Yalnızlık Tesadüf Değil Bu Ruhsal Dönüşüm İçin Bir İşaret (Carl Jung Ruhsal İzolasyon)
Ruhsal Uyanışın 10 Açık Belirtisi ✨ Dolores Cannon Türkçe
Sahiplik Yanılsaması
Hayattaki Riskler
Herkesin çocukluğundan itibaren duyduğu ve aslında baştan kabul ettiği bir durum vardır.
“Sorunsuz bir hayat, sıkıntısız insan yoktur.”
Herkes bunu bilir ama gene de başkalarının hayatına özenmeye devam eder. Bu hayatların hep güzel yönlerini görür, sıkıntılı yönleri yokmuş gibi ya da çok basitmiş gibi düşünür. Hatta söz konusu bireyler hakkında konuşurken “Bi’ de şuna dert diyor” gibi cümlelerle birçok sıkıntıyı hafife alır.
Öte yandan, başka bir zamanda, çok benzer bir olumsuz durumla kendisi karşılaştığında çok dertli ya da acılı olduğunu her fırsatta dile getirir.
Bu durumun aynısı, olumlu hâllerde de görülür bazen. Başkalarınının sahip olduğu herhangi bir beceri, herhangi bir başarıyı çok önemsemezken “Ne var sanki onu yapmakta” gibi bir tavırdayken, benzer bir yetiyi kazanmasıyla aynı başarı kişinin zihninde ve dilinde çok büyür, çok daha önemli bir hâle gelir.
Sahiplik Yanılsaması
Bu durumun psikolojideki adı “sahiplik yanılsaması”dır. Birçok araştırmacı, uzun süren araştırmalar ve deneylerden sonra şöyle bir sonuca varmışlardır:
“Daha önce sıradanmış gibi düşünülen herhangi bir nesne ya da durum, sahip olunduktan sonra 3 kat daha kıymetlenir bireyin zihninde.”
Yani güzel olanlar çok daha güzel, acı olanlar çok daha acı olur.
Bu durumu, profesyonellik kaynağı insan olan uzmanlar çokça fark ederler. Sıkıntısı olan bireylerin derdine derman olurken konular belki çok daha hafifmiş gibi gelir ama benzer şeyleri kendileri yaşarken o kadar da kolay olmadığını anlarlar.
Herkesin bildiği ve söylediği birçok söz de bu teoriyi doğrular niteliktedir:
“Hekime değil, çekene sor.”
“Hoca verir talkını, kendi yutar salkımı.”
“Bekara kadın boşamak, çocuksuza çocuk bakmak kolay.”
İnsanları Değersizleştirmek
Bireylerin, kendi yaşamadığı birçok sıkıntı için, çok kolaymış gibi konuşmaları, dert sahibi bireylere kendilerini değersiz hissettirir. Herhangi bir arkadaş, patron, çalışma arkadaşı ya da akraba bu tavırda olursa ilişki yerle bir olur.
Uzmanlık alanı içerisinde konuşan bireyler için durum elbette daha farklıdır. Mesela bir doktor sıkıntıyı en ince ayrıntısına kadar anlatmalı ve çözüm alternatiflerini saymalıdır. Fakat bunda bile konuşma, anlatma tarzı çok önemlidir. Dert sahibi için dert her zaman, olduğundan bile büyük olabilir. Bunu göz önünde bulundurarak, empati kurarak anlatmakla, sadece teknik şekilde anlatmak arasında çok fark vardır. İnsan ilişkilerinde değersizleştirmek çok kolaydır. Bunun için kelimelerdeki ve tavırlardaki özen çok önemlidir.
Bu Yanılsamayı İyi Yöne Uyarlayabilmek
Bu şekilde teori hâline gelmiş hemen hemen her durumun iyileştirici bir yanı vardır. Sahiplik yanılsaması kuralı da bazı durumlarda işe yarayabilir.
Bazen birey, aklına gelmeyecek durumlar yaşar hayatta. Çok acı çekebilir ama ne kadar acı olursa olsun, bununla başa çıkmak ve hayata bir şekilde devam etmek zorundadır. Oysa bir türlü bu acıyı hafifletemiyordur, yaşamak için bir anlam bulamıyordur. Bu durumda, sahip olduğu acıyı kendisinin değil de bir başkasının yaşadığını düşünebilir. Başka bir deyişle, bir an, içinde kendinin de olduğu resme dışarıdan bakmayı deneyebilir. Elbette acı dinmez ama olaya dışarıdan, biraz uzaktan bakabilmek, hayata tutunmanın alternatif dallarını, gidebileceği farklı yolları gösterir bireye. Zamanla da acıyı daha az sahiplenmeye alışır. Bu durum, hayatı daha yaşanabilir kılar.
Işık, dünyadaki en önemli fiziksel unsurlardan biridir. Hem fiziksel olarak, hem de ruhsal olarak sağlıklı olabilmenin şartlarındandır. Eskilerin klişesi olan “Güneş girmeyen eve doktor girer” sözü de bu sebeple dilimize ve kültürümüze yerleşmiştir.
Bazı insanlar, daha kapalı daha puslu havaları sevseler bile, güneşin açması genelde herkese iyi hissettirir. Aydınlıkta yaşamanın insan ruhuna iyi geldiğinin en önemli kanıtı, yılın yarısını karanlıkta geçiren ülkelerde depresyon oranının fazla olmasıdır. Bunun dışında, son yıllarda yapılan birçok araştırma da geceleri çalışıp gündüzleri uykuda geçiren ya da aydınlık saatlerin tamamını kapalı ortamda geçiren bireylerin daha mutsuz olduklarını ve daha hızlı yaşlandıklarını ortaya koymuştur. Yani ışık ve aydınlık insanlara genelde iyi gelir.
Işık Saçmak
Evrenin aldığı ışığın insanları etkilemesinin yanında, aslında her anlamda ışık bireyleri etkiler. Kimi insanlar için “ışık saçıyor” tabiri kullanılır ve bu insanlar herkesi olumlu yönde etkileyen insanlardır. Genelde yüksek enerjili olan bu insanlar, iç huzuru yakalamış olan insanlardır. Dışarı saçtıkları söylenen o mecazi ışık, aslında içlerinin aydınlığıdır.
İç huzuru tam olarak yakalayamamış olan bireyler, bazen bu bireyleri “rahat”, “dertsiz”, “gamsız”, “kafasına bir şey takmaz” gibi etiketlenebilirler. Aslında dertsiz, tasasız insan yoktur. Herkesin acı-tatlı günleri, zorlandığı anları vardır. Işık saçan bu bireyler, tüm zorlanmaları, içlerine sindirmeyi ve bunları yönetmeyi bilenlerdir. Bu sayede iç huzura ulaşabilirler ve çevrelerini olumlu etkilerler.
Işığı Korumak
İnsan için “etki”, hiçbir zaman tek taraflı olmamıştır. İnsan, gördüklerinden, duyduklarından, okuduklarından kısaca çevresindeki her şeyden etkilenir ve aynı şekilde çevresini de bakışlarıyla, konuşmalarıyla, duruşuyla etkiler. Bu sebepledir ki iç huzuru olan bireyler çevreleri tarafından ışıklı ve aydınlık görünürler.
Diğer bir taraftan bu ışığı da her daim aktif tutmak çok da kolay değildir çünkü hayatın zorlukları durağan değildir. Yinelenir hatta zaman zaman daha da sertleşir. Hiçbir enerji sonsuz değildir, mutlaka beslenmesi gerekir. Bu sebeple ışık saçan insanlar da çeşitli kaynaklardan beslenmeliler aynı zamanda da enerji tüketicilerden kendilerini korumalılardır. Yani kendi içlerindeki ışığa ulaşamamış insanlardan korumalılardır.
Kendi iç huzuru eksik olan insanlar, iç huzuru olanlardan da huzursuz olurlar. Bu sebeple, en çok bahsettikleri şey, huzursuzluktur. İletişimleri de eleştirmek ve yargılamak üzerine kurulmuştur. Kendi ışığına ulaşabilmek için ya da ışığını kaybetmemek için, herkesin böyle bireylerden mümkün olduğunca uzak durması gerekir. Bunun dışında, gelişmek ve üretmek hayattaki en gerçek ve en güçlü kaynaktır. Işığı daim olan insanların her zaman olduklarından birkaç adım daha ileri gitmek gibi hedefleri ve planları vardır. Bu sebeple görüşmeyi seçtikleri insanlar da genelde, gelişen ve ışık saçan insanlar olurlar. Işık saçan insanlar birbirlerinden beslenirler ve asla rahatsız olmazlar.
Aynı Victor Hugo’nun söylediği gibi:
“Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsız olmaz.”
Işık saçan insan olmak ya da iç huzuru olan bir insan olmak yapısal bir özellik değildir. İsteyerek, bilerek ve fark ederek herkes iç huzuruna kavuşabilir. Fark edilmesi gereken ilk şey, hayatta acı-tatlı her şeyin bir başının, bir de sonunun olduğudur.
Hayattaki Riskler
Her daim değişen dünyanın, değişken şartları giderek çoğalan riskleri de beraberinde getiriyor. Bu riskler, özellikle iş dünyasında sürekli öngörülmeye çalışılıyor. Bu öngörülere göre tedbirler alınıyor. Her türlü ihtimale karşı kriz planları yapılıyor ve bertaraf edilmesi çok zor olan risk ihtimallerine göre bile planlar yapılıp yol haritaları çiziliyor.
İş dünyasında kurumsal riskler için yapılan çalışmalar, bireysel riskler için de yapılıyor aslında. Hemen hemen her birey, ömrünün sonuna kadar kendine yetebilecek finansal yeterliliği olsun istiyor. Yaş aldığı yıllarda bile sağlıklı kalabilmek adına, beslenmesine, fiziksel egzersizlerine dikkat ediyor. Yani maddi ve fiziksel riskler daha somut olduğu için, herkes bunlar için kendine göre bazı yatırımlar yapıyor. Fakat hayatın içindeki, ruhsal riskler için herkes aynı çabayı gösteremeyebiliyor ve hayatın ilerleyen yıllarında psikolojik olarak çok yıpranmış, içten içe sürekli kendiyle savaş halinde olan bireyler çoğalıyor.
Ruhsal Riskler
Gençlik yıllarında, ruhsal olarak dayanıklılık çok yüksek olabildiği için risk gibi görülmeyen pek çok unsur, bireylerin içinde biriktikçe iç huzurları için birer tehdit haline gelebilir.
Çok fazla şeyi görmezden gelip sürekli içinde tutmak, yakın çevrelerindeki insanların arasında hep tampon olmaya çalışıp bunu bir vazife haline getirmek bu risklerden en önemlisi. Bu durum, yaşarken çok rahatsızlık vermemekle birlikte, bir noktada patlama haline dönüşebiliyor. Bu sebeple, böyle bir vazife üstlenmeden önce uzun vadeli düşünmek ve gelecek 5-10 yıl içerisinde bu davranışın kendine neye mal olacağını aynı bir risk analisti gibi değerlendirmek gerekir. Çünkü şu bir gerçektir ki görmezden gelinen ya da sürekli alttan alınan hiçbir yanlış davranış, uygulayıcısı tarafından değişmez. Alttan alan kişi, hep alttan almak zorunda kalır. Hatta zaman geçtikçe, alttan alınan yanlış davranışlar daha da sertleşir, daha da çoğalır. Alttan alan, sürekli idare eden, sürekli sınanır ve psikolojik olarak hep zarar görür. Tabii ki bu, kimsenin hiçbir şeyini hoş görmemek gerekir demek değildir. Kişisel sınırları içerisinde, herkesin kişiliğine saygı duymak ve onu olduğu gibi kabul etmek gerekir. Fakat, herhangi bir kişinin olduğu gibi olan hali, başka birinin hayatını olumsuz etkiliyorsa bu uzun vadede kendini acı bir şekilde gösterecek ruhsal bir risktir ve hayatın içerisinde bu riski almaya değmez.
Diğer bir ruhsal risk de her daim güven içerisinde olmaktır. Güvenmeden yaşanamaz fakat bilişsel olarak güvenmekle duygusal olarak güvenmeyi birbirinden ayırmak gerekir. Bilişsel olarak güvenmek, bireyin yetkinliklerine güvenmektir. Herhangi bir beceride yetkin olan, daha önce benzer alanlarda becerisini ortaya koymuş olan bireyin bilgi, beceri ve tecrübelerine güvenilir. Fakat duygusal güven için her birey, karşısındakini tanımak için kendine biraz zaman vermelidir. Yeterli zaman vermeden güvenmek hayal kırıklığıdır ve bu hayal kırıklıklarının birikmesi, hayatın bütününü çok kötü etkileyecek bir ruhsal risktir.
Kendini Risklerden Korumak
Ruhsal riskler, görünür olmadığı için, bireyleri bu konuda koruyacak kimse olmaz. Bu risklerden korunmak, sadece ve sadece bireyin kendi elindedir. Bu yapabilmek için de birey her türlü duygusunu tanımayı öğrenmelidir.
SEN & BEN / Nalan Erpolat