


Küsmek nedir, neden küsülür diye araştırdığınıza göre muhtemelen siz de bu davranışa maruz kalmış ya da bu huya sahip olabilirsiniz. Toplumumuzda oldukça yaygın olan küsme davranışı bazen maruz kaldığımız, bazen de bizzat başvurduğumuz bir iletişim biçimidir aslında. Kişilerarası iletişimden bahsediyorsak; “iletişim iki tarafın da aktif olduğu bir süreçtir”. Yani iletişim kişiye değil, kişiyle yapılır. Bu durumda küsmek, tek taraflı bir iletişimdir ve iletişimden ziyade kopukluğa sebep olan, işlevsellikten uzak bir davranış biçimidir.
İki tür küslükten bahsedebiliriz:
- Spesifik bir tartışma sonucunda ortaya çıkan, sebebi bilinen küslükler,
- Küsülen kişinin neden bu muameleye maruz kaldığını anlamadığı, net bir sebep belirtilmeden gerçekleşen küslükler. (Pasif-agresif küsme davranışı).
Belli bir tartışmadan sonra oluşan kısa süreli küslükler, karşılıklı öfkenin durulmasına fırsat tanıyıp tarafların birbirine daha makul çözümlerle gelmesi açısından bazen faydalı bile olabiliyor. Ancak küslüğün süresi uzadıkça, bu iletişimsizlik ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Yukarıda belirttiğim ikinci tip olan küsme türü pek de masum bir davranış modeli değildir. Genellikle her iki taraf için de yıkıcı sonuçları olabilmektedir. Küsme davranışının dinamiklerine daha detaylı girmeden önce küsmek nedir sorusunu cevaplamakta fayda var:
Küsmek Nedir?
Küsmek; bir bireyin diğerleriyle olan iletişim alanını hem sözlü hem de sözel olmayan davranışlar içeren pasif bir saldırganlık biçimiyle (pasif agresif) manipüle etme girişimidir. Kişiler arası ilişkilerde, belirli bir konuda bir çatışma yaşandığı zaman, bazı kişiler bu durumla nasıl baş edeceğini bilmediği için (yani başka bir çözüm yolu bilmediği için) duygularını karşı tarafa pasif-agresif bir yöntem olan “küsme” davranışıyla anlatmaya çalışır.
Küsmek her zaman “iletişimi tamamen kesmek” şeklinde olmayabiliyor. İstikrarlı bir şekilde somurtmak, iletişimi tamamen kesmek veya minimuma indirmek, iğneleyici imalar, tavır almalar gibi davranışlar, ters bakma, alaycı bakma, karşıdakinin duygularına duyarsız davranma gibi davranışlar, küsmenin farklı formlarıdır. Genelde hırslı ama tartışmayı çift taraflı bir diyalog şeklinde yaşamak istemeyen kişiler; küserek, somurtarak, laf sokarak, imalarda bulunarak veya alaycı tavırlarla duygularını pasif agresif bir şekilde belli etmeye çalışırlar.
Küsme davranışının tetikleyicisi genellikle kişinin benlik imajını (veya benlik saygısını) tehdit ettiği algısı sebebiyle birine veya bazı durumlara karşı hissedilen “ÖFKE”dir. Hepimiz zaman zaman birilerine öfkelenebiliriz elbette. Buradaki problem öfke duygusu hissetmemiz değil, öfkemizi gösterme biçimimizdir.
Öfke duygusunu ifade etmenin en sağlıklı yolu, öfke yaratan durumla ilgili bir çözüm üretmek amacıyla, öfkeye sebep olan konu hakkında karşımızdaki kişiyle konuşmaktır. Yani iletişimdir. Bu iletişim tek yönlü bir “dikte etme ve talepleri sıralama” şeklinde değil, çift yönlü bir “diyalog” şeklinde olmalıdır.
Öfke ve Küsme İlişkisi
Küsme davranışının tetikleyicisinin genellikle kişinin benlik saygısının tehdit altında olduğu algısı sebebiyle hissedilen “ÖFKE” olduğunu söylemiştik… Egoya yönelik olan herhangi bir “tehdit algısı”, zihin tarafından bir ”tehlike” gibi ele alınmaz. Dolayısıyla burada söz konusu olan şey “korku” değildir. Egoya yönelik olan “tehdit algısı” korkudan ziyade, “bireyin isteğine ulaşmasını engelleyen bir engel” olarak görülür. İstediği (veya ihtiyaç duyduğu bir şeyi elde etmediği) bir şey için hissettiği engelin yarattığı hayal kırıklığı, yoğun bir öfke yaratır. Bu öfke oldukça güçlü ve kalıcıdır çünkü konu hedefe veya isteğe ulaşmakla sınırlı değildir. Bu kişiler; “onaylanma ihtiyacı, saygınlığı teyit etme, güç/statü teyidi, veya diğer soyut ya da somut ödül ve teyitler”gibi gizli bir ajandaya sahiptirler.
Öfkesini sağlıklı yönetebildiğini sanan, ama aslında yönetemeyen o kadar çok kişi var ki… Öfkesini vurmak, bağırmak, tehdit etmek, hakaret etmek gibi işlevsellikten çok uzak ilkel davranışlarla ifade eden insanların “öfke kontrol problemi” yaşadığını söylemek zor olmasa gerek. Küsme davranışı da en az bu davranışlar kadar yıkıcı olabilen bir öfke gösterme biçimidir aslında. Üstelik çoğu kişi, küsmenin de bir “öfke kontrol problemi” olduğunun farkında değil.
Kişilerarası ilişkilerde şiddetli kavgalar veya bağırış çağırışlar yaşanmasa bile, masum gibi görünen “küsme davranışı” yoluyla ifade edilen öfke, hem küsen hem de küsülen kişilerin ruh sağlığını olumsuz etkileyen oldukça yıkıcı ve sinsi sinsi yıkım yaratan bir psikolojik savaş durumudur.
Bu davranışları gösteren kişiler her seferinde istediği sonucu alıyorsa davranış pekiştirilmiş olur. Böylece kişide küsme, somurtma, tavır alma, surat asma gibi pasif-agresif davranışlara başvurma sıklığı zamanla artarak bir “kişilik bozukluğu” düzeyine kadar ulaşabilir. Kişilik bozuklukları ise uzun süreli bir profesyonel destek gerektiren bozukluklardır. (Bu noktada hatırlatmak gerekir ki “her küsen kişide kişilik bozukluğu vardır” demek doğru değildir. İnternetten okuduğunuz yazılara istinaden ne kendinize ne başkasına tanı koyma hatasına düşmeyiniz. Şüpheniz varsa ve yardım almaya kendiniz de istekliyseniz, bir uzmana başvurmaktan çekinmeyin.)

Pasif Agresif Küsme
Çelişkili bir şekilde, küsme huyu olan kişiler öfkelerinin nasıl ve neden ortaya çıktığı hakkında konuşmak istemezler. Bunun yanı sıra, küsme sebeplerini açık bir şekilde karşısındakiyle konuşmak için olağanüstü bir çaba sarf etmiş gibi görünürler. Öfkelerinin nedeninin zaten çok açık olduğunu düşünürler. Küsülen kişi konuyla ilgili konuşmak için istekli olsa da bu çabasına bir karşılık bulamaz. Bu yüzden de kendisinin hiçbir açıklamaya layık olmadığını hisseder. Küsen kişinin amacı da budur zaten: Karşısındaki kişide “değersizlik ve suçluluk” duygusu tetikleyerek istediğini almak, boyun eğdirmek… Küsen kişiler kendisinin değil, karşısındakilerin empati kurması gerektiğini ve bir şekilde neden küstüğünün ardındaki sebepleri kendi kendilerine anlayıp koşulsuz olarak kabul etmeleri gerektiğini düşünür.
Küsen Kişiler Aslında Ne İstiyor?
Küsme davranışında şöyle bir paradoks vardır ki; küsen kişiler aslında karşısındaki kişinin kendi hadlerini bilip onlara sempati duymalarını gerçekten isterler. Kendini ifade yeteneği gayet yüksek olan kişiler bile küserek inatçı bir iletişimsizlik içine girerler. Çünkü kendilerini, “her ortamda en bilgili kişi olmak zorunda” hissederler; onlar için ortada konuşulacak bir şey yoktur. O söyleyeceğini söylemiştir ve bundan sonraki adım, karşıdakinin yaklaşımına bağlıdır. Ya istediğini almalıdır ya da küskünlük devam etmelidir.
Küsen kişilerin zaman zaman kullandığı aşağılayıcı dil; ilgisizlik yansıtan beden dili, umursamaz mimikler; karşısındaki kişi konuşmaya çalışırken onu yok sayıp odadan çıkmalar, küsen kişinin aslında ne kadar üzgün ve öfkeli olduğunu “pasif agresif” bir şekilde göstermek için tasarladığı küsme stratejisinin bir parçasıdır. Küsen kişi, bu tür davranışlarının mevcut iç sıkıntısı hakkında herkese “gayet açık” bir mesaj göndermiş olmasını ummakla beraber ortamdaki herhangi bir dış gözlemcide “tasdik ve takdir” duygusu yansıtan bir tepki üretmesini umar. Mesajını iletişimle değil, davranışlarla vermeye çalışır.
Pasif agresif kişiler öfkesinin gerçek nedeni çoğu zaman anlamaz. Anlamadığı gibi duygularını ifade ederken detaylandıramaz. Sadece duyguyu hisseder ve biriken bu gerilimi, işlevsel olmayan bir davranış veya tavır yoluyla pasif olarak tahliye etmek suretiyle rahatlar. Kendisinde hayal kırıklığı yaratan şeyin hissettirdiklerini, “tahmin etme görevini yüklediği kişilerle” açıkça konuşmaktan kaçınır. Çünkü çocuklukta öğrenilen ve bugüne kadar her seferinde işine yarayan en kestirme ve en güçlü “istediğini alma yolu” olan “küsmek”, kişi için “iletişim yolu ile problem çözmekten çok daha pratik” ve başarısı kanıtlanmış bir yöntemdir.
Özetlemek gerekirse; Küsme huyu olanların duyumsadıkları “öfke hissi” genellikle aşağıdaki durumlarda oluşan güçlü bir duygudur;
- Birey, egosunun (benlik imajı veya öz saygısının) tehdit edildiğini veya saldırıya uğradığını hisseder.
- Birey bir güç veya statü kaybı hisseder
- Kişi, başkalarının eylemleri (veya eylemsizlikleri) nedeniyle hayal kırıklığına uğramış hisseder.
- Kişi, başkalarının kendisine gereken saygıyı göstermediğini düşünür
- Kişi kendisine haksızlık edildiğini düşünür.
- Kişi, itibarının zedelendiğini hisseder.
İlginç bir şekilde, pasif-agresiflerin ortak stratejilerinden biri, en yaygın görülen savunma mekanizmalarımızdan biri olan “yer değiştirmedir“. Yer değiştirme; Freud tarafından tanımlanan bir ego savunma mekanizmasıdır. Kendisinden daha baskın bir hedefe karşı (belirli bir kişi veya duruma karşı) güçlü olumsuz duygular hisseden bireyler, bilinçaltında bu duygunun çağrışımını ”daha güvenli” olan başka bir hedefe yönlendirecektir. Örneğin; iş yerinde kötü bir gün geçiren biri, eve geldiğinde bu bastırılmış öfkesini/hayal kırıklığını eşine veya çocuklarına öfkelenerek ifade edebilir. Kişi iş yerinde tetiklenen öfkesini doğrudan gerçek kaynağa (yani patronuna) ifade etmek yerine bir astını seçebilir, ya da eve gelip öfkesini evdekilere boşaltabilir.
Bir Yetişkin Neden Surat Asar, Neden Küser?
Aslında yetişkinler (daha doğrusu “bazı” yetişkinler) tamamen çocuklarla aynı ihtiyacı gidermek için küserler. Küsmek, kişinin amaçlarına çok etkili bir şekilde hizmet eder. Küsen bir yetişkin, yaşı itibarıyla bir “bir yetişkin” olarak nitelendirilse de duygusal olarak hala çocuktur. Daha yaşlı olmak her zaman daha olgun olmak anlamına gelmez. Küsen biri eğer pasif agresif bir şekilde sebep belirtmeden küsmüşse, hatta sebebini söylemiş olsa bile küsmesinin gerçek nedenini çözmek çoğu zaman uzun süren çabalar ve “zeka” gerektirebilir.
Bazı kişilerin küsme gibi sağlıksız bir davranışa sık başvurmalarının sebebi, geçmişte yaşadıkları bazı olaylar ve deneyimlerden dolayı olabilmektedir. Geçmişte öfkesine hakim olamayıp bu öfkenin yıkıcı sonuçlarını deneyimleyen kişiler, ileride benzer bir durumda aynı tepkiyi vermek istemediği için o an maruz kaldığı durumdan (duygudan) kaçarak (yani küserek) kendini korumaya alma ihtiyacı duyabiliyorlar. Bu aslında kendi duygularından kaçmak için “kafayı kuma gömmek” gibidir. Bu kişiler genellikle ya öfkelerini kontrol edemeyen ya da duygularını ifade etme konusunda zorluk yaşayan kişilerdir. Küsme huyu çocuklukta aileden öğrenilmiş bir davranış (öğrenilmiş bir “problem çözme yolu”) da olabilir.
Küsmek Kişiye Ne Kazandırıyor?
Gerek evliliklerde veya duygusal ilişkilerde gerekse kişilerarası ilişkilerde sıkça kullanılan küsme davranışını bir “pasif agresif bir savunma mekanizması” olarak kullanan kişiler, kendisini sizden mahrum ederek bazı kazanımlar elde etmeyi amaçlarlar. Aslında bunu her zaman farkındalık içinde yapmazlar. Çoğu zaman planlı bir şekilde değil, dürtüsel bir şekilde yaparlar. Ama bunu kasıtlı olarak bir duygusal istismar ve manipülasyon aracı olarak kullananlar da elbette var.
Küsen kişiler sizi yok sayarak; “üzülmenizi, gitmemesi veya gönlünü almanız için yalvarmanızı; kendisinin uygun göreceği düzeyde olmak üzere özürler dileme performansı göstermenizi; sizi tekrar sevmesi için (ve onun onayını almak için) çaresizce uğraşmanızı izleme zevkini” tattıkça, bu davranışın kazanımlarını daha çok hissedecektir. Böylece küsme davranışını kimliğinin bir parçası olarak benimseyerek, bunu bir “istediğini kolay yoldan alma ve manipülasyon aracı” olarak kullanacaktır. Dolayısıyla her fırsatta sadece size karşı değil, tüm sosyal ilişkilerinde kullanma eğilimi gösteremeye başlayacaktır. Bu da zamanla kişinin sosyal çevresinin daralmasına, yalnız kalmasına sebep olacaktır. Küsen kişiyle iletişiminizi nasıl sürdürmeniz gerektiğiyle ilgili bir uzmandan destek alabilirsiniz.
Küsmenin Bedeli Nedir?
Küsmeyi alışkanlık haline getiren kişiler bu davranışlarıyla aslında farkında olmadan bir “kendini soyutlama yolculuğuna” çıkarlar. Küsme alışkanlığı edinerek oluşan bu soyutlama, zamanla kişinin kendisi için yıkıcı bir hale gelir. Çünkü kişilerin bu davranışı sadece küskünlük yaşadığı belirli bir kişiyle sınırlı kalmaz; sosyal çevresindeki tüm diğer insanlara da sirayet eder. Zamanla çevresindeki herkesi; arkadaşlarını, iş arkadaşlarını, eşini, akrabalarını, çocuklarını, dostlarını, hemen hemen herkesi küsme davranışıyla sınar, taleplerini küsme davranışıyla karşılamayı bir “kestirme yol” olarak kullanmaya başlar. Bunun sonucunda da “yalnızlık” başlar. Yani üzüntü ve öfkenin pasif-agresif dışa vurumu sonucunda ortaya çıkan küsme davranışıyla kişiler aslında farkında bile olmadan diğerlerini değil, kendilerini cezalandırmış olurlar.
Kişiler öfkeleriyle (veya ihtiyaçları karşılanmadığında ortaya çıkan bir olumsuz bir duyguyla) baş etmeyi başaramadığı sürece küsme davranışına başvurmaya devam edeceklerdir. Küsmeyi bir silah gibi kullanmaya alışan kişiler, karşılaştıkları bir çatışmayı çözme konusunda “etkili iletişim becerileri” kullanmak yerine isteklerini pasif-agresif yöntemlere başvurarak elde etme yolunu seçmekte ısrar ettikleri sürece, bu tür durumlar baş gösterdiğinde kişi kendini mağdur veya kurban olarak görmeye, dolayısıyla da etrafındakileri suçlamaya yönelir. Bu da karşısındakini tersleyerek, somurtarak, küserek, susarak, yok sayarak, trip atarak, karşısındaki kişiye konuşma fırsatı vermeden ortamı terk ederek ya da umursamıyormuş gibi davranarak küskünlüğünü sergilemesine yol açar.
Sonuç olarak bu durum bir kısır döngü halini alır ve durmadan kendini tekrarladığı için de kişi bu davranışla aslında en çok kendine zarar verir. Yani küsme huyunun bedeli genellikle yalnızlık ve mutsuzluktur.
Küsmek Masum Bir Davranış Değildir
Amacı bedel ödetmektir. Karşı tarafı küserek cezalandırmaya çalışan kişiler aslında duygu yönetimi yapamazlar. Bu kişiler küsme davranışının yanlışlığını ve neden her fırsatta bu davranışa başvurduklarını sorgulamadıkları sürece sağlıklı bir sosyal ilişki kuramazlar. Bu kişiler öfkelerini etkili iletişim kurarak ifade edemedikleri için küsme davranışına başvururlar. Kimi insan küsme davranışını bir sakinleşme fırsatı sağlayan bir “mola” olarak kullanırlar. Sıklığı artmadıkça ve dozu kaçmadığı sürece aslında bu tür küsmeler sağlıksız bir davranış olarak nitelendirilmeyebilir.
Küsmek, Sessiz ve Yıkıcı Bir Silahtır
Küsen kişiler bu davranışı, istediklerini elde edene kadar karşı tarafı manipüle etme aracı olarak kullanırlar. Küsme davranışını “karşısındakini dışlayarak” yapan kişilerin karşısında “duygularını yoğun yaşayan, empati seviyesi yüksek kişiler” var ise, bu durum karşı tarafı psikolojik açıdan adeta hasta edebilecek boyutlara ilerleyebilir. Çünkü burada amaç cezalandırmaktır. Karşıdaki kişi düzenli olarak küsme eylemine maruz kaldığında, bu manipülatif psikolojik şiddetten etkilenerek suçluluk duygularını içselleştirebilir. Bu da kişide yoğun bir stres yaratmasının yanı sıra kişinin değersizlik hislerini besleyerek hem fiziksel (cilt hastalıkları gibi) hem ruhsal sıkıntılara (kaygı bozuklukları, depresyon gibi) yol açabilir. Küsmek, bu özelliğiyle karşıdaki kişiye yöneltilen oldukça etkili ve hasar verici sessiz bir araçtır.
Çocukların iletişim becerileri henüz gelişmemişken yetişkinlerin iletişim becerilerinin var olduğu varsayılır demiştik… “Küsmek çocuklara özgüdür, yetişkinler küsmez” demiştik… İletişimin gerekliliğini ve küsmenin o yıkıcı gücünü günümüzde uluslararası ilişkilerde de görebiliyoruz. Günümüzde politikacılar adeta çocuklar gibi diğer ülke liderlerine küstüklerinde, bu küskünlüklerin hiçbir şeyi daha iyi yapmadığı gibi hiçbir problemi de çözmediği, hiçbir fayda sağlamadığı görülmüştür. Politikacılar tarafından da kullanılan “karşıdakini yok sayma, küsme, iletişimi kesme, aşağılama, alay etme” gibi pasif agresif davranışların bir “istediğini elde etme yöntemi” olarak kullanılmaya çalışılmasının, dünya liderleri arasındaki çatışmalarda da ülkelerin iç politikalarındaki faaliyetlerinde de “küsülenden çok küsene zarar verdiği” gözlemlenmektedir.
Küsme davranışı ile istediğini elde edemeyen politikacıların bir süre sonra küsmekten vazgeçip bu davranışın yarattığı hasarı onarmak için geri adım atmaları, “barışma ve tekrar iletişimi sürdürme” çabaları, dünyada sık görülen bir durumdur. (Liderlerin birbirine küsmesi, politikacıların birbirine küsmesi gibi…) Küsmek bu anlamda hem bir vakit kaybı; hem durumu çıkmaza sokan işlevsellikten uzak bir strateji, hem de küsen tarafa daha çok zarar veren bir davranış/iletişim modelidir. Peki “iletişim becerisi” nasıl tanımlanır?
Etkili İletişim Becerisi Nedir? Küsme Davranışındaki Yeri
Etkili iletişim becerisi: saygıyı ve empatiyi temel alarak etkin dinleyebilme, somut konuşarak uygun bir biçimde kendini açabilme, duygu ve düşünceleri karşıdaki kişiye maske takmadan ben dili ile iletebilme, kendi haklarını “ben” savaşı vermeden, başkalarını küçük görmeden koruyabilme, sözel mesajlarla sözel olmayan mesajları uyumlu olarak kullanabilme becerileri içinde olmak kaydıyla; bireyin karşısındaki kişilerle doyum verici ilişkiler kurabilmesini sağlayan, başkalarında olumlu tepkiler oluşturan ve bireyin toplum içinde yaşamasını kolaylaştıran öğrenilmiş davranışlardan oluşur.
Çocuklara Mirasınız Küsme Davranışı Olmasın
Anlaşıldığı üzere “küsmek” herhangi bir problemin çözümüne katkı sağlayacak işlevsel bir yöntem olmadığı gibi, hasar veren bir pasif agresif davranıştır. Karşısındakine kırılan bir kişi tepkisini küserek ve iletişimi keserek ifade etmek yerine, sorunları konuşarak çözme becerilerini geliştirmeye odaklanmalıdır.
Sürekli küsen birini sürekli desteklemek; sürekli alttan almak zorunda kalmak, yorucu ve yıkıcıdır. Bu yüzdendir ki küsülen kişiler bir süre sonra küsen kişiden uzaklaşacaklardır. Eğer küsme davranışını evde aile bireylerine karşı kullanıyorsanız unutmayın ki “çocuklar dünya ile iletişim kurmanın ve ihtiyaçlarını karşılamanın yollarını, ebeveynlerinden öğrenirler.” Evdeki taleplerin karşılanması “küsme-barışma” davranışları çerçevesinde ise, bu davranış öğretisi çocuklara geçerek onların yetişkinliğinde sizin mirasınız olarak devam edebilir.
Anne ve baba çocuğa doğru örnek olmalı ve aile içi sorunları konuşarak, diyalogla çözmelidirler. Kişiler arası sorunlar sadece diyalog yoluyla olmak üzere “tek taraflı” değil, “karşılıklılık” anlayışıyla çözülebilir. İletişimde karşımızdakinden empati beklerken, kendimizin karşı tarafa empati gösterip göstermediğimizi de sorgulamamız, iyi bir fikirdir.
Küsmenin Gücü; Manipülasyon Aracı olarak Küsme Davranışı
Küsme davranışı ustaca ve zekice uygulandığında, “karşıdaki kişiyi kontrol etme” amaçlı bir “manipülasyon aracı” olarak kullanılabilmekte. Bu araç, küsen kişiye “algılanan suçun mağduru olma” hizmeti sunar. “Algılanan” diyoruz, çünkü bazen kişi ortada bir suç olmasa bile olan biteni bir suç gibi algılayabilir. Kişilerarası iletişimde çatışmalar olabilir. Ama her fikir ayrılığı ortada bir suç ve suçlu olması gerektiği anlamına gelmez.
Küsen kişiler genellikle, istediklerini alamadıklarında bu çatışmayı küserek çözme eğilimi gösteren kişilerdir. Küserler, çünkü iletişim becerileri karşılaşılan bir problemi diyalogla çözmek için yeterli olmayan kişiler çatışmayı çözmek için “küsme davranışını” bir problem çözme aracı olarak kullanma eğilimi gösterirler. Bu davranış kişiye bir “öğrenilmiş bir kestirme yol” olarak hizmet eder. Küsen kişi bu davranışıyla istediğini elde ettikçe, davranış ödüllendirilmiş ve pekiştirilmiş olur. Dolayısıyla değerli bir “kestirme yol” olarak kişiye hizmet etmeye devam eder.
Birinin size küsmesi berbat bir duygudur öyle değil mi? Ama şunu hatırlamanız önemlidir; Küsmek, istismarcıların sizi güçsüz ve muhtaç hissetmenizi sağlamak amacıyla bazen bilinçsizce, bazen de kasıtlı olarak kullandıkları güçlü bir manipülasyon tekniğidir. Çok da işe yarar… çünkü karşıdaki kişinin düşük öz-değer yaralarına tuz basan etkili bir silahtır. Küsmek aynı zamanda kurbanına, küsen kişinin kurban için bir sevgi kaynağı olduğunu hatırlatmaya da yarar.
Küsmek Manipülatif Bir Girişimdir. Peki “Manipülasyon” Nedir?
Manipülasyon nedir diye sorarsanız; “manipülasyon, başkalarının algılarını, fikirlerini ve davranışlarını karşısındakine hissettirmeden bazı taktiklerle değiştirmeyi amaçlayan sosyal bir etkidir” diyebiliriz. Kullanılan manipülasyon yöntemleri, manipülasyon yapan kişinin menfaatleri doğrultusunda kurnazca istismar edici, sömürücü ve aldatıcı bir etki yaratır.
Manipülasyon, genellikle insanların düşünce, davranış ve fikirlerini değiştirmek için kullanılan sosyal bir silahtır. İlk akla gelenin aksine manipülatörler agresif değil, aksine gayet naziktirler. İşte işin inceliği de budur. Bu kişiler sizin zaaflarınızı gayet iyi bilir ve size buna göre davranırlar. İstediklerini aldıkları sürece aynı manipülatif davranışı tekrar ederler. Küsmek de manipülatif bir davranıştır. Siz izin verdiğiniz sürece zihninizi belirsiz bir süre için rehin alır.
Pasif-agresif davranışlar çoğunlukla bir kişilerarası ilişkiyi “kontrol etme” ve “kişiye istediği şeyi yaptırmanın bir kestirme yolu” olarak kullanılmaya çalışılır. Bu davranışla istediğini almaya alışan kişiler daha etkili iletişim becerileri geliştirme zahmetine katlanmazlar. Uzmanlaştıkları pasif-agresif davranışlarla karşısındaki kişileri suçluluk duygusuna itmeyi, kendinden mahrum bırakma yoluyla (veya başka yollarla) karşısındakini huzursuz etmek suretiyle onu durumu düzeltmesi için harekete geçirmeyi ve özellikle de bu yöntemle kazanç elde etmeyi bir alışkanlık haline getirebilir.
En Kestirme Yol: Küsmek
Elbette ki herkes zaman zaman pasif-agresif davranışlar sergileyebilir. Genellikle çocuklukta öğrendiğimiz bu tür davranışlar, karşılaştığımız problemleri çatışmasız bir şekilde kolay yoldan halletme stratejisi gibi görülerek kişi tarafından çekici bir kısayol olarak bile algılanabilir. Yani küsme davranışı birçok kişi için oldukça işlevsel ve cazip bir yöntem gibi görülebilir ama gerçekte oldukça yıkıcıdır.
Küsme davranışının aslında çocukluk yaşlarına ait regresif bir durum olduğunu belirtmiştik… Bu, yetişkinlere uygun olmayan bir davranış türüdür. Yetişkinler değil, çoocuklar küser. Çünkü çocukların problem çözme konusunda kullanmaları gereken iletişim becerileri henüz gelişmemiştir. Onlar çocuktur… küserler. Yetişkinlikte bu davranışa maruz kalan kişiler söz konusu durumu düzeltmek için kendi istek ve düşüncelerini dile getirmeksizin kendini affettirme davranışları sergilese bile, “iletişim” adlı en etkili araç göz ardı edildiği için mevcut problem sağlıklı şekilde çözülmüş olmaz.
“Suçlama” ve “işi düzeltme sorumluluğunu karşıdakine yıkma” gibi işlevsel olmayan savunucu iletişim biçimlerine başvurulmadığı sürece, KONUŞARAK HALLEDİLEMEYECEK SORUN, ÇOK AZDIR. Hiçbir sorun, pasif-agresif davranışlarla gerçekten çözülemez.
Küsmek, zihninizi olduğu kadar aynı zamanda bir “ilginizi de rehin alma” aracıdır. Küsen kişi, ilginizi kendi tekeline almak için sizi görmezden geliyormuş gibi davranır. Aslında ideal bir dünyada küsen birini kendi haline bırakmayı tercih edebilirdiniz… Hatta belki de kalıcı olarak ilişkinizi kesebilirdiniz… Ama gerçek hayatta bunu yapmanız her zaman mümkün olmaz. Çünkü bu durum, zihninizde kocaman bir soru işareti bırakacaktır. Zaten küsen kişiler, düğmelerinize nasıl basacağını tam olarak biliyor oldukları için “size” küsmeyi göze alabiliyordur. Küsmeyi göze alamadıkları kişiler, manipülatif girişimlerine umdukları gibi karşılık vermeyen kişilerdir. Bu kişilere bir-iki kereden fazla küsmezler.
Sürekli Küsen Bir Yetişkinin Bende Oluşturduğu Duygularla Nasıl Baş Edebilirim?
Küsme alışkanlığı olan kişiler, bunun ilkel bir iletişim ve davranış bozukluğu problemi olduğunu, pasif-agresif davranış örüntüsünün bir bileşeni olduğunu genellikle fark etmezler. Bunun aslında bir davranış sorunu olduğunu kabul de etmezler. (Çünkü bu konudaki bilişsel farkındalıkları zayıftır). Siz sürekli küsen birinin bu davranışına sürekli maruz kalıyorsanız ve bu durum sizi üzüyorsa, durumu düzeltmek için karşınızdakini değiştirmeye uğraşmanız sizi çok ama yoracaktır. Kişi kendisi de bu probleminin farkında olmadığı sürece (ve bu küsme alışkanlığının kökteki gerçek sebeplerini rehabilite etme konusunda yardım almaya kendisi istekli olmadığı sürece) onu değiştirme çabalarınızdan bir sonuç alamayacağınız, kuvvetle muhtemeldir. Ama sizi olumsuz etkileyen bu davranışla baş etmek için yapabileceğiniz şeyler var elbette… Sizi küsme davranışına karşı savunmasız bırakan o eski yaralarınızı iyileştirmek, başlangıç noktanız olsun. Tetikleyicilerinizin farkında olmaya çalışın:
Her insanın geçmiş yaşantıları ile oluşan bazı duygusal tetikleyicileri vardır. Sizin de var, benim de… Bu tetikleyiciler bizi bazı konularda aşırı duyarlı olmaya itebilir. Bu yüzdendir ki bazı kişiler kendilerine küsüldüğünde pek etkilenmezken, bazıları küslüğe maruz kaldığında bu durumdan psikolojik olarak çok fazla etkilenebilir. Kendi benliğini yok sayarak karşısındakinin istediğini vere konusunda hissettiği bir aşırı baskı hissedebilir. Kısacası; diğer insanların bazı konulardaki söz veya davranışları, “geçmiş deneyimlerimizi referans alarak aktive olan tetikleyicilerimizden dolayı” bizi aşırı hassas olmaya itebilir.
Örneğin; babanız aşırı derecede eleştirel bir kişiyse, küçüklüğünüzde onu memnun etmek için kusursuz olmak için yoğun bir çaba içine girdiyseniz; ileride herhangi bir konuda yanlış yaptığınızı söyleyen herhangi birinin bir sözü (veya davranışı) sizde aynı şeye maruz kalan bir başkasının hissedeceğinden çok daha fazla üzüntüye neden olabilir. Böyle bir durumda aşırı üzgün hissederseniz kendinize şu soruyu sorun: “Şu an bu duruma gerçekten mi üzüldüm, yoksa bu duygunun sebebi geçmişten bu günüme taşıdığım duygusal tetikleyicilerim mi?”
Birinin size küsülmesi durumunda tetiklenen “değersizlik duygusu”, “küsen kişinin sevgisinden mahrum kalma duygusu” veya “yok sayılma, haksızlık, konuşma hakkınızın elinizden alınması” gibi olumsuz hislere duyarsız kalmayı bir kez başardığınızda, küsen kişiler sizin üzerinizdeki tüm güçlerini kaybederler. Karşınızdakini değiştirmeye çalışmayın. Siz kendinizi değiştirirseniz karşınızdaki de (belki) değişir. Başkalarının işlevsel olmayan dürtüsel davranışlarını değiştirmek gibi bir sorumluluğunuz olmadığını unutmayın. Nezaketin “kabul görmek, onaylanmak” için yeterli olmadığını bilin.
Başkaları size küsüp konuyla ilgili konuşmaktan kaçınmak için diyalog yollarını kapatmışsa; sırf “barışmak için özür dilemek” veya barışmak için kendinizi yıpratmak her seferinde kabul ve onay görmez. Küsmek yoluyla size koşulsuz olarak boyun eğdirmeye çalışan birine istediği şeyi her seferinde verdiğinizde aslında onun bu davranışını pekiştirdiğinizi unutmayın.
Elbette adım atmanız gereken durumlarda hatanızı kabul edip özür dilemeniz gerekecektir. Ama sizinle diyaloğa girmeyi reddeden, konuyla ilgili “çift taraflı bir diyaloğa girmek” yerine iletişim yollarını kapatmak suretiyle sizden “koşulsuz biat” bekleyen birinden nasıl özür dilersiniz? Kişi sizinle diyaloğa girmeyi reddettiği (küstüğü) sürece özür dilemeniz de mümkün olmayacak, bu belirsizlik de içinizi kemirecektir. İşte bu noktada, asıl problemin “karşınızdakinin küsme davranışı” olduğunu, çözümsüzlüğün sorumluluğunun da küsen kişide olduğunu hatırlayın. Karşımızdakine yönelttiğimiz davranış ve sözlerimizi, “karşılığında bir şey beklediğimiz için değil de içimizden gelerek” yaparsak hem başkalarına hem de kendimize daha iyi davranmış oluruz.
Küsme huyu olan kişiler için ipuçları:
- Bir şey sizi incittiğinde ya da rahatsız ettiğinde, bir yetişkin olarak bu durumu çocuklara özgü bir davranış modeli olan “küsme” davranışı yerine, daha işlevsel bir şekilde nasıl çözümleyeceğinizi değerlendirmeniz faydalı olur.
- Siz inciten ya da kızdıran durumla ilgili olan duygularınızı önce siz kendi içinizde anlamlandırın, sonra karşınızdakine “etkin iletişim becerilerinizi” kullanarak ifade edin.
- Diyalog yollarını kapatmak yerine diyalog kanallarını genişletmeye ve akışkan hale getirmeye odaklanın.
- İletişim sürecinde karşınızdakine taleplerinizi dikte etmekten ziyade, işe maruz kaldığınız durumun size ne hissettirdiğini ifade etmekle başlayın.
- Duygularınızı yönetmenin, dindirmenin ya da düzenlemenin karşınızdakinin değil, sizin sorumluluğunuzda olduğunu hatırlayın.
- Çatışmayı çözmek için kendini ifade etmenin işlevsel olmayan pasif-agresif yolu olan küsme davranışından başka nasıl bir iletişim modeli kullanabileceğiniz üzerinde düşünün;
- Kendinizi sorgulamayı öğrenmek için gayretli olun: Hissettiğiniz olumsuz duyguya (öfke, kırgınlık, kızgınlık, haksızlık vb.) bu durum mu neden oldu, yoksa gereksiz yere mi incinmiş hissediyorsunuz? Karşınızdaki kişi gerçekten hatalı mı davranıyor, yoksa alınganlık mı yapıyorsunuz?
- Bir insan gerçekten incitici davranmışsa, bir yetişkin olarak kendisine o davranışı sergilemesinin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını mı sorarsınız, yoksa olayların olduğu şekilde sürmesine ve hatta daha da sıkıntılı ve belirsiz hale sürüklenmesine izin mi verirsiniz?
Sonuç Olarak Küsmek;
Her insan herkese her zaman küsebilir. Bir kişi diğer bir kişiyle küsüyorsa muhtemelen onunla birtakım yaşanmışlıkları vardır ve kişi muhtemelen bu yaşanmışlıklara değer verdiği için karşısındaki kişiden beklentilerinin karşılanmadığı hissine kapılmıştır. Bireyler küsme davranışını bir iletişim yolu olarak kullanmaya çalışınca da kişiler arası sorunlar yıkıcı bir forma eviriliyor. Çünkü kişiler arası çatışmaları çözme yolu olarak sağlıklı ve olgun yollar kullanmak yerine olgunlaşmamış ve çocukluktan kalma ilkel bir yöntem olan küsme davranışı kullanıldığında, çözüm yerine “iletişimsizlik” ortaya çıkıyor.
Bireyler küserek karşısındakine pasif agresif bir şekilde bazı mesajlar vermeye çalışıyor ve bu şekilde karşısındakini cezalandırmaya çalışıyor. Unutmayın; “küsmek aynı zamanda bir cezalandırma yoludur”.
Kırgınlık veya öfkesini ifade edemeyen kişiler öfkesini içe yönelttiğinde böyle bir davranış modeli ortaya çıkabiliyor. Bu davranış aslında küsen kişinin, küsülen kişinin davranışının kendisinde tetiklediği duygularla baş etme konusunda nasıl da çaresiz olduğunu ifade ediyor. Kişi o kadar çaresiz hissediyordur ki, küsme haricindeki tüm yöntemler devreden çıkmış, geriye tek çare olarak “küsmek” kalmıştır. Oysa kişi bu davranışın kendisine ve karşı tarafa ne kadar zarar verdiğinden bihaber bir şekilde sadece karşı taraftan talep ettiği şeye ulaşmaya çalışır. Çoğu zaman barışmak için karşısındakine birtakım şartlar öne sürebilir: “Şöyle yaparsan barışırım… böyle yaparsan barışırım… bir daha şöyle yapmaman şartıyla barışırım… tekrar şöyle yaparsan bir daha konuşmam” gibi…
Unutmayın; yetişkinler küsmeyi çocukluk dönemlerinde öğreniyor. Anne ve babanın, hatta akrabaların aile içi iletişimlerdeki kendi davranışları, çocuğa rol model oluyor. Ebeveynler çocuğuna ev içindeki iletişimlerindeki canlı demonstrasyonlarla küsme davranışını öğretirse, çocuk da doğal olarak kendi yaşamında isteklerini bu yolla elde edebileceğini öğrenmiş oluyor. Hele ki bir “çocuğa küsmek”, çocukta yoğun bir suçluluk, belirsizlik, kaygı, çaresizlik ve hatta anksiyete ve depresif belirtilere sebep oluyor.
Küsme davranışına maruz kalan çocuk kendini çaresiz hissediyor ve “ben koşullu seviliyorum” fikrini öğrenmiş oluyor; çocuğun bilinçaltına “Babamın/annemin beni sevmesi için, ……………. olmalıyım/yapmalıyım” gibi inançlar ekilmiş oluyor. “Ben değersizim, ben sevilmiyorum” şeklinde yanlış inançlar edinen bir çocuğun bu düşüncelerini sürekli pekiştirecek olan ana-baba tutumları devam ederse, çocuk büyüyüp de bir yetişkin haline geldiği zaman kendini ne zaman “saygı görmemiş/değersiz ve/veya sevilmez” hissetse, çözüm yolu olarak küsme davranışına başvuracaktır.
Küsme alışkanlığı olan kişiler öncelikle kendi iç dünyasına odaklanıp, duygularını tanımlayıp aslında neye ihtiyacı olduğunu sorgulamalıdır. Çünkü belli ki bu küsme davranışı kişide bir şeylere hizmet ediyor. Kişi bu davranıştan bir “ikincil fayda” sağlıyor…
Bu huyumuza son vermek için duygularımızı monitör etmeyi, tanımlamayı ve en önemlisi de “ifade etmeyi” öğrenirsek, problemin yarısından çoğunu çözmüş oluruz. Duygusal ihtiyaçlarımızı küserek elde edemeyeceğimizi unutmayalım, ihtiyaç duyduğumuz asıl şeyin ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Klinik Psikolog Burak Uçkun



Hatalarınızı kabul edin
Hata yaptığımızda, her zaman bunu kabul etmeli miyiz Psikolog Carol Tavris ve Eliot Aronson, Psychologies dergisinde Charlotte Northedge’a hatalarımızı kabul etmenin neden faydalı olduğunu anlattılar.
Neden hata yaptığımızda bunu kabul etmekte çok zorlanırız
Eliot Aronson Beynimiz; zeki olduğumuz, yetkili ve ahlaklı olduğumuza dair temel duygularımızı korumak için fiziksel bağlantılara sahiptir. Bundan dolayı, bu özelliklere sahip olmadığımızı gösteren belirtilere karşı -özellikle de gerçekten önemsediğimiz durumlarla karşılaştığında- içten gelen bir rahatsızlık hissederiz. Buradaki ikilem kişinin zeki, ahlaklı ve yeterliliğini kanıtlaması için; zeki yeterli ve ahlaklı olduğunu hissetmediği şeyleri yapmaktan vazgeçmesidir.
Carol Tavris Sadece davranışlarımızda değil, bizim için önemli olan inançlarımızda da kendimizi mazur göstermekten vazgeçebiliriz. Bundan dolayı, birisine “Harry, senin çocuk yetiştirme felsefenin yanlış olduğuna dair çok güçlü kanıtlarım var, sence de ilginç değil mi” dediğinizde size teşekkür etmeyeceklerdir. Size, o saçma kanıtları nereden bulduğunuzu sorarlar. Böylece söylediğiniz şeye önem vermekten kurtularak sadece kendi fikirlerini değiştirmiş olurlar.
Bizler, inançlarımızı ve davranışlarımızı mazur gösterdiğimizin farkında mıyız
CT Bilinçsiz olarak, haklı olduğumuzu hissederiz. Çünkü beynimizin, tutarlı bir inanç sistemini muhafaza etmek ve kendimizle ilgili düşüncelerimizi korumak için buna ihtiyacı vardır.
EA Uyumsuzluk teorisi bunu şöyle açıklar. Sayısız deneyimler, insanların inançlarının yanlış olabileceğini öğrendiklerinde rahatsızlık duyduklarını, önemli bir karar verirken kendilerini aptalca hissedecekleri şeyleri yapmaktan korumaya çalıştıklarını göstermektedir. Mesela, diyelim ki, “Ben iyi bir insanım” düşüncesi “Yaşlı anne-babamın bakımı için kardeşlerim kadar çaba harcamıyorum” düşüncesi ile çatıştığında uyumsuzluk oluşur. Kişi bu uyumsuzluğu bertaraf etmek için cömert olduğunu düşünmeye çalışır. “Ben onlardan daha meşgulüm. Hem onlar her zaman erkek kardeşime parasal anlamda yardım ettiler. Nick dışarıda cebi dolu gezerken ben parasızdım”.
Bu çeşit bir kendini haklı çıkarma davranışı yıkıcı olabilir mi
CT Bizler kişinin kendini haklı çıkarmasının saldırganlığa neden olabileceğini biliyoruz. “Nick her zaman benim sahip olduklarımdan fazlasına sahipti” gibi. Daha da ilginci saldırganlık da kendimizi daha fazla haklı çıkarmamıza sebep olacaktır. Cimri, kıskanç ya da kalpsiz olamayacağımıza göre bunu diğer kişinin hak etmesi gerekir. “Nick iyi para kazandıran bir işe sahip olamazdı çünkü çok tembeldi”. Hareketlerimizi haklı çıkartarak o duygularla yolumuza devam edebilmeyi sağlarız.
Bu haklı çıkarışlar ilişkilerimizi nasıl etkiler
EA Eşler arasındaki çoğu kavga “ben haklıyım sen haksızsın” merkezlidir. Fakat her iki taraf da elinden geldiğince kendi yaptıkları şeyleri savunmayı bırakırsa daha az savunmacı ve karşı tarafın bakış açısını duymaya daha hazır hale gelirler ve böylece belki de kendilerine ait bazı hataları değiştirme fırsatı bulurlar.
CT Eşinizin olaya bakış açısını kabul etmeniz gerektiğini ya da tüm anlaşmazlıklarda özür beyan ederek ona teslim olmanız gerektiğini söylemiyoruz. Tüm çiftler geçmişte olan bazı olayları kimin daha doğru hatırladığı hakkında, çocukların nasıl yetiştirileceği hakkında ya da buna benzer konularda tartışırlar. Fakat çiftler, haklı olduklarını ispat etmek yerine bu sorunu nasıl çözecekleri üzerine yoğunlaşırlarsa çok daha mutlu olacaklardır.
Bazılarımız, hatalarımızı kabul etmek konusunda diğer insanlara göre daha mı çok zorlanıyoruz
EA Bazı insanların, gerçeklere dayanan, yüksek diyebileceğimiz öz saygıları vardır fakat onların kişisel değerleri, her zaman haklı oldukları üzerinde kurulu değildir. Onlar kendilerine şöyle diyebilirler “Aptalca bir hata yaptım, fakat bu benim aptal bir insan olduğum anlamına gelmez. Yaptığım bu hatadan ne öğrenebilirim” Ve aslında hemen hemen herkes bu şekilde düşünmeyi öğrenebilir. Çünkü öz saygı, köklü bir karakter özelliği değil benliğimizle ilgili kolayca değiştirebileceğimiz bir tutumdur.
Kitabınızda güzel bir konuya temas etmişsiniz- çoğumuz hatalarımızı kabul ettiğimiz zaman diğer insanların bizi hak ettiğimiz kadar sevmeyeceklerinden korkarız. Bunun sebebi nedir?
EA Benliğimizle ilgili olarak dürüst olduğumuzda daha insancıl ve daha sevecen oluruz. Bir doktor, lekesiz bir sicilin her şeyden daha önemli olduğunu düşünebilir fakat doktorların normal, insanca hatalarını kabul ettiklerinde, hastalarının daha affedici ve dava etmekten kaçınıcı oldukları görülmektedir. Aynı şekilde, suç işleyen kişi yaptığı kötülüğü kabul ettiğinde de mağdur olan kişi daha içten ve affedici davranmaktadır.
Hatalarımızı kabul ettiğimizde, saygıdan başka ne kazanırız
CT Yaptıklarımızdan hangilerinin hatalı ve iyileştirilebilir olduğunu görmezden geldiğimizde hiçbir ilerleme kaydedemeyiz. Bilim adamları, hâlihazırda inanmakta oldukları şeyleri doğrulayıcı kanıtlarına baktıkları kadar, bunları doğrulamayan kanıtlara da ulaşmak üzere eğitilmişlerdir. Kendimizi de bunu yapmaya zorlarsak ne kadar etkili olabileceğini fark ederiz. Bu yolla, kişisel yargılarımızla lekelenip, buğulanmış gözlüklerimizi çıkartarak dünyayı daha net ve daha gerçek görebiliriz.
Bir şeyi itiraf ettiğimizde genelde buna özürlerimizi de katarız. Hatalarımızı kabullenme şeklimizle ilgili en iyi yolun ne olacağı hakkında bir öneriniz var mı?
CT Bu, yaptıklarımızın sorumluluğunu almakla ilgilidir. En azından ilk etapta, hatanın özrü ile hatanın sebebini birbirinden ayrı tutmak gerekir. Mesela, kuzenlerimden biri, çok ağır hasta olarak hastanede yattığı günlerde erkek kardeşinin onu hiç ziyaret etmemiş olmasına çok kırılmıştı ve ona karşı öfkeliydi. Erkek kardeşinin özrü, “ama çok meşguldüm” ve “tüm vaktimde çalışmak zorundaydım” cümleleriyle doluydu, bu kız kardeşi daha da kızdırıyordu. Aslında erkek kardeşin söylemesi gereken; “Çok hatalıydım, ne kadar incindiğini hissedebiliyorum, seni böyle kırdığım için çok üzgünüm” cümlesiydi. Daha sonra neden gelemediğini açıklayabilirdi, açıklamalıydı da… Ama öncelikle hatalı olduğunu kabul etmesi gerekiyordu.
EA Basitçe “Hata yaptım, affedersin” demek bile karşı tarafın öfkesini zararız hale getirir ve gündemi uzlaşma, problemi çözme safhasına taşır. Bu sadece ilişkilerimiz ya da işimiz için değil yetersiz görünmekten kaçındıkları için, hatalarını kabul etmekten korkan patronlar için de geçerlidir. Hâlbuki özür dilemeden, dürüstçe yapılan hatanın kabul edilmesi, kişiyi daha insani göstermeye ve onun hatalarını bilip onaracak kadar yeterli olduğunu kanıtlamaya yeter.
Türkçesi Enise Akgül
Prof.Dr. Kemal Sayar



Yanlış bilgi psikolojisi: Neden savunmasızız?
Psikolojimiz bizi yanlış bilgiye karşı nasıl daha savunmasız hale getiriyor?
Yanlış bilgi psikolojisi, yani bizi doğru olmayan şeylere inanmaya teşvik eden zihinsel kısayollar, kafa karışıklıkları ve yanılsamalar; bunun zararlı etkilerini nasıl önleyeceğimiz konusunda bize çok şey söyleyebilir. Psikolojimiz, düzeltmelerin işe yarayıp yaramadığını, medya okuryazarlığı kurslarında ne öğretmemiz gerektiğini ve en başta yanlış bilgilere karşı neden savunmasız olduğumuzu etkileyen şeydir. Bu durum aynı zamanda insan beynine dair büyüleyici bir içgörü sunar.
Psikolojik kavramlar akademide ortaya çıkmış olsa da, birçoğu günlük dile de girmiştir. İlk kez 1957 yılında tanımlanan “bilişsel uyumsuzluk” bunlardan biridir; doğrulama yanlılığı ise bir diğeridir. Bu da sorunun bir parçasıdır. Tıpkı epidemiyoloji hakkında bilmeden konuştuğumuz gibi, bilişsel bilim hakkında da bilmeden konuşabiliyoruz ve bu kavramların yanlış ifade edilmesi yeni yanlış bilgi biçimleri yaratabiliyor.
Muhabirler, doğrulama editörleri, araştırmacılar, teknoloji uzmanları ve yanlış bilgiyle çalışan fenomenler (ki kabul edelim hepsi bunu yapıyor) bu ayrımları anlamazlarsa, bu sadece belirsiz bir akademik terimi karıştırmak anlamına gelmez. Bu, sorunun bir parçası olma riski taşır. First Draft, yanlış bilgiler, bunları düzeltme ve önleme konularıyla ilgili temel psikolojik kavramları listeliyor. Bunlar son sözden ziyade bir başlangıç noktası olarak tasarlanmıştır daha derine inmek için önerilen ileri okumalara bakabilirsiniz.
1. Bilişsel cimrilik
Bizi yanlış bilgilendirmeye karşı en savunmasız hale getiren psikolojik özelliğimiz, ‘bilişsel cimriler’ olmamızdır. Sorunları çözmek için daha fazla düşünce ve çaba gerektiren yollar yerine daha basit ve kolay yolları tercih ederiz. Mümkün olduğunca az zihinsel çaba harcamak üzere evrimleştik.
Bu, beynimizi bu kadar verimli kılan şeyin bir parçasıdır: Her bir şey hakkında çok fazla düşünmek istemezsiniz. Ancak bu aynı zamanda, ihtiyacımız olduğunda da yeterince düşünmediğimiz anlamına da gelir. Örneğin, internette gördüğümüz bir şeyin doğru olup olmadığını düşünürken
Okuma önerisi: Londra Üniversitesi’nden Dario Tarborelli tarafından yazılan ve 2008’de Current Issues in Computing and Philosophy’de yayınlanan “How the Web Is Changing the Way We Trust.”
2. İkili süreç teorisi
İki temel düşünceye biçimine sahip olduğumuz fikridir.
Sistem 1: Çok az çaba gerektiren otomatik süreç.
Sistem 2: Daha fazla çaba gerektiren analitik süreç.
Bilişsel cimriler olduğumuz için genellikle Sistem 1’i kullanıyoruz. Bu sistem iki nedenle yanlış bilgi tehlikesi yaratıyor:
- Bir şeyi işlemek ne kadar kolaysa, onun doğru olduğunu düşünme olasılığımız da o kadar artar; bu nedenle hızlı ve kolay yargılar, doğru olmasalar bile genellikle doğru gibi gelir.
- Kolay olan daha etkili olduğu için ayrıntıları ve önemli kısımları kaçırabiliyoruz. Örneğin internette okuduğumuz haberi hatırlıyor ancak bunun yanlışlandığını unutabiliyoruz.
Okuma önerisi: Gordon Pennycook tarafından yazılan ve 2017’de Dual Process Theory 2.0’de yayınlanan “A Perspective on the Theoretical Foundation of Dual Process Models.”
3. Sezgisel yöntemler
Sezgisel yöntemler hızlı karar vermek için kullandığımız göstergelerdir. Bu yöntemi kullanma sebebiz ise karmaşık analizler yapmaktan daha kolay olması, özellikle de çok fazla bilginin bulunduğu internet ortamında.
Sezgisel yollar, genellikle doğru olmayan sonuçlara yol açmaları bakımından sorunludur.
Örneğin, bir gönderinin ne kadar güvenilir olduğuna karar vermek için, güvendiğiniz birinin sosyal medyadaki bir gönderiyi onaylaması (örneğin retweetlemesi) gibi bir ‘sosyal onay sezgisel yöntemine’ güvenebilirsiniz. Ancak o kişiye ne kadar güvenirseniz güvenin, bu tamamen güvenilir bir gösterge değildir ve sizi doğru olmayan bir şeye inanmaya yöneltebilir.
First Draft’ın kurucularından ve ABD direktörü Claire Wardle’ın Bilgi Düzensizliğini Anlamak için Temel Kılavuz‘da açıkladığı gibi:
“Sosyal medyada, sezgisel yöntemler (dünyayı anlamlandırmak için kullandığımız zihinsel kısayollar) eksiktir. Gazetenin hangi bölümüne baktığınızı anladığınız ve köşe yazıları ya da karikatür bölümünde olduğunuzu gösteren görsel ipuçlarını gördüğünüz bir gazetenin aksine, internette durum böyle değildir.”
Okuma önerisi: Miriam J. Metzger ve Andrew J. Flanagin tarafından yazılan ve 2013’te Journal of Pragmatics, Volume 59 (B)’de yayınlanan “Credibility and trust of information in online environments: The use of cognitive heuristics.”
4. Bilişsel uyumsuzluk
Bilişsel uyumsuzluk, inançlarınızla çelişen bilgilerle karşılaşmanın ardından gelen olumsuz deneyimdir. Bu, uyumsuzluğu hafifletmek için insanların güvenilir bilgileri reddetmesine yol açabilir.
Okuma önerisi: Monika Taddicken ve Laura Wolff tarafından yazılan ve 2020’de Media and Communication, Volume 8 (1), 206-217’de yayınlanan “‘Fake News’ in Science Communication: Emotions and Strategies of Coping with Dissonance Online.”
5. Doğrulama yanlılığı
Doğrulama yanlılığı, mevcut inançlarınızı doğrulayan bilgilere inanma ve onlarla çelişen bilgileri reddetme eğilimidir. Dezenformasyon aktörleri bu eğilimi mevcut inançları güçlendirmek için kullanabilirler.
Okuma önerisi: Raymond Nickerson tarafından yazılan ve 1998’de Review of General Psychology, 2(2), 175-220’de yayınlanan “Confirmation Bias: A Ubiquitous Phenomenon in Many Guises.”
6. Güdülenmiş muhakeme
Motivasyona dayalı akıl yürütme, insanların gerçeği belirlemek yerine, inanmak istedikleri şeye inanmak için akıl yürütme becerilerini kullanmalarıdır. Buradaki en önemli nokta, insanların tembel ya da mantıksız düşünmekten ziyade rasyonel yetilerinin yanlış bilgilendirmeye neden olabileceği fikridir.
Güdülenmiş akıl yürütme, yanlış bilgilendirme psikolojisindeki güncel tartışmaların kilit noktalarından biridir. The New York Times için 2019 yılında kaleme alınan bir makalede, sırasıyla Virginia Üniversitesi ve MIT’de çalışan iki bilişsel bilimci David Rand ve Gordon Pennycook buna şiddetle karşı çıktı. İddiaları, insanların enformasyonla karşılaştıklarında yeterince analitik davranmadıkları yönünde. Onların ifadesiyle:
“Bir grup, muhakeme yeteneğimizin partizan inançlarımız tarafından ele geçirildiğini iddia ediyor: yani rasyonalizasyona yatkınız.Diğer grup ise -ki ikimiz de bu gruba dahiliz- sorunun eleştirel yetilerimizi kullanmakta başarısız olmamızdan kaynaklandığını iddia ediyor: yani zihinsel olarak tembeliz.”
Rand ve Pennycook, yanlış bilgilendirmeye karşı psikolojik kırılganlığımızın temel faktörünün motive edilmiş akıl yürütme değil, tembel düşünme olduğuna dair güçlü bir kanıtlar bütünü oluşturmaya devam ediyor.
Okuma önerisi: Gordon Pennycook ve David Rand tarafından yazılan ve 2019’da New York Times’da yayınlanan “Why do people fall for fake news?”
7. Çoğulcu cehalet
Çoğulcu cehalet, toplumdaki diğer kişilerin ne düşündüğü ve neye inandığına dair bir anlama eksikliğidir. Bu durum, insanların siyasi bir görüş söz konusu olduğunda, aslında çok az kişi tarafından benimsenen bir görüş olmasına rağmen, yanlış bir şekilde diğerlerinin çoğunlukta olduğunu düşünmesine neden olabilir. Bu durum, yanlış bilgilerin (örneğin komplo teorileri) çürütülmesiyle daha da kötüleşebilir, çünkü bu görüşlerin gerçekte olduğundan daha popüler görünmesine neden olabilirler. Bunun bir çeşidi de sahte fikir birliği etkisidir: insanlar kendi görüşlerini paylaşan diğer insanların sayısını abarttıklarında ortaya çıkar.
Okuma önerisi: Stefan Lewandowsky’nin 2011’de Shaping Tomorrow’s World’de yayınlanan “The Loud Fringe: Pluralistic Ignorance and Democracy.”
8. Üçüncü şahıs etkisi
Üçüncü şahıs etkisi, insanların yanlış bilginin kendilerinden çok diğer insanları etkilediğini varsayma eğilimini tanımlar.
Romanya’daki National Ünivesitesi Siyasi Çalışmalar ve Kamu Yönetimi’nde iletişim profesörü olan Nicoleta Corbu, kısa bir süre önce insanların yanlış bilgileri tespit etme konusundaki algılanan becerilerinde önemli bir üçüncü şahıs etkisi olduğunu ortaya koymuştur: İnsanlar yanlış bilgileri tespit etme konusunda kendilerini diğerlerinden daha iyi olarak değerlendiriyor. Bu da insanların savunmasızlıklarını hafife alabilecekleri ve uygun adımları atmayacakları anlamına geliyor.
Okuma önerisi: Oana Ştefanita, Nicoleta Corbu ve Raluca Buturoiu tarafından yazılan ve 2018’de Journal of Media Research, Volume. 11 3 (32), 5-23‘te yayınlanan “Fake News and the Third-Person Effect: They are More Influenced than Me and You.”
9. Akıcılık
Akıcılık, insanların bilgiyi ne kadar kolay işlediğini ifade eder. İnsanların akıcı bir şekilde işleyebildikleri bir şeyin doğru olduğuna inanma olasılıkları daha da artıyor; doğru hissettiriyor ve bu yüzden doğru görünüyor.
Tekrarın bu kadar güçlü olmasının nedeni budur: bir şeyi daha önce duyduysanız, onu daha kolay işlersiniz ve bu nedenle ona inanma olasılığınız daha yüksektir. Birkaç kez tekrarladığınızda ise, etkisini artırırsınız. Yani bir iddianın çürütüldüğünü duymuş olsanız bile, asıl iddianın tekrarı onu daha tanıdık, akıcı ve inandırıcı hale getirebiliyor. Bu aynı zamanda anlaşılması kolay bilginin daha inandırıcı olduğu anlamına gelir, çünkü daha akıcı bir şekilde işlenir. Stephan Lewandowsky ve meslektaşlarının açıkladığı gibi:
“Örneğin, aynı ifade düşük renk kontrastlı yerine yüksek renk kontrastlı ile basıldığında, kafiyesiz yerine kafiyeli bir biçimde sunulduğunda veya yabancı bir aksan yerine tanıdık bir aksan ile söylendiğinde doğru olarak değerlendirilmesi daha olasıdır. Ayrıca, okunması kolay bir yazı tipiyle yazıldıklarında yanıltıcı soruların tanınma olasılığı daha düşük oluyor.”
Okuma önerisi: Rolf Reber ve Christian Unkelbach tarafından yazılan ve 2010’da Rev Philos Psychol. Volume 1 (4): 563–581’de yayınlanan “The Epistemic Status of Processing Fluency as Source for Judgments of Truth.”
10. Saçmalık duyarlılığı
Saçmalık duyarlılığı, gerçekle çok az ilgisi olan bilgilere ne kadar açık olduğunuzla ilgilidir; mesela anlamsız bir klişeye. Ancak saçmalık, kasıtlı olarak gerçekle çelişen bir yalandan farklıdır. Pennycook ve Rand, yalan haber başlıklarına duyarlılığı incelemek için saçmalıklara duyarlılık kavramını kullanmıştır. “Gizli anlam, benzersiz soyut güzelliği dönüştürür” gibi sözde derin cümleyi (yani saçmalığı) kabul etme olasılığımız ne kadar yüksekse, yalan haber başlıklarına karşı da o kadar duyarlı olduğumuzu bulmuşlardır.
Bu durum, Pennycook ve Rand’in yalan haberlere karşı duyarlılığın güdülenmiş muhakemeden ziyade yetersiz analitik düşünceden kaynaklandığına dair daha geniş kapsamlı teorisi destekliyor. Başka bir deyişle, Sistem 1’in otomatik düşüncesine çok fazla takılıp kalıyoruz ve Sistem 2’nin analitik düşüncesine yeterince takılıp kalmıyoruz.
Okuma önerisi: Gordon Pennycook ve David Rand tarafından yazılan ve 2019’da Journal of Personality’de yayınlanan “Who falls for fake news? The roles of bullshit receptivity, overclaiming, familiarity, and analytic thinking.”
Bu metin First Draft’tan Tommy Shane tarafından yazılan “The psychology of misinformation: Why we’re vulnerable” adlı yazıdan çevrilmiş ve metne bazı eklemeler yapılmıştır.
DOĞRULA / SEHER ACAR


Sakin Bir Yaşamın Sırları
Her geçen gün artan stres kaynakları, büyük şehirlerde yaşamaya çalışmak ve zihni yoran tüm günlük koşturmacalar içinde yaşamdan keyif alamadığınızı hissedebilirsiniz. Hayat boyu peşinden koştuğumuz mutlu, sakin ve huzurlu bir yaşamı elde edebilmek ne kadar zor görünse de aslında mümkün. Eğer yaşamımızda huzur bulmak için ne yapmalı merak ediyor ve daha sakin bir yaşama geçmek istiyorsanız doğru yerdesiniz. Sakin bir yaşamın sırlarıyla huzuru ve dinginliği hayatınıza çekin.
1. Yavaşlayın
Gün boyu ne kadar koşturduğunuzun farkında mısınız? Sürekli bir şeylere yetişmeye çalışmakla geçen yorucu bir gün, siz fark etmeden zihninizi de yorar. Metroya yetişmek, işe yetişmek, eve yetişmek, hızla yemek yemek, hızla duş almak derken hayatın en anlamlı dakikalarını kaçırıyor olabilirsiniz. Durup yavaşlamak, her gün yürüdüğünüz yolda hiç fark etmediğiniz bir detayı keşfetmenize yardımcı olabilir. Yediğiniz yemekten ya da aldığınız duştan keyif almanızı, eylemlerinizi fark etmenizi sağlayabilir. Ne kadar önemsiz gibi görünse de gün içinde durup yavaşlamak hayatın içinde sakin kalmanın ilk önemli adımlarından biri.
2. Sadeleşin
Yaşamı ne kadar fazla gereksiz yükle doldurduğunuzu hiç düşündünüz mü? Bir köşede unutulmuş birçok eşya, hiç dokunmadığınız kıyafetler, çöpte olması gereken kâğıt yığınları… Fiziksel fazlalıkların yanı sıra yaşamınızda size yük olan arkadaşlıklar, zorunlu birliktelikler ve sizi içten içe zehirleyen insanlar da hayatınızın sakin ve huzurlu olmasına engel olur. Durup yavaşladığınız ilk an hayatınızda olmaması gereken her şeyi de fark edeceksiniz. Böylece ikinci adım, bütün fazlalıklardan kurtularak daha sade bir yaşama geçiş yapmak olmalı. Sade bir yaşam tüm zihinsel engelleri ortadan kaldırmaya ve önünüzdeki yolun berraklaşmasına destek olur.
3. Doğada zaman geçirin
İnsan olarak en çok unuttuğumuz şeylerden biri de aslında doğanın bir parçası olduğumuz. Bu gerçeği unutarak doğadan, ait olduğumuz gerçeklikten uzaklaştığımız zamanlarda stresli, kaygılı ve mutsuz oluyoruz. Huzurlu ve sakin bir yaşam için doğada daha fazla zaman geçirmeye özen gösterin. Ormanda yapacağınız uzun yürüyüşler hem yavaşlamanıza hem de doğanın güzelliklerini keşfetmenizi sağlayacak. İmkânınız olursa doğada daha fazla zaman geçirmenizi sağlayacak hobiler de edinebilirsiniz. Dağ tırmanışı, doğa yürüyüşleri, kamplar ve benzer etkinliklerle yeni şeyler tecrübe etmeniz de mümkün. Doğanın huzur veren sükûnetinde yaşamınıza uygulayabileceğiniz birçok ders bulabilirsiniz.
4. Sabah ritüeli oluşturun
Sakin bir güne başlamanın en iyi yolu sabahınızı kaliteli geçirmekten geçer. Güne güzel başlamak adına stres kaynaklarından uzaklaşmanızı sağlayacak bir ritüel oluşturabilirsiniz. Sabah yogası, meditasyon, kısa süreli bir duş, yürüyüş ya da bitki çayı içmek gibi birçok şeyden size en iyi gelecek yöntemi seçebilirsiniz. Sakinleşmenize en iyi desteği sağlayacak yöntemi bulup bunu bir rutin hâline getirdiğinizde günlerinizin nasıl daha huzurlu geçtiğini fark edeceksiniz.
5. Şükredin
Şükretmek sahip olduklarınızı fark edebilmenin en etkili yollarındandır. Sürekli eksikleri, hayatınızda sahip olamadıklarınızı görmeye meyilli olan kaygılı zihninizi sahip olduklarınıza yönlendirmenin bir yoludur. Sahip olduklarınıza şükretmeye başladığınızda hayatınızın aslında ne kadar değerli ve güzel olduğunu fark edersiniz. Detayları görmeye başlar, iç huzuru yakalar ve dış dünyada da sakinleşirsiniz. Şükretmek her zaman daha fazlasını hayatınıza çeker. Sürekli sızlanıp şikâyet eden biri değil de minnettar olan kalbiniz verdikçe daha fazlasına sahip olacaktır.
6. Amacınızı keşfedin
Bu söylendiği kadar kolay olmayabilir. Ancak hayattaki hedefinizi keşfettiğinizde ya da bir şeye inandığınızda onun gerçekleşip gerçekleşmemesi önemli değildir. Günlük hayatta pes etmeye, yorulmaya ve stresle dolmaya başladığınız her an, amacınızı hatırlayarak motivasyon kazanabilirsiniz. Doğru olduğuna inandığınız şey için uğraşmak, hayatınızı anlamlı kılmanızı sağlar. Anlamlı bir hayat da yaşamaya değer bir hayattır. Kimi zaman amaçsızca oradan oraya sürüklendiğinizi hisseder, bu zamanlarda yaşamdan hiç keyif almayabilirsiniz. Bir amacınız olduğunda sakin ve huzurlu bir yaşam da sizi bulacak.
7. Aynı anda tek işe odaklanın
Aynı anda birden fazla işle uğraşmak hem stresli hissetmenize sebep oluyor hem de eylemlerinizden keyif almanızı engelliyor. Birden fazla işle uğraşmak zihninizi yoruyor ve sakinliğe yaklaşmayı güçleştiriyor. Yapacaklarınızı belirli bir düzene koyarak sırayla yapmak programlı olmanızı sağlar. Belirli bir düzeniniz olduğunda stresli hissetmez, zaman yönetimini de kolaylıkla yapabilirsiniz.
8. Olaylar karşısında tepkilerinizi değiştirin
Sıklıkla yaptığımız bir hata olayları kişisel algılamaktır. Biriyle sıkıntı yaşadığımızda ya da gerçekten can sıkıcı bir olay yaşandığında kendimizi suçlamaya eğimliyiz. Ancak hayatta başınıza gelen birçok şeyin sizinle hiç ilgisi olmayabilir. Olayları fazla kişiselleştirmek zihinsel olarak çok fazla yorulmanıza ve stres yüklenmenize neden olabilir. Çoğu zaman gerçekleşen olayların sizinle ilgisi olmadığını, kaba ya da sinirli insanların sorununun sizinle olmadığını fark etmeye çalışın. Olaylara daha fazla objektif yaklaşabildiğinizde ve zihinsel olarak daha güçlü durduğunuzda sakin bir yaşamı kucaklayabilirsiniz.
9. Sağlıklı alışkanlıklar edinin
İşlenmiş ve zararlı gıdalardan uzak durarak sağlıklı alternatiflere yönelin. Mümkün olduğunca kendi yemeğinizi kendiniz için hazırlayın ve bunu keyifli bir alışkanlığa dönüştürün. Kendinizi sağlıklı yemeklerle ödüllendirin. Hareketsiz bir yaşam tarzına sahipseniz daha fazla hareket etmeye, günlük yürüyüşler yapmaya, egzersiz ve yoga gibi bedensel aktivitelere zaman ayırmaya gayret gösterin. Fiziksel zindelik ruhsal tazelenmeyi de beraberinde getirir. Kişisel bakımınıza zaman ayırın, cildiniz ve bedeniniz için sağlıklı kararlar alıp uygulayın. Bedenimiz evimizdir, ona iyi baktığınızda huzurla dolacak ve yaşama daha keyifle bakmaya başlayacaksınız.
10. Kendi mottonuzu bulun
Yaşam felsefeniz haline gelecek bir mottoyu keşfetmek, zorlandığınızı hissettiğiniz anlarda size güç verir. Size iyi gelecek, sizi en iyi şekilde tamamlayacak mottonuzu bulup yeni yaşamınızı bunun çevresinde inşa edebilirsiniz. İçinizi ferahlatan ve sakinleşmenizi sağlayan mottonuzla stresten uzaklaşmanız kolaylaşır. Yaşam amacınızı rahatlıkla tanımlayabilir, neyi isteyip neyi istemediğinizi daha iyi belirleyebilirsiniz. Mottonuzu bulup onu gün içinde sürekli kendinize tekrarlayın. Sakin bir yaşamın kendiliğinden sizi bulduğunu göreceksiniz.
CALLM LIFE

