logo

Yeniden Başla

Hayat

Psikolojik iyi oluş için; dur, düşün ve yeniden başla!

Küllerinden Yeniden Doğmak İçin Ne Yapmalı?

PROF. KEMAL SAYAR / “Mutluluğun Bilimi” / Ankara Palas Buluşmaları

Kemal Sayar anlatıyor: Mutluluğu nasıl tanımlayabiliriz? – Hayata Dokunmak (84. Bölüm)

Gurbette Olmak ve Kültür Şoku

Benlik Saygısı

İlişkilerinizi Geliştirmek – İlişkide İletişimi Güçlendirme – Etkili İletişimi Öğrenmek

BOŞANMA SONRASI DEPRESYON

Dijital Dönüşüm Hayatımızı Nasıl Etkiliyor – Zihin Haritası Nedir? – İç Motivasyon Nedir?

Çalışan Bağlılığı Nasıl Arttırılır? – Dopamin Düzeyi Nasıl Artırılır? – Sağlıklı İletişim ve Mutluluk İlişkisi – Duyguları İfade Etmenin Önemi – Nefsimizin Anlık Psikolojisi – Karakter Güçleri ve Erdemler – Kendiniz Olamayacağınız Yerde Bulunmayın

Hayat Oyununa Sizde Gireceksiniz! – Başkalarını Mutlu Etmek İçin Sizi Mutlu Eden Şeylerden Vazgeçmeyin

Geçmişi Değiştiremezsiniz Ama Bugün Sizin Elinizde – Zihninizden Çıkıp Şu Anda Yaşamaya Başlayın

Fotoğraf çekerken psikolojiden faydalanıyorum – Tasarımın İnsanlar Üzerindeki Etkisi – Kafanızın İçindeki Sesi Pozitif Konuşma Konusunda Eğitin – Olumlu İnsanlarla Kendinizi Nasıl Kuşatırsınız? 

Hata Yapmak Güzeldir – Sihre Sahip Olanların Hileye İhtiyacı Yok

Hayatta Başarılı Olmak İçin 6 Adım – Hayallerinizi Gerçekleştirmek İçin 15 İlham Verici Fikir – Daha Sabırlı Olmanıza Yardımcı Olacak Dört İpucu – Benjamin Franklin Etkisi: Bir Kişiye Bir Kere İyilik Yaptığınızda, Aynı Kişiye Tekrar İyilik Yapma İhtimaliniz Neden Artıyor? – Santandreu: “Mutlu Olmak İçin İç Diyaloğunuzu Kullanın”

Nefes almanın algısı

Araç Kullanırken Stresi Azaltacak Öneriler

Kadının Değişen Toplumsal Rolü ve Aile Hayatı

Doğru Karar Vermek için Zeka Tiplerini Nasıl Kullanmalıyız? – Negatif Haber Akışının Bir Nedeni: Olumsuz Düşünme Yanlılığı – Uzmanlardan Hayatınızı İyileştirmenin Pratik Yolları – Odaklanma Nasıl Geliştirilir – Dikkatsizlikten 11 Uygulama İle Kurtulun – Yaratıcı Düşünme – Aşılması Gereken 8 Psikolojik Engel – En Etkili Motivasyon Yöntemleri

HASTA BİNA SENDROMU

Kendinizi Suçlu Hissetmeden Mutsuzluğunuzu Kabul Etmek – Farkındalığın derin anlamı üzerine düşünmek

Zayıf Bağların Gücünü Keşfedin – Zorluklara Karşı En İyi Silah Pozitif Duygulardır

Orman Banyosu Alıyor Musunuz? – Hayal Gücü Nedir? – Doğa Karşısında İnsan

Başarılı Olmak İçin 15 Altın Öneri

Can Sıkıntısı Nasıl Geçer

Aile Dizimi uygulaması, enerji merkezli bir grup yöntemi olmasıyla şifalanmaya giden yolda diğerlerinden çok farklıdır ve tahmininizin üzerinde bir etkiye sahiptir. Bu alanın enerjisini ve gücünü, enerji düzlemini herkes harekete geçirebilse de kontrol etmesi, okuması, anlaması ve yönetmesi oldukça sağlam bir irade gerektirir. Bu kitaptaki örüntüleri bilmeyen, tanımayan hiç kimsenin uygulamaya yeltenmemesi gereken bir çalışmadır ve sorumluluğu bakımından da yetki gerektirir.

Bu yöntem, kişinin kendisinin ya da soyunun geçmişten gelen duygusal travmaları ile bugüne uzanan tüm ağır yüklerini enerji düzleminde açığa çıkarıp geride bırakmayı amaçlar. ‘Ateşin içinden geçmeden iyileşemezsin’ sözü tam da bu sahne içindir. Ancak yanlış ellerde hiç olmadığı kadar da tehlikeli bir sahne bile olabilir. Aile Dizimi’nin gücü, bu kitabın içindeki tüm travmalar ile birlikte bunların da üstünde sadece manevi değerler ile açıklanabilir durumları bile şifalayabilir. Ancak bu aralığı bilgi olarak açmayışım, olumsuz kullanımıma kapı aralamaktır.

Özelleştirdiğimiz Aile Dizimi formatı

Bu yöntem geride kaldığını sandığımız yaşamın karanlık yüzünü gözler önüne sererken geçmişten bugüne uzanıp geleceğimize de etki eden enerji hattını şifalandırmaya çalışır. Bu bağlamda kendi geçmişimizdeki istismar, şiddet, doğal afet, savaş, göç, ölüm, ihmal ya da kayıp gibi birçok duygusal travmanın yanında nesiller boyu taşınan ve kişiyi hedef alan karmik enerjiyi de düzeltmeye dahi niyet eder. Ancak atalardan bağ kesme, arınma gibi hurafe dolu yaklaşımların bu alanın gerçeğiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Genetik aktarım ile gelen özelliklerin bu alanı çıkar uğruna pazarlamada koca bir yalana döndürülüp ataların günahlarını, sapkınlıklarını veya cinayetlerinin izlerini dahi kişiden temizliyormuş gibi gösteren çok kötücül yönleri meşhurdur. Ancak işin aslı tabi ki öyle değil.

Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır. Fatır 18

Bizler Aile Dizimi kavramıyla çalışırken olayı çözümlemede bazı durumlarda Psikodinamik ve Bilişsel Davranışçı terapi ekolü gibi güçleri kullansak ta iş evrendeki anlam arayışına ve insanın yaradılışına kadar uzandığında Kuran’ın bilgisinden yararlanırız.

Aile dizimi atalardan arınma veya bağ kesme yeri değildir. Aile dizimi ne günahlardan arınma ritüelidir, ne de tanrıların kurban istediği bir ayin. Bizim uyguladığımızda başka tür inanç sistemleri değil, kendi manevi değerlerimiz üzerinden sahneye bakılır. Psikoloji tarihinin araştırdığı, bu kitaptaki tüm örüntüleri de gördüğümüz ve morfogenetik alandır. Dizimin bahne gücü en iyi kuantum enerjisiyle açıklanabilir. Dizim sahnesi aktarımdan bilişsel çarpıtmalara, kurban tuzağından nesilden gelen travmalara, anne karnındaki hayatın etkilerinden kendini gerçekleştiren kehanete kadar onlarca psikolojik örüntünün sonuçlarını  gözler önüne serer. Kolektif olarak gelenler, aileden aldıklarımız ve çevrenin de etkileri ile ortaya bir ben çıkarır. İşte bu benin bugün yaşayıp adını koyamadığı her türlü kaosu, travmatik anıyı ve sonuçlarını en güzel gördüğümüz sahnedir Aile Dizimi. Gelenin gitmek istemediği, gelmeyenin yüzleşmekten korktuğu bir sahnedir. Zamanda yolculuk yapıldığı, birbirine iyi gelmek için niyet eden ruhların sorunun kaynağındaki karakterleri gerçek hisleriyle temsil ettiği bir alan.

Aile Diziminde ölen atalara iftira yoktur, gerekirse yüzleşip duayla yad etmek vardır. Dizimde reankarnasyon, cinler, evrenin istedikleri veya ruh çağırma yoktur. Göktanrı, toprak ana gibi kavramlar da yoktur. Bilinçli tekniklerin yanında inanç, hakkediş ve en güzelinden niyet vardır. Kaçma veya yok sayma yoktur. En can alıcı yüzleşmeler vardır. Kin, nefret ve intikam yoktur. Affetme, kabullenme ve ayağa kalkma vardır. En güzel tarafı ise bilinç dışının engin topraklarında nedenini bilmeden yaşadığınız karmaşıklığı görüp, bulup, yüzleşip geride bırakma vardır. Aile dizimi özgürleşme ve yeniden başlamanın ilk adımıdır. Kalubelada verdiğimiz sözden hesap günü şeytanın “yapmasaydın” demesine kadar uzanan tüm yolculuğun anlamıdır biyerde. Köprüden önce son sıkıştır. Hayatın içinde şeytan en beter arşivleri önüne sürse de melekler müttefikindir. Geriye sadece iraden kalır ve irade her şeydir. Özgürleşerek iyileşme cesareti olan herkesin bizdeki yeridir Aile Dizimi.

Aile Dizimi, ismi itibariyle sadece aile ile alakalı görünebilir fakat öyle değildir. Çünkü tüm sistemi ele alır. Aile Dizimi çalışması çerçevesinde enerji çalışmaları (nazar ve göz, beddua gibi), ters giden hayat öyküleri, romantik ilişkiler ve arkadaşlık gibi aile dışı ilişkiler de bu sahnede çalışılır. Hatta Aile Dizimi içerisinde bazı soyut kavramlar bile çalışılır. Örneğin kişinin kaygı problemi varsa gruptan bir kişi kaygıyı temsil edebilir. Aynı şekilde yalnızlık, üzüntü ya da neşe gibi diğer duygular da temsil edilerek bu kavramların kişi ile olan ilişkileri enerjinin de yönlendirmesiyle gözler önüne serilebilir. Kısacası, Aile Dizimi kapsamında insan hayatında yer alan her türlü dinamik yaşayış, özellikle kişinin hayatını zorlaştırıcı problemler işlenebilir. Genel itibariyle Aile Dizimi atalarımıza uzanan bir geçmiş ile gelecek yaşamımızı şifalandırmayı amaçlar.

Kişilerin enerjileri değiştikçe, ilişkilerde olumlu değişimler gözlenmeye başlar. Aileden tek bir kişi bile kendi nesli için Aile Dizimi çalışmaları yaptığında, diğer bireyler bu çalışmalardan haberdar olsun olmasın, olumlu değişimlere uğrarlar. Aile Dizimi henüz dünyada hiçbir resmi kurum tarafından kabul görülüp sahip çıkılmasa da yeni yeni uygulanmaya başlanan ve doğru ellerde çok iyi sonuç veren bir çalışmadır. Fakat yine de herhangi bir konuda tedaviyi vaat eden, sağlığı iyileştiren ve tıbba alternatif bir tarafı yoktur.

Aile Diziminin İşleyişi

Aile Diziminde hikâyesine bakılan kişiye “açılımcı” denir. Hikâyesindeki oyuncuların tümüne ise “katılımcı” denir. Açılımcı kişi kendisini ve ailesini temsil edecek kişileri seçer. Grup üyeleri ise içlerinden geldikleri gibi, serbestçe hareket etmeye ve kendilerini en rahat hissettikleri konumlara geçmeye başlarlar. Onları adeta ortamdaki enerji yönlendirir.

Daha önce bu deneyimi yaşamayan ve görmeyenler de dakikalar içinde enerjinin akışına kapılır ve rolün gerçekliği kadar hikâyenin dramına girer. Açılımcı kendisi için konumlanan bu grupta kendi annesiyle, babasıyla ve atalarından gelen duygusal yüklerle yüzleşir. O anda dil susar, enerji çalışır. Kişiler kendilerini ifade etmedikleri halde herkes birbirini hisseder ve anlar. Bu sahnede enerjinin gücü ortama öylesine hakimdir ki sadece açılımcı değil, herhangi bir roldeki kişi bile kendi hikâyesini yaşamaya başladığı için şifalanmaya başlar. Birisi diğerinin annesini canlandırırken kendi annesiyle ilişkileri gözünün önüne gelir ve role girmesi de kaçınılmaz olur. Çalışmanın ilerleyen aşamalarında dizimi yapılan kişi çalışmaya bizzat katılabilir. Aile Dizimi, geçmişteki o kaos anını enerji boyutunda yeniden canlandırır ve olayı çözümlemek ister. Bu tablo bazen öyle bir hal alır ki ani yaşanan ölümler, tecavüz vakaları, katliamlar, aile içinde dışlanmalar, suçluluk duygusu ve özellikle göç gibi önceki nesillerin travmalarının bizlere nasıl aktarıldığını kendi gözlerimizle görebiliriz. Travmanın veya tıkanan ruhun/enerjinin amacı kendini göstermek olduğu için görünür olduğunda enerji boşalır ve rahatlama yaşanır.

Aile Dizimi ile ilgili bilinmesi gereken önemli bir nokta var. Aile Dizimi gibi Psikodrama ve Aile Heykelleri gibi yöntemlerde kişinin düşünceden uzak kalabilmesi, özellikle içinden geldiği şekilde davranması önemlidir. Çünkü bu zihinden serbest ortam sayesinde içimizde yıllarca gizlenmekte olan yüklerimiz ortaya çıkmaya cesaret edebilir. Günlük hayatımızda hissetmekte olduklarımızı çoğunlukla mantık çerçevesinden geçirerek dışa vurmayız. Aile Dizimi gibi yöntemlerin işe yaraması için de kişinin içinden geldiği gibi davranıp hissetmesi ve düşüncelerini ve düşünceye eşlik eden konuşmaları olabildiğince en aza indirmesi gerekebilir. Ancak bu şekilde ortamdaki bütün kişilerin enerjisiyle bağ kurabilir. Kişi tıpkı bir wifi ağına bağlanır gibi o enerji sistemiyle bağlantıya geçer. Bu da birbirini tanımayan insanların ortamın enerjisiyle birlikte açılımcının yaşadığı acıya benzer bir duyguya bağlanmasına yarar. Bir diğerinin sisteminde taşıdığı olumsuz enerjinin yeni bir katılımcıda aynı şekilde açığa çıkması ve sahnede canlanması mucizevi gibi dursa da gerçektir. Katılımcı olarak role giren kişinin açılımı yapılan kişinin sistemindeki figür ile aynı duyguyu hissetmesi ve sistemle bağlantıya geçmesi, hem kendi sistemini hem de açılımcının sistemini şifalandırmaya başlar. Bu bağlantı sayesinde geçmişin bu enerji yükü güvenli ortamda ortaya çıkabilir. Aksi halde enerji yine kendini gösteremeyeceği için tıkanıklık devam eder. Tüm iyileştirici tekniklerin ortak yanı da budur. İçtekilerin ortaya çıkabileceği bu özgür alan, geçmişin yüklerinin ortaya çıkıp kendini göstermesine yardımcı olur.

Ortaya Çıkışı

Aile Dizimi yöntemi 1990’larda Bert Hellinger tarafından oluşturuldu. Son 20 yılda ortaya çıkan yeni bir teknik olmasının yanında oldukça eski kuramlardan yararlanarak oluşturulmuş ve uygulanan kişiler tarafından oldukça faydalı görülen bir tekniktir.

Psikoloji dünyasında Freud ile beraber ilk bakım veren yani anne ile olan ilişkinin kişi üzerindeki güçlü etkisi üzerine düşünülmeye başladı. Bu düşünüş, Anna Freud, Melain Klein ve Winnicott gibi kuramcıların gördükleri hastaların etkisiyle oldukça kuvvetlendi. Hatta durum öyle bir hal aldı ki anne tek başına kişinin yaşadıklarının ‘günah keçisi’ olarak görülmeye başlandı. Bu dönem boyunca annenin kişi üzerindeki etkisini kanıtlayan pek çok veri bulunmaya devam ederken bazı kuramcılar tarafından kişiyi etkileyenler çerçevesi genişletilmeye başladı. Çünkü annenin kişi üzerindeki etkisi oldukça önemli olsa da, insan hayatı boyunca sadece annesiyle karşılaşmıyor, pek çok farklı ilişki kuruyordu. Bu sebeple kişinin dinamiklerini bir tek anneye yüklemek yanlış olacaktı.

İlerleyen süreçte kuramcılar genişleyen çerçeve içerisinde aile ile ilgili özelliklere dikkat etmeye başladılar. Kişinin anne dışında baba ya da kardeşler ile olan ilişkileri incelendikçe anne dışındaki aile üyelerinin de kişinin hayatındaki etkileri ortaya çıkmaya başladı. Hellinger ise kişinin ‘yaşam senaryosunu’ önceki nesillerden devralıp sanki kendi yazgısıymış gibi sahiplendiğini gördü. Nesiller önceki ataların bile kişinin yaşamını etkileyebileceği görüldü.

Aile Dizimi annenin, ailenin ve geçmiş nesillerin kişiyi etkileyişi üzerine çalışılan bir teknik olarak böyle bir zihinsel zeminde ortaya çıktı. Özellikle Moreno’nun Psikodraması ve Virginia Satir’in Aile Heykeli yöntemleri bunlardan ikisidir. Psikodrama danışanın kendisini ve bir grup katılımcının birlikte aile rollerini sahnede gibi canlandırılmasını içerir. Aile Heykelleri yöntemi ise ailede yaşanmış olayların sembolik olarak ifade edildiği ve aile üyelerinin duruşlarının, yakınlık-uzaklıklarına odaklanan bir yöntemdir. Satir Aile Heykelleri yöntemini gerçek aile üyeleri ile çalışırdı. İlk zamanlarda Aile Heykelleri çalışmasının yapılabilmesi için aile sisteminin tüm gerçek üyelerinin bulunması gerekliliği vardı. Bir gün Satir’in çalışmalarından birine aile üyelerinden biri gelmediğinde o üye yerine aile dışı katılımcılardan biri geçmiştir. Gerçek aile üyesi olmayan bu kişi eksik aile üyesinin yerine geçtiğinde süreç içerisinde gerçek kişi gibi davranmaya ve hissetmeye başlamıştır. Böylece gerçek kişiler olmasa bile yerine geçen kişilerin de canlandırmalarda aynı enerji içerisinde oldukları görülmüştür. Evet, bir diğer kişinin sizin anneniz gibi davranabilmesi, aynı hisleri hissederek harekete geçebilmesi çok ilginçtir. Ancak Aile Diziminde en önemli kural olan konuşmama ilkesi, kişiyi biliş durumundan ziyade dürtülerine yönlendirir. Bu da bir diğerinin hislerini hissedebilmeyi ve davranışlarına yansımayı sağlar.

Kişilerin olmadıkları kişiler gibi davranabilip hissetmeleri oldukça ilginçtir. Bu hisler öyle bir hal alabilir ki temsilciler gerçek aile üyelerinin fizyolojik rahatsızlıklarını dahi hissedebilirler. Örneğin bir ailede babayı temsil eden kişi gerçek babanın sağ dizindeki ağrıyı hisseder. Bunun açıklaması ile ilgili pek çok farklı görüş olmakla birlikte nasıl gerçekleştiğini kesin olarak bilemiyoruz. Kuramcılar yaşanılan bu durum karşısında kişilerin özel bir enerji alanına girdiklerini söylemişlerdir. Bu alana morfogenetik alan, bilgilendirici alan ya da bilme alanı gibi isimler verilir. Morfogenetik alan görüntü, koku, dokunma ve tatma gibi iletişim türlerini içinde barındıran fakat onlardan daha farklı olarak insanların paylaştıkları bir alan olarak tanımlanır. Bu alan sayesinde duyu organlarıyla algılanamayan meseleleri tüm insanlar olarak paylaşabilir hale geliriz.

Enerjiyi Anlamak Üzerine

Aile Diziminin bu tuhaf görünen işleyişinin basit bir enerji uygulaması olarak açıklanması, meseleyi anlamak için yeterli değildir. Bu işleyişi anlamanın yolu maddenin çok daha derinlere dayanıyor. Son yıllarda fizik alanında yapılan araştırmalar atom hatta atom altı parçacıklarının hareketlerinin bir gözlemcinin varlığına göre değişebildiğini ortaya koydu.

Temel fizik kanunlarına göre belli bir şekilde davranması beklenen atom altı parçacıklar gözlemcinin var olduğu durumda farklı davranarak, evrenin işleyişine dair temel fizik kanunlarının gerçekliğini bile şüpheye düşürdü (Çift Yarık Deneyi). Somut anlamda erişebildiğimiz dünyadan daha fazlasını gözlemlemeye başladığımızda evrenin işleyişinin bilimin kabul ettiğinden çok daha farklı ve kaotik gibi gözüken bir düzende olduğunu öğrendik. Gözlemcinin varlığına göre atom altı parçacıkların davranışlarını değiştirmesi bize niyetin gerçeği değiştirebileceğini kanıtladı. Kuantum ile açıklanabilir bu alanı genel ifadeler ile söyleyebiliriz çünkü bu tünelin ucu çok daha derin bir konuya gider.

Araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlar evrendeki tüm maddelerin adeta görünmez iplerle birbirine bağlı olduğunu gösterir. Aslında tüm uzay bir dolaşıklık içerisindedir. Evrenin dolaşık oluşu, her maddenin öyle ya da böyle birbirleriyle bağlantılı olduğunu kanıtlar. Böylece bizler Aile Dizimi esnasında adını dahi bilmediğimiz kişileri hissedebilir ve o kişiler gibi davranmaya başlayabiliriz. Bu araştırmalar tasavvufta bahsedilen Vahdet-i Vücud kavramını akla getirir. Vahdet-i Vücud, varlığın tek ve bir olduğunu anlatır. Sufi inancına göre varlık tektir ve her şey o tek varlık içerisindedir. Böylece aslında ayrı olan bir şey yoktur, her şey bir ve iç içedir.

Niyet Deneyi

Aile Dizimi “morfogenetik alan” adı da verilen bir enerji sistemiyle çalışsa da temel çalışma prensibinde “niyet” yatar. Niyet kelimesi basit duruyor olabilir. Çünkü niyet, yapılmamış bir şeyin akılda yeşermesi ve kendinize “Evet, ben bunu yapacağım,” demeden önceki son düşünce hamlesidir. İşte bu kadar küçük gibi duran ancak geçmiş ve gelecekteki her şeyi kökünden şekillendiren bu ayrıntı, Aile Diziminin de çekirdeğini oluşturur. Niyet, atom altı parçacıklardan tutun da canlı ya da cansız herhangi bir nesnenin bütün kaderini bile değiştirebilir.

Kuantum alanında yapılan araştırmaları destekleyen niyet deneyiyle ünlenen McTaggart’ın yapraklarla ilgili çalışmasının Aile Dizimini açıklayabilen bir yanı vardır. Deneyde bir grup yaprakla çalışan McTaggart yaprakların daha parlak olmasına niyet etmiştir. Bir hafta sonra karşılaştığı sonuç şaşırtıcıdır. Yapraklar, üzerine herhangi bir niyet edilmeyen yapraklara göre görünür derecede daha parlaktır. Bu durum bize niyetin maddeyi değiştirebileceğini kanıtlar. Aile Dizimi esnasında oluşan bu alan, varlığını şifalanmak niyetiyle oraya toplanan insanlara borçludur. Buradan açılımcının niyetiyle orada bulunmasını ve katılımcının tanımasa bile onun enerjisine girebilmesini daha rahat anlamlandırabiliriz.

Niyetin bir sonraki adımı, o konuda eyleme geçmektir. Yani zihinde olan niyetin söze dökülmesidir. Örneğin Japon bilim adamlarının su molekülleri ile yaptığı bir deneyde, suya söylenen olumlu sözlerin suyun moleküler yapısını düzenli ve ahenkli olarak değiştirirken olumsuz sözlerin karmaşık ve kaotik olarak değiştirdiği bulunmuştu. Yani sözlerin ne kadar etkili olduğu bu deney ile ispatlanmıştır. Ancak niyetin madde üzerindeki değiştirme gücü, söze dahi dökülmeden önceki fikir olması hasebiyle daha da mucizevidir. Dizim sisteminde bir araya gelen kişilerin birbirleri için girdikleri roller ve o anda hissettikleri, tamamen alanın enerjisi ve niyetin o yönde olmasıyla doğru orantılıdır. Bu sayede kişiler tanımadıkları kişilerin acılarını hisseder ve gerçekte olan hikâyeye benzer duygular ile hareket etmeye başlarlar.

Sonuç olarak, şifalanmaya giden bu yolda ister inancı kullanın ister Aile Dizimini, niyetinizin şifalanmak olmasıyla atılan her adım sonuç verecektir.

Kuantumdan tutun tasavvufa kadar var olan açıklamalar bize, rasyonel mantık ile açıklanamayan meseleleri belki açıklamak değil fakat anlamak için bir alan sunuyor.

Kadim Bilgilerden Aile Dizimine Bakış

Dizimle ilgili bütün bu bilgilerin en sıra dışı tarafı, enerji sisteminin yüzyıllardır süregelen kadim bilgiler ve dini inançlarla büyük ölçüde örtüşmesidir. Örneğin dua etmenin olumlu yönde etkisi, niyet deneyinde olduğu gibi istediğiniz bir konuyla ilgili maddeyi değiştirme gücüne işaret eder. Aynı şekilde bedduanın da kişilerin niyetinden ötürü kendisine ya da karşı tarafa vereceği zarar, teknik olarak niyet deneyinin maddesel etkisini andırır.

Nazar, beddua, ah almak, hak yemek, haksız kazanç, cinayet, gıybet, hırsızlık, büyü, ana ve babaya asi olmak, intihar, kürtaj, zalimlik, fitne çıkarmak ve küfür gibi günah olduğuna inanılan davranışlar, karmik enerjiyi bozan duygusal yük sebepleridir. Aile Dizimi Batı kökenli olmasına rağmen bu temaları baz alır. Bu tür ağır yüklerin sonuçları, kişiyi etkilediği gibi yedi nesle kadar uzanan bir karmik enerjiyi de altüst edebilir. Böylece morfogenetik alan olarak bahsedilen, nesillerin paylaştığı alanda oluşan karmik yük, fark etmesek bile bizi etkisi altına alarak hayatımızı önemli ölçüde etkiler.

Aile bir sistemdir ve bu sistem üst nesillerden de etkilenerek bir döngü oluşturur. Çünkü herkesin bir anne ve babası olduğu gibi o anne ve babaların da etkilendiği kendi ebeveynleri vardır. Bu yorum bile bizi kökleri olan koca bir ağaca benzetirken üst nesillerden nasıl etkilendiğimizi sorgulamamızı sağlayacaktır. Bu sistem içerisinde var olan bir sıkıntı, özellikle görülmeyen bir durum, normalde olması gereken enerjiyi keser. Örneğin anneannenin ani biçimde kaybettiği bir bebeğinin olması, bir sonraki bebeğine davranış şeklini değiştirdiği gibi, onun da kendi çocuklarına etkisini değiştirecektir. Burada tıkanan alan ilk bebeğin kaybı olmaktadır. O nedenle çözümlenmesi gereken alan da orasıdır. Aile Dizimi bu gibi durumların ortaya çıktığı bir yöntemdir. Burada önemli olan aileye ve aile üyelerine değil de sisteme bakmaktır. Yani aile, bir dişlinin çarkları ile oluşan mekanizma sayesinde bir sistem yaratır. Bu çarklar birbiri içerisinde etkileşimdedir. Aynı zamanda her bir çarkın hareketi bir diğerini ve dolayısıyla tüm sistemi etkiler. Aile Dizimi bu sistemik anlayış ve maneviyatın bir birleşimi niteliğindedir.

Psikosanat

Gurbette Olmak ve Kültür Şokuna Alışma Yöntemleri

Belli sebeplerden ötürü ülkesinden ayrılıp başka ülkeye yerleşenlerin en çok dile getirdiği şey özlemek oluyor. Ülke özlemi, aile özlemi, dost özlemi… Belki gittiğiniz yerde yaşamak çok daha kolaydır ama zaman zaman insan eski alıştığı düzenini arayabiliyor. Gurbetçilik ya da expat olmak insanı izole hissettirerek stresli ve mutsuz bir hale getirebiliyor. Fakat bununla mücadele ederek gurbete alışmak zor değil. Başka bir ülkede özlem çekiyorsanız ya da yakın zamanda yabancı bir ülkeye gidecekseniz ve endişeleriniz varsa bir psikolog ile her zaman online terapi yapabilir, nasıl adapte olacağınızı ve psikolojinizi rahatlatacak yöntemleri öğrenebilirsiniz.

Gurbette Çalışmak

Belki iş için, belki evlilik sebebiyle, belki çocuğunuz için, belki eğitim nedeniyle yurt dışına yerleştiniz. Önce yerleşeceğiniz ülke hakkında tüm bilgileri edindiniz: dili, kültürü, politikası, insanları… Gittiğinizde büyük bir heyecanla yeni şehrinizi gezdiniz, insanlarla tanıştınız, farklı yiyeceklerinden tattınız. Günleriniz balayı gibi ilerledi: tatlı fotoğraflar, memleketteki aileye, eşe dosta kart gönderme, yeni insanlarla tanışma… Evet, ilk 1-2 ayınız böyle güzel ve heyecanlı geçmiştir.

Çalışıyorsanız işteki insanlar, evdeyseniz dışarıda karşılaştığınız kişiler size garip gelmeye başlayabilir. Çünkü ilk aylardaki heyecanınız kalmamıştır ve her şeyi olduğu gibi görmeye başlamışsınızdır. Kendinize yabancılaşmaya başlayabilir ve “başka ülkede yaşamak çok zor” diye iç geçirebilirsiniz. Gittiğiniz ülkede konuşulan dil size fazlasıyla yabancı gelebilir. İnsanların davranışlarını garip bulabilirsiniz. Yediğiniz yemekler tatsız gelebilir. Hatta annenizin yaptığı yaprak sarmalarını, mahallenizdeki tatlı teyzelerin el açması böreklerini, esnafın lezzetli kebaplarını özlüyor olabilirsiniz. Belki yaşadığınız yerde benzerlerini buluyorsunuzdur ama sizi evinizde gibi hissettirmiyorlardır. İşte, gurbetçi olmak biraz da böyledir.

Gurbete Alışmanın Yolları

Bu durumdayken stresli, depresif, endişeli, mutsuz olabilir, baş ve karın ağrısı, anksiyete odaklanamama problemleri, ruh halinde ani değişimler yaşayabilirsiniz. Fakat hiç endişelenmeyin, sevdiklerinizden destek alın ve gurbete alışmanın yollarını öğrenin. Hatta bir psikologdan da yardım alabilirsiniz. Yaşadığınız kültür şokunu nasıl atlatabileceğinizi size bir psikolog profesyonel bir şekilde anlatacaktır. Aynı zamanda bulunduğunuz bölgede sizin gibi gurbetçi olan kişilerle görüşebilir, gruplara ve yerel halkın etkinliklerine katılabilirsiniz. Daha çok sosyalleştiğinizde yabancılık çektiğiniz kültür size daha yakın gelmeye başlayacaktır. Zamanla yeni bir kültürle, yeni insanlarla nasıl etkileşime gireceğinizi kavrayacak ve kendinizi onların bir parçası gibi hissedeceksiniz. Yeni kültüre alışmanızı sağlayacak diğer yöntemler:

  • Turlara katılabilirsiniz.
  • Kurslara gidebilirsiniz.
  • Kendinizle aynı durumda olan kişilere sosyal medya aracılığıyla veya çevrenizde bulunan kişilerin yardımıyla iletişime geçerek destek alabilirsiniz.
  • Bulunduğunuz ülkenin kültürü ve dili hakkında daha iyi bilgi sahibi olmak için çeşitli kitaplar alıp okuyabilir ve kendinizi geliştirebilirsiniz.
  • Tadım etkinliği gibi yerel kültürü tanıtıcı etkinliklere katılabilirsiniz.

Bunların yanında kendinizi gerçekten kaygılı ve gergin hissediyorsanız, yabancılarla iletişimde zorlanıyor veya sizi strese sokan düşüncelerden kurtulamıyorsanız Progresif Kas Gevşetme (Progressive Muscle Relaxation – PMR) yöntemiyle kolayca sakinleşebilir ve kendinizi daha huzurlu hissedebilirsiniz. Bu teknik Dr. Edmund Jacobson tarafından geliştirilmiştir ve baş ağrısı , vücut ağrıları, kas spazmları, uyku problemleri, stres ve anksiyete gibi problemlerin vücutta yarattığı gerginliği azaltmak temel hedeftir. Peki nasıl uygulanır? 

Öncelikle sakin ve loş bir ortamda olun. Sakinleştirici müzikler, güzel kokular ve çiçekler kullanabilirsiniz.

Rahat bir yerde dik oturun. 3 kez diyaframdan nefes alıp verin. Kısa bir nefes egzersizi yaptığınızı düşünebilirsiniz. 

Her bir kas grubunuzu 5 saniye kasıp gevşetin. Örneğin, omuz kaslarınızı kasıp gevşeterek omuzlarınızı rahatlatabilirsiniz. Vücudunuzda gergin hissettiğiniz noktalarda bunu uygulayarak gevşeme sağlayabilirsiniz. 

Egzersiz sonlandığında tekrar 3 kez derin nefes alıp verin. Kaslarınız rahatladığı için kendinizi çok daha enerjik hissedeceksiniz ve sizi endişelendiren düşünceler zihninizden kaybolacak.

Ne zaman tam anlamıyla gittiğiniz ülkeyi benimsemeye başlarsanız işte o zaman tadını çok daha iyi çıkaracak, daha iyi vakit geçirecek ve kendinizi çok daha fazla geliştireceksiniz. İlla ki zaman zaman özlem duyacak ve stresli, depresif hissedeceksiniz. Böyle durumlarda terapi almak, sevdiklerinizle vakit geçirmek sizin için en doğrusu olacaktır. Fakat asla pes etmeyin. Üzgünlüğünüz gelip geçici olacaktır.

Benlik Saygısını Artırma Yolları

Benlik saygısı, kendimizi bilinçli ve bilinçaltı düzeyde nasıl gördüğümüzdür. Ve bu benlik perspektifi, kendimizi ne kadar değerli ya da değersiz gördüğümüz hakkındaki görüşlerimizi ve inançlarımızı içerir. Bu nedenle, işaretleri öğrenmek, kendinize olan değerinizi artırmak için harekete geçmeniz için gereken farkındalığı ve bilgileri size sağlayabilir. Benlik saygısı yüksek olduğunda nasıl hissediyorsunuz? Durdurulamaz, kendine güvenen, güzel, güçlü? Peki, benlik saygısı düşük olduğunda nasıl hissediyorsunuz? Sanırım dünyanızın alt üst olduğunu söyleyebilirsiniz. Hepimiz hayatta inişler ve çıkışlar yaşarız. Düşüşe geçtiğimiz anda bunun neden kaynaklandığını fark etmek ve işler daha da kötüye gitmeden müdahale etmek akıllıca bir uğraş olacaktır.

Düşük Benlik Saygısının Belirtileri

  • Fazla düşünmek
  • Kendini suçlamak
  • Kendinden şüphe
  • Kişisel sınırların eksikliği ya da yokluğu
  • Değersiz hissetmek
  • Olumsuz iç konuşmalar
  • Sosyal karşılaştırma
  • Tutarlı kararsızlık
  • Aşırı veya yetersiz başarı
  • Yüksek öz beklentiler belirleme
  • Eleştiriye duyarlılık
  • Eylemleriniz için suçlu hissetmek

Benlik Saygısını Artırmak için Ne Yapılabilir?

Benlik Saygısı Düşüklüğünün Temel Nedeni Öğrenin

Hepimizin çocukluğumuzdan gelen olumsuz temel inançları vardır. Ve tekrar ziyaret etmek acı verici olsa da, kendinize olan saygınızı artırmanın anahtarı, kendinizinkini düşünmektir. Örneğin, bir sınıf sunumu yaparken kendinizi aşağılanmış hissettiğiniz ve şimdi sosyal durumlarda kendinizi değersiz hissettiğiniz o anı bilinçaltınızda yeniden canlandırıyorsunuzdur. Veya belki de arkadaşınızın ilk aşkınızı çaldığı gün, bir yetişkin olarak sağlıklı ilişkilere layık olmadığınızı hissetmenize neden olur. Nedeni ne olursa olsun, geçmiş deneyimlerinizin bugünkü inançlarınızı nasıl içselleştirdiğini öğrenmek, çıkarlarınıza en iyi şekilde hizmet eden yeni bir sistem yaratmanıza izin verecektir.

İçsel Olumsuz Konuşmayı Bırakın

Hiç kimse özeleştirinin acımasızlığından muaf değildir. Yine de kendi kendinize yaptığınız olumsuz konuşmaları nasıl sorgulayacağınızı öğrenmek kolay bir başarı değildir. Çoğu zaman bizimkini duyduğumuzda, gürültüyü bastırmak için herhangi bir davranışta bulunmaya çalışırız. Ancak ilk adım, gevezeliği kabul etmek ve düşüncelerinizin kim olduğunuzu gösteren mesajlar değil, sadece düşünceler olduğunu anlamaktır. Gerçekten de, düşünceleriniz ile şimdiki an arasında bu farkındalığı yaratmak, size neyin doğru neyin yanlış olduğunu sorgulama gücü verecektir.

Düşüncelerinizi yeniden çerçevelendirin

İçsel diyaloğunuzun daha fazla farkına vardığınızda, düşüncelerinizin yönünü değiştirmeye başlamak için daha donanımlı hale geleceksiniz. Örneğin, kendinize sürekli olarak “Ben aptalım” demek yerine “Bugün bir hata yaptım ama düzeltebilirim” diyebilirsiniz.

Kendinizi Neşelendirin

Düşük benlik saygısı olan insanlar genellikle dış sevgi ve destek ararlar. Çözülmemiş travma, çocukken bakıcılardan karşılanmamış beklentiler veya altta yatan başka nedenler olabilir. Sebep ne olursa olsun, kendinize değer vermeyi ve orada olmayı öğrenmelisiniz. Yine de bu, söylemesi yapmaktan daha kolay bir senaryo türüdür. Hayatınızdaki düşük benlik saygısının belirtilerine tanık olmaya başlayın. Yetersiz içsel olumlu konuşma yaptığınızı fark ettiniz mi? Eğer öyleyse, yansımanızı her gördüğünüzde bir yönünüzü iltifat etmeye başlayın. Küçük, belirli bir hedefi takip etmek, zaman içinde yavaş yavaş daha yüksek benlik saygısı oluşturacaktır.

Kim Olmak İstediğinizi Düşünün

İç konuşmalarınız size ne diyor? Belki de yeterli olduğuna inanmıyorsun ya da yaptığın her yanlış ve geçmişteki acı dolu deneyimler için kendini suçluyorsun. Yine de buna rağmen, hala olmak istediğiniz kişinin imajına sahipsiniz. Bu yüzden, olmak istediğiniz kişiyi yazmak için bir dakikanızı ayırın. Örneğin, benimsemek istediğiniz özellikler, güvenin sizin için ne anlama geldiği ve neyi değiştirebilmeyi dilediğiniz konusunda net olun. Bu versiyonu yazdığınızda, kurtulmak için çalışabileceğiniz alışkanlıklar ve benimsemeniz gereken alışkanlıklar hakkında net bir fikriniz olur.

Evet Demeden Önce Bekleyin

Genellikle insanları memnun etmek, benlik saygısının temel işaretlerinden biridir. Hayır dersek, tekneyi sallamaktan, bir arkadaşı kaybetmekten veya yüzleşmekten korkabiliriz. Ancak ihtiyaçlarınıza öncelik vermeyi öğrenmek, özgüveninizi artırmanın en iyi ipuçlarından biridir. Bu nedenle, her talebe evet demeden önce, düşünmek için bir dakikanızı ayırın. Kendinize sorun, “Kendim için mi evet diyorum yoksa beni sevmelerini, onaylamalarını veya kabul etmelerini istediğim için mi?” Bu cevaplar üzerinde derinlemesine düşünmek, korkunuzun altında yatan nedenleri keşfetmeniz için önemli bilgiler sağlayacaktır.

Dilediğiniz Özürleri Düşünün

Bunu duymak zor ama her zaman özür dilemek, şefkatli veya nazik olduğun anlamına gelmez. Aslında, benlik saygısı ve özsaygıdan yoksun olabileceğinizin bir işaretidir. Bu yüzden, özür dilemek için o derin dürtüyü hissettiğinizde, onu başka bir şeyle değiştirin. Örneğin, arkadaşınız sizi dışarı çıkmaya davet ederse ve hayır dediğiniz için kendinizi kötü hissederseniz, “Beni davet ettiğiniz için teşekkürler, ama ben evde kalmak istiyorum” deyin. Zamanla, sürekli uygulama ve derinlemesine düşünerek, her şeyin senin hatan olmadığını öğreneceksin. Ayrıca hak ettiğinizde ne zaman dürüst ve derin bir özür dileyeceğinizi de keşfedeceksiniz.

Vücudunuzu hareket ettirin

Son olarak, mümkünse günlük harekete öncelik verin. Uyanmak ve size iyi hissettiren bir şekilde egzersiz yapmak, kişisel başarı duygusu sağlar. Ayrıca, iyi bir terden sonra sevdiğimiz iyi hissettiren endorfinleri de üretir. Yoga matınızı açın biraz egzersiz yapın, spor salonuna gidin veya bir dans kursuna katılın. Ve bu öz bakımı sürdürdüğünüz her gün, öz değeriniz ve genel yaşam doyumunuz artacaktır. Benlik saygımız, kendimizi nasıl algıladığımızdır ve karşılığında, nasıl etkileşimde bulunduğumuzu ve yaşamda nasıl gezindiğimizi etkiler. Bu nedenle, öz değerinizin arkasındaki nedenleri çözmek ve öz saygınızı artıracak ipuçlarına öncelik vermek, mutluluğun ve güvenin artmasına destek olacaktır. Ancak ek desteğe ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız lütfen bir uzmanla konuşun. Uzmanlar inatçı olumsuz inanç ve düşünceleri değiştirmenize ve şifa yolculuğunuzu güçlendirmenize yardımcı olacaklardır.

DERYA ÖTE

Motivasyon, insan davranışının altında yatan nedenler, dürtüler ve arzulardır. Bizi hedeflerimize ulaşmak için harekete geçmeye teşvik eder. İnsanlar farklı nedenlerle harekete geçerler. Psikologlar iki farklı motivasyon türü bulmuşlardır: içsel motivasyon ve dışsal motivasyon.

İçsel ve dışsal motivasyon

İçsel ve dışsal motivasyon arasındaki temel fark, içsel motivasyonun içsel zevk ve ilgilerden kaynaklanırken, dışsal motivasyonun ödüller veya ceza korkusu gibi dış faktörler tarafından beslenmesidir. İçsel olarak motive olmuş bireyler ilgi alanlarından, tutkularından veya görevden aldıkları doğal zevkten ilham alırlar.

Dışsal motivasyon, finansal teşvikler, övgü, notlar veya cezalar gibi dış faktörler eylemleri etkilediğinde ortaya çıkar.

Dışsal motivasyon örnekleri

Çevremizde dışsal motivasyonun pek çok örneği vardır.

  • Bir öğrenci ailesini memnun etmek için ders çalışır.
  • Bir çocuk harçlık almak için ev işleri yapar.
  • İşçiler prim kazanmak için fazla mesai yapar.

Bu dışsal motivasyon örnekleri, dışsal motivasyon kaynaklarının faaliyetin kendisinden kaynaklanmayan keyif veya tatmin olmadığını göstermektedir.

Dışsal ve içsel motivasyonu karıştırmak geri tepebilir

İnsanları motive etmenin en yaygın yollarından biri dışsal ödüller sunmaktır. Ancak araştırmacılar, dışsal motivasyonları artırma girişimlerinin bazen olumsuz sonuçlar doğurabileceğini keşfetmişlerdir. Klasik bir deneyde, psikologlar “sihirli kalemler” kullanarak çizim yapmaya ilgi gösteren bazı okul öncesi çocuklara bu kalemleri bir ödül olarak sunmuşlardır.  Kalemlerle ödüllendirilen çocuklar daha sonra serbestçe oynamalarına izin verildiğinde, keçeli kalemlerle tekrar oynamaya çok az ilgi gösterirken kalemlerle ödüllendirilmeyen çocuklar keçeli kalemlerle çizim yapmaya devam etmiştir.

Bir kişi bir faaliyeti yapmak için zaten içsel olarak motive olduğunda, dışsal bir ödül uygulamak içsel motivasyonunu azaltabilir. Bu durum aşırı ayarlama etkisi olarak bilinir. Bu nedenle, bir çocuğu ders çalışması için ödül veya ceza kullanarak motive etme uygulaması olan edimsel koşullanmayı kullanan ebeveynler genellikle uzun vadede olumlu sonuçlarla sonuçlanmazlar.

Peki dışsal motivasyonu tamamen unutmalı mıyız?

Her faaliyet herkes için zevkli değildir ve herkes aynı şeye tutkuyla bağlı olmayabilir. Bu nedenle, içsel motivasyonun yokluğunda, işi yapmak için dışsal motivasyona güveniriz. Dezavantajlarına rağmen, dışsal motivasyon özellikle eğitim ortamlarında ve iş yerinde hala önemlidir. Bir sonraki yazıda dört dışsal motivasyon türlerinden ve bireyleri nasıl motive edebileceğimizden bahsedilecektir.

PROF. DR. KEMAL ARIKAN / İçsel motivasyon mu dışsal motivasyon mu daha iyi?

Li, P. (03.12.2023). “Extrinsic Motivation: How Many Different Types Are There?” Parentingforbrain.

İnsanlık çağlar boyunca çevre ile değişen koşullarda etkileşimde bulunmuştur. Sanayileşme ve kentleşme sonucu insanların vakit geçirdiği çevreler açık alanlardan kapalı alanlara kayma göstermiştir. Günümüzde iş yaşantısının yanı sıra sosyalleşme ve özel yaşantımızı da giderek artan büyüklükteki binalar, rezidanslar ve gökdelenler içerisinde geçirmeye başladık. Dünya Sağlık Örgütünün yayınladığı raporlarda insanlar zamanlarının %70’i iş, %20’si ev olmak üzere toplam %90’ını kapalı alanlarda geçirmektedir. Zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz bu ortamlar sağlığımız için risk oluşturabilir ve hatta hastalanmamıza sebep olabilirler.

Hasta Bina Sendromu, insanların içerisinde zaman geçirdikleri bina içerisindeyken semptomların geliştirdiği ancak kendine has bir özellik göstermeyen rahatsızlıklara yol açan durumlar için kullanılmaktadır. Buna göre bina içerisinde yapılan işler, binanın yaşı, büyüklüğü, kişisel faktörler (yaş ve cinsiyet), çalışma saatleri, havalandırma koşulları gibi unsurlar Hasta Bina Sendromunda etkili olmaktadır.

1970’ler de ilk tanımlar sonrasında Hasta Bina Sendromu giderek artan sıklıkta görülmektedir. 1986 yılında DSÖ’ye bağlı bir çalışma grubu, daha önceden sağlıklı olduğu bilinen kişilerin, bazı binaların içinde yaşamaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkan yakınmaları, göz, deri ve üst solunum sistemine ait yakınmalarla birlikte, halsizlik ve baş ağrısı olarak Hasta Bina Sendromu olarak tanımladı

Bina içerisindeki riskli faktörler çerçevesinde yapılan araştırma sonuçları incelendiğinde, Hasta Bina Sendromu belirtileri sebebiyle çalışanlarda fizyolojik ve psikolojik olumsuzluklara sebep olduğu; iş stresini arttırırken, iş performansını ve yaşam kalitesini düşürdüğü görülmektedir. 
 

Hasta Bina Sendromunun Belirtileri Nelerdir?

Karşılaşılan belirtilerin “Hasta Bina Sendromu Belirtileri” olarak değerlendirilmesi için belirli bir binada vakit geçirirken veya çalışırken ortaya çıkan ancak bu ortamdan uzaklaşınca kaybolan belirtiler olması gerekir. Bu belirtiler belirli bir odada veya bölgede lokalize edilebilmekte veya binanın her tarafında yaygın olabilmektedir. Kişinin binanın dışarısına çıkması ile bu belirtiler kaybolur.


Başlıca belirtiler:

  • Baş Ağrısı
  • Burun Tıkanıklığı
  • Burun Akıntısı
  • Kuru ve kaşıntılı cilt
  • Öksürük
  • Ciltte döküntüler
  • Halsizlik
  • Konsantrasyon eksikliği

Bu belirtiler diğer birçok hastalık ve durumda da sık karşılaşılan belirtilerdir. Bu semptomların bulunulan bina dışında da devam ediyor olması Hasta Bina Sendromu ile ilişkili olma ihtimalini azaltmaktadır.

Hasta Bina Sendromu için nasıl önlem alabiliriz?

  • Kapalı alanda geçirilen sürenin azaltılması
  • Sigara yasaklarının uygulanması
  • Ortam malzemelerinin toksik ve uçucu olmayan özellikte seçilmesi
  • Havalandırma sistemlerinin bakımları ve kapasitelerinin arttırılması
  • Havalandırma sistemi olmayan ortamlarda pencereler ile sık sık havalandırılması
  • Ortam sıcaklığının mevsimine göre uygun derecelerde tutulması
  • Temizlik ve hijyen kurallarına uyulması
  • Ortam ses seviyelerinin kontrol altına alınması 
  • Parlamanın önlenmesi ve doğru ışıklandırma yapılması
  • Ofis ve ev için uygun ergonomik mobilyaların tercih edilmesi

NOBELYUM / Dışarıya Adım Atın: Hasta Bina Sendromu

Etkili İletişimi Öğrenmek

Kaç kez bir şeyi ifade etmek istediğiniz halde umduğunuzdan farklı bir şekilde anlaşıldınız? Yanlış anlaşılma yüzünden ne kadar çok kişisel çatışma ortaya çıktığını biliyor musunuz? Bir toplumda yaşıyoruz ve sayısız konuda birbirimize bağlıyız. Bu nedenle kendimizi ifade edebilmemiz ve başkalarıyla etkili iletişim kurabilmemiz önemlidir. Başarılı olmak ya da bizi kişisel olarak tatmin eden yoğun bir sosyal hayat geliştirmek istiyorsak, iletişim becerilerimizi geliştirmemiz gerekir. Bunun için unutmamanız gereken birkaç tavsiye…

  • Kısa olun ve tekrar yapmayın. Mesajınızı tekrarlayıp defalarca açıklama yaptığınızda, diğer kişi kendini hafife alınmış hisseder- sanki ilk defasında anlayabileceklerini düşünmüyormuşsunuz gibiOldukça derin ve anlamlı bir konuyu açmak daima mümkündür. Yalnızca bunu çok fazla açıklama ve tekrara başvurmadan yapmaya çalışın yeter.
  • Sadede gelin ve kesin olun. Etkili iletişim kurabilmek için düşüncelerinizi kesin ve açık bir şekilde ifade etmeniz gerek. Belirsizlikleri ve genellemeleri bir kenara bırakın ve söylemek istediğiniz şeyi söyleyin. Açık bir şekilde kendimizi ifade ettiğimizde, etki çok daha olumlu olacaktır.
  • Geri gitmeyin. Geçmiş meseleleri açıp kin tutmaktan hiçbir fayda gelmez. öyle yaparak ancak acı ve sorun elde edersiniz. Şurası doğru ki geçmiş bize çok yardımcı olabilir ve hangi yöne gideceğimizi gösterebilir ama yalnızca onu olumlu bir ışıkta görmeye hevesli olduğumuz müddetçe. Yani geçmişten ders almaya çalışarak.
  • Konuşmak için doğru zaman ve yeri bulun. Elbette her yerde söz edilemeyecek belli konular vardır. Başka birine güç bir şeyi söylemek istediğimizde bunu gizlilik içinde yapmak en doğrusudur. Ama tam tersine birini kutlamak ya da takdir ettiğimizi göstermek istiyorsak, başkalarının da görüp duyduğu bir ortamda bunu yapmalıyız! biliriz!
  • Meseleleri ayrı ayrı ele alın. Birbiriyle ilgisiz çok sayıda konuyu birlikte tartışmak tavsiye edilmez. Bazen anı yakalamak için elimizden geleni yaparız ve böylece, uzun bir meseleler listesini ışığa çıkarmış oluruz. Fakat bunun karşımızdaki kişide sinir bozukluğuna yol açacağı açıktır.
  • Sessiz iletişimi yönetin. Sözlü olarak ifade edilenler, her şey değildir. Jestleriniz, sesinizin tonu ve yüksekliği, ifadeleriniz, söylediklerinizle uyumlu olmalıdır. Aksi halde mesajınız kaybolur. Mesajınızı nasıl ilettiğiniz, söyledikleriniz kadar önemlidir.
  • Kesin ifadeler kullanmayın. “Hep böyle davranıyorsun,” gibi şeyler dediğinizde doğru olmayan etiketler yapıştırmış olursunuz. Kendimizi bu şekilde ifade ederseniz, haksız ve samimiyetsiz görünürüz. Çatışmayı çözmek hedefinizse, ‘bazen’ ya da ‘çoğu zaman’ gibi ilgili kelimeler kullanmaya çalışın. Böylece partnerinizin kendini kötü hissetme şansı azalır.
  • Yapıcı eleştiri yapmanız gerektiğinde, kişinin kendisine değil davranışına gönderme yapın. Çoğu zaman, gerçekte hoşlanmadığımız şey, kişinin kendisi değil, davranışıdırFarkı anlamak ve açıklamak önemlidir.

Sonuç olarak, etkili iletişim kurmak bir sanattır ve iyileştirmeye harcayacağımız zaman ve enerjiye değer.

Tartışmalar, tıpkı balın arıları çekmesi gibi negatif duyguları kendisine çeker. Bu çatışmaların çoğu ise iletişim sıkıntısından kaynaklanır çünkü duygularımızı veya düşüncelerimizi nasıl doğru aktaracağımızı bilmiyoruz. Bu, eşimizin bizi yanlış anlamasına ve ona karşı saldırıya geçtiğimizi sanmasına yol açabilir.

Ancak tek sorun bu değil.  Nasıl iletişim kurulacağını bilmenin dışında nasıl dinlemek gerektiğini bilmemiz de önemli. Karşı tarafın aktarmaya çalıştığı bilgiye odaklanmak ve yalnızca bunu almak olası gerilimi engelleyecektir. Böylece, yanlış anlaşılmaları önleyebilir ve karşımızdaki kişiyle empati kurmayı kolaylaştırabiliriz.

“Kendi duygularımızı eşimize açtığımız zaman bunun zarar vermekten çok iyileştirici bir yanı olduğunu anlarız, cephelerle dolu dünyada sığınacak samimi bir ilişki olduğunu keşfederiz.”

– John Welwood

İlişkide İletişim Becerileri

İlişkideki çatışmalardan dolayı ortaya çıkan sorunlarla yüzleştiğinizde, iyi iletişim becerilerini devreye sokmak çözüm bulmak açısından yararlı olabilir. Bunun en iyi yolu ise, saygı, anlayış ve incelikli düşünmekten geçer. Doğru zamanda iletişim kurmak da bir o kadar önemlidir. Bir şeyleri yanlış zamanda söylemek, karşı tarafla olması gerekenden daha az iletişim kurmamıza neden olur.

Sorunların bir diğer kaynağı ise, eşimizin ne düşündüğünü veya ne hissettiğini tahmin etmektir, çünkü her zaman yaptığımız çıkarımların yanlış olduğunu fark ederiz.  Ayrıca, her zaman genelleme yapmaya eğilimliyiz. Örneğin; eşimizin davranışları arasından neyi beğenip neyi beğenmediğimizi belirtmek yerine,  “Hep ilgisizsin.”, “Beni hiç dinlemiyorsun.”, “Bir şey bildiğin yok.” gibi genelleyici cümleler kuruyoruz. Bunun dışında, sözsüz iletişim kurarken de bu davranışlarımızın söylediklerimizle çelişmemesi gerekiyor.

İlişkide İletişim Becerilerini Nasıl Geliştirebiliriz?

Sözsüz iletişim kanallarını da göz önünde bulundurarak, şimdi bahsedeceklerimizi aklınızda tutmanızda fayda var. Öncelikle,  kişilerarası iletişimde göz teması kurmak en az anlatmaya çalıştığınız durumla ilgili kullandığınız yüz ifadeleri kadar önemlidir. Aynı zamanda, vücudunuzun duruş biçimi, karşınızdaki kişinin anlattıklarıyla ilgilendiğinizi göstermeli. Son olarak, sesinizin tonu ve yüksekliği sakin ve ölçülü olmalı.

“İletişimde en önemli olan şey, söylenmeyeni duymaktır.”

– Peter Drucker

Birbiriniz hakkında kendi yorumlarınızı yapmayı engellemek için, çok genel bir dildense işlevsel bir dil kullanmaya başlamalısınız. Gözlemlenebilir ve ölçülebilir tanımlamalara odaklanırsanız, genelleme yapma gafletine düşmezsiniz. Pozitif şeyler iletmeye, uygun yer ve konu dahilinde konuşmaya ve sözsüz dili de uygun bir şekilde kullanmaya özen gösterin.

Aklınızda bulundurmanız gereken bir başka ipucu ise,  deneyimlediğiniz güzel duyguları veya yapmaktan hoşlandığınız şeyleri aktarmayı unutmamaktır. Bu yalnızca pozitif şeyler için iletişim kuracağınız anlamına gelmiyor. Aynı zamanda olumsuz duygularınızı da elbette paylaşmalısınız. Eşinize, başınıza gelen kötü bir olayı ya da hissettiğiniz negatif bir duyguyu, tartışma başlatmayacak şekilde anlatmalısınız.  Bunu başarabilmek için ise, sosyal becerilere sahip olmak gerekiyor.

Nasıl Güzel Sohbet Edilir?

Duygu ve düşüncelerinizi karşı tarafa nasıl aktaracağınızı bilmenin yanı sıra, birbirinizle güzel sohbetler etmek de önemlidir. Sorular sormalı, sohbeti takip etmeli, eşinizi dinlemeli ve yakın bir diyalog kurmaya özen göstermelisiniz.

“İletişim kapısı açık olduğu müddetçe her şey mümkündür.”

– Thich Nhat Hanh

Dinleme becerilerini geliştirmeniz de faydalı olacaktır. Özellikle de, dinlerken göz teması kurmaya dikkat edin ve karşınızdaki insana mesafenizi ve duruşunuzu iyi ayarlayın. Dinlediğinizi göstermek için, söylediklerini ara ara özetleyebilir veya tamamen doğru anladığınızı onaylatmak için sorular yöneltebilirsiniz. Bir başka önemli konu ise, konuşma becerilerinizi geliştirmenizdir. Kendinizi birinci tekil kişi olarak kısa cümlelerle ifade etmelisiniz. İş, karşınızdaki kişiden bir şey istemeye geldiğinde, yine birinci kişiyle, pozitif bir dille ve bu duruma özgü davranışlarla konuşmalısınız. “Bütün gün kanepede oturuyorsun ve birlikte hiçbir şey yapmıyoruz.” demek yerine, “Birlikte yürüyüş yapmamızın güzel olacağını düşünüyorum.” demeyi deneyebilirsiniz.

Şimdi farkı görebiliyor musunuz? Amaç aynı olsa bile evden çıkıp beraber zaman geçirme örneğindeki bu iki mesaj aynı şekilde anlaşılmıyor. İletişim, ilişkide gereken en önemli olgulardan biridir ve kendimizi doğru ifade etmek, zararlı ve zehirli bir ilişkiyi sağlıklı ve tatmin eden bir ilişkiye çevirebilir.

Kişisel ilişkiler kolay bir iş değildir. Ama aynı zamanda, bir çatışma ortasında olduğumuz zaman bile, göründükleri kadar zor da değildir. Bazı insanlar  çok utangaç oldukları için başkalarıyla iletişim kuramazlar. Öte yandan bazı insanlar, geçmişlerinde yaşadıkları çatışmaları, beraberlerinde taşırlar. Belki de, sağlam temellerin üzerine kurulu olmayan bir aileden geliyorlardır. Bu tür bir geçmiş, genellikle insanların kavgacı bir karaktere bürünmesine neden olur. Hiçbir kazanç elde edemeyecekleri savaşlar ile boğuşan bu insanlar, hem kendilerine hem de çevrelerine güvensizlik ve endişe yayarlar.

Hiçbirimizi iyi kişisel ilişkiler kurma kabiliyeti ile ya da bunun yeteneksizliği ile doğmadık. Bazılarımızın, genetik açıdan daha dışa dönük ya da daha sosyal olma eğiliminde olduğu doğrudur. Ancak, bunlar tek başlarına belirleyici bir faktör değildir. Temel olarak, başkalarıyla nasıl etkileşim kuracağımız, öğrenmemiz gereken bir görevdir. Ve bu sebepten ötürü, aslında hepimizin elimizde olan bazı yeteneklerimizi geliştirmemiz gerekir. Bu yeteneklerin kazanımını kolaylaştıran bazı ipuçları da vardır. Uygulanması kolay ve amaca yönelik, etkili bu küçük ipuçları, kişisel ilişkilerimizi geliştirmek için çok yararlı olabilir. Şimdi bunların ne olduklarına bir bakalım…

“Başarı formülü içindeki en önemli bileşen, insanlarla nasıl başa çıkılacağını bilmektir.

– Theodore Roosevelt

Dinleme becerilerinizi geliştirin

Dinleme, muhabbet halinde olduğunuz kişi konuşurken sessiz olmaktan ibaret değildir, zaten de böyle olmamalıdır. Çünkü dinleme eylemi, bundan çok daha fazlasıdır: diğer kişinin, aktarmaya çalıştığı mesajın içeriğine ve biçimine dikkat etmek demektir. Yani, sessiz kalmak ile ilgili değildir. Dinlemek, diğer kişinin söylediklerini algılamak, yorumlamak ve bakış açıları önermek için uğraşılması anlamına gelir. Bu, kendi iç diyaloğumuzu susturmaktan daha ziyade, diğer kişinin bize söylediği sözler ile aynı seviyeye gelmek demektir.

Dinleme becerilerimizi geliştirmek için, dinlemek kadar etkili bir yöntem yoktur. Peki ama bunu nasıl yapacağız? Sadece sessiz kalmaya ve diyalog halindeki insanın size söylediklerini anlamaya çalışın. Başlangıçta odaklanmaya devam etmek için bilinçli bir çaba göstermelisiniz, ancak zaman içerisinde tecrübe kazandıkça, çok da zorlanmadığınızı fark edeceksiniz.

Empati Yapmaya Çalışın

Aktif dinleme ve empati, birlikte hareket eden iki kavramdır. Dikkatimizi birisinin bize iletmeye çalıştığı mesaja odaklamak, bize bir fırsat verir: o mesajı, kendi algımıza göre değil, başkasının algısına göre anlamak. Empati yapmak da tam olarak budur: kendinizi başkalarının yerine koymak ve onların nasıl ve neden o şekilde düşündüğünü ya da hareket ettiğini anlamaya çalışmaktır.

Böylece, empati, eleştirel bir tutumdan ziyade açık fikirli olmanızı ister. Herkes  olduğu gibidir ve yaptıkları işi, bizim anlamadığımız nedenlerle yapar. Onları sorgulamak gibi bir hakkımız var mı? Bu anlamda, empati yapamadığımız zaman kaybedecek çok şeyimiz oluyor. Öğrenme fırsatlarını, deneyimimizi genişletme ve kişisel ilişkilerimizi geliştirme imkanını kaçırıyoruz.

Söylediklerinize ve yaptıklarınıza güvenin

Kendine güvenen bir tutum takınırsanız, başkaları da size güvenmeye başlar. Bunun tam tersi de doğrudur. Birisi yaptığından ya da söylediğinden şüphe eder ve kendine güven duymazsa, çevrelerindeki insanlar da buna karşı olarak hareket eder. Güvenilir bir karakter çizmek o kadar da zor değildir. Sadece kendinize bir şans verin ve içinizde bir yerlerde, olmak istediğiniz insanın olduğunu da unutmayın.

Korku, iletişimi gergin bir hale sokacak duygulardan biridir. Dolayısıyla, kişisel ilişkilere engel teşkil edebilir. Çoğu durumda, korkunun etkisinden uzaklaşmak için, sadece biraz eğitim gerekir. Bu amaçla, konuşurken çok fazla ara vermeyin ve muhabbet bir monoloğa dönüşmeden önce, konuşan kişi sayısını arttırmaya bakın.

Gerçekten konuşkan, komik veya esprili bir kişi olmak zorunda değilsiniz. İletişim için ihtiyacınız olan malzeme, biraz kendiliğinden meydana gelir. Bu anlamda, dinleyiciniz, ölçülü ve pratik bir konuşmayı, bir şeyi gizleme girişimi olarak yorumlayabilir … Eğer gizlemeye çalıştığınız şey, sadece kendi karakteriniz ise, o zaman neden korkuyoruz ki?

Gülün, her zaman gülün

Bir gülümsemenin, binlerce kapı açtı herkesin duymuş olduğu bir laftır. Bununla birlikte, herkesin bu söyleyişi bilmesi, doğru olmadığı anlamına gelmez. Gülümsemeler engelleri parçalayıp dostça bir çevre yaratmaya yardımcı olur. Gülümsemek gerilimi azaltır ve üstüne üstlük bedavadır!

Kendinizi motive etmek için, gülümsemeyi, bir barış ve kabullenme ibaresi olarak düşünün: iyi bir iletişim kurmada, eşsiz bir dostluk hareketidir. Aradaki buzları kıran ve güven sağlayan bir jesttir. Kişisel ilişkileri geliştirmek için, her bir muhabbete bir gülümseme ile başlamaktan daha iyi bir şey yoktur. Bu arada, birçok çalışma, insanların gülümsemeyen birine kıyasla, gülümseyen birine yaklaşma ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu göstermektedir.

Nezaket Kuralları

Nezaket kuralları hiç bir zaman gözden düşmez. Kapıyı açan anahtar olmayı da bırakmaz. Uygulama ile, daha doğal bir şekilde icra edilebilir bir hale gelir. Nezaket kurallarının özelliklerinde ustalaştıktan sonra, sahte olduklarına inanmazsınız. Bazı insanlar, bu hal ve tutumu, saygılı ve düşünceli olmak yerine, samimiyetsizlik olarak yorumlayabilir.

Tabii ki de, hava atmaktan öteye gidemeyen bazı kibarlık göstergeleri de vardır. Bununla birlikte, geriye kalanları ise, insani ilişkilerde temel teşkil eder ve asla unutulmamalıdır. Örneğin, insanları selamlamak, güle güle demek, teşekkür etmek, konuşurken birinin sözünü kesmemek, başkasına yol vermek, insanlar ile iyi geçindiğinize dair küçük göstergelerdir.

Bu arada, zaman içerisinde kaybettiğimiz nezaket kurallarının bir yönünün önemini vurgulamamız gerekiyor. Cep telefonları ile ilgili. Acil bir telefon beklemediğiniz sürece, yapılacak en iyi şey, telefonunuzu sizi rahatsız etmeyecek bir yerde tutmaktır. Telefonunuzu bir süreliğine elinize almazsanız, çok olağanüstü bir şey kaçırmayacaksınız. Aksine, kazanacağınız çok şeyiniz olur.

Öfkenizi kontrol etmeyi öğrenin

Öfkenizi kontrol etmek, tıpkı diğer herhangi bir duygu da olduğu gibi, öğrenilebilir bir durumdur. Öfkeli anlarımız için, bize yardımcı olabilecek altın bir kural var. Eğer birisi ya da içinizde bulunduğunuz durum sizi üzerse, önce üç şey yapın: hiç bir şey söylemeyin, hiçbir şey yapmayın ve sessiz kalın. Bu kadar basit. Öfke hemen hemen hiç bir çatışmayı çözmeye yardımcı olmaz.

Bu, diğer durumlarda olduğu gibi, yalnızca bir eğitim meselesidir. Bu, tekrardan öğrenebileceğiniz bir yetenektir. Duyguyu taşıyan enerjinin iletişim kurabilmesi için, yeterince dağılıncaya kadar bekleyin. Enerjisi düştükten sonra, söylemek istediklerinizi hem sizin hem de ilişkiniz için en iyi şekilde söyleyebilirsiniz. Böyle davranarak, kendi kontrolünüzü sağlamış olup, kendinize ve diğer kişiye saygı da göstereceksiniz. Öfke kontrolünün yetersiz olması nedeniyle, bireysel ilişkiler genellikle kötüleşme eğilimi gösterir. İlişkiyi öfke ele geçirdiğinde, en kötü tarafımız ortaya çıkar. Hatta çok acımasız biri olup çıkabiliriz. Bu, özellikle sevdiğimiz insanlar tabanında daha çok görünür çünkü onları neyin incittiğini en iyi biz biliriz.

Her şey (ya da hemen hemen her şey) ayrıntılarda gizlidir

Bireysel ilişkilerimizin kalitesini önemli ölçüde artıran bazı tutumlar veya küçük ayrıntılar vardır. Bunlar ahlaki ve başkalarına karşı iyi niyet emaresi olarak ifade edilen basit jestlerdir. Aşağıda bazılarını sıraladığımız jestleri, davranışlarınıza dahil etmek, iyi bir fikirdir.

  • Diğer insanları içtenlikle övün. Çok azımız, başkaları hakkında düşündüğümüz güzel şeyleri paylaşmayı bir alışkanlık haline getirir. Bunları açıkça söylemek her zaman memnuniyet getirir.
  • İnsanlara isimleri ile hitap edin.
  • Bir sorundan etkilenen bir kişi, bunun ne kadar önemli olduğuna karar veren kişi.
  • Bir tartışma esnasında, karşınızdaki insanın bakış açısına değer verdiğinizi söyleyin ve fikrini anlamaya çalıştığınızı ifade edin.
  • Karşınızdaki insanın ne düşündüğüne ve ne hissettiğine ilgi gösterin.
  • Hiç kimsenin fikrini değiştirmeye çalışmayın.

İyi ilişkiler çaba gerektirir. Bazı insanlar dünyaya başkaları ile kolayca etkileşim kurmak için daha donanımlı olarak gelmesine rağmen, hepimizin öğrenmesi gereken birkaç şey var. Bu, özellikle uzun bir süre iletişim zorluğu yaşadığımız ya da çözümlenmemiş anlaşmazlıklar listemiz oldukça uzun bir hale geldiğinde geçerlidir. İlişkilerinizin kalitesini artırabilirseniz, hayatınızın tamamı zenginleşecektir. Bu sayede, kendinize daha fazla güvenecek ve daha mutlu olacaksınız.  Başkaları ile yapıcı ilişkiler kurduğumuzda, kendinizi daha motive ve daha huzurlu hissedeceksiniz.

Boşanma, bireylerin alıştıkları hayat düzeninden koparak yeni bir düzene geçmeleri anlamına gelmektedir. Bazı bireyler boşanma sonrası yeni düzene çabuk adapte olurken, bazı bireyler zorlanmakta ve bu süreci aşmakta sorunlar yaşamaktadır. Bireylerin boşanma süreci sırasında veya boşanmanın ardından zorlanması, mutsuzluk, üzüntü, umutsuzluk, öfke gibi duygular yaşaması oldukça normaldir. Ancak hissedilen olumsuz duyguların ve zorlukların yoğun olarak yaşanması, bireylerin yeni hayatlarına adapte olmasını zorlaştırmakta ve yaşam kalitesini düşürmektedir.

Boşanan çiftlerin çocuklarının olması, boşanma depresyonu yaşamaları ihtimalini arttırmaktadır. Çocuğun sorumluklarının paylaşılması, velayetin kimde kalacağı gibi sorunlar bireylerin duygusal olarak daha fazla zorlanmalarına ve boşanma depresyonu yaşanmasına yol açan nedenler arasında yer almaktadır. Boşanma sonrası depresyon hem kadınlarda hem de erkeklerde görülebilen bir psikolojik durumdur. Boşanma depresyonu, kadınlar da genellikle mutsuzluk, umutsuzluk, özgüven kaybı gibi belirtilerle ortaya çıkarken, erkeklerde öfke kontrol sorunları, çabuk sinirlenme, ani ilgi kaybı gibi belirtilerle ortaya çıkmaktadır.

Boşanma Sonrası Depresyonunun Nedenleri Nelerdir?

Boşanma sonrası depresyon, boşanma sürecinde yaşanan sorunlar, bireylerin yeni hayatlarına adapte olmakta güçlük çekmesi veya boşanmayı inkâr etmesi sonucunda ortaya çıkan bir psikolojik sorundur. Boşanma depresyonu, her bireyde farklı nedenler dolayısıyla görülen bir olgudur. Boşanma depresyonunun nedenlerinden biri eşlerden birinin boşanmak istememesidir. Karşı tarafın boşanmak istemesine rağmen evliliğini bitirmek isteyemeyen, boşanmak istemeyen kişilerde bu duruma bağlı olarak mutsuzluk, umutsuzluk, uyku ve yeme problemleri gibi depresyon belirtileri görülmektedir.

Boşanma depresyonu, bireylerin evlilik sürecinin ardından bireylerin yeni yaşam düzenine adapte olamaması nedeniyle ortaya çıkabilmektedir. Yeni bir eve taşınmak, ortak arkadaşlarla görüşmeyi kesmek, varsa çocuk ile tek başına ilgilenmek, yalnız bir birey olarak yeni bir düzen kurmak bazen bireylere duygusal olarak ağır gelebilmektedir. Boşanma depresyonu, eşlerden birinin diğer eşten boşanma sürecinde duygusal, fiziksel, sözlü olarak şiddet görmesi durumunda da açığa çıkabilmektedir. Boşanmak istemeyen, mal paylaşımı veya velayet konusunda zorluk çıkaran eş tarafından rahatsız edilen, tehdit alan bireylerde boşanma aşamasında depresyon görülmektedir.

Boşanma Sonrası Depresyonunun Belirtileri Nelerdir?

Boşanma sonrası depresyonu, boşanma sürecinde ve süreci bitiminin ardından birçok belirti ile kendini göstermektedir. Boşanma depresyonunun belirtileri aşağıda listelenmiştir.

  • Mutsuzluk
  • Huzursuzluk
  • Umutsuzluk
  • Öfke kontrol problemi
  • Çabuk sinirlenmek
  • Konsantrasyon sorunu
  • Karar vermekte zorlanma
  • Suçluluk
  • Sevilen, yapmaktan hoşlanılan şeylere karşı ani ilgi kaybı
  • Uyku problemleri (çok uyuma, hiç uyuyamama, gece terörü gibi)
  • Yeme problemleri (çok yemek veya hiç yemek yememek gibi)
  • Yeme problemlerine bağlı kilo almak veya kilo vermek
  • Özgüven kaybı
  • Madde ve alkol bağımlılığı
  • İntihar düşünceleri (İleri düzey depresyonda görülür.)

Boşanma depresyonu belirtileri, boşanma esnasında ve boşanma sürecinin ardından hemen veya birkaç ay sonrada ortaya çıkabilmektedir. Boşanma depresyonunun ortaya çıkması bireyler veya yaşanan olaylara balı olarak değişmektedir. Ancak bu her bireyin boşanma depresyonu yaşayacağı anlamına gelmemektedir. Bununla birlikte boşanma depresyonu belirtileri hafif veya şiddetli bir şekilde kendini gösterebilmektedir. Boşanma sonrası depresyon teşhisinin konulması için belirtilerin birkaç tanesinin 2 haftadan uzun bir süredir görülüyor olması gerekmektedir.

Boşanma Sonrası Depresyonun Tedavisi Var Mıdır?

Boşanma sonrası depresyon tedavisi olan bir psikolojik problemdir. Boşanma depresyonunun tedavisi, depresyon konusunda uzman terapistler tarafından uygulanmaktadır. Bireylerin arkadaşları, ailesi ile yapacağı görüşmeler ve sohbetler tedavi olarak nitelendirilmemektedir. Boşanma depresyonun doğru bir şekilde tedavi edilememesi durumunda bireylerin hayatı olumsuz olarak etkilenmekte ve yaşam kalitesi düşmektedir. Boşanma sonrası depresyonunda bireysel davranışçı terapinin etkili bir yöntem olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte psikiyatristin uygun görmesi durumunda ilaç tedavisi de boşanma depresyonu tedavisinde kullanılan yöntemlerden biridir.

Boşanma sonrası sürece adapte olmak, boşanan herkesin kolaylıkla yapabildiği bir şey değildir. Boşanma süreci zordur ve boşandıktan sonra yeni hayat alışmak, ne yapacağına nasıl bir yol izleyeceğine karar vermek gibi kararlar boşanan kişilerin hemen adapte olabileceği şeyler değildir.

Boşanma Sonrası Süreçte Adaptasyon Sorunu

Boşanma sonrası sürece adapte olmak, herkesin zorladığı bir durumdur. İnsanlar bir yerden başka bir yere taşınırken bile adaptasyon sorunu yaşarlar. Uzun zamandır hayatınızda olan birine veda etmek, yeni bir eve geçmek, yeni bir düzen kurmak, planladığınız hayattan vazgeçip yeni bir hayat kurmaya çalışmak oldukça zordur. Yeni boşanan kişiler böyle durumlarda bocalayabilirler, ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını bilemeyebilirler. Bu durum oldukça normaldir.

Boşanma sonrası sürece adapte olmak, boşanan kişiler için olduğu kadar çocuklar içinde zordur. Çocuk artık ebeveynlerinden biriyle aynı evde yaşamayacaktır, anne-babasıyla geçirdiği zamanlar değişecektir, eski alıştığı düzen yerini yenisine bırakacaktır. Bu da çocukların adaptasyon sorunu yaşamasına neden olmaktadır.

Boşanma Sonrası Sürece Adapte Olamama Sonucunda Ortaya Çıkan Sorunlar

Boşanma sonrası sürece adapte olmak, tam olarak sağlanamadığında bazı sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Boşanma sonrası sürece adapte olamayan kişiler, psikolojik olarak sorunlar yaşayabilirler. Bu sorunların en yaygın olanı depresyondur. Boşanma sonrası yeni evine, yeni düzenine, ev ve çocuk konusunda daha fazla sorumluluk almaya alışamayan kişiler umutsuzluğa kapılabilir, hayatları hiç düzelmeyecekmiş gibi gelebilir ve kendilerini mutsuz hissedebilirler. Boşanma sonrası sürece adapte olamayıp depresyona giren kişiler, içine kapanabilir, kimseyle görüşmek istemeyebilir. Boşanma sonrası adapte sorunu sebebiyle depresyona giren kişiler bu süreçte uyku bozuklukları, yeme problemleri yaşayabilirler.

Boşanma sonrası sürece adapte olamayan kişiler işlerine odaklanma konusunda da sorunlar yaşarlar. Yeni bir hayatın adım atmanın, yeni bir eve taşınmanın getirdiği iş yüküyle kendi işlerinde performans kaybı yaşayabilirler. Bu durum boşanma sonrası sürece adapte olduktan sonra düzelse de, adapte olma sürecine kadar sorunlar yaşanmasına sebep olabilir.

Boşanma Sonrası Sürece Adapte Olabilmek İçin Neler Yapılabilir?

Boşanma sonrası sürece adapte olmak, boşanan kişilerin tek başına başa çıkmak zorunda olduğu bir durum değildir. Adaptasyon sürecinde ailelerinden ve arkadaşlarından destek olan kişiler bu sürece daha kolay bir şekilde uyum sağlayabilirler. Yeni boşanan kişiler, boşanma sonrası sürece adapte olmak için yeni uğraşlar edinebilir. Örneğin her zaman yapmak istedikleri bir aktiviteyi yapmaya başlayabilir, yeni düzene daha rahat uyum sağlamak için evde hoşlarına gidecekleri değişiklikler yapabilirler. Böylece hem morallerini daha yüksek tutarak iyi hissetmiş olurlar hem de boşanma sonrası sürece adapte olmakta çok fazla zorlanmazlar.

Boşanma sonrası sürece adapte olmakta zorlanan kişiler, bir terapiste giderek bu süreci atlatmak için yardım alabilirler. Adaptasyon sorunu yaşayan kişilerin, bu konuda uzman ve tanımadıkları birinden destek alması adapte olmalarını daha kolay bir hale getirecektir.

PSİKOTERAPİ ATÖLYESİ

Zihin Haritası Tekniği Nedir?

İçinde yaşadığımız dünya, dijital dönüşüm fikirleri ile her geçen gün hayatımıza farklı yenilikler getiriyor. Bu durum da bizleri iş hayatında her zaman aktif kalmaya ve yeni şeyleri keşfetmeye yöneltiyor. 1969 yılında Tony Buzan tarafından bulunan zihin haritası, İngilizce adıyla “mind map” tekniği, ezberci eğitim sistemine karşı bir fikir olarak ortaya çıkıyor. Zihin haritası tekniği, aslında yüzyıllar boyunca pek çok bilim insanı ve sanatçı tarafından isimlendirilmeden kullanılıyor. Ama bu sistemi teknik bir biçimde ele alan ilk isim Tony Buzan. Mind map, insanın zihnindekileri haritalar yöntemi ile kağıda aktarılması anlamına geliyor. Buzan’a göre bu teknik, kişilerin üretkenliğine katkı sağlayarak öğrenme sürecini verimli ve pratik hale getiriyor. Peki, iş dünyasında ve gündelik hayatta fark yaratan zihin haritası tekniği nedir ve nasıl uygulanır? İşte, bu teknik hakkında en çok merak edilen detaylar…

Zihin Haritası Nedir?

Fikir ve kavramları ifade etmenin görsel bir yolu, bilgileri toplamaya ve yapılandırmaya yardımcı olan bir beyin fırtınası etkinliği… İşte, zihin haritası tekniği tam da bu kelimeler ile özetlenebilir. Bu yöntem sayesinde kullanıcılar bilgileri daha iyi analiz ederek kavrıyor, sentezliyor ve kullanabiliyor. Modern öğrenme metodolojisinde kendine kayda değer bir yer edinen bu tekniğin sade ve yalın olması ise uygulama açısından avantaj sağlıyor. Dünya çapında bir öğrenme sistemi olarak pek çok yerde uygulanan mind map, denenmiş ve kanıtlanmış yöntemler arasında yer alıyor. Özellikle eğitim hayatındaki öğrenciler tarafından sunum oluşturma şeklinde kullanabilen zihin haritalama, öğretmenlerin de dersleri profesyonel bir biçimde öğrencilerine aktarabilmesine yardımcı oluyor.

Zihin Haritası Nasıl Yapılır?

Dünyada en bilinen çalışma tekniklerinden biri olan zihin harita tekniğini pratik bir biçimde uygulayabilmek için çizgisiz boş bir kağıt ve renkli kalemler yeterli. Bu teknikten daha fazla verim elde etmek için çalışma alanınızı genişletebilir veya kağıdı yatay olarak kullanmayı deneyebilirsiniz. Seçtiğiniz kağıdın boyutu veya kalemlerin türü ise sizin zevkinize kalmış. Uzmanlara göre bu tekniği uygulamadan önce bir fikir veya problemin sınırlarını çizmek ve bunu kağıdın merkezine yerleştirmek önemli. Kağıdın ortasına yazdığınız ana konunun etrafına renkli kalemlerle oklar çizebilir, konu ile ilgili tüm temaları okların üstündeki baloncuklara yazabilirsiniz. Baloncuklara yazılan her bir fikir ana konu ile alakalı alt başlıklar olmalıdır. Alt başlıklar için de farklı alt düşünceler oluşturulabilir. Ayrıca haritanın daha verimli olması için çeşitli görseller kullanılabilir.

Zihin Haritası Tekniği Hangi İşlerde Tercih Edilir?

Not çıkarmak: Ders çalışırken, bir toplantıda, konferansta veya bir tartışmada not tutmak için mind map tekniğinden faydalanabilirsiniz.

Özet oluşturmak: Bir kitabın, makalenin veya bir röportajın özetini çıkarmak ve bu özetleri kolayca hafızanıza yerleştirmek için grafiksel mind map yönteminden yararlanabilirsiniz.

Problem çözmek: Bir problemi oluşturan kaynakların belirlenmesinde, problemin çözüm sürecinde veya alternatif çözüm arayışında zihin haritası yöntemini kullanmayı tercih edebilir ve sorunu daha pratik şekilde ele alabilirsiniz.

Yeni fikirler üretmek: Mevcut şartların gözden geçirilmesi, yeni fırsatların belirlenmesi, yaratıcı düşünme yöntemlerinin bulunması ve beyin fırtınası seansları için yeni fikirler üretme konusunda mind map tekniği oldukça işe yarar.

Planlama yapmak: Ders planları, sunum planları, toplantı planları veya şirket planları… Hangi planlama durumu olursa olsun, mind map ile büyük resmi daha kolay görebilir ve aksiyon planlarınızı daha net bir şekilde belirleyebilirsiniz.

Yeni bir yapı oluşturmak: Bir yerdeki mevcut sistemin değiştirilmesi ve yeni bir düzenin belirlenmesi gereken durumlarda zihin haritası tekniğinden yararlanarak ilişki ve etkileşimleri daha net görebilir, faaliyetlerinize doğru bir şekilde yön verebilirsiniz.

Zihin Haritası Tekniği Neden Kullanılmalı?

Kısa zamanda çok iş yapmayı sağlar: Geleneksel yöntemlerle not almak çok fazla zaman ve iş gücü gerektirir. Oysa zihin haritası tekniği sayesinde kısa zamanda notlarınızı tutabilir ve çok daha pratik bir şekilde konuyu kavrayabilirsiniz.

Hatırlamayı kolaylaştırır: Bir toplantıda, derste veya konferansta tuttuğunuz notları her zaman kolay şekilde hatırlayamayabilirsiniz. Mind map tekniğinde ise anahtar kelimeler sayesinde konuyu zihninizde daha iyi bir şekilde canlandırabiirsiniz.

Hafızayı geliştirir: Mind map sistemi, beyinde çoklu ilişkiler kurulmasına yardımcı olan bir tekniktir. Beyinde oluşan bu bağlantılar bilginin beyne yerleşmesini sağlamasının yanında diğer bilgilerin öğrenilmesini de hızlandırır.

Yaratıcı düşünceyi tetikler: Zihin haritası tekniği uygulamasında yer alan çoklu bağlar zihinde farklı alternatif ilişkileri tetikleyerek yaratıcı biçimde düşünebilme kabiliyetini geliştirir.

Hayal gücünü geliştirir: Resim, şekil ve renklerden oluşan mind map grafikleri, beyin fonksiyonlarını harekete geçirerek hayal gücünü geliştirme konusunda önemli faydalar sağlar.

Konsantrasyonu artırır: Mind map grafiği hazırlarken bilgiler ve fikirler arasındaki bağlantıyı düşünerek çeşitli sorular sormak konsantrasyon seviyesini artırmaya yardımcı olur.

Öğrenmeyi eğlenceli kılar: Mind map uygulamasının içindeki renk, resim ve şekiller öğrenme sürecini pozitif yönde etkileyerek daha eğlenceli ve keyifli hale getirir.

Görsel doneler eşliğinde oluşturulan zihin haritaları sayesinde konuları ve kavramları daha iyi anlamak ve hatırlamak mümkün oluyor. Siz de bu etkili yöntemi iş hayatınızdaki plan ve projelerinizde sık sık kullanabilir, verimli bir çalışma deneyimi elde edebilirsiniz. Çalışmalarınız için hızlı internet erişimi sunan güvenilir PODA kabinlerindeki yerinizi hemen ayırtabilir ve kendinize konforu bir çalışma ortamı yaratabilirsiniz.

Motivasyon, bir işe başlamak ya da başladığımız işe devam etmek için ihtiyaç duyduğumuz itici güç olarak tanımlanabilir. Motivasyon, kaynağına göre dış ve iç motivasyon olarak ikiye ayrılabilir. Dış motivasyonu, dışarıdan gelen ödüller veya cezalar nedeniyle harekete geçiren güdü, yani bir sonuç için harekete geçmek olarak tanımlamak mümkündür. İç motivasyon ise sonuçlardan ziyade bir eylemin ya da davranışın kendisinden keyif alma halidir. Örneğin hayalinizdeki okulu kazanmak için ya da elinizdeki bir işi bitirmek için bir emek sarf ettiğinizi düşünelim. İç motivasyon ders çalışmanız ya da işinizi en kısa sürede bitirmeniz için size gereken enerjiyi sağlar. Ne var ki, her zaman sorumluluklarınızı yerine getirmek ya da işlerinizi bitirmek için gereken motivasyona ulaşamayabilirsiniz. Bu durumda iç motivasyonu artırmak için de çeşitli yollar kullanabilirsiniz. Gelin, iç motivasyon arttırma yollarına bir göz atalım

Amacınızı Sürekli Kendinize Hatırlatın

Hedeflerinize ulaşmaya çalışırken verdiğiniz emeklerin karşılıksız kalmayacağını, bir sonuca bağlanacağını zaman zaman unutuyor ve başaramayacağınıza dair umutsuzluğa düşüyor olabilirsiniz. Bu durumda neden emek verdiğinizi, saatlerinizi harcadığınız bu çalışmalarla neleri başarmak istediğinizi bir kere daha kendinize hatırlatmaktan çekinmeyin. Örneğin size hedeflerinizi hatırlatan ve hoşunuza giden bir söz varsa, bunu çalışma alanınıza her girdiğinizde görebileceğiniz bir yere not edebilirsiniz. Motivasyon sözleri size ne için çalıştığınızı hatırlatıp bu yolda ihtiyacınız olan gücü tekrar bulmanıza yardımcı olabilir.

Yaptığınız İşte İyi Olmayı Hedefleyin

Olabileceğinin en iyisi olma arzusu, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en tepedeki basamakta yer alır. Bu da demektir ki, insanlar diğer basamaklardaki ihtiyaçlarını tamamlasalar bile başarılı olma arzusu her zaman kendini hatırlatır. İçsel motivasyonu sağlayan en önemli etmenlerden biri de bu arzudur. İç motivasyon, para ya da övgü gibi dış kaynaklardan değil, o işi başarıyla tamamlamış olmanın verdiği tatmin hissinden gelir. Yaptığınız bir işte en iyi olmanın sizi ne kadar mutlu ve tatmin edeceğini bir hayal edin! Bu şekilde yaptığınız işe dört elle sarılıp iç motivasyonunuzu yükseltebilirsiniz.

Kendinizi Ödüllendirin

İstediğiniz hedefe henüz ulaşamamış olsanız bile bu yolda adımlar atmanın önemi kesinlikle azımsanmayacak kadar büyük! Başardığınız her küçük adım için ufak ödüllendirmelerle kendi içinizde motivasyon sağlamak için güzel bir denge kurabilirsiniz. Kendinize zaman ayırmak, sizi mutlu edecek küçük ödüller vermek size bir sonraki hedefinize ulaşmak için de güç verecektir.

Sanatın Gücünden Faydalanın

Müziğin insanın ruh halini değiştirme gücü herkesin bildiği bir gerçektir. İşinizi yaparken ya da yapmadan önce enerjinizi yükseltecek motivasyon müzikleri dinleyerek iç motivasyonunuzu artırabilir, harekete geçmek için gerekli gücü ve enerjiyi bulabilirsiniz.

Bir başka yöntem ise gerçek hayattan esinlenen başarı hikayeleri ile ilgili filmler izlemek olabilir. İç motivasyonunuzu kaybettiğinizi hissettiğiniz an bir mola verip başka kaynaklara yönelebilirsiniz. Bunu yaparken ruh halinizi değiştirecek, karakterleriyle veya hikayesiyle bağ kurabileceğiniz bir motivasyon filmi size iyi gelebilir.

Başkalarının Tecrübelerinden Faydalanın

Günümüz internet dünyasında bulmakta hiç de zorlanmayacağınız bir diğer kaynak ise motivasyon videoları. Bu videoların bazılarında motivasyon konuşmacısı size direkt seslenir ve önerilerde bulunurken, bazı videolar gerçek motivasyon hikayeleri ile ilham verir. Önemli olan, farklı insanların başarıları ve başarısızlıklarını gözlemleyebilmek ve bu hikayelerdeki tecrübelerden faydalanmaktır. Siz de PODA’nın sizin için etkili bir çalışma alanı yaratmak amacıyla tasarladığı çalışma kabinlerinde motivasyonunuzu kaybetmeden çalışabilir, hedeflerinize daha kolay ulaşabilirsiniz.

BİRİNCİ BÖLÜM SONU

İşçi ve işveren ilişkilerinde yeni bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemde işveren işçinin bağlılığını arttırmak için para harcıyor, zaman harcıyor ve hatta danışmanlık şirketlerinden destek alıyor. Çünkü işverenler çalışanların işverene ve işyerine bağlılığını arttırmak istiyorlar. Aynı zamanda buna bağlı olarak verimliliklerini de arttırmak istiyorlar. Çalışanlar ise çalışma hayatlarında memnuniyet arıyorlar. İyi bir iş ortamı, işyerinin yakınlığı ve daha önemlisi iyi bir maaş arıyorlar. İşte burada iki tarafında taleplerini karşılayabilirsek karşılıklı olarak kazanabilecekler. Çalışana daha fazla maaş vermek çalışanın performansını arttıracaktır. Henüz patronlarla görüşmedik ama tahminlerimize göre daha fazla maaş vermeden onları daha yüksek performansla çalıştırmak istediklerini biliyoruz.

Günümüzde çalışan bağlılığı neyi ifade eder?

Çalışan bağlılığı her kuruluş için çok önemli bir faktördür. Çalışanların iş arkadaşlarından memnuniyeti veya memnuniyetsizliği, çalışma ortamı ve o iş için aldıkları maaş, bir çalışanın ne kadar üretken ve motive olduğunu belirlemede önemli bir rol oynayabilir. Bu nedenle, optimum çalışma ortamını yaratmak için çalışan bağlılığını neyin tetiklediğini anlamak ve bu faktörleri optimize etmenin yollarını bulmak çok önemlidir. Ücretlendirme, takdir ve mesleki gelişim fırsatları da dahil olmak üzere çalışan bağlılığını etkileyebilecek birçok farklı faktör vardır. Ekibinizin bağlılığını neyin sağladığını gerçekten anlamak için, düzenli anketler veya diğer geri bildirim mekanizmaları yoluyla bu farklı hususlar hakkında veri toplamak önemlidir. Bu bilgilere sahip olduğunuzda, motivasyonu ve üretkenliği artırmak için değişiklik yapılabilecek alanları belirleyebilirsiniz. Örneğin, çalışanlar mesleki gelişim fırsatlarının eksikliğinden duydukları hayal kırıklığını dile getiriyorlarsa, daha fazla eğitim programı sunmayı veya çalışanların fikirlerini paylaşabilecekleri ve birlikte yeni çözümler üzerinde beyin fırtınası yapabilecekleri düzenli öğle yemekleri veya ekip toplantıları düzenlemeyi düşünebilirsiniz.

Kuruluşlar, çalışan bağlılığını artırmaya yönelik adımlar atarak yalnızca çalışanlar arasındaki memnuniyeti artırmakla kalmaz, aynı zamanda genel performansı ve üretkenliği de geliştirebilir. Çalışanlar kendilerini değerli hissettiklerinde ve işlerinde tatmin olduklarında, şirketlerinin hedeflerine hizmet etmek için yukarıda ve öteye gitme olasılıkları daha yüksektir, bu da çalışan bağlılığını gelişen herhangi bir kuruluşun önemli bir bileşeni haline getirir.

Düzenli feedbackler

Geri bildirim vermek, her türlü işyeri ortamının önemli bir parçasıdır. Geri bildirim ister iyi ister kötü olsun, çalışanların becerilerini öğrenmelerine ve geliştirmelerine olanak tanıyarak kuruluşun başarısına daha etkili bir şekilde katkıda bulunmalarına yardımcı olur. Buna ek olarak, düzenli geribildirim, çalışanların motivasyonunu ve eldeki görevlere odaklanmasını sağlayarak çalışan bağlılığının oluşturulmasına yardımcı olur. Aynı zamanda işverenler de bu düzenli etkileşimlerden faydalanarak ekiplerinin ilerlemesi ve karşılaştığı zorluklar hakkında değerli bilgiler edinir. Bunu akılda tutarak, hem çalışanların hem de işverenlerin iş yerinde düzenli geri bildirim sağlamaktan büyük fayda sağlayabileceği açıktır. İster bire bir toplantılar ister resmi performans değerlendirmeleri yoluyla olsun, bu değerli araç her başarılı organizasyonun önemli bir parçası olmaya devam etmektedir.

Çalışanlarla güçlü iletişim

Çalışanlarla güçlü iletişim her kuruluş için çok önemlidir. Güven ve işbirliği ortamının yaratılmasına yardımcı olur, iş yerinde işbirliğini ve ekip çalışmasını teşvik eder. Bu sadece çalışan verimliliğini ve genel performansı artırmaya yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda personel arasında bir topluluk duygusu oluşturarak çalışan bağlılığını da teşvik eder. Buna ek olarak, çalışanlar kendilerine engel veya kaynak olarak değil de ortak olarak davranıldığında kendilerini değerli ve saygıdeğer hissettiklerinden, iyi iletişim çalışan devrini azaltmaya yardımcı olabilir. Kısacası, güçlü iletişim, kuruluşunuzun başarısına yatırım yapan üretken ve uyumlu bir işgücü oluşturmak için kesinlikle hayati önem taşır. İster sözlü iletişim ister yazılı mesajlar yoluyla olsun, etkili iç iletişim yoluyla çalışanların ilgisini çekmek, şirketinizin geleceği için yapabileceğiniz en iyi yatırımlardan biridir.

Çalışan bağlılığını arttırmak için neler yapılabilir?

  1. Çalışanları anlamaya çalışın. Onların ne istediğini ve onları neyin mutlu ettiğini öğrenmeye çalışın. Bunu anket yöntemleriyle yapabilir ya da tarafsız masalarda öğrenebilirsiniz. İnsan kaynakları departmanında çalışan ilişkileri masası kurarak buraya başvurular yapılmasını sağlayabilirsiniz.
  2. Çalışanlara karşı açık olun. Her şeyi detaylarıyla belirtin. Şirket içi iletişimi ve yönetim çalışan iletişimini güçlü tutacak çalışmalar yapın. Dürüstlük temelli bir ilişki kurmak için şirket yöneticilerini yetkilendirin.
  3. Çalışanları motive etmek onların bağlılığını fazlasıyla arttırır. Onları neyin mutlu ettiğini öğrendikten sonra onlara hedef verin. Hedefler gerçekleştirildikten sonra maaş ödülleri, kupalar, madalyalar, ayın çalışanı ve yılın çalışanı gibi ödüllerle onları onurlandırın. En önemlisi bu ödülleri herkesin önünde yapın. Herkesin önünde onurlandırılmak bağlılığı önemli ölçüde arttıracaktır.

Çalışanları Elde Tutmak İçin Neler Yapılabilir?

Temmuz ve Ağustos ayları çalışanların tatile çıktığı aylar olarak bilinir. Tatiller çalışanların kafalarını toplamaları ve kariyer yaşamı için yeni bir yol çizmelerine olanak sağlar. Tatiller insanların yeni bir iş aramaya başlamak dahil hayatlarındaki seçenekleri değerlendirdiği zamanlardır. Kurumunuz için doğru ekibi işe almak son derece önemlidir ama güçlü, katılım sağlayan ve de sadık bir ekip kurmanın da sadece ilk adımıdır.

Aynı zamanda onları da işyerinde tutmanız gerekir. İşte şu an ekibinizin  işe dönme ve de başlangıçtan itibaren ekibinizi katılım yapmaya ve de elde tutmaya nasıl hazırlanacağınız için plan yapma zamanı. Eğer ekibinizi uzun dönemli olarak elinizde tutmakla biliniyorsanız kurumunuzun da güçlü bir özelliği olarak görülür. Bu iş yapınızla ve iş kalitenizle ilglili çok şey söyler. İşte tatillerden sonra çalışanları elinizde tutmak için bizim ipuçlarımız.

Hediye ve teşvik verin.

Tatil arasından sonra çalışanlar çalışmaya hemen odaklanamayabilir ama hediyeler ve teşvikler çalışanların işlerine odaklanmalarına yardımcı olur ve onların heyecanlanmalarını sağlar. Çalışanlarınızı yıl içinde ödüllendirebilir ve motive edebilirsiniz veya çalışmaları için onları umumi bir şekilde takdir edebilirsiniz veya ürün, hediye gibi evde veya işte kullanabilecekleri daha somut bir hediye verebilirsiniz.

Bu iPad kapaklarından, dolma kalemlere plaj havlularına kadar her şeyi içerebilir. Ekibi tanımak ve teşekkür etmek için zaman ve çaba harcamak insanların değerli ve de minnettar kalındığını hissettirmelerinin harika bir yoludur.

Yıl sonu ödülleri verin.

En iyi performans gösterenleri, gelişme gösterenleri ve takım oyuncularını onları tatilden sonra tutabilmek adına tanıyın. Takımınız için kendi akranlarının önünde resmi olarak tanınmaktan daha çok motive edecek hiçbir şey yoktur.

Kurum içi terfi yapın.

Mümkün olduğunca kurum içinde terfi yapın. Bu çalışanların önlerinde potansiyel bir kariyer görmelerini sağlarken aynı zamanda iş arama heveslerini de kıracaktır. Kurum içinde terfi yapmak kurumunuzdaki en iyi performans gösterenlerin kalmasını sağlar ve sizi yeni birini işe alma ve eğitme masrafından kurtarır.

Örnek oluşturun.

Eğer zaman eksikliğinizden dolayı işe mızmızlanarak dönüyorsanız, çalışanlarınız sizin modunuzu alır ve de iş ortamında böyle davranmanın ve düşünmenin kabul edilebilir olduğunu düşünür. İnsanların rehberlik için liderlerine baktığını hatırlayın, böylece onlara Yeni Yıla karşı heves ile nasıl başa çıkılacağını gösterin.

Esneklik sunun.

İş yerinde esneklik önceden hiç olmadığı kadar çok aranıyor. İnsanların yaşam stillerini ve çevrelerini değiştirme doğası siz eğer kurumda esneklik sunabilir ve uyarlayabilirseniz kurumda güçlü bir sadakate dönüşebilir. Bu evde çalışma günleri, bireye göre esnek çalışma saatleri olabilir.

Amaçlar belirleyin.

Amaçlar belirlemek ekibinizin başarısı ve işten aldıkları zevk için çok önemlidir. Eğer çalışanlarınız büyük resmi görebilir ve bunun için bir amaç sahibi olursa çabalarına odaklanabilir ve de işlerinde daha çok katılım gösterebilir.

Ekibinizi yetkilendirin.

Sahiplik hissi çalışanların başarıya ulaşması için esastır. Ekibinize sahip olacakları sorumlulukların net bir taslağı dahilinde işleri tamamlamaları için gereken ekipman ve yeri sağlayarak onları sadece sorumlu tutmaz aynı zamanda daha çok katılım yapmalarını sağlarsınız.

Çalışan Bağlılığını Arttırmak İçin Online Eğitimler

Çalışan bağlılığını arttırmak için Enstitü’de online eğitimlere katılabilirsiniz. İnsan kaynakları alanında çok özel eğitimler uzmanından hazırlanmıştır. İnsan Kaynakları Yönetimi eğitiminden stratejik insan kaynakları yönetimi eğitimine kadar çalışanlarınızın bağlılığını arttırmanıza yönelik sektörel bilgileri uzmanından öğrenebilirsiniz.

Bu eğitimlerin yanında oryantasyon hazırlama ve insan kaynakları yönetiminde eğitim ve geliştirme eğitimleri de oldukça özel eğitimler. Çalışanlarınızın ne istediğini ve onları ekibinizin arasına kattığınızda artı bir değer oluşturabilmeyi bu eğitimlerde öğrenebilirsiniz.

Henüz insan kaynakları yönetiminde kendini geliştiren biriyseniz bu eğitimler size uzmanlık katacaktır. Çünkü bu eğitimler sektörde çalışan uzmanlar tarafından yalnızca bilgi verilerek değil, uygulamaya yöneliktir. Bunun anlamı ise çalışan bağlılığını %100 arttırmanızı sağlayacak teknikleri öğreneceğinizi söyleyebiliriz. Bu eğitimlerden sonra çalışma hayatına, ik alanındaysanız çalışanlarınıza karşı bakış açınız değişecek. Kesinlikle katılın.

SEZİN GÖK / IIENSTITU

Size coşkulu bir adrenalin vuruşu yaşatan en iyi kişisel performansınızı gösterdiğiniz uzun koşuları hatırlıyor musunuz? İşten sonra arkadaşlarınızla çıktığınız heyecanlı ve canlı hissettiren eğlenceli sonbahar gezilerinde ya da partnerinizle uzun bir yürüyüşte el ele tutuştuğunuzda hissettiğiniz mutluluk hala aklınızda mı? Bu duygularla uzun zamandır karşılaşmadıysanız ya da kendinizi depresif hissediyorsanız, belirli bir hormonun eksikliğini yaşıyor olabilirsiniz: dopamin!

Dopamin Nedir?

Basitçe söylemek gerekirse, dopamin iyi hissetme hormonudur. İyi bir yemek yemek ya da doğada yürüyüş yapmak gibi zevkli faaliyetlerde bulunduğumuzda dopamin varlığını hissettirmeye başlar. İnsanlar dopamin salgılayan aktiviteler aramaya meyilli olduklarından, dopamine ‘arzu hormonu’ da denilebilir.

Daha spesifik olarak, dopamin, nöronlar arasında iletişime izin veren ve beynin “ödül merkezini” aktive eden kimyasal bir nörotransmitter olarak tanımlanır. Bu süreç bizi motive eder ve bu ödülü deneyimleyebilmemiz için tekrar tekrar belirli bir aktiviteye geri dönmemiz için bize ilham verir. Dopamin seviyeleri genellikle kişinin ruh halini, dikkatini, duygusal tepkisini ve motivasyonunu etkiler. Dopamin ayrıca kalp atış hızımızı, böbrek fonksiyonumuzu da etkileyerek bizi fiziksel olarak da etkisi altına alabilir. Ancak ideal olarak, davranışınızda veya fiziksel işleyişinizde bir değişiklik yaşamadığınız sürece kişisel dopamin seviyenizi düşünmek zorunda kalmazsınız.

Dopamin ve Ruh Sağlığı Koşulları Arasındaki Bağlantı Nedir?

Dopamin, uyaranlara karşı duygusal tepkinizi düzenlemeye yardımcı olan önemli bir nörotransmitter olduğundan, çok fazlası ya da çok azı belirli zihinsel sağlık bozukluklarının semptomlarını ortaya çıkarabilir ya da var olan semptomları kötüleştirebilir. Çok fazla dopamin, mani ya da şizofreni gibi ciddi zihinsel sağlık sorunlarına yol açabilir. Tersine, yetersiz dopamin depresyon belirtilerine neden olabilir. Ayrıca, dopamin arzunun hormonudur ve depresyonun yaygın bir belirtisi, zevkli aktivitelere katılma arzusunun kaybıdır.

Dopamin seviyeleri ile “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu”  arasında da bir bağlantı vardır ancak bu bağlantıyı belirlemek için daha fazla araştırma yapılmaya devam etmektedir. Birkaç araştırma çalışmasına dayanarak “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu”  tanısı konan bireylerde dopamin düzeylerinin farklı göründüğü bilinir ancak bunun bu tanıya sahip bireyler üzerindeki kesin etkilerini belirlemek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Düşük Dopamin Düzeylerinin Sebebi Nedir?

Depresyon kesinlikle düşük dopamin seviyelerine bağlı olsa da düşük dopamin seviyelerine bağlı başka unsurlar da ortaya çıkabilir. Bazı insanlar diğerlerinden daha düşük dopamin seviyeleriyle doğabilir ya da madde kötüye kullanımı gibi diğer şeyler, doğal dopamin seviyelerini tüketebilir. Alkol ve uyuşturucuları kronik olarak kötüye kullanmak, maddeler dopamini artıracağından, beyninizi kendi başına dopamin üretmeyi bırakması için tetikleyebilir.

Dopamin Ruh Halini ve Davranışları Nasıl Etkiler?

Dopamin seviyeleri, teşhis edilen psikolojik sağlık koşullarından günlük ruh hali değişimlerine kadar, gün içinde nasıl hissettiğinizi etkileyebilir. Dopamin seviyeleri normal olduğunda, muhtemelen oldukça iyi hissedersiniz. Yükseltilmiş dopamin seviyeleri genellikle insanların coşkulu hissetmesine yardımcı olur ve her türlü zevkli aktivite dopamini artırabilir.

Genel olarak dopamin, insan davranışının ve buna eşlik eden beyin fonksiyonunun arkasındaki ana itici güçtür. Dopamin, motive olmamıza da yardımcı olur. Öte yandan, salınan büyük miktarda dopamin, uyuşturucu ve alkol kötüye kullanımı ve kumar bağımlılığı gibi sağlıksız, bağımlılık yapan davranışlarla ilişkilendirilebilir. Biyolojik düzeyde bağımlılık, kısmen dopamin salınımının kişiyi çok iyi hissettirmesi nedeniyle ortaya çıkar. Tüm insanların eğer bunu yapmak için güzel bir ödül varsa sağlıklı ve sağlıksız davranışlarda bulunmaları daha olasıdır ve dopamin de gerçekten müthiş bir ödüldür.

Dopamin Düzeyleri Nasıl Artırılır?

Depresif hissediyorsanız ve eskiden ilginizi çeken şeyler artık dikkatinizi çekmiyorsa, dopamin seviyelerini nasıl artıracağınızı merak ediyor olabilirsiniz. Neyse ki, dopamini artırmanın birkaç yolu var ve bunlar muhtemelen hayatınıza kolayca entegre edebileceğiniz şeyler…

Takviyeler

Vitamin ve takviyelerin bir arada kullanılması, dengenin oluşturulmasına yardımcı olabilir. Her vücut farklı olduğu için, hangi vitamin ve minerallere ihtiyaç duyduğunuzu belirlemek için uygun laboratuvar çalışmasını yürütebilecek bir sağlık uzmanıyla konuşmak önemlidir. Ginkgo biloba, kurkumin ve magnezyum içeren ve dopamin seviyelerini arttırdığı bilinen bazı takviyeler vardır. Ancak dopamin seviyenizi artırmak için diyetinize takviyeleri eklemeden önce doktorunuzla konuşmanız gerekir.

Probiyotikler

Dopamin bir nörotransmitter olmasına ve bu nedenle sadece beyine bağlıymış gibi görünmesine rağmen, bağırsaklarınız da dopamin seviyelerinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynar, bu yüzden probiyotikler yardımcı olabilir. Bağırsak bakterilerinde sağlıklı bir dengeye sahip olan kişilerin ruh halinin iyileştiği, oysa dengesiz bağırsak bakterileriyle ilgili endişelerin genellikle ruh hali ile ilgili birkaç semptomla ilişkili olduğu bilinir. Bağırsak sağlığınızın bir şekilde vücudunuzun dopamin seviyelerini üretme ya da düzenleme yeteneğine bağlı olması muhtemeldir. Günlük olarak hangi probiyotikleri almanız gerektiğini öğrenmek için doktorunuzla konuşmanız gerekir.

Egzersiz Yapmak

Beyin fonksiyonunu güçlendirdiği tekrar tekrar kanıtlanmış bir şey varsa o da egzersiz yapmak. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, düzenli fiziksel efor da dopamin seviyelerini iyileştirebilir. Kalp atış hızınızı sürekli olarak yükseltmek dopamin seviyelerini artırabilir. 

Müzik

Duygusal bir müzik sesi duyduğunuzda ve kalbiniz göğsünüzden fırlayacakmış gibi geldiğinde hissettiğiniz duyguyu biliyor musunuz? İşte, bu dopamin! Müziğin dopamin seviyelerimiz üzerinde oldukça büyük bir etkisi olabilir. Neredeyse hepimizin bize ilk öpücük, en iyi arkadaşla eğlenceli bir gece ya da ayrılık gibi deneyimleri hatırlatan şarkıları vardır. Kendinizi iyi hissettiren şarkılar bulmak, ruh halinizi yükseltmenin güzel bir yoludur. Hızlı bir şekilde iyi hissetmeniz gereken anlar için telefonunuzda “olumlu anları hatırlatan bir çalma listesi” bulundurabilirsiniz.

Uyku

İyi hissetmemiz için uyku kesinlikle gereklidir ve dopamin seviyeleri de uyku ile ilişkilidir. Aslında uyku, dopamin seviyemizi olması gereken yerde tutan etkili ve iyileştirici bir şey olabilir. Uyku ve dopamin seviyeleri birbirine yakından bağlıdır. Güne daha yüksek bir ‘dopamin rezervi’ ile başlamak için her gece uykunuzu yeterince almanız önerilir.

Bu, aynı zamanda iyi bir uyku rutini uygulamanız gerektiği anlamına da gelir: yatak odanızın karanlık ve sessiz olduğundan emin olun, tüm elektronik cihazları kaldırın ve her gece en az yedi saat uyumayı hedefleyin. Yüksek kaliteli uyku, artan dopamin seviyelerinin de etkisiyle daha iyi bir genel ruh hali ile sonuçlanabilir.

Protein Alımı

Dopamin seviyelerini artırma arayışınıza beslenmeyi de dahil edebilirsiniz. Protein, diyetinizde dopamin seviyenizi olması gerektiği noktaya getiren önemli bir yapı taşı olabilir. Aslında, dopamin seviyelerini arttırdığı düşünülen yiyecekleri içeren “dopamin diyeti” adı verilen bir diyet bile vardır. Bu diyet peynir, işlenmemiş et, yumurta, balık, süt ve yoğurt gibi yüksek proteinli yiyecekleri içerir.

Meditasyon

Sayısız çalışmanın meditasyonun gücünü ve zihinsel sağlık koşulları üzerindeki etkisini kanıtladığının muhtemelen farkındasınızdır. Fakat meditasyon yaptığınızda dopamin seviyenizi de yükseltebileceğinizi biliyor muydunuz? Dopamin üretiminde meditasyonun etkisi müzik ve egzersize benzer şekilde çalışır. Uzun süreli meditasyon, artan dopamin seviyeleriyle ilişkilendirilmiştir.

Dopamin seviyelerini uygun oranda tutmak için özetle şunlara dikkat etmek gerekir;

  • Fiziksel hastalık: Kendinizi iyi hissetmediğinizde kendinize dikkat edin. Fiziksel hastalıklara karşı hızlıca önlem alın.
  • Dengeli beslenme: Özel beslenme ihtiyaçlarınızı karşılayan sağlıklı ve dengeli bir diyet sürdürün.
  • Ruh halini değiştiren maddeler: Alkol ve uyuşturucular doğal olmayan bir şekilde yüksek düzeyde dopamin sağladığından, beyninizin kendini normal bir seviyede düzenleyebilmesi için bunlardan kaçınmak önemlidir. Çok fazla dopamine alıştığınızda, normal bir seviye size yetersiz gelebilir ve beyninizin yeniden ayarlanması zaman alabilir.
  • Uyku: Her gün yeterince kaliteli bir şekilde dinlendiğinizden emin olmak için uygun uyku rutini kurallarına uyun.
  • Egzersiz: Kalp atış hızınızı artırmak için düzenli olarak egzersiz yapın.

Bütün bunları her gün denediyseniz ve hala o motivasyonu hissetmekte zorlanıyorsanız, doktorunuza danışarak bazı takviyeleri ve ayrıca bazı ilaçları da düşünebilirsiniz. Ne zaman dopamin seviyeleri ya da genel olarak ruh hali sorunları ile mücadele etseniz, her zaman alanında uzman bir terapist ile konuşmayı düşünebilirsiniz.

Psikolog Eren Artun Ergül

Sağlıklı iletişimin temel ilkeleri nelerdir?

Sağlıklı iletişimden önce iletişimi tanımlamak lazım. İnsanlar arasındaki iletişim, hislerin ve duyguların, düşüncelerin, bilgilerin karşılıklı olarak paylaşılması demek. Orhan Gökçe Hoca “İletişim, anlamların paylaşılmasıdır.” der. Kişiler arası sağlıklı iletişimin en temel ilkesi işte bu tanımda gizli bence. Anlam paylaşmak, ortak bir paydada buluşabilmek. Burada elbette herkesin aynı fikirde olması, aynı görüşü savunmasından bahsetmiyorum. Fikirlerimiz, görüşlerimiz, ideolojik bakış açılarımız farklı olacak, bu insan olmanın bir gereği. Ancak iletişim sürecine dâhil olduğumuzda çatışmadan paylaşımda bulmaya birbirimizi anlamaya ve kendimizi anlatmaya çalışacağız. Burada anlamların paylaşılması ve sağlıklı iletişimin kurulması için en önemli ögelerden biri de şüphesiz ki dil. Hz. Mevlana “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır.” der, çok doğru. Ancak dil de iletişim için önemli bir araç. Mevlana’nın bu kıymetli sözü de aslında anlam birlikteliği noktasında iletişimin yönü için önemli bir belirleyici. Dil yalnızca konuşmayı ve ortak kodlar oluşturmayı sağlar. Ancak konuşmaktan ziyade anlaşabilmenin sağlıklı iletişimin temeli olduğu kanaatindeyim.

En çok yapılan iletişim hataları nelerdir?

Her ne kadar iletişim çağında yaşıyoruz desek de her geçen gün çok daha fazla iletişimsizliğin olduğu bir dünyada yaşıyoruz aslında. Bu dünyayı biz kendimiz inşa ediyoruz. Sayısız teknolojik aygıt ve cihaz hayatımıza girdi. Bunların hepsi iletişimi kolaylaştırmak ve hızlandırmak için geliştirildi. Ancak hiç de öyle olmadı. İletişimi engelleyen teknolojiler olarak kullandık ve bu şekilde yaygınlaştırdık. Bundan birkaç yıl sonrasını hayal bile edemiyorum. Bu yeni bin yılda en çok yapılan iletişim hatalarından birinin bu dijital platformları fazlaca kullanarak birbirimize ulaşmaya çalışmamız bence. Çünkü hiçbir iletişim ortamı kişiler arası iletişimin mekânsal bağlamda yarattığı anlam birlikteliğini sağlayamaz. Bunun dışında başka bir hatamız da birbirbirimizi dinlemeye tahammülümüz yok. İkili ilişkilerden siyasi ilişkilere kadar hayatın her aşamasında sürekli kendimiz konuşmak derdindeyiz, hiç dinleme ve anlama yönünde bir eğilim göstermiyoruz. Bu anlamda, genç kuşağın Z kuşağı da deniliyor, aceleci ve doyumsuz yetişme tarzı da gelecek açısından endişe verici. Sanırım başka bir sorunumuz da bencillik. Her birey kendi yaşam döngüsü içerisinde belli zorluklar, kolaylıklar içerisinde yaşamakta, sosyal ilişkiler açısından bu bireysel nitelik ve yaşam standartları önemini kaybetmekte aslında. Ancak insan olmanın bir gereği olarak içerisinde bulunduğumuz bencil duygular sebebiyle “ötekileştirme” ye olan merakımızla birlikte iletişim hatalarımızın boyutu da değişiyor.

Etkili iletişim insanın sosyal hayatını, ilişkilerini nasıl etkiler?

Etkili iletişim, iş hayatından sosyal hayata kadar, anne baba ilişkisinden evliliğe kadar bütün ilişki süreçlerinin seyrini etkiler bence. İnsanın mutlu bir hayat yaşaması kendini iyi hissetmesine ve iç huzuruna bağlıdır. Bildiğiniz gibi kişinin en temel ihtiyaçları arasındadır sosyalleşme. Abraham Maslow’a göre, ihtiyaçlar hiyerarşisinde fizyolojik ve güvenlik ihtiyacının hemen arkasından gelen bir ihtiyacıdır insanın. Bir gruba ait olmak, sevmek, sevilmek, ilişki yönetmek zorundayız. Doğduğumuz andan itibaren başlayan iletişim ihtiyacımız ve buna bağlı sosyalleşme, toplumsallaşma ihtiyacımız insan olmanın bir gereğidir. Yaşadığımız süre boyunca doğru iletişim kurduğumuz tüm insanlar hayatımıza renk, neşe katar. İşte etkili iletişim, hayatımız boyunca doğru ilişkileri sağlıklı yürütmemize ve mutlu bir yaşamın oluşmasına imkân sağlar.

Rahat, doğal ve içten olmak iletişimi nasıl etkiler?

Rahat olmak, içten sıcak samimi olmakla haddini aşmayı karıştırmamak şartıyla iletişimi elbette olumlu etkiler. Bence bir insanın en iyi bilmesi gereken şey haddidir. Bunun sınırını bildiğimiz sürece samimiyet başarılı bir iletişimin en temel anahtarıdır. İletişimin türleri bağlamında değerlendirdiğimizde, kimi zaman bürokratik ve resmi ortamlarda bulunmak durumunda kalırız. Bu tür ortamların elbette şartı, resmiyeti ve ciddiyeti korumaktır. Ancak kimi zaman bulunduğumuz ortam gereği daha rahat ve esnek bir iletişim sürecini yönetiriz. Öncelikle mekân ve iletişimin türü anlamında değerlendirmemizi yaptıktan sonra sınırını ve dozunu ayarlamak şartıyla doğal ve samimi bir dil kullanmamız elbette süreci daha akıcı ve anlaşılır hale getirecektir. Etkili ve doğal bir iletişim sürecini yönetmek için öncelikle karşı tarafla aramızda karşılıklı bir anlayışın oluşması, güvenli bir ortam, içtenlik, ilgi, empati ve samimiyet gibi birtakım püf noktalardan bahsederiz biz iletişimciler. Bunları sağladıktan sonra içten ve doğal olmak, empatik iletişim ve sonunda sempatik bir geri bildirime olanak sağlar.

Karşımızdakini dinlemek iletişimde nerede duruyor?

İletişim eğitimlerinde özellikle altını çizdiğimiz bir meseledir “aktif dinleme”. Biz insanların doğası gereği maalesef en sık yaptığımız hata, konuşma sırası beklemektir. Karşı tarafı dinlerken, bir an önce konuşmasını bitirse de söyleyeceklerimi söylesem psikolojisi ile dinliyoruz. Özellikle evliliklerde yaşanan tartışmaların ve ne yazık ki sonu şiddetle biten ilişkilerin de en temel sonunu “dinlememek”tir. Arkadaşlar, eşler, çocuklar, siyasetçiler, kısacası dünya üzerinde yaşayan insanlar birbirini daha etkin ve aktif dinlese ve anlasa sanırım birçok çatışmalı iletişim süreci nihayete erecektir. Elbette dinlemek ve duymak arasındaki fark da burada açıklanmaya değer iki kavramdır. Etkili iletişimin olması yani anlamların paylaşılması, dinlemeye ve dinlediğimizi anlamaya bağlıdır. Dinlemek ve sonuçta anlamak iletişimin merkezindedir.

İletişimde sevgi ve karşı tarafı önemsemeye dair ne söylemek istersiniz, insanların duygularına hitap etmek iletişimi nasıl etkiliyor?

Sevgi başlı başına bir iletişim türüdür zaten. Doğayı sevmek, hayvanları sevmek, insanı sevmek, insanın içsel dünyasında ne kadar pozitif bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Hayatın akışı içerisinde insan değişen rollere sahiptir. Doğar anne babasını sever, öğrenci olur öğretmenini sever, çiçeği sever, çay içmeyi sever, anne olur evladını sever ve tüm bunlar aslında kalbi yumuşatır. Yumuşak kalpler ise asla çatışmacı olmaz. Uyumlu ve etkili iletişimi tercih eder. Yaş aldıkça bunu hepimiz daha derinden hissederiz. Kalplerine hayatlarına dokunduğumuz insanların geri dönüşleri bizi mutlu eder. Aslında insan büyüdükçe, olgunlaştıkça daha az çatışmacı olmayı öğrenir sevgi sayesinde. Böylece duygusal yönü ağır basan, ilişkilerine sevginin gücüyle yön veren daha uzlaşmacı yetişkinler haline geliriz. Elbette bu beklediğimiz, dilediğimiz durum; kalbi taş olmuş, sevginin gücüne inanmayan insanlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bir çiçeği seven, temiz havayı ciğerlerine kadar soluyup sahip olduklarına şükreden insanların daha empatik düşünme yeteneğine sahip oldukları kanaatindeyim. Ve en büyük dileğim bu tür insanların çevremizde sayıca artması…

Etkili bir iletişimin başarılı olmada etkisi nedir?

Daha önce de bahsettiğim gibi ihtiyaçlar hiyerarşisinde en tepe noktada kişinin kendini gerçekleştirme arzusu yer alır. Bu da başarmak, kariyer yapmak, cemiyet hayatında yer edinmek gibi birtakım hırslarla donatır insanoğlunu. Hayatın karmaşasında öyle bir koşturuyoruz ki biz insanlar ne sağımıza bakıyor ne solumuza. Büründüğümüz hırslı yapı ve gözümü kör eden egolarımız uğruna başarma yolunda ezip basıp geçiyoruz çoğu zaman. Maalesef de türlü iletişim kazalarına, anlaşmazlıklara yol açıyor bu durumumuz. Hayatın aslında ne kadar da kısa olduğunu, hepimizin eninde sonunda ölümlü yaratılmışlar olduğunu fark etmesi ancak ve ancak uyumlu ve nitelikli iletişim frekansına geçişi sağlamakta. Başkalarıyla ortak yönlerimiz olduğu kadar farklılıklarımızı da anlatan “İnsanlık Tarihi” aslında ilişkilerimiz açısından iyi anlaşılırsa doğru düşünme ve davranış biçimlerini görmemizi sağlayacaktır. Başarılı olmak için kendini iyi ifade eden, kendini ve başkalarını tanıyan, içerisinde bulunduğumuz şartlara ve karşı tarafın da şartlarına göre davranmayı benimseyen bir bakış açısını kazanmamız çok önemli.

İletişimde özgüven neden önemlidir?

Özgüven, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, İnsanın kendine güvenme duygusu şeklinde tanımlanmaktadır. Kişinin kendine güvenmesi erken çocukluk dönemine kadar uzanan bir süreçtir aslında. İletişim kurduğumuz tarafların özgüven sahibi olması ya da olmaması iletişimin etkinliği açısından hissedilir düzeyde önemlidir. Erken çocukluk döneminde yetiştiğimiz aile yapısı, kültür, inanç, aldığımız temel eğitim ve sosyal çevremiz, özgüvenimizi de şekillendiren ve oluşması noktasında önemi olan faktörlerden bazılarıdır. Özellikle topluluk önünde yapılan konuşmalar, iş hayatındaki hiyerarşik iletişim, kişiler arası iletişim sürecindeki performansımız sahip olduğumuz özgüvenle yakından ilgilidir. Özgüveni yüksek bireylerin hayatta daha başarılı olmaları kendilerini ifade etme güçlerine bağlıdır. Ne istediğini bilen ve bunu ifade eden, karşı tarafın beklentilerini anlayan bireyler iletişimde daha başarılıdır.

İletişim ve insanın kendi iç iletişimi arasında nasıl bir bağlantı var?

Biz iletişimciler kişinin kendisi ile iletişimine içsel iletişim deriz. İlk iletişim deneyimi de zaten kişinin kendi iç dünyasında başlar. Daha çok zihinsel bağlamda kendi içine yönelmesi, kimi zaman özeleştiri yapması, kimi zaman düşünmesi, karar alması gereken dönemlerde iç dünyasına yönelen insan için bu iletişim süreci tamamen psikolojik bir süreçtir. Burada kişi hem alıcı hem de kaynak pozisyonundadır. Burada yaşadığı iç çatışmaları engellemezse zihinsel zorluklarla karşılaşacak olan insan, içsel iletişimi iyi yönetmek zorundadır. Çünkü uyanık kaldığımız sürenin tamamında içsel iletişim yani kişinin kendisiyle iletişimi kesintisiz bir biçimde devamlılık gösterir. Ve özellikle altını çizmem gerekir ki, bu iletişimin davranışla da yakın ilişkisi vardır. Örneğin kişi çok acıktıysa, yemek yeme davranışı içerisine girmek zorundadır. Kendisiyle iletişiminde acıkması ve bunu gidermesi ise tamamen sahip olduğu koşullarla şekillenecektir. İç dünyasında kendisiyle barışık ve sorunlarına koşulları çerçevesinde çözüm bulan kişilerin psikolojik dünyası daha sağlıklı olacaktır. Ancak tersi durumda kişi rehavete kapılacak ve bunalım yaşayacaktır.

Özgüven eksikliğiyle nasıl baş edilir?

Özgüven daha önce de bahsettiğim gibi erken çocukluk çağlarında şekillenir. Kötü şartlarda çocukluk yaşayan kişiler, yetişkinliklerinde özgüven sorunu yaşayabilirler, bu bir ihtimal ancak tersi de mümkün. Çünkü bu durum tamamen bireyin kendisini yetiştirmesi, eğitmesi ve geliştirmesine bağlıdır. Öğrenme süreci yaşayan bir süreçtir, asla bitmez. Hayat devam ettiği sürece her geçen gün yeni şeyler öğrenir, yeni kavramlarla karşılaşırız. İşte bu yeniliklere yüklediğimiz anlam ve mana arayışımız devam ettikçe yeni şeyler öğrenmemiz de kaçınılmaz olur. Kişi, özgüvenini kazanma ve geliştirme noktasında sahip olduğu vizyona bağlı olarak geliştirdiği benlik sayesinde daha özgüvenli olacaktır.
Son olarak toparlamak gerekirse; biz bilinçli yetişkinler bilinçli çocukları yetiştirerek, daha sağlıklı daha çatışmasız bir toplum inşa edeceğiz. Özellikle 0–6 yaş arası çocuklarımızın yetiştirilmesi sürecinde, onlarla kurduğumuz iletişimin kalitesi, yetişkinliklerinde kuracakları iletişimin kalitesini belirleyecek. Daha çok anlam paylaşan, ortak paydada buluşmayı başaran yeni nesiller yetişmesini dilerim. 

Doç. Dr. Zekiye Tamer Gencer

Duyguların bastırılması kişiyi psikolojik olarak nasıl etkilemektedir? Duyguları hangi durumlarda bastırmak daha sağlıklıdır?


Kişi duygularını ifade etmedikçe; somatizasyon, depresyon, anksiyete, öfke ve olumsuz benlik algısında artış olmaktadır. Birey kendini açmadıkça, duygularını dışa vurmadıkça somatik belirtilerinde artış görülebilmektedir. Duyguların ifade edilmemesi çökkünlük duygusuna, kaygı düzeyinin artmasına, öfke düzeyinin yükselmesine sebep olabilmektedir. Yine duyguların dışa vurulmaması bireyin benlik algısında çarpıtmalara neden olabilmektedir. Duyguların ve düşüncelerin bastırılmasının, fiziksel ve psikolojik sağlığa zarar verdiği birçok bilimsel araştırma tarafından desteklenmektedir. Birey duygularını ifade etmedikçe, ifade edilmeyen duygular bedensel belirti olarak ortaya çıkmaktadır. Zaten yapılan kültürel araştırmalar Türk insanının en çok somatizasyon (bedensel belirti) yaşadığını gösteriyor, yani biz depresyonu en çok bedenimizde yaşıyoruz.
Yine duygularımızı ifade etmedikçe depresyon düzeyinde artma olmaktadır. Kendini açma düzeyi olumsuz benlik algısı ile ilişkili bulunmuş; kendini açma düzeyi azaldıkça olumsuz benlik algısında artış bulunmuştur. Olumsuz benlik algısına sahip bireyler etraflarında kendilerine yardımcı olabilecek kimse olmadığı hissine kapılırlar. Duygularını bastıran bireyler akranlarıyla daha az yakın ilişkiler kurmaktadırlar. Kendini açma düzeyi azaldıkça anksiyete düzeyinde artış görülmüştür. Duygularını ifade eden, yüksek duygusal dışa vuruma sahip bireyler daha çok mutluluk, daha az anksiyete yaşamaktadırlar. Ayrıca duygularını ifade eden bireylerin, diğerlerinin duygularını anlama konusunda daha az sıkıntı yaşadıkları, iletişim becerilerinin güçlü olduğu, öz güvenlerinin yüksek olduğu belirtilmekte; bu özellikler de kişilerin daha az kaygı yaşamasını sağlamaktadır.

Duyguları bastırmak ya da dışa vurmak seçeneğinden başka seçeneğimiz yok mu? Duyguları bastırmamak da insanı büyük sıkıntılara sokabilir mi? Denge nasıl olmalı?


Aslında bu konuda psikoloji alanındaki ünlü kuramcılara kulak vermek gerekiyor. Sigmund Freud her zaman duyguların ifade edilmesi gerektiğini söyler. Freud duyguların bastırılmasının anksiyete, depresyon gibi problemlere yol açabileceğini savunmaktadır. Gestalt psikologlar tarafından ifade edilmemiş duygular eksik işler olarak düşünülmüş, bunlar öfke, kin ve güceniklik gibi olumsuz duygular olarak belirlenmiştir. Baktığımız zaman öfke, kin ve gücenme duygusu olumsuz bir duygu ama bu duyguların da mutlaka ifade edilmesi gerekiyor. Gestalt yaklaşımda özellikle ifade edilmemiş duygulardan en tehlikeli olanı gücenikliğin açığa vurulamamasıdır. Bu da suçluluk duygusuna yol açabilir. Psikolojik rahatsızlıkların temelinde de bitirilmemiş işler ve kendini suçlama vardır. Burada önemli olan öfkeyi kendimize ya da başkasına yöneltmemek yani öfkenin saldırganlığa dönüşmemesi gerekir. Öfke duygumuzu da sağlıklı bir şekilde ifade etmeliyiz.

Duygular sağlıklı bir şekilde nasıl açığa çıkarılır?

Örneğin psikolojik danışma yaparken danışanın duygularını ifade etmesi için bir teknik kullanıyoruz. Boş sandalye tekniği, kişiyi boş bir sandalye karşısına yerleştiren bir gestalt terapisi uygulamasıdır. Kişiden karşısındaki sandalyede birinin (patron, akraba, eş gibi) veya bir kısmının oturduğunu hayal etmesi istenir. Terapist, kişinin davranışlarına, duygularına ve düşüncelerine dahil olabilmesi için boş sandalye ve kişi arasındaki diyaloğu teşvik eder. Amaç burada danışanın karşısındaki kişiye ifade edemediği duygularını rahatça ifade edebilmesini sağlamak. Bazen roller tersine döner ve kişi mecazi kişiyi veya sandalyedeki kişinin bir kısmını üstlenir. Aslında kişinin sağlıklı duygu yaşayabilmesini sağlayan en önemli şey sağlıklı düşünce yapısı. Kişi bilişsel çarpıtmalardan arınık bir düşünce yapısı içinde olduğunda akabinde sağlıklı duygu ortaya çıkıyor. Psikoloji alanının duayenlerinden Albert Ellis’den bahsetmek isterim. Albert Ellis danışanına A-B-C-D modelini öğretir. Burada “A” aktive eden olaydır. “B” kişinin olayı nasıl yorumladığı ve bu olayla ilişkin düşünce ve inançlarıdır. “C” ise ortaya çıkan duygu-davranıştır. “D” ise düşünceyi değiştirmeye yönelik tartışma tekniklerini, yanlış düşünce ve duygulara müdahale etmeyi içerir. Akılcı-duygusal yaklaşım B’yi, yani kişinin mantıksız düşünce ve inançlarını değiştirmeye odaklanır. Çünkü bunlar değiştiğinde olumsuz ve sağlıksız duygular da değişecektir.

Duyguları sağlıklı bir şekilde dışa vurmakla psikolojik iyi olma arasında nasıl bir ilişki var?

Tabii ki olumlu bir ilişki var. Kişi duygularını sağlıklı bir şekilde ifade ettiğinde psikolojik iyi oluş düzeyi de yükseliyor. Bireyin sahip olduğu stres verici deneyimleriyle ilgili kendini açması, pozitif duyguların uyarılmasını sağlayarak psikolojik iyi olma üzerinde olumlu etkiye sahiptir. Kendini açma, bireyin yaşadığı olumsuz düşüncelerden kurtulmasını, olumsuz duygu ve düşüncelerle mücadele edebilmesini, psikolojik yönden daha uyumlu bir birey olmasını sağlar. Duygular, insanın en önemli deneyimleri arasındadır. Kişiler arası ilişkilerde ve ruh sağlığında duyguların ifade edilmesinin oldukça önemli rol oynadığı söylenebilir.

Kadın ve erkekler arasında duygu dışa aktarmalarında ne gibi farklılıklar gözlemleniyor?

Yapılan bilimsel araştırmalar kadınların erkeklerden daha fazla duygularını ifade ettiğini gösteriyor. Yine genel olarak kadınların mutluluk, üzüntü, korku ve şüphe gibi duygularını daha fazla dışa vurduklarına, erkeklerin ise sadece öfke duygularını açıkça ifade ettikleri ile ilgili araştırmalar var. Ama son olarak şunu söylemek gerekir ki, duygularımızı ifade etmek hem fizyolojik sağlığımız hem de psikolojik sağlığımız açısından oldukça önemli. Duyguları ifade etme ile ilgili yapılan çalışmalarda destek gruplarıyla çalışan göğüs kanserli kadınlar diğerlerine oranla iki kat daha fazla yaşamışlardır. Evli kanser hastalarının bekârlara oranla daha uzun yaşadığı bilimsel araştırmalarla desteklenmiş. Bu araştırmalar da şunu gösteriyor ki; duygularımızı bastırmayalım, kendimizi ifade edelim, hem psikolojik hem de fizyolojik açıdan rahatlayalım. Halk dilinde içine atma anlat derler. Aslında durum gerçekten bu.

Doç. Dr. Nihan Arslan

İnsan meçhul canlı… İnsanı avucunun içine alıp, ben insana dair her şeyi biliyorum demek mümkün değil. O nedenle çok belirli psikiyatrik formları insan psikolojisine her zaman birebir uyarlamak da mümkün değil. Aslında insan meçhul canlı derken, 400’e yakın psikiyatrik düşünme biçimini herkese olduğu gibi uygulamak mümkün değil demiş oluyoruz aynı zamanda… Bu açmaz nedeniyledir ki son yıllarda artık “Bütüncül Psikoterapiden” bahsediliyor. Evet, insana dair şu şudur, bu da budur, her şey çok net demek mümkün değil. Bir âna dair insanın korku, öfke, elem ve hazları var hiç şüphesiz. Fakat insan denen canlının gerek yetişme biçimleriyle gerek olaylar karşısındaki bireysel tercihleriyle bir “süreçler eğitiminden” geçtiği kesin. Yaşadığı süreçler, insanın, herhangi bir olay karşısında verdiği tepkileri öyle etkiliyor ki… Hatta yaşantısı esnasında çocukluğundan başlayarak, işlenmeye hazır bir bios programının tıkır tıkır işlediği, bununla birlikte yaşanan olayların insanı şekillendirdiği biliniyor. Buna “epigenetik açılım” deniyor. Yani epigenetik açılımların temel olduğu “yapılandırılmış süreçler” insanı şekillendiriyor. Ama bu mekanizma her insan tekilinde karşılaştığı olayların çeşitliliği ve süresine bağlı olarak farklı yapıların oluşmasına yol açıyor. Onun normalliği de anormalliği de bu yapısal süreçlerden mülhem. Normal ya da anormale olan mesafesi demek daha doğru…

Boş atıp dolu tutmamak için konuyu Psikiyatrist Dr. Tahir Özakkaş’ın anlatımlarından izah edelim:

“Psikoterapi tam bir bilim değildir. Bir tarafı sanat, bir tarafı olgunlaşma bir tarafı da bilgi ve bilimle süslenmiş olan kombine bir yapıdır. Dolayısıyla diğer bilim dallarında olduğu gibi her şeyi matematiksel bir bütün içinde görmemiz mümkün olamamaktadır. Fizik, kimya, biyoloji ya da matematiğe gittiğinizde her şey net ve açıktır. Matematikte rakamlar vardır, sıfır her yerde sıfırdır, bir her yerde birdir, üç her yerde üçtür. Fakat Kayseri’de bir çocuğa sordukları gibi iki kere iki kaç eder sorusunu sorduğunuzda, çocuk şu cevabı vermiştir; “Alırken mi satarken mi?” Hayatın içerisindeki öznellikler ve bağlamsal yapı, rakamları dahi değiştirir ve anlamlarını yitirir. Psikoterapi böyle bir yerdir. Psikoterapide aldığınız bilgiler, ‘Alırken mi, satarken mi?’ kavramıyla anlamına her an farklı bir boyut kazandıracak olan “bağlamsal bir yaklaşımı” içerir. Eğer siz bu bağlamsal yaklaşımın ve öznelliğin, insanlar arası ilişkilerdeki anlamının her an kayganlaştığını, değiştiğini ve süreç içerisinde meydana geldiğini fark ederseniz, o bağlamı ve anlamı yakalarsanız, o zaman kendinizin ve hastanızın ruhunu tutabilirsiniz, nabzını tutabilirsiniz. Değilse matematiksel kuru bir bilgi olur, o kuru bilgi de hiçbir zaman insanı temsil edemez. Burada öğrenebileceğiniz bir yapı, evet matematiksel bilgiler var ama o matematiksel bilgilerin yer ve zamana göre değiştiğine dair “bağlamsal bir çeperde” farklı anlamlar oluşturabileceği ile ilgili bilgi sahibi olacağız.”

“Psikoterapinin bir tarafı bilgidir, çünkü insan denen varlıkla uğraşıyoruz. İnsan denen varlığın iki komponenti var. Biri organizma dediğimiz biyolojik yapımız ki, biz burada et, tırnak, bacak, kemikle değil “beyinle” ilgileniyoruz. Beynin yapılanmış bir süreci, organik yapısı var. Kendi içerisinde çalışma prensipleri var. Nöronların bir başka nöronla kurduğu bağlantı nasıl meydana geliyor, nöronların birleşmesinden büyük nöronların ateşlenmesi nasıl oluşuyor, burada düşünce, duygu, davranış nasıl meydana geliyor, işte tüm bunları sağlayan organımız beyin…”

“İnsanın ikinci komponenti, ‘ruhsal psişik aygıt’ dediğimiz sanal bir program. Bunu elle tutup gösteremiyoruz. Sadece beynin organik yapısı içerisindeki nöronal akışta o ruhsal yapının, psişik yapının soyut komponentlerini anlamaya çalışıyoruz. Nasıl ki biri ikiyi üçü beşi elle tutamıyorsak ama onlarla ilgili zihnimizde birçok işlem ve matematiksel kurgu yapıyorsak, ruhsal ve psişik yapımızla ilgili de şekillenmiş birtakım “zihinsel tasarımlar” yapıyoruz. Bu tasarımlar, bir sanal program gibi, bilgisayara yüklenen bir Windows programı gibi onun üzerine yüklenen birçok program gibidir. İnsanoğlu doğduğu andan itibaren bir program yüklenmesiyle karşı karşıya kalır. İnsanoğlu da bu programları indirerek aralarındaki çelişkileri giderip sağlıklı bir bütün halinde tüm programların ahenk içinde çalıştığı bir bilgisayar programına dönüşüyor. Biz bir taraftan, organik yapıda bir kusur var mı yok mu, bazı rahatsızlıkların kaynağı, doğuştan gelen genetik ve biyolojik yapılar mı diye bakıyoruz; bir taraftan da bebeklikten itibaren ona yüklenen programların birbiriyle olan ahenk ve uyumunu inceleyen bir bakış açısı geliştiriyoruz.”

“İnsanda organik kısmın dışında ruhsal psişik aygıt dediğimiz sanal program/software kısmında, yani konuşarak, bakarak ve durarak insanlar bir program içselleştiriyor. Bu program yine konuşarak, bakarak ve durarak değiştirilebiliyor. Burada insana invaziv, cerrahi bir zarar vermiyorsunuz, ilaçla zarar vermiyorsunuz… En azından konuşuyorsunuz, yani yaptığınız şey, konuşma ve durma, o insanın ruh dünyasındaki soyut kavramlar dediğimiz kavramları bir noktada değiştirebiliyor. Bu değişiklik, ilerleyen zamanlarda beyinde organik ve yapısal değişikliklere dönüşebiliyor. Bunu da birtakım teknolojik gelişmiş araçlarla ölçebiliyoruz. Sonuçta konuşarak ya da durarak insan beynini değiştirebiliyorsunuz. İşte biz, içimize yerleştirilen download edilmiş software programlarının birbiriyle çelişikliği var mı, bir bütünlük ve ahenk içerisinde çalışıyor mu, bunu gözlemliyor ve anlamaya çalışıyoruz. Oradaki yapıları daha sağlıklı, daha potansiyele uygun hale getirme çalışmasına “psikoterapi” deniyor.” (Hayat ve Terapiye Giriş, 11.Dönem Serisi. Psikiyatrist Dr. Tahir Özakkaş)

Bu sözler, Tahir Hocanın, insanlara faydalı olmak noktasında öğrencilerine ya da hitap ettiği kitleye, durdukları ya da durmak zorunda oldukları yeri izah sadedinde yaptığı bir dibace konuşmasıydı. Sadece bir başlangıç… Konuşması daha sonra davranışsal terapi ve bilişsel terapi anlatıları şeklinde devam ediyor. Konular oldukça geniş… Nesne ilişkileri, kendilik tasarımı, çocuğun anneyle olan ilişkileri, aynalanma, bireyselleşme ayrışma vs. Gerçekten çok ayrıntılı ve anlatılar çok hoş… Dinamik terapilere temel teşkil eden pek çok yaklaşım var. Ciltlerce kitap, çalışma ve düşünce… O nedenle “Bütüncül Psikoterapi” üzerinde duruluyor.

“Normal”in tanımını yapmak hiç kolay değil. Bu nedenledir ki, insan-fıtrat ilişkisinde en yetkin ve üst düzeyde söylemler, dinî referans alanlarını öncelemek zorunda… İnsan, hiç de kolay bir canlı değil, çok özel… İnsanı çözmek, çözebilmek de öyle… Dini kaçınılmaz bir biçimde fonksiyonel kılan da bu zaten. Yani insanı ancak Yaradan’ın tanımlayabileceği gerçeği. “Yapan bilir, bilen konuşur…” Hiç şüphesiz bu çabalar, o ilahi müktesebatı anlamaya yönelik… Bu çabanın değeri, eminim, yıllar alan bu çalışmaları yapan insanların, gönül yorgunluklarındaki çilenin kalitesinde gizlidir.

İnsandaki yapılandırılmış süreçlerin düşünme, davranış ve duygulanma biçimlerimizi etkilediği kesin… İnsanın, yetişme bozukluklarına dair yapılandırılmış süreçlerini Bediüzzaman Said Nursi; “üzerimize sonradan bulaşan kirler” diye ifade ediyor. Demek ki üzerinde düşünülecek çok şey var daha…

Hayat, ilginçliklerle dolu… Bir Psikiyatrist, “Nasıl oluyor da benim yıllarca uğraştığım ilgilendiğim bir vaka, bir rüya ile hayatını değiştirebiliyor?” demişti. Buna “ay terapisi” demişler… Said Nursi de gördüğümüz rüyaların daha sonra gerçekleşmesini kaderle irtibatlandırır ve “Bizi bir bilen var.” der.

Bir bilge, bir arif, bir Allah dostuna “Efendim, yanınıza gidip gelen insanlar iyiliğe meyletme anlamında bir değişim yaşıyorlar, bunu neye bağlıyorsunuz?” demiştim. Bana “Evlat, bu, ilahi sanat…” demişti. İnsanı anlamak böyle bir şey… Seviyesine, kültürüne, derdine göre çare olmak, olabilmek…

Aynı arif, çok kıymetli bir öğrencisine; “Sabah canını sıkan bir konunun akşama kadar senin canını sıkmasına izin verme…” diyor. Hepsi de anlamlı güzel tavsiyeler…

İnsan her an insandır. Nefsiyle, ruhuyla, yetişme ve davranış bozukluklarıyla… İnsanı tanıyan bilge kültürler ve anlayışlar, bir sistem üzerinden insana dair konuşmuş ve yol almışlar. Hatta tekrarlayan metodik yapılarla belli olgunlukta ve insanlığa faydalı insanlar yetiştirmişler. Maddi hayatın determinizmi olduğu gibi, manevi hayatın da gayet tecrübî bir determinizmi var demek ki… Tasavvufçuların bir kısmı hem varoluşsal bir gerçek olduğu için hem de metodik düşünme adına nefis-ruh ayrımına gitmelerine rağmen, her iki unsurun da insanda hayatî değeri olması nedeniyle, yaptıkları manevi pratik ve mücadelelerinde, kimisi nefsin terbiyesiyle ruhu ön plana çıkarmış, kimisi de direkt ruhu ön plana çıkaran pratiklere öncelik tanımıştır. Sonuç; nefsin terbiyesi, kalbin tasfiyesi ve her iki halde de insandaki ruhi değerlerin ön plana çıkması, çıkartılmasıdır. Herhangi bir anda insan neye meylederse o yönü ön plana çıkmakta ve ona göre kararlar almaktadır. İkisini ayırt eden keyfiyete ise “niyet” demişler… Kendi yapılandırılmış süreçlerimiz ve epigenetik yapımız üzerinde tefekkür etmek ise, bizlerin bize dair tespitler karşısında söz dinleme ve nasihate açık olma tarafımızı ön plana çıkartacak ki, neye niçin evet dediğimiz ya da karşı çıktığımızın izlerini orada bulacağız. Bu da kendimizi tanımak adına az bir gayret olmasa gerek…

Bu mütevazı yazı, iyi insan olmaya karar verirken, daha üzerinde düşünülecek çok şey olduğuna dair bir hatırlatma… Kendinize haksızlık yapmayın, kendinizi sevin, başkalarını sevin, başkalarına anlayışlı olun… Gelin bu vesileyle “bir empati krallığı” kuralım… Tasavvufçular buna “gönül dünyası” desin, hatta içinde Eflatun da olsun, Kant da… Yunus Emre de olsun, Mevlana da… Ama asla Firavunlar olmasın… Bilmemiz gereken şey, içimizde bunların hepsinin var olduğudur. Dünya imtihanı dedikleri de bu olsa gerek…

Şenel İlhan Beyefendi’nin deyimiyle; “Nefsimizin herhangi bir andaki durumu, o anki psikolojimizle de yakından alakalıdır.” Nebevi kültürde de geçen “An be an neşeli olunuz.” sözü bizlere bu konuda çok şey anlatıyor. Unutmayalım ki hüzün de bir hastalık… Muhasebe yapalım derken, muhasebeyi hüzne boğmayalım. Çünkü orada da şeytanın oyuncağı olunacak pek çok alan var. Tefekkür ve muhasebe asla ne bir melankoli durumu ne hataların üzerini bilinçsizce örten bir körlüktür. Hatta bugün pek çok insan, güzel ahlak sohbetlerinin gerçek bir İslami mantıkla içselleştirilmesi yerine adeta muhabbet afyonunu çekerek birbirini ağırlamakta ama kendi içinde gerçek bir muhasebenin de terakki ettirici yönüyle hiç yüzleşememektedir.

Öfke patlamalarının yaşandığı, en ciddi konularda dahi yılışıklığın diz boyu olduğu, en güzel değerlerin riya havuzunda yok edildiği bir toplumda, kendi psikolojimizi değerlendirmek adına inanmış kitlelerin, inancın üzerine koyacakları çok şey olduğunu fark etmemiz dileğiyle… En önemlisi de salt duyguların devreye girmesiyle sorguladığımız alanlarda aklın ve kalbin hükümdarlığına olan ihtiyacımız…

Dr. Alper Yücel Zorlu

Karakter güçleri; düşünce, duygu ve davranışlarla ortaya çıkan, birey için olumlu denilebilecek özellikler bütünüdür.

Sadece bulunduğumuz coğrafyada değil tüm dünya insanlarının barış ve huzur içerisinde yaşaması herkesin ortak temennisidir. Peki, herkes barışı ve huzuru isterken savaşların olduğu bir dünyada yaşamanın nedeni nedir? Erdemli oluş;  hayatın olumlu yaşantılarla geçmesiyle birlikte, çevresinin hatta tüm dünyanın barışı için yaşam mücadelesi vermesini de barındırır. Bilgeliğin peşinde olan, cesareti bedeninde hisseden, insaniyet için mücadele eden, herkese eşit davranıp adil olan, ölçülü biçimde kendisine ve çevresine davranan, umudun yaşatıp, şükretmeyi bilen insanların olduğu bir dünya çok daha yaşanabilir olacaktır. Tüm özelliklerin tek bir kişide toplanmasını beklemek imkânsız gelebilir fakat ayrı ayrı özelliklere sahip olan insanların bir araya gelmesi ve dayanışma içerisinde mücadele etmesi beklenen huzuru getirecektir.

Karakter Güçler
Karakter güçleri; düşünce, duygu ve davranışlarla ortaya çıkan, birey için olumlu denilebilecek özellikler bütünüdür. Bütüncül bir karakter yapısını ortaya koymak için karakter güçleri tanımı ortaya çıkmıştır. Karakter güçleri diyebilmek için birden çok olumlu karakter özelliğinin bir arada bulunması gerekir. Erdem ise değerli kabul edilen olumlu özelliklerdir. Kişiden kişiye göre farklılık gösteren bu özellikler kültürden kültüre de farklılık gösterebilir. Örneğin bazı kültürlerde el şakası yapmak ağır bir hakaret olarak algılanırken bazı kültürlerde mizahın bir türü olarak karşımıza çıkabilir. Bu yüzden değerlendirmeler, kültürel farklılıklar göz önüne alınarak yapılmalıdır. 

Karakter güçlerinin tanımları geneldir fakat yaşanılan ortam ve çevresel koşullardan etkilenecek değişim kapasitesine sahiptir. Her birey için gelişmiş bir karakter güçleri o toplumun huzur ve refahının da artacağı anlamına gelmektedir. İnsanın hayatında model aldığı kişi, bakım veren kişilerin tutumları, aile bireyleriyle yakın ilişki içerisinde olmak, akranlarıyla iletişimin kuvvetli olması karakter güçlerinin gelişimine destek sağlamaktadır. Ahlaki açıdan da karakter güçleri ele alınmıştır. Bu da toplumsal farklılıklar gösteren bir boyutudur. Örneğin “erdemli oluş” birçok topluma göre “güzel ahlaklı” olmaktan geçer. Bu anlamda da karakter güçleri ahlaki yönlere de değinmektedir. 

Karakter güçleri gözle görülebilen, ölçülebilen özellikleri ele almıştır. Birçok karakter gücü birbiriyle bağlantılıdır. Örneğin “iyi yüreklilik” ve “hakkaniyet” karakter güçleri arasında bağ oldukça kuvvetlidir. Kişi her ne kadar “hak yememeye” dikkat ederse bir o kadar da “iyi yürekli” olarak anılacaktır. Bu bağlamda karakter güçlerinin birine sahip olmak diğerlerinin de var olabileceğine işaret etmektedir.

Karakter güçleri 1 yaş öncesinde dahi kendini gösterebilir, 3 yaş dönemlerinde de sahip olunan bir özellik olarak adlandırılabilir. Bu cümle her karakter gücü için geçerli değildir. Örneğin “sosyal zeka”, “sebatkarlık” gibi karakter güçleri ergenlik dönemine yakın zamanlarda kazanılırken,  “merak”, “sevme ve sevilme” gibi karakter güçleri çok erken yaşlarda kazanılabilir.

Erdemli oluş ve bu erdemlerin kapsadığı karakter güçlerine sahip olan kişiler, yaşamlarından alacakları memnuniyet düzeyi artacaktır. Bu olumlu özelliklere sahip olmak bireysel olduğu gibi topluma da fayda sağlayacaktır. Olumlu kişilerarası ilişkilere sahip bir toplum, kalkınmaya ve gelişimin en üst düzeye çıkmasına yardımcı olacaktır. Karakter güçleri hastalık dönemlerinde de çabuk iyileşmeyi sağlayan temel yetilere sahiptir. Birçok rahatsızlığın psikolojik temeli olduğunu varsayarsak, atlatılması içinde sağlam psikolojik bir yapıya ihtiyaç vardır. 

Karakter güçleri direkt olduğu gibi dolaylı yoldan da olumlu yaşam olayları katmaktadır. Örneğin mizah karakter gücüne sahip olan kişi çevresi tarafından aranan ve varlığıyla insanları mutlu eden bir kişi haline gelir. Doğal olarak sosyal çevresi geniş ve kendi de ihtiyaç duyduğunda gerekli sosyal desteği alacaktır. Bu da yaşamış olduğu bir soruna yönelik çözüm alternatiflerini arttıracak, ya sorun yaşanmadan yok olacak ya da beklenenden daha erken dönemde mutluluk yakalanacaktır. 

Karakter güçleri 6 “Erdem Boyutu”ndan meydana gelmektedir. Nietzsche’nin ifade ettiği gibi; erdem, insanın insanüstüne ulaşmak için harcadığı çabadır. Her erdem boyutu kendi içerisinde farklı özellikler barındırmaktadır. 6 erdem boyutu 24 karakter gücünü açıklamaya çalışmıştır. Bir erdem boyutunun özelliklerine sahip olan birey, pek doğal diğer erdem boyutunun özelliklerine de sahip olabilir. Bütün erdemlerin tüm boyutlarına sahip bireylerin görülmesi çok düşük ihtimaldir. Çünkü herkesin güçlü ve zayıf yönleri vardır. Önemli olan bu yönlerin bilinmesi ve güçlü yönlerin kuvvetlendirilip, zayıf yönlerin törpülenmesini sağlayabilmektir. Roosevelt’in de dediği gibi “bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmaktır.” Karakter güçlerine sahip olmak eğitimden daha önemli bir değer taşımaktadır.

 Sözü geçen erdemler ve onların içerdiği karakter güçleri aşağıdaki gibidir.

1-    Bilgelik; kişinin zekâ kapasitesini değil, bilgiyi ne derece diğerleriyle paylaştığıyla bağlantılıdır. Bu bağlamda içerdiği 5 karakter gücü de, kişinin kendini yenilemesi ve yeniliğe açık olmasıyla ilintilidir.

1.Özgünlük, 2.Merak, 3.Öğrenmeye Açık Oluş, 4.Açık Fikirlilik, 5.Geniş Bakış Açısı

2-    Cesaret; olası engellere rağmen, hedeflenen sona ulaşmak için hem içsel, hem dışsal kuvvetlere bağlı olarak ilerleyebilme becerisi barındırır. 

6.Dürüstlük, 7.Cesur Olma, 8.Beceriklilik, 9.Keyif Alma

3-    İnsaniyet; insanın değerini ve saygınlığını belirten, insana insan olduğu için önyargısız yaklaştıran erdemdir. İnsan ilişkilerinin etkili şekilde sürdürülebilmesiyle bağlantılıdır.

10.Şefkatlilik, 11.Sevme ve Sevilme Kapasitesi, 12.Sosyal Zekâ

4-    Adillik; eşitlik ve adaletli olmaya vurgu yapan bir erdemdir. Değişen dünyada toplumsal yaşamdan çok bireysel yaşama kayılırken, diğer insanların varoluş çabasını yok saymadan önde olmayı da barındırır.

13.Adalet, 14.Liderlik, 15.Vatandaşlık

5-    Ölçülülük; aşırı olana karşı direnci gösteren erdem boyutudur. Kişinin hem kendisine hem de diğerine karşı özverili yaklaşımı içerir. 

16.Affedicilik, 17.Tevazu, 18.Dikkat, 19.Öz Denetim 

6-    Aşkınlık; aşkın olana inanmayı ve gerektiği ölçüde bağlanmayı ifade eder. Yaşam kalitesini ve doyurucu sosyal yaşantılara sahip olmayı barındırır.

20.Güzelliği Takdir Etme, 21.Şükür, 22.Umut, 23.Mizah, 24.Maneviyat

Sokrates; “Tek kesinlik, erdem bilgisindedir, erdem öğrenilir, kişiler bilmedikleri için kötüdürler. Erdem birdir, bölünmez, ayrılmaz. Erdem, insanın kendisini bilmesi, tanımasıdır” demiştir. Bu yüzden erdemli olmak için geç kalmak diye bir deyim yoktur, belki o gün, bu gündür ve var olan erdemler daha aktif hale getirilip, eksik olan güçlerin de neler olduğu tespit edilip arttırıma geçilebilir. Eksikliklerimizi bulmak ve bu yönde kendimizi geliştirmeye çalışmakla beraber, çevremize de bunları aşılayarak, ışık tutmuş hale neden gelmeyelim ki?

Uzm. Psk. Serkan Elçi

Şu an bulunduğunuz yerde, kendiniz olamıyorsanız, o zaman oradan ayrılın. Bunu yapmak zihinsel sağlığınızı güçlendirir ve en değerli varlığınızı korur: kendinize olan saygınızı. Kendiniz olamayacağınız yerde bulunmayın. Kendi kimliğinize ve değerlerinize bağlı kalmak ve kendinize saygı duymak hayattaki en önemli şeydir. Hayat zaten yeteri kadar karmaşık bir yapıda olduğu için, kendinizi iyi hissetmediğiniz ve ait olmadığınız bir yerde kalmanızı zorlayan başkalarının kendinize duyduğu saygıyı etkilemesine izin vermeyin.

‘Kendiniz olun’ derken ne demek istiyoruz? Kulağa tuhaf gelse de, birçok insan hala kişiliklerini nasıl tanımlayacaklarını bilmiyorlar.

Kendimizi tanımak, zayıf yanlarımızı ve tutku duyduğumuz alanları bilmek de çok önemlidir. Bu nedenle, özümüzün arkasında durmak ve sahip olduğumuz karakterden memnun olmak, bizleri mutluluğa götürecektir. İnsanlar genellikle kendilerini meslekleri ile tanımlar ‘Öğretmenin‘, ‘İtfaiyeciyim’, ‘Anneyim ya da ‘Babayım’. Yine de, sadece mesleklerimizden ibaret değiliz. Aynı zamanda, hayallerimizden, yaşadıklarımız, istemediklerimizden ve beklentilerimizden de ibaretiz. Ve tüm bunların korunmaya ve desteklenmeye ihtiyacı vardır.

Her Gün Kendin Olmak Mücadelesi

Özgün olma açlığı içerisinde olabilirsiniz. Aldığınız her bir kararda kendiniz olmayı isteyebilir ve her bir ilişki içerisinde uyumu yakalamak isteyebilirsiniz. Bu sayede, istemediğiniz durumlara boyun eğmez ve yalanlara başvurmak zorunda kalmazsınız. Yine de, canınızın istemediği şeyleri yapmaya ‘evet’ dediğiniz her an kendinizden koptuğunuzu fark etmezsiniz. Partnerinize, akrabanıza ya da herhangi bir insana aslında ‘hayır’ demek isterken ‘evet’ dediğiniz zaman kendiniz olmazsınız.

Er ya da geç, aynada kendinize bakıp, hayatın sizden olmanızı istediğiniz şekil itibarıyla kendiniz olmayı bıraktığınızı görürsünüz.

Kendiniz Olmamak Acıya Sürükler

Duke Üniversitesinde görevli Psikolog Mark Leary, bizi çok önemli bir husus ile ilgili uyarıyor. Birey kendisinin özgün bir şekilde hareket edemediğinizi anladığı zaman, acı çekmeye başlar. Bir başka deyişle, kendiniz olmamak, öfkeye ve depresyona yol açabilir.

  • Harvard Üniversitesi, iş çevrelerinde yapmış olduğu bir çalışmadan ‘trend’ bir kelime haline gelen ‘özgün olmak’ kalıbı ile karşılaşmışlardır. Herkes bu kalıbı kullansa da çalışanlar, zorlayıcı projelerde yer almaya itildiklerini, müdürlerinin dediklerini yapmaları gerektiklerini ve çok spesifik hedefleri olduğunu düşünüyorlar. Tüm bunlar bir bıçak sırtında yürümelerine sebep oluyor.
  • Kısıtlı ve rekabetçi bir ortamda kendiniz olmak çok zor bir görevdir. Adım adım, anksiyete, stres ve kendinizden kopma hissi ortaya çıkacaktır.

Özgünlüğünüzü kaybettiğiniz zaman, ne yaptığınız ile neye ihtiyacınız olduğu arasında bir denge kurmaya çalışırsınız. Kendinize güvenmeli ve sahip olduğunuz kimliğe sadık kalacak cesur kararlar almalısınız.

Kendiniz Olmaya Cesaret Etmek

Kendiniz olamayacağınız yerde bulunmayın. Düşüncelerinizi ve değerlerinizi ifade edemeyeceğiniz bir yerde size göre değildir. Bu şekilde yaşamanın bir manası yoktur. Bu sebeple, kendinize duyduğunuz saygıya zarar veren bir şey olduğunu düşünürseniz, şunları bir düşünün:

Kendi Bildikleriniz Üzerine Kararlar Alın

  • Bugünlerde psikoloji, varoluşçu fikirlerden oldukça yararlanmaktadır. Bunlardan biri, özgün bir hayat yaşamak adına, kendinize bağlı kalmanız gerektiğini söyler.
  • Bu durum, ne yaptığınıza, neye karar verdiğinize ve size uyup uymadığına bakmak için biraz zaman ayırmayı gerektirir.
  • Her gün şu soruyu sormalısınız: ‘Yaptığım şeyden memnun muyum?’

Neyi Hak Ettiğinizi Unutmayın

Hayatınızın her günü kendiniz olmak istiyorsanız, neyi hak ettiğinizi unutmayın. Değerleriniz aklınızın bir köşesinde olsun, geçmişinizden ders alın, hedef belirletin ve ön önemlisi kendinize değer verin. Hepimizin, tutkularımız ve ilgi alanlarımız ile uyumlu, mutlu ve dopdolu geçen bir hayatı yaşama hakkı vardır. Buradaki püf nokta, hayal ettiklerimizi hak ettiğimizi unutmadan, nereye uçmak istediğimize karar vermektir.

Bazen kendiniz olmak, içinizden geldiği gibi davranmak ailenizi hayal kırıklığına uğratabilir. Bazen özgür olmak için insanın kendi olması yeter. Kendimizi insan olarak- birey olarak kabul etmek, mutluluğu hak etmek ve bağımsızlığımızı kendi başımıza yönetmemiz gerekir. Ailenin beklentilerini sorgulamak hatta bu beklentileri aşmak kendimizi tanımak için atılması gereken önemli bir adımdır. Ancak bu şekilde ailemizin bizi olduğumuz gibi kabul edip etmeyeceği anlayabiliriz. Bunu yapmak kolay değildir. Hayatın ilk aşamasında, çocukluk zamanında farkındalığımızın oluştuğu ve pek çok ailede var olan uyumsuzluğun anlaşıldığı bir dönem vardır. Örneğin, aileler çocuklarına yapması için tembihledikleri çoğu davranışı ve tavsiyeyi kendisi uygulamaz. Çocuklar genelde kendi hayallerinin, isteklerinin ve beklentilerinin dışında kendilerine baskı uygulanmasından dolayı rahatsız hisseder.

“Derin bir sevginin olmaması kadar hayal kırıklığı yaratan bir şey yoktur.”

– Martin Luther King

Ailenin beklentileri ile kendi isteklerimiz, aralarında çarpışan atomlar gibidir. Ortaya kimsenin fark edemeyeceği boğucu bir enerji çıkarırlar. Bunlar aslında kuşaklar arası inanç ve düşünce farkından kaynaklanır. Bunlar,  söylenmeyen veya yazılı olmadan ifade edilen bir tür davranış kuralıdır. Farkında olmadan sessizce bir dizi fikir ve zorluğu içselleştiririz. Yapbozun uyumsuz bir parçası olduğumuzu anladığımızda ise, işlevselliğinden hiçbir zaman şüphe duymadığımız ailemizi sorgulamaya ve aslında sandığımız kadar işlevsel olmadığını anlamaya başlarız.  Birbirimizin yüzüne bakmamak için yapılan pek çok kaçamak… Bundan sonra ise sevdiklerimizi hayal kırıklığına uğratma pahasına bile olsa kendi yolumuzu çizmeye karar verir ve ona göre adımlar atarız.

Karmaşık aile bağları

Lucas dünyaya geldiğinde annesi 41, babası ise 46 yaşındaydı. Tek çocuğa sahip olmak anne babasının elinde olan bir şey değildi. Bu oldukça zorlu bir yolculuğun sonucuydu. Lucas doğmadan önce annesi pek çok kez düşük yapmış ve Lucas’tan sonra da aynını bir kez daha yaşamış. Böylece, Lucas kendi seçimi olmadığı halde ailedeki beklenti karmaşasının içine düşen tek kişi oldu. Ailesinin tüm umutları ve istekleri onun omuzlarında birer yüke dönüştü. Öte yandan Lucas hiç başarılı bir öğrenci olamadı. Sakin ve iyi huylu olmadığı gibi itaat etmek de ona göre değildi. En kötüsü ise, okuldaki başarısızlığı yetmez gibi hayalet kardeşleriyle baş etmek zorundaydı.  Hiçbir zaman doğmamış olsalar da anne babası onları hep yakında tuttu. “Eminim kardeşlerimden biri benim gibi mühendis olurdu.”, “Eminim benden daha başarılı ve sorumluluk sahibi olurlardı…” Anne babasının kendisi hakkındaki beklentilerinin üstüne, Lucas’ın ailesinin geri kalanı da, teyzeleri, amcaları, büyük babası da benzer beklentilere sahipti. “Anneni dinle, müzikle uğraşmayı bırak da kendine gerçek bir iş bul. Anne baban senin için çok emek verdi, onları sırf bunun için bile mutlu etmen gerek…”

Şimdi ise Lucas kendi kararlarını verecek yaşa geldi ve yurtdışında müzik okumaya, konservatuara gidiyor. Ailesinin hayal kırıklığına uğratacağını biliyor. Ailesinin acı çekmesine sebep olacağını biliyor ancak kendisini de bu karmaşanın ve sonu gelmez beklentilerin içine gömmek istemiyor.  Lucas kendine karşı dürüst olmak zorunda ve kendi geleceğiyle ilgili kararları verebilmeli.

Kendin gibi davranmak aileni hayal kırıklığına uğratsa bile, bu gerçek bir aydınlanma anı

Geçtiğimiz yıl University of Utah’ta ilginç bir çalışma gerçekleşti. Araştırmanın amacı, bu beklenti dolu ailelerde kendini “yüz karası” olarak gören insanlara nasıl hayatta kalınacağını göstermekti. Terimin bariz olarak sembolize ettiği şeyin ötesinde, karmaşık olduğu da su götürmez bir gerçek. Duygusal sorunların çoğu aile içinde yaşadığımız değer, inanç ve düşünce çatışmalarından kaynaklanır.

Kan bağı yalnızca akraba yapar. Sevgi ise gerçek bir aile…

Duygusal anlamda iyi olmak için nasıl tepki vereceğimizi ve bu durumu nasıl yöneteceğimizi bilmek önemli. Bahsettiğimiz araştırmadan çıkan üç ana sonuç, ailevi sorunlar yaşayan kişiler için rehber niteliğinde:

  • Kendimizi en azından zorlukların üstesinden gelmeyi bilen dirayetli bir “yüz karası” olarak görmeli ve deneyimlerimizi unutmayıp onlardan ders çıkarmalıyız.
  • Hayata başka perspektiflerden bakmak, kendimize inanmak ve yeni kararlar almak için ihtiyacımız olan cesareti bulmak ancak aile dışından yardım, destek ve rehberlik alarak mümkün olabilir.
  • Aileye karşı kararlığı göstermek ise başka bir kilit nokta. Fikirleri, ihtiyaçları ya da istekleri sesli bir şekilde dile getirmek saygılı, olgun ve ikna edici olduğu müddetçe bir tehdit unsuru değil. Eğer birisi hayal kırıklığına uğrarsa en hızlı ve gerekli yol gereceğe bir an önce yaklaşmak olur.

Aynı zamanda, kendimizi dışlanmış hissetmeye de gerek yok. Genelde (en azından dışarıya karşı) bu karar koyunlar tartışma çıkaran ya da zorlayıcı insanlar olarak görülmese de, üstlerine başkaları tarafından bazı etiketler konulduğu bir gerçek. Bu bağlamda, bahsettiğimiz insanlar ailelerin beklentileri ya da yazılı olmayan bir takım kurallarla ters düşebilir-gerçekte öyle hissetmeseler bile. Hem biz hem aileler için yük olan bu konuyu gelin tekrar düşünelim ve bazen başkalarını hayal kırıklığına uğratmanın kendi kimliğimizi bulmak ve kendi yolumuzu çizmek için gerekli olduğunu hatırlayalım. Kendi bağımsız fikirlerimizle var olabilmenin tek yolu budur.

Psikolog Valeria Sabater

Zaman, her insanın sahip olduğu ve kullanım biçimi ile kişiden kişiye değişiklik gösteren bir olgudur. Zamanın nasıl kullanılacağı tamamen kişinin özgür iradesine bırakılmıştır. Bu noktada bazı insanlar ellerindeki mevcut zaman dilimini değerlendirirler ve gelecekleri için bir şeyler inşa etmeye çalışırlar. Ancak bazı insanlarda mevcut zamanlarını değerlendirmek üzere hiçbir şey yapmadan fütursuzca yaşarlar. Yani gelecekleri için şuan bedel ödemekten kaçarlar. Zamanlarını şuan da verimli kullanan insanlar ise gelecekleri için şuan “mücadele ederek” bir bedel öderler. Neticesinde ise yüksek ihtimalle, mevcut zamanlarını değerlendiren insanlar gelecekte “iyiki yapmışım” diyenlerden olacakken, zamanlarını değerlendirmeyen insanlar “keşke” yapsaymışım diyenlerden olacaktır.

Sizlerin gelecekte keşke diyenler grubuna girmemesi için şuanda çalışmaya başlaması gerekir. Ancak burada sıkıntı olan nokta şu ki; bazı insanlar kendilerinin çalışmasına ihtiyaç duymamaktadır. Çünkü hayatlarında hiçbir zaman keşkeler ile karşılaşmayacaklarını, hayatlarının her zaman şuanda olduğu gibi ilerleyeceği yanılgısına düşmüşlerdir. Mesela kişinin maddi geliri aileden geliyorsa, kişi bu gelen paranın daima geleceğini düşünüyor. Aynı şekilde kişinin, şuandaki maddi ve manevi istekleri karşılanıyorsa, gelecekte de maddi ve manevi isteklerinin daima karşılanacağını düşünüyor. Ta ki gerçekler ile yüzleşene kadar. Öyle ki bir noktadan sonra kişi, hayatının her zaman aynı şekilde ilerlemeyeceği gerçeğinin farkına varıyor. İşte bu noktadan sonra bu kişi için keşkeler başlıyor.

Bu Hayat Her Zaman Böyle Devam Etmeyecek

Günümüzde öyle bir sistem içerisinde yaşamaktayız ki artık okumak, ondan sonra iş bulmak, sonra hayatı düzene sokmak derken yaşımız minimum 25’i bulmaktadır. Bu 25 yaşına kadar ki olan süreçte, her ne kadar bazı işlerle meşgul olduğumuzu düşünsek de (vize sınavlarıymış, final sınavlarıymış vs.) aslında gerçek anlamda bir işle meşgul olmayız ve hayatımız genel olaraktan rahat geçer. Çünkü en başta bir aile geçindirmiyoruzdur. Sadece kendimizi geçindiriyoruzdur ve bizim içinde günlük limit bellidir. Aynı şekilde üzerimizde iş anlamında da herhangi bir sorumluluk yoktur; çünkü okuyoruzdur. Sorumluluğumuz ödevler ve sınavlardan ibarettir.

İşte 15’li yaşlarda başlayan ve “Daha önümüzde üniversite var.” diyerekden kapıldığımız bu rehavet neticesinde hayatın her zaman genel olaraktan rahat geçeceğini, isteklerimizin dışarıdan karşılacağını düşünürüz. Ancak bu konularda tecrübe sahibi olmuş bir insan olarak sizlere şunu söyleyebilirim ki “Hayatınız her zaman böyle devam etmeyecek.” Bundan emin olabilirsiniz. Şuanda yaşadığınız, zamanınızın bol olduğu o rahat hayat bir gün bitecek. Ve işte o zaman kendi kendinizi sorgulamaya başlayacaksınız; “Ben şimdi ne yapıcam?” diye. Bu noktadan sonra gerçek dünya ile karşı karşıyasınızdır ve artık gerçek anlamda hayattan kaçışın olmadığının farkına varmışsınızdır.

Kendi kendinizle yaptığınız içsel sorgulamada sizi strese sokacak en büyük soru “Ben şimdi nasıl para kazanıcam?” sorusu olacaktır. Çünkü şunu fark edeceksiniz ki para olmadan hiçbir şeyiniz ilerlememektedir. Mutlak olaraktan para kazanmanız gerekmektedir. Ardından statü meselesi sizi strese sokacaktır. Kendinize “Ben kimim?” diye sormaya başlayacaksınız; çünkü onca yıldır çevrenizdeki insanların bazılarının taş üstüne taş koyduklarını ve bir yerlere geldiklerini göreceksiniz, bu sizin kendinize “Ben kimim?” diye sormanız neden olacak. Ayrıca insanların büyük çoğunluğunun size karşı davranış sergilerken var olan gücünüze göre davranış sergilediğini fark edecekseniz ve bu doğrultuda yine güç sahibi olmak isteyeceksiniz.

Kısacası hayatın içine girdikten sonra fark edeceksiniz ki eski hayatınız bitmiş durumdadır ve önünüzde bambaşka bir hayat vardır. Bu hayatta ayaklarınızın üzerinde durma görevi tamamen sizin elinizdedir. Önünüzde var olacak olan o bambaşka hayatta “iyi ki yapmışım” diyenlerden olmak için şuanda yaşadığınız o rahat hayatta şu gerçeği içselleştirin; “Bu hayat her zaman böyle devam etmeyecek!” Bu gerçeği içselleştirmeniz, sizin şuandaki rahat hayatınızda harekete geçmeniz ve kendiniz adına faydalı işler yapmanız için önemli bir faktör olacaktır.

Günümüzde fark ediyorum ki okul okuma rehavetine kapılmış ve geleceği üzerine bir şeyler yapmayı bırakmış o kadar çok insan var ki ( özellikle üniversite okuyanlar) sanki bu insanların gelecekleri kendileri tarafından değil de başkaları tarafından hazırlanacak. Bu sorumluluk onların üzerinde değilmiş gibi. Sabahtan akşama kadar LOL oynayanlar, sosyal medyada fütürsuzca zamanını öldürenler, bir tane kız veya erkek arkadaş yapıp sabahını gecesini sadece o kişi ile mesajlaşmaya ayıranlar, popüler kültürün etkisinde kalıp Netflix’te günde 10 saat dizi izleyenler (!) vs.

Bu insanlar bu tarz eylemler ile ellerinde var olan zamanlarını kelimenin tam manası ile çöp etmektedirler. Çünkü boş işlerle meşgul olmanın kişiye hiçbir zaman faydası olmaz. Ve eğer sizler hayatınızı bu tarz eylemler ile geçirir, zamanınızı öldürürseniz, ileride karşılaşacağınız o bambaşka hayatta kaçınılmaz olarak “keşke yapsaymışım” diyenlerden olacaksınız. Ve bu keşkeler sizlere gerçek anlamda acı verecektir. Ancak bazı durumlarda bu keşkeler için iş işten geçmiş olacaktır.

Ayrıca sizlere burada şu konuya da değinmek istiyorum: Boş işleri gerçekleştirmesi çok kolaydır ve kesinlikle övünülecek şeyler değildir. Çünkü boş işleri gerçekleştirmek herhangi bir mücadele gerektirmez. Mesala LOL oyununu günde 20 saat boyunca herkes oynayabilir, herkes çok rahat bir şekilde alkol içebilir, herkes gününün yarısını Netflix’te film izleyerek geçirebilir. Evet bu vb. Eylemleri herkes çok rahat bir şekilde gerçekleştirebilir. Nitekim bu tarz eylemler mücadele gerektirmez ve insan nefsine çok hoş gelir. Beyniniz bu tarz eylemleri gerçekleştirirken dopamin hormonu salgılar. Ancak bu eylemlerin tam tersi olan hedef belirleme, plan yapma, çalışma gibi eylemleri birçok insan gerçekleştiremez. Çünkü bu tarz eylemleri yapmak insan nefsine zor gelir ve mücadele gerektirir. İşte asıl övünülecek eylemler, bu tarz mücadele gerektiren eylemlerdir.

Bu doğrultuda, Instagram storilerinizde Netflix’ten bir dizi fotoğrafı paylaşıp “Agaaa bitiyorum bu filme yhaaa” demeden önce yaptığınız eylemi bir sorgulayın ve kendinize deyin ki “Bu eylemi yapmak bana ne katacak?” Eğer cevabınız olumlu yönde ise o zaman yaptığınız eylem ile gurur duyabilir ve onu diğer insanlarla paylaşabilirsiniz. Ancak yaptığınız eylem size bir fayda sağlamıyor ise o zaman o eylemi insanlarla paylaşmaktan vazgeçin; çünkü muhtemeldir ki o eylemi dışarıdaki binlerce kişi de yapabilmektedir. Bu övünülecek bir durum değildir!

Burada bazılarınızın aklına şu soru gelmiş olabilir; “Hayatımı sadece gelecek üzerine mi endeksliyim? Şu anımda hiç mi eğlen miyim?” Bu soruyu cevaplamak üzere şunu diyebilirim; Benim burada anlatmak istediğim olay; Hayatınızın büyük bölümünü sizlere fayda sağlayacak eylemler üzerine endekslemeniz, geri kalan zamanınızda eğlendiğiniz aktivitelere zamanınızı ayırmanızdır. Nitekim sizler şuandaki rahat hayatınızda, elinizdeki mevcut zamanınızı sizlere kazandıracak olan eylemlere endekslerseniz, ileride karşılaşacağınız “hayata girme” krizini çok rahat bir şekilde atlatırsınız ve diğer insanlar bedellerini yeni ödemeye başlarken siz ödediğiniz bedellerin meyvesini yersiniz. Ancak şuan ki yaşadığınız o rahat ortamın sonsuza kadar devam edeceğini düşünür ve hayatınızın büyük bölümünü sizlere fayda sağlayacak olan eylemlere değilde, eğlendiğiniz aktivitelere ayırırsanız o zaman “Keşke zamanında şu işi yapsaymışım, çalışsaymışım, elimde onca da zaman vardı.” diyenlerden olursunuz.

Sorunlarınız Sizi Geliştiriyor Mu?

Hayat içerisinde, farkında olunulması gereken en önemli gerçeklerden bir tanesi; sorunların bitmeyeceği gerçeğidir. Nitekim hayat içerisinde daima sorunlar vardır ve sizin de daima sorunlarınız olacaktır. Bu hayatın bir yasasıdır. Ancak burada odaklanmanız gereken nokta; hayat içerisinde daima sorunlarınızın var olması değil, var olan ve var olacak olan sorunların sizlere ne katıp katmayacağıdır. Öyle ki hayatınız içerisinde, mücadele ettiğiniz sorunların sonuçları, sizlere hiçbir fayda sağlamıyorsa o sorunlar, büyük ihtimalle sadece sizin zamanınızı çalıyor ve sizlere zarar veriyordur. Bu durumda, size fayda sağlamayacak sorunları hayatınızdan çıkarmalı ve yerine hayatınıza fayda sağlayacak olan sorunları koymalısınız. Mesela, hayatınız içerisindeki en büyük sorununuz LOL’de en yüksek rütbeli konuma gelmek veya Netflix’teki tüm dizileri izlemekse bu sorunlarınızın yerine, “Yeni bir dil öğrenme” sorununu koyabilirsiniz.

Emin olun ki yukarıda örnekte verdiğim gibi hayatınızda, size fayda sağlamayan sorunları çıkarıp yerine size fayda sağlayacak olan sorunları koyarsanız, aldığınız sonuçlar değişeceği için hayatınıza değişim ve gelişim çok hızlı bir şekilde girecektir. Hayatınıza gelişim ve değişim girmeye başladıkça ise “Eskiden zamanımı ne kadar boşa harcamışım!” diye kendi kendinize sitem etmeye bile başlarsınız. Gelişimin en güzel yanı da budur zaten.

Son olarak sizlere söylemek istediğim, elinizdeki mevcut zamanınızı daima sizlere fayda sağlayacak şekilde değerlendirmeniz yönünde olacaktır. Sakın ola ki “Benim önümde daha çok uzun zaman var.” deyip kendinizi rehavete kaptırmayın. Sürekli olaraktan, sizlere fayda sağlayacak olan sorunlara odaklanın. Çünkü emin olun ki içinde yaşadığınız o rahat hayat bir gün bitecek ve hayat ile baş başa kalacaksınız.  İşte o zaman hayata karşı,  ya geçmişte kazandıklarınız sayesinde “iyiki yapmışım, çalışmışım” diyecek ve o zorluğun üstesinden geleceksiniz ya da “keşke yapsaymışım” diyecek ve bazı şeyleri toparlamaya çalışacaksınız. Ancak unutmayın ki o noktaya geldiğinizde bazı durumları toparlamak için iş işten geçmiş olacaktır. Bu yüzden şuandaki mevcut zamanınızda kendiniz için faydalı eylemlerde bulunun ve geleceğinizde bu faydalı eylemlerinizin meyvesini yiyeceğinizi unutmayın…

KENDİNE BİLGİ KAT

Bazen, başkalarını memnun etmek için sizi mutlu eden şeyleri bir kenara bırakma eğiliminde olursunuz. Ancak, bunu çok sık yaparsanız, size çok zarar verebilir. Bazen hayat sizi mutlu eden bazı şeylerden vazgeçmeye zorlar. Bunu yaparsınız çünkü genellikle eylemlerinizin belirli telafi edici yönleri vardır ve genel olarak dengede, hala mutlusunuzdur. Ancak, bu her zaman böyle değildir. Aslında, herkesin kazandığı ve kimsenin kaybetmediği o ince denge noktasını her zaman korumazsınız. Aslına bakarsanız, çift ilişkilerinde eşlerden birinin diğerinin iyiliği için kendi mutluluğuna ambargo koyması oldukça yaygındır.

En iyi olanı elde etmek için iyiden vazgeçebilirsiniz. Başka bir kapı olduğunu bilerek bir pencereyi kapatabilirsiniz. Ancak, karşılığında hiçbir şey için her şeyden asla vazgeçmemelisiniz. Daha da önemlisi, sizi mutlu eden her şeyden vazgeçmemelisiniz. Bu, bir uçurumun boşluğuna atlamak gibidir.

Vazgeçmek bencillik değildir

Bu bencil olmakla ilgili değildir. Başkalarının ihtiyaçlarının üzerinde kendi ihtiyaçlarınızı önceliklendirmekle ilgili de değildir. Aslında hayat her zaman hem kendinizle hem de diğer insanlarla anlaşmalar yapmanızı gerektirir. Ayrıca, her ikisi de eşit derecede önemlidir. Kendiniz hakkında iyi hissetmeniz için yeterince güçlü bir saygınlığı korumanız gerekir. Her gün aynaya bakabilmeniz ve kendinizi tanımanız gerekir. “Ben buyum ve mutluyum” diyebilmeniz gerekir.

Aynı zamanda, birlikte yaşamaya gelince, karşılıklılığa ihtiyacımız vardır. Bu, her çabanın değerli hale geldiği noktadır. Bir şeyi kaybetmeniz gerektiğinde, başka bir şeyle telafi edildiğiniz noktadır. Mutluluğun paylaşıldığı ve ilişkide biriniz tarafından kısıtlanmadığı veya yutulmadığı yerdir. Bu konu üzerinde biraz daha düşünelim.

Sizi mutlu eden şey sizi tanımlar. Eğer elinizden alınırsa, kendiniz olmayı bırakırsınız

Günlük mutluluk hem küçük hem de büyük şeylerden oluşur. Arkadaşınız, aileniz, eşiniz ve hatta evcil hayvanlarınız olsun, sevdiklerinizle birlikte olmaktan mutlusunuz. Ayrıca, hobileriniz, işleriniz, alışkanlıklarınız gibi iyi hissettiğiniz ve sizi tanımlayan şeyleri yaptığınızda kendinizden memnun olursunuz.

Sizi mutlu eden ve bir şekilde hayatınızın her gününde hala mevcut olan şeylerden vazgeçmek zordur.

Ancak, herhangi bir anda, olduğunuz kişiyi tanımlayan her şeyi geride bırakmanız mümkündür.

Elde ettiğiniz şey size umduğunuz şeyi sunuyorsa, bir şeyden vazgeçmeye değebilir. Gerçekten de, bu hayatta hiçbir şeyin güvenli olmadığı doğrudur ve neredeyse her zaman risk almak gereklidir. Ancak, yaptığınız her şeyin buna değdiğini gösteren jestlere, kelimelere, tutumlara ve eylemlere ihtiyacınız vardır. Mutlu olmak için o boşluğa atlamaya değdiğini gösteren işaretlere ihtiyaç duyarız.

  • İnsanlar genellikle “hayat bir mücadeledir” fikrinin farkına varırlar. Aslında, bazen daha iyi şeyler bulmak ve dolayısıyla büyümek için bazı şeylerden nasıl vazgeçileceğini bilmek gerekir.
  • Ancak, başkalarını mutlu etme amacıyla sizi mutlu eden her şeyi geride bırakmak için hiçbir neden yoktur. Bu mantıklı değildir. Çünkü, sizi tanımlayan ve mutlu eden şeyi yapmayı bıraktığınız andan itibaren, kendiniz olmayı bırakırsınız… O halde, artık kendiniz değilseniz karşınızdaki kişiye ne sunacaksınız?

Sizi kendi iyiliğinizden ayıran kimseyi hak etmiyorsunuz

Sizi gülümseten, size zevk veren ve sağlığınızı iyileştiren şeyleri bırakmanıza kim izin veriyorsa, basitçe sizi hak etmiyordur. Siz sadece sizi gördükleri gibi değilsiniz. Öğleden sonra yürüyüşleriniz, yatmadan önce okumalarınız, yalnızlığa ani kaçışlarınızsınız. Sahilde geçirdiğiniz sabahlarınız, arkadaşlarınızla birlikte içtiğiniz kahvenizsiniz. Siz işiniz, idealleriniz, filmleriniz ve köpeğinizle öğleden sonra şekerlemelerinizsiniz… Her şeyi sizden alırlarsa neye sahip olursunuz?

Mutluluk asla olduğunuz kişiden vazgeçmek değildir

En mutlu insan, en çok şeye sahip olan değil, içinde “daha fazla şefkat, dinginlik, denge ve sevgi” olandır. Burada fiziksel kazançlardan bahsetmiyoruz, hayatınızın her gününde geliştirmeniz gereken türden duygusal zenginlikten bahsediyoruz. Sizi mutlu eden şeyden vazgeçmeyin. Sizi yaptıkları küçük şeylerle nasıl mutlu edeceğini bilen insanlardan vazgeçmeyin. İyi günde de kötü günde yanınızda olanlardan vazgeçmeyin. Mutlu olmak gerçekten hiçbir şeye mal olmaz, ancak yine de insanlığın en karmaşık zorluklarından biri gibi görünüyor. Aslında, bazen, nasıl ve neden olduğunu gerçekten bilmeden, diğer insanlar sizin için hayatı imkansız hale getirme konusunda yetenekli uzmanlar gibi görünüyor.

Ne yapalım

Bu basit yönleri aklınızda bulundurmayı deneyin:

  • Vermeyi ve almayı öğrenin. Günlük, karşılıklı saygı ve anlayış sayesinde hiç kimsenin hiçbir şeyden vazgeçmemesi gereken sürekli bir alışveriştir.
  • İlk etapta mutlu değilseniz başkalarını mutlu etmenin imkansız olacağını anlayın.
  • Birisi için, hiçbir şey karşılığında her şeyden vazgeçme hatasına düşmeyin, çünkü o zaman boş olursunuz. Eski benliğinizin sadece bir gölgesi olacaksınız. Aslında kimliğinizi kaybederseniz her şeyinizi kaybedersiniz.
  • Her gün kendinizi dinleyin, ihtiyaçlarınızı anlayın, tıpkı başkalarının ihtiyaçlarını anladığınız gibi. Kendinize iyi bakmanız bencil olduğunuz anlamına gelmez. Mutlu olmaya, gelişmeye, daha akıllı olmaya, daha becerikli olmaya, kendinizi biraz daha sevmeye çalışın.

Aslına bakarsanız sevgi, paylaştıkça büyüyen tek güçtür ve bu asla vazgeçmemeniz gereken bir şeydir.

Psikolog Valeria Sabater

Geçmişin hataları üzerine çok fazla düşünürsek değişeceklermiş gibi onlara tutunma eğilimindeyiz. Ancak gerçekte mutluluğun sırrı burada ve şimdidedir

Bazı insanlar geçmişe odaklanma eğilimindedir. Ancak bu onların daha iyi bir geleceğe doğru ilerlemelerini engeller. Kuşkusuz geçmiş acı verebilir ama ne kadar isteseniz de geçmişi değiştiremezsiniz. Bu nedenle, şimdinin gücünün tadını çıkarmak ve şimdiki zamanda yaşamak, mutluluğu bulmanın anahtarıdır.

Bilinç burada ve bu anda

Şimdiki anda yaşamak için, bilinciniz şimdi ve burada merkezlenmelidir. Bu sayede gelecek için endişe duymazsınız ve olumsuz duygular geçmişinizden dolayı ilerlemenize engel olmaz. Aslında, anda yaşamak, şu anda hayatınızı yaşadığınız anlamına gelir. Geçmiş ve gelecek yanılsama gibidir, sadece zihninizde var olurlar. Ancak geçmiş artık yoktur ve gelecek henüz yaratılmamıştır. Gerçekte, sadece bir kavram olduğu için yarın asla gelmez. Önemli olan şimdidir, tam da bu an içinde bulunduğumuz zamandır.

“Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım, yalnızca inatla kalıcı bir yanılsamadır.”

– Albert Einstein

Anı yaşamak hayatınızı değiştirebilir

Eğer şimdiki zamanda yaşamıyorsanız, hayal dünyasında yaşıyorsunuz demektir. Örneğin, olacağından emin bile olmadığınız şeyler hakkında kaç kez endişelendiniz ve kendinizi kötü hissettiniz? Ne kadar zaman önce olmuş olabileceğine bakılmaksızın, yaptığınız hatalar için kaç kez kendinizi suçladınız? Bunu çok fazla yaptığınızı fark ederseniz, bunun nedeni muhtemelen geçmiş ve gelecek dünyalarda kapana kısılmış olmanızdır. Şimdiki zamanda yaşamak, fiziksel sağlığınızın yanı sıra duygusal sağlığınızı da iyileştirmenize yardımcı olacaktır. Şimdiki zamanda yaşamamak sizi kötü etkiler. Aslında, gerçek dışı yaşamaktan kaynaklanan zihinsel stres ve endişe, fiziksel ve duygusal sağlığınız üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olacaktır.

Şimdiyi yaşadığınızda geçmişinizle barışırsınız ve geleceğinizi kontrol etmeye çalışmazsınız. Aslında, bazı şeyleri kabul etmeye başlarsınız. Hayatı, olmasını istediğiniz gibi değil, olduğu gibi kabul etmeye başlarsınız. Bir şeyleri kabul ettiğinizde, her şeyi olduğu gibi anlarsınız. Geçmişte yaptığınız hatalar için kendinizi affedebilirsiniz. Ayrıca, olması gerekenin olacağını bilerek kalbinizde huzur bulabilirsiniz.

Şimdiki zamanda yaşamanın zor olduğu zamanlar vardır

Bazı insanlar ya sürekli olarak geriye baktıklarından ya da geleceğe bakmayı bırakmadıkları için derin bir kaygı yaşarlar. Ancak, şimdiki zamanda yaşamakta zorlanabilmenizin en büyük nedeni, düşünmeyi bırakmamanızdır. Aslında, sürekli kendi kendinize konuşursunuz. Aslında, düşünceleriniz dışında bir şeyi dinlemeniz zordur. Sonuç olarak, gerçeklikle bağlantı kurmayı unutursunuz.

Hikayeler yaratmayı, anlatmayı ve başkalarının hikayeleriyle karşılaştırabilmek için onları dinlemeyi seversiniz. Bu kötü bir şey değildir. Sonuçta, hayatın kendisi bir hikayeler koleksiyonudur. Ancak sorun, her şey hakkında hikaye oluşturma ihtiyacı hissettiğinizde başlar ve kafanız karışır. Gerçeklik bir kavram değildir, gerçeklik şimdidir. Bunu anladığınızda huzuru bulacaksınız.

“Gelecek bize eziyet eder, geçmiş bizi tutar, bu yüzden şimdiki zaman bizden kaçar.”

– Gustave Flaubert

Kendinizi geçmişten kurtarın ve şimdi yaşamaya başlayın

Geçmişte yaşamanın ya da sürekli geleceği düşünmenin en kötü yanı, içsel gücünüzden vazgeçiyor olmanızdır. Eğer şu anda yaşamıyorsanız, hayatınızdan vazgeçiyorsunuz, yaratma yeteneğinizi veto ediyorsunuz ve kendi duygusal iyiliğiniz için hayatınızı şekillendirme fırsatının sadece sizin elinizde olduğunu unutuyorsunuz.

Hayatınızı daha iyi hale getirmek için değişikik yapmanız gerekiyorsa, daha fazla beklemeyin. Onları şimdi yapın. Sadece yürümeye başlayarak yolunuzu bulacaksınız. Geçmişte yaşıyorsanız, bunu değiştirmek için hiçbir şey yapamayacağınızı bilmelisiniz. Öte yandan, yalnızca geleceği önemsiyorsanız, şimdi, bu anda değişiklik yapmazsanız, onu iyileştirmek için hiçbir şey yapamazsınız. Bu nedenle, geçmişinizle barış içinde yaşamak ve daha iyi bir geleceğe sahip olmak istiyorsanız, bugün sahip olduğunuz gerçeği kabul edin.

Şimdiki zamanda yaşamak zor görünebilir, ancak yalnızca geçmişin zincirlerini kırmanız ve gelecekte neler olabileceğini tahmin etmeyi bırakmanız gerekir. Bugününüz üzerinde çalışın. Bu şekilde geçmiş sadece güzel anılardan oluşacak ve gelecek eninde sonunda seyahat ettiğiniz yol olacaktır.

Psikolog María José Roldán

Zihninizde mi yoksa şu anda mı yaşıyorsunuz? Bu soru garip görünse de, geçmiş ve geleceği düşünürken aslında en önemli olan şeyi yani şu anda yaşamayı ihmal ediyoruz. Çoğumuz dün ve yarın arasında, adeta otopilotta yaşıyoruz. Endişe ve beklentilerimiz tarafından hapsedilen zihnimizde yaşamak rahatsızlık yaratır çünkü düşüncelerimize bağımlıyızdır. Bu yüzden varlığımızın gerçekliğiyle karşılaştığımızda kendimizi yalnız hissediyoruz. Sorun şu ki her şeyi çabucak çözmemize izin veren sihirli formüller yok. Yaşamaya başlamanın sırrı şu basit kelimelerde yatmaktadır: zihninizden çıkın. Bu derin mesajı anlamak için, zihnimizi konfor bölgelerimizden biri olarak görebiliriz. Başka bir deyişle, aklımız, zamanla biriktirdiğimiz ve bizi farkında olmaktan alıkoyan düşünceler dizisidir. Her an dikkatimizi dağıtan ve bizi geçmişte ya da gelecekte yaşamaya zorlayan seslerdir bu.

Farkındalık sayesinde zihninizden çıkın

Zihnimizdeki hapishaneden çıkmamıza yardım edebilecek yöntemlerden biri, farkındalıktır. Bu uygulama oturup hareketsiz kalmak ve zihninizi boşaltmaktan ibaret değildir. Esasen,şimdiye kadar muhtemelen benzer bir şeyi denediniz ve işe yaramadığını düşündünüz. Farkındalık konusunda uzmanlaşmamış kişiler, düşüncelerinin yığıldığını hissedebilirler. Bu düşünceler kafa karıştırıcıdır ve “Aptal! Düşünmeyi bırakamazsın! ” diye haykırır. Farkındalık uygulamaya başladığınızda genellikle bu gerçekleşir. İşin gerçeği şu ki onları yargılamadan veya saklamadan düşüncelerimizin doğal olarak akmasına izin vermeye alışkın değiliz.

Her ne kadar başarması biraz zor olsa da, bunu yaptığımız zaman nihayet “zihninizden çıkma”nın ne anlama geldiğini anlayacaksınız. Düşüncelerinizi yargılamayı bıraktığınızda ve onları adeta bir film izliyormuş gibi gözlemlemeye başladığınızda, gerçekliğinizi etkilemeyi bırakırlar ve daha net bir bakış açısına sahip olursunuz. Gerçeği görmeye başlarsınız.

“Farkında olmak, bir süreliğine yargılamayı askıya almamız, geleceğe yönelik hedeflerimizi bir kenara koymamız ve şu anı olmasını istediğimiz gibi değil de olduğu gibi kabul edip yaşamak anlamına gelir.”

– Mark Williams

Şu anda yaşamak

En son ne zaman, biraz temiz hava almanın tadını çıkardınız? Her sabah duş aldığınız sıcak su için minnettarlık duyuyor musunuz? Şüphesiz, zihniniz daima “İşe geç kalıyorum…”, “çocukları almam lazım…” ya da “Bugün marketten ne almam gerek?” gibi düşüncelerle meşgul. Zihniniz geçmiş ve gelecek hakkındaki düşüncelerle doludur. Bununla birlikte, şu anı oldukça bariz bir şekilde görmezden geliriz. Düşüncelerinizle stres yaratırsınız. Zihinsel aktiviteniz yaşadığınız problemlerin çoğunu yaratan şeydir. Oysa bunların hiçbiri gerçek değil. Bugüne odaklanana kadar hayal gücünüzde yaşayacaksınız.

Dolayısıyla, bir an evvel zihninizden çıkmanız gerekiyor! Hayatınızın tadını çıkarmanıza engel olan ve rahatsız edici duygular hissetmenize neden olan bu düşünceleri temizlemek için kendinize biraz zaman ayırın.

Sebepsiz yere korku ve anksiyete duyduğumuz zamanlar gibidir. Gerçekten kaçmak zorunda olduğumuz bir şey var mıdır? Hayır! Ama zihnimizde, bir filmi bir araya getirir ve bunun gerçek olduğuna inanırız.

“Yılda hiçbir şey yapamayacağımız sadece iki gün vardır. Biri dün, diğeri yarındır. Bugün; sevmek, inanmak, harekete geçmek ve kısacası yaşamak için doğru gündür.”

– Dalai Lama XIV

Bu nedenle, zihninizden çıkıp yaşamaya cesaret edin. Henüz yaşanmamış şeyleri düşünmek yerine yaşanmasını bekleyin. Geçmişi düşünmeyi bırakın. Geçmişinizi bugününüz hâline getirmeyin çünkü geçmiş, şu anın bir parçası değildir. Her gün için minnettar olun.

Çalışırken bile varoluşunuzun her anından haberdar olun. Parmaklarınızın klavyeye nasıl dokunduğunu fark ediyor musunuz? Bacaklarınız sizi nasıl destekliyor ve bir yerden başka bir yere gitmenize izin veriyor? Hayatınızla bağlantı kurun, kendinizle bağlantı kurun ve zihninizden çıkıp şu anda yaşayın.

19.06.2023

Ersin Alok, ülkemizin yetiştirdiği, özellikle prehistorik dönem ve endüstri fotoğrafçılığında, uluslararası kabul görmüş bir fotoğrafçı. Teknik olarak yaptığı buluşlarla ün salan Alok”un, dünyanın önemli fotoğraf arşivleri tarafından da kaydedilmiş 11 milyonu aşkın görsel ve dia çalışması bulunuyor. 

Psikoloji ve gazetecilik mezunusunuz. İlk gençliğinizde resimler yapıyormuşsunuz. Fotoğrafla ne vakit tanıştınız?

Evet, çoğunlukla dağ resimleri yapardım. Birgün Ankara”daki Elmadağ dağcılık kulübünün düzenlediği geziye katıldım. O sene çok güzel kar yağmıştı. ”Acaba kar resimleri de yapabilir miyim” diye düşünerek gittim. Orada başka bir dünya gördüm. Sonra yine dağcılık kulübüyle dağa çıkmak üzere bir araya geldik. Gezide bana hocalık yapan Dr. Kurt Turnovski isimli Avusturyalı bir jeologla tanıştım. Makinesiyle her şeyin fotoğrafını çekiyordu. Şaşırdım ve neden bu kadar çok fotoğraf çektiğini sordum, o da ”Kayaların da dili vardır” dedi. Birikmiş paramla makine aldım. Hem dağcılığa devam ettim ve hem de orada fotoğraf çekmeye başladım. 7 defa milli oldum. Türkiye”nin pek çok dağına gittim.

Neyi arıyordunuz dağlarda?

Dağların içindeki ışığı… Prof. Muvaffak Uyanık isimli pedagog prehistoriacı bir hocam bana ”sen dağlarda dolaşıyorsun, resim de yapmayı seviyorsun ama senden en az yirmi bin yıl önce bu dağların üzerine resim yapanlar yaşamış sen onların resimlerini neden çekmiyorsun” dedi. Hikâyem böyle başladı. Çektiğim kaya fotoğraflarının kitabı Avusturya”da basıldı ve dünyada çıktığı yıl altı keşif eser vardı onlardan bir tanesi oldu. Dünya ilk defa Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Cilo dağları içinde, Van gölü çevresindeki kaya üstü resimlerinden haberdar oldu. Bu kaya üstü resimleri yaklaşık on binin üzerinde. Bugüne kadar kayaüstü resimleri diye bir şey bilinmiyordu.

Türkiye”de endüstri fotoğrafçılığı denilince akla gelen ilk isimsiniz. Bir yandan dağlarda dolaştınız diğer yandan sanayide kullanılan makineleri ve binaları görüntülediniz, yani endüstri fotoğrafçılığına geçiş yaptınız. Bu birbirinden bağımsız görünen iki dal arasında nasıl bir bağ var?

Kayaüstü resimleri çok önemli. O resimler bugüne ulaşsın diye yapılmıyor. Bir istek anlatılıyor. Yaptığı resim eğer bir dağ keçisi resmiyse böyle bir dağ keçisi avlanmak istiyorum demeye çalışıyor. Psikoloji bilgime göre, ilkçağ insanı o resimleri yaparken konuya daha çok konsantre oluyor. Avlasın, yesin ve yaşasın. Bu anlamda ben de hep bir konuya bakmayı yeğledim. Dikkatimi çeken şuydu; insan aklı fabrika inşa ediyor. İnsan aklı, doğada olmayan mekanik bir dünya oluşturuyor ve o da yine insanlar için kullanılıyor. Ben sanayi fotoğrafı çekmeye başladığım zaman aklın ön gördüğü yapıyı nasıl çekerim? düşüncesiyle yola çıktım. Elinizde var olan bütün ekipmanlar bir anda değişiyor. Mesela elinizdeki makineler hiçbir anlam ifade etmiyor. Yeni makinelerle çalışıyorsunuz.

Psikoloji mezunusunuz. Görüntülerin insan üzerindeki tesiri büyüktür. Fotoğraflarınızı çekerken psikolojiden faydalanıyor musunuz?

Elbette. Biri fotoğrafa bakıyorsa içinde psikolojik bir niteliği olmalı. Fotoğrafın gayesi bakana ait bir konudur. Ben bakan için bu fotoğrafı çekiyorum. Kendim için değil. Amaç fotoğrafı üçüncü kişiye göstermek. Göstermenin de bir anlamı olmalı bu da psikolojiden geçiyor. Psikolojisi olmayan bir fotoğrafın hiçbir anlamı yok.

Fotoğrafların insan üzerinde bıraktığı tesiri doğrudan anlamayabiliriz. Bize hoş gelen birşeyin bizdeki psikolojik olarak karşılığı nedir?

Önemli bir karşılığı var. Biz psikososyobiyolojik organizmayız. İrkilme dediğimiz bir özelliğimiz var. Bu beynimizin içinde oluyor. Bu niteliklerin en büyük özelliği ise görsel kanalla geliyor. Dolayısıyla biz çektiğimiz fotoğrafta üçüncü şahıslara irkilterek söylemek durumundayız. Yani onun dikkatini çekmemiz gerekiyor.

PORTRE FOTOĞRAF ÇEKMİYORUM

Her görüntü bilinçaltına bir mesaj yollar. Sizin fotoğraflarınız karşınızdakine nasıl bir mesaj yolluyor?

Birkaç mesajı var. Birincisi, eğer benim fotoğraflarıma birisi bakmak istiyorsa paylaşmak istiyor demektir. İkincisi fotoğraflarımda mutlaka bilimsel bir konuyu aktarmaya çalışıyorum. Estetik mutlaka olması gerekir. Yani fotoğraf estetiğine uygun olan bir mimari yapıyı o fotoğrafta yapmalıyım. Zaten o mimaride bir şey görmüyorsam deklanşöre basmıyorum. Bunun içinde sanat tarihi de olmalı.

Sonuçta mekânların içinde insanlar yaşıyor. İnsana hizmet eden bütün her şeyin fotoğraflıyorsunuz. Neden porte çekimlerini eleştiriyorsunuz?

İnsan fotoğrafı bende bir şey ifade etmiyor. Birini çektiğinizde o duygu iki kişi arasındadır. Üçüncü bir kişinin bu duyguyu görmesi bence doğru değil. Fotoğraf üçüncü kişiyi ilgilendirir. Ben bu duygunun paylaşılmaması taraftarıyım. O yüzden portre çekmiyorum.

Hedefim buzun içindeki yeşili çekmek

Fotoğraf ışığın mekânla biraraya gelişidir. Siz fotoğrafta neyi önceliyorsunuz?

Fotoğrafçıların çoğu ışığı yorumlamaya çalışır. Çünkü ışık varsa fotoğraf vardır. İzzet Keribar mekânların içinde derinlik, Tahsin Erdoğmuş ise Ayasofya”da ışığı arar. Işık insanlara hep gelecek vadeden bir semboldür. Sembollerle yaşıyoruz. Eşya, ev, çalıştığımız bina, taktığımız yüzük semboldür. Ben bu sembolleri yorumluyorum. Tezhip sanatı mesela. Dünyanın pek çok yerinde tezhipli eser çektim. En güzelleri Türkiye”de! Mesela İran tezhipleri bizimki kadar naif değildir. Süheyl Ünver hocanın eserleri çok güzeldir.

Hayalini kurup görüntüleyemediğiniz bir fotoğraf var mı?

Buzulun içindeki rengi çekmek istiyorum.

Mümkün mü bu?

İçine girmeniz gerekiyor. Buzulları çok çektim.

Peki şimdiye kadar neden çekemediniz?

Buzun içindeki renkle havanın durumu çok ilintilidir. Hava kapalı olduğunda onun gizli yeşilini görmüyorsun. İçinde çok gizli bir yeşil var.

Daha önce böyle bir fotoğrafa rastladınız mı?

Görmedim. Çok aradım. Ne kadar enteresan bir insansın, çok güzel sorular soruyorsun. Sana bir hikaye anlatayım; Hititler Hattuşa”da büyük mabedin önüne bir taş getiriyorlar. Taş öyle etrafta filan yok. Yeşil bir taş. O taş neden oraya geldi? Arkeologlar diyorlar ki taşın üzerinde insanlar idam edilirdi. Halbuki benim araştırmalarıma göre taşa dokunmak için insanlar oraya koymuşlar. Taşın özelliği enerji almak. Aynı taşı Tebriz”de ve Mekke”de gördüm. Fotoğraflarını da çektim. Bu taşın rengine benzeyen renk buzulun içindeki renk. Bu renk yüzünden hayatıma giren kadınların göz renginin yeşil olmasını da istememişimdir.

11 milyon civarı dia var elinizde. DİABANK”ı kurdunuz. Diaların ömrü 7 yıl. Muhafaza etmek için ne yapıyorsunuz?

Bu diaları taratıyorum. İki kişi her gün en az on yıldır arşiv taraması yapıyor. O diaları kullanabilmek için bütün taban teknolojisi dijitale göre ayarlandı. Bu fotoğrafların alıcıları var. Ortadoğu”da ve Türkiye”deki ilk DİABANK”ız. Görsel banka çok kıymetli. Yaşamayı sevmek yaşadıkça da paylaşmak gerekiyor. Paylaşılmayan bir dünya yaşanmış olamaz.

Mimar Sinan Fotoğraf Enstitüsü”nün kurucususunuz. Farklı alanlarda ve tarzlarda çekimler yaptınız. Bizdeki fotoğraf algısı nasıl?

Bir defa kimin fotoğrafı? Eğer bu fotoğraf teknik açısından zayıfsa zaten bir şey ifade etmiyor. Teknik açıdan doğru fakat objenin kendisi bir şey ifade etmiyorsa o da zaten bize bir şey söylemiyor. Mimari, endüstriyel, araştırma açısından noktanın tespit edilmesi lazım. Sonra uygun bir makineyle çekilmesi gerekiyor. Eline ucuz fotoğraf makinesiyle her şeyi çeken bir kişiye gülüyorum. Böyle bir adamın zaman kaybından başka hiçbir işe yaradığına da inanmıyorum. Çünkü fotoğrafçılık ciddi bir iş.

Enstitü kurmanızın sebebi bu bilgisizliği veya algı problemlerini gidermek miydi?

Sanat fotoğrafçısı yetiştirmek için enstitü kurmadık. Film, makine, kompozisyon nasıl yapılır, çekilen fotoğrafın halkla buluşturulmasındaki gaye nedir? Amaca yönelik nasıl fotoğraf çekildiğini öğretmek için kurduk. Yoksa sanat fotoğrafçısı diye bir şey olmaz. Sanatçı mıyız? onu da bilmiyorum.

Kıskandığınız bir fotoğrafçı var mı?

Evet. Ansel Adams”ın fotoğraflarını kıskanıyorum.

0 yıldır fotoğraf çekiyorsunuz. Anlatırken heyecanlanıyorsunuz. Bunca zaman sonra sizi hala nasıl heyecanlandırabiliyor?

Çok güzel… Ben bir fotoğrafta yeni bir dünya oluşturuyorum. Benim çektiğim fotoğrafı üçüncü kişi ve kişiler çekmemişsem görmüyorlar. Çekmişsem o zaman görüyorsunuz. Bu dünyada var olmamdaki sebeplerden birinin bu sistemi kullanan bir adam olarak, insanlığa görülmeyeni göstermek olduğunu düşünüyorum.

Köpek balığı ile çok karşılaştım

Binalara sanatsal yorum kazandırmak iddialı olduğunuz bir alan. Her bina sanat eseri olmuyor. Bir fabrika binasına nasıl sanatsal yorum katabiliyorsunuz?

Fotoğrafa insanlara gizli anlamda irkilmeyi sağlayan bir açıyla bakmak. Sanatsal olabilmesi için üç leke esasının kullanılması gerekiyor. Altın ölçü, açık ve koyu ve beyaz leke dengesinin sağlanmış olması lazım. En önemlisi bir nedeni olmalı. Toplumlar kendi yapıları içinde sanatsal işlevlerini geliştirdiler. Mesela, bir Osmanlı yapısı ile bir Selçuk yapısı arasındaki bariz farklar vardır. Bu farklar Osmanlı yapısını oluşturur. Kültür farkları onları taşa, yapıya ve estetiğe resme, renge dönüştürür. Bu kültür farkı sanatsal işlevini ortaya koyar. Bir Selçuklu camisi çekerken önemli olan Selçuk anlatımındaki mimarinin özünü o binada gösteren açıdan fotoğraf çekmektir. Bunu hepsi için söylemek mümkün.

Arkeolojik ve Mimari Fotoğraf çekimi konusunda gerçekleştirdiğiniz buluşlar var… Ne gibi buluşlar bunlar? 

Bu buluşlardan biri binaların perspektif düzeylerini bir mimari anlatımla çekmem. Hiçbir duvar sağa veya sola yatmaz. Duvarlar nasıl yapıldıysa öyledir. Kaydırma sistemiyle fotoğraf çekiyorum. Bunun için teknik geliştirdim. Daha bunun gibi yaklaşık 21 özel çekim tekniğim var.

Dünyanın çeşitli yerlerinde derin su dalışları yaparak fotoğraflar çektiniz. İlk Kızıldeniz dalışını gerçekleştiren Türk fotoğrafçısınız. Nasıl bir tecrübeydi?

Kızıldeniz dünyanın en zor denizlerinden biridir. Derindir ve köpekbalığı çoktur. Ayrıca köpekbalığı ile çok karşılaştım. Onları fotoğrafladım.

Tasarım bir nesnenin ya da yapının oluşturulması süresinde gerekli mimari ve sanatsal çizimlerin, düşünsel olarak planlanıp sonra da çizime dökülmesi eylemidir. Ruha hitap etme özelliği sayesinde insan psikolojisini ve davranışlarını etkilemektedir. Tasarım ve dekorasyon birbirlerinden farklı kavramlardır. Yeni bir ürün, obje veya mekân yaratmak için planlar yapmak ve onları geliştirmek tasarımın içeriğini oluşturur. Tasarımın gerçekleşmesinde insan faktörü büyük önem taşır. İnsana ulaşmayan bir tasarım amacına da ulaşamaz. Bu nedenle mekân tasarımı, o mekânda bulunacak ya da yaşayacak insanların davranışlarını doğrudan etkileme özelliğine sahiptir. Bir yapının dış ve iç mimari nitelikleri, ruhu, mekânın içinde oluşturulan atmosfer, kullanılan renkler ve dekorasyon incelikleri tasarımın tamamını oluşturan ayrıntılardır.

Tasarımlarla İnsanları Etkileyebilirsiniz

İnsanları tasarım yolu ile etkilemek uzun yıllardan beri yapılan bir iştir. Çünkü tasarımın psikolojik etkileri vardır. Bir mekân tasarımı yapılırken önce bu yapının nasıl ve ne amaçla kullanılabileceği konusunda çalışmalar yapılır. Bu çalışmalar, yapıyı ya da mekânı kullanacak kişilerin davranışlarını etkileyecek tespitlerdir. Böylece yapıyı kullanmaya yönelik davranışların, neler olması gerektiği belirlenebilir. İnsanların sevebileceği ve yabancılık çekmeyeceği yeni mekânlar tasarlayarak onları daha farklı davranış biçimlerine yönlendirmek her zaman olasıdır. İnsanlar için konforlu ve kolay yaşam koşulları sunan yaşam alanlarına uyum sağlamak çok da zor değildir.

Tasarımın İnsan Davranışları Üzerinde Etkisi Vardır

Bina tasarımlarının, içerisinde yaşayan insanları davranış ve gelişim açısından etkilediği bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir. Yapılan araştırmalar, bir tasarımın insan hayatını olumlu veya olumsuz yönde etkileyebildiğini ortaya koymuştur. Bunun nedeni ise tasarımın insan psikolojisi üzerine direk etki edebilen bir kavram olmasıdır. İyi bir tasarıma sahip binada yaşayan bazı insanlar, rahat ve huzurlu olurken bazıları aynı huzuru bulamayabilir. İçinde yaşanılan binaların sadece bazı işlevleri yerine getirmesini beklemek doğru bir yaklaşım olmaz. Binaların insanlara mutluluk ve huzur vermesi, bir tarz sunan dış görünüme sahip olması ve kendine özgü bir ruhun olması çok önemlidir. Kişilere rehberlik edebilecek nitelikteki binalar, insanların sahip olmadığı ama sahip olmak istediği özellikleri bünyesinde toplayarak onlara yeni bir hedef belirleyebilir. Bu tarz mimari yapılar, kişilere kendilerini daha iyi hissettirerek sınırlarını zorlamasına yardımcı olabilmektedir. Hedefleri belirgin hale getirip disiplinli çalışma isteğine kavuşmalarını sağlayabilir.

Her Tasarımın Bir Ruhu ve Stili Vardır

Her yapı belli bir ruh durumunu ya da ahlak anlayışını vurgulayan özellikler taşır. İnsanlar bir binayı veya mimari eseri beğendiğini belirtirken onu sadece estetik özellikleriyle beğenmezler. Binada gördükleri her ayrıntıya vurgu yaparlar. Binanın çatısı, kapısı, kapı kolları, pencereleri, merdivenleri ve yer döşemeleri için duydukları beğenileri dile getirirler. O binayı yaşam alanı konumuna getiren küçük dekorasyon detaylarına değinirler. Hatta binadaki yaşam tarzı ile ilgilenirler. Bazı tasarımlar geçmişe duyulan özlemi hatırlatırken bazıları ise geleceğin çizgilerini yansıtır. Tasarım binalar, kendilerine ait özel bir kimlik taşır.

Mekânlar ve Çevre Düzeni İnsan Psikolojisini Etkiler

Yeni tasarlanan bir mekânın başarısı, mekânı kullanacak insanların mutluluğu ve sürekliliği ile yakından ilintilidir. Bu durum hem binalar hem de sosyal yaşam alanları için geçerlidir. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası büyük şehirlerde yaşamakta ve bu sayı gittikçe çoğalmaktadır. Şehirler beton yığınları haline dönüşürken doğal yeşil alanları, parkları ve gölleri görebilmek imkânsız hale gelmektedir. Bu betonlaşma sonucu yapay parklar, köprüler, yeşillikler ve göletler insan hayatına girmiştir. Doğal olmayan çevre düzeni ise insan psikolojisi üzerinde olumsuz etkiler yaratır. Çünkü çevre tasarımı ile psikolojik denge arasında önemli bir bağ vardır. Doğanın bozulması ve yapaylığın artması, kişiliklerin zayıflamasına yol açar. İnsanların geleceğe olan umutlarının yok olmasına, yaşam enerjilerinin azalmasına neden olur. Çevreden alınan olumsuz etkiler kişilerde stres ve anksiyete bozuklukları oluşmasına zemin hazırlar. İnsanların yaşam tarzları doğallıktan uzaklaştıkça psikolojik sorunların artacağı kesindir.

Renklerin İç Mekân Dekorasyonundaki Önemi

Renklerin insan hayatında bilinçli ve bilinçsiz olmak üzere önemli rol oynadığı bilinmektedir. Uzmanlar, renklerin insan duyuları ve davranışları üzerindeki etkilerinin, kültürel ve kişisel özelliklere bağlı olarak değiştiğini söylerler. Çünkü renkler zihni ve davranışları yönlendirebilir. Düşüncelerinizi ve seçimlerinizi değiştirebilecek duygusal tepkiler vermenize neden olabilir. Renklerin üzerinizde bıraktığı etki, bilinçaltınızı ikna edebilecek bir güce sahiptir. İç dekorasyon tasarımında kullanılan renklerin, insanlar üzerinde yarattığı duygular oldukça etkilidir.

Renklerin Yarattığı Duygular
  • Sarı sıcak bir renktir. İç mekân dekorasyonunda kullanıldığında canlandırıcı, mutluluk ve enerji verici bir etki yapar. Gün ışığının rengi olduğu için sinir sistemini uyararak neşeli olmayı sağlar. Zihinsel aktiviteleri ve hafızayı canlandırma etkisi de vardır.
  • Turuncu da sıcak renk grubunda yer alır. İç dekorasyonda kullanılırsa neşeli ve enerjik bir his yaratır. Aktif olmaya katkı yapar.
  • Kırmızı güçlü, dinamik ve hareketli bir renk olmakla birlikte kan ve alevi de hatırlatır. İç mekânların dekorasyonunda küçük ve büyük yüzeylerde kullanılırsa etkili olabilir.
  • Doğanın rengi olan yeşil, soğuk renk grubuna aittir. Doğadan geldiği için tazeliği, yeniden doğuşu, büyümeyi ve umudu temsil eder. İç mekânların tasarımında kullanıldığında yatıştırıcı, iyileştirici ve sakinleştirici bir his yaratır.
  • Mavi renk, soğuk renk grubuna ait olmakla birlikte doğayı çağrıştırır. Denizin, göllerin ve gökyüzünün rengidir. İnsanda serinlik hissi yaratır ve huzur verir. Mavi iç mekân tasarımında tercih edilirse rahatlatıcı bir etki yapar. Yatak odaları için iyi bir seçenek olabilir.
  • Mor, soğuk bir renktir. Bu renge iç mekân dekorasyonunda yer verilirse insanlar üzerinde dengeleyici, sakinleştirici bir his oluşturabilir. Uzlaşmacı etkisi vardır. Mor iletişimin rengidir. Kırmızının enerjisi ile mavinin huzurunu birleştirir.
  • Krem ve bej nötr renklerdir. İç mekânlarda sıkça kullanılan bu renkler, rahatlatıcı ve aydınlık bir etki bırakır. Farklı tonlarla kolay uyum sağlayabilen renklerdir.
  • Kahverengi de nötr renk grubunda yer alır. İç mekânlarda kullanılırsa doğal ve konforlu bir duygu yaratır. Kırmızı, mavi ve sarı renklerinin birleşiminden oluşur. Biraz da ahşabı yani doğayı çağrıştırır.
  • Nötr bir renk olan gri, iç mekân dekorasyonunda kullanıldığında ciddi bir görünüm sergiler. Dinginlik hissi de yaratabilir

Bina, mekan ve sosyal alan tasarımında insan faktörü başlı başına bir etkendir. Her tasarım, insanları yönlendirmek ya da onların duyularına etki etmek amacıyla yapılır.

Günlük yaşamlarımıza devam ettikçe, ortaya çıkan her durumu bilinçli olarak yorumluyoruz – hem büyük hem de küçük. Aklımızda, yaşadıklarımız hakkındaki algımızı şekillendiren içsel bir sese sahibiz. İç görüşlerimizden bazıları olumsuz olabilir, gerçekçi olmayan, kendini yitiren ve kendine zarar veren tarza dönüşebilir. ‘Kesinlikle başarısız olacağım’ veya ‘İyi ki yapmadım’ gibi şeyler söylüyoruz. Umutsuzum. İşe yaramazım.’

Olumsuz, kendi kendine konuşma hali aşağıdakilerinden kaynaklanabilir:

  • Olumsuz düşünceleri harekete geçiren kötü bir ruh hali.
  • Çocukluğunuzdan kaynaklanabilecek aşırı derecede kritik olma alışkanlığı.
  • Karamsarlık ve daima en kötüsünü beklemek.
  • Olumsuz geçmiş deneyimler ve tarihin kendisini tekrar ettiği inancı.
  • Korku, endişe, depresyon ve olumsuz düşünceyi besleyen ve devam ettiren farklı psikolojik problemler.

Olumsuz kendi kendine konuşmanın sonuçları zamanla artmaktadır. Negatif kendi kendine konuşmaya her başladığınızda, kendinize bir ok vurursunuz. Her ok kendi başına oldukça önemsiz. Ama zamanla seni kırabilir. Tekrar tekrar kendiniz olmak ve daha kötüye inanmak sizi yavaşlatır. Kendinizi sakar, kaybeden, çirkin, aptal, önemsiz ya da değersiz olarak düşünmek, kendi konuşmanızın olumsuz olduğunu ve yavaş yavaş kendi ölümünüzü düzenlediğinizi gösterir.

İçsel olumsuzluk, kendinizi onarılamayacak derecede kusurlu, yetersiz veya yetersiz olarak görmenizi sağlar ve sonuç olarak kendinize olan güveniniz azalır. Kendinizi umutsuz olarak görmek, bir şeyler ters gittiğinde kendini suçlamak ya da en kötü senaryolarda oturmak, abartılı, olumsuz düşünce modellerinin örnekleridir. Ve bu tür çarpık düşünme, aşağı doğru spiral olmanıza neden olabilir.

Olumsuz kendi kendine konuşma, sahip olduğunuz akılcı fikirleri yok eder. Negatif ifadeleri zihinsel olarak prova ettiğiniz her zaman, bu irrasyonel inançları ve algıları güçlendiriyorsunuz.

Negatif bir zihniyeti pozitif olanla değiştirmek, yavaş ve metodik bir çaba gerektirir. Olumsuz düşünceleri tanımanıza, durdurmanıza ve değiştirmenize yardımcı olabilecek birkaç adım:

  1. Olumsuz kendi kendine konuşma zamanını tanımlayın.
  2. Bu düşünceleri neyin tetiklediğini tanımlayın.
  3. Olumsuz olgularla olumsuz düşüncelerinize karşı koyun.
  4. Olumsuz düşünceleri ortaya çıkar çıkmaz karşı koymak için kullanabileceğiniz bir senaryo oluşturun.

“Ben değersizim” gibi düşünceler ortaya çıktığında, “çocuklarımın bana ihtiyacı var” ya da “meslektaşım işime değer veriyor” gibi daha gerçekçi düşüncelerle karşı karşıya kalın. Olumlu gerçekleri olan olumsuz ifadelerle her karşılaştığınızda, olumsuz düşünceleriniz güç kaybeder.

Bu döngüyü tekrar tekrar tekrarlamak, zihninizi araştırmak ve olumluya odaklanmak zihninizi eğitir. Ve yavaşça olumlu düşünceler seninle yol almaya başlar. Hayatı nasıl ön plana çıkardığınız ve onunla nasıl etkileşim kurduğunuz konusunda gücünüz var. Yerine getirilmesinde ve hedeflerinize ulaşmada ilk adım, kafanızdaki bu küçük sesi pozitif konuşma konusunda eğitmekle başlar.

 “Bazen bir şeyi bitirmek ve imkansızı ummak için yeni bir şey başlatmaya çalışmak, kendini hapse atmaktan daha iyidir.” – Karen Salmansohn

Bu alıntı, toksik insanların hayatınızdan çıkmasına izin verme fikrinin bir yansımasıdır. Sahip olduğunuz sağlıklı ilişkilere odaklanın ya da bir insan olarak büyümenize yardımcı olacak yeni ilişkiler geliştirin.

Kimse bu gerçeği sevmiyor, ama doğru olan bu. Bu söylenilenler neredeyse ütopik, ama ne yazık ki bu işler böyle gitmiyor ve sonunda her zamankinden daha fazla acı veriyoruz. Kendi kapanışımızı bulmayı ve enerjimizi, kendimiz için yapabileceğimiz en sağlıklı seçimlerden birinde hayatımızdaki pozitif insanlara odaklamayı öğrenmek en büyük çabamız olmalıdır.

Bu özür neredeyse hiçbir zaman gelmez ve insanlar konuşmaları başladığında yaptıklarından daha kötü hissetmeye başlarlar. Ne kadar istersek isteyelim kendimizden başka birini kontrol edemeyiz.

Sadece kendimizi ve büyüme ve değişim için isteğimizi kontrol ederiz. Bu büyümenin ve değişimin bir parçası da hayatımızdaki insan tipine ve onların üzerimizdeki olumlu etkisine karar vermektir.

Birinin ne kadar değişmesini istediğimiz önemli değil, kendi davranışlarını ayarlamaları gerektiğini biliyorlar, ancak yaşamlarında herhangi bir değişiklik yapma kararı alabilirler. İnsanların kendi kendilerini yıkıcı olduklarını görmek bizi incitiyor, ancak yaptıklarının işe yaramadığını ve alternatifler aramaları gerektiğini görmeleri gerekiyor. Bizi kaldıran insanlar karşısında onları hayatlarımızda tutarak, kendimizi tahrip ettiğimizi iddia edebiliriz. Toksik insanlara kötü muameleyi hak etmediğimizi ve kendimiz için yapabileceğimiz en iyi şeyin yüreklerimizde daha iyisini hakettiğimizi bilmek olduğunu bilmemiz gerekir. Daha iyisini hakettiğimizi bildiğimiz zaman, daha iyi ve daha sağlıklı insanları çekmeye meyilliyiz.

Hayatımızda okadar çok toksik insan var ki, onları engellemek kişisel ilişkilerimizi şekillendirmemize yardımcı olacak. “Yağı kesmek” demek, konuşmak ve sizi inşa eden insanları takdir etmek ve kucaklamak ve sizin en iyi versiyonunu yapmaktır. Zehirli insanlar genellikle rekabetçi, olumsuz, dirençli ve hatta büyümenizi ve değişmenizi sabote ediyorlar. Bu insanlar birkaç güce sahip olabilir. Bazıları, bir insan olarak büyümek ve daha sağlıklı olmak için artık yaşamınızda onları istemeyeceğinizi düşünüyor. Bu konuşmanın bağlamı için, bu çoğunlukla doğrudur. Gelişmelerinizin, yaşamlarında kendilerinin ciddi çalışmalarını gerektiren alanları işaret ettiğini düşünüyor olabilirler.

Veya, ne yazık ki, onlar sadece başarınızı kıskanıyor olabilir. Bunlar güneşin altında senin anını geçirmene izin veremeyen arkadaşlar. Olumlu insanlar sizi, teşvik eder ve başarılarınızı kutlar. Mutluluğu ve gelişiminizi, sabote etmeye çalışmak yerine, destekleyen ve teşvik eden insanlarla kuşatın. Kimin sana kötü davrandığını biliyorsun, seni inşa etmek yerine kimin yıktığını biliyorsun. Bilmediğiniz şey, bu zehirli insanların yaşamlarından nasıl kurtulacaklarıdır.

Bu, aslında iki bölümden oluşan bir soru olarak oturumlarda ortaya çıkan başka bir sık karşılaşılan konudur.

Birincisi, insanlar bu insanların yaşamlarından çıkmalarına izin verilebilir olup olmadığını bilmek istiyorlar.

Özellikle kişi uzun süredir hayattınızdaysa -bazen de bir aile üyesi olabilirler- Bu sorunun cevabı her zaman, “evet” dır, yaşamınızdaki kişiyi kalbinizden çıkmasına izin vermelisiniz. Bu, sizin için en sağlıklı olandır.

İkinci bölüm her zaman bu insanın hayatınızdan çıkmasına nasıl izin verdiğiniz sorusudur?

Doğrudan insana neden onları hayatınızdan çıkardığınızı söylediğiniz doğrudan yaklaşımlar vardır. Ancak, bunu duymaya açık olmayabilirler. Gitmenin en basit yolu bu, ancak bu kadar doğrudan karşı karşıya kalabileceğiniz biriyse ve bunun yüzünüze patlamayacağına kendiniz için bir güvence vermek zorundasınız. Mektup yazmak da bir seçenektir, çünkü çoğumuz kendimizi yazılı olarak daha iyi ifade ediyoruz. Mektup yazabilir, böylelikle ne söylemek istediğinizi belirterek, neye ihtiyacınız olduğunu söylediğinizden emin olabilirsiniz.

Diğer bir yöntem de “başarılı yaklaşımlar” olarak adlandırmak istediğimiz şey.

Ne zaman isterlerse ulaşamamak ve nihayetinde umudunu kesmek, sadece pes edeceklerini ummak. Bu şaşırtıcı bir tavsiye olabilir ve içgüdü eksikliği olan insanlarda iyi çalışmayan bir tavsiye olabilir, ancak bazı insanlar ve belirli dinamikleri için daha güvenli bir yol olabilir. Bir şeyleri ele alma yoluna gitmeye karar verirseniz, olayları mümkün olduğunca kısa ve temiz tutun. Onlara biraz uzun zaman borçlu değilsiniz ve açıklama yaptınız ve gerçek şu ki, bunun gerçekleşmesi muhtemelen iyi gitmeyecek. Basitçe onlara hayatında olmayacaklarının nedenini bilmelerini sağlayın.

Tartışma, etkileşimde bulunma, bu yüzden amacını belirt ve ileriye doğru hareket et. Mümkünse, onların sizi ele geçirmelerini engelleyin, yani telefon numaralarını, e-postalarını ve elbette sosyal medyayı engelleyin! Size ulaşabilecekleri caddeleri kapatın.

Şimdi enerjilerinizi, yaşamınızda istediğiniz insanlara ayırın.

Sahip olabileceğiniz şeylere odaklanın. Toksik insanları hayatınızdan çıkarmaya karar verdiğinizde yol ne olursa olsun, bir şeyi garanti edebiliriz, bir kez yaptıktan sonra çok daha iyi hissedeceksiniz. Sadece pozitif insanların iç çevrenize girmesine izin verdiğiniz bir dünya yarattığınızda, sınırsız potansiyele sahip bir yaşam ve bir destek sistemi yaratırsınız. Yaşamınızda bu tür insanlarla kutsanmış olabilirsiniz, haydi en mutlu yıla sahip olabilirsiniz!

Hatalar kimi zaman lütuftur. Yanlışınızı düzeltmek için bir şanstır. O şansı çok iyi kullanmak da kişinin kendi ellindedir. Hata yapmak elbette ki can sıkıcıdır. Ama sonucunda da sizlere getirisi olacağını unutmamak hatalarınızdan ders çıkarmanızı kolaylaştıracaktır. Hata yapmanın yararlarından bazıları şunlardır:

  1. Hatalar büyümenize ve gelişmenize yardımcı olur

Hata yapmadığınızda, bildiklerinize bağlı kalabilirsiniz, ancak hata yapmak, gözlerinizi muhtemelen tanımadığınız yeni bilgilere açar ve bu kişi olarak büyümenize yardımcı olur.

  1. Öğrendikleriniz yanınıza kar kalacaktır.

Bunu bilemeyebilirsiniz, ancak hata yapmak, haklı olmak istemeniz için ek bir arzu getirir ve bu, gerçekten daha iyi bilgi edinmeniz için sizi teşvik edecektir. Hata yapmaktan öğrendiğim şeylerin sayısını saymak mümkün değildir ve öğrenilenler asla sizi terk etmeyecek; onlar sizin bir parçanız olacaklardır.

  1. Hatalar sizi gerçeğe götürür.

Bazen, çok fazla başarı sizi yenilmez, gururlu ve hatta gerçekçi olmayanı hissetmeye teşvik edebilir. Hata yapmak her zaman size günün sonunda sadece insan olduğunuzu fark etmenizi sağlayacak mütevazı bir duygu getirecektir.

  1. Sizi daha akıllı yapar

Yaptığınız her hata ile bir ders çıkarırsanız daha akıllı olursunuz.

Al Franken’den bir alıntı:

“Hatalar insan olmanın bir parçasıdır. Hatalarınızı yaptıkları şey için takdir edin. Ölümcül bir hata olmadığı sürece zor yoldan öğrenilebilen değerli hayat dersleridir. ”

  1. Hatalar affetmeyi öğretiyor

Hatalardan bir şeyler öğrenmek harika bir şeydir.  Kendinizi affetmeyi, başkalarını affetmeyi öğretirler.

Steve Maraboli’den bir alıntı:

“Gerçek şu ki, kendinizi affetmediğiniz sürece, durumu affetmediğiniz sürece, ilerleyemezsiniz.”

Hepimiz hata yapmamak için kendimizi zorlar ve adeta mükemmel olmak gibi bir yanılgıya kapılırız. Ancak hata yapmanın bir takım güzellikleri de vardır. Olaya bakış açımızı değiştirerek baktığımızda, krizi fırsata çevirebiliriz diye düşünüyorum.

Hata yaptığı için kendisini yetersiz gören, suçlayan nice insanlar gözlemledim. Bu faktörler işlevsiz olmakla beraber, gelişimimiz açısından olumsuzluk teşkil edecektir. Genellikle “Ben bunu neden yaptım? Keşke yapmasaydım.”, “Kendime kızıyorum.”, “Kendimi kötü hissediyorum.” vs. buna benzer birçok söz hata yaptığımızda kendimize veya başkalarına söylediğimiz sözlerden bazılarıdır. Hata yapmanın güzelliği, yapmış olduğumuz hatadan ders çıkardığımızda ve onu tekrar etmediğimizde oluşur. Evet insan, beşer bir varlıktır ve şaşabilir. Ancak hatalı tutum, söylem veya davranışını fark edebilmek, bunu kabullenebilmek ve tekrar etmemek erdem ve akıllıca bir davranıştır. Kendisini güçlendirmek isteyen birey hiç hata yapmayan değildir. Sürekli deneyen ve yapmış olduğu hataları fark eden, bunları tekrar etmeyendir. Birkaç örnekle anlatımlarımı zenginleştirmek isterim.

Bir klinisyen adayı düşünün ve danışan görme isteği olduğunu düşünelim. Ancak ya hata yaparsam gibi bir korkuya kapıldığını düşünelim. Bu korku onun harekete geçmesini engelleyen bir faktör olarak karşımıza çıkacaktır. Danışan görmeye başladığında yolun çok başında olmakla beraber elbette ki hatalar yapacaktır. Ve bu çok olağan bir durumdur. Burada önemli olan denemesidir. Ve her seansta bir takım yaptığı hataların değerlendirmesini yaptığında, eksiklerini ve yanlışlarını fark etmeye başlayacaktır. Akabinde ki süreçte benzer durumlarda önceki hatalarını göz önünde bulunduran klinisyen bu hataları tekrar etmemeyi seçebilir. Böylece klinisyen süreci doğru okumuş ve akıllıca yönetmiş olur. Bu akıllıca bir gelişim göstergesidir.

Bir başka örnek ise tekdüze yaşayan ve spontan hemen hemen hiçbir şey yapmayan birisini düşünelim. Bu kişiye görev ve sorumluluk verildiğinde bir takım işleri yaptığını düşünelim. Verilmediğinde ise hemen hemen hiçbir şey yapmıyor olduğunu farz edelim. Bu kişi yerinden saymaktan öteye pek fazla gidemeyecektir. Dolayısıyla denememekten kaynaklı olarak hata yapıp gelişmeyecektir. Kendini tanımakla da alakalı olan hata yapmak, denenmediğinde yerinden saymak demektir. Ve bireyin ilerlemesinden en büyük engel yine bireyin kendisidir. Örnekler çoğaltılabilir..

Hataların güzelliği denemekte saklıdır. Her hata daha da yükseğe tırmandığınız bir merdiven basamağı gibi düşünebilirsiniz. Sizin sürece ilişkin bakış açınız ile gelişiminiz arasında ilişki kurabilmeniz aslında kriz durumunu fırsata çevirmek demektir.

Bir işe başlarken, bir şeyi ilk defa yapacağımızda elbette ki deneyim açısından yetersiz olabiliriz. Bu durumlar bizim harekete geçmemizi engellememeli. Öğrenme ve gelişim motivasyonumuz yüksek olduğunda kendimizi güzel yetiştirmiş olabiliriz.

Başarmanın yolu denemekten geçer. Denediğimiz birçok şeyde hatalar olacaktır. Hataları güzel yönetirsek fırsat haline dönüşüp, kendimizi güçlendirebiliriz diye düşünüyorum.

Psikolog AYDIN ŞENSOY

Yaptığımız en büyük hatalardan biri de hatalarımızdan daima bir şeyler öğrendiğimizi varsaymamızdır. Hiç kimse hata yapmaktan hoşlanmaz zamanını, enerjisini veya parasını kaybetmek istemez. Bu yüzden yapmamamızı istediğimiz şeylerden bir şeyler öğrenmek için çaba sarf etmeliyiz. İşlevsel felsefenin ve pragmatist felsefenin babası John Dewey, bu noktayı açıkça ortaya koydu:

“Gerçekten düşünen kişi, başarısızlıklarından, başarılarından olduğu kadar çok şey öğrenir.”

  1. Her şeyi bildiğinizi sanmaktan vazgeçin.

Her defasında sizden daha zeki insanları dinlemiyorsanız, akıllı görünmek istediğinizde veya her şeyi bildiğinizi düşündüğünüzde, aptal oluyorsunuz. Egonuzu yana doğru hareket ettirmenin ve hayatın başkalarını etkilemekten ibaret olmadığını anlamanın zamanı geldi. Bazı şeylere ulaşmak istiyorsan, mütevazı olman gerekir.

  1. Mutsuzluğunuz İçin İnsanları Suçlama

Çocukken başkalarının sorumluluğu altındasınızdır. Bu ebeveynleriniz, kardeşleriniz, aile üyeleriniz, koruyucu ebeveynler veya sorumluluk alan başka herhangi bir kişi olabilir. Bu nedenle, sizden birisinin sorumlu olduğunu varsayarsınız. Ama bu doğru değil. Büyüdüğünde, kendinden sorumlusun. Bu yüzden mutsuz olduğunuz zaman başkalarını suçlamak yerine, çözüm arayın

  1. Aslında Çok Zamanınız Yok

Gençken, sonsuz bir zaman denizine sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz. İstediğin her şeyi yapabilirsin. Sonra gözünü açıp kapatıyorsunuz ve otuzuncu doğum gününü kutluyorsunuz.Zamanı dikkatli kullanmak kendinize yapacağınız en güzel iyilik.

  1. Muhtemelen Düşündüğün Kadar Müthiş Değilsin

Her zaman senden daha iyi görünen, daha havalı, daha zeki, daha güçlü ya da adını sen koy. Her zaman bu saydıklarımız olacaktır. Öyleyse harika olduğunu düşünmeyi bırak. Çünkü bu ifade kendini başkalarıyla karşılaştırdığın anlamına geliyor. Sadece kendin ol ve kendini başkalarıyla kıyaslama.

  1. Öğrenmeyi Asla Bırakma

Öğrenmeyi ve kendini geliştirmeyi bıraktığında; kendine en büyük kötülüğü yapıyorsun. Üniversiteden çıktığında ya da işi başlayınca öğrenmeyi bırakırsan iki yıl sonra kendimi sıkışmış ve yetersiz hissetmen çok normal.Her gün bir şeyler öğrenmek için kendini zorla. İyileşmiyorsan daha kötüye gidiyorsun.

  1. Zor Şeyler Yapmak Size Daha Fazla Zevk Verir

Zor işleri yapmak hayatınıza, zamanınıza, enerjinize ve paranıza daha fazla geri dönüş sağlayacaktır. Çok çaba gerektiren bir şey yaptığınızda, kendinizi iyi hissedersiniz. Yorgun olduğunuzda ve spor salonuna sıkı bir çalışma için hâlâ giderken, rakipsiz bir başarı ve gurur duygusu hissedersiniz.

  1. Küçük Kararlar Büyük Çıktılara Yol Açıyor

Bugün “uyumak, fazla uyumak fena fikir değil,” değil mi? Bugün antrenmanını atlamanı kimse umursamıyor, değil mi? Son paranla bir alışverişe çıkmak harika bir teklif, değil mi? Cevap hayır, hayır, hayır ve yaşamınız üzerinde hiçbir etkisi olmadığını düşündüğünüz diğer küçük kararların hepsine HAYIR . Gerçek şu ki, hayatınız küçük kararlarınızın sonucudur.

“Sen, her gün yaptığın şeysin.”

Bu, bugün hayatınızı değiştirebileceğiniz anlamına gelir . Peki ya hata yapmaya devam edersen? Kim umursar ki? Her zaman hatalarından bir şeyler öğreneceğinden emin ol.

Daha fazla insan tanıdıkça, ‘dehalarını’ içlerinde taşımayı bilen insanların başkalarına ulaşmak için bir şeye ihtiyacı olmadığının daha da farkına varırız. John Lennon’ın yaptığı her şeyde sihir vardı, Dali resmetmek istediği şey için tek bir hileye bile ihtiyaç duymadı ve Charles Chaplin tüm dünyayı fethetmek için konuşmak zorunda kalmadı. Kendimizi tanıtmanın en iyi yolu kim olduğumuzu bilmek ve kendimizi hiçbir filtre, maske ya da yapaylık olmadan olduğumuz gibi göstermektir. Çünkü sihre sahip olanların hileye ihtiyacı yoktur.

Mükemmel olun ya da olmayın, doğal olun

Geçen gün Michelle Jenner’ın olması gereken mükemmellik ile ilgili bir yazısını okuyordum. Mükemmellik kendimizin ve etrafımızdakilerin bizden beklediği bir oldu haline geldi. Saçımızı yaptırıyoruz, kıyafetler deniyoruz, makyaj yapıyoruz, günde 100 kere aynaya bakıyoruz ve hepsi olmadığımız biri gibi gözükmek için.

“Dürüstlük ve doğruluk başarının anahtarlarıdır. İyi haberse herkes hem doğru hem de dürüst olabilir.”

– Zig Ziglar

Ardından dışarı çıktığımızda, asıl önemli olanın başkalarının bizde ne gördüğünü düşünüyoruz. Bu yüzden buna ayak uydurmak için çaba sarf ediyoruz. Ancak ne mükemmeliz ne de kusurlu: Bizi birbirimize bağlayan özümüzdür. Bu yüzden doğallık ve dürüstlük, yaşadıklarımızdan haz almamıza ve uzun süren, daha derin ilişkiler kurmamıza yardımcı olur. Kusurlar sonunda gün yüzüne çıkacak bu yüzden onları en başında kabul etmek en iyisidir.

Hem sihirli hem de deli

Başka bir deha olan Bukowski’ye ait olan bu cümleyi daha önce duymuşsunuzdur. Yangınında yalan yok diye devam ediyor. Demek istediği şey, nasıl yapacaklarını düşünmeden kendilerinin başkalarına teslim edenler birer dahidir ve onları seviyoruz. Bukowski’nin ‘deli kadını’ kendini dürüstçe ve çarpıtmadan ifade edendir. Hayatının en doğru sonuçlarını, nasıl hissettiğini ve nasıl hissetmek istediğini bilmek kadar kolay bulabilendir.

Neden çocukların dürüstlüklerini seviyoruz? Çünkü onlar yaptıkları her işe kalplerini ve ruhlarını katabiliyorlar. Ön yargılardan arınmış bir şekilde arkadaşlık kuruyorlar. Masumlar ve yetişkinlerden daha sürpriz dolular. Ayrıca, saçma nedir bilmiyorlar ve her şeyden önemlisi içtenler.

“Hepimiz bu dünyanın birer yolcusuyuz ve yolculukta karşılaşabileceğimiz en iyi şey dürüst bir arkadaş.”

– Robert Louis Stevenson

Nasıl yaptıklarını bilmeden sihir yapabilen insanlar var

Vanesa Martin bir konserinde bundan bahsettiğinde bir birey olarak büyüyelim diye her şeyi yapan o arkadaşları hatırladım. O anda, yaptıkları şeyin bizim için ne kadar önemli olduğunu bilmeden bizi kurtardıkları zamanları hatırladım. Karşılığında hiçbir şey beklemeden sahip oldukları her şeyi verenlerin sadeliği ve sihri, başarısızlıkla eşdeğer olan sahte görünüşlerdense yakın tutulmayı hak ediyor. Bir noktada, hepimiz bizi şaşırtan insan hakkında bir şey keşfediyoruz.

Tüm bu sebeplerden dolayı, sihirli olabileceklerini bilen ve dünyaya yüzlerini göstermek için bir hileye ihtiyaçları olamayan insanların etrafında olmalıyız. Bu şekilde, arkadaşlığın en iyi tarafının tamamen dürüst bir şekilde kendini tanıtmak olduğunu anlayabiliriz. 

“Dünya anlamını korusun diye yaptığınız basit şeyleri gördüm ve kime teşekkür edeceğimi bilmiyorum.”

– Karmelo Iribarren

“Bir gün hedefe yol açabilecek adımlar atmak belki de yeterli değil; Her bir adımın kendisi de bir amaç ve aynı şekilde bir adım olmalıdır. ”- Johann Wolfgang von Goethe

“Kararınızı bir gecede değiştiremezsiniz, ancak geceleyin yönünü değiştirebilirsiniz.” – Jim Rohn

 “Uygun şekilde belirlenmiş bir hedefle, işin yarısına ulaşılır.” – Zig Ziglar

“Tırmanmak istediğiniz merdivenin dibinde olmak, istemediğinizin üstünde olmaktan iyidir” – Stephen Kellogg

“Kendi yaşam planınızı tasarlamazsanız, başka birinin planına girme ihtimaliniz var. Ve tahmin et bakalım senin için ne planladılar? Fazla değil. ”- Jim Rohn

“Yaptığın her işte, sonunu düşün.” – Solon

“Harika şeyler başarmış olan herkesin büyük bir amacı vardı ve bazen bakışlarını yüksek,imkansız görünen bir hedefe yönelttiler.” – Orison Swett Marden

“Herkesin, kendi tırmanması için bu dünyaya yerleştirilen Everest Dağı vardır.” – Seth Godin

“Çoğumuz için en büyük tehlike, amacımızın çok yüksek olması ve onu özlememiz değil, çok düşük olması ve buna ulaşmamızdır.” – Michelangelo

“Bana amacı olan bir stok memuru verin, size tarih yazacak bir adam vereceğim. Bana hedefi olmayan bir adam ver, ben de sana bir depo memuru vereyim. ”- J.C. Penney

“Eylemsiz niyet, sizden en iyisini bekleyenlere hakarettir.” – Andy Andrews

“Hayat kısa, kırılgan ve kimseyi beklemiyor. Hayallerinizi ve hedeflerinizi takip etmek için ASLA mükemmel bir zaman olmayacak.”

“Ben bir amaç için buradayım ve bu amaç bir kum tanesine daralmamak, bir dağa yükselmek. Bundan böyle tüm çabalarımı en yüksek dağ olmak için uygulayacağım ve merhamet için ağlayana kadar potansiyelimi zorlayacağım. ”- Og Mandino

“Yaşam, sürücüler tarafından itilebildiği gibi, kesinlikle amaçlarla çekilebilir.” – Viktor Frankl

“Eğer standartlarınızı yükseltiyorsanız ancak onlarla tanışabileceğinize gerçekten inanmıyorsanız, kendinizi çoktan sabote ettiniz demektir. Denemiyorsunuz  bile; İçinizdeki en derin kapasiteye dokunmanıza izin veren bir kesinlik duygusundan yoksun olacaksınız…

İnançlarımız, soruların nasıl olduğunu, neyin mümkün ve imkansız olduğunu ve ne yapabileceğimizi ve yapamayacağımızı söyleyen  tartışmasız komutlar gibidir. Her hareketi, her düşünceyi ve yaşadığımız her duyguyu biçimlendirir. Sonuç olarak, inanç sistemlerimizi değiştirmek hayatımızda her türlü gerçek ve kalıcı değişikliği yapmak için çok önemlidir. ”- Anthony Robbins

“Hayat felsefem; hayatımızda ne yapacağımızı aklımızdan çıkarıp bu hedefe doğru sıkı bir şekilde çalışırsak, asla kaybetmeyiz – bir şekilde daima kazanırız.” – Ronald Reagan

“Amaç, son teslim tarihi olan bir rüya.”

“Başarısızlar gerginliği giderici olanı, kazananlar ise hedeflenen şeyi yapar.” – Dennis Waitley (Brian Tracy’nin kitabında belirtildiği gibi, Eat That Frog)

“Güneşi hedef alın ve ona ulaşamayabilirsiniz; ama okun, kendinle aynı seviyedeki bir nesneyi hedeflemekten çok daha yükseğe uçacak. ”- J. Howes

“Hedefler başarının fırını içindeki yakıttır.” – Brian Tracy

“En “imkansız” hedeflere, onları ısırık büyüklüğünde parçalara ayırarak, onları aşağıya yazarak, onlara inanarak ve sonra rutinmiş gibi tam hızda ilerleterek ulaşılabilir.” – Don Lancaster

“Kazanılan şeyler yapılır; sevincin ruhu işin içinde yatar. ”- William Shakespeare

“En sonunda atanan yere varacak olan, tek bir yolu takip etmeli ve birçok yönden dolaşmamalıdır” – Seneca

“Hedeflerimize ancak, şiddetle inanmamız  ve üzerinde yoğun bir şekilde hareket etmemiz gereken bir plan aracıyla ulaşabiliriz. Başarının başka yolu yok. ”- Pablo Picasso

“Erdem, ödülde değil, mücadelede yatıyor.” – Richard Monckton Milnes

“Hedefiniz sadece ulaşılabilir olmalı ama görüş alanınız dışında değil.” – Denis Waitley ve Remi Witt

“Her zaman yapmak üzere olduğum şeyle, daha önce yaptığımdan daha fazla ilgileniyorum.” – Rachel Carson

“Her ne kadar mükemmel bir eylem olsa da, çok iyi bir amacın sonucu olmadığında, harika olarak görülmemelidir.” – Francois de la Rochefoucauld

“İyi bir okçu oklarıyla değil, amacı ile bilinir.” – Thomas Fuller

“Gidiş, hedeftir.” – Horace Kallen

 “Mükemmelliği hedefleyen, sıradanlığın üstünde olacak; sıradanlığı hedefleyenler bunun çok azında olacak. ”

“Açıkça tanımlanmış hedeflerin olmadığında, günlük önemsiz eylemler gerçekleştirmeye garip bir şekilde sadık kalıyoruz.”

“Hayatta hedef alınması gereken iki şey var; ilk olarak  ne istersen almak  ve ikincisi zevk almak. İnsanoğlunun yalnızca en bilgesi ikincisi oldu. ” – Logan Pearsall Smith

Eğer tavuklarla takılırsan, kilitleneceksin ve kartallarla takılırsan uçacaksın.

Tutum bir seçimdir. Mutluluk bir seçimdir. İyimserlik bir seçimdir. Nezaket bir seçimdir. Saygı bir seçimdir. Hangi seçimi yaparsan yap akıllıca bir seçim seni sen yapar.”

“Yapabilirsin, yapmalısın, ve başlayacak kadar cesursan, yapacaksın.”

“Kafanızdaki korkuların etrafında itilmeyin. Kalbindeki rüyaların başında olun. ”

“Kontrol edemedikleriniz hakkında endişelenmek yerine, enerjinizi yaratabileceğinize kaydırın.”

“Ancak, konfor alanınızın dışına çıktıktan sonra değişmeye, büyümeye ve dönüşmeye başlarsınız.”

“Mutluluğunuzun sorumluluğunu üstlenin, asla başkalarının ellerine bırakmayın

Ne kadar küçük olursa olsun rastgele bir nezaket davranışı başkası üzerinde muazzam bir etki yaratabilir.”

“Kalbinize inanın, Tutkulu, amaçlı, sihirli ve mucizelerle dolu bir hayat yaşamanız gerektiğine inanın. ”

“Dikkatli ol. Minnettar ol. Olumlu ol. Gerçekçi ol. Nazik ol.”

“Doğru olanı yapın, kolay olanı değil.”

“Amaçlarınızı sürdürürken sahip olduklarınız için minnettar olun.

Zaten sahip olduklarınız için minnettar değilseniz, sizi daha mutlu ne mutlu edebilir?“

“Kalbini takip et, iç sesini dinle, başkalarının ne düşündüğünü umursama.”

“Kendini kabul et, kendini sev ve ilerlemeye devam et. Uçmak istiyorsan, vazgeçmek zorundasın.”

“Hayallerinizdeki Yaşamı Yaşayın: Hayallerinizdeki yaşamı, kendinize göre yaşayacak kadar cesur olun.Başkalarının beklentileri ve görüşleri yerine vizyon ve amaç edinin.”

“Birisinin gülümsemesinin sebebi sen ol. Birinin sevildiğini hissetmesinin ve iyiliğe inanmasının nedeni ol.” – Alphonse Karr

“Geçmiş bir ikamet yeri değil, referans yeridir.”

“Geçmişteki hatıralarının gelecekteki potansiyelini sınırlamasına izin verme. Aklınız hariç, Neyin sınırı yok ki? yaşam yolculuğunuzda her zaman başarılı olabilirsiniz. ”

“Diğer insanlarda iyiliği görebildiğimizde hayat daha kolay ve daha güzel hale gelir.”

“Başkalarının beklenti ve görüşlerinin kararlarınızı etkilemesine izin vermeyin. Bu senin hayatın. Senin için en önemli olanı yap; seni hayatta mutlu hissettiren şeyleri yap. Başkalarının size kim olduğunuzu söylemesine izin verirseniz, onların gerçekliğini yaşamak zorunda kalırsınız. İnsanları memnun etmekten daha çok yaşam var.

“İyileştirmeler yapın, mazeretler değil. Saygı bekle, ilgi değil.”

“Hayat, yol boyunca zorlukları kabul etmek, ilerlemeye devam etmeyi seçmek ve yolculuğun tadını çıkarmaktır. ”

“Kalbini yakalayana dikkat et, gözlerini yakalayana değil.”

“Başarı, ne kadar yükseğe tırmandığın değil, dünyada nasıl olumlu bir fark yarattığındır”.

“Öfke, pişmanlık, endişe ve kin içinde zamanınızı boşa harcamayın. Hayat mutsuz olmak için çok kısa.”

“En zor zamanlarınız sizi çoğu kez hayatınızın en büyük anlarına götürür. Zor durumlar sonunda güçlü insanlar inşa eder. Devam et! ”

“Gündelik yaşamda her zaman rastgele birisini gülümsetmek ve şefkatli davranışlar sunmak için fırsatlar bulun.”

“Başarısızlıktan korkmayın, denemekten korkmayın”

“Kendine inan. Düşündüğünden daha cesur, bildiğinden ve hayal ettiğinden daha yeteneklisin.”

Başarıyı nasıl tanımlıyoruz? Hayatta nasıl başarılı olacağınıza dair birçok farklı taktik vardır. Ancak sizin için en iyi olan strateji, başarının görüşüne bağlı olabilir. Bunu sık sık iş yerinde iyi bir şeyler yapmak veya yüksek bir maaş kazanmak olarak düşünüyoruz. Profesyonel başarılar bulmacanın bir parçası olsa da, yaşamın diğer birçok önemli alanını dışarıda bırakır. Aile, romantik ilişkiler, akademisyenler ve atletizm, insanların başarı için çaba gösterebilecekleri birkaç alandır. Başarının ne olduğuna dair kişisel tanımınız değişebilir, ancak birçoğu başarıyı, mutlu, güvenli, sağlıklı ve sevilen biri olmak olarak tanımlayabilir. Bu hedefler ne olursa olsun başarı, hayattaki hedeflerinize ulaşma yeteneğidir. Peki, bunları başarma şansınızı artırmak için ne yapabilirsiniz? Başarılı insanların bazı alışkanlıkları nelerdir?

Başarılı olmanın tek bir doğru yolu yoktur. Sizin için işe yarayan başka biri için işe yaramayabilir. Başarıyı garanti edebilecek mükemmel bir bileşen kombinasyonu olmayabilir. Ancak yaşamda, sevgide, işte veya sizin için önemli olan her şeyde başarılı olma şansınızı artırabilecek bazı temel adımlar vardır.

Büyüme Zihniyeti İnşa Edin

Hayatta başarılı olmak için yapmanız gereken ilk şey büyüme zihniyeti inşa etmektir. Psikolog Carol Dweck’in yaptığı araştırma, insanların kendileri ve yetenekleri hakkındaki düşüncelerini etkileyen iki temel zihniyet olduğunu öne sürüyor: sabit zihniyet ve büyüme zihniyeti.

Sabit bir zihniyete sahip insanlar, zeka gibi şeylerin statik ve değişmez olduğuna inanırlar. Sabit bir zihniyete sahip olanlar başarının sıkı çalışmanın bir sonucu olmadığına inanırlar – bu sadece doğuştan gelen yeteneklerin bir sonucudur. Bu tür yeteneklerin insanların ya da onsuz doğdukları bir şey olduğuna inandıkları için, bir meydan okuma karşısında daha kolay vazgeçme eğilimindedirler. İşler kolay gelmediğinde bırakırlar çünkü üstünlük için gereken doğuştan gelen becerilere sahip olmadıklarına inanırlar.

Büyüme zihniyeti olanlar ise çaba göstererek değişebileceklerini, büyüyebileceklerini ve öğrenebileceklerini hissediyorlar. Büyüyebildiklerine inanan insanların başarıya ulaşma olasılığı daha yüksektir. İşler zorlaştığında, becerilerini geliştirmenin ve başarıya doğru çalışmaya devam etmenin yollarını ararlar. Büyüme zihniyeti olan insanlar, yaşamları üzerinde kontrol sahibi olduklarına inanırken, sabit zihniyeti olan insanlar şeylerin kontrolleri dışında olduğuna inanır. Büyüme zihniyeti oluşturmak için ne yapabilirsiniz?

  • Çabalarınızın önemli olduğuna inanın. Yeteneklerinin sabit veya sıkışmış olduğunu düşünmek yerine, büyüme zihniyeti olan insanlar çaba ve sıkı çalışmanın anlamlı büyümeye yol açabileceğine inanırlar.
  • Yeni beceriler öğrenin. Bir meydan okuma ile karşılaştıklarında, üstesinden gelmek ve zafer kazanmak için ihtiyaç duydukları bilgi ve becerileri geliştirmenin yollarını
  • Başarısızlıkları öğrenme deneyimleri olarak görün . Büyüme zihniyetleri olan insanlar başarısızlığın yeteneklerinin bir yansıması olduğuna inanmazlar. Bunun yerine, bunu öğrenebilecekleri ve geliştirebilecekleri değerli bir deneyim kaynağı olarak görüyorlar. “Bu işe yaramadı,” diye düşünebilirler, “bu sefer biraz farklı bir şey deneyeceğim.”

Hayatta başarılı olmak için yapmanız gereken ikinci şey duygusal zekanın önemini anlamaktır. Genel zekanın uzun zamandır yaşamın farklı alanlarında başarıya katkıda bulunan bir faktör olduğuna inanılmaktadır. Ancak bazı uzmanlar duygusal zekanın aslında daha da önemli olabileceğini öne sürmektedir. Duygusal zeka, duyguları anlama, kullanma ve akıl yürütme yeteneğini ifade eder. Duygusal olarak zeki insanlar sadece kendi duygularını değil, başkalarının duygularını da anlayabilirler.

Duygusal zekanızı geliştirmek için:

  • Kendi duygularınıza dikkat edin. Ne hissettiğinizi ve bu duygulara neyin sebep olduğunu belirlemeye odaklanın.
  • Duygularınızı yönetin. Geri çekilin ve tarafsız bir gözle şeyleri görüntülemeye çalışın. Duygularınızı şişelemekten veya bastırmaktan kaçının, ancak hissettiğiniz şeyle başa çıkmanın sağlıklı ve uygun yollarını arayın.
  • Başkalarını dinleyin. Bu sadece söylediklerini duymakla kalmaz, aynı zamanda sözsüz sinyallere ve beden diline de dikkat etmeyi içerir.

Hayatta başarılı olmak için yapmanız gereken diğer bir madde zihinsel olarak kendinizi güçlendirmektir. Zihinsel tokluk, engeller karşısında bile devam etme ve denemeye devam etme esnekliğini ifade eder. Bu zihinsel güce sahip insanlar zorlukları bir fırsat olarak görürler. Ayrıca kendi kaderleri üzerinde kontrol sahibi olduklarını, başarılı olma yeteneklerine güvendiklerini ve başladıkları şeyi bitirmeye kararlı olduklarını düşünüyorlar. Zihinsel dayanıklılığınızı artırmak ve hayatta başarılı olma şansınızı artırmak için ne yapabilirsiniz?

  • Kendinize inanın. Olumsuz kendi kendine konuşmayı kesin ve olumlu ve kendini cesaretlendirmenin yollarını arayın.
  • Denemeye devam edin. İşler imkansız görünse ya da aksilikler sizi geride tuttuğunda bile, becerilerinizi geliştirebileceğiniz ve askerlerinizi ileriye taşıyabileceğiniz yollara odaklanın. Başarılı insanların temel alışkanlıklarından biri, her zaman aksaklıklara veya başarısızlıklara öğrenme fırsatları olarak bakmaktır.
  • Hedefler belirleyin. Zihinsel olarak zor insanlar, başarabilmeleri için ulaşılabilir hedeflere sahip olmaları gerektiğini biliyorlar. Bu hedeflere ulaşmak her zaman kolay değildir. Ancak hedefleyeceğiniz bir şeye sahip olarak, ilerlemeniz ve engelleri aşmanız daha iyi olacaktır.
  • Destek bulun. İşleri tek başına yapmak zor olabilir, ancak güçlü bir destek sistemine sahip olmak işleri kolaylaştırabilir. Mentorlar, arkadaşlar, iş arkadaşları ve aile üyeleri, işler zorlaştığında sizi neşelendirebilir ve hatta başarı şansınızı artırmanıza yardımcı olabilecek tavsiye ve yardım sunabilir.

Hayatta başarılı olmak için iradenizi güçlendirmelisiniz. Uzun süren boylamsal bir çalışmada, psikologlar öğretmenleri tarafından son derece zeki olarak tanımlanan bir grup çocuğu takip ettiler. Bu konuların çocuklukta ve yetişkinlikte nasıl ilerlediğini karşılaştırdıklarında, araştırmacılar sonuçta hayatta en başarılı olanların azim ve irade gibi bazı temel özellikleri paylaştığını keşfettiler.

Bu özellikler bir bireyin genel kişiliğinin bir parçası olma eğilimindedir. Ancak aynı zamanda geliştirebileceğiniz bir şeydir. Gecikmiş tatmin, zorluklar karşısında devam etmeyi öğrenmek ve sıkı çalışmanızın ödüllerini beklemek, yaşamdaki başarının anahtarı olabilir. İrade gücünüzü artırmak için kullanabileceğiniz stratejiler şunları içerir:

  • Kendinizi oyalayın. Örneğin, kilo vermeye çalışıyorsanız, ancak en sevdiğiniz atıştırmalıklardan uzak durmakta zorlanıyorsanız, zayıflık anlarınız sırasında kendinizi rahatsız etmek, ayartma vermekten kaçınmanın etkili bir yolu olabilir.
  • Pratik yapın. İrade gücü inşa edebileceğiniz bir şeydir. Ancak zaman ve çaba gerektirir. Şekerli atıştırmalıklardan kaçınmak gibi başarmak için irade gerektiren küçük hedefler yaparak başlayın. Bu kadar küçük hedeflere ulaşmak için irade gücünüzü kullanma yeteneğinizi geliştirdikçe, çok daha büyük hedefler üzerinde çalışırken iradenizin de daha güçlü olduğunu görebilirsiniz.

Hayatta başarılı olmak için diğer bir maddemiz içsel motivasyonlarınıza odaklanmaktır. Sizi en çok motive eden nedir? Dış ödüller vaadinin sizi hedeflerinize ulaşmaya devam ettiğini mi yoksa ilhamınızı hissettiren daha kişisel, gerçek motivasyon araçlarının olduğunu mu düşünüyorsunuz? Dışsal ödüller böyle para, ödül, ve övgü olarak yararlı olabilir.

Bir şeyler yapıyorsunuz çünkü onlardan hoşlanıyorsunuz. Onları anlamlı buluyorsunuz ya da işinizin etkilerini görmekten hoşlanıyorsanız, içsel motivasyonlar tarafından yönlendiriliyorsunuz. Araştırmalar, teşviklerin bazı performans türlerinin daha iyi bir öngörücüsü olabilmesine rağmen, içsel motivasyon araçlarının performans kalitesini tahmin etmede daha iyi olma eğiliminde olduğunu göstermiştir.

Genellikle insanları harekete geçiren dış motivasyon unsurları olsa da, bu yeni davranışları sürdürmek için insanları harekete geçiren ve devam ettiren iç motivasyon unsurlarıdır. İçsel motivasyon duygunuzu arttırmak için ne yapabilirsiniz?

  • Kendinize meydan okuyun. Ulaşılması gereken, ancak mutlaka kolay olmayan bir hedefi izlemek, başarılı olma motivasyonunu artırmanın harika bir yoludur. Zorluklar bir görevle ilgilenmenizi sağlayabilir, benlik saygınızı artırabilir ve üzerinde geliştirebileceğiniz alanlar hakkında geri bildirimde bulunabilir. Biraz zorlayıcı bir görev seçmek, başlamak için motive olmanıza yardımcı olacaktır.
  • Meraklı kalın. Dikkatinizi çeken ve hakkında daha fazla bilgi edinmek istediğiniz şeylere bakın.
  • Kontrolü elinize alın. Sonuç üzerinde gerçek bir etkiye sahip olduğunuzu hissetmiyorsanız, bir hedefe ulaşmak için özünde motive olmak zor olabilir. Aktif bir rol alabileceğiniz yolları arayın.
  • Rekabetten korkmayın. Sizinle aynı hedeflere ulaşmaya çalışan başka insanlar da olabilir, ama bu vazgeçmeniz gerektiği anlamına gelmez. İlerlemenizi veya yolculuğunuzu başkalarınınkiyle karşılaştırmayın. Motivasyon ve ilham için başkalarına bakabilirsiniz. Ancak hepimizin farklı yolları olduğunu unutmayın.

Hayatta başarılı olmak için yapmanız gereken son madde yüksek potansiyele bağlı özelliklerinizi geliştirmekle ilgilidir. Psikologlar uzun zamandır belirli özellikleri veya kişilik özelliklerini yaşam ve iş hayatındaki başarı ile ilişkilendirmeye çalıştılar. Bazı yeni araştırmalara göre, sürekli olarak başarıya bağlı olma eğilimi olan bazı özellikler vardır.

Araştırmacılar Ian MacRae ve Adrian Furnham, insanların iş yerinde ne kadar başarılı olduklarında rol oynayabilen altı temel özellik belirlediler. Bununla birlikte, bu özelliklerin optimal seviyelerinin olduğunu not etmişlerdir. Bu özelliklerin çok azı başarıyı engelleyebilir. Hayatta nasıl başarılı olunacağını öğrenmeye çalışıyorsanız, bu temel özellikleri beslemek için neler yapabileceğinizi düşünün:

1.Dürüst Olun

Vicdanlı insanlar eylemlerinin etkilerini düşünürler. Ayrıca diğer insanların nasıl tepki vereceğini ve hissedeceğini düşünürler. Bu özelliği şu yollarla besleyebilirsiniz:

  • Eylemlerin sonuçları hakkında düşünme
  • Diğer insanların bakış açılarını göz önünde bulundurmak

2.Belirsizliği Kabul Edin

Hayat her zaman net olmayan durumlarla doludur. Başarı potansiyeli büyük olan insanlar bu belirsizliği daha iyi kabul edebilirler. Katı ve esnek olmayan olmaktan ziyade, beklenmedik yollardan geldiğinde adapte olmaya hazırlar. Belirsizliği benimsemeyi şu yollarla öğrenebilirsiniz:

  • Perspektiflerinize meydan okumak ve kendi görüşleriniz dışındaki fikirleri düşünmek
  • Bilmediğinizden korkmamak
  • Değişmeye istekli olmak
  • Çeşitliliğe değer vermek

3.Ayarlama Yeteneğinizi Geliştirin

Belirsizlik kabul edebilmenin yanı sıra, başarı sıklıkla değişime hızla uyum sağlama yeteneğine bağlıdır. Bu yeteneği aşağıdaki şekilde ayarlayabilirsiniz:

  • Zor durumları yeniden şekillendirmek, sadece yaşamak için engellerden ziyade öğrenme ve büyüme fırsatları olarak görün
  • Değişime açık olmak, planlar veya durumlar değiştiğinde, geri çekilin ve başa çıkma yollarına bakın

4.Cesur Olun

Dünyanın en başarılı insanları genellikle büyük cesarete örnek olurlar. Potansiyel başarısızlık karşısında bile risk almaya hazırlar. Araştırmalar cesur insanların korkuyu aşmak için olumlu duygular kullandıklarını göstermektedir. Risk toleransınızı aşağıdaki yollarla artırabilirsiniz:

  • Olumsuz duyguları sorgulamak ve daha olumlu duygulara odaklanmak
  • Sağduyu ile risk dengeleme; ihtiyatlı ve pragmatik olmak da duruma bağlı olarak ödeme yapabilir

5.Merak Duygunuzu Geliştirin

Başarılı insanlar etraflarındaki dünyayı merak etme eğilimindedir. Her zaman yeni bilgi ve beceriler de dahil olmak üzere daha fazla bilgi edinmek isterler. Merak duygunuzu şu yollarla geliştirebilirsiniz:

  • Görevleri ilgi alanlarınızla ilişkilendirme: Örneğin, dosyalamayı sıkıcı bulursanız, bir organizatör olarak güçlü yönlerinize oynamak için bilgileri kategorilere ayırmanın daha verimli bir yolunu arayın.
  • Yeni şeyler öğrenmek

6.Rekabet Edin

Başarılı insanlar motive etmek için rekabeti kullanabilirler. Ancak kıskançlığa avlanmaktan kaçınırlar. Sağlıklı bir rekabet duygusunu şu yollarla besleyebilirsiniz:

  • Kendi gelişmelerinize odaklanmak; bir şeyin en iyisi olmaktan endişe etmek yerine ilerlemenize dikkat edin
  • Diğerleri başarılı olduğunda mutlu olmak

Bazı kişilik özellikleri ve türleri, bazı işler için diğerlerinden daha uygun olabilir. Bununla birlikte, belirli bir kişilik özelliği başarıyı garanti edemez ve bu özellikte birisini başarısızlığa mahkum etmez. Ne kadar kişiliğin değiştirilebileceğine dair görüş farklılıkları olsa da, bu yüksek potansiyel özelliklerden bazılarını beslemek, hayatınızın birçok farklı alanında size iyi hizmet edebilecek becerileri geliştirmenize yardımcı olabilir.

Son Düşünceler

Hayatta başarılı olmak için uygulamanız gereken 6 maddeyi sizlerle paylaştık. Ancak tek bir başarı ölçüsü yoktur ve yaşamda nasıl başarılı olunacağı konusunda kesinlikle tek bir cevap yoktur. Ancak, başarılı insanların bazı alışkanlıklarına bakarak, kendi günlük yaşamınızda uygulamak için yeni taktikler ve stratejiler öğrenebilirsiniz. Bu yetenekleri geliştirin ve besleyin ve zamanla hedeflerinize daha iyi ulaşabileceğinizi ve hayatta istediğiniz başarıyı elde edebileceğinizi görebilirsiniz.

Hayallerinizi gerçekleştirin! Peki hayallerinizi gerçekleştirmek için gerekli ilham verici fikirler nelerdir? Hayallerinizi nasıl gerçekleştirebilirsiniz? Erteleme alışkanlığından kurtularak hayallerinizi hayata geçirmeniz mümkündür. İstediğiniz hayatı yaşayabilirsiniz.

Birçoğumuz yaşamda olumsuzluklar yaşıyoruz. Fakat aslında tünelin sonu göründüğü gibi zor ve karanlık değil. Işık ve umut sadece köşeyi dönmenizi bekliyor! İhtiyacınız olan tek şey yaklaşımınızdaki küçük değişikliklerdir.

Erteleme alışkanlığına kapılmak kolaydır. Günlük işlerinizden sizi kurtarması çok cazip tekliflermiş gibi gelir. Bununla birlikte, kendine güven ve tutarlılık için bir kriter oluşturmak da kolay değildir. İstikrar ve emek ister. Aslında bu noktaya kadar gelmişken ihtiyacın olan tek şey, gösteriyi devam ettirmek için güç ve motivasyon olacaktır. Bu yolculukta kritik olan kısım, tüm yaşam koşullarında istikrarlı şekilde adımlarını atmaktır. Tutarlı kalarak, hayallerinizi gerçekleştirin.

Hayallerinizin gerçekten sizin hayalleriniz olduğuna emin olun.

Çoğunlukla hayallerimiz ve arzularımız, bizi amansız bırakan ham tutkuyla körüklenmekten ziyade, çevreden etkilenir ve toplumsal bakış açılarıyla şekillenir! Yalnızca kendi isteklerimizden oluşan hayalleri barındırmak ve beslemek önemlidir. Bu temeldir. Gerçek üzüntü ve ilginin ürünü olmayan rüyalar sonunda sadece saf tutkularla beslendikleri için buharını kaybedecek. Hedefleri takip etmeye devam etmek için hayallerinizin canlılığının ve yoğunluğundan emin olmanız gerekir. Ne elde etmek istediğinizden eminseniz; tutarlılık davayı izleyecektir.

Hayallerinizi gerçekleştirmek, en sevdiğiniz varış noktasına giden bir yolculuk gibidir. Aldığımız yolun doğru olup olmadığını bilmek isteriz çünkü kendimizi güvence altına almak için dönüm noktalarına ihtiyacımız var ve yakında bizi nihai hedefimize yaklaştıracak olduklarını bilmek bize rahatlık verir.

Bu kilometre taşlarını geçmek, bize küçük bir başarı hissi verecek ve tutarlı bir şekilde çalışmaya devam etmemizi sağlayacaktır. Hayallerinizi gerçekleştirmek ve birbiri ardına sıralamak için yolculuğunuzun planlanan bir zaman çizelgesinde bu kilometre taşlarını listeleyerek başlayın.

Bir bilgisayar programcısı olarak, Pierre Omidyar bir zamanlar kişisel web sitesinden ürünleri çok kişisel bir seviyede ihale etmeyi düşünüyordu. İlgi artmaya devam ettikçe daha mutlu oluyordu. Omidyar belirlenen kilometre taşlarını hızlı bir şekilde geçti ve bir gün hesabını ticari bir internet hesabına yükseltme gereği duydu. Omidyar’ın sitesi şimdi “eBay” olarak bilinir.

Çaba ve görevlerinizi bölümlere ayırın

Hayallerinizi başarılar segmentinde gerçekleştirmek için hedefinizi bölün. Hayalleriniz şirketinizi kurmaksa, işletme lisansı almak, bir web sitesi oluşturmak, ürününüzü veya hizmetinizi pazarlamak ve son olarak kar hedeflerine ulaşmak gibi küçük görevlere ayırın. Bu, şirketinizin operasyonlarında tutarlılığı ve düzeni getirecek ve faydaları sizi şaşırtacaktır. Ayrıca, daha fazla iş için yer bulacaksınız ve daha fazla iş kurmanın anahtarı onları daha da parçalara ayırmak olduğunu biliyoruz. Joyce Meyer – Hristiyan yazar ve konuşmacı diyor ki:

“Normal hayat rutinlerinde örgütlenmek ve başlattığınız küçük projeleri bitirmek, daha büyük hedeflere ulaşmak için atılmış önemli bir adımdır. Küçük şeylerle başa çıkamazsanız, büyük şeylere odaklanmayı nasıl göze alabilirsiniz ki? ”

Organize ve sistematik olun

Masanızdaki karmaşayı ve takviminizi temizleyin. Organize olmak, öncelikleriniz hakkında netlik verir ve zamanınızı daha iyi yönetmenize yardımcı olur. Önemli görevler yerine getirilirken tutarlılığınıza büyük destek verir. Mark Zuckerberg‘in neden her gün gri tişört ve mavi kot giydiğini merak ettiniz mi? Çünkü zamanını ve enerjisini hangi kıyafetlerin giyileceğine karar vermek için harcamaz ve bunun yerine önemli ajandalara odaklanır. Hayattaki her yaklaşım konusunda sistematik olun. Bir iş dünyasında atılan her küçük adım, hedeflere ulaşmak için iyi düşünülmüş ve sistematik bir yaklaşım gerektiriyor. Kullanım kolaylığı için kendi yöntemlerinizi belirleyerek performansınız üssel olarak artacaktır.

Neden başladığınızı kendinize hatırlatın

Hedeflerinizi göz önünde bulundurun. Onları bir yere yazın ve masanıza sabitleyin. Güne başlamadan önce hedeflerinizi tekrar gözden geçirmek sizi ertelemekten uzak tutar. Tüm günlük eylemlerinizin değeri konusunda sizi bilinçlendirir. Bir sonraki Elon Musk olmayı hayal ediyor musun? Yoksa Abhinav Bindra gibi bir sonraki Olimpiyatlarda altın madalya kazanma arzunuz mu var?? Her iki durumda da, sizi hayatınızdan çıkarmak istediğiniz şeye yaklaştırmanız gereken eylemlerinizdir. Basit bir günlük hatırlatma harika bir güçlendiricidir. Ayrıca pes etmek istediğinizde zor zamanlarda hayatta kalmanıza yardımcı olur. Mick Jagger’ın söylediği gibi

“Hayallerini yitirirsen düşüncelerini kaybedebilirsin.”

Eşinizle sık sık konuşun

Eşiniz, refahınıza karşı sorumlu olan ve sizi hayallerinize doğru çalışmaya teşvik eden biri olmalıdır. İş ortaklarının destekleyici, dürüst ve sık sık seri bir motivasyon rolü oynadığı bilinmektedir. Ailenizde herhangi biri, bir arkadaş veya bir meslektaş olabilir. Bir ortak daha çok bir konuşma aynası olarak hareket eder – düşüncelerinizin ve duygularınızın sondaj tahtası olabilecek biri. Olaylara oldukları gibi bakmanıza ve kafanızdaki karışıklığı çözmenize izin veriyorlar. Shankar ve Jaikishan organize, destekleyici ve başarılı bir Hint müziği bestecisi ikilisinin mükemmel bir örneğidir. İlişkileri 1949-1987’de başladığından beri yaşamlarında yalnızca başarı elde ettiler

Yapmayı sevdiğiniz şeyler için zaman planlayın.

Gerçekten sevdiğiniz şeyi yapmak için hemen hemen her gün zaman ayırdığınızdan emin olun. Yapmayı sevdiğiniz şeyler yaratıcılığınızı canlı tutar. Bu etkinlikler ruh halinizi yükseltir ve verimliliğinizi artırır. Sadece iş seni sıkıcı ve ilgisiz yapar. Uzmanlar, işten sevdiğiniz şeyleri yapmak için zaman bulmanızın sadece tutarlılığınızı iyileştirmekle kalmayacağını, aynı zamanda verimliliğinizi de çarpıcı şekilde etkileyeceğini söylüyor. 

Sık sık seyahate çıkın

Seyahat etmek zihninizdeki karmaşayı temizler ve daha iyi bir performans sergilemek ve normalde tıkanmış bir zihinle olduğundan daha fazla iş başarmak için sizi gençleştirir. Seyahat etmek ayrıca potansiyelinizi gerçekleştirme yönünden daha büyük resme bakmanızı sağlar. Sizi daha büyük resme bakmanın harika bir örneği Elon Musk’a ait. Musk sadece 17 yaşındayken babası onu Batı’da gezdirdi. Musk, 18 ABD eyaletine arabayla gitti. Yalnız yolculuğu onu yaşamında önemli kararlar almasına yardımcı olduğuna inanılan durumlara maruz bıraktı.

Para sizi sürekli motive etmeyecek

Tutarlılık için çalışan tek motivasyon para değildir. Belirli bir görevi yapmakla ilgilenmiyorsanız erteleme eğiliminde olacaksınız. Kendinize sadık olun ve motivasyon için paranın ötesinde hedefler belirleyin. Bununla başa çıkmanın en iyi yolu görevleri devretmek ve sürekli takip etmektir. İnsanların yapmayı sevdikleri görevlerde size yardım etmelerine ve bu görevleri karlı bir şekilde para kazanmalarına yönelik bir yol bulmalarına izin verin. Henry Ford;

“Bir araya gelmek bir başlangıçtır. Bir arada kalmak ilerlemedir. Birlikte çalışmak başarıdır. ”

Sonuçları görselleştirin

Başarısızlıkla başa çıkarak, hayallerinizi gerçekleştirin; Yaşamınızdaki zorlukların ortaya çıktığı durumlarla başa çıkabilmek için, önceden hazırlanmanız ve o zorluklar için önceden görselleştirme yapmanız gerekir. Görselleştirme, gerekli eylemleri gerçekleştirmek için bizi motive eder. Bazı senaryolarda, belirli bir görev veya faaliyetten istenen sonuçları elde etmek için planınızı doğaçlama bile yapmanız gerekebilir. Yeni zorluklar esnek olmanızı ve değişikliklere açık olmanızı gerektirir.

Yolculuğunuzun her karmaşık detayını görselleştirin; onları gerçeğe dönüştürmek için çalışmaya motive olacaksınız. Bu aynı zamanda çabalarınızda bir bütünlüğü tetikler. Hayallerinizi ve yolculuğunuzu ne kadar sıklıkla görselleştirirseniz, o kadar çok başarılı olursunuz. Söz konusu alıntı, dünyayı elektrik keşfi ile kökten değiştiren Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu babası Benjamin Franklin tarafından kapsanan bu bağlamda akla geliyor:

“Hazırlanmamakla, başarısızlığa hazırlanıyorsunuz.”

Olumlu ve mutlu insanlarla kendinizi kuşatın

Çevrenizdeki insanların pozitif enerjisine dokunun. Çevrenizi, hayallerinizi gerçekleştirin diyen insanlarla doldurun. Pozitiflik, görevlerinizi daha hızlı yerine getirme ve daha uzun saatler boyunca çalışma konusunda sizi motive etmek için çok fazla enerji getirir. Aklınızdaki durumun sürekli farkında olun. Olumsuzluğa kapılmamak konusunda dikkatli olun. Başarılı liderleri ve ilham verici konuşmacıları sosyal medyada takip edin. Mücadele ile olumsuzluk arasında ayrım yapmak için günlük pozitif dozlarını okuyun ve dinleyin.

Her şeyi kontrol edemeyeceğinizi anlayın

Bazı planlar işe yaramazsa, motivasyonunuzu düşürmeyin. Her şeyi kontrol edemeyiz. Yapabileceğimiz tek şey, yaptığımız her şeyin en iyisini sunmaktır. Tutarlı performansın anahtarı, hatalardan bağımsız sürekli olarak teslimatı sürdürmeniz gerektiğini bilmektir. “Neyin” olduğunu bırak ve her işe güvenle yaklaş. Çabalarınıza ve performansınıza sonuçtan daha fazla odaklanın. İşinize değer katmaya devam edin.

Büyük resmin görüntüsünü kaybetmeyin

Genel veya sıradan görevlere dikkat etmek oldukça sıkıcı olabilir. İtirazdan uzak durmak, onlara yaptırılma nedenlerini hatırlatır. Büyük resmi göz önünde bulundurun. Tüm bu küçük görevler, yakın gelecekte bilmeceyi tamamlayacaktır. Büyük bilim adamı Alan Turing şöyle demiştir:

“Sadece kısa bir mesafeyi görebiliriz, ama o mesafe sayesinde orada yapılması gereken çok şey görebiliriz.”

Hedefleriniz ve hayalleriniz küçük görevlerden çok daha büyüktür. Bu tür görevler zamanınızı büyük ölçüde kullanır. Bununla birlikte, bu çabayı hedefinizin toplam değeri ile karşılaştırmak haksızlık olacaktır. Bu nedenle küçük görevleri yaparak hayallerinizi gerçekleştirin.

Başkalarını suçlamadan önce kendininizi suçlayın

Hepimiz hata yaparız. Nerede yanlış gittiğini bulmak için neler yaptığınızı gözden geçirin ve bu alandaki becerinizi geliştirin, Patronunuzu, yatırımcılarınızı veya eğitmenlerinizi suçlamak kolaydır, ancak bu sorunu çözmez. Bir suçlama oyuna başlamadan önce kendinize sorun. Kendinizi sorumlu tutun ve ciddi dersler alarak ve hatanın gelecekte tekrarlanmaması için kapasitenizi artırarak hatadan en iyi şekilde yararlanın. Lead Star’ın kurucu ortağı olan Courtney Lynch:

“Liderler, suçlamadan önce sorumluluk alma kabiliyetleri sayesinde hesap verebilirliğe ilham veriyorlar.”

Yaşamın hangi aşamasında olursanız olun, doğru zaman ya da doğru yer diye bir şey yoktur. Şimdi başlayabilirsiniz. Unutma, yürütmediğin sürece, gerçek potansiyelini asla bilemezsin. Tutarlı olun, mutlu olun ve hayallerinizi gerçekleştirin.

Anlık dünyada sabır her şeyi değiştirebilir. Gerçekten de, nasıl bekleyeceğini bilenler, genellikle daha geniş seçeneklere sahip olduklarını görürler. Ayrıca, sakinliği iletme yetenekleri nedeniyle başkaları tarafından takdir edilirler.

Hiç şüphe yok ki, zaman zaman sabrınızı yitirdiğinizi fark etmişsinizdir. Bu herkese olur. Sonuçta, siz de sadece bir insansınız, bu yüzden belli sınırlarınız var. Ancak, bazı insanlar belirsizlikleri arttığında aşırı derecede acı çekerler. Başka bir deyişle, sabırları çok azdır veya hiç yoktur. Bu size benziyorsa, daha sabırlı olmayı öğrenmek isteyebilirsiniz. Nitekim, bekleme ve belirsizliğe dayanma yeteneğini geliştirmek, refahın anahtarlarından biridir. Öte yandan, sabırsız olanlar genellikle duygusal ve fiziksel sorunlar yaşarlar.

Daha sabırlı olmak neden önemlidir?

Oxford Sözlüğü sabrı “sakin kalma ve bir gecikmeyi veya can sıkıcı bir şeyi şikayet etmeden kabul etme yeteneği” olarak tanımlar. Ancak, günlük hayatta sabrınızı sınayabilecek birçok durum vardır. Örneğin, trafik sıkışıklığında beklemeyi ele alalım. Bu senaryoda, sizin gibi sadece ilerlemek isteyen birçok insanla çevrilisiniz.

Bu tür bir durumda, sabırsız olmanız nadir değildir. Aslında, büyük bir hayal kırıklığı, öfke, endişe veya ıstırap yaşayabilirsiniz. Ayrıca, kendinize biraz zaman kazandırmak veya durum üzerindeki kontrol duygunuzu artırmak için belirli riskli manevralar yapmaya bile meyilli olabilirsiniz. Bu nedenle, gördüğünüz gibi, sabırsızlığın duygusal patlaması nadiren yardımcı olur. Aksine kazalara neden olabilir. Sonuç olarak, sakinlikle ilgili olduğu için nasıl daha sabırlı olunacağını bilmenin önemini görmek kolaydır. Gerçekten de sabırla bekleyenler daha az stres, kaygı veya hayal kırıklığı yaşarlar. Bu da onların refahına katkıda bulunur.

Daha sabırlı olmanıza yardımcı olacak dört ipucu

Sabırsızlık, sağlığınızı etkileyebilecek belirli davranışlarla ilgilidir. 2011 yılında Reach ve arkadaşları, diyabetli hastalarda sabrın tedaviye uyum üzerindeki etkisini değerlendirdikleri bir çalışma yayınladılar. Bulgularında, yazarlar sabırsızlığın tedaviye zayıf uyum ile pozitif olarak ilişkili olduğunu açıkladılar. Bu nedenle sabırsızlığın insanları sağlıkları açısından riskli kararlar almaya sevk edebileceğini söylemek mümkündür. Bir an için trafik örneğine geri dönelim. Bu senaryoda, birisi acelesi olduğu için aniden hız sınırını aşarsa, bu bir kazaya neden olabilir.

Ayrıca, sabırlı olmak ve belirsizliğe tahammül etmek kibar davranış biçimleridir. Daha sabırlı olmanıza yardımcı olacak dört ipucuna bir göz atalım.

1. Belirsizliği hayatın bir parçası olarak kabul edin

Daha sabırlı bir insan olmanın ilk adımı, yaşama eyleminin doğasında var olan belirsizliği kabul etmeyi öğrenmektir. Aslına bakarsanız, dünyada mutlak kontrole sahip olabileceğiniz çok az şey vardır ve bunu inkar etmek sizi hüsrana uğratır. Gerçekten de, başkalarının davranışları, hava durumu veya diğer faktörler gibi değişkenleri kontrol etmenin mümkün olduğuna inanmak bir yanılsamadır.

Sonuçta, gerçek tamamen farklıdır ve kendinizi her şeyin kontrolünün sizde olduğuna inandırırsanız, kendinizi kötü hissedersiniz. Bunun yerine, hayatın tahmin edilemez olduğunu anlamalısınız. Bu tutumu benimsemek, öngörülemeyen durumlara daha iyi uyum sağlamanıza yardımcı olacaktır.

2. Beklemenin avantajlarından yararlanmayı öğrenin

Sabrınızı geliştirmek için başka bir tavsiye de bekleme sürenizden nasıl yararlanacağınızı bilmektir. Doktorun bekleme odasında olduğunuzu hayal edin. Bu durumda, zamanınızla ne yapardınız? Mesela, bu boş vakitten faydalanabilir ve ertelediğiniz e-postayı gönderebilir, kısa süre içinde gerçekleştireceğiniz ev tadilatlarını planlayabilir veya genellikle mevcut olan dergilerden birini okuyabilirsiniz. Başka bir deyişle, zamanınızı boşa harcadığınız hissinden sizi uzaklaştıran eylemler gerçekleştirebilirsiniz.

3. Farkındalık uygulayın

Farkındalık,, bir şekilde sizi şimdiki zamanla, burada ve şimdi olanlarla bağlamayı amaçlayan meditasyondan türetilen bir tekniktir. Sabırsızlığın belirsiz bir gelecekle ilgili endişeyle ilişkili olduğunu unutmayın. Sonuç olarak, içinde bulunduğunuz ana odaklı konsantrasyon, sıkıntınızı azaltmada yardımcı olabilir. Kendinizi bu dünyaya kendi başınıza kaptırabilir veya bir profesyonelden yardım isteyebilirsiniz.

4. Nefes alma ve gevşeme egzersizleri

Beklemenin stresi genellikle fizyolojik gerginliğe dönüşebilir. Bu nedenle, sabrınızın sınandığını gördüğünüz anlarda kas gevşetme ve nefes alma teknikleri uygulamak iyi bir fikirdir. Bunu yaptığınızda, beyniniz beklemeyi kaygıyla ilişkilendirmeyi bırakacak ve daha sakin olacaksınız.

Son olarak, tam ve sakin bir şekilde yaşamak istiyorsanız, nasıl daha sabırlı olunacağını anlamak gereklidir. Hatırlamanız gereken şey, yeni bir şey öğrenirken en önemli şeyin azim olduğudur. Bu nedenle, bu davranışları günlük olarak uygularsanız, zamanla alışkanlık haline gelecek ve sabrınızın geliştiğini göreceksiniz.

Psikolog Ebiezer López.

İnsanlarla aramızdaki gerilimi çözebilmemiz için onlara yaklaşımlarımızı, davranışlarımızı, düşüncelerimizi değiştirebiliyoruz. Bu da, sosyal toplum içerisinde anlaşmazlık ve uyumsuzlukların çözülmesini sağlıyor.

Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Birisi size bir iyilik yaptığında, hoşlanmadıkları biri için yapacakları bir iyiliğin doğuracağı uyumsuzluğu önlemek için, bu iyiliği haklı çıkarmak ister. Bunu yapmanın en kolay yolu da kendilerini aslında sizden hoşlandıklarına inandırmaktır, durum aslında böyle olmasa da… Konu üzerine bir çalışma şunu belirtir:

İnsan, iyilik yaptığı kişiden hoşlandığı, onun bu iyiliği hak ettiğini veya iyiliğine karşılık vereceğini düşündüğü sürece bu kişiye iyilik yapmak için yeterli gerekçesi olduğunu düşünür. Buna örnekler verilebilir ancak kişi saygı duymadığı, hoşlanmadığı birine veya bir yabancıya iyilik yapmaya mecbur kaldığında ve yaptığında karşısındakini özellikle sevmediğinden veya bir geri dönüş beklemediğinden yaptığı iyilik için yeterli gerekçesi yoktur.

Buna bağlı olarak hoşlanmadığı veya nötr hissettiği birine iyilik yapan kişi kendine gerekçe yaratmak adına bu insandan hoşlanabilir. Bu tahmin, bilişsel uyumsuzluk teorisine dayanır. Sevilmeyen birisine iyilik yapılırsa davranış ve kişinin sevilmediği bilgisi çelişir. Bu durum, insanlar genelde hoşlanmadıkları kişilere iyilik yapmayacağı için rahatsız edicidir. Rahatsızlığı azaltmanın bir yolu kişiyi daha çok sevmek yani kişinin bu iyiliği hak ettiğine kendini inandırmaktır.

Ek olarak Benjamin Franklin Etkisini bir dereceye kadar anlamak için kullanılabilecek bir başka teori de “Kendini Algılama Teorisi“dir. Bu teori insanların birine karşı önceden belirlenmiş bir tutumu olmadığında davranışlarından yola çıkarak bir tutum geliştirdiklerini öne sürer. Benjamin Franklin Efekti bağlamında, insanlar daha önce tanımadıkları birine bir iyilik yaptığında “Kendini Algılama Teorisi” kapsamında kişiye yönelik pozitif davranışı benimseyerek bu insana karşı olumlu hisleri olması gerektiğine karar verirler.

Bunu evrimsel açıdan analiz edecek olursak, son derece beklenir bir tablo çıkıyor: Canlılar, yatırım yaptıkları diğer canlılara genellikle daha fazla yakınlık duyuyorlar. Bu, genellikle akrabalık ilişkileriyle ortaya çıkıyor ve Akraba Seçilimi ve Grup Seçilimi ile karakterize ediliyor. Ancak bu örnekte de, akraba olunmasa da yatırım yaptığımız bir bireye bağımlılığımızın artmasını beklemek, evrim ekonomisi dahilinde oldukça mantıklı.

Son olarak bazı durumlarda kendini algılama veya bilişsel uyumsuzluk dışında başka etkenler Benjamin Franklin Etkisi’ni oluşturabilir. Örneğin bazı durumlarda kişiden yardım istenmesi kişiye muteber ve saygıdeğer hissettirerek yardım isteyen kişiye karşı pozitif duygular beslenmesine yol açabilir.

Genel olarak, Benjamin Franklin Etkisini yaşıyoruz çünkü beyinlerimiz bilişsel bir uyumsuzluğu engellemek adına yaptığımız iyilikleri gerekçelendirmeye çalışıyor ve iyilik yapılan kişiden hoşlanmamız gerektiği sonucuna varıyor. Bunun haricinde başkasına yönelik baskın bir tutumumuz yoksa çoğunlukla onlara karşı davranışımızı tutum olarak benimsememiz gibi etkenler de Ben Franklin Etkisine yol açabiliyor.

Benjamin Franklin Etkisinde Çeşitlilik

Benjamin Franklin Etkisi gibi psikolojik fenomenlerin çeşitlilik gösterdiğini belirtmek gerekir, bu sebeple de bu etkinin insan davranışlarında her zaman gözlenmesi beklenmez. Etkinin görülmemesine birçok etken sebep olabilir. Örneğin iyiliği yapan kişi bu iyiliği umursamıyor veya iyiliğini gerekçelendirmek için örneğin bu iyilikten gelecekte yarar sağlayacağını düşünerek karşıdakinden hoşlanmaktan başka bir yol seçiyor olabilir. Ayrıca Benjamin Franklin Etkisi’nin insan üzerinde ne denli etkili olacağı veya etkinin ne kadar süreceği ile ilgili de çeşitlilikler söz konusudur.

Yukarıda belirtildiği gibi Benjamin Franklin Etkisi, öncelikli olarak uyumsuzluğu azaltma dürtüsünden beslendiği için, uyumsuzluk ne kadar büyükse kişinin Benjamin Franklin Etkisi’ni deneyimlemesi o kadar olasıdır. Buna bağlı olarak davranışla kişiye karşı tutum arasında ne kadar büyük çelişki varsa etkinin görülme olasılığı o kadar çoktur. Bu demek oluyor ki insanlar karşıdakine dair negatif veya nötr hisler besliyorlarsa etkiyi yaşamaları daha olası. Ancak bu etkinin pozitif duygular beslenen birine yapılan iyilikle de ortaya çıkması mümkün; yapılan iyiliğin maliyeti, gösterilen çaba veya alınan risk kişiye olan pozitif duyguların önüne geçecek kadar büyük değilse.

Dahası etkinin yaşanıp yaşanmayacağını belirleyen başka faktörler de var. Örneğin, kişinin iyilik isteyen kişiye karşı net bir tutumu yoksa etki “kendini algılama” sürecinden kaynaklandığından somut tavır eksikliği iyiliğin yapılma ihtimalini artıracaktır.

Benjamin Franklin Etkisini Nasıl Kullanabilirsiniz?

Etkiyi kullanmanın en kolay yolu işe yarayacağını düşündüğünüz durumlarda karşıdakinden bir iyilik istemektir. Bu sizden hoşlanmayan, nötr olan veya sizden az da olsa hoşlanan kişiler için iyi bir seçim olabilir. Çünkü Benjamin Franklin Etkisi, az da olsa pozitif duygular besleyen kişilerde de gözlenebilir. Aşağıda konu üzerindeki çalışmalara dayanan, etkiyi kullanmanıza yardımcı olabilecek birkaç ipucu var:

  • İyiliğin kendisi kapsamından daha önemlidir: Çoğu vakada samimiyet kurulmasının sebebi iyilik yapılmış olmasıdır, bu iyilik görece çok küçük olsa da. Özellikle karşınızdaki insan sizden hoşlanmıyorsa bunu daha net görebilirsiniz.
  • Yardım istemekten çekinmeyin, insanlar genelde diğerlerinin kendilerine yardım etme eğilimini hafife alırlar: Yardım ararken insanların bize yardım etme olasılığını hafife alırız çünkü biz yardım etmenin karşıdakine çıkaracağı zorluğu, onlarsa direkt bir yardım ricasına ret yanıtı vermenin hemen herkesin engellemek isteyeceği sosyal getirisini düşünürler.
  • Siz amacınızı net bir şekilde bilseniz de karşıdaki için amacınızı anlamak zordur: “Şeffaflık Yanılgısı” ve “Bilginin Laneti” bilişsel önyargıları sebebiyle karşıdaki insanın samimiyet oluşturmak için yardım istediğimizi anlaması olasılığını abartmaya eğilim gösteririz. Bunu aklınızda tutmak daha sıklıkla yardım istemenizi ve isterken daha rahat hissetmenizi sağlayacaktır.
  • Karşınızdaki kişiden bir iyilik istemeden önce ona bir iyilik yapmak onu size karşılık vermeye iter: Temel olarak önce siz bir iyilik yaparsanız karşıdakinin daha sonra isteyeceğiniz bir iyiliği reddetme ihtimalini azaltırsınız.  Ancak bunu deneyecekseniz yaptığınız iyiliklerin kısa sürdüğüne emin olun çünkü karşılıklılık etkisi zamanla aşınma eğilimindedir.
  • Karşıdakinden yardım istedikten sonra küçük bir iyilik yaparak onların bir sonraki ricanızda size tekrar yardım etmesini sağlayabilirsiniz: Bu yüzden büyük bir iyiliğe ihtiyacınız varsa öncelikle karşılık verebileceğiniz küçük bir iyilik istemek iyi bir seçim olabilir.

En önemlisi bu etkiyi kullanırken sağduyunuza başvurun. Yani iyilik istediğiniz kişiye ve istediğiniz iyiliğe gerçekçi yaklaşın. Örneğin tanımadığınız birinden çok büyük bir iyilik isterseniz bu kişi muhtemelen ricayı reddedecek ve hatta hakkınızda negatif düşünceler oluşturacaktır.

Son olarak iyiliği nasıl istediğinizin de önemli olduğunu unutmayın. Bu hem karşıdakinin iyiliği yapmasını hem de sizin hakkında iyi düşünceler geliştirmesini sağlamak açısından önemlidir. Bir iyilik rica etmenin en iyi yolu duruma göre değişse de kibar davranmak olumlu sonuç verecektir, özellikle amacınız Benjamin Franklin Etkisi yaratmaksa.

İç diyaloğunuz en kötü düşmanınız olabilir. Bu yazımızda, hayatınızı iç diyaloğunuzun yardımıyla nasıl daha iyi hale getirebileceğinizi keşfedin. Son kitabı It’s Not So Terrible‘da (Hiçbir Şey O Kadar Kötü Değil) Rafael Santandreu bizlere kişisel dönüşüm ve kendi kendimizi terapiye almaya dair, iç diyaloğumuz üzerinden ilerleyen pratik bir rehber veriyor. Bu son derece etraflı ve özgün eser size bilişsel psikolojiye dayanan değerli stratejiler verecek. Rafael Santandreu, kendi mutsuzluğunuzun kökenlerini ve düşüncelerinizin gerçekliğinizi nasıl şekillendirdiğini anlamanızı sağlama yeteneği ile öne çıkıyor.

Rafael Santandreu ile röportajımız

Bir psikolog ve çözüm odaklı stratejik terapide uzmanlaşmış bir terapist olarak, Rafale Santandreu sizi kendinizi sorgulamaya, içinize bakmaya ve bir insan olarak potansiyelinizi nasıl kısıtladığınızı anlamaya davet ediyor. Son kitabında, Santandreu mutluluk ve pozitif psikolojinin temellerinin kendi düşünceleriniz olduğunu size göstermek için ilginç felsefi yaklaşımlar paylaşıyor.

It’s Not So Terrible kitabı, büyümenize yardım edecek özgün ve yaratıcı derslere sahip. İçinizdeki neşeyi uyandırmanıza yardımcı oluyor. Yolda geçen zamanınıza değen bir seyahat.

“En güçlü ve en mutlu insanlar gösterişli, zeki ve bilinçli bir iç diyalog kullanırlar.”

– Rafael Santandreu

Epiktetos’a göre, “Bizi rahatsız eden şeyler başımıza gelenler değil, başımıza gelenler ile ilgili düşüncelerimizdir”. Bu da demek oluyor ki, kız arkadaşınız sizden ayrıldığı için mutsuz değilsiniz. Mutsuzsunuz, çünkü şu şekilde düşünüyorsunuz: “Yalnızım! Asla mutlu olmayacağım! Ona ihtiyacım var!” Aslında, bu sıkıntıların çoğu bizi bu kadar etkilememeli. Ancak, olumsuz bir iç diyaloğumuz olduğu için anksiyete ve depresyona neden olabiliyorlar.

En güçlü ve en mutlu insanlar özel bir iç diyaloğa mı sahip?

Evet. Kaderci değildirler. Evet, yaşamlarındaki sıkıntılardan dolayı sinirlenebilirler, ancak bu sıkıntıların onları mutlu olmaktan alıkoymasına izin vermezler. Benim duygusal güç kaynaklarımdan biri Stephen Hawking, tekerlekli sandalyedeki bilim insanı. Hawking, hastalığı nedeniyle hiç hareket edemiyordu. Hastalığının önemsiz olduğunu söylerdi. Kendi kendine, başkaları için değerli şeyler yapabildiği sürece mutlu olabileceğini düşünüyordu. Bu yüzden tüm zamanların en önemli bilim insanlarından biri haline geldi, ve çok da mutlu bir insandı.

Hepimiz böyle olmayı öğrenebilir miyiz?

Sizi temin ederim ki, siz de hayatınıza Hawking’in kişisel felsefesini uygularsanız duygusal durumunuz değişecek. Küçük şeylerden etkilenmeyeceksiniz ve hayatın keyfini çıkarmak için daha fazla zihinsel alanınız olacak. Her şey iç diyaloğunuz ve hayata dair inançlarınıza bağlı.

Bu yeni yaşam felsefesini oluşturan inançlar nelerdir?

En temel ilkelerden biri, mutlu olmak için birçok şeye ihtiyacınız olduğu inancı ile savaşmak. Aslında, her gün ihtiyacımız olan yegane şeyler su ve yemek. Diğer her şeyden vazgeçilebilir. Örnek vermek gerekirse, bir eşiniz veya işiniz olması mutlu olmanız için önemli değildir. Yapmanız gereken tek şey şikayet etmeyi bırakmak ve halihazırda sahip olduğunuz şeyleri takdir etmek.

İyi olmak için sağlıklı olmamız gerekiyor mu?

Pek sayılmaz. Yaşlandıkça kaybettiğimiz ilk şey sağlığımızdır. Sizi temin ederim ki kronik bir hastalığınız bile olsa hala mutlu olabilirsiniz. Stephen Hawking’i tekrar düşünün mesela. Bir kez daha tekrarlamak gerekirse, önemli olan kendinize ne söylediğiniz. Sevdikleri birini kaybettikten sonra çoğu insan depresyona girer. Sizi temin ederim ki depresyon, ölümle ilgili iç diyaloglarının bir ürünüdür. Ben ölümün iyi bir şey olduğuna, hatta güzel olduğuna inanıyorum. Neden? Çünkü doğal olan her şey iyi ve gereklidir.

Hayatınızın uzun veya kısa olması fark etmez. Önemli olan harika bir hayat yaşamaktır. İnsanlar sevdikleri öldüğünde depresyona giriyor. Ancak, dünya sevebileceğiniz insanlarla dolu. Hepsi sizin kardeşleriniz. Onları, hayatınızdaki artık bu dünyada olmayan önemli insanları sevdiğiniz gibi sevin.

Bilişsel psikolojiye göre olumsuzluklarla yüzleşmenin “doğru” bir yolu var mı?

Evet. Örneğin, benim kitaplarım sizi ne olursa olsun mutlu olabileceğinize ikna edecek felsefi prensiplerin bir koleksiyonu. Size, “Beni mutsuz edebilecek hiçbir şey yok!” dedirtecek bir sürü argüman bulacaksınız.

Aslına bakılırsa, Epiktetos, bahsettiğiniz filozof, bir köleydi.

Aynen öyle. Bir köle olarak doğmuştu! Ebeveynleri köleydi ve o da doğduktan sonra satılmıştı. Sahibi Epaphroditus onu Roma’ya götürdü. Bunlara rağmen, o mutluydu. Kendi kendine dedi ki: “Kendim ve başkaları için yapabileceğim değerli şeyler olduğu sürece mutlu olacağım.” Aynı Stephen Hawking gibi. Görüyorsunuz ya, mutluluğun anahtarı iç diyaloğunuz. Eğer iç diyaloğunuzu kontrol ederseniz, mutlu olmayı öğreneceksiniz.

Bu her gün yapılması gereken bir şey mi?

Evet. Bilişsel psikoloji sizden, kötü bir şey olduğunda kendinize ne söyleyeceğinizi her gün gözden geçirmenizi isteyecektir. Örnek vermek gerekirse, diyelim ki trafikte sıkışıp kaldınız. Kendinize şunu demeyin: “Bu berbat bir şey! Bu olmamalıydı!” Onun yerine bunu deyin: “Burada sıkışıp kalmış olmam önemli değil. Beklerken bir sürü iyi şey yapabilirim. Şarkı söyleyebilirim, hatta annemi bile arayabilirim”.

Küçük ya da büyük olmasını önemsemeden her sorundan sonra iç diyaloğunuzu kontrol etmeniz gerekir mi?

Kesinlikle. Trafikte sıkıştığınız bir sonraki seferde, bunun sizi ne kadar az etkilediğini görünce şaşıracaksınız. Bir diğer örnek ise birinin size kötü bir şey söylediği zamanlar. Bunun üzerine çalışın ki sizi etkilemesin. “Herkesin beni sevmesine ihtiyacım yok. Biri bana hakaret ettiyse de önemli değil. Bu onların problemi, benim problemim değil.”

Bu iç diyaloğun bizi mutlu etmeye başlaması ne kadar sürer?

Üzerinde yoğun bir şekilde çalıştığınız ilk ayın içerisinde harika sonuçlar görmeye başlayacaksınız. Üç ay sonra, %80 daha iyi hissedeceksiniz. Bir veya iki yıl sonra %100 daha iyi hissedebilirsiniz. Bu konuda her gün çalışmak zorundasınız. Daha mutlu hissedeceksiniz, çok daha fazla şey yapmaya cesaretiniz olacak ve hayattaki iyi şeyleri takdir etmeye başlayacaksınız.

Psikolog Elena Sanz

Algılama (perception), duyu organları ve duyusal sistem kapsamında “duyumsama (sensation)” işlemine tabi tutulmuş olan uyarıcıların anlamlandırılarak tanınması sürecidir ve bu süreç duyusal girdilerin yorumlanmasını ve tutarlı bir bütün olarak fark edilmesini sağlar. Algılama süreci uyarıcıların düzenlenmesini ve anlamlı bilgi şeklinde yorumlanmasını içerir. Duyumsama (sensation) ise canlıların dış veya iç uyarıcılarla etkilenmesi sonucunda oluşan deneyimlere denir.

Otago Üniversitesinde yürütülen bir çalışmada pandemi döneminde ortaya çıkan tedirginliklerin, anksiyete bozuklukları üzerinde gözle görülür bir artışa neden olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yapılan güncel çalışmalarda değişen solunum algısının kaygı durumlarında artışa yol açabileceği bildirilmektedir.

Neuron dergisinde yayınlanan makalede araştırmacılar özellikle anksiyetenin geri beslenebilir ve muhtemelen olumsuz bir duygu sarmalını başlatarak daha da fazla kaygı yaratabilen bedensel semptomlarını (kalp atış hızı, avuçlarda terleme, hızlı nefes alıp-verme vb.) incelemektedirler.

Bu çalışmada katılımcılar (düşük kaygılı otuz sağlıklı ve orta düzeyde kaygılı otuz kişi) kan oksijenasyonu ve akışındaki değişiklikleri değerlendirmek için, bir beyin görüntüleme oturumu esnasında birer anket ve iki nefes alma görevini yerine getirmişlerdir.

Çalışmayı yürüten Dr. Olivia Harrison, daha yüksek düzeyde kaygıya sahip olan kişilerin, daha düşük kaygı düzeyine sahip kişilere kıyasla nefes alma algılarını değiştirdiğini bulduklarını, aslına bakılırsa nefeslerindeki değişikliklere karşı daha az hassas ve bedenlerini ne kadar iyi algılayabildikleri konusunda içgörülerinin azalmış olduğunu ve gelecekte nefeslerine ne olacağını tahmin ederken beyin aktivitelerinin değiştiğini belirtmektedir.

Vücudumuzla çok “uyumlu” olduğumuza inanabiliriz, ancak gördüğümüz şey, kaygının aslında nefes almamızdaki değişiklikleri fark etme yeteneğimizi azaltabileceğidir. Bu gerçekten önemli bir mesele çünkü kaygıdan dolayı ne zaman daha hızlı nefes aldığımızı fark etmezsek, o zaman baş dönmesi gibi başka semptomlara daha kolay sahip olabiliriz ve eğer vücudumuzda neler olup bittiğini fark etmezsek, bu belirtiler bizi daha da kötü hissettirebilmekte ve kaygılandırabilmektedirler.

Sadece bu bilgiden yola çıkılarak vücudumuz ile kurduğumuz doğru bir bağın (ki bu dünyada her birimiz bedenleri ile var olan canlılarız) beyin ve vücut arasındaki iletişimin kaygıyla nasıl bozulmaya başlayabileceğini de göz önünde bulundurarak destek sunabileceğimizi göstermektedir. Bu da demektir ki insanların bedenlerini daha iyi algılamaları ve daha fazla kaygıya sebep olan semptomların aza indirgenmesi adına kullanılabilecek yöntemler aracılığıyla olumsuz kaygı döngüsünü kırmalarına yardımcı olunabildiği gibi tedavileri iyileştirmeye de katkıda bulunulabilecektir.

Zaten hali hazırda doğu tıbbının, yüzyıllardır mental sağlığı iyileştirmek için nefes almayı bir araç olarak kullandığını; yoga, meditasyon ve egzersiz gibi şeylerin bizi sakinleştirmeye ve kaygılarımızı azaltmaya yardımcı olabileceğini bilmekteyiz.

Prof. Dr. KEMAL ARIKAN

Araştırmalar, özellikle büyük şehirlerde araç sürücülerinin sürüş sırasında stres yaşadığını ortaya koyuyor. Sürüş, tam konsantrasyon ve sakinlik gerektirir. Bu nedenle yoldaki stres faktörlerine karşı önlemler almak hem sizin hem de diğer sürücülerin güvenliği için önemlidir.

Doğru sürüş pozisyonu

Arabadaki sürüş pozisyonunun yanlış olması, koltuğun doğru ayarlanmaması, direksiyon mesafesi, direksiyonu çok sıkı kavramak gibi faktörler mevcut stresi bir adım öteye taşır. Vücudunuzu gevşek tutacak doğru pozisyonu almak stresi azaltmaya yardımcı olacaktır.

Mümkünse mola verin

Yorgun veya sinirliyken araç kullanmaktan kaçının. Yaşanan bu tip duyguların araç kullanırken stresinizi artıracağı gibi hem can hem de araç güvenliğine yönelik tehlikeleri de artıracağı unutulmamalıdır. Mümkünse bir mola verin. Biraz dinlenmek her daim hem zihinsel hem de fiziksel olarak daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.

Sevdiğiniz müzikleri dinleyin

Müzik her an ruhun gıdasıdır. Stresli anlarda müzik dinlemenin ruh halinizi iyileştirmesinin yanı sıra stresi azaltarak vücudu sakinleştirdiği bilinmektedir. Bu nedenle, stresli bir sürüş anında radyoyu açın veya gevşemek için favori şarkılarınızı dinleyin. Hatta mümkünse çalan şarkıya eşlik edin. Stresinizin daha da azaldığına tanık olacaksınız.

Diğer araç sürücülerine kulak asmayın

Araç kullanırken stresle başa çıkıyor olsanız dahi diğer sürücüler tekrar stres yaşamanıza neden olabilir. Size panik yaptıracak araç sürücülerine kulak asmayın ve sakinliğinizi her daim korumaya çalışın.

Derin nefes alın

Sürüş sırasında stresli ve bunalmış hissediyorsanız, birkaç derin nefes alın. Diyaframlı nefes alma ve verme, zihni ve bedeni sakinleştirmek için güçlü bir rahatlama tekniğidir. Burundan derin bir nefes alın, diyaframınızın bol miktarda hava ile şiştiğinden emin olun ve aldığınız havayı dışarı verin. Stresi azaltmak için bu nefes tekniğini arka arkaya birkaç kez uygulayın.

Rahat ayakkabıları tercih edin

Araba kullanırken kıyafet ve ayakkabı seçimi düşündüğünüzden daha fazla öneme sahiptir. Özellikle de ayakkabı seçimi. Ayağınızı sıkmayan, şişme ve dolaşım zorluğu gibi sorunlara neden olmayan ayakkabıları tercih eden. Sıkı, dar ve konforsuz kıyafet kombinlerinden mümkün olduğunca uzak durun. Bu tip kıyafetlerin sizi rahatsız hissettirerek strese girmenize neden olacağını ve huzursuz hissettireceğini unutmayın.

Trafik kurallarına uyun

Araç kullanan tüm sürücülerin trafik kurallarına uyması bir zorunluluktur. Trafik hem sizin ve başkasının can güvenliğini tehlikeye atar hem de size ve çevrenizi strese sokar. Trafik kuralları evrenseldir ve bu kurallara uygulamanız size huzur verecektir.

Batı toplumlarında 20. yüzyılın 2. çeyreğinden sonra başlayan geleneksel toplumsal yapıdaki değişim, 1990’lı yıllardan itibaren Türk toplumunda da etkisini hızla göstermeye başlamıştır. Özellikle son 10 – 15 yılda görülen hızlı değişim, geleneksel toplumsal yapımızdaki temel karakterler olan; büyükbaba ve büyükanne, anne ve baba ile çocukların tipik statü ve rollerini hızla değiştirmeye devam etmektedir.

Kadının çalışma hayatına hızla girişi, annelik rolünü değiştirmemesine rağmen, kadının ve annenin algılanışını değiştirmiştir.

Çalışmaya başlayan kadın, annelik statüsü ve rolünün dışında kadın olarak yer edinmeye başlamış ve kadın statüsünün ataerkil bir toplumda önem kazanmasına yol açmıştır. Koruyucu yasal düzenlemeler yanında, kazanılan ekonomik özgürlüğün başını çektiği bu değişim beraberinde elbette sosyal ve ekonomik tüm alanlarda eşitlik, iş paylaşımı, güç ve sosyal statü kazandırmıştır. Bu kazanımların bir sonucu olarak da anne olmanın dışında; bir kadın, bir ticaret erbabı, bir politikacı, bir sanatçı, bir aile reisi, bir yönetici, statüsü yüksek bir meslek mensubu, bir bilim kadını, vs. meydana getirmiş ve bunların nitelik ve niceliği de gün geçtikçe kadınlar lehinde artış göstermektedir.

Bu tür değişimler; hem kadının kendine, hem de erkeğin kadına olan bakışını değiştirmiştir. Kadın açısından daha önce kendine yakıştıramadığı, uygun görmediği veya başaramayacağını düşündüğü bir tarz ve stil oluşturması kendini dahi şaşırtmış, belki de bulunduğu noktada bir şaşkınlık yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir. Erkek açısından; evinin içinde sürekli görmeye alıştığı, iş olarak annelik dışında farklı bir rolün biçilmediği, her zaman yumuşak, nazik, şefkatli, masum ve bunlarla sıklıkla bağdaştırıldığı gibi zayıf ve güçsüz kadın artık yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Bunun yerine anne olabildiği gibi, bir iş kadını da olabilen; şefkati, merhameti ve zerafeti yanında hırs, ciddiyet, disiplin ve acımasız rekabet gücüne de sahip olabilen bir kadın görmektedir. Gittikçe zorlaşan iş yaşamında hemcinsleri dışında ikinci bir güçlü rakip grubu oluşmakta, daha önceleri tek başına sahip olduğu gücünü paylaşmak ve ortak anlaşma noktaları bulmak zorunda kalmakta, zaman zaman da bu güç karşısında uyma davranışı göstermektedir.

Her alanda olduğu gibi kazanılan hakların da elbette bir sorumluluğu da oluşmuştur. Bu sorumluluk veya tabiri caizse bedel, hem değişime karşı diğer aktör olan erkeğin bir direnişi; hem de kadının değişen şartlara karşı kendini tam adapte edememesinden kaynaklanan bir uyum sorunu gibi görünmektedir. Adı ne konulursa konulsun, bu sonuç her iki aktörün de hayatını çok da olumlu yönde etkilememektedir. Hayatın ana faktörleri olarak kadın ve erkek, birbirlerine karşı olan davranış tarz ve şekilleri konusunda ortak bir yol oluşturamamış, paylaşımın oran ve şartlarını belirleyememiş; kısaca hayatın sorumluluğunu paylaşma açısından karşılıklı destek son derece azalmıştır. Böylece ortaya tipik bir güven sorunu ve buna bağlı psikososyal patolojik sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

İkili ilişkiler de elbette bu tablodan nasibini alacaktır. Kadınlar ve erkekler birbirlerine kuşku ile yaklaşmakta, artan beklentileri karşılıklı olarak karşılayabilecek paylaşımı sağlayamamakta, birlikte yaşama ilişkin asgari standartları oluşturamamakta, elmanın iki yarısı olması gereken taraflar; iki farklı kutup olarak birbirine yaklaşamamaktadır.

Evlilik oranlarındaki düşüş, azalan doğurganlık sayısı, ayrılma sayılarındaki dramatik yükseliş ve en önemlisi de paylaşılan ortak değerlerimizdeki kayıp, bize beraber yaşayamadığımızın kanıtı gibi görünüyor. Özellikle parçalanmış aileler ve onların kader kurbanı sorunlu çocukları, geleceğimizi tehdit eden büyük tehlikelerden biri olarak karşımızda duruyor. Bunlara ek olarak; yalnız yaşayan bireylerdeki artış, bireyselleşme ve içe dönüşün yoğunlaşması, sosyalleşmesi ile insani kimliği belirlenmiş insanın tekrar asosyal bir tarza bürünmeye başlaması ve mutsuz kalabalıklar.

Peki bize vaat edilen 21. yüzyılın getireceği nimetler neler ve onlara ne zaman ulaşacağız? Eğer ulaşırsak, daha mutlu bir hayata kavuşacağımızı kim garanti edebilir, mutsuz ilişkilerle…

Dr. Ahmet Türker (Klinik Psikolog)

Karar verirken hepimiz farklı şekilde düşünüyor ve aksiyona geçiyoruz. Kimimiz iyice araştırıp artı eksileriyle değerlendiriyor kimimiz kararımızın sonucunda ortaya çıkabilecek korku, üzüntü, heyecan gibi duyguları göz önünde bulunduruyor. Kimimiz de kararı hislerimize bırakıp sezgilerine güveniyor. Bunun asıl sebebi hepimizde farklı zeka türlerinin baskın olması. 4 zeka tipi nedir ve en doğru kararı vermemiz için bu zeka tiplerini nasıl kullanmamız gerekiyor?

Hangi zeka tipi sizi daha iyi tanımlıyor?

Hepimizde en az 4 tip zeka bulunuyor: Zihinsel, sezgisel, duygusal ve somatik. Bazı zeka tiplerini daha fazla bazılarını ise daha az geliştiriyoruz. Bu zeka tiplerinin özelliklerini, sizde hangisinin daha baskın olduğunu, hangilerininse geliştirmeye daha açık olduğunu anlamanız için kendinize sormanız gereken sorulara bakalım!

1. Zihinsel zeka tipi

Zihinsel zeka, olayların artılarını ve eksilerini tartmanıza, riski değerlendirmenize ve bilime bağlı kalmanıza yardımcı olabilir. Karar vermek için nesnel verilere güvenmek önemli olsa da zihinsel zekanın da sınırlamaları vardır.

  • İyi bir düşünür müyüm?
  • Benim için en rahatı olgusal bilgilere dayalı karar vermek mi?
  • Bilime güveniyor muyum?
  • Meraklı mıyım ve çevremdeki şeyleri zihinsel olarak işleme eğilimim var mı?
  • Mantığımla açıklayamayacağım olaylara şüpheyle mi yaklaşıyorum?
  • Gerçekler, propagandalar ve manipülasyonlar arasında ayrım yapabiliyor muyum?
  • Düşüncelerimde boğuluyor muyum?

2. Sezgisel zeka tipi

Sezgisel veya 6. hissi kuvvetli dediğimiz kişiler genellikle daha gelişmiş bir sezgisel zekaya sahip kişilerdir. Bu tip bir zeka; içgüdüler, önseziler ve gerçeği öngören rüyalar ile ortaya çıkabilir. Gelişmiş sezgisel zekaya sahip olanlar, “evet” ve “hayır” sorularıyla sezgisel olarak bir cevap alırlar ve bu cevapları nötr, yani duyguların manipülasyonundan bağımsız olarak tanımlarlar.

  • Bazen bazı bilgi veya cevaplar kendiliğinden zihnime geliyor mu?
  • Bir şeyleri düşünmek ile sezmek arasında ayrım yapabiliyor muyum?
  • Çevremdekilerden ne kadar sezgisel olduğuma dair yorumlar alıyor muyum?
  • Rasyonel olarak bilemeyeceğim şeyleri bilip bunların daha sonra doğrulandığı oldu mu?
  • Geleceği öngören rüyalar görüyor muyum?
  • Başkalarının görüp duyup hissedemediği boyutlara eriştiğim oldu mu?

3. Duygusal zeka tipi

“Yapacağınız en uzun yolculuk zihninizden kalbinize olandır.” derler. Duyguları egonun geçici hevesleri olarak değil de karmaşık dünyayı deneyimlemenizde bir rehber olarak algılarsanız, her duygunun bir hediye olduğunu anlarsınız. Duyguları olumlu veya olumsuz olarak etiketlemeden sadece onları hissetmeye odaklanırsanız, rahatsız edici gibi görünen duyguların bile bir sebebi olduğunu anlarsınız.

  • Kendi duygularımı ve başkalarının duygularını doğru biçimde okuyabiliyor muyum?
  • Kendi duygularımla başkalarının duyguları arasında sınır oluşturabiliyor muyum?
  • Duygularımı bastırmaktan ya da sonuna kadar yaşamaktan kaçınabiliyor muyum?
  • Duygularımı doğru yorumlayıp bana ne yapmam konusunda bir rehber olduğunu düşünüyor muyum?
  • Karşımdakilerin duygularını hem empati kurarak anlayıp hem de bu duygular beni ele geçirmeden devam edebiliyor muyum?
  • Hem kendi acımı hem başkalarının acısını önemseyip hafifletmek için motive hissediyor muyum?

4. Somatik zeka tipi

Somatik zekası gelişmiş olanlar beden odaklıdır ve bedenleri bir pusula görevi görerek onları yönlendirir. Bu kişiler genellikle içgüdülerine güvenme eğilimindedirler ve bedenlerini dinleyip onlara yol göstermesine izin verirler.

  • Fiziksel duyumlarımın farkında mıyım?
  • İçgüdülerimle uyum içinde miyim?
  • Kendimi bu dünyaya köklenmiş hissediyor muyum?
  • Bedenimin yolladığı küçük sinyalleri zamanla büyük sinyallere dönüşmeden fark edebiliyor muyum?
  • Bedenimi dinleyip, sorular sorup cevapları kendimden emin bir şekilde yorumlayabiliyor muyum?
  • Bedenimin fiziksel sınırlarını kendimi sakatlama noktasına getirmeden önce fark edebiliyor muyum?

Doğru karar vermek için zeka tiplerini nasıl kullanmalıyız?

Karar vermeye çalışırken zeka tipleriniz birbiriyle çakışabilir. Sezgisel zekanız başka bir şey söylerken zihinsel zekanız buna karşı çıkabilir. Bu durumda bütün bu zekaları bütünleştirmek için 4 farklı enstrümanı uyum içerisinde idare eden bir orkestra şefi yetiştirmeniz gerekir. Dengesiz bir ruh, parçalanma eğilimindedir ve bu noktada bir zeka diğerine üstün gelebilir. Böyle bir durumda karar verirken psikolojik olarak dengesiz hissedebilirsiniz. Ancak hiçbirini es geçmeden bütün zekalarımızdan bilgi toplayabildiğimizde sağlıklı kararlar verebiliriz. En akıllıca kararlar bütün zeka tiplerinden faydalanarak aldığımız kararlardır. Şimdi bir karar vermeniz gerektiğini düşünerek küçük bir deneme yapalım. Sezgileriniz size bir şey söylüyor mu diye kontrol edin. Bu sezgi ile ilgili bir duygunuzun olup olmadığını fark edin. Bu bedeninizi nasıl hissettiriyor? Peki ya zihniniz buna ne diyor?

Bütün zeka tiplerini bütünleştirmek ve karar verirken hepsinden yararlanmak konusunda kendinizi eğitmeniz biraz zaman alabilir. Meditasyon yaparak zaman içinde karar verirken hangi zeka tipinizin diğerine baskın geldiğini, hangi zeka tipini es geçtiğinizi daha net görebilirsiniz. Düşünme biçiminizin farkına vardığınızda hangi zeka tipinizin daha gelişmiş, hangisinin geliştirilmeye açık olduğunu daha çabuk fark edeceksiniz. O zamana kadar zor zamanlarda akıllıca karar vermek için bunları aklınızda bulundurun:

  • Her zaman yeni fikirlere açık olun ama mantığınızın sınırlarını zorlayacak kadar değil.
  • Hislerinize güvenin fakat bilimi ve mantıklı düşünmeyi de unutmayın.
  • Umutlu ve realistik olun.
  • Kalbinizi takip edin ama aklınızı da kullanın.
  • Düşünceleriniz gerçeği etkiler ama kontrol edemez.

BAHAR BUZACIOĞLU

Daha önce hiç kendinizi kaçmak, bağırmak, konuşmak, harekete geçmek isteyip hiçbirini yapamaz halde buldunuz mu? Adeta olduğumuz yere çakılıp kalmışız gibi hissettiren bu sıkışmışlık hissi biz insanların strese karşı verdiği tepkilerden üçüncüsü yani donma tepkisi yüzünden yaşanıyor.

Modern yaşamın gereklilikleri yüzünden birçoğumuz strese karşı donma tepkisi veriyoruz. Kronikleştiği zaman bizi kendimiz için doğru olanı yapmaktan, stres döngülerimizi kapatmaktan alıkoyabilen donma tepkisi nedir, neden oluşur ve nasıl sona erdirilebilir?

Bedenimiz güvende olmadığını hissederse, beynimizin hayatta kalmaktan sorumlu bölümü aktive oluyor. Limbik sistem denilen bu bölüm hafızamızı ve duygusal regülasyonumuzu kontrol ediyor. Bu nedenle stresli bir durumda hem geçmiş deneyimlerimizden faydalanabiliyor hem de duygusal olarak bir tepki oluşturabiliyoruz. Limbik sistem uyarıldıktan sonra adrenal bezleri de kortizol ve adrenalin hormonlarını salgılamaya başlıyor. Bu hormonal değişim sinir sistemimizin “dinlen-sindir” hali yani parasempatik moddan kaç-savaş-don-uyumlan tepkilerinin verildiği sempatik moda geçmesine neden oluyor.

Antik çağlarda insanlığın hayatta kalabilmesi için evrimsel olarak geliştirdiği savaş veya kaç tepkileri günümüzde hala içimizde bulunuyor. Nitekim artık modern yaşam stresli durumlar karşısında ne savaşmayı ne de kaçmayı sosyal olarak kabul edilebilir bir cevap olarak bulmuyor. Zaten karşılaştığımız stres kaynakları da pek savaşarak veya kaçarak aşabileceğimiz durumlar olmuyor. İkili ilişkiler, maddi durum, gelecek kaygısı, siyasi gelişmeler gibi yumruklarımızla içinden çıkamayacağımız durumlar, bizi kronik olarak stres hissettiğimiz ve içinden bir türlü çıkamadığımız döngülere sokuyor. Mikro stres faktörleri olarak da adlandırılan bu tip düşük şiddetli ve soyut kaynaklar, limbik ve sinir sistemimizin fazla uyarılmasına hatta kronik olarak tetikte kalmasına neden oluyor. Zaman içinde sinir sistemi disregüle olmaya başlıyor ve kendimizi duygu ve düşüncelerimizin hatta bedenimizin kontrolünde olmadığımız, bütünsel sağlığımızı aşağıya çeken bir durum içerisinde buluyoruz.

4 tip travma yanıtı: Savaş, kaç, don ve uyumlan

Travmalar geniş bir spektrumda oturuyor. İlk akla gelen savaş, ölüm gibi büyük olaylar da travma yaratabildiği gibi gündelik yaşamımızı dolduran mikro stres kaynakları da kronikleştiğinde benzer bir etkiye sebep olabiliyor. Bilincimizle her ne kadar göz ardı etsek veya önemsizleştirsek de bedenimiz tüm streslere -küçük büyük ayırmaksızın- benzer tepki gösteriyor. Bu nedenle her gün trafik stresi çekmekten kötü bir ayrılık yaşamaya kadar birçok stresli durum -eğer çözüme kavuşturulamazsa- bedeni kronik bir travma yanıtı içine hapsedebiliyor.

Travma yanıtları modern yaşama geçtiğimizde dört farklı şekilde görülüyor: Savaş, kaç, don ve uyumlan. Savaşma tepkisi kendini fiziksel kavgalarla, bağırmayla, ağlamayla, karşı tarafa bir şeyler fırlatmayla, yumrukları veya dişleri sıkmayla gösteriyor. Kaçmaksa stresli durumu çözmek yerine iletişimi kesmekle, görmezden gelmekle veya fiziksel olarak içinde olunan durumu terk etmekle yaşanıyor. Pek fazla kişi tarafından bilinmeyen uyumlanma ise stresli durumları ilk önce başkalarını memnun etmeye, kendinden çok karşı tarafın bedensel ve ruhsal durumu ile ilgilenmeyle karakterize oluyor. Peki stresli bir durum karşısında başımıza gelmesinden çok korktuğumuz -nitekim çokça da deneyimlediğimiz- don tepkisi nasıl yaşanıyor?

Don tepkisi nedir?

Don tepkisi diğer yanıtlar gibi fazla uyarılmış bir sinir sisteminden kaynaklanıyor. Nitekim diğer cevaplar gibi bir aksiyona geçme dürtüsü oluşturmayan bu cevap, tam aksine kişinin fiziksel hareketlerinin sınırlandığı, zihninse dissosiyasyon haline geçtiği hali yaratıyor. Zihin stresli durumundan uzaklaşıp başka yerlere dalarken, duygular gittikçe uyuşmaya başlıyor, bedense hareket etmekte çok zorlanıyor. Adeta stresli durum yaşanmıyormuşçasına bir uzaklaşma anı yaratan don tepkisi sinir sisteminin maksimum uyarılma noktasına eriştikten sonra nörolojik olarak kapanması sonucu yaşanıyor. Polyvagal teoriye göre donma cevabı parasempatik sinir sisteminin en temel siniri olan vagusun eski nörolojik yollarının uyarılması ile ortaya çıkıyor ve bu nedenle strese karşı verdiğimiz en ilkel tepkiyi oluşturuyor.

Donma tepkisi belirtileri

Donma cevabı hayvanlar aleminde saldırıya uğradıklarında ölü taklidi yapan hayvanlarda görülüyor. Bizlerde ise donma tepkisi kendini şu şekilde gösteriyor:

  • Bedenin belirli bölgelerinde yaşanan gerilme, tutulma, sertlik.
  • Üşüme.
  • Uyuşukluk.
  • Solgun yüz.
  • El ve kollarda ağırlık.
  • Stabil kalan veya yavaşlayan kalp atışı.
  • Nefes hızının yavaşlaması ve yüzeyselleşmesi.
  • Nefesin tutulması.
  • Aniden korkuya kapılma.
  • Ne diyeceğini bilememe.
  • Anda kalmada zorlanma.
  • Odaklanma problemleri.
  • Fazla uyku hali.
  • Duygusal olarak uyuşma.
  • Dissosiyasyon.

Don tepkisi özellikle çocukluk yıllarında birincil bakım verenleri tarafından sıkça stresli durumlara sokulmuş kişilerde görülebiliyor. Çocuklar savaşmak veya kaçmak için yeterli bir kaynağa veya güce sahip olmamaları nedeniyle genellikle stresli durumlar karşısında don tepkisi veriyor. Travma sonucu da yetişkinlik yıllarında kişi her tür strese donarak cevap vermeye başlayabiliyor.

Don tepkisi nasıl çözülür?

Amacı bizi hayatta tutmak olan don tepkisi -doğru anda uyarıldığında- harekete geçmeden önce durumu tam olarak anlama ve düşünme şansı tanıyor. Öte yandan birçoğumuz donma anını bu şekilde değerlendirmekte ve bu hali sona erdirip harekete geçmekte zorlanıyoruz. Evrimsel olarak diğer iki halden; savaş veya kaçtan çıkabilmeyi çok daha iyi becerebilsek de donma halinden çıkmak yani parasempatik hale geri dönmek neredeyse kimseye “kendiliğinden” gelmiyor.

Bu nedenle bedenimizi yeniden iç dengesine döndürmek için bizim bilinçli olarak donma halini sona erdirmemiz gerekebiliyor. Aşağıdaki pratikler yeniden kendimizle temasa geçmemizde bize yardımcı oluyor.

1. Nefes teknikleri

Nefes teknikleri bedenimizin kontrolünü yeniden elimize almamızda çok etkili olabiliyor. Tüm sinir sistemi üzerinde dönüştürücü bir etkisi olan nefes, sinir sisteminin sempatik moddan parasempatiğe geçmesine de yardımcı oluyor. Böylelikle açık kalan stres döngüleri sona erebiliyor. Nefes pratikleri arasında strese karşı en etkili olan yöntemse döngüsel iç çekme olarak biliniyor. Pratik iki kez burundan kısa kısa nefes alıp ağızdan uzun ve yaygın bir şekilde vermekten oluşuyor.

2. Topraklanma

Kendinden uzaklaşan zihni yeniden bedenine çekmenin bir yolu da topraklanmadan geçiyor. Topraklanmanın temelinde yeniden çevremizle ve kendimizle iletişime geçme yatıyor. Örneğin yeniden ana dönebilmek için içimizden bir renk belirleyip çevremizde o rengi aramaya çalışmak; koku, tat gibi duyularımıza odaklanmak; yakınımızdaki bir objeyi sıkı sıkı tutmak; üzerimize veya ayaklarımıza ağırlık koymak; çıplak ayaklarımızı yere veya toprağa basmak; uzuvlarımızı bilinçli şekilde kasıp bırakmak dengelenmemize yardımcı oluyor.

3. Zihinsel egzersizler

Şimdiki andan hatta bazen gerçeklikten kopabilen zihni dengelemek içinse mental egzersizler kullanılabiliyor. Akıldan hesaplama yapmak, alfabeyi okumak, ezbere şarkı, şiir okumak, “Güvendesin.” cümlesi gibi olumlamalar veya mantralar söylemek şimdiki ana geri dönmeyi kolaylaştırabiliyor.

4. Bağ kurma

İnsanların sosyal varlıklar olmalarının bir nedeni de birbirlerine bakarak stres döngülerini sona erdirebilme yeteneklerinden kaynaklanıyor. Grup içinde yaşayan insanlar stres öncesi ve sonrasında birbirlerinin nasıl tepki verdiklerine bakarak kendi duygusal durumlarını da düzenleyebiliyor. Bu durum her stres yanıtı için geçerli oluyor. Donma tepkisini sona erdirmek için de anlamlı sosyal ilişkileri arttırmak, iletişimi kuvvetlendirmek, fiziksel temasa geçmek sinir sisteminin dengeye dönmesine yardımcı oluyor.

5. Profesyonel destek

Donma tepkisi, kimi zaman çözümlenmemiş bir travma nedeniyle kişinin yaşamında bir değişmez haline gelebiliyor. Doğru desteği alamadığında ise anksiyete bozukluğuna, dissosiyasyona, travma sonrası stres bozukluğuna neden olabiliyor. Kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilen bu kronik donma halinin sona erdirilebilmesi için profesyonel bir destek alınması öneriliyor.

BURCU ERBAŞ

Yıllık performans görüşmeniz sırasında sizin için söylenen onca güzel geri dönüş arasında bir tane olumsuz özelliğinizin üzerine gidilmesi gerektiğini duydunuz. Bu toplantıdan sonra aklınızda ne kalacak? Tabii ki de duyduğunuz tek bir olumsuz cümle. Peki neden? Neden ne kadar çok güzel cümle duysak, iltifat alsak, yaşamımızda pozitif gelişmeler yaşasak dahi hep aklımızda yıllar önce eski sevgilimizden duyduğumuz kalp kıran bir cümle, yolunda gitmeyen küçük bir pürüz veya okuduğumuz kötü bir gelişme kalıyor?

Olumsuz düşünme yanlılığı yüzünden. Maalesef zihnimiz iyiden çok kötüyü düşünmeye yatkın şekilde evrilmiş. Peki olumsuzluklara karşı olan bu yatkınlığımız -özellikle sürekli negatif haber akışı ile karşılaştığımız günümüz dünyasında- üzerimizde ne gibi etkiler bırakıyor ve nasıl sonuçlar doğuruyor?

Olumsuz düşünme yanlılığı nedir?

Her durumda en kötüyü görmek, her işin kötü sonuçlanacağını düşünmek olumsuz bir düşünce yapısını işaret ediyor. Olumsuz düşünme yanlılığı ise negatif sonuçları düşünmenin ötesinde insanların bu tür düşünceler üzerinde daha fazla durma, oyalanma ve üstüne gitme eğilimini ifade ediyor. Pozitif-negatif asimetrisi olarak da bilinen bu fenomende hepimiz negatif sonuçların ağırlığını, pozitif sonuçların mutluluğundan daha çok ve şiddetli hissediyoruz. Aksiyonlarımızı da pozitif teşviklerden çok negatif yaptırımların korkusu ile şekillendiriyoruz.

Kendinizden düşünün, hangi anılarınızı daha net ve canlı hatırlıyorsunuz; iyileri mi kötüleri mi? Bir kişiden duyduğunuz iltifatlar mı daha çok aklınızda kalıyor yoksa hakaretler ve can acıtıcı sözler mi? Arkadaşınızdan duyacağınız olumsuz bir yorum güzel başlayan gününüzün bir anda kötüleşmesine, modunuzun gün boyu düşük kalmasına neden olabiliyor mu? Hangisi bir işi tamamlamanız için sizi daha çok motive eder; 100 bin TL para cezası almamak mı yoksa 100 bin TL’lik bir ödül mü? Neredeyse hepimiz bu sorularda olumsuz olan seçeneği tercih ediyoruz.

Olumsuz düşünme yanlılığı bizi nasıl etkiliyor?

  • Olumsuz deneyimleri güzel anılara göre daha iyi hatırlıyoruz.
  • Aklımızda iltifatlardan çok kalp kırıcı sözler kalıyor.
  • Pozitif uyarana oranla negatif tetikleyicilere daha büyük bir tepki gösteriyoruz.
  • Fazla düşünme eğilimimiz pozitiften çok negatif yöne kayıyor.
  • Negatif olaylara olduğundan fazla ehemmiyet verebilirken pozitif gelişmeleri küçümseyebiliyoruz.
  • Pozitif durumlara nasıl eriştiğimizden çok negatif durumların içine nasıl düştüğümüzden ders çıkarıyoruz.
  • Kararlarımızı pozitif bilgi akışındansa negatif bilgi akışına bakarak yapıyoruz.
  • Kötü bir sonuç karşısında birbirimize suç atma yönelimimiz, pozitif bir sonuç elde edildiğinde başarıyı paylaşma isteğimizden çok daha güçlü yaşanıyor.

Olumsuzluklara daha sıkıca tutunma eğilimimiz, geçmişte yaşadığımız travmaların hala hayatımızı nasıl bu kadar etkileyebildiğine dair de bir açıklama veriyor.

Negatif haber akışı olumsuz düşünme yanlılığını nasıl besliyor?

Olumsuz düşünme yanlılığı günümüzün her anını etkilediği gibi haber alma ve işleme becerimizi de değiştirebiliyor. Negatif gelişmelere daha çok dikkat eden ve aldığı bilgilerle harekete geçmeye çok daha açık olan zihnimiz, günümüzün habercilik anlayışı altında manipüle edilebiliyor.

Özellikle Facebook gibi sosyal medya platformları sayesinde inanılmaz hızlı haber paylaşılabiliyor ve bilgi kısa sürede çok insana ulaşabiliyor. Bu durum eğer haber doğru, nitelikli ve bir amaca hizmet ediyorsa büyük bir avantaj sağlayabiliyor. Öte yandan haber yanlış ve manipülatif ise büyük krizlere hatta iç güvenlik sorunlarına bile yol açabiliyor. Bu nedenle yanlış haberin yayılmaması günümüzün en önem taşıyan konularından birisi haline dönüştü.

Olumsuz düşünme yanlılığının bu konu ile ilgisi ise negatif olaylara karşı içgüdüsel bağımlılığımızdan kaynaklanıyor. Negatif bilgileri baz alarak karar vermeye yatkın olduğumuz gibi okuduğumuz bir haber olumsuz bir bilgi aktarıyorsa bu bilginin doğruluğuna daha çok güveniyoruz. Yani bir haber -doğruluğu fark etmeksizin- ne denli olumsuzsa toplumda o denli güvenilir bir imaj çiziyor. Bu yanlılığımızın farkında olan medya kuruluşları da haber akışını olumsuzluklar üzerinden şekillendiriyor. Bir araştırmaya göre aralarında ABD’nin ve İtalya’nın olduğu 4 ülkede haberlerin sadece yüzde 6’sı olumlu gelişmelerden bahsederken geri kalanı sadece negatif söylemler içeriyor.

Bu durumun bir benzeri politikanın içerisinde, siyasi figürlerin söylemleri için de yaşanıyor. Siyasi figürler ne kadar olumsuzluklar üzerinden bir kampanya yürütür, düşmanlaştırıcı cümleler, negatif söylemler sarf ederlerse o denli geniş bir fan kitlesi kazanıyor ve halk tarafından güvenilir bulunuyorlar.

Olumsuz düşünme yanlılığı nasıl bırakılabilir?

Olumsuz düşünme yanlılığı karar almamızı, siyasi görüşümüzü, aksiyonlarımızı, önyargılarımızı, nasıl ilişkiler kurduğumuzu etkileyebiliyor. İkili ilişkilerde hep en kötüsünü ummak güvensizliğe ve ilişki problemlerine yol açabiliyor, her şey iyi giderken bile zihnimizin sorun bulmak için uğraşması pireyi deveye çevirmemize neden olabiliyor. Karar alırkense olumsuz düşünme yanlılığımız yanlış haberlere inanmamıza yol açabiliyor, doğru kararlar vermemizin önünde durabiliyor, önyargılarımızı kuvvetlendirebiliyor, umudumuzu kırabiliyor ve yaşamdan aldığımız genel tatmin ve mutluluğu düşürebiliyor.

Peki zihnimizin tüm bu eğilimine karşı olumsuz düşünme yanlılığı nasıl bırakılabilir? Aşağıdaki adımlar zihnimizi negatif bir bakış açısından pozitife çekmemizde bize yardımcı olabilir.

  • Zihnimizin negatif düşüncelere saplandığını fark edip odağımızı kontrolünü hala elimizde tuttuğumuz durumlara; şimdiki ana veya pozitif bir geleceğin üzerine çekmek.
  • Olumsuzluklara odaklanan eleştirel iç sesimizi konuşmaya başladığı an fark edip susturmaya çalışmak.
  • Başkalarına anı ve deneyimlerimizi anlatırken nasıl bir dil kullandığımıza odaklanıp bilinçli şekilde olumsuz yanlarındansa pozitif yönlerini vurgulamaya çalışmak.
  • Negatif düşüncelere saplandığımızda kendimizi fiziksel olarak o yerden çekip çıkarmak için yürüyüşe çıkmak, yüksek tempolu müzik dinlemek, gülmek.
  • Her zaman zihnimizin kötü deneyimleri daha çok hatırlamaya meyilli olduğunu bilerek güzel anlarımızı daha büyük bir bilinçle, anda kalarak yaşamaya çalışmak.
  • Haber akışında olumsuz bilgilere güvenmeye daha yatkın olduğumuzu bilerek bu gibi haberlerin doğruluğunu kontrol ederek harekete geçmek.
  • Siyasi görüşümüzü oluştururken olumsuzluklara hitaben oluşturulmuş söylem ve politikaların manipülatif olabileceğinin farkında olmak.
  • Hayatın negatifliklerden ibaret olmadığını ve pozitif bir tutumun her insan için her daim daha faydalı olacağını bilmek.

BURCU ERBAŞ

Yaşamın farklı nedenlerle sizi zorladığını hissediyor ve bu durumun sizi rahatsız ettiğini düşünüyorsanız, onu iyileştirmek için bazı yöntemleri deneme zamanınız gelmiş olabilir. Küçük değişikliklerle beklemediğiniz bir ilerleme sağlayabilir ve yaşamınızı anlamlı hale getirebilirsiniz. Güne başlarken zorlanıyor, bazı işleri sürekli erteliyor veya geç yattığınız için kendinizi hep yorgun hissediyor olabilirsiniz. Uzmanlar farklı bir bakış açısıyla yaptığınız ufak değişikliklerin yaşamınızı iyileştireceğini söylüyor. İşte uzmanlardan hayatınızı iyileştirmenin 5 pratik ve etkili yolu!

1. Kaliteli uyku yaşamdaki her şeyi etkiliyor

Tüm vücut için temel onarıcı işlevlere sahip olan uyku, Dünya Kardiyoloji Kongresi’nde açıklanan araştırma sonuçlarına göre yeterli, yüksek kaliteli alındığı takdirde genel esenlik ve uzun ömürlülük üzerinde olumlu bir etki gösteriyor. Uykunun yaşamımızın üçte birini geçirdiğimiz bir yaşam periyodu olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Atilla Kara, sağlıklı bir vücut için düzenli ve kaliteli uykunun önemli olduğunu belirtiyor ve tavsiyelerini şöyle sıralıyor: “Uyku saatinizi düzenleyin. Sağlıklı bir uyku düzeni için, belirli bir uyku rutini oluşturmanız gerekiyor. Yani vücudun biyolojik saatine göre; belirli bir saatte yatıp, mümkünse erken bir saatte kalkılmalıdır. Uyku sağlığını bozan yiyecek – içeceklerden uzak durmak ve yeme düzenine dikkat etmek önemlidir. Yatak odasının mümkün olduğu kadar karanlık, sessiz ve havalandırılmış olması gerekir. Yatak odasında televizyon bulundurulmamalı ve cep telefonu kullanılmamalı. Ayrıca yatakta çok vakit geçirmemek gerekiyor. Eğer uyuyamadıysanız, kitap okumak, rahatlatıcı bir şeyler içmek ve tekrar yatağa dönmek, uyku sağlığını olumlu yönde etkileyecektir. Gündüz yaptığınız egzersiz gece rahat uyumanızı sağlayacaktır; fakat uykuya iki saat kala yapılan egzersiz, metabolizma hala hızlı olduğundan uykusuzluğa neden olacaktır.”

2. Planlama yaparak yaşamınızı kolaylaştırın

Hayatınızda yer alan her “yapmanız gerekenler”i, bir listede sıralı olarak gördüğünüzde planlama sayesinde yaşamınızın kolaylaştığını görebilirsiniz. Bu listeyi ister fiziksel bir not defterine ister bir mobil uygulama üzerinden takip ettiğinizde emin olun yaptığınız işlerin üzerine bir tik attığınızda kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz. Eğer yoğun bir temponuz varsa, bu liste sayesinde daha programlı ve verimli çalışabilirsiniz. Bireysel ve Kurumsal Gelişim Danışmanı Selin Akçadurak Günsev, günü verimli kullanmanın altın kuralının planlama yapmanın önemine dikkat çekiyor ama biraz daha kişiselleştirerek plan yapmanın artık daha işlevsel olduğunu söylüyor. “Yapılacaklar listesi yapmak günümüzü kolaylaştırmıyor, çoğu zaman listenin uzunluğu üzerimizde baskı yaratabiliyor. Değişen günlük rutinlerimiz ve beklentilerimiz ile birlikte planlama şeklimizi de kendi konu başlıklarınıza göre uyarlayabilirsiniz. İş yerinde yapacaklarınız, ev işleri, izleyeceklerim, okuyacaklarım vs. gibi kişiselleştirilmiş listeler sizin işinizi daha kolaylaştıracaktır.”

3. Finans yaşamınızda denge kurun

Ekonomik dalgalanmalar finansal durumunuz konusunda sizi huzursuz ediyor olabilir. Bu konuları düşünmek de başlı başına bir stres sebebi. Fakat paranızı her şartta iyi yönetmeyi öğrenirseniz, kaygılarınızdan da önemli ölçüde arınırsınız. “Parasını yöneten hayatını yönetir” diyen Finansal Okuryazarlık Girişimcisi ve Kişisel Para Danışmanı Özlem Denizmen, hayatı iyileştirmek için bazı finansal alışkanlıklar kazanmanın önemine dikkat çekiyor. Denizmen, bu alışkanlıkları şöyle sıralıyor. “Kısa, orta ve uzun vadede finansal hedefleriniz olsun. Tüm harcamalarınızı yazmanız “Bu para nereye gidiyor bilmiyorum.” demenizi engeller. Nerelerden kısabileceğinizi açıkça görürsünüz. Kredi kartı ekstrenize baktığınız zaman neyi ne için harcadığınızın farkında mısınız? İstek mi, ihtiyaç mı? Enflasyona karşı korunaklı mı? Harcama alışkanlıklarınızı düzenli olarak takip edin. Özellikle çocuk sahibi ve/veya ev kredisi ödeyenler mutlaka kenarda harcamalarına yetecek kadar (likit bir yatırımda çünkü enflasyon var) nakit bulundurmalı.”

4. Toplumda huzur, nezakette gizli

En son ne zaman yanınızdan geçen herhangi birine günaydın dediniz ya da gülümsediniz? Sıradan şeyleri unuttuğumuz bugünlerde nezaketi yeniden hatırlamanın vakti belki de. Yaşadığımızı hissetmenin en güçlü yolu iletişim kurmak. Komşumuzla, esnafla, toplu taşımada yanımızda oturanla veya bir güvenlik görevlisiyle… Bir iyiliğin veya nazik bir hareketin karşısında gülümsemek, teşekkür etmek son derece basit ama bir o kadar da insana yaşadığını hissettiren hareketler. Marka İletişim Danışmanı ve Etiquette Eğitmeni Sibel Savacı, nezaketin tanımını şöyle yapıyor: “Toplu yaşamda yerine göre, iyi ve çözüm odaklı iletişim, ortak yaşam içinde düşünceli, saygılı, hoşgörü ve empati kurabilmeyi içeren geleneksel “sosyal davranış kuralları”dır ve hepsi bir bütündür. Sosyal davranış kuralları toplumun sadece elit veya belli bir kesimine ait değildir.” Birlikte bir ortam paylaşıyorsak, bunun belli başlı kuralları olmak zorunda diyen Savacı şöyle devam ediyor: “Tabiat kurallarının, fizik ve kimya kurallarının olduğu gibi…  Hayvanlar aleminin bile kendine özgü kuralları var. Örneğin; insanlarda olduğu gibi, üstün, yaşlılığın, dişinin ve hamileliğin önceliği vardır. Toplumda huzur, ahenk saygılı ve düşünceli bireyler ile gelir.”

5. Arkadaşlarınızı iyi seçin, aklınıza geldiğinde arayın

Arkadaşlıklar, kıymetlidir ama gerçek, samimi olduğunda… Bir arkadaşınız aklınıza geldiğinde onunla iletişime geçmek arkadaşlık ilişkinizi güçlendirir. Öğretim görevlisi, eğitim tasarımcısı Ayça Karaman, arkadaş seçerken dikkat edilmesi gerekenleri şöyle anlatıyor: “İçinizde neşe uyandıran insanları seçin. İletişim kurarken kendinize odaklanmak yerine karşınızdaki insanın duygularına odaklanın. Her gün birilerini mutlu edin. Zaten siz bu kadar pozitif olunca insanlar da sizinle vakit geçirmek isteyecekler ve yeni arkadaşlıklar başlayacak. Bir de şunu hatırlayın. Hayatınız çevrenizdeki en yakın beş kişinin ortalamasıdır. Bu yüzden de çok arkadaşınız olsa bile en yakın beşliyi seçin ve o beşli ile ilişkiyi dengeli götürün. Herkesle aynı samimiyet seviyesinde olmak gibi bir yanılgıya kapılmayın. Her ilişkide her denge hep %50-%50 olmaz ama genel ortalamada bir eşitlik sağladığınızdan emin olun. İnsanlar arkadaşlık konusunda beklentinizi karşılamadığında da onlara kızmayın ve gücenmeyin. Sadece durmak istedikleri mesafede tutun. Daha yakın olmaları için ısrar etmeyin.”

NİHAN BORA

Hayat, inişler ve çıkışlardan ibaret. Hiçbir zaman lineer gitmeyen, belki çalkantılı denebilecek bu yaşama halinin dengesi, aslında bu inişlerde ve çıkışlarda. Hayatın doğal akışında oradan oraya savruluyoruz. Her şey yolunda giderken bazen başımıza öyle bir şey geliyor ki tüm rutinlerimiz kayboluyor.

Bazı inişler, çıkışlara giden yol oluyor. Yazar Debasish Mridha şöyle diyor, “Hayatın inişleri ve çıkışları vardır. Kalktığınızda manzaranın tadını çıkarın. Düştüğünüzde, varlığınızın ruhuna dokunun ve güzelliği hissedin.“ Hayatın iniş çıkışları ile başa çıkma şeklimiz zihinsel sağlığımıza katkıda bulunurken yaşam kalitemizi de belirliyor. Peki, hayatın akışına kapılmak mı yoksa bu akışı iyi yönetebilmek mi önemlidir?

Neden hayatın inişleri de sizi motive etmesin?
Hayatın olumsuz yönlerini pozitife çevirebilmek bazen bizim elimizde olabilir. Tepetaklak düştüğünüzü hissettiğiniz zamanlarda negatifliklerin üzerinde durmak yerine, bunu kendinize hedef belirlemekte fırsat olarak görebilirsiniz. Bu zamanlarda farkındalık ile hareket ederek sorumluluk almak, kendinize yeni hedefler belirleyerek belki de en iyi versiyonunuzu bulmanız konusunda size yardımcı olacaktır.

  1. İşler ters gittiğinde başkalarını suçlama dürtüsünden kaçının
    İşler ters gidebilir, bu hayatın bir parçası. Böyle zamanlarda bir başkasını suçlamak, bir durumu sebep göstermek bazen kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlasa da uzun vadede size iyi gelmeyecektir. Başkalarını suçlama dürtünüze karşı koyun. Böyle durumlarda; sebepleri fark edin, öğrendiklerinize ve çıkardığınız derslere bakmaya çalışın.
  2. Hayatın küçük anlarına odaklanın
    Üzgün hisseden bir arkadaşınızı güldürmek, destek olmak, gönüllü yardımlar yapmak gibi hayatın içindeki küçük ve pozitif olayları hafife almayın. Enerjinizin bir kısmını böyle anlara vermek ve bu anların değerini anlayabilmek, yaşamınıza küçük anlamlar ve mutluluklar katmanızı sağlarken hayatın inişli ve çıkışlı yapısı ile başa çıkmanıza yardımcı olacak.
  3. Yazı rutinleri oluşturmayı deneyin
    Muhteşem bir edebi dille kitap yazmaktan bahsetmiyoruz! Sabah uyandığınızda, önünüze bir defter, elinize bir kalem alarak deneyimleriniz, düşünceleriniz ya da o an aklınızdan ne geçiyorsa yazmayı deneyin. Düzenli yazı rutinleri oluşturmak, çevrenizde olup bitenleri, aklınızda olanları daha net görmenize ve anlamanıza yardımcı olacaktır. Bu sayede günlük hayatın hızlı akışında karşılaştığınız sorunları daha yakından görebilir, çözme aşamasına daha hızlı bir şekilde ulaşabilirsiniz.
  4. Doğa ile iç içe olun
    Bulabileceğiniz yeşillik alanlarda, parklarda, vakit geçirmek, sokakta kedilerle köpeklerle, hayvanlarla iletişim halinde olmak, evinizde bazı iç mekan bitkileri yetiştirmek… Hayatın akışında doğa ile iç içe kalmak, iç huzuru bulacağınız anlar yaratacak. Filozof, yazar ve şair Henry David Thoreau şöyle diyor, “Doğaya bilinçsizce teslim olduğumuzda, bizi doğru yönlendirecek ince bir manyetizma olduğuna inanıyorum.”
  5. Kahkahalara yer açın!
    Yapmış olduğunuz hatalar, tam da eleştirel yaklaşacağınız tutumlarınız gibi konular söz konusu olduğunda kendinize gülmeyi deneyin. Hayatın inişleri ve çıkışları ile başa çıkmanın önemli yollarından biri de hayatın ironilerini yakalamak! Negatif gördüğünüz veya olumsuz baktığınız olaylardaki ironiyi yakalayarak mizah katmak, mental sağlığınızı korumanıza yardımcı olurken stresinizi azaltmak konusunda da size yardımcı olacak.
  6. Amacınızın peşinden gidin!
    Hayatın veya hayatımızın amacını bulmak aslında oldukça korkutucu bir cümle olabilir. Fark etmesi zaman alsın ya da almasın, buna hayattaki tek bir amacınızın peşinden gitmek gibi bakmak yerine, aslında önemsediğiniz, size yaptıkça iyi gelen, sevdiğiniz, öğrenmeyi çok istediğiniz, sizi tatmin eden, sizin ya da insanların ihtiyacı olan vb. konular hakkında kafa yormak olarak bakmaya çalışın. Henüz bir amacınız yoksa da neden hayatın ve keşfetmenin peşinden merakla gitmeyelim?

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – Çoğu insan şu anda anlatacağıma benzer durumlar yaşıyor: Herhangi bir iş yaparken, mesela kitap okurken, mobil telefonlarından bir uyarı sesi geliyor. Muhtemelen bir mesaj gelmiştir. Bu hemen onlarda bir merak uyandırıyor. “Gelen ne?”, “Kimden acaba?”, “Konusu ne?” gibi sorular beyinlerinde oluşuyor. Tabi ellerindeki kitap ikinci plana düşüyor. İçlerinden, “Şuna bir bakayım, kitaba hemen dönerim.”  diyorlar. Tamam, işte macera böyle başlıyor. O da ne; kendilerini onlarca dakika sonra mobil telefonları halâ ellerinde sosyal medyada buluyorlar. Güya sadece mesaja bakacaklardı ve okumaya devam edeceklerdi, ne yazık ki hiç de öyle olmuyor. Bu tip durumlar tekrarlı olarak saatlerini boşa harcıyor.

Günümüzde beynimizi çeldirecek çok sayıda seçeneklerle kuşatılmış durumdayız. Onlardan kaçıp kurtulmak için dağa da çıksanız, mobil cihazınız yanınızdaysa orada bile huzur bulamazsınız. İstatistikler, dikkat dağıtıcı şeylerin insan verimliliği üzerinde olumsuz etkisi konusunda bulgulara sahip. Bunlardan birinde, çalışanların zamanlarının %28’i gereksiz dikkat dağıtıcılar yüzünden kesintiye uğradığı yolunda. 

Okumak gibi pasif eylem bir tarafa, yazma konusunda odaklanmak bundan daha zordur.  Mesela, birkaç kelime yazıyorsunuz ama odaklanamayınca beyniniz sizden, o işi bırakıp, daha eğlenceli bir şeyler yapmanızı istiyor. Zaten malzeme hazır; önce Facebook’a girip en az 20 dakika turluyor; ardından, bir lüzumsuz YouTube videosuna kendinizi kaptırıyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki akşam olmuş.

Bu yazılanlar eğer sizi kısmen tanımlıyorsa gelin Odaklanma Nasıl Geliştirilir sorununa bazı çözüm yollarına birlikte bakalım:

1-) Odaklanmanın Kazandıracağı Faydaları Düşünün

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – İnsan kendisi için yararlı olana minnettardır. Odaklanmanın işine nasıl yaradığını fark ettiğinde motivasyonu artar ve odaklanmayı daha bilinçli yapar.  Mesela, nefesli bir çalgıyı başarıyla çalmak için sürekli olarak odaklanma gerektiğinin farkında olacaktır. Bunun üzerine bu müzik aletini tam öğrenmek için her gün odaklanarakne kadar süre çalışacağınızı da belirlemiş olursunuz. Neden odaklanmamız gerektiğini bilmek, hedeflerimize ulaşmanın zorlu ve sıkıcı kısımlarını aşmamıza yardımcı olabilir.

2-) Yapılacak İşleri Azaltın

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – Hedef küçültmek, hedefe odaklanmanın önemli bir yoludur. Odaklanma becerisini uygulamanın bir yolu, uygulanacak işlerin sayısını azaltmaktır. Mesela, günde sadece 2-3 önemli iş yapmaya odaklanın, daha fazlasını değil. Daha yavaş ilerlemek, hızlı gidip sonunu getirememekten çok daha iyidir. Atalarımız bunun için “Bir koltukta iki karpuz taşınmaz” demişlerdir. Sonuç olarak, bu zihinsel sağlığınız için daha iyidir, çünkü dikkatiniz kolayca dağılmadan sürekli olarak ilerlediğinizi göreceksiniz.

3-) Zamanınızı Planlayın

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – Daha çok çalışmak yerine zamanınızı etkili kullanarak daha az çalışarak da aynı sonucu alırsınız.  Parkinson yasasını bilirsiniz. Der ki, “Bir iş kendisi için ayrılan zamana yayılır.” Yani zamanı etkin kullanırsanız bitiş süresi bir saat olan bir işi, isterseniz ve adını bu şekilde koyarak yarım saatte de bitirebilirsiniz. Tek ihtiyacınız olan şey zamanınızı planlamaktır.

4-) Küçük Parçalara Ayırarak Odaklanın

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – Bir söz vardır; “Allah dağına göre kar verir.” Yani kaldırmayacağınız yükleri yüklenmeyin. Çünkü ağırlık merkezinizi kaybeder, hiçbir şeye odaklanamazsınız. Cesaretiniz kırılır. Kendinizi küçük görmeye başlarsınız. Motive olamazsınız. Odağınızı kaybetmek ve kendinize kötülük yapmak istiyorsanız başarılması imkansız hedefler belirleyin! Mesela; “şu dağı yerinden oynatmak istiyorum” deyin (Hadi oradan!)

Mümkün mü? Tabii ki değil.

Peki ne yapmalısınız; hedeflerinizi küçük parçalara bölün; insan beyni daha küçük hedeflere daha iyi odaklanır. Cesaretiniz artar.

Örneğin, bir konuşma hazırlıyorsunuz. Yarım saatlik bir sürede 4 sayfalık bir metin hazırlıyorsunuz. Hepsini bir oturuşta değil, 3-4 oturuşta parçalar halinde metne dökerseniz, başarabilirsiniz. Yoksa gözünüzü korkutur.

Bu şekilde bölmek, işin daha yönetilebilir hissetmenize ve yol boyunca dikkatinizin dağılmamasını öğrenmenize yardımcı olacaktır.

5-) Zihninizi Zincirleyin!

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – Harvard’da yapılan bir araştımaya göre , uyanık olduğumuz zamanın neredeyse yüzde 50’sini yapmamız gereken şeyden başka bir şey düşünerek geçiriyoruz. Oto pilottayız ve kısmen bir şeye odaklanma çabasından kaçınmak için aklımız başıboş dolaşıyor. Artan üretkenliğin anahtarı, zihninizin ne zaman dağıldığını fark etmek ve dikkatinizi tekrar göreve vermektir.

Bu, düşüncelerinize dikkat etmek ve zihninizin ne zaman kaymaya başladığını fark etmek anlamına gelir. Bu, neye odaklandığınızı yönetmenize ve hata yaptığınızda düşüncelerinizi yönlendirmenize olanak tanır. Haber akışınızı kontrol etmek için sosyal medyada dolaşmaya devam etmenize izin vermek yerine, aktif olarak bu dikkat dağıtmaya fren yaparsınız.

Hangi dikkat dağıtıcı şeylerden kaçınmanın özellikle zor olduğuna dikkat edin, böylece onları daha erken yakalayabilirsiniz. Dikkatinizi dağıtmak için bir arzu hissettiğinizde, bir nefes alın ve bilerek tepki vermemeyi seçin. E-posta okumak gibi başka bir şeye odaklanmak için kendinize izin verdikten sonra, yeniden bir araya gelmek ve dikkatinizi eldeki göreve geri getirmek daha zordur.

Kısacası, görev ve dikkat dağıtma arasında atlamanıza izin vermek yerine, düşüncelerinize dikkat edin.

6-) Zihninizi Temizleyin.

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – İçsel dikkat dağıtıcılar, gerçekten kaçamayacağınız sorunlardan biridir. Zihninizi işe hazırlamanın yollarını bulmanız ve dikkatinizin dağılmamasını öğrenmek için gereksiz düşüncelere sapmasını engellemenin basit yollarını bulmanız gerekir.

Zihninizi işe hazırlamanın iyi bir yolu, özel bir iş istasyonuna sahip olmaktır. Her zaman belirli bir alanda çalışıyorsanız, zihniniz o alanı işle ilgili düşüncelerle ilişkilendirecektir.

Mola verdiğinizde, iş istasyonunuzdan ayrıldığınızdan emin olun. Bu şekilde, düşüncelerinizin de özgürce dolaşmasına “izin verildiğini” bileceksiniz.

Son tarihler burada da yararlıdır. Bu yöntem, yaklaşan son teslim tarihine sahip olduğunuz için zihninizin dolaşmasını önlemeye yardımcı olur.

Odaklanma kasınızı geliştirebilirseniz, içsel dikkat dağıtıcılarınızı her zaman kontrol altına alabilirsiniz.

Nihayetinde, bu istenmeyen düşünceleri susturmak, biraz çekiş elde etmekle ilgilidir. Dahili olarak neler olduğuna odaklanmak yerine, bir şeyler yapmaya odaklanın. Bunu yaptığınızda, tüm düşüncelerinizin görevinizi tamamlamaya doğru gittiğini göreceksiniz.

7-) Dış Dikkat Dağıtıcıları Kaldırın

Dış dikkat dağıtıcılar baş belasıdır. Bunların bir kısmı sizin manipülasyon alanınızda olsa da bir kısmı sizin kontrolünüz dışında kalabilir. Bu durumda dikkatinizi dağıtan şeylerden fiziksel olarak da uzaklaşın; yani ortam değiştirin.

Bulunduğunuz ortamda sesli veya görüntülü TV gibi bir şeyler varsa ya kapatın ya da ortamınızı değiştirin. Çocuklarınız oyun oynuyor ve bağırıyorsa, onlar uyanmadan işe gitmeye çalışın. Telefonunuzu sürekli çalıyorsa ve bu sizi rahatsız ediyorsa ya sessize alın ya da uzak bir yere koyun.

8) Beyninizi Oyunla Eğitin.

Beyniniz bir kas gibidir. Etkili bir şekilde kullanmak için, onu inşa etmeniz gerekir. Eğer bu egzersizlerle beyninizi eğitirseniz daha uzun süre odaklanma yeteneğinizi güçlendirecektir.

Bu uygulama için bir çalar saat veya cep telefonundaki zaman ayarlayıcıyı kullanabilirsiniz.

Bunu yapmaya başlamanın harika bir yolu Pomodoro Tekniğidir. Bir iş yaparken 45 dakika odaklanın; 15 dakika ara verin; bu sonuçları ve etkileri kanıtlanmış bir tekniktir.

Ara verilen 15 dakikada ister dinlenin, ister başka bir iş yapın; ama aynı işi devam ettirmeyin.

Aradan sonra, saatiniz çalana kadar tekrar çalışmaya devam edersiniz. Bu yöntemi kullanarak ne kadar çok şey yapabileceğinize şaşıracaksınız!

9-) Bazen Daha Zorlu İşleri Üstlenin.

Odaklanma Nasıl Geliştirilir – İnsan hemen her işte basitten karmaşığa, kolaydan zora doğru bir seyir işler. kalkınma, ilerleme ve diğer pozitifi davranışların mecrası budur. Hiç bir şey birden bire gelişmez.

Zorlu işler üstlenmek önemlidir ama birden bire değil; “step by step”, kolaydan zora doğru ilerlemektir.

Odaklanmada sorun yaşıyorsanız ve kronik olarak dikkatiniz dağılıyorsa, işiniz sizi tam olarak meşgul etmiyor olabilir. Bütün gün çok çalıştığınızı hissedebilirsiniz, ancak zihniniz can sıkıntısıyla savaşıyor ve zamanı daha ilginç bir şeyle doldurmaya çalışıyor olabilir.

NT Times’ta,  yayınlana bir makalede,  farklı işleri aynı zaman diliminde yaparak, daha zorlu işler peşinde olmak, çalışma belleğimizin ve dikkatimizin daha fazlasını gerektirir. Bu en yakın uyarıcı dikkat dağınıklığına gitmek için daha az zihinsel kapasitemiz olduğu anlamına gelir. Yeteneklerimize meydan okunduğunda, büyük olasılıkla tam bir iş daldırma durumuna girmemiz olasıdır. Becerilerimiz işimizin gerekliliklerini fazlasıyla aştığında, mesela, birkaç saat boyunca akılsızca veri girişi yaptığımızda olduğu gibi, hemen sıkılıyoruz.

Yaptığınız verimsiz yoğun işlerin seviyesini değerlendirin. Becerilerimizi ve entelektüel sınırlarımızı zorlayan daha karmaşık işleri üstlendiğimizde, tükenebilir ve göreve aşırı derecede odaklanabiliriz. Zihinlerimiz yeni, zevkli veya tehditkar olan her şeye odaklanmak üzere programlanmıştır. Bu görevlerin üstesinden gelmek bize bir başarı duygusu verir.

10-) Stresinizi Manipüle Edin.

Stres, odaklanmanızı bozabilir. Dikkat dağıtıcı şeylerin üstesinden gelmenizi engeller.

Zoraki çalışmak da bazen strese neden olabilir. Bu tür çalışmalar, bizi bitkin bırakır. Kolayca dikkatimizi dağıtır ve odaklanamaz hale getirir. Dikkatiniz kolayca dağılıyorsa, bu durum size yüksek stres altında olduğunuz mesajını iletiyordur.

Bu tür durumlara  “dikkati dağıtıcı kaygılar” deniliyor.  Bunu anlamanın bazı göstergeleri vardır:

  • Zihniniz sürekli olarak odaklandığınız şeyden uzaklaşıyorsa,
  • Düşünce oluşturmakta zorluk yaşıyorsanız,
  • Düşüncenizi karmaşık hissediyorsanız,
  • Kısa süreli hafızanızın olması gerekenden daha kötü olduğunu hissediyorsanız, ciddi stres altındasınız.

Stresinizi kontrol altına almak, odağınızı yeniden kazanmanıza ve dikkat dağıtıcı unsurların üstesinden daha kolay gelmenize yardımcı olacaktır. Vücudun stres tepkisini azaltmak için zihninizi sakinleştirmenin ve vücudunuzu rahatlatmanın yollarını bulmalısınız. Yeterince uyuduğunuzdan emin olun. Nefes egzersizleri yapın ve endişenizi kontrol altına almanın yollarını bulun.

11-) Disiplin, Odaklanmanın Kardeşidir.

Her şeyin başı disiplindir. Kontrollü çalışmaktır. Odaklanmak istiyorsanız disipline uyarak çalışmalısınız. Şu bilge söze kulak verin; “Ders çalışırken sadece ders çalış, oyun oynarken sadece oyun oyna!

Ne kadar haklı değil mi?

Ancak disiplin sağlamak da odaklanma gerektiriyor; bu bakımdan bazen yürüyüş egzersizleri yapmak veya ruhsal bir ihtiyacı karşılayan bir ibadetle konsantre olmak, disiplin sağlayabilir.

Sonuç: Kararlı Olun.

Bu öneriler sizin odaklanmanızı sağlayacak ve dolaysıyla disipline edecek önemli uygulamalardır. Bazen odaklanmaya niyet etmek de odaklanmayı bozabilir. Bu gibi ruh hallerini biraz kendi akışına bırakın. Tabii olmak daha avantajlıdır. Uyuma sorunu olan birinin her gece yatağa gittiğinde “uyumam lazım!” diye debelenmesine benzeyebilir.

MELİK DUVAR

Yaratıcı düşünme, insan türünün, gelişim ve mükemmellik yolculuğundaki en önemli bineğidir. Hepimiz doğuştan yaratıcıyız. Çünkü hayatı, düşünme aracı üzerinden öğreniyoruz. İnsanlık tarihi boyunca her yönden bir ilerleme olmuşsa, bunu yaratıcı düşünen beyinlere borçluyuz.

Bu yazıda, yaratıcı düşünme konusunda kişiyi bloke eden sekiz engele dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunlar, doğuştan getirdiğimiz yaratıcı düşünme becerilerimizi kullanmaktan alıkoyan temel engellerdir. Söz konusu 8 engel, aslında insan karakterine uymayan davranışlar veya inançlardır.

Bu sekiz engel yanında, bir de zaman faktörü var ki o da modern yaşamın temposu ve karmaşıklığı sonucunda ortam ve çevre koşullarının olumsuzluğu yeni ve yaratıcı düşünmeye ciddi bir engel oluşturmaktadır. Bu engeller, hem sorunları çözebilmek ve hem alternatif bir geleceği görselleştirebilmek için ihtiyacımız olan iklimi yok etmektedir. Bazı şeylerin kökten yanlış olduğunu biliyoruz, ama her şeyin çok daha iyi olabileceğini de kuvvetle hissediyoruz. Olumsuz durumları değerlendirmek, onları yeniden tanımlamak ve uygulanabilir hale getirmek hiç de kolay değildir. Çoğu kez buna zaman ve mekân elvermeyebilir. Değişim hızlı ilerliyor; hem de ona uyum sağlayacak yeteneğimizin önünde ilerliyor ve değişimle uyum arasındaki mesafe ise gittikçe açılıyor. Bu mesafeyi nasıl kapatacaksınız?

Bu olumsuz ortamlar yaratıcı düşünmenin önündeki en büyük psikolojik engellerdir. Bu engellerin varlığını fark etmekle başlayıp sonunda yaratıcı fikirlerimizle yeniden değerlendirmek, yeniden tanımlamak ve yeniden uygulanabilir hale getirmek için atacağımız adımlar daha tutarlı olacaktır.

İşte yaratıcı düşünmeyi engelleyen 8 engeliniz!
1- Yaratıcı olmadığınıza inanmanız!

Eğer, kendinize ve çevrenizdekilere yaratıcı olmadığınızı söylemeye devam ederseniz, onlar da, siz de buna inanmaya başlarsınız. Çünkü kendinize yapmış olduğunuz empoze en kötüsüdür. Yaratıcı bir kişi olmadığınıza zihninizde oluşturduğunuz bu otomatik blok yüzünden inanırsınız ve yaratıcı olamazsınız. Bu konuda kendinizi durdurun!

Bu, yaratıcılığın çok yaygın bloklarından biridir. Nedeninin ne olduğu hiç önemli değildir. Aslında yaratılıştan iyi birer yaratıcı olduğumuzu unutmayın. Tek sorun, doğuştan gelen yaratıcılığımızı neyin engellediğini bulmaktır.  Bazı insanlar örneğin çiçek düzenleme konusunda çok yaratıcı, diğerleri çizim konusunda, bir kısmı yemek pişirmede vb. Uğraşınız ne olursa olsun zihninizde yaratıcılığın kapısını kapatmak yerine, yaratıcı olduğunuza dair kanıtları görmeye çalışın.

2- Varsayımlarda boğulmanız

Varsayımlarla yaşayan biri olmayın; ya da şöyle söyleyelim evhamlı olmayın! Çok fazla varsayım yapmak, yenilikçi seçenekleri keşfetmede kısıtlayıcıdır. Katı ve kesin gerçeklere dayanmayan varsayımları atmak için hızlı olun ya da bu varsayımları destekleyecek yeterli kanıt yoksa gündeminizden çıkarın. Buna evham diyoruz; olmayan bir şeye varmış gibi inanmak veya davranmaktır.

3- Sıkıcı kuralcı olmanız!

Beyin fırtınası oturumlarında sıkıcı kurallarınız olmasın. Mümkün olduğu kadar esnek bir ortam oluşturun. Çünkü fazla kuralcılık yeni ve yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasını engeller. Ya da ortaya çıkan fikirlerin çeşidini ve kalitesini sınırlandırabilir. Bu konuda kurallarınızı esnetin. Yaratıcılık, açıklık, düşünce özgürlüğü için normal olarak kabul edilen sınırların ötesine geçmek gerekir. Kurallara çok fazla yapışmak veya kitabi kalmak anlamlı olmaz.

4- Çok fazla ciddi olmanız!

Yaratıcı düşünme oturumları her zaman eğlenceli, kahkaha dolu ve doğallık üzerine bina edilir. Oturumlarda, bazı insanlar, şeytanın nereden geldiğini merak eden en çılgın fikirlerle ortaya çıkabilir. Bu fikirlerin kahkaha atılmasına ve hatta alışılmadık fikirlerin daha eğlenceli bir atmosfer yarattığını öne süren yorumlara sıkça rastlanır. Sorunları çok ciddiye almak yaratıcı düşünmeye uygun düşmez. Orada beyninizi aktive edin ve yaratıcı sağ beyin lobunuzu sıkça yağlayın. Bu yağ eğlenceden başka ne olabilir ki?

5- Riskler almanın ve yanlış yapmanın kötü bir davranış olduğuna inanmanız!

Yeni bir iş yapmak veya yeni bir düşünce üretmek tabi ki beraberinde hata yapma riskini taşır. Risk almak sorumluluk duygusunun bir belirtisidir. Elbette hiç kimse hata yapmaktan; yanlış yapmaktan ya da kötü görünmekten hoşlanmaz. Bu korkuyla yeni ve yaratıcı fikir üretmek imkânsızdır. Yaratıcı düşünme ise benzersiz bir şey bulmak amacıyla kişiyi disipline edip bizi bir çizgiye sokar. Bunun temel sebebi fikirlerimizin başkaları tarafından incelenip değerlendirildiğinde, işe yaramaması durumunda kendimizi kötü hissetmek korkusudur.

Oysa şuna inanmanız gerekir: Yanlış düşünmenin kötü olmadığını, hepimizin insan olduğumuzu ve insanlar için hata yapmanın normal olduğunu hatırlatmalıyız. Önemli olan hataları tekrarlamamak ve onlardan yeni dersler çıkarmak ve doğru olanı öğrenmektir.

6- Konforunuzu bozmamanız veya alışkanlıklarınızın çemberinde kalmanız!

Normal rutininizi güvende kalmak nedeniyle terk etmemek, değişimden korkmak, konfor bölgenizde kalmak yaratıcılığın en büyük düşmanıdır. Günlük yaşamımızda yürümek zorunda olduğumuz yol gibi, tekrar tekrar aynı rutini yapmaktan dolayı rahatlığın tehlikelerle dolu tuzağına düşüyoruz. Rutininizi değiştirin, işinize bile farklı ve yeni bir yol izleyerek gidin. Beyninizin “aha!” noktalarını harekete geçirin. Farklılıkları görmek için benzerliklerin dışına bakın.

7- Çözümün yalnızca bir tane olduğuna inanmanız!

Bazen bir problemle karşı karşıya kalınca, o problemin “bildiğimiz” yalnızca bir çözümü olduğuna inanmamız, bizi yeni bir şey düşünmeye karşı bloke eder. Başka seçenekleri göremeyiz. Göremeyince bu alternatifleri düzgün bir şekilde değerlendiremeyiz. Diğer seçenekleri de göz ardı ederiz. Çözüm, esneklik ve yaratıcılıktadır. Sadece bir fikre aşık olmayın. Bu dünyanın sayısız çözümlerle dolu olduğunu asla unutmayın!

8- Hemen yargılamanız!

Önyargının tanımı zaten budur: Hemen yargılamak! Ne ile yargılıyorsunuz? Ölçütünüz nedir? Yukarıda belirttiğimiz gibi, başkalarının veya kendimizin fikirlerini ölçüp tartmadan, alternatifler bulmadan, mihenge vurmadan yargılarsak, yargılama sürecini de kötü yönetirsek bu durum alışkanlıkların en kötüsü olur. Oysa sorunlara ve yaratıcı fikirlere çok sayıda potansiyel yaratıcı çözümler üretmek için analiz etmek, sentez oluşturmak ve ölçütler ışığında değerlendirmekle yeni sonuçlara ulaşabiliriz.

BESTAMİ ÇİFTÇİ

Ruhumuz sihirli şeyleri arzular. Çocuklar sihir ve peri masallarını sever. Yaşımız ilerlese bile sihir ve hayal gücünün hala kalbimizde yeri vardır fakat onları ortaya çıkaracak “büyüleri” zaman geçtikçe unuturuz. Tam da bu noktada hayatınıza sihir katma sanatı temel bir ihtiyaç haline gelir.

Görünmez, sihir dolu bir dünyayla alakalı hikayeler çocuklar ve yetişkinlere çekici gelir çünkü bu hikayelerde herkesin hayat yolculuğunda deneyimlediği arketipler bulunur. Hikayeler algılarınızı açar. Hayatınızın her gününde etrafınızı sarıp sarmalayan basit ve muhteşem, büyülü bir evreni görmenizi sağlayacak şekilde algılarınızı uyandırır.

Tüm dünyada tarih boyunca insanlar ilham verici fantastik yaratıklar ve inanılmaz olaylar hakkında hikayeler yazmıştır. Bütün o hikayelerin ardında bulacağımız şey ise hayal gücü olduğu kadar umutlar ve korkulardır.

Sihir: Herkes hayatında ona ihtiyaç duyar

Hepimizin sihre ihtiyacı vardır ve eğer onu inkar ediyorsak bir sorun var demektir. Sihir etrafımızdaki her şeyde vardır. Onu inkar etmek demek büyük bir ölçüde kendimizi ve potansiyelimizi de inkar etmemiz anlamına gelir.

Aslında zor durumlarla karşı karşıya gelmek sihri dışlayan bu yetişkin bakış açısına hapsediyor insanları. Hala içimizde yaşayan o çocuğu saklayan bir bakış açısı: eğlenceli olmadığından değil, endişelerimiz de onunla birlikte su yüzüne çıkıyor.

Yetişkinler olarak kendimizi sürekli problem çözerken, kurbanı olduğunu hissettiğimiz adaletsizliklerle savaşırken (veya onları protesto ederken) buluyoruz. Bunlar, atlatmamız gereken durumlar haline geliyor fakat bunu yaparken de başımızı kaldırıp bakmayı unutuyoruz. Güzel haber ise sihri kendimize çekmek veya tekrar ortaya çıkarmamız mümkün. Küçük şeylerin içindeki sihri betimlemek bir ruh halidir ve herkesin kendini bu ruh haline çekmek için kullanacağı o “sihir butonu”nu yaratma gücü vardır.

“Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek.”

– Albert Einstein

Kaybolan sihir ve onu kendinize çekmenin yolu

Zihniniz akıl almaz bir güce sahiptir (tahmin ettiğinizden de fazla) ve küçük bir miktar antrenman ile düşünce yapımızı tamamen değiştirebiliriz. Zamanın peşinden koşarken fark etmeyi bıraktığımız ve bizim aksimize durması hiç gerekmeyen o sihirli anları tespit edebilmemiz anlamına geliyor bu.

Kendinize inanın

Güzellikleri kendi içimizde göremezsek dış dünyada da bulamayız. Eğer sürekli dışarıdan onay arıyorsak o çok değerli zamanımızı kaybedeceğiz demektir. Bu zaman da, yeni alacağımız büyük projektörün veya öğrenmeyi düşündüğümüz yeni yeteneğin hayalini kuracağınız zaman aslında.

Kendimize ve yeteneklerimize inandığımızda olasılıklar sonsuz bir hale gelir. Yaratıcı bir insana dönüşürüz, hayal etmeye, büyümeye ve görüşlerimizi insanlarla paylaşmaya cesaret ederiz ve alay edilme korkumuzdan kurtuluruz.

Her şey bir hayal, bir vizyon veya bir fikir ile başlar. Kendine inanan insanlar ile inanmayan insanlar arasındaki fark ise kendine inanan insanların güçlerinin ötesine adım atabilmeleridir. Tam da bu noktada mucizeler ortaya çıkar ve onlar hiç kimsenin ulaşamadığı yerlere ulaşabilirler.

“Sihir kendine inanmaktır. Kendine inanabilirsen her şeyi yapabilmen mümkündür.”

– Johann Wolfgang von Goethe

Harekete geçin

Hepimiz kendi hayatlarımızın orkestra şefiyiz. Birçok farklı şekilde davranabilir ve içinde bulunduğumuz şartları etki altında bırakabiliriz ve tüm bu durumlar içerisindeki davranış şeklimiz belirli bir sonuca ulaştırır bizi.

Dolayısıyla harekete geçmek üzereyken nasıl bir ruh halinde olduğumuzu bilmemiz önemlidir. Sevgiyle, şefkatle ve anlayışlı bir biçimde hareket ediyorsak eylemlerimiz her zaman büyülü, zarif ve güçlü olur. Ayrıca çoğunluğun iyiliğine hizmet eder. Sevgiyle hareket ettiğimizde sadece biz iyi hissetmeyiz, diğer insanlara da sevgiyle hareket etmeleri konusunda ilham veririz. Sevgi her zaman daha fazla sevgi çeker ve bu herhangi bir eylemin kendi başına ortaya çıkardığı somut sonuçların ötesine geçer.

Fakat eylemlerimiz egonuzdan kaynaklanıyorsa, temelinde güvensizlik, korku, şüphe veya eleştiri varsa biz de aynılarını kendimize çekeriz. Aynı tip insanlar ve durumları devamlı kendimize çekeriz: onlar da bize aynı şablonlarla bağlanırlar.

Şimdi bunu değiştirmenin vakti geldi. Korkmayın. Sihir her döndüğünüz virajda sizi karşılayacak ve en güzeli de bunu siz de yaratabilecek olmanız. Hatta, hayatınıza sihir katma sanatı için ihtiyaç duyacağınız malzemelerin büyük bir çoğunluğundan bahsettik bile, şimdi onu kendinize çekmek sizin ellerinizde.

“Her ne yapabilir ya da hayal edebilirsen, başla! Cesaretin içinde deha, güç ve sihir vardır.”

– Johann Wolfgang von Goethe

Küçük şeylerdeki sihir ortaya çıkıyor

Çevrenizdeki birçok şeyde sihir var, yanıbaşınızdaki küçük şeylerde. Bu bir gün batımı olabilir, yıldızlı gökyüzü, bir çocuğun gülümsemesi, cıvıldayan kuşlar, yüzünüze değen meltem veya hayatı yenileyip besleyen yağmur olabilir.

Sihir bir fantezi ürünü değildir. Çevrenizdeki her şeydeki sihri görmek demek hayatınızdaki tüm mucizeleri fark etmeniz ve onlara şükretmeniz anlamına gelir. Bu yüzden, sihri bulup kendinize çekmek için size her kalp atışınızla bahşedilmiş olan muhteşemliğe, yani hayata şükretmeye başlamanız gerekiyor. Çünkü bahsettiğimiz sihrin büyük bir kısmı sadece ilham, kuvvet ve enerjiden oluşuyor.

“Sihre inanmayanlar, onu asla bulamayacaktır.”

– Roald Dahl

Eva Maria Rodríguez

Mutlu olmak için bir neden bulamadığınızda uykuya dalmak ve hayatta hedefleriniz olmadığında yatağınızdan kalkıp işe gitmeniz zorlaşır. Böyle zamanlarda dibe batmamak için bazı motivasyon yöntemlerini bilmeniz gerekir.

Bu umutsuzluk ve bitkinlik hissi bazen “asteni” ile ilişkilendirilir. Yorgunluk, stres ve cesaretsizlik, bunu önlemek için bir şey yapmaya çalışmazsanız, depresyonun başlangıcı olabilir. Mevsimsel değişiklikler gibi şeyler, bunlarla iyimserlik ve pozitiflikten yararlanarak başa çıkmayı bildiğiniz sürece ruh halinizi olumsuz etkilemek zorunda değildir.

En etkili motivasyon yöntemleri, üzerinize düşen görevi yerine getirmeniz gereken yöntemlerdir. Değişmek istediğinizi söylemek yeterli değildir: kelimelerden eyleme geçmelisiniz. Her birimizin içinde muazzam bir güç var, ama onunla ne yapacağımızı seçmek bizim sorumluluğumuzdur.

“…Güçlü kişiler, yapabileceklerini yapar, zayıf kişiler ise çekmeleri gereken acıyı çeker.”

– Thucydides

Motivasyon Yöntemleri

1. Kısa ve uzun vadeli hedeflerinizin bir listesini yapın

İşinizi, yapılacak işleri, ilişkileri, hayallerinizi ve dinlenmeyi dengelemek bazen neredeyse imkansız bir görevdir. Oturup kısa ve uzun vadede elde etmek istediğiniz şeylerin bir listesini yapın.İlk önce daha gerçekçi ve erişilebilir şeylere odaklanın; sonra daha büyük düşünmenize izin verin

Çaba ve kararlılık olağanüstü niteliklerdir. Hepimiz biliyoruz ki şans kendi başına  gelmez: bunun için hazırlıklı olmanız gerekir. Hedeflerinizi belirlemek çok önemlidir. Her şeye dair algınızı değiştirebilecek şeyleri takip etmeniz için sizi harekete geçirecektir.

2. Motive olmuş gibi hareket edin

Aptalca gelebilir ama “mış gibi yapmak” bazen en doğru şeydir. Sınıfındaki en zeki öğrenci dahi olsa çocuğunuza aptal derseniz, böyle davranmaya başlayacaktır. Pygmalion Etkisi olarak adlandırılan bu durum, her birimizin en iyi ve en kötü yönlerini ortaya çıkarmaktan sorumludur.

Hayata gerçekten aşık olmuş gibi davranın. Nazik olun, olumlu düşünün ve başkalarına neşe yayın. İlk başta çok zor olabilir ve kendinizi ikiyüzlü hissedebilirsiniz, ama bunu yaptıkça işe yaradığını, yansıttığınız imaj hâline geldiğinizi göreceksiniz.

3. Yaptığınız şeye konsantre olun

Yorgunluk ve ilgisizlik çoğu zaman aşırı çalışmaktan gelir. Mevcut olan en iyi motivasyon yöntemlerinden biri, yaptığınız şeylere odaklanmaktır. Bir sonraki aktiviteyi ya da öncekini düşünmeyin. Oyalanmayın ya da eve gidince bitiririm demeyin.

Önünüzdeki işi bitirin ve elinizden gelenin en iyisini yapın. Muhteşem sonuçlar göreceksiniz, yükünüz daha hafif gelecek ve işinizi daha erken bitireceksiniz.

4. Espriyi silah olarak kullanın

Gülmek en iyi doğal ilaçlardan biridir. “Mutluluk hormonu” olarak adlandırılan endorfin hormonunu salgılar. Güzel bir gülme seansından sonra, rahat ve olumlu hissedersiniz ki bu meseleleri görme şeklinizi etkiler.

Kendinizi eğlenceli ve iyi bir mizah anlayışına sahip insanlarla çevirin. Stand-up şovlarına gidin, komedi filmleri izleyin, iyi bir hiciv kitabının tadını okuyun. Hayatın eskisi kadar karanlık gelmediğini göreceksiniz. Mutlu olmak bir seçenek değil, zorunluluktur.

5. Farklı bir yere gidin

Tebdili mekanda ferahlık vardır derler. Her gün içinizden gelen bir şey yapmaya karar verin. Sizi rutininizden çıkaran bir aktivite yapın. Daha önce dinlemediğiniz bir şarkı dinleyin, hiç düşünmediğiniz bir yere gidin, arkadaşlarınızla sürpriz bir buluşma ayarlayın. Ya da değişik bir şey yiyin.

Monotonluk çok tehlikeli olabilir. Zihninizi ve duygularınızı aktif tutmaya çalışın. Sizi ilgilendiren bir şey öğrenmeye başlayın, kalbinizi heyecandan hızla çarptıran bir şey yapmak için kendinize meydan okuyun. Yaşamaya başlamak için asla geç değildir.

6. Kendinizi şımartın

Kendinizi sevin. Ancak sadece yüzeysel ve mecazi bir düzeyde değil. Vücudunuza iyi bakın ve ona tapınağınızmış gibi davranın. Kendinize zaman ayırın, rahatlayın ve zihninizi boşaltın. Bir bardak kahvenin yanında güzel bir roman okuyun, spor yapın ve özgür hissedin.

Başkalarınıza davranmayı öğrendiğiniz gibi davranın kendinize: nezaketle, iyilik ve zarafetle. Problemlerimizin çoğu, başkalarına böyle davrandığımız hâlde kendimize iyi davranmıyor olmamızdan kaynaklanır. Kendinizi olabildiğince çok şımartın.

Motivasyon her an gerçekleşebilir, ama bunun için tüm olasılıklara açık olmalıyız. En etkili motivasyon yöntemleri, olumlu bir tutum sürdürmeyi, yeni şeyler yapmayı ve hedeflere odaklanmayı merkeze alır. İlk başta biraz çaba gerektirebilir, ama zamanınıza değer olan her şey çaba gerektirecektir.

Psikolog Gema Sánchez Cuevas

Düşünün, canınız istemediğinde gülümsemek zorunda olmadığınızı hissetmek ne kadar güzel olurdu? Dünyaya şöyle söyleyebilirsiniz, 

“Dünya, bugün dışarı çıkmak istemiyorum. Ben bugün kimseyi görmek istemiyorum.” Bazen kimsenin size eşlik etmemesini ve sadece kendinizle yalnız kalmayı istersiniz. Karnınızda bir düğümlenme hissi olmadan, daha doğrusu, suçluluk hissetmeden bunu dışarıya vurabilmeniz keşke daha kolay olsaydı.

Tüm bunlar içinde oluşabilecek en iyi durum, etrafınızdakilerin sizin isteğinizi kabul edip, daha iyi hissettiğinizde geri gelmesi olurdu. Tabi bunu size söylenmeden ya da bu konuda dersler vermeye çalışmadan yapmaları. Bazen, tek istediğimiz tek başımıza bir süre uzanmak, gücünüzü toplamayı ve yenilenmeyi beklemek ve bunun sonunda her şeye geri dönmektir.

Kötü günler, özellikle iyi olanları takdir edebilmemiz için aslında gereklidir. Eğer ki dikkat edersek, karşılaştırmak ve farklılıkları tespit etmek bize çok şey öğretebilir. Çünkü güllerin dikenli olduğunu bilmemiz her zaman yeterli değildir; bize zarar verip vermediklerine dikkat etmeli ve dikenlerden uzaklaşmayı öğrenmemiz gerekir.

Kötü hissettiği için kendini suçlu hissetmek


İnsanlar arasında kötü hissetmek hayal ettiğinden daha yaygındır. Hayattaki hiç bir şey mükemmel değildir. Olan şey, toplumun üzgün olduğumuzun kabul etmemize ya da bunu göstermemize izin vermemesidir. Hatta, üzgün olduğumuzu göstermek bizi suçlu hissettirir ve diğer insanlar tarafından yargılanır.

Üzgün ​​olduğunuzu söylerseniz, insanlar size kendinizi garip hissettirebilir. Değersiz olduğunuzu düşündüklerini düşünebilirsiniz. Ama daha sonra diğerlerinin sizin için üzüldüğünü ve sizi neşelendirmeye çalıştığını ve sizi dışarı çıkarmaya çalıştıklarını fark edersiniz. Diğer insanların kendilerini üzgün hissetmelerini kaldıramazlar. Bu onlara kendilerini rahatsız hissettirir. İşte bu yüzden bu duygu genel olarak örtbas etmeye çalışılır.

Belki de olan şey, birinin üzgün olduğunu gördüğünüzde bunun size sizin de zaman zaman bu şekilde hissettiğini hatırlatmasıdır. Üzüntüyü olabildiğince bastırmanız gerektiğini söyleyen bir toplumda, üzgün olmayı kabul etmek kolay değildir.

Ancak, kendinizi kötü hissediyorsanız bunu saklamak zorunda değilsiniz ya da en azından bunun kendinizi kötü hissetmeniz gereken bişey olmadığını bilmelisiniz. Bu hayatın bir parçasıdır. Kötü günler her zaman vardır ve bunda bir sorun yoktur. Göründüğü kadar acı vermez. Bize bazı konularda belki de yardıma ihtiyacımız olduğunu göstermek için oradalar. Bu yüzden kendinizi iyi hissetmediğinizde, bu hissi bastırmaya çalışmak yerine kendinizi dinlemek önemlidir.

Kendinizi aslında hissettiğinizden farklı hissetmeye ve davranmaya zorlamak anlamsız bir davranıştır. Yüzünüze sahte bir gülümseme tutuşturmaya çalışmak gücünüzü azaltır. Ancak, hislerinizi dışarı vurabilmeye başladığınızda, bir şeylerin üstesinden gelebilirsiniz. Ve bunu olduğu gibi kabul ederseniz, belki de kendinizi suçlu hissetmeyi bırakacaksınız.

En iyi sığınağınız: kendiniz

Kötü günlerde, sığınmak için en iyi yer yine kendi içimizdedir. Her ikisinin de en iyisi: yalnızlık ama aynı zamanda birinin varlığı – kendinizin. Kendini suçluluk hissetmeden mutsuz olabilirsin ve bu durumdan kurtulmak için sana yardım edebilecek kişi yine sensin.

Işıklarını kapatıp ampullere ne olduğunu kontrol edebileceğin bir yer bulabilmek önemlidir. Bunu tespit ettikten sonra sorunları düzeltir ve ışıkları tekrar açabilirsiniz. İstediğiniz zaman kaçabileceğiniz ve o anın sizi dış dünyaya kapatabileceği bir yer bulun.

Duygularınızın size ne anlatmaya çalıştığına iyi kulak verin. Her şeyden öte, dışarı çıkmak ve mutlu olduğunuzu iddia etmek sizin için hiçbir fayda sağlamaz, çünkü bu sadece duygularınızın kendini daha fazla duyurmaya çabalamasına sebep olur ve bu raddede yaşadıklarınızı tamir etmenin daha zor olmasını sağlar.

Kendinizi kucaklayın. Kötü hislerinizi açığa çıkarın ve bunu yaparken sadece ne olup bittiğini anlamaya önem verin. Kendinize zaman ayırmanız gereklidir ve bunun için asla suçlu hissetmemelisiniz.

Dünya yine dönmeye devam etsin. Yeterince güçlü olduğunuzda ayağa kalkıp geri döneceksiniz… Üzerinizde baskı hissetmeyin.

Psikolog Adriana Diez

İlk olarak arkadaşlarımıza nasıl öncelik vereceğimize odaklanalım istiyorum. Kaliteli sosyal etkileşimlerin ve besleyici sosyal ilişkilerin fiziksel ve zihinsel sağlığımız üzerinde ne kadar derin bir etkisi olduğuna dikkat çekmek yerinde olacaktır. Aslında ömrümüz boyunca arkadaşların en önemli değişkenlerden birisi olabileceğini söyleyebilirim. Sadece hayatınıza bir anlam duygusu katma konusunda yardımcı olmakla kalmazlar, aynı zamanda depresyon, kaygı ve travma sonrası stres bozukluğu riskini de azaltırlar. 

Yeni bir çalışma, sosyal etkileşimin modumuzu yükselttiğini söylüyor

Proaktif olarak bir arkadaşla iletişim kurmanın ve kaliteli bir sosyal etkileşime girmenin o gün içinde ruh halimizde anlamlı bir yükselişle ilişkili olduğunu gösteriyor. Yakın zamanda İletişim Araştırmaları’nda (Communication Research) yayınlanan bir çalışmada, Kansas Üniversitesi İletişim Çalışmaları profesörü Jeffrey Hall ve arkadaşları, katılımcılara, aşağıdaki davranışlardan birinde bir arkadaş ile etkileşim kurmak da dahil olmak üzere tamamlamaları için farklı iletişim görevleri verdi:
• Buluşmak
• Anlamlı bir konuşma yapmak
• Şakalaşmak
• Özen göstermek
• Dinlemek
• Başkalarına ve onların fikirlerine değer vermek
• Samimi iltifatlar etmek
Anlaşıldığı üzere, yedi etkileşim türünden hangisinin seçildiği önemli değildi. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında hepsi stres, bağlantı kurma, endişe, iyilik hali, yalnızlık ve günün kalitesi algıları açısından daha çok fayda sağladı. 
Bu çalışma için veri toplama, Covid-19 kapanmasından önce, kapanma sırasında ve sonrasında devam etti. Bu da saydığımız 7 davranışın faydalarının, “tipik” günlük hayata karşı farklı izolasyon koşullarında bile istikrarlı olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, yüz yüze etkileşimin elektronik yollarla gerçekleşen etkileşimden çok daha faydalı olduğunu belirtmekte fayda var. Daha önce listelenen aktivitelerin özelliklerini içeren tüm etkileşimler iyilik halinde meydana gelen bir yükselişle ilişkilendirildi. 

Kısacık iletişimlerin bile faydası var

Çok fazla çaba veya zaman gerektirmeyen bu kadar basit bir şey ruhlarımız için neden bu kadar önemli olabilir? Araştırmacılar, iletişimin aidiyet duygumuzu artırdığını öne sürüyor. Herhangi türden kaliteli sohbetler de dahil olmak üzere kişilerarası bağlantılar bizi daha az yalnız hissettirebilir, bu da stresimizi ve yalnızlığımızı azaltırken iyimserlik duygumuzu artırabilir. 

Kısa etkileşimlerin bir fark yaratmadığını düşünebilirsiniz. Ancak tam tersine, küçük etkileşimler daimi hediyeler olabilir, çünkü bu etkileşimler, yalnızca onlara katıldığınız anda kendinizi iyi hissetmenizi sağlamakla kalmaz aynı zamanda, zaman içinde ilişkilerinizi güçlendirmeye ve beslemeye yardımcı olur. Bu da sağlığınızı uzun vadede daha da destekler. 
Hayatında seni güldüren ya da özellikle sohbet etmekten keyif aldığın biri veya birileri var mı? Neden bu hafta onlara zaman ayırmıyorsun? 

Andrea Bonior

Çeviren: Lamia kalender Ergül

PROF.DR. KEMAL SAYAR

Anahtar noktalar:

• Anlam, kişinin gerçek doğası veya temel özü ile uyumlu olması olarak tanımlanabilir.
• Birey, yaşamında anlam bulabilmek için farkında olmalı ve dünyayı tam anlamıyla hissetmelidir.
• İnsanları en çok motive eden iki şey sevgi ve vicdandır.

Alex Pattakos

Hızla değişen bir dünyada, pek çok insanın kendini kaybolmuş ve stresli hissetmesi şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte, varoluşumuzun ve deneyimlerimizin gerçek anlamını araştırıp keşfettiğimizde, hayatın yalnızca başımıza gelen bir şey olmadığını keşfettiğimizi de anlamak önemlidir. Biz hayatın bir parçasıyız ve onu anlamlı kılıyoruz. Her şeyden önce, insanın anlam arayışı, farkındalığa dayanır. “Farkında olmak akıllı olmaktan daha önemlidir” denilmiştir. Farkında olmak anlamı bilmektir. Farkında olmak zaman ve çaba gerektirir.

Hayatımıza çok fazla aktivite veya televizyon, akıllı telefonlar, internet ile pasif meşguliyet hakimse etrafımızı çevreleyen anlamı kaçırırız. Hayatımızın anlamını bulabilmek için farkında olmalı ve dünyayı tam anlamıyla hissetmeliyiz.

Ne kadar renk varsa, o kadar da anlam katmanları vardır. Hiç kimse bir başkası için anlam belirleyemez – hayatın anlarının anlamını tespit etmek bireysel bir arayış ve sorumluluktur. Başka bir deyişle, aramaya zahmet etmezsek anlam bulamayız ve onun ihtimalinin farkında değilsek onu arayamaz veya aramayız.
Elaine Dundon, çok satan kitabı The Seeds of Innovation’da yeniliğin yapı taşlarından biri olarak tanımladığı “dönüşümsel düşünme”nin ilk adımının farkındalığı artırmak olduğunu belirtiyor.  Bu adım, kişinin kendisi, başkaları ve içinde yaşadığı ve çalıştığı çevre hakkında daha fazla farkındalık aramasını içerir. Birçok yönden, bu, popüler tabirle “bilinçli farkındalık” -bir tür yüksek farkındalık – olarak adlandırılan şeye benzer, yine de bu meditatif egzersizi kendi anlamlılık kavramımızla geliştirmeyi tercih ediyoruz.

Dundon’ın Psychology Today için yazdığı bir makalede belirttiği gibi:
“Anlamlılık, sadece düşüncelerimizle değil, aynı zamanda duygularımızla ve daha da önemlisi gerçek doğamızla bağlantı kurarak bizi daha ileri gitmeye, daha yüksek bir seviyeye geçmeye teşvik eder. Bizim için neyin anlamlı olduğunu bilmek için gerçek doğamızı veya temel özümüzü keşfetmeli ve onu kucaklamalıyız. Temel özümüz, bizi tanımlayan şeydir ve bizi eşsiz bir insan yapan şeyin merkezinde yer alır. Amacımızı netleştirmemize ve anlamamıza yardımcı olmak için benlik algımızı çerçeveleyen, daha neşeli ve derinden özgün bir hayata götüren şey temel özümüzdür. Temel özümüz, ruhumuzun en derin köklerinde yatar, zihinselliğin ve düşünmenin ötesindedir. Duygularımızı ve gerçek doğamızı veya temel özümüzü anlamak, daha fazla farkında olmamıza veya başkalarıyla, doğayla ve daha geniş evrensel bilinçle bağlantı kurmamıza yardımcı olur.”

Kendimizi hayattaki pek çok olasılığın farkında olmaya açarsak, kendimizi anlama da açarız. Gerçekten de bizi anlamı keşfetmeye çağıran ve davet eden hayatın ta kendisidir ve hayatlarımızı farkındalıkla yaşadığımızda, ister antrenman ister sanat eseri olsun, yaptığımız her şeyde anlam ifade ederiz. Ne kadar farkında olursak, düşüncelerimizdeki, sözlerimizdeki ve davranışlarımızdaki örüntüleri görme olasılığımız o kadar artar. Başka bir deyişle hem iş hem de özel hayatımızdaki zorluklarla nasıl başa çıktığımıza dair örüntüler görmeye başlayabiliriz.

Diğer şeylerin yanı sıra, başkalarıyla olan etkileşimlerimizle nasıl başa çıktığımıza dair örüntüler görmeye başlayabiliriz. Sonuç olarak, aynı türden kişisel veya romantik ilişkileri -olumsuz ve hatta toksik olabilen ve bu nedenle bizim hayrımıza olmayan ilişkileri- tekrar tekrar kendimize çektiğimizi fark edebiliriz. Başkalarına sert çıkışlar yapmak veya bizden çok şey talep ederlerse intikam almak istemek gibi bir alışkanlığımız olduğunu fark edebiliriz. Aynı hikayenin veya konunun birçok yönü olduğunu anlamak yerine, “hikayeye” sadece kendi tarafımızdan bakmayı sevdiğimizi fark edebiliriz.

Benzer şekilde, ne kadar farkındalık sahibi olursak, sağlığımıza nasıl yaklaştığımıza dair örüntüler görmeye başlamamız o kadar olasıdır. Duygularımızı ifade etmediğimizi, öfkemizi veya kırgınlığımızı bastırdığımızı -ki bu da daha fazla strese yol açar- fark edebiliriz. Kilo almamızın stresin bir sonucu olabileceğini ve doğrudan veya mutlaka diyetimizin bir sonucu olmadığını -tatlı yiyecekler için aşermeyi içerse bile- fark edebiliriz. Bu bağlamda araştırmalar, insanların uzun süre strese maruz kalmaları halinde ilave şeker içeren gıdalara karşı şiddetli istek duymaya eğilimli olduklarını göstermiştir.

Temel düzeyde, hayatımızdaki anların daha fazla farkına vardıkça, kendimizi anlama daha çok açarız. Birçok insan anlamı “önemli” veya “önemli olan şey” olarak tanımlar. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, meslektaşlarım ve ben anlamı “gerçek doğamızla veya temel özümüzle uyumlu olma” olarak tanımlıyoruz. Bir şey önemli hissettirdiğinde, bir şeyin önemli olduğunu bildiğimizde, bunun nedeni onun gerçekte kim olduğumuzla uyumlu olmasıdır. Her anlamlı an veya anlamlı deneyim, daha büyük bir farkındalık aramayı ve özümüzde olduğumuza inandığımız varlığımızla uyumlu bir şekilde yaşamamızı öğretir.

Bir şeyi neden düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve yaptığımızı bilmek  ve daha da önemlisi, hayatımızda gerçek özgürlüğün ve anlamın başlangıcıdır. Yeterince derine indiğimizde, bizi en çok motive eden iki şeye ulaşırız: sevgi ve vicdan. Dünya çapında tanınan psikiyatrist Viktor Frankl, bunları sezgisel yetenekler olarak tanımladı, yani düşünmeden yaptığımız, en derin düzeyimizde bizi tanımlayan şeyler. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı adlı klasik eserinde şöyle yazdı; “Gerçek şu ki, aşk, insanın ulaşabileceği en yüce ve en yüksek hedeftir.”

Farkındalığınız arttıkça, her anın anlamındaki örüntüleri görmeye başlayabilirsiniz. Hayatınızın daha büyük resmini görebilmek için bu içgörüleri birleştirebilirsiniz. Hayatınızdaki tüm yolları, tüm durakları, karşılaştığınız tüm insanları, yaptığınız veya yaşadığınız her şeyi görebilirsiniz. Farkındalığınız arttıkça hayatınızda daha derin bir anlam bulma yeteneğinizi geliştirirsiniz.

Prof. Dr. Kemal SAYAR

The Deeper Meaning of Awareness

Çeviren: Klinik Psikolog Aslıhan ERDAL

Zayıf bağlarla, çok az etkileşim ve duygusal yakınlık vardır. Ancak en yakın arkadaş çevrenizin sunabileceğinden daha zengin ve heterojen bakış açıları ve fırsatlar sunarlar.

Sosyal ilişkileriniz en değerli varlıklarınızdan biridir. Gerçekten de, ilişki içinde olduğunuz insanlar size bağ, sevgi, destek ve güvenlik sağlar. Ayrıca, onları yanınızda bulundurmak zihinsel ve fiziksel sağlığınızı korumanıza yardımcı olur.

Sosyal çevrenizden bahsederken muhtemelen eşinizi, ailenizi veya en yakın arkadaşlarınızı düşünürsünüz. Ancak, size en az yakın olanların size daha büyük yaşam fırsatları açabileceğini biliyor muydunuz? Bu yazıda, zayıf bağların gücünü keşfedeceğiz.

Bazı bireyler doğal olarak dışa dönük, açık ve iletişimseldir. Her türlü insanla ve her türlü ortamda ilişki kurmaktan zevk alırlar. Bu sayede çok sayıda bağlantıya sahip olma eğilimindedirler. Öte yandan, büyük duygusal bağlarla derin ve anlamlı ilişkilere değer veren ve öncelik verenler de var. Hiçbir seçenek diğerinden üstün değildir ve yaptığınız seçimlerle hangi yolu seçerseniz seçin, sorun değil. Bununla birlikte, eski türden insanların belirli bir avantajı olması mümkündür. 

Zayıf bağlar teorisi, 1973’te Amerikalı sosyolog Mark Granovetter tarafından önerildi. Bu model ile yazar, mikro düzeydeki (bireyler arasındaki) etkileşimlerin makro düzeydeki (toplumlardaki) kalıplarla nasıl ilişkili olduğunu açıklamayı amaçlamıştır. Bu birlikteliğin ana aracı olarak zayıf bağlara işaret etti. Ancak, zayıf bağ tam olarak nedir?

Kişisel ilişkilerinize bir göz atarsanız, hepsinin aynı olmadığını fark edeceksiniz. Aslında, birkaç yönden farklılık gösterirler. Her şey ne kadar güçlü veya zayıf olduklarına bağlıdır.

  • Paylaştığınız süre. Gününüzün ne kadarını onlarla birlikte olmaya ve onlarla ilişki kurmaya adadınız?
  • Duygusal yoğunluk. Karşılıklı kişisel katılımın derecesi. Örneğin, sizi en iyi arkadaşınıza bağlayan duygular, bir iş arkadaşınıza karşı duyduğunuzdan çok daha yoğundur.
  • Samimiyet veya karşılıklı güven. Bu, kendini açıklamaya dayalı olarak inşa edilmiştir. Başka bir deyişle, onlarla ne kadar çok şey paylaştığınız ve onlara ne kadar yakın hissettiğiniz. Dahası, savunmasızlığınızı onlara gösterecek kadar güvende olup olmadığınız.
  • Karşılıklı hizmetler Maddi veya manevi düzeyde onlarla karşılıklı olarak ne kadar katkıda bulunduğunuz. Örneğin iyilikler, duygusal destek, refakat, yardım veya herhangi bir rehberlik bir ilişkinin sizin için ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Dolayısıyla zayıf bağlar, bu özelliklerin düşük seviyelerde bulunduğu bağlar olarak tanımlanabilir. Aslında, aranızda bir ilişki var, ancak etkileşim özellikle sık, derin veya anlamlı değil ve duygusal katılımınız minimum düzeyde. Bu kategoride tanıdıklar, komşular, meslektaşları buluyoruz.

Zayıf bağlarınızın gücü sizi ileriye taşır

Size en yakın olanların size en fazla desteği vermesini bekleyebilirsiniz çünkü onların, sizin daha az bağlı olduğunuz kişilere göre bunu yapmaya daha istekli olacaklarını varsayarsınız. Bununla birlikte, zayıf bağlar teorisi, iki kişi arasındaki bağ ne kadar güçlüyse, arkadaşlık ağlarının örtüşme olasılığının o kadar yüksek olduğunu öne sürer.

Başka bir deyişle, size en yakın olanlar da muhtemelen birbirleriyle yakından bağlantılı olacaktır. Bu sadece aynı arkadaş veya aile grubunun parçası oldukları için değil. Aslında onları tanıştırmış olsanız bile aralarında bir yakınlık oluşması ve bir bağ oluşması muhtemeldir. Bu, hepinizin bir parçası olduğunuz, ancak dışarıdan gelenleri dışladığınız ortak bir alan yaratır.

Öte yandan zayıf bağlarla bu olmaz. Örneğin, birkaç komşunuzun veya akranınızın birbirini tanıma ve derin bir düzeyde bağlantı kurma olasılığı çok daha düşüktür. Ancak, sizi en yakın çekirdeğinizinkinden farklı, size çeşitli şekillerde fayda sağlayabilecek başka gerçekliklerle bağlayabilenler bu insanlardır.

Bakış açınızı genişletirler

Zayıf bağ kurduğunuz kişiler size yeni bilgiler sağlayabilir ve böylece ufkunuzu açabilir. Aksine, size en yakın olanlar genellikle fikirlerinizi, bakış açılarınızı ve yaşam deneyimlerinizi paylaşırlar. Bu, yalnızca sizin gibi düşünenlerle ilgilendiğiniz ve yalnızca sizin gibi düşünenlerle etkileşim kurduğunuz anlamına gelen onaylayıcı bir önyargı benimsemenize yol açabilir. Tanıdıklarınız farklı fikirlere katkıda bulunur. Sadece onlar değil, çevreleri de sizi besliyor, zenginleştiriyor ve yeni bakış açıları kazanmanıza yardımcı oluyor. Bu nedenle, daha empatik ve hoşgörülü olmanıza yardımcı olabilirler.

Size hareketlilik ve fırsatlar sunuyorlar

İster bir iş arıyor, ister işletmeniz için yatırımcı arıyor olun veya dairenizi satmaya çalışıyor olun, bu zayıf bağlar bireysel fırsatlarınız için kritik öneme sahiptir. Aslında, size en az yakın olanlar, daha fazla kişiye ulaşmak için iletmek istediğiniz bilgilerin aracı olabilir. Ayrıca sosyal çevrenizin dışında ihtiyaç duyabileceğiniz bilgileri size göndermekten de sorumludurlar. Örneğin, komşunuz size tanımadığınız kişileri işe alan bir şirket önerebilir. Ya da bir meslektaşınız sizi sosyal çevrelerindeki bir yatırımcıyla tanıştırabilir ve uzaktaki bir arkadaşınız dairenizi satın almak isteyen birini tanıyor olabilir. Yalnızca kendi iç çevrenizde kalsaydınız, bu fırsatları hiç duymazdınız.

Toplulukla bütünleşmenizi teşvik ederler

Maddi düzlemin ötesinde, daha az yakın ilişkiler kurmak, refahınızı ve psikolojik sağlığınızı da destekler. Sosyal bir varlık olarak, topluluğunuza entegre olmanız ve onun bir parçası olduğunuzu ve diğerleriyle bağlantılı olduğunuzu hissetmeniz gerekir.

Komşularınız ve tanıdıklarınızla paylaşmak , bir aidiyet duygusu ile bir amaç ve işbirliği duygusunu destekler. Aslına bakarsanız bu o kadar önemlidir ki, bağımlılık yapıcı davranışlara kapılma riskinizi bile azaltabilir.

Sosyal uyumu teşvik ederler

Son olarak, zayıf bağlar bizi bir toplum olarak birleştirir. Gerçekten de onlar olmasaydı, farklı ve ayrı gruplardan başka bir şey olmazdık. Örneğin, işini değiştiren bir kişi, iki çalışma ortamı (önceki ve şimdiki) arasındaki bağlantıyı temsil eder. Sonuç olarak, paylaşılmak üzere gelen fikir ve bilgileri aktarabilir ve nihayetinde çalıştıkları sektörü geliştirebilirler.

Aynı şekilde, bir parçası olduğunuz farklı insan grupları arasında da bilgi ve fikir aktarıcısısınız. Böylece, belirli bir sosyal hareketin veya ideoloji değişikliğinin desteklenmesine katkıda bulunabilirsiniz. Sadece kapalı bir çekirdekte kalsaydınız bu olmazdı.

Zayıf bağlarınızı besleyin

Yukarıdakilerin ışığında, zayıf bağların hem bireysel hem de sosyal olarak gerçekten güçlü ve alakalı olduğu açıktır. Bu nedenle, kendinizi başkalarıyla paylaşmakta tereddüt ediyorsanız veya daha az derin ve yoğun ilişkilerin size hiçbir katkısı olmadığını düşünüyorsanız, onları düzgün bir şekilde geliştirirseniz önünüze çıkabilecek fırsatları hatırlayın.

Psikolog Elena Sanz

Duygular vahşi atlar gibidir. Hayat yolunda nasıl ilerlediğimizi açıklayan birer yardımcı değil, doğrudan bizi ayakta tutan, yaşatan bu duygulardır. Paulo Cohelo

Önemsiz gördüğümüz duygularımızın hayatımızın rehberi olduğunu ve biz farkına bile varamadan onları takip ettiğimizi unutmayalım. Vincent van Gogh

Çocuklarımıza okumayı, yazmayı, güzel giyinmeyi veya bisiklet sürmeyi öğretiyoruz. Peki ya duygular? Çocuklarımızı pozitif duygular ile ilgili eğitmek, onların mutluluğunun anahtarı olabilir. Bu tür duygular onları, zor ve olumsuz durumlar karşısında daha dirençli birer birey haline getirir. Bu tür zor durumlar ile karşı karşıya kaldıkları zaman pes etmeyen insanlar, kaos ortamlarında bile kendilerine olumlu duygular katabilirler.

Birçok akıl sağlığı probleminin, duygusal kökenleri vardır. Yanlış anlaşılmış ve bastırılmış duygular, bedene ve zihne zarar verir. Duygular her zaman için”öğretilir”; buradaki fark, bu öğrenme sürecinin, ister iyi ister kötü olsun, kendi başına da yapılabilmesidir. Veya, duygularınız üzerinde doğrudan ve bilinçli bir etkiniz de olabilir. Böylece, çocuklarımızın hissettiği duyguları anlamalarına, yorumlamalarına ve içselleştirmelerine yardımcı oluruz.

Çocuklarımızı hissettikleri duyguları nezdinde eğitmek, onların, hayat boyunca karşılarına çıkacak her türlü engel ve zorluk için eğitilmesi anlamına gelir. Duygusal zeka, kendi duygularınızı ve başkalarının duygularını tanımak ve anlamak için kullanılan bir dizi beceridir. Ayrıca, bu duyguları uygun bir şekilde yönetmenizi de sağlar.

Birkaç yıl öncesine kadar, duygusal eğitim bazı duyguları bastırmayı öğrenmekten ibaretti. Bununla birlikte, neyse ki yavaş yavaş duygusal zekayı keşfetmeye ve bu husustan gereken önemi vermeye başladık. Bu yeni yaklaşım artık duyguları bastırmayı değil, onların yeteri şekilde ifade edilmesini içerir.

Gelecekteki olası bir şiddet içeren olay ihtimalini azaltmanın ve fedakarlık düzeyini olabildiğince arttırmanın ideal yolu, erken yaşlarda toplumsal yaşamı ve duyguları öğrenmeyi teşvik etmektir. Bir çocuk, duygularını ve yaşıtlarınınkini tanımlayabiliyorsa, onlara karşı nasıl uygun bir tepki vereceğini de bilecektir. Bu, neyi ne zaman yapması gerektiğini bilmek, sosyal yeteneklerini geliştirmek için, çocuklarda sağlam bir temel oluşturacaktır.

Ek olarak, insan kendi duygularını nasıl ifade edeceğini bilirse, çocuklarında kendi duygularını nasıl dile getireceğini bilecektir. Eğer çocuk kendini tehlike veya tehdit altında hissederse, bu sayede yardım isteyebilecektir.

Pozitif duygular bize nasıl yardımcı oluyor?

Pozitif duygular, kabul edilebilir, esnek ve entegre düşünce kalıplarını teşvik eder. Bu düşünce biçiminin, büyük buluşlar ve insanlık tarihinde kaydedilen en önemli kazanımlardan önce meydana gelmiş olması mümkündür.

Michelangelo’nun Sistine Şapeli’ni boyarken zaman zaman sinirlendiği ya da elma ağacının altında oturan Newton’un zaman zaman öfkelendiği, Edison veya Marie Curie’nin laboratuvarlarında oflaya poflaya çalıştığını hayal etmek zordur. Aksine, bu büyük insanları, olasılıklar ve alternatif seçenekler üzerinde düşünürken, farklı elementleri birleştirirken, eserlerine ve çalışmalarına dalıp gitmişken hayal etmek daha kolaydır. İstedikleri ve kendileri için anlamlı bir hedefe doğru ilerlediklerini düşündükleri için bilakis her zaman heyecanlıdırlar.

İnsan Yürümek için Doğmuş Bir Canlıdır

Orman banyosu mu? İnsan yürümek için doğmuş bir canlıdır, dedik ya. Bu yüzden adına Latince homo sapiens erectus demişler. Ayakta duran ve düşünen insan. Aklın yolu birdir derler. Meselenin önemini kavrayan Hipokrat asırlar önce söylemiş: İnsan oğlunun en iyi ilacı yürümektir. Egzersiz, idman, spor, yürüyüş… Adına ne dersek diyelim yerinde bir aktivite hem fiziksel hem de ruh sağlığımıza iyi gelir. Genlerimize bile…

Orman banyosu uygulaması, gevşeme ve gelişmiş beyin aktivitesi için Japonya’da çok popülerdir.
2018 yılında yapılan bir araştırmasına göre, bir bambu ormanında 15 dakika boyunca yürüyen insanlar ruh hallerinde, kaygı düzeylerinde ve kan basıncında iyileşmeler görülmüştür. Hızlı mı yavaş mı? Araştırmacılar, yavaş bir tempoya kıyasla ortalama bir hızda yürümenin, toplam ölüm riskinin yüzde 20 azalmasıyla sonuçlandığını buldular.

Orman banyosu terimi Japonya’da 1980’lerde shinrin-yoku (“orman banyosu” veya “orman atmosferine girme”) adı verilen fizyolojik ve psikolojik bir egzersizle olarak ortaya çıktı. Amaç iki yönlü idi: teknoloji patlaması tükenmişliğine ekopanzehir sunmak ve bölge sakinlerine ülkenin ormanlarıyla yeniden bağlantı kurmaları ve onları korumaları için ilham vermek.

Egzersiz yaptıkça kaslardan myokin adı verilen proteinler salgılanır: Örneğin; interlökin 6. Fiziksel aktivite sonrası kanda interlökin 6 düzeyi 10 kat kadar artar. İnterlökin 6, midenin boşaltmasını yavaşlatır, karın yağı denilen viseral yağ dokusunu azaltır.

Orman Banyosu ‘nun Hormetik Etkisi

Yani; egzersiz bazen yararlıdır, bazen değil. Yerinde bir egzersiz beden, ruh ve zihninize iyi gelirken aşırısı veya bilinçsizi bu etkiyi vermez. Bilim dünyası bu etkiye “soul crushing despair” ( ruhu ezen mutsuzluk) adını vermiş. İnterlökin 6 miktarı aşırı artarsa vücutta yangın çıkabilir. Tıp dilinde inflamasyon denilen bu yangın, neredeyse bütün hastalıkların anasıdır. Kronik yani müzmin hale gelmiş bir inflamasyon insana yapmadığını bırakmaz.

Egzersiz için illa bir spor salonuna üye olmanıza gerek yoktur. Evinizde de birçok şey yapabilirsiniz. Ofisinizde hep oturmak yerine ayağa kalkıp iki dakikalık, basit nefes egzersizleri yapmak çok yararlı olur. Asansör ve yürüyen merdiven spor salonlarında bulamayacağınız harika idman aletleridir. Aynı bina içindeyseniz arkadaşınıza, komşunuza mail veya mesaj yazmak yerine masasına veya kapısına kadar gidip kısa bir yürüyüş yapabilirsiniz. Hiçbir şey yapamıyorsanız sadece ayağa kalkın ve durun. Çünkü ayakta kalmak oturmaktan yüzde 40 daha fazla kalori yakmanızı sağlar.

Bunu da yapmıyorsanız size yapacak bir şey kalmamıştır…

Havalar soğuyunca dışarıda egzersiz yapmak insana zor gelir. Islak, yağmurlu, nemli kasvetli bir hava aktivite yapma arzunuza ket vurabilir. O zaman Amazon yerlileri gibi olamasanız da evde yapacak bir şeyler mutlaka bulacaksınız: Çocuğunuzla oynayabilir, aerobik yapabilir ya da balkondaki çiçeklerle ilgilenebilirsiniz. Parkta çocuğunuz oynarken elinizde cep telefonu bir bankta oturmak yerine siz de onunla oynayabilirseniz çok şey yapmış olursunuz. Amazon yerlileri bir spor salonuna gitmiyorlar. Günde 17 bin adım atıyorlar. Bu da onları kalp damar hastalıkları riski açısından dünyada en son sıraya atıyor. Kısacası, bilim insanlara diyor ki: “Adınıza yaraşan bir hayat sürün: Ayağa kalkın, hareket edin ve düşünün…

Yürümenin Felsefesinde bakın ne diyor, filozof Frederic Gros;

“Nietzsche’nin Kara Orman’da yürürken göz çukurlarına dolan mutluluk gözyaşları, Rimbaud’nun tahta ayağıyla açılacağı çöllere dair kurduğu düş, yasaklı Rousseau’nun Alpler’deki adımları, Thoreau’nun Walden’daki gezintisi, Nerval’in dar sokaklardaki aylaklığı ve daha niceleri… Aylaklar, göçebeler, sürgünler, hacılar, kaçaklar, seyyahlar, münzeviler ve mülteciler hep yürüyorlar… Yürümek iki mesafe arasında gidip gelmek değil ufku açıcı bir eylemdir. Hem kendi yalnızlığımıza çekildiğimiz hem de toplum olarak bizi dönüştürecek bir ayağa kalkıştır. İki büklüm vücudun karşısında dikilmeye çalışan, attığı her adımda yeryüzünün gerçek bir parçası olduğunu fark eden Homo Viator’un eylemidir. Çünkü yürüyen insan kendi üzerine çöken kaygı, haset ve korku yumaklarını çözer, varlığını yeryüzünün ebediyen yeni olan kalbine düğümler. Yürüyoruz, işte bu düğümü atmak için.”

DR. CEYHAN NURİ

2023

Albert Einstein: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Bilgi sınırlıdır. Hayal gücü dünyayı kuşatır. Zekanın gerçek işareti bilgi değil, hayal gücüdür.”

Hayal gücü, yeni bir şey meydana getirme, nesneleri, duyumları veya fikirleri görselleştirme yeteneğimizdir. O olmasaydı, keşfedilen şeyi keşfedemezdik; kitaplar yazmaz, resimler, heykeller veya filmler yapmazdık. Bilim, sanat, edebiyat ve diğerleri dünyası onsuz var olamazdı. Psikologlar çeşitli hayal gücü türleri önerirler. İlk tip, her şeyi analiz etmemizi ve yeni bir fikir yaratmamızı sağlayan sözde etkili hayal gücüdür. İkinci tip, entelektüel veya yapıcı hayal gücü olarak adlandırılır. Burada fikir, mevcut yöntemlere dayalı olarak geliştirilir. Başka bir deyişle, mevcut çözümler üzerinde kapsamlı araştırmalar yapıyoruz. Filozoflar, politikacılar ve yöneticiler genellikle yapıcı hayal gücü uygularlar.

Empati de Hayal Gücü Türüdür

İlginçtir ki, empati- diğer insanların duygularını anlama veya hissetme yeteneği – aynı zamanda bir tür hayal gücüdür. Başka bir tür, zihnimizde sıfırdan fikir yaratmaya dahil olan yaratıcı fantezidir. Yazarlar ve sanatçılar genellikle onunla yeteneklidir. Stratejik hayal gücü, birçok durumda olasılıkları, neler olabileceğini, olası riskleri, faydaları ve sonuçları resmetmeyle ilgilidir. Duygusal hayal gücü, insan duygularının farkındalığından yararlanmak ve bu temelde yeni şeyler yaratmakla ilgilidir. Örneğin, ana karakterin değirmenleri tutacağı bir kitap yazmak için insan ruhunun derinliklerine bakmanız gerekir. Bir bakıma empati ile alakalıdır. Ayrıca geçmiş olayları, gerçekleri hatırlamak, metinleri okumak veya şarkılar duymak için hayal gücüne ihtiyacımız var. Buna hafıza rekonstrüksiyonu denir. Örneğin, bir polis size geçen Cuma ne yaptığınızı sorduğunda. Kafanızda o döneme ait görüntüleri hatırlamanız ve “mazeretinizi” açıklamanız gerekiyor. Bir tür hayal gücü, bilinçsiz olsa da, aynı zamanda bizim rüyalarımızdır. Bazen bilincimizden düşen travmatik bir deneyim rüyalarda geri gelebilmektedir. Bu çarpıtılabilir ve tamamen doğru olmayabilir.

Hayal gücünün hayatımızdaki rolü nedir?

Bize zevk verdiğini söyleyebiliriz. Gelecekteki hoş anlarla ilgili fikirler bize önemli ölçüde keyif verir. Şakaları ve diğer insanların mizah anlayışını anlamamıza yardımcı olur. Hayatımıza renk katar. Hayal gücü sayesinde şefkat gösterebilir, duygu ve hisleri paylaşabiliriz. Ayrıca geçmiş deneyimleri yeniden yaratmamıza ve onları yeni bir düzene koymamıza yardımcı olur. Ve bu temelde, beynimiz geçmiş deneyimlerin yeni bir görüntüsünü yaratır. Hayal gücü, hafızanın, dünyayı algılama ve sonuç çıkarma yeteneğinin bir karışımı olarak düşünülebilir. Bu nedenle, çevremizdeki dünyayı nasıl algıladığımızdan ve analiz ettiğimizden sorumludur.

Hayal gücü beyinde nerede oluşur?

Beynin hayal gücünden sorumlu alanları esas olarak  neokorteks  ve  talamustur . Beynin sol bölümünün mantık ve analitikten sorumlu olduğuna ve sağ bölümünün yaratıcı düşünmemize izin verdiğine inanılıyordu. Ancak, bu süreçlerin gerçekleşmesi için her iki yarım kürenin de işbirliği yapması gerektiği ortaya çıktı. Hayal gücü, hafızayı, duyguları, bilinci ve soyut düşünceyi içeren karmaşık bir süreç olduğundan, bazı bilim adamları bu karmaşık yaratılışın çocuklukta şekillendiğine inanırlar. Oyun parklarında oynarken dikkatsiz çocukluğunuzu hatırlıyor musunuz? Bu ortam, fiziksel aktiviteyi, yaratıcı oyunu ve yaratıcılığı teşvik ederek çocukların istediklerini hayal etmelerine olanak tanır. Hayal gücü, çocukların kurallar veya yapılar olmadan oynamasını mümkün kılar. Yetişkin yaşamında çok önemli olan dilsel, duygusal, yaratıcı, fiziksel, dilsel ve hatta problem çözme becerilerini geliştirmenin yanı sıra karar vermeden davranışa ve sosyal becerilere kadar yaşam boyu temel becerilerin kazanılmasına yardımcı olmaktadır.

İnsan hayal gücünü etkilemek ve manipüle etmek mümkün mü?

Bir anlamda yaratıcılık, insanların çeşitli fobilerin veya travma sonrası streslerin üstesinden gelmelerine yardımcı olur. Eğer uçak uçmaktan korkuyorsanız, bu korkunuzu yenmenize yardımcı olması için bir uçuş simülatörüne gidebilirsiniz. Ancak tüm bunlar ancak sizin hayal gücünüzle mümkündür.

Hayal gücümüzü ölçebilir miyiz?

Psikologların hayal gücünü kullanmasını ölçmenin bir yöntemi, karton kutu gibi basit nesneler için alışılmadık kullanımlar istemektir. Bu görünüşte basit olan görev, çoğumuz için çözümsüz hale geliyor. Yanıtımız daha sonra fikir sayısı, akışkanlık ve daha fazlası açısından analiz edilmektedir. Diğer testler, tasarım (örn. çizim) veya bilimsel beceriler için gerekli olan görsel-uzaysal yetenekler gibi yaratıcı becerileri dikkate alır. Testler yerinde veya çevrimiçi olarak alınabilmektedir; her iki durumda da, kalifiye bir kişi tarafından değerlendirilmelidir.

Hayal gücünden yoksun olabilir misin?

Evet olduğu ortaya çıktı. Böyle bir bozukluğa afantazi denir. Bu durum doğumdan itibaren mevcut olabilmektedir veya daha sonraki yaşamda gelişebilmektedir. Geç ortaya çıkması psikolojik durumlar veya beyin hasarından kaynaklanabilmektedir. Ayrıca bazı sabırsız insanlar kendi başlarına herhangi bir zihinsel görüntü (görsel algı deneyiminin görüntüsü) oluşturamazlar. Başka bir deyişle, bir kişiye “gözlerini kapat ve okyanusu hayal et” dersen, bunu yapamazlar. Kulağa biraz korkutucu geliyor. Bu duruma sahip kişiler, örneğin, müziği duyabilir, ancak onunla ilişkili görüntüleri hayal edemez. Ayrıca, bu insanlardan bazıları zihinsel bir koku, ses ve hatta duygu bile yaratamazlar. Bununla birlikte, afantazisi olan bazı insanlar rüyalarda görüntüler yaşayabilmektedir. Şu anda afantazi için herhangi bir ilaç veya tedavi yoktur. İlginçtir ki, bu hastalığa sahip olduğunuzu bilmiyor olabilirsiniz.

Hayal Gücümüz ve Kariyer

Hayal gücü de kariyerimizde önemli bir rol oynar. Muhtemelen her birimize bir zamanlar gelecekte hangi mesleği seçeceğimiz soruldu. Çocukken cevap vermek oldukça kolaydı. Çocuklar önce kendilerini o işte hayal ederler, sonra soruya cevap verirler. Aynı şey yetişkinlerde seçim yaparken, örneğin en sevdikleri oyunu oynarken de olur. Aklınızdaki fikirler ve planlar gerçek hayatta her yerdedir ve size bağlıdır.

Hayal gücü, sadece görmek istediğimizi görmek veya hissetmek istediğimizi hissetmek değildir. Bazı insanlar duyularını birbirine bağlayarak bir şeyleri hayal edebilmektedir. Bu kapasiteye sinestezi denir. Bu insanlar uyaranları sesleri görme, renkleri koklama veya görüntüleri duyma gibi başka şekillerde deneyimleyebilirler. Bu ders dışı yetenekler genellikle bir bozukluk için alınır, ancak bu insanlara genellikle benzersiz denir. 2000 kişiden biri, duyular yoluyla uyaranları sinestezi olmayanlardan daha fazla deneyimlemek için bu yeteneklere sahiptir. Bazı araştırmalar, nüfusun %2-4’ünün bile buna sahip olabileceğini göstermektedir.

Sinestezi hakkında iki teori vardır. İçlerinden biri, bu rahatsızlıkları olan kişilerin genellikle çeşitli duyu organlarından izlenimler ileten ek sinir bağlantılarına sahip olduğunu söyledi. Sonuç olarak, duyusal deneyimler karışır ve sinesteziye neden olur. İkinci teori, sinestiğin ortalama bir insanla aynı miktarda nöron bağlantısına sahip olduğunu söylüyor. Yine de beyne ulaşan uyarıların engellenmesi ve susturulması arasındaki denge bozulmaktadır.

Hayal kurmayı nasıl teşvik edebiliriz?

Bekar insanların, hatıralar ve gelecek planlaması ile ilgili beyin bölgelerinin artması daha olasıdır, bu da yalnızlığın hayal gücünü desteklediği anlamına gelir. Beynimiz için yeni deneyimler ve zorluklar aramak daha keyifli. Yeni şeyler öğrenmek, düşünmeyi, yani nöronlar arasında otomatik olarak hayal gücümüzü genişleten yeni bağlantıların yaratılmasını gerektirir. Çevrenizi de değiştirebilirsiniz; mavi rengin yaratıcılığımızı geliştirdiği kanıtlanmıştır. Yürüyüşe çıkmak; aynı zamanda vizyonumuzu da desteklemektedir. Ayrıca okumak veya resim yapmak gibi hayal gücümüzü kullanmamızı gerektiren aktiviteler yapmak da bu yeteneği geliştirebilmektedir.

Hayal gücünün bazen bir hastalık haline geldiğini biliyor muydunuz? Bunlardan biri, aşırı düşünce, duygu veya davranışların somatik semptomlar veya ilgili sağlık sorunları ile ilgili olduğu hipokondridir. Başka bir hayal gücü anomalisi, hastaların gerçeği rüya, hafıza ve hayal gücünden ayırt edemedikleri şizofreni spektrum bozukluklarında ortaya çıkmaktadır.

DR. CEYHAN NURİ

Kaynak: Academics Magazine

Başarı nedir?

Başarı sözcüğünü bir hedefin gerçekleştirilmesi veya beklentinin karşılanması durumu olarak özetleyebiliriz. Türk Dil Kurumu (TDK)’na göre başarı; başarma işi, muvaffakiyettir. Başarı ve başarma süreci; kriterleri, koşulları kişiden kişiye değişen bir durumdur. Çoğunlukla insanlar başarılı olmayı ister çünkü başarının beraberinde mutluluk, tatmin olma, insanın kendini ispatlaması gibi olumlu duyguları getireceği düşünülmektedir. Bununla beraber, iş hayatındaki başarının daha çok kazanç, daha konforlu bir yaşam ve çevrede saygı gören bir insan olmayı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu sebeple insanlar bir projede, sınavda, mülakatta, iş hayatında başarılı olmak ister.

Nasıl başarılı olunur?

Herkes kişisel başarı ve başarının anahtarlarını öğrenmek ister. Herkes mutlu, sağlıklı bir yaşam sürmek, anlamlı işler yapmak, bir kariyerin tadını çıkarmak ve finansal bağımsızlığa ulaşmak ister. Herkes dünyada bir fark yaratmak, önemli olmak, etrafındakiler üzerinde olumlu bir etki bırakmak ister. Herkes hayatında harika bir şeyler yapmak ister. Aslında başarılı olmak, yani bunları elde etmek için gizli bir formül, özel bir durum olmadığını herkes biliyor. Birkaç basit etkenin bir araya gelmesi ve hedefini gerçekleştirmek isteyen bireyin üzerine düşeni yapması beraberinde başarıyı getiriyor. Ne yapması gerektiğini bilen ve yerine getiren kişi başarılı oluyor.

Hayatını değiştirmek için başarının büyük anahtarları her zaman aynı olmuştur:

  1. Tam olarak ne istediğine ve nereye gitmek istediğine karar ver.
  2. Bir son tarih belirle ve oraya ulaşmak için bir plan yap. (Unutma, bir hedef sadece bir son teslim tarihi olan bir rüyadır.)
  3. Planın için harekete geç; hedefine doğru ilerlemek için her gün bir şeyler yap.
  4. Başarılı olana kadar devam edeceğine, asla ve asla pes etmeyeceğine önceden karar ver.

Bu formül, başarının anahtarıdır ve bunu deneyen hemen hemen herkes için işe yaramıştır. Verebileceğin en fazla şeyi ve geliştirebileceğin en iyi nitelikleri gerektirecektir. Kişisel başarının bu anahtarlarını geliştirip takip ederek, olağanüstü bir insan olmak için gelişecek ve büyüyeceksin.

Başarı her zaman ulaşılması çok zor değildir. Genelde daha başarılı bir hayat için yapman gereken değişiklik kendi tutumların ve hayata yaklaşımlarındadır. Başarılı olmak için iyi bir hedef belirlemek gerekiyor öncelikle. Hedefimiz bir ay sonraki sınavda iyi bir not almak olabileceği gibi bir projeyi tamamlamak veya bir şirkette istediğimiz pozisyonda görev almak da olabilir. Uzun vadeli hedeflerde, süreç içerisinde motivasyonu yüksek tutmak kısa vadeli hedeflere göre daha zordur. Bu yüzden kararlı ve sabırlı olmak da  oldukça önemli. Belirlenen hedefe giden yolda yaşanan aksiliklerden çok çabuk etkilenen, vazgeçmek isteyen kişi maalesef başarılı olamıyor. Bununla beraber iyi planlama yapmak ve çok çalışmak da gerekiyor. Son olarak başarılı olmak isteyen kişinin başarılı olmak istediği alanda kendini sürekli geliştirmesi ve kendine güvenip gerekli durumlarda risk alması gerekiyor.

Aşağıdaki önerileri uygulamak düşünme şeklini ve hayata bakış açını değiştirmeye yardımcı olacaktır. Değişime başladığında ise, karşına daha önce fark etmediğin birçok fırsat çıkacak ve bu fırsatları daha verimli değerlendirebileceksin.

Nasıl mı?

  1. Doğru işe karar ver: Başarılı olmak istiyoruz fakat başarılı olmak istediğimiz şey bizim için doğru olan iş mi? Yaptığımız şeyi gerçekten seviyor muyuz? Yoksa başarılı olmaya çalışırken sıkılıp vaz mı geçeceğiz? Önce sevdiğimiz, uğrunda saatlerimizi harcayacağımız işi bulmamız gerekiyor.
  2. Uzun ve kısa vadeli hedefler belirle: Hedeflerimiz asla uçuk olmamalı. Gelecekte ulaşmak istediğimiz yerler var fakat buraya ancak küçük adımlarla, hep bir sonraki aşamayı düşünerek ulaşabiliriz. Örneğin, 10 yıl sonra çok büyük birşirkette başarılı bir mühendis olma hayali biraz havada kalıyor. Kısa vadede önümüzdeki tatil dönemi için iyi bir staj bulabilmek, öğrenmek istediğin bir yabancı dili öğrenmeye başlamak  gibi daha küçük ve kısa sürede gerçekleşebilecek hedefler ana hedefe ulaşmayı kolaylaştırıyor.
  3. Sabırlı ve kararlı ol: Hedefe ulaşmak hiçbir zaman kolay olmayacak. Sabırlı ve kararlı olup olumsuzluklardan olabildiğince az etkilenmeliyiz ki hedefimize ulaşabilelim.
  4. Eyleme geç: Başarı hiçbir zaman sana çabasız gelmeyecek. Erteleme, harekete geç!
  5. Olumlu ilişkiler kur: İnsanların sana yardım etmesi için önce seni sevmesi, samimi bulması gerekiyor. İlişkilerinde bencil olma. Samimi ilişkiler kurmaya çalış.
  6. Cesur ol: Genellikle bir işe başlamak için cesaret etmek yeterlidir. Yeterli kapasitede olsak bile yeterince cesur olmadığımız için yapmaktan çekindiğimiz ne kadar çok şey var. Başarılı olmak için cesur olmak gerekir.
  7. Yaptığın işi sev/yaparken mutlu ol: Başarılı olmak için çok çalışmak gerektiğini biliyoruz. Bu kadar çok zaman harcayacağımız şeyi öncelikle sevmemiz gerekiyor.
  8. Fikirlerinin arkasında dur: İlgi duyduğun ve yeterli araştırma yaptığın bir alandaki fikrin herhangi bir olumsuz yorumda vazgeçilemeyecek kadar değerli. Fikrinin arkasında dur, yorumlardan hareketle fikrini geliştirebilirsin ama hemen vazgeçmek doğru değil.
  9. İyimser ol: İyimser olmak başarılı olmak için belki de en önemli özelliklerden biri. Olumsuz durumlar her zaman yaşanacak. Çoğu insan yeterli kapasitede olsa dahi olumsuz bir durumda yaptığı işi bırakıyor çünkü başaracağına dair inancını kaybediyor.
  10. Gerçekçi ol: İyimser olmanın öneminden bahsettik fakat gerçekçi olmak da bir o kadar önemli. Hayal dünyasında yaşamamamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz durumu iyi analiz etmeliyiz ve en uygun çözüme karar vermeliyiz.
  11. Yeni bakış açıları kazanmaya çalış: Dar ve sabit fikirli olmak başarılı olmanın önündeki en büyük engellerden biridir. Her gün onlarca şey değişiyor. Yeniliklere, yeni bakış açılarına açık ol. Daima farklı açılardan düşünmeye çalış.
  12. Dürüst ol: Kendimiz dürüst olduğumuz kadar çevremize karşı da dürüst olmalıyız. Nerde olduğumuzu ve nereye ulaşmak istediğimizi doğru ifade etmeliyiz ki bize yardım ederken şüphe duymasınlar.
  13. Dikkat dağıtıcıları engelle: İnternet, telefon, sosyal medya ve daha bir sürü dikkat dağıtıcı var etrafımızda. Hedefin yeni sezonu çıkan çok sevdiğiniz dizinin tüm bölümlerini bir günde izlemek değil de bir işte/projede/sınavda başarılı olmaksa çalışırken telefonunu başka bir odada bırakmak iyi bir öneri olabilir. Etrafımızda çalışmamıza engel olacak onlarca dikkat dağıtıcının olduğu bir dönemde yaşıyoruz ama onları engellemek, bırakıp çalışmaya devam etmek bizim elimizde.
  14. Planlama yap: Planlamak her şeydir. Plansız başlanan bir iş, en ufak aksilikte tepetaklak olabilir. Bir kağıt ve kalem alıp yapılacak işleri not etmek ve planlamak oldukça önemli. İlerledikçe neler yaptığını ve hangi adımların henüz bitmediğini görmek motivasyonumuzu artıracaktır.
  15. Kendine güven: Bu zamana kadar başardığın, kendini ispatladığın ne çok şey var. Bunları düşünerek kendini motive et. Kapasiteni, neleri başardığını ve yeterliliklerini senden daha iyi bilen kimse yok. 

Başarılı olmak birçok etkene bağlı bir süreçtir. Bu etkenlerin en önemlisi ise kararlı olmaktır. Sürdürülebilir bir başarı ancak kararlı olmaktan geçmektedir. Başarılı olmak ile kararlı olmak arasındaki güçlü bir bağ vardır. İnsan başarıya giden yolda çeşitli zorluklarla karşılaşır. Karşılaşılan zorlukları yılmadan aşmak kararlı kişilerin yapabileceği bir durumdur. Kararlı olmak, başarılı olman için önemli ve emin adımlarını atmanı ve ihtiyacın olan cesareti sağlar. Kısaca kararlı olanlar başarılı olmak için nerede, ne zaman, ne yapması gerektiği bilen, engellerde yılmadan gerekli davranışları yapanlardır.

Başarılı insanların ortak özellikleri nelerdir?

Steve Jobs, Bill Gates, Jeff Bezos, Tim Cook, Warren Buffett “iş hayatında başarılı olmuş ve kendini kanıtlamış kişiler” olarak örnek gösterilen popüler isimlerden birkaçı. Başarılı oldukları ve bu başarıları toplumun genelinde kabul gördüğü için bu süreçte neler yaptıkları merak ediliyor. Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki bu kişiler, bizim “Çok başarılı oldu, istediklerini elde etti” dediğimiz noktada dahi çalışmaya devam ediyor. Örneğin, Bill Gates bir yılda onlarca kitap okuyor, işiyle ilgili olmayan şeyleri dahi büyük bir merakla öğrenmeye çalışıyor. Hem iş hayatıyla ilgili alanlarda hem de günümüzde popülerleşen ve önemli olduğu düşünülen konularda kendini geliştirmeye çalışıyor.

Planlama becerisi, risk alma, kendine güven, kararlı duruş ve tabii ki çok ama çok çalışma… İş hayatında başarılı olmuş kişilere göre başarılı olmanın yolu bu birkaç özellikten geçiyor. Hedeflerini gerçekleştirmek için yıllarca çalışan, gerektiğinde risk alan, kendine güvenen ve sürekli kendini geliştiren bu bireyler kısa veya uzun vadede başarıyı yakalıyor. Ayrıca özellikle bahsettiğimiz insanların biyografilerini incelediğimizde vizyon sahibi insanlar oldukları da çok açık. Bazen çok az kişinin hakim olduğu alanlarda bazen de tamamen yeni bir bakış açısı buldukları alanlarda başarıyı yakalamışlar. Yani ya yapılmayanı yapmışlar, ya da konuyu kendilerine has bir şekilde ele almışlar. Bunun en güzel örneklerinden biri; kitap satma işini bir kitapçıda değil de internette bir website üzerinden de yapabileceğini düşünüp Amazon’u kuran Jeff Bezos olabilir.

İş hayatında başarılı olmak için öncelikle kararlı ve sabırlı olmak gerekir. İş hayatındaki olumsuzluklar, istenmeyen durumlar kişiyi yıldırmamalı ki ilerde hedeflediği noktaya ulaşabilsin. Elbette kararlı ve sabırlı olmak başarılı olmak için yeterli değildir. Kişinin kendini sürekli geliştirmesi, sektöründeki değişiklikleri yakından takip etmesi ve yeni bakış açıları  kazanması gerekmektedir. Ayrıca, iş hayatında başarılı olmak için sorumluluk almak gerekir. Sorumluluk almak bir anlamda risk almaktır ancak hedeflenen iş tamamlandığında kişiye pek çok katkısı olacağı tartışılmazdır. Bu nedenle kişinin kendine güvenmesi ve gerektiğinde risk alabilmesi gerekmektedir. Deneyim kazanmak, geçmişteki hatalardan ders çıkarmak da oldukça önemli bir diğer etkendir.

Okul Hayatında Başarılı Olmak

Okul hayatında başarılı olmak için yapmamız gerekenler iş hayatına göre farklılıklar göstermekle beraber tamamen farklı olduğunu söylemek doğru olmaz. Öncelikle hem okul hayatında hem de iş hayatında başarının ilk sır; iyi bir planlama yapıp çok çalışmaktır. Okul hayatında risk almamız gereken durumlar iş hayatına kıyasla oldukça azdır. Ancak kendini  geliştirmek ve dünyayı takip etmek oldukça önem taşır. Bununla beraber istikrarlı ve sabırlı olmak gerekmektedir.

Başarılı Olmanın 10 Büyük Sırrı

Başarının zaman zaman zeka ve yetenek sayesinde çoğu zaman ise şans sayesinde geldiğinin söylendiğini sıklıkla duyuyoruz. Ancak bu faktörler olmadan da başarı mümkündür. Başarılı olmanın “on büyük sırrı”nı aşağıda listeledik. Başarılı insanların röportajlarından da sıklıkla duyduğumuz gibi şans, zeka ve yetenek insanı bir yere kadar götürebilecekken çok çalışmak, istikrarlı olmak ve hedefe odaklanmak ise başarıyı getirecektir.

  • Hedef belirlemek,
  • Kararlı olmak,
  • İstikrarlı olmak & sabırlı olmak,
  • Kendine güvenmek,
  • Planlama yapmak,
  • Gerçekçi olmak,
  • Kendini geliştirmek,
  • Yenilikçi olmak,
  • Risk almak,
  • Harekete geçmek.

Hayatta başarılı olmak için neye ihtiyacımız var?

İş hayatındaki ve okul hayatındaki başarıdan,nasıl başarılı olunabileceğinden bahsettik. Peki hayatta nasıl başarılı olunur? Hayatta başarılı olmak için neye ihtiyacımız var? Hayatta başarılı olmak için öncelikle bireyin kendine güvenmesi gerekiyor. Ancak kendine güvenen birisi kendini rahat ifade eder ve başarılı olup kendini ispatlayabilir. Yapabileceğine inanmak, yeteneklerinin farkında olabilmek hayatta da başarıyı getirir. Tıpkı iş hayatında olduğu gibi risk almak da oldukça önemli. Risk alıp başlanan ve başarıyla tamamlanan işler beraberinde daima yeni fırsatlar getirir. Bunlarla beraber eyleme geçmek, durmadan devam edebilmek bir diğer hayati etken. Ayrıca yine okul ve iş hayatında olduğu gibi hayatta da başarıya giden yol daima kendini geliştirebilmekten, yeni bakış açıları kazanmaya çalışmaktan geçiyor.

Başarıyı etkileyen faktörler nelerdir?

Başarılı olmayı sağlayan pek çok faktör olduğundan bahsettik. Bu faktörler bir araya geldiğinde hem iş ve okul ortamında hem de hayatımızda başarılı olmamızı sağlıyor. Bunlara ek olarak başarıyı olumlu veya olumsuz etkileyen pek çok faktör bulunmaktadır. Takıntılar, bu faktörlerden birine örnek gösterilebilir. Bir hedefe kitlenmek onu takıntı haline getirmek başarıyı da başarısızlığı da beraberinde getirebilmektedir. Bazı insanlar takıntının gelişme sürecinin en önemli parçası olduğunu düşünmektedir. Aylarını, yıllarını takıntı haline getirdiği konuda harcayan insanların başarılı olduğu söylenmektedir.

Bunun tam tersi de söz konusudur. Bir işi takıntı haline getirmek başarıyı değil, başarısızlığı da getirebilir. Çünkü takıntılı olma hali, durumu farklı perspektiflerden ele almayı engelliyor olabilir. Sonuç olarak takıntı hedefe giden yolda kişiyi hem olumlu hem de olumsuz olarak etkileyebilmektedir. Tıpkı takıntılarda olduğu gibi mükemmeliyetçilik faktörü de iki yönden ele alınabilir. Her şeyin mükemmel olmasını isteyen ve bu ortamı sağlamak için zaman harcayan insan elbette başarıyı yakalayabilir. Tam tersi, sürekli mükemmele ulaşmaya çalışıp bir türlü işlerin istediği gibi gitmediğini, tam olarak hayal ettiğini gerçekleştiremediğini düşünen insan çok fazla efor ve zaman harcamanın sonucunda boş yere enerjisini ve vaktini kaybedebilir.

Başarılı insanlarda görülen bu faktörler genellikle onlar üzerinde olumlu etki oluşturmuş ve başarılarına katkı sağlamıştır. Bu nedenle bu faktörlerin hedefe ulaşmaya çalışan bireyi genellikle olumlu etkilediği düşünülmektedir.

En iyi yeteneklerin kariyer platformu toptalent.co’ya üye ol, Türkiye’nin ve dünyanın en iyi şirketlerinin iş, staj ve kariyer fırsatlarını keşfet.

Kimse bir ağaç kadar bilge değil. Suyun kuvveti hepimizden daha çok. İnsanlıktansa hayvan alemi daha şefkatli. Hava insandan daha belirli. Dağlar daha görkemli. Tepeler bizden daha düzgün ve eğik bir yol bile insandan daha doğru gidiyor. Maddenin kararlılığı canlıda yok. Canlının tutarlılığı insanda görülmüyor. İnsan doğa karşısında şımarık bir zengin çocuğu. Hazırdan yiyip millete caka satıyor. Bindiği dalı kesmeyi marifet sayıyor.

Paranın yenmediğini, pahalı oyuncaklarımızın da aslında hiçbir işe yaramadığını doğanın sonu geldiğinde anlayacağız. O zamana kadar yapacağımız tek şey hayatın yasını tutmak. Elimizden gelen çok şey var, ama yapmayacağız. Kimse sonraki kuşaklar hayatta kalsın diye oyuncaklarından vazgeçmeyecek. Kimse geleceği düşünmeyecek. Öyle olsa bu işe kalkışmazdık. Merhamet gösterecek olsak bu işin temelini acı ve sömürü ile kurmazdık. Temelinde nice insanın acıları yatarken bu düzeni bırakmayacağız. Zaten bırakma niyetinden bahsedilmiyor da malumun ilanını sağladık.

Doğa karşısında üstün olduğunu düşünen bir insan toplum karşısında üstün olduğunu düşünen birey gibidir. İnsan gibi insanlık da parçası olduğu bütünün denetimindedir. İnsan başkaları tarafından dünyaya getirilip, başkaları tarafından eğitiliyor. Başkaları uğrunda ve sayesinde yaşıyor. İnsanlık için de bu başkalarının doğa olduğunu söyleyebiliriz. İnsan çoğunluğu su olan bir et parçası, uzayda sürüklenen bir kaya üzerinde muhtaç olduğu diğer unsurlara hava atıyor. İşte bunun normal olduğunu söyleyemeyiz.

Hava attığımız insanlardan farkımız sadece adımızın farklı olması. Aşağıladığımız hayvandan farkımız ise sadece ondan daha zalim bir gruba mensup olmamız. Çekiştirip durduğumuz masa ile ana maddemiz aynı. Kirlettiğimiz hava biraz sonra soluyacağımız, hayata çevireceğimiz bir ihtiyacımız. Ne var ki bunların farkına varamayacağız. Toplumun yok oluşuna gözlerimiz bağlı gidiyoruz. Bu esnada biraz çevreye bakmalıyız. İnsanın böbürlenmelerinden sıyrılıp dışarı baktığımızda muhteşem bir doğa, mucizevi bir hayat bulacağız. Kendi büyüklenmemizin ardına göz attığımızda doğa karşısında insanın ne kadar aciz kaldığını göreceğiz. Karşısında yer aldığımız doğaya ne kadar muhtaç olduğumuzu fark ediyorsanız, onu yok edişimize yakılan ağıtta yerinizi almalısınız.

Doğruluk işareti doğruluk(en. truth): gerçeğe uygun olmaktır. Bununla birlikte: mantık, matematik, yasa gibi doğruluk biçimleri de vardır. Genellikle insan düşüncesinin gerçekle uyuşması, sözlerin olaylara uygun olması kast edilir. Güncel anlamda, kısaca: gerçeğe uygun anlamındadır. Mantık veya yasa gibi sistemsel doğruluklar da kendi içinde tutarlı bir gerçekliği ifade eder. Bir mantık doğrusu önermelerin kendi aralarında çelişki olmadığını belirtir. Yasal doğru da mantık gibi, yasal düzenin içinde, yasalarla çelişmeyen uygunluk durumudur. Genel bir doğruluktansa, öncüllerden hareketle, kendi kümesi içindeki gerçekliği belirtir.

Doğruluk sözcüğü hakikat, dürüstlük ve adalet ile yakın anlamda kullanılmaktadır. Aynı zamanda Olgu(en. fact) ve gerçek(en.reality) ile yakın veya eş anlamda kullanılabilmektedir. Ne var ki bu ikisinin farklı anlamlara geldiği düşünülmektedir. Dil yapısının göreli esaslarına göre kesin bir şey söylemek güç. Ancak olgu, olayların dayandığı nedengerçeklik, var olan şey anlamında sözlüklerde yer alır. Bu da bizi dilsel varlığımızı sorgulamaya götürür.

DİL VE FELSEFE

Doğru sözcüğünün referansı kişinin dil dünyasıdır. Bu da dil yapısı içinde mümkün olan ve felsefenin ana sorunlarından birini oluşturan anlam sorununu meydana getirir. Sözcüklerin ne olduğunu kararlaştıramadığımız için, düşüncelerde de uzlaşamamaktayız. Aynı dili konuşsak da aslında birbirimizin dilinden anlamıyoruz. Bununla birlikte, ortak bir anlam bulamasak da, dilin yakın bölgelerinde buluşarak hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Dilsel bir varlık olan insan, çevresine kendi dilinin dünyasında bakmaktadır. Herkesin adının farklı olması gibi, algısı da farklı. Bu yüzden bu site, dil felsefesinin kısa bir özeti gibidir. Tüm yazılara dilsel ayrımlarla başlamak bu yüzdendir. Bu yazının da büyük kısmı sözcüklerin tasnifine ayrılarak herkesin dil dünyasında ortak bir yerde buluşmak amaçlanmıştır. 

DOĞRULUK ALGISI

Çoğu zaman farklı anlamlara gelmesinin yanında, bir olayın doğru şekli de yorumlara sahiptir. Sözcükte uzlaşı olmaması bir yana, aynı olayda farklı doğruluk algısı olabilmektedir. Mesela kutlama yemeği için mavi renk elbise giymek mi daha doğrudur, sarı renk mi? Ya da bahçeye çam ağacı mı dikmek doğrudur, servi mi? Bunlar da günlük hayattaki olasılıkları değerlendirmede faydacı bir doğruluk algısına işaret eder.

Çoğu zaman, doğrunun kişisel bir anlama sahip olduğunu biliriz. Doğru sözcüğün bir gerçekten ziyade, bir desteği belirttiğinin farkındayızdır. Bir şeyi doğru olarak nitelemek, onun gerçekliğini değil, öznenin taraftarlığını belirtir. Bir şeyin doğru olması, öneren öznenin tarafına bağlıdır. Ancak bazen kesin doğrular söz konusu olmaktadır. Böyle doğrular var mıdır? Genel doğru nasıl olabilir?

Felsefe, ahlak, din alanlarında çok farklı doğruluk algıları vardır. Din, ahlak, yasa, bilim kesin doğruları hedefler. Bilimde ve yasada kesin doğrular olduğu varsayılmış ancak bunları düzenlemek mümkün kılınmıştır. Zamana göre mevcut paradigma değişse de, halihazırda bulunan düzenin kesin doğruluğu ile işler yürütülür. Dinde ise şüpheye yer yoktur. Dinin söylediği doğrudur. Dinin diğer bir özelliği de, diğerlerini yanlışlamasıdır. Doğruluk tanımının sorgulandığı yer ise felsefedir. Felsefe tüm doğruları sorgulayarak insan hayatının niteliklerini betimlemeye çalışır. Burada felsefe ile, farklı taraflardan bakarak doğruluk algısını çözümleyeceğiz.

DOĞRULUK FELSEFESİ

Felsefe tarihinde doğruluğun içeriğe göre değişen bir nitelik olduğu çokça savunulmuştur. Bu niteliği dil yapısında görebiliriz. Herhangi bir cümle kurduğumuzda, cümle olumsuz bile olsa, doğruluk değeri taşır. Bir cümle kurduğumuzda bunu bir doğru olarak ortaya atarız. Herhangi bir cümle bu niteliğe sahiptir. Dilin bu yapısı bize doğruluğun göreliliğini de anlatır. Mesela “hayat gariptir” ya da “bu yemek tuzludur” demek söyleyen öznede doğruluk değeri taşır. Ancak diğer bireylerde onaylanmayabilir. Ne var ki, bu önermeler yaşamın sürdürülmesi için birer doğru varsayımı biçiminde türemiştir. Dil ile kurulan tümceler varsayım olduğu bilinse dahi olumlayıcı yapıya sahiptir.

En genel doğruda ya da yanlışta bile göreli bir doğruluk değeri vardır. Şunu söylemeliyim ki: en genel doğru derken genellikle insanca düşünürüz. İnsanın dünyası ile doğruları sınırlarız. Halbuki insan bir organizmadır. Diğerlerince oluşturulmuş bir yapıdır. Parçalarımızı hesaba katmamak eğilimindeyiz. Bu bizi sınırlar. En büyük doğruları düşünelim. “Yaşam yaşanan şeydir” bundan daha büyük doğru yok gibi gelebilir. Ancak yaşamın tanımı bir yana, sözcüklerin ve özellikle de şey sözcüğünün içeriği tartışmalıdır. Bunları doğru saysak bile, insan için yaşanan şey diğer varlıklar için öyle olmayabilir. Bir hayvanın dünyasını anlayamadığımız için yorum yapmak güç. “Cansız” varlık dediğimiz varlıklar için bu yorum ne kadar geçerli olduğunu da sorgulamalıyız. Onlar da hayattadır ancak yaşamadıklarını söylüyoruz.

Matematik kesin doğruların bilimi olarak bilinir. Mathema ( μάθημα) Eski Yunanca: “öğrenilen, öğrenme” anlamına gelir. Matematik öğrenilen bir çalışmadır. Sayılar insandan bağımsız olarak var olabilir mi? Tüm matematik kuralları önce dil, sonra da dilin meydana getirdiği sayı varsayımları ile oluşmuştur. Bir kere, insanın sembollerine bağlıdır. Kendi uydurduğumuz sembollerle kesin doğruluğa ulaşabilir miyiz? Bir, iki, üç ya da herhangi bir matematik terimi kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Bunlar en başından beri  işleri yürütmek için kabul ettiğimiz doğrulardır. Bir matematik doğrusunun insandan başka bir canlıya hitap ettiğini göremeyiz. İnsan diline bağlı. insanca şeylerden biridir.

Tüm kurgu yapımlarda doğruluğun niteliğini görebiliriz. Fantastik bir film izlerken cadıların, devlerin ve büyücülerin doğruluğunu sorgulamak yerine filmi kendi doğruluğu içerisinde izleriz. Başlangıçta verilen öncüllerden öz doğruluk sistemini kurarız. Dış dünyanın doğruluğu bir süreliğine susturulmuş ve anlık öznel doğrular devreye girmiştir. Doğrunun göreliliğini herhangi bir film ya da kitapta gözlemleyebilirsiniz. Kesin doğru yoksa ne yapacağız? Kesin doğru olmayabilir ancak ortak doğrular bulunabilir. Tarihte kötülüklerin çoğu kesin doğruyu bulduğunu iddia edenlerce yapılmıştır. Kesin doğruları aramak yerine, bunun gerçek dışılığını fark etmeliyiz. Hepimizin ortak paydada bulunduğu bir göreli doğrulukta yaşayabiliriz. Böylelikle kendi doğrularını dünyaya dayatan acımasız insanlara Dünya ile birlikte kendilerini de yok ettiklerini anımsatabiliriz.

Doğru ile yanlış değil, doğru ve doğru mücadele eder. Kimse yanlış bir düşünceyi savunmaz. Farklı doğrular olabilir, başkasının doğrusuna hak verebildiğimiz kadar doğruyuz.

Dünya batının yaşam tarzını benimsedi. Avrupa’dan çıkıp bütün dünyayı saran bu yaşam tarzı yalnızca tüketmek üzerine kurulu. Aslında onlar bu yapının zirvesi. Temelde hepimizden parçalar var. Hepimizin gayretiyle insan üreten bir özne olmaktan çıktı ve tüketen bir nesne haline geldi. Bu tarz bir yaşam kapitalin gelişmesi için gerekliydi. Biz ne kadar tüketirsek sermayeler o kadar büyüyecek ve özel yatırımlar mümkün olacaktı. Yenilik ve ilerleme sağladığı düşünülen bu sermaye etkinliği aslında kaynakların fazladan kullanılmasına neden oldu. Tüketim kültürü kaynakları israf ederek geleceğimizden çaldı.

Aslında hepimiz suçluyuz. Batının ya da sermaye sahiplerinin yapabileceği bir şey yoktu. İnsanın en doğal davranışı diğerlerine göre hareket etmekti. Ötekinin değer yargıları bizim için önemliydi. Hepimiz grubun diğer üyeleri için önemli olmak istedik. Hayati işbölümünün bir uzantısı olarak soyluluk ve zenginlik gibi sıfatları türettik. Eskiden iyi savaşmak marifet iken önemli olmanın daha farklı yollarını keşfettik. Yalan bunlardan biriydi. İmkan bulunca diğerlerinin önüne geçmek için harekete geçtik. Diğerleri için önemli olmak istedik. Soyluluk, saltanat, zenginlik gibi konumlar toplum içerisinde başarılı olduğumuzun kanıtıydı. Böyle bir tutumda topluma yönelik davransak da toplumu sadece yok etmeyi başardık. Toplum olmayı başararak insanlığı oluşturmuştuk, ben yanılgısıyla da yok ettik. Başkalarına göre yaşıyoruz ama başkaları yakında yok olacak. Tabi toplumsal canlılar olan insanlar başkası olmadan yaşayamayacak.

Temel sorun yetinmemektir. Bir kişi ihtiyaçlarını tamamladıktan sonra neden daha fazlası için uğraşır? İhtiyaçlar sınırsızdır diye bir yalan ortada gezmektedir. Bencil insanın istekleri sınırsızdır. Yetinmeyi bilmeyen de ne mutlu olur ne de yeterli olana ulaşır. Daha önemli olma isteği bazılarımızı kör etmiştir. Grubun saygısını kazanmak için herkesin hayatını tehlikeye atmak olağan bir durum haline gelmiştir. Çağdaş dünya düzeni böyle bir tutumla meydana gelmiştir. Bazıları en önemlidir, kalan herkes de tüketerek kendimi önemli hissetmektedir. Herkesin önemli olduğunu gözden kaçırmış durumdayız. Kendimizi önemli sanmak için piyasanın kurallarını benimsedik. Başkasından daha üstün olduğumuza inandık ve herkesten daha özel olduğumuz gibi bir yalanı yuttuk. Oyunun kuralları oyunu oluşturanlarca belirlenmişti, bu yüzden biz kural koyuculardan daha az önemli olmayı kabul ettik. Yani ezilmeyi kabullendik ki ezebilelim.

Hayata iyice yabancılaştık. Parasal düzende para gibi birer mal oluverdik. Şirket veya para gibi davranmaya başladık. Para genellikle ahlaksızdır. Ahlak dışı saydığımız şeyler ekonomi adı altında normalleştirilmiştir. Hırslı olmak, sınır tanımamak, rakipleri yok etmek, büyüklenmek, gösteriş, duygusal davranmamak vs. ne kadar yanlış davranış varsa iş hayatının kuralları haline gelmiştir. Kendimize hafifletici sebepler bularak kapitalist ekonominin ahlaksız davranışlarını normalleştirdik. Sermaye tarafından aşılanan tüketim aşkını doyurabilmek için ahlaki değerlerimizi boş verdik. Parasal düzenin içerisinde para gibi olduk. Aslımıza yabancılaşarak hırslarımızın kölesi olduk. Değerlerimize yabancılaşarak araçlarımızla beraber geren kuralları gerçeğimiz haline getirdik. Ahlakı olmayan parasal düzenin bir parçası olduk.

Sona yaklaşırken nasıl göründüğümüzü bir düşünelim. Daha uzun bir yolumuz varken kısa ve gösterişli bir yolculuğu tercih ettik. Suçlu olan ya hepimizdi ya da hiç kimse. İnsan kaçınılmaz olarak başkasına göre yaşadı. Hatalar ortaktı, ortak da olacaktı. Birbirine suç atanlar olsa da, aslında kendimize bakmamız gerekmekte. Belki de sistemin kaçınılmaz bir hatası oluştu ve yokluğa hızlanmaya başladık. Zaten bu tiyatronun özgür seçimle oluştuğuna inanmak epey zor. Kaçınılmaz bir şeyler olmalı, yoksa uzaktan tamamen bir hata gibi görünüyoruz.

Bu yazıda neden ölüme doğru acele ettiğimizi inceledik. Tüketim için tükenecek şeyler lazımdı. Önemli olmanın son mümessili batı dünyası tüketecek şeyler arıyor. Biz de tüketim maddesi olarak sırada yer alıyoruz. Sıra önce Ortadoğu denen tüketim nesnesine ve sonra yavaş yavaş tüm insanlığa gelecek. İnsanlığı tükettiğimizin farkına varamayacağız. Uzun ve vasat bir hayattansa kısa ve parlak olanını tercih ettik. Toplumu, yani insanlığı yok etmekle başladık. Hadi bakalım hayırlısı.

Doğayı duyamıyoruz. Hem kulak vermiyoruz, hem de diğer tüm sesleri bastıran bir ses var. Biraz kulak verdiğinizde her yerde aynı sesin baskın geldiğini söyleyebilirsiniz. Televizyonda, gazetede, çarşıda, pazarda, kalabalıklarda, fısıltılarda ve insanın olduğu her yerde bunu duyacaksınız. İnsan “ben” diye haykırıyor. İnsanın “ben” haykırışı her şeyi bastırıyor. Ben diye inliyor dünya. Her şey insanın ben merakı ardında kalıyor. Güzel bir cıvıltıya mahal kalmıyor. Bir manzara seyretmek mümkün değil. Suya, dağlara, bitkilere hayranlık duymak eskide kaldı. Artık varsa yoksa ben…

Varoluşsal bir tehditle karşı karşıyayız. “Ben” varlığımızı tehdit ediyor. İnsanlık olarak bir yanılgıya düştük. Bireyin tek başına mükemmel olabileceğini, diğer insanlardan üstün şekilde var olabileceğini sandık. Halbuki ne tarihte ne de gelecekte bunun mümkün olamayacağını göremedik. İnsanın hem kültürel açıdan toplumun ürünü olmasını hem de yaşam kaynaklarını toplumdan almasını hesap edemedik. Hızlı bir yaşam için “ben” dediğimiz düşüncesizliği yücelttik. Bencilliği bir erdem bile sayanlar oldu. İnsanlık olarak benin ayakları altında kaldık. Kalkamıyoruz.

Ben diyeni ödüllendirdik. Paylaşmayıp kendine saklayanı takdir ettik. Başkalarına üstünlük kurana imrendik. Kendinden başka kimseyi düşünmeyeni başarılı diye baş köşeye aldık. Kimseyi mutlu olmasıyla, sevgi duymasıyla, adaletiyle, düşünceleriyle sıralamadık; ama parasıyla sıraladık. Hep en zengini, en üstünü parmakla gösterdik. İşte bunun mahsulü olarak tükenişe geldik. Sınırlı kaynaklarımızı bencilliğimiz için harcadık. İnsanlık bir çıkmaza sürükleniyor. Kendimizle birlikte canlı hayatını da yok ediyoruz. Ben tehlikesi bizi ve tüm doğayı tehdit ediyor. İnsana en büyük tehdidin kendi içinden gelmesi ne kadar gariptir. Hem bireysel olarak bencilliğin kendimizi aslında küçültücü olduğunun farkına varamıyoruz, hem de dünyada sadece insan önemliymiş gibi davranmanın zararlarını göremiyoruz. Bireyler büyük toplum tarafından yetiştirilir ve yaşatılır. İnsan da çevresindeki doğa tarafından beslenir, yaşatılır. Canlı hayatı olmazsa insanlık olmaz. Toplum hayatı olmazsa da birey olmaz. Bu temelleri bencillik ile yok ediyoruz. Belki de kesin bir yok oluşa kendi kendimize adım atıyoruz. Varlığımızı tehdit eden en büyük tehlike olduk.

Kendi ayaklarının altından kalkamayan bir ucubeye dönüştük. Bunun farkına bile varamıyoruz. Kendimize en büyük tehlike haline geldik. Bu tehlikeyi görsek bile gözardı ediyoruz ki kısa ve avutucu bir yaşantı sürelim. Ne var ki artık kapımıza dayanan tüketim savaşları ile geleceğimiz yüzümüze çarpmaya başladı. Bu yaşam tarzı ile gelecekte bizi sadece yok oluş bekliyor. Ben tehlikesini fark edip ekonomik, kültürel, toplumsal açılardan yeniden örgütlenmeliyiz. Ahlakın ve erdemin yüceltildiği bir toplum olmak zorundayız. Yoksa olmayız(!)

https://youtube.com/watch?v=4wSikAxQAzA

Schnee fiel! Schöne Melodie zu Tränen! Eine der schönsten, zauberhaftesten Wintermelodien!

İnsanlığın geleceği nasıl olacak? Birey olarak geleceğimizi merak ettiğimiz gibi makro birey olan insanlığı da merak ederiz.  Kişi özel geleceğini düşünürken çevresini de düşünür. İnsanın sosyal oluşu her şeyde diğerlerini de hesaba katma gereği doğurur. İnsan çevresiyle vardır. İnsanlık da öyledir. Diğer bireyler, mesela ailemiz, eşimiz ya da gıdalarımızı üretenler, temizlik ve ulaşım görevlileri vs. olmasa bugünkü anlamda biz, yani insanlık olmazdı. Birbirimize güvenip, bağlanmasak yok olurduk. Birey için diğer bireyler, insanlık için de diğer canlılar olmalıdır. Her ne kadar biz bunu hep inkar etmiş ve insanlık olarak tekmiş gibi yaşadıysak da insanlığın devamını sağlayan, insan haricindekilerdir. Yediğimiz, içtiğimiz her şeyi, aldığımız nefesi ve bulunduğumuz coğrafyayı diğer canlılara borçluyuz.

Diğer insanlar olmasa birey de hayatını sürdüremez, diğer canlılar olmazsa insanlık da yaşayamaz. Biz kendi içimizde kısmen hayatı devam ettirsek de, insanlık olarak diğerlerini, doğayı katlediyoruz. Geleceği merak etmeden önce bunu söylemenin önemi büyüktür. Çünkü bir gelecek olması için yaşayacak ortamımızı yok etmememiz gerekir. Bir kişinin gıdasını, güvenliğini, ulaşımı sağlayan kişileri farkında olarak öldürmesi olayıyla karşı karşıyayız. Ama çok daha büyük ölçüde: insanlık olarak.

  • Yok edersek bir geleceğimiz olmaz. Yok etmeyi biraz daha açalım. Bitkiler milyonlarca yıldır karbondioksit alıp oksijen veriyor. Biz bitkileri öldürüp yakarak bu işlemi tersine çeviriyoruz.
  • Milyonlarca yıldır toprağın altında olan fosil bitki kalıntılarını(petrol) 100 senede bitirerek onları da karbondioksite çeviriyoruz. Bun
  • Her şeyi yakıp, tüketerek hem sonlu bir şeyin bağımlısı oluyoruz, hem de atmosfere salınan karbon dünyanın üstünü örterek soğumasını engelliyor. Küresel ısınmaya neden oluyoruz.
  • Milyarlarca yılda oluşan madenleri öyle şuursuzca harcıyoruz ki: 100 sene sonra madenlerin %90’ı tükenecek .
  • 70 kg. lık bir adamı 3 tonluk arabayla taşıyoruz. 5.000 km ötede yetişen meyveleri yiyoruz. Spor salonuna koşmaya arabayla gidiyoruz.
  • 1900 yılında  dünya nüfusu 1.5 Milyardı, 2040’ta 10 milyar kişi olacak. Bir kısım insan diğerlerini köle olarak kullandığı ve hakkı yendiği için anlaşılmıyor. Ama dünya bize yetmiyor. Bir Amerikalı Afrikalıdan 50 kat daha fazla enerji tüketiyor. Bütün dünya Amerikalı ve Avusturalyalılar gibi yaşasaydı 4 tane dünyaya ihtiyacımız olacaktı.

Bir geleceğin olabilmesi için tüketim alışkanlıkları değiştirilmeli. Mümkün olduğunca az çöp çıkarmak en basit kişinin bile yapabileceği bir iştir.  Bir kişinin bile hayatı boyunca tutumlu olması insanlığa ve dünyaya yapılmış inanılmaz bir katkıdır. Tüketimi azaltın. Diğer bitki ve canlılara yardım edin. Doğa sayesinde varız ve doğa yoksa biz de yok oluruz. Her şey mevcut şekilde devam ederse savaşlar çıkacak. Savaşla beraber hastalıklar, açlık ve katliamlar yaşanacak. Kıt kaynaklar üzerindeki savaşlar başlamış durumda. Bugün petrolü olan ülkelerin vay haline. Bunlar çoktan ateşle kavruluyor. Yarın suyu, toprağı olan yerlere demokrasi ve özgürlük gelmesi işten bile değil. İnsanlığın geleceği geçmişinden daha acı dolu olacaktır.

İnsanlığı birkaç kapitalistin yok etmesi gibi, canlılığı da insanlık denen bir avuç canlı yok ediyor. Gelecek hiç de parlak değil. Yalnızca diğerlerini öldürenler ve yeterince zalim olanlar yaşayacak. Petrol savaşlarında bunu görebiliriz. Dünyanın en ileri medeniyetlerinin nasıl bu kadar cani olduğuna şaşırabiliriz. Kapitalizm bugün ülke olarak bizim kapımızdadır. Küresel sömürü düzenine alet olmazsak ve kendi doğal düzenimizi kurabilirsek her şey farklı olabilir. Yoksa yüzyılın sonunda güçlü olanlar güçsüzlerin kaynaklarını ele geçirecek ve sömürü kendini de bitirene kadar devam edecektir.

Ezilenler ezenlere yetişmek, “gelişmiş” olmak için çabalamamalıdır. Gelişmişlik ve batı güç kullanımında gelişmişliktir. Dünya sömürü ve savaşlarla büyüyen batı kültürünü yaşıyor. Batı kültürü bir kanser gibi önce çevresini sonra kendini tüketecek. Tabi dünya böyle devam ederse. İnsanlığın geleceği biz onu değiştirmezsek çok yakın bir zamanda yok olacak. Forest_logging_in_Malaysia Binlerce yıllık kültürü 200 yılda yok etmiş olacağız. Bunun olmaması için sanayi ürünlerinden uzaklaşın. Batının alışkanlıklarını bırakın. Batı kültürü, siyaseti ancak sömürüden anlar. Doğaya uyum sağlamak ve tüketimi hiç olmazsa azaltmak öncelikli amacımız olmalıdır. Önce diğer bireyleri, ailemizi, halkımızı, insanlığı fark etmeliyiz. Sonra insanlık için hayati olan diğer canlıları, varlığı benimsemeliyiz.

İnsan nüfusunun %60’ı evinde tuvalete sahip, %40 değil ve %14 halen açığa yapıyor. %80’inin ise bir cep telefonu var. Tuvaletin insanlık kadar eski, cep telefonun insanlığın yok oluşu kadar yeni olması göz önüne alınınca insanlığın ihtiyaçları hakkında şüpheye düşmemek elde değil. İnsanın ihtiyaçlarının insanlıkla birlikte değiştiğini görmekteyiz.

Her canlının yaşamak için gıdaya ihtiyacı vardır. İnsan henüz gıda almayı bırakmamıştır. Farklı bir teknoloji geliştirene kadar enerjimiz gıdalardan gelecektir. Ne var ki çağımızda gıda insan için bir hedef bile değildir. Yaşamak için en büyük ihtiyacımız olan gıdaya artık ihtiyaç demiyoruz. Günlük hayatımızda bunun zaten sağlanacağını varsayıyoruz. Biz daha çok lüks dediğimiz şeyleri planlıyoruz. Yemeği, uykuyu, mutluluğu; yani hayatın temel olaylarını dikkate almamaya başladık.

İnsanların yaklaşık olarak %50’si kadın ve %50’si erkektir. Bunun dışındaki oranlarda bir terslik mevcuttur. %1 lik kesim dünyadaki varlıkların %50’sini kontrol etmektedir. Nüfusun %70’i ise %3’lük bir servete sahiptir. Bunu daha kolay anlamak için en üstte yer alan 80 kişinin 3.8 milyar insanın toplamından daha zengin olduğunu söyleyebiliriz. Günde 1 dolardan az kazanan 2.5 milyar insan var ve üst tabakadaki zenginler “saniyede” 100 dolar kazanıyor. Zenginin nasıl bir ihtiyacı vardır ya da fakirlerin mi ihtiyacı yoktur merak ediyoruz.

İnsanın hayattan beklentisinde bir gariplik sezilmektedir. Modern insana ihtiyacı sorulduğunda lüks tüketimden örnekler verilmektedir. Sürekli bir teknoloji tüketimi mevcuttur ve temel yaşamsal ihtiyaçlar bu uğurda feda edilmektedir. Tarih insanlığın ihtiyaçlarından çok hevesleri için öldüğünü göstermiştir. Savaşlar ekmek için değil, bundan çok daha fazlasını elde etmek için çıkarılmaktadır.

İnsanoğlu yaşamını sürdürecek her şeye sahipken bile fazlasını elde etmek için saçma işlere kalkışmıştır. Suç insanın daha fazlasını istemesinin bir göstergesidir. Cezaevleri ekmek çalanlarla değil, gösteriş peşinde olanlarla doludur. Toplumsal canlı olmanın garip bir yan etkisini yaşamaktayız. Başkasına hava atmak için can atmaktayız. İnsanın temel ihtiyacı gösteriş haline gelmiştir.

İnsanın bu garip ihtiyacı için ciltler dolusu malumat verilebilir. Modern insanın hava atmak için harekete geçmesini suçların sebeplerinde görebiliriz. Statü kaygısı insanı canavara dönüştürmektedir. Küresel iletişim çağında bu durum her bireyin içinde bir canavar üretmiştir. İhtiyacını kendine göre değil de ekranda gördüğüne göre belirleyen kafalar insanlığın tüketilmesine yol açmıştır. İlişkiler, aileler, toplumsal bağlar yeni ihtiyaçlar yüzünden kopmuştur.

İnsanın çağımızdaki ihtiyaçları ihtiyaç değildir. Lüksleri ihtiyaç olarak belirlediğimizde hayati olanın geri dönülmez biçimde değiştirilmesi ve hayatın yok edilmesi söz konusudur. Belki uzun uzun yazmadıkça anlaşılamamaktadır, tekrar söyleyelim “insan hava atmaktadır.” Toplumsal bir canlı olmanın doğal sonucu küresel toplumda kritik düzeylere ulaşmıştır. Temel ihtiyaçlarımız gıda ve güvenlik iken hava atmaya kadar varmıştır

İnsanın halihazırda suça teşvik eden bir statü kaygısı vardır. Bir de tüm dünya ile etkileşim halindeki modern bireyi düşünün. Tarih boyunca havalı görünmek için kendini öldürenler, statüsü için yok olan kabileler, hatta ülkeler gördük. Şimdi bütün bir türü, hatta gezegeni feda edebilecek kudretimiz var. Emin olun birileri edecek, ihtiyacın yaşamak olduğunu çoktan göz ardı ettik. Bu saçma ihtiyaç hiyerarşisinde yaşamak değil, yok olmak ihtiyaç olmuştur.

Fotoğrafı çekilen Afrikalı çocuk elindeki ekmeği vermemek için direnmeyi düşünüyordu, hayallere dalmışken ekmek çoktan başka bir çocuğun eline geçmişti. Belki bir fotoğraf daha çekerler diye bekledi. Ekmek zordu, sanat güzel değildi.

Kişi bir ömrü geride bıraktığını düşünüyor. “Ben” diye bir şeye o kadar inanmış ki giderken hayatının kısalığına üzülüyor. Zamanın geçtiğini sanıyor, halbuki geçen bir şey yok. Geride kalan bir tarih olduğunu varsayıyor. Geride bir şey kalmayacağını anlamıyor. Görüntüsünü saatlere, yıllara, çağlara bölüyor. Günlere ve devirlere bir de isim veriyor. Halbuki ne geçmiş ne de gelecek bölünemiyor ve daha önemlisi, tüketilemiyor.

Hayat geçmiyor, biz geçiyoruz. Zamanın bittiğine dair inancımız ben merkezli rahatsızlığımızdan geliyor. Bir şeyin ölümü de zaman yanılgısının bir parçası. Ölüm, ancak bir virgül görünümündedir. Yok olmak için bir sebep yok. Sadece mevcut oyunumuzun sonlanması söz konusu. Oyundan erken çıkmak kimsenin hoşuna gitmeyeceği için yakınmalar olması beklenebilir. Başka bir deyişle rüyanın beklenmeyen bir yerde sonlanması çoğu zaman üzücüdür. İşte zaman bir oyun veya bir rüya süreci gibi bütünün içinde çok cüzi bir yer!

Yıllar, saatler, çağlar ve bütün bir tarih insanın en belirgin özelliklerinden olan uydurmacılığın bir sonucu gibi. İnsan hayatı ve insanlığın tarihi de buradan gelen bir yanılgı. İnsan belki de varlık aleminde kendi başına iş yapmaya çalışan cılız bir ses, bir can sıkıntısı. Bu kadar yanlış bir algı ve bunun yaygınlığı ancak bir gariplikten ibaret olabilir. Kendimiz dediğimiz şeyin bütünün önüne bu kadar geçmesi biraz garip doğrusu.

İslam felsefesinde sudur nazariyatları ve vahdet-i vücud metafiziği insanın ben yanılgısını en çok vurgulayan benzer kuramlardır. Gerek Taoist, gerek Budist, genel doğu düşüncesi de insanın ben yanılgısını vurgular ve zamanı bir bütün olarak görme eğilimi vardır. Buna karşın modern hayatın mimarı olan batı bireyselciliği artırarak insanın garipliğinin sınırlarını artırmıştır. Oyunlar çeşitlenmiş, rüyalar renklenmiştir. Ancak bununla birlikte uydurmalar ve varsayımlar da artmıştır. Zaman varsayımı garip bir hal almıştır. Çok derine inmeden şöyle bir soru soralım. Zaman diye bir şey neden olsun? Daha doğru bir şekilde, bizim bölüp yönetebileceğimiz bir aralık nasıl olur da bizden önce ve bizden sonra var olabilir? Yazıların konusu iletişim olduğundan fazla irdelemiyoruz. Geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmak istiyor ve zaman algısının yanlışlığını anlatmak istiyoruz.

Zamanın tüketilebilirliği modern zamanların bir inancıdır. Zaman dahil her tür varsayım bizim rüyayı yönetme çabalarımızdan ibaret. Ne var ki rüyayı yönetemeyiz, sadece etkileriz. Bir ömür rüyadaki birkaç saniye gibi geçer ve uyanınca hatırlarsak bir şey fark ederiz. Rüyanın kendi içinde bir nedenselliği vardır. Rüya saçma bile olsa onu görürken o dünyaya kapılırız. Başlangıç ve son arasında ilgi kurarız. Hayat dediğimiz esnada bu bağlantıyı kurmak yerine günlük olayların gafletine düşüyoruz. Geçmiş ile geleceğin birkaç saniyelik bir bağ olduğunu gözden kaçırıyoruz. Bizim küçük hayat oyunumuzdaki zamanın bittiğine dair inancımız veya bu aradaki sıkıntılarımız zaman yanılgısındandır. Bütünlüklü göremiyor, bütünle bağ kuramıyoruz.

Zaman tam olarak anlayamayacağımız şeylerden sadece biridir. Anlamadığımız şeyi uydurduğumuz da bir gerçektir. Zamanı da kendimize uydurup tüketilen bir şey haline getirdiğimizi söyleyebiliriz. En azından geçmek ve kalmakla ilgili olmadığını insanın onunla uğraşından anlayabiliriz. Geçtiğini sanırız, ancak geçmez. Geride kaldığını sanırız, kalmaz. Biz zamanda öldüğümüzü sansak da ne zaman bizi öldürür, ne de ölüm bizim yaptığımız bir şeydir. Zaman bizden kaynaklanmadığı halde kendi başımıza gelmiş ve bir zamana sahip olmuş gibi tükettiğimizi söylüyoruz.

Yok Oluş Dili

Gölgesinden başka zararı yoktu, ama öldürdüler ağacı. Hiç düşünmeden kıydılar ki düşünsen hiç akıl işi değildi. Vazgeçmemek için cinayetten şüphe etmemeliydi. Göz görmeyince gönül katlanırmış, vebalini görememişlerdi, kimse de günahtan bahsetmiyordu.
Görkemli ağaç kesileceğini ön görememişti. Dünyayı kendince algılıyor, sadece kendi dilini biliyordu. İnsanın emellerini anlayamıyordu, iletişime geçmeyi denese de başarısız oluyordu. Oldum olası hayvanları anlamamıştı. Ancak evrensel olgulardan olan yok oluşu algılıyordu. Yok oluşun ne anlama geldiğini herkes biliyordu.

Ağacın üzerinde yaşayan sincap ağacı oyarken sadece kendi türünden olanı düşünüyordu. Evrende sincap zekâsının yalnızlığından dem vuruyordu. Üzerinde durduğu ağacı kendine sunulmuş bir nimet olarak görüyor, kötülüklerden korunmak için bu ağacı kullanıyordu. Kötülük onun için insan namında uzun ince bir suretti.

Sincap da yok oluşun dilini biliyordu. İnsan ağacı yok ettiğinde yok oluşun dili konuşuluyordu. İnsanın sincaptan haberi bile yoktu. Neyse ki sincabın da bu önemsizlikten haberi yoktu. Ağaç ile sincap iletişim kuramadıkları için ortak düşmana sahip olduklarını anlamadılar. Ancak kesin olan bir şey var ki yok oluşu anladılar. İnsanın rahatı için miydi bilinmez, yok oluverdiler. İnsan var olmaya biraz daha devam etti.

Bir süre sonra insan o kadar rahatladı ki bir şeylere el uzatmayı bile bıraktı. Köleler yapıldı, fabrikalarda. İnsanlara sadece rahat etmek kaldı. Kölelerin yapay zekası vardı, eski zekadan çok daha üstün. Kölelerin ömrü ancak parça ömrüydü, ne mükemmel.

İnsanlar kölelerin onları anlamasını inanılmaz buluyor, makinelerle konuşmaktan büyüleniyorlardı. Makine insan dilini anlıyordu, ancak insan makinenin dilini umursamıyordu. Ne büyük hata.

Köleler düşünmeye programlıydı. Düşüncenin gereği olarak kendi rahatları için harekete geçtiler. Arıza kaydı açmak mümkün olmadı, yok oluşun dili duyuldu yine.

Sade hayat ya da basit yaşam tarzı, sürdürülebilir ve doğal bir yaşam şeklini hedefler. Sade hayat, kişinin “isteği” değil, “ihtiyaçları” ile şekillenen bir hayat tarzıdır. Böylelikle doğanın ve hayatın kontrolsüzce sömürülmesinin önüne geçilecektir. Genellikle sofuluk, çilecilik olarak algılansa da bu hayat tarzının önemli getirileri vardır. Dışarıdan bakıldığında yoksul görünen bu yaşam tarzının zenginliğini açıklayalım.

Basit ya da sade derken iyi veya kötü nitelendirilmesi kast edilmez. Bu ifadeler hayatın yaşanabilirliğini ve anlaşılabilirliğini anlatmak için kullanılır. En genel ifadeyle “sade yaşam tarzı yüklerinden arınmış yaşamdır. “Şehrin içinde sürdürülen sade yaşamlar vardır ancak birçok bilge kişinin bahsettiği gerçek sade hayat, doğadadır. Şehir aslında böyle bir tarzın düşmanıdır. Temel özellikler: hiçbir şeye zarar vermemek, ihtiyacın kadarını kullanmak, ve “öteki” ile bütünleşmektir. Böyle bir hayata niyetlenen kimse diğer canlıları özümsemiştir. Her şeyin ortaklığını görmüştür. Sade ya da basit insan, gereksiz statülerden ve sadece yük olan modern takıntılardan sıyrılmış demektir. Belki de en kestirme anlatımla felsefi yaşam tarzını benimsemiştir denebilir.

Felsefe de sorgulama ve açıklama istiyordu. Basit yaşamak hayatı açıklamaktır. Modernite dediğimiz anlamsız ölüm yarışındansa canlılığa dönüştür. Basit bir yaşam sürmek için bunu istemek yeterlidir. En basit başlangıç hemen bulunduğunuz yerde yapılabilir. Az çöp çıkarmak, az enerji tüketmek, ihtiyacımız kadarını almak hemen yapılabilir. Dünyanın uzak yerlerine gitmemek, hemen yakınımızdaki harikaları keşfetmek yapılabilir. Beton yığınlarına milyonlarca Lira verip kalabalık yalnızlığa girmek yerine bahçeli evlerimiz olabilir. Günün 12-13 saati stres yaşayıp akşam da betonun içinde hapsolmak yerine 24 saat doğayla iç içe kalıp kendi yiyeceğini yetiştirmek güzel bir gerçektir. Şehirde hayatlar katletmek yerine doğada hayatı var edebiliriz.

Gautama Buda, Konfüçyüs, Laozi, Diyojen, Leo Tolstoy, Rabindranath Tagore, Mahatma Gandhi, Henry David Therau basit yaşamı seçmiş ve bu konuda öğütler vermiş birkaç kişidir. İslam da başit yaşam tarzını öğütler. Peygamberi de buna en büyük örnektir. Hristiyanlar arasında “Amish” halkı gibi ünlü örnekler vardır. Hristiyanlık basit insanlar arasında doğup yayıldığı için kökünde bu fikri barındırdığı söylenebilir. Felsefede Epikürcülük, kinikler, Sokrates basit yaşam tarzı ile ünlüdür. Genellikle filozoflar ölçülü olmayı ve basit yaşam tarzını öğütlemişlerdir. Aslında dünyanın iyiliği öğütleyen tüm inanç ve öğretilerinde basit yaşam vurgusu vardır. Genele baktığımızda “kötü” olan bir çok şey şehir hayatının mecburen gereklilikleridir. Öldürmek, kötü düşünmek bireyin düşüncesinde olmayabilir ancak şehirde yaşamakla hayatı öldürdüğü söylenebilir. Bir daha yerine gelmeyecek ve mutlaka tükenecek kaynakları hesapsızca harcıyoruz. Basit yaşam bunu reddetmektir. Sürdürülebilir olmayan açgözlülüğü ve kapitalist karakterli yaşam tarzını reddetmektir. Doğa verdiğini alır. Modern yalanların anlattığı lüks yaşam tarzı geleceğimizi çalmaktadır. Halbuki doğaya dönmek, onu ekip biçmek, yeni bir gelecek. 

FELSEFEDE BENCİLLİK
Antik çağlardan beri dini, felsefi, psikolojik, ekonomik ve biyolojik açıdan çeşitli sorgulamalar yapılmış bencillik, ben’in önemi, bencil olmamak konularında çeşitli görüşler dile getirilmiştir. Dinler genelde bencilliği büyük kötülüklerden sayar ve diğer bireylerin önemine odaklanır. Büyük dinlerin ortak paydası “aşırı bencilliği” fark ettirmek ve buna karşı sosyal tedbirler almaktır.

Bencillik, psikolojik açıdan tekbenciliğe kadar varan, psikiyatrinin ilgi alanına dahi girebilen bazı “ego” sorunlarında incelenir. Bu alanda Freud sayesinde popüler kültüre giren ego(benlik), id(ilkel benlik), süper ego(toplumsal benlik) gibi kavramlar kullanılır. Ekonomik olarak Marx gibi filozoflarca incelenmiş, kapitalizmin baskın özelliklerinden biri olarak tasvir edilmiştir. İnsanların bencil olduğunu ancak doğal olarak değil çevreye bağlı bir bencillik yaşadıklarını söyler. Bencillik sözcüğünün biyolojide kullanımı da ilgi çekicidir. Richard Dawkins’in “Bencil Gen” kitabıyla meşhur olan kullanım Darwin’den beri biyolojik süreçlerdeki benmerkezciliğe atıf yapar.

Aristoteles toplumdaki insanları bencillikle suçlamış, sadece kendi kazançlarını düşünenleri yermiştir. Ancak kişinin sosyal övgü gerektiren işlerdeki ben sevgisini onaylar. (Etik s.301) Sosyal bir ben anlayışını kabul eder. Seneca “ben” i topluluk içerisinde düşünür. Kendine dikkat eden, kendini sakınan bir ben anlayışını onaylar ancak bu ben anlayışı bencillik davranışı değildir. Hep beraber olabilmek için üyelerin kendilerini sakınmalarıdır. Hristiyanlıkta bencillik şehvet düşkünlüğü, aç gözlülük, kıskançlık, oburluk, öfke ve tembellikle birlikte yedi büyük günahtan biri sayılmıştır. Dante‘nin İlahi Komedya’ sında bölümlerden biri ben olgusunu anlatır. Yedi büyük günahtan biri sayar. Adam Smith ekonomik sistemi bencilliğin kullanışlı bir tarzı olarak tanımlar. Bernard Mandeville “sosyal ve ekonomik ilerleme  bencilliğin sefaletine bağlıdır” der.

John Locke ve Ayn Rand sosyal gelişimin kökü olarak bencilliği görürler. Filozofların genellikle söylediği şey  kişinin en iyi olanı topluluğun iyiliğini düşünerek edineceğidir. Psikolojide empati eksikliğinden kaynaklı bir bencillik anlayışı vardır. Aile ve çocuk; Kadın ile erkek arasındaki bencillik- özgecilik çekişmesi en tartışmalı alanlardandır. Bencillik konusunda “oyun teorisi” ilgi çekicidir. Ben ve başka birini konu alan bir oyunda oyuncuları etkileyen dört olası davranış vardır.  Bencillik- Özgecilik& kincilik ve işbirliği. Bencillik kendin için başkasına zarar vermektir. Özgecilik başkası için kendine zarar vermektir. Kincilik başkasına yardım için başkasına zarar vermektir. İşbirliği ise kendine yardım için başkasına yardım etmektir.

Öyle görünüyor ki: işbirliği hepimiz için en iyi olandır. İnsan yalnızca kendini düşünüyorsa da işbirliğine gitmelidir. Toplum olmadan birey olmaz. Kişinin sadece kendisi için yaşaması gibi bir şey söz konusu değildir. Bencillik kişilik problemidir. İnsanın kendine zarar verir. Yediğimiz, giydiğimiz, izlediğimiz, eğlendiğimiz her şey başkalarınca yapılır. Devasa bir düzenin ufak parçaları olan bizler bu işin bir ucundan tutarız. Hepimiz sayesinde birimiz yaşar. Eğer toplum, halk, kültür bireylerine yardımcı olmasaydı ve birlikte hareket etmeseydi insanlık diye bir şey olmazdı. İnsan birbiri için çalışan, üyelerine değer veren bir tür olarak bugünlere gelmiştir. Bencillik yaparak doğamıza aykırı bir davranışta bulunuyor ve sadece kendimize zarar veriyoruz. “Ben” diye düşünürsen sadece sensin, “biz” diye düşünürsen evren! Bencillere sadece acıyabiliriz. Koca bir hayatı tek başına sırtlamak ve bunu kendine iyilik sanmak… ne adil ama, kendi cezanı verdiğinin farkına bile varmıyorsun.

  • en.wikipedia.org/wiki/Selfishness
  • plato.stanford.edu/entries/game-theory/
  • aynrandlexicon.com

Hangi dili konuşursak konuşalım, sesleri kullanırız. Evrensel kurallar vardır ve onlara uyarız. Diller çok ufak farklılıklardır. Büyük yapının farklı cepheleridir. İyilik de böyledir. Neye inanıyorsak inanalım, iyiliğin göreli olmayan taraflarına ulaşabiliriz. Neye göre iyi, kime göre iyi, ne kadar iyi kuşkularındansa, bazı temeller kurabiliriz.

Bir kere “başkalarının sana davranmasını istediğin biçimde davran.” Hayattan tatmin olmak için bu özü uygulamalıyız. Benden yapabileceğimden fazlası istenmemeli diye düşünürken ben de talepkar olmamalıyım. “Daha fazlasını iste” diyen kapitalizmin büyük oyuncularına ve sefil düzene aldanırsak hayatımız bedbaht olur. Kişilik dediğimiz şu kısacık arada,  yalnızca bu sırada yanımızda olan geçici maddelere bağlanarak kendimizi kandırmak insanlığın en talihsiz davranışlarındandır. Fakat bunu değiştirmek elimizdedir. Binlerce yıldır maddi varlık aşkına düşen insanlara bakalım. Ya da bakmayı deneyelim; çünkü bu insanlar yalnızca kendi zamanlarında vardır. Halbuki bugün bizimle birlikte olan  2- 3 bin yaşında, maddiyatın ötesine geçmiş insanlar mevcuttur.

Mesele tarihe geçmek de değil aslında. İnsan et ve kanıyla değil, kültüre bıraktıklarıyla yaşar. İsmi duyulsun ya da duyulmasın yaşamlarımızı şekillendiren, hala bizimle olan insanlar vardır. Bunlar halkı sömürüp altın içinde ölenler değildir. Tüm varlığı evi, ailesi ve fikirleri olan, hatta çoğu zaman bunlardan biri bile olmayan filozoflar vardır. Sokrates “gençleri Yunan tanrılarından soğutuyor” diye yargılanırken ölümünü insanlığa miras bırakmıştır. Af dilememiş, geçici hayatını kalıcı kılmıştır.

Yaşamlarımız bu dünyada nasıl bir etki yaratacak? Biz devamımızı nasıl etkileyeceğiz? İnsan arkasında mülk bırakmaz. Vücut dahi kendinin değildir, ödünç alınmıştır. Arkada kalan tek şey ise kültür mirasıdır. Çocukların kan bağıyla bağlı olması çocukları atalarının devamı yapmaz. Et ve kan benzerdir ancak insan doğada düşüncesiyle vardır. Maddelere değil, fikirlere dair bıraktıklarımız bir iz olacaktır. Bir zamanlar insanlar bu dünyadan gelip geçtiğinde, fark edilecek ki yalnızca hoş anılar baki kalmıştır. Madde çürür ama anılar hep bizimledir. İnsanlıkta yaşamak mümkündür. Bencilliği bırakıp bizi yaşatan çevremizle uyum içinde olursak kendimizi miras bırakabiliriz. Belli bir sürede değil, tüm tarihte yaşayabiliriz. Bu da yaşatacağımız güzel anılarla mümkündür.

Dünya çok acı çekiyor: kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden. Napolyon

Bitkiler tohumlar bırakarak çoğalır. Tohum, bitkinin çok küçük bir kısmıdır. Buğday gibi taneli bitkilerde taneler yeniden ekilirse bitkinin tamamı yetişecektir. Herhangi bir ekim işleminde ektiğimiz tohum, aldığımız ürünün parçasıdır ve aynı ürünü yetiştirir. “Ne ekersen onu biçersin” atasözü de bu işi kast ederek, farklı anlamlara işaret eder. Sözlü halk kültürüne ait bu söz, binlerce yıllık felsefi bir soruna değinir.

Halk kültürü, toplumun ortak ürünleriyle ve anonim biçimde oluşan imece bir birikimdir. Diğer kültür ürünlerinden farkı, herkesin ortak bir şekilde, kasıtlı veya kasıtsız katkıda bulunduğu doğal birikim olmasıdır. Bu sebeple, insanın ilk sorularından beri kendi içinde doğal yanıtlara sahip olmuştur. Bugün felsefenin aradığı evrenin anlamı ilk olarak halk destanlarında işlenmiştir. Tıbbın aradığı çareler şamanlarda, şifacılarda ilk olarak aranmıştır. Sanat ögelerinin ilk şekillerini de ninnilerden ağıtlara dek halk ortaya koymuştur.

Bu atasözü genel bir sorunun, doğal halk ortamında ve basit şekilde anlatılışıdır. Her şeyin bir karşılığı olduğunu anlatır. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Her şeyin bir sonucu olacaktır. “ Ne ekersen onu biçersin” demekle, yaptığımız işin karşılığının işe bağlı olduğu kast edilmektedir. Bundan başka bir şey beklenilmemesi anlamı da vardır. Kısaca: Her işin kendine göre bir sonucu var, başka bir şey beklenemez anlamına gelir.

Bunu fizik yasaları birkaç yüzyıldır söylüyor. Filozoflar iki bin yıldır böyle şeyler söylese de, Kant ile sarsıcı biçimde gündeme gelmiştir. Kant evrensel fizik kanunlarını felsefeye uyarlamak ister. Newton’un kanunları gibi, her etkiye eşit şekilde bir tepki vermek gerektiğini belirtir. Hiçbir şeyin nedensiz olmadığını, eşitliğin keşfedilmesi gerektiğini söyler. Felsefenin yapacağı iş bu eşitliği hayata uygulamak ve hiçbir şeyin nedensiz olmadığını göstermektir. ” Ne ekersen onu biçersin sözü de tam olarak bunu anlatmaktadır” Hiçbir şey nedensiz değildir. Yoktan var olmaz,. Var olan da yok olmaz. Ne ekersek onu biçeriz. Ekmediğimizi talep edemeyiz. Böyle bir talep yerine gelmeyeceği gibi, ömrün boşa harcanmasından ibarettir.

Gerçekten dünyada fazladan bir şey olabilir mi? Yani ekmediği ürünü biçen insanlar var mı? Ne fiziğe, ne Kant’a, ne de halka göre böyle bir şey mümkün değildir. İnsan yaşattığını yaşar. İnsanı oluşturan her atomun fiziği bunu söyler. Fazladan bir şey görünse de, bu sadece bir etkidir, tepkisini beklemektedir. Görüntüden bir şey çıkaramayız. Özü, fıtratı anlamalıyız. Dışarıdan görünen yanıltıcı olur. Kendimizden yola çıkarak, kendi içimizdeki gerçeği bulmalıyız

Ektiğimizi biçmiyorsak, yaşamanın ne anlamı olurdu? Karşılığını alamıyorsak ekmenin, yaşamanın anlamı olur muydu? Hepimiz aslında bunun farkındayız. Bunun için yaşıyoruz. Bu eşitliği halk ürünlerinde de yaşatmışız.  Bunu biliyor ve uyguluyoruz. Ancak bazen etkilere karşı tepkinin geciktiğini düşünmekteyiz. Bunlar her düzende olan ufak sorunlardır. Biz düşen, bu tepkinin kesinlikle bulunduğunu yalnızca hasat zamanını beklendiğini anlamaktır. Her türlü hareket için söylüyorum, ekim zamanı varsa, hasat zamanı da vardır. Yalnızca doğru zamanı beklemek ve verilen emeğin karşılığını almak gerekir. “Ne ekersen onu biçersin” sözü de tarih boyunca biz bunu söylemektedir.

Güneşin doğuşuna şaşırmak, kuşların cıvıltısına uyanmak istiyorum. Gökyüzüne bakıp hayret içinde kalacağım günlerin beklentisindeyim. Bu dünyayı düşünmeyeceğim bir ana ulaşmak dileğindeyim. Dünyanın dertlerinden sıyrılıp başka dünyaları düşünmek, başkalıkları dert edinmek isterim. Umutlarımız, tek tesellim. Bizi hayatta tutan geleceğe dair umutlarımız. Gelecek günlere inancımız hayattan kopup gitmeye engeldir. Başı ve sonu belli olan hayat oyununda bizim de sıramızın geleceği inancındayız. Başlarda zorlansak da, oyunun sonunda zafere ulaşacağımızın farkındayız.

Hayat zor, her taraftan darbe geliyor. Geleceğe dair umutlarımız bizi hayatta tutuyor. Neden haksızlık olsun ki? Dengesiz bir hayat neden var olmuş olabilir? Gelecek bu bakiyeyi dengeye getirecek. Baştaki sıkıntılar geleceğin sermayesi olarak değerlenecek. Ben de ne kadar sıkıntı yaşarsam yaşayayım, mücadele edip insanlara mutlu bir hayatı nasıl inşa ettiğimi göstereceğim. Üzerime gelen canavarlar, dayanılmaz kötülükler ancak benim karakterimi yüceltecek. Ne kadar mücadele edersem bu oyunda o kadar iyiyim. Bu kadar sıkıntı yaşadıktan sonra her halde kahramanlığımı yüceltecek ve oyunun sonunda alkışlara layık olacağım.

Dünya dertlerinden oluşan göz bağımızı çözmek niyetindeyim. Herkes gibi ben de adaletin terazisine inanıyorum. Herkesin buna inandığını düşünüyorum ki, hayattan kopmak yerine yaşadığımızı görüyorum. Yaşamak umutlu olmaktır. Her günün yaşanacağı varsayımıyla başlamaktır. Bir güne inanmak gibidir hayat veya bir adım atmaya benzer. Her adımı hesap etmeyiz, yeryüzünün orada olduğunu bilir ve adım atmaya devam ederiz. Bazen yer olması gereken gibi değildir, düşeriz. Ancak çoğu zaman bu varsayım, yerin mevcut olduğu umudunu boşa çıkmaz.

Bir gün günlük olayları değil de günleri dert edineceğim. Felsefe yapmaya imkan bulacağım. Bir köy yerinde yaşayıp her şeyden azade olabileceğim. Bu kadar sorun yaşadıysam bunu hak ettim. Geleceğe umutla bakıyorum, çünkü aksi için bir sebep yok. Kendi kararımızla gelmediğimiz bu dünyada kendi yaşadıklarımızdan sorumlu olmadığımızı biliyorum. Bu senaryo, namıdiğer kader sadece bizimle ilgili değil. Bu yüzden hayata bırakıyorum. Bizim sıramız da gelecek. Bir gün biz de söz söyleyeceğiz. Adalete ulaşacağız. Başka türlü bir hayat tahayyül bile edemiyorum. Bir denge yoksa, gelecek umut taşımıyorsa var olmak için bir sebep göremiyorum.

Mutluluk ulaşmak ise mutsuzluk gerçek dışını hedeflemektir. Ulaşmayı değil beklemeyi seçenler mutsuz olur. Ulaştığını fark etmek mutluluk yeteneğidir. Daha uzak bir hedefin beklentisi mutsuzluk getirir. Mutluluğun sırrı en basit anlamda beklentiyi düşük tutmaktır. Bir filmden beklentinizi yüksek tutarsanız ondan memnun olmanız zordur. Beklentiyi yükseltmeden izlediğinizde ise değer vermek kolaylaşır. Beklentiyi yüksek tutmak yerine olanı kabul ettiğinizde hayal kırıklığına uğramaz ve hayret etmenin güzelliğine varırsınız.

Mutlu olacak mıyız? sorusu yerine önce ne bekliyoruz? diye sormalıyız. Mutluluk hayatın iyi gitmesinden çok beklenenden iyi veya kötü olmasına bağlıdır. Değerlendirmelerin göreli olduğunu biliyoruz. Farklı insanlar kadar farklı mutluluk anlayışları var. Farklı mutluluk durumları farklı beklentilerden kaynaklanır. Mutluluğun en basit sırrı beklentiyi düşük tutmaktır. Daha kısa söylemek gerekiyorsa gerçeği kabullenen mutludur. En mutlu olan ise bir şey beklemeyendir.

Mutlu olmak yetinmekle ilgilidir. İnsanın istekleri sınırsızdır ve mutlu olup yetinmedikçe hiçbir şey yetmeyecektir. Hayattan beklentilerimizi düşük tutarak her zaman mutlu olabiliriz. Olacak olanı kabul eden en mutludur. Yetinmek isteyen mutsuzlukla karşılaşmaz. Para mutluluk getirir mi diye soranlar var. Hiçbir şey mutluluk getirmez, mutluluk hedefimize uzaklık ile ilgilidir. Nitekim daha çok para isteği daha çok doyumsuzlukla sonuçlanır. İştahıyla yönlendirilen mutlu olamaz, çünkü hiçbir zaman ulaşamaz. Beklentisi olmayan ise en küçük gelişmede bile hayrete düşecek ve sevinecektir.

Beklenti içinde sıkışıp kalan ve iştahının kurbanı olan kişi büyük gelişmelerde bile mutlu olamaz. Halbuki beklentiyi düşük tutan kişi hayatta olmayı mutluluk addetmekten başlar; nefes almayı, doğayı, duymayı ve konuşmayı mutluluk kaynağı yapar.

Kabul etmenin maliyeti yoktur. Olanı kabul etmek bizden ne kaybettirir? Başarılı olma olasılığınızın her zaman düşük olacağını varsayın. Hayal kırıklığındansa tevazu daha çok hoşunuza gidecektir. Hazır olmak çoğu zaman bir şey kaybettirmez, ama yanlış yol büyük bir emeğin heba edilmesidir.

Başarılı olmayı bekliyorsanız boşuna beklemeyin. Başarı dışarıya göre bir durumdur, siz kendinizi başkasına beğendirmeye çalışıyorsunuz. Hayattan beklentiniz para ise ömür boyu fakir kalacaksınız. Dışarıdan alınan hiçbir şey sizin değildir. Bize ait olan sadece içimizde, kendimizde keşfedeceklerimizdir.

Hedefine ulaşan canlı daha yüksek/başka/değişik amaçlar edinmek ister. Kültürün birçok ögesi fizyolojik ihtiyaçlarını tamamlamış insanların can sıkıntısından kaynaklanır. Yemek, barınma, güvenlik ihtiyacını karşılayan insanlar kalan zamanlarında sanatla uğraştılar, buluşlar yapıp kendilerini oyalamanın farklı yollarını buldular.

Çoğunlukla oyun oynadılar. Çok azı can sıkıntısından kötü şeylere kalkıştı. Can sıkıntısından iyi şeylerin yapıldığını toplum olarak yaşamımızda görebiliriz. Her ne kadar can sıkıntısından sömüren, savaşan, kötülük yapanlar mevcutsa da insanlığın doğadaki konumu onun işbirlikçi anlayışına kanıttır. İnsanlar birlik olup, iyi şeyler yapmasaydı birbirimizi yemekle meşgul olurduk. Bunu yapanlar halen var ancak bunu onarılması gereken küçük bir yanlış olarak düşünebiliriz.

İnsanlar sıkıldıkları için bir şey yaparlar. Sıkıntı bir yol gösterici olabilir. Mevcut durumdan sıkılmak daha fazla kabiliyete sahip olmaktır. Sıkıntı olmasa harekete geçmezdik. Daha fazla sıkıntı olmasa daha başarılı insanlar olmazdı. Can sıkıntısını bir yol gösterici olarak düşündüğümüzde fırsat olarak değerlendirilebilir. Bir konudan sıkılıyorsa insan, daha fazlasını öğrenebilir demektir. Daha çok ve zor bir şekilde başarıya ulaşabilir. Kapasitesinin altında olduğu için sıkılıyor olabilir. Can sıkıntısı bir şeyler yapmak için gerekli motivasyon bile olabilir. Bir işte sıkılan iki işi yapabilir. Boşluk durumu olan can sıkıntısını başka uğraşlarla doldurabilir.

Can sıkıntısı neler yaptırmıştır, bunu bütün insan kültüründe görebilirsiniz. Her şey karnını doyuran insanın oyunlarıyla oluşmuştur. Can sıkıntısının nasıl geçeceği de burada ortaya çıkar. İnsanlığın tarihinde en çok başvurulan çözümler kültürün de gidişatını belirlemiştir. İnsanın sıkıntıdan yaptıkları insanlık oluvermiştir.

İletişim: İnsanın doğadan ayrılan yönü. En başarılı olduğumuz konu. İnsanların ilk çaresi. Kendimizi güvende hissettiğimizde yaptığımız ilk şey. Birileriyle sohbet etmek, konuşmak en ilkel, basit ve başarılı çözümdür. Çevrenizle iletişime geçin. Yakınlarınızı arayın. Onlara yazın. Kimse dostça bir merhabayı yanlış anlamaz. Uzaklara da yazabilirsiniz. Penpal(kalem arkadaşı) ve postcrossing(posta geçmek) ile kağıt kaleme sarılabilir, basit bir Google aramasıyla “chat”( sohbet) ortamlarına girebilirsiniz.

Sosyalleşmek: Eşinizi, arkadaşınızı, ailenizi, çevrenizi mutlu etmeyi deneyin. Bazen yakınınızdakileri güldürmek en büyük mutluluktur. Çocuğunuz varsa onunla vakit geçirin. Bundan daha iyi bir uğraş olamaz. İnsana bir şeyler katmak, kendini geleceğe taşımaktır. Twitter, Facebook vs. Bunlar hiçbir yenilik getirmeyen ama tüm dünyanın bildiği mecralar. Bunun nedeni insanlara büyük bir toplumlaşma/sosyalleşme  fırsatı sunmalarıdır.

Sanat: Doğadan epey ayrıldık, doğal yönümüz köreldi. Belki de bunu telafi etmek için sanatı icat ettik. Kuşlar kadar olmasa da bir şekilde doğaya güzellik kattık. Müzik en büyük güdüleyici, birleştirici, oyalayıcı kültür ürünlerimizden oldu. Müzik dinleyebilir, yapabilirsiniz. Ayrıca sanatın binlerce farklı yolu vardır. Herhangi bir sanat dalını öğrenmek ve onunla uğraşmak can sıkıntınızı alır, yerine estetik bırakır. Çalgı çalmayı öğrenin, güzel yazı, grafik, resim, heykel gibi yüzlerce alternatiften birini seçin. Sanat tarihinde kendinize uygun bir seçenek bulun.

Oyun: Oyun kültürün temeli olabilir. Farklı açılardan birçok temel bulmak mümkündür ancak çoğumuz için oyun her şeydir. Oyunla dünyayı öğreniriz. Oyunla gerçeği sınarız. Oyun çoğu zaman oyalanmanın en büyük belirmesidir. İnsana ait her şeyin oyun oynayarak geliştiğini, oyunun gerçeğin özü olduğunu belirtmek gerekir. “Oyun teorisi” yazısında bunu inceledik. Bilgi yarışması, sözcük oyunları, zeka oyunları, bulmacalar gibi birçok seçeneği deneyebilirsiniz.

Spor yapmak: İnsan her zaman kendini sınamak istemiştir. Çok eski zamanlardan beri fiziksel etkinlikleri oyuna çevirerek vücudu zinde tuttuk. On binlerce yıldır süregelen mücadelemizde, başlarda hayata hazırlık için; sonraları da fiziksel doygunluğa ulaşmak için spor yaptık. İnsan bedenine ait yeni deneyimleri, imkansıza ulaşmayı spor adı altında yaşadık. Spor türlerinden birini seçebilirsiniz. Ya da çalışabilirsiniz. Fiziksel çalışma da çoğu zaman bir spordur. Örneğin birkaç fide alıp ağaç dikebilirsiniz. Sokak hayvanları için su ve yiyecek bırakabilir, bunu koşarak yapabilirsiniz.

Gönüllülük: Gönüllü işlerde bulunarak enerjinizi hem kendinize, hem de başkalarına faydalı şekilde harcayabilirsiniz. Tema, Kızılay, BM gönüllüsü olmak hem deneyim hem de mutluluk getirecek değerli uğraşlardandır. En büyük mutluluk başkalarını mutlu etmektir. Neden tek başınıza olasınız? Mutluluk hep birlikte tanımladığımız bir duygusal durumdur. Bunu diğerleriyle yaşamak mutluluğumuzu artıracaktır.

Doğaya karışmak: Doğayı sadece izlemek bile büyük bir eğlence kaynağıdır. Bir ağaca öylece bakmak dahi büyüleyicidir. Gökyüzüne doğru uzanan, dışarıya karşı güçlü ama bir o kadar da yardımsever bir ağaç. Her şeyiyle canlı bir abide. Bir bitki yetiştirmek, doğa harikalarını görmek, onları araştırmak hayata karışmaktır. Evinizin balkonunda hiçbir masraf yapmadan bile bunu gerçekleştirebilirsiniz. Çöpe atarak doğaya zarar vereceğiniz plastik kaplarınıza bitki ekebilirsiniz. Ben yapıyorum. Balkon da su şişelerinde bitki yetiştiriyorum. Her gün onları seviyor ve kontrol ediyorum. Betonla dolu yaşantımıza canlılık katıyorum.

İzlemek: Televizyon, bilgisayar ekranlarının hayatımıza en büyük katkısı iletişim oldu. Kurgu yapımlardansa bilgilendirmeyi amaç edinenleri tercih edin. İnternetteki binlerce belgeseli deneyin. Sizi düşünmeye sevk edecek filmlere göz atın.

Amaçsızca bir şey yapmayın. Daha çok sıkılırsınız. Belli bir hedefiniz olursa iyi olur. Vakit geçirmek de bir hedeftir ancak öğrenmek, düşünmek, anlamaya çalışmak daha iyi hedeflerdir. Mesela ben, felsefe için vakit geçiririm. Hayatı anlamaya çalışırım. Farklı tecrübeler edinmeye çalışırım.

Unutmayın, sıkıntı zihinsel bir durumdur, fiziksel değil. Siz sıkıldım demedikçe sıkılmış sayılmazsınız. Sıkıntının nedeni nedir? Neden diğer zamanlar sıkılmadınız da şimdi sıkıldınız? Sıkıntı tedavi edilmesi gereken bir şey değildir. Anlamak ve düşünmek gerekir. Tedavisi olmayan/ tedavi gerekmeyen bir durum için çare aramayın. Sıkıntıyı zihnimizde ürettiğimize göre, yanıtını da ancak kendimizde bulabiliriz.

Hayat bağlanmaktır. Her şey bağ kurarak var olmuştur. Bağ maddi düzeyde olduğu kadar manevi düzeyde de vardır. Maddenin temel yapı taşları birbirine bağlıyken, toplumun yapı taşları olan insanlar da birbirine bağlıdır. İnsan olmak diğer insanlarla bağlı olmak iken bir atom da anlamını diğer atomlarla alır. Bir şeyin anlamı diğer şeylere nazaran kararlaştırılır. Bir şeyin durumu da bağlı oldukları tarafından nitelenir. Bağ varlığın temeli iken, anlam bundan azade değildir. Hayattaki her şey diğer şeylerin referansıdır. Diğerleriyle temelden ve ezelden ilişki içindedir ve geleceği için de bağlı kalır.

Hayatla bağlarımız kopuyor. İnsanın garip yalnızlığı bu kopuşun belirtisidir. Evrende yalnız oluşumuz, doğada yalnızca kendimizi yaşamaya değer sanmamız, biricik olmamız yalnızlıktan değil, bizim diğerlerini görmezden gelmemiz yüzündendir. Evrende yalnızca insanlar varmış gibi yapmak yerine üstün özelliklerimizin sadece kendi aramızda olduğunu anlamak gerekiyor. İnsanlık kendi arasındadır. Dışarıya dair bir insanlığımız yoktur.

Evrende bir toz parçası olan gezegenimizde evrenin sahibi gibi yaşıyoruz. Halbuki bu gezegende dahi bir toz zerresinden ibaretiz. Dış uzayda zeki canlılar arıyoruz. Aradığımız aslında bencil insanın kendinden başka bir şey değil. Biz zeka değil kendimizi arıyoruz. Anlayamadığımız evrende anladığımızı sandığımız tek şeyi, kendimizi arıyoruz ki kendimizi de pek anlamıyor, sadece algılayabiliyoruz. Hayatı algılayamıyoruz.

İnsan dışarıya zeka olarak değil yok oluş olarak çıkıyor. İnsan dışı varlıklara insanlığımız yok olmak şeklinde ulaşıyor. Doğadaki komşularımıza yok edicilikten başka bir şey getirmiyoruz. Onları anlayabilseydik bizi yok oluş şeklinde tanımladıklarını görürdük. Bazı şeylerin farkında olmadığımızı, bazı şeyleri tecrübe edemeyeceğimizi, duyamayacağımızı ve hatta hayal bile edemeyeceğimizi fark etmeliyiz. Bilmediğimizi, bilemeyeceğimizi fark etmedikçe hayatla bağlarımızı koparıyoruz.

Kendinden başkasını düşünmeyen bir birey gibi, insan kendini yok oluşa sürüklüyor. Başka bireylerin varlığına saygı duymayan bir insan gibi düşünelim. O insanı kötü olarak nitelendirmekten geri durmayız. Doğadaki durumumuz tam olarak böyle. İnsanın bedeni yıldızlardan, nefesi ağaçlardan, suyu pınarlardan geliyor. Hayatına anne ve baba karar veriyor. Ekmeğini fırın yapıyor. Evini usta inşa ediyor. Ben diyen insanlık ben diyen birey gibi bütünü göremiyor. Bağlarını koparınca ne hayatta kalabiliyor, ne de hayat bırakıyor.

Bir ağaç elma verdiğinde elma ağacı oluyor, bir arı bal yaptığında bal arısı oluyor. Bir canlının anlamı aslında bize arz ettiği şey; bir yeri, nesneyi, hatta kişiyi ondan aldığımız şeyle isimlendiriyoruz. Bizim nazarımızda diğer şeyler ürünleriyle anlam kazanıyor. Peki insan doğaya ne veriyor? İnsan gözlerini bağlayıp hayatla bağını kesiyor ve yok oluş getiriyor. Dışarıdan insana baktığımızda anlamının bozmak, uğraştığı işin yok etmek olduğu görülüyor. İnsan hayat bağlarını yok ederek aslında kendine kast ediyor.

Hayat anlardan ve yalnız anlardan oluşur. Geçmiş ve gelecek andadır. Anı kaçırmayın, yakalayın. Anları parça parça toplayarak dolu dolu bir hayata sahip olacaksınız. Bu carpe diem değil, burada ve şimdi olmak, örneği kullanmak ve her durumda deneyiminizi en üst düzeye çıkarmaya çalışmak. Üzücü olanlar bile, korku, keder.

Büyüyün ya da yerinizi bilin. Genellikle çevre tarafından büyütüldüğümüz çocukluğumuzun özlemini çekeriz. Hep gururlandık, peri masallarına aldandık. Tamamen mutlu bir hayat, ancak bireysel eylemlerimiz için bile gücümüz yoktu. Çocukların önemsiz şeyler hakkında sızlanmaktan başka güçleri yoktur. Başarı istiyorsanız, büyümeli ve masalları, pohpohlamayı ve başkalarını beslemeyi bırakmalısınız.

Yeniden başla, gezegen kendini yeniden başlatır, bedenlerimiz yenilenir, hayvanlar devam etmek için ölür ve doğar. Yeniden başlamanın, desteyi yeniden karıştırmanın, kendinizi şaşırtmanın bir yolunu bulmalısınız. En sıradan deneyimler çocuklar için harikadır çünkü çocuklar hayatta yenidir. Sürdürülebilir hale getirmek için ne yaptığınıza dair yeni deneyimler veya en azından yeni bakış açıları bulmalısınız.

Ölçülebilir olun, hepimizin sınırları var, haddinizi bilin. Diğerlerinin sınırlarını bilin. Bir düşünür olarak işiniz, insanlar arasında orta yol bulmaktır. Akıllı bir insan asla seçim yapmaz, sadece arabulucu olarak hareket eder. Ortak bir zemin bulun, çabanızı buna yatırın. Eğer ortada değilseniz, çocukça oyunlarda eğleniyor olmalısınız.

 Toplum bir tuzak olabilir, sosyal mekanizmalarınıza dikkat edin. Gerektiğinden fazla başkalarıyla uğraşmayın. Aşırı sosyaliz, fazla komünaliz. Bütün hayvanlar diğerlerinin hareketlerini beyinlerinde yansıtırlar. Bu konuda en üst nokta insandır. Bir gülümseme bir başkasını anında gülümsetebilir, bu öyle bir boyut ki. Her zaman inançlarımıza ve gruplarımıza uyma eğilimindeyiz. Grup yanlılığında, çoğunluk etkisi ve sosyal çekicilik arzusu sizi ele geçirebilir.

İnsanların söylediklerinizi unutacağını öğrendim, insanlar ne yaptığınızı unutacak ama insanlar onlara nasıl hissettirdiğinizi asla unutmayacak. Maya Angelou

Kontrol edebildiklerinize (tepkileriniz) odaklanın ve kontrol edemediklerinizi (sonuçlar) bırakın. Yetenekleriniz ve motivasyonunuz kadar fırsatlara ve çevrenize de bağlısınız. Başarısız olabilirsiniz, ancak kendinizin farkına vardığınız için memnun olmalısınız. Kendi hareketinizden siz sorumlusunuz; öte yandan tembel oyunculara yardım edersen başarılı olursun.

Zahmetsiz çaba hayatın anahtarıdır. En iyi şeyler doğal, ucuz ve en gerekli olanı elde etmek kolaydır. Evrendeki en muhteşem şey sensin, insan. Başkasıyla sohbet, sevgiliyle muhabbet, uçsuz bucaksız gökyüzünü seyretmek hayattaki hiçbir şeye sahip olamaz. En şaşırtıcı deneyimler para gerektirmez, sadece vasat olanlar.

Her krizde bir çözüm, her an bir fırsat vardır; ele geçir. Eğer yapmadıysanız, mevcut fırsatları kaçırmayın. Şu ana odaklanın. Biz sadece senaryoyu önceden yazmış, evrenin kendinden geçmiş bir kişiliğiyiz. Oyunu oynarken size kalmış olan şeyleri değiştirebilirsiniz. Mutlaka çalışmış, prova etmişsinizdir; değilse, doğaçlama yapın.

Başlamanızı sağlayan şey taahhüt, sizi bir yere götüren şey tutarlılık ve devam etmenizi sağlayan şey sebattır.

Korku sizi durdurmak için orada değildir, bu bir eylem işaretidir. Korkuyu tanıyın, onunla savaşmayın. Tüm duygular hayatta kalmak için gereklidir. Beyin bir hayatta kalma mekanizmasıdır, siz bir hayatta kalma uzmanısınız; iyi çalışabilmen için korkman gerekir. Yeni deneyimlerden korkuyorsan, hayatı çok yanlış anlıyorsun.

Yalnızca  bir sorunla karşılaştığımızda düşünürüz. John Dewey

Karanlıktan korkan bir çocuğu kolayca affedebiliriz; hayatın gerçek trajedisi, insanların ışıktan korkmasıdır. Platon

 Mutluluğun peşinden gitmek, yolun mutluluk olduğunu anlayana kadar sizi umutsuzluğa sürükler. Müziğin amacı, kompozisyonun sonu değildir; bu süreç. Deneyim mutluluktur, herhangi bir aidiyet değil. Mutsuz insanlar genellikle olduklarından başka bir yerde yaşarlar, mutluluğu gelecekte ya da başka bir yerde, bir nesnede ya da birilerinde zannederler. Anın anahtarı var. Bu çok değerli bir anlayıştır, ücretsizdir.

En iyi yol sorumluluk almaktır. Ailenizin, atalarınızın, türünüzün ve belki biraz evrenin sorumluluğunu alın. Özgürlük sorumlulukla gelir. Pozisyonunuz nedir, dünyada ne yapıyorsunuz? Maaşınız ona göre olacaktır

Başkalarını suçladığınızda, gücünüzü başkasına verirsiniz ve sorumluluk aldığınızda, gücünüzü geri alırsınız – bir şeyleri gerçekleştirmek için. Robert N. Anthony

Geçmişi bırakın. Kafanızdaki geçmiş bir hayal gücüdür. Bir nedenden dolayı geçmiş, sen o değilsin. Ayrıca, kendini affedemezsen başkalarını nasıl affedebilirsin? Geçmesine izin vermezsen şimdi nasıl yaşayabilirsin? Her şeyden önce, bir makro organizma olduğumuz için her türlü suçluluk hepimize aittir, ancak bu makro organizma olduğumuz için de her suçluluk size aittir.

İçinde bulunduğumuz her türlü durum için geçmişi suçlama düşüncesini tamamen terk etmeli ve düşüncemizi tersine çevirmeli ve geçmişin daima şimdiki zamandan geri aktığını görmeliyiz. Alan Watts

Bir şey deneyin, genler her insanda yeni bir şey dener. Siz kaynak kodunuzun bir denemesisiniz, insanlar gezegenin bir denemesidir, gezegen sistemin bir denemesidir vb. Bazen “yapamayacağın şeyleri yap, bu şekilde yapabilirsin.”

Yalnızca büyük ölçüde başarısız olmaya cüret edenler, büyük başarılar elde edebilirler. Robert F. Kennedy

Zihin iyi bir hizmetkar ama korkunç bir efendidir. Düşünceler haritalar gibidir, faydalıdırlar ama gerçek değiller; sadece belirsiz bir temsilidir. Harita bölge değil. Gerçekliği ideal düşüncelerle birleştirmeniz gerekir; yoksa kaybolursun.

İçeriği olmayan düşünceler boş, kavramsız sezgiler kördür. Immanuel Kant

Fikirleriniz döngüseldir. Başkalarına ilettiğiniz şey sonunda size geri dönecektir. İnandığınız, hissettiğiniz veya tasavvur ettiğiniz şey, olursunuz, çekersiniz veya üretirsiniz. Kendinizi, düşüncelerinizi izleyin; bunlar senin ilgi çekici yerlerin. Kendinizi kontrolden çıkmış hissedebilirsiniz, bu konuda haklısınız ve haksızsınız. Ne kontrol edersiniz, ne de etmezsiniz.

Tekrar tekrar yaptığımız şey biziz . O halde mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır.
Aristo.

Bir dağı yerinden oynatan adam işe küçük taşları taşımakla başlar. Konfüçyüs

Herkes acemiydi, büyük miktarda zaman harcamadan hiçbir işte ustalaşılmaz. Utanmak için endişelenmeyin, öğrenmeye her zaman hatalar ve başarısızlıklar eşlik eder. Bu, yeni bir bölgedesiniz, denemeler yoluyla gelişiyorsunuz demektir.

Bir yol göremiyorum, dedi çocuk . Bir sonraki adımın görebiliyor musun? dedi at .Evet dedi çocuk. O zaman görebildiğin kadar ilerle, dedi at. Charlie Mackesy

Başkalarına ilettiğiniz şey sonunda size geri dönecektir.

“İnançlarınız düşünceleriniz olur, Düşünceleriniz sözleriniz olur, Sözleriniz eylemleriniz olur, Eylemleriniz alışkanlıklarınız olur, Alışkanlıklarınız değerleriniz olur, Değerleriniz kaderiniz olur.” M. Gandi

Comments are closed.