
Katarsis – Gökhan Çınar: Çok Karanlık ve Yalnızdım. Beni Unutmak Değil, Hatırlamak İyileştirdi
Seni Değersizleştirenlere Karşı: Güçlü Dur, Cool Kal!
Yalnızlık Hissi İnsana Uygun mu? | Duygusal Yalnızlık ve Romantik İlişkiler
Yalnızlık Tesadüf Değil Bu Ruhsal Dönüşüm İçin Bir İşaret (Carl Jung Ruhsal İzolasyon)
Yalnız Yaşamak Neden Her İlişkiden Üstündür | Joe Dispenza
Ruhsal Uyanışın 10 Açık Belirtisi ✨ Dolores Cannon Türkçe
Yalnızlık Psikolojisi | Rehber – 210. Bölüm

Gönül ve Duyular Öğretisi


Sağlıklı ve Sağlıksız Suçluluk
Kalabalıklar içinde yalnız hissetmek
Hayatın Zıtlıkları Arasındaki Dengeyi Keşfetmek
Duygusal Olarak Geceden Kalmak
Sahiplik Yanılsaması
Hayattaki Riskler


Sağlıklı ve Sağlıksız Suçluluk
Kendinizi sağlıksız suçluluktan nasıl kurtarırsınız? Kendini suçlu hissetmeniz her zaman yanlış bir şey yaptığınız anlamına gelmez. Yaşadığınız kuralları gevşetmeyi ve kendinizi özgür bırakmayı deneyin.
ıradan bir gün hayal edin. Aynı saatte uyanırsın, sabah rutinlerin; belki bir kahvaltı. Sonra bir mesaj alırsın. Mesaj annenden ve aniden dün doğum günü için onu araman gerektiğini hatırlarsın. Mesajı açmadan bile göğsünde ve midende bir gariplik hissedersin.
Annenin doğum gününde evladının onunla iletişime geçmediği için kederli bir şekilde evde tek başına oturduğunu ve üzüldüğünü hayal edersin. Kendini eleştiren düşünceler yağmuru üzerine gelmeye başlar. Başlangıçta yavaş bir çiseleme olur ama yağmur devam ettikçe karakterine karşı sert saldırılar olur. Çok meşgulsün, çok bencilsin ve kötü bir evlatsın.
Bu his suçluluktur. Hepimiz bu duyguyu biliriz ve bu güçlü bir şekilde insanı yiyip bitiren bir deneyimdir. Sihirli bir gücü vardır zira küçük bir hata önemsediğimiz insanlara karşı büyük saldırılar gibi görünür. Dünyanın dört bir yanındaki birçok insan, çok kolay tetiklenen, çok uzun süren ve sonrasında özgüven ve güven üzerinde bir enkaz bırakan ve tekrarlayan bir aşırı suçluluk duygusuyla yaşıyor. İyi haber şu ki, aşırı suçluluğun hayatınızı yönetmesine izin vermek zorunda değilsiniz ve kendinizi onun tarafından ele geçirilmekten kurtarmanız mümkün.
Önce tanımla başlayalım; suç nedir? Sayısız saat süren klinik gözlemlerim sayesinde, suçluluk duygusunun, yanlış bir şey yaptığınıza dair bir algıdan kaynaklandığını ve bunun da anksiyete ve baskı karışımı bir deneyime yol açtığını keşfettim. Kaygı, “kötü” bir şeyin olacağı tahminine dayanır. Örneğin, başkaları üzülebilir veya yargılanabilirsiniz. Ya da beğenilmeyebilirsiniz veya kendinizden utanabilirsiniz. Bu da sevgi, bağlantı, fırsat veya ‘iyi insan’ statünüzün kaybolmasına yol açar. Sonra baskı başlar. Özür dileme, durumu düzeltme ve aksi takdirde affın vereceği rahatlamanın deneyimlenmesi için hep “doğruyu yapma” baskısı.
Doğru seviyede oldukça suçluluk duygusunun yarattığı endişe ve baskı faydalı olabilir ve ilişkilerimiz üzerinde olumlu bir etkiye sahip olabilir. Örneğin, oğlum, küçük erkek kardeşinin Lego tuğlalarını çalıp sonra onu hıçkıra hıçkıra ağlarken gördüğü zaman, oyuncakları geri vermek ve telafi etmek için biraz vicdan azabı duyabilir. Eşinize, kardeşinize, ebeveyninize veya çocuğunuza zarar vediğinizde durumu düzeltip özür dileyene veya sabır ve şefkatle davranana kadar bir rahatsızlık hissedebilirsiniz.
Sağlıklı suçluluk dediğim şey bu. Sağlıklı suçluluk; değerlerimizle uyumlu bir dizi davranış içinde çalışmamıza yardımcı olan bir güç alanı yaratır. Bize yakın olanların ihtiyaçlarına yanıt vermemizi sağlar ve sıcak, olumlu ilişkiler kurmamızı sağlar.
Peki suçluluk ters giderse ne olur? Bazen, suçluluk duygusunu çok hassaslaşır ve uygunsuz bir şekilde küçük suçlar için bile aşırı derecede tetiklenir. Bu, aşırı suçluluk veya sağlıksız suçluluk olarak bilinir ve bu makalenin size tam olarak yardımcı olabileceği şey de bu durumdur.
Yaşadığınız suçluluğun sağlıksız olup olmadığını anlamak için bazı kuralları dikkate almak faydalı olacaktır. Suçluluk duygusu esasen kurallarınızdan birini ihlal ettiğinizde ortaya çıkar. “Para çalmayın” veya “Sevdiklerinize sözlü olarak saldırmayın” gibi bazı kurallar değerlidir ve genellikle sizi ve diğerlerini destekler ve bu kurallar sağlıklı suçluluk duygusu yaratma eğilimindedir. “Her zaman evet demelisiniz” veya “Başkalarını hayal kırıklığına uğratmayın” veya “Asla kızmayın” gibi diğer kurallar, sizi sürekli acı çekmeye mahkum eden ve sağlıksız suçluluğa yol açan birer kafes haline gelebilir.
Yaşadığınız suçluluğun ne zaman sağlıksız veya aşırı olduğunu belirlemek, ondan sıyrılmaya başlamanıza yardımcı olacaktır. Aşağıdaki beş adımlı süreçte, bunu nasıl yapacağınızı tam olarak öğreneceksiniz. Şimdilik, sağlıklı ve sağlıksız suçu birbirinden ayırmak için birkaç basit kuraldan bahsedelim:
Sağlıklı Suçluluk | Sağlıksız Suçluluk |
Makul bir kuralınızı ihlal ettiğinizde harekete geçer. | Akıl dışı ve gerçekçi olmayan her kural çiğnendiğinde harekete geçer. |
Davranışınızdan dolayı biri zarar gördüğünde ortaya çıkar. | Üzüntünün kaynağı sizin davranışınız olmasa bile biri üzüldüğünde ortaya çıkar. |
Kısa sürede zararı telafi etmek için harekete geçmenize yardım eder. Özür dilemek ya da davranışınızı değiştirmek gibi. Sonrasında bir rahatlama yaşanır. | Uzun vadede zararı telafi edebilmek için harekete geçmenize engel olur. Utanç duygusu içinde paralize olmanıza sebep olur. |
Yapıcı bir role sahiptir. Gelecekteki davranışlarınıza kılavuzluk eder. | Cezalandırıcı ve taciz edici bir role sahiptir. Amacı sizi kötü hissettirmektir. |
Bu tasnifi özetlemek için annenizin doğum gününü kaçırma örneğine geri dönelim. Sağlıklı suçluluğun iç sesi şöyle olabilir:
Annemin doğum gününü unuttum! hay Allah, bu kötü oldu. Kötü hissediyorum. Peki, düzeltmek için şimdi ne yapabilirim? İlk önce, hemen onu arayabilir ve telefonu açmazsa sesli mesaj bırakabilirim. Bugün eve gittiğimde, onu mutlu edecek bir Mutlu Yıllar şarkısını söyleyen bir videoyu çocuklarla birlikte kaydedip ona göndereceğim. Ve önümüzdeki yıl için takvimime hemen bir hatırlatıcı koyacağım, böylece bu hatayı bir daha yapmayacağım.
Bu sesin, onu inkar etmeye veya küçümsemeye çalışmadan, hatayı nasıl kabul ettiğine dikkat edin. Ayrıca, öncelikle kendinizi paralamadan veya sözlü olarak kendinizi taciz etmeden işleri düzeltmek için neler yapılabileceğine odaklanın. Sağlıklı suçun sesini sağlıksız suçluluk duygusuyla karşılaştıralım:
Annemin doğum gününü unuttum! hay Allah, bu korkunç. Zavallı kadın. Bunu ona nasıl yapabildim? Kendini berbat hissediyor olmalı. Vay canına, ben çok kötü biriyim. Dün ne halt ediyordum? Neden hatırlamadım? Çok üzgün olmalı ve bu tamamen benim hatam. Sağlığı şu anda zaten pek iyi değil ve ben doğum gününde onu terk ediyorum, bu onu daha da kötüleştirecek. Ben her zaman böyle şeyler yaparım. Ben berbat bir evladım.
Bu iki iç monolog arasındaki farkı hissedebiliyor musunuz? İkincisinin katran gibi ağır olduğunu hissedebiliyor musunuz? Etkili, düzeltici önlem almayı zorlaştıran bir yük? Klinik pratiğimde, bu sağlıksız suçluluk sesinin nasıl saatlerce veya günlerce devam ettiğini ve uzun erteleme, kaçınma veya moral bozukluğuna yol açtığını gördüm.
Devam etmeden önce, bu makalenin ciddi suçlar veya ihlallerle boğuşan insanlar için tasarlanmadığını belirtmem gerekir. Bu durumlarda gerekli ve uygun suçluluk bazen yıllarca sürebilir ve büyük zorluklara ve sıkıntılara neden olabilir. Bu tür ciddi, yaygın bir suçluluk yaşıyorsanız, bir terapistle görüşmek faydalı olabilir.
Ancak aşırı suçluluğunuz, yukarıda açıklanan doğum günü örneğinde olduğu gibi daha çok küçük ihlallerden ve mantıksız kurallardan kaynaklanıyorsa kendinizi olan bitenden kurtarmak için tam olarak ne yapmanız gerektiğinden bahsedelim.
Çoğu zaman, insanlar sağlıksız ve aşırı suçluluk duygusunu, çevrelerindeki herkesi memnun etmek için ellerinden gelenin en iyisini yaparak ve ne pahasına olursa olsun başkalarını üzmekten kaçınarak yönetirler. Bu size kötü bir strateji gibi geliyorsa, kesinlikle haklısınız. Daha iyisini yapabiliriz.
Aslında, değerlerinizi açıklığa kavuşturmak, gerçekten yaşamak istediğiniz kuralları belirlemek ve kendinizi başkalarının algı ve taleplerinden kurtarmak için her bir suçluluk örneğini kullanmak mümkündür. Bunu yapmak için kendilerini aşırı suçluluktan kurtarmalarına yardımcı olmak için yüzlerce hastamla çalışırken kullandığım beş adımlı bir süreci sizinle paylaşacağım:
1. Suçluluğu kabul edin ve ona izin verin
Kendimizi herhangi bir şeyden özgürleştirmenin ilk adımı, onu gerçekten kabul etmek ve ona izin vermektir. Başlangıçta suçlu hissettiğinizi bile fark etmeyebilirsiniz. Suçluluk duyguları acı verici olabileceğinden dürtüleriniz harekete geçmel, dikkatinizi dağıtmak veya hemen özür dilemek olabilir. Ancak suçluluk duygusuna tepki vermek yerine önce onu incelemelisiniz.
Yavaşlayın, ekranlardan ve diğer insanlardan uzaklaşın ve kendi duygularınız ve bedensel duyumsamalarınızla birlikte kalmak için birkaç dakikanızı ayırın. Ne fark ediyorsunuz? Rahatsız mı? Endişeli düşünceleriniz var mı? Vücudunuzda huzursuz veya heyecanlı mısınız? Göğsünüzde veya boğazınızda gerginlik hissediyor musunuz? Midenizde bir gariplik mi var? Bunların hepsi olası suçluluk belirtileridir.
Şimdi düşüncelerinizi gözlemleyin. Ben buna “suçluluğun sesi” diyorum ve sizinle nasıl konuştuğunu fark etmek çok önemli. Yukarıdaki örneği, sağlıklı ve sağlıksız suçluluğu birbirinden ayıran çizelgeyi hatırlayın. Hala bir hata yaptığınızı fark ederken ses sakin ve sevgi dolu geliyor mu? Eğer öyleyse, bu muhtemelen sağlıklı bir suçluluktur. Yoksa öfkeli bir ebeveyn gibi öfkeli ve eleştirel mi? Size ne yapmanız gerektiğini ya da yapmamanız gerektiğini söyleyen cezalandırıcı bir ses mi bu? Düşünceleriniz, eylemlerinizin sizi temelde bencil, kaba veya düşüncesiz yaptığını söylüyorsa, büyük olasılıkla bu ses sağlıksız suçlulukluğa aittir.
Yaşadığınız suç ne olursa olsun, ortaya çıktığını fark ettiğinizde bunu yüksek sesle tanımlayabilirsiniz. Basitçe şunu söyleyin: “Bu suçluluk.” Duygu ve düşüncelerinizle kalın ve onları bir anlığına deneyimleyin. Bu adım sırasında duygusal muhakemenin yanlışlığını da akılda tutmak önemlidir: Kendinizi suçlu hissetmeniz, otomatik olarak çok yanlış bir şey yaptığınız anlamına gelmez. Bu bizi bir sonraki adımımıza götürecek.
2. İhlal ettiğiniz kuralları belirleyin
Bu, sağlıksız suçluluğu etkisiz hale getirmenin bir sonraki adımıdır. Çünkü size neler olduğu ve bununla nasıl başa çıkılacağı hakkında değerli bilgiler verecektir. Hangi kuralı çiğnediğinizi anlamak, bunun sağlıklı mı yoksa sağlıksız bir suçluluk mu olduğunu belirlemenize yardımcı olacaktır. Bu sizi en iyi haliniz olmaya teşvik eden bir şey mi yoksa sadece başka bir sinsi mükemmeliyetçilik ve kendinden nefret modeli mi?
Hangi kuralı çiğnediğinizi belirlemek için kafanızdaki suçluluk sesini dinleyin. Size ne yapmanız veya yapmamanız gerektiğini açıkça söyleyecektir. Kurallarınız hakkında size bilgi verecektir. Bazı kuralların başka insanları da içerdiğini fark edeceksiniz. Örneğin, bir arkadaşınız buluşmak isterse ve yorgun olduğunuz için hayır derseniz, kurallarınız şunları söyleyebilir: ‘Bir arkadaş istediğinde her zaman evet demeliyim. Başkalarını hayal kırıklığına uğratacak hiçbir şey yapmamalıyım’. Diğer kurallar sadece sizi ve bireysel davranışlarınızı içerecektir. Örneğin, büyük bir hamburger, patates kızartması yerseniz ve sonrasında kendinizi suçlu hissedebilirsiniz, kurallarınızın arasında “fast food yememeliyim” veya “daha fazla kendime hakim olmalıyım” olduğunu fark edebilirsiniz.
Bunun nasıl çalıştığına dair bir fikir edinmeye başladıysanız kendinizi suçlu hissettiğiniz yeni bir senaryo ile veya geçmişte sizi suçlu hissettiren bir olayla bir daha deneyin. Suçluluk sesinin size ne söylediğini hatırlamaya çalışın ve temel kuralları belirleyin. Daha sonra günlük hayatınızda suçluluk duygusu ortaya çıktığında denemeye devam edin. Bunu bir kez başardığınızda aşırı suçluluk duygusunu etkisiz hale getirme ve kendinizi ve başkalarını daha mutlu, daha özgür ve daha sevgi dolu hissetme yolunda ilerliyor olacaksınız.
3. Suçun sağlıklı mı yoksa sağlıksız mı olduğunu belirleyin
Sağlıklı suçluluk, gerçekten değer verdiğiniz ve yaşamayı arzuladığınız gerçekçi bir kuralı çiğnediğinizde ortaya çıkan bir duygudur. Bu suçluluk yolunuza devam etmeniz ve olmak istediğiniz türden bir insan olmanız için size rehberlik eder. Size en önemli olanı hatırlatır ve değerlerinizle uyumlu yaşamanız için size ilham verir. Değişim için pozitif bir güçtür ve kökleri sevgiye dayanır; kendiniz ve başkaları için.
Sağlıksız suçluluk ise bir ceza ve kendine saldırı biçimidir. Katı, aşırı veya gerçekten değer verdiğiniz şeyle uyumlu olmayan bir kuralı ihlal ettiğinizde ortaya çıkabilir. Ancak olumlu bir değişimi motive etmek yerine suçluluk aşırı ve zehirli hale gelir. Sağlıksız bir suçluluk hissettiğimizde eylemlerimiz yüzünden başkalarının bize ne kadar kızdığını veya incitildiğini genellikle abartırız. Böylelikle ihlallerimizi yapay olarak büyütmüş oluruz. Daha sonra yanlış bir şey yaptığımız ve günahlarımızdan dolayı cezalandırılmamız gerektiği sonucuna varmak için bu çarpık verileri kullanırız. Kendimizi yeterince cezalandırırsak ve yaptıklarımız için yeterince acı çekersek o zaman günahımıza karşı kefaret ödemiş olacağımız düşünürüz. Ancak ilişkilerimizi veya kişisel eylemlerimizi iyileştirmeye yönelik bu yaklaşım, davranışları olumlu bir şekilde etkilemez ve kökleri korkuya dayanmaktadır.
Sağlıklı mı yoksa sağlıksız bir suçluluk mu yaşadığınızı belirlemek için çiğnediğinizi düşündüğünüz temel kurallar listenize bakın ve kendinize sorun: Bu kurallara göre yaşamak istiyor muyum? Değerlerimi yansıtıyorlar mı? Gerçekçi mi? Ortamdaki farklılıkları ve benim bir insan olduğum gerçeğini hesaba katıyorlar mı?
Bu sorulara evet yanıtı verirseniz, suçluluğunuzda size hizmet etmeye çalışan yararlı bir mesaj vardır. Bu sağlıklı bir suçluluktur. Bununla birlikte bu sorulardan herhangi birine hayır cevabını verdiyseniz sağlıksız suçluluk bölgesinde olabilirsiniz. Hâlâ öğrenilmesi gereken bir ders var ama bu biraz farklıdır. Bunu anlamak son derece önemlidir zira mesajı doğru şekilde almazsanız sağlıksız bir suçluluk duygusuna kolayca kapılabilirsiniz.
4. Mesajı anlayın
Bu adım, sağlıklı olmayan suçluluk duygularını hem size hem de başkalarına fayda sağlayan olumlu bir deneyime dönüştürmenize yardım eder. Bir örnekle açıklayayım: Birkaç gece önce evimizde yatma vaktiydi ve herkes yorgundu. Yetişkinler yorulduğunda uzanmak, rahatlamak ve uykuya hazırlanmak isterler. Küçük çocuklar yorulduğunda, evrenin kaotik enerjisini çekmiş gibi dürtü kontrollerini kaybeder ve adeta çıldırırlar. O gece büyük oğlum küçük erkek kardeşini zorluyor, dişlerini fırçalamasına izin vermiyordu. Ben de iyi idare edemiyordum zira sabrım tükenmişti ve kontrol moduna geçtim. Ses tonum bıkkın, enerjim düşüktü. Sonunda herkesi yatağa yatırdık ve büyük oğluma bir hikaye okumaya başladım. Ama dikkati dağılmıştı ve yatak odasında olmayan farklı bir kitap istiyordu. Sonra süt istedi. Sessiz olmak istemedi ve kardeşinin uyumasına engel olmaya çalıştı. Bu taleplerin her birine cevap verdikçe sesim sertleşti. Ona bağırmadım ama kızgınlığımı o anda kontrol edemedim. Yüksek sesle: “Uyanık kaldığın ve söylediğimi yapmadığın için kötü bir çocuksun” demememe rağmen vücut dilim ve ses tonum bu mesajı yüksek ve net bir şekilde ifade ediyordu. Sonunda uyuyakaldı. Rahatladım. Küçük çocuğumun nefesinin yatıştırıcı sesini dinleyerek kendimden geçtim. Ama ertesi sabah kalbimde bir sancı ile uyandım. Günaydın suçluluk! Zihnim, oğluma karşı eleştirel ve sevgisiz davrandığım tüm yolları bana göstererek önceki gece üzerine düşünmeye başladı. Üzüldüm; ondan uzaklaştığım için üzüldüm ve kalbimde acı hissettim.
Bu sağlıklı mı yoksa sağlıksız bir suçluluk mu? Her şey suçluluk mesajının ne olduğuna bağlı. İlk önce kuralları kontrol ettim. Kırdığım kurallar oldukça açıktı: Oğullarıma karşı sabırlı olmalıyım. Onların çocukça davranışlarına tepki göstermemeliyim. Onları etkilemeye çalışırken bu sevgiden kaynaklanmalı. Uyanık oldukları veya üzerinde çok az kontrol sahibi oldukları başka bir şey yaptıkları için kötü oldukları mesajını vermemeliyim. Bunların hepsi arzuladığım değerler. Bu yüzden bunun sağlıklı bir suçluluk olduğunu varsayabilirsiniz. Bununla birlikte, kendimize nasıl davrandığımız, suçluluğun sağlıklı olup olmadığını da belirler. Suçun sesine daha yakından uyum sağladığımda şu mesajı duydum: “Bu kesinlikle kabul edilemez. Bunu çocuklarıma nasıl yaparım? Ben kötü bir babayım”. Dolayısıyla, değer verdiğim bir kuralı çiğnemiş olsam da bu suçluluk sesi aşırı derecede sert ve çocuklarımla yeni bir model oluşturmada yapıcı bir işleve de sahip değildi. Bu da sağlıksız suçluluk dünyasına geçtiğimi gösteriyordu.
5. Yeni bir davranış uygulayın
Gerçek şu ki, daha iyi bir insan olmayı kendinizi döverek gerçekleştiremezsiniz. Kendinize saldırmak, yargılamak, cezalandırmak ve eleştirmek iyileşmeye yol açmaz. Açıkça işe yaramamasına rağmen çoğumuzun içine düştüğü eski ve incelenmemiş bir kalıptır bu. Bunun yerine şimdi yapabileceklerinize odaklanın. Zihniniz sizi sözde suçlarınıza geri çekmeye çalışırsa bunu sağlıksız suçluluk olarak etiketleyin ve kendinize bunun size hizmet etmediğini hatırlatın. Aşırı suçluluğun hipnotik transından kurtulmanıza yardımcı olmak için ayağa kalkabilir, birkaç nefes alabilir ve vücudunuzu odanın içinde hareket ettirebilirsiniz. Yüksek sesle söyleyin: “Bu tür bir kendine saldırı işe yaramaz. Ben çok daha iyisini yapabilirim”.
Oğluma karşı sabrımı kaybettiğim gecenin sabahı kendime saldırmak ve düşük enerjili bir utanç durumuna çekilmek yerine dikkatimi düşüncelerimden şimdiki ana kaydırdım. Nefesimin göğsüme girip çıktığını hissettim. Yaşadığım duyguların fiziksel hislerini gözlemledim. Oğluma kızgın ve ondan kopuk olmanın acısını hissettim. Acısını hissettim. Acımı hissettim. Kalbimdeki yanmayı hissettim. Ve ona sevgi gönderdim. Kendime sevgi ve bağışlama gönderdim. Oğluma sevgi ve bağışlama gönderdim. Elinden gelenin en iyisini yapan ne tatlı bir çocuk. Elinden gelenin en iyisini yapan ne tatlı bir baba.
Sağlıksız suçluluk duygusunu bu şekilde yönetebilir ve sizi olumlu yönde dönüştürmesine izin verebilirsiniz. Kafanızdan çıkın ve kalbinize giriş yapın. Orada ne varsa hissedin ve zihniniz affedilemez olduğunu söylese bile onunla sevgi ve af içinde buluşun. Bağışlama sonsuz ve her zaman erişilebilirdir.
Uzun vadede yaşamak isteyeceğiniz türden kuralları da düşünebilirsiniz. Yaşadığınız suçluluk yaşamak istemediğiniz aşırı, gerçekçi olmayan veya uzun süredir devam eden bir kuraldan kaynaklanıyorsa bunu tanımlayın. Tam burada ve şimdi farklı bir şey seçmeye karar verin. Bunu şu güçlü cümlesi ile yapabilirsiniz: “Benim gerçekliğime göre”.
Benim gerçekliğime göre istediğimde veya ihtiyacım olduğunda hayır demekte sorun yok.
Benim gerçekliğime göre başkalarının geçici olarak hayal kırıklığına uğraması sorun değil.
Benim gerçekliğime göre kendim adına konuşmak ve bakış açımı ifade etmekte sorun yok.
Bu, yaşamak istediğiniz yeni kuralları, aşırı suçluluğun eski ve gerçekçi olmayan kurallarına keskin bir zıtlık oluşturacak kuralları doğrulamak için de gerekli bir yöntemdir.
Öte yandan, önceki adımlarda bunun sağlıklı bir suçluluk olduğunu ve temel bir değeri yansıtan bir kuralı ihlal ettiğinizi fark ettiyseniz uygulayabileceğiniz bazı pratik adımlar olabilir. Birinden özür dilemeniz mi gerekiyor? Davranışlarınızı, alışkanlıklarınızı veya belirli insanlarla ilişki kurma yollarınızı değiştirmeniz gerekiyor mu? Daha sabırlı, nazik, şefkatli olmanıza yardımcı olacak düzenli bir uygulama oluşturmanız gerekiyor mu? Düzeltici davranışa karar vermek için bir dakikanızı ayırın ve şimdi yapmayı kendinize taahhüt edin. Sağlıklı suçluluğun verdiği rahatsızlığı, kaygıyı ve baskıyı bundan sonra davranışınıza rehberlik edecek pozitif bir güç olarak kullanın. Bunun ne kadar özgürleştirici olduğunu fark edeceksiniz.
Önemli noktaları özetleyelim. Suçluluk, önemli bir kuralı ihlal ettiğimizi düşündüğümüzde ortaya çıkan bir endişe ve baskı hissidir. Suçluluk, olumlu ilişkiler ve davranışlar yaratan gerçekçi kurallara uymamıza rehberlik ettiğinde sağlıklı bir işleve sahip olabilir. Suçluluk, gerçekçi olmayan veya gerçekten inanmadığımız kurallara yanıt olarak tetiklendiğinde sağlıksız veya aşırı hale gelebilir. Sağlıksız suçluluk, yapıcı olmayan sert bir özeleştiriye yol açar. Kendinizi suçlu hissettiğinizde bunu yüksek sesle kabul edin, hangi kuralları çiğnediğinizi keşfedin ve bu kurallara gerçekten inanıp inanmadığınızı belirleyin. Aşırı katı mı, basit mi yoksa mantıksız mı olduklarını belirleyin. Kendini sert bir şekilde yargılamaya bir son ver ve kabahatini nasıl abarttığını fark et. Kendinize ve diğer insanlara daha fazla şefkat gösterin ve durumu düzeltebilmek için (gerekirse) şimdi hangi onarıcı eylemi gerçekleştirebileceğinizi belirleyin. Bunu hemen uygulayın.
Klinik Psikolog Aziz Gazipura / Çeviren: Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz
PROF. DR. KEMAL SAYAR

Kalabalıklar içinde yalnız hissetmek
İnsanlara çevrili olmanıza rağmen kendinizi yalnız hissediyor olabilirsiniz. Bu yalnızlık hissinin asıl sebebini öğrenmek onu çözmenize yardım edebilir… Etrafınız iyi insanlarla ve eğlenceli sohbetlerle doluyken yine de duygusal olarak herkesten binlerce kilometrelerce uzaktaymış gibi yalnız hissettiğini oldu mu? Duygularla ilgili zor olan şey, herkes için farklı olmalarıdır: Örneğin, bazı insanlar birkaç arkadaşa sahip olmak yeterlidir ve yalnız başına çok fazla zaman geçirmekten hoşlanır. Diğer insanlar için, aynı senaryolar derin bir yalnızlık ve izolasyon duygusu yaratacaktır. Yalnız olmadığınızda bile neden yalnız hissettiğinizi anlamak, etrafınızdaki insanlarla ve kendinizle daha uyumlu hissetmenize yardımcı olabilir.
Yalnız olmak bir duygudur, oysa yalnız olmak somut ve somuttur. Yalnız hissettiğinizde, sizin için uygun olan insanlar olmasına rağmen, başkalarından kopmuş hissedebilirsiniz. Başkalarının yanındayken yalnız hissetmek vücudunuzun ihtiyaçlarınızı karşılayamama tepkisi olabilir. Bazen yalnızlık hissi içinde oturmak, daha iyi hissetmek için yapmak istediğiniz şeyleri aydınlatabilir.
İnsanların çevriliyken bile güvensizlik, yalnızlık ve endişe duygularının oluşması muhtemeldir ve nasıl daha az yalnız hissedeceğinizi bulmak, başlangıçta neden yalnız hissettiğinize bağlıdır. Yalnız olduğunuzda neler olup bittiği hakkında ne kadar çok şey bilirseniz, kendinizi o kadar iyi hissetmenize yardımcı olabilirsiniz. Bunun için kendinizi yalnız hissetmenize neden olacak bu beş sebepten hangisinin sizde mevut olduğunu bilmek isteyebilirsiniz.
1- Samimiyet istiyorsunuz
Yalnızlık karmaşık bir meseledir, aslında sadece çevrenizde daha fazla insan istemeniz değil, daha derin bir bağlantı için özlem duyduğunuz anlamına gelebilir. Bir ilişkideki bağlantının derinliği sizi tatmin etmiyorsa, bu bir yalnızlık hissi olarak karşınıza çıkabilir. Birbirinizle yürüyüşe çıkmak veya kahve içmeye gitmek gibi kasıtlı olarak sadece birlikte olmak için zaman ayarlayarak başkalarıyla bu yakınlığı geliştirmeye odaklanmayı deneyin. Yine de, iyi ilişkiler geliştirmeye açık olsanız bile herkesin daha yakın bir bağ kurmaya açık olmayacağını unutmamak önemlidir.
2- İçe dönüksünüz
İçedönük insanlar kendilerini geride tutmakla suçlanabilirler, ancak bu her zaman böyle değildir. Gerçekte, birçok içedönük insan için, özellikle büyük insan grupları, yabancılar veya çok fazla sosyalleşme yorucu olabilir. Bu tarz ortamlar yüzeysel bir seviyede daha fazla ilişki kurmak için iyi olsa da, etrafınızdakilere daha yakın hissetmenizi sağlamaz. Böyle bir karakteriniz ve sosyalleşebilme yeteneğinizin bir sınırı varsa gerektiği kadar yalnız zaman yaratarak sosyalleşme zamanınıza daha hazırlıklı olabilirsiniz. Bu şekilde, insanlarla çevrili olduğunuzda, onların yanında olmaya hazır olduğunuz için daha az yalnız hissedebilirsiniz.
3- Daha fazlasına değil daha kalitelisine ihtiyaç duyuyorsunuz
Teorik olarak bir milyon arkadaşınız olabilir, ancak onlara zaman ve emek harcamazsanız, muhtemelen yalnız hissetmeye devam edeceksiniz. Bir ilişkide birine gerçekten bağlı hissetmek için, en gerçek benliğiniz olmak istersiniz ve doğal olarak, muhtemelen en yakın iki veya üç kişiye verdiğiniz gibi bir düzine kişiye gerçek benliğinizi veremezsiniz. Bu yüzden bu bağların güçlü olduğundan emin olmak için o kadroya odaklanmayı deneyin. Tabii ki ilişkiler geliştirmek iki yönlüdür: Bir kişiye daha yakın olmak, tüm sorunlarınızı onun üzerine yıktığınız anlamına gelmez, ancak karşılıklı yarar sağlayan bir bağlantı geliştirdiğiniz ve bir bağ oluşturduğunuz anlamına gelir. Yakın arkadaşlar sorunlarınızı çözemez; sadece destek sunabilirler. Ayrıca, ihtiyaç duyduklarında onları desteklemek de sizin işinizdir.
4- Duvarlarınızı yıkmak istemiyorsunuz
Hiç insanların sizi gerçekten tanımadığını hissettiniz mi? Duygusal olarak müsait olmayan veya yeni arkadaşlar veya yakın ilişkiler aramayan insanlarla çevrili olmanız mümkündür. Ayrıca, kendi ördüğünüz duvarlar olabilir ve bu nedenle yeni bağlara veya bağlantılara açık olduğunuza dair net mesajlar gönderemeyebilirsiniz. Gerçeklik, sağlıklı ve sürdürülebilir bir ilişkinin en önemli bileşenlerinden biridir. Güvenliğinizi koruduğunuzda, yalnızca özgünlükle ilgili zorluklarla değil, aynı zamanda başkalarının sizinle paylaşabilecekleriyle ilgili zorluklarla da karşılaşabilirsiniz. Kendinizi paylaşmak korkutucu olabilir, ancak başkalarıyla bir bağ kurmak istiyorsanız, bir yerden başlamalısınız.
5- Sosyal medyada çok fazla vakit geçiriyorsunuz
Telefonunuzu sürekli kontrol etme arzusu, genellikle şu andan çıkıp başka bir şeye bakmak istediğinizi işaret edebilir. Gerçekte, ekranının arkasındaki insanlar için hayatın nasıl olduğunu bilemezsiniz. Sosyal medya insanlara birçok başka insanla birlikte olduğu hissini de verebilir, ancak yüz yüze etkileşimden hiçbir şey kazanılmadığı veya onların hayatlarını onlarla aktif olarak deneyimlemediğiniz için, yalnız hissettirmesi daha olasıdır. Gerçek hayattaki sosyal ortamlarda, anda kalmanın önemi, başkalarıyla kurduğunuz etkileşime verdiğiniz saygıyı gösterir. Ayrıca, telefonunuzdaki yemek masasında oturuyorsanız, karşınızdaki kişi incinebilir ve sizinle bağlantı kurmak ve sizi ana dâhil etmek için mücadele edebilir. Bu sadece yalnızlık duygularını şiddetlendirecektir.
Yüz yüze sosyalleşme bölümünde paslanmış hissediyorsanız, aktif dinleme tekniği uygulamayı deneyebilirsiniz. Dinlediğinizi göstermek için göz teması veya başınızı sallama gibi sözlü olmayan fiziksel iletişim kullanın. Sıra size geldiğinde ne söyleyeceğinizden emin değil misiniz? Daha fazla açıklamaya ve artan kişisel katılıma izin vermek için açık uçlu sorular sormayı deneyin. Bu etkileşime ne kadar çok odaklanırsanız, bu bağlantıları kurmanıza yardımcı olabilecek türden açıklıkları o kadar çok uygulayabilirsiniz.
İlişkilerinizin en önemli parçası olduğunuzu unutmayın, ihtiyaçlarınızı paylaşma beceriniz başkalarıyla kişisel bağlantınızı geliştirir.
HT HAYAT HABER TÜRK


Hayatın zıtlıklarını anlamak ve zıt uçlar arasında bir denge kurmak, yaşamı anlamlı bir bütün haline getirir. Çoğu insan için denge, uçlarda savrulmayı engelleyen bir güvenlik ağı gibidir. Dolayısıyla iki uçtan birine sıkı sıkıya tutunur diğer tarafı görmezden geliriz. Ancak bu dengeyi sağlamak ve her ihtiyacı kabul etmek, sadece fiziksel sağlık için değil; aynı zamanda zihinsel, psikolojik ve ruhsal iyilik hali için de gereklidir. Gerçek anlamda tatmin edici bir yaşam, yalnızca iş hayatında başarılı olmak ya da sosyal çevrede mutlu hissetmekle sınırlı değildir. Gerçek tatmin, farklı zıtlıklar arasındaki dengeyi keşfetmek ile mümkündür. Zıtlıkların birbiriyle uyumlu bir şekilde var olmasına yer açtığımızda, kendimizi hayatın akışına daha kolay uyumlayabilir ve uzun vadede daha çok tatmin duyduğumuz bir hayat yaşayabiliriz.
Çalışma | Oyun
Modern dünyada, çalışma hayatı günlük yaşamın en merkezinde yer alır. Çoğu zaman işimizden ve tamamlanması gereken görevlerden başka bir şey düşünmeyiz. Yine de sık sık içimizde bir yerlerde tatminsizlik ve eksiklik hissederiz. İçimizden gelen bu ses, aslında çocuksu yanımızı temsil eder. Hayatın, çalışma-oyun dengesini kaybettiğimizi ve ihtiyaçlarımızı göz ardı ettiğimizi anımsatır. Çalışmak, çoğu zaman başarı ve güven hissi verir, toplumda bir yer edinmemizi sağlar. Ancak, sürekli çalışma hali, artan stres seviyelerine, zihinsel bulanıklığa ve hatta fiziksel sağlık sorunlarına neden olabilir. Aşırı iş yükü, beynin kortizol üretimini artırarak bağışıklık sistemini zayıflatır, duygusal olarak yıpranmamıza ve bedensel olarak yorulmamıza sebep olur. Bu durum, kendimizi yalnızca işimizle tanımladığımız bir hayatın içine sıkışmamıza ve uzun vadede hem ilişkilerimizden hem de kendimizden uzaklaşmamıza neden olabilir.
Öte yandan oyun, yaşamın keyifli ve yenileyici enerjisini simgeler. Oyun, zihinsel olarak bizi rahatlatır ve stres hormonlarını dengeler. Eğlence anında beynin ödül sistemi harekete geçer ve dopamin salgılanır. Bu da daha yaratıcı ve açık fikirli olmayı sağlar. Fiziksel olarak ise, eğlenceli aktiviteler kasların gevşemesine ve bedenin yeniden enerjiyle dolmasına yardımcı olur. Çalışma ve oyun arasında bir denge kurulduğunda üretkenlik artar. Hem bedensel hem de zihinsel bir denge kurulduğundan farklı ihtiyaçlarımız arasında seçim yapmak zorunda kalmadan kendimizi tatmin olmuş hissedebiliriz.
Yalnızlık | Sosyallik
Yalnızlık, kendimizi dinlemek, duygularımızı işlemek ve gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu anlamak için önemlidir. Bu sessizlik anlarında, beyin kendini toparlar, karmaşık düşünceler sadeleşir ve zihin berraklaşır. Yalnızlık ve sosyallik dengesi kaybolduğunda, sürekli yalnız kalmak isteyebiliriz. Ancak bu durum aşırıya kaçtığında izolasyona ve kopukluğa sebep olabilir. Sosyal destekten yoksun kalmak, depresyon ve anksiyete gibi duygusal zorluklara karşı daha savunmasız hale gelmeye sebep olabilir.
Sosyallik, mutluluk ve aidiyet hissini güçlendirir. Başkalarıyla bağ kurmak, desteklendiğimizi ve sevildiğimizi hissettirir. Anlamlı sosyal ilişkiler beyinde mutluluk hormonlarının üretimini artırır ve bütünsel sağlığı destekler. Öte yandan sürekli sosyallik hali içerisinde olmak, zihinsel ve fiziksel anlamda yorucu olabilirken öz benlikten uzaklaşmaya da sebep olabilir. Bu sebeple, sosyallik ve yalnızlık arasındaki dengeyi sağlayarak her iki ihtiyaca da yanıt veren bir yaşam tarzı oluşturmak büyük önem taşır. Yalnızlık ve sosyallik arasındaki dengeyi bulmak, hem sosyal çevremiz hem de özümüz ile bağlantıda kalmayı sağlar. Yalnız kaldığımız anları bir izolasyon yerine yenilenme fırsatı; sosyal ilişkilerimizi ise sadece bir zorunluluk değil, bir keyif hali olarak görürüz. Kendimizle bağlantıda kalırken, çevremizle kurduğumuz bağların değerini daha iyi anlar ve daha anlamlı bir yaşam sürebiliriz.
Disiplin | Özgürlük
Disiplin ve özgürlük, ilk bakışta birbirine zıt kavramlar gibi görünse de aslında birbirini destekler. Disiplin, uzun vadeli hedeflere ulaşmak ve istikrar sağlamak için gereklidir. Çoğu zaman hayatımızın kontrolünü elimizde tutmak isteriz. Bu durum her ne kadar tamamen mümkün olmasa da disiplin, hayatın belli alanlarını kontrol ediyormuş gibi hissetmemizi sağlar. Kendimize koyduğumuz hedeflere ulaşmaya çalışırken öz yeterlilik ve başarı hissimiz artar. Ancak, aşırı disiplinli bir yaşam, spontane kararlar alma özgürlüğümüzü kısıtlayabilir. Sürekli kontrol etme arzusu, hayatın doğal akışından keyif almayı unutmamıza sebep olabilir.
Özgürlük ise disiplinli bir düzen içinde nefes alacak alanlar yaratmamızı sağlar. Özgürlük sayesinde, rutinlerin dışına çıkarak spontane kararlar alabilir ve hayatta daha esnek bir tutum sergileyebiliriz. Ancak, tıpkı aşırı disiplin gibi kontrolsüz bir özgürlük duygusu da kendimizi amaçsız ve düzensiz hissetmemize neden olabilir. Bu iki kavramın birbiriyle çatışmadığını, aksine birbirini tamamladığını kabul ettiğimizde, daha dengeli bir yaşam sürebiliriz. Ne tamamen disiplin ne de sınırsız özgürlük, uzun vadede sürdürülebilir değildir. Dolayısıyla, hayatın her alanında hem kontrolü hem de akışı hissetmek, gerçek anlamda anlamlı ve doyurucu bir yaşamı destekler.
Dinginlik | Hareket
Hayatta bazen olduğumuz yerde kalmaya ihtiyaç duyar, sanki hareket edecek enerjimiz yokmuş gibi hissederiz. Bu dinginlik anları, hayatın koşturmacasına ara vermek, dinlenmek ve ihtiyaçları fark etmek için değerli anlardır. Durup düşünmek, kabul etmek ya da sadece anın içinde var olmak, içsel bir huzur hissi yaratır. Sağlıklı seviyede dinginlik, sadece pasif bir bekleme süreci değil; aksine, farkındalığı artıran bir duruştur. Hayatın akışını izlemeyi, kendi yerimizi anlamlandırmayı ve o anın getirdiği güzelliklere şükretmeyi barındırır. Ancak devamlı bir dinginlik hali, hayatın sunduğu fırsatları değerlendirme enerjisini kaybetmeye ve durağanlık hissine sebep olabilir.
Dinginliğin zıt hali olan hareket ise, keşif ve arayış sürecini; fiziksel bir eylemin ötesinde, zihinsel ve ruhsal bir dinamizmi temsil eder. Hareket, bizi büyümeye ve dönüşüme teşvik eder. Değişim, her ne kadar rahatsız edici görünse de bizi yeni deneyimlerle tanıştırır ve kişisel sınırlarımızı genişletir. Ancak sürekli hareket halinde olmak, andan uzaklaşmaya sebep olabilir. Dinginlik ve hareket arasındaki dengeyi kurarak bazen durup anlamak, bazen de yola devam etmek gerektiğini kabul ederiz. Bu sayede, hayat daha akışkan ve anlamlı hale gelir. Dinginlik, bize içsel bir güç ve farkındalık sağlarken; hareket, bu gücü ve farkındalığı hayata geçirmenin yollarını keşfetmemize yardımcı olur.
ALEYNA TEPE İPER / LivetoBloom

Duygusal Olarak Geceden Kalmak (Emotional Hangover) Nedir ve Nasıl Geçirilebilir?
Dış dünyaya nasıl tepki verdiğimiz iç dünyamıza bağlı yaşanıyor. İç dünyamızın nasıl bir durumda olduğunu ise şu anımız kadar bir önceki gün yaşadıklarımız da etkiliyor. Psikologlara göre hiçbirimiz “yeni bir güne yeni bir sayfa” açarak uyanmıyoruz. Duygusal olarak geceden kalmak da tam olarak bunu anlatıyor. Sabah gözlerimizi açtığımızda kendimizi tükenmiş, endişeli, güçsüz hissediyor ama nedenine tam olarak parmak basamıyorsak biz de bu çok yaygın fizyolojik ve psikolojik fenomeni deneyimliyor olabiliriz. Sizin için duygusal olarak geceden kalma neden yaşanıyor, nasıl tetikleniyor, kimler bu fenomene karşı daha savunmasız sayılıyor ve ertesi gün kendimizi daha iyi hissetmek için neler yapabiliriz sorularını araştırdık.
Duygusal olarak geceden kalmak (Emotional Hangover) nedir?
Duygusal olarak geceden kalma, İngilizce ismi ile emotional hangover, medikal bir terim veya tanı değil. Nitekim biliş araştırmacıları ve psikologlara göre yoğun duygusal deneyimler günler sonra bile kişi üzerinde nörolojik etkiler bırakabiliyor. Araştırmalara göre yoğun tetiklenme veya uyarılma anları gerçekten de hafızanın güçlenmesine neden oluyor. Zaten birçok kişinin en çok hatırladığı anılar özel günler, kötü veya stresli zamanlar, mutlu sürprizler gibi duygularını en çok uyandıran anılar olarak sıralanıyor. Nötr bir ruh halinde olunan zamanlar ise maalesef hafızada çok fazla yer kaplamıyor.
Duygusal olarak geceden kalma durumu tam olarak bu tez üzerinden kuruluyor. Duygusal olarak yoğun ve negatif şekilde uyarıldığımız günlerden sonra bu olayın etkileri zihnimiz ve bedenimiz üzerinde, aynı alkolün yaptığı gibi, yankılanmaya devam ediyor. Hatta bu duygusal iz, alkol kadar geçici veya kısa ömürlü olmuyor. Kimse tam olarak ne kadar sürdüğü konusunda bir cevap veremese de duygusal olarak geceden kalma durumu 2-3 gün bile hissedilebiliyor.
Duygusal olarak geceden kalmak neden yaşanır?
Duygusal olarak geceden kalmaya yol açabilecek bir olay en basit şekilde tanımadığımız birisi ile geçirdiğimiz kötü bir iletişimden, stresli ve büyük bir toplantıya katılmaya, toplum içinde sunum yapmaktan, sevdiğimiz bir kişi ile tartışmaya hatta çok üzücü bir film izlemeye kadar değişebiliyor. İdeal bir dünyada tüm bu mikro-stres faktörlerini herhangi bir hasar almadan atlatabiliyor olmamız gerekiyor. Nitekim anksiyetenin ve geçmiş travmaların ciddi bir sorun haline geldiği modern yaşamımızda yoğun duygusal durumların bıraktığı etkiler de aynı derecede şiddetli oluyor. Yoğun bir deneyim yaşamak, tek başına sonraki sabaha utanç veya üzüntü duygusu ile uyanmaya neden olabiliyor.
Bu duruma karşı en savunmasız olan kişiler ise empatlar yani empati duygusu yüksek kişiler ve sosyal anksiyete bozukluğu olan kişiler olarak sıralanıyor. Kısaca sosyal bir ortamda başkalarının düşünce ve davranışlarına karşı aşırı hassasiyet gösterip başkalarının aksiyonlarından çokça etkilenen kişilerde duygusal olarak geceden kalmak daha sık yaşanıyor.
Duygusal olarak geceden kalmak zihni ve bedeni nasıl etkiler?
Herkesin birbirinden daha farklı şekilde deneyimlediği duygusal olarak geceden kalma aslında bir “enerji kalıntısı” olarak zihnimiz ve bedenimizde yankılanıyor. Zorlayıcı duyguların uzun süre boyunca hissedilmesi, kişinin kendini bitkin hissetmesine, beyin sisi yaşamasına, zor odaklanmasına hatta fiziksel olarak kendini hasta hissetmesine bile neden olabiliyor.
Bu fenomenin arkasında sinir sistemi disregülasyonu yatıyor. Yoğun deneyimler sempatik sinir sistemi yani “kaç-savaş” durumunu tetikliyor. Stresli durum sona erdiğinde ise beden yeniden optimal haline; “dinlen-sindir” parasempatik durumuna geri dönmeye çalışıyor. Bu geçişi yaparken yani stresi nötralize etmeye çalışırken de oldukça yoruluyor. Hele ki zihin hala o kötü deneyimlerin üzerinde düşünüyor, kötü duygulara takılıyorsa bedenin kendini dengeleme süreci de ertelendikçe erteleniyor.
Ertesi gün kendimizi nasıl daha iyi hissedebiliriz?
Duygusal olarak geceden kalmak aslında kötü bir durumu anlatmıyor. İnsan olmanın en doğal sonuçlarından birisi olan bu durum bedenlerimiz ve zihinlerimizin ne derece birbirine bağlı olduğunu gösteriyor. Eğer sabah uyandığımızda hala bir önceki güne benzer bir ruh hali içindeysek kendimizi daha iyi hissetmek için şu önerilerden destek alabiliriz:
- Sağlıklı sınırlar çizip bu sınırlarımızı karşı tarafa daha iyi anlatabilmek.
- Zorlu durumların, duyguların içerisinde kalmayı ve hislerimizden kaçmamayı öğrenebilmek.
- Ruh hali değişimlerimizde bir örüntü fark edebilmek amacıyla günlük tutmak.
- Gün boyu kendimize şefkatli ve anlayışlı şekilde yaklaşmak.
- Aynı alkol sebepli hangover durumunda olduğu gibi gün boyu bol miktarda su içmek!
- Eğer sıklıkla duygusal olarak geceden kalma yaşıyorsak bir terapistten yardım almak.
BURCU ERBAŞ / LivetoBloom

Herkesin çocukluğundan itibaren duyduğu ve aslında baştan kabul ettiği bir durum vardır.
“Sorunsuz bir hayat, sıkıntısız insan yoktur.”
Herkes bunu bilir ama gene de başkalarının hayatına özenmeye devam eder. Bu hayatların hep güzel yönlerini görür, sıkıntılı yönleri yokmuş gibi ya da çok basitmiş gibi düşünür. Hatta söz konusu bireyler hakkında konuşurken “Bi’ de şuna dert diyor” gibi cümlelerle birçok sıkıntıyı hafife alır.
Öte yandan, başka bir zamanda, çok benzer bir olumsuz durumla kendisi karşılaştığında çok dertli ya da acılı olduğunu her fırsatta dile getirir.
Bu durumun aynısı, olumlu hâllerde de görülür bazen. Başkalarınının sahip olduğu herhangi bir beceri, herhangi bir başarıyı çok önemsemezken “Ne var sanki onu yapmakta” gibi bir tavırdayken, benzer bir yetiyi kazanmasıyla aynı başarı kişinin zihninde ve dilinde çok büyür, çok daha önemli bir hâle gelir.
Sahiplik Yanılsaması
Bu durumun psikolojideki adı “sahiplik yanılsaması”dır. Birçok araştırmacı, uzun süren araştırmalar ve deneylerden sonra şöyle bir sonuca varmışlardır:
“Daha önce sıradanmış gibi düşünülen herhangi bir nesne ya da durum, sahip olunduktan sonra 3 kat daha kıymetlenir bireyin zihninde.”
Yani güzel olanlar çok daha güzel, acı olanlar çok daha acı olur.
Bu durumu, profesyonellik kaynağı insan olan uzmanlar çokça fark ederler. Sıkıntısı olan bireylerin derdine derman olurken konular belki çok daha hafifmiş gibi gelir ama benzer şeyleri kendileri yaşarken o kadar da kolay olmadığını anlarlar.
Herkesin bildiği ve söylediği birçok söz de bu teoriyi doğrular niteliktedir:
“Hekime değil, çekene sor.”
“Hoca verir talkını, kendi yutar salkımı.”
“Bekara kadın boşamak, çocuksuza çocuk bakmak kolay.”
İnsanları Değersizleştirmek
Bireylerin, kendi yaşamadığı birçok sıkıntı için, çok kolaymış gibi konuşmaları, dert sahibi bireylere kendilerini değersiz hissettirir. Herhangi bir arkadaş, patron, çalışma arkadaşı ya da akraba bu tavırda olursa ilişki yerle bir olur.
Uzmanlık alanı içerisinde konuşan bireyler için durum elbette daha farklıdır. Mesela bir doktor sıkıntıyı en ince ayrıntısına kadar anlatmalı ve çözüm alternatiflerini saymalıdır. Fakat bunda bile konuşma, anlatma tarzı çok önemlidir. Dert sahibi için dert her zaman, olduğundan bile büyük olabilir. Bunu göz önünde bulundurarak, empati kurarak anlatmakla, sadece teknik şekilde anlatmak arasında çok fark vardır. İnsan ilişkilerinde değersizleştirmek çok kolaydır. Bunun için kelimelerdeki ve tavırlardaki özen çok önemlidir.
Bu Yanılsamayı İyi Yöne Uyarlayabilmek
Bu şekilde teori hâline gelmiş hemen hemen her durumun iyileştirici bir yanı vardır. Sahiplik yanılsaması kuralı da bazı durumlarda işe yarayabilir.
Bazen birey, aklına gelmeyecek durumlar yaşar hayatta. Çok acı çekebilir ama ne kadar acı olursa olsun, bununla başa çıkmak ve hayata bir şekilde devam etmek zorundadır. Oysa bir türlü bu acıyı hafifletemiyordur, yaşamak için bir anlam bulamıyordur. Bu durumda, sahip olduğu acıyı kendisinin değil de bir başkasının yaşadığını düşünebilir. Başka bir deyişle, bir an, içinde kendinin de olduğu resme dışarıdan bakmayı deneyebilir. Elbette acı dinmez ama olaya dışarıdan, biraz uzaktan bakabilmek, hayata tutunmanın alternatif dallarını, gidebileceği farklı yolları gösterir bireye. Zamanla da acıyı daha az sahiplenmeye alışır. Bu durum, hayatı daha yaşanabilir kılar.

Işık, dünyadaki en önemli fiziksel unsurlardan biridir. Hem fiziksel olarak, hem de ruhsal olarak sağlıklı olabilmenin şartlarındandır. Eskilerin klişesi olan “Güneş girmeyen eve doktor girer” sözü de bu sebeple dilimize ve kültürümüze yerleşmiştir.
Bazı insanlar, daha kapalı daha puslu havaları sevseler bile, güneşin açması genelde herkese iyi hissettirir. Aydınlıkta yaşamanın insan ruhuna iyi geldiğinin en önemli kanıtı, yılın yarısını karanlıkta geçiren ülkelerde depresyon oranının fazla olmasıdır. Bunun dışında, son yıllarda yapılan birçok araştırma da geceleri çalışıp gündüzleri uykuda geçiren ya da aydınlık saatlerin tamamını kapalı ortamda geçiren bireylerin daha mutsuz olduklarını ve daha hızlı yaşlandıklarını ortaya koymuştur. Yani ışık ve aydınlık insanlara genelde iyi gelir.
Işık Saçmak
Evrenin aldığı ışığın insanları etkilemesinin yanında, aslında her anlamda ışık bireyleri etkiler. Kimi insanlar için “ışık saçıyor” tabiri kullanılır ve bu insanlar herkesi olumlu yönde etkileyen insanlardır. Genelde yüksek enerjili olan bu insanlar, iç huzuru yakalamış olan insanlardır. Dışarı saçtıkları söylenen o mecazi ışık, aslında içlerinin aydınlığıdır.
İç huzuru tam olarak yakalayamamış olan bireyler, bazen bu bireyleri “rahat”, “dertsiz”, “gamsız”, “kafasına bir şey takmaz” gibi etiketlenebilirler. Aslında dertsiz, tasasız insan yoktur. Herkesin acı-tatlı günleri, zorlandığı anları vardır. Işık saçan bu bireyler, tüm zorlanmaları, içlerine sindirmeyi ve bunları yönetmeyi bilenlerdir. Bu sayede iç huzura ulaşabilirler ve çevrelerini olumlu etkilerler.
Işığı Korumak
İnsan için “etki”, hiçbir zaman tek taraflı olmamıştır. İnsan, gördüklerinden, duyduklarından, okuduklarından kısaca çevresindeki her şeyden etkilenir ve aynı şekilde çevresini de bakışlarıyla, konuşmalarıyla, duruşuyla etkiler. Bu sebepledir ki iç huzuru olan bireyler çevreleri tarafından ışıklı ve aydınlık görünürler.
Diğer bir taraftan bu ışığı da her daim aktif tutmak çok da kolay değildir çünkü hayatın zorlukları durağan değildir. Yinelenir hatta zaman zaman daha da sertleşir. Hiçbir enerji sonsuz değildir, mutlaka beslenmesi gerekir. Bu sebeple ışık saçan insanlar da çeşitli kaynaklardan beslenmeliler aynı zamanda da enerji tüketicilerden kendilerini korumalılardır. Yani kendi içlerindeki ışığa ulaşamamış insanlardan korumalılardır.
Kendi iç huzuru eksik olan insanlar, iç huzuru olanlardan da huzursuz olurlar. Bu sebeple, en çok bahsettikleri şey, huzursuzluktur. İletişimleri de eleştirmek ve yargılamak üzerine kurulmuştur. Kendi ışığına ulaşabilmek için ya da ışığını kaybetmemek için, herkesin böyle bireylerden mümkün olduğunca uzak durması gerekir. Bunun dışında, gelişmek ve üretmek hayattaki en gerçek ve en güçlü kaynaktır. Işığı daim olan insanların her zaman olduklarından birkaç adım daha ileri gitmek gibi hedefleri ve planları vardır. Bu sebeple görüşmeyi seçtikleri insanlar da genelde, gelişen ve ışık saçan insanlar olurlar. Işık saçan insanlar birbirlerinden beslenirler ve asla rahatsız olmazlar.
Aynı Victor Hugo’nun söylediği gibi:
“Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsız olmaz.”
Işık saçan insan olmak ya da iç huzuru olan bir insan olmak yapısal bir özellik değildir. İsteyerek, bilerek ve fark ederek herkes iç huzuruna kavuşabilir. Fark edilmesi gereken ilk şey, hayatta acı-tatlı her şeyin bir başının, bir de sonunun olduğudur.

Hayattaki Riskler
Her daim değişen dünyanın, değişken şartları giderek çoğalan riskleri de beraberinde getiriyor. Bu riskler, özellikle iş dünyasında sürekli öngörülmeye çalışılıyor. Bu öngörülere göre tedbirler alınıyor. Her türlü ihtimale karşı kriz planları yapılıyor ve bertaraf edilmesi çok zor olan risk ihtimallerine göre bile planlar yapılıp yol haritaları çiziliyor.
İş dünyasında kurumsal riskler için yapılan çalışmalar, bireysel riskler için de yapılıyor aslında. Hemen hemen her birey, ömrünün sonuna kadar kendine yetebilecek finansal yeterliliği olsun istiyor. Yaş aldığı yıllarda bile sağlıklı kalabilmek adına, beslenmesine, fiziksel egzersizlerine dikkat ediyor. Yani maddi ve fiziksel riskler daha somut olduğu için, herkes bunlar için kendine göre bazı yatırımlar yapıyor. Fakat hayatın içindeki, ruhsal riskler için herkes aynı çabayı gösteremeyebiliyor ve hayatın ilerleyen yıllarında psikolojik olarak çok yıpranmış, içten içe sürekli kendiyle savaş halinde olan bireyler çoğalıyor.
Ruhsal Riskler
Gençlik yıllarında, ruhsal olarak dayanıklılık çok yüksek olabildiği için risk gibi görülmeyen pek çok unsur, bireylerin içinde biriktikçe iç huzurları için birer tehdit haline gelebilir.
Çok fazla şeyi görmezden gelip sürekli içinde tutmak, yakın çevrelerindeki insanların arasında hep tampon olmaya çalışıp bunu bir vazife haline getirmek bu risklerden en önemlisi. Bu durum, yaşarken çok rahatsızlık vermemekle birlikte, bir noktada patlama haline dönüşebiliyor. Bu sebeple, böyle bir vazife üstlenmeden önce uzun vadeli düşünmek ve gelecek 5-10 yıl içerisinde bu davranışın kendine neye mal olacağını aynı bir risk analisti gibi değerlendirmek gerekir. Çünkü şu bir gerçektir ki görmezden gelinen ya da sürekli alttan alınan hiçbir yanlış davranış, uygulayıcısı tarafından değişmez. Alttan alan kişi, hep alttan almak zorunda kalır. Hatta zaman geçtikçe, alttan alınan yanlış davranışlar daha da sertleşir, daha da çoğalır. Alttan alan, sürekli idare eden, sürekli sınanır ve psikolojik olarak hep zarar görür. Tabii ki bu, kimsenin hiçbir şeyini hoş görmemek gerekir demek değildir. Kişisel sınırları içerisinde, herkesin kişiliğine saygı duymak ve onu olduğu gibi kabul etmek gerekir. Fakat, herhangi bir kişinin olduğu gibi olan hali, başka birinin hayatını olumsuz etkiliyorsa bu uzun vadede kendini acı bir şekilde gösterecek ruhsal bir risktir ve hayatın içerisinde bu riski almaya değmez.
Diğer bir ruhsal risk de her daim güven içerisinde olmaktır. Güvenmeden yaşanamaz fakat bilişsel olarak güvenmekle duygusal olarak güvenmeyi birbirinden ayırmak gerekir. Bilişsel olarak güvenmek, bireyin yetkinliklerine güvenmektir. Herhangi bir beceride yetkin olan, daha önce benzer alanlarda becerisini ortaya koymuş olan bireyin bilgi, beceri ve tecrübelerine güvenilir. Fakat duygusal güven için her birey, karşısındakini tanımak için kendine biraz zaman vermelidir. Yeterli zaman vermeden güvenmek hayal kırıklığıdır ve bu hayal kırıklıklarının birikmesi, hayatın bütününü çok kötü etkileyecek bir ruhsal risktir.
Kendini Risklerden Korumak
Ruhsal riskler, görünür olmadığı için, bireyleri bu konuda koruyacak kimse olmaz. Bu risklerden korunmak, sadece ve sadece bireyin kendi elindedir. Bu yapabilmek için de birey her türlü duygusunu tanımayı öğrenmelidir.
SEN & BEN / Nalan Erpolat