerekir. Sağlıklı bir beslenme rutinine sahip olmak kan şekerini dengelemede etkilidir. Kan şekerini yönetebilmek için yediğiniz besinlerin yanında egzersiz yaparak ve diyabet ilaçlarıyla desteklemek büyük önem taşır. Bunları uyguladığınızda kan basıncınız kontrol altında olur ve daha iyi hissederek enerjik bir yapıya sahip olursunuz.
Şeker Hastalığına Ne İyi Gelir?
Şeker hastalığında kan şekeri dengesini besinlerle sağlayarak organların zarar görmesi engellenebilir. Bu da diyabetik beslenme ile olmaktadır. Açlık sürelerinin uzun olması diyabet hastaları için iyi değildir. Bu yüzden az az kan şekerini yükseltmeyecek gıdalardan yararlanmak gerekir.
Şekeri Ne Düşürür?
Kan şekeri seviyesinin yükselmesinin en tipik nedeni beslenme alışkanlıklarıdır. Yediğimiz ve içtiğimiz, özellikle glisemik indeksi yüksek besinler vücuttaki kan şekeri düzeyinin yükselmesine neden olur. Bu yüzden şeker hastalarının yoğurt, ayran, balık, nişastasız besinler, greyfurt, erik, elma, fındık, ceviz, armut gibi glisemik indeksi düşük, daha sınırlı karbonhidrat alımı ve çözünebilir lifler başta olmak üzere lifli besinler tüketmeleri gerekir.
Şekeri düşürmenin yolları şunlardır:
- Karbonhidrat alımını azaltmak (ekmek, makarna, şekerli ve gazlı içecekler)
- Kiloyu dengelemek
- Bol sıvı tüketmek
- Egzersiz yapmak
- Düzenli şeker ölçümü yaptırmak
- Kalori alımını azaltmak için porsiyon kontrolü yapmak
- Brüksel lahanası, avokado, brokoli gibi lifli gıdalar tüketmek
- Stresten uzak durmak şekeri düşürmeye yardım eder.
Şekeri düşürmeye yardımcı besinler şöyledir:
Somon, ton balığı ve uskumru gibi yağlı balıklar
Hamsi, uskumru, somon ve sardalya omega-3 yağ asitleri içerdiğinden kalp sağlığına dair önemli etkileri bulunur. İnme riskini en aza indirerek diyabete karşı korur. Kan şekerini düzenlemeye yardımcı olan bu balık türleri, tok hissetmenizi de sağlayarak kaliteli protein ihtiyacınızı karşılar.
Brokoli, lahana, ıspanak gibi nişasta içermeyen yeşil yapraklı sebzeler
Besin değeri açısından yüksek olan yeşil yapraklı sebzeler kolay sindirilebilir yapıya sahiptir. Lahana, ıspanak ve diğer yeşillikler C vitamini içerir bu da güçlü bir antioksidan kaynağı oluşturur. Şeker hastalarının C vitamini ihtiyacının karşılanmasına yardımcı olarak hücre hasarını aza indirger ve kan şekeri düzeyini kontrol etmeyi kolaylaştırır.
Yumurta gibi protein içeren gıdalar
Protein yönünden zengin olan yumurta vücuttaki iltihabı azaltarak, insülin duyarlılığını sağlar. Kahvaltıda yumurta yemek diyabet hastalarının gün boyunca kan şekeri düzeylerinin korunmasına yardımcı olur.
Laktoz intoleransınız yoksa yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri
Süt ve süt ürünleri içerisindeki kalsiyum, protein sayesinde şeker hastalarının vücut oranının korunmasına ve iyileşmesine yardımcı olur. Böylelikle kilo yönetimini de destekler. Laktoz intoleransı bulunan kişilerde mide rahatsızlığına sebep olabileceği için laktozsuz tüketilmesi önerilir.
Keten tohumu ve chia tohumları
Keten tohumu ve chia, kan şekeri düzeylerini düşürmeye yardımcı olan besin değerleri içerir. İnsülin direnci duyarlılığını sağlayan lif bakımından da yüksektir. Böylelikle diyabetin önlenmesi ve yönetilmesinde etkilidir. Tok hissetmeye yardımcı olarak diyabetli kişilerde glisemik yönetiminin sürmesini sağlar.
Fındık, badem, ceviz gibi kuruyemişler
Tip 2 diyabetli kişiler obezite ile bağlantılı olarak yüksek insülin seviyelerine sahiptir. Fındık, ceviz, badem şeker hastaları için dengeli bir öğün olarak kan şekerini düzenler, kolesterol seviyelerini düşürmeye yardımcı olur.
Antioksidan içeren besinler
Şeker hastaları kan şekeri düzeylerini yönetmekte zorlanır ve kanda yer alan yağ olan yüksek trigliserit seviyesine sahiptirler. Zeytinyağı içerisindeki antioksidanlar sayesinde diyabetin yanında kalp ve tansiyon hastalarına da iyi gelir.
Lif değeri yüksek gıdalar
Sağlıklı yağlar içeren avokado, az miktarda şeker içerir ve yüksek lif içeriğine sahiptir. Bu neden kan şekerini dengeleyerek diyabet hastalarının uygulaması gereken diyete dahil olur. Bunun yanında diyabetin önlenmesi için gerekli vitamin ve mineralleri içerir.
Ayrıca, nişasta içeren mısır, patates, bezelye, lif ve c vitamini bakımından zengin böğürtlen, elma, muz, üzüm, kavun ve portakal gibi meyveler kan şekerini dengelemeye yardımcıdır.
Yine tahıllar, yağsız et, derisiz tavuk ya da hindi, mısır unu, buğday, pirinç, arpa ve kinoa ile nohut, bezelye ve kuru fasulye de şeker hastalığına iyi gelen gideler arasında yer alırlar.

Şekeri Hastaları Ne Yemeli?
Şeker hastalığı olanlar, bol sıvı tüketmeli, karbonhidrat ve kalori alımını sınırlamalı, düzenli egzersiz yapmalı, somon, ton balığı ve uskumru gibi yağlı balıklar yanı sıra brokoli, lahana, ıspanak gibi yeşil yapraklı sebzeler, elma, kivi ve greyfurt gibi meyveler ile yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri yemelidir.
MEMORIAL

Sağlık ve Enerji İçin Naturopatik Beslenme Rehberi
Günümüzün yoğun temposunda, sağlıklı enerji seviyelerini korumak, bağışıklığı güçlendirmek ve zihinsel netliği artırmak her zamankinden daha önemli hale geldi. Naturopatik beslenme, vücudun doğal dengesini koruyarak içsel iyileşme sürecini destekleyen, doğadan ilham alan bir yaklaşım sunar. Bu beslenme tarzı, yalnızca sağlıklı beslenmeyi değil, aynı zamanda doğayla uyumlu bir yaşam tarzını benimsemeyi de amaçlar. Naturopatik beslenme nedir, kimler için uygundur ve nasıl yaşama dahil edilebilir?
Naturopatik beslenme nedir?
Naturopatik beslenme, köklerini antik Yunan’daki Hipokrates’in öğretilerine dayandırır. MÖ 400’lerde Hipokrat Tıp Okulu’nda uygulanan bu yaklaşım, hastalıkların nedenini bulmak için bireyi bütünsel bir şekilde ele almayı ve doğanın yasalarını kullanarak iyileşmeyi desteklemeyi savunuyordu. Hipokrates’in “Besinler ilacınız, ilacınız besinler olsun” sözü, beslenmenin hastalıkları önlemedeki ve iyileşmedeki önemine dikkat çeker. Modern dönemde bu ilkeler, 19. yüzyılda Dr. Benedict Lust tarafından yeniden canlandırılmıştır. Dr. Lust, besinleri doğal ilaçlar olarak kullanmayı teşvik etmiş, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını yaygınlaştırarak hastalıkların önlenmesine odaklanmıştır. 1902 yılında kurduğu Amerikan Naturopati Okulu ile naturopatik yaklaşımı sistematik hale getirmiştir.
Naturopatik beslenme, diğer diyetlerden farklı olarak, vücudu bir bütün olarak ele alır ve yalnızca semptomları yönetmek yerine hastalıkların kökenine inerek doğal iyileşme süreçlerini destekler. Bu yaklaşım, vücudun kendini onarma gücüne inanır ve sağlıklı, besin açısından zengin gıdalarla bu süreci teşvik eder. Bu beslenmenin temel farkı, hastalıkları tedavi etmek yerine önlemeye odaklanmasıdır; bireylerin yaşam tarzındaki toksik etkileri ve sağlıksız alışkanlıkları ortadan kaldırarak uzun vadeli sağlık hedefleri sunar.
Son yıllardaki araştırmalar naturopatik beslenme hakkında neler söylüyor?
Beslenmeyi öncelik haline getiren naturopatik tıp, yalnızca mevcut sağlık sorunlarını tedavi etmeyi değil, aynı zamanda hastalıkları önlemeyi, canlılığı artırmayı ve uzun ömürlülüğü desteklemeyi amaçlar. Beslenmenin bağışıklık fonksiyonlarını koruma, iltihaplanmayı düzenleme, detoksifikasyon yollarını destekleme ve metabolik süreçleri optimize etmedeki rolü, giderek artan bilimsel kanıtlarla desteklenmektedir.
Kimler bu beslenme yaklaşımını benimsemeli?
Naturopatik beslenme, her yaştan birey için uygundur. Çocuklardan yaşlılara kadar herkes bu yaklaşımı benimseyebilir. Özellikle kronik hastalığı olanlar veya risk altında olup önlem almak isteyenler, bağışıklık sistemi zayıf bireyler, enerji eksikliği yaşayanlar ve ruh halini dengelemek isteyenler için idealdir.
Etkileri genellikle bireyin metabolizmasına bağlı olarak birkaç hafta içinde görülmeye başlar. Bununla birlikte, kalıcı sonuçlar elde etmek için uzun vadeli bir yaklaşım benimsenmelidir. Türkiye’de ve dünyada bu beslenme tarzını uygulayan birçok sağlık uzmanı bulunmaktadır. Uzman bir naturopat veya sağlık koçu rehberliğinde bu yaşam tarzına geçiş daha etkili hale gelebilir.
Naturopatik beslenmenin sağlık üzerindeki etkileri
Naturopatik beslenme, vücudu bir bütün olarak ele alır ve tüm sistemlerin uyum içinde çalışmasını destekler. Yiyeceklerin mümkün olan en doğal haliyle tüketilmesine, doğru sıralama ile daha iyi sindirimi desteklemeye ve kişinin bünyesine uygun şekilde beslenmeye odaklanır. Bu yaklaşım, vücudun sağlık, büyüme ve uzun ömür için ihtiyaç duyduğu tüm besinleri sağlamayı hedefler. Lif ve probiyotik açısından zengin besinler, bağırsak mikrobiyotasını iyileştirerek sindirimi optimize eder, bağışıklık sistemini güçlendirir ve kronik hastalık riskini azaltır. Enflamasyonu azaltan besinler, iltihabı kontrol altına alarak sinir sistemi üzerindeki stresi hafifletir ve ruh halini dengeler. Ayrıca, enflamasyon birçok kronik hastalığın (örneğin diyabet, kalp hastalıkları ve kanser) temel tetikleyicisi olduğundan, enflamasyonu azaltmak bu hastalıkların gelişme riskini önemli ölçüde düşürür. Vitamin ve antioksidanlarla dolu doğal gıdalar, cildin yenilenmesini teşvik eder ve sağlıklı bir görünüm kazandırır. Doğal iyileşme süreçlerini destekleyen bu bütüncül yaklaşım, enerji seviyelerini artırırken hastalıkları önlemek için etkili bir yaşam tarzı sunar.
Naturopatik beslenmenin temel iIkeleri
1. Organik, mevsimsel ve yerel gıdalar tüketin
Vücudun doğal ritmiyle uyum içinde çalışmasını sağlamak için katkısız, mevsiminde ve doğal ortamında yetişmiş gıdalar tercih edilmelidir. Sebze, meyve ve et ürünleri gibi tüm besinlerin organik ve doğal kaynaklardan olması, vücuda katkı maddesi almadan gerekli besinleri sağlamanıza yardımcı olur.
2. Beslenmenizde gıda çeşitliliğine yer açın.
Farklı bitkisel ve hayvansal gıdalardan oluşan bir diyet, vücudun tüm vitamin ve mineral ihtiyacını karşılar. Her renk ve çeşit, farklı besin ögeleri sunarak bedeni dengeli bir şekilde destekler. Sebzeler, meyveler, baharatlar, tam tahıllar, tohumlar (filizlenmiş), organik hayvansal gıdalar, kuru yemişler ve baklagillerden oluşan dengeli ve renkli tabaklar oluşturun.
3. Kaliteli protein ve sağlıklı yağlar alın.
Her öğünde kan şekerini dengelemek ve tokluk sağlamak için beslenmenize kaliteli bir protein ekleyin. Bitkisel protein kaynakları arasında mercimek, fasulye, kuruyemişler, kinoa, kabak çekirdeği ve karabuğday bulunur. Sadece organik, çayırda beslenmiş et ve kümes hayvanları tüketin. Balık tercih ederken ise çiftlik değil, doğal ortamında yetişmiş olanları yemeye özen gösterin. Omega-3 açısından zengin balık, chia tohumu ve ceviz gibi sağlıklı yağlar, hücre sağlığını korur, zihinsel netlik sağlar ve iltihaplanmayı azaltır.
4. Yeterince su için.
Su, vücut sıcaklığını düzenlemek, eklemleri beslemek ve sindirim sürecini desteklemek için gereklidir. Günlük yeterli miktarda filtrelenmiş su içmek, vücudun tüm sistemlerinin sağlıklı çalışmasını destekler.
5. Düzenli yemek saatlerine uyun ve atıştırmalıklardan kaçının.
Aşırı yemek yemek ve öğün aralarında sürekli atıştırmak, sindirim sistemini zorlar ve sindirim enzimlerinin üretimini engeller. Öğünler arasında yeterli zaman bırakarak sindirim sisteminin dinlenmesine fırsat tanıyın.
6. Yiyeceklerin besin değerini koruyun.
Yüksek ısıda pişirme yöntemleri (ızgara, kızartma gibi) yiyeceklerin besin değerlerini yok edebilir. Bunun yerine yiyecekleri buharda pişirme veya düşük sıcaklıklarda sade yağ ve avokado yağı gibi ısıya dayanıklı yağları kullanarak pişirmeyi tercih edebilirsiniz.
7. Gıda kombinasyonlarına dikkat edin.
Yiyecekleri sindirim sistemiyle uyumlu kombinasyonlarla tüketmek, besin emilimini artırır ve sindirimi kolaylaştırır. Örneğin, protein ve nişastalı gıdalar farklı sindirim ortamlarına ihtiyaç duyar.Bu nedenle ayrı öğünlerde tüketmek, sindirim yükünü hafifletir. Nötr besinler (sebze, salata, fındık gibi) hem proteinlerle hem de nişastalarla birlikte tüketilebilir. Meyveler ise tek başına tüketilmelidir. Hızlı sindirilen meyveler, diğer gıdalarla tüketildiğinde sindirimi zorlaştırabilir. Özellikle tatlı meyveler (muz, üzüm, incir, hurma) tek başına ya da aç karna tercih edilebilir.
8. Bedensel anayasanıza göre beslenin.
Her bireyin kendine özgü bir anayasası (constitution) vardır. Vücut sıcak, soğuk, kuru veya nemli özelliklerde baskın olabilir ve bu durum, beslenme, çevre koşulları, ilaçlar ve hastalıklar gibi faktörlerle etkilenir. Örneğin, genellikle vücudu aşırı sıcak olan bir birey serinletici besinlere (salata, taze meyve gibi) yönelmeli, baharatlı ve sıcak yiyeceklerden kaçınmalıdır.
9. Bitki çayları ve mantarları kullanın.
Naturopatik beslenmede bitki çayları ve tıbbi mantarlar, vücudu desteklemek ve iyileşme sürecini hızlandırmak için önemli bir rol oynar. Günlük bir fincan bitki çayı, antioksidan alımını artırarak kalp, beyin ve sindirim sağlığına katkıda bulunur. Örneğin, papatya çayı yatıştırıcı ve anti-inflamatuar özelliklere sahipken, nane çayı sindirimi destekler. Ayrıca, tıbbi mantarlar Doğu tıbbında yüzyıllardır sağlığı güçlendirmek için kullanılır.
İçerdikleri beta-glukanlar, triterpenoidler ve polisakkaritler ile bağışıklık sistemini destekler, zihinsel netliği artırır ve genel sağlığı iyileştirir. Bu mantarları çorba, güveç, sıcak yemek ve salatalara ekleyebilir ya da toz veya tentür formunda tüketebilirsiniz
Naturopatik beslenme yaklaşımına göre kaçınılması gereken gıdalar
Naturopatik beslenme, vücudun dengesini bozan işlenmiş, katkı maddesi içeren ve kimyasal kalıntılara sahip gıdalardan uzak durmayı önerir. Pestisit içeren tarım ürünleri, beyaz şeker, rafine un, işlenmiş gıdalar, fazla tuz, organik olmayan kahve, alkol ve gazlı içeceklerden kaçınmak vücudun doğal detoksifikasyon sürecini destekler
Naturopatik beslenmeye geçiş için ilk adımlar ve sürdürülebilirlik için ipuçları
1. Küçük adımlarla başlayın.
Bir anda tüm beslenme alışkanlıklarınızı değiştirmek yerine, her hafta bir değişiklik ekleyerek süreci kolaylaştırın. Örneğin, ilk hafta paketli atıştırmalıkları azaltmayı hedefleyin, ikinci hafta su tüketiminizi artırmaya odaklanın.
2. Paketli ve işlenmiş gıdaları azaltın.
Evdeki işlenmiş ve paketli gıdaları yavaş yavaş daha sağlıklı alternatiflerle değiştirin. Bu yiyecekleri evinize almamayı alışkanlık haline getirerek erişiminizi sınırlayın. Kaçamak yapmak istiyorsanız, bunu yalnızca hafta sonları ve dışarıda yapmayı tercih edin.
3. Su tüketiminizi artırın.
Yanınızda her zaman bir su şişesi bulundurarak su içmeyi alışkanlık haline getirin. Tat vermesi için suyunuza nane, limon, salatalık gibi doğal içerikler ekleyebilirsiniz. Bu, hem su tüketiminizi artırır hem de ferahlık sağlar.
4. Plan yapın.
Yemeklerinizi önceden planlayarak doğal ve sağlıklı gıdalara bağlı kalmayı kolaylaştırın. Önceden nohut, mercimek, kinoa gibi besinleri haşlayıp hazır bulundurarak, sebzelerinizi yıkayıp hazır şekilde buzdolabında saklayarak yemek hazırlığınızı kolaylaştırın. Bunlarla yapabileceğiniz yeni tarifler keşfedin.
5. Organik pazarlardan alışveriş yapın.
Yerel pazarları ziyaret ederek organik ve mevsimsel ürünleri tercih edin. Mevsiminde aldığınız sebze ve meyveleri dondurarak daha sonra kullanabilirsiniz. Bu, hem sağlıklı hem de ekonomik bir alışkanlık kazandırır.
6. Destek alın.
Aileniz, arkadaşlarınız veya profesyonel bir sağlık koçundan destek alarak süreci daha keyifli ve etkili hale getirin. Birlikte sağlıklı tarifler denemek ve ilerlemenizi paylaşmak motivasyonunuzu artırabilir.
7. Motivasyonunuzu hatırlayın.
Sağlık ve yaşam kalitenizi iyileştirme hedefinizi aklınızda tutun. Sağlıklı bir alışkanlık kazandığınız her adımda kendinizi küçük ödüllerle motive edin. Bu, süreci daha sürdürülebilir ve keyifli hale getirir.
Bu temel ilkeleri benimseyerek doğanın sunduğu denge ve zenginlikle her lokmada bedeninizi şifayla besleyebilir, sağlıklı ve dengeli bir yaşamın temellerini atabilirsiniz.
LIVETOBLOOM / İMGE REYHAN

Açlığı Taklit Eden Beslenme: Metabolik Sağlık ve Hücresel Yenilenme
Modern yaşam tarzı, sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve fiziksel aktivite azlığı, insan metabolizması üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Bu durum, insülin direnci, kronik inflamasyon ve metabolik sendrom gibi sorunlara yol açarak genel sağlığı tehdit ediyor. Ancak son yıllarda, Fasting Mimicking Diet (FMD) Türkçe ismiyle Açlığı Taklit Eden Beslenme ile otofajinin tetiklenmesi ve böylece hücresel yenilenmenin sağlanması, bu sorunlarla mücadelede umut verici bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Bu yazıda, FMD’nin hücresel yenilenme, inflamasyon kontrolü ve metabolik sağlık üzerindeki etkilerini ele alacağız.
Açlığı Taklit Eden Beslenme (Fasting Mimicking Diet) nedir?
Oruç taklit programı, sağlıklı doğal ürünlere ve içeriklere dayalı beş günlük bir programdır. Ancak vücudunuz beslendiğini fark etmez. Bu da vücudun oruç moduna girmesine neden olur. Bu beslenme modeli, Güney Kaliforniya Üniversitesi Longevity Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Valter Longo ve ekibi tarafından, 30 yıl süren klinik çalışmalarla geliştirilmiştir. Harvard, Stanford, Yale, California gibi büyük üniversitelerde yapılan bu klinik çalışmalar, 40’dan fazla üst düzey dergide yayımlandı ve yeni alanlarda çalışmaları devam ediyor. Orucu taklit eden bir diyet döngüsü, insanlarda insülin direnci ve karaciğer yağının yanı sıra bağışıklık sisteminin yaşlanma belirtilerini azaltarak daha düşük bir biyolojik yaşa neden olur. Kalori alımını düşürmek, vücutta hücresel tamir mekanizmalarını harekete geçirir ve metabolik süreçleri optimize eder. Bu diyet, vücuda “açlık” sinyalleri gönderirken temel besin ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlar.
Açlığı Taklit Eden Beslenme programının faydaları nelerdir?
1. Otofajiyi ve hücresel yenilenmeyi destekler.
Kalori kısıtlaması, vücudu enerji tasarrufuna iter ve hücresel tamir mekanizmalarını harekete geçirir. Bu süreç, hücrelerin ömrünü uzatır ve kanser gibi hastalıkların riskini azaltır. Otofaji, vücudun hasarlı veya işlevsiz hücre bileşenlerini parçalayarak enerjiye çevirdiği ve yenilediği bir süreçtir. Bu mekanizma, 2016 Nobel Tıp Ödülü kazanan Japon bilim insanı Prof. Dr. Yoshinori Ohsumi tarafından detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Otofaji sayesinde, vücut enerji ihtiyacını karşılarken aynı zamanda hasarlı organellerin, proteinlerin ve toksik birikimlerin temizlenmesi gibi hücresel seviyede bir temizlik ve yenilenme gerçekleşir. Bu süreçte, otofagozom adı verilen özel hücresel yapılar, zararlı maddeleri lizozomlarla birleştirerek yok eder. Otofaji aynı zamanda enerji üretimini optimize eder ve stres durumlarında hücresel olarak hayatta kalmayı destekler. Bu süreç, inflamasyonu azaltır, hastalıkların önlenmesine yardımcı olur ve genel metabolik sağlığı destekler. Temizlenen hücrelerin yerine, mezenkimal kök hücreler çıkar ve hücresel yenilenme gerçekleşir. Böylece hasarlı organlar tamir edilir.
2. İnflamasyonun azalmasını sağlar.
Bu beslenme modeli, inflamasyonu tetikleyen zararlı moleküllerin temizlenmesini sağladığı için kalp hastalıkları, Alzheimer, romatoid artrit gibi inflamasyona dayalı hastalıkların önlenmesine yardımcı olur. Ayrıca, inflamasyon belirteçlerini düşürerek kronik hastalıkların yavaşlatılmasına katkı sağlar.
3. Metabolik sağlığı destekler.
Açlığı Taklit Eden Beslenme, vücudu besin fazlalığı durumundan besin kısıtlaması durumuna geçirerek insülin direncini kırar, kan şekerini düzenler, kilo kaybına katkı sağlar ve diyabet riskini azaltır. Ayrıca Tip 2 diyabet tedavisinde önemli rol oynar. Yağ metabolizması çalışmaya başladığı için bu beslenme modeli ile metabolik esneklik kazanılır.
Açlığı Taklit Eden Beslenme nasıl uygulanır?
Prof. Dr. Valter Longo ve ekibi tarafından geliştirilen Açlığı Taklit Eden Beslenme (FMD) programına dünyada ve Türkiye’de Prolon adıyla ulaşılabiliyor. Bugüne kadar 2 milyondan fazla kullanımı olan ve 25.000 sağlık mesleği profesyoneli tarafından önerilen FMD, açlığın faydalarını taklit eden ancak tamamen aç kalmadan uygulanan bir beslenme protokolüdür. Ana amaç üç ana besin yolağını (mTOR, PKA, IGF1) uyarmadan, açlığın faydalarından yararlanmaktır. Bu protokolde, bitki çayları, sebze çorbaları, badem barları, zeytin, bitkisel bazlı proteinler, sağlıklı yağlar, mineral ve vitamin takviyeleri bulunur. Amaç, enerji alımını minimumda tutarken vücudun ihtiyaç duyduğu mikro ve makro besin ögelerini sağlamaktır.
Bu beslenme, 5 gün sürer ve sadece programa ait olan besinler tüketilir. GDO’suz, glütensiz, laktozsuz, katkı maddesi içermeyen organik gıdalardan oluşan bu fizyolojik beslenme programında dışarıdan gıda alınmaz. Paket içeriği vejetaryendir. Sadece 2-3 litre su içimi ve 30 dakika tempolu yürüyüş yeterlidir. Bu beslenme programı, yağ metabolizmasını aktifleyerek metabolik esnekliği sağlar, otofajiyi tetikleyerek hücresel yenilenme süreçlerini harekete geçirir. 5 gün sonunda yağ odaklı kilo kaybı, dirençli kilonun kırılması, insülin direncinin azalması, kas dokusunun korunması ve cildin parlaklığının artması görülür. Bütün bunlarla genel bir iyi olma haline ve enerjik bir vücuda ulaşılır.
Uygulama süresi ve sıklığı nasıl olmalı?
FMD genellikle 5 gün boyunca uygulanır. Bireyin sağlık durumu ve hedeflerine bağlı olarak, 3 ila 6 ayda bir tekrarlanabilir. Diyeti uygulamadan önce genel bilgilendirme ve uygulama sıklığı konusunda bir sağlık profesyoneline danışmak önemlidir. Özellikle hamileler, emziren anneler ve kronik hastalığı olan bireyler için uygun olmayabilir. Diyet sonrasında normal beslenme düzenine geçiş, ani kalori artışından kaçınılarak dikkatli bir şekilde yapılmalıdır.
* Bu içerik bilgilendirme amaçlıdır. Yukarıda bahsedilen öneriler tek başına bir hastalığı tedavi etmeye veya önlemeye yönelik değildir. Beslenme yönteminize karar verirken doktorunuza danışmanızı, kendinize en uygun türü ve yöntemi öğrenmenizi önemle tavsiye ederiz.
DR. İREM ERGÜN

En Sağlıklı Sirke Hangisidir?
Sirkenin 7 Muazzam Faydası. Hangi Sirke En Faydalıdır?

Asırlardır mutfaklarımızda yer alan sirkenin ağırlık kontrolünden kan şekeri dengesini sağlamaya kadar pek çok faydalı etkisi bulunur.
Ev Yapımı Elma Sirkesi Tarifi
Description: Asırlardır mutfaklarımızda yer alan sirkenin ağırlık kontrolünden kan şekeri dengesini sağlamaya kadar pek çok faydalı etkisi bulunur. Sirke, dünya genelinde pek çok ülkede olduğu gibi ülkemiz mutfak kültürünün de olmazsa olmazları arasında yer alır. Sirkenin kullanım amacı tıpkı turşu yapımında olduğu gibi besinleri koruyarak kullanım süresini uzatmaktır. Aynı zamanda yemeklere ve salatalara lezzet vermek amacıyla da kullanılır. Köklü bir tarihe sahip olan sirkenin kullanımı Asurlular, Sümerlilere kadar uzanarak yaklaşık 10.000 yıl öncesine dayanıyor. Sirkenin tıbbın kurucusu Hipokrat tarafından da enfeksiyonların giderilmesinde yaygın olarak kullanıldığı biliniyor.
Karbonhidrat kaynağı olan birçok üründen yapılabilen sirke yoğun asit içeren meyve çeşitlerinden fermantasyon ile üretildiği gibi yapılan meyve çeşidine göre değişkenlik gösterir.
Yemeklerimizde, salatalarımızda lezzet unsuru olarak kullanılan sirkenin antibakteriyel özelliği, antioksidan aktivitesi, kan basıncını düşürmesi, anti-diyabetik ve ağırlık kontrolüne olan etkisi ile birçok olumlu sağlık etkileri bulunur.
Sirkenin yapımında basit bir kimyasal süreç yaşanır. Önce karbonhidrat içeren bir meyve ya da tahıl fermente edilerek alkol açığa çıkarılır. Daha sonra bu sıvı bir kez daha fermente edilerek asidik bir yapıya dönüşür ve tüketime hazır hale gelir.
Yıllardır mutfak ve sofralarımızın baş köşesinde yer alan sirkenin olumlu sağlık etkileri yaklaşık 10 bin yıl öncesine kadar dayanır. Gelelim sirke neye iyi gelir sorusunun yanıtına…
Kötü Kolesterolü Düşürebilir: Düzenli olarak sirke tüketmenin LDL- kolesterol ile trigliserid seviyesini düşürdüğü düşünülmektedir. Sirke bu özelliği sayesinde kalp ve damar sağlığının korunmasına katkıda bulunabilir.
Kan Şekerini Düzenleyebilir: Düzenli olarak tüketilen az miktarda sirke kan şekerini ve insülin seviyesini düzenlemeye katkıda bulunabilir. Yapılan bir çalışmanın sonucunda sirkenin kandaki glikoz ve insülin oranını baskılayarak düzenlediği görülmüş; yemeklerden sonra glukoz konsantrasyonunu düşürdüğü sonucuna varılmış.
Yüksek Tansiyona İyi Gelebilir: Laboratuar farelerinde yapılan çalışmaya göre sirke tüketiminin tansiyonu düşürücü etki gösterdiği bildirilmiş. Sirkenin farklı aromalarıyla yemeklerde lezzet arttırıcı olarak kullanılması, bireylerin tuz tüketimini azaltmaya yardımcı olarak tansiyonu düşürmeye dolaylı bir etki sağlayabilir.
İştahı Baskılayarak Ağırlık Kontrolü Sağlayabilir: Sirke tüketiminin iştahı baskıladığı düşünülmektedir. Yapılan çalışmalar, sirkenin içerisinde bulunan asetik asitin mide boşalmasını geciktirici etkisinin olduğunu ve metabolizma hızını arttırdığını gösteriyor. İştah kontrolünün sağlanması, besinlerin daha uzun süre midede kalması ve metabolizma hızının artması besin alımını azaltarak ağırlık kontrolünü destekler. Sirke tüketiminin vücut yağ oranında azalmaya neden olduğunu gösteren çalışmalar mevcut olup; obezite ile ilişkisini inceleyen çalışmalar ise yetersizdir.
Tümörlere Karşı Etkili Olabilir: Sirke oksidatif strese karşı sentezlenen polifenollerin kaynağı olup; antioksidan etkisiyle kanser riskini azaltabilir. Kanserojen maddelerin hücrelere verdiği hasarın tamirini ve hücre yenilenmesini destekler. Laboratuar fareleri üzerinde yapılan bir çalışmaya göre sirkeli su ile beslenen farelerin sirkeli suyla beslenmeyen farelere kıyasla daha küçük tümör hücrelerine sahip olduğu bildirilmiş.
Bağırsak Sağlığınızı Koruyabilir: Bilindiği üzere sirke mayalı bir besindir. Mayalanma ile açığa çıkan antioksidanlar gibi yararlı bileşikler sirkenin bağırsak dostu besinler arasında sayılmasına katkıda bulunur. Bu nedenle sirke bağırsak florasını kuvvetlendirerek bağışıklık sistemini desteklemeye yardımcı olur. Böylece daha az sağlık sorunu yaşamamızı sağlar.
Cilt Sağlığına İyi Gelebilir: Sirkenin antibakteriyel özelliği bulunmaktadır. Bu özelliği sayesinde sirke suyla seyreltilerek kullanıldığında bakterilere karşı etkili olabilir, cilt enfeksiyonlarını önleyebilir, kepek ve kafa derisindeki kaşıntılara iyi gelebilir. Ancak kuru ve hassas bir cildiniz varsa sirkeyi dikkatli kullanmakta fayda var. Sirke kullanımı sonucu cildiniz tahriş olabilir.
Ev Yapımı Elma Sirkesi Tarifi
- 1 çay bardağı nohut
- 1 kg elma
- 1 lt su
- 1 yemek kaşığı kaya tuzu
- 2 yemek kaşığı bal
Cam kavazonuzu yıkayıp iyice kurulayın. 1 litre suyu kavanoza doldurun. Önceden yıkayıp kuruttuğunuz elmaları bıçakla dörde bölün. Çekirdeklerini çıkardıktan sonra kavanozdaki suyun içerisine koyun. Üzerine 1 yemek kaşığı bal ve nohutları ekleyerek kaşıkla iyice karıştırın. Kavanozun ağzına tülbent yerleştirerek bir ip ya da paket lastiği ile tülbenti sabitleyin. Hazırladığınız karışımı karanlık bir yere koyun. 20 gün boyunca iki günde bir olmak üzere tahta kaşıkla karıştırın. Her seferinde kavanozun ağzını tülbentle yeniden sabitleyin. 20 gün dolduktan sonra karışımınızı aynı yerde hiç karıştırmadan 20 gün daha tutarak mayalanmasını sağlayın. Kavanozun üzerinde bu süre zarfında sirke anası adlı tabaka oluştuğunu göreceksiniz. Bu tabakayı kavanozdan çıkartın. Kavanozdaki meyveleri süzerek çıkarın. Sirkeyi tekrar kavanoza döktükten sonra kalan balınızı ve kaya tuzunuzu ekleyin. Kavanozun ağzını tülbent ile kapatarak 20 gün daha bekletin. 20 günün ardından sirkeniz kullanıma hazır olacak.
*** Sirke zengin bir vitamin ve mineral kaynağıdır. Antioksidan özelliği güçlüdür. Yapısında yüzde 4-7 asetik asit, yüzde 93-96 su bulunur. Yaygın olarak tercih edilen elma sirkesi; fenolik bileşiklerden, pektin, organik asitler, antioksidanlar ve vitamin/minerallerden zengindir.
Sirke Tüketirken Bunlara Dikkat!
- Öncelikle sağlığınıza katkıda bulunmak için düzenli olarak sirke tüketimine kararı vermeden önce doktorunuza veya beslenme ve diyet uzmanlarınıza danışmalısınız. Her besinde olduğu gibi sirke tüketiminde de aşırıya kaçmak ya da mevcut sağlık riskleriniz varken sirke tüketmek sakıncalı olabilir.
- Sirke tüketimi hipoglisemiye neden olabilir. Özellikle kan şekeri düşük seyreden bireylerin bu konuda çok dikkatli olması gerekir.
- Sirke asidik bir yapıya sahip olduğu için dişlerinizin çürümesine, diş minenizin aşınmasına neden olabilir.
- Cilt enfeksiyonuna karşı kullanılırken aşırıya kaçılması halinde cildinize zarar verebilir.
- Sirkeye karşı bir alerjiniz varsa, sirke kullanımı sonucu vücudunuzda olumsuz belirtiler gözlemliyorsanız doktora danışarak gerekli testleri yaptırmakta fayda var.
- Mide hassasiyeti, reflü ve ülseri olan bireylerin sirke tüketiminde dikkatli olmaları gerekir.
- Marketlerde satılan birçok sirke çeşidi raf ömrünü korumak için pastörize edildikten sonra yararlı etkilerini kaybedebilir. Bu sebeple sirke alırken ve tüketiminden önce sirkenizin organik ve yüzde 100 doğal olmasına özen gösterin.
ACIBADEM HAYAT

Çinko Eksikliğinin Hiç Duymadığınız 7 Belirtisi | Dr.Berg Türkçe
Çinko Eksikliğinin 7 Uyarı İşareti | Dr. Berg Türkçe
“Çinko Karnosin” Ülserleri ve Gastriti İyileştirir! | Dr. Berg Türkçe
6 Gizli Monosodyum Glutamat Kaynağı. Bunlardan Uzak Durun!

Çinkonun Sağlık ve Hastalıktaki Rolü
Çinko temel bir mikro besindir. Bağırsaklardan emilen çinko iyonları bağırsak lümeninden barsak hücrelerine ZIP4 kanalı tarafından taşınır. Çinko iyonları portal kanda karaciğere gider, orada sitrata, amino asitlere ve transferine bağlı olarak durur. Toplamda 2–3 g olan çinko, insanlarda demirden sonra vücutta en bol bulunan ikinci eser elementtir ve farklı organlar ve dokular arasında eşit olmayan bir şekilde dağılmıştır. Prostat, pankreas ve kemik, 200 µg/g’a kadar çinko içeren önemli ölçüde yüksektir. Buna karşılık, kalp, beyin ve plazmadaki çinko konsantrasyonları 1–23 µg/g ile nispeten düşüktür.
Çinko neden önemlidir?
- Çinko önemli miktarlarda depolanamaz, bu nedenle düzenli diyet alımı esastır.
- Çinko kolajen yapımı ve bağ dokusunun sağlığı için şarttır.
- İnsülin üretimi için çinko gerekir.
- Üreme için çinko olmazsa olmaz besinlerdendir.
- Çinko, protein ve DNA yapımı için vazgeçilmezdir.
Dolaşımda çinkonun %70’i albümine bağlıdır. Çinkonun çoğunluğu iskelet kasında ve kemikte bulunur. Çinko atılımı dışkı, idrar, ter, adet kanaması ve semen yoluyla gerçekleşir. Aşırı çinko alımı bakır ve demir emilimini engelleyerek sırasıyla bakır eksikliğine ve anemiye yol açabilir.
Çinko eksikliğinde ne olur?
Çinko eksikliği 50 yıldır bilinmektedir. 2 tip çinko eksikliği vardır. Çinko eksikliği ciddiyetine göre sınıflandırılabilir ve sırasıyla şiddetli veya marjinal çinko eksikliği olarak ikiye ayrılır.
- Çinko yetersizliği;
- Cilt anormallikleri,
- Hipogonadizm,
- Bilişsel bozukluk,
- Büyüme geriliği,
- Alerjiler
otoimmün hastalıkları destekleyen dengesiz bağışıklık reaksiyonları ile ilişkilidir.
Şiddetli çinko eksikliği genellikle bağırsakta çinko alımının bozulması nedeniyle görülür. Bu durum kronik ishal çeken hastalarda, penisilaminle tedavi edilen hastalarda, çinko içermeyen parenteral beslenme alan hastalarda veya aşırı alkol tüketiminden sonra bildirilmiştir. Marjinal çinko eksikliği hafif kilo kaybı, pürüzlü cilt, oligospermi ve hiperamonyemi ile karakterizedir. Muhtemelen vejetaryenlerde veya veganlarda görülen, tahıllardan, baklagillerden veya bitki parçalarından kaynaklanan gıdalardaki yüksek seviyelerde çinko şelatlayıcı maddelerin tüketilmesi nedeniyle oluşan besinsel çinko eksikliğinden kaynaklanır.
Bakır Çinko İlişkisi
Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), bakırın insan vücudunda biriktiği genetik bir bozukluk olan Wilson hastalığının tedavisi için çinko takviyesini onaylamıştır.
Çinko en çok hangi gıdalarda bulunur?
Çinko almak istersek ne yapacağız? Balık, kırmızı et, baklagiller, kuruyemişler, fasulye, tam tahıllar, yumurta, süt ve süt ürünleri iyi birer seçenektir. İstiridyeler en zengin çinko kaynağı iken, meyve ve sebzeler en fakir kaynaklardır. Baklagiller, kuruyemiş ve tam tahıllar çinko içermesine rağmen, fitatların varlığı nedeniyle bunlardan elde edilen çinkonun biyoyararlanımı hayvansal kaynaklı gıdalardan daha düşüktür. Sitrat, çinko-sitrat kompleksleri oluşturarak çinko biyoyararlanımı üzerinde pozitif bir etkiye sahip, sütte bulunan bir maddedir, böylece çinko alımını artırır. Ayrıca, gıda fermantasyonu ve çimlenmesi, gıdanın fitat içeriğini azaltarak çinko emilimini artırır.
Çinko epigenomu değiştirir ve bağışıklığı güçlendirir
Çinko enzimler için önemli bir yardımcı faktördür. Bu enzimler arasında epigenetik ile ilgili, sınıf I, II ve IV histon deasetilazlar, asetilazlar, DNA metiltransferazlar, histon metilazlar ve metil bağlayıcı proteinler gibi epigenetik olarak aktif enzimleri içerir. Çinko eksikliği, küresel DNA hipermetilasyonu ile ilişkilendirilmiştir. Bir açıklama, çinkonun metiyonin sentaz aktivitesi üzerindeki etkisidir. Bu enzim, homosisteinden metioninin rejenerasyonundan sorumludur ve DNA ve histon metilasyonu için substratlar sağlar. Çinko epigenetik olarak kan serum seviyelerinin normal düzelerde tutulmasını sağlar.
Neler çinko seviyesini düşürür?
- Yetersiz beslenme ve az çinko alımı daha çok anoreksiya nervozada görülür.
- Kronik ishal veya yanık hastalarında görülür.
- Gebe ve emziren bireylerde görülür, çünkü ihtiyaç artmıştır.
- Malabsorpsiyonda örneğin Crohn hastalığı ve çölyak hastalığında eksiklik görülür. Enfeksiyonlar ve cilt lezyonları.
- Semptomların örtüşmesi nedeniyle çinko eksikliğini teşhis ederken dikkate alınması gereken diğer farklılıklar şunlardır: depresyon, hipotiroidizm, A, B12 ve D vitamini eksiklikleri ve demir eksikliği.
- Düşük albümin seviyeleri düşük çinko seviyelerine neden olabileceğinden, serum albümin seviyeleri de ölçülmelidir
Genetik çinko eksikliği
Çinko eksikliğinin birçok kalıtsal kusuru bilinmektedir. Vakaların çoğu kromozom 8’deki SLC39A4 genindeki mutasyonlarla ilişkilidir. Bu gen, çinko taşıyıcısı ZIP4’ü kodlar. Yaklaşık 500.000 doğumdaönadir otozomal resesif duruma akrodermatitis enteropatika adı verilir
Günlük çinko dozu nedir?
ABD’de yetişkin erkekler ve kadınlar için günde 15 mg-11 mg gündür. İngiltere’de önerilen yetişkin bir erkek için günde 10 mg ve yetişkin bir kadın için günde 7 mg’dır. Birçok ülke, çinko alımının günde 25 mg’ı geçmemesi gerektiğini önermektedir. 40 mg üstü önerilmez. Günde 50 mg’dan yüksek çinko alındığında mide bulantısı, ishal ve karın rahatsızlığı gibi şikayetler görülebilirken, günde 150-200 mg’dan yüksek dozlar vücudun yağ profilini ve bağışıklık sistemini olumsuz etkileyerek çinko zehirlenmesine yol açabilir.
Dengeli bir çinko homeostazisi, istilacı patojenlere karşı savunma veya insan vücudunu otoimmün hastalıklara, kronik inflamasyona veya alerjilere neden olan aşırı tepki veren bir bağışıklık sistemine karşı korumak için çok önemlidir. Bu yüzden neredeyse tüm bağışıklık hücrelerinin yeterli işlevi büyük ölçüde çinkoya bağlı olduğundan, bağışıklık sisteminin bir bekçisi olarak düşünülebilir.
ÖZETLE ÇİNKO BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN BEKÇİSİDİR VE OLMAZSA OLMAZ METAL İYONLARINDAN BİRİDİR.
DR. CEYHAN NURİ

Çin restoranı sendromu, 1960’larda üretilen modası geçmiş bir terimdir. Bir Çin restoranından yemek yedikten sonra bazı insanların yaşadığı bir grup semptomu ifade eder. Bugün Glutamat-MSG semptom kompleksi olarak biliniyor. Bu semptomlar genellikle baş ağrısı, ciltte kızarma ve terlemeyi içerir. Daha az yaygın olarak, insanlar alerjik reaksiyonlar sırasında yaşananlar gibi ciddi, yaşamı tehdit eden semptomlar yaşayabilir. Şiddetli semptomlar şunları içerebilir:
- göğüs ağrısı
- anormal kalp atışı
- nefes almada zorluk
- yüzde şişme
- boğazda şişme
bunların hepsi aslında adı konmamış bir anaflaksi tablosudur.
Monosodyum glutamat (MSG) adı verilen bir gıda katkı maddesi genellikle bu semptomlardan sorumlu tutulur. Ancak, bir beyin cerrahı ve “Eksitotoksinler: Öldüren Lezzet” adlı kitabın yazarı olan Dr. Russell Blaylock‘un sayısız tanıklığına ve uyarılarına rağmen, MSG ile insanlarda bu semptomlar arasında bir bağlantı olduğunu gösteren çok az bilimsel kanıt vardı
ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) MSG’yi güvenli kabul ediyor. Çoğu insan MSG içeren yiyecekleri herhangi bir sorun yaşamadan yiyebilir. Bununla birlikte, insanların küçük bir yüzdesinin bu gıda katkı maddesine kısa süreli, olumsuz reaksiyonları vardır. Bu tartışma nedeniyle birçok restoran, yemeklerine MSG eklemediklerinin reklamını yapıyor.
Gıdalardaki MSG ve Glutamat Arasındaki Fark Nedir?
MSG’deki glutamat, gıda proteinlerinde bulunan glutamattan kimyasal olarak ayırt edilemez. Vücudumuz sonuçta her iki glutamat kaynağını da aynı şekilde metabolize eder.
Yemeğimde MSG ve Glutamat Olup Olmadığını Nasıl Anlarım?
FDA, eklenmiş MSG içeren gıdaların, bunu ambalaj üzerindeki içerik panelinde monosodyum glutamat olarak listelemesini gerektirir. Bununla birlikte, MSG, hidrolize bitkisel protein, otolize maya, hidrolize maya, maya özü, soya özü ve protein izolatı gibi bileşenlerin yanı sıra domates ve peynirlerde doğal olarak bulunur. FDA, bu ürünlerin içerik panelinde listelenmesini zorunlu kılarken, ajans, etiketin doğal olarak MSG içerdiğini de belirtmesini gerektirmez. Ancak, doğal olarak MSG içeren herhangi bir içeriğe sahip gıdalar, ambalajlarında “MSG Yok” veya “MSG Eklenmemiş” iddiasında bulunamaz. MSG ayrıca “baharat ve tatlandırıcı” olarak listelenemez.
Japon Gıda ve Biyoteknoloji Şirketi Ajinomoto Ne Diyor?
Ajinomota, dev bir gıda şirketi. MSG’yi üreten ilk şirket.
Umami ve MSG aynı madalyonun iki yüzüdür. MSG, yiyeceklere lezzetli ve umami bir tat verir ve umami’nin en saf hali olarak kabul edilir.
MSG (monosodyum glutamat), en yaygın doğal olarak oluşan amino asitlerden biri olan glutamik asidin sodyum tuzudur. Glutamat asit vücudumuzda bol miktarda üretilir. Et, balık, yumurta ve süt ürünleri gibi günlük olarak yediğimiz birçok gıdada da doğal olarak bulunur.
Kısacası hem umami hem de MSG bize aynı lezzet deneyimini yaşatıyor. Tat reseptörlerimizi aktive etmek için aynı amino asidi- glutamatı kullanırlar. MSG’yi yediğinizde, yalnızca bir tat hissini tetikler– umami. Tuz ve tuzluluğu düşünün. Pek çok yiyeceğin tadı tuzludur, ancak dilinizde bir tutam tuz size tuzluluğun en saf tadını verir.
Umami veya 5. tat, lezzetli bir tattır. (Daha yaygın olarak bilinen diğer 4 tat: tatlı, ekşi, tuzlu ve acıdır). Umami, teknik olarak glutamatın tadıdır.
MSG’yi daha iyi anlamak için, monosodyum glutamatın gerçekte ne olduğunu kısaca açıklayalım. MSG, basitçe bir sodyum + glutamat karışımıdır. Sodyum basitçe tuzdur.
Burada Araya Girelim – Glutamat
Tuzun sodyum olmadığını hatırlatalım. Yani savunulan tez ayakları yere basmayan bir teoridir. Sodyum tuz içerisinde bulunan elementlerden birisidir. Yalın hale getirilip rafine edildiğinde agresif bir kimyasal maddeye dönüşür. Besin olma özelliğini kaybeder. Glutamat bir amino asittir. Amino asitler, proteinin yapı taşlarıdır. Glutamat, domates, mantar ve peynir gibi yiyeceklerde doğal olarak bulunur.
MSG’deki glutamat, şekerin fermente edilmesiyle yapılır. En çok neyin mevcut olduğuna bağlı olarak dünya çapında farklı şeker kaynakları kullanılmaktadır. Asya’da ağırlıklı olarak manyok kökü, Güney Amerika’da şeker kamışı, ABD’de ise mısır kullanılmaktadır. Mısır, glutamik asit üretmek için fermente edilir. Ardından, MSG oluşturmak için sodyum eklenir. Kısaca glutamik aside tuz ekliyoruz.
Yine Araya Girelim – Glutamat
Meyve ve sebzenin içinden glutamatı çıkarırsanız onun doğallığından çok da bir şey kalmaz. Şeker pancarı ile şeker bir olur mu? Gerçek tuzla sodyum klorür bir olur mu? Şeker kamışıyla şeker kamışından elde edilmiş Glutamat bir olur mu dersiniz? Yani, MSG = amino asit glutamat + tuz. Bu iki bileşenin kombinasyonu, zengin bir umami tadı sağlayan daha yüksek bir lezzet deneyimi sağlar. Kristal formunda bulunur (tuz veya herhangi bir baharat gibi alabilirsiniz), böylece kullanımı en kolay olanıdır.
temel tat olan Umami, en son keşfedilen tattır. 1907’de Japonya’da keşfedilmiştir. Kelimenin tam anlamıyla Japoncada “lezzet özü” anlamına gelir. Umami, diğer tatlara göre dilde daha uzun süre kalır. Aynı zamanda tükürük salgılamasını da teşvik eder. Tükürük, yiyeceklerden daha fazla keyif almanıza yardımcı olur.
Kombu-Dashi-Yosun-Palamut
Bu dörtlü Japon mutfafığının kökünü oluşturur.
Japonya’da umami aroması yemeklere genellikle 2 yiyecek yoluyla eklenir: kombu veya deniz yosunu ve kurutulmuş palamut gevreği veya kurutulmuş ton balığı. Bu 2 yiyecek genellikle Japonya’da sunulan yaygın bir et suyu olan dashi yapmak için kullanılır.
Tat Bilimi
- Dildeki reseptörler, glutamatı umami tadı olarak tanır.
- Tek başına glutamat zayıftır. Bununla birlikte, sodyum gibi bir şeyle birleştirildiğinde, lezzet çok daha güçlüdür.
- Bir yemeğe %0,05 kadar az MSG eklendiğinde, bu tabaktaki tatların daha zengin, daha dolgun ve genel olarak daha gelişmiş bir lezzet sağlamak için birlikte çalışmasına yardımcı olur. Çöpte koysanız insan afiyetle yer, tabağı sıyırır yalar.
- Çöp gıdalara mı yanalım, yoksa onları örtbas edip süslemek için kullandıkları bize hasta eden kimyasallara mı yanalım?
Kendinize ve aklınıza mukayyet olunuz.
DR. CEYHAN NURİ