logo

Sevginin gücünün, gücün sevgisini geçersiz kıldığı gün, dünya barışı bilir. – Mahatma Gandhi

Bağlanma insan olmanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bizi bir arada tutan duygusal bağlar yaşamın karmaşıklığı içinde güvenli bir liman sunar. Ancak bu bağların sağlıklı bir destek mi, yoksa farkında olmadan yüklendiğimiz bir ağırlık mı olduğunu anlamak her zaman kolay değildir. Bağlılık, bireyleri güçlendirirken bağımlılık, ilişkileri zayıflatabilir. Peki bu iki kavram arasındaki sınır nerede başlar ve biter?

Bir ağacın toprağa kök salması gibi, ilişkilerde sağlam bağlar da güvenli bir temel oluşturur. Toprak kökleri ne kadar derin tutarsa fırtınalara karşı o kadar dirençli hale gelir. Aynı şekilde insanlar arasındaki duygusal bağlar da güven, sevgi ve saygı ile beslenerek güçlenir.

Bağlılık Nedir?

Güçlü bir ilişki kurmanın temeli karşılıklı anlayış ve destekle atılır. İki bireyin birbirine saygı duyarak ve özgürlüklerini koruyarak hayat yolunda bir arada yürümesi bağların sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar. Bu bağ bir zincir değil, daha çok bir köprüdür; iki yakayı birleştirir ancak her iki tarafın da kendi varlığını korumasına izin verir.

Sağlıklı İlişki Dinamikleri:

  • Karşılıklı saygı ve destek unsurlarını içerir.
  • İlişkide bireylerin kişisel alanlarına özen gösterilir.
  • Birliktelik, özgürlük duygusuyla harmanlanır.

Her ilişki bir denge unsuru taşır. Ne zaman ki bu denge bozulur bağlar sıkıcı bir zorunluluğa dönüşebilir. Oysa uyum içinde gelişen bir bağ hayatı daha anlamlı kılar.

Bir çiçeğin büyüyebilmesi için güneşe ve boşluğa ihtiyacı vardır. Benzer şekilde ilişkiler de bireylerin özgürlüğünü kısıtlamadan gelişir. Kendi alanını korumak ve karşısındakinin bireyselliğine saygı göstermek bağların daha güçlü ve sağlıklı bir şekilde ilerlemesini sağlar. Birbirine sıkı sıkıya bağlı gibi görünen kökler aslında farklı alanlara yayılarak birbirlerini destekler. İşte bu ilişkilerdeki sınırların önemini vurgular; yakınlık ve mesafe arasındaki ince dengeyi yakalamak her iki tarafın da nefes almasını sağlar.

İlişkiler bir dağın eteklerinden akan bir nehre benzetilebilir. Dağ nehri şekillendirir ve ona yön verirken nehir kendi yatağında özgürce akmaya devam eder. İki farklı varlık olarak birlikte var olurlar birbirlerinin doğasını bozmadan. Bu uyum sağlıklı bir bağın özünü oluşturur.

Bağımlılık Nedir? İlişkilerde Bağlı Değil Bağımlı Olmak

Bağımlılık bir ağacın köklerini toprağın derinliklerinde değil beton bir yüzeyde uzatmaya çalışması gibidir. İlk başta kökler bir tutunma bulmuş gibi görünse de zamanla yeterli besin ve alan bulamayan bu yapı çöküşe geçer. İlişkilerde bağımlılık da benzer şekilde bir kişiye veya duruma aşırı düzeyde bağlanmanın getirdiği dengesizlikle ilişkilendirilir. Bu bağ destekleyici bir yapının aksine kişiyi yavaşça tüketen bir zincire dönüşebilir.

Bağımlılık, kişinin kendini tamamlanmamış hissetmesi ve bu boşluğu başka birinin varlığıyla doldurma çabasıdır. Bu durum bireyin öz değerini dışsal faktörlere bağlamasına neden olur. Partnerin varlığı bir mutluluk kaynağı olmaktan çıkarak bir zorunluluk haline gelir.

İlişkilerde Bağımlılığın Psikolojik Temelleri

Bağımlılığın kökeninde çoğunlukla çocukluk deneyimleri ve ilişkisel travmalar yatar. Sevgi ve ilgi eksikliği yaşayan bireyler yetişkinlikte bu eksikliği kapatma arayışına girebilir.

Düşük özgüven ve yetersizlik duyguları bireyi başkalarının onayını aramaya itebilir.

Bağımlı birey ilişkilerinde aşırı uyum göstererek kendi ihtiyaçlarını arka plana atar. Bu durum uzun vadede bireyin arkadaşlıklar, aile bağları ve diğer sosyal çevreleriyle olan ilişkilerini de etkileyebilir.

Dışarıdan bakanlar bu tür bir bağımlılığı “yoğun sevgi” olarak yorumlayabilir; ancak gerçekte bu duygusal bir yükün göstergesidir.

  • Sürekli olarak karşı tarafın onayına ihtiyaç duyma
  • Yalnız kalmaktan korkma ve ilişkide olmadan kendini eksik hissetme
  • Bireysel kararlar almakta zorlanma ve başkalarının rehberliğine aşırı güvenme
  • Partnerin eleştirilerine karşı aşırı duyarlılık ve kendi benliğini onun ihtiyaçlarına göre şekillendirme

Bu belirtiler bağımlılığın sadece birey üzerindeki değil, ilişkinin genel dinamikleri üzerindeki yıpratıcı etkilerini de gösterir. Bağımlılık, bir döngü yaratarak bireyleri adeta duygusal bir çıkmazda tutar. Bu döngüde bağımlı birey karşı taraftan sürekli destek ve ilgi bekler. Ancak bu beklentiler genellikle karşılanmadığında ilişkide gerilim ve kırılmalar başlar. Bir yandan birey karşısındakine daha sıkı tutunurken diğer yandan bu dinamik karşı taraf için yük haline gelir.

Bir Bağımlılık Örneği: İlişkide Roller

Bağımlı bir birey ilişkide kurtarıcı veya sürekli ihtiyaç duyulan taraf rolünü oynayabilir. Partneri ise bazen bu yükün ağırlığı altında boğulmuş hissedebilir. Sonuçta ilişki iki taraf için de bir duygusal tükeniş yaratır.

Bağımlılık, bir kelebeğin kanatlarını kaybetmesiyle sonuçlanan bir kapan gibidir. İlk başta kelebek korunuyor gibi görünse de uçma yetisini kaybettikçe kendi doğasını yitirir. Benzer şekilde bağımlı bir ilişki de bireylerin kendi özgürlüklerini ve potansiyellerini gerçekleştirmelerine engel olur. Bağımlılık aynı zamanda bir gölgeye benzetilebilir. Bir süreliğine sizi serinletebilir ama sürekli gölgede kalırsanız gün ışığına çıkmayı ve kendi yolunuzu aydınlatmayı unutabilirsiniz.

Bağlılık ve bağımlılık arasındaki fark, ilişkilerde sağlıklı bir denge kurmanın temelini oluşturur. Bu iki kavram görünüşte benzer olsalar da ilişkilerin dinamikleri üzerinde çok farklı etkiler yaratır. Bağlılık, bireylerin özgürlüklerini koruyarak birbirine destek olduğu bir bağdır. Bağımlılık ise kişisel özgürlüklerin ve kimliğin kaybına yol açabilen dengesiz bir ilişki biçimidir.

İlişkilerde Bağlılık: Güven Veren Bir Ortaklık

Bağlılık, bireylerin birbirine olan sevgi ve güvenle desteklendiği bir ilişkiyi ifade eder. Bu bağ bireylerin hem kendilerini güvende hissetmelerini hem de birbirlerinin büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunmalarını sağlar. Susan Johnson, sağlıklı bağlılıkların bireylerin duygusal düzenleme becerilerini geliştirdiğini ve ilişkilerde tatmin seviyesini artırdığını vurgular. Johnson’a göre bağlılık, bireylerin kendi değerlerini koruyarak bir ilişkiye katkıda bulunmalarını mümkün kılar. Bu tür bir ilişki tıpkı bir bahçedeki bitkilerin yan yana büyümesi gibidir. Her bitki kendi köklerini derinleştirirken diğer bitkilerin büyümesine de olanak tanır. Bağlılık, bireylerin hem kendilerini hem de ilişkilerini beslemesine izin verir.

İlişkilerde Bağımlılık: Kendi Gölgesinde Kaybolmak

Bağımlılık ise bireyin kendi duygusal ihtiyaçlarını bir başkasının varlığına dayandırdığı bir durumdur. Bu tür bir ilişki karşılıklı bir destek sistemi oluşturmak yerine bir tarafın diğerine aşırı bir yük bindirdiği dengesiz bir yapıya dönüşebilir. John Bowlby bağlanma kuramında bu durumu, güvensiz bağlanma biçimlerinin bir sonucu olarak açıklar. Güvensiz bağlanma yaşayan bireyler ilişkilerinde kendilerini güvende hissetmek için partnerlerine aşırı derecede ihtiyaç duyarlar.

Bağımlılık tıpkı bir sarmaşık gibi bir diğer bitkinin varlığına tutunarak hayatta kalmayı temsil eder. Ancak bu sarmaşık zamanla diğer bitkinin üzerine yayılır ve onun nefes almasını zorlaştırır. Bağımlılık ilişkilerinde de bu tür bir dinamik ortaya çıkar; bir taraf sürekli destek beklerken diğer taraf giderek daha fazla yük altında kalır.

Bağlılık ve bağımlılık arasındaki farkları daha net anlamak için şu özellikleri karşılaştırabiliriz:

BağlılıkBağımlılık
Bireylerin kimliklerini korumasına olanak tanır.Kimliğin bir diğer kişiyle tamamen kaynaşmasıdır.
Karşılıklı destek ve saygıya dayanır.Tek taraflı ihtiyaçlar ve beklentilere odaklanır.
Özgürlük ve bireyselliği besler.Kontrol ve bağımlılık hislerini artırır.
İlişkide güven ve mutluluk sağlar.Kaygı ve stresin temelini oluşturur.

Bağımlılık genellikle bireylerin çocukluk deneyimlerinden kaynaklanır. Bowlby’nin çalışmalarında, erken dönemlerde güvensiz bağlanma yaşayan bireylerin yetişkinlikte duygusal bağımlılıklara daha yatkın olduğu görülmüştür. Bunun aksine, güvenli bağlanma geliştiren bireyler, ilişkilerinde daha dengeli bir yapı oluşturabilir.

Bağımlılığın sosyal boyutu da önemlidir. Erich Fromm sağlıklı sevginin bireylerin birbirlerine özgürlük tanıdığı bir ilişki olduğunu belirtirken bağımlı sevginin bir tür sahiplenme duygusuna dönüşebileceğini ifade eder. Bağımlı bireyler ilişkilerinde genellikle partnerlerinin onayı olmadan hareket edemezler ve bu durum kişisel gelişimlerini sınırlar.

Bağlılık ve bağımlılık arasındaki fark, bir yolculuğa hazırlanmayı andırır. Bağlılık, bireylerin kendi bagajlarını hazırlayıp yan yana yürüdüğü bir seyahattir. Herkes kendi yükünü taşır ancak ihtiyaç duyduğunda diğerine yardım eder. Oysa bağımlılık tek bir kişinin çantasına tüm eşyaların doldurulduğu bir yolculuğa benzer. Bu durumda yükün ağırlığı sadece bir kişinin omuzlarında toplanır ve bu da yıpratıcı bir yolculuğa dönüşür.

Bağlılık ve bağımlılık arasındaki farkları anlamak bireylerin ilişkilerinde daha sağlıklı sınırlar belirlemesine yardımcı olur. Sağlıklı sınırlar ilişkilerin sadece bireyleri değil aynı zamanda birlikte oluşturulan bağları da beslemesini sağlar. Bunun için bireylerin kendi ihtiyaçlarını ve partnerlerinin ihtiyaçlarını dengelemeyi öğrenmesi gereklidir.

Bağlılık bir ilişkiyi destekleyen güçlü bir yapı taşıdır; ancak bu bağın sağlıklı ve dengeli bir şekilde gelişmesi için çaba gösterilmesi gerekir. Her iki tarafın da birbirine saygı duyduğu bireyselliklerini koruduğu ve karşılıklı destek sunduğu bir ilişki modeli uzun vadede tatmin edici ve sürdürülebilir bir bağ yaratır. Peki bu bağları oluşturmak ve korumak için neler yapılabilir?

1. Kendi Bireyselliğinizi Koruyun

İlişkilerde bağlılık bireylerin kendi kimliklerini kaybetmeden bir bütünün parçası olmalarını sağlar. Ancak bu dengeyi yakalamak her zaman kolay değildir. Partnerinizle uyum içinde olma çabası bazen kendinizi ihmal etmenize yol açabilir.

  • Kendi Alanınıza Zaman Ayırın: Hobi ve ilgi alanlarınıza zaman ayırarak kendi benliğinizi besleyin. Kendi mutluluğunuzun sorumluluğunu almak ilişkideki dengeleri sağlamlaştırır.
  • Kararlarınıza Sahip Çıkın: Partnerinizin fikrine saygı duyarken kendi kararlarınızı almakta özgür hissetmelisiniz. Sağlıklı bir bağ bireylerin birbirine rehberlik ederken kendi yollarını çizmelerine de olanak tanır.

2. Sağlıklı İletişimi Güçlendirin

  • Duygularınızı Açıkça İfade Edin: Partnerinizle olan bağınız ne hissettiğinizi açıkça ifade ettiğinizde güçlenir. Bu hem anlaşılma ihtiyacınızı karşılar hem de ilişkinizin derinleşmesini sağlar.
  • Empati Kurun: Partnerinizin duygularını ve ihtiyaçlarını anlamaya çalışın. Empati ilişkilerde karşılıklı destek ve anlayışı artırır.

3. Karşılıklı Güveni İnşa Edin

  • Sözünüzü Tutun: İlişkide güven oluşturmanın en temel yollarından biri verdiğiniz sözleri yerine getirmektir.
  • Şeffaf Olun: Duygularınızı ve düşüncelerinizi saklamadan paylaşmak partnerinizin size olan güvenini artırır.

4. Sınırları Belirleyin

  • Kendi İhtiyaçlarınızı Tanıyın: Hangi durumlarda kendinizi rahatsız veya kısıtlanmış hissettiğinizi belirleyin. Bu farkındalık sınırları net bir şekilde ifade etmenize yardımcı olur.
  • Partnerinizin Sınırlarına Saygı Gösterin: Her bireyin ihtiyaçları farklıdır. Partnerinizin sınırlarını anlamaya ve onlara saygı göstermeye özen gösterin.

5. Bağlılık ve Bağımlılık Eğilimlerinizi Fark Edin

  • Duygusal Tepkilerinizi Gözlemleyin: Partnerinizin yanınızda olmadığında hissettiğiniz duygulara dikkat edin. Yalnızlık ve güvensizlik gibi hisler bağımlılık eğilimlerine işaret edebilir.
  • Dış Destek Arayın: Bir ilişkide sınırları çizmeyi öğrenmekte zorlanıyorsanız bir ruh sağlığı uzmanından destek almak faydalı olabilir.

Sağlıklı bağlılık iki dansçının birlikte uyum içinde hareket ettiği bir performansa benzetilebilir. Her iki dansçı da kendi adımlarını atar ve bireysel becerilerini sergiler. Ancak birlikte hareket ettiklerinde ortaya çıkan uyum izleyicileri büyüler. Bu uyum karşılıklı özgürlük ve destekle mümkündür. Bağımlı bir ilişkide ise dansçılardan biri diğerine tamamen yaslanır ve bu durum hem performansı hem de bireysel potansiyeli sınırlar.

Bağlılık ve Bağımlılık İlişkilerimize Ne Söyler?

Bağlılık ve bağımlılık arasındaki farkları anlamak yalnızca bireysel ilişkilerimizi değil aynı zamanda kendimizi nasıl tanımladığımızı da etkiler. İnsanlar olarak sosyal varlıklarız; başkalarıyla bağ kurmak duygusal anlamda kendimizi güvende hissetmemizin temel yollarından biridir. Ancak bu bağlar bizi destekleyen birer köprü mü yoksa aşılması zor duvarlar mı? Bu sorunun yanıtı bağlanma şeklimize bağlıdır.

Kendi Değerimizi Yeniden Tanımlamak

Bağımlılık genellikle kişinin kendini yetersiz veya eksik hissettiği durumlarda ortaya çıkar. Kendine duyulan güven azaldığında bir başkasının varlığı bu boşluğu doldurmanın yolu olarak görülür. Ancak bu bireyin kendi değerini başka birine teslim etmesine neden olur. Oysa sağlıklı bağlılık bireyin kendi öz değerini korurken ilişkiye katkıda bulunmasını sağlar.

Bu noktada şunu sormak önemlidir: Kendi başınıza mutlu olabiliyor musunuz? Eğer yanıt “hayır” ise bu durum bağımlılık eğilimlerini işaret edebilir. Bağlılık ise kişisel mutluluğunuzu paylaşarak artırmanızı mümkün kılar. İlişkide tek başına yeterli hissetmek sağlıklı bağların temelini oluşturur.

Kontrol ve Özgürlük Dengesi

Bağımlılık, kontrol etme veya kontrol edilme eğilimleriyle de kendini gösterebilir. Partnerine aşırı bağlı olan bireyler zamanla onun davranışlarını kontrol etmeye çalışabilir. Bu durum hem bireysel özgürlükleri hem de ilişkinin genel dinamiklerini olumsuz etkiler.

Sağlıklı bir ilişkide özgürlük ve bağlılık arasında bir denge vardır. Partnerler birbirlerine alan tanır ancak bu alan kayıtsızlık olarak algılanmaz. Tıpkı bir uçurtmanın ipi gibi bağlılık ilişkisi bir noktaya kadar esner ancak tamamen kopmaz. Esneme payı ilişkinin özgürlük boyutunu temsil ederken ipin sağlam kalması bağlılığın gücünü gösterir.

Bağlanma Biçimlerinin Hayatımıza Etkisi

Bağlılık ve bağımlılık yalnızca romantik ilişkilerde değil arkadaşlık, aile ve iş ilişkilerinde de kendini gösterebilir. Örneğin bir iş yerinde bağımlılık eğilimi gösteren bir çalışan sürekli olarak onay bekler ve hata yapma korkusuyla hareket eder. Bunun aksine sağlıklı bağlılık geliştiren bir birey hem ekip içinde uyum sağlar hem de kendi yetkinliklerini göstermekten çekinmez.

Bağlanma biçimlerimiz yaşamın her alanında etkili olabilir. Bu nedenle kendimizi daha yakından tanımak ve hangi durumlarda bağımlılığa kaydığımızı fark etmek hem bireysel hem de ilişkisel gelişimimiz için önemlidir.

Bağlılık ve Bağımlılık Arasındaki Fark

Bağlılık ve bağımlılık arasındaki farkı anlamak tıpkı bir kemancının çaldığı melodiyi dinlemek gibidir. Sağlıklı bir bağ kemanın tellerine hafifçe dokunarak çıkan ahenkli bir melodi gibidir. Ancak bağımlılık tellerin gereğinden fazla gerilmesiyle kopması riskini taşır. İlişkilerdeki bağlar da bu dengeye dayanır: Yeterince güçlü, ama aynı zamanda esnek.

Bağlılık ve bağımlılık, hayatımıza farklı pencerelerden bakmamızı sağlar. Biri bizi geliştiren ve ilişkilerimizi zenginleştiren bir bağdır; diğeri ise sınırlayan ve zamanla tükenmeye yol açan bir yük. Bu farkı anlamak hem ilişkilerimizde hem de kendimizle olan bağımızda daha sağlıklı bir temel oluşturmamıza yardımcı olur.

PSİKOLOG SUDE BAKIR

Hiwell

Kalıcı arkadaşlıklar genellikle günlük hayatınızda daha mutlu, desteklenmiş ve daha güvenli hissetmenizi sağlayacak bazı unsurlar içerir.

Arkadaşlık, tadını çıkarabileceğiniz en faydalı bağlardan biridir. Gerçekten de herkes duygusal yakınlık kurabilecekleri benzer düşünen insanlar bulmak ister. Yine de ilişkiler genellikle zarar görür ve arkadaşlar kendi yollarına gider. Bunun olmasını önlemek için kalıcı dostluklar için gerekli olan özellikleri anlamak iyi bir fikirdir. Arkadaşlar, mutluluğunuza ve duygusal esenliğinize katkıda bulunur, fiziksel ve psikolojik sağlığınızı korur ve hatta ömrünüzü uzatır. Bu gerçekler The Psychology of Friendship (2017) adlı kitapta detaylandırılmıştır. Peki bu olumlu etkilerin oluşması ve zaman içinde korunması için bir arkadaşlığın hangi özelliklere sahip olması gerekir? Açıklayacağız.

Gerçek arkadaşlığın ne anlama geldiği konusunda hepimizin farklı görüşleri var. Bazılarımız derin duygusal bağlantılar arar ve diğer insanlarla birlikte planlar yapmaya öncelik veririz. Diğerleri ise sık sık iletişim halinde olmayı sever ve zor zamanlarda arkadaşlığın orada olmakla kanıtlandığına inanır. Ancak, bu bireysel beklentilerin ötesinde, bilim kalıcı arkadaşlıklar hakkında ne diyor? Daha ilginç bulgulardan bazılarına bir göz atalım.

Birbirleri hakkında derin bilgi

Arkadaşlarınızı tanıdığınızı düşünüyor musunuz? Genellikle arkadaşlığın, arkadaşlarımız hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğumuza ve onları ne ölçüde tanımlayabildiğimize ve nelerden hoşlanıp hoşlandıklarını anlayabildiğimize bağlı olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Ancak Psychological Science’ta yayınlanan ilginç bir çalışma, iki arkadaşın her birini neyin rahatsız ettiğini bilmesinin daha da önemli olduğunu buldu.

Özellikle ne tür durum ya da olayların arkadaşlarımızda olumsuz bir duygusal tepkiyi tetiklediğini anlamakta fayda var gibi görünüyor. Araştırmaya göre bu, ilişkide çatışma duygularının azalması ve derinlik duygularının artmasıyla ilişkilendirilerek daha uzun süreli bir arkadaşlığa yol açıyor.

Minnettarlık ifadeleri

Tüm ilişkiler (arkadaşlıklar ve diğer türler), çatışmaların ve sorunların olduğu zor zamanlardan geçer. Bu nedenle, bir arkadaşlığın sürmesi için her iki arkadaşın da birbiriyle iletişim kurabilmesi önemlidir. Bu açıdan, şükran anahtarıdır. Studies in Psychology tarafından incelenen bir araştırma, bir arkadaşlıkta şükran ifade etmenin her iki tarafın da birbirlerine ilişkin olumlu algılarını artırdığını gösteriyor. Çatışmaları sağlıklı ve iddialı bir şekilde çözmenin tek yolu bu olduğundan, ömür boyu sürecek arkadaşlıklar için çok önemli bir unsurdur.

İletişim sıklığı

Daha önce de belirttiğimiz gibi, tüm insanlar arkadaşlarına aynı derecede değer vermez veya onlarla vakit geçirmeye ihtiyaç duymaz, ancak bu, kalıcı bir arkadaşlığın önemli bir bileşeni gibi görünmektedir. Gerçekten de, Uluslararası Yaşlanma ve İnsani Gelişme Dergisi’nde yayınlanan bir araştırma, temas sıklığının arkadaşlığın yararlarıyla ilişkili olduğunu öne sürüyor. Arkadaşlar, yüz yüze görüştüğünüz, zamanınızın çoğunu ve etkinliklerinizin çoğunu paylaştığınız kişilerdir. Ayrıca, refahınıza ve sağlığınıza katkıda bulunurlar. En sağlıklı ve tatmin edici ilişkilerin zaman içinde en çok sürdürmek isteyeceğiniz ilişkiler olduğunu düşünürsek, bu durum birlikte anları sık sık paylaşmanın önemi hakkında fikir veriyor.

Kendini ifade etme

Bir arkadaşlığın ana maddesi duygusal yakınlıktır. Bu, yakınlık, bağlantı ve karşılıklı sempatiden oluşur. İyi bir arkadaşlıkta her iki kişi de birbirini tanır, anlar, takdir eder ve saygı duyar. Ancak bu kendiliğinden oluşan bir şey değil. Aslında, kendini açma yoluyla inşa edilmiştir. Kendini açma, kendinizle ilgili bilgileri paylaşmaktan, diğer kişiye açılmaktan ve iç dünyanıza erişmelerini sağlamaktan oluşur. Bir arkadaşlığın derinleşmesi, sağlamlaşması ve büyümesinin sağlanmasında en önemli etkenlerden biridir (Oswald, 2017).

Güvenlik ve destek

Son olarak, üyeleri için güvenli alanlar yaratan kalıcı arkadaşlıklar. Güvenli bir alan, arkadaşlarınızın sırlarınızı saklayacağından ve ihtiyaç duyduğunuzda cesaretlendirmek, takdir etmek ve pratik destek sunmak için hazır olacağından emin olmanızı sağlar.

Bu fikir , Trends in Cognitive Sciences’ta yayınlanan bir makale tarafından desteklenmektedir. Arkadaşların manevi ve duygusal destek sağlamanın yanı sıra dış tehditlere ve strese karşı koruma sağladığını belirtir. Aslında, kalıcı bir dostluğun temellerinin karşılıklılık ve her iki tarafın dengeli çabaları olduğunu iddia eder.

Kalıcı dostluklar zenginleştirici olmalı

Gördüğünüz gibi, kalıcı arkadaşlıklar genellikle günlük hayatınızda daha mutlu, desteklenmiş ve daha güvenli hissetmenizi sağlayacak bazı unsurlar içerir. Bu, böylesine kaliteli bir bağı inşa etmek ve sürdürmek için ortak çabalarınızın sonucudur.

Ancak, kalıcı arkadaşlıklar her zaman en sağlıklısı değildir. Örneğin, sınır koymakta güçlük çekiyorsanız, suçluluk duygusuna kapılıyorsanız veya yalnız bırakılmaktan korkuyorsanız, toksik arkadaşlıklara tahammül edebilirsiniz. Bu nedenle, yalnızca kalıcı arkadaşlıkların buna değer olduğu gerçeğini aydınlatmak önemlidir. Kendinizi bırakmayı deneyin ve yeni insanlarla tanışmak için kendinizi açın, belki de bugün size dün olduğundan daha çok benzeyen kişilerle karşılaşırsınız.

PSİKOLOG ELENA SANZ

Hasta olduğunuzda sözlü istismara uğramak, düşündüğünüzden daha yaygın bir olgudur. Üstelik bu, zarar verici bir psikolojik gerçekliktir. Hiç kimse hasta olmak istemez, ancak bir hastalık ortaya çıktığında ve sizi yıprattığında, çevrenizden destek almanız gerekir. Ne de olsa, iyileşmeniz etrafınızdaki kişilerin sunduğu anlayış, yakınlık ve ilgiden yararlanır. Ancak, bu temel kurala her zaman uyulmaz ve bazen hasta olduğunuzda sözlü istismara uğramak mümkündür.

Hasta olduğunuzda eşinizden, ailenizden veya meslektaşlarınızdan sözlü tacize maruz kalırsanız, bunun münferit bir fenomen olmadığını bilmek ilginizi çekecektir. Gerçekten de birçok insan kronik hastalıklarla veya zihinsel bozukluklarla uğraşmak zorunda kalıyor ve kendilerini her gün empati eksikliği ve hatta şiddet içeren iletişim eksikliği ile birlikte acımasız sözlerin alıcı tarafında buluyor.

“Sen hep aynısın”. “Sadece dikkat çekmek için bir bahane”. “İşe yaramazsın”. Bunlar, hasta olduğunuzda sözlü taciz yaşıyorsanız günlük olarak duyabileceklerinize dair bazı basit örneklerdir. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu tür şiddetli iletişim acınızı daha da artırır.

Hasta olduğunuzda eşler veya aile üyeleri tarafından sözlü taciz en zararlı türdür. Aslında, ruh sağlığınız üzerinde ciddi etkilere sahiptir.

Hasta olduğunuzda sözlü taciz

Bazı hastalıklar görünmezdir. Ateşe neden olmayan veya kırık kemikler veya bandajlar içermeyen durumlardır. Ancak, sessiz hastalığa değil, yalnızca görünene önem veren bir toplumda yaşıyoruz. Bu, fibromiyalji, kronik ağrı, migren, nadir hastalıklar veya zihinsel bozukluklar gibi durumların neden bu kadar az anlaşıldığını açıklar.

Örneğin, tiroid probleminiz varsa ve iş gününüze ayak uydurmakta zorlanıyorsanız, zayıf olarak damgalanabilirsiniz. Ya da bir kas-iskelet sistemi probleminiz varsa, hayatınızı da şartlandırabilir, sınırlayabilir ve yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Grip olsanız bile, sözlü taciz yaşayabilirsiniz.

Bu genellikle olur, çünkü kendinizi hasta ve zayıf hissettiğinizde, manipülasyonun ve duygusal istismarın hedefi olmanız daha kolaydır. Kişilik faktörlerinin de etkisi vardır. Örneğin, şiddet içeren iletişim, düşük empati, narsisistik özellikler veya saldırgan ve başkaları üzerinde güç kullanmak isteyenler için tipiktir.

Şiddet içeren iletişim kurbanı olabileceğinizden endişeleniyorsanız, çevrenizdeki kişiler tarafından taciz edildiğinize dair bazı göstergeler burada.

Fiziksel veya psikolojik herhangi bir hastalıkta, acı çeken kişi şefkat, saygı ve anlayışı hak eder.

Bu tür psikolojik istismarın özellikleri

Hasta olduğunuzda çevrenizden empati, şefkat ve destek almanız gerekir. Ancak belki de size anlayış göstermek şöyle dursun, size saldıran biriyle karşılaşmışsınızdır. Bu durumlardaki istismar kendini birçok şekilde gösterir. Nasıl tanımlayacağınızı bilmeniz gerekir. İşte işaretler:

  • Çevreniz hastalığınızı en aza indirir. Hatta “Önemli bir şey değil. Yine ilgi odağı olmaya çalışıyorsun” gibi şeyler söyleyerek bunu sorgulayabilirler.
  • İstismarcı, fiziksel veya zihinsel durumunuz için sizi suçlayabilir. “Grip olman senin suçun” veya “Zayıf olduğun için depresyondasın ve her şeyi yanlış anlıyorsun” gibi şeyler söyleyebilirler.
  • İstismarcı, durumunuzu görmezden gelir ve hatta reddeder. “Senin bir sorunun yok, o yüzden işine geri dön” diyebilirler.
  • Size gaz verebilirler. Bu, sizi dengesiz olduğunuz için hastalığı icat ettiğinize inandırdıkları anlamına gelir. “Sende fibromiyalji yok. Annen gibi uyduruyorsun” diyebilirler.
  • Küçümsüyorlar ve aşağılıyorlar. “Kendine bak, zavallısın” diyebilirler.

İstismarın etkileri

Bugüne kadar, bu tür bir istismar çok fazla araştırılmadı. Ancak sosyal desteğin her türlü hastalık üzerindeki etkisi bilinmektedir. Utah Üniversitesi (ABD) tarafından yürütülen araştırma, şu anda, herhangi bir hastalıktan muzdarip olduğumuzda, çevremizin desteğinden refahımızın yararlandığı gerçeğinin arkasında hangi mekanizmaların yattığını bilmediğimizi iddia ediyor. Ancak, veriler ortada.

Aslında, başkalarıyla kurulan değerli bağlar olduğunda ölüm oranı azalır. Ayrıca, hastanın yaşam kalitesi yükselir. Ancak, fiziksel veya zihinsel bir sağlık sorununun ortasında saldırıya uğrarsanız ve eleştirilirseniz ne olur?

  • Bir hastalığın ortasında psikolojik taciz, kendinizi daha savunmasız hissetmenize neden olur.
  • Durumunuz kötüleşebilir. Tedaviye devam etme konusundaki ilginizi kaybedebilir veya tıbbi yardım aramayı bırakabilirsiniz. Duygusal sağlığınız, zihinsel taciz tarafından baltalanır.
  • Bir hastalığın ortasında eleştirildiğini, reddedildiğini ve saldırıya uğradığını hissetmek, durumla ilgili yalnızlık ve rahatsızlık duygularınızı artırır.

Bir hastalıkla uğraşırken duygusal olarak saldırıya uğramak ve taciz edilmek psikolojik dengenizi baltalar ve kendi tıbbi durumunuzu etkileyebilir.

İstismarcılar

Hastayken istismara uğramak sık görülen bir olgudur. Kural olarak, bir sağlık sorununuz olduğunda sizi hafife alan ve size saldıran kişiler narsisistik özellikler gösterebilir. Wollongong Üniversitesi (Avustralya), patolojik bir narsistle yaşamanın etkisi üzerine bir araştırma yürüttü.

Bunlar, başkalarını hafife alan ve mağdur eden, empatiden yoksun ve intikamcı özellikler sergileyen insanlardır. Hasta olduğunuzda, savunmasızlığınızdan rahatsız olurlar ve şefkat gösterecek araçların olmaması nedeniyle agresif tepki verirler. Ayrıca çelişkili davranışlar sergileyebilirler. Örneğin, bir gün sizinle ilgilenirler, ancak ertesi gün sizin için bir ilaç bile almazlar.

İster kronik bir hastalık, ister depresyon veya basit bir soğuk algınlığı olsun, herkes kendini iyi hissetmediğinde anlayışı, empatiyi ve yardımı hak eder ve buna ihtiyaç duyar. Bu nedenle, hastayken sözlü tacize uğruyorsanız, bu bir tür şiddettir. Dolayısı ile buna izin verilmez. Bu tür bir durumdaysanız, aşağıdakileri düşünmeye değer:

  • Sağlığınız en önemli şeydir. Öncelik verin ve her zaman yapmanız gerekeni yapın. Doktora ihtiyacınız varsa doktora gidin, dinlenmeye ihtiyacınız varsa çevrenizdekiler ne derse desin yapın.
  • Hak ettiğiniz desteği alın. İstismarcı eşiniz, akrabanız veya arkadaşınızsa, size yardım edebilecek, sizi anlayan ve saygı duyan biriyle iletişime geçin.
  • Sizi taciz eden insanlar hakkında bir karar verin. Çünkü büyük ihtimalle başka durumlarda da yapacaklardır.

Son olarak, bu kırılganlık anlarında başkalarına daha çok ihtiyaç duyarsınız. Geçerli desteği hak ediyorsunuz. İnsanlığın tartışılmaz temel ilkesidir. Bu nedenle, kendinizi şefkatli ve empatik insanlarla çevrelediğinizden emin olun ve aynı yardımı başkalarına da sunmayı unutmayın.

Psikolog Valeria Sabater

Bir kişinin hayatta kalması garanti altına alındığında, onda samimi ve aşkın bir ihtiyaç ortaya çıkar: Yaşamda amaç bulmak. Var olmak, dünyada yaşamak ve her gün yaptıklarına anlam kazandırmak için bir neden. Yani nihai bir hedef, bu dünyadan ayrılmadan önce tırmanılacak son adım. Peki onu nasıl bulabilirsiniz? Bazı insanlar hatırlayabildikleri sürece pratikte ne yapmak istedikleri konusunda net görünüyorlar. Öte yandan, diğerleri hiçbir şeyin hayatlarını adamaya değer görünmediği rahatsız edici bir belirsizlik içinde yaşıyorlar.

İkinci gruptaysanız korkmayın: İlham asla biraz yardım olmadan gelmez. Bu duyguyu deneyerek, derinlemesine düşünerek veya bazı özel tekniklerle ortadan kaldırabilirsiniz. Hadi devam edelim ve bu konuyla ilgili bazı ipuçlarına bakalım.

Rutin, herkesin ihtiyaç duyduğu bir güvenlik ve istikrar damarı olsa da, günlük hayatınızı ele geçirip dinlenmeye yer bırakmadığında boğucu bir hal alır. Hiç kimse sürekli değişen bir çalışma programına sahip olmaktan veya ne zaman ev değiştirmek zorunda kalacağını düşünerek yaşamaktan hoşlanmasa da, hayatta, hayatınızın geri kalanında her gün aynı şeyi yapmaktan daha fazlası vardır. Önemli olan, diğer her şeyde olduğu gibi, dengedir: Belirli bir dereceye kadar düzenli ve öngörülebilir, ancak günlük rutininizin dışına çıkmanıza ve heyecan bulmanıza olanak tanıyan bir hayata sahip olmak. Bazıları için yaşamın amacı olan bu uyarım, yaşamın ilgili bir hedefe yanıt verdiği fikrini ayakta tutacak şey olacaktır.

Buna ek olarak, hayatta bir amaca sahip olmak daha iyi fiziksel ve zihinsel sağlıkla, strese karşı daha fazla dayanıklılıkla ve Psychological Science dergisindeki bir araştırmaya göre daha uzun ömürle ilişkilidir. Dolayısıyla bu derin yön ve anlam duygusu, zihnimiz ve bedenimiz için bir refah faktörüdür.

Bu nedenle, hayatınızın boş olduğu ve önemsediğiniz şeyler veya insanlar için yaptığınız işin hiçbir önemi olmadığı hissine kapılıyorsanız, belki de bir ana hedefe, bir amaca ihtiyacınız var. Hayatta amaç bulmak için bazı ipuçları verelim.

Şu fikri aklınızdan çıkarmayın: Sizi hemen hayat dolu hissettiren bir amaç bulamazsınız. Ancak buna giden yol aynı zamanda heyecan verici de olabilir. Emotion dergisinde yayınlanan bir çalışmanın işaret ettiği gibi, olasılıkları keşfederken olumlu bir tutumla ilerlemek genel refahınız için de faydalı olabilir .

Aşağıda size yaşam amacınızı bulmanız için bir eylem planı belirlemenize yardımcı olacak pratik öneriler sunacağız.

1. Değerlerinizi ve tutkularınızı tanımlayın

Kendinize hayatınızı neşe ve anlamla neyin doldurduğunu ve sizi her gün kalkmaya neyin motive ettiğini sorun. Ve tabii ki evrensel adaletin sizin için ne anlama geldiğini unutmayın, çünkü toplumda pek çok insan bu değerleri uygulamak için yaşıyor.

Örneğin, bazıları ırkçılığın toplumumuzda yeterince uzun süre varlığını sürdürdüğünü düşünüyor ve hayatlarını onu tamamen ortadan kaldırmaya adıyorlar. Böylelikle insan düşüncesini aktivizm yoluyla değiştirmenin sevinci, ırkçılık karşıtlığını bu insanlar için hayati bir amaç haline getiriyor.

2. İkigai tekniğini deneyin

Japonca ikigai kavramı, hayatı yaşanmaya değer kılan şeyleri ifade etmek için kullanılır. Dört unsurun kesişimine dayanmaktadır: Yapmayı sevdiğiniz şey, ne konuda iyi olduğunuz, çevrenizin (veya dünyanın) neye ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz ve size neyin zenginlik kazandırabileceği.

Bu prensibe göre hayatınızda bu dört unsuru bir araya getiren bir aktivite olmalı ve onu bulmak sizin görevinizdir. Psikolojik düzeyde, Concurrent Disorders Society Press tarafından yayınlanan bir inceleme, bu tekniğin kişisel bilginin, problem çözme becerilerinin ve hedef edinmenin iyi bir gelişimi ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Uygulamak için şu adımları izleyin:

  1. Aralarında kesişme noktaları oluşturarak dört daire çizin. Bunlardan birine yapmayı en çok sevdiğiniz şeyi yazın. Bir sonraki adımda, ne konuda iyi olduğunuzu. Üçüncüsünde, size ödeme yapılabilecek beceri ve bilgileri yazın. Son olarak, geri kalan daireye, dünyayı iyileştirmek için her zaman kendi özgür iradenizle ve herhangi bir ücret veya tanınmaya ihtiyaç duymadan hangi eylem ve faaliyetleri gerçekleştireceğinizi yazın.
  2. Dairelerin kesişme noktalarında sevdiğiniz ve iyi olduğunuz şeylere dair kısmi yanıtlar bulacaksınız. Bu şekilde misyonunuz, dünyanın ihtiyaç duyduğunu düşündüğünüz şeylerle birlikte sevdiğiniz şeyler olacaktır. Öte yandan mesleğiniz, dünyaya katkıda bulunmak istediğiniz şey ile iyi olduğunuz şey arasındaki kesişim noktası olacaktır. Sonunda bir mesleğiniz var: Hangi konuda iyisiniz ve karşılığında ne alabilirsiniz?
  3. Bir sonraki adım, dünyayı iyileştirmek için ne yapıyorsunuz gibi sorular sorarak bu soyutlamayı gerçek hayatınıza uygulamaktır. Mesleğiniz sizi mutlu ediyor mu?
  4. Bilinmeyenleri çözdükten sonra bu dört yönü dengelemeye başlayabilirsiniz. Bunu başarmak ikigainize ulaşmak olacaktır.

3. Deney yapın ve konfor alanınızın dışına çıkın

Hayatınızda ona bir amaç kazandıran hiçbir şey bulamıyorsanız, belki de bunun nedeni (henüz) bir şeyin hayatınızda olmamasıdır. Bu nedenle konfor alanınızın dışına çıkmanız önemlidir. Henüz denemediğiniz tüm etkinlikleri yapmak veya henüz geliştirmediğiniz becerileri test etmekle ilgilidir. Dışarı çıkmak ve keşfetmek her zaman iyi bir başlangıç noktasıdır. Bazen bu aynı zamanda kendine bakmayı içeren bir egzersizi gerçekleştirmekle de ilgilidir. Belki her zaman dikkatinizi çeken ama size göre olmadığını düşündüğünüz şeyi yapmaya cesaret etmek. Cesaretlenin; denemeden öğrenemezsiniz

4. Uzun vadeli hedefler belirleyin

Bugüne odaklanmaya yardımcı olduğu için günlük yaşamak iyidir. Ancak istediğiniz geleceğe doğru yürümek de önemlidir. Bu nedenle, uzun vadede ne yapmak istediğinizi düşünün; kendimi 20 yıl sonra nerede görüyorum? ve anlamlı hedefler belirleyin.

Daha yüksek bir amaç için çalıştığınız hissi, eylemlerinize ve kararlarınıza anlam katacaktır. Ancak böyle bir hedef belirlemek yeterli değildir. Aksine, motivasyonu korumak ve bunu başarmak için somut adımlar gereklidir:

  • Ulaşmak istediğiniz başarıyı veya gelecekteki durumu gözünüzde canlandırın.
  • Hedefinize ulaşmak için atmanız gereken tüm adımların bir listesini yapın.
  • Bunları vermek istediğiniz önceliğe göre düzenleyin.
  • Bunları karşılamak için bir eylem planı yapın (örneğin son teslim tarihlerini belirleyin).
  • Her başarı için kendinizi ödüllendirmeyi unutmayın çünkü bu şekilde motivasyonunuzu korur ve bir evrim hissi yaratırsınız.
  • Esnek olun: Yol boyunca aksilikler olacaktır ve planınızı değiştirmeniz gerekebilir.

5. Aktivizme veya hizmet eylemlerine katılın

Başkalarını desteklemek veya bir amaç uğruna savaşmak eylemlerimize, düşüncelerimize ve kararlarımıza derin anlam katar. Her ne kadar bu fikir tek amacınız olmasa da, Journal’daki bir makalede belirtildiği gibi, aidiyet duygusu, empati gelişimi ve sosyal adalete katkıda bulunma motivasyonu yoluyla size refah getirecektir. Merhametin harekete geçirdiği duygusal tepkileri analiz eden Kişilik ve Sosyal Psikoloji.

Hepimizin hayatta bir amacı var

Hayat amacını bulmak her birey için benzersiz bir süreçtir. Bazen derin düşünmeyi ve hoş olmayan anlarla veya hoşlanmadığınız kısımlarla yüzleşmeyi gerektirir. Ayrıca, hayatın kendisi değiştiği gibi, yaşam amaçlarının da değişebileceğini unutmayın. Kendinizi geleceğin size getireceği şeylere kapatmayın çünkü amaç, aşmak değil, hayatınızı daha anlamlı bir şekilde yaşamak için iç huzuru yakalamaktır.

Psikolog Sara González Juárez

Comments are closed.