logo

Sağlıklı olmak, hayat kavgasında başarının birinci şartıdır.

İÇİNDEKİLER

Daha uzun yaşamak uykunuza bağlıİyi bir uyku hayatınıza yıllar ekleyebilirUyku ve ÖnemiUyku ve beynimizUykusuzluk bize neler yapıyor?Uyku neden önemli? Neden uyumalı? Ne kadar uyumalı?Uyku HastalıklarıUyku Eğitimi ProgramıKaliteli uykunun faydaları

COVID-19 Nedir?- SARS-CoV-2 – SİGARA VE BEYİN – Zatürre (Pnömoni) – Sebepsiz Yorgunluk ve Öfke Nöbetleri Tiroit Habercisi – Göz sağlığı – Hamilelikte Göz Problemleri – Presbiyopi – Miyop belirtileri. – Glokomun Belirtileri. – Kulak çınlaması Baş Dönmesinin Nedenleri Mide BulantısıÇocuklarda Ateşin Nedenleri  Yeme BozukluklarıMiyofasial Ağrı SendromuBoyun Ağrısının Tedavisi ve Fizik TedaviUzun Süre Oturmanın Bedene Etkisi Nedir? – Egzersiz ve kanser riski arasındaki ilişki. – Hareketsiz bir yaşam tarzı LEJYONER HASTALIĞIYaz hastalıkları nelerdir?Cilt kanseri – Aşırı kilo kaybı – Multipl Skleroz (MS) Sonbaharda Alevlenen HastalıklarYorgunluğunuz Bu 9 Nedenden KaynaklanabilirSonbaharda en sık karşılaşılan 10 enfeksiyon hastalığıÇocukları Tehdit Eden Sonbahar HastalıklarıÇocukları enfeksiyonlardan koruma rehberiSonbaharda En Sık Görülen 12 HastalıkMide-bağırsak enfeksiyonundan nasıl korunuruz?İdrardan kan gelmesi böbrek sorunu işaretiMakattan Kan Gelmesi Nedir? Makattan Kan Gelmesi Nasıl Tedavi Edilir?Sık İdrara Çıkma Nedenleri – Böbreklerinizi korumak için bunları yapınKronik İnflamasyon ile İlişkili Hastalıklar

İşte, bu gece bilgisayarınızı erken kapatıp yatağa girmeniz için sizi ikna edecek muhteşem bir liste! Okumaya devam edin ve kararınızı verin.

Doğru süre ve kalitede bir uyku:

  • Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, hastalıklara direnci artırır.
  • Öğrenme becerisini artırır.
  • Hafızayı kuvvetlendirir.
  • Konsantrasyon gücünü artırır.
  • Kötü kolesterolü azaltarak, kalp hastalıklarına karşı korur.
  • Vücuttan zararlı toksin atılımını sağlar.
  • Biyolojik saatimizin düzgün çalışmasını sağlar.
  • Cildi ve vücudu gençleştirir. Gençlik iksiridir.
  • Kanser oluşumunu azaltır.
  • Obeziteyi engeller.
  • Beynimizin kendini yenilemesini sağlar.
  • Hormon salınımımızı düzenler.
  • Yaşlanmayı geciktirir.
  • Felç ve kalp krizi riskini azaltır.
  • Çocuklarda hiperaktiviteyi önler.

Kaliteli ve sağlıklı bir uyku nasıl olmalıdır?

Sağlıklı bir uyku; kaç saat uyuduğumuza, ne zaman uykuya daldığımıza ve uykumuzun kalitesine bağlıdır. İhtiyacımız olan uyku süresi yaşa göre değişir. Yeni doğan bebekler 16-18 saat, okul öncesi çocuklar 11-12 saat, okul çağındakiler ve ergenler en az 10 saat uyumalıdır. Ergenlik döneminde hormonal etkiler biyolojik saati değiştirme eğilimindedir. Bunun sonucu olarak, gecede 9-10 saat uyuması gereken genç, geç saatte yatağa gidiyor ve sabah geç kalkmak istiyor. Bu geç saatlere kaymış uyku-uyanma döngüsü, pek çok okulun sabah erken başlangıç saatleri ile çelişiyor.

Maalesef günümüzde özellikle çocuklar ve ergenler gereken süreden çok daha az uyuyor. Bu durum son yıllarda elektronik medya kullanımının artmasıyla bağlantılı görünüyor. Bu açıdan bakıldığında bizi gelecekte hastalıklarla boğuşan, sinirli, huzursuz bir toplum bekliyor diyebiliriz.

Erişkin yaştaki kişilerin 7 ile 9 saat uykuya ihtiyaçları vardır. İlerleyen yaşla birlikte vücudumuzda azalan melatonin hormonu nedeniyle uyku süremiz kısalır ve ayrıca sıklıkla sağlık sorunlarımız nedeniyle gece daha sık uyanırız. İleri yaşta insanlar uykuya dalamamaktan, sabah erken uyanmaktan, gece boyunca sık ve uzun uyanmalardan ve dinlendirici bir uyku yaşayamadıklarından şikâyet ederler.

Melatonin salınımı hava karardıktan sonra başlar. Bu yüzden en ideal uyku hava karardıktan sonraki en yakın zamandır. Beynimiz ve vücudumuz kendini temizleme ve tamir işini, melatoninin en yüksek seviyede salındığı gece 23.00-03.00 saatleri arasında yapar. Bu saatleri uykuda geçirmek çok önemlidir. Uyku zaman takvimine göre, ‘’ben gece 3’de yatıyorum ama sabah 10’a kadar da uyuyorum, 7 saati tamamlıyorum, uyku sorunum yok’’ diyorsanız yanlış yapıyorsunuz. En geç 23.00’de yatakta olmalıyız ki melatoninin maksimuma ulaştığı saatleri kaçırmayalım. Uyanmak için ise 07.00 civarı uygundur ancak doğru zamanda yaşanan kaliteli bir uykunun ardından, saat 03.00 sularında azalmaya başlayan melatonin, tükendiği saatte zaten bizi uyandıracaktır.

Uykunun süresi kadar kalitesi de önemlidir. Uykusu sık sık bölünen kişiler hem derin uyku hem de REM rüya uykusundan yeterince yararlanamayabilir. Birçok kişi hafta sonları daha fazla uyuyarak hafta boyu eksik kalan uykusunu telafi etmeye çalışır. Ancak, eğer çok fazla uykusuz kaldıysanız, bir hafta sonunda uyumak uyku borcunuzu tamamen silmez. Bir haftanın sonunda daha fazla uyumak, o haftanın başında gösterdiğiniz zayıf performansı telafi etmez. Kaliteli uyku uyuyamazsanız uykunun size bir yararı olmaz. Uykusuz kaldığınız ya da kaliteli uyumadığınızda daha hızlı yaşlanırsınız, daha çabuk hastalanırsınız çünkü bağışıklık sisteminiz zayıflar. Üretkenliğiniz azalır, belleğiniz bozulur, şekeriniz ve tansiyonunuz yükselir. Doğru zamanda, yeterli sürede ve kaliteli bir uyku birçok hastalığın reçetesidir!

Prof. Dr. Derya ULUDÜZ / Kaliteli uykunun faydaları

Daimi uyku planınıza bağlı kalın

Bu her gün aynı saatte yatmak ve aynı saatte kalkmak anlamına gelir. Hafta sonları uyku planınızda çok az bir değişiklik yapabilirsiniz fakat farkı en fazla bir saatle sınırlı tutun. Aksi halde, hafta sonları geç saate kadar ayakta kalmak ve yataktan geç kalkmak vücudunuzun biyolojik saat (biliyorsunuz beynimizin kendi saati var) ve uyku-uyanıklık ritmini bozarak evinizden dışarı adım bile atmadığınız halde sizi sanki okyanus ötesine uçmuşsunuz gibi sersemletebilir.

Her akşam belli saatte ki bu saat asla 23.30’u geçmemeli yatakta olun ve ortalama 8 saat uykuyu hesaplayarak (biliyorsunuz ideal uyku 7-9 saattir) sabah 08.00’a saati kurun ve uyanın. Diyelim ki gece uyuyamadınız ve saatiniz sabah 08.00’de çaldı. Uyku gözünüzden aksa bile kalkmalısınız. Bana güvenin kalktıktan 15-20 dakika sonra kendinizi zinde hissetmeye başlayacaksınız. Ve bu düzeni sürdürdüğünüzde birkaç gün sonra gece 23.30’da uykunuzun gelerek uyuyacağınızı göreceksiniz. Çünkü beyin eğitime çok çabuk adapte olur.

Yatak odanızı uyku odasına dönüştürün

Oda karanlık, sessiz ve serin, üstünde yastıklar olan yatağınız rahat ve vücudunuzu destekleyici olmalıdır. Dışardan gelen ışığı engellemek çok önemli, bunun için kalın perdeler veya panjur takmalısınız. Yatak odanızı serin tutun, oda ısınız 21-22 derece en idealidir.

Doğal ışıktan faydalanın

Bulutlu bir günde bile dışarıda vakit geçirmek beyin saatinin doğru çalışmasına ve sizin sağlıklı bir uyku-uyanıklık döngüsünü korumanıza yardım edecektir. En iyisi sabah ilk iş kendinizi87 en az 20 dakika doğal ışığa maruz bırakmaktır –şaka değil en az 20 dk. ve tercihen sabahları. Saatinizi kurun ve gün ışığından yararlanın, bunu perdeleri açarak, güneşli bir pencerenin pervazına oturarak veya balkonda oturarak bir kahve keyfi ile yapabilirsiniz.

Akşamları ağır yemekten kaçının

Yatma vaktine yakın bir zamanda baharatlı veya yağlı bir öğün uyumanıza engel olabilir ve sizi uyumak isterken rahatsız edecek hazımsızlığa yol açabilir. Akşam yemeğini yatmadan birkaç saat önce yemek hatta akşam 19.00’dan sonra yeme faslını kapatmak en iyisidir; gecenin ilerleyen saatlerinde yine acıkırsanız beynin serotonin yapmak için kullandığı bir amino asit olan triptofan içeren muz veya birkaç tane badem gibi uyku verici yiyecekler atıştırabilirsiniz.

İşlenmiş karbonhidratlı ve şekerli besinlerin çok fazla tüketimi de gece uyumanızı engelleyebilir. Ayrıca bu besinlerin tüketimi ile vücudunuzda potasyum ve magnezyum miktarı azalır. Magnezyum ve potasyum, sinir sisteminizi sakinleştirici minerallerdir, bunlar vücudunuzda yeterliyse kaliteli ve derin bir uyku uyumanız mümkündür. Bu mineralleri de yeşil yapraklı sebzelerden alırsınız. Ayrıca, et, balık ve yumurta gibi proteinler yüksek miktarda fosfor içerirler. Fosfor ise sinir sistemini uyaran bir mineraldir. Bu yüzden eğer çok fazla protein tüketir ancak yeterince sebze tüketmezseniz, sakinleştirici potasyum ve magnezyum yerine uyarıcı fosfor sinir sisteminizi ayakta tutar ve gece uyumanızı engeller. Dolayısıyla akşam yemeğinde sebze ve meyve tüketimini artırmaya özellikle dikkat edin.

Uykuya engel olan uyarıcılardan kaçının

Muhtemelen sizin de bildiğiniz gibi, kafein geceleri sizi ayakta tutabilir, yatmadan altı saat öncesi kahve, çay, soda içmekten ve çikolata yemekten kaçınmak en iyisidir. Aynı şekilde, nikotin ve sigaranın içindeki başka kimyasallar da sizi uykusuz bırakır, onun için eğer sigara içiyorsanız da lütfen akşamları içmeyin. Bir kadeh şarap veya alkollü bir kokteyl kesinlikle uykunuzu getirebilse de birkaç saat uyuduktan sonra alkol uyarıcı işlevi görerek gece ilerledikçe sizi ara ara uyandırarak uykunuzun kalitesini düşürür.

Size bir hastamı anlatayım; her gece yedi-sekiz saat uyuyan, fakat sürekli kendini yorgun hisseden, 28 yaşında, moda alanında üst düzey bir yönetici. Yaşam tarzını ayrıntılı olarak irdelemeye başladığımda hemen her akşam yemeğini dışarıda yediğini, arkadaşlarıyla buluştuğunu ve her akşam genellikle üç veya dört kokteyl içtiğini öğrendim.  Fakat söylediğine göre bunları birkaç saat içinde tükettiği için sarhoş olmuyordu. ‘Sex and the City’ olarak tanımladığı yaşam tarzını seviyordu, bu yüzden onu iki hafta alkolden uzak durmaya ikna etmek için biraz uğraşmak gerekti. Benim tahminime göre vücudu alkolü sindirmeye çalıştıkça uykusu bozuluyordu, bu da sonuçta daha az dinlendirici bir uykuya ve uykusunun daha çok kesintiye uğramasına yol açarak sabahleyin çok yorgun uyanmasına neden oluyordu. İki hafta boyunca hiç alkol almadı ve her zamankinden daha deliksiz uyuduğunu ve enerji seviyesinin ikiye katlandığını bildirdi. Yaşam tarzından vazgeçmek istemediği için içkinin sayısından çok sıklığını azaltmaya karar verdi, böylece haftada birkaç gece “iyi bir uyku” çekebilecekti. Bu enerji seviyesini de yükselten bir değişimdi.

Gün içinde egzersiz yapmak

Spor veya egzersiz yapmak sizi iyi bir uykuya hazırlayabilir fakat bazıları için bunun zamanlaması önemlidir. Deliksiz bir uykuya zemin hazırlamak için egzersiz sonrasında beden ısınızın, kalp atış hızınızın ve diğer fonksiyonların düşmesine zaman tanımak için antrenmanlara akşamüstü son vermeniz en iyisidir. Lütfen yatmadan 3-4 saat öncesinde egzersiz yapmayı bırakın. Vaktiniz yok ve illa gece yapacaksanız yoga ve basit esneme hareketleri gibi dinlendirici egzersizler yapmak daha iyidir. Teknolojiyi yatak odanızdan atın

Teknolojiyi yatak odanızdan atın

Dizüstü bilgisayarınızı, akıllı telefonunuzu veya diğer ileri teknoloji cihazlarını yanınızda yatağa götürmeyin. Sırf bu aletlerden çıkan ışık bile bedeninizin iç saatini bozabilir; artı, bu aletleri kullanmak uyarıcı bir etki yapar ki uyumak için yatak odanıza çekildiğinizde amacınız bu değildir. Onun için yatmadan 1 saat öncesinde artık bu aletleri kapatın ve bedeninizin gevşemesine beyninizin rahatlamasına izin verin.

Yatmadan önce kendinize bir rahatlama süresi tanıyın

Yatağınıza gitmeden önceki saatlerde yorucu hareketlerden ya da duygusal olarak üzücü konuşmalardan kaçının. Fiziksel ve psikolojik açıdan stresli faaliyetler bedeninize stres hormonu kortizol salgılanmasını tetikler, bu da sizi daha uyanık ve uyarılmış hale getirir. Bunun yerine, yatmadan evvel rahatlatıcı bir şeyler yapmayı alışkanlık edinin –sıcak bir duş alın, rahatlatıcı bir kitap okuyun, sakinleştirici müzik dinleyin vb. Işıkları azalttığınızdan da emin olun: mesela yapay ışıkta –mesela TV’den veya bilgisayar ekranından gelen ışıkta- zaman geçirmek beyninize uykunuzun gelmesinden ziyade uyanık kalmanızı söyler.

Gündüz kestirmelerine dikkat edin.

Gerçek şu ki gündüz uyku kestirmeleri iki taraflı keskin bıçak gibidir. Evet, gün içinde kestirmek enerjiyi, uyanıklığı ve verimliliği arttıran hoş bir canlandırma işlevi görebilir. Fakat eğer geceleri uykuya dalmakta ve uyumaya devam etmekte zorlanıyorsanız gündür kestirmek büyük olasılıkla gece uykunuzu daha da kaçıracaktır. Eğer biraz kestirmeye karar verirseniz bunu ikindi zamanı yapmanız ve 30 dakikayla sınırlamanız en iyisi olur.

Ev hayvanlarınızı yataktan atın

Araştırmalar ev hayvanlarının yataklarında uyumasına izin veren ancak hayvanların uyku düzenlerini bozduğunu keşfeden insanların sayısının arttığını ortaya koyuyor. Kedinizi veya köpeğinizi ne kadar sevseniz de onlara yakın olmak için değerli uykunuzu feda etmeye değmez. Ev hayvanınızı yerde kendi yatağında veya odanızın dışında- uyumaya alıştırın. Aynı şekilde eğer yatakta eşiniz sağa sola dönüyor, tekmeler savuruyor, horluyor veya uykunuzu sürekli bölüyorsa ayrı yataklarda uyumayı düşünmek isteyebilirsiniz. Birlikte uyumadan da güçlü, sevgi dolu bir ilişkiye sahip olabilirsiniz; aslına bakarsanız, ikiniz de iyi dinlendiğiniz zaman ilişkiniz daha iyi hale gelebilir.

Eğer uyuyamıyorsanız yataktan çıkın

Koyunları ya da endişelerinizi sayarak veya gözlerinizi saate dikerek uyanık yatmayın; kalkın, başka bir odaya gidin ve tekrar uyku bastırana kadar bir şeyler okuyun veya rahatlatıcı ya da monoton bir şeyler yapın. Aksi halde, sonunda yatağınızı uyuyamamakla ilişkilendirmeye başlayabilirsiniz bunun olmasını hiç istemezsiniz!

Kedi Otu, melisa otu özü, rezene veya papatya çayı tüketin

Kedi otu geleneksel tıpta binlerce yıldır kullanılan şifalı bir bitkidir. Çiçekleri parfüm yapımında kullanılırken kökleri rahatlatan ve uyku verici bir etkiye sahiptir. Çayların yatmadan yarım saat önce içilmesinde fayda var.

Prof. Dr. Derya ULUDÜZ / Uyku Eğitimi Programı

Kaliteli uyumak tüm yaşantımız için aslında düşündüğümüzden çok daha önemli. Şöyle bir düşünün, uykunuzu iyi alamadığınız bir gecenin sabahında işe gitmek nasıl da zor gelir, yataktan kalkmak bile istemezsiniz, tüm günü de yorgun ve halsiz geçirirsiniz. İşte aslında bu durum uykunun vücut ve beyin sağlığımız için ne kadar önemli olduğuna dair bize bir sinyal veriyor.

Günlük gerekli uyku saati ne kadardır?

Sağlıklı bir beyin için bir yetişkinin günde 7 ila 9 saat uyuması gerekir. Bu rakam gençlerde 8-10 saattir. Bundan daha fazla uykuya ihtiyaç duymadığımız gibi daha az uyumak da vücudumuz için yetersiz kalacaktır.

Uykusuz kalmak birçok rahatsızlığa sebep olabilir

Bir gece bile uykusuz kalmak, yorgunluk, halsizlik ve kötü ruh haline sebep olabiliyorken sürekli olarak uyku problemleri yaşamak depresyon, hafıza problemleri, anksiyete, demans, obezite, diyabet, hiperaktivite ve sindirim problemleri gibi çeşitli birçok ciddi rahatsızlığın oluşmasına sebep olabilir.

Uyku bozuklukları oldukça yaygın

Uyku bozuklukları düşündüğümüzden çok daha yaygın bir problem ne yazık ki. Özellikle en yaygın uyku bozukluğu olan kısa süreli ve kronik uykusuzluk gün geçtikçe daha çok yayılıyor. Hatta bu oran öyle yüksek ki çevrenizdeki 10 kişiden 1’nin uykusuzluk yaşadığını söyleyebiliriz. Özellikle bir takım psikolojik sıkıntıları olan kişilerde uyku bozuklukları oldukça sık rastlanan bir durum. Bunun sebebi de aslında uykusuzluğun çoğunlukla stres, kaygı ve depresyon temelli olmasıdır. Hatta depresyon hastalarının %75’inin uykusuzluk ile mücadele ettiği bilimsel bir gerçek. İşte bu veriler bizlere uyku bozukluklarının sebepsiz olmadığını mutlaka altında farklı bir neden olduğunu gösteriyor. Bu sebeple aman ne olacak dememek ve sorunun altında yatan sebebi tespit etmek ve doğru çözümü üretmek gerekiyor.

Her uyuyamamak uyku problemi olmayabilir

Peki, ara sıra gece uyuyamamak veya uykuya zor dalmak uykusuzluk problemi yaşıyorsunuz mu demek oluyor? Tabii ki hayır, hepimiz zaman zaman heyecandan veya stresten uyuyamama veya zor uykuya dalma gibi sıkıntılar yaşayabiliyoruz. Burada önemli olan belirtileri doğru değerlendirip durumun sıklığını takip etmek olacaktır. Yani, eğer sürekli olarak uykuya dalmakta zorlanıyorsanız, dalsanız bile derin uyuyamıyor ve devamlı uyanıyorsanız, gündüz kendinizi çok yorgun hissediyor ve gün içerisinde kestirmek istiyorsanız, kendinizi normalden çok daha fazla sinirli ve depresif hissediyorsanız, konsantrasyon problemleri yaşıyorsanız tüm bunlar yetersiz uyku aldığınızın belirtileri olabilir.

Uyku problemlerinin nedenleri nelerdir?

Eğer geçmeyen ağrılarınız varsa veya uykularınızı etkileyebilecek birtakım ilaçlar kullanıyorsanız, ya da hormon dengesizliği probleminiz varsa veya depresyon ile mücadele ediyorsanız uyku problemleri yaşayabilirsiniz. Bu tarz durumlarda uykusuzluğa sebep olan şey net bir şekilde belli olduğundan tedaviyi asıl sorunu çözmekte aramak en doğrusu olacaktır.

Uyku problemleri zaman içerisinde daha ciddi bazı sağlık sorunlarına sebep olabilir:

  • Depresyon
  • Dikkat ve konsantrasyon bozuklukları
  • Panik atak
  • Bilinç kayıpları
  • Hafıza problemleri
  • Demans, unutkanlık
  • Travmatik beyin hasarı
  • İntihara meyilli düşünce ve davranışlar

Uyku aslında beynimiz için bir temizlik seansı diyebiliriz. Çünkü uyku sırasında beynimiz tüm gün biriken toksinleri ortadan kaldırarak, sinir hücrelerini temizler ve kendisini bir anlamda baştan aşağı yıkayıp temizler. Uyku sırasında temizlendiğinden bahsettiğimiz bu çöp Alzheimer hastalığı ile ilişkili olan beta-amiloid plaklarını da içerir. Beynimiz uyurken aynı zamanda öğrenme ve hafıza bölgelerini tazeleyerek ertesi güne hazırlar. Biz uyurken beynimiz bağışıklık sistemimizin sağlığını güçlendirecek, iştah kontrolü sağlayacak tüm gerekli işlevleri en iyi seviyelere çekecektir. İşte bu sebeple kronik uyku eksikliği yaşıyorsanız beyninizi bu bahsettiğimiz önemli işlevleri en iyi düzeyde yerine getirmekte zorluk yaşayacaktır.

Uyku bozukluğu çeşitleri

Bu uyku bozukluklularının en yaygın 6 ana türü vardır. İşte en yaygın olarak karşılaşılan uyku bozukluğu çeşitleri:

Uykusuzluk

Uykusuzluğu uyuyamamak değil de genellikle beyinin aşırı uyanık kalması şeklinde değerlendiriyoruz. Yetişkinlerin %35’i ve gençlerin neredeyse %69’u geceleri yeteri kadar uyuyamıyor. 

Hipersomnia

Aşırı uykulu hissetme halidir. Genellikle norkolepsi ve uyku apnesi gibi farklı rahatsızlıkların bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Uyku Apnesi

Genellikle gün içinde kronik yorgunluk, horlama ve saniyelerden dakikalara kadar sürebilen apne dönemleri yani solunumun geçici olarak kesildiği dönemler ile karakterize edilen ciddi bir uyku bozukluğudur. En önemli belirtilerinden biri gündüzleri aşırı uykulu hissetme halidir. Apne dönemlerinin sebep olduğu oksijen yetersizliği beyinde çeşitli hasarlara ve hatta erken beyin yaşlanmasına bile sebep olabilir. Özellikle uyku apnesi olan kişilerin bu oksijen yetersizliği durumundan kaynaklı olarak Alzheimer riskleri diğer bireylere oranla çok daha fazladır. Uyku apnesi olan kişilerde genellikle şu belirtilere rastlanır:

  • Uykuda nefes almama dönemleri
  • Uykuda horlama veya nefes nefese kalma
  • Uyuşukluk veya sürekli yorgunluk
  • Baş ağrısı
  • Hafıza sorunları
  • Dikkat sorunları
  • Duygu durum problemleri

Uyku apnesi tedavi edilmez ise zamanla beyin hücrelerinin ölümüne sebep olarak zihinsel sağlığınızda bozulmaların oluşmasına neden olabilir. Eğer bu saydığımız belirtileri gösteriyorsanız tedavi için mutlaka tıbbi yardım almanızı öneririz.

Parasomniler

Bunlar uyku sırasında yapılan ve genellikle bireyin hatırlamadığı fakat onu ve çevresindekileri ciddi sıkıntılara sokabilen uyku bozukluklarıdır sıralayacak olursak:

  • Uyurgezerlik
  • Uyku sırasında yemek yeme
  • Uyku terörü
  • Sayıklamak

REM (Rüya dönemi) Uyku Davranışı Bozukluğu

REM uykusu sırasında vücut kasları serbesttir ve vücut rüyalar sırasında kas hareketlerine izin verir. Bu tür davranışlar şiddetli olabilir ve hatta yaralanmalara neden olabilir. Genellikle bu rahatsızlığı olanlar kötü bir rüya nedeniyle geceleri etrafta dolaşır ve hatta kendisine veya başkasına zarar bile verebilir. Oldukça tehlikelidir.

Sirkadiyen Ritim Bozuklukları

Bu durum genellikle gece geç saatlere kadar çalışan veya vardiyalı sistemle çalışan kişilerde görülür. Eğer sık sık farklı saat dilimlerindeki yerlere seyahat ediyorsanız da görülebilir. Vücudun Sirkadiyen ritminin değişerek alışkın olmadığı bir düzende uyumasına sebep olur bu da tün beden ve beyin sağlığının etkilenmesine sebep olur.

Prof. Dr. Derya ULUDÜZ / Uyku Hastalıkları

Hayatımızın üçte birini oluşturan uyku basit bir süreç zannedilse de sağlıklı yaşamın olmazsa olmazlarından. Uykuyla ilgili bilinmesi gerekenlerden biri gece 23.00 ila 03.00 saatlerini mutlaka uyuyarak geçirmek olmalı.

Uyku neden önemli? Neden uyumalı? Ne kadar uyumalı?

Geçen haftaki yazımızda söz ettiğimiz bütüncül sorgulayıcı tıbbın 9 spesifik alanından biri olan uyku, sanıldığı gibi pasif bir dönem değil, hayati öneme sahip ve sağlıklı yaşam için olmazsa olmazımızdır. Çünkü kişinin sağlıklı kalması ve iyi şekilde yaşamını sürdürebilmesi için gereken yaşamsal bazı fizyolojik onarımlar yalnızca uyku sırasında yerine getirilebilir.

Neden uyumamız gerekiyor?

Uyku hayatımızın üçte birini oluşturur ama çoğumuz ona yeterince önem vermeyiz. Uyku, beynimiz ve vücudumuzun yeniden yapılandığı bir dönemdir. Uyuduğumuzda vücudumuzdaki tüm kanın 1/5’i beyni besler. Öğrenilen bilgileri hafızaya kaydeder. Uyku esnasında nöroplastisite dediğimiz sinir hücreleri arasında bağlantıyı sağlayan ve uzun süreli hafızayı güçlendiren yeni sinaptik ileti tomurcukları oluşur. Uyuduğumuzda beynimizde biriken toksik maddelerin atılmasını sağlayan glimfatik sistem mekanizması çalışır.

Beynimiz ve vücudumuz kendini temizleme ve tamir işini gece 23.00-03.00 arasında yapar. Uyanıklık sırasında enerji kaynaklarımızı tüketmemizden ötürü harcanan enerji adenozin denen zararlı maddelere dönüşür. Beynimizde adenozin arttıkça uyku isteğimiz de artar, çünkü bu vücudun bize verdiği ‘uyu artık’ uyarısıdır. Biz buna halk dilinde “uyku bastırması” deriz. Uykuya dalmayla enerji kaynaklarının tükenmesi sonucu oluşan zararlı adenozin maddeleri vücuttan atılır ve bu maddelerin vücudumuza zarar vermesi önlenmiş olur. Daha az hastalanmak ve güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak için gece 23.00-03.00 arası saatleri uykuda geçirmek çok önemlidir.

Ne zaman uyuyalım?

Beynimizde üretilen melatonin, gece doğal olarak uykuya geçmeyi sağlayan iç biyolojik saatimizin bir parçasıdır. Biyolojik saati korur, uyku ritmi ve vücut ısısının ayarlanmasını sağlar. Antiinflamatuar ve antikanserojen etkilidir. Melatonin çok güçlü antioksidan ve serbest radikal süpürücüsüdür. Beyni korur. LDL kolesterol dediğimiz zararlı kolesterolü azaltır. Vardiyalı çalışanlarda ve ilerleyen yaşlarda uyku azalmasına bağlı melatonin yetersizliği insulin direnci ve glukoz intoleransını tetikler, obeziteye neden olur. Melatonin salınımı gece 21.00 gibi başlar ve gece 23.00-03.00 arası maksimuma ulaşır. Bu yüzden en ideal uyku melatonin salınımının başladığı saat 21.00’den sonraki uykudur.

İdeal uyku süresi yaşa göre değişkenlik gösterir. Yeni doğan bir bebek günde 18 saati uykuda geçirirken, ilkokul çağındaki çocukların 10-11 saat, erişkin yaşta ise 7-9 saat uykuya ihtiyaç vardır. Erişkinler için 6 saatten az veya 9 saatten fazla uyku vücut için zararlıdır. 7 saatten az uyumak vücudun tamir sistemini olumsuz etkilerken, 9 saatten fazla uyumak da kan basıncını artırarak kalbi fazla yorduğu için ölüm riskini %30 arttırır, kalp hastalıkları, obezite ve DM riskini artırır.

Gece 3’te yatıp sabah 10’da kalkmak olmaz

Uykunun bir zaman takvimi vardır. Belli saatlerde uyuyup belli saatlerde uyanmak da çok önemlidir. Eğer “Ben gece 3’de yatıyorum sabah 10’a kadar uyuyorum, böylece 7 saati tamamlıyorum, uyku sorunum yok” diyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü genetik uyku takviminizde belirlenmiş saatte salgılanan hormonlar ve uykuda tamir edilen bellek işlevleriniz uykunun diğer saatlerinden çok farklıdır.

Uykunun süresi kadar kalitesi de önemlidir. Kaliteli uyku uyuyamazsanız uykunun size bir yararı olmaz. Uykusuz kaldığınız ya da kaliteli uyumadığınızda daha hızlı yaşlanırsınız, daha çabuk hastalanırsınız çünkü bağışıklık sisteminiz zayıflar. Üretkenliğiniz azalır, belleğiniz bozulur, şekeriniz ve tansiyonunuz yükselir.

İyi bir uykunun getirdiği 14 fayda

  • Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, hastalıklara direnci artırır.
  • Öğrenme becerisini artırır.
  • Hafızayı kuvvetlendirir.
  • Konsantrasyon gücünü artırır.
  • Kötü kolesterolü azaltarak, kalp hastalıklarına karşı korur.
  • Vücuttan zararlı toksin atılımını sağlar.
  • Biyolojik saatimizin düzgün çalışmasını sağlar.
  • Kanser oluşumunu azaltır.
  • Obeziteyi engeller.
  • Beynimizin kendini yenilemesini sağlar.
  • Hormon salınımımızı düzenler.
  • Yaşlanmayı geciktirir.
  • Felç ve kalp krizi riskini azaltır.
  • Çocuklarda hiperaktiviteyi önler

Prof. Dr. Derya ULUDÜZ / Uyku neden önemli? Neden uyumalı? Ne kadar uyumalı?

İnsan vücudu, sirkadiyen ritim olarak bilinen iç saatimiz tarafından düzenlenen 24 saatlik bir döngü ile çalışır. Bu biyolojik saat, ne zaman yemek yiyeceğimizi, uyuyacağımızı, enerji seviyelerimizi ve buna benzer daha birçok fiziksel işlevi düzenler. Bu ritimler, beynin hipotalamus bölgesi tarafından yönetilir, ancak çeşitli faktörler sebebiyle bozulabilirler.

Sirkadiyen ritmi nasıl yakalamalıyız?

Covid 19’un getirdiği yaşam tarzı değişiklikleri de bu faktörleri içerir. Hareket alanımız azaldıkça fiziksel aktivite süremiz iyice kısaldı, evde sıkıntıdan daha yağlı, tuzlu, şekerli beslenmeye başladık. Vücudumuzun karanlık çökünce salgıladığı uyku hormonu melatonini baskılayacak şekilde, geç saatlere kadar yapay ışıklara, televizyona, akıllı telefonlara maruz kalıyoruz. Aynı zamanda sağlık ve ekonomik durumla ilişkili yaşadığımız stres, bizleri stres hormonu kortizolle yüklendiriyor.

Stres hormonu olan kortizol, sinir sistemini uyarıcıdır ve uyku düzeninizi altüst edebilir. Normalde gece saat 2’de vücudunuzdaki stres hormonu kortizol en düşük miktara sahip olmalı, sabah 8’de ise en yüksek seviyeye ulaşmalıdır. Ancak, sizi uykuya hazırlayan melatonin hormonunuz baskılanıyor ve yerine sürekli stres hormonunuz artıyorsa, geceleri oldukça enerjik ve uyanık olur ancak sabahları uyanmakta zorlanır ya da gün boyu çok yorgun hissedersiniz. Tek bir gece ayakta kalmanın bile kanınızdaki 100’den fazla proteini etkileyebildiğini biliyor muydunuz? Bu proteinlerden sadece birinin değişimi bile, metabolizmayı, bağışıklık fonksiyonunu, kan şekerini ve kanser riskini etkilediği bilinen protein seviyelerini bozabilir.

Örneğin bu dönemde;

  • Neden kilo aldığınızı merak ediyorsanız, bunun bir sebebi uyku düzeninizin bozulmasıyla, hormonlarınızın değişmesi olabilir. Sirkadiyen ritmi bozulan kişilerde, tokluk hissini sağlayan leptin hormonu azalır, açlığı teşvik eden ghrelin hormon seviyeleri artar. Ayrıca vücudunuzdaki fibroblast büyüme faktörü azalır. Bu özel protein, enerji harcamasını ve kalori yakımını arttırır. Bu protein düzeylerinde azalma, sirkadiyen ritmi bozulan kişilerin toplam kalori yakma kabiliyetlerini yaklaşık %10 azaltır. Ek olarak, geceleri uyanık olanlar daha sağlıksız besinler tüketiyor. Geç saatlere kadar uyanık kalmak, size daha çok ve daha sık yemek yedirir. Biyolojik yatma vaktimizi geçirdiğimizde daha yağlı ve şekerli yiyecekler canımız çekmeye başlar.
  • Neden zayıf ve bitkin hissettiğinizi merak ediyorsanız, kaliteli uyku sırasında, vücudunuz sıcaklık düzenlemesi, sağlıklı hormon seviyeleri ve iştahın kontrolü gibi günlük yaşamdaki birçok işlevi günceller. Tüm bu faktörler ne kadar enerjiye sahip olduğunuzda rol oynar. En yüksek performansı göstermek ve enerjik olabilmek için kaliteli gece uykusu şarttır.
  • Neden direnciniz düşmüş gibi hissettiğinizi merak ediyorsanız, uykusuzluk bağışıklık sisteminizi zayıflatır, iyi bir gece uykusu almıyorsanız, hastalığa veya enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale gelirsiniz. Örneğin, geceleri yedi saatten daha az uyuyan kişilerin, soğuk algınlığı olasılığı sekiz ya da daha fazla saat uyku uyuyan kişilere göre üç kat daha fazla olduğunu biliyor muyunuz?
  • Neden depresif hissettiğinizi merak ediyorsanız, akşamları yükselen melatoninin normal tepkisini alamayan ve stres kortizol seviyeleri geceleri düşmek yerine sürekli yüksek kalan insanlarda depresyon ve stres riski de artar. Öyle ki, şimdilerde birçok ülkede antidepresanlar yerine sirkadiyen ritme odaklanmış depresyon tedavileri yapılıyor. Depresyonlu kişiler, bir hafta parlak ışığa maruz bırakılıyor. Bu yöntemlerle iç saatin yeniden düzenlenmesi sağlanmaya çalışılıyor.
  • Neden ders/iş performansınızın düştüğünü merak ediyorsanız, gece uyanık kalanlarda, beyindeki sinir hücreleri arasındaki iletişimi kolaylaştıran yağ dokusu olan beyaz madde miktarı azalır. Beyaz madde azlığı, depresyon ve normal bilişsel işlevlerin bozulmasıyla ilişkilidir. Gece uykusuzluğu, veriminizi oldukça düşürür, öğrenme ve hafıza işlevlerinizi azaltır.
  • Neden bu dönemdeki stresin tehlikeli olduğunu merak ediyorsanız, strese bağlı uyku bozukluğuna duyarlı olanların, kronik bir uykusuzluk geliştirmesi daha olasıdır. Bu stres, sizi hayatınız boyunca takip bile edebilir, çünkü Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) için önemli bir risk faktörüdür. Özellikle kadınlar olmak üzere Çin’de virüsün göründüğü şehir olan Wuhan sakinlerinin % 7’sinin COVID-19 salgını sonrasında TSSB belirtileri bildirdiğini ve anksiyetenin 35 yaşın altındaki insanlarda ve en fazla haber takip edenlerde en yüksek olduğu bulundu. Bununla birlikte, daha iyi uyku kalitesi ve sabahın erken saatlerinde daha az uyanma, TSSB belirtilerine karşı koruyucudur.

Stres dışında uykumuzu bölen günlük yaşamda fark etmediğimiz nedenler ne?

Aşırı ekran süresi. İster telefondan haberleri kontrol ediyor olun, ister ailenizle Zoom’dan görüşüyor olun, Netflix izliyor ya da evden çalışırken bilgisayara fazladan birkaç saat bakıyor olun, sosyal mesafe ekran süresinde büyük bir artış anlamına gelebiliyor. Aşırı ekran süresi, özellikle akşamları, uyku üzerinde zararlı bir etkiye sahip. Sadece beyninizi sakinleştirmesi zor olacak kadar uyarmakla kalmaz, aynı zamanda ekranlardan gelen mavi ışık, vücudun uyumamıza yardımcı olarak ürettiği melatonin hormonunun doğal üretimini baskılayabilir.

Çay ve kahve uyumamıza engel mi?

Kahve, Çay, çikolata – Çok fazla kafein. Diyelim ki kahveyi seviyorsunuz ve kafein içeren çok fazla kahve içiyorsunuz. Tabi çay içicileri de unutmamak gerek. Hem kahve hem de çaydaki kafein içeriği, gece uyuyamamanıza neden olabilir. Peki nasıl? Cevap adenosindir. Adenosin, nöronlarınızın ve diğer hücrelerin çalışırken yakılan enerjiyle ortaya çıkan bir yan ürünüdür, vücudumuzun enerji depolamak için kullandığı ana moleküldür. Adenosin arttıkça, yavaşlamaya ve “uyku bastırıcı etkisini” biriktirmeye başlarsınız. Adenosin seviyeleriniz belirli bir noktaya ulaştığında, vücudunuz size uyumanız için sinyaller gönderir. Kafein ise, adenosin moleküllerine bağlanarak, biriken adenosin miktarını azaltır ve vücudu kandırarak yorgun değilsin der. Kafein sizi uyandıracak olsa da, çok geç alınırsa uyku döngünüze müdahale eder. Bu nedenle kafeininizi en az 6 saat önce bitirmeniz önerilir. Pek bilinmese de, çikolatada da uyarıcılar ve kafein içeriği vardır. Bu yüzden çok fazla çikolatalı yiyecekler tüketirseniz, bu gece boyu ayakta kalmanıza neden olabilir.

Aşırı egzersiz: Evde kaldınız, kilo aldınız ve doğal olarak spora yöneldiniz. İlk söylememiz gereken evde lütfen ağır sporlar yapmayın, yeterince oksijen alamayacağınızdan bu sağlığınız için yarardan çok zarara yol açabilir. Ayrıca belli saatten sonra aşırı egzersiz yaparsanız, nabız hızınızın gece uyuyacağınız zaman çok yüksek olmasına neden olursunuz. Nabız atışlarının ve vücut ısısının artması, uykuya dalmayı zorlaştırır. Aslında yastığınıza yattığınızda iç kulağınızdaki nabız atışını duyabilirsiniz, bu aşırı egzersiz yaptığınızın sinyalidir. Aşırı egzersiz yerine, eğer uyku problemleriniz varsa gevşeme egzersizleri ve derin nefes egzersizleri yararlı olabilir. Stres miktarınız azalır. Özellikle tüm gün boyunca bilgisayar başında oturuyorsanız, muhakkak camı açıp temiz havada derin nefes egzersizleri yapmalısınız. Çünkü tüm gün oturmak da uyku düzeninize müdahale eder.

Bu süreçte uykusuzluktan şikâyet eden kadar sürekli uyku halinde olduğundan da yakınanlar var. Sürekli uyku hali neden olur?

Sürekli evde kapalı kalmak kişide oksijen alımını azaltır ve karbondioksit artar bu uyku halini tetikler. İçeride doğal ışığa az maruziyet sirkadiyen ritmi olumsuz etkileyeceğinden beyin gündüz gece ayrımı yapmakta zorlanabilir ve uyku saatleriniz etkilenir. Gün içi can sıkıntısı yapacak eğlenceli aktivitenin fazla olmaması stresinizi artıracağı gibi size strese bağlı daha fazla bitkin düşürebilir ve bu da sürekli yatma isteği ve uyuma isteği ile kendini gösterebilir. Ayrıca yine strese bağlı aşırı yeme isteği sizi karbonhidrat ağırlıklı beslenmeye yönlendirir. Bu da kan şekerinizin hızla düşmesi ve yemekten kısa sure sonra uykunuzun gelmesine neden olur. Aşırı stres endişe kişide depresif yakınmalar yanında kişilerde uykusuzluğa neden olabilirken daha az oranda aşırı uykululuk hali de yaratabilir.

Kalitesiz uyku sağlığımızı nasıl etkiliyor?

Sadece beyniniz uyumaya ihtiyaç duymaz, aynı zamanda uyku yapılacaklar listesinde doku onarımı, metabolik yolların bakımı ve hormonların dengelenmesi gibi diğer görevler de vardır.

  • Uyku yoksunluğu, ağrı hassasiyetini arttırır. Bu nedenle kronik ağrı ile mücadele eden hastalar, uykusuzluk sorunu yaşıyorlarsa durumları daha da kötüleşebilir.
  • Uykudan mahrum kalmak, bağışıklık sisteminin hiperaktif yani aşırı olarak çalışmasına neden olabilir, yani kanda çok sayıda iltihabi molekül üretilmesine neden olur. Aşırı aktif bir bağışıklık sistemi kronik inflamasyon ve otoimmün bozukluklar gibi her türlü soruna yol açabilir, kişinin bağışıklık sisteminin kendi vücuduna saldırmasına neden olabilir.
  • Akıllı telefonlar ve dizüstü bilgisayarlar gibi cihazların yaydığı ışığın ana dalga boyu olan mavi ışık, bir uyku hormonu olan melatonin üretimi üzerinde gerçekten güçlü bir etkiye sahiptir. Etki doğal ışıktan bile daha güçlüdür. Melatonin üretimini baskılamak, uyku düzeniniz ve sirkadiyen ritimlerinizde kaosa neden olabilir, bildiğimiz her türlü sağlık etkisi olabilir. Bu cihazların uyumadan en az 4 saat önce terk etmek en idealidir, ya da sıcak tonlama yapan mavi ışığı engelleyen bazı filtre uygulamaları kullanabilirsiniz.
  • Uykudan mahrum kalan insanlar iyi uyuyanlara göre %60 daha fazla yağsız kas kütlesi kaybederler. Ayrıca daha çok açlık hissederler. Çünkü, yeterince uyunmadığında vücutta daha fazla ghrelin hormonu salgılanır. Ghrelin, yağ tutmanıza ve daha aç hissetmenize neden olan bir hormondur. Sadece bir gecelik kötü uykunun açlıkta %15 artışa yol açtığı gösterilmiştir. Uyku eksikliği ayrıca leptin tokluk hormonu seviyelerinin düşmesi ve daha az melatonin anlamına gelir. Melatonin bazı güçlü anti-aging ve anti-kanser özelliklerine sahiptir ve kahverengi yağ dokusunu artırarak kilo kaybını arttırır. Kahverengi yağ dokusu metabolizma hızını arttıran ve beyaz yağ dokusunu yakan önemli bir dokudur. Ayrıca yetersiz uyku, stres hormonu olan kortizolü arttırır ve bel çevrenizde iç yağ depolanmasına, alkolik olmayan karaciğer yağlanmasına neden olur. Kortizol ayrıca vücudunuzu yakıt için kasları parçalamaya teşvik eder.
  • Uyku sırasında salgılanan bir diğer anahtar hormon, İnsan Büyüme Faktörüdür, “gençlik hormonu” olarak da adlandırılır. Adından da anlaşılacağı gibi, büyümeyi, hücre çoğalmasını ve hücre yenilenmesini uyarır. Artmış kas kütlesi, daha fazla yağ kaybı ve gelişmiş cilt elastikiyeti gibi faydaları vardır. İnsan büyüme hormonu, bilişsel işlev geliştirilmesinde bile rol oynar. Her bireyin sirkadiyen ritmine bağlı olmakla birlikte, genellikle vücut en fazla büyüme hormonunu gece salgılar.
  • Üreme sağlığı: Beş saat uyuyan erkeklerin en az yedi saat uyuyan erkeklere göre bariz oranda daha küçük testisleri var. Ayrıca rutin olarak sadece dört ile beş saat uyuyan erkeklerin cinsiyet hormonu düzeyleri kendilerinden 10 yaş daha yaşlı biriyle aynı. Yani az uyku, bir erkeği sağlık açısından tam 10 yıl yaşlandırıyor. Az uyku nedeniyle meydana gelen benzer bozuklukları kadın üreme sağlığında da görüyoruz.
  • Uykunun kardiyovasküler sistem üzerinde de büyük bir etkisi var. 1,6 milyar insan üzerinde uygulanan küresel bir deney, yılda iki kez 70 ülkede uygulanıyor ve sonuçları çarpıcı. Uzun yıllar uygulanan yaz saati uygulamasında ilkbaharda uykumuzdan bir saat çalınır, sonbaharda da ekstra bir saat kazanırız. Araştırmalara göre, ilkbaharda bir saat uyku kaybettiğimizde hemen ertesi gün kalp krizi vakalarında yüzde 24’lük önemli bir artış oluyor. Sonbaharda bir saat uyku kazandığımızda kalp krizi vakalarında yüzde 21 düşüş görüyoruz. Aynı oranları araba kazaları ve trafik kazalarında da görüyoruz, hatta intihar vakalarında.
  • Uyku kaybı ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişki en önemlisi. Uyku bağışıklık sistemi için önemlidir. Eğer yeterince tutarlı uyku alırsanız, enfeksiyona karşı daha dirençli olursunuz. Eğer hastayken iyi uyku alırsanız, iyileşme olasılığınız artar. Vücudunuzda doğal öldürücü hücreler bulunur. Doğal öldürücü hücreleri, bağışıklık sisteminizin gizli istihbarat ajanları gibi düşünebilirsiniz. Tehlikeli, istenmeyen maddeleri belirlemede ve onları yok etmede çok iyiler. Mesela önemli bir görevleri kanserli bir tümörü yok etmek. Bu bağışıklık katillerinden iyi bir gruba her zaman sahip olmak istersiniz ama ne yazık ki yeterince uyumadığınızda bunlara sahip olamıyorsunuz. Tüm bir gece boyunca uykunuzdan yoksun kalmanıza bile gerek yok, sadece bir gece için uykunuz dört saatle kesilse, doğal öldürücü hücre aktivitesinde yüzde 70 oranında düşüş gerçekleşiyor. İşte bu endişe verici bir bağışıklık yetersizliği ve muhtemelen kısa süreli uyku ve sayısız kanser çeşidi arasında artık neden önemli bağlantılar bulunduğunu anlıyorsunuzdur. Şu an için bu listede bağırsak kanseri, prostat kanseri ve göğüs kanseri var. Aslında az uyku ve kanser arasındaki bağlantı o kadar güçlü ki, Dünya Sağlık Örgütü gece vardiyalı tüm meslek türlerini uyku ve uyanma ritimlerindeki kesintiler sebebiyle muhtemel kanserojen olarak sınıflandırdı. Şu eski lafı duymuşsunuzdur, “öldüğünüz zaman nasıl olsa uyuyacaksınız”. Bu ölümcül bir cümle. Basit bir gerçek var: uykunuz ne kadar kısaysa hayatınız da o kadar kısa olur. Az uyku tüm ölüm sebepleriyle ilişkilendirilebilir.
  • Eğer uykusuzlukla kanser hastası olma riskinizin artması ve hatta Alzheimer riskinizin artması sizi yeterince endişelendirmediyse bir de şu keşfi dinleyin: Yetersiz uyku biyolojik hayatı siler, yani DNA genetik kodunuzu siler ve yeniden yazar. Bir çalışmada bir grup sağlıklı yetişkin bir hafta boyunca altı saat uykuyla kısıtlandı. Sonra da gen aktivitesi profillerindeki değişiklikler aynı deney grubunun sekiz saat gece uykusu aldıkları zamanla karşılaştırıldı. İki önemli şey tespit edildi. Birincisi, büyük ve önemli 711 gen yetersiz uyku yüzünden aktivitelerinde sapmalar yaşadı, İkincisi ise bu genlerin yaklaşık yarısı aktivitelerinde artış gösterirken, diğer yarısı azalma gösterdi. Yetersiz uyku nedeniyle çalışmayan genler bağışıklık sisteminizle alakalı genler. Buna karşın, yetersiz uyku sebebiyle sayısı veya aktivitesi artan genler tümörlerin tutunmasıyla ilişkilendirilen genler, vücutta uzun vadeli kronik iltihaplanma ile ilişkilendirilen genler ve de strestle ilgili genler.

Prof. Dr. Derya ULUDÜZ / Uykusuzluk bize neler yapıyor?

Geceleri 1 saat fazla uyuduğumuzda yaşamımızda neler değişir? Uykusuzluk sağlığımızı, moralimizi, kilomuzu hatta cinsel hayatımızı bile olumsuz etkiliyor. Uyku günlük hayatımızın en önemli faaliyetidir.

Birçoğumuz uykusuzluk sorunu yaşamaya başlamadan uykunun önemini fark etmiyoruz. Uykusuzluk bizi yalnızca huzursuz, mutsuz ve isteksiz yapmakla kalmaz aynı zamanda beyinde bulunan yaşam için önemli hormonlarımızın görevlerini yapmalarına da engel olur, çünkü bu hormonlar sıklıkla gece çalışırlar. Önerdiğimiz ideal 8-9 saat uykudan daha az uyuyorsanız dikkat. Uykunun bize sağladıklarını okuyun ve hızlıca bilgisayarınızı kapatın, ışığı söndürün ve bu gece yatağa 1 saat erken girin.

Toplumun nerdeyse %60 uyku sorunları yaşıyor. Çoğunlukla bu sorun göz ardı ediliyor veya yanlış tedavilere başvuruluyor. Uykusuzluk problemi yaşıyorsanız mutlaka yardım almalısınız.

Uykunun bize sağladıkları

1-Daha Sağlıklı Yaşam: Uykusuzluk beraberinde hipertansiyon, kalp hastalıkları, obezite, diyabet hastalığı, psikiyatrik hastalıklar gibi birçok hastalığa neden olur. Oysa gece 1 saat fazla uyuduğunuzda bu hastalık risklerini azaltmış oluyorsunuz. Çoğu kişide hastalık riski uykusuz geçen yıllar arttıkça daha da artıyor.

Uyku sorunları olan hastalar uykuya dalmada güçlük, sık uyanmalar, sabah erken saatte uyanma ve kalitesiz uyku şikayetleri ile başvururlar. Uykusuzluk ve kalp hastalıkları arasında anlamlı bir bağlantı vardır. 10 yıldan fazla süre uykusuzluk çeken kişilerde kalp krizi ve beyin felçleri görülme sıklığı ciddi oranda artar. Menapozdan sonra uzun süre uykusuzluk çeken kadınlarda kalp damar hastalığı sıktır.

Uykusuzluk vücudumuzda bağışıklık sistemimizi de olumsuz etkiliyor. Enfeksiyonlara zemin hazırlayan maddelerin artışına neden oluyor. Sık enfeksiyon geçiriyoruz. Uyku sorunları obeziteye yol açıyor. 6 saatten kısa uyku ile bel çevresinde daha fazla yağ depolanıyor. Bunun ana nedeni hormonlarımız. Beynimizde açlık sinyali 2 hormonla kontrol ediliyor. Ghrelin hormonu beynimize yemek yememiz gerektiği uyarısını verir, leptin hormonu ise beynimize tok olduğumuzu söyler.   Yorgun olduğumuzda kanda ghrelin seviyesi artıyor, leptin azalıyor.

Uykusuzluk aynı zamanda kortizol dediğimiz stres hormonunun fazla çalışmasına neden olur. Stres durumunda kişi daha fazla şekerli ve yağlı besinler tüketmek ister ve aynı zamanda bel çevresinde yağ birikimi çok artar. Uykusuzluk stresi ve yorgunluğu doğurur o da ghrelin artışı ile iştahımızı açarak kilo artışına yol açar.

2-Daha iyi bir cinsel hayat: Uykusuzluk yakınması olan kişilerin %25’inde cinsel problemler görülür. Erkeklerde uykusuzluğa bağlı cinsiyet hormonlarının seviyeleri düşer. Cinsiyet hormonları cinsel fonksiyonlarda anahtar rol oynar, yeterince uyuyamama libidoyu olumsuz etkiler. Uzun süren uykusuzluk ereksiyon problemlerini beraberinde getirir. Benzer şekilde uykusuzluk kadınlarda da cinsiyet hormonlarının seviyelerinde düşme, uyarılmada belirgin azalma ve vajinal kuruluğa neden olur. Bu da isteksiz ağrılı bir cinsel ilişki ile sonuçlanır.

3-Ağrısız bir yaşam: 8-9 saatlik kaliteli bir uyku baş, eklem ve vücut ağrılarını belirgin ölçüde azaltır. Ağrılı kişilerin üçte ikisinde uyku problemleri gözlenir. Uyku hormonlar vasıtası ile ağrı ile yakından ilişkilidir. Sıklıkla uzun süre devam eden uykusuzluğun ağrının ortaya çıkmasına neden olduğu düşünülmektedir. Dopamin beynimizde salgılanan bir hormondur. Dopamin sinir hücreleri arasındaki elektriksel iletişimi sağlayan en önemli hormon. Dopamin için mutluluk hormonu da denilebilir. Hormonun mutluluk hissi vermesinin yanında başka fonksiyonları da vardır. Uyku döngüsünde temel rol oynar, hareketlerimizi başlatmamızı sağlar, hafızamızı güçlendirir, mutlu olaylar karşısında haz almamızı veya acıyı hissetmemizi sağlar, dikkatimizi artırır, öğrenmede rol oynar ve duygu durumumuzu düzenler.

Dopaminin en önemli özelliği haz alma duyusu sırasında salgılanmasıdır. Dopamin salgılandığında haz duyarız ve kendimizi iyi hissederiz. Daha sonra ise beyin dopamin hormonunun tekrar salgılanmasını ister. Biz de haz aldığımız şeyleri tekrar yapmak isteriz ve bunun için fırsat bulmaya çalışırız. Uykusuzluk halinde beyin alıcılarınız dopamine ihtiyaç duyar. Uykusuzluk ile beyinde dopamin seviyeleri düşer ve kişide sinirlilik depresyon, yorgunluk, el ayaklarda üşüme, odaklanma sorunları, dikkat eksikliği görülür. Dopamin aynı zamanda ağrıda anahtar rol oynar, ağrının doğru algılanmasını sağlar. Dopamin eksikliğinde ağrı ortaya çıkar. Dopamin eksikliği hissedildiğinde bu kez vücuttaki şekerden dopamin ihtiyacı karşılanmaya başlar. Sürekli şekerli gıdalar tüketmek ise hem kilonuzu artırır hem de yüksek tansiyon riskini oluşturur.

4-Daha mutlu bir yaşam: 1 yıldan uzun süre uykusuzluk yaşayan kişilerde şiddetli depresyon sıklığı artar. Uykusuzluk yaşam kalitemizi, sosyal ve kişisel işlevlerimizi çalışma performansımızı olumsuz etkiler. Tüm bunlar stresi artırır, huzursuzluğumuz ajitasyonlarımız artar, yaşam sıkıntıları da depresyon gelişmesini hızlandırır. Karanlıkta gece uyuyamadan yatmak depresyon gelişmesi için doğal bir ortam yaratır. Uykusuzluk ile uyku ritminde bozulma performans ve moodumuzun günlük ritminde olumsuz etki eder. Düzenli uyku depresyonu da ortadan kaldıracaktır.

5-Daha güçlü bir hafıza: 8-9 saat düzenli uyku ileri yaşlarda hafızayı güçlü tutar. Unutkanlık yakınması olan hastalarda mutlaka uyku düzeninin sağlanması gerekir. Bu hastalarda uykusuzluğa bağlı olarak kan basıncında yükselme, diyabet hastalığı, ve damarlarda kireçlenme sıktır. Bu durum beyne kan akımı gitmesini azaltır, beyin hücreleri enerji için oksijene ve şekere ihtiyaç duyar. Kan akımı problemi hücrelerin çalışmasını bozar. Ayrıca uykusuzluk yaşayan hastalarda beyinde beta amiloid denilen proteinler depolanır. Beyinde beta amiloid birikmesi hafızada ve düşünmede azalmaya ve sonrasında demansa neden olur.

6-Daha güçlü bir bağışıklık sistemi: Bağışıklık sistemimiz bizi dış etkenlerden koruyarak hastalanmamızı önler. Uykusuz kaldığımızda bağışıklık sistemimizin düzgün çalışması için gerekli olan T-savunma hücreleri azalır. Ve iltihabi maddeler salınmaya başlar. Bu da sık hastalanmamıza neden olur. Bir başka deyimle uykusuzluk bağışıklık sistemimizi baskılar. Enfeksiyonlara karşı savaşmada ateş yükselmesi koruyucu bir reaksiyondur. Uyuduğumuzda ateş cevabımız en yüksek kapasitededir, bu nedenle ateşimiz sıklıkla uykuda yükselme eğilimindedir. Ancak uykusuzluk ateş cevabını bozacağından enfeksiyonlara karşı savunmamızı önler.

Prof. Dr. Derya ULUDÜZ / Uyku ve beynimiz

Uyku bilinçli zihnimizin dünyayı 5 duyu organımızı teslim edip bilinçaltı zihnimizle buluştuğu zamandır. Bilinçaltımız onun için ayarlanan programa cevap verir. Hayatımızın 2/3lük kısmının nasıl gelişeceği konusunda talimatlar aldığımız dönem 1/3’lük uyku dönemimizdir. Yani bu 90 yıl yaşayan bir kişide yaklaşık 30 yıla tekabül eder. Uyku bizim için beslenme kadar önemli ama az uyuyoruz. 24 saat durmayan bir yaşam var gece çalışıyoruz. Sürekli eğlence, diğer aktiviteler uykumuzu bölüyor. Uyku vücudun ve beynin istirahat için kapılarını kapattığı dönemdir. Ama birçok fizyolojik görev aslında uykuda hızlanır. Kişinin sağlıklı kalması ve en iyi şekilde yaşamını sürdürebilmesi için gereken yaşamsal bazı görevler yalnızca uyku sırasında yerine getirilebilir.

Neden uyumamız gerekiyor?

Gece uykuya dalmadan önce ne yaparız. Dişlerimizi fırçalarız. Sonra mobil dünya gereği cep telefonlarımızı, tabletlerimizi şarja takarız. Ve sonra da kendimizi şarj etmek ertesi güne hazırlanmak için uykuya dalarız. Ama uyku bizi sadece ertesi güne hazırlamıyor. Çok daha fazlası var. Uykunun süresi kadar kalitesi de önemli. Kaliteli uyku uyumazsanız uykunun size bir yararı olmaz. Uykusuz kalarak sadece dinlenmiyorsunuz aynı zamanda yaşlanıyorsunuz, hastalanıyorsunuz, bağışıklık sistemiz zayıflıyor. Üretkenlik ve bellek bozuluyor. Tansiyon fırlıyor. Uykunun bir zaman takvimi var belli saatte uyuyup belli saatte uyanmanız da önemli. Efendim ben gece 3 de yatıyorum ama sabah 10 a kadar da uyuyorum 7 saati tamamlıyorum uyku sorunum yok diyorsanız yanlış yapıyorsunuz. Neden çünkü sizin genetik uyku takviminizde salgılanan hormonlarınız uykuda tamir edilen bellek işlevleriniz uykunun normal olmayan zamanlarından çok farklı.  Uyku sağlığımızı tamir etmek için en doğal yol.

Bir örnek verelim gecenin 4’ü olmuş, siz saatlerdir sabahki sınava çalışıyorsunuz ama sanki hiçbir şey anlamamış gibi hissediyorsunuz. Bir çözüm bir bardak daha kahve içmek ama inanın kitapları ve müziği kapatıp uykuya dalmak en iyi çözüm. Uyku hayatımızın üçte biri ama çoğumuz ona yeterince önem vermiyoruz. Oysa uyku bir zaman kaybı değil veya önemli işler bittiğinde dinlenmenin yolu değil. Siz uyurken dolaşımdaki kanın 5’te biri beyne akar. Uyku aslında yeniden yapılanmanın yoğun dönemidir. Öğrenilen bilgiler nöronlara kaydedilir buradan hipokampüse gider. Nöroplastisite sayesinde nöronlar arası bağlantıyı sağlayan ve uzun süreli hafızayı güçlendiren yeni sinaptik ileti tomurcukları oluşur.

Uyuduğumuzda glimfatik sistem denen bu birikmeyi temizleyen mekanizma çalışır. Lenfatik sistemde bu açıdan görev alır.

Uykuda en önemli inflamasyon temizlenme ve tamir işi gece 23:00-03:00 arasındadır. Bu saatleri uykuda geçirmek hastalanmamak ve iyileşmek için önemlidir. Melatonin çok güçlü antioksidan serbest radikal süpürücüsüdür, beyni korur.

Ne zaman uyuyalım?

İdeal söylenen hava karardıktan sonra en yakın zamanda uyumak. Ama biz gece 1’lere kadar uyumuyor film seyrediyor ertesi gün de gece uykum kaçtı diyoruz. Cep telefonları ile sabahlara kadar mesajlaşmalar mavi ışık sendromu diyoruz buna. Beynimizi mahvediyoruz. Uyku hormonu ölüyor ve hiç uyuyamıyoruz. Uyuyamıyorum hap aldım uyudum. Uyudunuz ama içtiğiniz hapla sahte bir uyku uyudunuz. Nerdeyse 3 kişiden birinde uyku sorunu var. Uyku hapı uyku için bitki çayları içmek yerine siz elinizdeki telefonları bir kenara bırakın beyin dinlenmeye geçsin. Yapacağınız şey şu evi akşam çalışma yeri olmaktan çıkarın, aile içi çatışma yeri yapmayın. Akşamları hafif yemek yiyin, sonra hafif müzik ışığı azaltarak güzel sohbetler güzel bir duş dünya stresleri ile bağımızı kesmemiz gerekiyor. Yoksa ben bugün uyuyamayacağım şu haptan çeyrek alayım diye başlarsanız 2 hafta sonra dozu artırır ama hala uyuyamazsınız.

Peki, uykuya nasıl dalarız?

Uyanıklık sırasında hücrelerimiz enerji kaynaklarımızı tüketiyor. Bu kaynaklar adenozin gibi ürünlere dönüşüyor. Adenozin arttıkça uyuma isteğimiz de artar. Buna uyku bastırması diyoruz. Aslında içtiğimiz kafein adenozin alıcılarının yollarını kapatır. Diğer atıklar da beyinde birikir. Bu atıklar yok edilmezse beynimize fazladan yük olurlar. Ve uykusuzluğun negatif semptomlarına yol açarlar. Uyanıkken adenozin denen madde kanda birikir ve uykuyu tetikler. Vücudunuzdun ihtiyacı olandan az uyuyamazsınız bir şekilde eksik uykuyu vücut tamamlamak zorunda bu durumu takip eden adenozin maddesidir. Uyuyunca adenozin parçalanır.

Bir diğer madde melatonindir. Gece doğal uykuyu sağlıyor. İç biyolojik saatinizin bir parçası iç ve dış çevre uyaranları ışık sinyalleri gibi bu biyolojik saat hücrelerini kontrol eder. Melatonin gece yanında gündüz 13-16 arasında da artabilir ve uyku getirebilir. Melatonin htriptofandanyapılır. Sentez ve salınımı sirkadiyen ritm gösterir. Karanlıkta artar aydınlıkta baskılanır. Biyolojik saati korur ritmi ayarlar uyku ritmi ve vücut ısısının ayarlanmasını sağlar. Antiinflamatuar ve antikanserojen etkilidir. Lipofilik özelliği ile en güçlü antioksidandır. LDL kolesterolü azaltır. Enerji metabolizmasında rol alır. Yaşlanma ve gece çalışanlarında uyku azalmasına bağlı melatonin yetersizliği insulin direnci ve glukoz intoleransını indükler obeziteye neden olur.

Ne kadar uyumalıyım?

Uyku hem beyin hem bedenimizin dinlenmeye geçtiği an. 6 saatin altı ve 9 saatin üstü riskli. Vücut uykuda kendini tamir ediyor. 9 saatten fazla uyumak konsantrasyon ve hafızada değişiklik yapmaz iken tersine ölüm riskini %30, kalp obezite DM riskini artırır. Genel toplumdaki algı insanlar ciddi bir yan etki yaşamadan 6 saat ve daha az bile uyumayı öğrenebiliyor. Ama sağlıklı bir yaşam için 7-9 saat arasında bir uyku gerekiyor. Hatta çocuk ve gençler bu önerilenden çok daha az uyuyor.  Bir de sabahçı ve gececiler var. Baykuş ve tavuklar. Tavuklar daha mı şanslı. Çoğu aktivitenin sabah 9-17 arasında olduğunu düşünürsek baykuşlar daha dezavantajlı görünebilir. Baykuşlar-gececiler sosyal normlara uymaya çalışmanın getirdiği uyku problemlerine “sosyal jet lag” diyoruz. Sabahçılar daha sosyal aktivite sergiliyor daha az depresifler. Gececiler daha az serotonin dopamin salgılıyor, ak maddeleri daha az. Ama gececi olmak o kadar da kötü bir şey değil. Örneğin gececiler daha yaratıcı olurlar. Zihinsel yetenekleri daha güçlüdür ve risk almayı severler. Kortizol seviyeleri yüksektir. Kortizol sizi risk almaya yatkın hale getirir. Vücudu ani tehlikelere karşı korumayı öğretir. Yani derin uyku şarj eden tamir eden uyku iken, REM uykusu hayal evresi yaratıcılıkla çok ilgili.  Uyku kalbimize dinlenme için zaman verir. NonREM de kalp hızı solunum ve tansiyon yavaşlar. REM sırasında ise kalp hızı ve solunum hızlanabilir tansiyon değişebilir. 7 saatten az uyumak kalbi dinlendirmez ve KVS riski doğurur. 9 saatten fazla uyumak ise REM dönemlerini artırır ve kan basıncı kalp hızı nabız hızlanabilir sakıncalar doğurur. Uykusuzluk vücudunuzu strese sokar daha fazla adrenalin kortizol ve diğer stres hormonlarının salınmasına yol açar. Bu hormonlar uykuda kan basıncınızın düşmesini engeller ve kalp hastalığı riskinizi artırır. Örneğin sıçanlar 2-3 yıl yaşar ama REM uykusunu kısıtla 5 hafta tüm uykuları kısıtla 2-3 hafta yaşayabilir. Açlıktan ölmekle aynı süre bu aslında.

Uyku süresi tüm yaşam siklusunda farklılık gösterir. Yeni doğanlar 16-18 saat uyur, okul öncesi dönemdekiler 11”-12 saat uyur, okul çağı ve adolesanlar en az 10 saat uyumalıdır. Ancak hormonal değişiklikler sıklıkla gençlerin biyolojik saatlerini etkiler. Gecede 9-10 saat uyuması gereken genç geç saatte yatağa giriyor ve sabah geç kalmak istiyor. Ama okul sabah erken başlıyor bu yüzden ancak 6-7 saat uyuyor. Yaş ilerledikçe uyku paterni değişiyor. İleri yaşta gençlerin tersine yatağa erken girip erken uyanırlar ve uyku hafifler. Ne kadar iyi uyuduğunuz dinlendiğiniz sadece uyku saatinize değil ne kadar kaliteli uyuduğunuza da bağlı. Uykunun 4 evresinde evre 2 dediğimiz orta uyku %50, REM dönemi %20, derin uyku %20 gibi bir oranda gerçekleşir. Genellikle uykuya daldıktan 1-1.5 saat sonra ilk REM uykusuna geçilir. Bundan sonra uykunuz boyunca evreler birbirini takip ederek devam eder. Uyku ilerledikçe REM de geçirdiğiniz süre uzarken derin uykuda geçirdiğiniz süre kısalacaktır. REM’de rüyalar beyin uyanıkken edinilen yeni bilgiyi depolama ve organize etmede işe yarar.

Neden uyuyamıyorum?

Son yıllarda hayatımız iyice değişti. Vücut kronobiyolojimiz buna ayak uyduramıyor. Uyku laboratuvarlarımızda neden uyuyamıyoruz uykumuzda hangi evrede sorun var hepsini araştırabiliyoruz. Akıllı cihazlar hayatımıza girdikten sonra daha çok uykumuz kaçıyor. Çünkü daha az melatonin salgılıyoruz. Beyin karanlıkta melatonin salgılıyor mavi ışıkta değil.

Birçok faktör uykuyu bozar. Kişiler kahve kola çaydaki kafeine bağımlıdır. Sabah uyanmak ve uyanık kalmak için kafein adenozinin uyku sinyallerini uyaran hücre reseptörlerini bloke eder. Bu yolla vücudu yorgun olmadığını düşünmeye teşvik eder. Kafeinin etkisinin tamamen bitmesi 6-8 saat sürebilir. Nikotin de sizi uyanık tutan diğer stimulandır. Nikotin aynı zamanda derin uykuyu önler, yüzeysel kalitesiz bir uykuya neden olur. Sigara tiryakileri nikotin ihtiyacı ile çok erken uyanmaya eğilimlidir. Alkol sedatiftir uykuya daldırsa da REM’e girmenizi ve derin uykuya girmenizi engelleyerek hafif uykularla geçer gece.

Uykumuzun özellikleri neler?

Uyku 4 aşamadan oluşur. Bu aşamaların en derini dediğimiz yavaş uyku sırasında bilgiler hipokampüsün ön bölümünde geçici hafızaya kodlanır. REM dönemi ise işlemsel hafıza ile ilişkilidir. Öyle ise matematiksel tüm formülleri ezberledikten 3 saat sonra uykuya girmek en ideal seçim olurdu veya okuduğunu yorumlamak için 1 saat sonra uyumak en idealidir.

Sağlıklı bir gece uykusundan sonra vücudunuza ve zihninize müthiş bir açık büfe ısmarlamış oluyorsunuz menüde uykunun 2. dönemi, derin dönemi ve REM var. Uykuda beyin ve vücut fonksiyonları hala aktif ve her uyku evresi spesifik beyin dalgası içeriyor. Uykunun nonREM dediğimiz yavaş evresinde kalp ve solunum hızı yavaşlar kaslar gevşer. REM veresi ise uykunun ilk 90. dakikasında başlar gözler kapalı olsa da vücut hareketlidir solunum kalp hızı fonksiyonları düzensizdir hayaller olur. Kol ve bacak kasları gevşektir paralizidedir.

İnsan uykusunda önce nonREM ihtiyacını karşılar. Uyku uzadıkça REMJ dönemleri artar. Aslında yenidoğan uykusunun en az yarısını REM de geçirir. Yaş ilerledikçe süre kısalır. REM uykusu matematiksel öğrenme ve hatıraları oluşturma işlevinde çok aktiftir.

Etrafta elektromanyetik alanlar hipofiz bezi hasarı ile melatonin ve serotonin salınımını bozar.

Çok sıcakta uyumak melatonin hormon salınımını azaltır. İdeali 21-23 derecedir.

Uykunun sağladıkları nelerdir?

Sitokinler denen immun sistem hormonları enfeksiyon veya kronik inflamasyonlara karşı savaşmamızı sağlar ve uyku için sizi tetikler.

Öğrenme hafıza mood: Öğrenme becerisi ve yeni bilgiyi kaydedemeyen öğrencilere çalışma sonrası uyuyun diyoruz. Uyku yaratıcı problem çözmeyi de sağlıyor. Becerileri yapmak için gerekli olan beyin hücre yolaklarını nöroplastisite ile uykuda güçlendiriyorlar. Az uyuma düşünme becerisini yavaşlatıyor. Odaklanmamızı bozuyor reaksiyon hızını azaltıyor.

Uyku kalbimize dinlenme için zaman verir. NonRem de kalp hızı solunum ve tansiyon yavaşlar. REM sırasında ise kalp hızı ve solunum hızlanabilir tansiyon değişebilir. Gece boyu yaşanan bu değişimler kalp damar sağlığının korunmasında önemlidir. 7 saatten az uyumak kalbi dinlendirmez ve KVS riski doğurur. 9 saatten fazla uyumak ise REM dönemlerini artırır ve kan basıncı kalp hızı nabız hızlanabilir sakıncalar doğurur.

İyi uyku sizi hastalanmaktan korur veya hasta iseniz iyileşmenizi sağlar. Uyku sırasında vücuda daha fazla sitokin hormon salgılar ve bağışıklık sistemi enfeksiyonlara karşı savaşır.

Uyku sırasında vücudun enerji kullanımını sağlayan hormonlar da kontrol edilir. Uyku sırasında kan şekerinin ani düşme ve yükselmeleri önemlidir. Çalışma ne diyor kişi 6 gün boyunca 4 saat uyusun kan profili prediyabetik görünüm kazanır. Az uyuyanlarda DM riski çok fazla.

Uyku ile ilişkili hormonlar neler ve bize ne sağlar?

Melatonin: Pineal bezden salınır, sirkadiyen ritmimizi düzenler, karanlıkta üretimi başlar. Sabah aydınlıkta biter. Melatonin gece ışığında salınımı bozulur.

Kortizol: sağlıklı insanda kortizol seviyeleri diurnal ritm sergiler. En yüksek düzeyi sabah 8’dedir. Uyanmadan az önce düzeyleri artarken bizi aç ve uyanık hale getirir. Gece yarısı ise en az düzeylerdedir. Kortizol uyku zamanı en düşüktür. Vücudu uykuya hazırlar. Ama stresli veya anksiyeteli iseniz daha fazla kortizol salınır, uykumuzu engeller. Stres ACTH uyarır sık uyanmalar uykusuzluk olur. Koşucular uyku sorunu yaşayabilir çünkü kortizol düzeyleri yüksektir.

Progesteron: beyin sağlığı ve uyku ilişkisi az biliniyor. Beyni hasara karşı korur. Kognisyon ve moodu düzenler. Beyni sakinleştirir ve derin uykuyu teşvik eder.

Uykunun özellikle derin evresinde salınan büyüme hormonu büyüme ve doku tamirinde önemlidir. Annelerimiz bize güçlü ve uzun boylu olmak için uyumamızı önerirdi. Derin uykuda salınan GH kas kütlesi ve hücre tamiri için gerekli.

Uyuduğunuzda beyniniz çalışmaya başlıyor. Öğrenme yolakları, hafızayı yaratma ve yeni bakış açıları yaratmak için. Yeterinde uyuyamazsak odaklanamayız dikkat dağınıklığı olur veya hızlı yanıt vermemiz bozulur. Duygusal bozukluk olur. Uykusuz kaldığımızda grelin yani açlığı tetikleyen hormon artacaktır bu da bizi çok yeme isteği doğuracak ertesi gün metabolizma da yavaş olunca alın size kilolar. Oysa düzgün bir uyku ghrelini azaltarak leptin düzeylerini artıracak ve açlığı inhibe ederek kiloyu dengeleyecektir. Kişi ne kadar az uyursa kilolu olur ve kaloriden karbonhidrattan zengin besin tüketmek ister. Ortalama 5 saat uyuyan 7-8 saat uyuyana göre daha fazla obez olur.

Uyku sırasında vücudun savunma sistemi sitokinler salınarak enfeksiyonlara karşı savaşırlar.

Beynin bazı bölümleri uykuda bazı bölümleri ise uyanıklıkta çok aktiftir. Tamir ve metabolik yolaklarla ilgili genler uykuda on durumuna geçiyor. İyi uyku hormonlarımızı düzene koyar. Stres hormonu kortizol uyku ile seviyesi düşer, iyi uyku insulin seviyesini düzeltir. Cinsiyet hormonlarının seviyesini artırır bu da bizi daha enerjik yapar. İmmün sistemi iyileştirir. Gecede 7 saatten az uyuyanlarda 3 kat daha az hastalanma riski vardır.

Menstüel siklus hormonları kadınlarda uykuyu etkiler. Progesteron uykuyu tetikler ve mens siklusunun ikinci yarısında salınımı artar. Bu nedenle kadınlar mens döneminin ikinci yarısında daha iyi uyurken mens döneminde uyku sorunu yaşarlar. Dahası yaş ilerleyip menapoz ile birlikte progesteron düşünce uyku sorunları başlar.

Harika bir uyku ile neler elde ederiz?

Sakinleşmiş ve rahatlamış bir sinir sistemi, tazelenmiş DHEA (antiaging hormonu), azalmış insulin, artmış GABA ve serotonin, iyi cinsiyet hormonu, artan melatonin ve GH, Artan tiroid hormonu, daha iyi iştah kontrolü artan leptin ve azalan ghrelin, daha fazla asetilkolin (kas hareketleri artıran, hafızayı artıran).

Uykuda semptomatik sistem rahatlar PS sistem (istirahat ve sindirim) uyanır. İstirahat ve rahatlama kortizolü de düşürür. Yemeklerden hemen sonra uykumuz gelir burada neden şeker beyninize orexin üretimini durdurmasını söyler. Orexin iştah ve uyanıklığı sağlar. Orexin düşünce uykumuz gelir.

Uykusuz kalınan süre meşgul olmak için atıştırılan süredir. Uykusuz kalınca ertesi gün metabolizma düşer. Enerji yakamaz yağ olarak depolanır. Sindirim sistemi de öyle mesela yatmadan önce bir şey yiyoruz sanıyoruz ki bu sadece uykumuzu kaçırıyor hayır gariban mide barsak çalışmaya başlıyor. Sabah da yorgun kalkıyoruz.

Ergenlerde uyku problemi çok daha ciddi bir sorun 9 saat uyuması gereken ergen 5 saat ancak uyuyor. Öğrenme güçlüğü, hafıza sorunları, ruhsal sorunlar, kronik hastalıklar HT, DM, obezite başlıyor. Günde 6 saatten az uyumak felç ve kalp krizi riskini normal kişilere göre 4 kat artırıyor. Uykusuzluk vücudunuzu strese sokar daha fazla adrenalin kortizol ve diğer stres hormonlarının salınmasına yol açar. Bu hormonlar uykuda kan basıncınızın düşmesini engeller ve kalp hastalığı riskinizi artırır.  Uykusuzluk aynı zamanda kalp hastalığında rolü olan bazı proteinlerin salınmasında rol oynar. Örneğin yeterince uyuyamayanlarda CRP düzeyleri daha da artar. CRP yüksek olması ateroskleroza ve arterlerde sertleşmeye neden olur.  1 saat az uyusanız uykusuz hissetmezsiniz ama o bile sizin net düşünmenizi hızlı yanıtınızı etkiler. Gece iyi uyuyamayan çocuklar gündüz daha hiperaktif iritabilite ve dikkatsiz olurlar.

Prof. Dr. Derya ULUDÜZ

İyi bir uyku hayatınıza yıllar ekleyebilir

Kaliteli bir uyku kalbinizi ve genel sağlığınızı korur ve hatta size daha uzun ve oldukça sağlıklı bir ömür sunabilir.

Daha uzun yaşamak ister misiniz?

Dünya Kardiyoloji Kongresinde sunulan bir araştırma, sağlıklı uyku alışkanlıklarına sahip gençlerin erken ölme olasılığının daha düşük olduğunu gösterdi. Ayrıca araştırma sonucu elde edilen veriler, ölümlerin yaklaşık %8’inin kötü uyku düzenine bağlanabileceğine işaret ediyor.

Çalışma ile elde edilen bulgular, sadece gereken kadar saat uyumanın yeterli olmadığını vurguluyor. Gerçekten dinlendirici bir uyku çekmeniz ve uykuya dalma ve uykuda kalma konusunda da ısrarcı olmanız gerekiyor.

Araştırmada katılımcılar ortalama 4 yıl boyunca takip edildi ve bu süre içinde 8.681 kişi öldü. Bu ölümlerin 2.610’u (%30) kardiyovasküler hastalık, 2.052’si (%24) kanser ve 4.019’u (%46) diğer nedenlere bağlıydı.

Araştırmacılar kaliteli uykunun beş özelliğini değerlendirdi:

  1. Gece yedi ila sekiz saatlik ideal uyku süresi
  2. Haftada iki geceden fazla uykuya dalmada güçlük.
  3. Haftada iki defadan fazla geceleri uyanma
  4. Herhangi bir uyku ilacı kullanıp kullanmaması
  5. Haftada en az beş gün uyandıktan sonra dinlenmiş hissetmek.

Eğer tüm bu ideal uyku davranışlarına sahipseniz daha uzun ve sağlıklı yaşama olasılığınız daha yüksek.

Daha uzun yaşamak uykunuza bağlı

Yapılan yeni bir araştırma, kaliteli uykunun uzun ve sağlıklı yaşam üzerinde olumlu etkilerinin olabileceğini ortaya çıkardı.

Çalışma, kaliteli uyku alışkanlıklarına sahip gençlerin erken ölüm olasılığının azaldığını ve kötü uyku düzeninin tüm nedenlere bağlı ölümlerin yaklaşık %8’ini oluşturduğunu ortaya koyuyor.

Uyku kalitesi de süre kadar önemli

Uykunun miktarı kadar kalitesi de uzun ömür için önemlidir. Yeterince derin, dinlendirici uyku almak, daha uzun yaşama katkıda bulunabilecek hücresel onarım ve yenilenme için gereklidir. Genel olarak, yeterince yüksek kaliteli uyku almak, genel sağlığı ve uzun ömürlülüğü geliştirmede önemli bir faktördür. Sağlık sonuçlarını optimize etmek için yetişkinlerin her gece 7-9 saat uyumayı hedeflemeleri önerilir.

İyi uykunun uzun ömürlülüğü sağladığı kesin mekanizmalar tam olarak anlaşılmasa da araştırmalar uykunun hücresel onarım ve rejenerasyonda, bağışıklık fonksiyonunda, iltihaplanmada, beyin fonksiyonunda ve genel sağlıkta kritik bir rol oynadığını gösteriyor.

İyi uyumak vücudu yeniler ve onarır

Uyku sırasında vücut bir onarım ve yenilenme sürecinden geçer. Bu, hücre yenilenmesi, doku onarımı için önemli olan büyüme hormonunun salınmasını içerir. Uyku aynı zamanda kronik hastalıklara katkıda bulunabilen vücutta biriken toksinleri ve atık ürünleri temizlemesini sağlar.

İyi uyumak bağışıklık sistemini güçlendirir

Sağlıklı bir bağışıklık sistemi için uyku şarttır. Uyku sırasında vücut, enfeksiyonlar, iltihaplanma ve stresle savaşmaya yardımcı olan sitokinleri üretir.

İyi uyumak  enflamasyonu azaltır

Kronik enflamasyon kalp hastalığı, diyabet ve kanser gibi kronik hastalığa neden olur. Yeterince kaliteli uyku almak, iltihaplanmayı azaltmaya yardımcı olabilir.

İyi uyumak beyin işlevini destekler

Uyku, bilişsel işlev, hafıza sağlamlaştırma ve duygusal düzenleme için önemlidir. Kronik uyku yoksunluğu, bozulmuş bilişsel işlev, zayıf hafıza ve depresyon ve anksiyete gibi duygudurum bozuklukları ile ilişkilendirilmiştir.

Prof. Dr. Derya Uludüz

İnflamasyon doku yaralanmasında tamir için önemli bir aşamadır. Ancak kronik inflamasyon dejeneratif hastalıkların gelişiminde ve dokuların işlevlerinin kaybında önemli bir nedendir.

Kronik inflamasyon,  aşırı kalori tüketimi, yüksek kan şekeri seviyeleri ve oksidatif stresin neden olduğu hücresel stres ve işlev bozukluğu ile tetiklenebilir. Aslında, strese bağlı iltihaplanma, bir kez tetiklendiğinde, yıllarca hatta on yıllarca fark edilmeden vücuda ciddi zararlar verebilir.

Kronik inflamasyon, birçok hastalığı tetikler:

  • Kalp hastalığı
  • Kanser
  • Şeker hastalığı
  • İnme
  • Alzheimer hastalığı
  • Böbrek hastalığı

Kronik İnflamasyonun Nedenleri

  • Enerji üretim merkezi mitokondrilerin işlev bozukluğu
  • Yüksek kan şekeri seviyeleri nedeniyle artmış glikasyon son ürünleri: Vücudumuzdaki yapı taşları (protein, lipit ve nükleik asitler), fruktoz, galaktoz ve glukoz gibi monosakkaritlerle glikasyona uğrarlar. Glikasyon son ürünleri (AGEs)’nin oluşumu ile sonlanır. AGE’ler vücut hücre ve dokularında birikerek hücrelerin fonksiyon bozukluğuna yol açarlar. Kan şekerinin uzun süreli yüksek seyretmesi (kronik hiperglisemi) sonucu gerçekleşir. Ayrıca et, salam-sosis, pastırma gibi işlenmiş etler AGE içeren ürünlerdir. Genel olarak birçok doymuş yağ asidi içeren gıdalar AGE açısından zengindir
  • Okside lipoproteinler (düşük yoğunluklu lipoprotein gibi) özellikle LDL’nin yüksek olması

Kronik İnflamasyon ile İlişkili Hastalıklar

Kardiyovasküler Hastalıklar (CVD)

İnflamasyon aterosklerozun ayrılmaz bir parçasıdır. Dolaşımdaki inflamatuar sitokinler periferik arter hastalığı, kalp yetmezliği, atriyal fibrilasyon, inme ve koroner kalp hastalığına neden olur.

Kanser

Birkaç çalışma, kronik inflamasyon ile lenfoma, prostat, yumurtalık, pankreas, kolon ve akciğer dahil olmak üzere birçok kanser türü arasında bağlantılar kurmuştur. İnflamasyonun, gen ekspresyonundaki değişiklikler, DNA mutasyonu, epigenetik değişiklikler, tümör vaskülarizasyonunun artması ve kanser hücresi çoğalmasında rol alan pro-inflamatuar sitokinlerin ekspresyonu dahil olmak üzere karsinogeneze katkıda bulunabileceği çeşitli mekanizmalar vardır.

Şeker hastalığı

Makrofajların yağ dokusuna infiltrasyonu ve daha sonra pro-inflamatuar sitokinlerin dolaşıma salınması, tip II diyabetiklerde daha yüksek görülür. Pro-inflamatuar sitokinler insülin duyarlılığını azaltır.

Osteoporoz

İnflamatuar sitokinler (TNF-a, IL-1β, IL-6) normal kemik metabolizmasında rol oynar.  Pro-inflamatuar sitokinlerdeki artışı kemik metabolizmasını bozar ve pankreatit, inflamatuar bağırsak hastalığı ve romatoid artritli kişilerde kemik kaybına neden olduğu gözlenmiştir.  İnflamatuar sitokin seviyelerindeki artış, menopozun kemik kaybını uyardığı bir mekanizmadır.

Depresyon

Depresyon hastalarında yüksek IL-6 ve CRP arasında anlamlı bir ilişki vardır.

 Hafızada Etkilenme

Kronik inflamasyon, vasküler demans ve Alzheimer hastalığı dahil olmak üzere bunama ile ilişkilendirmiştir. Bir çalışma, yüksek CRP ve IL-6 düzeylerine sahip kişilerin, % 30-40 oranında artmış hafızada etkilenme riskine sahip olduğunu göstermiştir.

Diğerleri

Dolaşımdaki inflamatuar sitokinlerdeki yükselmeler, hem inflamatuar (romatoid artrit, IBD / Crohn hastalığı, pankreatit) hem de inflamatuar olmayan (anemi, fibromiyalji, kaşeksi / kas kaybı)  durumlarla ilişkilidir.

 Kronik İnflamasyon için Risk Faktörleri

Yaş

İnflamatuar belirteçlerde yaşa bağlı artış görülür, mitokondriyal işlev bozukluğu ve oksidatif hasar ortaya çıkar veya yaşa bağlı diğer risk faktörlerinin artışına sebep olabilir.

Şişmanlık

Yağ dokusu, birden fazla hormonu ve sitokinleri dolaşımda depolayan ve salgılayan ve vücuttaki metabolizmayı etkileyen bir endokrin organdır.  Yağ dokusuna, pro-inflamatuar sitokinleri salgılayan makrofajlar sızabilir. Bu makrofaj birikiminin vücut kitle indeksi (BMI) ile orantılı olduğu ve obez bireylerde inflamasyon ve insülin direncinin önemli bir nedeni olduğu görülmektedir.

Diyet

Doymuş yağlardan yüksek bir diyet, özellikle diyabetik veya aşırı kilolu kişilerde daha yüksek pro-inflamatuar belirteçlerle ilişkilidir.

Sigara içmek

Kronik sigara içimi, çeşitli pro-inflamatuar sitokinlerin üretimini arttırırken, aynı zamanda anti-inflamatuar moleküllerin üretimini de azaltır. Sigara, sistemik inflamasyonu arttırmak için risk faktörüdür.

Aşırı Kan Şekeri ve İnflamatuar Yangınlar

Glikoz uygun şekilde kullanıldığında, hücrelerimiz verimli bir şekilde enerji üretir. İnsülin direnci varsa, kan dolaşımımızda aşırı glikoz birikir. Aşırı kan şekeri oksidatif ve inflamatuar süreci artırır.

Enerji üretimi için kullanılmayan fazla glikoz, istenmeyen vücut yağı olarak depolanan veya aterosklerotik plak oluşumuna katkıda bulunan ve kanda biriken trigliseritlere dönüşür.

Sağlığınız için ciddi risk oluşturan günlük aşırı glikoz saldırısıyla karşı karşıyayız. Fazla glikoz, vücudunuzun proteinleri ile reaksiyona girerek kronik iltihaplanmayı beslerken ve yıkıcı serbest radikallerin üretimini teşvik ederken zararlı glikasyon reaksiyonlarına neden olur.

Kahve Özü ile Glikasyonu ve İnflamasyonu Önleyin

Kavrulmamış kahve çekirdekleri, yüksek kan şekeri seviyelerini baskılayabilen  klorojenik asit ve faydalı polifenoller üretir. İnsan klinik denemeleri, sağlıklı kan şekeri kontrolünde ve hastalık riskinin azaltılmasında klorojenik asit bakımından zengin kahve çekirdeği ekstresinin rolünü desteklemektedir. Klorojenik asit, karaciğer tarafından yeni glikoz oluşumunu ve glikoz salınımını tetikleyen glikoz-6-fosfataz enzimini inaktif hale getirir. Glikoz-6-fosfataz, kan şekerindeki tehlikeli postprandiyal (yemek sonrası) ani artışlara neden olur. Başka bir önemli mekanizmada, klorojenik asit, karaciğer hücrelerindeki insülin reseptörleri için sinyal proteinini arttırır. Bunun insülin duyarlılığını arttırma etkisi vardır ve bu da kan şekeri seviyelerini düşürür.

Akut İnflamatuar Yanıt

En temel olarak, akut bir inflamatuar yanıt

1) doku yaralanması (travmaya, ısıya veya kimyasallara maruz kalma) ile tetiklenir; veya

2) virüsler, bakteriler, parazitler veya mantarlarla enfeksiyon oluşumuyla tetiklenir.

Akut inflamasyonun klasik oluşum tipleri:

  1. Kızarıklık ve ısı, yaralanma bölgesinde artan kan akışından kaynaklanır.
  2. Şişme, yaralanma bölgesinde sıvı birikmesinden kaynaklanır, bu da artan kan akışının bir sonucudur.
  3. Bir eklemdeki iltihaplanma genellikle hareketi sınırlama ve yaralı eklemin geri kalanını iyileşmeye yardımcı olmaya zorlama etkisi olan (işlev bozukluğu) ile sonuçlanır.

Akut inflamatuar yanıtın birkaç koruyucu rolü vardır:

  • Enfeksiyöz ajanların yayılmasını ve yakındaki dokulara zarar vermesini önler;
  • Hasarlı doku ve patojenleri gidermeye yardımcı olur;
  • Vücudun onarım süreçlerine yardımcı olur

Hücresel Stres ve Kronik  İnflamasyon

Mitokondri – adenosin trifosfat (ATP) şeklinde biyokimyasal enerji üretmekten sorumlu hücreler  yaşamın temel olarak gerekli bir bileşenidir. Mitokondriyal işlev bozukluğu, eksojen (örn., Çevresel toksinler, tütün dumanı) ve endojen (örn., Reaktif oksijen türleri) stres faktörlerine maruz kalmanın ve yaşlanma sürecinin kendisinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Örneğin, mitokondriyal enerji üretiminin bir yan ürünü, serbest radikal moleküllerinin oluşturulmasıdır. Serbest radikaller hücresel yapılara zarar verebilir ve sonuçta hücre ölümüne (apoptoz) veya daha kötü, kontrolsüz hücre büyümesine (kanser) neden olan bir proinflamatuar genetik sinyaller dizisi başlatabilir.

Yaşlanma, mitokondriyal etkinliğin azalması ve serbest radikal moleküllerinin artan üretimi ile ilişkilidir. Son araştırmalar, yaşla ilişkili mitokondriyal işlev bozukluğunu kronik inflamasyonun temel etkisi olarak tanımlamaktadır.  Özellikle, mitokondriyal işlev bozukluğu inflamasyonu aşağıdaki gibi gelişir:

  • Serbest radikallerin birikmesi mitokondriyal hücre zarı geçirgenliğini indükler;
  • Normalde mitokondri içinde bulunan moleküler bileşenler sitoplazmaya sızar (hücresel organellerin asılı olduğu hücre içi sıvı);
  • Hücre içi patojenlere karşı bir bağışıklık tepkisini tespit eden ve başlatan sitoplazmik patern tanıma reseptörleri (PRR’ler) , sızan mitokondriyal molekülleri potansiyel tehditler olarak tanır;
  • Potansiyel tehdidin tespiti üzerine, PRR’ler, inflamatuar sitokin interlökin-1β’yi aktive eden , daha sonra “enfekte” hücreyi yok etmek için bağışıklık sisteminin bileşenlerini toplayan inflamozom adı verilen bir kompleks oluşturur.

Bu dört adım, hücresel yıkıma yol açan basitleştirilmiş bir mitokondriyal işlev bozukluğu şemasını temsil eder; bununla birlikte, hücre içi serbest radikaller inflamatuar hücre ölümünün tek indükleyicisi değildir. Dolaşımdaki şekerler, özellikle glikoz ve fruktoz da suçludur. Bu “kan şekeri” proteinleri ve lipitler ile temas ettiğinde, gelişmiş glikasyon son ürünleri (AGE’ler) adı verilen bileşikleri oluşturan zararlı bir reaksiyon meydana gelir.

Kronik inflamatuar yanıtın ek biyokimyasal indükleyicileri şunları içerir:

Gut artriti sırasında eklemlerde birikebilen ürik asit (ürat) kristalleri; böbrek hastalıkları, hipertansiyon ve metabolik sendrom için bir risk faktörüdür.

Oksitlenmiş lipoproteinler (LDL gibi), aterosklerotik plaklara önemli bir katkıda bulunur

Homosistein , kardiyovasküler hastalık için bir belirteç ve risk faktörü olan ve kemik kırığı riskini artırabilen ve protein oluşturmayan bir amino asittir.

İnflamasyona Karşı Tedavi

Balık yağı kaynaklı Omega-3 yağ asitlerinin çeşitli durumlarda iltihap belirtilerini azalttığı tespit edilmiştir. Omega-3 yağ asitleri ile takviyenin, çeşitli inflamatuar hastalıkların sonuçlarını iyileştirmede başarılı olduğu kanıtlanmıştır.

Kronik inflamasyonu azaltmak için kullanılabilecek ilaçların yanı sıra çeşitli beslenme düzeni ve yaşam tarzı değişiklikleri de buna yardımcı olabilir. Bunlar;

  • Düşük glisemik beslenme düzeni
  • Doymuş yağ tüketimini azaltmak
  • Egzersizi arttırmak

Balık Yağı: Daha yüksek bir omega-3 yağ asidi alımı, daha düşük seviyelerde TNF-a aktivitesi, CRP ve IL-6 ile ilişkilidir.

Kurkumin: Zerdeçalın kurucu maddesi olan kurkumin, yayınlanmış 7000’den fazla bilimsel makalede incelenmiştir ve inflamatuar süreçlere de dahil olmak üzere birçok önemli yolu yeniden uyarladığı bilinmektedir.

Magnezyum: Birkaç büyük gözlemsel çalışmada, daha çok magnezyum alımı, daha düşük hs-CRP, IL-6 ve TNF-a aktivitesi ile ilişkili bulunmuştur.

Çay polifenolleri: Çay polifenollerinin CRP’de azalma ürettiği tespit edilmiştir.

DHEA hormonu: TNF-a ve IL-6 düzeylerini önemli ölçüde azalttığı, ayrıca yağ kütlesini azalttığı ve glikoz toleransını arttırdığı gösterilmiştir.

Prof. Dr. Derya Uludüz

Böbreklerinizi korumak için bunları yapın

Böbrek hastalıkları, Türkiye’de her 6-7 kişiden birinde görülen ciddi bir sağlık sorunu. Bu nedenle kronik böbrek hastalığına karşı dikkatli olmalısınız.

Kimlerin kronik böbrek hastalığı riski yüksek?

Kronik böbrek hastalığı en çok şeker sorunu olanlar, hipertansiyon, kalp-damar hastalığı ve ailesinde böbrek hastalığı olan kişiler ile yaşlılarda görülür. Diğer risk faktörleri ise obezite, sigara, böbrek taşı, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, sık ağrı kesici kullanımı ve bağ dokusu hastalıklarıdır.

Türk Nefroloji Derneği tarafından gerçekleştirilen CREDIT çalışması, Türk toplumunda kronik böbrek hastalığı için bu risk faktörlerinin yüksek oranda mevcut olduğunu gösteriyor. Buna göre, erişkinlerin yüzde 32,7’sinde hipertansiyon, yüzde 12,7’sinde şeker hastalığı, yüzde 32’sinde obezite ve yüzde 35.2’sinde aktif sigara içiciliği bulunuyor. Özellikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son dönem böbrek yetmezliğinin en sık nedeni olan şeker hastalığı sıklığı 2002’de yüzde 7.2 iken, günümüzde yüzde 14’e yaklaşmıştır. Kronik böbrek hastalığının kontrolünü sağlamak için toplumda yaşam biçimi değişiklikleri yapılmalı. Böbrek hastalığının önlenmesi ve tedavisine dayalı hastalık yönetimi modelinin benimsenmesiyle de böbrek hastalıklarının önüne geçilebilir.

Kimler kronik böbrek hastalığı riski altında?

Türkiye’de böbrek hastalıklarının yaygınlığına rağmen toplumda yeterli farkındalık olmaması, hastalığın erken teşhis edilmesinin önünde ciddi bir engel. Hal böyle olunca, sinsi ilerleyen böbrek hastalıkları zamanla kronik bir hal alıyor.

Bazı kişiler kronik böbrek hastalığına daha yatkındır. Kronik böbrek hastalığı için en yüksek risk gruplarını şöyle sıralayabiliriz:  

  • Diyabetliler,
  • Hipertansiyonu olanlar,
  • Kalp-damar rahatsızlıkları olanlar,
  • Ailesinde böbrek hastalığı olanlar,
  • Yaşlılar,
  • Sigara içenler,
  • Böbrek taşı olanlar,
  • Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu bulunanlar,
  • Sık ağrı kesici kullananlar,
  • Bağ dokusu hastalığı olanlar.

Tahlillerle böbreklerinizi takip edin

Böbrek hastalıkları, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de adeta salgın halini alan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Böbrek hastalıkları, basit ve ucuz bazı idrar ve kan testleri ile erken saptandığında önlenebilir veya ilerlemesi geciktirilebilir. Ancak erken tanının konulması birçok olguda zor olabilir. Böbrek hastalığı sıklıkla son dönem böbrek yetmezliği evresinde fark edilebilir. Böbrekleri herhangi bir hastalık durumu olmadan korumak ve özen göstermek gerekir.

Böbreklerinizi korumak için ne yapmalısınız?

Böbreklerinizi korumak için almanız gereken önlemleri şöyle sıralayabiliriz:

  • Sağlıklı beslenin ve kilonuzu koruyun.
  • Tuz tüketiminizi günlük 5-6 gramı geçmeyecek şekilde kısıtlayın,
  • Günlük su tüketiminizi 1,5-2 litre olacak şekilde ayarlayın,
  • Sigara içmeyin,
  • Egzersiz yapın,
  • Sık ağrı kesici ilaç kullanımından kaçının,
  • Kan basıncınızı ölçtürün,
  • Kan şekerinizi kontrol ettirin,
  • Aşağıdaki risk faktörlerine sahipseniz zaman kaybetmeden doktora başvurun.

Böbreklerde sık görülen sorunlardan biri de taş problemi. Taş tedavilerinde kullanılan bir yöntem olan perkütan cerrahi, laparoskopik cerrahi ile benzerlik göstermektedir; ancak ondan farklı yanları da vardır. Böbreğin laparoskopik cerrahisinde, yapılacak ameliyatın türüne göre birkaç port (boru) yerleştirilir ve açık ameliyatta ne yapılıyorsa aynı işlem böbreğin dış cephesinde gerçekleştirilir. Perkütan cerrahide ise boru doğrudan böbreğin içine yerleştirilir ve işlem böbreğin içinde yapılır.

Perkütan cerrahi hangi hastalıkların tedavisinde kullanılır?

Perkütan böbrek cerrahisi çoğunlukla taş tedavilerinde kullanılır ve bu yönteme perkütan nefrolitotomi denilir. Böbreğin çıkışında ya da böbrek odalarının ağızlarındaki darlıkların lazerle açılması, böbreğin havuzcuğundaki tümörlerin endoskopik olarak çıkarılması gibi uygulamalar uygun kişilerde perkütan cerrahi ile gerçekleştirilir.

Erken evre böbrek kanserinde organ korunabilir

Böbrek kanserleri erkeklerde sık görülen kanser türlerinden biridir. Günümüzde böbrek kanserlerinin yaklaşık yüzde 75-80’i check-up sırasında yapılan ultrasonografide tesadüfen saptanır. Bunun nedeni çapı 4 santim altındaki böbrek tümörlerinin çoğunlukla belirti vermemesi. Şişmanlık, sigara ve hipertansiyon ise risk oluşturan faktörler arasında yer alır. Erken evrede böbreğin sadece tümörlü bölümünü alınıp normal dokusunu muhafaza etmek mümkün olabilir. Ancak ileri evrelerde böbreğin tamamen çıkartılması gerekir.

ACIBADEM HAYAT

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Sık İdrara Çıkma Nedenleri

Günlük yaşamda gün içerisinde 8 ila 10 defadan fazla idrara çıkma, sık idrara çıkma olarak tanımlanır ve bu durum normal değildir.

Çok Sık İdrara Çıkma

Günlük yaşamda gün içerisinde 8 ila 10 defadan fazla idrara çıkma, sık idrara çıkma olarak tanımlanır ve bu durum normal değildir. Sık idrara çıkma nedenleri arasında enfeksiyon hastalıkları, prostatit ya da sistit gibi hastalıklar bulunur. Sık idrara çıkma kimi zaman soğuk algınlığı ya da üşütmeye de bağlı olarak mevsimsel şartlara bağlı gelişebilir.

Sık İdrara Çıkma Nedenleri Nelerdir?

Sık idrara çıkmanın pek çok farklı sebebi olabilir. Fakat sık idrara çıkma belirtileri gösteren hastalıkların başında en çok karşılaşılan enfeksiyon hastalıkları, diyabet (şeker hastalığı) ve böbrek hastalıkları yer alır. Sık idrara çıkma rahatsızlığı yaşayan kişilerde yaş aralığı ve eşlik eden semptomlar oldukça önemlidir. Sık idrara çıkma sebepleri arasında şunlar bulunabilir;

  • İdrar yolu enfeksiyonu
  • İdrar söktürücü ilaçlar
  • Böbrek yetmezliği
  • İlaç kullanımı
  • Diyet 
  • Mesane kanseri
  • Aşırı aktif mesane
  • Psikolojik nedenler
  • Sistit 
  • Prostat 
  • Bel fıtığı
  • Şeker hastalığı (diyabet)
  • Bol sıvı tüketimi
  • Böbrek taşı
  • MS hastalığı
  • Vajinit 
  • Parkinson hastalığı
  • Hamilelik
  • Travma 
  • Yaşlılık

Sık idrara çıkma her zaman bir hastalık habercisi olmayabilir. Bazı durumlarda gün içerisinde fazla sıvı tüketimi, ödem söktürücü diyet ya da ödem söktürücü ilaçların kullanımı sonrasında da ortaya çıkabilir.

Kadınlarda Sık İdrara Çıkma

Sık idrara çıkma çoğu zaman idrar yolu enfeksiyonu ya da sistit gibi enfeksiyon hastalıkları, böbrek yetmezliği ya da böbrek taşı gibi böbrek hastalıkları ve şeker hastalığına bağlı gelişebilir. Genel olarak kişinin hayatını da olumsuz yönde etkileyen sık idrara çıkma, kadınlar için önemli problemler arasında yer alır. Stres, şeker hastalığı, vajinit, aktif mesane, sistit, mesane kanseri, mesane iltihabı ya da hamilelik gibi durumlar kadınlar da sık idrara çıkmaya neden olur.

Erkeklerde Sık İdrara Çıkma

Erkeklerde de kadınlarda olduğu gibi sık idrara çıkmaya neden olabilen hastalıkların başında böbrek hastalıkları, mesane hastalıkları, Parkinson, MS, bel fıtığı gibi hastalıklar yer alır. Özellikle sadece erkeklerde görülebilen bazı hastalıklar da sık idrara çıkmaya neden olabilen belirtiler gösterebilir.

Örneğin; sık idrara çıkmaya, aynı zamanda kasık ağrısı belirtisi de eşlik ediyorsa genellikle prostatit yani prostat iltihabından şüphelenilir. Erkeklerde sık idrara çıkma nedenlerinin başında idrar yolu enfeksiyonları, prostat kanseri, benign prostat hiperplazisi ya da prostat iltihabı gibi prostat hastalıkları yer alır.

Gece sık idrara çıkma

Sık sık idrara çıkma normal bir durum olarak karşılanmaz. Özellikle de geceleri uykudan uyandıracak ya da uyutmayacak kadar fazla yaşanıyor ise normal bir durum olarak adlandırılmaz. Vücudun gün içerisinde kaybettiği enerjiyi toplaması için uyku esnasında kesintisiz olarak uyuması ve dinlenmesi lazım. Fakat geceleri iki saat ya da daha az bir sürede; sürekli olarak uykudan uyanma, vücudun dinlendiği rem uykusu denilen uykuya geçmesine engel olur. Buna bağlı olarak kişinin uykusuz kalması ve dinlenememesi dolayısıyla, hayat kalitesinin büyük ölçüde düşmesine neden olabilir. Sık idrara çıkma her ne kadar tehlikeli hastalıkların başında yer almasa da, uzun zamanda kişinin hayatını olumsuz yönde etkileyebilen rahatsızlıklardandır. Bu nedenle altta yatan sebebin araştırılması ve en kısa süre içerisinde tedavi edilmesi gereklidir. 

Sık İdrara Çıkma Tedavisi

Sık idrara çıkma tedavisi için öncelikle altta yatan hastalığın tanısı konulmalıdır. Altta yatan hastalığa bağlı olarak hekim tarafından öngörülen ilaçlar, antibiyotikler ya da cerrahi müdahaleler gerçekleştirilir.

Eğer sık idrara çıkma aşırı aktif mesaneye bağlı gelişiyorsa, hekim tarafından önerilen ilaç tedavisi önerilebilir. İlaç tedavisinin başarılı olmadığı durumlarda kullanılan bir diğer yöntem ise streskopi işlemi ile mesane duvarına bir dolgu maddesi enjekte edilmesi ve mesane kaslarındaki aşırı aktif duyarlılığın önüne geçilmesidir. Eğer hasta tüm bu yöntemlere yanıt vermezse, o zaman da bağırsaktan yapılan yama ile idrar kesesinin büyütüldüğü cerrahi operasyon yöntemine başvurulur. 

Sık idrara çıkma sorunu yaşayan bir kişinin gün içerisinde tükettiği sıvı miktarına dikkat etmesi önerilir. Kahve ya da kola gibi kafein içeren içecekler, acı, baharat, üzüm, elma, armut gibi aşırı şıra içeren yiyecekler ve alkollü içeceklerden uzak durması tavsiye ediliyor. Ayrıca kişinin alerjisi tetikleyen, yiyecek ve içeceklerden uzak durması da tedavinin olumlu geçmesinde etkili bir rol oynuyor.

ACIBADEM HAYAT

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Makattan Kan Gelmesi Nedir? Makattan Kan Gelmesi Nasıl Tedavi Edilir?

Kişinin yaşam kalitesini oldukça düşüren makattan kan gelmesi ya da farklı bir deyişle rektal kanama; irritabl bağırsak sendromu, hemoroit, anal fissür gibi pek çok rahatsızlığın başlıca belirtilerinden biridir. Kalın bağırsak polipleri, kolon ve rektum kanserlerinin yanı sıra cinsel yolla bulaşan bazı hastalıkların ön belirtisi olarak da görülebilir. Kanama, kişi tuvaletini yaparken oluşabileceği gibi tuvalet kağıdında ya da iç çamaşırda da fark edilebilir. Toplumda oldukça yaygın olarak görülen makattan kan gelmesi, mutlaka önemsenmesi ve kanamanın kaynağının araştırılması gereken bir rahatsızlıktır. Hassas bir bölge olması nedeniyle genelde pek konuşulmak istenmeyen ve hekime muayene olmaktan çekinilen rektal kanamanın kendiliğinden geçmesinin beklenmesi, altta yatan hastalığın ilerlemesine ve tedavi sürecinin uzamasına neden olabilir.

Makattan Kan Gelmesi Nedir?

Makat ve çevresi olarak tanımlanan perianal bölgenin kanaması ya da alt gastrointestinal sistem kanaması olarak da tanımlanabilen rektal kanama, pek çok ciddi hastalığın habercisi olabilen ve mutlaka önemsenmesi gereken bir belirtidir. Kişinin istirahat hâlindeyken, tuvaletini yaptığı ya da  temizlendiği sırada fark ettiği kanamanın şiddeti, kanamaya neden olan hastalığa göre farklılık gösterir. Kanama, gaitada çizgi şeklinde, ağrılı ya da ağrısız, tuvalet ihtiyacının giderildiği sırada damla damla, pıhtılı, tuvalet kağıdında ya da taze kan şeklinde görülebilir. Kabızlık ya da hemoroit gibi rahatsızlıkların belirtisi olabileceği gibi ciddi sağlık problemlerinin ön belirtisi olabilen rektal kanama, genelde insanların kendi aralarında konuşmak istemediği, utandığı ve hekime başvurmaktan çekindiği rahatsızlıklardan biridir. Nadiren de olsa kolorektal kanser gibi ciddi sağlık problemlerinin ya da rahim kanseri belirtisi olabildiğinden kişinin, hekime geç başvurması erken tanı ve tedavinin de gecikmesine neden olur. Oysa makattan kan gelmesi şikayetiyle hastaneye başvuranların sayısı bir hayli fazladır.

Makattan Neden Kan Gelir?

Tıpta rektal kanama olarak tanımlanan makattan kan gelmesi, pek çok farklı rahatsızlıktan kaynaklanabilir. Genellikle dışkılama sırasında görülen kanamanın şekli hastalık hakkında ön bilgi sağlasa da fizik muayene ve gerektiğinde yapılan ek tetkikler, kanamaya neden olan rahatsızlığın netleştirilmesi için gereklidir. Bu yüzden kişinin rektal kanamayı fark ettiği anda çekinmeden hekime başvurması son derece önemlidir. Makattan kan gelmesine neden olan rahatsızlıkların bazıları şunlardır:

  • Hemoroit: Bağırsak alışkanlıklarının değişmesi, gebelik, doğum, hareketsizlik ve alkol alışkanlığı gibi etkenlerin neden olduğu ‌hemoroit, anal kanalda genişleyen damarlardan kaynaklanır. İç ve dış hemoroid olarak iki farklı tipi bulunan rahatsızlık; ağrı, şişlik, kaşıntı ve rektal kanama gibi belirtiler ile seyreder. Halk arasında basur olarak da bilinen hemoroidin yol açtığı kanamalara ağrı da eşlik edebilir. Kanama, çoğunlukla tuvalet kağıdında, tuvalette ve gaita olarak tanımlanan dışkı üzerinde parlak ve kırmızı kan şeklinde görülür. 40 yaş ve üzeri kişilerde daha sık görülen hemoroidin şiddetine göre su ve lifli gıdaların tüketilmesi önerilebileceği gibi krem ve fitil gibi ilaçlarla tedavi de mümkün olabilir. İlerlemiş vakalarda ise cerrahi tedavi gerekir.
  • Anal Fissür: Kabızlık, doğum, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi farklı etkenlerin yol açabildiği anal fissür, makat çıkışında yara oluşması şeklinde tanımlanabilir. Makat çatlağı olarak da bilinen anal fissür, dışkılama sırasında ve sonrasında şiddetli ağrıya yol açtığı gibi makatın kanamasına da neden olabilir. Kadın ve erkeklerde eşit oranda görülen anal fissür varlığında kişi, çoğunlukla dışkılama sırasında yanma hisseder. Yırtılma ve kesilme gibi hisler de şikayetler arasında yer alır. Genellikle tuvalet kağıdında birkaç damla kan görülmesine neden olur. Kabızlıktan korunmanın oldukça önemli olduğu anal fissür vakalarının tedavisi, diyette değişiklik yapılması, krem vb ilaçların kullanımı ve fissürün boyutuna bağlı olarak cerrahi yöntemler ile yapılır.
  • Anal Apse: Makat çevresinde oluşan apseler, bu bölgede şişlik görünümündedir. Çoğunlukla ağrı, yanma, titreme, kaşıntı, iltihaplı akıntı ve makattan kan gelmesi şeklinde belirtiler ile karakterizedir. İshal, Crohn hastalığı, tüberküloz ve diyabet gibi rahatsızlıklardan kaynaklanan anal apse, apsenin drene edilmesi ile tedavi edilir. Nadiren de olsa hastalık tekrarlayabilir.
  • Kalın Bağırsak Polipleri: Vücudun pek çok bölgesinde oluşabilen polipler, hücrelerin normalden fazla çoğalarak oluşturduğu dokular olarak tanımlanır. Kalın bağırsak polipleri de bağırsağın iç yüzeyinde oluşan anormal doku ya da dokulardır. Aşırı kilo, sigara kullanımı, ülseratif kolit, Crohn hastalığı, hareketsiz yaşam ve stresin neden olduğu kalın bağırsak polipleri, göbek bölgesinde ağrı, kabızlık ya da ishal, gaita renginde farklılık ve makattan kan gelmesi, kanlı dışkı şeklinde belirtiler gösterir. 50 yaşını aşmış kişilerde sık, 70 yaşını aşmış kişilerde daha sık rastlanan kalın bağırsak poliplerinin erkeklerde görülme sıklığı, kadınlara oranla daha fazladır. Tüm polip türlerinde olduğu gibi kalın bağırsak polipleri de sıklıkla kanama eğilimindedir. Dışkıda kan görülmesi oldukça yaygındır. Kolon kanseri gibi ciddi hastalıkların oluşumuna neden olan poliplerin tedavi edilmesi son derece önemlidir. Sigara ve alkol kullanımının bırakılması, diyetin gözden geçirilmesi kalın bağırsak tedavisine yardımcıdır. Rahatsızlığın tedavisi, farklı cerrahi yöntemler ile yapılır.
  • İrritabl Bağırsak Sendromu: Huzursuz bağırsak sendromu ya da spastik kolon olarak da bilinen bu rahatsızlık, genellikle ishal, kabızlık, şişkinlik, dışkıda mukus varlığı, kilo kaybı ve makattan kan gelmesi ile karakterizedir. Hastalığa henüz tam olarak neyin sebep olduğu bilinmese de stres, hormonal değişimler ve beslenmenin huzursuz bağırsak sendromunu tetiklediği ve dolayısıyla makattan kan gelmesine neden olduğu bilinmektedir. Sağlıklı beslenmek, stresten uzak durmak ve egzersiz yapmak şikayetlerin azalmasını sağlar. İBS tedavisi için uygun bir diyet programına ek olarak bağırsak kasılmalarını azaltan, kabızlığı ve kasılmaları önleyen ilaçlar kullanılabilir.
  • Rektum Kanseri: Bağırsağın anüse bağlandığı son kısım olan rektum bölgesindeki poliplerden kaynaklanan rektum kanseri; kabızlık, ishal, gaz hareketlerinde artış, ağrılı bağırsak hareketleri, kilo kaybı, dışkıda kan ve makattan kan gelmesi gibi belirtiler gösterir. Kanserin evre ve derecesine, tümörün boyutu ve konumuna göre tedavi şekilleri planlanır. İlaçla müdahale mümkün olsa da tedavi için operasyon gereklidir. Ameliyat öncesinde ya da sonrasında radyoterapi ve kemoterapi uygulanır.

Makattan Kan Gelmesi Nasıl Tedavi Edilir?

Rektal kanamaların küçük bir bölümü, bağırsak kanseri gibi kanser türlerinin belirtisi olarak görülse de çoğunlukla hemoroit ve anal fissür gibi anorektal hastalıklardan dolayı oluşur. Makattan gelen kanın yoğun olması ise çok daha nadir olarak görülür. Makattan taze kan gelmesi, gaitada çizgi şeklinde kan olması, tuvalet kağıdında kan görülmesi, pıhtılı kanama, ağrılı ve ağrısız kanama gibi pek çok farklı türü bulunan rektal kanamanın neden kaynaklandığının mutlaka araştırılması ve sorunun erken dönemde teşhis edilmesi gerekir. “Makattan kan gelmesi nasıl geçer?” sorusu ise kanamaya neden olan rahatsızlığın belirlenmesi ile kesin olarak yanıtlanabilir. Kanama, pek çok farklı rahatsızlıktan kaynaklandığından, kişinin durumu fark ettiği anda hekime başvurması gerekir. Makat kanaması da diğer tüm rahatsızlıklar gibi bir sağlık problemidir ve tıpkı cinsel yolla bulaşan hastalıklarda olduğu gibi örneğin hiv belirtileri göstermeden doktora başvurmak gibi çekinilmeden hekim ile paylaşılmalıdır. Böylece makattan kan gelmesine neden olan hastalığın tanı ve tedavisi erken aşamada yapılabilir.

Eğer sizin de makattan kan gelmesi şikayetiniz varsa erken tanı ve tedavi için bir an önce çekinmeden hekime başvurarak sağlık taramalarınızı yaptırmayı ihmal etmeyin.

Prof. Dr. AZİZ SÜMER Genel Cerrahi

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

İdrardan kan gelmesi böbrek sorunu işareti

İdrardan kan gelmesi yani hematüri, bu olayı yaşayan pek çok kişi için endişe verici bir durumdur. Nedeni basit bir şey çıkabileceği gibi ciddi bir sorun da olabilir. Bu nedenle idrardan kal gelmesi durumu mutlaka incelenmelidir.

Hematüri nedir?

Hematüriye (idrarda kan görülmesi) yol açabilecek birçok neden olabilir. Bu nedenlerin çoğunluğu ciddi sorunlar değildir. Örneğin egzersiz sonunda ortaya çıkabilecek hematüri 24 saatte kaybolur. Pek çok kimsede başka herhangi bir soruna bağlı olmayan nedenlerle idrarda kan görülebilir. Öte yandan, hematüri böbrek ve mesane tümörlerinin ya da diğer ciddi sorunların belirtisi de olabileceği için mutlaka üroloji uzmanına başvurulmalıdır.

İdrardan kan gelme nedeni bulunmalıdır

İdHematürinin nedenini bulabilmek, ya da belirli bir nedeni olmadığına karar verebilmek için bir takım tetkikler gerekebilir. İdrar tahlilleri, kan tetkikleri, ultrasonografi, ürografi, ve sistoskopik inceleme gibi… Özellikle bazı laboratuvar testlerinin doğruluğu için en az 12-14 saat açlık gerekir. Aç karnına yapılacak testlerden önce su içilebilir, sigara, sakız ve nane şekeri ise kullanılmaması gerekir.

İdrar tahlilinde neler inceleniyor?

İdrar tahlilinde çeşitli hücrelerin ve maddelerin varlığı araştırılır. İdrarda kan hücrelerinin yanı sıra idrar yolları iltihabını işaret eden lökositleri (akyuvarlar) veya böbrek hastalığının göstergesi olan silendirler (böbreğin süzme kanallarının şeklini almış hücreler) incelenir. İdrarda aşırı miktarda protein bulunması da böbrek işlevinin bozulduğunu gösterebilir. Böbrek tarafından temizlenmesi gereken atık maddelerin kanda artıp artmadığı da bazı kan tahlilleri ile ortaya çıkabilir. Ürografi (IVP) ve Ultrasonografi (USG) idrar yollarının görüntülenme yöntemleridir. Bu yöntemler yoluyla idrar yollarındaki tümörler, böbrek ve mesane taşları, prostat büyümesi veya idrar akımını engelleyen diğer durumların tanısı konabilir. Sistoskopi, işeme yolu ve mesane içerisinin direkt olarak görüntülenmesini sağlar. Ameliyathane koşullarında yapılan bu incelemede, idrar yolundan ilerletilebilen ince bir tüpün ucundaki kamera sayesinde mesane içerisindeki bir tümör ya da taş kolaylıkla saptanabilir.

40 yaşından sonra yılda 1 kere kontrol yaptırın

Ailede tekrarlayan böbrek taşları olması, polikistik böbrek hastalığı, idrar kanallarında tıkanıklık gibi hastalıklar genetik geçişli olabilir. Ailenizde böbrek hastalığı varsa 40 yaşına kadar yılda bir kez, 40 yaşından sonra yılda iki kez böbrek muayenesinden geçin. Genetik geçişi olmasa da her insanın böbrek süzme fonksiyonu 40 yaşından sonra yıldan yıla yüzde 1-2 oranında azalır. Örneğin 70 yaşında bir insanın böbrekleri, hiçbir hastalığı olmasa dahi yüzde 100 kapasite ile çalışamayabilir.

Obezite böbrekleri hızlı tüketir

Çağın hastalığı olarak tanımlanan ve her yaştan insanı etkileyen obezite böbrekleri hem doğrudan hem de dolaylı yoldan etkiler. Aşırı kilo, böbrek içindeki basıncı yükseltir, kılcal damarlarda bozulmalara neden olur. Süzme işlemini sağlıklı yapamayan böbrekler, idrarda protein kaçağına neden olur. Aynı zamanda obezite, diyabet ve hipertansiyon hastalıklarına yol açarak böbrekler üzerinde dolaylı olarak da olumsuz etki yaratır. Dışarıdan normal kilolu görünen ancak kan yağları yüksek olan kişilerin yani metabolik obezlerin de böbrekleri risk altında olur.

İlaç-böbrek ilişkisi hakkında bilmeniz gerekenler

İlaç ve böbrek ilişkisi hakkında bilinmesi gerekenler:

  • Romatizmal ağrı kesiciler başta olmak üzere bilinçsizce, uzun süre ve yüksek dozda tüketilen ağrı kesiciler ve doktor önerisi olmadan kullanılan antibiyotikler böbreklerde birikerek kılcal damar sisteminin kanlanmasını bozar ve süzme işlemini olumsuz etkiler.
  • Sağlıklı böbrekler için ilaçları mutlaka suyla almak gerekir. Kolalı meşrubatlarda tuz tutucu maddeler olduğundan zaten böbreğin yavaşlamasına neden olan antibiyotikler kolalı meşrubatla ya da ayranla içilince böbreklerde ekstra yük yaratabilir.
  • Diyabetlilerde böbrek hasarı oluşmuşsa böbrekten atılan ilaç kullanılmamalıdır.

Diyalizin nedir, yöntemleri nelerdir?

Böbreklerin çalışmasının tamamıyla durduğu son dönemde böbrek yetmezliği sorunu olanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için ‘diyaliz’ ve ‘böbrek nakli’ seçenekleri vardır. Diyaliz yöntemleri, böbrek yetmezliği sorunu olanlar için zorlu ve sosyal hayatı olumsuz etkileyen bir süreç olmakla birlikte, bu kişilere uzun yıllar hayatta kalma şansı da tanır. Böbrek nakli her zaman daha üstün bir tedavi seçeneği olarak kabul edilse de organ bağışının çok düşük olduğu ülkemizde nakil şansı bulamayan kişiler diyaliz sayesinde çok uzun yıllar yaşamlarını sürdürebilir. Kandan atıkları temizleyen ve sıvı dengesini düzenleyen diyalizin iki yöntemi vardır:

1. Periton diyalizi: Bir torba içinde bulunan solüsyon, kişinin karnına yerleştirilen kateter aracılığı ile günde 4 defa 40’ar dakika boyunca karın boşluğuna verilir. Kişinin evde kendi başına uygulayabildiği bu yöntemle kandaki atık maddeler ve fazla sıvı, karın zarı aracılığı ile uzaklaştırılır.

2. Hemodiyaliz: Kanın, böbreğin işlevlerini taklit eden bir makine tarafından geçirildiği bu yöntem, haftada 3 defa 4’er saat boyunca hekim kontrolünde uygulanır.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Mide-bağırsak enfeksiyonundan nasıl korunuruz?

Günlük hayatınızda alabileceğiniz basit tedbirlerle mide ve bağırsak enfeksiyonlarından daha az etkilenebilirsiniz.

Mide – bağırsak enfeksiyonu sıcak havalarda artıyor

Son yıllarda mevsim geçişlerinde daha sık görülse de özellikle yazın pek çok kişiyi acil servise götüren bir salgın mevcut. Karın ağrısı, ishal ve kusma gibi şikayetlerle kişiyi yatağa yatıran mide-bağırsak enfeksiyonu aşırı sıcaklarda bir artış gösteriyor. Uygun olmayan ortamlarda saklanan veya açıkta uzun süre bekletilen yiyecekler mide-bağırsak enfeksiyonunun en büyük nedeni olarak görülüyor. Sıcak ortamda mikroorganizmalar kolayca çoğalarak gastroenterit adı verilen mide-bağırsak enfeksiyonuna yol açabiliyor. Enfeksiyon çoğunlukla hafif seyrederek birkaç gün içinde kendiliğinden geçebiliyor ancak kusma ve ishalin şiddetli olduğu vakalarda vücuttan su ve elektrolit kaybı geliştiğinden hastaneye gitmek gerekiyor. Mide-bağırsak enfeksiyonu sizi de yakalamadan önleminizi alın.

Mide-bağırsak enfeksiyonu neden olur?

Mide bağırsak enfeksiyonlarının pek çok nedenleri vardır. Bunların büyük bölümünden basit önlemlerle korunabilirsiniz. İşte mide bağırsak enfeksiyonu riskleri ve korunma yolları.

Ellerinizi sık sık yıkayın

Enfeksiyonlardan korunmak için en önemli kural; sık sık elleri yıkamak. Ellerden yiyeceklere bulaşan mikroorganizmalar sindirim sisteminde enfeksiyonlara yol açabiliyor. Tuvaletten, ev ve bahçe işlerinden, evcil hayvanlara dokunduktan sonra mutlaka ellerinizi yıkayın. Gıda maddelerine dokunmadan önce de ellerin yıkanması çok önemli. Eller en az 30 saniye bol sabunlu suyla, parmak araları dahil ovularak yıkanmalı.

Soslu ve kremalı yiyecekler enfeksiyon yuvası olabilir

Açıkta satılan yiyecek ve içeceklerden, son kullanım tarihi geçmiş ürünlerden, pastörize olmayan süt ve süt ürünlerinden uzak durun. Gıdaları buzdolabı dışında uzun süre bekletmeyin. Çiğ sebze ve meyveleri bol ve temiz suyla yıkayın. Özellikle açık büfe servis yapan yerlerde açıkta uzun süre bekletilen soslu, mayonezli ve kremalı yiyecekler önemli enfeksiyon kaynağı olarak karşımıza çıkabiliyor.

İçeceklerinize eklenen buzlara dikkat!

Özellikle sular, yaz aylarında enfeksiyonların bulaşmasında önemli bir yer tutuyor. Musluk suyu ve denetimsiz içme sularından uzak durun. Zorunlu hallerde suları kaynatarak için. Serinlemek için içeceklerinize eklediğiniz buzlara dikkat edin; zira buzlar bile önemli bir enfeksiyon kaynağı olabiliyor. Müesseselerde buzların musluk suyundan hazırlanması, ayrıca buz makinelerinin günlük olarak temizlenmemesi buzdaki enfeksiyon tehlikesinin en büyük nedenlerinden biri.

Havuz ve deniz sıcakta serinletiyor ama…

Yaz sıcağında serinlemek için girilen havuz ve kirli denizler de enfeksiyon nedeni olabiliyor. Özellikle havuzların temizliğinin uygun koşul ve sıklıkla yapıldığından emin olun. Kalabalık ve temizliği yeterince yapılmayan havuzlar gözün yanı sıra mide-bağırsak enfeksiyonları açısından da risk oluşturuyor. Su yutmamaya dikkat edin.

Ortak tuvaletler mikrobun kaynağı olabilir

Mide-bağırsak enfeksiyonlarına zemin hazırlayan önemli faktörlerden biri de tuvaletler. Tuvaletlerin temiz olması, özellikle mide-bağırsak enfeksiyonu şikayeti yaşayan kişilerin kullandıkları tuvaletlerin düzenli olarak temizlenmesinde özen gösterilmesi, ortak havlu kullanımından da kaçınılması çok önemli.

Mide-bağırsak enfeksiyonuna karşı bunları yapın

  • Enfeksiyon süresince vücudunuzun su, tuz ve mineral desteğini sağlayın.
  • İshal düzelene kadar yağsız ve az posalı diyet yapın.
  • İshal süresince yağsız çorbalar, yağsız peynir, yoğurt, patates haşlaması, elma, şeftali, muz ve havuç gibi besinler tüketin.
  • Bu dönemde kepek ekmeğinden, yağlı ve şekerli gıdalardan, baharatlardan, bol posalı sebze ve meyvelerden uzak durun.
  • Halk arasında ishali azalttığı sanılan kuru kahve ve çay tüketiminden kaçının! Çünkü kahve ve çay vücuttan sıvı kaybına neden oluyor. Bol bol su içmeye özen gösterin.
  • Yapılan en önemli hatalardan biri de; hekime danışmadan ishal kesici ilaçların kullanılması. İshal kesici ilaçların bilinçsizce kullanılması, bağırsak hareketlerini yavaşlatarak sindirim sistemindeki zararlı mikroorganizmaların atılımını durduruyor ve bağırsak hastalığını daha da ağırlaştırabiliyor.
  • Uzun süren, tedaviye yanıt vermeyen, kanlı ve sümüklü ishallerde altta yatan bir bağırsak hastalığı olabileceğinden mutlaka bir gastroenteroloji uzmanına başvurun.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Sonbaharda En Sık Görülen 12 Hastalık

Soğuk hava bağışıklık sisteminizi baskılar. Bu da vücudunuz enfeksiyonlar karşısında güçsüz düşmesine ve hastalanmasına neden olur. Özellikle sonbahar, yaşanan viral hastalıkların en sık görüldüğü bir mevsimdir. Kolay bulaşan bu hastalıklar genel olarak çocukları, yaşlıları ve bağışıklık sistemi zayıf olan insanları etkiler. Bu nedenle genel sağlığa ve hijyene dikkat ederek korunma önlemlerinin alınması önemlidir. Sonbaharda en sık yaşanan 12 hastalık hakkında bilinmesi gerekenleri ve bu hastalıklar karşısında ne gibi önlemler alınması gerektiğini sizler için derledik.

Alerjiler

Yabani ot polenleri ve küf sporları sonbaharda en büyük alerji tetikleyicileridir.

Belirtiler

  • Baş ağrısı
  • Boğaz ağrısı
  • Burun akıntısı veya tıkalı burun
  • Geçici koku kaybı
  • Hapşırma
  • Horlama
  • Kaşıntılı sinüsler veya boğaz
  • Kulak tıkanıklığı
  • Öksürme
  • Sulu ve kaşıntılı gözler
  • Yorgunluk

Önleme İpuçları

  • Dışarıda vakit geçirdikten sonra duş alın.
  • Evinizin ve arabanızın camlarını kapalı tutun.

Soğuk Algınlığı

Her mevsimde yaşansa da soğuk algınlığı belirtileri sonbaharda yoğundur. Bulaşıcı olan bu durum kişiye bağlı olarak birkaç gün ya da birkaç hafta sürebilir.

Belirtiler

  • Boğazda ağrı
  • Burunda akıntı
  • Düşük ateş
  • Hapşırık
  • Öksürme
  • Tıkanma
  • Vücutta ağrı veya baş ağrısı

Önleme İpuçları

  • Ellerinizi gün boyunca sık aralıklarla yıkamaya özen gösterin.
  • Hapşırırken ya da öksürürken ağzınızı kapatın.
  • Kalabalık yerlerden uzak durun.
  • Dengeli ve sağlıklı beslenin.
  • Günde 7-8 saat kadar uyuyun.

Grip

Sonbaharda yaygın olan grip kısa sürede tedavi edilmezse zatürre ve bronşite sebebiyet verebilir.

Belirtiler

  • Aniden gelen aşırı yorgunluk
  • Ateş
  • Baş ağrısı
  • Boğaz ağrısı
  • Göğüste sıkışma
  • Hırıltı ve tıkanıklık
  • İshal
  • Öksürük
  • Bulantı
  • Kusma
  • Titreme
  • Vücut ağrısı

Önleme İpuçları

  • Bol bol dinlenmeye çalışın.
  • Ellerinizi sık sık yıkadığınızdan emin olur.
  • Hapşırırken ağzınızı kapatın.
  • Kalabalık yerlerden uzak durun.
  • Sağlıklı ve dengeli beslenin.

Boğaz Ağrısı

Soğuk havalar boğaz ağrısının en sık yaşandığı dönemlerdir. Boğaz ağrısı genellikle grip, alerji, soğuk algınlığı belirtisidir.

Belirtiler

  • Sesin boğuk çıkması
  • Lenfe bezlerinin şişmesi
  • Burunda tıkanıklık
  • İştahta azalma
  • Kaslarda ağrı
  • Gözlerde sulanma ve kaşıntı
  • Titreme
  • Yutmada güçlük çekme

Önleme İpuçları

  • Ellerinizi sık aralıklarla yıkayın.
  • Kalabalık yerlerden uzak durun.
  • İçecek, yiyecek veya mutfak eşyalarınızı kimseyle paylaşmayın.

Norovirüs

Norovirüs bir mide gribidir. Son derece bulaşıcıdır ve sonbahardan kışa kadar tüm hızıyla devam eder. İnsandan insana veya kontamine gıdalar, özellikle deniz ürünleri yoluyla bulaşabilir.

Belirtiler

  • Hastalık hissi
  • İshal
  • Karın ağrısı veya krampları
  • Kas ağrısı
  • Mide bulantısı ve kusma

Önleme İpuçları

  • Hasta olduğunuzda yiyecek hazırlamayın veya başkalarına bakmayın.
  • Norovirüs 140 derece üzerindeki sıcaklıklarda hayatta kalabileceğinden deniz ürünlerini iyice pişirin.
  • Tuvaletinizi dezenfektanlarla her gün olacak şekilde temizleyin.
  • Ellerinizi iyice yıkayın.

Akut Kulak Enfeksiyonları

Orta kulaktaki iltihap ve virüs nedeniyle görülen kulak enfeksiyonları genellikle sonbaharda yaşanır.

Belirtiler

  • Başta dönme
  • Ağrıyan bölgede hassasiyet
  • Kulakta işitme kaybı
  • İshal
  • Kulakta ağrı
  • Kusma

Önleme İpuçları

  • Çocuğunuzun ellerini sık sık yıkamasını sağlayın.
  • Kulağınızı temizlemek için pamuklu çubuk kullanmayın.

Akut Bronşit

Bronş tüplerinin iltihaplanması sonucu yaşanan akut bronşit grip, boğaz ağrısı ya da soğuk algınlığı sonrası yaşanan bir durumdur.

Belirtiler

  • Boğazda ağrı
  • Göğüste sıkışma
  • Hırıltılı nefes alma
  • Nefeste daralma
  • Vücutta ağrı
  • Balgamlı öksürük

Önleme İpuçları

  • Ciğer ve boğazınızda tahrişe sebebiyet veren evcil hayvan tüyü, toz ve duman gibi etkenlerden uzan durun.
  • Ortak kullanım alanlarının temiz olduğundan emin olun.

Artrit

Artrit yaşla birlikte şiddetlenen eklem iltihabıdır. Bu durum yıl boyu sürer. Ancak nemli ve soğuk havalar iyice şiddetlenmesine neden olur.

Belirtiler

  • Eklemlerde ağrı
  • Eklem hassasiyeti
  • Eklem sertliği
  • Eklem şişmesi

Önleme İpuçları

  • Eklemlerinizi sağlamlaştırmak ve esnetmek adına düzenli egzersiz yapın.
  • Sağlıklı ve dengeli beslenin.

Sinüzit

Sinüzit sinüslerin iltihaplanması nedeniyle yaşanır ve soğuk havalarda yaygın görülür.

Belirtiler

  • Yüksek ateş
  • Burunda tıkanıklık
  • Diş ağrıları
  • Burun akıntısı

Önleme İpuçları

  • Bol sıvı tüketin.
  • Tuzlu spreylerle burnunuzun nemli kalmasını sağlayın.

Astım

Soğuk ve nemli hava solunum yollarını kurutur ve bu durum da astın krizine davetiye çıkarır.

Belirtiler

  • Göğüste ağrı veya sıkışma
  • Hırıltılı nefes
  • Uyumada zorluk çekme
  • Nefeste daralma
  • Öksürük

Önleme İpuçları

  • Astım tetikleyici faktörlerden uzak durduğunuzdan emin olun.
  • Sigarayı bırakın.

D Vitamini Eksikliği

D vitamini fiziksel ve zihinsel sağlık için önemlidir. Bunun yanında kemik sağlığı için de gereklidir. Ancak sonbaharda daha az güneş ışığına maruziyet söz konusu olduğundan bu mevsimde D vitamini eksikliği belirtileri yaygın bir şekilde görülür.

Belirtiler

  • Depresyon
  • Kemik ve sırt ağrısı
  • Saç kaybı
  • Sık sık hastalanmak (enfeksiyonlarla)
  • Yaraların yavaş iyileşmesi
  • Yorgunluk

Önleme İpuçları

  • Vitamin ve mineral açısından zengin besinler (mantar, yağlı balık, deniz ürünleri vb.) tüketin.
  • D vitamini takviyesi alın.
  • Güneşe maruz kalmayı artırın.
  • UV lambalarını deneyin.

Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu

Sonbahar ve kış aylarında sayısız insanı etkisi altına olan mevsimsel duygudurum bozukluğu, klinik depresyona yol açabilir. Bu durumun temelinde sonbahar ve kış mevsiminde hormonal değişiklikler yatar.

Belirtiler

  • Daha fazla uyku ihtiyacı
  • Kilo almak
  • Odaklanmada zorluk
  • Tükenmişlik
  • Üzüntü
  • Yalnız kalma arzusunun artması
  • Zayıflık hissi

Önleme İpuçları

  • D vitamini alın.
  • Fiziksel egzersize özen gösterin.
  • Kişisel bakımınızı ihmal etmeyin.
  • Sosyalleşin.

BÜYÜK ANADOLU HASTANELERİ

Çocukları üst solunum yolu enfeksiyonlarından korumak için alınması gereken önlemler…

Enfeksiyon hastalıklarından korunma yolları

Bağışıklık sistemimiz düşükse kışın hastalıklar peşimizi bırakmaz. Yatak döşek yatarız. Aynı durum çocuklar için de geçerli. Okula giden çocuklara hastalıkların bulaşma ihtimali daha yüksektir. Hatta bazen mikrobu onlar alıp evinize getirebilir. Soğukların gelmesiyle birlikte üst solunum yolu enfeksiyonlarının görülme sıklığı artıyor. Nezle, grip, tekrarlayan sinüzit, bademcik, geniz eti ve orta kulak iltihapları, soğuk havalarda en sık görülen hastalıklardan. Çocukluk çağında yılda genellikle 5-6 kez geçirilen bu hastalıklarda hızlı ve etkin tedaviye başlamak çok önemli. Çünkü geç kalındığında enfeksiyon, yayıldığı bölgeye göre romatizmal ateş, orta kulak iltihabı ve zatürre gibi önemli sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Neyse ki çocuğunuzu üst solunum yollarından büyük bir oranda korumanız mümkün.

Bebeklerde enfeksiyona karşı anne sütü

Bebeğinizi hastalıklardan korumanın en etkili yöntemlerinden biri, onu ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslemek. Çünkü anne sütünün içeriğindeki antikorlar bebeğin genel bağışıklık durumunu yükselterek hastalıklara karşı dirençli olmasını sağlıyor.

Kalın değil, kat kat giydirin

Soğuk hava vücuttaki kılcal damarların büzülmesini sağlayarak o bölgenin kanlanmasını azaltıyor ve doğal bariyerini düşürüyor. Bunun sonucunda da hastalığa zemin hazırlıyor. Vücut direncinin düşmemesi ve soğuktan korunması için çocuğunuzu yetişkinlerden bir kat daha kalın giydirin. Kıyafetleri ortam ısısına uygun şekilde, kat kat olsun. Çünkü soğuktan korumak için çocuğunuzu kat kat giydirmek, kalın bir kat giydirmekten ısı izolasyonu açısından daha etkili oluyor. Sentetik olmayan, teri çekecek pamuk içerikli kumaşlardan oluşan kıyafetler giydirmenizde de fayda var. Dikkat etmeniz gereken bir başka nokta da, çocuklarda ısı kaybı baş bölgesinde daha çok olduğu için başını kalın bir atkıyla örtmek olacak.

Saat başı pencereleri açın

Üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunmada şüphesiz bir başka etkin yöntem, ortamı iyi havalandırmak ve enfeksiyondan uzak durmak. Enfeksiyonlar damlacık yoluyla ve havada asılı kalan viral partiküller nedeniyle bulaştığı için iyi havalandırılmış ortamlarda hastalığın bulaşma riski düşüyor. Dolayısıyla bulunduğunuz ortamı her saat başı 5’er dakika havalandırmaya özen gösterin.

Vitaminsiz kalmayın

Sonbahar ve kış meyvelerinden nar, elma ve portakal bağışıklık sistemini güçlendiren besinler arasında yer alıyor. Koyu yeşil yapraklı, sarı ve turuncu renkli sebzelerde bolca bulunan A vitamini solunum yolu dayanıklılığını artırarak bariyer görevini güçlendiriyor. Yüksek protein içerikli et ve süt yumurta gibi yiyecekler de antikor yapımını uyararak vücudun genel direncini yükseltiyor. Kış mevsiminde bu besinleri sofranızdan eksik etmeyin.

Maske takmayı unutmayın

Hastalandığınızda çocuğunuzun yanında mutlaka maske takın ve hasta kişilerle ilişkisinin en aza inmesini sağlayın.

Öpmeyin

Hasta iseniz çocuğunuzu öpmekten kaçınmanız da çok önemli. Çünkü ağız salgınızdaki virüs ve bakteriler bu yolla çocuğunuza taşınarak hastalığa yol açıyor.

Aynı bardaktan su içmeyin

Çocuğunuzla aynı çatal, kaşık, bardak gibi eşyaları kullanmamanız, alacağınız diğer önlemler arasında yer alıyor. Virüs ve bakteri içeren salgıların taşınması enfekte materyaller nedeniyle daha kolay oluyor.

El yıkamayı öğretin

Eller taşıyıcı durumda olduğu için virüslü yüzeylerle teması yok etmenin en etkili yolunu, el temizliği oluşturuyor. Bu nedenle çocuğunuzu üst solunum yolları enfeksiyonundan korumak için el hijyenine dikkat etmeniz çok önemli. Çocuğunuzun ellerini az 2 dakika sabun ile yıkayıp, kurulayın. Ellerini kendisi yıkayacak yaşta ise bunu alışkanlık haline getirmesini sağlayın. Hangi yaşta olursa olsun, ellerini kurulama işleminde ortak havlu kullanmamaya da dikkat edin.

Grip aşısı yaptırın

Özellikle nezle ve grip gibi ciddi enfeksiyonlardan korunmanın bir başka etkili yöntemi ise aşılama. Aşılama vücuda zayıflatılmış virüsün çocuk, sağlıklı iken verilip etkin korunmanın ve vücutta antikor oluşumunun sağlanması için uygulanıyor.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

ACIBADEM HAYAT

Sonbahar aylarının gelmesiyle birlikte çocuklar daha sık hastalanır. Oysa onları soğuk algınlığı, grip gibi bu hastalıklardan korumanız mümkün.

Çocuklarınızı Sonbahar Hastalıklarından Koruyun

Sonbahar aylarında havaların soğumasıyla birlikte artık herkes kapalı alanlara geçiş yapıyor. Evleri havalandırmalar azalıyor, açık hava aktivitelerine mecburen son veriliyor. Özellikle kalabalık ve kapalı mekanlarda çok daha kolay yayılan virüsler çocukları da ciddi şekilde tehdit ediyor. Öksürük, hapşırık ve damlacıklar yoluyla kolayca bulaşabilen enfeksiyonlar hakkındaki önemli bilgileri bu yazımızda okuyabilirsiniz.

Soğuk Algınlığı

Hem çocuklar hem de yetişkinlerde en sık görülen soğuk algınlığı, virüslerle oluşan hafif seyirli bir hastalık. Soğuk algınlığının, hapşırma, boğazda yanma, ağrı, karıncalanma, burun akıntısı ve tıkanıklığı ile öksürük gibi belirtileri oluyor. Korunmak için ise; el hijyenine dikkat etmek, sağlıklı ve düzenli beslenmek, özellikle C vitamini içeren sebze ve meyveleri ihmal etmemek, kapalı ve kalabalık mekanlardan olabildiğince kaçınmak, uykusuz kalmamak gerekiyor.

Grip 

Grip hastalığı, genellikle soğuk algınlığı ile karıştırılıyor. Ancak gripte, soğuk algınlığının aksine, ateş, kas ağrıları, terleme, halsizlik ve baş ağrısı gibi şikayetlerin daha yoğun ve ağır belirtiler yaşanıyor. Bu nedenle grip olan çocuğun, hastalığı diğer çocuklara bulaştırmamak için okula gönderilmemesi önem taşıyor. Çocukları gripten korumak için ise, spora teşvik etmek, alışveriş merkezi gibi kapalı mekanlar yerine açık havadaki etkinliklere yöneltmek, bulunduğu ortamı sık sık havalandırmak, ellerini sık sık sabunla yıkatmak ve fastfood yiyeceklerden uzak durmasını sağlamak gerekiyor.

Larenjit 

Larenjit, sonbahar aylarında sıklıkla görülüyor, kış aylarında ise giderek azalıyor. Üst solunum yolu enfeksiyonundan 1-2 gün sonra gelişen soluk borusunun enfeksiyonu hastalığında ödem, ses kalınlaşması, havlar tarzda öksürük ortaya çıkıyor. Kimi çocuklarda ise soluk borusunun daralması artınca solunum sıkıntısı meydana gelebiliyor. Larenjitten korunmak için üst solunum yolu enfeksiyonuna karşı alınan önlemler yeterli olabiliyor.

Orta Kulak İltihabı

Özellikle sonbahar ve kış aylarında sık görülen orta kulak iltihabı, genellikle üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle oluşuyor. Kulak ağrısı ve ateş belirtileri olan orta kulak iltihabı, tedavi edilmese de kendiliğinden düzelebiliyor. Ancak kalıcı işitme kayıpları gibi riskler barındırdığından hastalığın doğal seyrinin antibiyotik tedavisi ile kısaltılması, komplikasyon risklerinin azaltılması gerekiyor. Yıl boyunca 5 defadan daha fazla orta kulak iltihabı geçiren çocuklarda, geniz eti, alerji ve bağışıklık sisteminin ayrıca incelenmesi önem taşıyor.

Sinüzit

Mikroplar, solunum havasıyla burun ve sinüslere ulaşarak sinüzite yol açıyor. Genellikle üst solunum yolu enfeksiyonunu izleyen sinüzit, burun tıkanıklığı, koyu sarı-yeşil renkte burun akıntısı, ateş, diş ve baş ağrısı, burundan konuşma gibi belirtiler gösteriyor. Sinüzit hastalığında tıbbi tedaviye ek olarak günde 1-2 kez 1 litre suya 1 çorba kaşığı kadar kuru papatya konularak buharını solumak iyi gelebiliyor. Bunu 3-4 gün boyunca yapmak yararlı oluyor.

Sonbahar Alerjisi

Sonbahar mevsiminde burun tıkanıklığı, burun akıntısı, öksürük ve hapşırma gibi alerjik rahatsızlıklar görülebiliyor. Bu alerjilerde ateş, halsizlik gibi enfeksiyon belirtileri olmuyor. Sonbahar alerjisine hava değişimi, havanın rutubeti, viral enfeksiyonlar yol açıyor. Alerjenlerden korunmak için de burnu kapatan maske takmak ve tıbbi tedavi yeterli oluyor. Alerjiler bazı çocuklarda yaklaşık 7 yaşından itibaren hafifleyebiliyor. Geç yaşlarda başlayanlarda ise genellikle ergenlikte son bulabiliyor.

DR. LEYLA YOLAR / Çocuk Hastalıkları

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Havaların soğuması, mevsim geçişleri ve özellikle sonbaharın gelmesiyle enfeksiyon hastalıklarına yakalanma sıklığı artıyor. Metabolizmanın değişen hava koşullarına uyum sağlayamaması, kapalı alanlarda daha çok vakit geçirmeye başlanması gibi etkenler virüslerin daha hızlı yayılmasına neden oluyor. Sonbahar ve kış gibi soğuk mevsimler küçük önlemlerle enfeksiyon hastalıklarına yakalanmadan geçirilebiliyor. 

Sonbaharda en sık karşılaşılan 10 enfeksiyon hastalığı

  1. Nezle, genellikle griple karıştırılmaktadır. Ancak gripte ateş daha yüksek, kırgınlık, kas ağrısı, halsizlik daha belirgin ve mutlaka yatak istirahati gerektirecek boyuttadır. Birçok virüs damlacık enfeksiyonuyla bulaşarak nezle yapabilmektedir. Yatak istirahati ve bol sıvı alımıyla kendiliğinden geçmektedir.
  2. Grip (İnfluenza), birkaç gün yatağa mahkum eden, bulaşıcı ve ağır seyreden bir hastalıktır. 39 derecenin üzerinde ateş, üşüme, titreme, baş ağrısı, tüm vücutta kas-eklem ağrıları ve kuru öksürükle seyretmektedir. Özellikle çocuklarda karın ağrısı, yumuşak bulantı da yapabilmektedir. Yaşlılar, çocuklar ve kronik hastalığı olan kişilerde zatürreye sebep olabilmektedir.
  3. Bronşitte; ateş yüksekliği, halsizlik, vücut ağrısı olabilmektedir. Ama asıl belirti inatçı, üst üste gelen öksürük ataklarıdır. Bu belirtiler olduğunda bir uzmana başvurulmalıdır. Çünkü tedavisi birbirinden tamamıyla farklı olan alerjik bronşit ile mikrobik bronşitin ayrımı uzman tarafından yapılmalı ve gerekli tedavi buna göre seçilmelidir.
  4. Zatürre, akciğer dokusunun son derece tehlikeli enfeksiyonu olarak belirtilmektedir. Ateş yüksekliği, öksürük, koyu renkli balgam, nefes darlığı, sırt-göğüs bölgesinde ağrı ile halsizlik ortaya çıkmaktadır. Mutlaka yatak istirahati, bazı özel durumlarda hastane yatışı ve uygun medikal tedavi gerekmektedir.
  5. Orta kulak iltihabı, çocukluk çağında sık görülen orta kulak ve kulak zarının bakteriyel kökenli iltihaplanmasıdır. Mutlaka antibiyotik tedavisine başvurulmalıdır. Yeterli tedavi edilememesi halinde kronik orta kula iltihabı, menenjit, kulak zarı yırtılması, sinüzit ile işitme azlığına neden olabilmektedir.
  6. Farenjit; boğaz ağrısı, boğazda kuruma, yutkunmada zorlanma,  ateş yüksekliği, üşüme, titreme, terleme, halsizlik ile seyreden, yüzde 75’i viral kaynaklı olan boğaz iltihabıdır. Muayene sonrasında gerekli görüldüğü takdirde antibiyotik tedavisine başlanabilmektedir.
  7. Boğazın içinde sağ ve sol tarafta bademciklerin şişmesi, yutkunmada zorluk, boğaz ağrısı, boyun lenflerinde şişlik ile halsizlik yapabilen, genelde bakteriyel kaynaklı olduğu için antibiyotik kullanımı gerektirebilen bir hastalıktır. Özellikle bademcikler üzerinde beyaz plaklar varsa, zaman kaybetmeden doktora gidilmesi gerekmektedir.
  8. Sinüzit, alın orta hattı, elmacık kemikleri ve göz çevresinde dolgunluk hissi, baş ağrısı, ateş, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, geniz akıntısı ile seyreden genelde bakteriyel kökenli olduğu için antibiyotik kullanımı gerektiren, baş bölgesindeki kemiklerin içindeki sinüs isimli boşlukların iltihaplı hastalığıdır.
  9. Menenjit, hastane yatışı ve sıkı takip gerektiren tehlikeli bir hastalıktır. Verem menenjitine dönüşmediği takdirde sakatlık bırakmadan geçmektedir.
  10. Saman nezlesi veya alerjik nezle, alerjiye bağlı ilkbahar ve sonbahar aylarında görülmektedir. Burun akıntısı, hapşırık, burun ucunda kaşıntı, gözlerde yaşarma, kuru öksürük ve nefes darlığı şikayetleri olabilmektedir. Bulaşıcı özelliği yoktur.

Sonbaharda enfeksiyonlardan korunmak için bu önerilere kulak verin

  • C ve D vitamini ile çinko, demir eksikliği varsa bunları doğal yollardan kırmızı et, kuruyemiş, bezelye, bamya, ıspanak, mandalina, portakal, limon, greyfurt, biber, ananas, kivi gibi gıdalarla takviye etmeyi ihmal etmeyin.
  • Aşı yaptırın. Riskli gruba giriyorsanız yılda bir kez eylül, ekim, kasım aylarında olmak üzere grip aşısı, beş senede bir defa zatürre aşısı olmanız gerekir.
  • Risk faktörüne sahipseniz salgın dönemlerinde toplu taşıma gibi kalabalık ortamlara girmek zorunda olduğunuzda maske takın.
  • Hijyene dikkat edin.
  • Evi ve bulunulan ortamı iyi havalandırın.
  • Dengeli ve yeterli beslenin.
  • Her gün 40 dakika yürüyün.
  • Düzenli ve kaliteli uyuyun.
  • Sigara ve alkol kullanmayın.
  • Bol su için.
  • Stresten uzak durun.

Sağlığınızla ilgili tüm sorularınız, endişeleriniz, teşhis veya tedavi için mutlaka doktorunuza veya sağlık kuruluşuna başvurunuz.

Memorial Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü Uzmanları sonbaharda karşılaşılan enfeksiyon hastalıkları ve korunma yolları hakkında bilgi verdi.

Sabahları yorgun uyanmak, gün içinde yaşanan halsizlik, günlük işleri yaparken yaşanan isteksizlik ve genel bir bitkinlik hali. Çoğu zaman yüksek iş temposu ve şehir yaşamının hızından kaynaklandığı düşünülen bu belirtiler aslında ciddi hastalıkların belirtisi olabilir.

*Tiroiditten kansere birçok hastalığın işareti olabilen yorgunluğunuz geçmiyorsa altında yatan nedenin mutlaka araştırılması gerekir. Memorial Ataşehir Hastanesi Dahiliye Bölümü Uzmanları, yorgunluğun en sık görülen nedenleri ve dikkat edilmesi gereken noktalar hakkında bilgi verdi.

Yorgunluk, normalde bir insanın günlük işlerini yaparken kendini yorgun hissetmesi, yetersiz hissetmesi olarak tanımlanabilir. Kimi insanlar yaşından hiç beklenmedik bir şekilde atak olabilir ya da genç yaşta kişi yemek yemeye, yatmaya hatta dinlenmeye bile üşenir halde olabilir. Bu durum bir üşengeçlik mi, enerji düşüklüğü mü ya da hastalıktan mı kaynaklanıyor bunun belirlenmesi çok önemlidir. 

  • Kansızlık: Yorgunluğun en sık görüldüğü hastalık grubu anemidir. Çünkü oksijen taşıyan hemoglobinin eksikliği kişinin kendini yorgun ve halsiz hissetmesine neden olur. Bu durumda kişiye* mutlaka bir uzman doktor muayenesi ve gerekli tetkikler yaptırılmalıdır. Gerekli tedavi planlaması kansızlık giderildikten sonra yorgunluk hissinin de kaybolduğu görülecektir.
  • Depresyon ve stres: Yorgunluğa yol açan hastalıklardan ikinci sırada depresyon gibi psikosomotik hastalıklar gelir. Depresyon da kişilerin kendisini yorgun hissetmesine neden olabilir.
  • Tiroit hastalıkları: Hipotiroidi* başta olmak üzere endokrin hastalıklar da kişinin kendisini çok yorgun hissetmesine neden olur. Hatta hipotiroidi* hastalarının etraflarında tembel olarak tanımlanan kişiler olduğu söylenir. İş yapmak istemeyen, yerinden kalkmakta zorlanan, iş yapma gücünü kendinde hissetmeyen insanlardır bunlar genelde. Yine endokrin hastalıklarından şeker hastaları da sürekli yorgundurlar. Bu insanlar kendilerini yorgun, bezgin ve güçsüz hissederler. Şeker seviyeleri yüksek olduğu zaman günlük yaşamları bile kesintiye uğrayabilir.
  • Kanser: Yorgunluk, bir takım erken onkolojik hastalıkların belirtisi de olabilir. kanser hücreleri hastanın tüm vücut sistemlerini bozarak yorgunluğa neden olabilir. Örneğin kansızlık yapmışsa, beslenmeyi bozuyorsa yorgunluk yaratabilir. Bir de tümörler insan organizmasına göre çok hızlı metabolik aktiviteye sahiptir. Yani şekeri daha hızlı tüketir, kişinin kan şekerini düşürür ve oksijeni daha çok harcarlar. Çünkü tümörler hızlı büyüyen dokulardır. Gereksinimleri de çok fazladır ve kişinin aleyhine alıp bunları harcadıkları için de kişi kendini yorgun hissedebilir.
  • Kalp hastalıkları: Kalp yetmezliklerinin de en önemli belirtilerinden birisidir yorgunluk. Hatta kalp hastalıklarının en erken bulgularından birisidir. İster kapak lezyonu olsun, ister kalp damar hastalıkları olsun, bunlar kalbin oksijen ihtiyacını karşılamasına engel oldukları için yorgunluk yaratırlar. Kişi bir kat merdiven bile çıksa yorulur, bacakları kesilir, nefessiz kalır.
  • Enfeksiyon hastalıkları: Vücutta çeşitli nedenlerle ortaya çıkan enfeksiyon hastalıkları da yorgunluğun sık görülen nedenlerini oluşturmaktadır. Bunlar:
  • Hepatit yani karaciğer iltihaplanması
  • Kalbin iç yüzünün iltihabı
  • Kalp zarı iltihapları
  • Verem (tüberküloz)
  • Parazit hastalıkları
  • AIDS şeklinde sıralanabilir.
  • Metabolik hastalıklar: Böbrek yetmezliği, karaciğer yetersizliği, kalsiyum yüksekliği ve potasyum düşüklüğü gibi durumlarda da vücuttaki kan tuzları ve minerallerdeki azalmalar yorgunluğun ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu hastalık ve durumların erken dönemde tedavisi çok önemlidir.

8-Uyku apnesi: Yaşam kalitesini bozan en önemli sorunlardan olan uyku apnesi de yorgunluğun önemli sebeplerinden birisidir. Yeterli sürede, kaliteli bir uyku uyuyamayan kişiler kendisini ertesi gün aşırı yorgun hissedecektir. Bu durum gün içerisindeki tüm faaliyetlere yansır.

  • Fiziksel güçsüzlük: Yorgunluk, fiziksel güç ve kondisyonla da çok ilgilidir. Kondisyonlu ve güçlü bir kişi daha geç yorulur. Yaşa göre sağlıklı beslenerek ve düzenli fiziksel aktivite ile kas kuvvetini artırmak ve korumak yorgunluğun önüne geçebilir.

Ne zaman doktora başvurulmalıdır?

Kişi, daha önce yorulmadan rahatlıkla yapabildiği işleri artık yorularak yapıyorsa bir doktora başvurmalı, yorgunluğun sebebi araştırılmalıdır. Hatta kişinin özgüveninin azalması, kendine eskisi kadar iyi bakmaması da bir soruna işaret olabilir. Geçici yorgunluklar çok önemli sayılmamaktadır ancak kronik yorgunluk olduğunda bu durum mutlaka önemsenmelidir.

Enerjinizi doğru kullanmayı öğrenin

Çalışma ve dinlenme periyotları doğru ayarlanmalıdır. Kısa ve sık dinlenme aralıkları verilerek yorgunluğun ortaya çıkması önlenebilir. Çalışma ortamının iyi havalandığından emin olunmalıdır. Çok sıcak veya çok soğuk ortamlar vücudumuzda ekstra bir stres yaratır. Vücudun çok hafif düzeyde susuz kalması dahi metabolizmayı yavaşlatır. Bu nedenle günde en az 8-10 bardak su içilmesi, kahve ve çayın mümkün olduğunca az tüketilmesi gerekir.
Düzenli uyku ile yeterli ve dengeli beslenme, bağışıklık sisteminin güçlü olması için gereklidir. Düzenli yapılan 30 dakikalık yürüyüş, vücut ağırlığının dengelenmesine, kemik sağlığının korunması ve geliştirilmesine yardımcı olmaktadır. Düzenli egzersiz ile metabolizma hızlanır, daha fazla enerji oluşumu sağlanır. Kalp damar sisteminin ve solunumun düzenlenmesini, dokulara yeterli düzeyle oksijen taşınmasını sağlar.

Sağlığınızla ilgili tüm sorularınız, endişeleriniz, teşhis veya tedavi için mutlaka doktorunuza veya sağlık kuruluşuna başvurunuz.

MEMORIAL / Yorgunluğunuz Bu 9 Nedenden Kaynaklanabilir

Sonbaharda kapımızı çalan hastalıklar, hava sıcaklığında ani düşüş, hava kirliliği, kapalı ve kalabalık mekanlarda geçirilen uzun saatler, toplu taşıma araçlarıyla birlikte geliyor ve virüslerden kaçamıyoruz.

Sonbaharda Hastalıklarla Baş Etmenin Yolları

Her yıl yaz aylarının bitmesiyle sıcak havalarla vedalaşıp maalesef grip ve nezle gibi rahatsızlıklara ‘merhaba’ diyoruz. Öksürük, burun akıntısı, ishal, bronşit derken fiziksel olarak düşerken depresyona da yenilebiliyoruz. Sonbaharda kapıyı çalan bu hastalıklar hava sıcaklığında ani düşüş, hava kirliliği, kapalı ve kalabalık mekanlarda geçirilen uzun saatler, toplu taşıma araçlarıyla birlikte geliyor ve virüslerden kaçamıyoruz. Sonbaharda doğanın kendini kışa hazırlamak için yaşadığı dönüşüm, özellikle büyük şehirlerde yaşayanları olumsuz etkilerken okulların açılmış olması ve kapalı mekanlar mikropların kolayca bulaşmasına fırsat yaratıyor. Bugünlerde pek çok kişi grip, öksürük, ishal, bronşit ve alerjik astım ile mücadele etmeye çalışıyor. İşte sonbaharda kapıyı çalan hastalıklar ve bu hastalıklara ilişkin uyarılarımız…

KOAH ve Astım Alevleniyor

Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olanlar, astımlılar, diyabeti olanlar, kanser nedeniyle kemoterapi görenler üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı daha duyarlılardır. Bu kişilerde enfeksiyonlar, bronşit ve zatürre gibi daha ciddi alt solunum yolu enfeksiyonlarına kolayca dönüşebiliyor. Astım ve KOAH atakları meydana gelebiliyor. Bu nedenle kronik hastalıkları olanların sonbaharda grip aşısı yaptırmaları ve belirli periyotlarda zatürre aşısı olmaları özellikle önem taşıyor.

AVM’lerdeki Klimalara Dikkat!

Sonbaharda vücudun bağışıklık sisteminin zayıflamasının da etkisiyle, damlacık yoluyla bulaşan üst solunum yolu enfeksiyonları (nezle, grip, farenjit, tonsillit, sinüzit) daha yaygın hale geliyor. Kuru hava, aşırı çalıştırılan ısıtıcılar ve kalabalık alışveriş merkezlerindeki klima sistemleri de solunum yolumuzdaki mukozal koruma bariyerine zarar veriyor ve bizi enfeksiyonlara daha açık hale getiriyor. Hava sıcaklığına uygun giyinip rüzgara ve yağmura maruz kalmayarak, mevsim sebze ve meyvelerini yeterince tüketerek, bol su içerek, özellikle ellerimizi sık sık sabunla yıkayarak, pencereleri düzenli aralıklarla açıp ortamı havalandırarak üst solunum yolu hastalıklarına karşı önlem almak mümkün.

Lodos Baş Ağrısı Yapar mı?

Mevsimsel değişiklikler, hava basıncı ve nem değişiklikleri ile özellikle güney batıdan esen lodos, baş ağrıları ve migren ataklarını tetikleyebiliyor. Türkiye’de bununla ilgili lodoslu havalarda migren ataklarının arttığı tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalarda aslında baş ağrısının nedeninin esintinin kendisi değil, rüzgarla birlikte gelen havadaki biyolojik aktif partiküller, tozlar ve kirler olduğuna dair veriler mevcuttur. Mevsime uygun giyinme, rüzgarlı havalarda yüzü ve başı koruma, bazı iklimsel değişikliklerle tetiklenen bir hastalık söz konusuysa bu gibi havalarda tedbirli olma yaşam kalitesini artırabiliyor.

Sporu İhmal Etmeyin

Yapılan çalışmalarda gastrit, mide ülseri, sindirim sistemi kanamaları ve huzursuz bağırsak sendromu gibi sindirim sistemiyle ilgili bazı hastalıkların geçiş mevsimlerinde özellikle ilkbahar ve sonbaharda arttığı görülüyor. Beslenme alışkanlıklarının, uyku saatlerinin değişimi, yaşam şartlarının yaza göre zorlaşması, stres ve sorumluluk yükünün artması, gün ışığından faydalandığımız saatlerin azalması gibi etkenler vücudumuzda bazı değişikliklere ve strese yol açıyor. Bu adaptasyon süreci içinde vücut bu değişimlere uyum sağlamazsa sindirim sitemiyle ilgili sıkıntılar artıyor. Bu nedenle sonbaharda da mümkün olduğunca gün ışığından faydalanmayı, aşırı uyumamayı, düzenli spor yapmayı ve dengeli beslenmeyi ihmal etmemek büyük önem taşıyor.

Sonbahar Depresyonuna Karşı Uykuya Dalmayın

Yazın açık havada geçirilen zamanlar, denizler, ormanlar, parklar sonbaharla birlikte yerini ev ve işyeri arasındaki kısır döngüye, trafik stresine, artan iş yüküne, çoğunlukla televizyon başında geçirilen zamana bıraktığında buna yönelik savunma mekanizması geliştiremeyen kişilerde sonbahar depresyonuna girme ihtimali artıyor. Oysa doğanın sonbaharla birlikte apayrı bir güzelliğe bürünmesine kayıtsız kalmamak, yürüyüş ve hafta sonu dışarıda zaman geçirmeyi ihmal etmemek, yağan yağmurlardan sonra etrafı saran toprak kokusunu içine çekmek doğal antidepresan görevi görüyor. Bu nedenle hafta sonları alışveriş merkezlerine gitmek yerine doğadaki bu değişime tanıklık edebileceğimiz mekanlarda bulunmak, gün ışığından mümkün olduğunca yararlanmak ve düzenli beslenme, egzersiz ve uykuyu ihmal etmemek çok önemli.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

ACIBDEM HAYAT

MS Hastalığı (Multipl Skleroz) Nedir?

MS hastalığı, bir diğer adıyla Multipl Skleroz olarak da bilinir. MS hastalığı, santral sinir sistemini yani asıl olarak beyin ve omuriliği etkileyen bir hastalıktır. Hastalığa sahip olan kişilerin sinir hücreleri bozulmaya uğrar. Bu bozulma asıl olarak vücutta iletişimi sağlayan sinir hücrelerinin “koruyucu kılıfı” (miyelin kılıfı) kısmında meydana gelir. 

Daha spesifik olmak gerekirse; merkezi sinir sistemi aracılığıyla vücutta bulunan organların birbiriyle olan iletişimini sağlayan omuriliğin miyelin tabakası üzerinde fiziksel bir bozulma meydana gelir. Koruyucu kılıfın hasar gördüğü yerlerde sertleşmiş dokular bulunur ve bu alana da plak adı verilir. Miyelin kılıfının yapısındaki bozulma yaygınlaştıkça, sinir sisteminin birçok bölgesinde plak (ya da lezyon) oluşumu ortaya çıkar. Ortaya çıkan bu tabakalaşmış yapılar, sinir sisteminin işleyişini aksatır ve vücudun çeşitli bölgeleri arasındaki iletişimin bozulmasına yol açar.

Sinir sisteminde bulunan yapıların hasar görmesi oldukça değişik sonuçlara gebe olabilir. Dolayısıyla MS hastalığını genel bir tanıma oturtabilmek oldukça zordur. Zira bozulmanın meydana geldiği yere ve ortaya çıkan tahribatın seviyesine göre hastalığın şiddeti, tipi ve semptomları kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. 

Bu sebepler MS hastalığının belirtilerini ortaya koymak ya da tedavi sürecinde net saptamalar yapmak zordur. Öncelikle kişinin durumunun detaylı bir şekilde incelenmesi gerekir. Bu özellikler sebebiyle, MS hastalığına sahip olan kişileri aynı kefeye koymak doğru olmaz. Zira söz konusu hastalık her hastada farklı şekilde gelişmekte ve belirtileri de farklı şekilde ortaya çıkmaktadır.

MS Hastalığı Kimlerde Görülür?

Söz konusu hastalık genellikle gençlik çağındaki bireylerde ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, bazı ciddi nörolojik hastalıklara sahip olan kişilerde de multipl sklerozun tetiklenme riski daha yüksektir. Ayrıca kadınlarda, sosyo ekonomik düzey açısından ileri seviyedeki toplumlarda ve genelde kentlerde yaşayan kişilerde daha sık görüldüğü bilinen bir hastalık olma özelliğine sahiptir. 

Oransal olarak incelendiğinde ise hastalığa sahip olan bireylerin yaklaşık %70’inin 20 ila 40 yaşları arasında ilk belirtilerini gösterdiği bilinmektedir. Bununla birlikte, %30’luk bir kesim 20 yaşından önce ya da 40 yaşından sonra hastalık belirtilerini gösterebilmektedir. Aynı doğrultuda hastalık kadınlarda erkeklere kıyasla 2/3 oranla daha fazla görülmektedir.

MS Hastalığı Neden Olur?

Multipl skleroz nedenleri günümüzde hala tartışma konusudur. Konu ile ilgili birçok farklı teori üzerinde durulmuş olsa da, hastalık birçok kişide farklı sebeplerle ortaya çıktığı için tam bir görüş birliğine varılamamıştır. Kimi bilim insanları tarafından hastalığın önceden geçirilen çeşitli viral enfeksiyonlar, kişinin yiyerek ya da soluyarak vücuduna alabileceği çeşitli maddeler, zararlı beslenme alışkanlıkları, coğrafi faktörler ya da bağışıklık sistemindeki tahribat gibi sebeplerden dolayı ortaya çıktığı ortaya atılmıştır. Ancak bu teorilerden hiçbiri her tam olarak kanıtlanamamıştır.

Saygı duyulan bazı araştırmacıların ortaya attığı bir görüşe göre; multiple skleroz hastalığı kişinin özel bir virüs ile enfekte olması sonucunda ortaya çıkar. Bu teori uyarınca; kişi ergenlik ya da çocukluk döneminde ileride multipl skleroz hastalığına yol açacak bir virüs tarafından enfekte edilir. Söz konusu virüs yaklaşık 10-15 yıl boyunca kişide herhangi bir olumsuz semptoma ve şikayete sebep olmaz. Daha sonra ise kişinin ileri dönemde yaşayabileceği bazı ağır hastalıklar sonucunda ortaya çıkar (yüksek ateş, viral enfeksiyon, bakteriyel enfeksiyon, şiddetli solunum yolu hastalıkları vb.)

Hastalığın kökeni ile ilgili olarak yaygın şekilde dillendirilen bir diğer görüş ise hastalığın otoimmün, yani kişinin kendi bağışıklık sistemi tarafından üretilen, bir hastalık olduğudur. Bağışıklık sistemi vücudun direncini sağlayan ve dışarıdan gelen hastalıklara ya da zararlı organizmalara müdahale edip bunlara saldıran bir yapıya sahiptir. 

Ancak çeşitli durumlarda bağışıklık sisteminin yapısı bozulabilir ve böylelikle yanlışlıkla vücut için yararlı olan yapılara saldırma davranışı gelişebilir. Bu teoriyi savunan bilim insanları; MS hastalığının bağışıklık sisteminde bulunan hücrelerin yanlışlıkla santral sinir sisteminde yer alan miyelin kılıfına saldırması sonucunda ortaya çıktığını iddia etmektedirler.

Yukarıdaki faktörlere ek olarak MS hastalığı nedenleri arasında aşağıda bahsedilen faktörler de göz önüne alınmaktadır:

  • Ciddi alerjik reaksiyonlar
  • Beslenme bozuklukları, mineral ve vitamin eksikliği
  • Anne karnında bebeğin vücudunda ortaya çıkabilecek çeşitli biyokimyasal vakalar
  • Geçmişte “herpes” ya da “varisella zoster” gibi virüslerle enfekte olmak

Ayrıca kişinin etnik kökeninin de bu hastalığın ortaya çıkmasında pay sahibi olduğu söylenebilir. Zira yıllar boyunca toplanan veriler incelendiğinde Kuzey Avrupa, Kuzey Amerika ve Kanada’da (asıl olarak beyaz ırkın yaşadığı bölgeler) hastalığın daha yüksek oranda görüldüğü bildirilmiştir. Bununla birlikte, sarı ve siyah ırka mensup olan kişilerin hastalığa karşı korumaları daha yüksektir.

MS Hastalığı Belirtileri Nelerdir?

Hastalığın kişide yol açtığı semptomlar kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bununla birlikte; hastalığa sahip olan kişilerde ortaya çıkan en genel multipl skleroz belirtileri şu şekilde sıralanabilir: 

  • Bacak, gövde ve kol gibi bölgelerde ortaya çıkan uyuşukluk, karıncalanma, güçsüzlük ve iğne batıyormuş gibi hissetme durumu
  • Kimi zaman vücudun bir tarafında, kimi zaman ise iki tarafında da ortaya çıkabilecek olan güç kaybı. Bu belirti genellikle kollarda ya da bacaklarda (veya her iki uzuvda da) ortaya çıkabilir.
  • Görme kaybı ve çift görme
  • Spazm, kasların sertleşmesi ve kişinin sık sık kramp şikayeti yaşaması
  • Sürekli idrarın gelmesi ve zaman zaman idrarını tutamama durumu
  • Büyük tuvaletini yapmakta zorluk yaşamak, kabızlık
  • Konuşurken kelimeleri toparlayamamak, konuşma bozukluğu
  • Yürürken ortaya çıkabilecek olan denge kaybı
  • Yutma güçlüğü
  • Kişinin cinsel işlevlerinde bozukluk yaşaması (özellikle erkeklerde ortaya çıkan bir belirti olarak göze çarpar.)
  • Aşırı yorgun, bitkin ve halsiz hissetme durumu
  • Konsantrasyon bozukluğu
  • Kısa süreli hafıza problemleri
  • Mide bulantısı
  • Depresif ruh hali

Yukarıda sözü edilen belirtilerin ortaya çıkış sırası, ilerleyiş şekli, şiddeti ve hangi belirtilerin ortaya çıkacağı tamamen kişiden kişiye değişmektedir. Bu durum hastalığın etkilediği bölgenin kişiden kişiye farklı olmasıyla açıklanmaktadır. Söz konusu belirtilerin bazı durumlarda sadece bir tanesi mevcut olabilirken, bazı durumlarda ise kişinin vücudunda birçok farklı belirti görülebilir.

Genel şema olarak; hastalığın ilk belirtileri arasında genellikle kol ve bacakla güç kaybı görülmektedir. Bu belirtiyi takiben kişi duyu bozuklukları, görmede bozukluk, denge bozukluğu ya da konuşma bozukluğu gibi semptomlar yaşayabilir. Bunlara ek olarak, halsizlik, uyuşma, karıncalanma, yorgunluk ve çift görme gibi belirtiler de sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Hastalığa sahip olan kimi kişilerde ise yazı yazma becerisinin kötüleştiği görülmüştür.

MS Hastalığı Atakları Nasıl Olur?

MS hastalığı bulunan kişilerde zaman zaman atak durumları yaşanabilir. Söz konusu atakları yaşayan kişilerde gövde başta olmak üzere kollarda, yüzde ya da bacaklarda karıncalanma, güçsüzlük hissi ve uyuşukluk görülmesi durumuna oldukça sık rastlanır. Bununla birlikte kişi kendisini aniden yorgun ve sersemlemiş şekilde hisseder. Bunun ardından genellikle birçok kişinin baş dönmesi semptomunu yaşadığı görülür. Verilen durumlara ek olarak; denge bozukluğu, hareket ederken zorlanmak, görüş açısının daralması ve bulanık görmek, konsantrasyon kaybı ve düşüncelerini toparlayamama gibi semptomlar da ortaya çıkmaktadır.

Kişide yukarıda bahsedilen semptomların görülmesi, kişinin direkt olarak MS atağı geçirdiği anlamına gelmez. Multipl skleroz atakları tanısına dair bir tanı koyabilmek için, kişinin vücudunda daha önce mevcut olmayan bir nörolojik bulgunun var olması, atağın 24 saat ya da daha uzun bir süre sürmesi ve zamanla iyileşmek yerine daha da ağırlaşması gerekmektedir. Bu doğrultuda; belirtilerin 1 günü aştığı durumlarda kişinin ivedilikle bir sağlık kuruluşuna başvurması gerekir.

MS Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?

Kişiye öncelikle fiziki bir muayene yapılır ve şikayetleri dinlenir. Ardından beyin ve omurilik bölgelerinin Manyetik Rezonans (MR) yöntemiyle görüntülenmesi istenir. Duruma göre kişinin omurilik sıvısından örnek alınabilir ve çeşitli elektrofizyolojik testler yapılabilir. Genellikle çekilen MR sonucunda hastalığın tanısını koymak mümkün olmaktadır.

MS Hastalığı Tedavisi Nasıl Yapılır?

MS hastalığının tedavisi tıpkı belirtilerinde olduğu gibi kişinin durumuna göre değişiklik gösterir. Birçok hastalıkta olduğu gibi bu hastalıkta da tedaviye erken başlamak ve erken tanı oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Bu durum özellikle erken yaşta başlayan hastalıklar için geçerlidir. Zira multipl skleroz tedavisi ne kadar erken başlarsa o kadar şiddetli bir biçimde ilerler.

Hastalık genellikle ataklar halinde ortaya çıktığı için, uzun bir süre boyunca herhangi bir olumsuz belirti yaşanmayabilir. Ancak bu kişinin tedaviye gereksinim duymadığı anlamına gelmez. Çeşitli mecralarda “MS hastalığının tedavisi bulundu” gibi haberler çıksa da, henüz hastalığı tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi yöntemi geliştirilememiştir. 

Hastalığın tedavisinde asıl amaç hastalığın ilerlemesini yavaşlatıp atakların sıklığını ve şiddetini azaltmaktır. Bu doğrultuda kişiye genellikle ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Kişiye reçete edilecek olan ilacın niteliği kişinin sahip olduğu belirtilere göre değişiklik gösterir. İlaç tedavisine ek olarak oluşan güç kaybını ve fiziksel rahatsızlıkları azaltmak amacıyla kişiye fizik tedavi ya da egzersiz tavsiye edilebilir.

MS Hastalığı Ölümcül müdür?

MS hastalığı kişinin yaşam kalitesinde oldukça ciddi sorunlara yol açmaktadır. Ancak bu hastalığa sahip olan kişiler ile sıradan bireyler arasında yapılan araştırmalara göre, multipl skleroz hastalığının ölümcül bir hastalık olmadığı sonucuna varılmıştır. Zira ortalama yaşam süresi iki grup arasında da oldukça büyük bir benzerlik göstermektedir.

DENİZLİ CERRAHİ HASTAHANESİ

Multipl Skleroz (MS)

Multipl skleroz (MS), bağışıklık sisteminde öngörülemeyen bir aksaklık ile ilişkili olan beyin ve omuriliği (merkezi sinir sistemi) ilgilendiren özgün bir hastalıktır.

Hastalar “atak” adı verilen süreçlerde beynin görme, konuşma, yürüme gibi fonksiyonlarında 24 saati bulabilen aksaklıklardan şikayet ederler. Her bir atak farklı beyin veya omurilik bölgelerini etkileyebilir ve bu süreci takiben “plak” adı verilen nedbe dokusu kalabilir.

MS psikiyatrik bir tablo değildir.

Herhangi bir zamanda herkesin başına gelebilecek, henüz nedeni tam olarak ispat edilememiş bir hastalıktır.

MS bulaşıcı bir hastalık değildir.

MS belirtileri çeşitli olup en görülenleri şunlardır:

  • Göz bozukluğu: Çift görme veya gözün irade dışı hareketi şeklinde olabilir
  • Vücudun herhangi bir bölgesinin kısmen veya tamamen felç olması
  • Ellerin Titremesi
  • İdrar veya kalın barsak kontrolünün kaybı
  • Sendeleme veya denge kaybı
  • Dilde peltekleşme gibi konuşma bozuklukları
  • Aşırı halsizlik veya kendini alışılmamış biçimde yorgun hissetme
  • El-ayak koordinasyon bozukluğu
  • Vücudun muhtelif yerlerinde uyuşma veya karıncalanma hissi
  • Ayakların belirgin şekilde sürüklenmesi gibi ani ortaya çıkan kuvvet kusurları

Beyin ve omurilikte tutulan bölgelere ve hastalığın seyrine bağlı olarak pek çok çeşidi vardır. Bazı hastalar zaman içinde fiziksel hareketlerini kısıtlayacak sorunlar ile karşılaşabilir. Ancak herkesi kural olarak sakat bırakan bir hastalık değildir.
MS henüz önlenebilir ya da tamamen tedavi edilebilir değildir. Ancak mevcut tedaviler ile yeni atak gelişmesine ait risk önemli ölçüde azaltılır. Ataklarda erken müdahale plak oluşumunu ve plağa bağlı hasarı azaltır. Ayrıca eşlik eden sorunlara (ağrılar, halsizlik, uyku bozukluğu vb.) yönelik tedaviler hastanın yaşam kalitesini artırır.
MS hastaları çalışabilir, seyahat edebilir, evlenebilir ve çocuk sahibi olabilirler. Genetik geçişle ilgili bazı dağınık bilgilere rağmen anneden bebeğe geçen irsi bir hastalık değildir. Nöroloji uzmanı kontrolünde yaşam kalitesinde azami konfor sağlanabilen bir hastalıktır.

Prof. Dr. Aynur Özge

Ani kilo kaybına neden olan 16 hastalık

Beklenmedik ve ani kilo kayıpları birçok farklı nedenden kaynaklanabilir ve bazıları ciddi bir sağlık sorunuyla ilgili olabilir. İşte ani kilo kaybına neden olan sağlık sorunları.

Ani ve beklenmedik kilo kayıpları çoğu zaman sağlıksız beslenmeden kaynaklanır. Özellikle hastalık durumunda yetersiz beslenme bu duruma neden olur. Uluslararası bir araştırmaya göre, dünyadaki hastanelerdeki hastaların yüzde 50’sine kadarı iyi beslenmiyor veya yetersiz beslenme riski altında. Bu, ihtiyaç duydukları besinlere yeterli miktarda sahip olmadıkları anlamına gelir. Yetersiz beslenme çok uzun sürerse, beklenmedik ve ani kilo kaybı da dahil olmak üzere sağlık üzerinde zararlı bir etkiye sahiptir. İleri yaştakiler ise ilaçlar ve doğal iştahsızlık nedeniyle daha fazla kilo kaybı riski altındadır. Ani kilo kayıplarını en iyi önleme protein, yağ ve karbonhidratları yeterince birleştiren dengeli bir diyet izlemektir.

Birçok farklı sağlık sorunu beklenmedik ve ani kilo kayıplarını beraberinde getirebilir. İşte en yaygın olanları.

Kas kaybı (Sarkopeni)

Kas kaybı 40’lı yaşlarda başlama ve 75 yaşından sonra daha hızlı ilerleme eğilimindedir. Çoğu kişide 30 yaşından sonra orta derecede kas kütlesi kaybı yaşanır ve bu yaşla birlikte katlanarak artar. Hormonal değişiklikler vücudun yıllar içinde kas kütlesini nasıl geliştirdiğini ve biriktiğini etkilese de, sarkopeni vakalarının çoğu kötü beslenmenin yanı sıra hareketsizlik ile de ilgilidir.

Kas kaybını önlemenin ve tedavi etmenin en iyi yollarından biri daha fazla protein, kalsiyum ve D vitamini tüketmektir. İleri yaştaki yetişkinler genellikle aynı kas kütlesini korumak için daha fazla proteine ihtiyaç duyarlar, çünkü vücut protein işlemedeki verimliliğini kaybeder. Et gibi asit üreten gıdalar bakımından zengin, meyve ve sebze bakımından düşük diyet türlerinin de kas kütlesi üzerinde yıkıcı etkileri vardır. Günlük olarak egzersiz yapmak da kas kütlesini ve gücünü geliştirmeye yardımcı olur.

Kanser

Lösemi, akciğer, pankreas, meme ve kolon kanseri de dahil olmak üzere çeşitli kanser türleri açıklanamayan ve ani kilo kaybına neden olur. Kanser hastalıklarında kilo vermenin birçok nedeni vardır. Bazı kanserler daha fazla kalori yakan dinlenme metabolizmasının hızlanmasına neden olurken, diğerleri kilo kaybına yol açan enflamatuar proteinler üretebilir veya vücuttaki konumları nedeniyle kilo kaybına neden olabilir. Örneğin, bazı pankreas kanserleri midenin boşaldığı yerlerde gelişir ve daha hızlı tokluk hissine neden olur. Ve bazı özofagus kanserleri yutma güçlüğüne neden olarak yemek yemeyi kısıtlar ve bu da kilo kaybına yol açar.

Kilonuzun yüzde 10’undan fazla açıklanamayan kilo kaybı görürseniz, tam bir kontrol için mutlaka bir uzmana başvurun. Radyasyon ve kemoterapi gibi kanser tedavileri de iştah kaybı, mide bulantısı, kusma ve ağız ülseri gibi yan etkilere neden olarak yemek yemeyi engelleyebilir.

Hipertiroidi

Açıklanamayan kilo kaybı graves hastalığı (zehirli guatr) gibi tiroid hastalığının bir işareti olabilir. Bui tiroid bezinin aşırı tiroid hormonu salgılayarak neden olduğu otoimmün bir sağlık sorunudur. Kilo kaybına genellikle kalp çarpıntısı, saç dökülmesi ve uykusuzluk gibi belirtiler eşlik eder.

Tiroid bezinin aşırı aktif olduğu durum olan hipertiroidi basit bir kan testi ile tespit edilebilir. İyi haber, tüm bu durumların tedavi edilebilmesidir. Hipertiroidin nedeni ne olursa olsun, belirtileri tersine çevirmeye yardımcı olabilecek tedaviler vardır.

HIV ve AIDS

AIDS olarak da bilinen edinilmiş immün yetmezlik sendromu, insan immün yetmezlik virüsünün (HIV) neden olduğu kronik, hayatı tehdit eden bir hastalıktır. HIV vücudun besin emilimini engelleyebilir, yetersiz beslenmeye ve iştahsızlıklara yol açabilir.

HIV ve AIDS, iştah azalması veya yemek yemenin acı verici bir süreç haline gelmesi nedeniyle kilo kaybına neden olan enfeksiyon riskini de artırabilir. HIV veya AIDS için kesin bir tedavi yoktur ancak, hastalığın ilerlemesini önemli ölçüde yavaşlatabilecek, enfeksiyon riskini azaltabilecek ve HIV/ AIDS’li kişinin nispeten sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlayacak ilaçlar mevcuttur.

Peptik ülser

Peptik ülserler, midenin iç zarında ve ince bağırsağın üst kısmında gelişen açık yaralardır. Peptik ülserlerin ana belirtisi mide ağrısı olduğundan, bunlar genellikle iştah kaybına neden olur. Peptik ülserlerin tokluk hissi vermesi de yaşanabilir. Yaşam tarzı değişiklikleri, çeşitli ilaçlarla birlikte bu hastalığı ve eşlik eden kilo kaybını tedavi etmenin en iyi yoludur.

Depresyon

Depresyon farklı şekillerde kendini gösterebilir ve kilo kaybı da bunlardan biridir. Depresyonun birçok yan etkisinden biri, kişide doğal olarak kilo kaybına neden olabilen iştahsızlıktır. Depresyonun tek bir nedeni yoktur ancak birçok durumda ilaçla tedavi edilebilir. Ancak bazı antidepresanlar kilo kaybına neden olabilir.

Kalp yetmezliği

Kalp yetmezliği, kalp kaslarının vücuda yeterli kan ve oksijen pompalayamadığında ortaya çıkar. Bu hastalığın önemli bir göstergesi, 6 ay içinde normal kilonun en az yüzde 7.5’ini oluşturan hızlı ve açıklanamayan kilo kaybıdır.

Diyabet

Tip 2 diyabet genellikle kilo alımı veya obezite ile ilişkilidir, ancak şaşırtıcı bir şekilde kilo kaybı da bu hastalığın bir belirtisi olabilir. Vücut normalde insülin kullanmadığında, glikoz yakıt görevi görmek için kan dolaşımına geçmez. İnsülin eksikliği olduğunda, vücut enerji kazanmak için yağ ve kas yakmaya başlar ve toplam vücut ağırlığının düşmesine neden olur.

Diyabet basit bir kan testi ile teşhis edilebilir. Herhangi bir endişeniz varsa mutlaka bir uzmana danışın.

Çölyak hastalığı

Çölyak hastalığı, ince bağırsağa zarar veren glütene kronik maruziyet nedeniyle ağırlaşan otoimmün bir hastalıktır. Glüten buğday ve diğer tahıllarda bulunan bir proteindir. Çölyak hastalığı, besinlerin emilimini ve uzun vadede kalorilerin emilimini durduran bağırsak duvarını yok eder ve bu da kilo kaybına yol açar.

Parazitler

Tenya ve kurt gibi parazitler, kontamine yiyecekleri veya su tükettikten sonra vücuda girebilir. Parazitler vücuttaki besinleri emmede ve üremede aktiftir. Bu iştah ve kilo kaybına neden olur. Parazitlerin varlıklarını ortaya çıkarmaları haftalar, aylar ve hatta yıllar alabilir. Vücutta çoğaldıklarında bulantı, kusma, ishal ve kilo kaybı artar.

Demans

Alzheimer hastalığı veya diğer demans türlerine sahip kişiler sık sık kilo kaybı yaşar, çünkü beslenme ihtiyaçlarını karşılayamazlar. Bunun dışında diğer faktörler de buna katkıda bulunur. Demanslı insanlar sosyal olarak izole olurlar veya düzenli olarak yemek yemeyi unuturlar. Beyindeki nöronların bozulması tat ve koku duyusunu zayıflatır ve yiyecekleri daha az iştah açıcı hale getirir. Önemli kilo kaybı olan yaşlı yetişkinlerin demans geliştirme riskleri artar.

Crohn hastalığı

Yetersiz beslenme ve kilo kaybı genellikle sindirim sisteminin iltihaplı bir hastalığı olan Crohn hastalığına eşlik eder. Çölyak hastalığında olduğu gibi vücut besinleri düzgün bir şekilde ememez ve hastalar daha az yemeye başlar. Ek olarak Crohn hastalığı ağız ve mide de dahil olmak üzere tüm vücutta yaralara neden olabilir. Bu, yemek yemeyi acı verici hale getirir ve daha sonra yiyeceklerden nefret etmeye yol açar.

Romatoid artrit

Romatoid artrit (RA) eklemleri ağrılı, sert ve şişmiş hale getiren kronik bir hastalıktır ve beklenmedik kilo kaybına da neden olur. Hastalık iltihaplıdır, bu da sitokin adı verilen bir grup proteinin vücutta aşırı üretilmesine ve bazal metabolizma hızında bir artışa yol açar. Vücut daha fazla kalori ve yağ yakar ve hastalar istemeden kilo kaybeder.

Lupus

RA gibi lupus da otoimmün bir hastalıktır, ancak böbrek hasarından sindirim sistemi bozukluklarına ve cilt sorunlarına kadar tüm vücudu etkiler. Etkilenen o kadar çok organ sistemi vardır ki, hastalar kaçınılmaz olarak kilo kaybı yaşar. Lupus mide reflüsüne de neden olabilir ve bu da bazı hastaların yemekten kaçınmasına neden olur. Mide krampları ve ishal de dahil olmak üzere sıklıkla lupusa eşlik eden sindirim sistemi bozuklukları ve hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlar da kilo kaybına yol açabilir.

Çinko eksikliği

Vücudun en iyi şekilde çalışması için çinko da dahil olmak üzere birçok vitamin ve minerale ihtiyacı vardır. Çinko eksikliği iştah ve kilo kaybına neden olabilir. Çinko eksikliği ağızda kalıcı olarak kötü bir tat verir, bu da iştahı bastırır ve kilo kaybına neden olur. İyi çinko kaynakları arasında kırmızı et, tavuk, hindi, baklagiller ve kuru yemişler bulunur. Çinko eksikliği, hipertansiyon için reçete edilen antibiyotikler ve diüretikler de dahil olmak üzere bazı ilaçların alınmasından da kaynaklanabilir.

Sjögren sendromu

Sjögren sendromunun en yaygın 2 belirtisi göz kuruluğu ve ağız kuruluğudur. Tükürük bezleri yok olur ve insanlar yemek yemekte ve yutmakta zorlanır. İyi ağız hijyenine rağmen, bu hastalığı yaşayan insanlar ağız sorunlarına sahip olabilir ve hatta dişlerini kaybedebilir. Bu da yemek yemeyi engelleyerek kilo kaybına neden olabilir.

EN SON HABER

Kanser son yıllarda her iki kişiden birinin hayatına kendisi ya da bir yakını nedeniyle giriyor. Kanser türlerinin pek çoğunda ortak belirtiler; nedensiz kilo kaybı, geçmeyen halsizlik ile yorgunluk ve yüksek ateş olarak karşımıza çıkıyor ancak bu hastalık bazen sessizce de gelebiliyor. Ülkemizde her yıl milyonlarca kişiyi etkileyen kanserin başarıyla tedavi edilmesinde, erken teşhis ve doğru tedavi planlaması önemli rol oynuyor. 

Vücudunuzun verdiği sinyallere kulak verin

Kanser, vücudun bir veya birden çok organ veya bölgesini etkileyen 200’den fazla hastalık grubunu tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Belirli bir doku veya organdaki hasarlı hücrelerin kontrolsüz bir biçimde üreyerek, bir kitle veya tümör oluşturmasıdır. Kansere neden olan kesin bir etken olmasa da, kanser riskini artıran birçok faktör bulunmaktadır. Bu risk faktörlerinden en önemlileri; sigara, obezite, sanayileşmenin getirdiği bazı kimyasal maddeler, hareketsiz yaşam, UV ışınları ve bazı enfeksiyonlar olarak sıralanabilir. Birçok hastalığı taklit edebilen kanserin belirtileri de farklı hastalıkların belirtileriyle benzerlik gösterebilmektedir. Çoğu kanser türü oldukça sinsi ilerlemekte ve ancak son evrede belirti vermektedir. Bazı kanserler de bulundukları organa göre bulgularla ortaya çıkmaktadır. Bunların yanı sıra kanserin, hangi organa yerleşmiş olursa olsun, vücutta neden olduğu genel şikayetler de bulunmaktadır. Bunlar hemen her kanser tipinde görülen; halsizlik, ani kilo kaybı, iştahsızlık, ateş gibi belirtilerdir.

Düşük doz toraks tomografisi sigara içenler için hayat kurtarıcı olabilir

Kanserin erken teşhis edilmesi için yapılan taramalar sayesinde erken evrede tespit edilen çoğu kanser türü, hayati kayıplara neden olmadan tedavi edilebilmektedir. Yaygın olarak yapılan tarama testleri; serviks yani rahim ağzı kanseri için yıllık smear testleri, meme kanseri için yıllık mamografi, kolorektal kanserler için gaitada gizli kan, endoskopi, kolonoskopi, akciğer kanseri için düşük doz toraks tomografisi ve prostat kanseri için PSA testidir. Çok sık görülen bir kanser türü olan akciğer kanseri için yapılan düşük doz toraks tomografisi özellikle sigara içen veya akciğer kanseri açısından riskli grupta bulunan kişilere yapılması oldukça faydalı olan bir taramadır

Kanser tedavisi kişiye özel planlanmalı

Kanser birçok bölümün işbirliğiyle, multidisipliner bir yaklaşımla tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Medikal onkoloji, kanserin ilaçla tedavisi ile ilgili olsa da hastanın cerrahiye, radyoterapiye ya da başka bir bölüme yönlendirilmesinde de aktif rol almaktadır. Cerrahi yöntemler kanser için önemli birer seçeneğidir. Bununla birlikte radyoterapi de kanser tedavisinde başarılı sonuçlar elde etmenin anahtarıdır. Sistemik tedavi kısmını oluşturan; kemoterapi, akıllı ilaçlar ve son 5 yılın öne çıkan tedavi yöntemi immunoterapil de tedavide oldukça önemlidir. Tedavilerin kanser türüne ve evresine göre farklı uygulanması gerekmektedir. Bazı hastalarda küratif denilen tedaviler, bazı hastalarda ise sadece palyatif yani hastanın sağ kalım süresini uzatmaya ve kansere bağlı şikayetlerini azaltmaya yönelik tedaviler uygulanmaktadır. Kanserle mücadelede en önemli nokta, tedavinin kişiye özel olarak planlanması ve uygulanmasıdır.

Tedavi başarısında psikolojik desteğin etkisi büyük

Tedavide başarılı sonuçlar elde etmek için medikal uygulamaların yanı sıra; hasta ve hasta yakınlarının olumlu düşünmeleri ve tedaviden vazgeçmemeleri de büyük önem taşımaktadır. Kemoterapi sonrası bulantı kontrolünde bile hasta psikolojisi çok önemlidir. Örneğin; “beklenti bulantısı” oldukça sık görülmektedir. Bu durumda hasta hastaneye gelip kemoterapi aldığında midesinin bulanacağını düşündüğü anda daha hastaneye gelmeden bulantı yaşamaktadır. Psikolojik destekle hastanın ve hasta yakınlarının tedavi sürecine olumlu yaklaşması, tedaviden vazgeçmemesi, tedavinin devamlılığına ve başarılı olmasına büyük katkı sağlamaktadır. Kanser tedavisinde başarıyı olumlu yönde etkileyen bir diğer etken, hasta-hasta yakını ve onkoloji ekibinin iletişiminin kuvvetli olmasıdır. Doktorun hastanın merak ettiği tüm soruları cevaplandırması, tedavi süresince nelerle karşılaşacağını anlatması hastanın tedaviyi daha çok sahiplenmesini sağlamaktadır.

Akdeniz tipi beslenmeye özen gösterin

Kanser, sağlıklı yaşam kurallarına uyulduğu sürece önlenebilir bir hastalıktır. Kanserden korunmak için dikkat edilmesi gerekenlerin başında, dengeli beslenmek ve hareketli bir yaşam tarzına sahip olmak gelmektedir. Bu amaçla; Akdeniz tipi beslenme alışkanlığıın kazanılması önemlidir. Kırmızı eti azaltıp haftada 2 porsiyonla sınırlamak, daha çok balık, zeytinyağlı yemekler ve sebze yemekleri tercih etmek, meyve, baklagiller, süt ve süt ürünlerinden zengin bir beslenme programı oluşturmak gerekmektedir. Günde en az yarım saat hafif tempolu yürüyüş gibi egzersizlerle hayata hareket katılmalıdır. Bunların yanı sıra sigardan tamamen uzak durulmalı, alkol tüketimi ise sınırlandırılmalıdır. Enfeksiyonlardan, cinsel yolla bulaşan hastalıklardan ve güneşin zararlı etkilerinden korunmak için önlem alınmalıdır. Güneşten çok daha zararlı olan solaryumdan ise kesinlikle kaçınmak gerekmektedir.

Memorial Ankara Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü Uzmanları 

Cilt Kanseri (Melanoma) nedir?

Deriye rengini veren melanin adlı renk pigmentleri, melanosit denilen cilt hücreleri tarafından üretilir. Bu hücrelerin kontrolsüz bir şekilde bölünüp çoğalması sonucunda meydana gelen cilt kanseri melanom veya melanoma olarak tanımlanır. Melanomlara diğer cilt kanserlerine göre daha az rastlanır ancak cilt kanserine bağlı ölümlerin yaklaşık olarak %75’i melanomlara bağlı olarak gelişir. Kanser hücreleri çok hızlı büyüyen ve sistemik olarak yayılan bir davranış sergiler. Tüm kanser çeşitlerinde olduğu gibi cilt kanserinin tedavisi için de erken tanı büyük önem taşır, dolayısıyla ciltte meydana gelen kanser belirtilerinin erken fark edilmesi ve doğru değerlendirilmesi son derece önemlidir. 

Cilt kanseri belirtileri nelerdir?

Malign melanom ciltte var olan bir ben üzerinde veya normal deri hücresinde meydana gelebilir. Ortaya çıkan bir leke veya lezyonda görülen birkaç işaret akla melanom şüphesini getirebilir. Bunlar; 

  • lezyonun simetrik şekilli olmaması, 
  • doku sınırlarının düzensiz, girintili çıkıntılı ve pürüzlü olması,
  • lezyonda birden fazla renk veya renk tonunun bulunması,
  • lezyon çapının 5 mm’den daha büyük olması,
  • belli bir zamanda lezyonun renginde veya şeklinde değişiklik meydana gelmesi şeklinde sıralanabilir. 

Melanom özelliği gösteren lezyonlar genellikle siyah ya da koyu kahverengi bir leke veya kabartı şeklinde ortaya çıkar ve zamanla büyüme gösterir. İlerleyen dönemlerde melanomun koyu rengi açılır ya da lezyonda pembe veya mavi renkler görülebilir. Nadir olarak renksiz lezyonlar da gelişebilir. Dolayısıyla ciltte meydana gelen bir lezyon fark edildiğinde renk ve şekil açısından takip edilmeli, ten renginde veya pembe tonlarında görülen kabartılar da dikkate alınmalıdır. Hastalığın erken tanı ve doğru tedavi yöntemleri ile tamamen kontrol altına alınabildiği ve kesin kurtuluş imkânının bulunduğu unutulmamalıdır. 

Cilt kanseri nedenleri nelerdir?

Diğer kanser çeşitleri gibi melanomlar da sağlıklı genlerin mutasyona uğramasına ya da kontrolsüz çoğalmayı baskılayan genlerin fonksiyonlarında meydana gelen bir bozulmaya bağlı olarak ortaya çıkar. Malign melanom %10 oranında ailesel geçiş gösterdiği için bu hastalığın gelişmesinde genetik yatkınlık oldukça önemlidir. Tüm bunlara ek olarak cilt tipi, ciltte ben varlığı, ultraviyole ışınları gibi çeşitli etmenlerin de melanom gelişme riskini artırdığı söylenebilir.

  • Açık tenli, kızıl saçlı ve çilli insanlar cilt kanseri gelişmesi açısından en fazla risk altında olan gruplardan biridir. 
  • Ciltte bulunan benlerin çok büyük bir oranı asla kansere dönüşmeyen benlerdir. Ancak ciltte çok fazla sayıda ben bulunmasının melanom riskini artırdığı söylenebilir. 
  • Uzun süre doğrudan güneş ışığına maruz kalmak da cilt kanseri gelişme riskini artıran etmenlerden biridir. 
  • 30 yaşından önce solaryum kullanımı cilt kanseri riskini büyük oranda artırır. 
  • Kişinin hastalık öyküsünde melanom bulunması ve birinci derece akrabaların cilt kanseri geçmişi bu hastalığın görülme sıklığı ile doğrudan ilişkilidir. 
  • Xeroderma pigmentosum hastalığı ultraviyole ışınlarının cilt hücrelerinde hasara yol açtığı ve bu hasarın sağlıklı hücreler tarafından tamir edilemediği bir kalıtsal hastalıktır. Bu hastalığa sahip olan kişilerde tüm cilt kanserlerinin görülme sıklığı büyük oranda artış gösterir

Cilt kanseri nasıl anlaşılır?

Cilt kanseri belirtilerini gösteren ve melanom şüphesi taşıyan lezyonlar önce fiziksel muayene ile detaylı şekilde değerlendirilir. Daha sonra doktor tarafından tercih edilen tarama yöntemine göre dermoskopik veya histopatolojik inceleme yapılır. 

  • Dermoskopik inceleme, lezyonun özel ışık sistemine sahip dermoskop adlı bir cihaz ile görüntülenmesi işlemidir. Gelişmiş aydınlatma sistemi ile lezyonun üst tabakaları detaylı bir şekilde görüntülenebilir. Bu yöntem erken tanı imkânı sunması ve hiçbir yan etkiye neden olmamasından dolayı sıklıkla tercih edilen bir tanılama yöntemidir. 
  • Histopatolojik inceleme yapılabilmesi için tümörlü lezyonun tamamen çıkarılması ve laboratuvar ortamında patoloji uzmanları tarafından incelenmesi gerekir. Öncelikle lezyonun çıkarılacağı bölgeye lokal anestezi uygulanır ve ardından şüpheli doku doğru sınırlar çizilerek ciltten çıkarılır. Bu yöntem melanom teşhisini kesinleştirebilmek için son derece önemli bir tanılama yöntemidir.

Cilt kanseri tedavisi 

Cilt kanseri tedavisi için en temel tedavi yöntemi cerrahidir. Ancak bununla birlikte tek başına ya da bir arada uygulanabilen kemoterapi, immunoterapi ve radyoterapi uygulamaları da tercih edilebilir. Tedavi yöntemi kanser evresine, tümörlü lezyonun özelliklerine ve hastanın taşıdığı risk unsurlarına göre belirlenir. 

  • Evre 0 durumundaki cilt kanserleri için uygulanabilecek tek tedavi yöntemi tümörlü lezyonun cerrahi operasyonla çıkarılmasıdır. Hastaya lokal anestezi uygulanır ve ardından tümörlü doku hem etrafından hem de altından 1/2 cm genişliğinde normal doku ile birlikte çıkartılır. 
  • Evre I – II melanomda kanser lenf bezlerine yayılım göstermemiştir. Bu durumda cerrahi girişim ile tümörlü melanom dokusu tamamen çıkarılır ve yayılımın gözlenmediğinden emin olabilmek adına lenf bezlerinden biyopsi alınır. 
  • Evre III cilt kanseri lenf bezlerine yayılım göstermiş olan ileri derece kanser çeşididir. Bu durumda etkili tedavinin sağlanabilmesi için hem kanserli cilt lezyonunun hem de lenf bezlerinin cerrahi operasyonla tamamen çıkarılması gerekir. 

MEDICALPARK

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

Yaz aylarının gelmesiyle birlikte hava sıcaklıklarındaki artış, pek çok kişi için yaşamı zorlaştırmaya başlar. Hava sıcaklıklarının yükselmesi ve tatil sezonunun açılması, yaz hastalıkları olarak adlandırılan bazı hastalık türlerinin görülme sıklığının artmasını da beraberinde getirir. Sıcak yaz günlerinde bu hastalıklara yakalanmamak için bazı önlemler almak gerekir. Özellikle günün en sıcak saatleri olan öğle saatlerinde mümkün olduğunca güneş altında bulunmamak sağlık açısından oldukça önemlidir. Düzenli olarak ciltle uyumlu bir güneş koruyucu krem kullanılmalıdır. Yaz aylarında hava sıcaklığının yüksek olması, dışarıda satılan gıdalar başta olmak üzere birçok besinde bozulmaya yol açabileceğinden gıda zehirlenmelerinden korunmak adına içeriği ve üretim zamanı bilinmeyen yiyecekler kesinlikle tüketilmemelidir.

Klima kullanımına dikkat edilmeli, sağlığın korunması açısından klimanın direkt olarak etkilediği alanlarda uzun süre bulunulmamalıdır. Yaz tatili için tercih edilecek yerlerde hijyene önem verilmeli, özellikle havuzlardan bulaşabilecek hastalıklara karşı dikkatli olunmalıdır. İşte, yaz aylarında sık olarak karşılaşılan yaz hastalıkları ve yılın en sıcak aylarını sorunsuz geçirebilmeniz için dikkat etmeniz gerekenler…

Güneş yanıkları

Güneş ışınlarına yoğun şekilde maruz kalmanın sonucunda güneş yanığı adı verilen deri hastalığı gözlenir. Uzun süre boyunca güneşe maruz kalınmasına bağlı olarak ultraviyole ışınlarının etkisiyle önce deride kızarıklık oluşur. Ardından yanığın şiddetine bağlı olarak renk koyulaşması ve derinin üst katmanında soyulma gözlenir. Birinci derece yanıklarda yalnızca kızarıklık, ağrı ve şişme gözlenebilir. Cilt üzerinde içi su dolu kabarcıkların oluşması,  ikinci derece yanığın belirtisidir ve bu güneşin sebep olabileceği en ağır yanık derecesidir. En ağır yanık tablosu olan üçüncü derece yanıkların güneşe bağlı olarak oluşması mümkün değildir. Güneş yanıklarının önlenebilmesi için öğle saatlerinde mümkün olduğunca güneş altında kalınmamalı, gölge alanlar tercih edilmeli ve açık havada bulunulan süreçte güneş kremleri, belirli aralıklarla yenilenerek kullanılmalıdır.

Güneş çarpması

Güneş altında uzun süre boyunca kalmaya bağlı olarak vücut ısısının ayarlanmasından sorumlu olan mekanizmalar olumsuz etkilenebilir ve bunun sonucunda güneş çarpması adı verilen tablo ortaya çıkabilir. Yüksek ateş, mide bulantısı ve kusma, istemsiz kas kasılmaları gibi belirtilerle kendini gösteren güneş çarpması, hayatı tehdit eden boyutlara ulaşabilir. Bu nedenle bu tablonun oluşmaması adına güneşin dike yakın açılarla yeryüzüne geldiği öğle saatleri başta olmak üzere hava sıcaklığının yüksek olduğu günlerde açık alanlarda fazla zaman geçirilmemesi gerekir.

Güneş lekeleri

Güneş kremi kullanımı, şapka takmak gibi koruyucu önlemler almadan uzun süre korunmasız şekilde güneşe maruz kalmak, özellikle açık renkli tene sahip kişilerde güneş lekelerinin oluşumuna yol açabilir. Yüz, sırt, omuzlar ve kollarda yaygın olarak görülen güneş lekeleri istenmeyen bir görünüme sebep olur. Bu nedenle güneş lekelerinden korunmak adına düzenli olarak güneş koruyucu krem kullanılmalı, yaz aylarında güneşe uzun süre maruz kalmaktan kaçınılmalıdır. Var olan güneş lekelerinin yok edilmesi veya görünümünün azaltılması adına kimyasal peeling, leke giderici dermokozmetik ürün uygulamaları gibi yöntemlerden faydalanılabilir.

Yaz gribi

Yaz aylarında gribal enfeksiyonlara yakalanma sıklığında büyük oranda azalma gözlense de yaz gribi adı verilen tablo, pek çok kişiyi etkileyebilir. Sıcaklığın yüksek olması nedeniyle bu aylarda grip, hayatı her zamankinden çok daha fazla zorlaştırabilir. Bu nedenle yaz aylarında klima ve vantilatör kullanımına dikkat etmek, çok soğuk su içmekten kaçınmak ve bulunulan ortamı düzenli olarak havalandırmak oldukça önemlidir.

Yaz depresyonu

Mevsimin, hava sıcaklıklarının, gece ve gündüz sürelerinin değişmesi bazı bireylerde duygu durum bozukluklarının oluşumuna sebebiyet verebilir. Bunun örneklerinden bir tanesi de yaz depresyonudur. Hava sıcaklığının da etkisiyle kişilerde moral bozukluğu, enerji düşüklüğü, herhangi bir etkinlik yapmaktan kaçınma gibi durumlarla kendini belli eden yaz depresyonu kişilerde hassasiyet, uyku bozukluğu ve anksiyete bozukluklarına neden olabilir ve psikolojik tedavi gerektirir.

Göz hastalıkları

Gözlerde kızarıklık, kaşıntı, sulanma, batma ve yanma gibi sorunlarla kendini belli eden göz enfeksiyonları, özellikle kirli ellerle gözlerin ovuşturulması veya kalabalık havuzlar gibi etkenler nedeniyle kolaylıkla bulaşabilen hastalıklardır. Bu yüzden özellikle yaz aylarında göz hijyenine her zamankinden çok daha fazla özen gösterilmeli ve gözlerde enfeksiyon belirtilerinin ortaya çıkması durumunda derhal bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Yaz enfeksiyonları

Sıcak havada daha hızlı şekilde üreyebilen birtakım mikroorganizmalar, yaz aylarında sık görülen enfeksiyonların temel sebebidir. Yaz aylarında yükselen hava sıcaklığına bağlı olarak kendine daha rahat üreme ortamı yaratabilen enfeksiyon etkenlerine bağlı olarak ishal, mide bulantısı, bazı göz ve kulak enfeksiyonları, mantar enfeksiyonları gibi hastalıklara yakalanma sıklığı artar. Bu nedenle hijyeninden emin olunmayan sularda yüzmekten kaçınmak, sıcak havalarda ne şartlarda üretildiği bilinmeyen gıdaları tüketmemek gibi önlemler almak gerekir.

İsilik

Genellikle yaz aylarında görülen isilik, ter kanallarının tıkanması sonucunda ortaya çıkan, deride kızarıklık ve kabarcıklar şeklinde kendini belli eden bir deri hastalığıdır. Sıcak havalarda terlemeye bağlı olarak ortaya çıkar ve kaşıntıya sebebiyet verir. Çocuklarda daha yaygın olarak görülen isilik vücudun göğüs, karın, boyun, kol ve bacaklar gibi kıvrımlı bölgelerinde görülür. Genellikle birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşen isiliklerin uzun sürmesi durumunda hekime başvurmak gerekebilir.

Klima hastalığı

Yaz aylarında serinlemek için sıklıkla kullanılan klimalar, hava yolu ile bulaşan bazı mikroorganizmalar için uygun bir üreme ortamıdır. Lejyoner hastalığı olarak da bilinen klima hastalığı, zatürreye varabilen ciddi solunum yolu hastalıklarının oluşumuna yol açabilir. Özellikle bağışıklık sistemi güçlü olmayan kişileri kolaylıkla etkileyebilen bu hastalıktan korunabilmek adına klimaların temizlik ve bakımları düzenli olarak yaptırılmalıdır.

Gıda zehirlenmesi

Yılın her döneminde karşılaşılabilen gıda zehirlenmeleri, yaz aylarında her zamankinden sık rastlanan bir sorundur. Sıcak havalarda gıdaların daha kolay bozulması ve mikroorganizma üremelerinin hızlanması sonucunda gıda zehirlenmesi de yaygınlaşır. Bu nedenle özellikle yazın sıcak günlerinde mümkün olduğunca dışarıda yemek yemekten kaçınılmalı, soğuk dolaplar içerisinde satılan ürünler soğuk zincir açısından güvenilir marketlerden satın alınmalı, sebze ve meyveler tüketilmeden önce çok iyi bir şekilde yıkanmalıdır. Evde hazırlanan gıdalar buzdolabında muhafaza süreleri göz önünde bulundurularak fazla bekletilmemeli, mümkün olduğunca günlük olarak hazırlanıp tüketilmelidir.

Isırıklar ve kaşıntılar

Yaz aylarında sayısında artış gözlenen sivrisinekler ve bazı böcek türleri, insan vücudunu ısırarak kaşıntı, kızarıklık ve şişliklere yol açabilir. Bazı durumlarda birkaç saat içerisinde kendiliğinden iyileşen bu durumlar bazen günlerce süren kaşıntı ve alerjik reaksiyonlara neden olarak yaşamı olumsuz etkileyebilir. Böcek ısırmalarının haricinde bazen ev tozu ve akarlara, polenlere ve bazı kimyasal maddelere bağlı olarak da deride kaşıntı ve kabarıklık gibi sorunlara rastlanabilir. Sivrisinek ve böcek ısırmalarının önlenebilmesi adına evlerin pencerelerine sineklik takılmalı, açık havada sinek ve böcekleri uzaklaştıran yöntemler kullanılmalıdır. Alerji sorunu yaşayan kişilerde ise alerji testi yapılarak etkenler belirlenmeli ve bunlardan mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.

Yukarıda belirtilen hastalıklar yaz aylarında sıklıkla gözlenen sorunlar olup özellikle sıcak yaz günlerinde günlük yaşamı olumsuz yönde etkileyen durumlardır. Yaz hastalıklarına karşı gereken önlemleri alarak yaz aylarını daha keyifli geçirebilirsiniz.

Uzm. Dr. Cem Özcan

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

Lejyoner hastalığı, Legionella adlı bakterinin neden olduğu ciddi bir akciğer enfeksiyonudur. Lejyoner hastalığı, kişiden kişiye temas yoluyla bulaşmaz. Bunun yerine çoğu insan bakterileri solunum yoluyla alır. Lejyoner hastalığı ilk kez 1976 yılında Amerikan lejyonerlerinin katıldığı bir toplantıda salgın halinde görüldü. Bilim adamları, hastalığı ilk kez 29 kişinin hayatını kaybettiği bu salgından 6 ay sonra 1977’de tanımladılar.

Bakteriye maruz kalan çoğu insan hastalığa yakalanmaz. Bununla birlikte özellikle yaşlılar, sigara içenler ve bağışıklık sistemi zayıf olanlar enfeksiyon gelişimi açısından risk altındadır. Yüksek ateş, titreme, baş ağrısı ve nefes darlığı gibi belirtilerle seyreder. Tedavide antibiyotikler kullanılır. Erken dönemde tedaviye başlanması komplikasyon gelişimini önlemede etkilidir ve hayat kurtarıcı olabilir.

Lejyoner hastalığı nedir? 

Lejyoner hastalığı, Legionella pneumophila isimli bakterinin neden olduğu nadir fakat ciddi bir akciğer enfeksiyon hastalığıdır. Klima, jakuzili havuz, havalandırma sistemleri gibi sistemlerden solunum yoluyla bulaşır. Bakteri genellikle oteller, hastaneler veya ofisler gibi toplumsal alanlarda bulunur. Lejyoner hastalığına ev ortamında yakalanma riski yok denecek kadar azdır.

Lejyoner hastalığı nedenleri nelerdir? 

Etken bakteri olan Legionella genellikle göller, nehirler ve akarsular dahil tatlı su ortamlarında bulunur. Legionella ayrıca toprakta da yaşayabilir, fakat çoğu insan topraktan bakteri kapmaz. Lejyoner hastalığını ev tesisat sistemleri yoluyla kapmak mümkün olsa da, çoğu salgın otel gibi toplu yaşama dahil büyük binalarda meydana gelir. Çünkü karmaşık dağıtım sistemleri bakterilerin daha kolay çoğalıp yayılmasına izin verir.

Ilık suda kolaylıkla çoğalabilen bakteri, genellikle bir binanın kirlenmiş su dağıtım sistemi yoluyla yayılır. Fakat hastalık havada asılı duran su damlacıklarının solunması yoluyla insanlara bulaşır. Bakteri o kadar küçüktür ki, su buharı gibi küçük su damlacıklarının içine yerleşerek havaya karışabilir. Kontamine suların bulunduğu sauna, hamam veya kaplıca havuzu gibi sıcak sulardan çıkan buhar damlacıklarının solunması ile bakteri akciğerlere ulaşır. Nadiren bakteri ile kontamine suların içilmesi sırasında soluk borusuna kaçmasıyla da bulaşabilir. Kişiden kişiye yayılım söz konusu değildir. Uygun şekilde bakımı yapılmadığında lejyonella için temel üreme alanları şunları içerir:

  • Spa ve termal havuzlar
  • Havalandırma sistemleri
  • Manav reyonlarında bulunan sis püskürtme sistemleri
  • Dekoratif fıskiyeler
  • Otel, hastane ve bakım evlerinin su dağıtım sistemleri

Lejyoner hastalığı belirtileri nelerdir? 

Lejyoner hastalığı belirtileri, genellikle lejyonella bakterisine maruz kaldıktan 2 ila 10 gün sonra ortaya çıkar. Diğer zatürre tipleri ile benzer belirtiler gösterir ve sıklıkla aşağıdaki belirti ve şikâyetlerle başlar:

  • Baş ağrısı
  • Kas ağrıları
  • Halsizlik
  • Yorgunluk
  • Titreme
  • 40 santigrat derece veya daha yüksek olabilen ateş

Bazı hastalarda başlangıçta sadece kas ağrıları ve hafif bir baş ağrısı vardır. Diğer belirtiler 1-2 gün sonra ortaya çıkmaya başlar. Daha şiddetli belirtiler ortaya çıktığında, ateş yükselir, kas ağrıları genellikle daha da kötüleşir ve hastada titreme gelişir. Belirtilerin ilk ortaya çıkmasından sonraki ikinci veya üçüncü günde, aşağıdaki belirtiler eklenebilir:

  • Balgamlı ya da bazen kanlı öksürük
  • Nefes darlığı
  • Göğüs ağrısı
  • Mide bulantısı, kusma ve ishal gibi sindirim sistemi ile ilişkili belirtiler
  • Zihinsel karışıklık, bilinç bulanıklığı, ajitasyon gibi nörolojik değişiklikler

Lejyoner hastalığı birincil olarak akciğerleri etkilese de başka doku ve organlarda da belirti ve bulgular ortaya çıkabilir. Bazen yara enfeksiyonları gelişebilir ve kalp gibi vücudun diğer organları etkilenebilir.

Pontiak ateşi olarak bilinen hafif bir lejyoner hastalığı şekli, ateş, titreme, baş ağrısı ve kas ağrısı gibi daha hafif belirtilerle seyreder. Pontiak ateşi akciğerleri etkilemez ve belirtileri genellikle 2 ila 5 gün içinde geçer.

Lejyonella bakterisine maruz kaldığını düşünen kişiler hemen bir sağlık kuruluşuna başvurmalı. Çünkü hastalığın mümkün olan en kısa sürede teşhis edilip tedaviye başlanması iyileşme sürecinin kısalmasına ve ciddi komplikasyonların önlenmesine yardımcı olabilir.

Lejyoner hastalığı için risk faktörleri nelerdir? 

Lejyonella bakterisine maruz kalan herkeste hastalık görülmez. Aşağıdaki durumlarda enfeksiyonu geliştirme olasılığı daha yüksektir:

  • Sigara kullanımı. Sigara içmek akciğerlere zarar verir ve kişiyi her tür akciğer enfeksiyonuna daha duyarlı hale getirir.
  • Bağışıklık sisteminde zayıflık. Nakil sonrası organ reddini önlemek için kullanılan ilaçlar, kemoterapi gibi kanser tedavileri veya HIV gibi enfeksiyonlar bağışıklık sistemini zayıflatarak kişiyi ikincil enfeksiyonlara yatkın hale getirir.
  • Kronik hastalığı olanlar. Amfizem gibi kronik bir akciğerler hastalığı ya da diyabet, böbrek yetmezliği veya kanser gibi başka ciddi rahatsızlığa sahip olanlar
  • 50 yaş ve üstü bireyler

Lejyoner hastalığı, mikropların kolayca yayılabildiği ve insanların enfeksiyona açık olduğu hastaneler ve bakım evlerinde daha sık görülen bir enfeksiyon türüdür.

Lejyoner hastalığı komplikasyonları nelerdir? 

Lejyoner hastalığı, aşağıdakiler dahil, yaşamı tehdit edici bazı komplikasyonlara neden olabilir:

  • Solunum yetmezliği. Akciğerler vücuda yeterli miktarda oksijen sağlayamadığı veya kandaki karbondioksiti uzaklaştıramadığı zaman solunum yetmezliği görülür.
  • Septik şok. Kan basıncındaki ani bir düşüşün, özellikle böbrekler ve beyin gibi hayati organlara giden kan akışını azaltması sonucu meydana gelir. Kalp, pompalanan kan hacmini artırarak bu durumu telafi etmeye çalışır, ancak ekstra iş yükü kalbi zayıflatır ve sonuçta kan akışı daha da azaltır. Bu da şok tablosu gelişimiyle son bulur.
  • Akut böbrek yetmezliği. Bu böbreklerin işlevini yerine getirme kabiliyetindeki ani kayıptır. Böbrekler kandaki maddeleri filtreleyemez ve vücutta tehlikeli seviyelerde sıvı ve atık birikir.

Hızlı ve etkili bir şekilde tedavi edilmediğinde, özellikle bağışıklık sistemi zayıf hastalarda ölümcül olabilir.

Lejyoner hastalığından korunma yolları 

Lejyoner hastalığı salgınları, su dağıtım sistemleri, havuz ve kaplıcalar gibi hastalığın yayılmasında etkili ortamların titiz bir şekilde temizlenmesi ve dezenfekte edilmesini ile önlenebilir. Enfeksiyon riskini azaltmak için kişisel olarak yapılabilecek en önemli şey sigaradan kaçınmaktır. Çünkü sigara, bakterilere maruz kalındığında hastalığın görülmesi için risk oluşturur.

Lejyoner hastalığı tanısı nasıl konulur? 

Lejyoner hastalığı tanısı diğer pnömoni türlerine benzer şekilde konulur. Hastalıktan şüphelenildiğinde bakterilerin varlığını hızlı bir şekilde belirlemek için idrarda legionella antijenleri bakılır. Ayrıca tanıyı desteklemek için bazı test ve görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. Bu testlerden bazıları şunları içerir:

  • Kan testleri: Kan testleri ile enfeksiyon varlığı gösterilebilir.
  • Akciğer grafisi: Akciğerlerdeki enfeksiyonun derecesi akciğer grafisi ile belirlenebilir.
  • Balgam örneği incelemesi ya da kültürü
  • Akciğer doku örneği incelemesi
  • Bilgisayarlı tomografi: Bilinç bulanıklığı gibi nörolojik bulgular varsa beyin tomografisi çekilebilir ya da lomber ponksiyon yapılır.

Lejyoner hastalığı tedavisi nasıl yapılır? 

Lejyoner hastalığı tanısı alan hastalar genellikle hastaneye yatırılarak takip ve tedavi edilir. Hastanede uygulanan tedavi şunları içerebilir:

  • Damar içi antibiyotik tedavisi
  • Oksijen desteği

Hasta iyileşmeye başladığında evde ağız yoluyla antibiyotik tedavisine devam edebilir. Antibiyotik tedavisine toplamda 1 ila 3 hafta devam edilir. Çoğu insan tedaviyle tam olarak iyileşir ancak belirtilerin tamamen kaybolması birkaç hafta sürebilir. Aşağıda sayılan üç farklı antibiyotik türünden biri hastanın durumuna bağlı olarak başlanır:

  • Florokinolonlar
  • Makrolidler
  • Tetrasiklinler

Hasta durumunun kötüleşmesini önlemek aşağıdaki noktalara dikkat etmelidir:

  • Sigara içmemeli ve içilen ortamlardan uzak durmalıdır.
  • Alkol kullanmamalıdır.
  • İş veya okula gitmemeli mümkün olduğunca istirahat etmelidir.
  • Bol miktarda sıvı almalıdır.

Uzm. Dr. Gürbüz Yuluğ /Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji

MEDİCALPARK

Yaz mevsimi deniz, kum ve güneş üçlüsüyle yapılacak tatiller nedeniyle özellikle çalışanların en sevdiği dönem. Ancak küçük ihmallerin yarattığı hastalıklar yaz aylarında sağlık sorunlarına yol açarak tatili zehir edebiliyor. Çalışanlar tatile girse de hastalıklar yaz aylarında da görülmeye, bakteriler, mikroplar ve virüsler sağlık sorunları yaratmaya neden olmaya devam ediyor. Kişisel hijyen kurallarına uymak ve sık sık el yıkamak hastalıklara karşı yazın da alınacak önlemlerin en başında yer alıyor.

AKUT GASTROENTERİTLERE HİJYENİK OLMAYAN GIDALAR SEBEP OLABİLİYOR

Yaz aylarında en sık rastlanan enfeksiyonların başında akut gastroenteritler gelir. AGE mide ve bağırsak sisteminin bakteri, virüs veya parazitlerle oluşan ishale yol açan enfeksiyonudur. Havuz veya deniz suyunun yutulması, kirli su, kirli su ile yıkanan gıdalar, hijyenik olmayan şartlarda hazırlanmış veya saklanmış yiyeceklerin tüketilmesi sonucu oluşabilir. Sıcak günlerde gıdalardaki mikroplar kolaylıkla çoğalma fırsatı bulur. Korunmak için; temiz su kaynakları kullanılmalı, meyve ve sebzeler temiz suyla iyice yıkanmalı, açıkta satılan yiyeceklerden uzak durmalı, sık el yıkama ve kişisel hijyen kurallarına dikkat edilmelidir.

SICAK HAVALARDA SIK GÖRÜLEN İSİLİK BEBEKLERDE DAHA FAZLA RAHATSIZLIK YARATIYOR

İsilik, sıcak yaz aylarında cilt üzerinde yaygın bir şekilde görülen küçük boyutlu, kırmızı veya pembe renkte ve içi sıvı dolu kabarcıkların oluşturduğu döküntüye denir. Her yaş grubunda görünmesine rağmen bebek ve çocuklarda daha sık rastlanmasının sebebi, cilt gözeneklerinin yetişkin insanlara oranla daha küçük olması ve ter bezlerinin henüz tam olarak gelişmemiş olmasıdır. Yetişkinlerde ise çoğunlukla aşırı terleme, yeteri kadar duş almama ve hijyen kurallarına uyulmamasından kaynaklanır. İsilik normal şartlarda serin ortamda kalmak ve cildin hava almasını sağlamak gibi önlemler yardımıyla kısa sürede iyileşir ancak daha ciddi formları tıbbi bakım gerektirebilir.

BÖCEK ISIRIKLARI VE SOKMALARI CİDDİ SAĞLIK SORUNLARINA YOL AÇABİLİYOR

Böcek ısırması belirtileri, ısıran böceğin türüne bağlı olarak farklılık göstermektedir. Çoğunlukla cilt üzerinde bölgesel kaşıntı, kızarıklık, şişlik gibi belirtilerle ani olarak ortaya çıkan böcek sokması bahar ve yaz aylarında çok daha sık görülür. Bazı böceklerin ısırması ciddi hastalıklara neden olabilir. Böcek ısırıkları; sarıhumma, beyin iltihabı, sıtma ve tifüs gibi hastalıkların toplum içinde yayılmasına neden olabilir. Özellikle tropikal bölgelerde yaşayan böcek türleri ciddi hastalıklar taşıyabilir. Arı ve yaban arısı sokması alerjik reaksiyonlara yol açabilir ve bazen hayatı tehdit eden anafilaksiye neden olabilir. Böcek ısırıkları, bazı durumlarda ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğinden, doktor tavsiyesi almak gerekir.

LEJYONER HASTALIĞI KLİMA GİBİ HAVALANDIRMA SİSTEMLERİNDEN YAYILABİLİYOR

Lejyoner hastalığı, yaz aylarında sık rastlanan Legionella pneumophila isimli bakterinin neden olduğu nadir fakat ciddi bir akciğer enfeksiyon hastalığıdır. Klima, jakuzili havuz, havalandırma sistemleri, duş başlıkları, nemlendirme cihazlarından yayılan su damlacıklarının solunması yoluyla bulaşır. Lejyoner hastalığının belirtileri; öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı, yüksek ateş, grip benzeri semptomlardır. Lejyoner hastalığı salgınları, su dağıtım sistemleri, havuz ve kaplıcalar gibi hastalığın yayılmasında etkili ortamların, klima filtrelerinin düzenli temizlenmesi ve dezenfekte edilmesi ile önlenebilir.

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yeliz Zıhlı Kızak

Hareketsiz-Sedanter yaşam tarzının sonuçları ve çözüm önerileri

Sedanter (hareketsiz) bir yaşam tarzı hem bireysel hem toplumsal olarak önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bir dizi kronik hastalığa neden olduğu bilinmesine rağmen, sedanter yaşam tarzları pek çok ülkede giderek yaygınlaşmaktadır.

Fiziksel aktivite rehberlerinin birçoğuna göre, yetişkinler her hafta en az 150 dakika orta yoğunlukta fiziksel aktivite yapmalıdır.

Araştırmalar, yetişkinlerin sadece yüzde 21’inin fiziksel aktivite yönergelerini karşıladığını ve yüzde 5’inden azının günde 30 dakikalık fiziksel aktivite gerçekleştirdiğini göstermektedir.

Hareketsiz yaşam tarzının tehlikeleri;

  • Hareketsiz bir yaşam tarzı obezite, diyabet ve bazı kanser türlerine katkıda bulunmaktadır.
  • Son araştırmalar, sedanter yaşam tarzı ile ilişkili sağlık risklerini çok daha net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Çalışmalar sürekli olarak hareketsiz bir yaşam sahip olmanın aşağıdaki durumlara sebep olabileceğini göstermiştir;

  • obezite ve şişmanlık 
  • tip-2 diyabet
  • bazı kanser türleri
  • kalp damar hastalıkları
  • erken ölüm

Uzun süre hareketsiz kalma, metabolizmayı ve vücudun kan şekerini kontrol etme, kan basıncını düzenleme ve yağları parçalama yeteneğini azaltabilir. Bir çalışmada 15 yıl boyunca toplanan veriler incelenmiş ve fiziksel aktivite düzeylerine bakılmaksızın sedanter yaşam tarzlarının erken ölüm riski ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu, daha fazla egzersiz yapmanın yanı sıra hareketsiz kalma süresinin azaltılmasının gerekli olduğunu göstermektedir.

Sedanter yaşamın akıl / mental sağlığa etkileri

Hareketsiz bir yaşam tarzının da zihinsel esenlik üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu görülmektedir.

10.381 katılımcı ile yapılan bir çalışma, daha yüksek bir zihinsel sağlık bozukluğu riski, hareketsiz bir yaşam tarzı ve fiziksel aktivite eksikliği ile ilişkili bulunmuştur.

110.152 katılımcıdan alınan verileri içeren yeni bir gözden geçirme çalışması, hareketsiz davranış ile artan depresyon riski arasında bir bağlantı bulmuştur.

Hareketsiz bir yaşam tarzından uzaklaşmak için çözümler

Daha aktif bir yaşam tarzı, kronik sağlık durumlarının, ruh sağlığı bozukluklarının ve erken ölüm riskini önemli ölçüde azaltabilir. Fiziksel aktivitenin artması ile; Araştırmalar, egzersiz ve spor dahil olmak üzere fiziksel aktivitenin, kardiyovasküler hastalık, tip 2 diyabet, obezite ve erken ölüm riskini azaltabileceğini göstermiştir. Kanıtlar, sürekli olarak, egzersizin ruh sağlığını iyileştirebileceğini göstermektedir. 1 milyon 200 bin kişi üzerinde yapılan bir 2018 çalışmasında, egzersiz yapanların, daha az zihinsel sağlık sorunu olduğunu bildirmiştir.

Koşma veya bisiklete binme gibi çeşitli kardiyovasküler egzersizlerin, ağırlık antrenmanı veya vücut ağırlığı egzersizleri de dahil olmak üzere, kuvvet antrenman egzersizleri ile birleştirilmesi en iyisidir. En az üç adet 30 dakikalık koşuya çıkmak ve haftada iki kez 30 dakikalık kuvvet antrenman egzersizleri yapmak, minimum fiziksel aktivite kurallarını karşılamak için yeterli olacaktır.

Kişiler, sedanter olarak harcadıkları zaman miktarını şu öneriler ile azaltabilir:

  • Toplu taşıma araçlarında oturmak yerine ayakta durmak
  • İşe yürüyerek gidip gelmek
  • Öğle yemeği molası sırasında yürüyüşler 
  • Masaüstünde çalışırken her 30 dakikada bir kalkıp kısa fiziksel aktivitede bulunmak ya da 
  • Kahve ya da çay molası sırasında yürüyüş yapmak ya da ayakta durmak 
  • Evin etrafında veya bahçe işleri yaparak daha fazla zaman harcamak
  • Ofisten ayrılmak veya binanın etrafında dolaşmak için bahaneler yapmak
  • Dışarıda telefon görüşmesi yapmak ve aynı zamanda dolaşmak
  • Televizyon seyretmek ya da video oyunları oynamak yerine, hobilerle zaman geçirmek
  • Asansör yerine merdiven kullanmak

Sonuç

Araştırma, sedanter bir yaşam tarzını ciddi sağlık sorunlarına neden olduğunu göstermektedir ve birçok kronik hastalık için sedanter yaşam tarzı, bağımsız bir risk faktörüdür. Örneğin obez olmayan birisi için bile hareketsizlik, yukarıda sayılan hastalıkların riskini artırmaktadır. Birçok kişi, olması gerekenden çok daha az fiziksel aktivite yapmaktadır ve sedanter olarak geçirilen süre giderek artmaktadır. İnsanlar yaptıkları fiziksel aktivite miktarını artırmak ve hareketsiz kaldıkları süreyi azaltmak için yukarıdaki teknikleri kullanabilir, böylece hareketsiz bir yaşam tarzının sonuçlarından uzaklaşabilir.

Fiziksel aktiviteler, aynı zamanda yaşamdan keyif almanın da en güzel yollarından biridir.

Prof. Dr. Mustafa Özdoğan

By Aaron Kandola.
What are the consequences of a sedentary lifestyle?
medicalnewstoday.com – 29 August 2018.

Bu yazı fiziksel aktivite yani egzersiz ve kanser riski arasındaki ilişkiyi ortaya çıkaran bazı araştırmaları ve incelemeleri ön plana çıkartmaktadır. Aynı zamanda egzersiz, tedavinin yan etkilerini de azaltmakta ve kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi sonrası iyileşme sürecine yardımcı olabilmektedir.

Meme kanseri tedavisi sonrası iyileşenler

Journal of Clinical Oncology’deki bir çalışmada, aromatöz inhibitörleriyle tedavi gören ve meme kanseri tedavisi sonrası iyileşen hastaların, güç artıran antrenmanları ve aerobik egzersizlerini artırmasının eklem ağrısını (artralji) önemli ölçüde azalttığını belirtmiştir. Araştırmacılar ağrıda azalmanın sadece 3 ay sonra görüldüğünü belirtse de 12 ay boyunca egzersiz programına devam eden kadınlarda büyük fayda (eklem ağrısında 30% azalma) sağladığını belirtmiştir. Bu egzersizler her hafta 150 dakika aerobik egzersizi ve haftada iki kere gözetmen eşliğinde güç artırıcı antrenmandan oluşmuştur. Esas alınan en kötü ağrı skoru egzersiz yapan kadınlarda 5.6, egzersize fazla zaman ayırmayan kadınlarda 5.9 olmuştur. Aktif olan kadınlarda en kötü ağrı skoru ortalama 1.6 puan (29%) azalırken, fazla aktif olmayan kadınlarda bu puan 0.2 olarak kaydedilmiştir.

Meme kanseri riski

Cancer Epidemiology’de yayımlanan son çalışmalardan biri olan “Biyobelirteçler ve Korunma”, düzenli hafif egzersizin menopoz sonrası kadınlarda invazif meme kanseri riskini azaltmasıyla ilişkili olduğunu göstermiştir. 4 yıl boyunda her hafta 4 saat yürüyüş yapan kadınlarda, aynı süre içinde daha az egzersiz yapan kadınlara nazaran, hastalık riskinin 10% azaldığı görülmüştür. Araştırmacılar düzenli egzersiz yapmanın önemini vurgulamıştır: 5 – 9 yıl boyunca her hafta 12 saatten fazla egzersiz yapan kadınlar arasında, egzersizi azaltan kadınlarda devamlı egzersiz yapan kadınlara nazaran meme kanseri riski önemli ölçüde artmıştır.

Prostat kanseri

Oncology Nursing Forum’da yayımlanan bir çalışma gözetmen eşliğinde grup egzersizi programlarının prostat kanserli hastaların fiziksel ve ruhsal sağlığını artırdığını ve çok ihtiyaç duyulan duygusal ve sosyal desteği sağladığını göstermiştir. Araştırmacılar fizyolog tarafından yürütülen grup egzersiz programına katılan 12 hasta ile görüşmüştür. Prostat kanserine özel egzersiz grubuna katılmanın, hastalarda sağlık konusunda destek almalarını engelleyen önyargılı düşüncelerin kırılmasını sağladığı tespit edilmiştir. Araştırmacılar grup egzersiz programlarının, prostat kanseri hastalarının destek bakım hizmetlerine dahil edilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

Akciğer kanseri

Journal of Thoracic Oncology’de yayımlanan çalışma; belirtileri azalttığı, egzersiz toleransını ve yaşam kalitesini artırdığı ve cerrahi sonrası komplikasyonları ve hastanede kalış süresini azalttığı için egzersiz ve fiziksel aktivitenin akciğer kanserli hastalar için tedavi seçenekleri arasında olması gerektiği sonucuna varmıştır. Araştırmacılar akciğer kanseri olan hastaların çoğunun hekimlerinden fiziksel aktivite ve egzersiz konusunda yol göstermelerini istediklerini ve teşhis ve tedavi süresince, öncesinde ve sonrasında egzersiz önermeleri için hekimlerini cesaretlendirdiklerini tespit etmiştir.

Yumurtalık kanseri riski

Fiziksel aktivite ve yumurtalık kanseri riski arasındaki ilişkiye dair kanıtlar yetersiz olsa da araştırmacılar bu hasta grubunda çalışmalarına devam etmektedir. Gynecologic Oncology’de yayımlanan değerlendirmede, kanıtlar yetersiz olmasına rağmen hekimlerin yumurtalık kanserli hastaları fiziksel aktivite konusunda teşfik etmeleri gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu değerlendirmeye epitelyal yumurtalık kanseri riski ile fiziksel aktivite arasında koruyucu etki bulabilen 26 çalışma dahil edilmiştir. Bu çalışmaların çoğu oldukça aktif olan kadınlarda riskin %30-60 arasında azaldığını göstermiştir. Ancak kohort çalışmalar önemli bir ilişki göstermemiştir.

Kolorektal kanser

Journal of Clinical Oncology’de yayınlanan bir çalışmada kolorektal kanser tanısı konan hastalarda fiziksel aktivite ve oturarak geçirilen boş zamanın etkileri incelenmiştir. Katılımcılar, kolorektal kanser tanısı öncesi ve sonrasında fiziksel aktivite ve boş zaman temeline dayalı anket sorularını yanıtlamıştır. Haftada 8.75 veya daha fazla metabolik denklik (MET)-saat fiziksel aktivite (haftada yaklaşık 150 dk. yürüyüşe eşit) yapan katılımcılarda, haftada 3.5 MET-saatten az fiziksel aktivite yapan katılımcılara nazaran tüm nedenlere bağlı ölüm oranının azaldığı görülmüştür. Buna ek olarak her gün boş zamanlarında 6 veya daha fazla saati oturarak geçirenlerde 3 saatten daha az oturarak geçirenlere nazaran tüm nedenlere bağlı ölüm oranının arttığı gözlenmiştir.

Mide kanseri riski

British Journal of Sports Medicine’da yayımlanan çalışmada, mide kanseri riski ile fiziksel aktivite arasında bir ilişki olup olmadığı araştırılmıştır. 7 prospektif kohort ve 4 vaka kontrol çalışması kullanılarak yapılan araştırmada, yeterli fiziksel aktivite ve mide kanseri riski arasında az da olsa bir ilişki bulmuştur. Sigara kullanımı ve kanser alt türü gibi diğer faktörler bu ilişkiyi zayıflatmıştır.

Lösemi

Integrative Cancer Therapies’de yayımlanan bir çalışmada, kemoterapi tedavisi devam eden akut lösemi hastaları için hastane içi egzersiz programının olabilirliği test edilmiştir. Çalışmaya 10 hasta katılmış ve vücut ağırlıkları, vücut kompozisyonu, kardiyorespiratuvar dayanıklılık, halsizlik, depresyon ve yaşam kalitesi temelde ve tedavi sonunda değerlendirilmiştir. Aerobik ve güç artıran egzersizler günde iki kere 30 dk’dan haftada 3 kere yapılmıştır. Hastaların kardiyorespiratuvar dayanıklılığında önemli bir artış görülürken, halsizlik ve depresyon skorunda azalma tespit edilmiştir.

Baş ve boyun kanserleri

Yapılan çalışmada kemoradyoterapi tedavisi gören 48 baş boyun kanserli hastada işlevsel kapasite ve yaşam kalitesi üzerinde egzersizin etkileri değerlendirilmiştir. Hastalar egzersiz ve kontrol grubu olarak ikiye ayrılmıştır. Egzersiz grubu 6 hafta boyunca gözetmen eşliğinde egzersiz programını uygularken, kontrol grubu fiziksel aktiviteyle ilgili eğitim almıştır. Çalışmada, 6 dakikalık yürüyüş mesafesi kullanılarak hastaların kendi sağlık durumları ve ağrı ölçekleri ile ilgili verdikleri bilgiler değerlendirilmiştir. 6 hafta sonra egzersiz grubunda 6 dakikalık yürüyüş mesafesi 42 m ile gelişme gösterirken, kontrol grubu 96 m ile düşüş göstermiştir. Bunun yanında, egzersiz grubunun ruhsal durumunda gelişme yaşanırken, kontrol grubunun hem fiziksel hem de ruhsal durumunda düşüş görülmüştür.

Pankreas kanseri

Araştırmacılar tek vakayla yaptıkları çalışmada, adjuvan tedavisi süren 49 yaşında evre-IIb pankreas kanseri olan hastada, gözetmen eşliğinde 6 aylık egzersiz programının etkinliği ve güvenilirliği değerlendirilmiştir. Bu program haftada iki kere dayanıklılık ve aerobik egzersizinden oluşmuştur. Hastanın programı iyi tolere ettiği 6 aylık sürede 73% katılım gerçekleştirdiği görülmüştür. Hastada fiziksel kapasite ve işlevsel yetisi, hastalığa bağlı yaşam kalitesi, kansere bağlı halsizlik, uyku kalitesi ve psikolojik üzüntü açısından hem 3 ayda hem de 6 ayda gelişme tespit edilmiştir.

Multipl miyelom

Avustralya’da yapılan bir çalışma, yakın zamanda multipl miyelom tedavisi görmüş hastalarda fiziksel aktivitenin faydalarını ve engellerini anlamak için yürütülmüştür. Faydaları (psikolojik ve sosyal faydaları) ve engelleri (tedavinin belirtilerinden ve yan etkilerinden kurtulmak ve düşük motivasyon) katılımcılarla yapılan görüşmeler kullanılarak değerlendirilmiştir. Tüm katılımcılar yürüyüş ve bahçe işleri gibi hafif ve orta yoğunlukta fiziksel aktivite yapmış olsalar da erkeklerden çok kadınlar fiziksel aktivitenin fayda sağladığını bildirmiştir. Bunun yanında, otolog kök hücre nakli ile tedavi gören hastalar da fiziksel aktivitenin faydalı olduğunu belirtirken, kemoterapi ve radyoterapi gibi diğer tedavileri alan hastalar daha çok ağrı engeliyle karşılaşmıştır.

Böbrek kanser riski

Medicine & Science in Sports & Exercise’de yayımlanan bir çalışma, böbrek kanser riski oranının bilinen diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak yürüyüş ve koşu ile azalabileceğini tespit etmiştir. Yaş ve cinsiyet düzenlemesi sonrası her hafta yapılan koşu veya yürüyüş, her metabolik denklik (MET)-saatte riski 1.9% oranında düşürmüştür. Aşağıda önerilen koşu veya yürüyüş seviyeleri ile karşılaştırıldığında (haftada < 7.5 MET-saat), fiziksel aktivite önerilen seviyede ise 61%, önerilen seviyeden 1-2 kat fazlaysa 67% , 2 veya 2 katından fazlaysa 76.3% oranında böbrek kanser riski azalmıştır.

Beyin kanser riski

The National Runners’ and Walkers’ Health Studies’den alınan bilgilerle egzersizin beyin kanserine bağlı yaşam kaybı (mortalite) oranları üzerindeki etkisini sorgulamıştır. Yaş, cinsiyet, ırk, eğitim vs. düzenlemesi yapıldıktan sonra, beyin kanserinde ölüm riski günde 1.8 – 3.5 metabolik denklik (MET)-saat egzersiz yapanlarda 43.2% azalırken, günde ≥ 3.6 MET-saat egzersiz yapanlarda 39.8% oranında azalmıştır ( günde < 1.8 MET-saat temel alınarak karşılaştırma yapılmıştır). Araştırmacılar, yürüyüş ve koşu ile harcanan enerjinin beyin kanserine bağlı ölüm riskindeki azalma ile ilişkili olduğu sonucuna varmıştır.

Endometriyal (rahim) kanser riski

The American Institute for Cancer Research ve The World Cancer Research Fund International, Amerika’da endometriyal kanser vakalarının yaklaşık 60%’ının düzenli egzersiz ve sağlıklı kiloda kalınmasıyla önlenebileceğini gösteren bulguları yayınlamıştır. Obez kadınlarda endometriyal kanser riski, vücutlarındaki aşırı yağ oranının önemli risk faktörü olması nedeniyle ikiye katlanmaktadır. Günde en az 30dk egzersiz yapmanın ve sağlıklı vücut kitle indeksini korumanın endometriyal kanser oranını 59% azalttığı görülmüştür. Egzersiz kanserin tekrarlamasını da engelleyebilir.

Sarkom

Journal of Sports Science & Medicine’da yayınlanan bir çalışma, devamlı yapılan egzersizin farelerde sarkom tümörünü yaklaşık 50% küçülttüğünü göstermiştir. Düzenli egzersizin bazı kanser türlerinde ilerlemeyi ve oranlarını azaltma gücü olduğu düşüncesinden yola çıkan araştırmacılar, 3 ayrı grupta farelere murin sarkom hücreleri nakletmiştir. Bu 3 gruptaki fareler: kontrol fareleri, tümör nakli yapılana kadar egzersiz yapan fareler ve tümör naklinden sonra egzersize devam eden fareler olarak ayrılmıştır. Araştırmacılar, altında yatan mekanizma bilinmese de nakil sonrası egzersize devam eden farelerde tümör boyutunun önemli ölçüde küçüldüğü sonucuna varmıştır.

PROF. DR. MUSTAFA ÖZDOĞAN

Bilim dünyası ve sağlık çalışanları uzun süre boyunca oturmanın bedene olan etkilerini yıllardır araştırıyor. Her ne kadar bu konu pek çok kişi tarafından önemsenmeyebilir gibi görünse de, araştırmalar oturarak geçirilen sürenin, yaşam kalitemiz ve genel sağlığımız üzerinde büyük bir etkisi olduğunu göstermektedir. Aşırı oturma, ciddi sağlık sorunlarını beraberinde getirirken, bu sorunların önlenmesi veya hafifletilmesi için ne kadar fiziksel aktivite gerektiğini belirlemek zorunlu hale gelmiştir. Uzun süre hareketsiz kalmanın, kalp-damar hastalığı, tip-2 diyabet ve bazı kanser türleri riskini artırdığı bilinmektedir. Fiziksel aktivite, bu riski azaltmaya yardımcı olabilir. Hareketsiz bir yaşam tarzının sağlığımız üzerindeki bu olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için ne kadar hareket etmemiz gerektiği konusu önemli bir araştırma alanıdır.

Örneğin, ofiste saatlerce masanızda oturabilir, uzun saatler televizyon izleyebilir veya bilgisayar oyunları oynayabilirsiniz. Amerika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC), Amerikalıların günde ortalama 6.5-8 saatlerini oturarak geçirdiğini tahmin etmektedir. Bu oranların, batılı toplumlarda benzer olduğu tahmin edilmektedir. Uzun süre oturmanın bedene ne tür etkileri olduğu, oturmanın ne kadarının sağlıksız olduğu ve hareketsiz yaşam tarzının sonuçlarından nasıl kaçınılabileceği hakkında daha fazla bilgi edinelim.

Ne Kadar Oturma Sağlıksızdır?

Doktorlar, uzun süreler boyunca oturmayı ve hareketsiz kalmayı “sedanter / hareketsiz yaşam tarzı” olarak adlandırır. Araştırmalar, hareketsiz yaşam tarzının, tip 2 diyabet, kalp hastalığı ve kolon, meme ve rahim kanseri gibi bazı kanser türleri riskini artırabileceğini belirtmektedir.

Gün boyunca aşırı derecede oturmak ve yeterince fiziksel aktivite yapmamak, sadece fiziksel sağlığı değil, aynı zamanda

  • uyku düzenini,
  • zihinsel sağlığı ve
  • bilişsel performansı da olumsuz yönde etkileyebilir.
  • Dahası, bu durum, kemik sağlığı üzerinde de olumsuz sonuçlara yol açabilir, çünkü düzenli hareket ve egzersiz kemik yoğunluğunu korumada ve osteoporoz riskini azaltmada önemlidir.

Sağlıksız olan oturma süresinin ne kadar olduğuna dair kesin bir yanıt yoktur. Bu, kişiye ve kişinin her gün ne kadar egzersiz yaptığına bağlıdır. 

Oturma nedeniyle sağlık sorunları geliştirme riskini belirleyen eşikler şunlardır:

  • Düşük risk: Günde 4 saatten az oturmak.
  • Orta risk: Günde 4–8 saat oturmak.
  • Yüksek risk: Günde 8–11 saat oturmak.
  • Çok yüksek risk: Günde 11 saatten fazla oturmak.

CDC, hareketsiz bir yaşam tarzıyla ilişkili bazı sağlık durumları riskini azaltmak için haftada 150 dakikalık orta derecede aktiviteyi yeterli bulmaktadır.

Uzun Süre Oturmanın Bedene Etkisi Nedir?

Uzun süre oturma, bedeni çeşitli şekillerde etkileyebilir:

  • Huzursuzluk / ağrı: 2018’deki bir çalışma, uzun süre oturma ve kas-iskelet rahatsızlıkları arasında bir ilişki olduğunu öne sürmüştür. Hzursuzluk ve ağrı yaşanan bölgeler arasında boyun, omuzlar, alt ekstremiteler, alt sırt, kalçalar, uyluklar, bilek ve el bulunabilir.
  • Yavaşlayan Metabolizma: Metabolizma, bedenin enerjiyi parçalayıp kullanma sürecidir. 2021 yılında yapılan bir araştırma, uzun süre oturmanın yemek sonrası metabolizmayı etkileyebileceğini öne sürmüştür. 
  • Kan Akışında Değişiklikler: Aynı 2021 araştırmasına göre, uzun süreli oturma, özellikle bacaklara olan kan akışını azaltabilir. Bu durum, bacakta şişmeye gibi sonuçlara yol açabilir.
  • Hipertansiyon: 2017 yılında yapılan bir çalışma, uzun süreli oturma ve hipertansiyon (yüksek tansiyon) arasında bir ilişki olduğunu belirtmiştir.
  • Kas-İskelet Bozuklukları: 2018 tarihli bir makale, uzun süreli oturma ve alt ekstremitelerin belirli kas-iskelet bozuklukları arasında ilişki olduğunu vurgulamıştır.
  • Zihinsel Etki: Uzun süre oturan kişilerin zihinsel durumları üzerinde olumsuz bir etki olduğunu belirten aynı 2018 çalışması, yaratıcı problem çözme yeteneklerini de etkileyebilir.

Uzun Süre Oturmak, Hangi Kanserlerin Riskini Ne Kadar Artırır?

Uzun süre oturmanın kanser riskini artırabileceği bilinmektedir. Hareketsiz bir yaşam tarzı, çeşitli kanser türlerinin riskini artırabilir. Bunlar arasında kolon, meme ve rahim kanseri bulunmaktadır.

  • Kolon kanseri: Uzun süre oturmanın, özellikle kolon kanseri riskini artırdığına dair birçok araştırma bulunmaktadır. Bir meta-analiz, hareketsizliğin kolon kanseri riskini %30 artırdığını belirtmiştir. Hareketsizlikle en güçlü ilişki kolon kanseri arasındandır.
  • Meme kanseri: Araştırmalar, hareketsiz bir yaşam tarzının meme kanseri riskini artırabileceğini göstermektedir. Uzun süre oturan kadınların, daha aktif olanlara kıyasla meme kanseri geliştirme riskinin daha yüksek olduğu görülmüştür.
  • Rahim (Endometriyal) kanseri: Yüksek düzeyde fiziksel inaktiviteye sahip kadınların, rahim kanseri geliştirme riskinin daha fazla olduğu belirtilmiştir.

Çok Uzun Süre Oturmak Ölümcül mü?

Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, yetersiz fiziksel aktivite, yaşam kaybı için 4. önde gelen risk faktörüdür ve dünya çapında her yıl 3.2 milyon yaşam kaybına sebep olmaktadır.

2017 tarihli bir makale, iş için uzun süreler boyunca oturan insanların, oturmayanlara kıyasla 12 yıl sonra erken yaşam kaybı riskinin neredeyse 1.4 kat daha fazla olduğunu öne sürmüştür. Bu nedenle, uzun süreli oturmanın yalnızca hemen görünen sağlık etkileriyle değil, aynı zamanda uzun vadede yaşam süresini de olumsuz yönde etkileyebileceğini anlamamız önemlidir.

Tüm Gün Oturmanın Etkilerini Nasıl Tedavi Ederiz?

Gün boyu oturmanın etkilerini tedavi etmenin veya önlemenin en iyi yolu aktif olmaktır. CDC, insanların haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta aktivite yapmalarını önerir. Bu, bir hafta boyunca beş 30 dakikalık oturum olabilir.

Orta yoğunlukta aktiviteler arasında hızlı yürüyüş, su içinde egzersizler, düz zeminde bisiklete binme bulunabilir. İnsanlar daha az yoğun egzersizlerle başlayabilir ve zamanla dayanıklılıklarını artırabilir.

2021 tarihli bir araştırma makalesi, düzenli aktivitenin, uzun süreli oturmayı uzun süreli ayakta durma ile değiştirmekten daha fazla fayda sağladığını öne sürmektedir.

Tüm Gün Oturmanın Sonuçlarını Önlemek

Gün boyu oturmanın sonuçlarını önlemek için aktif kalmak en iyi yoldur. Bu, haftada en az 150 dakika fiziksel aktivite yapmayı veya düzenli aktivite araları eklemeyi içerebilir.

Tüm Gün Oturmayı Önleme İpuçları

Ofislerde çalışan kişiler, tüm gün oturmayı önlemek için şunları deneyebilir:

  • Oturup kalkabilen masalar veya iş istasyonları istemek
  • Her 30 dakikada bir ayakta durma ve oturma arasında değişim yapmak
  • Yürüyüş toplantıları düzenlemek
  • Otururken veya ayakta dururken düzenli olarak gerinmek
  • Bir e-posta göndermek yerine meslektaşıyla konuşmak için yürümek

Sonuç olarak, tüm gün oturmanın ve herhangi bir fiziksel aktivite yapmamanın, kalp hastalıkları, tip 2 diyabet ve bazı kanser türleri gibi bir dizi sağlık durumunun gelişme riskini artırabilir. Ancak, insanların sağlıklarına olan riskleri azaltmak için yapabilecekleri şeyler vardır. Bunlar, genel olarak daha fazla fiziksel aktif olmak ve uzun süre oturma dönemlerini hareket ederek bölmeyi içerir.

PROF. DR. MUSTAFA ÖZDOĞAN

Medically reviewed by Gregory Minnis, DPT, Physical Therapy — By Amanda Barrell on June 9, 2023. What happens to the body after sitting down for too long https://www.medicalnewstoday.com/articles/sitting-down-all-day

Boyun Ağrısının Tedavisi ve Fizik Tedavi

OTURURKEN

Çenenizi hafif bükük gözleriniz karşıya bakar pozisyonda ve boynunuzu arkaya çekik tutun. İyi bir boyun sağlığı iyi bir duruşla mümkündür. Boynunuzun normal eğriliğini koruyun. Kol destekleri olan beli ve sırtı destekleyen koltuklar kullanın. Gevşemeyin; bütün omurganız sandalye arkalığına dayanacak şekilde dik veya dike yakın olsun. Sandalye kollarını kollarınıza destek olarak kullanırsanız, ileri eğilme sebebiyle boynunuzda olacak lüzumsuz zorlanmayı önlemeye yardımcı olur. Çenenizi ileri doğru uzatarak çok dikkatlice bir yere bakmayın. Boynu ve beli destekleyen koltuk çalışırken oldukça önemlidir.

AYAKTA DURURKEN

Oturur pozisyondaki gibi çenenizi hafif bükük gözleriniz karşıya bakar pozisyonda ve boynunuzu arkaya çekik tutun. Keza belinizin ve sırtınızın düz durmasına çalışın. Dizlerinizi bükmeden öne doğru eğilmeyin. Sabit durmak ve öne eğilmek disklerdeki basıncı arttıracağı içinuzun süre aynı yerde sabit durmayın.

YATARKEN

Boyun ağrılarında yatış şekli önemlidir. Kişi sabah kalktığında boynunda ağrı hissediyorsa yatış şekli ve yastığı gözden geçirilmelidir. Yüzüstü yatmayın. Yan yatarak uyumanız daha iyidir. Baş ve boynunuza yastığın yardımıyla normal bir duruş sağlayın, ve kollarınızı aşağıda tutun. Eğer kişi yatarken yastık ince ise boynu geriye ve yana düşer böylece kanalda sinir sıkışır. Yastık normalden kalın ise boyun askıda kalarak boyun çevre dokusu gerilir ve ağrıya neden olur. Eğer sırt üstü yatmak istiyorsanız yastığınızı baş ve boynunuzun altına gelecek şekilde koyun. Yastık baş ve boynunuzu nötür bir durumda desteklemelidir. Boynunuzun gergin durmasından kaçının. Oturduğunuz yerde uyumak boyun için oldukça zararlıdır. Yatarken televizyon seyretmek ve kitap okumak boyun kaslarınızı zorlar. Yatarken kollarınızı başınızın altına koymak yada kollarınızı baş hizasında tutmak zararlıdır.

ARABA KULLANIRKEN

Arabada yüksek oturun. Koltuğunuz ( tercihen sert) direksiyonun üzerinden bakmak için gerilme ve eğilmenizi gerektirmeyecek şekilde ne çok alçak ne de çok geride olmalıdır. Destek için poliüretan bir sırt yastığı faydalı olabilir; yastık 1-2cm kalınlığında, sırtınız genişliğinde ve omuzlarınızın hizasına kadar olmalıdır. Aynaları iyi ayarlayın. Boyun ağrısı olanlar geri giderken boyunlarıyla değil belleriyle dönmelidir. Gereksiz yere camları açmayın, alacağınız rüzgar boyun tutulmasına yol açabilir. Uzun yolculuklarda boyunluk kullanılması oldukça yararlıdır. Uzun yolculuklarda 3-4 saatte bir ara vererek boyun, sırt ve bel kaslarınızı esnetin.

BİR CİSMİ KALDIRIRKEN

Bir cismin uygun olarak kaldırılması boyun ve bel sağlığı için çok önemlidir. Dizlerinizi bükün ve kaldırma için bacak kaslarınızı kullanın. Ani hareketlerden kaçının. Ağırlığı gövdenize yakın tutun ve hiçbir şeyi baş hizasından yukarı kaldırmaya çalışmayın. Nefes tutarak ağırlık kaldırmayın çünkü omurganıza zarar verirsiniz. Başınız hizasından yüksekçe bir rafa uzanmanız gerekliyse bir iskemleye çıkın. Uzun süre uzanma veya yukarı bakmaktan kaçının.

ÇALIŞIRKEN

Günümüz insanının en fazla zaman geçirdiği an çalışma anıdır. Artık günde 4 saatten fazla oturarak çalışan insanların ergonomi kurallarına uyması zorunlu olarak kabul edilmiştir. Boynun uzun süre aynı pozisyonda uygun olmayan şekilde kalması dokuları zedelemek-tedir. Nötral pozisyon dediğimiz gövde üzerinde başın orta hatta olması, doğal eğriliğinin korunması riskleri azaltır. Yapılan işe sık sık ara verilip boynun normal şekline getirilmesi önemlidir. Çalışma sırasında gövdenin pozisyonu önemlidir. Monitör gövdenin tam karşısında olmalıdır. Gövde rotasyonundan kaçınılmalıdır.

Koltuk beli ve sırtı desteklemeli ve koltuk dik ve yaklaşık 10-15º eğiklikte olmalıdır. Sandalye yüksekliği ve arkalık yüksekliği ayarlanabilir olmalıdır. Monitörün üst sınırı dik duran bir kişinin göz hizasında olmalı, uzaklığı ise bir kol boyu uzaklıkta olmalıdır .Böylece ekrana bakılırken boynun gereksiz hareketi azaltılmış olur. Klavye dirsek 90° iken kullanılabilir yükseklikte ve gövdeye yakın olmalıdır. Mouse klavye yanında olmalı, kişi hem klavye hem de mouse kullanırken el bileğinde gereksiz bükülme olmamalı. Böylece bilekte tendon ve sinir zedelenmesi oluşmaz. Telefon hiçbir zaman boyun ve kulak arasına sıkıştırılmamalıdır.

DİKKAT EDİLECEK DİĞER NOKTALAR

  • Dişleri sıkarak yatmak ( diş gıcırdatması) boyun kaslarında spazma yol açar, sonuçta boyun ağrıları ve çiğneme kaslarında ağrı olur.
  • Telefonla konuşurken telefonun boyunla omuz arasına sıkıştırılması boyun kaslarına zarar verebilir.
  • Bel ağrıları ve boyun ağrıları birbirlerini oldukça etkileyen hastalıklardır. Bu nedenle boynu ağrıyanlar aynı zamanda bellerine, beli ağrıyanlarda boyunlarına dikkat etmelidirler.
  • Işıklandırması iyi ayarlanmamış ortamlarda çalışmak boyun ve sırt kaslarınızı zorlayabilir.
  • Çok uzak yada yakın mesafeden televizyon seyretmeyin.
  • Özellikle saçları uzun olanlar iyice kurutmadan dışarı çıkarlarsa boyun kaslarında spazm olur. Bu nedenle saçlar yıkandıktan sonra mutlaka kurutulmalıdır.
  • Görme bozuklukları, objelerin görülmesi için çok daha fazla dikkat göstermenizi gerektirir. Bu durum boyun kaslarını yorarak boyun ve omuz ağrılarına zemin hazırlar. Bu nedenle görme bozuklukları zamanında tedavi edilmelidir.
  • Ellerinizi omuz hizasından yüksek yada çok alçak seviyelerde kullanmanız boyun bölgesini zorlar. Bu nedenle öğretmenlerde, duvar ve tavan işçilerinde boyun ağrısı sık görülür.
  • Eğer öğretmenseniz tahtaya kazı yazarken omuz hizasından üst seviyeye ve çok aşağı seviyelere yazı yazmayın.
  • Perde takmak gibi çok nadir yapılan uygun olmayan aktivitelerde bile boyun fıtığına ve diğer boyun ağrılarına yakalanabilirsiniz. Üzerine çıktığınız platformu yükselterek bu riski en aza indirin yada boyun probleminiz varsa en iyisi hiç yapmayın, daha uygun birilerinden yardım isteyin.
  • Uykusuzluk, çok çalışma, sinirsel gerginlik, işinden memnun olmama, takdir edilmeme gibi durumlar boyun kaslarında gerginlik yaparak disklerin beslenmesini bozabilir.

Atilla Ayral Fiziksel Tıp Ve Rehabilitasyon Uzm. Dr.

Miyofasial Ağrı Sendromu

Bir veya birkaç kas grubunda görülen ağrı, hassasiyet ve tutuklukla karakterize bir hastalıktır. Halk arasında kulunç, kas romatizması ve yel vurması gibi isimlerle adlandırılır. Fibromiyalji sendromu ile çoğunlukla karıştırılır. Halbuki fibromiyalji sendromunda ağrı daha yaygındır, myofasial ağrı sendromu ise daha az kas grubunu ilgilendirir. Fibromiyalji daha çok kadınlarda, miyofasial ağrı ise her iki cinste eşit sıklıkta görülür. Fibromiyalji de ağrı tutukluk ve hassasiyet vücudun her tarafında yaygındır, miyofasial ağrıda ise bir veya birkaç bölgededir. Myofasial ağrıda yorgunluk ve uykusuzluk yoktur ya da daha hafiftir. Myofasial ağrının tedavisi fibromiyaljiye göre daha kolaydır.

Miyofasial ağrıların sebepleri nelerdir ?

Genetik faktörler, aşırı yorgunluk, tekrarlayan hareketler, iş kazaları, boyun ve bel fıtıkları, mesleki ve ailevi tatminsizlikler, kötü çalışma koşulları miyofasial ağrıların en önemli sebepleridir. Kötü pöstür, uzun süre hareketsiz kalma, uzun süren yatak istirahatları, B vitamini eksiklikleri, potasyum, kalsiyum, demir, magnezyum ve selenyum gibi mineral eksiklikleri, hipoglisemi, hipotiroidi, östrojen eksikliği, viral enfeksiyonlar, psikolojik ve sosyal problemler miyofasial ağrıların diğer sebepleridir.

Miyofasial ağrılarda hastanın şikayetleri nelerdir ?

Miyofasial ağrı sendromlu hastalarda kaslarda ağrı, tutukluk ve hassasiyetin yanında, sıkışma ve yanma hissi vardır. Eklem hareket açıklığında hafif bir kısıtlanma ve yorgunluk vardır. Çoğu zaman hastalar kas tutukluğundan değil baş ağrısı, sırt ağrısı, boyun ağrısı, göğüs ağrısı, bel ağrısı, siyatik ve omuz ağrısı gibi değişik ağrılardan yakınırlar. Ağrılar hafif veya bazen çok şiddetli olabilir. Ağrı hayatı tehdit etmemekle birlikte hayat kalitesini oldukça düşürür. Ağrılar, ilgili kas ve tetik noktalar ile ilgili olmayan yerlere yayılım gösterirler.

Miyofasial ağrı sendromları nasıl teşhis edilir ?

Miyofasial ağrı sendromlarında öykü ve fizik muayene tanı koydurucudur. Sebepleri ortaya koymak ve ayırıcı teşhis için laboratuvar ve radyolojik tetkikler gerekebilir.

Miyofasial ağrı sendromları nasıl tedavi edilir ?

Germe egzersizleri miyofasial ağrılardaki tetik noktaları kısmen inaktive edebilir. Etilklorür spreyleri ile spreyleme ve germe egzersizlerinin birlikte uygulanması daha iyi sonuç verir. Tetik nokta enjeksiyonları en etkili tedavidir. Özellikle nöralterapi, miyofasial ağrı sendromundaki en iyi tedavi yöntemlerinden birisidir. Riski çok azdır ve uygulama yöntemi kolay, etkisi kısa sürede ortaya çıkan bir tedavidir. Amaç dokunun kanlanmasını arttırarak tekrar normal çalışabilmesini sağlamaktır. Ayrıca masaj, aktif ve pasif hareketler, analjezikler, kas gevşeticiler, antidepresanlar kullanılabilir.

TENS ve diğer fizik tedavi uygulamaları oldukça faydalıdır. Tedavide en önemli nokta, gerilmiş olan kasın gevşetilmesi ve sonrasında gerekli egzersiz programları ile güçlendirilmesidir.

Atilla Ayral Fiziksel Tıp Ve Rehabilitasyon Uzm. Dr.

Yeme Bozuklukları Ve Beslenme Tedavisi

Uzun dönem tedavi gerektiren kronik hastalıklar olan yeme bozuklukları (malnütrisyon) bedensel belirtiler ön plandaymış gibi görülse de ruhsal hastalıklardır. Yeme davranışı ve yemek ile ilgili düşünce ve duyguların rahatsızlık vermesiyle oluşan yeme bozuklukları genellikle madde bağımlılığı, depresyon, anksiyete bozukluğu gibi diğer ruhsal hastalıklarla birlikte görülür.

Yeme bozuklukları ve beslenme tedavisi içeriğini anlayabilmek için öncelikle yeme bozukluklarının çeşitlerini öğrenmek gerekir. 2013 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayınladığı parametrelere göre dört çeşit yeme bozukluğu bulunmaktadır. Bunlar anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, tıkınırcasına yeme bozukluğu ve sınıflandırılmayan yeme bozukluklarıdır. Temel özellikleri bireyin kendisini şişman olarak görmesi, gerçek hayatta baş edilemeyen duygusal karışıklıklara yemek yemenin eşlik etmesi, şişman olmaktan korku duyulması, zayıflamaya yönelik keskin bir istek duyma ile ilgili bedensel görünüş rahatsızlıklarının olmasıdır.

Genel olarak ergenliğe girmiş kızları ve genç kadınları etkiliyormuş gibi görünse de her yaş ve cinsiyetten kişinin yeme bozuklukları olabilir. Kadınlarda oranı hala daha fazla olsa da erkeklerde görülen kronik yeme bozuklukları da son on yılda neredeyse iki katına çıkmıştır. Yeme bozuklukları ciddi sağlık problemlerine yol açar, hatta ölüme kadar gidebilir. Morbidite oranı oldukça yüksek olan ruhsal hastalıklardır. Oluşum nedenleri halen tam olarak bilinmemektedir ancak biyolojik ve psikolojik sebeplerin aynı anda rol aldığı düşünülmektedir. Yeme bozuklukları depresyon, düşük özsaygı, aile içi problemler, kimlik karmaşaları, değersiz hissetme gibi problemlerle ilişkilendirilmektedir. İçsel karmaşaya dışsal çözüm getirmeye çalışmak olarak görülebilir. Yeme bozuklukları ve beslenme tedavisi için hastalarla oldukça yakın bir şekilde çalışmak gerekir.

Anoreksiya Nervoza

Tehlikeli derecede zayıf olan fakat kendilerini şişman hissetmeye devam eden anoreksiya nervoza hastaları her aynaya baktıklarında kendilerini istedikleri kilonun üzerinde görürler. Şişman olmaktan ve kilo almaktan oldukça korkarlar. Genellikle eleştirel, mükemmeliyetçi fakat özgüveni düşük kimselerdir. Hastalığın ilk safhalarında yemek bozuklukları olduğunu kabul etmezler ancak kilo kontrolü onlar için bir takıntı haline gelmiştir. Hastalar kilo kaybetmek için değişik davranış biçimleri geliştirir, büyük bir çoğunluğu yiyecek alımını keserek ya da iyice azaltarak kilo kaybeder. Hastaların bir kısmı ağır egzersizler uygular. Bir çok vakada hastalarda anoreksiye nervoza ile birlikte panik, anksiyete, maddenin kötüye kullanımı, obsesif kompülsif bozukluklar da görülür.

Zamanla hastaların aşırı kilo kaybı yüzünden adet görememe, kalsiyum eksikliğine bağlı olarak kemiklerde kırık oluşması, cildin kuruması ve sarılığı, aşırı kabızlık, kalp ve damar bozuklukları gibi ciddi sağlık sorunları da oluşmaktadır. Anoreksiya nervoza hastalarına yeme bozuklukları ve beslenme tedavisi uygulanabilmesi için hastaların şişmanlama korkusunu tetikleyen düşünceleri, duyguları ve davranışları ayırt edebilmesi ve anlaması için terapi almaları gerekmektedir. İlaç tedavisi ve psikoterapi ile beslenme danışmanlığının anoreksiya nervoza tedavisinde etkili olduğu görülmüştür.

Bulimiya Nervoza

Bulimiya nervozada hastalar sık sık gelen yeme atakları ile oldukça fazla kalori tüketirler. Bunun ardından kusarak ya da laksatif ve diüretiklerin yardımıyla yedikleri besinleri vücut dışına atarlar. Yeme nöbetleri sırasında hastalar çoğunlukla kendilerini kontrolden çıkmış hisseder. Nöbet bittikten sonra ise bu davranışı telafi etmek için aç kalma, laksatif  ya da diüretik kullanımı, kendini kusturma, aşırı egzersiz yapma gibi davranışlarından birini ya da bir çoğunu uygularlar. Utanma veya iğrenme duygusu yüzünden bulimik hastalar bu davranışlarını yalnızken ve gizlice uygular. Hastaların her yeme atağından ya da her normal öğünden sonra kusması medikal problemleri de beraberinde getirir.

Sürekli kızarmış ve yaralı bir boğazın olması, yüzün ve yanakların şişerek sincap gibi bir görüntüye sahip olma, sürekli kusma sebebiyle mide kapağında problemlerin oluşması ve reflü, mide asitleriyle sürekli temastan dolayı diş minelerinin erimesi ve diş çürümeleri, haddinden fazla laksatif kullanımı sebebiyle bağırsak problemleri, haddinden fazla diüretik kullanımı sebebiyle oluşan böbrek sorunları ve sıvı kaybından dolayı oluşan sorunlar bulimiya nervoza hastalarının karşılaştıkları diğer medikal sorunlardır.

Yeme bozuklukları ve beslenme tedavisi bulimiya nervoza hastalarına uygulanırken hastaların ilaç kullanımıyla beraber psikoterapi almaları gerekmektedir. Hastalar genelde tedaviye ihtiyaçları olduğuna inanmazlar ve tedaviye ikna edilmeleri gerekir. Genel beslenme eğitimi ve beslenme danışmanlığı ile hastaya düzenli yeme alışkanlığı tekrar kazandırılır, bu tedavinin bulimiya nervoza üzerinde oldukça etkili olduğu kanıtlanmıştır.

Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu

Bu hastalığın ilk parçası bulimiya nervoza ile oldukça benzerdir. Hastalar sık gelen yeme atakları ile oldukça fazla kalori tüketirler ve bu ataklar sırasında kendilerini kontrolden çıkmış hissederler. Bulimiya nervozadan farklı olarak tıkınırcasına yeme bozukluğunda hastalar, bu davranışı telafi etmek için kendilerini kusturma, aç bırakma, aşırı egzersiz yapma ya da laksatif kullanımı gibi davranışlara yönelmezler. Fazla yemenin yol açtığı utanç, kendinden iğrenme duygusu, suçluluk ve sıkıntı tekrar aynı döngüye girilmesine sebep olmaktadır. Bunun sonucunda tıkınırcasına yeme bozukluğuna sahip hastalar normalin biraz üstü ya da normalin çok üstü kiloya sahip olurlar, aynı zamanda obezite hastalığına da  sahiptirler. Bu hastalar özellikle kalp damar hastalıkları ve yüksek tansiyon riski taşırlar.

Yeme Bozukluklarının Tedavisi

Yeme bozuklukları ve beslenme tedavisi psikiyatrların öncülüğünde başlar. Çoğu yeme bozukluğu hastalığında hastalar kendilerinin hasta olduklarını kabul etmez, bu durum tedavilerin uygulanmasını ve tedaviden alınan cevabı etkiler. Bu yüzden hastaların tedaviye ikna edilmesi gerekir. Ruhsal hastalıklar olsa da ölüme dahi varabilecek oldukça ciddi sonuçları olan yeme bozukluklarında psikiyatrların önderliğinde başlayan ilaç tedavisi, kadın doğum, kardiyoloji, iç hastalıklar gibi diğer tıbbı dallar ile işbirliğine geçilerek yapılır. Tek bir tedavi yaklaşımının hastaya faydası yoktur, bütün hastalar birbirinden farklıdır bu nedenle tedavinin hastaya özel uygulanması gerekir. Yeme bozukluklarının kesin bir ilaç tedavisi yoktur, ilaçlar daha çok yardımcı durumdadır ve fiziki semptomların tedavisinde kullanılır. İlaç tedavisinin psikoterapi ile birlikte uygulanması gerekir. Yeme bozuklukları ve beslenme tedavisi psikoterapiyi zorunlu kılar. Psikoterapi yeme bozukluklarının tedavisinde vazgeçilmezdir, terapiye hastaların ailelerinin de doğru bir şekilde katılmasında büyük bir rol oynar, ailelerin iş birliğinde bulunması ve hastaya destek olması tedavide büyük önem taşır.

Bazı ekstrem yeme bozukluğu vakaları hastaneye yatışı zorunlu hale getirir. Çok hızlı bir şekilde ve çok fazla kilo kaybı, kusmanın durdurulamaması, yukarıda sayılan tıbbi problemlerin büyük bir çoğunun hastada bulunması, daha önceki yatış verilmeyen tedavilerin başarısız olması gibi durumlarda hastanın hastaneye yatması kendisi için en uygun tedavi biçimidir. Tıbbı sorunlar ve kilo kaybı çok yüksek ise hastanın yatışı ilk olarak iç hastalıklar kliniğinde psikiyatrların gözlem ve takibi ile gerçekleşir. Hastanın tıbbi durumu iyileştikten sonra psikiyatri kliniğine sevki sağlanır.

Yatarak tedavinin sona ermesi için hastanın sağlıklı beslenme alışkanlıklarını tekrar öğrenmesi, sağlıklı kilosuna yaklaşması, tıbbi problemlerin ortadan kalkması, kusmaların ve laksatif kullanımının kontrol edilebilmesi gerekir. Bu kriterler sağlandıktan sonra hastayla tekrardan ayakta tedaviye devam edilebilir. Yeme bozuklukları ve beslenme tedavisi sırasında yatarak tedavinin süresini kestirebilmek zordur, bu tür tedaviler asıl tedavinin ancak küçük bir kısmını oluşturur. Ayakta tedaviye devam etmek asıl büyük bölümdür. Ayaklı tedavi sırasında hastanın uzunca bir süre sürekli olarak kontrol edilmesi ve eski sağlıksız alışkanlıklarına geri dönmediğinden emin olunması gerekmektedir. Süreç boyunca bireysel ya da grup psikoterapileri devam eder.

“Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.”

Ateş bir hastalık değil, vücudun bağışıklık sisteminin harekete geçtiğini gösteren bir çeşit bağışıklık cevabıdır. Vücudun beyaz kan hücreleri üretmeye başladığının işaretidir. Normal sınırlardaki vücut ısısı yetişkinler için 36,1 ile 37,6 derecenin arasıdır. Çocuklarda bu dereceler daha yüksek olabilir. Ayrıca ateşin ölçüldüğü yere göre de sayılar değişiklik gösterebilir. Normal vücut ısısı gün içinde de değişiklik gösterebilir. Öğleden sonra ve akşamüstü saatlerinde vücut ısısı en üst seviyesine ulaşırken sabaha karşı vücut ısısı düşmektedir. Gün içinde vücut ısısı 1 derece farklılık gösterebilir.

Ateşe bakteri ya da virüslerin yanı sıra pek çok başka hastalık da sebep olabilir. Vücutta meydana gelen bağışıklık sistemi cevabının hipotalamusu etkilemesi sonucu, vücut ısısı kısa süreliğine yükselir. Bu da kişilerde ateş olarak kendini gösterir. Ateş, bağışıklık sisteminin bir şey ile mücadele ettiğinin bir göstergesidir. Ateş koltukaltı, ağız, kulak ve makattan ölçülebilmektedir. Her bölgede ölçüm farklılıkları gözlenebilir. Ölçüm öncesi sıcak ya da soğuk bir şey yenmesi durumunda ağızdan yapılan ölçümler doğru sonuç vermeyebilir. Koltukaltı ölçümlerinde de daha düşük ısılar bulunabilir.

Ateşi çıkan kişilerin en belirgin şikâyeti titreme ve üşümedir. Perifer damarlarda daralma sonucu el ve ayak gibi uzuvlarda üşüme meydana gelir. Kaslarda da kasılmaya bağlı olarak seğirmeler gözlenir. Kişilerin kalp atışları ve buna bağlı olarak metabolizmaları hızlanır. 37 dereceyi geçen ateşlerde metabolizmada %10-12 oranında artış gözlenir. Vücudun sıvı ve kalori ihtiyacı artar. Kalp ve solunum sistemine ek yük bindiği için vücut yorulur ve halsiz düşer.

Ateşin en sık görülen belirtileri aşağıdaki gibidir:

  • Titreme
  • Üşüme
  • Kalp atışlarında hızlanma
  • Terleme
  • Baş ağrısı
  • Kas ağrısı
  • İştah kaybı
  • Halsizlik ve yorgunluk
  • Acı hassasiyetinin artması
  • Uyuşukluk
  • Konsantrasyon bozukluğu

Bu belirtilere aşağıdaki semptomlar eşlik ediyorsa acilen bir hastaneye başvurmak gereklidir:

  • Işığa karşı aşırı hassasiyet
  • Boyunda sertlik ve ağrı
  • Döküntü
  • Nefes darlığı
  • Bulantı
  • Kusma
  • Dehidrasyon
  • Baş dönmesi
  • Karın ağrısı
  • Kas krampları
  • Zihinde bulanıklık
  • Nöbet

Ayrıca ateşle birlikte idrara çıkarken acı duyma, yetersiz, koyu renkli ya da kötü kokulu idrar da ciddi bir durumun göstergesi olabileceğinden dolay bir uzmana görünmekte fayda vardır.

Ateşin Nedenleri Nedir?

Normal şartlar altında bir enfeksiyon kaynaklı hafif ateş belirtilerinin 1 ile 3 gün içerisinde kendiliğinden kaybolması, ateş düşürücülere cevap vermesi ve kişinin sağlığına kavuşması beklenir. Ancak devam eden ve tekrarlayan ateş, derecesi yüksek olmasa bile ciddi bir enfeksiyonun habercisi olabilir ve ciddiye alınmalıdır.

38 dereceye kadar olan ateş hafif ateş olarak kategorize edilirken, 39 derecenin üzeri yüksek ateş olarak kabul edilir. Ayrıca gelişim biçimi ve süresine göre ateş akut, subakut ve kronik olarak üç türe ayrılır. Aniden ortaya çıkan ve 7 günden az süren vakalar akut, 7-14 gün arası süren ateş subakut ve 14 günden fazla süren ateş kronik olarak değerlendirilmektedir.

Yetişkinlerde ateşin en sık karşılaşılan nedenleri arasında;

  • Solunum yolu enfeksiyonları,
  • Bakteriyel ya da viral enfeksiyonlar (kulak, akciğer, cilt, boğaz, mesane, böbrek vb.),
  • Mantar enfeksiyonları,
  • Gıda zehirlenmeleri,
  • Sıcak çarpması veya güneş yanığı,
  • Enflamasyon (örneğin romatoid artrit),
  • Sinek, böcek sokmalarına bağlı enfeksiyonlar (Lyme, sıtma, kırım kongo kanamalı ateşi vb.) gösterilebilir.

Ancak hipertiroid, otoimmün hastalıklar, bazı kanser türleri, tümörler gibi daha ciddi sağlık sorunları da ateşe neden olabilmektedir. Ayrıca madde bağımlılığı ve alkolü bırakma süreçlerinde de ateş görülebilir.

Bazı ilaçlar ve tedaviler de kişilerde ateşe neden olabilir. Bazı antibiyotikler, kuduz, tetanos, zatürre gibi aşılar, steroidler, kemoterapi ve radyoterapi ya da hastalara organ nakli sonrası verilen ilaçlar ateşe neden olabilmektedir.

Daha önce ciddi bir hastalık geçirmiş olan kişilerde ya da kronik hastalığı olan kişilerde, yüksek ateş riskli durumlara neden olabilir. Bu sebeple kronik hastalık sahibi kişilerin yüksek ateş durumunda hastaneye başvurmaları önemlidir.

Özellikle aşağıdaki hastalıklara sahip kişilerin dikkat etmeleri gerekmektedir:

  • Astım
  • Romatoid artrit
  • Diyabet
  • Otoimmün hastalıklar (Crohn hastalığı, Lupus vb.)
  • Kardiyovasküler hastalıklar
  • Anemi
  • Karaciğer, böbrek hastalıkları
  • Serebral palsi
  • Multipskleroz
  • Kronik akciğer hastalıkları
  • HIV, AIDS

Ateşle Mücadelede Yapılması Gerekenler

Ateş bir hastalık değil, başka bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıktığından dolayı tedavisi altta yatan sebebe göre değişmektedir. Enfeksiyon durumlarında, enfeksiyonun tedavisi ateşin düşmesini sağlamaktadır. Ancak organ hasarı ya da nöbete neden olmaması için ateşin kontrol altına alınması önemlidir.

Yüksek ateşin parasetamol, ibuprofen ya da salisilat cinsi ilaçlar ve buna ek olarak soğuk kompres ile düşürülmesi sağlanmalıdır. Hafif ateş durumunda iyi beslenme, hafif egzersizler ve düzenli uyku vücudun bağışıklık sisteminin çalışmasına destek olduğu için, enfeksiyonla savaş süresinin kısalmasını ve ateşin düşmesini sağlayabilir.

Ateşle mücadelede sıvı alımı çok önemlidir. Su, meyve suyu, çorba, kemik suyu gibi yiyecek ve içecekler mideyi yormadan hem sıvı hem de gerekli kalorinin alınmasını sağlar. Ayrıca yetişkinlerde ılık banyo ve oda ısısının düşürülmesi gibi uygulamalar da kişinin ateşin belirtileri ile daha kolay baş etmesine olanak tanır.

Çocuklarda Ateş

Çocuklarda normal vücut ısısı 36,1 ile 37,6 dereceleri aralığında belirlenmiştir. Bunun üzerindeki durumlarda ateşten söz etmek mümkündür. Çocuklarda da yetişkinlerde olduğu gibi vücut ısısı gün içinde farklılaşabilir. Vücut ısısı çocuklarda akşam saat 17.00 ile 19.00 arasında en yüksek seviyeye ulaşırken, gece 24.00 ile sabah 06.00 saatleri arasında en düşük seviyesindedir.

Çocuklarda ateş derecelerinin sınıflandırılması şöyledir:

Çok hafif ateş: 37 – 37,5 derece arası

Hafif ateş: 37,5 – 37,9 derece arası

Orta yüksek ateş: 38 – 38,5 derece arası

Yüksek ateş: 38,5 – 39,5 derece arası

Çok yüksek ateş: 40 derece ve üzeri

Çocuklarda ateş, ortalama 2 yaşa kadar kolaylık açısından makattan ölçülür, ancak sonrasında yetişkinlerde kullanılan yöntemlere geçilir. Günümüzde yaygınlıkla dijital termometreler ile ateş ölçümü yapılmaktadır.

Üç yaştan küçük çocuklarda ateş ciddi bir enfeksiyonun belirtisi olabilir.

Çocuklarda Ateşin Belirtileri Nedir?

Çocuklardaki belirtiler yetişkinlere göre farklılık gösterebilir.

  • Huzursuzluk,
  • Sayıklama,
  • Halüsinasyonlar,
  • Döküntü çocuklarda ateşin önemli belirtileri arasındadır.

Bunlara ek olarak nefes alıp vermede zorlanma, yutkunma güçlüğü, boyunda sertleşme, bıngıldakta kabarıklık, kusma ve ishal gibi daha ciddi belirtilerin görülmesi durumunda vakit kaybetmeden doktora başvurulması gereklidir. 

Çocuklarda yüksek ateş tehlikelidir. Yüksek ateş, farklı yaş gruplarında farklı riskler taşır. 40 derecenin üzerine çıkan ateşte özellikle 6 ay ile 6 yaş arası çocuklarda havale (febril konvülsiyon) riski bulunmaktadır. Çocuklarda uykuya meyletme, bilinç kaybı, döküntü gibi belirtiler havale işareti olabildiği için böyle belirtiler görüldüğünde en kısa sürede acile başvurulması gerekmektedir.

Bebeklerde yanaklarda kızarıklık, dokunulduğunda ciltten yayılan sıcaklık hissi ve vücudun nemli ya da terli olması ateş belirtileri arasındadır.

Febril Konvülsiyon/Febril Nöbet (Havale)

6 ay ile 6 yaş arasındaki çocuklarda havale riski bulunmaktadır. Basit ve kompleks olmak üzere iki tür febril nöbet vardır. Febril nöbetlerin yaklaşık %80-85’i basit nöbetlerdir. Basit nöbetlerin süresi birkaç saniye ile 5 dakika arasında değişebilir. Kol ve bacaklarda seğirme, gözler açıkken bilinç kaybolması, vücutta katılık, düzensiz nefes, istemsiz dışkılama gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Bu nöbetler 24 saat içinde bir defadan fazla gerçekleşmez.

Kompleks nöbetler ise 5 dakikadan daha uzun süren, 24 saat içerisinde tekrarlı biçimde gelen ve sonrasında epilepsi gibi ciddi hasarlara neden olabilen nöbetlerdir.

Çocuklarda Ateşin Nedenleri Nedir?

Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da ateş, çoğunlukla bir enfeksiyon sonucu gelişmektedir. Sıkça görülen sebepler aşağıdaki gibidir:

  • Kulak enfeksiyonu
  • Gastroenterit (Bağırsak enfeksiyonu)
  • Solunum yolu enfeksiyonları
  • Diş çıkarma

Ancak ateş daha ciddi durumların göstergesi de olabilir.

  • Menenjit
  • Böbrek enfeksiyonları
  • Zatürre bunların arasında sayılabilir.

Çocuklarda Ateş Nasıl Düşürülür?

Çocuklarda da yetişkinlerde olduğu gibi soğuk uygulama ve ilaçlar vasıtasıyla ateş dürülmekte ve sonrasında altta yatan sebebe uygun bir tedavi uygulanmaktadır. Soğuk uygulama için çocuğun 29,4 ile 32 derece arası bir suya sokulması gerekir. Soğuk uygulama esnasında suya alkol katılmaz.

Kullanılabilecek ilaçlar yetişkinlerde olduğu gibi parasetamol ve ibuprofen tarzı ilaçlardır. Ancak doz ayarlaması çocuğun kilosuna göre yapılmalı, yetişkinlerle aynı dozda ilaç kullanılmamalıdır. Salisatların ise çocuklarda kullanımı uygun değildir.

Yetişkinlerde Ateş

Yetişkinlerde hafif ateş kendi başına önemli bir belirti değildir. Eşlik eden belirtilere bakılması gerekmektedir. Normal türde ateş, çoğunlukla vücutta basit enfeksiyon durumundan kaynaklanır; birkaç gün içinde kendiliğinden kaybolur veya ateş düşürücüler ile kolaylıkla kontrol altına alınabilir. Ancak geçmeyen, giderek artan ateş ve eşlik eden birden fazla semptom olduğu durumda bir sağlık kuruluşuna başvurulması gereklidir.

Ne Zaman Doktora Başvurmak Gerekir?

Yetişkinlerde ateşin 39 derecenin üzerine çıkması halinde,

3 yaş altı çocuklarda ateşin 38 derecenin üzerine çıkması halinde,

Çocuklarda ateşe öksürük, ishali kusma, döküntü eşlik ettiğinde,

Nöbet durumunda,

Yetişkinlerde ve çocuklarda sıcak çarpması halinde,

Ateş düşürücülerin ateşi düşürmede faydasız kalması durumunda acile başvurulması gereklidir.

Uzm. Dr. Mesut Arslan / MEDICANA

Mide bulantısı bir sorunun belirtisi ya da semptomudur. Mide bölgesinde huzursuzluk verici ve rahatsız edici bir duygudur. Mide bulantısı genellikle kusmanın ilk aşamasıdır. Kusmak ise mide içeriğinin zorla, gönüllü veya istemsiz olarak ağızdan dışarıya boşaltılmasıdır. 

Birçok vakada asıl nedeni belirli olmakla birlikte, virüsler, sindirim sorunları, hamilelik veya hatta hoş olmayan bir koku gibi çok çeşitli nedenlerden dolayı tetiklenmesi mümkündür. Mide bulantısına nadir olarak karın ağrısı, ishal veya baş ağrısı eşlik edebilir. Bu durumda mutlaka tıbbi yardıma başvurulmalıdır.

Mide Bulantısı Neden Olur ve Kusmanın Sebepleri Nelerdir?

Tıpkı mide bulantısı gibi kusma da kendi başına bir hastalık değildir. Aynı zamanda kusma tek başına zararsızdır ve vücudun kendisini düzeltmek için verdiği bir tepkidir. Ancak daha ciddi bir hastalığın işareti de olabilir. Hem kusma hem de mide bulantısı birden fazla tıbbi durumun belirtisi olabilirler. Bu durumlar ise;

  • Apandist,
  • Aşırı miktarda alkol alımı veya zehirlenme,
  • Bağırsak tıkanıklığı,
  • Baharatlı veya yüksek yağlı yiyecekler gibi bazı besinleri aşırı miktarda tüketmek mideyi rahatsız edebilir ve bulantıya neden olabilir. Bireyin alerjisi olan yiyecekleri yemesi de mide bulantısına neden olabilir.
  • Bazı kanser türleri,
  • Bazı kokulara karşı tepki
  • Beyin sarsıntısı beyin hasarı,
  • Beyin tümörü,
  • Bulimia Nevroza veya diğer psikolojik hastalıklar,
  • Diyabetli kişilerde görülebilen bir durum olan Gastroparezi veya yavaş mide boşalması,
  • Enfeksiyon, Bakteri veya virüsler mideyi etkileyebilir ve bulantıya neden olabilir. Gıda kaynaklı bakteriler gıda zehirlenmesi olarak bilinen bir hastalığa neden olabilir. Viral enfeksiyonlar da bulantıya neden olabilir.
  • Gebeliğin erken evreleri,
  •  İlaca bağlı kusma. Örneğin kemoterapi gibi kanser tedavileri için kullanılan bazı ilaçları almak mideyi rahatsız edebilir veya mide bulantısına katkıda bulunabilir. Önerilen ilacı kullanmadan önce mutlaka ilacın prospektüsü okunmalıdır. İlacın içindeki yan etkilere karşı endişeleriniz varsa bu konu hakkında mutlaka bir doktora danışılmalıdır.

Bu bilgileri okumak ve alınan ilaçlar ile uygulanan tedaviler hakkında doktorla konuşmak, ilaçla ilgili bulantıyı en aza indirecek önlemlerin alınmasına yardımcı olabilir.

  • Kalp krizi,
  • Korku gibi duygusal stres anları,
  • Kulak Enfeksiyonu,
  • Menenjit,
  • Mide ekşimesi veya gastroözofageal reflü hastalığı(GERD) yemek yerken bireyin midesinin içindekilerin özofagusundan yukarıya çıkmasına neden olabilir. Bu, bulantıya neden olan bir yanma hissi yaratır.
  • Safra kesesi hastalığı,
  • Ülser, yani mide içinde veya ince bağırsağın astarı üzerindeki yaralar bulantıya katkıda bulunabilir. Özellikle yemek yenildiği zaman yanma hissine ve ani bulantıya neden olabilir.
  • Yoğun ağrı, bulantı semptomlarına katkıda bulunabilir. Bu, pankreatit, safra kesesi taşları veya böbrek taşları gibi ağrılı durumlar için geçerlidir.
  • Yol tutması veya deniz tutması, bir araç ile seyahat ederken karşılaşılan engebeli bir yoldan kaynaklanabilir. Bu düzensiz hareketler beyne iletilen mesajların duyularla senkronize olmamasına, dolayısıyla bulantıya, baş dönmesine veya kusmaya yol açabilir.

Çocuklarda Mide Bulantısı veya Kusma Nedenleri Nelerdir?

Mide bulantısının nedenleri yaşa göre değişiklik gösterebilir. Çocuklarda mide bulantısı ya da kusma, viral bir enfeksiyon, gıda zehirlenmesi, süt alerjisi, yol tutması, aşırı yemek yeme, beslenme, çocukta öksürme ile yüksek ateşin görüldüğü hastalıklar sebebiyle yaygın olarak görülebilir. 

Bulantı veya kusmanın zamanlaması nedenine işaret edebilir. Bir öğünden kısa bir süre sonra ortaya çıkan bulantı veya kusmaya gıda zehirlenmesi, gastrit, yani mide zarının iltihabı veya ülser neden olabilir. 

Eğer, bulantı yemekten bir ila sekiz saat sonra ortaya çıkıyorsa ayrıca gıda zehirlenmesine de işaret edebilir. Bununla birlikte, salmonella gibi gıda kaynaklı bazı bakterilere dayalı semptomların ortaya çıkması daha uzun sürebilir.

Küçük çocuklarda mide bulantısı ve kusmadan kaynaklanan bir başka endişe ise dehidrasyon, yani susuzluktur. Yetişkinlerin susuz kalma riski daha düşüktür, çünkü genellikle artan susuzluk hissi, kuru dudaklar veya kuru ağız gibi dehidrasyon semptomlarını fark edebilirler. 

Ancak özellikle ishal semptomlarının görüldüğü durumlarda küçük çocukların susuz kalma riski daha yüksektir. Çünkü küçük çocuklar çoğu zaman dehidrasyon semptomlarını ifade edemezler. Hasta çocuklara bakan yetişkinlerin yaygın dehidrasyon belirtilerine dikkat etmesi gerekir. 

Bu belirti ve semptomlar arasında kuru dudaklar ve ağız, çukurlaşmış gözler, hızlı nefes alma veya nabız sayılır. Bebeklerde ayrıca idrara çıkma düzeninde gecikme ve bebeğin başının üstündeki yumuşak noktada çukurlaşma olup olmadığına dikkat edilmelidir.

Hamilelikte Mide Bulantısı ve Kusma

Hamileliğin başlangıcından itibaren tüm gebeliklerin yaklaşık %50 – % 90’ında mide bulantısı, % 25 – % 55’inde ise kusma görülür. Bu mide bulantısı ve kusma dönemi genellikle dördüncü aydan ya da ikinci trimester başlangıcından itibaren sona erer.

Gebelik sürecinde tekrarlayan kusma, annenin veya doğmamış çocuğunun hayatını tehlikeye atabilecek sıvı ve mineral dengesizlikleri geliştirebileceği hiperemezis gravidarum adı verilen ciddi bir duruma yol açabilir.

Mide Bulantısı ve Kusma Durumunda Ne Zaman Doktora Başvurulmalıdır?

Aşırı kusma durumu nadir vakalarda yemek borusunun astarında Mallory-Weiss yırtığı adı verilen bir yırtığa neden olabilir. Eğer özofagus yırtılırsa, bu duruma Boerhaave sendromu denilir. Bu durumda acil tıbbi müdahale gereklidir.

Bunun haricinde, bulantı birkaç günden daha uzun süre devam ederse veya hamile kalma olasılığı varsa, evde tedavi yöntemleri işe yaramadıysa, dehidrasyon yani susuzluk emareleri görülüyorsa, veya kusmaya neden olabilecek kafa travması veya enfeksiyon gibi bir durum meydana geldiyse doktora başvurulmalıdır.

Eğer yetişkin bir bireyde kusma bir günden daha fazla devam ediyorsa veya ishalle birlikte gelişen kusma yarım günden daha fazla devam ediyorsa ve dehidrasyon belirtileri varsa, en kısa sürede mutlaka bir doktora başvurulmalıdır.

Altı yaşın altındaki çocuklarda veya bebeklerde kusma birkaç saatten fazla sürerse, ishal, dehidrasyon belirtileri veya ateş ile birlikte görüldüyse, çocuk mutlaka doktora götürülmelidir.

Altı yaşın üzerindeki çocuklarda ise kusma bir günden daha fazla devam ediyorsa veya ishal ve kusma yarım günden daha fazla devam ediyorsa, yüksek ateş görülüyorsa veya idrara çıkma yoksa yine çocuk mutlaka doktora götürülmelidir.

Bunların yanı sıra kusma ile birlikte; kusmukta parlak kırmızı veya “kahve telvesi” görünümüyle ayırt edilebilecek kan varsa, şiddetli baş ağrısı, boyun tutulması, uyuşukluk, akıl karışıklığı, ishal, uyanık kalmada zorluk çekme, şiddetli karın ağrısına eşlik eden hızlı solunum ya da nabız atışı gözlemleniyorsa derhal tıbbi yardıma başvurulmalıdır.

Mide Bulantısı ve Kusma Nasıl Tedavi Edilir?

Bireyin yaşına ya da nedenine bakılmaksızın mide bulantısı ve kusmanın tedavisi için kullanılabilecek birkaç yöntem olsa da mide bulantısının tedavisi genellikle bulantının nedenine göre değişiklik gösterir. Bu yöntemler arasında birey için en uygun olanı belirlemek için bir doktora başvurulmalıdır. 

Mide bulantısını hafifletmek için ortak kullanılan yöntemlerde ilk adımda su gibi berrak sıvılar kademeli olarak daha fazla miktarda tüketilmelidir. Kusma dönemi geçene kadar katı yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Özellikle 24 saatten daha uzun süren kusma durumunda dehidrasyonun giderilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır. 

Sabah bulantısı yaşayan hamile kadınlar, yataktan kalkmadan önce kuru kraker veya yatmadan önce yağsız et veya peynir gibi yüksek proteinli bir atıştırmalık yiyebilir.

Kanser tedavisi gibi tıbbi durumlarla ilişkili kusma durumu ise genellikle başka bir ilaçla tedavi edilebilir. Ayrıca hamilelik, yol tutması ve bazı baş dönmesi türleri ile ilişkili mide bulantısı ve kusmayı kontrol etmek için kullanılabilecek çeşitli reçeteli ve reçetesiz ilaçlar da vardır. Bu tedavilerden herhangi birini kullanmadan önce mutlaka bir doktora danışmak gereklidir.

Mide Bulantısı Nasıl Önlenir?

Mide bulantısını önlemenin birkaç yolu vardır. Bunlar bulantının nedenine göre farklılık gösterebilir. Yemek alışkanlıklarını değiştirerek gün içinde üç büyük öğün yerine gün boyunca küçük öğünlerin tercih edilmesi bulantıyı önlemeye yardımcı olabilir. Besinler yavaş yenilmelidir. 

Sindirimi zor, baharatlı, çok yağlı veya yağda pişirilmiş yiyeceklerden kaçınmak önemlidir. Bulantıya neden olma olasılığı daha düşük olan yiyeceklere örnek olarak tahıllı besinler, krakerler, tost, ve et suyu verilebilir. Eğer bulantı sıcak yiyeceklerin kokusu ile tetikleniyorsa, soğuk veya oda sıcaklığındaki yiyecekler tüketilmelidir. Öğün aralarında katı yemeklerden ziyade sıvı tüketimine ağırlık verilmelidir. 

Her ne kadar gazoz ve kola gibi gazlı içecekleri içmenin mide sorunlarının üstesinden gelmeye yardımcı olduğuna yaygın olarak inanılsa da, genellikle bunun tersi doğrudur. Gazlı içecekler şişkinliğe neden olabilir ve reflüyü kötüleştirebilir. Bunlar da bulantıya neden olabilir. Bu tür içeceklerden kaçınmak gereklidir. Eğer gazlı içeceklerin tüketilmesi zorunlu ise, içeceğin gazının kaçmasına izin vermek ya da su ile seyreltmek gereklidir.

Yemek yedikten sonra baş, ayaklardan en az 30 santim yüksekte olacak şekilde dinlenilmelidir. Mideyi ikiye katlayacak şekilde durmak mide bulantısını artırabilir.

Bireyin araçla hareket ederken yol tutmasından kaynaklı mide bulantısından etkilenmesini önlemek için ön cama odaklanacağı şekilde oturması faydalı olacaktır. Yan camlardan gözlemlenen hızlı hareket bulantıyı daha da kötüleştirebilir. Buna ek olarak arabada ekrana bakmak veya kitap okumak yol tutmasına neden olabilir.

Bir pencere açarak veya vantilatörün önüne oturarak taze hava almak birçok bireyde bulantı semptomlarını hafifletir. Bu taze hava bireyin rahatsız edici kokulardan kurtulmasına veya bulantı dışında bir şeye odaklanmasına yardımcı olabilir. 

Mide bulantısı dışında bir şeylere odaklanmak, bulantının hafiflemesine neden olabilir. Hareketsiz bir yerde kitap okumak ya da müzik dinlemek yardımcı olabilir. İşyerinde işe odaklanmak bireyin mide bulantısına odaklanmasını engelleyebilir.

Mide Bulantısının Kusmaya Dönmesi Nasıl Önlenir?

Mide bulantısı hisseden bireyler, çok asitli olmayan meyve suyu ya da soda gibi temiz ve hafifçe tatlandırılmış içeceklerden faydalanarak kusmayı engelleyebilirler. Ancak, portakal veya greyfurt suyu gibi çok asitli meyvelerin suları durumu ağırlaştırabilir. 

Yemeklerden sonra yoğun fiziksel aktiviteden kaçınmak ve oturma pozisyonunda ya da yana yatar pozisyonda dinlenmek etkili olabilir, çünkü hareket ile aktivite bulantıyı kötüleştirerek kusmaya yol açabilir. 

Mide Bulantısı İçin Ev Tedavileri

Ev tedavileri genellikle mide bulantısının asıl nedenini ele almadığı için tedavilerine yardımcı olmaz, ancak belirtinin geçici olarak hafiflemesine yardımcı olabilir. Bulantı hissedildiğinde gün boyunca sıvı tüketimine dikkat edilmelidir. Berrak içecekler tercih edilmelidir. Ancak eğer normal su mideye uygun gelmiyorsa, çay içmek veya içine meyve dilimlenmiş su içmek işe yarayabilir. 

Limon, sindirime yardımcı olduğu ve mideyi yatıştırdığı düşünülen, doğal bir bileşik olan sitrik asit içerir. Suya az miktarda limonu taze olarak sıkmak ve gün boyunca yavaşça içmek etkili olabilir. Bulantı kabızlıktan kaynaklanıyorsa, limon suyu ile ılık su içmek bireyin bağırsaklarını rahatlatabilir. Ancak limon asitli bir meyve olduğu için kısa bir süre içinde çok fazla kullanılırsa bulantıyı daha da kötüleştirebilir.

Yumuşak besinlerden küçük bir öğün bulantıyı hafifletmeye yardımcı olabilir. Muz, pirinç, elma püresi ve tosttan meydana gelen bir diyet mide bulantısından kurtulmak için en yaygın önerilen diyettir. Bunlara ek olarak sade makarna, sade patates püresi ve haşlanmış yumurta mide bulantısı sürecinde sınırlı olarak tüketilebilir. Bu süreçte kızarmış gıdalardan, peynir ile süt ürünlerinden, etten ve lif bakımından zengin gıdalardan kaçınmak gerekebilir.

ACIBADEM HAYAT

Baş dönmesi; çevreyi dönüyormuş gibi hissetme, sersemlik, fiziksel olarak kararlı bir şekilde duramama gibi hissiyatlarla karakterize bir durumdur. Dış etkenler, kullanılan ilaçlar, sahip olunan hastalıklar, bir baş dönmesi nedeni olabilir. Baş dönmesinin tedavisini tam anlamıyla yapabilmek için bu hisse neden olan sebebin de tespit edilmesi gerekir. Altta yatan odağın tespit edilemediği durumda baş dönmesi anlık olarak düzeltilse de bu durumun tekrar etme ihtimali yüksektir.

Baş Dönmesinin Nedenleri Nelerdir?

Tekrarlayan veya şiddetli baş dönmeleri, kişinin hayatını ciddi derecede etkileyen bir durumdur. Baş dönmesi genellikle şu aktiviteler sırasında ortaya çıkabilir:

  • Hızla kendi etrafında dönmek,
  • Ani bir şekilde oturmak ya da ayağa kalkmak,
  • Ağır egzersiz yapmak gibi fiziksel aktiviteler.

Genellikle kişiler, kendilerinde baş dönmesine yol açan durumun ne olduğunu anlayabilirler. Ancak bazı durumlarda baş dönmesinin altında yatan etkenin kişinin kendisinin tespit etmesi kolay olmayabilir.

Baş dönmesine yol açabilen durumlardan sık görülenleri şu şekilde sıralanabilir:

Vertigo; kişinin çevreyi hareket ediyormuş ve kendi etrafında dönüyormuş, çevredeki cisimleri ise eğilip bükülüyormuş gibi algıladığı durumdur.

Vertigo, iç kulakta dengeden sorumlu yapılardaki problemler sonucunda oluşur. Vertigo nedenleri:

  • İyi Huylu Paroksismal Pozisyonel Vertigo: İç kulaktaki kanallarda kalsiyum karbonat partiküllerinin birikmesi sonucu meydana gelir. İç kulaktaki kanallar, beyne vücudun konumu ve pozisyonu ile ilgili bilgi göndermekten sorumludur. Ancak kalsiyum karbonat biriken kanallar, bu işlevi düzgün bir şekilde yerine getiremez. Dolayısıyla da beyin vücudun pozisyonunu ve konumunu yanlış algılar.
  • Meniere Hastalığı: Hastalığın gelişimindeki mekanizma tam olarak aydınlatılamasa da Meniere hastalığının iç kulak kanallarında sıvı birikmesi sonucu geliştiğini düşünülür. Bu hastalık aniden gelişebilir ve kişide vertigonun yanı sıra kulak çınlaması, işitme kaybı gibi belirtilerin gelişmesine de yol açabilir.
  • Labirentit: İç kulağın iltihaplanmasıdır. Labirentit özellikle grip gibi viral enfeksiyonlardan sonra gelişir. Antiviral ve antihistaminik tedaviler labirentitin başarılı bir şekilde iyileştirilmesini sağlar. Ancak bazı durumlarda kulaktaki hasar kalıcı olabilir.
  • Vestibüler Nörit: İç kulağın siniri olan vestibülokoklear sinirin iltihaplanması durumudur. Beyin ile iç kulak arasındaki iletişimi sağlayan vestibülokoklear sinirin iltihaplanarak şişmesi, bu iletişimin bozulmasına yol açar. Vestibüler nöritte ani başlangıçlı şiddetli vertigo, denge problemleri, mide bulantısı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.

Hareket Hastalığı

Araba, uçak, tekne gibi araçların içerisindeki tekrarlayan hareketler; iç kulaktaki yapıların işlevlerini bozar. Toplum arasında bu ‘hareket hastalığı’ veya ‘deniz tutması’ gibi isimlerle bilinir. Hareket hastalığı kişilerde baş dönmesinin yanı sıra mide bulantısı ve kusma gibi belirtilere yol açar.

Hamile olmak, bazı belirli ilaçlar alıyor olmak kişinin harekete karşı hassasiyetini artırarak hareket hastalığı riskini yükseltebilir. Hareket hastalığı belirtileri, kişi araç içinden çıkınca veya araç durunca hafifleyerek biter.

Migren

Migren, başın tek tarafında zonklayıcı, vurucu tarzda ağrıyla karakterize kronik bir hastalıktır. Migrendeki baş ağrıları tekrarlar. Migren hastaları kişiler atak sırasında baş dönmesi problemi yaşayabilir.

Migren hastalarının bazılarında atak öncesinde ‘aura’ adı verilen nörolojik semptomlar görülür. Aura kişinin görme, konuşma ve motor kontrolündeki değişimleri veya problemleri kapsar. Baş dönmesi de aurada görülen semptomlardan birdir. Aura belirtileri göstermeye başlayan migren hastaları baş ağrısının da yakın bir zamanda başlayacağını anlamış olur.

Tansiyon Düşüklüğü

Kan basıncındaki yani tansiyondaki ani düşüş baş dönmesine neden olabilir. Aniden oturup kalkmak gibi pozisyon değişimleri de tansiyonda ani düşüşe yol açabilir. Düşük tansiyona neden olabilecek diğer durumlar:

  • Dehidratasyon,
  • Kan kaybı,
  • Anaflaksi gibi ağır alerjik reaksiyonlar,
  • Gebelik şeklinde sıralanabilir.

Hipertansiyon tedavisinde kullanılan diüretik, betabloker ilaçlar da kan basıncını

hedeflenenden fazla düşürebilir. Antidepresanlar da kan basıncında ani değişime neden

olarak tansiyon düşüklüğü yapabilir. Yine tansiyon dengesizliğine fazla kilo da neden olabilir ve hastalar bu gibi durumlarda bariatrik cerrahi nedir diye merak eden hastaların başvurduğu obezite cerrahisi alanlarına başvurabilir.

Kardiyovasküler Hastalıklar

Kalp damar sistemini etkileyen damarlarda plak oluşumu, kalp yetmezliği gibi rahatsızlıklar baş dönmesine neden olabilir. Kalp krizi ve inme geçiren hastaların bazılarında da olayın öncesinde veya sonrasında baş dönmesi, sersemleme gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Kardiyovasküler hastalıklarda baş dönmesine ek olarak;

  • Kalp ritminde düzensizlikler,
  • Nefes darlığı,
  • Göğüste sıkışma hissi,
  • Geçmeyen öksürük,
  • Kol, bacak ve ayaklarda sıvı birikmesi, ödem,
  • Yorgunluk,
  • Mide bulantısı, kusma gibi semptomlar görülebilir.

Demir Eksikliği

Demir, vücutta oksijen taşınmasından sorumlu hemoglobinin yapısında yer alır. Demir eksikliği durumunda yeterince hemoglobin üretilemeyeceği için anemi yani kansızlık durumu ortaya çıkar. Anemisi olan kişilerde;

  • Baş dönmesi,
  • Nefes darlığı,
  • Göğüs ağrısı,
  • Yorgunluk,
  • Soluk cilt rengi,
  • Saç dökülmesi gibi belirtiler görülebilir.

Demir eksikliği olan kişilerde tedavi olarak demirden zengin besinler tüketmek, demir

takviyeleri almak önerilebilir. Ağır anemisi olan hastaların kan transfüzyonu ile tedavi

edilmesi gerekebilir.

Düşük Kan Şekeri (Hipoglisemi)

Hipoglisemi, kan şekerinin normal aralığın altına düşmesidir. Öğün atlanması, alkol tüketimi, insülin veya aspirin gibi ilaçların kullanımı, hormonal problemlerin yaşanması gibi durumlar; hipoglisemi riskini artırır.

Hipoglisemi semptomlar aniden ortaya çıkabilir ve kan şekerindeki düşüklüğün seviyesine göre hafif veya şiddetli olabilir. Hipoglisemide görülen semptomlar;

  • Baş dönmesi,
  • Denge kaybı,
  • Yorgunluk,
  • Baş ağrısı,
  • Açlık,
  • Ruh hali değişimleri,
  • Konsantre olmada zorluk,
  • Kalp ritminde düzensizlikler şeklinde sayılabilir.

Otoimmün İç Kulak Hastalığı

Otoimmün iç kulak hastalığı (Autoimmune Inner Ear Disease, AIED), bağışıklık sisteminin yanlış bir biçimde iç kulaktaki yapılara saldırdığı bir rahatsızlıktır. AIED tek kulakta veya her iki kulakta işitme kaybına yol açabilir. AIED’de görülen diğer belirtiler şöyle sıralanabilir:

  • Baş dönmesi,
  • Kulak çınlaması, tinnitus,
  • Denge ve koordinasyon kaybı.

Stres

Uzun süreli veya kronik stres; depresyon, anksiyete, diyabet, kalp hastalığı, bağışıklık sistemi disfonksiyonu gibi ciddi sağlık sorunlarının gelişiminde rol oynar. Stres durumunda vücutta solunum ve dolaşım sistemini etkileyen hormonlar salınır. Bu hormonlar vücutta kan damarlarının daralması, kalp hızının artması, hızlı ve yüzeyel solunum gibi etkiler gösterir. Tüm bu etkiler baş dönmesi gelişimine zemin hazırlayabilir. Stres durumunda vücutta görülen diğer belirtiler ise;

  • Terleme,
  • Titreme,
  • Baş ağrısı,
  • Göğüs ağrısı,
  • Kalp atım hızında artış,
  • Uykuda zorlanma,
  • Konsantre olamama,
  • Mide bulantısı şeklindedir.

Anksiyete

Baş dönmesi, anksiyetede yaygın olarak görülen semptomlardan biridir. Ancak anksiyete sorunu yaşayan kişilerde baş dönmesinin derecesi farklılık gösterebilir. Anksiyete sorunu yaşayan bazı kişilerde baş dönmesi atak sırasında görülürken bazılarında ise baş dönmesi atağı tetikleyen bir durum olabilir.

Sınav ya da duygusal olarak zor bir durumla uğraşmak gibi stresli olaylar anksiyete atağını tetikleyebilir. Kişiler atak sırasında baş dönmesi, çevreden kopma, mide bulantısı gibi belirtiler gösterebilir. Anksiyetenin diğer belirtileri ise şöyledir:

  • Endişeli ruh hali,
  • Huzursuzluk, rahatsızlık hissi,
  • Konsantre olamama,
  • Uyku problemleri,
  • Ruh hali değişimleri,
  • Asabiyet,
  • Baş ağrısı,
  • Terleme,
  • Ağız kuruluğu,
  • Kalp hızında artış.

Baş dönmesi bazı durumlarda daha ciddi ve acil müdahale edilmesi gereken durumların bir belirtisi olarak ortaya çıkabilir. Baş dönmesiyle birlikte aşağıda yer alan semptomların varlığında vakit kaybetmeden en yakın sağlık merkezine başvurulması gerekir:

  • Çift görme,
  • Kusma,
  • Ateş,
  • Uyuşukluk,
  • Kol ve bacakları hareket ettirmede, kontrol etmede zorluk,
  • Baş ağrısı,
  • Göğüs ağrısı,
  • Bilinç kaybı.

Baş dönmesi sorunu yaşayan kişiler ileri tetkik ile altta yatan sebebin belirlenmesi ve tedavisinin yapılması için donanımlı bir sağlık kuruluşuna gitmelidir. Baş dönmesinin aksatılması kişinin günlük yaşamında denge kaybı, düşme gibi ciddi sonuçlar doğurabilecek komplikasyonlara zemin hazırlayabilir.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

Kulak çınlaması, ya da tıptaki adı ile tinnitus gerçekte olmayan seslerin duyulması olarak tarif edilmektedir. Duyulan sesler ıslık, tıslama, vızıltı, zil sesi ya da uğultuya benzer. Bazen bir müziğin bölümleri de olabilir. Gürültü kesintili veya sürekli olabilir. Bilinçli duyulan bu seslerin ses seviyesinde değişiklikler olabilir. Yaygın bir sorun olan kulak çınlaması neredeyse her 5 kişiden 1’ini etkiler. Bu bir hastalık değildir. Yaşla ilgili işitme kaybı, kulak yaralanması veya dolaşım sistemi bozukluğu gibi altta yatan bir başka sorunun belirtisidir. Her ne kadar rahatsız edici olsa da, kulak çınlaması genellikle ciddi bir şeyin belirtisi değildir. Yaşla birlikte kötüleşmesine rağmen, altta yatan problemin tedavisiyle birlikte düzelir.

Kulak çınlaması nedir?

Kulak çınlaması (tinnitus), kulaklarda aniden ortaya çıkan ve dış kaynaklı olmayan seslerin duyulması rahatsızlığıdır. Duyulan sesler, uğultu, cızırtı, ıslık veya zil sesi şeklinde olabilir. Bu sesler, bazen dışarıdan geliyor hissi yaratabilir ancak gerçekte olmayan seslerdir. Kısa süreli rahatsızlık veren kulak çınlaması, genel olarak yetişkinlerde görülürken, yüksek sese maruz kalan çocukların da yaşadığı bir durumdur.

Kas ve sinir hastalıkları, beyin tümörleri, işitme kaybı ve duyusal-sinirsel hastalıklar kulak çınlamasına yol açabilir. Bu hastalıkların dışında yorgunluk ve depresyon gibi durumlar da tinnitusa neden olabilir.

Kulak çınlaması neden olur?

Yaşlılığa bağlı işitme kaybı

Yaşlılık döneminde ortaya çıkan işitme sorunları, kulak çınlamasına yol açan durumlardan biridir. Yaşlıların kulak çınlamasından şikayet etmeleri, işitme duyularının azalması ile ortaya çıkar. 55 yaşın üstü kişilerin %10’unda şiddetli, 30’unsa ise hafif Tinnitus olabilir.

Yüksek sese maruz kalmak

Çok şiddetli, uzun süreli ve ani seslere maruz kalmanın, işitme sistemini olumsuz etkilediği görülür. Çok yüksek sesle müzik dinlemek, şiddetli patlama ve kulakları rahatsız eden diğer sesler, çınlamaya neden olabilir. Bu nedenle konserden çıkan kişilerin çoğu, kısa süreli kulak çınlamaları yaşayabilir ve bu durum geçicidir.Ancak sanayi işçileri ve makine kullanan kişiler gibi yüksek sese uzun süreli maruz kalan kişilerde kalıcı hasar oluşabilir

Kulak kirinin kulağı tıkaması

Kulak kiri, kulağınızda bakterilerin üremesini yavaşlatır ve kulağınızı korur. Ancak kulağınızda çok fazla kir biriktiğinde, doğal olarak yıkamak çok zor hale gelir ve kulak zarının işitme kaybına veya tahriş olmasına neden olur ve bu da kulak çınlamasına neden olabilir.

Kulak kemiğindeki değişimler

Orta kulağınızdaki kemiklerin sertleşmesi (otoskleroz) işitme duyunuzu etkileyebilir ve kulak çınlamasına neden olabilir. Anormal kemik büyümesinin neden olduğu bu durum, genetik kaynaklı olabilmektedir.

Meniere hastalığı

Meniere hastalığı, iç kulak tansiyonu olarak da bilinir. Bu hastalığın belirtileri, kulakta dolgunluk hissi, baş dönmesi, işitme kaybı ve kulak çınlamasıdır. Meniere hastalığı daha çok orta ve ileri yaşlarda görülür. Ataklar halinde çınlama ve baş ağrısı ile görülür.

Temporomandibular eklem bozuklukları

Temporomandibular eklem ile ilgili sorunlar, başınızın her iki yanında kulaklarınızın önünde, alt çene kemiğinizin kafatasınızla birleştiği yerde, tinnitusa neden olabilir.

Baş ve boyun darbeleri

Kulak çınlamasının en belirgin nedenlerinden biri, baş ve boynun aldığı darbelerdir. Çarpma ve vurmanın etkisi ile kulaklarda ani bir çınlama oluşur. Dışarıdan gelen sesler belirsizleşir ve çevrede bulunmayan farklı sesler duyulabilir. Travma sonucu yaşanan çınlamanın devam etmemesi için doktor tarafından müdahale edilmesi şarttır.

Beyin tümörü

Beyin tümörü, vücutta farklı şekillerde kendini gösterir. Baş ağrısı ve kulakların çınlaması da bu belirtiler arasındadır. Tümörün basınç oluşturması, kulak çınlaması ile kendini gösterebilir.

Ateroskleroz

Yaş ve kolesterol birikimiyle birlikte, orta ve iç kulağınıza yakın olan büyük damarlar elastikiyetlerini yani her kalp atışı ile hafifçe esneme yeteneğini kaybeder. Bu, kan akışının daha güçlü hale gelmesine neden olarak kulağınızın vuruşları algılamasını kolaylaştırır. Ateroskleroz nedenli kulak çınlaması her iki kulakta da duyulur.

Yüksek tansiyon

Hipertansiyon, stres, alkol ve kafein gibi kan basıncını artıran faktörler tinnitusu daha belirgin hale getirebilir.

Kulak ve sinüs enfeksiyonları: Sinüs enfeksiyonu, sinüs bölgesinde bulunan mukoza zarının virüs ve bakteriler nedeni ile iltihaplanması sonucu oluşan kronik bir hastalıktır. Kulak enfeksiyonu ise kulak zarının arka kısmında yer alan orta kulak boşluğunun iltihaplanmasıdır. Her iki iltihaplanma da kulak çınlamasına neden olur. Şiddetli kulak çınlaması yaşayan bireylerin çoğunda, orta kulak veya sinüs enfeksiyonları bulunur.

Kalp ve kan damarı problemleri

Kulak çınlamasının nedenlerinden biri de kalp ve damar hastalıklarıdır. Yapılan araştırmalar, kalp hastalıkları belirtilerinden birinin Tinnitus olduğunu göstermiştir.

Stres ve yorgunluk

Bireyin sürekli olarak stres altında olması ve yorgun kalması, kulak çınlamasına neden olur. Yorgunluk hissi, kişilere dışarıdan duyduklarını zannettikleri çınlama yaşatır. Dinlenmek ve iyi uyumak, kulak çınlamasını önleyebilir.

Tiroid rahatsızlığı

Günümüzün en yaygın hastalıkları arasında bulunan tiroid, yaşam kalitesinin düşmesine yol açar. Beslenme alışkanlıklarını ve kilo problemlerini beraberinde getiren tiroid rahatsızlığının belirtileri arasında kulak çınlaması da vardır

İlaç kullanımı

Bazı ilaç türlerinin yan etkilerinden biri, kulak çınlamasına yol açmasıdır. Aynı zamanda var olan kulak çınlaması sorunu, yan etkisi bulunan ilaçlar ile daha çok şiddetlenebilir. Non steroid antienflamatuvar ilaçlar, aspirin ve antibiyotik çeşitleri, kulak çınlamasına neden olabilir ve ilaç bırakıldığında çoğunlukla çınlama da kesilir. İlaç kullanan kişilerin, kulak çınlamasına maruz kalmaları durumunda doktoruna başvurmaları gerekir.

Kulak çınlamasının belirtileri

  • Kulak çınlaması yaşayan kişilerin çoğu kendi nabzı ile ritmik olarak ilerleyen sesler işitebilir. Buna titreşimli kulak çınlaması denir.
  • Bazı insanlar, kulak çınlamasını müzik veya şarkıya benzer sesler olarak duyabilir.
  • Çevrede bulunan olağan seslere tahammülsüzlük oluşması olarak tanımlanan Hiperakuzi rahatsızlığı bulunan kişiler, kulak çınlaması yaşayabilir.
  • Kulak çınlaması zil sesi, uğultu, tıslama ve tıklama gibi olmayan seslerin duyulmasına neden olur. Bu seslerin rutin veya belirli aralıklar ile duyulması, yaşanan kulak çınlamasının belirtileridir.

Kulak çınlaması, her insanda benzer bir biçimde yaşanırken, duyulan sesler farklı biçimlerde tarif edilebilir.

Kulak çınlaması teşhisi

Doktorunuz öncelikle doğru teşhis yapabilmek için size bazı sorular soracaktır: Bir doktorun sorabileceği sorular şunlardır:

  • Kulak çınlaması nasıl veya ne zaman başladı?
  • Sesler sürekli mi, aralıklı mı, atımlı mı?
  • İşitme kaybı veya baş dönmesi var mı?
  • Herhangi bir ağrı var mı veya çenenizden ses geliyor mu?
  • Son zamanlarda bir hastalık veya yaralanma geçirdiniz mi?
  • Bir rock konseri veya patlayıcı gibi yüksek seslere maruz kaldınız mı?

Daha sonra aşağıdaki testleri önerebilir:

  • İşitme (odyolojik) testi: Ses yalıtımlı bir odada, taktığınız kulaklıktan farklı titreşimlerde sesler dinleyeceksiniz. Sesi duyduğunuzda işaret vereceksiniz ve sonuçlar yaşınızla kıyaslanacak. Bu test tinnitusun olası nedenlerini belirlemeye veya tanımlamaya yardımcı olabilir.
  • Hareket: Doktorunuz sizden gözlerinizi hareket ettirmenizi, çenenizi sıkmanızı veya boynunuzu, kollarınızı ve bacaklarınızı hareket ettirmenizi isteyebilir. Eğer kulak çınlamanız değişir veya kötüleşirse, bu durum, tedavi gerektiren altta yatan bir bozukluğuk olduğuna işaret edebilir.
  • Görüntüleme testleri: Tinnitusunuzun şüpheli nedenine bağlı olarak, BT veya MRI  taramaları gibi görüntüleme testlerine ihtiyacınız olabilir.

Duyduğunuz sesler de doktorunuzun olası bir nedeni tespit etmesine yardımcı olabilir.

  • Tıklama: Birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar sürebilen tıklama sesleri duyabilirsiniz..
  • Uğultu: Genellikle damarlarınızdan gelen, egzersiz yaparken ya da yatmak-ayağa kalkmak gibi pozisyon değişikliklerinde ses dalgalanmalarını fark edebilirsiniz.
  • Kalp atışı: Yüksek tansiyon, anevrima veya tümör gibi kan damarı problemleri ve kulak kanalı veya östaki borusunun tıkanması kulaklarda kalp atış sesini yükseltebilir
  • Düşük perdeli zil sesi: Meniere hastalığı, kulakta düşük perdeli zil sesine neden olabilir.
  • Yüksek perdeli zil sesi: Çok gürültülü bir sese maruz kalmak veya kulağa bir darbe almak, genellikle birkaç saat sonra azalan yüksek perdeli bir zil sesi veya vızıltıya neden olabilir. Ancak, işitme kaybı da varsa, kulak çınlaması kalıcı olabilir.

Çoğu durumda, kulak çınlaması nedeni asla bulunmaz. Doktorunuz, kulak çınlamanızın şiddetini azaltmak veya gürültüyle daha iyi başa çıkmanıza yardımcı olmak için yapabileceğiniz adımları sizinle tartışabilir.

Kulak çınlaması nasıl geçer?

Kulak çınlaması için özel ve tek bir tedavi bulunmaz. Kulak çınlamasına neden olan faktörler teşhis edilerek bunlar tedavi edilir ve böylelikle çınlama da ortadan kaldırılır.

Kulak çınlaması (Tinnitus) tedavisi

  • Tinnitus’a neden olan sağlık sorununun tedavi edilmesi: Kulak çınlaması şikayeti ile doktora başvuran kişilere farklı muayene ve testler yapılır. Çınlamaya neden olan rahatsızlık teşhis edilerek tedavisine başlanır, çınlama azaltılır veya ortadan kaldırılır.
  • Tinnitus’a yol açan ilaçların değiştirilmesi: Kulak çınlamasına neden olan ilaçlar kullanılıyor ise bu ilaçlar doktor tarafından değiştirilir. Çınlamaya neden olan ilaçlar, bazı kanser ilaçları, sıtma ilaçları, antidepresanlar, antibiyotikler ve aspirin vb.
  • Kulak kirinin temizlenmesi: Kulak çınlamasının, kirden dolayı yaşandığını belirten doktor, temizleme yapabilir. Kulak kirinin temizletilmesi, çınlamayı azaltabilir.
  • Sesi baskılayan cihazların kullanımı: Kulak çınlaması için tedavi sunan cihazlar bulunur. İşitme, maskeleme ve beyaz gürültü cihazları, kulak çınlamasını azaltmak veya ortadan kaldırmak için kullanılabilir. Bunlar sadece doktor tarafından önerilebilir.

Kulak çınlaması hastalarına öneriler

  • Yüksek ve şiddetli müziğe maruz kalmaktan kaçının. Orta seviyeli, dinlendirme etkisi olan müzikler dinleyin.
  • Kulak pamuğu ya da kulak tahrişine neden olabilecek başka maddeler kullanmayın.
  • Nikotin, kafein ve alkol kullanımını azaltın veya tamamen bırakın. Alkol, iç kulak bölgesinde daha fazla kan akışına neden olur ve kan damarlarını genişletir.
  • Stres, kulak çınlamasını şiddetlendirebilir. Bu nedenle günlük yaşamda ve iş hayatındaki stresten kaçının.
  • B vitamini eksikliği yaşıyorsanız, B vitamini içeren gıdaları tüketmeye çalışın. Ayrıca takviye olarak vitamin de alabilirsiniz.
  • Günlük olarak kısa süreli egzersiz yapın. Bu sayede kan dolaşımı da düzenlenir.
  • Uykusuzluk ve yorgunluk, kulak çınlamasına neden olur. Düzenli ve yeterli uyuyun.
  • Tansiyon ve kolesterol seviyenizi dengede tutun. 

MEDİKAL AKADEMİ

Halk arasında “Göz Tansiyonu” ya da “Karasu Hastalığı” olarak bilinen glokom, göz içi basıncının sıklıkla yükselmesi nedeniyle görme sinirinin zarar görmesidir. Buna bağlı olarak kişinin görme alanında yavaş yavaş daralmalar meydana gelir. Kendini hastalığın en son aşamalarında fark ettiren sinsi bir hastalık olan glokom, geç tanı konulduğunda görme sinirinde onarılması mümkün olmayan ciddi tahribatlar oluşturabilir.

Glokom (Göz Tansiyonu) Nasıl Olur?

Göz içi basıncı normalden yüksek olan kişilerde glokom gelişme riski daha yüksektir; ancak göz içi basıncı yüksek olan herkeste glokom olabileceği anlamına gelmez. Glokom birçok nedene bağlı olarak gelişebilir. gözün damar tabakasının içinde üretilen aköz hümör adı verilen bir sıvı üretilir. Üretilen bu sıvının gözün dışına çıkması sırasında oluşan dengeli bir basınç vardır. Bu basınç aslında gözün bütünlüğünün korunması için gerekli bir durumdur. Bu sıvı yeteri kadar dışa çıkmadığında göz içinde birikerek basıncın artmasına neden olur ve görme sinirlerine zarar verir. 

Glokom Kimlerde Görülür?

Glokomun genetik ile ilişkisi olabilir. Ailesinde glokom olan kişilerde gelişme riski daha yüksektir. Diğer bir deyişle, bir veya birden fazla gende bozukluk olabilir ve bu bireyler hastalığa karşı daha hassas hale gelebilir. 40 yaşın üzerindeki kişilerde glokom riski artmaktadır. 

Glokomun Sebepleri

Şeker hastalığı ve hipotiroidizm (guatr) olan hastalarda glokom gelişme riski daha fazladır.

Ciddi göz yaralanmaları göz içi basıncı yükselmesine neden olabilir. Diğer risk faktörleri; retina dekolmanı, göz tümörleri ve kronik üveit veya iritis gibi göz iltihaplarıdır. Bazı göz cerrahileri de ikincil glokom gelişimini tetikleyebilir.

Genellikle uzağı iyi görememe olarak bilinen miyopide glokom sıklığı yaklaşık iki misli artmıştır.

Uzun süreli kortizon kullanımı (damla, ağızdan veya cilt pomadı vb. olarak) ikincil glokom gelişimine neden olabilir.

Bu özelliklere sahip kişilerin, görme sinirindeki hasarın erken tespiti için düzenli göz muayenesi olmaları önemlidir.

Glokomun Belirtileri

  • Sabahları belirginleşen baş ağrıları
  • Zaman zaman bulanık görme
  • Geceleri ışıkların etrafında ışıklı halkalar görülmesi
  • Televizyon izlerken göz etrafında ağrı

Glokom Riskini Artıran Faktörler Nelerdir?

  • Ailede glokom geçmişinin olması (genetik yatkınlık)
  • 40 yaşın üzerinde olunması
  • Şeker hastalığı
  • Şiddetli kansızlık veya şoklar
  • Yüksek-düşük sistemik kan basıncı (vücut tansiyonu)
  • Yüksek miyopi
  • Yüksek hipermetropi
  • Migren
  • Uzun süreli kortizon tedavisi
  • Göz yaralanmaları
  • Irksal faktörler

Bu özelliklere sahip kişilerde glokom hastalığının ortaya çıkma riski normalden daha yüksek olduğu için bu kişilerin görme sinirindeki hasarın erken tespiti amacıyla düzenli olarak göz muayenelerini yaptırmaları gerekmektedir.

Glokom Tedavisi

Glokomun tedavisinde başlık bulunmaktadır;

  • İlaç tedavisi
  • Lazer tedavisi
  • Cerrahi tedavi

İlaç veya lazer tedavisine rağmen göz tansiyonu düşmüyor ve hastalıkta ilerleme devam ediyorsa; uygulanacak tedavi yöntemi çoğunlukla cerrahi olacaktır. 

Glokom’da erken tanının önemi nedir?

Glokom erken teşhis edilebildiğinde kolaylıkla tedavi edilebilen bir hastalıktır. Özellikle ailede bu hastalığı taşıyan bireylerin düzenli kontrollerini ihmal etmeden yapmaları tedavinin başarısı için oldukça önemlidir. 

Glokom Tedavisinde Hastanın Uyması Gereken Kurallar Nelerdir?

Tedavi sürecinde sıklıkla göz damlaları kullanılır. Kullanılan damla, göz içi basıncını düşüren etkiye sahip olduğu için hastalığı kontrol altında tutmaya yardımcı olacaktır. Genellikle bir damla çeşidi ile başlanır. Burada en önemli olan konu hastanın verilen damlayı belirtilen aralıklarla kullanmasıdır. Damlanın etkisini anlamak için 2 – 3 hafta kullandıktan sonra göz tansiyon ölçümü için tekrar kontrole çağırılır. Bu aşamada ilacın etkisine bakılır ve aynı ilaç ya da farklı önerilen damla ile tedavi devam ettirilir. Hasta mutlaka doktoruna başka kullandığı ilaçların varsa hastalıkların bilgisini vermelidir. 

Glokom Yardımcı Tanı ve Tetkik Yöntemleri

Göz tansiyonu ölçümü genel muayene kapsamında kolay ve hızlı şekilde yapılabilmektedir. Kapsamlı göz muayeneleri sırsında göz ölçümü ve göz tansiyonu ölçümü muhakkak yapılmalıdır. Yapılan bu ölçümler sayesinde şikâyet olmasa dahi bir hastanın glokom şüphesi taşıyıp taşımadığı tespit edilebilir. Glokom hastalığının temeli optik siniri oluşturan lif tabakasındaki kayıplardır. Bu nedenle hastalık bulgusu olan kişilerin Retina Sinir Lifi muayenesini yaptırması hasarın tespiti için gereklidir. Bu kısımda özel ışık ve fotoğraf filmi teknikleri ile bilgisayarlı destek görüntüleme yöntemi kullanılır. Göz tansiyonu saplamak için yine kornea kalınlığı ölçümü ve görme alanı gibi testlerde yapılabilir.

Göz Tansiyonu Tamamen İyileşir mi?

Glokom hastalığı kontrol altında tutulabilen ve hastalığın ilerlemesi durdurulabile bir göz hastalığıdır. Ancak glokom tanısı konulan kişi hayat boyu takiplerini ve tedavisini devam ettirmelidir.

Sıkça Sorulan Sorular

Göz tansiyonu normalde kaç olmalı?

Göz tansiyonu ölçümü oftalmolojik muayenenin muhakkak bir parçasıdır. Glokom hastalığı şüphesi taşıyıp taşımadığınız yapılan ölçüm sonucu değerlendirilebilir. Ancak glokom kendini saklayabilen bir hastalıktır. Gün içinde değişkenlik gösteren basınçlar olabilir ya da kornea inceliğinden kaynaklı ölçümler net olarak hastalığın kendini gizlemesine neden olabilir. Göz tansiyonu ölçümde genellikle 20 mmHg altında olan basınçlar normal kabul edilse de glokomun birçok çeşidi olduğunu unutmamak gerekir. Pigment Glokomu, neovasküler, eksfoliyatif, konjenital gibi birçok glokom tipi bulunmakta. Bu nedenle göz tansiyonu ölçümünün dışında kornea kalınlığı ölçümü, göz siniri ve retina incelenmesi mutlaka yapılmalıdır.

Göz Tansiyonu Nasıl Geçer?

Glokom tedavi edilmediğinde körlüğe kadar ilerleyebilen bir hastalıktır. Tedavisi gözde oluşan sinir hasarlarının düzeltilmesini sağlayamaz ancak ilerlemesini ve daha kötüye gitmesini durdurabilir. Tedavinin asıl amacı hastanın ömür boyu görebilmesini sağlamaktır. 

Göz Tansiyonu Yükselince Ne Olur?

Yüksek göz içi basıncının artması en riskli durumlardan biridir.  Göz tansiyonu yükseldikçe görme alanı daralır ve kalıcı hasarlar bırakabilir. Bu nedenle belirtileri iyi analiz etmek ve düzenli takip yaptırmak göz sağlığının korunabilmesi için oldukça önemlidir.

Göz Tansiyonu Olanlar Ne Yememeli?

Önemli her hastalıkta olduğu gibi fazla şekerli ve yağlı gıda tüketimi göz sağlığını da olumsuz etkiler. Özellikle glokom hastalarının yakın zaman aralıkları ile fazla sıvı tüketimi göz içi basıncını artırabilir.

Göz Tansiyonu Tek Gözde Olur Mu?

Glokom aynı anda her iki gözde veya tek gözde görülebilen bir hastalıktır. 

Göz Tansiyonu Kaç Olursa Tehlikeli?

Glokom göz içi sıvısının göz içinde birikmesi sonucu ortaya çıkar ve bu durum göz içi basıncının artmasını tetikler. Göz tansiyonu için 9 mmHg alt sınırken, 22 mmHg üst sınır olarak kabul edilir. 

Göz Tansiyonu Normal Tansiyonu Etkiler Mi?

Göz tansiyonu ile vücut tansiyonu birbirinden bağımsız iki farklı hastalıktır. Bu konu genellikle halk arasında ilişkilendirilse de göz tansiyonu olan bir kişinin vücut, vücut tansiyonu olan bir kişinin göz tansiyonu olmayabilir. Ancak normal tansiyon genel anlamda her organı etkileye bilen bir hastalık olduğu için yüksekliğinde ya da düşüklüğünde gözlerde olumsuz etkilenebilir. Bu nedenle glokom hastalarının vücut tansiyonlarına ekstra özen göstermeleri beklenir.

Göz Tansiyonu Baş Ağrısı Yapar Mı?

Yüksek göz tansiyonunda en belirgin şikayetler arasında şiddetli baş ağrıları gelmektedir. Ancak her baş ağrısını glokom ile ilişkilendirmek doğru değildir. Bu nedenle uzun süreli devam eden baş ağrısı şikayetlerinde mutlaka altta yatan nedenin araştırılması gerekir.

Glokom Gözde Ağrı Yapar Mı?

Glokom hastalığında şikayet ve belirtiler genellikle ileri dönemlerde ortaya çıkmaya başlar. Belirtiler glokomun tipine göre değişkenlik gösterebilir. Ancak glokoma bağlı gözde ağrılar yaşanabilir. Geçmeyen göz ağrılarında bir göz hekimine muayene olunması önerilir. Düzenli yapılan göz muayenelerinde mutlaka göz tansiyonu ölçümlerinin ve göz dibi (fundus) muayenelerinin yapılması gereklidir.

*Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Dünyagöz Hastanesi Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır.

Miyop nedir? Miyop belirtileri nelerdir?

Miyop, yakınınızdaki nesnelerin net, ancak uzaktaki nesnelerin bulanık görüldüğü yaygın bir görme kusurdur. Miyop göz kusuru olan kişilerde göz küresinin şekli, şık ışınlarının yanlış bir şekilde kırılmasına neden olarak görüntülerin retina yerine retina önünde odaklanmasına yol açar.

Miyop nedir? 
Uzağı görme kusuru veya miyop, uzak nesnelerin bulanık görülmesine neden olan, yakın nesnelerin ise net bir şekilde görülebilmesi ile karakterize bir göz sorunudur. Miyopun derecesi tedavinin gerekli olmadığı ılımlı formdan görmenin önemli oranda etkilendiği şiddetli form arasında değişebilir. Çocuklarda 6 ile 13 yaş arasında başlayabilir. Vücudun hızla büyüdüğü ergenlik yıllarında daha da kötüleşebilir. Rahatsızlık yetişkinlikte de ortaya çıkabilir.
Miyop neden olur? 
Gözün görüntüleri odaklayan kornea ve lens olmak üzere iki bölümü bulunur. Kornea gözün kubbe şeklindeki açık yüzeyidir. Lens ise şeffaf bikonveks bir yapıdır. Normal olarak şekillenmiş bir gözde, bu odaklama elemanlarının her biri, bir mermerin yüzeyi gibi pürüzsüz bir eğriliğe sahiptir. Normal eğriliğe sahip bir kornea ve lens göze gelen ışığı kırarak gözün arkasında bulunan retinada keskin bir şekilde odaklar. Fakat kornea veya lensin yüzeyi düzgün ve pürüzsüz bir şekilde kavisli değilse, ışık ışınları düzgün bir şekilde kırılmaz ve kırılma kusuru ortaya çıkar. Uzağı görme kusuru, genellikle göz küresi normalden daha uzunsa veya kornea aşırı kavisliyse meydana gelir. Bu durumlarda ışık tam olarak retinaya odaklanmak yerine retinanın önünde odaklanır. Bu durumun sonucunda uzaktaki nesneler için bulanık bir görüntü elde edilir. Göz küresinin uzunluğu normalden fazla olduğunda ise uzaktaki cisimlerin görüntüsü doğrudan retina yerine retinanın önüne düşer. Sonuçta ise bulanık görme ortaya çıkar. Bazı risk faktörleri, miyop geliştirme olasılığını artırabilir. Bu risk faktörleri şunları içerebilir:
Genetik: Miyop genetik olarak geçiş gösterme eğilimindedir. Ebeveynlerden birinde miyop varsa kişide bu göz kusurunun gelişme olasılığı artar. Her iki ebeveynde de miyop mevcutsa risk daha da yüksektir.
Aşırı okuma ve yakın mesafeden çalışma: Çok fazla okuyan, yazan veya bilgisayar başında iş yapan insanlar miyop için risk altında olabilir. Bilgisayar oyunu oynayarak veya televizyon izleyerek geçirilen zamanın uzunluğu uzağı görme kusuru gelişiminde rol oynayabilir. Okuma materyalini çok yakın tutmak miyopun artması ile ilişkili bulunmuştur. Özellikle çocukluk döneminde uzun süre kitap ve bilgisayar gibi yakındaki nesnelere odaklanmak miyopun bir sebebi olarak görülür. Bu nedenle çocuğunuzun düzenli olarak dışarıda oynayarak vakit geçirmesini sağlamak, uzağı görme kusuru geliştirme riskini azaltmaya yardımcı olabilir.
Çevre koşulları. Bazı çalışmalar, dışarıda geçirilen zamanın kısıtlı olmasıyla miyop riskinde artış arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir

Miyop belirtileri nelerdir? 

Yetişkinlerde miyop belirtileri şunları içerebilir:

  • Uzaktaki nesneleri bulanık görme
  • Net bir şekilde görebilmek için göz kapaklarını kısma veya kısmen kapatma ihtiyacı
  • Göz yorgunluğu ve buna bağlı baş ağrısı
  • Araç kullanırken, özellikle geceleri görme zorluğu

Miyop sıklıkla erken çocukluk döneminde tespit edilir. Uzaktaki nesneleri görme sorununu bulunan bir çocukta şu belirtiler görülebilir:

  • Gözlerde inatçı şaşılık
  • Televizyona, film ekranına veya sınıfın önüne daha yakın oturma ihtiyacı hissetmek
  • Uzaktaki nesnelerden habersiz gibi davranmak
  • Okulda tahtada yazılanları okumakta güçlük çekmek
  • Aşırı göz kırpma
  • Gözleri sık sık ovalamak

Miyop ile ilişkili göz problemleri 

Uzağı görme yetersizliği olan bazı yetişkinler ve tedavi görmemiş miyop sorunu olan küçük çocukların diğer bazı göz problemleri geliştirme olasılıkları daha yüksektir. Uzun göz küresindeki dokular gerilip incelerek çeşitli göz problemlerine zemin hazırlar. Gelişebilen ikincil göz sorunları şunları içerebilir:

  • Şaşılık: Gözlerin farklı yönlere baktığı yaygın bir çocukluk problemidir.
  • Göz tembelliği: Daha az gören gözün kullanılmamasına bağlı olarak ortaya çıkabilen ve ilgili gözde görmenin doğru şekilde gelişmediği bir çocukluk çağı göz hastalığıdır.
  • Glokom: Göz içi basınçta artma olması ile karakterize ciddi bir göz rahatsızlığı
  • Katarakt: Göz merceğinin şeffaflığını kaybetmesi ile karakterize görme kusuru
  • Retina dekolmanı: Retinanın bazı bölgelerinin oksijen ve besin sağlayan kan damarlarından uzaklaşarak ayrılması ile ortaya çıkan bir göz sorunudur.

Miyop testi 

Kişi kendisinde ya da çocuğunda miyop olduğundan şüpheleniyorsa bir göz doktoruna başvurarak test yaptırmalıdır. Görme testi, kişide yakını veya uzağı görmeyle ilgili bir problem olup olmadığını doğrulayabilir ve doktor sorunu düzeltmek için gözlük veya kontakt lens reçetesi yazabilir.

Miyop için test, gözlerin ışığa nasıl odaklandığını ölçmek ve görüşün azalmasını düzeltmek için gereken optik lenslerin derecesi belirlemek için yapılır. Testin bir parçası olarak, snellen eşeli ya da benzeri bir tablodaki harfleri veya sembolleri tanımlamanız istenir ve görme keskinliğiniz ölçülür. Bu test 20/40 gibi kesir olarak yazılan görme keskinliğini ölçer. Kesrin payındaki sayı sabittir ve testin yapıldığı standart mesafeyi gösterir (20 fit). Paydadaki sayı ise okunan en küçük harf boyutunu gösterir. 20/40 görme keskinliğine sahip bir kişi, “normal” bir gözle 40 metreden açıkça görülebilen bir harfi tanımlamak için 20 fitlik mesafe içinde girmelidir. 1 fit 30,48 santimetreye karşılık gelir. Normal mesafedeki görme keskinliği, birçok insan 20/15 (daha iyi) görüşe sahip olmasına rağmen 20/20’dir.

Göz doktoru, phoropter adı verilen cihaz yardımı ile gözün önüne bir dizi mercek yerleştirir ve retinoskop adı verilen ışıklı bir enstrüman kullanarak gözlerin ışığa nasıl odaklandıklarını ölçer. Gözün odaklanma gücünü değerlendirmek için otomatik bir alet kullanabilir. Gözlük numarası yani miyopun derecesi, kişinin verdiği yanıtlara dayanarak daha net görmeyi sağlayan lenslerin denenmesiyle belirlenir. Göz doktoru bu testi normal görme koşulları altında gözlerin nasıl tepki verdiğini belirlemek için göz damlası kullanmadan yapabilir. Sözlü olarak cevap veremeyen hastalar veya gözün odaklanma gücünün bir kısmı gizlenebildiği zamanlar gibi bazı koşullarda göz damlası kullanabilir. Göz damlaları, test sırasında gözlerin odağını değiştirmesini geçici olarak önler.

Bu testlerden elde edilen bilgiler, diğer göz odaklama testlerinin sonuçları ve göz mercekleri kullanarak, doktor kişide miyop olup olmadığını belirleyebilir. Ayrıca net görüş sağlamak için gerekli olan gözlük camlarının numarasını belirler.

Miyop tedavisi nasıl yapılır? 

Miyopi, genellikle çeşitli tedavilerle etkili bir şekilde düzeltilebilir. Tedavide kullanılan yöntemler şunları içerir:

  • Kontakt lens veya gözlük kullanımı. Gözlerin uzaktaki nesneleri retinaya odaklanmasına yardımcı olmak için gözlük veya kontakt lensler kullanılabilir. Miyop olan çoğu insan için tedavide ilk tercih gözlüklerdir. Bazı kişiler için, kontakt lensler gözlüklerden daha net bir görüş ve daha geniş bir görüş alanı sunar. Bununla birlikte, kontakt lensler doğrudan gözlere takıldığından göz sağlığını koruyabilmek için kullanımı sırasında bir dizi önlem alınması gereklidir. Miyopun şiddetine göre gözlük ya da kontakt lensi devamlı ya da belirti aktiviteler sırasında kullanmanız önerilebilir.
  • Lazer göz ameliyatı. Göz küresinin şeklini değiştirmek için lazer göz ameliyatı yapılabilir. Gözler hala gelişmeye devam ettiği için çocuklarda yapılması uygun değildir.
  • Yapay lens implantları. Suni olarak elde edilen lensler, doğru odaklanma elde etmek için gözlere kalıcı olarak yerleştirilebilir.
  • Kornea içi halkalar. INTACS adı verilen plastik kornea halkaları, korneanın şeklini değiştirmek için göze implante edilir.  Halkaların avantajı, kalıcı olarak yerinde bırakılabilmeleri, sorun olması durumunda çıkarılabilmeleri veya değişiklik yapılması gerektiğinde düzeltilebilmeleridir

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

Presbiyopi nedir?

Vücuttaki her doku gibi göz dokuları da zamanla yaşlanan dokulardır ve bu yaşlanmaya bağlı olarak da bazı problemler görülebilir. İşte bu problemlerden biri presbiyopidir. Presbiyopi yaşın ilerlemesiyle bağlantılı olarak görülen yakın görüşte bozukluk oluşmasıdır. Bu problem genellikle kişide 35-40 yaşlarında başlar ve 60 yaşına kadar ilerleme gösterebilir. 

Presbiyopi nedir?

Presbiyopi, gözdeki merceğin uyum özelliğini ve odaklama yeteneğinin gerilemesi, yani, gözdeki lensin esnekliğini kaybetmesi sonucunda oluşan yaşlanmayla birlikte görülmeye başlanan ve yaş ilerledikçe de ciddiyet seviyesi belli bir dereceye kadar artabilen yakını görme bozukluğudur. 

Lens gözde farklı uzaklıklarda bulunan nesnelerin rahatlıkla görülmesini sağlamak için şekil değiştirir. Bu şekil değiştirme işlemine akomodasyon denir. Kişilerde yaklaşık 14 yaşından itibaren lensler yavaş yavaş sertleşmeye başlar. Bu nedenle de şekil değiştirme yetenekleri azalır, görüşte problemler yaşanır. Lensler yaklaşık 65 yaşına kadar sertleşmeye devam eder ve artık tamamen sert bir biçime gelir. Yaşa bağlı olarak lenslerin esnekliğini kaybetmesine tam olarak neyin neden olduğu bilinmez, yaşlanmanın doğal bir parçası olarak kabul edilir. Pek çok kişide görülür ve bu hastalıktan genelde herkes etkilenir.

Kişilerin 40’lı yaşlarının başlarından itibaren düzenli olarak göz kontrollerini yaptırmasında fayda vardır. 2 yılda bir göz kontrolü yapılmalıdır. Böylece bu tip bir problemin yaşanması durumunda erkenden tespit yapılabilir ve buna göre bir yol izlenebilir. 

Presbiyopi hastalığında yaşanan problem, aslında hipermetropluktakiyle aynıdır. Göze yakın bölgede bulunan cisimlerden göze gelen ışınların odak noktası retinanın arka tarafında kalır ve böylece odak dışında kalan ışınlar görülmenin zorlaşmasına neden olur. Hipermetropluk ve presbiyopide yaşanan problemler aynı olsa da bu problemin oluşmasının nedeni aslında farklıdır. Hipermetroplukta göz küresinin olması gerekenden kısa olması probleme neden olurken, presbiyopide yaşlılıkla bağlantılı olarak merceğin sertleşmesi ve esnekliğini kaybetmesi sonucunda problemler görülmeye başlar. 

Presbiyopinin belirtileri nelerdir?

Bu hastalık bazı yaşlılarda belirti vermeyebilir fakat bu şekilde dahi hastalığın teşhisi konabilir, çünkü, bu hastalıkla birlikte kişide genelde başka görme problemleri de oluşur. Bu problemler asıl presbiyopiye işaret eden belirtileri gizleyebilir. 

  • Bir şey okurken veya bir cisme bakarken uzaklaştırma isteği hissetmek ve ilerleyen zamanlarda göze 50 cm’den daha yakında bulunan cisimlerin bulanık görüşü daha da bulanıklaşır, 
  • Hastalığın ilerlemesiyle birlikte uzun süreli net görememekten kaynaklanan alın bölgesinde ve şakaklarda ağrılar görülmeye başlanır,
  • Kitap veya gazete gibi bir şeyler okurken kişinin parlak bir ışığa ihtiyaç duyması,
  • Yakında bulunan bir cisme odaklandıktan sonra veya okuma yapıldıktan sonra uzaktaki bazı nesneleri net olarak görmekte zorlanmak, çünkü, yakındaki cisme odaklanan göz uzaktaki nesneyi de net şekilde görebilmek için uyum geliştirmeye çalışır.

Presbiyopi nedenleri nelerdir?

Presbiyopi hastalığının nedeni henüz tam anlamıyla bulunamamıştır fakat yapılan çalışmaların sonucunda bazı görüşler ortaya çıkmıştır. Genellikle 38-45 yaş aralığında görülmeye başlanan presbiyopi gözdeki mercek denen yapının zamanla sertleşmesi, sertleşmeye bağlı olarak esnekliğini yitirmesi, merceğin yapısında bulunan kapsülün yapısının bozulması, lensin hareket etmesine yardımcı olan gözde bulunan liflerin yaşa bağlı olarak deforme olması sonucunda oluşur. Gözde bulunan mercek saydamdır, esnektir ve yapısal olarak dıştan bir kapsül ile sarılıdır ve gözdeki farklı yapılar ile uyumlu şekilde çalışır. Bazı göz hücrelerinin kendini sürekli yenileme özelliği yoktur. Bu şekilde göz problemleri yaşayan kişiler bu nedenle gözlerinin kendiliğinden iyileşmesini beklememelidir mutlaka bir doktora başvurmalıdır ve en hızlı şekilde doktor kontrolünde uygun bir tedaviye başlamalıdır. 

Presbiyopi tanısı nasıl konulur?

Hasta kendinde belirtileri görmesi durumunda bir doktora başvurur ve doktor ilk aşamada hastaya bir göz muayenesi ve görüş testi yapar. Göz muayenesinde presbiyopi hastalığına sahip olan kişiler genellikle 50 cm’den daha yakında bulunan cisimleri görmekte zorlanır. 

Teşhis konulasında bir sonraki aşama ise göz testi yapılmasıdır. Bu teste Snellen görüş testi denir. Bu testi çoğu kişi yakından tanır. Bu testte önceden belirlenmiş uzaklıkta bulunan bir tablo vardır ve bu tablo üzerindeki harfleri hastanın okuması beklenir. Doktor tarafından uygulanan bu test sonucunda teşhis koymak oldukça kolaydır. 

Presbiyopi nasıl tedavi edilir?

Presbiyopi tedavisiyle alakalı dünyada uygulanan birçok farklı yöntem vardır. Her tedavi yönteminin tabii ki birçok avantajlı yönünün yanında dezavantajlı yönleri de vardır.

Tedaviler arasında en yaygın olanı şu anda presbiyopi gözlüğü kullanmaktır. Presbiyopi gözlüğü genelde okuma gözlüğü olarak bilinir. Göz merceğinin esnekliğini kaybetmesi sonucunda yapamadığı odaklama işi nedeniyle dışarıdan mercekler kullanılır ve görüntünün retina üzerine düşürülmesi sağlanır. Gözlük tedavisi için genellikle bifokal ve multifokal gözlükler kullanılır. 

Presbiyopi hastalığı, yaşı ilerlemiş olan kişilerde görüldüğü için hastalar genellikle gözlüğe alışma konusunda bir problem yaşamaz ve kolaylıkla kullanmaya başlayabilir. Ancak bazı kişiler yine de gözlüğü adapte olma konusunda problemler yaşar ve bu nedenle de farklı tedavi yöntemleri denenir.

Gözde görülen her türlü problemin tedavisinde yıllardır gözlük kullanmak istemeyen kişilerde alternatif olarak kullanılan lenslerin gözlüğe oranla daha fazla risk taşıdığı bilinir. Presbiyopi hastalığında ters olarak lens kullanımı bazı konularda gözlüğe oranla daha avantajlı olabilir. Lens kullanımı, hastaya gözlüğe oranla daha geniş bir görüş açısı sağlar.

Lens veya gözlük kullanımı konusunda dezavantajlar ve avantajlar bir göz doktoru ile ayrıntılı şekilde konuşularak doğru bir tedavi yöntemine karar verilir. Presbiyopi hastalığının yanında genellikle hastada başka göz problemleri de bulunduğu için aynı gözlük camında veya aynı lenste kişinin her iki göz probleminin tedavisinin de yapılabilmesi hastanın hayat kalitesini olumlu yönde etkiler. 

Presbiyopi tedavisinde bir diğer yaklaşım ise cerrahi tedavi yöntemidir. Cerrahi tedavi yönteminde gelişmeler günümüzde de devam etmektedir. Göz içi merceğe lazer tedavisi ve mercek cerrahisi uygulamaları, presbiyopi için en sık yapılan cerrahi tedavi yöntemleridir. Bu cerrahi yöntemler genelde gözlük veya lens kullanımına uygun görülmeyen veya yaşam şeklinden, yaptığı işten dolayı kullanması uygun görülmeyen kişilere uygulanır. 

Presbiyopi ameliyatları nelerdir?

Presbiyopi ameliyatları denilince ilk akla gelenler korneaya lazer uygulaması veya multifokal/trifokal veya akomodatif göz içi lens yerleştirmesi olur. Bu yöntemler aracılığıyla başarılı bir tedavi mümkündür. Korneaya lazer uygulaması olarak bilinen yöntemde kornea lazer aracılığıyla çizilir. Bu yöntem genellikle 40 yaşın üstünde bulunan, gözlük veya lens kullanmak istemeyen ve presbiyopi yanında farklı göz hastalıkları da bulunan kişilerde uygun görülür. Presbiyopi yanında görülen göz hastalıkları miyop, hipermetrop veya astigmat olabilir. Bu işlem damla anestezi yöntemi ile gerçekleştirilir ve işlem sonrasında hasta normal hayatına hemen devam edebilir. Bu hastalığa eşlik eden diğer göz problemleri de bu tedavi yönteminde tedavi edilebilir. Cerrahi tedavi yöntemi uygulanmasında önemli bir nokta vardır; hastanın göz numarasında yani göz bozukluğunda ilerleme devam ediyorsa cerrahi yöntemler ile tedavi etmek ancak geçici bir çözüm yoludur. 

Presbiyopinin ilerlememesi için neler yapılabilir?

40 yaş sonrasındaki kişilerin mutlaka göz kontrollerini uzman bir hekime yaptırması gereklidir. 40-55 yaş arasındaki kişiler hastalığı veya hastalık belirtisi olmasa dahi 2-4 yılda 1 kez, 55-65 yaş arasındaki kişiler 1-3 yılda 1 kez, 65 yaşının üstünde olan kişiler ise her yıl 1 kere göz kontrolünü yaptırmalıdır. Doğru şekilde kontrollere gidildiği ve göz sağlığına dikkat edildiği takdirde presbiyopi hastalığı çok tehlikeli olmayan fizyolojik bir problemdir. İlerleyen yaş ile birlikte birçok kişide görülür. Tedavisi kolay bir şekilde gerçekleştirilebilir. Genetiğinde göz problemi olan kişi ile olmayan kişi arasında aynı yaşta olmaları durumunda hastalık riski aynıdır. Yaşlanma sürecinden en çok etkilenen organlardan biri olan göz sağlığı için rutin kontrollerin atlanmaması büyük bir önem taşır. 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

Uzun Süreli Bilgisayar Kullanımı Göz Sağlığını Tehdit Ediyor

Günümüzde hayatın vazgeçilmez bir parçası olan bilgisayarların yaygın kullanımıyla birlikte bilgisayar yorgunluğu denen baş ağrısı, göz ağrısı, boyun ağrısı, sırt ağrısı, karpal tünel sendromu gibi birçok rahatsızlık daha sık görülüyor.Uzmanlar, yaygın olarak bilgisayar kullanımın gözleri de olumsuz etkilediğini belirterek “Uygun oturuş, gözlük kullanımı, çevresel faktörlerin değiştirilmesiyle bu şikâyetler asgari düzeye indirilebilir” diyor.

Uzun dönem bilgisayar kullanımından dolayı, bilgisayar kullanıcılarının yarısından çoğunda göz yorgunluğu, baş ağrısı, bulanık görme, gözlerde batma, sulanma bazen çift görme şikâyetleri görülebildiğini ve görme sistemindeki bu tip bulgular vücut ve mental yorgunluğa neden oluyor. 

Bilgisayara ne kadar yakın bakılırsa gözler o kadar zorlanır!

Bilgisayar yakın çalışma gerektiriyor. Yakın çalışmada görüntülerin daha iyi görülebilmesi için, göz içerisindeki kas uyum yaparak göz içerisindeki lensimizin kırıcılığının artmasını sağlıyor. Sürekli uyum yapıyor olmak, ağrı oluşturabiliyor. Bilgisayar ekranına ne kadar yakın bakılırsa uyum ihtiyacı o kadar çok artıyor. Uyumun gerekenden fazla ve uzun süreli yapılması durumunda göz çevresinde, başta ve ensede ağrılar oluşabiliyor. Gözlerde kuruluk buna bağlı olan yanma, batma, kızarıklık diğer belirtiler olarak görülüyor.

Bilgisayar kullanımı kesildiği ve normal alışkanlıklara dönüldüğü zaman bu şikâyetler geçiyor. Bilgisayar kullanımında hipermetropi ve astigmatizma gibi kırma kusurları belirti verebiliyor. Hipermetroplarda uyum ihtiyacı normal kişilere göre daha fazladır. Yakın çalışmanın getirdiği ek uyum ihtiyacının da eklenmesiyle gözlerde ve çevresinde ağrı, baş ağrısı, ense ağrısı, aralıklı bulanık görme, gözlerde sulanma görülebiliyor.

Bilgisayar kullanırken nelere dikkat edilmelidir?

  • Gözlük ihtiyacı varsa gözlük kullanılmalıdır. Camların üstüne yapılan antirefle kaplamalar ultraviyole dalga boylarının göze gelişini azaltarak rahatlık sağlar.
  • Dik ve rahat bir oturuş pozisyonu olmalıdır. Bacaklar yere dik, uyluk paralel, sırt ve kollar dik ön kol zemine paralel olmalıdır. Sandalye sırt destekli olmalı ve ayarlanabilir olmalıdır.
  • Ekran parlaklığı kişinin en rahat ettiği parlaklığı seviyesinde olmalıdır.
  • Ekranın üst kısmı kişinin göz seviyesi hizasında olmalıdır.
  • Göz ve bilgisayar ekranı arasındaki mesafe 60 cm’den yakın olmamalıdır.
  • Gözlerin sık kırpıştırılması gerektiği hatırda tutulmalı, bilinçli olarak yapılmalıdır.
  • Ekran, klavye, mouse, bakılan kaynak birbirine yakın mesafede olmalıdır.
  • Ekran yenileme hızı yüksek ve düz ekran olmalıdır. Yansımaları azaltan ekran veya ekran koruyucular kullanılabilir.
  • Her iki saatlik çalışmadan sonra yaklaşık 10 dakika kalkıp dolaşılmalıdır. 
  • Fırsat buldukça uzak mesafelere bakılarak sürekli uyum halinde çalışan göz içi kaslar dinlendirilmelidir.

YEDİTEPE ÜNİVERİTE HASTANELERİ

Hamilelikte Göz Problemlerine Dikkat!

Hamilelik sürecinde yaşanan fizyolojik değişimler, vücutta çeşitli sistemleri etkileyerek bazı rahatsızlıkları da beraberinde getirebiliyor. Bu dönemde özellikle göz sağlığı olumsuz etkilenerek görme kayıpları ortaya çıkabiliyor. Hamile hastaların bu özel durumları göz önünde bulundurularak, anne ve bebek sağlığına zarar gelmeyecek şekilde tedavi edilmesi büyük önem taşıyor
Hamilelik, gözde kırma kusuru değişikliğine neden olmaktadır. Progesteron ile bağlantılı olarak kornea dokusunun yani gözün en öndeki bombe saydam tabakasının su tutma özellikleri değişir. Bunun sonucunda görmede bulanıklık ve özellikle kontakt lens kullananlarda lense karşı aşırı bir duyarlanma gelişebilir. Bu dönemde kontakt lens kullanımının ertelenmesi doğru bir tercih olmaktadır. Her ne kadar hamilelerde görme problemleri fizyolojik nedenlerle gelişebilse de, görme ile ilgili şikayeti olan tüm hamile kadınların yakınmaları büyük bir hassasiyetle ele alınmalı ve özenle bir ayırıcı tanı çalışması gerçekleştirilmelidir.

Ciddi hastalıklar tetiklenebiliyor

Hamilelikte fizyolojik etkenler damarsal değişimleri tetikleyebilmektedir. Bunlar arasında kafa içi damarlarda yapısal bozukluklar, göz retina arter tıkanıklıkları, kendiliğinden gelişen göz çukuru kanamaları ve hipofiz bezi kanamaları sayılabilmektedir. Hormonal değişimler hipofiz bezi ve göz boşluğunun iyi ve kötü huylu tümörlerinin büyümelerine ve daha da belirginleşmelerine yol açabilmektedir. Hamilelik doğrudan bu tümörlerin oluşma nedeni değildir ancak daha önce meydana gelmiş olan oluşumlar bu dönemde daha belirgin hale gelebilmektedir.

Kan basıncı ölçümü çok önemli

Hamile kadınlarda preeklampsi ve eklampsi adıyla tanımlanan damarlarda değişikler sonucu ortaya çıkan durumlar mutlaka araştırılmalıdır. Hamile hastaların kan basıncı mutlaka ölçülmelidir. Eklampsinin görme yollarının tümünü etkileyebileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Preeklampsi aşamasında öne çıkan bulgular hipertansiyon ve idrarla aşırı protein atılmasıdır. Preeklamptik hastalar eklampsi aşamasında istem dışı kasılmalarla hatta koma hali ile hastaneye ulaştırılabilmektedir.

Vakit kaybedilmeden uzmana başvurulmalı

Bu hastaların yapılan göz muayenelerinde; görme siniri ödemi, hipertansiyona bağlı retina değişiklikleri, göz damarsal tabakasında tıkanıklıklar, ağ tabakada sıvı toplanması görülebilir. Hamile hastalarda beyin dokularında ve bunun sonucunda görsel alanda hasarlanma, buna bağlı olarak serebral körlük gelişebilir. Tedavi edilmeyen kişilerde, daha ileri aşamalarda hızla geri dönebilen beyin dokusu tutulumu gelişebilir.

Kafa içi basınç artışına dikkat!

Hamilelerde görme siniri ödemi sıklıkla sebebi belli olmayan kafa içi basınç artışı nedeniyle gerçekleşmektedir. Hamilelik döneminde pıhtı oluşma eğilimi nedeniyle damar tıkanıklıkları ve özellikle kafa içi pıhtılaşma atlanmamalıdır. Sebebi bilinmeyen kafa içi basınç artışı hamile kadınlarda sıklıkla vücutta kontrolsüz sıvı birikimi ile birlikte seyreder. Bu iki durumun dikkatle ele alınması gerekir. Bu hastalar için yakın takip çok önemli olmakla birlikte, genellikle kilo artışının kontrolü vücutta dengelerin korunmasına yardımcı olmaktadır.
Görme sinirinin iltihabı doğurganlık dönemindeki kadınlarda görülebilen bir durumdur ve gebeliğin erken dönemlerinde veya gebelik sonrası gelişebilir. Ara dönemde gebelerdeki bağışıklık sisteminin güçlü olması sayesinde pek görülmemektedir.

Radyasyondan korunmaya özen gösterilmeli

Hamile hastalarda dikkat edilmesi gereken bir diğer durum tanı araçlarının dikkatle seçilmesi ve kullanılmasıdır. Zorunlu ise bilgisayarlı tomografi çekileceği sırada karın bölgesi bir radyasyon geçirmeyen kalkanla korunmalıdır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) gebelerde en sık kullanılan tanı aracıdır. Kontrast madde kullanımının diğer görüntüleme yöntemlerinde olduğu gibi göz damarlarının görüntülemesinde kullanımı dikkat gerektirir ve çok zorunlu olmadıkça ertelenmelidir. Hamilelerde kan koagülasyon özellikleri de kapsamlı araştırılmalıdır.

Dikkatli değerlendirme yapılmalı

Tanısı belirlenmiş hamile hastalar için tedavi planları da farklı özellikler gösterir. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) ilaç sınıflama sistemlerine dikkat edilmelidir. FDA Class A grubu ilaçlar güvenlidir. Class B ve Class C grubu ilaçlar için dikkatli değerlendirme yapmak uygundur. Class D ve X grubu ilaçlar hamile hastalarda asla kullanılmamalıdır. Hamile hastaların görme ile ilgili yakınmalarının tedavisinde nöroloji ve kadın doğum uzmanlarıyla birlikte hareket edilmelidir. Hamilelik sırasında bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklar iyileşebilir ancak hamilelik sonrasında hızla tetiklenebileceği akılda tutulmalıdır. Epidural anestezi ile doğum yapan gebelerde, geçici göz kapağı düşüklüğü görülebilmektedir.

Hamilelik, kadınların hayatında çok özel bir dönemdir. Bu dönemde genel yakınmaların yanında görme yönünden de rahatsızlıklar gelişebilmektedir. Görme ile ilgili en küçük bir yakınmada bir göz doktorunun bilgisine başvurmak, sağlıklı hamileliği güvenceye alabilecek doğru bir yaklaşımdır.

Sağlığınızla ilgili tüm sorularınız, endişeleriniz, teşhis veya tedavi için mutlaka doktorunuza veya sağlık kuruluşuna başvurunuz.

Dr. Bekir Sıtkı Aslan

MEMORIAL

Sağlıklı gözler için 10 öneri

Alacağımız basit önlemlerle gözlerimizde oluşabilecek ciddi sorunları büyük oranda önleyebilmemiz mümkün.
Göz sağlığınızı bu yöntemlerle koruyun

Gözlerde enfeksiyon, glokom, kırma kusuru, katarakt, sarı nokta hastalığı… Pek çok kişinin ortak sorunu olan göz hastalıkları yaşam kalitemizi alt üst etmekle kalmıyor, tedavide geç kalındığında kalıcı görme kaybına bile yol açabiliyor. Alacağımız basit önlemlerle gözlerimizde oluşabilecek ciddi sorunları büyük oranda önleyebilmemiz mümkün. Üstelik bilgisayar başında 20 dakikada bir 20 saniye mola vermek, güneş gözlüklerini yaz kış kullanmak, bazı besinleri sofradan eksik etmemek ve düzenli göz muayenesi olmak gibi son derece basit yöntemlerle. Göz sağlığınız için almanız gereken 10 etkili önlem…
1. Makyaj malzemelerinizin tarihlerine dikkat edin

Sıvı veya kremsi malzemelerde bakteriler kolayca üreyebiliyor. Bu yüzden göz sağlığınız için 3 aydır kullandığınız sıvı makyaj malzemelerinizi kullanmayın. Göz enfeksiyonuna yakalandıysanız tüm malzemeleri atın. Ayrıca kirpik kenarının iç kısmına eyeliner ile göz kalemi sürmeyin. Çünkü kirpik hattının iç kısmında gözyaşı salgı kanalları mevcut. Bunlar da tıkanıklıklara ve enfeksiyona neden olabiliyor. Her gece makyajınızı göze uygun temizleyicilerle temizleyin. Makyaj malzemelerinizi başkalarıyla ortak kullanmamaya da özen gösterin.
2. Bu besinleri sofradan eksik etmeyin

Kalp ve kan dolaşımına fayda saylayan besinler göz sağlında da yararlı oluyor. Göz sağlığınız için roka, pazı, ıspanak, portakal, tam çavdar ve tam buğday gibi koyu yeşil yapraklı bitkiler, turunçgiller ve tam tahıllıları düzenli olarak tüketin. Çinkodan zengin fasulye, bezelye, kırmızı et ve kümes hayvanları ışık hasarına karşı gözü koruyor. A vitamini içeren havuç, ıspanak, tatlı patates, marul, pırasa ve maydanoz gibi bitkisel gıdalar ile ton balığı, somon balığı, keçi sütü, inek sütü, yumurta ile ciğer gibi hayvansal gıdalar görme keskinliğini koruyor. Bu besinleri de düzenli olarak yemeniz göz sağlığınız için önemli. Sarı noktada yoğun olarak bulunan fotoreseptörlerin fonksiyonu için de beta karoten, lutein, zeaksantin içeren havuç, şalgam, yumurta sarısı ve brokoli gibi besinler de sofranızda düzenli olarak bulunması gereken besinleri oluşturuyor.
3. Bilgisayar başında 20 dakikada bir 20 saniyelik molalar verin

Bilgisayar ekranına bakmak gözünüzü bozmaz ama yorgunluk ve kuruluk yapar. Çünkü ekrana bakarken gözümüzü normalde kırptığımızın (10-12 kez/dakika) yarısı kadar kırparız. Göz sağlığınız için 20 dakikada bir 20 saniye süreyle uzağa bakın. Ayrıca ekranınız 50 cm mesafede ve ekranın üst sınırı da göz hizanızın altında olsun. Yansıyan ışık kaynaklarını engellemeyi de ihmal etmeyin.
4. Kontakt lenslerinize iyi bakın

Kontakt lens kullanıyorsanız temizliğine çok dikkat edin. Aksi halde göz enfeksiyonu riski artıyor. Lens takma ve çıkarma öncesinde ellerinizi sabunlu suyla yıkayın. Lens kabındaki solüsyonu her gün düzenli değiştirin. Kabınızı 2-3 ayda bir yenileyin. Lensinizi önerilen süreden daha uzun süre kullanmayın. Lenslerinizle uyumayın, havuza girmeyin ve duş almayın.

5. Güneş gözlüğünü yaz-kış kullanın

Ultraviyole ışınları cildinize zarar verdiği gibi gözünüze de zarar veriyor. Katarakt, kornea yanıkları, hatta göz kapağı kanserine yol açabiliyor. Bunların yanı sıra sarı nokta hastalığına neden olabiliyor. Dışarı çıktığınızda hava kapalı bile olsa yaz-kış demeden güneş gözlüğü kullanın. Kontakt lens kullanıyorsanız UV-A ve UV-B blokajı olanları tercih edin. Şapka kullanmanız bile koruma sağlayacaktır. Kar, su, kum ve betonun da güneş ışınlarını yansıttığını unutmayın.

6. İlaç prospektüslerini okuyun

Kullanılan bazı ilaçlar gözleri olumsuz yönde etkileyebiliyor. Görme bulanıklığı, göz tansiyonunda yükselme, ışık hassasiyeti veya göz kuruluğu başka nedenlerle kullandığınız ilaçların yan etkisi olabiliyor. Bu yüzden ilaçların prospektüslerini mutlaka okuyun ve yan etki gelişirse hekiminizi bilgilendirin.

7. Göz sorunlarını görmezden gelmeyin

Gözlerde kızarıklık ve kaşıntı sorununuz varsa soğuk pansuman uygulayın veya suni gözyaşı damlası damlatın. Batma veya kum var hissi varsa yüzünüzü yıkayın, serum fizyolojik ile ıslatın. Bunlara rağmen şikayetleriniz devam ederse veya gözlerde ağrı, çapaklanma, kapaklarda şişlik ile ışık hassasiyeti olursa, mutlaka göz doktorunuza başvurun. Işık çakması, uçuşan siyah noktalar ile görme bulanıklığı ise daha ciddi problemlere işaret ediyor ve zaman kaybetmeden doktora başvurmanızı gerektiriyor.

8. Düzenli göz muayenesi olun

Gözlük kullanmasanız bile düzenli göz muayenesi olmayı alışkanlık haline getirin. Çünkü düzenli muayene hem kalıcı görme kaybına yol açabilecek göz hastalıklarının erken tanısına, hem de pek çok sistemik hastalığın tespit edilebilmesine imkan tanıyor. Örneğin bazı kanser türlerinde, Multipl Skleroz’da, Behçet hastalığında ilk belirti gözde gelişebiliyor. Bu nedenle büyüme çağındakilerin yılda bir, hiçbir göz sorunu olmayan 18-40 yaş arasındakilerin en fazla 2 yılda bir, daha ileri yaştakiler veya diyabet ya da tansiyon hikayesi olan veya ailede göz hastalığı bulunan kişilerin ise yılda bir kontrolden geçmeleri gerekiyor. Ayrıca pek çok hastalık ilişkisiz görünse de göz sağlığını etkiliyor. Örneğin yüksek tansiyon ve diyabet hastalığı göz damarlarınızı etkileyerek göz içi kanamasına, görme alanında daralmaya ve hatta görme kaybına neden olabiliyor. Bu yüzden göz doktorunuza kendi sağlık geçmişiniz ve ailedeki göz hastalıkları hakkında bilgi vermeyi de unutmayın.

9. Koruyucu gözlüğü unutmayın

Göz yaralanmalarının yarıya yakını iş değil, ev kazalarından kaynaklanıyor. Bu nedenle evde tamirat yaparken, temizlik maddelerini kullanırken, özellikle topla oynanan sporlar sırasında mutlaka koruyucu gözlük takın. Aklınızda bulunsun, polikarbonat plastikten yapılan gözlükler diğer materyallere göre 10 kat daha güçlü oluyorlar.

10. Sigara İçmeyin

Eğer sigara içiyorsanız, bir an önce bırakın! Çünkü sigara yaşa bağlı sarı nokta dejenerasyonu için en önemli risk faktörü. Aynı zamanda katarakt oluşumunu hızlandırıyor ve gözlerinizi kurutuyor. Damar sertliği yaptığı için göz damarlarında tıkanıklığa yol açıyor, bunun sonucunda da görme kaybı gelişebiliyor. Sigara içmeyi kestiğiniz zaman göz hastalığı riskiniz içmeyenlerdeki orana geriliyor.

 Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. 

ACIBADEM DR. EVREN BACA

Sebepsiz Yorgunluk ve Öfke Nöbetleri Tiroit Habercisi

Kendinizi sürekli yorgun hissediyor, kilo vermekte zorlanıyor ya da günlük yaşamınızda sebepsiz yere sinirlenip çarpıntı yaşıyorsanız bu durum tiroit bezi hastalıklarına işaret edebilir. Tırnaklardan, saç tellerine kadar vücuttaki birçok dokuda metabolik aktivitenin gerçekleşmesi için gereken hormonların salgılanmasını sağlayan tiroit bezinin eksik ya da fazla çalışması hayat kalitesini düşürmektedir. Anne karnındaki bebeğin zeka gelişimi açısından da annenin tiroit hormonları büyük önem taşımaktadır.
Metabolizmadan sorumludur
Tiroit bezi, boynun ön kısmında “Adem elması” denilen kıkırdak çıkıntının hemen altında yer alan, kelebek şeklinde ve yaklaşık 15-20 gram ağırlığında bir bezdir. Vücuttaki birçok metabolik aktivitenin çalışmasını sağlayacak olan hormonları üreten tiroit bezinin her türlü büyümesine ise “Guatr” adı verilmektedir.

Tiroit bezi hastalıkları iki gruba ayrılır
Tiroit bezi hastalıkları genel olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birinci grupta tiroidin az çalıştığı hipotiroidi ve aşırı çalıştığı hipertiroidi gibi fonksiyonel hastalıklar bulunurken, ikinci grupta ise nodüller ve tiroit bezi kanserleri yer alır.
Ülkemizde Haşimoto hastalığına çok sık rastlanıyor
Tiroit bezinin az çalışması anlamına gelen hipotiroidinin iyot eksikliği, otoimmün tiroit bezi iltihaplanmaları (Haşimoto tiroiditi) ve tiroit bezi cerrahisi olmak üzere üç önemli sebebi bulunmaktadır. Bu sebepler arasında ülkemizde en sık haşimoto hastalığına rastlanmaktadır. Haşimoto hastalığında bağışıklık sistemi sağlıklı tiroit bezi hücrelerine saldırarak, hormon üretiminin bozulmasına neden olmaktadır.

“Anne-Kız” hastalığı olarak da bilinen Haşimoto’da aile öyküsü önemlidir
Tiroit bezi hastalıklarında aile öyküsü önemli bir risk faktörüdür. Haşimoto tiroiditi olan kadınların kızlarında da bu hastalığın görülme ihtimalinin yüksek olması nedeniyle “anne kız hastalığı” olarak da bilinir. Bununla birlikte Tip 1 diyabet gibi otoimmün hastalığı olanlarda tiroid bezi hastalığı görülme riski daha fazladır ve bu kişilerin takip edilmesi gerekmektedir.

Mutsuzluk ve yorgunluğun sebebi hipotiroidi olabilir

Hipotiroidi hastalarında halsizlik, yorgunluk, cilt kuruluğu, kilo alımı, ödem, saçlarda kuruma ve dökülme, kaşların dökülmesi, soğuğa tahammülsüzlük, çok üşüme, reflekslerin ve hareketlerin yavaşlaması, kemik ve kas ağrıları, uyuşmalar, tansiyon ve kolesterol yüksekliği, adet düzensizliği, kabızlık, hafıza problemleri, şişkinlik, unutkanlık, depresif belirtiler, isteksizlik, sabah uyanma güçlüğü ile kısırlık gibi belirti ve bulgular görülebilmektedir. Bu etkiler hipotiroidi olanların yaşam kalitesini ciddi oranda düşürür.

Hipertroidi sebeplerine dikkat!

Kanda tiroit hormonlarının fazla bulunmasına tirotoksikoz denir. Hipertiroidi ise tiroit bezinin normalden fazla hormon üretmesi durumudur. Tirotoksikoz sebepleri arasında geçici tiroit bezi iltihaplanmaları (subakut veya sessiz tiroiditler), toksik nodüller ve Graves hastalığı bulunur.Tirotoksikozun ve hipertiroidinin hangi sebepten kaynaklandığı, fizik muayene,ultrason, sintigrafi ve kanda bakılan hormon ile antikor testleriyle belirlenmektedir.

Çarpıntı, ellerde ince titreme, sinirlilik, huzursuzluk, sıcağa tahammülsüzlük, aşırı sıcak basması, iştah artmasına rağmen kilo kaybı, saçların incelmesi, kırılması ve dökülmesi, ishal, gözlerin dışarı doğru çıkması, adet düzensizliği ve kısırlık hipertiroidinin belirtileri arasında yer alır. Bu bulgulara sahip olan kişilerin endokrinoloji uzmanına başvurması gerekmektedir.

Tedavi kişiye özel planlanır

Tiroit hastalıklarında fiziki muayene büyük önem taşımaktadır. Hastanın boynunun elle muayene edilmesinin yanı sıra, ultrasonografi, kan testleri, gerektiği durumlarda tiroit sintigrafisi ve şüpheli nodülü olan hastalarda da ince iğne biyopsisi yapılır. Hipotiroidi ve hipertiroidi hastalıklarının tedavileri kişilere ve hastalık nedenlerine göre farklılık göstermektedir. Hipotiroidi hastalığında hormon düzeyi kişinin yaşına, cinsiyetine, gebelik durumuna göre hekim tarafından değerlendirildikten sonra, yetersiz görülmesi durumunda sentetik tiroit hormonu ile takviye tedavisi uygulanır. Hipotiroidi hastalarının ilaçlarını aksatmadan her gün kullanması gerektiği unutulmamalıdır. Ağrılı tiroit bezi iltihaplanmalarında iltihap baskılayıcı tedavi uygulanır. Toksik nodül ve Graves hastalığında ise ilaç tedavisi, ameliyat veya radyoaktif iyot (atom) tedavilerinden uygun olanı seçilir.

Tiroit hormonları anne karnındaki bebek için hayati önem taşır

Gebelikte hem hipotiroidi hem de hipertiroidi görülebilmektedir. Gebeliğin ilk 12-13 haftasında özellikle bulantı kusma şikayetleri fazla olan gebelerde gebelik hipertiroidisi görülebilmektedir. Bu durum genellikle geçici olmaktadır. 12-13. haftadan sonra düzelme eğilimi gösterir. Gebelikte başka bir hipertiroidi sebebi ise Graves hastalığıdır. Bunun gebelikte kullanılabilen ilaçlarla tedavi edilmesi gerekmektedir. Gebeliğin 20. haftasına kadar bebeğin tiroit hormonu ihtiyacı anneden karşılanır. Annenin tiroit hormonu düzeylerinin yeterli olması hamilelikte olmazsa olmazlar arasında yer almaktadır. Çünkü, tiroit hormonları bebeğin zeka gelişimi açısından çok büyük önem taşımaktadır. Bu açıdan gebelikte alınan iyot desteğine de gerekli itina gösterilmelidir. Anne adaylarının aksi önerilmedikçe ülkemiz koşullarında günde 100-150 mcg iyot desteği alması önerilmektedir.

Doç. Dr. Ethem Turgay Cerit

Zatürre (Pnömoni) Nedir? Zatürre Belirtileri ve Tedavisi

Pnömoni halk arasındaki bilinen tabiriyle zatürre; kısaca akciğer dokusunun iltihaplanmasıdır. Bakteriler başta olmak üzere çeşitli mikroorganizmalara bağlı olarak meydana gelir. Bazı pnömoni türlerinde hasta kişiden sağlam kişilere doğrudan bulaşma riski vardır. Ama hastalık çoğunlukla, hastanın kendi ağız, boğaz veya sindirim kanalında bulunan mikropların akciğere ulaşmasıyla meydana gelmektedir. Normal durumda hastalığa neden olmayan bu mikroplar, vücut savunması zayıf düşmüş kişilerde pnömoni oluşturur. Dolayısıyla pnömoni’nin oluşmasında bulaşmadan çok, kişinin vücut direncini kıran risk faktörleri rol oynar.
Zatürre (Pnömoni) belirtileri nelerdir?
Üşüme- titreme, 39- 40 °C’ye varan yüksek ateş, öksürük, kirli, iltihaplı (yeşil, sarı, pas rengi) balgam çıkarma ve yan ağrısı olabilir. Bazı pnömoni türlerinde ise sinsi başlangıç olur. Birkaç gün devam eden iştahsızlık, halsizlik, eklem ve kas ağrılarını takiben kuru öksürük, ateş yükselmesi, bulantı, kusma, baş ağrısı gibi belirtiler olabilir. Bu şikayeti olan hastalar mutlaka doktora başvurmalıdır. Pnömoni ihmal edilmemesi gereken bir sağlık sorunudur. Erken teşhis edilmesi ve gecikmeden tedaviye başlanmasının ölümleri azalttığı bilinmektedir. Hastanın yakınmaları pnömoni’yle uyumlu ise genellikle yapılan muayene ve akciğer röntgenindeki bulgularla teşhis konulabilir. Gerekirse kan ve balgam tahlilleri yapılabilir.
Zatürre (Pnömoni) bulaşıcı mıdır? 
Pnömoni‘ye zemin hazırlayan grip ve benzeri viral solunum yolu enfeksiyonları ise çok bulaşıcıdır. Hapşırık ve öksürükle yayılabildikleri gibi, ağız ve burun sekresyonları ile bulaşmış bardak, mendil, çatal- kaşık gibi eşyalar aracılığıyla diğer kişilere geçebilir. Pnömoni’ler tüm dünyada ve ülkemizde en sık görülen ve en fazla ölüme neden olan hastalıklar arasındadır. Özellikle bebeklerde, çocuklarda, yaşlılarda ve bilinen başka bir hastalığı olan kişilerde pnömoni’ler daha ölümcül olabilmektedir. Bir kişinin pnömoni’ye yakalanmasının kolaylaştıran çeşitli risk faktörleri vardır. Bunlardan korunmak mümkünse, pnömoni’ler önlenebilir.

Erişkinlerde pnömoni oluşmasını kolaylaştıran risk faktörleri

  • İleri yaş

Kronik hastalıklar: Akciğer hastalıkları (KOAH, bronşektazi, akciğer kanseri), kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları, karaciğer hastalıkları, şeker hastalığı, sinir sistemi hastalıkları (kas hastalıkları, inmeler, bunama), yutma güçlüğü yapan durumlar (çene, kas, sinir hastalıkları, tümörler, yemek borusu hastalıkları), bağışıklık sistemi hastalıkları (AIDS, kan ve lenf bezi kanserleri)

  • Sigara kullanımı
  • Alkol alımı
  • Kusmalar
  • Geçirilmiş uzun süreli ameliyatlar
  • Grip salgınları

Zatürre (Pnömoni) korunma yolları nelerdir?

Pnömoni’den korunmak için pnömoni oluşumunu kolaylaştıran olumsuz faktörler düzeltilmelidir. Bu amaçla kronik hastalıkların uygun şekilde takip ve tedavisi, stresten kaçınma, dengeli beslenme ve hijyenik barınma koşullarının sağlanması, alkol, tütün ve ilaç bağımlılığının kontrolü ile ağız ve mide içeriğinin solunum yollarına kaçmasına = aspirasyona yol açan risk faktörlerin azaltılması gerekir. Pnömoni’ye yol açabilen veya kolaylaştırıcı olan grip salgınları sırasında kalabalıkta temasın azaltılması, maske kullanılması ve özellikle yüksek riskli gruba grip bulaştırabilecek kişilerin aşılanması korunma için önemlidir.

Grip virüsünün bizzat kendisi pnömoni’ye yol açabildiği gibi, diğer mikroorganizmalara bağlı pnömoni türlerinin ortaya çıkmasını da kolaylaştırabilir. Gribin ağır seyrettiği ve ölümcül olduğu olgular çoğunlukla pnömoni’nin gribe eşlik ettiği olgulardır. Bu nedenle pnömoni’lerin ve buna bağlı ölümlerin önlenmesi için grip salgınlarının da önlenmesi gerekmektedir.

Gripten korunmak üzere aşılar geliştirilmiştir. Bu aşılar bir yıl süreyle korunma sağlar. Grip aşıları her yıl eylül, ekim aylarında ya da en geç kasım ayında bir doz kas içine yapılmalıdır. Grip aşıları gribe yakalanma riski yüksek veya grip olduğunda gribin ağır ve ölümcül seyredebileceği kişilere uygulanmalıdır.

Pnömokok aşısı

Pnömoni nedenleri arasında dünyada en sık rastlanan mikroorganizma Streptococcus pneumoniae’ dir. Pnömokok dediğimiz bu bakteriye karşı hazırlanmış aşı bulunmaktadır. Pnömokoklar başta üst solunum yollarında olmak üzere pnömoni dışında enfeksiyonlara da yol açabilir. Bu aşı tamamen olmasa da yüksek riskli kişilere uygulandığında kısmen koruma sağlayabilmektedir. Aşı kas içine yapılmaktadır. 5 yıl sonra tekrarı yapılır.

Zatürre (Pnömoni) tedavisi

Birçok vakada pnömoni evde tedavi edilebilir. Ağır olguların, yaşlı hastaların, oksijen tedavisi veya yoğun bakım desteği gerektiren hastaların hastaneye yatması gerekir. Tedavi hastaya göre değişir. Tedaviye erken başlandığında ve ayaktan tedavi edilebilen olgularda sonuçlar yüz güldürücüdür. Ancak teşhis ve tedavisi gecikmiş, ağır pnömoni olgularında ölüm oranı yüksektir.

Pnömokok Aşısı Önerilen Kişiler:

  • Bağışıklık sistemi normal olup kalp hastalığı, akciğer hastalığı, şeker hastalığı, alkolizm, siroz, beyin- omurilik sıvı kaçağı gibi kronik hastalığı olanlar
  • Bağışıklık sistemi yetersiz olup pnömokoksik hastalık riskinin artmış olduğu dalağı alınmış kişiler, bazı kan hastalıkları, kronik böbrek hastalığı bulunanlar ve organ nakli yapılmış olanlar
  • AIDS taşıyıcısı erişkinler
  • 65 yaş ve üzerindekiler
  • Grip ve pnömokok aşıları yüksek ateşli bir hastalığın seyri sırasında yapılmaz
  • Grip aşısı yumurta alerjisi olanlara uygulanmamalıdır. Her iki aşı da oldukça güvenlidir. Aşı uygulanan yerde ağrı ve kızarıklık gelişebilir. Ateş, halsizlik, kırıklık gibi bazı yan etkiler olabilir, bunlar geçici ve hafiftir.

PROF. DR. ERKAN CEYLAN

Sigara bağımlılık yapıcı bir maddedir. Sigara içenlerdeki bağımlılık, sigara dumanı içinde bulunan nikotin hızla beyine ulaşarak haz duyusu meydana getirir. Bir süre geçince kişi nikotinin haz duyusunu arar hale gelir ve sigara içmeye yönelir. Sigara ile beyin arasındaki ilişkinin diğer boyutu ise, beyin ve sinir sistemini de sigaranın neden olduğu hastalıklardır. Sigara genel olarak damar sisteminde bozukluğa yol açtığına göre, beyindeki damarlarda da sigaranın olumsuz etkileri görülür. Sigara içinde damar tıkanması, beyin kanaması, felç (inme) türü rahatsızlıklar daha sık görülür. Beyin damarlarında daralma olduğundan beyin işlevleri zayıflar, düşünme ve hafıza fonksiyonlarında da bozulma olur. 

Sigara kullanımı ile depresyon ve Alzheimer hastalığı arasında da ilişkiler vardır. Depresyon ile olan ilişki iki yönde de olabilir, yani sigara içen kişiler arasında depresyon daha sık görülür. Öte yandan depresyondaki kişiler daha fazla sigara içme eğilimindedir. Sigara içen kişilerde Alzheimer hastalığının daha sık görüldüğü yönünde de bilgiler giderek artmaktadır. Sigaranın yol açtığı bütün bu sorunlardan korunmak için sigaradan uzak durulması çok önemlidir. Sigara içmeyenler hiç içmemeli, içmekte olanlar da en kısa zamanda bu zararlı davranıştan uzaklaşmalıdır.

Sigara ile beyin ilişkisi birkaç yönden ele alınabilir. Bir yön, sigara kullanımının neden olduğu beyin hastalıkları konusudur. Bu konu içinde beynin damar hastalıkları, beyin kanamaları gibi beyindeki organik bazı sağlık sorunları ele alınabildiği gibi, bazı ruhsal hastalıkların sigara kullanımı ile ilişkisi, hatta hafıza fonksiyonları ile sigara kullanımı arasındaki ilişkiler akla gelebilir. Son yıllarda sigara kullanımı ile Alzheimer hastalığı arasındaki ilişkiler ilgi çekmiş, bu konuda pek çok çalışma yapılmış ve konu açıklığa kavuşturulmuştur.

Sigara ve beyin arasındaki ilişki konusundaki diğer yön ise, sigara kullanımının bir tür bağımlılık olması ve beyin ile bu yönde ilişkili olması konusudur. Sigara içen kişilerde sigara dumanında bulunan nikotin hızla, saniyeler içinde beyine ulaşır, beyinde bazı hormonların salınımına yol açar. Bu hormonların bir kısmı insanda haz ve mutluluk duyusu yaratan hormonlardır. İnsanların bu haz duyusunu arar hale gelmesi ile nikotine, dolayısı ile sigaraya bağımlılık meydana gelmiş olur. Bu durumda kişi aralıklarla sigara içme gereksinimi duyar. Aslında bütün sigara tiryakileri bir tek sigara içerek bu alışkanlığı edinmişlerdir. Sigara içmeyi bir kez deneyen 4 kişiden 3 tanesi sigara bağımlısı haline gelmektedir. Sigara bağımlılığından kurtulma bakımından bağımlılık mekanizmasının iyi anlaşılmış olmasının önemi vardır. Öte yandan sigara içmenin depresyon, şizofreni gibi hastalıklar üzerinde olumlu bir etkisi söz konusu değildir. Bu tür ruhsal sağlık sorunu bulunan kişilerde bağımlılık tedavisinin daha güç olduğu da akılda tutulmalıdır.

Sigara içilmesi bir tür bağımlılık olduğuna göre, sigaranın bırakılması için bağımlılığın tedavi edilmesi gerekmektedir. Sigara içenlerde iki türde bağımlılık söz konusudur. Bunlardan bir tanesi nikotin bağımlılığıdır, diğeri ise sigara içilmesi ile ilgili bazı davranışsal özellikler ve alışkanlıklardır. Bunlardan nikotin bağımlılığı gerçek anlamda bir madde bağımlılığıdır. Madde bağımlılığından kurtulmak için çoğu kez tıbbi destek almak gerekir. Bu amaçla sağlık kuruluşlarına başvurmak doğru yaklaşımdır. Sağlık kuruluşlarında nikotin bağımlılığının düzeyi ile ilgili değerlendirmeler yapılır ve her kişi için ayrı, kişiye özel bir tedavi planı uygulanır.

Sigara içme davranışı ile ilgili özellikler, bazı ortamlarda ve durumlarda sigara içme arzusunun uyanmasıdır. Örneğin yemek yedikten sonra veya çay-kahve içerken sigara içilmesi, ya da sigara içen bir arkadaş ile birlikte olunduğu zaman sigara içme arzusu duyulması gibi. Bu tür davranışsal özelliklerin çözümü biraz daha kolaydır, zira sigara içen arkadaşlar yerine sigara içmeyen kişilerle arkadaşlık yapmak veya sigara içme çağrışım yapacak çay-kahve gibi içecekler yerine su içmek veya bir spor etkinliğine katılmak gibi yaşamda yapılacak bazı düzenlemelerle sigaradan uzak kalmak mümkün olabilir.

Sigara içilmesi ile damar sertliği arasında ilişki olduğu bilinmektedir. Başta karbon monoksit olmak üzere sigara dumanı içinde bulunan çeşitli kimyasal maddeler damarların yapısını bozar ve zaman içinde damar sertliği (ateroskleroz) gelişmesine yol açar. Damar sertliği beyin damarlarında da olabilir, bunun sonucunda beyin damarlarında daralma, tıkanma veya kanama şeklinde sorunlar ortaya çıkabilir. Dünyada beyin damar hastalığı sıklığı incelendiğinde, sigara kullanımının yaygın olduğu ülkelerde beyin damar hastalığı sıklığının daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. Örneğin Kanada, Singapur gibi ülkelerde sigara içilme sıklığı çok düşüktür, bu ülkelerde beyin kanaması da azdır. Buna karşılık Romanya, Rusya, Bulgaristan gibi ülkelerde hem sigara içme sıklığı hem de beyin kanaması nedeniyle olan ölümler daha fazladır.

Sigara içilmesi beyin damarlarında hasar meydana getirdiği için beyin yeterince kan alamaz ve bu nedenle beyin işlevleri zayıflar.

Bu durum hafıza ve algılama işlevlerinde bozulma şeklinde kendini gösterebilir. Bir çalışmada algılama düzeyleri tespit edilen 889 yaşlı kişi bir yıl izlendikten sonra algılama durumları yeniden değerlendirildiğinde, sigara kullananlarda hafıza ve algılama fonksiyonunun sigara içmeyenlere göre daha fazla bozulmuş olduğu saptanmıştır. Bu yüzden yaşlı kişilerin sigara içmekten özellikle kaçınmaları gereklidir. Bir başka çalışmada Japonya’dan ABD’ye göç etmiş olan 3429 kişi izlenmiş, sonuçta sigara içenlerde algılama yeteneklerinin daha fazla bozulduğu ortaya konmuştur. Çalışma süresi içinde sigarayı bırakmış olanların algı yeteneklerindeki bozulma da az olmuştur. İngiltere’de yapılan ve 43 ile 53 yaşlar arasındaki kişilerin incelendiği bir çalışmada isim hatırlama ve görülen nesneyi hatırlama konusundaki algı düzeylerinin sigara içenlerde daha erken bozulduğu sonucuna ulaşılmıştır. Algılama bozulmasının içilen sigara miktarı arttıkça daha fazla olduğu da belirlenmiştir.

Sigara ile algılama bozukluğu ilişkisi yalnızca yaşlılıkta ortaya çıkan algılama kusurları konusunda değil çocukluk yaşlarında da kendini göstermektedir. Sigara dumanından pasif olarak etkilenen 9-12 yaşlar arasındaki çocuklarda dil öğrenme yeteneğinin zayıfladığı ortaya konmuştur. Gebelik sırasında anne sigara içmişse doğumdan sonra bebeğin zeka gelişmesi daha yavaş olmuştur. Sigara içen annelerin dünyaya getirdikleri bebeklerin daha agresif (saldırgan) olduğu ve büyüdüklerinde sigara ve ilaç alışkanlığı edinme olasılıklarının daha fazla olduğu, bu çocuklarda zeka geriliğinin daha fazla olduğu ortaya konmuştur.

Sigara kullanımı ile Alzheimer hastalığı arasındaki ilişki son yıllarda çok ilgi çekmiştir. Günümüzden 10-15 yıl önce yapılmış olan bazı çalışmalarda sigara içenler arasında Alzheimer hastalığına yakalananların daha az olduğu dikkat çekmiştir. 

Bu bulguya dayalı olarak da sigara içmenin Alzheimer hastalığına karşı koruyucu etki yaptığı görüşü benimsenmiştir. Ancak sonradan bu bulgu üzerinde biraz düşünüldüğünde konunun bir başka yönü üzerinde durulmaya başlanmıştır. Alzheimer hastalığı olduk- ça ileri yaşlarda ortaya çıkan bir hastalıktır. Oysa sigara içenler genellikle daha erken yaşlarda bir sağlık sorunu nedeniyle hayatını kaybederler. Bu nedenle sigara içenlerin büyük bir bölümü Alzheimer hastalığının ortaya çıkacağı ileri yaşlara kadar ulaşmazlar. Sigara içmeyen kişiler sigara içenlerden daha uzun süre yaşadıkları için ileri yaşlara kadar ulaşabilirler. Bunun sonucu olarak da Alzheimer hastaları arasında sigara içmeyenler çoğunlukta olarak karşımıza çıkar. Bu düşünceye dayalı olarak yapılan geniş çaplı çalışmalar sonucunda sigara kullanımının Alzheimer hastalığına karşı herhangi bir koruyucu etkisi olmadığı ortaya konmuştur. Hatta bazı çalışmalarda Alzheimer hastalığı ve diğer demans durumlarının sigara içenler arasında daha fazla olduğu şeklinde bulgular ortaya konmuştur.

 Prof.Dr.Nazmi Bilir

SARS-CoV-2 hakkında kısa özet – bilmeniz gerekenler:

Covid-19 Pandemisine yol açan yeni tip koronavirüs SARS-CoV-2, genetik olarak SARS-CoV-1’e benzerdir, fakat SARS-CoV-2’nin özellikleri – örneğin, protein yüzeyindeki yapısal farklılıklar ve viral yük kinetikleri – neden daha ciddi bir salgın yaptığını açıklamaya yardımcı olabilir.
Solunum yolunda en yüksek SARS-CoV-2 yükü, hastalık belirtilerinin başlamasıyla ya da hastalığın ilk haftasında gözlemlenir. En yüksek bulaşıcılık potansiyeli, belirtilerin başlamasının ilk beş gününde veya hemen öncesindedir ve sonradan düşüşe geçer.
RT-PCR (Revers Transkriptaz – Polimeraz Zincir Reaksiyonu)testleri üst solunum yollarında ortalama 17 günlük viral SARS-CoV-2 RNA’sını tespit edebilir, ancak viral RNA’nın tespit edilmesi mutlaka bulaşıcılık anlamına gelmez ve 9 günlük hastalık sonrasında viral kültür nadiren pozitiftir.
SARS-CoV-2’nin yayılmasında, semptomatik (belirti veren) ve pre-semptomatik (belirtiler başlamadan 1-2 gün öncesi) yayılım, büyük olasılıkla asemptomatik (hastalık boyunca hiçbir belirti göstermeyen kişiler) yayılımdan daha büyük bir rol oynamaktadır.
Çok sayıda virüs nötralize edici antikorlar bildirildi ve ortaya çıkan kanıtlar, bunların hastalığın şiddeti ile ilişkili olabileceğini ancak zamanla azaldığını göstermektedir.

2 aşamalı bir hastalık olarak Covid-19

2019 Aralık ayında SARS-CoV-2’nin ortaya çıkmasından beri, virüsün karakterize edilmesi ve sebep olduğu hastalığın klinik seyri için dünya çapında bir çaba gösterilmektedir.

SARS-CoV-2’den kaynaklı koronavirüs hastalığı 2019 (Covid-19), büyük olasılıkla erken bir viral tepki aşaması ve bir inflamatuar ikinci aşamanın kombinasyonundan kaynaklanan iki aşamalı bir modeli takip eder. Çoğu hasta Covid-19’u hafif atlatır. Covid-19 direk şiddetli zatürreden ziyade şu belirtilerle başlar: ateş, öksürük, halsizlik, kas ağrısı, baş ağrısı ve tat-koku kaybı. Bu açıdan mevsimsel griple bazı belirtileri paylaşır (bakınız Covid-19 belirtileri ve gripten farkları). Bu derlemede, viroloji, bulaşma dinamikleri ve virüse karşı bağışıklık yanıtlarını içeren SARS-CoV-2 patofizyolojisine dair geniş bir güncellemeye yer verilmiştir. Yeni bilgiler geldikçe yazı güncellenecektir.

Yeni koronavirüsün yapısı nasıldır?

SARS-CoV-2, SARS-CoV-1’e ve yarasa koronavirüsü RaTG13’e çok benzeyen zarflı bir β-koronavirüstür.

Viral zarf, spike (S) glikoprotein, zarf (envelope= E), zar proteinleri (membrane= M) ile kaplanmıştır. Virüsün insan hücresine bağlanmasına ve girişine S proteini aracılık eder. Enfeksiyondaki ilk adım, virüsün hedef reseptörünün aracılığı ile bir konak hücreye bağlanmasıdır. S proteininin alt birimi olan S1, anjiyotensin dönüştürücü enzim 2’nin (ACE2) peptidaz alanına bağlanan reseptör bağlanma alanı içerir. SARS-CoV-2’de S2 alt birim yüksek ölçüde korunur ve potansiyel bir antiviral ilaç hedefi olarak kabul edilir. 

SARS-CoV-2 neden SARS-CoV-1’den daha bulaşıcıdır?
SARS-CoV-2, SARS-CoV-1’den daha yüksek bir bulaştırıcılık katsayısına (R0) sahiptir, ki bu virüs için çok daha verimli yayılmayı gösterir. SARS-CoV-2’nin birçok özelliği bu gelişmiş bulaşıcılığını açıklamaya yardımcı olabilir. Hem SARS-CoV-1 hem de SARS-CoV-2 tercihen anjiyotensin dönüştürücü enzim 2 (ACE2) ile etkileşime girerken, SARS-CoV-2’nin yüzey proteinlerinde ACE2 reseptörüne daha güçlü bağlanmayı ve istila edilen konakçı hücrelerde daha yüksek verimlilik sağlayan yapısal farklılıklar vardır. Ayrıca SARS-CoV-2 üst solunum yolu ve konjonktiva (göz kapaklarının içini ve gözlerin beyaz kısmını kaplayan zar) için daha fazla afiniteye (bağlanmaya) sahiptir, bu yüzden üst solunum yollarını enfekte edebilir ve hava yollarını daha kolay bir şekilde kullanabilir.

SARS-CoV-2 nasıl bulaşır? Viral yük dinamikleri ve bulaşıcılık süresi

Viral yük kinetikleri SARS-CoV-2 ve SARS-CoV-1 arasındaki farkların da bazılarını açıklayabilir. Solunum yolunda en yüksek SARS-CoV-2 yükü belirtilerin başlamasıyla ya da hastalığın ilk haftasında gözlemlenir. En yüksek bulaşıcılık potansiyeli belirtilerin başlamasının ilk 5 gününde veya hemen öncesindedir ve sonradan düşüşe geçer (Şekil 2). Aksine, SARS-CoV-1’de en yüksek viral yükler hastalığın ikinci haftasında üst solunum yolunda tespit edildi, ki bu belirtilerin başlangıcından sonraki ilk haftada minimal bulaşıcılığını açıklar, bu da toplumda erken vaka tespitini sağlar.

SARS-CoV-2’nin bulaşma yolu ve dinamikleri

Diğer koronavirüsler gibi, SARS-CoV-2’nin birincil bulaşma mekanizması burun, göz veya ağız mukozası (nemli bölgeleri) ile doğrudan veya dolaylı temas ile meydana gelen viral enfeksiyonlu solunum damlacıkları yoluyladır. Hedef konak reseptörleri orofarenks (orta yutak) ve üst solunum yolu dahil olmak üzere esas olarak insan solunum yolu epitel (astar, döşeyici) hücrelerinde bulunur. Göz ve mide-bağırsak sistemleri de enfeksiyona duyarlıdır ve bulaşma geçidi olarak görev alabilir

Bulaşma riski başka yerlerde de açıklandığı gibi, temas şekli, çevre, konağın bulaşmadan etkilenmesi ve sosyoekonomik faktörler gibi faktörlere bağlıdır. Yayılmanın çoğu yakın mesafede temas yoluyla meydana gelir (15 dakika, 2 metre içerisinde yüz yüze) ve özellikle aile, arkadaş gruplarının bir araya gelmesi ve ev halkında yayılma etkindir. Ev halkı ikincil atak oranları (birincil bir vaka ile duyarlı temas da bulunan bir grup içinde enfekte olmuş duyarlı bireylerin oranı) %4 ile %35 arasında değişmektedir. Enfekte bir kişi ile aynı odada uyumak veya enfekte bir kişinin eşi olmak enfeksiyon riskini artırır, ancak enfekte kişinin aileden uzak tutulması, enfeksiyon riskinin azalması ile ilişkilidir. Yüksek riskli olarak tanımlanan diğer aktiviteler ise enfekte kişiyle yakın bir şekilde yemek yemek, yemeğini paylaşmak ve grup aktivitelerine katılmayı içerir. Dış mekanlarda oturmaya kıyasla kapalı alanlarda enfeksiyon riski ciddi oranda artar. Kalabalık, iyi havalandırılmayan kapalı mekanlarda uzun süre kalma, hava yolu ile yayılmada etkili olabilir (yani bu 2 metreden daha uzun bir mesafeden yayılma olabileceği anlamına gelmektedir).

SARS-CoV-2’nin yayılmasında dışkı ve fomitin (cansız yüzeyler) yolu ile yayılmasının derecesi de daha net anlaşılmayı beklemektedir. Hem SARS-CoV-2 hem de SARS-CoV-1 pürüzsüz yüzeylerde (paslanmaz çelik, plastik, cam) ve daha düşük sıcaklık ve nemde (örneğin klimalı ortamlar) birkaç gün (1-4 gün arası) canlı kalabilir. Bu nedenle kirli yüzeylerden yıkanmamış eller ile göz, burun ve ağız mukozasına enfeksiyonun geçmesi muhtemel bir bulaşma yoludur. Bu bulaşma yolu özellikle artan çevresel bulaşma olasılığı ile ortak alanlara sahip tesislerde meydana gelebilir. Ancak, hem SARS-CoV-1 hem de SARS-CoV-2 yaygın olarak kullanılan dezenfektanlar ile kolayca etkisiz hale getirilirler, bu da yüzey temizliği ve el yıkamanın potansiyel değerini vurgulamaktadır.

 SARS-CoV-2 RNA’sı dışkı örneklerinde varlığının ve RNA atımının genellikle solunum yolu örneklerinde daha uzun süre devam ettiği bulunmuştur; ancak, dışkıdan virüs izolasyonu nadiren başarılı olmuştur. Yayınlanmış hiçbir rapor fekal – oral (dışkı yolu ile) bulaşmayı bildirmemiştir. SARS-CoV-1’de fekal – oral bulaşmanın meydana gelmesi çoğu durumlarda düşünülmemiştir; fakat, kontrolden çıkmış bir salgın, virüsün hatalı bir kanalizasyon sistemi yoluyla bir apartmana yayılması ve havaya karışmasına atıfta bulunuldu. SARS-CoV-2 ile benzer bir yayılma meydana gelip gelmeyeceği zamanla görülecektir.

Covid-19’un yol açtığı sorunların altında yatan mekanizmalar nelerdir?

Klinik sonuçlar, ileri yaş, erkek cinsiyet ve kişinin sahip olduğu ek hastalıklar gibi kişisel faktörlerden ve ayrıca virüsle ilgili faktörlerden (viral yük kinetiği gibi), konakçı bağışıklık yanıtından ve önceki mevsimsel koronavirüslere maruz kalmadan doğan potansiyel çapraz reaktif bağışıklık hafızasından etkilenir.

Şiddetli hastalık gelişimi, yoğun bakım ünitesine kabul ve ölüm oranı ile ilişkili risk faktörleri

Altta yatan koşullar

  • İleri yaş
  • Hipertansiyon
  • Kalp ve damar hastalıkları
  • Kronik obstrüktif akciğer hastalığı
  • Diyabet
  • Obezite
  • Kanser

İmmün yanıtta cinsiyet bağlı farklılıklar bildirilmiştir, bu da erkeklerin kadınlardan daha yüksek kan plazma seviyesi ile doğuştan bağışıklık sitokinlerine ve kemokinlere sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Buna karşılık, kadınlarda açıkça erkeklere göre daha güçlü T hücre aktivasyonu vardır ve erkeklerde T hücre aktivasyonu yaşla birlikte kadınlara kıyasla daha fazla gerilemektedir. Bu bulgular ileri yaş ve erkek cinsiyet, ek hastalık ve ölüm oranının artan riski ile ilişkili olduğundan, adaptif (kazanılmış) bağışıklık yanıtın, klinik sonucunu tanımlamada önemli olabileceğini göstermektedir.

PROF. DR. MUSTAFA ÖZDOĞAN

Bu virüsle ilgili bilgilerimiz şu an için çok yeterli değil. Antikorlar bakteri ya da virüslere karşı vücudun oluşturduğu bir yanıt ancak Covid 19 enfeksiyonuna karşı koruyuculuk süresi net olarak bilinmiyor. Antikor düzeyi ile koruyuculuk arasındaki ilişki de tam olarak açıklanabilmiş değil. Antikor (IgG antikoru pozitif) testinin pozitif olması sadece hastalığı geçirmiş olduğumuzu gösterir. Ancak yeniden hasta olmaktan koruduğunu gösteren yeterli bir kanıt henüz bulunmamaktadır. Bazı antikor testleri yeni koronavirüs ve diğer koronavirüslerle “çapraz reaksiyonlar” verebilir; geçirilmiş olan gribal enfeksiyon sonucunda da test pozitif olabilir. Açık alanlarda dahi maske kullanılmaması ve sosyal mesafeye uyulmaması sonucunda bulaş olabilir. Asemptomatik taşıyıcının maske kullanmaması durumunda sosyal mesafeye de dikkat edilmezse bulaş kaçınılmaz olabilir. Fiziksel mesafeye dikkat edilmediğinde ve karşılıklı iki kişiden birinin maske takmaması durumunda bulaş olasılığı yüzde 5 iken, her iki kişinin maske takması ve fiziksel mesafeye uyması durumunda bulaş riski olmayacaktır. Virüsün damlacık yoluyla ve yakın temasla bulaştığı gerçeğinden yola çıkarak her bireyin maske kullanması ve fiziksel mesafeye dikkat etmesi ve uyum göstermesi bulaşın yayılımının önüne geçecektir.
Yiyeceklerle korona virüs bulaşmaz çünkü midemizdeki asit korona virüsün ölmesine yol açar. Dolayısıyla sebze ve meyveleri bu şekilde temizlenmesi çok fazla önerilmiyor. Sadece suyla sürterek yıkamak yeterlidir. Ancak bunları yıkadıktan sonra da ellerin su ve sabunla en az 20 saniye yıkanmasi gerekli. Aksi takdirde bu yiyeceklerin üstünde korona virüs varsa ellerimizi ağzımıza ya da yüzümüze sürdüğümüzde bulaşma ihtimali var… “antibiyotiklerin  virüslere etkili olduğu bilgisi yanlış, antibiyotikler sadece bakterilere etkili ilaçlardır”.  El dezenfeksiyonunda kullandığımız alkol ve klor spreyleri yüzeyleri ve elimizi temizlemek için kullanılabilir. Bunları yutmak ya da ağza sıkmak söz konusu olamaz. Sarımsak yemenin de Covid 19’dan korunmada faydası olduğuna dair bir kanıt bulunmuyor.

Salgından korunmak isteyen birçok vatandaş da önlem amaçlı maske ve eldiven kullanmaya başladı. Koronavirüs vakalarının sayısı artmaya devam ederken, salgın için önlem amaçlı takılan eldiven ve maskelerin sokaklarda yerlere atılması dikkat çekti. Kullanılmış maske ile eldivenlerin en çok toplu taşıma durakları çevresinde yere atılmış olduğu görülürken, atık olan bu ürünler koronavirüs salgınının olduğu bir dönemde hijyen açısından da tehlike yaratıyor.

“Eldiven kullanımını aslında önermiyoruz. Çünkü eldiven, kullananlara bir güven duygusu veriyor. Eldivenle bir yerlere dokunduktan sonra elinize, yüzünüze, gözünüze dokunduğunuzda; eğer eldivenle dokunduğunuz yerde sizi hastalandıracak kadar virüs partikülleri varsa onları direkt alıyorsunuz. O eldivenler de dışarıya atılıyor. Bu yüzden mümkünse eldiven kullanmayın. Cerrahi maskeleri de sadece kronik hastalığı olan hastalar, kapalı yerlere girerken kullanabilirler. Maskenin üzerine elinizi dokundurup başka bir yere de elinizi dokundurursanız, aynı şekilde kontaminasyon riski var. Maskeyi çıkarırken iplerinden çıkarıp, atarken de mümkünse yanlarından kapatın. Dışarı çıkarken maske kullanıyorlarsa yanlarında bir poşet taşısınlar ve çıkartınca onun içine koysunlar ya da hastaneden çıkıyorlarsa hastane çıkışlarında mutlaka tıbbi atık kutuları bulunuyor, o tıbbi atık kutularına atmalarını öneriyoruz. Çünkü bu maskelerde olan mikroorganizmaların üstünde ne kadar virüs var ve bu virüs yükü bunu tutan kişiyi kontamine edecek mi, etmeyecek mi diye bir bilgimiz yok. Biz sürekli hijyen ve temizlik kurallarına uyalım diyoruz ama kendimizi korurken toplumda bizim için çalışan, temizlik yapan insanları enfekte etme riskiyle karşı karşıya kalıyoruz.” Yere atıldığı zaman, atılan maskenin üzerinde yeterli miktarda virüs yükü varsa tutan kişiyi kontamine edebilir ve hastalandırabilir. Bu yüzden hastaysanız, hasta olduğunuzu düşünüyorsanız ya da Covid-19 şüphesi taşıyan bir kişiyle aynı evde yaşıyorsanız ve dışarı çıkıyorsanız maske takabilirsiniz ama çıkardıktan sonra kesinlikle yola direkt atmayalım. Sonuçta evlerinizden çıkıyorsunuz, lütfen mümkünse bir poşet alıp o poşetin içine atın. Atarken de yanlarından içe doğru kapayıp öyle atalım. Çünkü böylece içerideki virüs partiküllerini en azından dışarıya bulaştırmamış oluyorsunuz. Kesinlikle kapalı çöp kutularına atalım. Sokaklarda, ben de bazen maske ve eldiven görüyorum. Biz hep ‘evden çıkmayın, toplumu koruyalım, hijyen kurallarına uyalım’ diyoruz ve bunu yapmaya çalışıyoruz ama ortalıktaki bu görüntü gerçekten bizim için toplum sağlığını korumak açısından çok ciddi risk olacaktır.
Virüs karton kutuların üzerinde 24 saate yakın kalabildiği için mümkünse ürünleri karton ambalajından çıkarak saklayın. Cam ya da plastik gibi yıkanabilir ambalajları yıkayın, diğerlerini sabunlu bezle sildikten sonra yerleştirin. Poşetli ekmekleri ambalajından çıkarın.

Alışverişe gitmeden önce ihtiyaç listenizi belirleyin. Bu sayede zaman kaybetmeden ihtiyaçlarını alabilir, mekân ve kişilere bağlı bulaş riskinizi azaltabilirsiniz.

Herhangi bir solunum yolu hastalığınız varsa markete gitmeyin. Birinden destek isteyin ya da online alışverişi tercih edin. 60 yaş üzerindeki kişilerin de tek başına alışverişe gitmesine izin vermeyin.
• Alışverişe mümkün olduğunca tek kişinin gitmesini sağlayın.
• Mümkünse en az 2 gün önce kullanıp havalandırdığınız bez alışveriş torbalarını tercih edin.
• Özellikle son dönemlerdeki ülkemizdeki vaka artış sayısını da göz önünde bulundurarak önleminizi artırın ve markete giderken mutlaka maske takın.
• Alışverişe mümkün olduğunca marketin daha tenha olduğu saatleri tercih edin. Düzenli temizliğinin yapıldığı marketlerden alışveriş yapmaya dikkat edin ve mutlaka maske takın.
• Alışverişe başlamadan önce mutlaka elinizi ve kullanacağımız market arabası ya da sepetin sapını dezenfekte edin.
• Satın alacağınız ürünleri önce gözünüzle belirleyin sonra sepetinize ekleyin.
• Bulunduğunuz reyondaki kişilerle aranızdaki iki metrelik mesafeyi koruyor. Mümkünse aynı anda aynı raftan alışveriş yapmayın.
• Satın aldığınız ürünleri, ihtiyacınız yoksa ve mümkünse bir süre havalanmasını sağlayın. Poşetleri hiçbir şekilde mutfağın içine sokmayın. Sonrasında mutlaka ellerinizi su ve sabunla yıkayın.
• Ürünleri ayırmadan mutfağınızda tezgahınızı bir dezenfektan ile temizleyin ve bu alana sadece temizlediğiniz ürünleri ayırın.

Cep telefonlarınızı en az günde iki kere (3-4 saat aralıkla da olabilir) mutlaka kolonyalı mendille silin.

Ellerinizi dışarıda bulunduğunuz sürede el antiseptiği veya kolonya ile ara sıra ovalayın.
– Kalabalık yerlerden mümkün olduğunca uzak durun.
– Zorunlu olmadıkça toplu taşıma araçlarıyla seyahat etmeyin.
– AVM, sinema gibi yerlere gitmeyin. Sosyal amaçlı toplantılara katılmayın. Sosyal ilişkilerinizde mesafeyi koruyun.
– Öksürüp hapşırırken diğer insanlara bulaştırma olasılığına karşı hijyen kurallarına dikkat edin.
– Tek kullanımlık kağıt mendil veya peçetelere öksürün ve bunları çöp kutularına atın.
– Acil olmayan hafif hastalıklarınız için hastanelere gitmeyin.
– Halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı gibi belirtiler bu hastalık için bile şüpheli ancak hafif şikayetleriniz için hastanelere gitmeyin evinizde ev halkıyla yakın temastan kaçınarak ve kişisel eşyalarınızı (diş fırçası, tabak, kaşık, havlu vb.) ayırarak kendinizi evde takip edin.

Salgının başlangıcından bu yana yapılan çalışmalarda, hastaların yaklaşık üçte birinden fazlasında nörolojik belirti ve bulgular olduğu artık belirlendi. 

Ancak bu sayı çok daha yüksek olabilir. Bazı hastalar tipik ateş, öksürük veya solunum sıkıntısı üçlemesinin aksine, koku veya tat alma duyusu kaybı, kas ağrısı ve inme gibi özgül nörolojik belirtiler veya baş ağrısı, bilinç bozukluğu, baş dönmesi veya nöbet gibi özgül olmayan nörolojik belirtilerle hastaneye başvurabiliyor. Ayrıca tüm klinik veriler elektronik tıbbi kayıtlardan elde edildiğinden, tat ve koku bozukluğu gibi hafif belirti ve bulgular göz ardı edilebiliyor. Hastalarda nörolojik belirti ve bulguların saptanması, ancak bu durumların farkında olunmasıyla ve araştırılmasıyla mümkün. Mevcut şartlarda nörolojik belirti ve bulgularının göz ardı edilmesi muhtemel. COVID-19 Koronavirüs salgını döneminde, nörolojik belirtileri olan hastaların gecikmiş veya yanlış tanısından kaçınmak, hastalığın yayılmasını önlemek ve tedavi etme şansını kaybetmemek için COVID-19 hastalığının göz önünde bulundurulması gerektiği anlaşılmıştır.

Nörolojik belirtiler 3 kategoriye ayrılıyor: Merkezi sinir sistemi belirtileri: Baş dönmesi, baş ağrısı, bilinç bozukluğu, inme, dengesizlik ve nöbet, uyku bozuklukları Periferik sinir sistemi belirtileri: Tat bozukluğu, koku bozukluğu, görme bozukluğu ve sinir ağrısı, Guillain-Barré sendromu
İskelet kası hasarlanması belirtileri: Yaygın kas ağrısı, kramplar, yaygın güçsüzlük. Mevcut durumda bildirilen en yaygın belirti ve bulgular baş ağrısı (% 13.1), baş dönmesi (% 16.8), bulantı ve kusma (özgül değil). Koku (% 5.1) ve tat (% 5.6) bozuklukları (özgül belirtiler) en sık görülen erken nörolojik bulgulardır. Önemli bir nokta da, bazı nörolojik tutulumların bilinç bozukluğu olan hastalarda bilinememesidir. COVID-19 enfeksiyonu sırasında bilinci bozuk veya kapalı bir hastada bir ensefalopati (beynin işleyişinin etkilendiği bir hastalık) söz konusudur. Ancak beyinde sürekli epileptik aktiviteye bağlı koma (non-konvulsif status epileptikus) kesinlikle fark edilmeyebilir. Bu durumun anti-epilepik tedavi yapılmadan düzelmesi çok zor olduğundan, bilinç bozukluğu olan hastalarda zamanında tanı koymak için EEG izlemesi yapılması gerekir. 

Solunum yolu virüslerinin, sinir sistemini tutmasının ortak bir özellik olduğu zaten bilinmektedir. Grip, kızamık ve nezle virüslerinin hepsi, beyni veya diğer sinir sisteminlerini enfekte edebilir ve nörolojik hastalığa neden olabilir. COVID-19, bilinen bir zatürre virüsü olan corona virüsünün yeni bir mutant şeklidir. Virüs, sinir sistemini direk istila edebilir (hücrelere girmek için kullandığı ACE2 ve DPP4 reseptörleri sinir ve kas hücrelerinde de yer alır) Virüsün neden olduğu yangısal olaylar, nörolojik sistemlerde ikincil hasara neden olabilir. Özellikle solunum ve kalp sistemleri üzerindeki etkiler, kanın oksijenlenmesini bozar ve beyinde oksijensiz kalmaya bağlı etkilere neden olabilir. Virüs enfeksiyonu ve inflamasyonu, kanın damarlar içinde pıhtılaşmasına neden olarak, beyinde (inme) veya diğer sinir ve kas dokularında enfarktüse neden olabilir Diğer solunum virüslerinde olduğu gibi sinir uçlarından girerek (en sık burundaki koku sinirlerinden) sinir içinden taşınabilir Retrograd nöronal yol, zona ve uçuk virüsü bu yolu en sık kullanan virüslerdir. Tüm bunların yanında, virüsle mücadele sırasında kullanılan ilaçlar da sinir sistemini etkileyerek nörolojik belirti ve bulgulara neden olabilir.

Nörolojik tutulumu olan hastaların ortalama yaşı 52.7 yıl (görece daha genç hastalar) ve Erkek/Kadın oranı 2/3. Yani kadınlarda daha sık. İnme görülme oranı, COVID-19’lu hastalarda normalden yaklaşık 3-6 kat daha fazladır. Akut inme, ciddi enfeksiyonu olan hastaların % 6’sında (özellikle yaşlı, hipertansiyon, diyabet, kronik akciğer hastalığı ve obezite gibi risk faktörleri olan hastalarda) görülüyor. Amerikan Hematoloji Derneği tarafından COVID-19 ile ilişkili koagülopati (pıhtılaşma bozukluğu) tanımlanmış bir durum, sıklıkla bacaklarda ve akciğerde toplar damar tıkanması olarak görülüyor ve pıhtı atmaya bağlı atar damar tıkanıklıklarına da neden olabiliyor. Merkezi sinir sistemi belirti ve bulguları hastaların % 24.8’inde, Periferik sinir sistemi (beyin ve omurilik dışı sinir sistemi) belirti ve bulguları hastaların % 8.9’unda Kas-iskelet sistemi belirti ve bulguları hastaların % 10.7’sinde var.

Nörolojik belirti ve bulgular ciddi olgularda daha sık görülüyor. Ciddi COVID-19 enfeksiyonu olan olguların % 46-84’ü nörolojik belirti ve bulgular gösteriyor. Bu problemlerin iyileşme sonrasında da devam ettiği görülüyor. Ancak hafif enfeksiyonu olan olgularda da nörolojik belirti ve bulgular olabildiği gibi, hiç enfeksiyon bulgusu olmayan hastalarda da ilk bulgular nörolojik olabiliyor. Öte yandan, her COVID-19 enfeksiyonunda nörolojik bulgu olmuyor.

Parkinson ve Alzheimer gibi hastalıkların nasıl etkileyeceğini henüz bilmiyoruz. Bu hastalara normal yaşlı popülasyon gibi yaklaşmak uygun görünüyor. Ancak Miyastenia Gravis ve Multipl Skleroz (MS) gibi bağışıklık sisteminin hastalıkları için immünosüpresif ilaçlar (bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar) alan ve problem gelişme riski daha yüksek olabilecek hastalar için hızla çalışmalar yapılıyor. Bu grup hastaların korunması daha da önem taşıyor. MS hastalarının çoğunda, tedaviye devam etmenin faydaları COVID-19 ile ilgili endişeler nedeniyle MS tedavisini durdurma risklerinden daha ağır basacaktır.

COVID-19’un, ateş, öksürük, anoreksi ve ishal gibi tipik belirti ve bulguları olmayan bazı hastalar, sadece nörolojik bulgularla COVID-19 enfeksiyonunun başlarında hastaneye başvurabiliyor (ortalama süre 1-2 gün). 

Ani inme tablosu ile acile başvuran, daha sonra yapılan akciğer BT ile COVID-19 tanısı alan 2 hasta yayını bulunmatadır. Ayrıca ateş ve baş ağrısı olup başlangıçta muayenesi, rutin kan testleri ve akciğer BT’si normal olduğu için, COVID-19 tanısı dışlanarak nöroloji servisine kabul edildikten birkaç gün sonra, öksürük, boğaz ağrısı başlayan ve kan sayımında düşük lenfosit sayısı ve akciğer BT’sinde buzlu cam görünümü geliştiği için tipik COVID-19 tanısı alan hasta yayınları da vardır. Bu nedenlerle, COVID-19 salgını döneminde, nörolojik belirtileri olan hastaları görürken, gecikmiş tanı veya yanlış tanı ve bulaşmanın önlenmesini önlemek için, doktorlar COVID-19 enfeksiyonunu ayırıcı bir tanı olarak düşünmelidir. Şiddetli veya hafif COVID-19 enfeksiyonu ile birlikte nörolojik belirti ve bulguları olan hastaların laboratuvar bulgularında anlamlı bir fark yoktur. Sadece kas hasarı olan hastalarda kreatin kinaz (CK) düzeyleri anlamlı olarak yüksektir. Kas hasarı olan hastalarda ayrıca nötrofil sayısı artışı, lenfosit sayısı düşüklüğü, CRP ve D-dimer düzeylerinde daha fazla artış var. Ek olarak, kas hasarı olan hastalarda daha fazla karaciğer ve böbrek anormallikleri dahil çoklu organ hasarı oluyor.

Covid-19 Pandemisiyle mücadele devam ederken bireysel olarak alınması gerekenler önem taşıyor. Ancak özellikle ebeveynler çocuklarını korumak konusunda endişe edebiliyor. Bununla birlikte çocukların hastalığı kapmaktan öte yayma riski yüksek olduğundan çocuklar ve gençler için gerekli tedbirlerin alınması gerekiyor. Ellerini doğru şekilde yıkamasını öğretin ve ellerini doğru şekilde yıkadığından emin olunCovid-19’dan korunmak adına alınacak önlemlerin başında doğru el yıkamak geliyor. Bu nedenle öncelikle çocuklara el yıkamanın önemini anlatın ve ellerini 20 saniye boyunca su ve sabunla nasıl yıkaması gerektiğini öğretin. Yemeklerden önce ve sonra, halka açık yerlerde bulunduktan sonra mutlaka ellerin yıkanmasını sağlayın. Suyun bulunmadığı yerlerde el dezenfektanı kullanarak ellerin üzeri ve parmak araları da dahil olmak üzere elin tamamına yedirilmesini sağlayın. Sizin de ellerinizi gerektiği durumlarda yıkamanız onun bu alışkanlığı edinmesini kolaylaştıracaktır. Bir çocuğa bunu yaptırabilmek her ne kadar zor olsa da ellerini yıkamadan ağız, burun ya da gözlerine dokunmamaları gerektiğini çocuklara anlatın. Herhangi bir nedenle burnu kaşınırsa bunun için mutlaka mendil kullanmaları ve sonrasında da atmalarını gerektiğini öğretin. Hapşırma ve öksürme sırasında mutlaka mendil kullanmalarını, sonra bunu atmalarını sağlayın.
Uyurken salgılanan serotonin hormonu enfeksiyonlara karşı bağışıklık yanıtını hızlandırır. Bu nedenle çocukların yaş gruplarına göre yeterli sürede uyumasına dikkat edin. Uyku düzenini mümkün olduğunca değiştirmemeye çalışın. Kapalı, kalabalık alanlara gitmemeye çalışın. Özellikle alışveriş merkezi gibi kapalı alanlardan çocuklarınızı uzak tutun. Çocuklara bunu anlatabilmek güç olabileceği için yaratıcı çözümler üretmeye çalışın. Ortak kullanımlardaki koltuk ya da masaları da kullanmadan önce kolonyalı mendille silmek de yarar sağlayacaktır. Su vücut direncinin artırılmasında ve bağışıklığı güçlü tutmakta çok önemlidir. Bu nedenle çocukların gün içinde bol su tüketmesini sağlayın. Çocukların hapşırma, öksürme gibi belirtileri olan kişilerin yakınlarında olmamalarını sağlayın. Mutlaka koruyucu önlemleri alın.

Bağışıklık sisteminin zayıflamasının en önemli nedenlerinden biri kötü beslenmek ve hareketsiz bir yaşam sürmektir. Bu nedenle çocukların da düzenli ve dengeli beslenmesini sağlayın. Haftada en az üç gün balık yemek, beslenmede kuru baklagillere ağırlık vermek, mevsim sebzeleri yemek, süt ayran, yoğurt, kefir gibi hayvansal gıdaları tüketmek bağışıklık sistemini güçlendirmede önemlidir. Düzenli fiziksel aktivitede bulunmasına yardımcı olun. Açık havada yürüyüş, koşma, bisiklet kullanımı çocuklar için eğlenceli aktivitelerdir.

Çocuklar, mümkünse evin bahçesinde oynatın. Oyun parkı gibi kalabalık ve ortak kullanıma açık alanlarda fiziksel mesafe kurallarına uyun. Site gibi ortak alanların kullanıldığı yerlerde ise çocukların da oynarken fiziksel mesafe kurallarına uymasına dikkat edin. Çocuklar birbirleriyle temas ederse mutlaka ellerini temizleyin. Sitelerdeki oyun parklarının düzenli temizlendiğinden emin olun. Çocukların ellerini düzenli aralıklarla el dezenfektanı ile temizleyin. Maskeler eve geldikten sonra mutlaka uygun şekilde çıkararak atın. Mümkünse çocuklara duş aldırın. Değilse ellerinin ve yüzünün su ve sabunla temizlenmesini sağlayın.

Koronavirüs tehlikesi ile tüm insanlar kaygı ve endişe içindeyken çocuklar da ailelerinden onları rahatlatacak açıklamalar bekliyor. Ebeveynlerin bu konuda çok dikkatli davranmaları gerekiyor. Her ebeveynin çocuklarını düşünmesi, dolayısıyla onlar için kaygılı olmaları son derece doğal bir insani davranış. Ancak özellikle içinde bulunduğumuz bu dönemde ebeveynler stres ve kaygılarını çocuklarına göstermemek için farklı tutum ve davranış içinde bulunabiliyor. Bazen de nasıl davranmaları gerektiği konusunda kararsız kalabiliyor. Bu noktada uzmanlar, ebeveynlerin kaygı nedeniyle yüzlerindeki ifadeyi çocuklarından saklamamaları gerektiğini söylüyor. Çünkü çocukların ebeveynlerini kaygılı ya da suratları biraz asık olmasını görmelerinin son derece normal olarak görülüyor. Bunun tam tersine, çocuklara bir şey hissettirmemek için tuhaf bir rahatlık içinde olmak asıl kaygı unsuru olabiliyor. Çocuklar hayatı rol modeli olan büyüklerinin tepkilerinden öğrendikleri için telaşa ve korkuya kapılmadan soğukkanlı davranmaya çalışmak gerekiyor.

 Prof. Dr. Pınar Çıragil

COVID-19 Nedir ?

Belirtisiz olgular olabileceği bildirilmekle birlikte, bunların oranı bilinmemektedir. En çok karşılaşılan belirtiler ateş, öksürük ve nefes darlığıdır. Şiddetli olgularda zatürre, ağır solunum yetmezliği, böbrek yetmezliği ve ölüm gelişebilmektedir. Hasta bireylerin öksürmeleri aksırmaları ile ortama saçılan damlacıkların solunması ile bulaşır. Hastaların solunum parçacıkları ile kirlenmiş yüzeylere dokunulduktan sonra ellerin yıkanmadan yüz, göz, burun veya ağıza götürülmesi ile de virüs alınabilir. Kirli ellerle göz, burun veya ağıza temas etmek risklidir. Ateş, Öksürük, Nefes darlığı ya da nefes alma güçlüğü, Üşüme, Üşümeyle birlikte tekrar eden titreme, Kas ağrısı, Baş ağrısı, Boğaz ağrısı, Tat ve koku alma kaybı.
COVID-19’un en yaygın semptomları ateş, yorgunluk ve kuru öksürüktür. Bazı hastalarda ağrı ve sızı, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, boğaz ağrısı veya ishal olabilir. Bu semptomlar genellikle hafiftir ve yavaş yavaş başlar. Bazı insanlar enfekte olur, ancak herhangi bir semptom görülmez ve kendilerini kötü hissetmezler. Çoğu insan (yaklaşık% 80) özel tedaviye ihtiyaç duymadan iyileşir. COVID-19 virüsünü alan her 6 kişiden yaklaşık 1’i ağır hastalanmakta ve nefes almakta güçlük çekmektedir. Yaşlı insanlar ve yüksek tansiyon, kalp problemleri, diyabet gibi altta yatan tıbbi sorunları olanların ciddi hastalık geliştirme olasılığı daha yüksektir. Hastalığa yakalanan insanların yaklaşık % 2’si ölmüştür. Ateş, öksürük ve nefes almada zorluk çeken insanlar mutlaka tıbbi yardım almalıdır.

1-3. gün corona belirtileri
Soğuk algınlığı ve gribe benzeyen belirtiler ortaya çıkar.
Hafif ateş ve boğaz ağrısı görülebilir.
Bağışıklık zayıfsa mide bulantısı ve ishal görülebilir.
4.gün corona belirtileri
Boğaz ağrısı şiddetlenir.
Ses boğuklaşır. Yeme ve içmede zorluk yaşanabilir.
Hafif baş ağrısı ile birlikte ishal başlar.
5.gün corona belirtileri
Boğaz ağrısı şiddetlenir.
Yeme ve içme oldukça ağrılı bir hale gelir.
Vücudu ve uzuvları hareket ettirmek sancılı olur.
Eklem ağrıları görülür.

6.gün corona belirtileri
Kuru öksürük başlar.
Konuşurken yutkunurken boğaz ağrısı şiddetlenir. Şiddetli bitkinlik başlar. Mide bulantısı artar.
Zaman zaman nefes almada zorluk yaşanır.
İshal ve kusma şiddetlenir.
7.gün corona belirtileri
Ateş 38 dereceye yükselir.
Öksürük ve balgam çok şiddetlenir.
Vücut ve baş ağrılarıyla birlikte kusma çok şiddetli bir hale gelir.
8.gün corona belirtileri
Soluk alıp vermek çok güç bir hale gelir.
Göğüs bölgesi çok ağır olarak hissedilir. Öksürükle birlikte baş ve eklem ağrıları son derece artar.
Vücut sıcaklığı 38 derecenin üzerine çıkar.
9.gün corona belirtileri
Tüm belirtiler şiddetle artar.
Yüz veya dudaklarda mavileşme görülür.
Öksürük ve balgam çok şiddetlenir.
Vücut ve baş ağrılarıyla birlikte kusma çok şiddetli bir hale gelir.

2019 nCoV enfeksiyonu da mevsimsel gripte olduğu gibi yaşlı hastalarda ya da hangi yaşta olursa olsun altta yatan kronik kalp hastalığı, akciğer hastalığı, kronik böbrek ve karaciğer hastalığı olanlarda daha ağır ve hayatı tehdit eder nitelikte seyretme eğilimindedir. Şu anki bilgiler çerçevesinde hastalığın nasıl ve ne hızda seyredebileceği konusunda kesin bir kanıya varmak mümkün değildir. Ancak buna ilişkin çalışmalar devam etmektedir. Daha önce hastalığın görülmediği bölge ya da ülkelerde de hastalık görülmeye başlayabilir. Hatta hasta sayısı belirgin artabilir ancak bu durum hastalığın daha şiddetli ya da daha yüksek oranda ölüm hızı ile seyredeceği anlamı taşımaz.

Coronavirüs’ler insanları ve çok çeşitli hayvan türlerini enfekte edebilen RNA virüsleridir. İnsanlarda soğuk algınlığından pnömoni (zatüre)’ye kadar değişen çok çeşitli solunum yolu enfeksiyonlarına neden olurlar. Her yıl sonbahar ve kış aylarında Coronavirüs’ler, -35 oranında boğaz ağrısı, kuru öksürük, burun akıntısı, halsizlik ve yorgunluk ile seyreden soğuk algınlığına yol açarlar. Enkübasyon süresi 3-5 gün olup, bu tür Coronovirüs enfeksiyonlarında hastalık 4-6 gün içerisinde kendi kendini sınırlar ve hastalar hızla iyileşirler. Olguların çok az bir kısmında ve özellikle risk grubunda ise pnömoni gelişebilir.

Şu an için hastalığı tedavi edecek herhangi bir antiviral ilaç yoktur. Diğer viral enfeksiyonların tedavisinde kullanılan antiviral ilaçlar Coronovirüs enfeksiyonlarının tedavisinde de denenmiş ancak etkili bir sonuç elde edilememiştir. Şu an için tedavi semptomatik olup, yatak istirahati, bol sıvı tüketimi ve günlük alınması gerekli kalorinin alınması vücut direnci açısından gereklidir. Zira hastalığı tedavi edecek olan vücut direncidir.

Koronavirüsün havada uzun süre dolaşamayacağı bilinmektedir. Virüsü taşıyan birinin öksürmesi, aksırması ya da hapşırması sonucunda oluşan damlacıklarla yayılabiliyor. Biliyoruz ki bu damlacıklar ağır ve havada uzun süre salınamıyor ve yere çöküyor. Bu nedenle rüzgâr çok fazla risk faktörü değil. Ancak virüs, rüzgârla bir takım yüzeylere düşüp de yapışırsa ve o yüzeylere dokunulmasından sonra ellerle yüz, burun ve ağza dokunulması risk oluşturuyor. Korona virüs bulaşında kontakt lens kullanımı gözlüğe göre daha fazla risk taşıyor. Ancak kesin bir kanıt yine de bulunmuyor. El hijyenine dikkat edilmediğinde gözde enfeksiyona neden olabilir. Bundan dolayı kontakt lens kullananların bu dönemde el hijyenine daha fazla dikkat etmesi gerekiyor.

Prof. Dr. Pınar Çıragil,

Comments are closed.