logo

Yedikleriniz ilacınız, ilacınız yedikleriniz olsun. Hippocrates

Sindirim Sağlığınızı Yeniden Kazanmak İçin Bir Yolculuk

Çocukluk döneminde ağız ve diş bakımı

Kulak Sağlığı İçin Yapılması Gerekenler

Sindirim Sağlığınızı Yeniden Kazanmak İçin Bir Yolculuk

Antral Gastrit Nedir?

Antral gastrit, mide duvarının en alt kısmında (antrum) meydana gelen bir iltihaplanma durumudur. Antrum, midede besinlerin sindirim aşamasında önemli rol oynar ve aynı zamanda mide asidinin üretimini düzenler. Antral gastrit, midenin bu önemli bölgesinin iltihaplanmasına ve işlevselliğinin bozulmasına neden olur.

Antral Gastrit Belirtileri Nelerdir?

Antral gastrit, kişiden kişiye farklı şekilde ortaya çıkar. Bazı kişilerde hiç belirti gözlenmeyebilirken, bazı kişilerde şiddetli belirtiler gözlenebilir. En yaygın belirtiler şunlardır:

  • Karın Ağrısı: Karında yanma, sıkışma veya batma hissi. Ağrı genellikle yemek yediğinde veya aç karnına artar.
  • Mide Bulantısı: Mide bulantısı ve kusma.
  • İshal veya Kabızlık: Sindirim sisteminde düzensizlik.
  • Hazımsızlık: Yemek yedikten sonra karında şişkinlik ve gaz.
  • Kansızlık: Mide duvarındaki iltihap, besin emilimini engellediği için kansızlık gözlenebilir.
  • Kilo Kaybı: İştah kaybına ve besin emiliminde zorluğa bağlı olarak kilo kaybı.
  • Geğirme: Sık geğirme.

Antral Gastrit Nedenleri Nelerdir?

Antral gastritin çeşitli nedenleri olabilir. En yaygın nedenler şunlardır:

  • Helicobacter pylori (H. pylori) Enfeksiyonu: H. pylori, midede yaşayan ve gastrit, ülser ve mide kanseri gibi hastalıklara neden olabilen bir bakteridir. H. pylori enfeksiyonu, antral gastritin en sık görülen nedenidir.
  • İlaçlar: Aspirin, ibuprofen ve naproxen gibi ağrı kesiciler, antral gastrite neden olabilir.
  • Alkol Tüketimi: Aşırı alkol tüketimi, mide duvarını tahriş edebilir ve antral gastrite neden olabilir.
  • Sigara Kullanımı: Sigara kullanımı, mide asidinin üretimini artırabilir ve antral gastrite neden olabilir.
  • Stres: Kronik stres, mide asidinin üretimini artırabilir ve antral gastrite neden olabilir.
  • Obezite: Obezite, antral gastrit riskini artırabilir.
  • Otoimmün Hastalıklar: Lupus ve romatizmal artri gibi otoimmün hastalıklar, antral gastrite neden olabilir.
  • Reflü: Yemek borusundan mideye asit geri dönmesi, antral gastrite neden olabilir.
  • İlaçlar: Bazı ilaçlar, örneğin aspirin, ibuprofen ve naproxen, mide duvarını tahriş edebilir ve antral gastrite neden olabilir.
  • Yiyecek Alerjileri: Bazı yiyecekler, örneğin süt ve gluten, bazı kişilerde antral gastrite neden olabilir.
  • Beslenme Bozuklukları: Anoreksiya nervosa ve bulimiya nervosa gibi beslenme bozuklukları, antral gastrit riskini artırabilir.

Antral Gastrit Teşhisi Nasıl Konulur?

Antral gastrit teşhisi, hastanın belirtilerini değerlendirerek ve aşağıdaki testleri yapılarak konulur:

  • Fiziksel Muayene: Doktorunuz, karın bölgenizi muayene edecek ve ağrı ve hassasiyet kontrol edecektir.
  • Tıbbi Geçmiş: Doktorunuz, sizden tıbbi geçmişiniz, belirtileriniz ve yaşam tarzınız hakkında sorular soracaktır.
  • Üst Endoskopi: Üst endoskopi, mideye ince bir tüp yerleştirilerek yapılan bir prosedürdür. Üst endoskopi, mide duvarındaki iltihabı görselleştirmek ve biyopsi almak için kullanılır.
  • Biyopsi: Biyopsi, mide duvarından alınan küçük bir doku örneğinin mikroskop altında incelenmesini içerir. Biyopsi, gastritin nedenini belirlemek için kullanılır.
  • H. pylori Testi: H. pylori enfeksiyonunu tespit etmek için kan testi, nefes testi veya dışkı testi yapılabilir.

Antral Gastrit Tedavisi

Antral gastritin tedavisi, altta yatan nedene göre değişir. Tedavi seçenekleri şunları içerebilir:

  • İlaç Tedavisi:
    • Antasitler: Mide asidinin üretimini azaltmaya yardımcı olur.
    • Proton Pompası İnhibitörleri (PPI): Mide asidinin üretimini daha etkili bir şekilde azaltır.
    • H2 Reseptör Blokörleri: Mide asidinin üretimini azaltır.
    • Antibiyotikler: H. pylori enfeksiyonunu tedavi etmek için kullanılır.
  • Yaşam Tarzı Değişiklikleri:
    • Stresten kaçınmak veya stresi yönetmek.
    • Sigara kullanımını bırakmak.
    • Alkol tüketimini azaltmak.
    • Ağrı kesici ilaç kullanımını azaltmak.
    • Beslenme değişiklikleri yapmak: Baharatlı yiyecekler, yağlı yiyecekler, kafein ve alkol tüketimini azaltmak, küçük öğünler ve sık sık yemek yemek, meyve ve sebze tüketimini artırmak.
    • Aşırı kilo veya obezite durumunda kilo vermek.

1.Sigmoid Kolon Nedir?

Sigmoid kolon, rektuma ulaşmadan önce kalın bağırsağın son kısmıdır. İn inen kolon ile rektumu birbirine bağlar. Sigmoid kolon, adını Yunan alfabesindeki sigma harfinden alır. Sigmoid kolunun temel işlevi, önceki bağırsak bölümleri gibi, sindirilmemiş yiyecek parçalarından su, vitamin ve minerallerin emilimini sağlamaktır; ancak bunu daha az bir ölçüde yapar. Sigmoid kolon, arka bağırsak yapısıdır ve kan dolaşımı, sinirlenmesi ve lenfatik drenajı, diğer arka bağırsak yapılarıyla benzerdir.

Sigmoid kolonu etkileyebilecek çeşitli yaygın ve nadir hastalıklar vardır ve bu hastalıkların bazıları tıbbi tedavi başarısız olursa cerrahi müdahale gerektirebilir.

2.Sigmoid Kolon Nerede?

Sigmoid kolon (veya pelvik kolon), kalın bağırsağın rektuma ve anüse en yakın olan kısmıdır. Ortalama 35–40 cm arası bir döngü oluşturur (13,78-15,75 uzunluğunda).

Döngü tipik olarak bir Yunan harfi olan sigma (ς) (böylece sigma + -oid) veya Latin harfi olan S şeklinde şekillendirilir. Kolonun bu kısmı normalde pelvis içinde yer alır, ancak hareket özgürlüğü nedeniyle karın boşluğuna yerleşebilir.

Sigmoid kolon genellikle pelvis bölgesinde bulunur. Ancak, bir mezenteri olduğu için hareketli bir yapıdır ve bazen karın boşluğuna kayabilir. Bu hareketlilik, sigmoid kolonu farklı pozisyonlarda bulmayı mümkün kılar ve karın boşluğuna kayması durumunda tıbbi değerlendirme gerekebilir. Bu hareketlilik, sigmoid kolonunun çeşitli pozisyonlarda bulunmasına olanak tanır ve karın boşluğuna kayması durumunda tıbbi değerlendirme gerekebilir.

3.Sigmoid Kolon Kanseri Nedir?

Sigmoid kolon kanseri, kalın bağırsağın son kısmı olan sigmoid kolonda gelişen bir kanser türüdür. Bu kanser, genellikle bağırsak iç yüzeyindeki polip adı verilen küçük, iyi huylu büyümelerden başlar ve zamanla kötü huylu (malign) tümörlere dönüşebilir. Erken evrelerde tespit edilirse tedavi edilebilir, ancak ilerlediğinde diğer organlara yayılma riski artar.

Genel Bilgiler:

  • Yaygınlık: Kolon kanseri, tüm kanser türleri arasında üçüncü sırada yer alır ve sigmoid kolon kanseri, kolon kanserlerinin önemli bir kısmını oluşturur.
  • Yaş: Çoğunlukla 50 yaş ve üzeri kişilerde görülür.
  • Cinsiyet: Hem erkeklerde hem de kadınlarda görülme olasılığı vardır, ancak erkeklerde biraz daha yaygındır.
  • Hayatta Kalma Oranı: Erken teşhis edilen sigmoid kolon kanserinin 5 yıllık sağkalım oranı yaklaşık %90’dır. Ancak, kanser ilerlemişse bu oran %14’e kadar düşebilir.

Sigmoid kolon kanseri, yaşam tarzı değişiklikleri ve düzenli tarama testleriyle önlenebilir ve erken teşhis edilebilir. Sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve sigara gibi risk faktörlerinden kaçınmak, bu kanser türünün gelişme riskini azaltabilir. Tarama testleri sayesinde polipler erken dönemde tespit edilip alınarak kansere dönüşmeleri engellenebilir

4.Sigmoid Kolon Anatomisi

Sigmoid kolon, kalın bağırsağın rektumdan önceki son kısmıdır ve adını Yunan alfabesindeki sigma (σ) harfinden alır. Bu bölüm, karnın alt sol tarafında yer alır ve genellikle S şeklindedir. İşte sigmoid kolonun anatomisini gözünüzde canlandırmanıza yardımcı olacak bazı temel bilgiler:

  • Pelvis: Sigmoid kolon, pelvis bölgesinde yer alır. Karnın sol alt kısmında bulunur ve burada rektuma bağlanarak devam eder.
  • Bağlantılar: Sigmoid kolon, üstte inen kolon ile altta rektum arasında bir köprü görevi görür.
  • S-Şekli: Adını aldığı sigma harfine benzer şekilde, kıvrımlı ve S biçimindedir. Bu kıvrımlı yapı, dışkının bağırsak boyunca ilerlemesine yardımcı olur.
  • Çap: Kalın bağırsak diğer bölümlerine kıyasla daha dar bir çapa sahiptir. Bu dar yapı, dışkının rektuma geçişini düzenler.
  • Mezenter: Sigmoid kolon, mezenter adı verilen bir dokuyla bağlanmıştır. Bu yapı, sigmoid kolonu karın boşluğunda asılı tutar ve belirli bir hareketlilik sağlar.
  • Değişken Pozisyon: Mezenter nedeniyle sigmoid kolon, karın boşluğunda yer değiştirebilir. Bu hareketlilik, dışkının ilerlemesi ve depolanmasına yardımcı olur.
  • Emilim: Sigmoid kolon, sindirilmemiş gıdalardan su, vitaminler ve minerallerin emilimini sağlar. Bu işlem, dışkının katılaşmasına ve su dengesinin korunmasına yardımcı olur.
  • Depolama: Sigmoid kolon, dışkının rektuma geçmeden önce geçici olarak depolandığı yerdir. Bu, dışkının uygun bir kıvamda olmasını sağlar ve dışkılama sürecini düzenler.
  • Kan Dolaşımı: Sigmoid kolon, inferior mezenterik arterden kan alır. Bu damar, bağırsakların alt kısmının beslenmesini sağlar.
  • Sinirlenme: Sigmoid kolon, otonom sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Bu sinirler, bağırsak hareketlerini düzenler ve dışkının ilerlemesini sağlar.
  • Lenfatik Sistem: Sigmoid kolonun lenfatik drenajı, bağışıklık sistemi için önemlidir. Lenf düğümleri, zararlı maddeleri ve hücreleri filtreler ve vücudun savunma mekanizmasını destekler.

Sigmoid kolon, sindirim sisteminin kritik bir parçasıdır. Şekli, konumu ve fonksiyonlarıyla bağırsak hareketlerini düzenler ve dışkının rektuma geçişini sağlar. Bu bölgenin anatomisini anlamak, sindirim sistemi sağlığı açısından büyük önem taşır.

5.Sigmoid Kolon Kanseri Belirtileri

Sigmoid kolon kanserinin belirtileri, kanserin evresine, tümörün boyutuna ve yerine bağlı olarak değişebilir. İşte sigmoid kolon kanseri belirtilerinin detaylı bir açıklaması:

  • Sigmoid kolon kanseri, karında sürekli veya gelip giden ağrılara ve kramplara neden olabilir. Bu ağrılar genellikle alt karın bölgesinde yoğunlaşır.
  • Dışkıda parlak kırmızı veya koyu renkli kan görülebilir. Bu, kanserin bağırsak duvarında yarattığı hasardan kaynaklanır. Kanama, bazen çıplak gözle görülmese de gizli kan testi ile tespit edilebilir.
  • Kabızlık veya ishal gibi bağırsak hareketlerinde belirgin değişiklikler olabilir. Bu değişiklikler birkaç gün veya hafta boyunca devam ederse dikkate alınmalıdır.
  • Dışkı çapında incelme veya dışkının şeklinin değişmesi de bir belirtidir.
  • Bağırsakları boşaltmış olmanıza rağmen, halen tuvalete gitme ihtiyacı hissetmek yaygın bir belirtidir. Bu, tümörün bağırsak hareketlerini engellemesinden kaynaklanabilir.
  • İştahta azalma ve diyet veya egzersiz yapmadan kilo kaybı yaşanması sigmoid kolon kanserinin belirtileri arasında yer alır.
  • Sürekli yorgunluk hissi ve genel bir zayıflık durumu, vücudun kansere karşı verdiği tepki ve kan kaybı nedeniyle oluşabilir.
  • Karında sürekli şişkinlik ve gaz birikmesi hissi, sigmoid kolon kanseri belirtileri arasında olabilir.
  • Özellikle bağırsak tıkanıklığı varsa, bulantı ve kusma yaşanabilir.

Bu belirtiler, başka sağlık sorunlarıyla da ilişkilendirilebileceği için kesin tanı koymak amacıyla bir doktora başvurmak önemlidir.

Erken teşhis ve tedavi, sigmoid kolon kanseriyle mücadelede başarı şansını artırır. Eğer yukarıdaki belirtilerden bir veya birkaçı sizde mevcutsa, bir sağlık profesyoneline danışmanız önerilir.

6.Sigmoid Kolon Ağrısı

Sigmoid kolon ağrısı, karnın sol alt kısmında hissedilen rahatsızlık veya ağrı olarak tanımlanabilir. Bu ağrı çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir ve ağrının şiddeti, süresi ve eşlik eden belirtiler, altta yatan sorunun türüne bağlı olarak değişiklik gösterebilir.

İşte sigmoid kolon ağrısının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgi:

Nedenleri

Sigmoid kolon duvarında küçük ceplerin (divertikül) iltihaplanması veya enfekte olması.

  • Belirtiler: Keskin ve sürekli karın ağrısı, ateş, mide bulantısı, dışkılama alışkanlıklarında değişiklik (kabızlık veya ishal).

Bağırsak fonksiyonunun bozulmasıyla karakterize kronik bir durum.

  • Belirtiler: Karın krampları, şişkinlik, gaz, mukuslu dışkı, değişken dışkılama alışkanlıkları (kabızlık ve ishalin dönüşümlü olması).

Crohn hastalığı ve ülseratif kolit gibi kronik iltihaplı bağırsak hastalıkları.

  • Belirtiler: Kronik karın ağrısı, kanlı dışkı, ishal, kilo kaybı, yorgunluk.

Sigmoid kolon kanseri, kolonda tümör oluşması.

  • Belirtiler: Sürekli karın ağrısı, dışkıda kan, dışkılama alışkanlıklarında değişiklik, açıklanamayan kilo kaybı, yorgunluk.

Sindirim sistemi gazının birikmesiyle ortaya çıkan rahatsızlık.

  • Belirtiler: Karın ağrısı, şişkinlik, geğirme, gaz çıkarma.

Bağırsak geçişinin kısmen veya tamamen engellenmesi.

  • Belirtiler: Şiddetli karın ağrısı, şişkinlik, kusma, dışkı yapamama

Doç. Dr. Mutlu Ünver

Bağırsak Enfeksiyonu Nedir? Bağırsak Enfeksiyonu Belirtileri Nelerdir?

Bağırsak enfeksiyonu, halk arasında ishal olarak da bilinen ve bireylerin yaşamı boyunca zaman zaman karşı karşıya kaldığı bir enfeksiyon hastalığıdır. Her yaştan insanı etkilemekle birlikte küçük çocuklarda daha sık görülür. İshal, kusma, karın ağrısı gibi problemlere neden olduğundan günlük yaşamı zorlaştıran bu hastalık, aynı zamanda uzun sürmesi durumunda dehidratasyon (sıvı kaybı) gibi olumsuzluklara yol açarak ciddi boyutlara ilerleyebilir. Bu nedenle bağırsak enfeksiyonuna yakalanan bireyler mutlaka sağlık kuruluşlarına başvurarak önerilen tedavi planına göre gereken önlemleri almalıdır.

Bağırsak Enfeksiyonu Nedir?

Bağırsak enfeksiyonu (gastroenterit), bakteri veya virüs gibi mikrobiyolojik ajanların veya parazitlerin neden olabildiği bir hastalık türüdür. Besin zehirlenmeleri de bağırsak enfeksiyonu oluşumuna yol açabilir. Bağırsak enfeksiyonu bulunan bireylerde bağırsak florasının değişimine bağlı olarak sindirim faaliyetleri olumsuz etkilenir ve ishal sorunu ortaya çıkar. Sulu dışkılamaya bağlı olarak hastalar sürekli olarak tuvalete çıkma ihtiyacı hisseder. Oldukça rahatsızlık verici bir hastalık olan gastroenterit aynı zamanda sıvı kaybına da neden olduğundan yorgunluk ve halsizlik gibi olumsuzluklara yol açar. Hastalığa yakalanan bireylerin birçoğu tarafından merak edilen konulardan bir tanesi de bağırsak enfeksiyonu ne kadar sürer, ne zaman iyileşir gibi soruların yanıtlarıdır.

Bağırsak enfeksiyonuna bağlı olarak oluşan ishal ve diğer sorunlar genellikle bir hafta içerisinde kendiliğinden iyileşir. Bulaşıcı bir hastalık olduğundan bu hastalık olduğundan özellikle okul tuvaletleri gibi hijyenin ev ortamına göre yetersiz olduğu yerlerde bulaşma ihtimali oldukça yüksektir. Enfeksiyona yakalanan bireyler, hastalığın iyileşme süresinin uzamasına bağlı ortaya çıkabilecek olan ciddi komplikasyonların önlemek adına derhal bir sağlık kuruluşuna başvurarak gerekli testleri yaptırmalı ve tedavi süreçlerine başlamalıdır.

Bağırsak Enfeksiyonu Çeşitleri Nelerdir?

Bağırsak enfeksiyonu, birden fazla nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Hastalığa yol açan etkene göre tedavi planı da farklılık göstereceğinden ishal şikayeti ile sağlık kuruluşlarına başvuran hastalarda öncelikle hastalığın enfeksiyon kaynaklı olup olmadığı belirlenmeli, enfeksiyon kaynaklı ise hangi mikroorganizmaya bağlı olarak oluştuğu araştırılmalıdır. Gastroenterit, bağırsakta enfeksiyona neden olan etkene göre 3 farklı grup altında incelenir:

  • Bakteriyel Gastroenterit: Genellikle E. Coli, Salmonella ve Compylobacter gibi bakteri türlerine bağlı olarak ortaya çıkan bağırsak enfeksiyonu türüdür. Besin zehirlenmelerine bağlı olarak ortaya çıkan ishal olguları da bakteriyel gastroenterit türündedir.
  • Viral Gastroenterit: Rotavirüs, Adenovirüs ve Norovirüs gibi virüslerin neden olduğu bağırsak enfeksiyonudur. Çocuklarda görülen ishal olgularının büyük bir çoğunluğu viral gastroenterittir.
  • Paraziter Gastroenterit: Tenya ve bağırsak solucanları gibi parazitlerin bağırsağa yerleşmesinden kaynaklı olarak ortaya çıkan bağırsak enfeksiyonlarıdır.

Bağırsak Enfeksiyonu Belirtileri Nelerdir?

Bağırsak enfeksiyonu, çok yaygın olarak görülen bir sağlık sorunudur ve semptomları tüm hastalarda hemen hemen aynıdır. En sık görülen bağırsak enfeksiyonu belirtileri şu şekilde sıralanabilir:

  • Ani başlayan sulu ishal
  • Mide bulantısı ve kusma
  • Karın ağrısı ve karında kramplar
  • Ateş
  • Baş ağrısı
  • Yorgunluk ve halsizlik
  • Sıvı kaybına bağlı olarak gelişen ağız ve cilt kuruluğu
  • Aşırı susama
  • Mide ağrısı
  • Tansiyon düşüklüğü
  • Bacaklarda ağrı

Yukarıdaki belirtiler, bağırsak iltihabı belirtileriyle benzer olmakla birlikte bunların bir haftadan daha uzun sürmesi, enfeksiyonun ciddiyetini veya farklı bir hastalığın varlığını işaret edeceğinden hastaların derhal sağlık kuruluşlarına başvurmasını gerektirir. Sık bağırsak enfeksiyonu geçiren kişilerde kilo kontrolünde bozulmalar meydana gelebilir. Obezite cerrahisine dahil olan yutulabilir mide balonu gibi metodları araştırma ihtiyacı hissedebilirler.

Bağırsak Enfeksiyonu Neden Olur?

Gastroenterit, bir tür enfeksiyon hastalığı olduğundan enfeksiyona neden olan ajanların vücuda girmesi ve bağışıklık sistemini yenmesi ile birlikte gelişir. Bulaşıcı bir hastalıktır ve bağırsak enfeksiyona neden olan bakteri veya virüsle enfekte olan kişilerden sağlıklı kişilere bulaşabilir. Hijyenik olmayan koşullarda hazırlanmış veya uygunsuz koşullarda bekletilmiş olan yiyecek ve içecekler, kirli sular, tuvalet kullanımı veya bebek bezi değiştirme gibi eylemlerden sonra ellerin yıkanmaması gibi nedenler hastalığın gelişimine yol açan nedenler arasında yer alır.

Bağırsak enfeksiyonlarının çok büyük bir kısmı viral enfeksiyonlardır. Özellikle çocuklarda ve küçük bebeklerde rotavirüs, norovirüs gibi viral bağırsak enfeksiyonları tedavi edilmediğinde yaşamı tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilirler. Bu tür enfeksiyonlarda bilinçsiz antibiyotik kullanımı da hastalığın ilerlemesi üzerinde olumsuz etkilere neden olur. Antibiyotikler virüsleri etkilemediği gibi bağırsakta ishali önleyecek olan yararlı bakterilerin ölümüne neden olacağından viral gastroenteritin çok daha ciddi boyutlara ulaşmasına yol açabilmektedir. Bu nedenle bağırsak enfeksiyonuna yakalanan bireyler bilinçsiz ilaç kullanımına yönelmek yerine sağlık kuruluşlarında yaptıracakları tanı testleri ile hastalığın nedenini öğrenerek buna yönelik tedavi almalıdır.

Bağırsak Enfeksiyonu Teşhisi Nasıl Konulur?

Gastroenterit belirtileri ile birlikte sağlık kuruluşlarına başvuran hastalarda öncelikli olarak detaylı tıbbi öykü alınmalıdır. Son 24 saatteki dışkılama sayısı ve kıvamı, hastanın kullandığı ilaçlar ve sahip olduğu kronik hastalıklar mutlaka öğrenilmelidir. Ardından hekim tarafından yapılacak fiziki muayene sırasında karında bazı bölgelere baskı yapıldığında ağrı hissedilip hissedilmediği sorulabilir, karın sesleri dinlenebilir.

Hastadan dışkı örneği alınarak incelenmek üzere ilgili laboratuvarlara yönlendirilir. Gaita testi olarak da adlandırılan bu test ile dışkıdaki enfeksiyon etkenleri araştırılabilir, parazit ve parazit yumurtaları var ise bunlar tespit edilebilir, dışkıda kan olup olmadığı araştırılabilir. Hekim tarafından gerekli görülmesi durumunda tanının desteklenmesi ve farklı hastalık olasılıklarının ekarte edilmesi amacıyla birtakım kan testleri ve ultrason, tomografi gibi görüntüleme teknikleri istenebilir. Yapılan tüm testlerin sonucunda bağırsak enfeksiyonuna neden olan etken tam olarak belirlenir ve buna yönelik tedavi başlatılır.

Bağırsak Enfeksiyonu Tedavisi Nasıl Yapılır?

Bağırsak enfeksiyonu, çok sık görülen ve genellikle istirahat, bol sıvı alımı ve uygun gıdaların tüketimi ile en geç 1 hafta içerisinde kendiliğinden iyileşen bir hastalıktır. Bu nedenle hastalar genellikle doktora başvurma gerekliliği hissetmez. Bağırsak enfeksiyonu yaşayan hastalar dehidratasyonun önlenebilmesi için günlük 2-2,5 litre su tüketmeli, lif içeriği düşük olan ve sıvı ağırlıklı gıdalar tercih etmelidir. Yemekler az yağlı olarak hazırlanmalı, şeker tüketiminden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Probiyotik bakteriler içeren yoğurt, ayran, kefir gibi besinler enfeksiyonun giderilmesine ve ishalin önlenebilmesine yardımcı olur. Buna ek olarak haşlanmış patates ve pirinç tüketimi de bağırsaklarda su emilimini arttırdığından ishali hafifletir.

Ateş söz konusu ise hekim tarafından parasetamol içerikli ilaçların kullanımı önerilebilir. Aşırı ve inatçı kusma durumunda ise sıvı kaybının önlenebilmesi açısından bulantı önleyici ilaçlar kullanılabilir. Bunlara ek olarak hasta mümkün olduğunca istirahat etmeli, çevresindeki bireylere bulaşmanın önlenebilmesi için hastanın kullandığı tuvalet hastalık süresince başkaları tarafından kullanılmamalı, sonrasında ise çok detaylı bir şekilde temizlenmelidir. İnatçı baş dönmesi, idrar çıkışının azalması veya tamamen durması, dışkıda kan görülmesi, ateşin 38 derecenin üzerinde olması, sürekli kusmaya bağlı olarak hiç sıvı tüketilememesi, semptomların birkaç gün içerisinde hafiflememesi durumlarında ise hastalığın kendiliğinden geçmesi beklenilmeden bir an önce sağlık kuruluşlarına başvurulmalıdır.

Özetle geçmeyen bağırsak enfeksiyonu durumlarında vücutta ciddi enfeksiyonların varlığını gösterdiğinden mutlaka ilaç tedavisi gerektirir. Bu durumda bir an önce doktor kontrolünden geçerek tedavi sürecine başlamanız, hastalığın ilerleyerek daha ciddi boyutlara ulaşmasını önleyecektir.

MEDICALPARK

Venöz yetmezlik, toplardamarların bir diğer adıyla venlerin (genelde bacaklardaki) kanı kalbe geri taşıma görevini yerine getirememesidir. Bu durumda kirli kan vücuttan kalbe doğru yeterince iyi bir şekilde pompalanmaz ve temizlenmeyerek vücutta belli yerlerde (bacaklar gibi) birikir. Venöz yetmezlik tedavi edilebilir ve tedavi, bacakların kan akışını arttırmayı amaçlar. Eğer venöz yetmezlik belirtileri yaşıyorsanız veya bu konuda endişeleriniz varsa, bir doktora başvurarak uygun tedaviyi alabilirsiniz.

Venöz Yetmezlik Nedir?

Venöz yetmezlik, kol ve bacak gibi yerlerden gelen toplardamarlardaki kirli kanın kalbe ulaşıp temizlenmediği durumu ifade eder. Böylece kirli kan bacaklar gibi vücudun çeşitli yerlerinde birikerek şişlik ve morarıklık oluşturabilir. Buna sebep olan durumlar arasında başta varis olmak üzere, pıhtı sorunları, kapak problemleri yer alır. Doktor, venöz yetmezlik semptomların şiddetini değerlendirerekuygun tedavi seçeneklerini önerecektir. Erken teşhis ve tedavi, venöz yetmezliğin ilerlemesini ve komplikasyonların ortaya çıkmasını önleyebilir. Tedavide kan akışını artırmayı amaçlayan, kompresyon çorapları, ilaçlar, fizik tedavi ve cerrahi müdahale gibi seçenekler bulunur.

Venöz Yetmezlik Neden Olur?

Venöz yetmezliğe sebep olacak pek çok durum vardır, başlıca nedenler şöyle sıralanabilir:

  • Varisler: Venöz yetmezliğin en yaygın nedenlerinden biri varislerdir. Varisler, bacaklardaki damarlarda genişlemeler ve şişlikler olarak ortaya çıkar. Bu durum, venlerin düzgün bir şekilde kanı kalbe taşımasını engelleyebilir.
  • Derin Ven Trombozu (DVT): DVT, bacaklardaki derin venlerde kan pıhtısı oluşması durumudur. Bu pıhtılar, venlerin tıkanmasına ve kan akışının engellenmesine neden olabilir, böylece venöz yetmezliğe yol açabilir.
  • Hormonal Değişiklikler: Hamilelik, doğum kontrol hapları gibi hormonal değişiklikler, venöz yetmezliği tetikleyebilir.
  • İlerleyen Yaş: Yaş ilerledikçe, venöz yetmezlik riski artar çünkü venler elastikiyetini kaybedebilir ve daha az etkili hale gelebilir.
  • Obezite: Obezite, bacaklardaki venler üzerinde ekstra baskı oluşturabilir ve venöz yetmezliğe katkıda bulunabilir.

Venöz Yetmezlik Çeşitleri Nelerdir?

Venöz yetmezlik, venlerin (damarların) kanı yeterince etkili bir şekilde kalbe taşıyamadığı bir durumdur ve farklı çeşitlere ayrılabilir. İşte venöz yetmezlik çeşitlerinden bazıları:

  • Yüzeysel Venöz Yetmezlik: Bu, yüzeydeki venleri etkileyen ve sıklıkla varislerle ilişkilendirilen bir tür venöz yetmezliktir. Yüzeysel venöz yetmezlik, venlerin yüzeyde genişlemesi ve damar kapakçıklarının işlevsiz hale gelmesi sonucu oluşur. Varisler, bu tür venöz yetmezliğin belirgin bir işaretidir.
  • Derin Venöz Yetmezlik: Bu tür venöz yetmezlik, derin venlerin (bacaklardaki derin damarlar) işlevsiz hale gelmesi sonucu ortaya çıkar. Derin venöz yetmezlik, daha ciddi bir durumdur ve potansiyel olarak daha ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Derin ven trombozu (DVT) gibi durumlar, derin venöz yetmezliğin bir nedeni olabilir.
  • Kronik Venöz Yetmezlik: Kronik venöz yetmezlik, venöz sistemin uzun süreli işlevsizliği veya yetersizliği sonucu ortaya çıkar. Bu durum, bacaklardaki venlerin kanı yeterince etkili bir şekilde kalbe taşıyamadığı durumlarda gelişir. Kronik venöz yetmezlik, semptomların uzun süre devam ettiği ve ilerlediği bir durumdur.

Kronik Venöz Yetmezlik Belirtileri Nelerdir?

Kronik venöz yetmezlik (KVY), venöz sistemdeki damarların uzun süreli işlevsizliği veya yetersizliği sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Kronik venöz yetmezlik belirtileri ve şiddeti kişiden kişiye değişebilir.. Ama genelde venöz yetmezliği belirtileri şunlardır:

  • Bacaklarda Ağırlık ve Yorgunluk Hissi: Bacaklarda ağırlık, dolgunluk veya yorgunluk hissi sıkça yaşanan bir belirtidir. Bu his, günün ilerleyen saatlerinde veya ayakta uzun süre durduktan sonra artabilir.
  • Bacak Şişliği: Bacaklarda şişme, venöz yetmezliğin bir belirtisi olabilir. Bacaklardaki damarların düzgün çalışmaması, kanın toplanmasına ve bacaklarda ödem oluşmasına neden olabilir.
  • Varisler: Varisler, genellikle venöz yetmezliği olan kişilerde görülen belirgin damar genişlemeleri ve şişlikleridir. Bacaklarda, özellikle alt bacaklarda görülebilirler.
  • Ayak Bileği Çevresinde Şişlik: Ayak bileği çevresinde ödem (şişlik) de venöz yetmezliğin bir belirtisi olabilir.
  • Kaşıntı ve Yanma: Venöz yetmezlik, bacaklarda kaşıntı veya yanma hissine neden olabilir. Bu semptomlar genellikle ciltteki dolaşım sorunlarından kaynaklanır.
  • Kramp Benzeri Ağrılar: Bazı kişiler venöz yetmezlikle ilişkilendirilen kramp benzeri ağrılar yaşarlar. Bu ağrılar genellikle gece veya uzun süre ayakta durduktan sonra ortaya çıkabilir.
  • Ciltte Renk Değişiklikleri ve Döküntüler: Venöz yetmezlik, bacak cildinde renk değişikliklerine (özellikle koyulaşma) neden olabilir. Ayrıca, ciltte döküntüler veya kaşıntılı alanlar da görülebilir

Venöz Yetmezlik Nasıl Tedavi Edilir?

Venöz yetmezlik tedavisi, semptomların şiddetini azaltmak, komplikasyonları önlemek ve hastanın yaşam kalitesini artırmak için uygulanan çeşitli yöntemleri kapsar. Tedavi planı, hastanın semptomlarına, venöz yetmezliğin şiddetine ve diğer tıbbi faktörlere bağlı olarak belirlenir. Venöz yetmezlik tedavisi için kullanılan bazı yöntemler:

  • Kompresyon Tedavisi: Kompresyon çorapları veya bandajlar, venöz yetmezlik semptomlarını hafifletmek için yaygın olarak kullanılır. Bu giysiler, bacaklardaki damarlara basınç uygulayarak kanın daha iyi akmasını sağlar. Doktorunuz, hangi tür ve basınca ihtiyaç duyduğunuzu belirleyecektir.
  • İlaç Tedavisi: Doktorunuz, semptomları hafifletmek ve damar iltihaplarını kontrol altına almak için ilaçlar önerebilir. Bu ilaçlar, ödem (şişlik) ve ağrıyı azaltmaya yardımcı olabilir, ayrıca, kan pıhtılarını önlemek için kan inceltici ilaçlar da kullanılabilir.
  • Damar Cerrahisi: İleri durumlarda veya tedaviye yanıt vermeyen vakalarda, damar cerrahisi gerekebilir. Cerrahi müdahale, venlerin veya kapakçıkların tamir edilmesi veya yerine konması anlamına gelir. Bu prosedürler, venöz yetmezliğin nedenlerine bağlı olarak değişebilir.
  • Endovenöz Lazer Tedavisi (EVLT) veya Radyofrekans Ablasyon: Bu minimal invaziv prosedürlerde, etkilenen venlerin içine bir lazer fiberi veya radyofrekans elektrodu yerleştirilir ve venin kapatılması veya daraltılması sağlanır. Bu yöntemler, varislerin tedavisinde sıkça kullanılır.
  • Skleroterapi: Skleroterapi, ince bir iğne kullanılarak venöz yetmezliğe neden olan küçük damarların içine özel bir sıvının enjekte edilmesiyle yapılır. Bu sıvı, damarı tahrip ederek kapatır ve zamanla kaybolmasına neden olur.
  • Fizik Tedavi ve Egzersiz: Fizik tedavi ve egzersiz, bacak kaslarını güçlendirmek, bacakların kan dolaşımını artırmak ve semptomları hafifletmek için önerilebilir. Egzersiz, bacaklardaki kanın daha iyi pompalanmasına yardımcı olur.
  • Beslenme ve Yaşam Tarzı Değişiklikleri: Sağlıklı beslenme alışkanlığı edinmek, kiloyu kontrol altına almak ve aşırı kilodan kaçınmak KVY semptomlarını hafifletebilir.
  • Diğer Tedavi Seçenekleri: Bazı hastalarda venöz yetmezliği tedavi etmek için daha özelleşmiş prosedürler veya yöntemler gerekebilir. Bu, doktorunuzun değerlendirmesine ve teşhisinize bağlı olarak değişebilir.

Venöz Yetmezlik Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Venöz yetmezlik kişileri hem rahatsız eden hem de tedirgin eden rahatsızlıklardan biridir. Çünkü kan akışı ve kanın temizlenmesi ile ilgili bir durum olduğu için ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bu sebeple venöz yetmezlikle alakalı akılda endişe ve sorular oluşur. Venöz yetmezlikle ilgili sıkça sorulan sorulardan bazıları şunlardır:

Venöz Yetmezlik Tedavi Edilmezse Ne Olur?

Venöz yetmezlik tedavi edilmezse, semptomlar genellikle kötüleşir ve daha ciddi komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Bu komplikasyonlar arasında bacak ülserleri (yaraları), derin ven trombozu (DVT), cilt enfeksiyonları ve hatta bacaklarda doku hasarı yer alabilir. Tedavi edilmediğinde, yaşam kalitesi düşebilir ve hareket kabiliyeti sınırlanabilir. Bu nedenle, venöz yetmezlik belirtileri yaşayan kişilerin bir sağlık profesyoneli ile görüşmeleri ve uygun tedaviyi almayı düşünmeleri önemlidir.

Venöz Yetmezlik Ameliyatı Ne Kadar Sürer?

Venöz yetmezlik ameliyatının süresi, yapılacak cerrahi müdahalenin türüne ve hastanın durumuna bağlı olarak değişebilir. Basit bir venöz yetmezlik tedavisi ameliyatı, genellikle 30 dakika ile bir saat arasında sürebilir. Daha karmaşık veya büyük bir ameliyat, süresi birkaç saat sürebilir. Ameliyat öncesi ve sonrası hazırlık süreleri de elbette düşünülmelidir, ayrıca tam olarak ne kadar süreceği, doktorunuzla yapacağınız değerlendirmenin sonucuna ve ameliyatın detaylarına bağlı olarak değişebilir.

Venöz Yetmezliği Bitkisel Tedavisi Nelerdir?

Venöz yetmezliği gibi tıbbi sorunlar için etkili bir bitkisel tedavi yöntemi yoktur. Bu tür sağlık sorunları için en uygun tedavi yöntemlerini belirlemek ve yönlendirmek için bir doktora başvurmalısınız. Venöz yetmezliği tedavisi genellikle medikal yöntemler, kompresyon çorapları, ilaçlar, fiziksel aktivite ve gerektiğinde cerrahi müdahaleyi içerebilir.

Kronik Venöz Yetmezlik Nedir?

Kronik venöz yetmezlik, bacaklardaki toplardamarların yetersiz çalıştığı bir durumdur. Bu, toplardamarlardaki kanın düzensiz bir şekilde geriye akması sonucu olur. Kronik venöz yetmezlik, bu durumun uzun süreli bir versiyonudur.

Kronik Venöz Yetmezlik Belirtileri Nelerdir?

Kronik venöz yetmezlik belirtileri arasında bacaklarda şişme (ödem), ağrı, rahatsızlık, ağırlık hissi, deri problemleri, venöz ülserler (yaralar) ve varisler yer alır. Bu belirtiler hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir.

Derin Venöz Yetmezlik Belirtileri Nelerdir?

Derin venöz yetmezlik, daha ciddi bir durumdur ve genellikle kronik venöz yetmezlikten daha fazla tıbbi müdahale gerektirebilir. Derin venöz yetmezlik belirtileri arasında şiddetli bacak ağrısı, derin ven trombozu (DVT) riski, hızlı nabız, şişmiş bacak, ısı artışı ve kızarıklık yer alır.

Venöz Yetmezlik Ameliyatı Ne Kadar Sürer?

Venöz yetmezlik ameliyatının süresi, ameliyatın türüne, hastanın durumuna ve komplikasyonlara bağlı olarak değişebilir. Basit venöz yetmezlik ameliyatları genellikle birkaç saat sürerken, daha karmaşık vakalar daha uzun sürebilir. Ameliyat süresi cerrahi yöntemin karmaşıklığına ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değişecektir. Bir doktor, ameliyatın süresi hakkında daha spesifik bilgi verebilir.

Tedavi planınız, hastalığın şiddetine, semptomlara ve kişisel sağlık geçmişinize dayalı olarak belirlenecektir. Venöz yetmezlik tedavisinin amacı semptomları hafifletmek, komplikasyonları önlemek ve yaşam kalitesini artırmaktır. Bu nedenle, venöz yetmezlik belirtileri yaşayan veya risk altında olan kişilerin bir sağlık profesyoneline danışmaları önemlidir.

MEDICALPARK

Mide şişkinliği, karın bölgesinde hissedilen gerginlik hissidir. Mide şişkinliğine iyi gelebilecek öneriler.

Mide Şişkinliği Nedir?

Mide şişkinliği, karın bölgesinde hissedilen gerginlik, doluluk hissidir. Mide şişkinliği olanlarda karın şişmesinin gözle görülmediği durumlar da yaşanır. Mide şişkinliği bazen küçük bir rahatsızlık hissi şeklinde de yaşanabilir, yoğun bir acıya da neden olabilir. Bazı kişilerde bir süre sonra sorun kendi kendisine geçer. Bazı kişilerde ise sık sık ve uzun süreli yaşanabilir. Sindirim sistemiyle ilgili problemler ve kadınlarda adet dönemlerinde yaşanan hormon dalgalanmaları sıklıkla mide şişkinliğinin yaygın görülen nedenleridir. 

Sağlıklı insanların yüzde 10-25’i mide şişkinliği yaşayabilir. Yüzde 75’i yaşadıkları belirtileri orta ila şiddetli olarak tanımlar. Yüzde 10’u bu mide şişkinliğinden düzenli olarak şikayetçidir. İrritabl bağırsak sendromu olan kişilerde ise bu oran yüzde 90 seviyesine kadar çıkar. Kadınların ise yaklaşık yüzde 75’i adet öncesinde ve adet sırasında şişkinlikten yakınır.

Mide Şişkinliği Neden Olur?

  • Kabızlık (haftada üçten az dışkılama),
  • Bağırsak duyarlılığı veya irritabl bağırsak sendromu,
  • Yeme bozuklukları,
  • Diyet seçimi veya gıda hassasiyetleri,
  • İnce bağırsakta aşırı bakteri oluşumu,
  • Yumurtalıklar veya rahimle alakalı sorunlar,
  • Çölyak hastalığı,
  • İnflamatuar bağırsak hastalığı (sindirim sisteminizin iltihabı),
  • Gaz,
  • Kullanılan bazı ilaçlar,
  • Kanser,
  • Gastroparezi (midenin ince bağırsağa yavaş boşalması),
  • Gıda hassasiyeti.

Gaz Oluşumu

Gaz, sindirim sürecinin doğal bir sonucudur ancak çok fazla bağırsak gazı, sindirim sisteminizde bir şeylerin ters gittiği anlamına gelir. Gazları hava yutarak veya gazlı içecekler içerek aldığınızda, bu gazlar çoğunlukla bağırsaklarınıza ulaşmadan geğirme yoluyla kaçar. 

Gastrointestinal Bozukluklar

İrritabl bağırsak sendromu, ülseratif kolit ve kabızlık dahil olmak üzere birçok gastrointestinal sorun şişkinlik yapabilir. Bir araştırmaya göre irritabl bağırsak sendromu sorunu olan kişilerin yüzde 96’sı mide şişkinliği yaşar. 

İnce Bağırsakta Fazla Bakteri Olması

Vücudumuzda besinlerin sindirime sağlayan sıvılarla buluştuğu yer ince bağırsaklarımızdır. Normal koşullarda ince bağırsakta çok az miktarda bakteri bulunur. Ancak besinler bu bölgede çok yavaş hareket ederse bakteriler ince bağırsakta barınmaya başlar ve fermantasyon oluşarak mide şişkinliğine neden olabilir.

Hormonlarda Yaşanan Değişim

Bazı kadınlar özellikle regl dönemlerinde şişkinlik yaşarlar. Adet dönemlerinde yaşanan bu şişkinlik progesteron ve östrojen seviyelerindeki düşüşten kaynaklanabilir.

Kullanılan Bazı İlaçlar

Bazı ilaçlar yan etki olarak şişkinliğe neden olur. Bunların arasında lif takviyeleri ve bazı ağrı kesiciler bulunur.

Karbonhidrat Malabsorbsiyonu

Birçok insan belirli karbonhidratları sindirmekte zorluk çeker. Yaygın nedenler arasında laktoz, fruktoz buğday ve fasulyedeki karbonhidratlar yer alır. Bu yönde bir intoleransınız varsa bir beslenme uzmanına görünmeniz önerilir.

Visseral Aşırı Duyarlılık

Normal bir gaz hacmi seviyesi, bazı kişilerde gaz ve şişkinliğe neden olabilir. Bu durum sıklıkla irritabl bağırsak sendromu ya da bağırsaktan beyne giden sinir yollarını içeren diğer bozukluklarla ilgilidir. 

Kabızlık

Kabızlık sık yaşanan sağlık sorunlarından biridir. Diyet veya yaşam tarzı kabızlığa neden olabilir. Bunun dışında altta yatan bir duruma bağlı olarak kronik kabızlık yaşıyor olabilirsiniz. Kolonunuzdaki biriken dışkı, yakın zamanda sindirilen yiyeceklerin bağırsaklarda daha uzun süre kalmasına ve aşağı inememesine neden olur. Bu durum ise şişkinliğe neden olur

Bağırsak Tıkanıklıkları 

Kalın bağırsak ve ince bağırsakta karşılaşılabilen tümörler, yaralar, darlıklar ve fıtıklar gibi nedenlerle bağırsaklarda tıkanıklık yaşanabilir. Crohn hastalığı ve divertiküloz gibi inflamatuar hastalıklar ince bağırsaklara hasar verebilir ve sindirim içeriğinin geçişini daraltabilir.

Hareket Bozuklukları

Hareket bozuklukları kabızlığa yapabilir ya da sindirim sisteminizin yavaş çalışmasına neden olabilir. Bunlar genellikle sindirim kanalındaki sindirim içeriğini algılayan kas ve sinirlerle ilgili sorunlardır.

Mide Şişkinliği Belirtileri

Mide şişkinliği belirtileri şunlardır: 

  • Karın bölgesinin daha dolu ve sıkı olduğu hissi,
  • Karın civarında baskı ve basınç,
  • Karın ağrısı
  • Mide krampları
  • Karından gelen guruldama benzeri sesler,
  • Geğirme, 
  • Gaz çıkarma.

Mide Şişkinliğine Sebep Olan Besinler

Lahana, brokoli; soğan, sarımsak; fasulye, bezelye, mercimek gibi baklagiller; gazlı içecekler; şeker alkolleri; yağlı yemekler; süt ve sütten yapılan peynir gibi ürünler; karbonhidratlar, kafein, süt ve kafein içeren çikolatalar mide şişkinliğine sebep olabilir.

Lahana ve Brokoli

Lahana ve brokolinin yapısında bolca lif bulunur. Bu nedenle mide şişkinliğine yol açabilir.

Soğan ve Sarımsak

Soğan ve sarımsak kök sebzeler grubunda yer alır. Yapılarındaki yüksek lif ve fruktoz sindirim sisteminde sorun yaratabilir.

Baklagiller

Fasulye, bezelye, mercimek gibi baklagillerde de yüksek oranda lif lif ve oligosakkaritler bulunur. Bu nedenle sindirim sırasında, gaz açığa çıkabilir.

Karbonatlı İçecekler

Karbondioksit gazı ile hazırlanan içecekler şişkinliğe sebep olabilir.

Süt ve Süt Ürünleri

Eğer laktoz intoleransınız varsa süt ya da süt ürünleri tüketmeniz halinde mide şişkinliği sorunu yaşayabilirsiniz.

Çok Yağlı Yiyecekler 

Yağlı esinler sindirim sisteminin çalışma hızını kesebilir ve süreçte aksaklıklara neden olarak şişkinlik yapabilir. 

Karbonhidratlar

Kimi kişilerde yüksek miktarda rafine edilmiş karbonhidrat tüketimi mide mide şişkinliği ile sonuçlanabilir.

Kafein

Kafeinli içecekler çok içildiğinde sindirim sistemini uyarır ve şişkinlik gelişebilir. 

Çikolata

Çikolata, kafein ve süt içerebilir, bu da sindirim sistemini etkileyerek şişkinlik yapabilir.

Mide Şişkinliğine Ne İyi Gelir?

Mide şişkinliğinden kurtulmanın en kesin yolu bir doktora giderek altta yatan nedenin tedavisi ile mümkündür. Herhangi bir sağlık sorununuz yoksa doktorunuza danışmak şartıyla evde mide şişkinliğinizi dindirmek için bu yöntemleri deneyebilirsiniz.

Bitki Çayları

Nane, papatya, zencefil, zerdeçal ve rezene gibi bitki çayları sindirime yardımcı olarak gazın giderilmesine katkıda bulunabilir. Karahindiba çayı ise vücutta su tutulmasını hafifletmeye katkıda bulunabilir.

Nane Yağı

Nane yağı hapları bağırsak kaslarınızın gevşemesine katkıda bulunarak hareketsizlik kökenli gaz sorununun rahatlamasına yardımcı olabilir.

Antiasit Kullanımı

Antiasitler sindirim sistemindeki iltihabı hafifletir ve gazın daha kolay geçmesine yardımcı olabilir. Antasitler barındırdıkları simetikon adlı aktif maddesi sayesinde küçük gaz kabarcıklarını birleştirerek çıkışı kolaylaştırabilir.

Magnezyum Takviyesi

Yine doktorunuzun önerisi ve belirttiği süre boyunca kullanabileceğiniz magnezyum takviyeleri mide asidinin nötralize edilmesine ve bağırsak kaslarının gevşemesine yardımcı olabilir. 

Probiyotik Kullanımı

Probiyotikler şaselerinin kullanımı, bağırsak bakterilerinizi dengelemeye katkıda bulunabilir. Probiyotikler besinleri daha iyi sindirmenizi sağlarken sindirim sisteminizde biriken gazların emilmesine yardımcı olabilir. 

Psyllium Kabuğu

Psyllium Kabuğu lifli yapısıyla düzenli olarak dışkılamanıza yardımcı olabilir. 

Düzenli Egzersiz

Düzenli egzersiz ya da yürüyüş yapmak sindirim sisteminizin daha verimli çalışmasını sağlayarak şişkinliğe neden olan gazın vücuıttan atılmasına destek olur. 

Mide Şişkinliğine Neden Olabilen Hastalıklar

Gastrit, ülser, gastroözofageal reflü hastalığı, laktoz intoleransı, sindirim sistemi enfeksiyonları, irritabl bağırsak sendromu, safra kesesi hastalıkları, kronik kabızlık gibi sağlık sorunları mide şişmesine neden olabilir.

Gastrit veya Ülser

Mide iç yüzeyindeki iltihaplanma gastrit olarak adlandırılırken, mide veya onikiparmak bağırsağındaki yaralara ülser denir. Her ikisi de mide şişkinliği ve rahatsızlığa neden olabilir.

Gastroözofageal Reflü Hastalığı

Mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması sonucu oluşan bir durumdur. Bu durum, mide asidinin yemek borusunun iç yüzeyini tahriş ederek şişkinlik ve yanma hissine neden olabilir.

Laktoz İntoleransı

Laktoz intoleransı olan kişiler süt ve süt ürünlerini sindiremezler. Bu durumda, süt ürünleri tüketildiğinde mide şişkinliği ve gaz gibi sindirim sorunları yaşanabilir.

Sindirim Sistemi Enfeksiyonları

Mide şişkinliği ve diğer sindirim sorunları, bakteriyel veya viral enfeksiyonlardan kaynaklanabilir. Örneğin, Helikobakter Pylori adlı bakterinin neden olduğu bir mide enfeksiyonu, gastrite veya ülsere yol açabilir.

İrritabl Bağırsak Sendromu

İrritabl bağırsak sendromu, sindirim sistemi bozuklukları içerisinde sık yaşanan bir sağlık sorunu olarak öne çıkar. İrritabl bağırsak sendromu olan kişilerde mide şişkinliği, gaz, karın ağrısı ve dışkı alışkanlıklarında değişiklikler görülebilir.

Safra Kesesi Hastalıkları

Safra kesesi taşları veya safra kesesi iltihabı gibi durumlar, mide şişkinliği ve ağrıya neden olabilir.

Kronik Kabızlık

Kabızlık, dışkının düzensiz olarak atılması ve bağırsaklarda birikmesi durumudur. Bu durumda da mide şişkinliği sık görülebilir.

Bu belirtiler altta yatan ciddi bir sağlık sorununu işaret edebileceğinden, uzman bir sağlık uzmanına danışmak önemlidir.

Mide Şişkinliği Hangi Hastalıkların Belirtileri Arasında Bulunur?

Gelip geçici bir düzende yaşanan mide şişkinlikleri sıklıkla sindirimle ilgili ya da hormonal nedenlerden kaynaklanır. Bu sorunlar mide şişkinliğinin yanı sıra hasta ve bitkin hissetmenize neden olabilir. Şişkinliğinizin geçmiyor olması başka sorunlardan kaynaklanıyor olabilir. Bu sorunlar arasında şunlar bulunabilir…

Sıvı Birikmesi 

Karaciğer hastalığından, böbrek ya da kalp yetmezliğinden kaynaklanan karın boşluğunda sıvı birikmesi mide şişkinliği nedenlerinden biridir.

Pankreas Yetmezliği 

Pankreasınızın yeterli sindirim enzimi üretememesi halinde mide şişkinliği yaşanabilir.

Mide İltihabı ya da Bağırsak İltihabı

Mide İltihabı ya da Bağırsak İltihabı sıklıkla bakteriyel bir enfeksiyondan ya da yoğun alkol kullanımından kaynaklanır. Peptik ülserler de mide şişkinliği yapabilir. 

Kanser 

Yumurtalık, rahim, kolon, pankreas mide kanseri belirtileri arasında mide şişkinliği bulunabilir.

Mide Şişkinliği Nasıl Tedavi Edilir?

Mide şişkinliğinizin nedeni belirli bir gıda intoleransı, perimenopoz veya tıbbi bir durumdan kaynaklanıyorsa doktorunuz size bazı tetkikler ve tedaviler önerecektir. Mide şişkinliğinde kullanılan tetkik ve tedaviler arasında şunlar bulunur…

Bazı Besinlerin Tüketilmemesi

Bazı besinlere hassasiyetiniz olabilir. Bir diyetisyen, gıda hassasiyetlerinizi belirlemek ve sindirim sisteminizin iyileşmesi için bazı besinleri tüketmemenizi isteyebilir. Doktorunuzun önerisiyle kısa bir süre boyunca sadece bazı besinleri tüketmeniz önerilir. Ardından beslenmenize sırasıyla farklı besinler eklenerek vücudunuzun bu besinlere nasıl tepki verdiği değerlendirilir. Böylece mide şişkinliğine neden olan yiyecekler belirlenir ve bu besinleri tüketmeyerek şişkinlikle başla çıkabilirsiniz. 

Hidrojen Nefes Testi

Basit bir solunum testidir. Bu test ile spesifik şeker intoleransları değerlendirilir. Bu yöntemle birkaç farklı türdeki sindirim sorunları tespit edilebilir. İnce bağırsakta aşırı bakteri üremesi de bu yöntemle tespit edilebilir.

Probiyotik Desteği

Doktorunuz ince bağırsakta aşırı bakteri üremesi sorunundan ya da başka bir bağırsak bakteri dengesizliği teşhisi koyarsa, bakterilerinizi düzenlemek için probiyotik tedavisine uygulayabilir. 

Hormon Tedavisi 

Bazı kadınlar doktor önerisiyle doğum kontrol hapları alarak şişkinlikten ve diğer adetle ilgili sorunlarından kurtulabilir. Hormon replasman tedavisinin sizin için uygun olup olmadığına doktorunuz karar verir.

Antasitler

Antasit temelli ilaçlar besin kaynaklı şişkinliğin giderilmesine katkıda bulunabilir. Böylece vücudunuzda biriken gaz sindirim sisteminizden daha kolay geçer.

Simetikon Etken Maddesi İçeren İlaçlar

Simetikon adlı etken maddeyi ierirn ilaçlar doktor tavsiyesi ile kullanıldığında mide şişkinliğinin tedavisine katkıda bulunabilir.

Mide Şişkinliğini Önlemek İçin Neler Yapılabilir?

Lifli besinler tüketmek, sucuk ve salam gibi işlenmiş gıdalardan uzak durmak, bol su içmek, spor yapmak, besinleri yeterli süre boyunca çiğnemek, hassasiyetinizin olduğu, şişkinliğe neden olduğunu tecrübe ettiğiniz besinlerden uzak durmak, mide şişkinliğini önlemenize katkıda bulunur.

Lifli Besinler Tüketin

Lifli besinler tüketmek sindirim sisteminize iyi gelir. Normal beslenme düzeninizde lifli besinleri fazla tüketmiyorsanız bu besinlerin tüketimini kademeli bir şekilde arttırın. Lifli besinlerin miktarını artırdığınız ilk zamanlarda daha yoğun gaz sorunu yaşamaya başlayabilirsiniz. Ancak bu durum geçidir. Lif oranı yüksek besinler tüketenler otomatik olarak daha fazla su içerler ve bu durum daha az miktarda yemek yiyerek doymanızı sağlar. Lifli besinle ayrıca prebiyotik özelliktedir ve sindirim sisteminizdeki iyi bakterilerin beslenmesine katkıda bulunur.

Su İçmeyi İhmal Etmeyin

Vücudunuzu suya doyurmak sindirim sisteminizin hareketlenmesini sağlar ve sindirilen besinleri yumuşatır. Su tüketimi ayrıca tokluk hissini arttırır.

Spor Yapın

Spor yapmak bağırsaklarınızın hareketlendirir. İş hayatınızın yoğunluğu nedeniyle spor yapamıyorsanız akşam saatlerinde ve hafta sonlarında yürüyüş yapabilirsiniz. Ofiste çalışırken sık sık masanızdan kalkıp biraz yürümek bile mide şişkinliğinin önlenmesine katkıda bulunur. 

İşlenmiş Gıdaları Yemeyin

İşlenmiş gıdalardaki lif oranı düşüktür. Tuz ve yağ miktarı ise yüksektir. Tuzun yüksek olması vücudun su tutmasını teşvik ederken yağlı olması sindirim hızını düşürür. Bütün bu etkenler bir araya geldiğinde ise kabızlık ve mide şişkinliği yaşanır. Bir diğer sorun ise işlenmiş gıdaların besin değerlerinin düşük olmasıdır. Besin değeri düşük bu tür gıdalar kendinizi aç hissetmenize neden olurlar. Bu durum ise daha besin tüketmenize yol açar. 

Besinleri Yeterince Çiğneyin

Yemek yerken gıdaları ağızınızda yeterli sür boyunca çiğneyin. Beslenirken kendinizi doymaya yakın hissettiğinizde yemek yemeyi durdurun. Yediğini besinler midenize ulaştığında tokluk hissi oluşur. Bu nedenle tokluk hissi hissedene kadar yemek yememelisiniz. 

Size Dokunduğunu Bildiğiniz Şeyleri yemeyin

Hassas olduğunuzu,  size dokunduğunu bildiğiniz besinleri tüketmemeye ya da az yemeye özen gösterin. Böylece daha az sorun yaşarsınız.

Mide Şişkinliği Kimlerde Daha Fazla Görülür?

Mide şişkinliği hemen her yaşta her insanda görülebilir. Buna karşın bazı etkenler mide şişkinliğinin daha fazla yaşanmasına yol açabilir. Yavaş sindirimi olan kişiler, gaz yapan yiyecek ve içecekleri tüketenlerde, laktoz intoleransı sorunu ve hormonal değişiklikler yaşayanlarda, irritabl bağırsak sendromu olanlarda, hızlı yemek yiyenlerde, yüksek stres seviyesi olanlarda ve sigara ve tütün türevlerini tüketenlerde mide şişkinliği daha fazla görülür.

Yavaş Sindirim Sorunu 

Sindirim sistemi yavaş olanlarda, tam olarak sindirilmemiş besinler bağırsaklarda kümelenerek şişkinlik yapabilir.

Gaz Yapan Besinler Tüketmek

Karnabahar, lahana gibi gaz yapıcı yiyeceklerin tüketilmesi, şişkinlik yaşanma ihtimalini arttırır. Kola, gazoz gibi gazlı içecekler, çikolata, sakız ve kimi tatlandırıcılar mide şişkinliği yapabilir.

Laktoz İntoleransı

Laktoz intoleransı olan kişiler, süt ve peynir benzeri süt ürünlerini sindirmekte zorlanırlalr ve bu durum şişkinliğe neden olabilir.

Adet Dönemi Hormonal Değişiklikler

Kadınlar özellikle adet öncesi ya da gebelik dönemlerinde hormonal değişiklikler yaşarlar ve bu durum mide şişkinliği yaşanmasına neden olur.

İrritabl Bağırsak Sendromu

İrritabl bağırsak sendromu olan kişilerde sık sık mide şişkinliği yaşanabilir. 

Hızlı Yemek Yeme

Hızlı yemek yeme veya az çiğneme, sindirimin zorlaşmasına ve dolayısıyla mide şişkinliğine neden olabilir.

Sigara Kullanımı

Sigara ve diğer tütün türevleri tüketen kişilerde mide asidi üretimi artar yaşanan bu durum ve sindirim sürecini etkileyebilir mide şişkinliği yaşanmasına neden olabilir.

Stres

Stres ve kaygı bozukluğu olan kişilerde sindirim sistemini etkilenir ve mide şişkinliği yaşanabilir.

Mide Şişkinliğine Ne İyi Gelir Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Mide Şişkinliği Gebelik Belirtisi midir?

Mide şişkinliği hamilelik belirtileri arasında bulunur. Gebelik dönemimde yaşanan hormon kökenli değişiklikler ve fizyolojik farklılaşmalar sindirim sistemimi de rutin düzenden uzaklaştırır. Hamileliğin ilk dönemlerinde progesteron hormonu artar. Progesteron hormonunun artması sindirim sisteminin yavaşlamasına sebep olur. Böylece tüketilen besinlerin sindirimi daha uzun sürmesine ve dolayısı ile mide şişkinliğine ve gaz baskısına yol açar. Bir diğer etken ise hamilelik sırasında uterusun büyümesi ve mideye baskı yaparak gastroözofageal reflüye yol açar ve beraberinde mide yanması ve şişkinlik görülür.

Mide şişkinliği Nefes Darlığı Yapar mı?

Mide şişkinliği karın civarında baskıya neden olarak diyaframın alt kısmına baskı yapabilir. Bu nedenle diyaframda oluşan baskı nefes alıp vermeyi güçleştirir ya da sık aralıklarla nefes alınasına neden olur. Yaşanan bu tabloya gastroözofageal reflü de eşlik ederse, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması nedeniyle solunum sorunları gelişebilir. 

Hamilelikte Mide Şişkinliğine Ne İyi Gelir?

Hamilelikte mide şişkinliğine dengeli ve hafif beslenme, ağır ve yüksek miktarda yağ barındıran yiyecekleri tüketmeme, lifli ve sindirimi daha kolay yiyeceklere yönelme, bol sıvı tüketimi, nane çayı ve zencefil çayı gibi bitkisel çayların tüketimi, çok zorlu olmamak kaydıyla egzersiz yapmak, baharatlı ve acı yiyecekler tüketmemek, yemekten hemen sonra uyumamak ve uzanmamak, dar elbiseler giymemek, yatarken yüksek yastık kullanmak mide şişkinliğine iyi gelebilir.

Mideyi Rahatlatan İçecekler Nelerdir?

Nane Çayı mideyi sakinleştirebilir, sindirimi kolaylaştırabilir ve gazı azaltabilir. Zencefil çayı sindirimi rahatlatabilir ve böylece mide şişkinliğini rahatlatabilir, papatya çayı mideyi sakinleştirebilir ve sindirim sorunlarını hafifletebilir. Rezene çayı sindirimin rahatlatabilir ve mide kramplarını azaltarak gaz miktarını düşürebilir, zencefilli limonlu su rahatsızlıkların giderilmesine katkıda bulunabilir. Evde yapılmış elma suyu, mideyi yatıştırabilir ve sindirimi kolaylaştırabilir, hindistancevizi suyu hidrasyona katkıda bulunarak sindirimi destekleyebilir.

Karın Şişliğine Hangi Hareketler İyi Gelir?

  • Mide şişkinliğine iyi gelebilecek en kolay yapılabilecek hareketler listesinin başında yavaş ve düzenli bir tempoda yürümek yer alır. 
  • Yürüyüş dışında dairesel hareketlerle mideye masaj yapılması mide şişkinliğine iyi gelir. 
  • Bir kedi gibi sırtı kamburlaştırmanın ardından sırtı düzleştirerek karnı yere doğru baskılamak sindirim sisteminin hareketlenmesine katkıda bulunur. 
  • Yere sırt üstü uzanarak kollarınızı başınızın üstünde çapraz pozisyona getirin ve bacaklarınızı karnınıza doğru geririp bir süre bu pozisyonda kalarak bacaklarınızı tekrar uzatın.
  • Meditasyon ve derin nefes egzersizleri yapın. Stresin azalması sindirimi de rahatlatır.
  • Bazı yoga hareketleri karın bölgesini rahatlatabilir. 

Tüm bu hareketler sindirime katkıda bulunarak karın bölgesindeki gazın çıkmasına yardımcı olur.

Reflü Hastalığı Mide Şişkinliği Yapar mı?

Mide şişkinliği nedenlerinde biri de reflü hastalığıdır. Reflü hastalığında mide asidi yemek borusuna kaçarak mide şişkinliği, yanma hissi, mide ekşimesi ve mide yanması gibi belirtilere neden olabilir.

Mide Şişkinliği Ne Kadar Sürede Geçer?

Şişkinliğiniz yediğiniz, içtiğiniz bir şeyden ya da hormon dalgalanmalarından kaynaklanıyorsa birkaç saat ila birkaç gün içinde azalmaya başlar. Kabızsanız dışkılamaya başlayıncaya kadar azalmaz. Su, egzersiz ve bitki çayları size yardımcı olabilir. 

Mide Şişkinliğinde Bunlara Dikkat!

  • Mide şişkinliğiniz giderek kötüleşiyorsa,
  • Yedi günden uzun süredir devam ediyorsa,
  • Sürekli olarak ağrıya neden oluyorsa,
  • Mide şişkinliğine ateş, kusma veya kanama başka belirtiler geliyorsa mutlak doktora gitmelisiniz.

ACIBADEM HAYAT

Yüksek Tansiyonun Yol Açtığı 6 Hastalığa Dikkat!

Yüksek kan basıncı yani hipertansiyon; baş ağrısı, burun kanaması, nefes darlığı, halsizlik gibi belirtilerle kendini gösterebildiği gibi genellikle herhangi bir şikayete yol açmaz. Bu nedenle  ‘ sessiz katil’ olarak da adlandırılan hipertansiyon kontrol altına alınmadığında ciddi hastalıklara da zemin hazırlayarak hayati tehlikeye neden olabilir. 

Kan basıncı yani tansiyon, kalbin pompa hareketiyle vücuda gönderdiği kanın damar duvarlarında yaptığı ba­sıncın ölçümüdür. Hipertansiyon ise damar duvarlarındaki kanın oluşturduğu bu basıncın devamlı olarak yüksek olmasıdır. Yüksek tansiyon sıklıkla uzun süre hiç belirti vermeden vücutta önemli hasarlara yol açabilir.

Risk grubundakiler önlem almalı

  • Ailesinde yüksek tansiyon olanlar ( Genetik yatkınlık)
  • Kalp damar hastalığı olanlar
  • Diyabet yani şeker hastalığı olanlar
  • Hamileler 
  • İleri yaştaki bireyler
  • Fazla kilosu olanlar
  • Hareketsiz kişiler
  • Çok fazla alkol tüketenler
  • Yağlı ve tuzlu besinleri sık tüketenler
  • Diyette yetersiz potasyum, kalsiyum, magnezyum ve protein alanlar
  • Sigara içenler
  • Uyku apne sendromu olanlar
  • Böbrek hastaları
  • Doğum kontrol hapları, bazı ağrı kesiciler, steroidler, bazı zayıflama haplarını ve psikiyatrik ilaçları kullanan bireyler
  • Bazı endokrinolojik hastalığı olanlar ( Tiroit, paratiroit, böbrek üstü bezi, hipofiz hastalıkları vs )

Yüksek tansiyon bu hastalıkları beraberinde getirebilir

Hipertansiyonun hasar oluşturduğu başlıca hedef organlar kalp, beyin, gözler, böbrekler ve atardamarlardır. Hedef organlarda hipertansiyona yanıt olarak öncelikle bazı savunma ve dengeleme mekanizmaları başlar ancak bu süreçte tansiyon tedavi edilmeyip, yüksek kalmaya devam ederse geri dönüşümsüz kalıcı hasralar oluşur. Bu dengeleme mekanizmalarının organlar üzerindeki ilk etkileri organ fonksiyonları henüz bozulmadan çeşitli testlerle saptanabilir.

  • Kalp yetersizliği: Hipertansiyonda yüksek basıncına karşı çalışmak kalbin iş yükünü artırır. Büyük çoğunluğu kastan oluşan kalp, bu iş yükünü karşılayabilmek için kalınlaşır. Artan bu kas kitlesi kalbin öncelikle gevşeme fonksiyonunu bozar. Bu dönemde tedavi edilmezse zamanla kalbin kasılma fonksiyonu da bozulmaya başlar. Bu şekilde zamanla diyastolik (gevşeme) fonksiyon bozukluğuna sistolik (kasılma ) fonksiyon bozukluğu eklenir.
  • Kalp krizi: Hipertansiyon hem koroner ateroskleroz yani damar sertliği gelişimini hızlandırır hem de artan kas dokusu koroner dolaşımda değişikliklere yol açar. Koroner damarlarda direnç artar ve rezerv azalır. Bütün bu nedenlere bağlı olarak hipertansiyonu olan kişilerde kalbin beslenmesi bozulabilir. Kalp kasında kalınlaşma olan bir hasta kalp krizi geçirirse krizin ilerleme hızı daha fazladır. Hasta kriz geçirirken antihipertansif tedavi alıyorsa bu değişiklikler önlenebilir. Yine bu hastalarda iskemiye yanıt olarak daha fazla ritim bozukluğu ve ani ölüm görülebilir.
  • Aort anevrizması: Aortun bir veya daha fazla kısmında meydana gelen lokal genişlemelere anevrizma denir. Abdominal yani karın bölgesi aort anevrizmasına torasik yani göğüs bölgesi aort anevrizmasından daha sık rastlanır. Hastaların çoğunda herhangi bir şikayet yoktur ancak bazen bel, karın ve sırt ağrıları bulunabilir. Hipertansiyon anevrizma gelişimi için bilinen en önemli risk faktörüdür. Aort anevrizmasının önlenmesi için yüksek tansiyonun kontrol altına alınması önemlidir.
  • İnme: İnme geçirme riski, hipertansiyonu olanlarda, olmayanlara göre 4-5 kat daha fazladır. Hipertansiyon hem beyine kan sağlayan damarın daralması veya tıkanması ile oluşan iskemik inmenin hem de beyin damarlarının içinde zayıf noktalar ve anevrizmalar oluşturup bunların yırtılması sonucunda kanama olması ile görülen hemorajik inmenin en önemli risk faktörüdür. Önemi görülme sıklığının çok sık olmasının yanında uygun tedavi ile oluşturduğu riskin belirgin derecede azaltılabiliyor olmasından kaynaklanır.
  • Böbrek yetersizliği: Hipertansiyon damarları etkileyen bir hastalık olduğu için kalp ve beyin gibi böbrekleri de hedef organ olarak seçmektedir. Kan basıncı ne kadar yüksekse böbrek yetersizliği gelişme riski o kadar artar. Hipertansiyon böbrek hasarının hem nedeni hem de sonucudur. Kronik böbrek hastalığı sekonder yani farklı sebeplere bağlı olarak gelişen ikinci hipertansiyonun en sık nedenidir. Bazı böbrek hastalıklarında ilk bulgu yüksek tansiyon olmaktadır.
  • Görme bozuklukları: Yüksek tansiyon gözün retina denilen tabakasında damar sertliği, kanama ve hasara yol açabilir. Retina değişikliklerinin izlenmesinin hipertansiyona bağlı küçük damar hasarının doğrudan değerlendirilmesinin en önemli yolu olması nedeniyle hipertansiyonlu her hastada hem tanı hem de takip açısından önemlidir. Bir başka önemi de risk belirleyici olmasıdır.

Yüksek tansiyon hastalarına öneriler

  • Eğer tansiyon değerlerini yüksek ölçüyorsanız ya da yüksek tansiyon tanısı aldıysanız sonuçlarınızı ve yapılması gerekenleri konuşmak için doktora başvurun.
  • Evde tansiyon değerlerinizi tavsiye edilen şekilde ölçün.
  • Hangi evrede olursa olsun yaşam tarzı değişikliği yapmayı ihmal etmeyin.
  • Az yağlı ve az tuzlu sağlıklı yiyecekler tüketin.
  • İdeal vücut ağırlığınızı koruyun.
  • Fiziksel olarak hareketli yaşayın.
  • Sigarayı bırakın, alkolden uzak durun.
  • Stresi mümkün olduğunca azaltın.
  • Doktorun uygulamaya başladığı tedaviyi aksatmayın ve kan basıncınızı düzenli takip edin.

 Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Gülsüm Bingöl

Kolesterol Nedir? Yüksekliği & Düşüklüğü Tedavisi

Son yıllarda beslenme ve sağlık alanında pek çok tartışmaya konu olan kolesterol, günümüzde pek çok insanın mücadele ettiği kalp ve damar hastalıklarının oluşumunda etkilidir. Vücutta sentezlenmesinin yanı sıra hayvansal kaynaklı besinlerle birlikte beslenme yolu ile de vücuda alınan kolesterolün kandaki seviyesinin yüksek seyretmesi birçok kronik hastalığın oluşumuna zemin hazırlar. Bu nedenle özellikle kolesterol yüksekliği bulunan kişiler başta olmak üzere sağlığına önem veren herkesin kolesterol seviyesini dengede tutması, sağlıklı beslenmesi gerekir.

Kolesterol, hayvan hücrelerinin zarlarında bulunan ve aynı zamanda kan plazmasında taşınan, vücutta özellikle endokrin sistem ve sindirim sisteminde birtakım görevlere sahip olan yağ benzeri bir maddedir.

Hayvansal kaynaklı besinlerde bulunan ve bu besinlerin tüketilmesi ile vücuda alınan kolesterol, aynı zamanda vücutta da karaciğer başta olmak üzere ince bağırsak, böbrek üstü bezleri, üreme organları gibi pek çok dokuda sentezlenebilme özelliğine sahiptir.

Tüm vücut hücrelerinde bulunan ve hücre zarının temel bileşenleri arasında yer alan kolesterolün vücutta pek çok işlevi vardır. Buna karşılık kandaki kolesterol seviyesinin normalin üzerine çıkması, kalp ve damar hastalıkları ve safra kesesi hastalıkları gibi pek çok hastalığa zemin hazırlar. Kanda biriken kötü kolesterol, damar duvarlarına yerleşerek damar tıkanıklarının oluşmasına neden olur.

Ayrıca yine normalden yüksek seviyede olan kolesterol, safra kesesinde bulunan bazı maddeler ile birleşerek safra taşlarının oluşumuna yol açabilir. Safra sıvısı kolesterol ve safra tuzundan meydana gelir. İnce bağırsağa salgılanan bu sıvı sayesinde yağ yapıdaki moleküllerin ve yağda çözünen A, D, E, K gibi vitaminlerin emilimi sağlanır.

Yağ yapıdaki kolesterol molekülü insan yaşamı için oldukça önemlidir. Kolesterol, hücre zarının akışkanlığını sağlamak, D vitamini ve steroid yapıdaki hormonların sentezinde kullanılmak gibi çeşitli özellikleri mevcuttur. Kolesterol yağ yapıda olması nedeniyle kan dolaşımında trigliseritler ile birlikte çeşitli lipoprotein partiküllerin içerisinde taşınır. HDL, IDL, LDL, VLDL ve şilomikronlar bu lipoprotein partiküllerini oluştururlar.

Kolesterol Çeşitleri Nelerdir?

Halk arasında kolesterol çeşidi olarak bilinen kavram aslında kolesterolü taşıyan lipoprotein çeşidinin ifade şeklidir. Bu bağlamda kolesterol taşıyan lipoproteinlerin pek çok türü olmasına karşın iyi kolesterol (HDL) ve kötü kolesterol (LDL), en yaygın olarak bilinen iki kolesterol türünü oluşturur.

İyi kolesterol olarak bilinen HDL (yüksek yoğunluklu lipoprotein), kolesterol gibi yağ yapıdaki maddelerin, doku ve damarlardan karaciğer hücrelerine taşınmasını sağlar ve bu sayede kolesterolün damar çeperlerinde birikmesini önleyerek kalp ve damar hastalıklarının oluşumunu önleme rolü üstlenir.

Buna karşılık kötü kolesterol olarak bilinen LDL (düşük yoğunluklu lipoprotein) ise dokudaki kolesterolü vücutta ihtiyaç duyulan bölgelere taşımakla görevlidir. Fakat kanda LDL seviyesinin yükselmesi, damarlarda kolesterolün birikmesine neden olarak kalp ve damar hastalıklarının oluşumuna zemin hazırlar ve bu sebeple kötü kolesterol olarak adlandırılır. Arterlerin (atardamar) duvarında plak oluşması ateroskleroz olarak tanımlanır.

Damar içerisinde yer alan bu plak üzerinde kan pıhtısı toplanma riski mevcuttur. Eğer bu pıhtılar ya da plak çeperden koparak serbest hale geçerse kalp veya beyin gibi hayati organların beslenmesinden sorumlu damarları tıkayabilir. Bu durumun sonucunda ise kişi yaşamı tehdit eden inme ve kalp krizi gibi ağır problemler yaşayabilir.

Bu etkisi dışında plak kopmadan da bulunduğu bölgeden itibaren kan ve oksijen geçişini sınırlayıcı etki yapması nedeniyle böbrek rahatsızlığına veya periferik arter hastalığı olarak isimlendirilen rahatsızlıkların gelişimine neden olabilir.

HDL ve LDL’nin haricinde diğer kolesterol çeşitleri şunlardır:

  • VLDL (Çok Düşük Yoğunluklu Lipoprotein)

Karaciğerde bulunan lipid gruplarının yağ dokusuna ve kaslara taşınmasında görev alır. VLDL genel olarak trigileseritleri taşıma görevini üstlenir. Vücudun bu fonksiyonu için belirli bir miktar VLDL’ye ihtiyaç duyduğu söylenebilir ancak LDL’de olduğu gibi yüksek düzeylerdeki VLDL kolesterolü de damar duvarında plak oluşumunu tetikleyici özellik gösterebilir.

  • Şilomikronlar

En büyük hacme sahip olan lipoprotein grubu olan şilomikronlar, kolesterol ve lipidlerin bağırsaktan emilim sonrasında karaciğere taşınmasını sağlarlar.

  • Trigliseridler

Vücut hücrelerinde bulunan yağların depolandığı formu trigliserid olarak adlandırılır. Kolesterolü hormon üretiminde ya da hücre zarında yapısal eleman olarak kullanan hücreler, trigliseritleri bir enerji kaynağı olarak değerlendirir. Vücudun ihtiyacından fazla kalori tüketerek beslenen kişilerde vücut bu ekstra metabolik enerjiyi trigliserit olarak depolar. Kişi bu şekilde beslenmeye devam ettiği sürece trigliserit seviyelerinde bir yükselme meydana gelir. Trigliserit yüksekliği ise kötü kolesterol için olduğu gibi kalp hastalıkları ve inme gibi ağır sonuçların doğmasına neden olabilir.

Hekimler rutin kan tetkikleri vasıtası ile kişinin hem kolesterol hem de trigliserit değerlerinin ölçümünü gerçekleştirebilir.

Kolesterol Değeri Kaç Olmalıdır?

Vücudun normal fonksiyonlarının korunması ve kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskinin azaltılabilmesi adına kandaki kolesterol düzeylerinin normal aralıklar içerisinde olması oldukça önemlidir.

Sağlıklı olarak nitelendirilen bir bireyde kandaki LDL düzeyi 130 mg/dL’nin altında, total kolesterol 200 mg/dL’nin altında, trigliserid düzeyi 150 mg/dL’nin altında ve HDL düzeyi kadınlarda 40 mg/dL, erkeklerde ise 50 mg/dL’nin üzerinde olarak tespit edilir. Yapılan kan testleri sonucunda kolesterol ve trigliserid düzeylerinin belirtilen aralıkların dışında olduğunun tespit edilmesi halinde ise bu durumun nedeni tespit edilerek kişiye uygun tedavinin planlanlanması gerçekleştirilir.

Total kan kolesterolü HDL, LDL ve toplam trigliserit miktraının yaklaşık olarak 5’te 1’ini içeren parametredir. Total kolesterolü yüksek olarak tespit edilen kişilerde LDL değeri için sınır değer, desilitrede 100 miligram olarak belirlenmiştir.

Kolesterol Neden Yükselir?

Kandaki kolesterol seviyesinin normalin üzerinde olmasının iki farklı nedeni vardır. Bunlardan ilki diyetle vücuda alınan kolesterol miktarının yüksek olmasıdır. Kolesterol hayvansal kaynaklı besinlerle vücuda alınır.

Hayvansal kaynaklı besinlerin aşırı tüketilmesi, trans yağ içeren fast food ve kızartma ürünlerinin sıklıkla tüketilmesi ve hayvansal yağların fazla kullanımı, vücuda yüksek miktarlarda kolesterol alınmasına neden olur. Beslenme dışında kolesterol yüksekliğine katkıda bulunabilecek yaşam tarzı faktörleri hareketsiz yaşam ve tütün kullanımıdır.

Besinlerle alınan kolesterole ek olarak vücutta da kolesterol sentezi yapılır. Bu nedenle kolesterol yükselmesinin ikinci nedeni vücutta endojen kolesterol üretiminin fazla olmasıdır. Vücuttaki kolesterol üretiminin fazla olmasının sebepleri üzerinde yapılan araştırmalar devam etse de yüksek kolesterolün fazla kilo ve genetik yatkınlıkla yakından ilişkili olduğu bilinmektedir.

Fazla kilodan kaynaklanan kolestrol tedavisi için hastalar obezite cerrahisi branşlarından yardım alabilir. Yine bu hastalarda verilmesi gereken kilo miktarı daha düşükse mide balonu nedir diye merak edilip kilo vermede etkili bu yönteme de hekim tavsiye ederse başvurulabilir.

Ailesinde hiperlipidemi (kanda yağ yapıdaki maddelerde artış) öyküsü bulunan kişiler ideal kiloda olmalarına ve sağlıklı bir diyet uygulamalarına rağmen kolesterol yüksekliği sorununa sahip olabilirler. Nadir görülen bu genetik geçişli familyal hiperkolesterolemi hastalarında LDL kolesterolün vücuttan atılımı gerçekleşemez.

Familyal hiperkolesterolemi hastalarında yapılan ölçümlerin sonucunda total kolesterol değerleri 300 mg/dL’nin üzerinde olarak tespit edilirken, LDL kolesterol değerleri ise 200 mg/dL’nin üzerinde olarak sonuçlanır. Yüksek LDL seviyesi bu kişilerde kalp krizi ve inme gibi durumların daha genç yaşlarda meydana gelmesine neden olabileceği için dikkatli olunmalıdır.

Bu faktörler dışında birçok farklı durum kişilerde kolesterol seviyesi yüksekliğine neden olabilir:

  • Aşırı kilolu ya da obez olmak
  • Sağlıksız beslenme alışkanlıklarına sahip olmak
  • Düzenli egzersiz yapmamak
  • Tütün ürünleri kullanmak
  • Ailede yüksek kolesterole sahip bireylerin olması
  • Şeker hastalığı
  • Böbrek hastalıkları
  • Hipotiroidizm
  • Bel çevresinin erkeklerde 100, kadınlarda 89 santimetrenin üzerinde olması

Kolesterol Belirtileri Nelerdir?

Yüksek kolesterol, kandaki seviyesinin yükselmesinin neden olduğu birtakım semptomlara ek olarak yol açtığı hastalıklar nedeniyle de bazı belirtilerle kendini gösterir.

Bu belirtilerden en yaygın olanları şu şekilde sıralanabilir:

  • Yüzde ve özellikle göz çevresinde oluşan sarı renkli yağ bezeleri
  • Göğüs ağrısı
  • Halsizlik ve yorgunluk
  • Ayak ve bacaklarda ağrı, uyuşma
  • Baş dönmesi
  • Yaraların geç iyileşmesi
  • Solgun görünümlü cilt
  • Nefes darlığı
  • Deri altında yağ birikmesi
  • Ciltte lekelenmeler
  • Vücudun bazı bölgelerinde morarmalar

Çoğu yüksek kolesterol vakası sessiz bir seyir izleme eğilimindedir ve bu nedenle hastalık tablosu gelişene kadar belirgin bir semptom ortaya çıkmayabilir. Bu durum rutin kontrollerde kolestrol seviyesinin incelenmesini daha değerli kılar. Özellikle 20 yaşın üzerindeki bireylerde rutin olarak kolestrol seviyelerinin takip altında tutulması önerilir.

LDL kolesterolden farklı olarak HDL kolesterol seviyesinin yüksek olarak tespit edilmesi kalp ve damar hastalıklarına karşı vücudun normal fonksiyonlarını koruyucu etki gösterebilir. İdeal HDL düzeyleri cinsiyetler arasında değişkenlik göstermekle birlikte 40-60 mg/dL arasında kabul edilir.

Yüksek Kolesterol Tanısı Nasıldır?

Kolesterol seviyelerinin tespit edilmesi lipid paneli olarak ifade edilen basit bir kan tetkiki vasıtası ile gerçekleştirilebilir. Bu tetkik vasıtasıyla kişinin total kolesterol değeri ile birlikte LDL,HDL ve trigliserit seviyelerini ortaya çıkarır. Hastadan kan örneği alındıktan sonra analiz için laboratuvara gönderildiği bu testin hazırlık sürecinde, tetkikten 12 saat öncesine kadar hastadan bir şey yiyip içmemesi istenebilir.

Yüksek kolesterol bir kişinin LDL kolesterolünün 190 mg/dL’nin üzerinde olması, LDL değeri 160 mg/dL üzerindeyken bir risk faktörünün eşlik etmesi veya 130 mg/dL üzerindeki LDL değerlerine 2 farklı risk faktörünün eşlik etmesi olarak tanımlanabilir. Birçok farklı durum bu önemli risk faktörleri arasında yer alır:

  • Erkeklerde 45, kadınlarda 55 yaşın üzerinde olmak
  • Aile içerisinde aterosklerotik hastalık yaşamış bireylerin bulunması
  • Hipertansiyon
  • Şeker hastalığı
  • Tütün kullanımı
  • HDL kolesterol düşüklüğü

Kolesterolü Ne Düşürür?

Yüksek kan kolesterol düzeylerine sahip olan kişilerde damar sertliği, damar tıkanıklığı ve daha ileri düzeyde oluşabilecek kalp ve damar hastalıklarının oluşumunun önlenebilmesi için kolesterol düşürücü tedavi planı derhal başlatılır.

Kolesterol ilacı olarak bilinen statin grubu ilaçlar, çoğu zaman hiperlipidemi hastalarında kolesterolün düşürülmesi için hekimler tarafından başvurulan ajanlar içerisinde yer alır. Bu ve benzeri ilaçlar dışında yüksek kolesterole ne iyi gelir ve kolesterol nasıl düşer gibi sorulara yanıt teşkil edebilen çeşitli yaşam tarzı değişiklikleri de gereklidir:

  • Düzenli Fiziksel Aktivite

Günde 30 dakika ve haftanın 5 günü gerçekleştirilen herhangi bir düzeydeki düzenli fiziksel aktivite LDL kolesterol ve trigliserit düzeyleri üzerinde azaltıcı etki gösterirken HDL kolesterol düzeyinde ise artırıcı etki yapar. Bu fiziksel aktivite için yürüme, koşma veya yüzme gibi aktivitelerden kişiye uygun olanı seçilir.

Egzersiz ile birlikte aynı zamanda kişi fazla kilolarından kurtulabilir. Aşırı kilolu kişilerin vücut ağırlığının yaklaşık olarak %5-10’u arasında azalması, kolesterol seviyelerinin kontrolünde önemli katkı sağlayabilir.

  • Tütün Kullanımının Sonlandırılması

Tütün kullanımı sonrasında vücutta gelen bir diğer önemli değişiklik de HDL kolesterol düzeyinde düşme meydana gelmesidir. Düşük HDL düzeyleri bu alışkanlığa sahip kişilerin kan damarlarının hasara yatkınlığına artırıcı etki yapar. Dolayısıyla tütün kullanan kişilerde kalp ve damar rahatsızlıklarının gelişimine dair bir risk artışı söz konusu olabilir.

  • Kolesterol Diyeti

Hekimin önerileri de göz önünde bulundurularak diyetisyen tarafından hazırlanacak olan bir beslenme planı, diyet yolu ile vücuda alınan kolesterol miktarının azaltılmasını ve bu sayede kandaki yüksek kolesterol düzeyinin normale indirilmesini amaçlar.

Kolesterolün neredeyse tama yakını hayvansal kaynaklı besinler ile vücuda alınmakta olduğu için bu besinlerin beslenme planı içerisine dengeli bir şekilde dağıtılması gerekir. Bu diyet ile vücuda günlük olarak alınan kolesterol miktarı 300 mg’ın altında tutulması hedeflenir. Bu miktarın içindeki LDL kolesterol değeri 100 mg/dL ve trigliserit seviyesi 150 mg/dL’den daha düşük olarak ayarlanır.

Beslenme alışkanlığı değişikliklerinde genel olarak süt ve süt ürünlerinin yarım yağlı veya yağsız olanlarının tercih edilmesi, kolesterol seviyelerinin dengelenmesine yardımcı olan omega-3 gibi doymamış yağ asitleri içeren besinlerin tüketilmesi, kırmızı et tüketiminin haftada 1-2 günü geçmemesi ve işlenmiş ürünlerden uzak durulması yer alır.

Kolesterol diyeti uygulayan kişilerde, kolesterol seviyesini yükselten ve vücuda daha pek çok farklı zarara yol açan trans yağ asitlerini içeren fast food ürünlerinin de tüketilmemesi gerekir. Tereyağı ve kuyruk yağı gibi hayvansal kaynaklı yağlar diyetten çıkarılırken taze sebze ve meyve tüketimine ağırlık verilir. Akdeniz diyeti, beslenme alışkanlığı değişikliği için iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Bu beslenme planı içerisinde yer alan besinler aynı zamanda HDL kolestrol seviyesinin yükselmesine katkı sağlayabilir. Zeytinyağı, baklagiller, tam buğday ürünler, yüksek lifli meyveler, somon ve orkinos gibi yağlı balıklar, kuruyemişler ve çiya gibi tohumlar, Akdeniz diyeti içerisinde yer alan gıdalara örnek teşkil eder.

Kolesterol diyetlerinde oldukça fazla tartışılan bir besin olan yumurta hakkında bilim dünyasında pek çok farklı görüş bulunmaktadır. Fakat son yapılan çalışmalarda yumurtanın kolesterol içeriğinin yüksek görünmesine karşın yağ asidi örüntüsünün oldukça dengeli olması nedeniyle kan kolesterolünü yükseltici etki yapmadığı üzerinde durulmaktadır. Bu nedenle protein kalitesi oldukça yüksek ve besleyici olan yumurtanın kolesterol diyetlerinde haftada 2-3 kez tüketiminde herhangi bir sakınca olmadığı öne sürülmektedir.

Normalde sağlıklı bireylerde besinler ile vücuda alınan kolesterol miktarının 300 mg’ın altında olması hedeflenir. Hiperlipidemi hastalarında da beslenme planı uygulanarak kan kolesterol seviyesinin yükseklik derecesine göre diyetin kolesterol içeriği 300 mg’ın altına, eğer kan kolesterol seviyesi hayati risk oluşturacak şekilde aşırı yüksek seyrediyorsa 200-250 mg’ın altına indirilmelidir.

İlaç tedavisinin gerekli olup olmadığı, kan kolesterol ve trigliserid düzeylerinin ne derece yüksek olduğu göz önünde bulundurularak hekim tarafından belirlenir. İlaç haricinde kolesterol hastalarında tedavi planının en önemli basamağı diyettir. Kolesterolün medikal tedavisinde başvurulan ilaçların başında statinler gelir. Bu ilaç grubu ile hastanın karaciğerinde aşırı kolesterol üretiminin önüne geçmek amaçlanır. Statin grubu ilaçlar dışında yüksek kolesterol tedavisi amacıyla safra ile atılımını artıran veya bağırsaklardan emilimini azaltan ilaçlara da başvurulabilir.

20 yaşından itibaren herkesin kolesterol seviyelerini her 5 yılda 1 düzenli olarak kontrol ettirmesi önerilir. Yakın takip için ise erkeklerde önerilen yaş sınırı 45’tir. Kadınlarda kolesterol seviyeleri menopoz döneminin öncesinde genel olarak düşük seyretme eğilimindedir ve kişide kolesterol seviyesi yaşamının bu noktasından itibaren yükselmeye başlar. Bu durum ve toplumsal ortalama menopoz yaşı göz önüne alındığında kadınlarda kolesterol seviyelerinin daha sıkı olarak takip edilmesi için önerilen yaş sınırı 55’tir.

Eğer siz de yüksek kolesterol tanısı almış bir birey iseniz bir sağlık kuruluşuna başvurarak rutin kan testlerinizi düzenli olarak yaptırmalı ve hekiminin vereceği öneriler doğrultusunda tedavi planını uygulamaya özen göstermelisiniz.

Kolesterole Ne İyi Gelir?

Kolesterole iyi gelen yiyecekler ve besinler şunlardır:

  • Balık: Balık, özellikle somon, uskumru, alabalık ve sardalya gibi yağlı balıklar, omega-3 yağ asitleri açısından zengindir.
  • Yulaf ezmesi: Yulaf ezmesi, çözünebilir lif açısından zengindir. Çözünebilir lif, kolesterolün bağırsaklardan emilimini azaltarak kandaki düzeyini düşürmeye yardımcı olur.
  • Ahududu: Ahududu, pterostilben adı verilen bir bileşik içerir. Pterostilben, kolesterolü düşürmeye yardımcı olduğu düşünülmektedir.
  • Lif açısından zengin sebzeler: Fasulye, mercimek, nohut, pancar, havuç, karnabahar ve brokoli gibi lif açısından zengin sebzeler, kolesterolü düşürmeye yardımcı olabilir.
  • Tam tahıllar: Tam tahıllar, lif ve antioksidanlar açısından zengindir. Lif ve antioksidanlar, kolesterolü düşürmeye yardımcı olabilir.
  • Sağlıklı yağlar: Özellikle doymamış yağlar tercih edilmelidir. Zeytinyağı, avokado ve fındık gibi kaynaklardan bu yağları alabilirsiniz.

Kolesterol Hakkında Sık Sorulan Sorular 

Kolesterol nasıl düşer?

Kolesterolü düşürmek için uygulanabilecek birçok yöntem vardır. Bunlar arasında: Lif, meyve, sebze ve tam tahıllar gibi kolesterolü düşürmeye yardımcı olan yiyecekleri tüketerek kolesterolü düşürecek bir diyet programı uygulamak, haftada en az 150 dakika orta düzeyde veya 75 dakika şiddetli aerobik egzersizi yapmak ve fazla kilolardan kurtulmak kolesterolü düşürmeye yardımcı olur.

Kolesterol neden olur?

Ailesinde kolesterol yüksekliği olan kişilerde kolesterol yüksekliği gelişme riski daha yüksektir. Bunun dışında; Doymuş yağ, trans yağ ve kolesterolü yüksek yiyecekleri tüketmek, fazla kilolu veya obez olmak, diyabet ve böbrek hastalığı bulunması kolesterole neden olur.

Evde kolesterol ölçümü nasıl yapılır?

Kolesterolü evde ölçmek için eczaneden kan test cihazları alınılabilir. Bu test ile parmak ucundan kan örneği alınarak, analiz edilir.

Zayıf insanlarda kolesterol yüksekliği neden olur?

Kolesterol yüksekliği sadece kilolu veya obez bireylerde değil, herhangi bir vücut tipindeki kişilerde görülebilir. Kolesterol yüksekliği, genetik faktörler, beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik ve diğer faktörlere bağlı olarak ortaya çıkabilir.

Evde kolesterol nasıl düşürülür?

Düzenli egzersiz yaparak, lif bakımından zengin yiyecekler ve omega 3 yağ asitlerini içeren yiyecekleri tüketerek, kolesterol seviyelerinizi düşürebilirsiniz. 

Sağlıklı Tırnaklar İçin Öneriler

Tırnaklarınızda oluşan sorunları sadece bakarak dahi görebilirsiniz. Bazen ince, yatay ve beyaz çizgiler ya da tırnak yüzeyinde çukurlar oluşabilir. Ayrıca renk değişiklikleri de çok sık rastlanan sorunlardan biridir. Bu kusurlardan hiçbirini yaşamasanız bile, tırnak sağlığınızı düşünmelisiniz. Tırnaklarınız, genel sağlığınız hakkında değerli ipuçları verebilir.

Tırnaklar ve Sağlığınız

Tırnaklar keratin denilen sert bir protein katmanından oluşur. Tırnaklarınız genel sağlığınızın önemli bir göstergesidir. Sağlıklı tırnaklar pürüzsüz ve sert olmalı, herhangi bir ezik veya oluk içermemeli ve renk açısından tutarlı olmalıdır.

Tırnaklarınız ortalamadan daha yavaş uzuyorsa, daha sağlıklı şekilde ve hızlı uzamasını istiyorsanız, yardımcı olabilecek birkaç doğal yöntem ve bakım tekniği bulunmaktadır.

Güçlü ve Sağlıklı Tırnaklara Sahip Olmak İçin Dikkate Almanız Gereken Öneriler

Tırnak sağlığınızı korumak, enfeksiyonları önlemek ve tırnak görünümünü iyileştirmek için aşağıdaki ipuçlarını deneyin:

  • Tırnaklarınızı temiz ve kuru tutun.
  • Tırnak yemekten veya koparmaktan kaçının.
  • Her gün tırnaklarınıza ve kenarlarına nemlendirici uygulayın. Üre, fosfolipid veya laktik asit içeren kremler çatlamasını önlemeye yardımcı olabilir.
  • Tırnaklarınızı bir yöne doğru törpüleyin ve düz kesmek yerine ucunu hafifçe yuvarlaklaştırın.
  • Tırnaklarınızı çok derinden kesmeyin ya da tırnaklarınızın altını derinlemesine temizlemeyin, bu da enfeksiyona neden olabilir.
  • Batık ayak tırnaklarınızı kazımayın. Rahatsız ederse bir dermatoloğa görünün.
  • Aseton veya formaldehit içeren oje çıkarıcılar kullanmayın.
  • Sık sık manikür yaptırıyorsanız kendi aletlerinizi götürün.
  • Takma tırnak kullanıyorsanız, yeşil renk değişikliği için düzenli olarak kontrol edin (bakteriyel enfeksiyon belirtisidir).
  • Dengeli beslenin ve gerekirse biyotin ve diğer vitaminleri içeren vitamin takviyelerini dermatoloğunuzun önerisi ve gözetiminde alın.
  • Son olarak, tırnaklarınızı korumak için bir sonraki muayeneniz sırasında dermatoloğunuzdan fikir alın

Biyotin Takviyeleri Kullanın

Biyotin, vücudun yiyecekleri enerjiye dönüştürmesini sağlayan önemli bir B vitamini çeşididir. Ayrıca saçlarınızın ve tırnaklarınızın gücünü artırmaya yardımcı olması için bir takviye olarak kullanılması tavsiye edilir.

Birçok insan çalışması, her gün bir biyotin takviyesi almanın tırnakları güçlendirmeye yardımcı olabileceğini düşündürmektedir. Bazı bilim adamları günde birkaç kez 2.5 miligram biyotin dozunun, tırnak gücünü birkaç haftada artırabileceğini söylüyorlar. Biyotin aşağıdaki besinlerde doğal olarak bulunur:

  • Bira mayası
  • Pişmiş yumurta
  • Sardalye
  • Fındık ve fıstık gibi kuruyemişler
  • Kepekli tahıllar
  • Soya ve diğer fasulye çeşitleri
  • Karnabahar
  • Muz
  • Mantarlar

Tırnak Sertleştirici Kullanın

Tırnakların yumuşaklığı, kırılmaya daha meyilli hale getirir ve bu da tırnağın yeniden uzama sürecine girmesine neden olur. Tırnakların kırılmasını önlemek için uzmanlar, normal olarak tırnak sertleştiriciler önermektedir. Bunlar, bir oje gibi tırnak üzerine uygulanabilen ve daha sonra tırnak cilası çıkarıcı ile çıkarılabilen ürünlerdir.

Sertleştirici cila, tırnakların güçlenmesine ve kısa vadede kırılmanın önlenmesine yardımcı olur. Ancak uzmanlar, tırnak sertleştiricilerin uzun süreli kullanımının bazen tırnakları daha zayıf ve kırılmaya daha eğilimli hale getirebileceğini söylüyor.

Takma Tırnak ve Toksik Oje Sürmekten Kaçının

Düzenli tırnak bakımı da tırnaklarınızın gücünü artırmaya, uzamasını teşvik etmeye ve kırılmayı azaltmaya yardımcı olabilir. Tırnaklarınızı sağlıklı tutmanın yollarından bazıları şunlardır:

  • Tırnaklarınızı kuru ve temiz tutmak; altında bakterilerin büyümesini engeller.
  • Tırnaklarınızı düz bir şekilde düzeltmek için keskin manikür makası veya tırnak makası kullanın.
  • Tırnaklarınızın ucunu yuvarlak bırakın.
  • Ellerinizi ve tırnaklarınızı bir losyonla nemlendirin, özellikle tırnakların bulunduğu yerin etrafına da nemlendirici sürün.
  • Tırnak yemekten veya tırnaklarınızı çok kısa kesmekten kaçının.

Sağlıksız Tırnaklara Ne Sebep Olur?

Sağlık sorunları, tırnakların anormal şekilde uzamasına neden olabilir. Bazı yaygın tırnak uzama sorunları şunlardır:

  • Renkte değişiklikler
  • Kalınlık veya şekil değişikliği
  • Tırnağı, çevreleyen deriden ayırmak
  • Kanama
  • Tırnak çevresinde şişlik veya ağrı

Tırnaklarınız uzaması, yaşınız ilerledikçe yavaşlar. Tırnak uzamasının yavaşlaması aynı zamanda hastalık veya beslenme yetersizliğinin de bir belirtisi olabilir. Hatta bazı ilaçlardan da kaynaklanabilir.

Ayrıca hormonlar, tırnak uzamasında rol oynar. Daha genç insanlar yaşlı insanlara göre daha hızlı uzayan tırnaklara sahip olma eğilimindedir ve erkekler ve hamile kadınlar diğerlerine göre daha hızlı tırnak uzaması yaşarlar. Sağlıklı yetişkinlerde, ortalama tırnak uzaması ayda yaklaşık 3.5 milimetredir.

Sonuç Olarak:
Tırnaklarınız genel sağlığınızın bir yansımasıdır. Güçlü, hızlı uzayan, sağlıklı tırnaklar istiyorsanız sağlıklı bir diyet uygulamanız önemlidir. Bu, taze meyveler ve sebzeler, yağsız protein kaynakları, yeterli miktarda karbonhidrat ve bol miktarda sağlıklı yağ ile dolu şekilde, dengeli beslenmeyi içerir.

Bununla birlikte, bazen tırnakların daha sağlıklı ve daha güçlü olması için biraz yardıma ihtiyaçları vardır. Bu aşamada dermatoloğunuzdan fikir alın çünkü bazen tırnak sorunları kansızlık, sistem hastalıkları, beslenme problemleri ve kullanılan ilaçlar ile ilişkili olabilir. Unutmayın, tırnaklarınızı sihirli bir şekilde birden bire hızlıca uzatamazsınız. Fakat eğer tırnaklarınızla ilgilenirseniz, daha da güçlenirler ve ömürleri uzar, böylece kırılmaya daha az eğilimli olur.

Sindirim sisteminin başlangıcı olan ağız, dış ortama açık olması ve besinlerle teması gibi sebeplerle mikroorganizmaların üremesi için oldukça elverişli bir ortamdır. Bu nedenle düzenli, doğru ve etkili ağız ve diş bakımının yapılmadığı durumlarda ağız içerisindeki dokularda ve dişlerde oluşan hastalıklar kişilerde oldukça önemli sağlık sorunlarına sebep olabilir. Sağlığın yanı sıra bakımsız ağız ve dişler hoş olmayan bir görüntüye de sebep olacağından bireyde sosyal, psikolojik ve fizyolojik açıdan yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler.

Çocukluk döneminde ağız ve diş bakımı

Yetişkinlik döneminde sağlıklı dişlere sahip olmak için çocuklukta ilk dişlerin çıkışından itibaren ağız ve diş bakımının düzenli olarak yapılması gerekir. Bebeklik döneminde çıkmaya başlayan ve 2 ila 3 yaş arasında gelişimini tamamlayan süt dişleri, daha sonradan dökülerek yerini yeni çıkacak olan daimi dişlere bırakır. Halk arasında çocukluk dönemindeki süt dişlerinin zaten dökülecek olması nedeniyle fazla bakım gerektirmediği şeklinde yanlış bir kanı vardır. Süt dişlerinin bulunduğu çocukluk döneminde ağız ve diş bakımına yeterli özenin gösterilmemesi, süt dişlerinin çürümesine ve erken dökülmesine neden olarak daimi dişlerin sağlığını da olumsuz etkilemektedir.

Çocukluk döneminde ebeveynler tarafından doğru ağız ve diş bakımı eğitimi verilmesi ve bu alışkanlığın kazandırılması, çocuğun yetişkinlik döneminde sağlıklı dişlere sahip olabilmesi açısından çok önemlidir. Bu dönemde aileler, ebeveynlerini rol model olarak kabul eden çocukları ile birlikte kendileri de düzenli olarak diş bakımı uygulamalıdır. Çocuğun beğenisine uygun diş fırçaları ve macunlarının tercih edilmesi, ağız ve diş bakımını daha eğlenceli hale getireceğinden diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması açısından oldukça faydalıdır.

Yetişkinlik döneminde ağız ve diş bakımı

Yetişkinlikte, özellikle vücutta yapım faaliyetlerinin oldukça hızlı olduğu adölesan dönemin bittiği 25 yaş civarında kemik yapımının kemik yıkımı karşısındaki üstünlüğü son bulmaya başlar. Bu nedenle dişlerde zayıflama ve diş kayıplarının önlenmesi için ağız ve diş bakımına çok daha fazla özen gösterilmesi gerekir. Özellikle süt ve süt ürünlerinde bulunan ve diş sağlığında rol oynayan D vitamini, kalsiyum, fosfor gibi bileşenlerin besinlerle yeterli miktarda alınmasına dikkat edilmelidir.

Yetişkinlik döneminde diş çürümelerinin yanı sıra diş eti hastalıklarının görülme sıklığı da oldukça fazladır. Diş eti çekilmesi ve iltihap oluşumunun önüne geçilebilmesi için diş yüzeyini kaplayan ve diş etinin altına gizlenen plaklar düzenli olarak temizlenmelidir. Diş taşı oluşumu var ise diş hekimine başvurularak oluşan taş plakları temizletilmelidir. Hamilelik döneminde diş çürümesi ve kayıplarının normal olduğu ve ayrıca hamilelerin diş tedavisi uygulatmasının sakıncalı olduğu gibi halk arasında yanlış bilinen düşünceler yaygındır. Gebelik sürecinde beslenmesine ve ağız bakımına gerekli özeni gösteren annelerde diş çürümesi ve kayıplarının önlenmesinin mümkün olduğu, diş hekimi tarafından gerekli görülen durumlarda hamilelerde de diş tedavisi uygulanabileceği unutulmamalıdır.

Etkili ağız ve diş bakımı nasıl yapılır?

Çocuklarda ve yetişkinlerde etkili ağız ve diş bakımının yapılabilmesi için şu noktalara dikkat edilmelidir:

  • Diş ve diş etlerinin sağlığının korunması için florürlü bir diş macunu ve yumuşak kıllı bir diş fırçası ile dişler günde en az 2 kez 45 derecelik açıyla yukarı ve aşağı hareketlerle fırçalanmalıdır.
  • Her bir dişin ön ve arka yüzeyi ile çiğneme yüzeylerinin yeterli miktarda fırçalandığından emin olunmalıdır.
  • Diş fırçası veya dil temizleyiciler yardımı ile dil temizliği yapılmalıdır.
  • Plak ve diş taşı (tartar) oluşumunun önüne geçilebilmesi için her fırçalamadan sonra dişler arasında kalan artık maddeler diş ipi yardımıyla temizlenmelidir.
  • Diş fırçalama işlemi bittikten sonra daha etkili bir ağız temizliği için ağız bakım suları kullanılmalıdır.
  • Dişlerde plak ve çürük oluşumuna neden olan asiditeyi oluşturan şeker ve şekerli gıdaların tüketimi minimuma indirilmelidir.
  • Dişlerde leke oluşumuna sebep olduğundan aşırı çay ve kahve tüketimi ile sigara kullanımından mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.
  • Özellikle çocukluk döneminde içilen suyun florür oranının yeterli seviyede olmasına dikkat edilmelidir. Sudaki florür içeriği düşük olan bölgelerde musluk suyu kullanılması durumunda, diş hekimi önerileri doğrultusunda gerektiği durumlarda florür takviyesi uygulanmalıdır.
  • En az 6 ayda bir olmak üzere diş muayeneleri düzenli olarak yapılmalıdır.

Doğru ağız ve diş bakımı ilkelerinin çocukluk döneminden başlamak üzere yaşam boyunca uygulanması ile diş sağlığının korunması ve diş kayıplarının önlenmesi mümkündür. Bu nedenle eğer siz de sağlıklı dişlere sahip olmak istiyorsanız ağız bakımınıza gerekli özeni göstermeli, düzenli olarak diş hekimi muayenesinden geçmelisiniz.

MEDICALPARK

İletişim kurmamızdaki en önemli öğelerden biri sesimizdir. Sesimizde meydana gelen bozulma ve değişimler iş yaşamından özel hayata kadar her alanda olumsuz etkiler yaratır. Özellikle mesleğini sesi ile icra eden öğretmenler, eğitmenler, profesyonel yöneticiler, ses sanatçıları, çağrı merkezi çalışanları gibi kişiler büyük risk altındadır. Bu bağlamda, ses sağlığına önem göstermek ve korumak çok büyük önem taşımaktadır. Ses organı ortamdaki her türlü değişiklikten etkilenebilecek hassas bir organdır. Ses organını korumaya yönelik gerçekleştirilen her türlü davranışa SES HİJYENİ denir.

Ses Hijyeni Kuralları

  • Günde 2-3 litre su içmelisiniz. Nem ses telleri için çok önemlidir.
  • Sigara kullanmayın, sigara dumanı olan ortamlardan uzak durmaya çalışın. Sigara kullanımı kronik larenjit, polip, gırtlak kanseri gibi uzun süreli etkilerinin yanı sıra kısa vadede ses tellerinin kurumasına ve mukus ( balgam) artışına bağlı olarak ses tellerinin zarar görmesine neden olur.
  • Reflü, ses kısıklıklarının en önemli nedenlerinden biridir. Mide rahatsızlıklarınız ve reflü konusunda ilgili hekime danışmanızda fayda var
  • Uyku bozuklukları ses sağlığınızı olumsuz etkileyebilir. Uykuyla ilgili şikayetleriniz varsa, ilgili branş hekimi ile görüşmeniz faydalı olacaktır.
  • Mentollü nefes açıcılar, şekerler ve pastiller kullanmamaya özen gösterin. Bu ürünler ses tellerinizin kurumasına yol açabilir.
  • Boğaz temizleme alışkanlığınızı bırakmaya çalışın. Sert ve sık boğaz temizlemek, öksürmek ses tellerinin birbirine sert temas etmesi yüzünden zarar verir
  • Bulunduğunuz ortamın nemli olmasına özen gösterin. Klima ve kaloriferin kurutucusu etkisine dikkat edin. Soluduğunuz havanın kuru olması, ses tellerinizin de kurumasına neden olacaktır.
  • Bağırma, çığlık atma, fısıldayarak konuşma gibi sesinizi zorlayacak davranışlardan kaçınmanız faydalı olacaktır.
  • Kalabalık ve geniş alanlarda mikrofonsuz konuşmamaya ve şarkı söylememeye özen gösterin.
  • Uzun sürelerle konuşmanız gerekiyorsa mutlaka aralarda ses molaları vermeye çalışın
  • Gürültülü ortamlarda konuşmaktan kaçının.
  • Alkol, kafein (çay, kahve) ve süt ürünlerini mümkün olduğunca az tüketin. Bu tarz ürünler ses tellerinizin kurumasına ve mukus (balgam) artışına sebep olabilmektedir. Bunun yerine bitki çaylarını tercih edin.
  • Kullandığınız bazı ilaçların sesinize olumsuz etkisi olabilir, bu konuda hekiminizden görüş almanızda fayda var.
  • İşitme kaybınız var ise bu konuda mutlaka KBB hekimine ve odyoloji uzmanına başvurmanızda fayda vardır. İşitme kaybı, ses şiddetinizi ayarlamanızı zorlaştırabilir.
  • Telefonda uzun süre konuşmaktan kaçının ve konuşurken baş boyun pozisyonunuza özen gösterin.
  • Konuşurken çok uzun cümleler kurmaktan kaçının.
  • Nefes kontrolünüze ve doğru nefes almaya özen gösterin.
  • Stresli olduğunuzda konuşmaktan kaçının.
  • Havadaki toz, küf veya kimyasal maddeler ses organınızı olumsuz etkiler. Bu tarz ortamlardan uzak durmaya çalışın. Böyle ortamlarda bulunduğunuzda da bol su tüketin.
  • Beden sağlığınıza ve postürünüze dikkat edin.
  • Düzenli spor yapın.
  • Aşırı kilodan kaçının.

Uzm. Ody. İrem Konakçı Yenice

Sesinizi Korumak İçin 7 İpucuna Dikkat

Ses kısıklığının ciddi sağlık sorunlarının ilk belirtisi olduğunu belirten Prof. Dr. Tolga Kandoğan “Ses bozukluğu 2 haftadan uzun sürüyorsa hekime başvurulmalıdır. Reflü başlı başına ses sağlığını bozabilen bir durumdur. Yüksek sesle konuşmak, uzun konuşmak, fısıldamak gibi ses sağlığını tehlikeye atan davranışlara bir de kişinin sigara, tütün ürünleri kullanması eklenirse kişinin sesi ciddi boyutta hasar görebilir” dedi. 

Medipol Mega Üniversite Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Tolga Kandoğan, 16 Nisan Dünya Ses Gününe ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Kandoğan, sesin çeşitli nedenlerle bozulabildiğini belirterek “Sağlıklı bir ses, akciğerlerden çıkan havanın ses tellerini titreştirmesi ve bu oluşan ham sesin ses tellerinin üzerindeki yapılarla (dil, damak, dudak, burun vs) şekillendirilmesiyle oluşur. Bazen kişilerin nefes almasının uygun olmaması ve sesin yanlış kullanılması sonucu ses bozulabilir hatta kişide rahatsızlık yaratacak boyutlara ulaşabilir. Yüksek sesle konuşmak, uzun konuşmak, fısıldamak gibi ses sağlığını tehlikeye atan davranışlara bir de kişinin sigara, tütün ürünleri kullanması eklenirse kişinin sesi ciddi boyutta hasar görebilir. Reflü başlı başına ses sağlığını bozabilen bir durumdur. Ses bozukluğumuz 2 haftadan uzun sürüyorsa bu durum mutlaka KBB hekimi tarafından değerlendirilmelidir. Unutulmamalı ki ses kısıklığı bazı ciddi sağlık sorunlarının ilk göstergesi olabilir” dedi.

Reflü Başlı Başına Sesinizi Bozabilir

Prof. Dr. Kandoğan, sağlıklı bir ses için şu 7 tavsiyede bulundu: Öncelikle bol su içmeliyiz. Bardak ya da litre hesabı yapmak yerine içtiğimiz su ile idrar renginin aynı olmasını sağlayacak kadar su içmeliyiz. Ses tellerimiz ne kadar nemli olursa o kadar sağlıklı çalışır. İkinci olarak sigara ve tütün ürünlerinden uzak durmalıyız. Kanser sebebi olması bir yana, sıcak duman ve pek çok alerjen barındıran dumana maruz kalan ses telleri kuruyacak ve ödem oluşturmaya, düzensizleşmeye başlayacaktır. Bu durum pasif içiciler içinde geçerlidir. Üçüncü olarak da reflünüz varsa mutlaka tedavi olmanız gerekir. Ayrıca reflüyü tetikleyen acı, ekşi, baharatlı, şekerli yiyecek ve içeceklerden uzak durmakta fayda vardır. Dördüncü olarak mideniz boş iken yatın, yemek yeme ile yatmanız arasında en az 3 saat süre olmalıdır. Beşinci tavsiyem ise ses tellerinizi zorlayan bağırmak, çığlık atmak, yüksek sesle ağlamak gibi davranışlardan uzak durmaya gayret etmeniz gerekir. Altıncı olarak gürültülü ortamlarda kendi sesimizi başkalarına duyurmak için ister istemez sesimizi yükseltiriz. Bu durum uzun vadede ses tellerine zarar verebilir. Son olarak bazı alerji ve grip ilaçları ses tellerinde kuruluk yapar, böyle bir ilaç kullanıyorsak içtiğimiz suyun miktarını arttırmakta fayda vardır.

MEDİPOL SAĞLIK GRUBU

Boğaz sağlığı çoğu zaman çevresel ve bireysel etkenlere karşı oldukça hassas olup kolayca etkilenebilir. En sık karşılaşılan sebepler arasında mevsim etkileri, klima ve kalorifer gibi çeşitli ısıtma ve soğutma cihazları, sigara ve egzoz dumanı gibi dış etkenler ve bağırma, yanlış beslenme gibi bireysel nedenler sayılabilir. Boğaz sağlığının bozulması, hastalığın getirdiği problemlerin yanında günlük aktivitelerin sekteye uğramasına, rahatça konuşamamaya, boğazda ağrı ve acı hissedilmesine ve huzursuzluğa neden olur. Günlük yaşantınızda basit bazı hususlara dikkat ederek risk faktörlerini ortadan kaldırabilir, boğaz sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Hasta olan insanlarla mesafenizi koruyun

Bulaşıcı hastalıklarda en büyük risk faktörü hiç şüphesiz yakın temastır. Birçok zaman tecrübe ettiğiniz gibi aileden biri soğuk algınlığı ya da grip gibi bir hastalığa yakalandığında çoğunlukla diğer fertler de kısa süre içinde hastalanır. Bu durum iş, okul ve yakın çevreniz için de geçerlidir. Özellikle kış aylarında kapalı alanlarda bulunmak riski arttırır. Yapabileceğiniz en iyi şey hasta olduğunu bildiğiniz kişilerle mesafeyi korumaktır. Bunun yanı sıra aynı ev içinde ortak eşya kullanmamaya da özen göstermek gerekir.

Sıvı tüketimini arttırın

Boğazı nemli tutmanın en kolay yolu su içmektir. Boğaz, yeteri kadar nemlendirilmediği takdirde kurur. Kuru bir boğazda rahatsızlık verici bir ağrı ya da yutkunma zorluğu meydana gelebilir. Yeteri kadar su içmek, mukus üretimi için önemlidir. Mukusu yumuşatır, azaltır ve boğazı rahatlatır. Günlük 2 ya da 3 litre su içmeyi ihmal etmeyin. Ayrıca boğaz sağlığını korumak için ılık içecekler de tüketebilirsiniz. Çok soğuk ve çok sıcak yiyecek ve içeceklerden kaçının. Sabahları kuru bir boğazla uyandıysanız daha fazla tahriş olmasını önlemek için sıcak bir banyo yapabilirsiniz. Banyo buharı kısa sürede boğazı nemlendirip daha iyi hissetmenize yardımcı olacaktır.

İyi beslenin

Özellikle mevsim geçişlerinde vücut daha savunmasız bir hale gelebilir. Bu dönemlerde genel vücut sağlığınızı korumak için beslenmenize özen göstermelisiniz. Mevsim değişikliklerinde en çok artan şikâyetler arasında boğaz ağrıları, tahriş gibi boğaz kaynaklı sorunlar yer alır. Vücudun doğal savunmasını artırmak için iyi beslenmek, düzenli ve aktif bir yaşam tarzı benimsemek oldukça etkili olacaktır.

Boğaz tahrişinden kaçının

Klima, sigara, alkol, kirli hava, kimyasal temizlik malzemeleri oda spreyi gibi dış etkenler ve uzun süre yüksek sesle konuşmak ya da bağırmak boğazda tahrişe neden olabilir. Boğaz sağlığı için bu tip durumlara karşı dikkatli olunması gerekir. Klima, havanın kurumasına neden olur. Özellikle yaz aylarında uzun saatler klimalı ortamda olmak boğazın doğal neminin azalmasına sebep olur. Soğuk ve kuru hava boğazda tahrişe, kızarıklığa ve ağrıya yol açabilir. Tütün ve hava kirliliği de benzer şekilde etki eder. Sigara içmeyin ve pasif içicilikten uzak durun. Kirliliğin yüksek olduğu ortamlarda burundan nefes almaya özen gösterin ve fazla efordan kaçının. Bazı ev temizlik maddeleri de boğazda tahrişe sebep olabilir. Temizlik malzemelerini ideal miktarlarda kullanmaya özen gösterin. Boğaz ve solunumu korumak için gerekirse maske takın.

Tahrişi azaltmanın yollarını arayın

Bazı dış etkenler sebebiyle ya da uzun saatler yüksek sesle konuşmak zorunda kaldığınız zamanlarda tahriş kaçınılmaz olabilir. Böyle durumlarda boğazınızı dinlendirmeyi ihmal etmeyin. Uzun süreli konuşmalardan kaçının ve mümkün olduğunda alçak sesle konuşmaya çalışın. Mutlaka sıvı tüketimini arttırın. Bal ve limonla tatlandırılmış bitki çaylarından destek alın. Klima temizliğini ihmal etmeyin.

Ev, işyeri ve arabalardaki klimaların filtreleri düzenli olarak temizlenmelidir. Temizliği yapılmamış filtreler cihazda performans kaybının yanı sıra ciddi hastalıklara da davetiye çıkarabilir. Boğaz ve genel vücut sağlığınızı korumak için filtrelerin periyodik bakımları yapılmalıdır. Ayrıca alerji gibi kronik hastalık sahibi olan kişilerin ev, işyeri ve araç içi klima kullanımında çok daha titiz davranması gerekir. Bunun yanı sıra kalabalık ortamlarda klima filtresi seçimine de özen gösterilmelidir. Bakterilere karşı koruyucu özellikteki Hepa filtreli klima sistemleri tercih edilmelidir.

Ortamı düzeni havalandırın ve nemli kalmasına özen gösterin

Özellikle kış aylarında hem düşük nem hem de ısı kaynaklarının sebep olduğu ekstra kuruluk, boğaz sağlığını tehdit edebilir. Kalorifer, elektrikli ısıtıcı ve soba gibi tüm ısı kaynakları havayı kurutur. Kışın evinizi her gün en az 15 dakika havalandırmayı ihmal etmeyin. Ayrıca ideal nem oranını koruyabilmek için nemlendirici cihaz kullanabilirsiniz. İç mekânlarda ideal nem oranı %40-%50 arasıdır. Özellikle uyuduğunuz odanın iyi nemlendirilmiş ve havalandırılmış olmasına özen gösterin. Odada nemi sağlamak için İngiliz sarmaşığı, Areca Palmiyesi, Barış Zambağı gibi nemlendirici etkili iç mekân bitkilerinden de yardım alabilirsiniz.

Hava koşullarına uygun giyinin

Mevsim geçişlerinde ani sıcaklık değişimleri yaşanır. Böyle zamanlarda yanlış giysi seçimleri hastalıkları da beraberinde getirebilir. Sıcaklıkların hızlı değişimlerinden, gece gündüz farklarından en az şekilde etkilenmek için giysi seçimine özen gösterin. Ayrıca yaz kış, iç mekândan dış mekâna geçerken ya da tam tersi durumlarda yüksek sıcaklık değişimlerine maruz kalınır. Bunun olumsuz etkilerinden korunmak için ortama uygun şekilde hareket etmeye çalışın. Özellikle kış aylarında ince ve katmanlı giyinmek, sıcaklık değişikliklerine kolay uyum sağlamanıza yardımcı olur.

Ellerinizi sık sık yıkayın ve yüzünüzden uzak tutun

Ellerinizi ılık su ve sabunla sık sık yıkayın. Ellerinizin kirli olmadığını düşünüyor olsanız bile belirli aralıklarla yıkamak sağlık ve hijyen açısından gereklidir. En az 20 saniye boyunca sabunlu su ile yıkamak, gün içinde maruz kaldığınız mikropların veya virüslerin giderilmesine yardımcı olur. Gün içinde özellikle dışarıda ellerinizi yüzünüze götürmekten kaçının.

Ağız hijyenine özen gösterin

Boğaz sağlığını korumak için ağız ve diş hijyenine dikkat edilmelidir. Düzenli olarak dişlerinizi fırçalamayı ve diş ipi kullanmayı ihmal etmeyin. Ağzını temiz tutmak, bakterilerden korunmanıza yardımcı olur.

TANTUNATURA

Kulak Sağlığı İçin Yapılması Gerekenler

Kulak sağlığı için yapılması gerekenler, hepimiz çevremizle iletişim kurmak için işitme duyusundan yararlanmak zorundayız, sözel iletişim sırasında yararlandığımız işitme duyusu, sesin iç kulak ve işitsel sinir sistemi tarafından algılanması sürecidir. İşitme duyusu, insan  için  anadilin  ve  konuşmanın öğrenilmesi ve sözel iletişimin sürdürülmesi için mutlak olması gereken  bir duyudur. 

Bir çok nedeni olan doğumsal  işitme  kayıpları  çocuklarda konuşmanın öğrenilememesine yol açar. Bu durum çocuk, ailesi ve toplum için büyük bir sorundur. İşitme kaybının erkenden  farkedilmesi ve düzeltme için gerekenlerin zaman kaybetmeden yapılması çok önemlidir. Doğumsal işitme kaybı olmayan ancak daha sonra bir çok hastalık nedeniyle işitme kaybı ortaya çıkan çocuklarda da aynı sorun yaşanabilir. Hafif derecede bir işitme kaybı  bile  çocukların okuldaki başarısını olumsuz yönde etkileyebilir. Dış kulak yolu  enfeksiyonları yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen hastalıklardandır, işitme kaybı yapabildikleri gibi daha çok ağrı ile belirti verirler. Orta kulak iltihapları da işitme kaybı ve ağrıya yol açarlar, sık tekrarlayan  akut  orta kulak iltihaplarının ve özellikle tedavi edilmemiş kronik orta kulak iltihaplarının kulağın anatomik özellikleri nedeniyle yüz  felci, iç kulak iltihabı gibi durumlara, ayrıca  menenjit ve beyin-beyincik abseleri gibi yaşamı tehdit eden komplikasyonlara yol açma ihtimalleri vardır, bu nedenle etkili ve hızlı bir şekilde tedavi edilmeleri çok önemlidir.

Kulak Sağlığının Vücudumuz İçin Önemi Nedir?

Kulağımızda çevreden gelen sesleri merkezi sinir sistemimize ileten yapının yanı sıra vücudumuzda dengeyi sağlayan sistemlerin bir bölümü de bulunur, bu özellik nedeniyle bir bölüm kulak hastalıkları baş dönmesi ve dengesizliğe yol açarlar. Bu durum da düşmelere  ve  genel  vücut   ve  kafa  travmalarına neden olabilir.

Tek taraflı işitme kayıplarında çevreden gelen seslerin örneğin araçların korna seslerinin yönünün saptanmasında zorluk yaşanabilir, iki taraflı işitme kayıplarında   da  çevreden   gelen  bu  uyarıcı sesler hiç  algınamayabilir  ve sonuç olarak kişinin bir kazaya uğrama  ihtimali artar.

Sağlıklı Bir Kulak İçin Öneriler 

İşitme kaybına neden  olan faktörler düşünülecek olursa bir çok durumda önleyici tedbirler yararlı olur, örneğin dış kulak yoluna herhangi bir cisim sokup temizlemeye uğraşmamak, özellikle sık olarak suyla temas edilen durumlarda dış kulak yolunu ıslak bırakmamak,  çocukların dış kulak yoluna yabancı cisimleri sokmalarını önlemek, orta kulak iltihaplarını ve kulak nezlelerini önlemek için  çocukların sigara dumanına maruz kalmamalarını sağlamak, orta kulak iltihaplarını zamanında ve etkili bir şekilde tedavi etmek,  ototoksik ilaç kullanmamak, yüksek sesle ve kulaklıkla müzik dinlememek , gürültülü ortamlarda çalışırken kulağı koruyucu malzemeler kullanmak   bunlar arasında sayılabilir.

NP İSTANBUL HASTANESİ

Yaz mevsiminin sıcak günlerinde serinlemek için havuz ve denizde uzun vakitler geçirmek, kulak enfeksiyonlarına yol açabiliyor.

Kulağa su kaçması ve buna bağlı tıkanmalar ile orta kulak iltihapları, bu sorunların önemli bir bölümünü oluşturuyor. Genellikle kulak kanalı kaynaklı bu problemler erken müdahale edildiğinde kalıcı bir hasar yaratmaksızın tedavi edilebiliyor. Kronik kulak hastalıkları olan ya da basınç problemleri olan kişilerin özellikle yaz aylarında dikkatli olmaları gerekiyor. Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Op. Dr. Oğuz Yılmaz, yaz mevsiminde sıkça karşılaşılan kulak enfeksiyonları hakkında bilgi verdi.

Kulağın ıslak kalması enfeksiyon nedeni

Yaz ayları ile birlikte özellikle dış kulak yolu iltihapları sıklığı belirgin bir artış göstermektedir. Bunun en önemli nedeni sık duş alma, havuz ve denizde uzun süreler geçirmektir. Dış kulak yolu rahat havalanamayan dar yapısıyla, ıslanma ve sonrasında da tam olarak kurumayıp nemli kaldığında enfeksiyona yatkın hale gelir. Nemli olan ve kurulanmayan bu bölgede iltihap gelişebilir. Özellikle yüzücülerde ve doğuştan dış kulak yolu dar olanlarda bu durum daha çok ortaya çıkmaktadır. Kulak kanalında kalan suyun içeriğindeki mikrop ve bakteriler de kanal içinde hızla üreyerek enfeksiyon riski oluşturmaktadır.

Kulakta kaşıntı en önemli belirti

Dış kulak enfeksiyonlarının en önemli erken dönem belirtisi kulakta hafif olarak başlayan kaşıntılardır. Sonrasında hatta saatler içinde dış kulak yolunda şişme, akıntı, tıkanma, duymada azalma ve çok şiddetli ağrı gelişir. Hastalar bazen bu belirtiler ve şiddetlenen ağrılar nedeniyle çene hareketlerinde ve çiğnemede bile zorluk çekebilir. Yaşlı, şeker hastası ve bağışıklık sistemi düşük hastalarda enfeksiyon ilerleyerek “malign otitis eksterna” adı verilen ve kemik iltihabı ile seyreden daha şiddetli bir enfeksiyona yol açabilir. Bu belirtilerin görülmesi durumunda vakit geçirmeden bir kulak burun boğaz uzmanına başvurulmalıdır.

Kulak sağlığınızı korumak için…

•Havuz veya deniz sonrası kulağınızın dış bölümünü temiz bir peçete veya kağıt mendille kurulayın ve kesinlikle nemli bırakmayın. Bu temizleme işlemi sırasında kulağınızı çok karıştırmayın. Bu işlem dış kulak yoluna hasar verebilir.
•Temizliğinden emin olunan havuz veya denizi tercih edin, kirli olduğunu düşündüğünüz suya girmeyin.
•Havuz suyundaki klor miktarı bu hastalığa yakalanmada önemli bir etkendir. Havuz suyunda bulunan klor dış kulak yolunun asit/baz dengesini bozarak daha kolay enfeksiyona yakalanmaya neden olur. Bu yüzden sürekli bakımı ve kontrolü yapıldığından emin olduğunuz havuzlara girin.
•Dalma sırasında ağrı hissettiğinizde daha derine inmeden hemen su üstüne çıkın.

CNN TÜRK

Çocukların Göz Sağlığını Korumak İçin Neler  Yapılmalı?

Sağlıklı ve iyi gören gözler çocuğun gelişiminde kritik öneme sahiptir. Görme bozukluğu çocukta vücut ve denge gelişiminin yanı sıra algılama, iletişim becerileri ve  sosyal gelişimi de olumsuz yönde etkileyebilecek çok ciddi bir durumdur. Beynin görme fonksiyonuyla ilgili bölgelerinin en hızlı gelişimi erken çocukluk çağında olduğundan,  görme kusurlarının küçük yaşlarda fark edilerek tedavi edilmesi ileriki yaşlarda sağlıklı bir görme için büyük önem taşır. Bu da ancak çocuğa yapılacak periyodik göz muayeneleriyle mümkündür.

Periyodik göz muayenelerinin yanı sıra sebze ve meyveden zengin dengeli bir beslenme, kişisel hijyen eğitiminin verilmesi, erken  yaşlardan itibaren kaliteli güneş gözlükleriyle çocuğun gözlerinin güneşin zararlı ışınlarından korunması, uygun aydınlatma koşulları, bilgisayarla çalışırken gözlerle bilgisayarın aynı hizada olması gibi bazı önlemlerin alınmasına da özen gösterilmelidir.

Prof. Dr. Dilek Erkan / Göz Hastalıkları Uzmanı

Göz sağlığı, hayat kalitesi için son derece önemlidir. Ancak modern yaşam tarzı ve dijital teknolojiler nedeniyle göz sağlığı her geçen gün daha fazla tehdit altında. Neyse ki, göz sağlığını korumak için birçok yöntem mevcuttur.

Doğru Beslenme

Göz sağlığı için doğru beslenme son derece önemlidir. Gözlerin sağlıklı kalması için A vitamini, C vitamini, E vitamini, çinko, omega-3 yağ asitleri ve lutein gibi besin maddelerine ihtiyaç vardır. Bu besinleri içeren gıdalar şunları içerir:

  • Havuç, tatlı patates, ıspanak ve kara lahana gibi yeşil yapraklı sebzeler: A vitamini açısından zenginlerdir.
  • Turunçgiller, kırmızı biber, domates ve brokoli gibi gıdalar: C vitamini açısından zenginlerdir.
  • Fındık, tohumlar, tahıllar ve sebzeler: E vitamini açısından zenginlerdir.
  • Kırmızı et, tavuk, karides ve fasulye gibi gıdalar: Çinko açısından zenginlerdir.
  • Somon, ton balığı ve ceviz gibi gıdalar: Omega-3 yağ asitleri açısından zenginlerdir.
  • Ispanak, pazı, karalahana ve kıvırcık lahana gibi yeşil yapraklı sebzeler: Lutein açısından zenginlerdir.

Bu besinleri içeren bir diyet, göz sağlığını korumak için son derece önemlidir.

Doğru Güneş Gözlüğü Kullanımı

Güneş ışınları, göz sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturabilir. Uzun süreli güneş ışığı maruziyeti, katarakt, makula dejenerasyonu ve göz yanıklığı gibi göz rahatsızlıklarına neden olabilir. Bu nedenle, doğru güneş gözlüğü kullanımı son derece önemlidir. İşte dikkate almanız gereken bazı faktörler vardır bu faktörler:

  • UV koruması: Güneş gözlükleri UV korumasına sahip olmalıdır. UV-A ve UV-B ışınlarının zararlı etkilerinden koruyan güneş gözlükleri tercih edilmelidir.
  • Boyut: Güneş gözlükleri, gözleri tamamen kaplayacak kadar büyük olmalıdır. Bu, gözleri UV ışınlarından tamamen korur.
  • Renk: Gri veya kahverengi renkli güneş gözlükleri, renklerin doğal olarak görünmesine izin verirken gözleri UV ışınlarından koruyabilir. Renkli veya modaya uygun güneş gözlükleri, gözlerinizi UV ışınlarından korumayabilir.
  • Malzeme: Güneş gözlükleri, gözlük camı ve çerçeve malzemeleri açısından yüksek kaliteli olmalıdır. Camlar çizilmeye karşı dayanıklı ve hafif olmalıdır. Çerçeve malzemesi de dayanıklı olmalı ve yüzünüze uyum sağlamalıdır.

Doğru güneş gözlüğü kullanımı, göz sağlığını korumak için son derece önemlidir.

Düzenli Göz Kontrolleri

Düzenli göz kontrolleri, göz sağlığı için son derece önemlidir. Göz rahatsızlıkları veya görme sorunları varsa, erken teşhis ve tedavi, uzun vadeli sağlık sorunlarını önleyebilir. İşte dikkate almanız gereken bazı faktörler şunlardır:

  • Yaş: 40 yaşın üzerindeyseniz, göz sağlığınızı düzenli olarak kontrol ettirmelisiniz. Yaşla birlikte gözlerdeki sağlık sorunları artar.
  • Aile geçmişi: Ailede göz rahatsızlıkları veya hastalıkları varsa, düzenli göz kontrolleri yapılmalıdır.
  • Göz hastalıkları: Göz rahatsızlıkları veya hastalıkları varsa, düzenli kontroller yapılmalıdır. Bu rahatsızlıklar arasında katarakt, glukom ve makula dejenerasyonu yer alır.
  • Diyabet: Diyabet hastaları, düzenli göz kontrolleri yapmalıdır. Diyabet, göz sağlığı için ciddi bir tehdittir.

Düzenli göz kontrolleri, göz sağlığını korumak için son derece önemlidir.

Sonuç olarak, göz sağlığı korunması için doğru beslenme, doğru güneş gözlüğü kullanımı ve düzenli göz kontrolleri son derece önemlidir. Bu yöntemlerin her biri, göz sağlığını korumak için bir bütün olarak birbirini tamamlayıcıdır. Göz sağlığınızı korumak için bu yöntemleri uygulayarak, gözlerinizin sağlıklı ve işlevsel kalmasını sağlayabilirsiniz.

ERA GÖZ

Güçlü ve sağlıklı gözler için dikkat edilecek noktaları 9 maddeyle özetleyen Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Kemal Yıldırım, “Yakını veya uzağı sorunsuz görmeniz, göz sağlığı konusunda herhangi bir probleme sahip olmadığınızı göstermez” diyor. Dr. Yıldırım, göz sağlığını korumak için yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor:

Doktor kontrolü yaptırın: Birçok göz rahatsızlığı sinsi ilerler ve doktorun derinlemesine analiziyle açığa çıkar.  Üstelik düzenli doktor kontrolü, kalıcı görme kayıplarına yol açabilecek göz hastalıklarının erken tanısına ve sistemik birçok hastalığın önceden tespit edilmesine olanak verir.  Unutmayın, en tehlikeli hastalıkların ilk belirtileri gözde açığa çıkar. İşte bu sebeptendir ki her yıl 1 kez göz muayenenizi yaptırmak gerekir.

Göz ile ilgili hiçbir belirtiyi görmezden gelmeyin: Günlük hayatta yaşadığımız küçük problemler bile göz sağlığımızda geri dönülemez hasarlar bırakabilir. Gözünüzde yaşadığınız bir kızarıklık veya kaşıntı bile bu süreci başlatabilir. Bu yüzden, kızarıklık/kaşıntı gibi durumlarla karşılaştığımızda öncelikle soğuk su pansumanı yapmalı ve suni gözyaşı takviyesiyle gözün ihtiyaç duyduğu nemi sağlamalıyız. Buna rağmen belirtiler geçmiyor ve artıyorsa (yanma, batma, aşırı çapaklanma, ışık huzmeleri vb.) ihmal etmeden doktorunuza başvurun.

Sağlıklı beslenin: Özellikle göz sağlığımız için olmazsa olmaz besinler vardır. Havuç, havuç suyu, mango, portakal suyu, kavun, lahana, ıspanak ve balığın başı çektiği bu besinleri soframızdan eksik etmemeli ve günlük beslenme rutinin bir parçası haline getirmeliyiz. Ayrıca sağlıklı beslenerek kilonuzu vücut endeksinize göre dengeli tutmalısınız. Çünkü fazla kilo birçok göz rahatsızlığına davetiye çıkarıyor. Yaşa bağlı makule dejenerasyon (AMD) ve karatarak bu hastalıklardan sadece birkaçı.

Mutlaka güneş gözlüğü kullanın: Günümüzde bir moda objesi olarak kıyafetlerin tamamlayıcısı rolünü üstlense de güneş gözlükleri sandığımızdan daha fazla öneme sahiptir. Sertifikalı güneş gözlükleri sizi güneşin zararlı ultraviyole ve kızılötesi ışınlarından korurken gözleriniz için bir kalkan görevi görür. Bu sebeple gözlük seçerken ekstra dikkatli olmalı ve modaya göre değil, gözünüze göre seçim yapmalısınız. Özellikle de gözlüklerin EN 1836 standardına uygun olduğuna dikkat etmelisiniz.

Yoğun bilgisayar kullanımına sınırlama getirin:  Bilgisayar ekranına bakmak herhangi bir kırma kusuruna sebep olmaz, daha açık bir ifada ile “gözü bozmaz” ancak “computer vision syndrome” dediğimiz, daha çok göz bulguları ile uyumlu birtakım sorunlar sebep olur. Bilgisayar kullanımı sırasında kişilerin göz kırpma reflekslerinin azaldığı bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bu da günün ilerleyen saatlerinde gözlerde kızarıklık, sulanma, görmede bulanıklık ve yorgunluk hissine neden olabilmektedir. Kısacası; bilgisayar kullanımı doğrudan bir göz problemine yol açmasa da dolaylı yollarla gözlere ciddi zararlar verebiliyor.

Periyodik olarak molalar verin: Eğer yoğun bir iş temposuna sahipseniz ve uzun saatler bilgisayar başında çalışmak zorundaysanız mutlaka belirli aralıklarla molalar verin. Bu aralıkları her saat başı olarak belirleyebilirsiniz. Tek yapmanız gereken uzun saatlerdir odaklandığınız bilgisayar ekranından uzaklaşarak ofiste uzak bir noktaya veya pencereden dışarı bakmak.

Sigara içmeyin: Eğer sigara içiyorsanız bir an önce bırakın. Zira sigaranın gözünün üzerindeki etkilerini saymakla bitmiyor. Sigara yaşa bağlı sarı nokta dejenerasyonun en önemli sebebi. Aynı zamanda katarakt oluşumunu hızlandırıyor ve gözlerinizi kurutuyor. Damar sertliği yaptığı için göz damarlarında tıkanıklığa yol açıyor. Sonuç mu? Geri döndürülemez görme kayıpları.

Numaralı gözlükler kullanın: Çok yaygın bir yanlıştan söz etmemiz gerek. O da numaralı gözlüklerin, gözde tembelliğe ve göz bozulmalarına sebep olduğu yanılgısı. Birçok göz ve görme rahatsızlığı, yaş ilerledikçe artar. Yani numaralı gözlük kullanmak gözlerimizi bozmaz aksine gözlerin daha etkin işlev görmesini sağlar.

Ailenizdeki göz rahatsızlıklarının geçmişini araştırın:  Yakınlarınızın sahip olduğu hastalıklar size birçok ipucu verir. Ailedeki göz hastalıklarını gözden geçirerek bazı hastalıklara karşı daha fazla risk altında olup olmadığınıza karar verebilir ve önlem alabilirsiniz.

NTV

Comments are closed.