
Size ait olmayan şeylerin sizi rahatsız etmelerine izin vermeyin.


Johari Penceresiyle Kendini Tanımak
Hayatımızın bir parçası haline gelen 4 yara
Sevmediğiniz insanlarla baş etmenin yolları
İnatlaşan Bir Kişi İle Nasıl Baş Edebilirsiniz?
Benlik Karmaşıklığı
KENDİ YETENEKLERİMİZİ ALGILAMAK
Hayattaki Zorluklar Aşkınızı Çok Özel Bir Birliğe Dönüştürebilir
Tartışma çok şiddetli olduysa
Hayal Kırıklığının Nörobiyolojisi

Hiçbir Şeyi Zorlama: Hayatının Akmasına İzin Ver – Stoacı Bilgelik


Olumlu düşünmek için ne yapmalı?
Korkarız, dudağımızda uçuk çıkar; üzülürüz, tansiyonumuz çıkar; heyecanlanırız midemiz bulanır yani tüm psikolojik durumların vücutta kimyasal bir karşılığı vardır.
Olumlu düşünmek istiyor ancak başaramıyor musunuz? Dr. Sinan Akkurt olumlu düşünmeye dair bilmediklerimizi anlattı.
“Olumlu düşünme” sonradan kazanılabilen bir yetenek midir?
Olumlu düşünme doğuştan gelen bir yetenek değildir. Çalışarak sonradan da kazanılabilinir. Burada bir tablonun tamamını görebilmektir aslında olumlu düşünmek. Hep aynı noktadan bakmak yerine bir adım geriye çekilerek tablonun tamamını görebilmektir. Bu kazanımı quantumla ilgilenmeye başladıktan sonra elde ettim.
“Olumlu düşünme”yi nasıl başaracağız? Bunun bir tekniği var mı?
Şöyle baktığımızda quantum, atomu inceliyor. Atomun etrafında dolaşan elektronlar var. Bunların hareketleri o atomun bir titreşimi ve titreşim frekansı olmasına sebep oluyor. Quantum kanununa göre bu titreşim her farklı maddenin atomunda farklıdır. Sadece aynı maddelerde aynıdır. Yine quantum kanununa göre bu atomlara baktığınızda aynı frekansa sahip atomlar birbirini çekerler. Dolayısıyla hayatımızdaki her şeyin de bir frekans olduğunu düşünürsek; atom gibi ağzımızdan çıkan sözcüklerin, düşüncelerimizin, hayallerimizin hepsinin bir frekansı olduğunu düşünürsek; aynı frekans aynı frekans tarafından çekilir. Quantum kanunu budur. Yani biz iyi bir şey düşünmeye başlarsak o iyi olmasını istediğimiz düşünceyi çekeriz. Bu fizik kanunudur.
Örneğin aklımızdan geçirdiğimiz bir arkadaşımızın saniyeler sonrası telefon açması tesadüf değildir. Şüphesiz bir şekilde canı gönülden olmasını istediğimiz bir şeyin, “Gerçekten çok istiyordum ben bunun olmasını” dediğimiz şeylerin olması da bir tesadüf değildir. Bunların hepsinin temelinde bir quantum fiziği kanunu vardır. Dolayısıyla biz ne zaman bir konuyla ilgili olumlu düşünürsek, o olumlu konuyu kendimize çekeriz. Bu da fizik kanunudur. Bu yüzden olumlu düşünmek öğrenilebilinen bir davranış şeklidir.
Beynin olumlu düşünmesini sağlayan doğru nefes teknikleri, pratik egzersizler ve doğal kürler neler?
Eğer “Ben ne zaman olumlu düşünmeye çalışsam bir şey oluyor ve beni engelliyor” diyorsanız; işte onun o engelleyen nedeni ortadan kaldırmanız için biraz pratik yapmanız gerekiyor. Bu pratikler meditasyon olabilir. Meditasyon demek zihni dinlendirmek demektir. Zihni susturmanın yöntemlerinden biri de meditasyon esnasında nefesimizi sayarak gözlerimizi kapatarak ya da bir nesneye odaklanarak nefesimizi sayarak zihnimizi dinlendirmektir ve bir şey düşünmemeye çalışmaktır. Bu bir yol meditasyon için. Bunun yanında zikir, müzik dinletisi gibi eylemler sizi yine rahatlatabilir. Yine olumlu düşünmeyi sağlayabilecek tekniklerden biri de doğru nefes teknikleridir. Özellikle 6-3 – 6-3 nefes tekniği zihni boşaltarak sizi rahatlatır. 6-3 nefes tekniği şöyle uygulanır: 6’ya kadar sayarak nefes alınır, 3’e kadar sayarak beklenir (nefes tutulur), 6’ya kadar sayarak nefes sayarak nefes verilir, 3’e kadar sayarak durulur ve yeniden başa dönülür. Bunu bir burun deliğini kapatarak yaparsak bir adım ileri gideriz. Çünkü vücudumuz her iki burun deliğinden eşit miktarda hava almaz. Burun deliklerinin sağ ve sol beyinle bağlantısı vardır. Beynimizin işlevlerini düzgün kullanabilmemiz, ciğerlerimizi tam kapasite kullanabilmemiz yoluyla gelişir. Sol delikten aldığınız nefes sağ beyni aktive eder. İkisini de çalıştırmak için bir tekrarda sağ, bir tekrarda sol burun deliğimizi tıkayarak yapabiliriz. Günde 3-4 defa 5’er dakika yapılması faydalı olur.
Bunun haricinde yorucu olmayan bir spor yaparken vücudumuz detoks yapar, zararlı toksinler dışarıya atılır. Aynı zamanda spor yaparken endorfin hormonu denilen mutluluk hormonu da yükselir. Bu da yine bizi rahatlatacak ve olumlu düşünmemizi destekleyecek bir metottur.
En iyimser bireylerin dahi olumsuz duygulara kapıldığı zaman ve durumlar doğal olarak vardır. Endişe, üzüntü, öfke ve diğer olumsuz duygular normal hayatın birer parçalarıdır. Ancak kronik olarak bardağın boş tarafını görmek hem fiziksel hem de zihinsel açıdan zararlıdır ve hayatın kaçınılmaz zorlukları karşısında bireyin kendini toparlamasına engel olur.
Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak konuya ilişkin “Bunun yerine birey, pozitifliği artıran bazı becerileri uygulayarak daha olumlu olmayı öğrenebilir” diyor ve ekliyor “Pozitif duyguları teşvik eden becerileri öğrenmek ve düzenli olarak uygulamak, mutlu ve sağlıklı bir birey olmamızı sağlar.”
Psikolog Başkak, olumlu duyguları beslemek için aşağıdaki yöntemleri öneriyor:
Olumsuz duygu ve düşünceleri tespit edin
Bir klinik psikolog ve hipnoz uzmanı olarak, olumsuz, engel düşünceler yaşayan insanların içlerinde hissettikleri bu sıkıntıları muğlak, belli belirsiz, soyutmuş gibi algıladıklarını gözlemledim. Öncelikle yapılması gereken kafamızın içinde dönüp duran olumsuzlukları somutlaştırmak. Bunları bir kağıda yazın…
İlham gelmesini beklemeyin
Bazıları, içten bir enerjinin gelmesini bekler, bu oldukça teslimiyetçi, miskin bir kabulleniş durumudur. Şair değilseniz oturup ilham gelmesini beklemeyin. Küçük hedefler için adım atmaya başlayın. Adım attıkça, yaptıkça enerjisi gelecektir.
İyilik yapmanın gücünü ıskalamayın
Başkalarına yardım etmek kendine yardım etmektir aynı zamanda. Özellikle size benzer sorunlar, olumsuzluklar yaşayan insanlara herhangi bir şekilde destek olmaya gayret edin. Elinizden ne geliyorsa onu yapmak yeterli. İyilik yapmak ruhu besler. Bu, birinin ağır paketleri taşımasına yardım etmek veya yabancı birine yol tarif etmek kadar basit bir şey de olabilir.
Çevrenizdeki dünyadan zevk alın
Zaten yeterince sorun yaşıyorsanız, yapacağınız şey çevrende sizi iyi hissettiren şeylere odaklanmaktır. Keyif alacağınız her şeye dikkat edin, bir hobi, bir etkinlik, iyi bir kahvenin verdiği keyif… Bu bir kuş, bir ağaç, güzel bir gündoğumu veya gün batımı, hatta birisinin giydiği bir elbiseyi güzel bulmak bile olabilir. Keyif aldığınız, zevk aldığınız şeylere odaklanın, deneyimleyin.
İlişkilerinizi geliştirin ve güçlendirin
Ailemiz, dostlarımız, sohbetinden hoşlandığımız insanlarla bağlantıları güçlendirmek çok önemli… Size iyi hissettiren insanlarla bağlarınızı sürdürün ve güçlendirin. Arkadaşlar veya aile üyeleri ile güçlü sosyal bağlantılar kurmak, kendinize olan inancınızı artırır. Bu konuda yapılan uzun vadeli çalışmalar, iyi ilişkilerin daha iyi sağlık ve daha uzun bir yaşam ile ilişkili olduğunu göstermiştir.
Yeni bir şey öğrenin; yeni bir etkinlik bulun
Yeni ortamlar, hobiler, etkinlikler, kurslar… Kendi dünyanızdan çıkın ve zihninizi yeni alanlara açın. Satranç öğrenmek, bir folklor grubuna katılmak, resim kursuna gitmek, bir koronun parçası olmak… Sosyalleşme imkanı artarken, yeni bir şey öğrenmek bilinçaltınızdaki enerjiyi uyandırıp besleyecektir.
Sorununuza karşı esnekliği artırın
Yaşanan sorunlara saplanıp kalmak, sanki ömrümüze işlemiş gibi bir tutum içerisine girmek depresyona ve umutsuzluğa sürükler. Kaybın, stresin, başarısızlığın veya travmanın sizi ezmesine izin vermek yerine bunları öğrenme deneyimleri olarak kullanın. Neleri öğrenmenize yaradı, bedeli büyük olsa da neleri fark etmenizi sağladı, artık o konuda tecrübeli ya da kendinizden emin misiniz, artık neler yapabilirsiniz? Bu bakış açılarına odaklanın ve daha iyi bir geleceğe adım atın.
Otohipnozla farkındalık egzersizileri yapın
Zihninizin imkanlarını keşfedin, sahip olduğunuz en güçlü silah beyninizdir ve onu lehinize nasıl kullanabileceğinizi, insan zihninin sonsuz değişim ve dönüşüm gücünü fark etmeye zaman ayırın. Yıllardır otohipnoz ve meditasyonun insanlara sağladığı olağanüstü öz imkanları gözlemliyorum. Geçmişteki sorunlar ya da gelecekteki zorluklar üzerine düşünmek zihinsel kaynakları güçsüzleştirir ve yaşadığınız andan zevk almanızı engeller. Kontrol edemediğiniz şeyleri bırakın ve şimdiye, olduğunuz ana odaklanın. Bunları kendi kendinize yapabilmeniz için otohipnoz eğitimleri, meditasyon dersleri alın.
HT HAYAT

Kendini tanımak, kişinin kendini gerçekleştirebilmesi için gerekli olan en önemli erdemdir. Bu erdeme sahip olmak samimiyet ve özgünlük ister. Yani kendimize dürüst davranarak ve kendimiz olmaktan utanmayarak kendimizi tanıyabiliriz. Kendini gerçekleştirmek,-Abraham Maslow’dan ilhamla- hayati ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra kendimizi inşa etmektir. Hayat sadece diploma ve kariyerden ibaret değildir. Diploma ve kariyer kendini gerçekleştirme işinin sadece bir parçasını oluşturur. Kendini gerçekleştiren kişi, psikolojik sağlığı gelişmiş bireydir. Bu kişinin potansiyelini en üst düzeyde kullandığı görülür. Bir insanın potansiyelini en üst düzeye çıkarabilmesi için önce kendini tanıması gerekir.
Kendini bilmek, kendini keşfetmek, kendini aramak, kendine yolculuk, özümüzü bulmak gibi kavramlar kendini tanımak ile ilgili deyimlerdir. Kendini tanımanın çok çeşitli yolları var. Bunlar:
- Kişisel alışkanlıklarımızı ve özelliklerimizi gözden geçirmek,
- Değer yargılarımızı tespit etmek,
- İnançlarımızın ve önyargılarımızın ne olduğunu kendimize sormak,
- O anda içinde olduğumuz duygunun (öfke, hüzün, neşe) kaynağını ve neden olduğunu kendimize sormak.
Bu saydığımız maddeler tek tek üzerinde tespit gerektiren ve zaman alan uğraşılardır. Bu nedenle size kendini tanımanın hem kısa hem de sağlam bir yolunu gösterelim: Johari Penceresi. Johari penceresiyle kendini tanımak isteğindeyseniz lütfen bir adım geri çıkın ve kendinize dışardan bakın.
Kendini Tanımak Nedir?
Kendini tanımak, insanın kişisel özelliklerini, duygularını, alışkanlıklarını, değer yargılarını ve inançlarını tespit etmesi ve bunları hayatına göre düzenlemesidir. İnsanın kendini tanıması hemen olup bitecek bir süreç değildir. İnsan her yaşta, her dönemde, her ilişkide ve her işte farklı yönlerini keşfeder. Keşfetmek, var olanı bulmak, var olanın farkına varmaktır. İnsan, kendinin ne kadar farkında olursa kendini tanımak konusunda o kadar başarılı olur. Kendini tanımak, kendini gerçekleştirmek için çok önemlidir. İnsan hem kendi hem de toplum için kendini gerçekleştirir. Toplumda var olabilmenin en önemli şartı ise iletişimdir.
Sosyal hayatta iletişimin en güzel şekli etkili iletişimdir. Etkili iletişim kurabilmek için insanlara saygı duymak, insanları kabul etmek, insanlara değerli olduklarını hissettirmek gerekir. Hiçbir davranışı abartmadan ve kendimize güvenerek iletişim kurmak etkili bir iletişim için gereklidir. Sosyal hayatta iletişim kurarken kendimizin ve değerlerimizin farkında olarak iletişim kurmalıyız. Bu bağlamda kendini gerçekleştirmenin toplumsal yönünü ele aldığımızda sosyal hayatta etkili iletişim için yine kendini tanımanın gerektiğini anlıyoruz. Çünkü kendimizi karşı tarafa açmak, kendimizi doğru ifade etmek zorundayız.
Kendini Tanımanın Yolları Nelerdir?
Kendini tanımak nasıl olacak? Sorunuzu duyar gibiyim. Sosyal bilim insanları, kendini tanımanın 3 yolu olduğu görüşündeler. Bu yolların her birinden sırasıyla geçmek gerekiyor. Sadece bir yolu kullanmakla kendimizi tanıyamayız. Kendini tanımanın yolları:
- Kendini kavrama
- Kendine saygı/güven duyma
- Kendinin farkına varma
Kendini Kavrama:
İnsanın düşündükleri, hissettikleri, inançları ve tutumlarıdır. Yani bunlar hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğunu tespit etmesidir. Kendini kavrama, kişinin sosyal hayattaki duruşuyla ilgili bir durumdur. Çünkü kişinin kendini kavramasını sağlayan aracılar nelerdir diye sorduğumuzda karşımıza 4 kaynak çıkıyor:
- İnsanın diğerleri tarafından ortaya koyulan imajı
- İnsanın kendisi ve diğerleri arasında yaptığı karşılaştırmalar
- İnsanın kültür sayesinde öğrendikleri
- İnsanın kendi düşünce ve davranışlarını değerlendirmesi
Bu kaynaklar bize kendini kavrama adına kendimize hem içerden hem de dışardan bakmamız gerektiğini gösteriyor. Bu kaynakları soruya dönüştürelim:
- Sosyal hayattaki imajınız nedir? Sakin/ Gergin/ Neşeli
- Çevrenizdeki insanlara kıyasla hareketli misiniz durgun musunuz?
- Vazgeçemediğiniz değer yargılarınız var mı? Nelerdir?
Kendine Saygı/Güven Duyma:
Son yıllarda gözlemlediğim bir durum var. İnsanların kendine saygı duymaması. Kendine güvenden bahsetmiyorum. Kendine saygı duymaktan bahsediyorum. Kendine saygı duyma kişinin fiziksel, psikolojik ve sosyal olarak öz bakım becerilerini gerçekleştirmesidir. Yetişkin birey nasıl öz bakım becerisi edinememiş diyebilirsiniz. Çocukluğunda ailesinde değer görmemiş kişiler kendine değer vermiyor. Kendine değer vermeyenler, kendine saygı duymuyor. Kendine saygı duymayanlar öz bakımını önemsemiyor.
Öz bakım becerileri, sağlıklı beslenmek, spor yapmak, düzgün giyinmek, çevremize karşı sınırlarımızı çizmek, gün içinde kendimize rahatlama alanı ve zamanı oluşturmak, iyi arkadaşlıklar kurmak olarak sıralanabilir. Öz bakımını yapmayan kişiler agresif ya da pasif-agresif kişiliğe dönüşüyor. Agresif insan çevresiyle etkili ve doğru iletişim kuramayan insandır. Pasif-agresif kişiyse çevresine tepki vermekten korktuğu için her şey normalmiş gibi davranan, kısa ve soğuk cevaplar veren, kendince sürekli söylenen insandır. Bu nedenle öz bakımını yapan insanlar kendine saygı duyanlardır. Kendine saygı duyanlar, kendilerine güvenirler. Kendine güvenen insanlar, sözlü ve sözsüz iletişimde başarılı, sosyal hayatta saygı gören insanlardır. Yani kendine saygı duymak, toplumdan da saygı görmeyi beraberinde getiriyor.
Kendinin Farkına Varmak:
İnsanın neyi, neden yaptığına dair kendisini anlayabilmesidir. Duygularının adını koyması, onları açıklayabilmesidir.
- Neden hüzünlüyüm? Ben de eksik olan bir şey mi var?
- Neden öfkeliyim? Yoksa güvende değil miyim?
- Ne olunca hüzünleniyorum/öfkeleniyorum?
- Bu hisleri yaşarken aklım ve bedenim ne diyor?
Bu tür soruları sormak o an ki hislerimizle başa çıkmak için iyi bir yöntemdir. Ayrıca kendini tanımak adına adeta bir duygu ameliyatındaymış gibi ince eleyip sık dokuyarak insanın kendinin farkında olmasını sağlar. Kişinin kendinin farkına varmasını sağlayan başka bir yöntem ise Johari Penceresi.
Johari Penceresi Nedir?
Johari Penceresi, bir ilişkide ‘’benliğin’’ paylaşımını grafikler. Joe Luft ve Harry Ingram tarafından 1955’te geliştirilen Johari Penceresi, adını Joe ve Harry isimlerinin ilk hecesinin birleşmesinden alır. Johari Penceresi, bir kişinin hem kendiyle hem de toplumdaki insanlarla olan ilişkisinde kendini açma istekliliğini ve geri bildirime ne kadar açık olduğunun grafiğini sunar.
Örneğin arkadaşımız Mehmet’le olan yakın ilişkimizi düşünelim. Benim ilişkim Mehmet’le dikey çizgi; Mehmet’le kişisel düşüncelerimi açıklamaya veya paylaşmaya ne kadar istekli olduğumsa yatay çizgiyle gösteriliyor. Mehmet’ten kendim hakkında geri bildirim almaya ne kadar açık olduğumu gösteren diğer yatay ve dikey çizgiyi de diğer çizgilerin tam karşısına çizerek bir kare oluşturuyorum. Şimdi Mehmet’le olan ilişkimin Johari Penceresini açabilirim. Bu pencere 4 alandan oluşuyor:
Açık: Hem benim hem de Mehmet’in benim hakkımda bildiği özellik, tutum, duygu ve davranışlarımdır. Yani adı üzerinde paylaşmaktan korkmadığım tüm bilgilerim ve hallerimdir.
Gizli: Kendim hakkında bildiklerim ama Mehmet’in benim hakkımda bilmedikleridir. Bilinçli olarak Mehmet’ten sakladığım yanlarımı ifade eder. Örneğin ailemin fakir olduğunu fakirlikten utandığım için Mehmet’ten saklıyorum. Fakirlikten utanmanın altında ayrıca Mehmet tarafından dışlanma ve küçümsenme korkumda var. Gizli alandakiler, kendimle barıştığımda açık alana çıkacaktır.
Kör: Mehmet’in benim hakkımda bildikleri ama benim kendi hakkımda farkında olmadığım tutum, davranış ve huylarımdır. Örneğin cimriyim ama farkında değilim. Mehmet cimriliğimin farkında. Kaygı, kıskançlık, korku gibi duygularda bu alanın içinde yer alır. Kör alanı geniş olan kişiler benmerkezci, savunmacı, eleştirilere kapalı, şüpheci ve tek taraflı iletişim kuran kişilerdir. Empatileri zayıftır. Etkili iletişimde başarısızdırlar. Etkili iletişim için kör alanın daraltılması gerekir. Bu nedenle kör alanı geniş kişiler, diğer insanlardan geri bildirim alarak kör alanlarını daraltabilirler. Bunun için eleştirilere açık olmak lazım. Bir insan kendini tanıdıkça kör alanı daralır.
Bilinmeyen: Ne benim ne de Mehmet’in benim hakkımda bilmediği yönlerim ve davranışlarımdır. Bu alan hem kendime kapalı hem de başkalarına kapalı karanlık bir alandır. Freud, bu alanın bilinçaltı olduğunu söyler. Bu alanda bastırılmış duygular, fark etmediğimiz korkular, zaaflar ya da eğitim ve özgüven eksikliği nedeniyle keşfedemediğimiz yeteneklerimiz yer alır. Bilinmeyen alanı geniş olan insanlar genelde özgüven eksikliği olan ya da tecrübesiz insanlardır.
Sağlıklı psikolojiye sahip insanların Johari Penceresinde hangi alanı daha geniş olmalı diye soracak olursanız tabi ki de açık alan deriz. Açık alan ne kadar geniş olursa o kadar sağlıklı bir psikolojik yapıda olduğumuzu gösterir. Ama açık alan %100 genişlemez. Kişi kendini ne kadar açarsa açsın yine de gizli, kör ve bilinmeyen alanları olacaktır. Kendim ve Mehmet’le olan ilişkimin Johari Penceresini çizdim, alanların ne anlama geldiğini açıkladım. Şimdi sıra Johari Penceresi testi çözüp puanımızı hesaplamakta. Hesapladığımız puanlarla da Johari Penceresi içindeki 4 alanın sınırlarını belirliyoruz. Yukarıda verdiğimiz bilgilere dayanarak kendimizi tanımaya çalışıyoruz.
Kendini gerçekleştirmek için kendimizi tanımak istedik. Öncelikle öz bakım becerilerini öğrenerek kendimize saygı duymaya başladık. Kendimize saygı duymak bize özgüven kazandırdı. Bu cesaretle kendini kavrama işine girdik. Burada kendimizi toplumdaki insanlarla karşılaştırdık. Kendimizde, yaşadığımız kültürden parçalar bulduk önce. Sonra kendi düşünce ve davranışlarımızı yorumladık. Bu yorumlama bize duygularımızı ameliyat ettirdi. Ve kendimizin farkına vardık. Kendimize hem içerden hem de dışardan bir pencere açtık. Johari Penceresinden bakarak kendimizi tanımaya çalıştık. Sorular sorduk, puanlar aldık, alanlarımızın sınırlarını çizdik. Johari Penceresini açtık. Ah bir de ne görelim:
“Beni ben de demen, ben de değilim,
Bir ben vardır ben de, benden içeru” (Yunus Emre)
Johari Penceresiyle kendini tanımak, kendini hem kendine hem de insanlara açmak(tır).
IIENSTITU

Sen aslında kimsin? Kendini tanıyor musun? Gerçekten neye ihtiyacın var biliyor musun? Kendini tanımak neye ihtiyacın olduğunu ve neye ihtiyacın olmadığını bilebilmektir. Bu çok önemli bir bilgi ve hatta bana göre bilgeliktir.
Hayatta yaptığın birçok şey, eksikliğini hissettiğin ya da sana iyi geleceğini düşündüğün için yaptığın şeylerdir. Ama kendini tanımıyorsan, belki ilaç diye yaptığın şey sana en çok zarar verendir. Yakından bakınca anlayamayabilirsin kendini. Kendine dışarıdan bakmak lazım birazcık olsa kendini tanıyabilmek için. Kendini tanımak uzun bir yol, bu videoda sana sadece başlangıç için bazı ipuçları vereceğim.
Sana bazı sorular soracağım, sende bu soruları kendine sormalısın. Kimsenin olmadığı bir zaman bu soruları kendince cevaplamalısın. Bir nevi kendinle sohbet edeceksin, onu tanımak için ona sorular soracaksın.
- Şöyle bir düşün bakalım, ne yaparken zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyorsun, kendini canlanmış, üretken ve mutlu hissediyorsun?
- Çok yorgunsun, moralin bozuk. Böyle durumlarda bile neyi yapmaktan zevk alırsın?
- Birisi sana hiç istemediğin şeyler yapıyor ya da yaptırıyor? Nasıl hissedersin, nasıl tepki verirsin?
- Diyelim işinden ya da ilişkinden hiç memnun değilsin. Ama bir türlü de bırakmıyorsun. Seni bırakmaktan, uzaklaşmaktan alıkoyan şey nedir?
- Sen bu dünyadan uçup gittiğinde, geride nasıl bir iz bırakmak istiyorsun?
- Sahip olduğun özellikleri bir eşya gibi düşün ve listesini yap. Yardımsever, hırslı, kıskanç, tembel. Yapabildiğin kadar uzun bir liste yap. Bu eşyalardan hangileri çok değerli, hangileri sana zarar veriyor ve kurtulman gerekli?
- Eğer kendini seni tanıyan insanlara sorsaydın, senin hakkında iyi ve kötü olarak neler söylerlerdi?
- Sen uyurken, gece yanına sihirli güçleri olan birisi geldi ve senin hayatındaki bütün problemleri çözdü. Ama senin bundan haberin yok. Sabah kalktığında neyin değiştiğini farkederdin?
BEYHAN BUDAK


Hayatımızın bir parçası haline gelen 4 yara
Bazı olumsuzluklar, dönemsel olarak ciddi sıkıntıların yaşanmasına neden olsa da hayatın geri kalan kısmında size çok daha yardımcı olabilir.
1- İçimizde açılan boşluklar
Eğer şanslıysak; hayatta birkaç kez bütün benliğimizi ona adayacak kadar doğru görünen bir fırsatla karşılaşırız. Geç saatlere kadar uyumamayı, sabah erkenden kalkmayı ve kapasitemizin yüzde 100’ünü kullanabilmek için çırpınıp durmayı sağlayan bu şeyler meyvesini vermediğinde örneğin üniversiteyi kazanamadığımızda, takıma giremediğimizde, bursu alamadığımızda ya da rolü kapamadığımızda içimizde koca bir boşluk ile kalıyoruz. Ama bu boşluk, zamanla kapanıyor üstelik hiç beklediğimiz yollarla… Zaman içinde o kadar çok şey öğreniyoruz ki sonsuza dek değişiyoruz. Sınırlarımızı, onları nasıl zorlayacağımızı öğreniyoruz ve sonraki hayallerimizde o yaşaya yardımcımız olarak kullanabiliyoruz.
2- Reddedilmenin yarası
Bir yetişkinin hayatının en zor kısımlarından biri reddedilmektir. Erken dönemlerde yaşanan reddedilmeler, egolarımıza ciddi derecede hasar vererek hayatımızın geri kalanı boyunca oyunu yaralı bir şekilde oynamamıza ya da yedek kulübesinde oturmamıza neden olabilir. Futbol takımında sonuncu olmak, işe reddedilmek ya da hayatının aşkı tarafından terk edilmek, farklı yollarla şekillenen yaralardır; ancak hepsi, aynı yeri acıtır. Ama ne olursa olsun, tüm bunları yaşamış olmak, yalnızca reddedilmeye katlanabilmeyi değil; aynı zamanda da kovulmuş, görmezden gelinmiş ya da başka formlarda reddedilmiş insanlara karşı empati kurabilmeyi öğrenmemizi sağlar.
3- Kendimizi bir türlü affedemememize sebep olan hatalar
Öncesinde bin kez doğrusunu yaptığımız bir şeyde minik bir yanlış yaptık ya da küçük bir yanlış hesap yüzünden büyük bir sorun yaşadık ve elimizdekini kaçırmamak adına ne yapabileceğimizi, ne yapmış olmak gerektiğini her düşündüğümüzde canımız yandı. Bu kayıplar, önümüzdeki yıllar açısından da risk teşkil eder. Çünkü görünen o ki elimizden kaçan mükemmel şeye yakın bir şeyler bulduğumuzda, elimizde olmadan onu da batırıyoruz. Aslında sahip olduğumuz gerçek ve harika şeyi, elimizden kaçırdığımız hayali mükemmel şeyle karşılaştırıyor ve kendimizi kötü hissediyoruz. Bu, yalnızca bizi incitmekle kalmıyor; aynı zamanda bize değer veren masum insanların canını yakıyor. Geride kalan kişi ile karşılaştırılmanın nasıl hissettirdiğini bir düşünün… Geçmiştekinin ne kadar iyi olduğunu duyduğunuzu düşünün. Bu, hayatımızdaki insanlara yedek kişiler olarak değil, adeta büyük bir ödül gibi davranılmasının gerektiğini anlamanızı sağlayacaktır.
4- Yara bandının ardındaki giz
Düşünün, bir arkadaşınız görünürde herhangi bir yarası olmamasına rağmen sürekli elinin üzerine bir yara bandı yapıştırıyor. Çünkü bu bant, ona yaralarını koruması gerektiğini hatırlatıyor. Gününü sebebi belirsiz bir acıyla, neden kırılgan ve hassas hissettiğini anlamadan güçlükle yaşamaktansa, yarasını işaretliyor ve kendine şefkatle yaklaşıyor… Birbirimizin yaralı noktalarını görebilsek, dünya ne kadar farklı olurdu? Yara bandı olmadan bile herkesin yaraları ile yürüdüğünü, gereken tek şeyin biraz dikkat, nezaket ve ilgi olduğunu hatırlayabilsek neler değişirdi?
HT HAYAT

Tahmin ediyoruz ki sizi olumsuz etkileyen insanlar hayatınızdan en az bir kere geçmiştir. Bu insanlar yüzünüze kapanmakta olan kapıya doğru koşarken, asansörün içinden gözlerini size diken insanlar gibidir… Konuşmazlar; dikte ederler. Sohbet etmezler; sorguya çekerler. Korku, onların gardırobudur. Tahrik ise en sevdikleri renk.
Bir odaya girdiklerinde, içerideki iyi niyet uçar gider. Onlarla 30 saniye konuşmak, taşlık bir yolda topuklu ayakkabılarla 10 km boyunca koşmaya benzese de bu zehirli insanları nötr hale getirmenin yolları yok değil. Yapmanız gereken tek şey, ne tür bir kişilik ile uğraştığınızı saptamak ve sonrasında da aşağıdaki adımları takip etmek!
Tür 1: Kötü yetişmiş olanlar
Bu tür insanlar, genellikler ergenlik yıllarını, sosyal etkileşimlerin çekişmeli ve yıpratıcı olduğu çevrelerde (ev, okul, mahalle gibi) geçirmişlerdir. Sohbetlerde ses ayarı, yüksekten gürültüye çevrilmiştir. Sabrın ortalama yaşam süresi kısadır; nezaketin nesli tükenmiştir. Bu türün kapsamına giren kişi için yıpratıcı iletişim, bir tür alışkanlık haline gelmiş ve kökleşmiştir. Sarsıcı etkileşimler, hayat standardı haline gelmiştir. Tavırlarını ve tutumlarını yakışıksız veya çirkin olarak görmezler.
Davranışlar: Kamuya açık alanlarda bağırarak konuşmak, fikrini empoze etmek, sohbetleri bölmek, görgüsüz tavırlar sergilemek, uygunsuz yorumlar yapmak…
Yapılması gerekenler: Sıkı rehberlik. Yerleşmiş zehri etkisiz hale getirmek adına, ödün vermeyen bir akıl hocası haline düşünmeniz gerekiyor. Zehirli bir şekilde yetişmiş kişinin, adabı muaşeret kurallarından haberi yoktur. “İç ses” gibi bir kavramları yoktur; ilişkilerde diplomasi ve incelik gibi becerilere sahip değildirler. Küçük düşürmekten ziyade iyi niyetli olduğunuzu gösterirseniz eğer, kişisel gelişim fırsatı doğrultusunda hareket edeceklerdir. Anlayışla bilgilendirin. Örneğin yakınınızdaki biri yüksek sesle konuşuyor ve önemli olmadığını düşündüğü için sesini kısmayı reddediyorsa, şöyle bir karşılaştırma yapmayı deneyin: “Anlıyorum; ama sana şunu sormama izin ver: Biri yüzünde sigara söndürmeye kalksa rahatsız olur musun? Yüksek sesle konuşma da benzer bir etki yaratabilir çünkü.”
Tür 2: Suç ortağı olanlar
Bu türde insanlar, kabul edilen davranış standartlarını bilirler. Alay etmenin ve zorbalık yapmanın kötü davranışlar olduklarının farkındadırlar ancak yine de bu davranışları sergileyebilirler. Zehirli suç ortakları, hayatta kalmak için gerekli olanı yaptıklarını düşünür ve kendilerini duyarsızlıkları konusunda nadiren eleştirirler.
Davranışlar: Dedikodu, fırsatçılık, iki yüzlülük, insanları dışlama ve sessiz kalarak göz yumma.
Yapılması gerekenler: Karakterinizi gösterin. Zehirli suç ortaklarının ahlaki pusulaları vardır; bunları ceplerinde taşır ve kalabalığı takip ederler. Kutup Yıldızı olun. Onları yönlendirin. Onlara, kötü davranışların sağlayıcıları olarak meydan okuyun ve yaptıklarını, sahip olduğunuz saygıya ve yakınlığa birer tehdit olarak gösterin. Biraz zaman tanıyın ve bulunduğunuz pozisyonu açıkça ifade edin: “İnsanların üzerine basıp geçen birisi de olabilirsin, onlar için sesini yükselten birisi de. İlkindensen eğer, yanından uzaklaşacağım.”
Tür 3: Asi olanlar
Bu türde insanların alınlarına uyarı işaretleri konmalı. Menzil içerisinde olduklarında sirenler çalmalı. Bu insanlar sevilmektense korku salmanın daha iyi olduğuna inanan, kendi seçimleri ile kavgacı olan insanlardır. Etrafındakileri kötülemek, onlar için nefes almak gibi bir şeydir; hayatta olduklarını hissetmek adına bu şekilde davranmaya ihtiyaç duyarlar. Hiç kimse, onların yanındayken kendini iyi hissetmez. Herkes onlardan uzak durmak ister. Asiler, her an gafil avlanma tehdidi altındaymışsınız gibi hissettirir. Ve tıpkı nükleer radyasyona dayanıklı olması için tasarlanmış kurşun kaplı bir oda gibi, bu kişilerin “mantıkları” da nezakete ve duyarlılığa karşı delinmez bir yapıya sahiptir.
Davranışlar: Ahkâm kesmek, tepeden bakmak, yargılamak, küfür içerikli ve uygunsuz yorumlar yapmak, insanları baltalamak ve utandırmak, diğer insanların fikirlerinin ve işlerinin sonucu olan takdiri üstlenmek, sabotaj amaçlı bilgi saklamak.
Yapılması gerekenler: Bu kişiler yakıp yıkma politikası ile hareket ederler; bu yüzden söndürerek bitirmeyi öğrenin. Ateş, oksijen olmadan yanamaz; dolayısıyla oksijen vermemek bir seçenek. Tepkileriniz ve reddedişleriniz, bu türün ateşini hayatta tutabilmek için ihtiyaç duyduğu havadır. Bu insanlar uygar bir zihin yapısı ile davranmayı öğrenene dek, herhangi bir şekilde tepki vermeyi ya da ona uyum sağlamayı kesinlikle reddedin – onları her fırsatta diğer insanlardan izole etmeye çalışmak da dahil olmak üzere… İkincisi açık olun, kararlı olun ve sonrasında azledin. Davranışlarına karşı olan itirazlarınızı, ateşe dayanıklı katılıkla açıkça belirtin ve her etkileşimi belgeleyin. Bunları en aza indirgemek amacıyla sonraki adımlarınızın ne olacağını açık bir şekilde listeleyin.
HT HAYAT


İnatlaşan Bir Kişi İle Nasıl Baş Edebilirsiniz?
Kişiler arası ilişkilerde en çok karşılaşılan sorunlardan birisi de inatlaşmadır. İnatçılık gösteren kişiler kendi düşüncelerine takılıp kalan, ısrarcı biçimde dediğinin kabul edilmesini ve yapılacak olanın kendi dediği şekilde yapılmasını bekleyen insanlardır. Yaptıklarının her yönünü, olası sonuçlarını, başkası için ne anlama geldiğini dikkate almadan hareket ederler.
Psikolojik gelişim dikkate alındığında inatlaşmanın her insanda özerklik kazanma (2-3 yaşları) ve ergenlik döneminde doğal olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir.
Erişkinlerde gözlenen inatçılık da bu dönemlerde şekillenmektedir. 2-3 yaşlarındaki çocuk ‘özerk olma’, ‘ne olursa olsun kendi istediğini yapma’, ‘kendisini kabul ettirme’ ve ‘başkasının denetimine girmeme’ mücadelesi verir. Ergenlik dönemi ise çocuklukta şekillenen her türlü ruhsal yapının gözden geçirildiği ve sonunda da oturduğu dönemdir. Bu dönemlerde yaşanan inatlaşma psikolojik gelişimde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan ve yaşanması gereken bir özelliktir. Fakat anne ve babanın olumsuz tutumları sonucunda sağlıklı biçimde aşılamayan inatlaşma kalıcı bir özellik haline gelebilmektedir.
İnatlaşmayı ortaya çıkaran etmenler kişiden kişiye büyük farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle her inatlaşma aynı tutulmamalı, kendine özgü çerçevede değerlendirilmelidir. Bazı insanlar haklarının yendiği ve karşısındakinin kendisini küçümsediği / aşağıladığı duygusuna kapıldığı için, bazı insanlar başkasının haklı olabileceğini kabullenmede zorlandığı için, bazı insanlar karşıdakinin dediğine uyarsa yaşamının denetimini kaybedeceğini düşündüğü için, bazı insanlar ise öfke ve kızgınlıklarını ancak böyle (pasif agresif) gösterebildikleri için inatlaşırlar. İnatlaşan kişi kendi dediğinin doğru olduğunu kabul ettirme, haklı olduğunu onaylatma gereksinimi içindedir.
İnatlaşan bir kişi ile nasıl baş edebilirsiniz?
Öncelikle inatlaşmanın hiçbir zaman tek yönlü olmadığı, inatlaşmada her iki tarafın da az ya da çok rolü olduğu unutulmamalıdır. Günlük yaşamda birbirleri ile inatlaştıkları için iki tarafın da kaybettiği çatışmalar, sanıldığından çok daha fazladır. İnatlaşmanın aşılabilmesi için insanların “inatlaştığının farkında olması”, “gerektiğinde inatlaşmayı bırakabilmesi”, “karşı tarafın inadını arttıracak şekilde davranmaması”, “inatlaşmadan kaynaklanan duygularla baş edebilmesi”, “iki tarafta da kaybettiği duygusu yaratmadan uzlaşma yolunu bulması” gerekmektedir. İnatlaşan insanlarla baş edebilmek için aşağıda herkesin kendisine ve ilişkisine uyarlayarak uygulandığında yararlı olabilen bazı öneriler verilmiştir:
Bazı insanlar inatçılığının yersiz ve haksız olduğunu görse bile bunu ele güne karşı ifade edemezler. Utançları nedeniyle dediklerinden vazgeçemezler. Onlar için tükürdüğünü yalamak ölümden beter görünür. Bugün için açık açık ifade etmiyor olsa da hatalı olduğunu anladığı izlenimi ediniyorsanız, bu kadarı ile yetinin ve utançlarını arttıracak biçimde davranmaktan kaçının. İçinizden gelen illa üste çıkma isteğinizin zorlamasına kapılmayın.
Şaşmaz biçimde tümüyle haklı olduğunu düşünen insanlar konunun müzakere edilmesine yanaşmazlar. Bu kişiler diğer insanların kendisini haksız görebilecekleri düşüncesine katlanamazlar. Olası tehlikeyi göze almaktansa inatlaşmayı sürdürürler. Bu tür insanları kendilerini güven içinde hissedene kadar müzakere için zorlamayın.
İnatlaşmayı aşmak için tek tarafın gayretinin yetip yetmeyeceği sürekli akla takılan bir konudur. Fakat tek taraflı çaba harcanması da inatlaşmayı çözebilmektedir. “Hep ben mi alttan alacağım” ve “ödün veren yine ben mi olacağım” düşüncelerinden ve bunların yarattığı duygulardan etkilenmemeye çalışın. İlk adımı atmak karşı tarafın haklı olduğunun kabul edildiği anlamına gelmez.
İkili ilişkilerde yaşanan inatlaşmalarda hemen karşınızdaki insanı suçlamayın. İnatlaşmanın ortaya çıkmasında sizin de rolünüz olabileceğini, belki de asıl inatlaşanın kendiniz olabileceğini unutmayın. Hangi duygu ve düşüncelerin sizdeki inatlaşma isteğini arttırdığını anlamaya çalışın.
İnatçı insanlar (özellikle inatlaşmanın yaşandığı anlarda) kendilerinin haklı ve doğru olduğunu düşünme eğilimindedirler. Onlara söylediklerinin yanlış, yaptıklarının hatalı ve haksız olduğunu kabul ettirmeye çalışmayın. Kabul ettirmeye çalışmanız inadı kırmak bir yana daha da arttırır.
İnsanın kendisini hangi tutum ve davranışların inatlaşmaya götürdüğünü ve bu tutum ve davranışların kendisinde yarattığı duyguların farkına varması çok önemlidir. Bu konuda kendinizi yeterince tanıyıp tanımadığınızı gözden geçirin.
Prof. Dr. Erol Özmen

Benlik karmaşıklığı teorisi, bireylerin kendilik algısını, sosyal etkileşimlerini ve toplumsal rollerini anlamaya yönelik önemli bir çerçeve sunmaktadır. Bu teori, bireylerin içsel ve dışsal etmenler tarafından nasıl şekillendiğini, bireylerin benliklerini nasıl yapılandırdıklarını ve toplumsal ilişkilerini nasıl yönettiklerini açıklamaktadır.
- Benlik Algısı: Bireyin kendine dair düşünceleri ve duygularıdır. Benlik algısı, bireyin kendisini nasıl gördüğü ve algıladığı ile ilgilidir.
- Sosyal Kimlik: Bireyin, toplumsal gruplara ait olma duygusudur. Sosyal kimlik, bireyin kendisini hangi gruplara ait hissettiği ile bağlantılıdır.
- Roller: Bireyin toplum içindeki çeşitli sosyal durumlarda üstlendiği davranış kalıplarıdır. Roller, bireyin sosyal etkileşimlerinde nasıl hareket ettiğini belirler.
- Özdeşleşme: Bireyin kendisini belirli bir grup ile özdeşleştirmesi ve bu grubun değerlerini benimsemesidir. Özdeşleşme, bireyin benlik algısını güçlendiren önemli bir faktördür.
- Çatışma: Farklı sosyal rollerin ve kimliklerin birey üzerinde yarattığı gerginliktir. Birey, farklı beklentiler arasında kalabilir ve bu durum benlik karmaşıklığına yol açabilir.
Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal yaşamlarını ve ilişkilerini derinlemesine anlamalarına yardımcı olur. Bireyler, karmaşık benlik yapıları sayesinde, farklı sosyal durumlara uyum sağlama yeteneği kazanırlar. Bu, bireylerin güçlü sosyal bağlar kurmasını, empati geliştirmesini ve toplumsal normlara daha iyi adapte olmasını sağlar.
Benlik karmaşıklığı teorisi, bireylerin kendilik algısı ve sosyal etkileşimleri arasındaki ilişkiyi anlamak için önemli bir araçtır. Temel kavramlar, bireylerin karmaşık sosyal dünyalarında nasıl var olduklarını anlamalarına yardımcı olur. Bu anlayış, daha sağlıklı ve anlamlı ilişkilerin kurulmasına zemin hazırlar.
Benlik Karmaşıklığının Psikolojik Etkileri
Benlik karmaşıklığı, bireylerin psikolojik sağlığı üzerinde önemli etkilere sahip bir kavramdır. Bireylerin farklı sosyal rolleri ve kimlikleri arasında denge kurma yetenekleri, genel ruh halleri ve yaşam memnuniyetleri üzerinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda benlik karmaşıklığının olumlu psikolojik etkileri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Benlik karmaşıklığı, bireylerin farklı sosyal bağlamlara kolayca uyum sağlamalarına olanak tanır. Bu esneklik, bireylerin stresli durumlarla başa çıkma becerilerini artırır ve genel yaşam kalitelerini yükseltir. Esnek bireyler, değişen koşullara daha iyi yanıt verebilir ve zorlukları fırsata dönüştürebilir.
Farklı sosyal rollerin benimsenmesi, bireylerin duygusal zeka seviyelerini artırır. Bireyler, başkalarının duygularını anlama ve empati kurma yeteneği kazanarak, sosyal ilişkilerinde daha derin bağlar kurabilirler. Bu durum, duygusal dayanıklılığı artırır ve bireylerin stresle başa çıkmalarını kolaylaştırır.
Benlik karmaşıklığı, bireylerin kendilik algısını zenginleştirir. Farklı kimliklerin ve rollerin benimsenmesi, bireylerin kendilerini daha iyi tanımasına ve geliştirmesine olanak tanır. Bu süreç, özyeterlilik duygusunu pekiştirir ve bireylerin hedeflerine ulaşma konusundaki motivasyonlarını artırır.
Karmaşık benlik yapıları, bireylerin geniş sosyal ağlar kurmalarına yardımcı olur. Farklı gruplarla etkileşim, bireylerin sosyal destek almalarını kolaylaştırır. Sosyal destek, zorlu dönemlerde bireylerin dayanıklılığını artırarak, genel psikolojik iyilik hallerini güçlendirir.
Benlik karmaşıklığı, bireylerin kendi içsel süreçlerini anlamalarına yardımcı olur. Kendilik algısındaki derinlik, bireylerin kendi değerlerini, inançlarını ve hedeflerini daha iyi tanımasını sağlar. Bu süreç, kişisel gelişimi teşvik eder ve bireylerin yaşamdan aldıkları tatmini artırır.
Benlik karmaşıklığı teorisi, bireylerin psikolojik sağlığını olumlu yönde etkileyen önemli bir çerçeve sunmaktadır. Esneklik, duygusal zeka, kendilik algısı, sosyal destek ve kendi kendine farkındalık gibi unsurlar, bireylerin yaşam kalitelerini artırarak daha anlamlı bir yaşam sürmelerine katkıda bulunmaktadır.
Benlik Karmaşıklığı ve Sosyal Etkileşimler
Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal etkileşimlerini derinlemesine etkileyen bir kavramdır. Bireylerin farklı sosyal çevrelerde üstlendiği roller ve benlik algıları, sosyal ilişkilerinin dinamiklerini şekillendirir. Bu bağlamda, benlik karmaşıklığının sosyal etkileşimler üzerindeki etkileri oldukça önemlidir.
1. Çoklu Rollerin Yönetimi
Bireyler, hayatları boyunca birçok farklı sosyal rolde bulunurlar. Aile, iş, arkadaşlık gibi çeşitli alanlarda farklı roller üstlenmek, bireylerin sosyal becerilerini geliştirmelerine olanak tanır. Bu çoklu roller, bireylerin esnekliklerini artırarak, farklı sosyal durumlara uyum sağlamalarına yardımcı olur.
2. Sosyal Bağların Güçlenmesi
Karmaşık benlik yapıları, bireylerin çeşitli sosyal gruplarla etkileşimde bulunmalarını kolaylaştırır. Farklı kimliklerin benimsenmesi, bireylerin farklı bakış açıları geliştirmesine ve daha derin sosyal bağlar kurmasına zemin hazırlar. Bu tür ilişkiler, bireylerin sosyal destek ağlarını genişleterek, zorlu dönemlerde dayanıklılıklarını artırır.
3. Empati ve Anlayış
Bireylerin benlik karmaşıklığı, empati kurma yeteneklerini güçlendirir. Farklı sosyal rollerin deneyimlenmesi, bireylerin diğerlerinin duygusal durumlarını daha iyi anlamalarına olanak tanır. Böylece, sosyal etkileşimlerinde daha anlayışlı ve duyarlı bir yaklaşım sergileyebilirler.
4. İletişim Becerilerinin Gelişimi
Çeşitli sosyal rollerde bulunmak, bireylerin iletişim becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Farklı durumlarda nasıl davranacaklarını öğrenen bireyler, sosyal etkileşimlerinde daha etkili ve ikna edici olabilirler. Bu durum, hem kişisel hem de profesyonel yaşamlarında başarıyı artırır.
5. Sosyal Normlara Uyum
Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal normları ve beklentileri anlamalarına ve bunlara uyum sağlamalarına yardımcı olur. Farklı sosyal ortamlarda nasıl davranacaklarını bilen bireyler, sosyal ilişkilerinde daha az çatışma ve daha fazla uyum yaşarlar. Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal etkileşimlerinde önemli bir rol oynamaktadır. Farklı sosyal rollerin benimsenmesi, bireylerin empati, iletişim ve sosyal normlara uyum sağlama becerilerini güçlendirir. Bu sayede bireyler, zengin ve anlamlı sosyal ilişkiler kurarak, yaşam kalitelerini artırma fırsatı bulurlar.
Benlik Karmaşıklığı / Gündem Türkiye

ZİHNİYET: KENDİ YETENEKLERİMİZİ ALGILAMAK
Öyle tahmin ediyorum ki gelmiş geçmiş en iyi basketbol oyuncularından Michael Jordan’ın hikayesini hemen hemen bilmeyeniniz yoktur. Lise yıllarında basket takımından atılmasını hepinizin bildiğini düşünüyorum. Bu vermiş olduğum örnekte de görüldüğü gibi benlik-bilgisinin, yani kendi yetenek ve becerilerimizi kendimize açıklamamızın çok önemli bir türü bulunmaktadır. Bazı insanlar kendi yeteneklerinin değişmez olduğuna inanırlar. Genellikle şu düşünceye sahiptirler, bir insanda bir yetenek ya vardır ya da yoktur. Psikolog Carol Dweck’e göre herkesin değişmeyen oranda yetenekleri olduğu düşüncesine sabit zihniyet adı verilir. Bu görüşe göre spor, müzik hatta zekamızın potansiyel yetenekleri oranı sabittir. Buna karşılık, Dweck, gelişim zihniyeti olarak adlandırdığı diğer düşünce biçiminde ise yetenekler serpilip, gelişebilen ve işlenebilir niteliklerdir. Araştırmalar bize zihniyetin başarı açısından çok önemli bir role sahip olduğunu göstermiştir.
Sabit zihniyete sahip olan insanlar engellerle karşılaştıkları zaman vazgeçme eğilimi gösterirler ve becerilerini geliştirmek için daha az çaba sarf ederler ne de olsa bir şeyi başaramamaları bunun için gerekli şeye sahip olmadıklarını gösterdiğini düşünürler. Verdiğimiz örnekteki “Michael Jordan” gibi insanlar ise gelişim zihniyetine sahiptirler ve engelleri çok çalışma yolu ile kendini geliştirmek için bir fırsat olarak algılarlar.
Zihniyet, sadece sporda elde edilecek başarı açısından değil, akademik alanda dahil olmak üzere her türlü yeteneği nasıl gördüğümüz açısından önemlidir. Öğrencilerin çoğu üniversite yaşamlarının başlarında bir engelle karşılaşır, örneğin sizde herhangi bir dersinizden ilk sınavında düşük bir not almış olabilirsiniz. Önemli olan bu notun sizde nasıl bir hayal kırıklığı yaratmış olduğudur. Dweck’in az önce bahsettiğim araştırmalarına göre sabit zihniyete sahip olan öğrenciler bu noktada vazgeçip sonraki sınavlarda da düşük notlar almışlar, buna karşın gelişim zihniyetinde olan öğrenciler sonraki sınavlara iki kat fazla çalışıp daha yüksek notlar aldığı gözlenmiştir. Yine bu araştırmalar zihniyetlerinde değişebileceğini göstermiştir.
Sabit görüşlü insanlar, gelişim görüşünü benimsemeyi öğrenebilirler. Dolayısıyla bir daha ki sefer ister spor olsun, ister ders konusunda, isterse kişisel ilişkilerde bir engelle karşılaştığınızda o yeteneğe sahip olmadığınızı düşünmek yerine daha çok çalışmalı ve kendinizi geliştirmelisiniz.

Öz-kavram, bireyin kendisi hakkında sahip olduğu düşüncelerin, inançların ve duyguların toplamıdır. Psikolojik açıdan öz-kavram, bireyin kendine ait algısını ve kimliğini oluşturur. Bu kavram, gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji ve bilişsel psikoloji gibi birçok alan tarafından incelenmektedir. Öz-kavram, bireyin kendine dair çeşitli boyutları içerir. Bu boyutlar arasında fiziksel, sosyal, akademik ve duygusal unsurlar bulunmaktadır. Birey, bu unsurları değerlendirerek kendisini tanımlar ve özsaygısını geliştirir. Bireylerin öz-kavramları, yaşamları boyunca deneyimledikleri birçok unsura bağlı olarak gelişir. Çocukluk dönemi en kritik evrelerden biridir, çünkü bu dönemde bireyler aileleri, arkadaşları ve çevreleri ile etkileşimde bulunarak kendilik algılarını şekillendirirler.
Öz-kavram gelişiminde etkili olan bazı faktörler şunlardır:
- Aile Dinamikleri: Aile içindeki destekleyici ve sevgi dolu bir ortam, sağlıklı bir öz-kavram gelişimine katkı sağlar.
- Sosyal İlişkiler: Arkadaşlık ilişkileri ve sosyal etkileşimler, bireyin kendisini diğerleriyle kıyaslaması açısından önemlidir.
- Eğitim: Eğitim süreci, bireyin akademik başarıları ve toplumsal rollerini belirleyerek öz-kavramını etkiler.
- Kişisel Deneyimler: Olumlu veya olumsuz deneyimler, bireyin kendilik algısını şekillendiren önemli unsurlardır.
Öz-kavram, bireyin psikolojik sağlığı üzerinde derin bir etkiye sahiptir. Sağlıklı bir öz-kavrama sahip bireyler, özsaygı, öz-yeterlik ve genel yaşam tatmini açısından daha olumlu bir perspektife sahip olurlar. Öz-kavramın önemi şu alanlarda belirginleşir:
- Özgüven: Kendine güven, bireyin öz-kavramının olumlu bir yansımasıdır. Güçlü bir öz-kavram, bireyin kendine olan inancını artırır.
- İlişkiler: Sağlıklı bir öz-kavram, bireylerin sosyal ilişkilerinde daha başarılı olmalarını sağlar. Kendini değerli hisseden bireyler, başkalarıyla daha olumlu etkileşimlerde bulunurlar.
- Hedef Belirleme: Bireyler, kendilerini nasıl gördüklerine dayanarak hedefler belirler. Olumlu bir öz-kavram, bireylerin daha yüksek hedefler koymalarını teşvik eder.
- Ruhsal Sağlık: Düşük öz-kavram düzeyi, depresyon ve anksiyete gibi ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle, öz-kavramı geliştirmek ruhsal sağlığı olumlu yönde etkiler.
Öz-kavram, bireyin kendini algılama şekli olarak önemli bir psikolojik yapı taşını temsil eder. Sağlıklı bir öz-kavram geliştirmek, bireylerin yaşamlarında daha olumlu deneyimler yaşamalarını ve daha tatmin edici sosyal ilişkiler kurmalarını sağlar. Bu nedenle, öz-kavramın psikolojik temellerini anlamak ve geliştirmek, bireylerin genel iyilik halleri için kritik bir öneme sahiptir.
Öz-Kavramı Ölçme Yöntemleri: Anketler ve Ölçekler
Öz-kavram, bireylerin kendilerine dair algılarını, inançlarını ve duygularını ifade eden derin bir psikolojik yapı olduğundan, bu kavramın doğru bir şekilde ölçülmesi oldukça önemlidir. Öz-kavramı ölçmek için çeşitli anket ve ölçekler geliştirilmiştir. Bu ölçme araçları, bireylerin kendilik algılarını anlamak ve değerlendirmek için kullanılmaktadır.
Ölçme Yöntemlerinin Kategorileri
Öz-kavramı ölçme yöntemleri genel olarak iki ana kategoride incelenebilir:
- Nicel Yöntemler: Anket ve ölçekler aracılığıyla sayısal verilerin toplandığı yöntemlerdir. Bu yöntemler, istatistiksel analizler için uygundur.
- nitel Yöntemler: Bireylerin öz-kavramlarını derinlemesine anlamak için kullanılan mülakat ve gözlem gibi yöntemlerdir.
Öz-kavramı Ölçmek İçin Kullanılan Anketler ve Ölçekler
İlk olarak, öz-kavramı ölçmek için yaygın olarak kullanılan anket ve ölçeklerden bazılarını inceleyelim:
- Rosenberg Özsaygı Ölçeği: Bu ölçek, bireylerin özsaygı düzeylerini değerlendirmek için geliştirilmiştir. 10 maddeden oluşan bu ölçek, bireylerin kendilerine olan güvenlerini ölçer.
- Self-Perception Profile for Adolescents (SPPA): Özellikle ergen bireyler için tasarlanmış olan bu ölçek, sosyal, akademik ve fiziksel alanlardaki öz-kavramı ölçmektedir.
- Coopersmith Özsaygı Ölçeği: Bu ölçek, bireylerin özsaygı düzeylerini belirlemekte kullanılan bir başka yaygın araçtır. 58 madde içermektedir ve bireyin kendine olan algısını ayrıntılı bir şekilde inceler.
- Çocuklar İçin Öz-Kavram Ölçeği: Bu ölçek, çocukların öz-kavramlarını değerlendirmek için özel olarak hazırlanmıştır. Çocukların kendilerini nasıl gördüklerini anlamayı amaçlar.
Ölçeklerin Kullanım Amaçları
Öz-kavramı ölçmek için kullanılan bu ölçeklerin birkaç önemli amacı vardır:
- Bireysel Değerlendirme: Bireylerin kendilik algılarını ve özsaygı düzeylerini belirlemek için kullanılır.
- Psikolojik Araştırmalar: Araştırmacılar, öz-kavramın diğer psikolojik değişkenlerle ilişkisini incelemek için bu ölçekleri kullanabilirler.
- Terapi Süreci: Danışmanlar ve terapistler, bireylerin öz-kavramlarını anlamak ve geliştirmek için bu ölçeklerden yararlanabilirler.
Öz-kavramı ölçmek için anketler ve ölçekler, bireylerin kendilik algılarını ve özsaygılarını anlamak açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu ölçme araçları, bireylerin psikolojik sağlığını değerlendirmek ve iyileştirmek için güçlü bir temel sağlar. Öz-kavramı ölçme yöntemlerinin etkin bir şekilde kullanılması, bireylerin daha sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam sürmelerine katkıda bulunabilir.
Öz-Kavramın Gelişim Süreci: Çocukluktan Yetişkinliğe
Öz-kavram, bireyin kendisi hakkında sahip olduğu düşünceler, inançlar ve duyguların bir toplamı olarak tanımlanabilir. Bu kavram, bireyin hayatının farklı aşamalarında çeşitli faktörlerle şekillenerek olgunlaşır. Özellikle çocukluk dönemi, öz-kavramın temellerinin atıldığı kritik bir evredir. Bu süreç, çocukluktan başlayıp yetişkinliğe kadar devam eder ve bireyin kimliğini oluşturmasında önemli bir rol oynar.
Çocukluk dönemi, bireyin öz-kavramının ilk şekillendiği aşamadır. Bu dönemde çocuklar, aileleri ve çevreleri ile etkileşim içinde bulunarak kendilik algılarını geliştirirler. Aile Dinamikleri, çocukların öz-kavram gelişiminde büyük bir etkiye sahiptir. Sevgi dolu ve destekleyici bir aile ortamı, sağlıklı bir öz-kavramın temellerini oluşturur. Çocuklar, arkadaşlarıyla olan etkileşimleri sayesinde kendilerini diğerleriyle kıyaslama fırsatı bulurlar. Sosyal ilişkiler, çocukların kendilik algısını güçlendiren bir diğer önemli faktördür. Olumlu sosyal deneyimler, özsaygıyı artırırken, olumsuz deneyimler ise bireyin öz-kavramını olumsuz etkileyebilir.
Ergenlik dönemi, bireylerin kimlik arayışında yoğun bir dönemdir. Bu süreçte, gençler kendilerini daha fazla sorgulamaya ve dışarıdan gelen baskılara yanıt vermeye başlarlar. Kimlik Gelişimi bu dönemde önemli bir aşamadır. Gençler, farklı sosyal gruplara katılarak ve çeşitli kimlik denemeleri yaparak öz-kavramlarını yeniden şekillendirirler. Yetişkinliğe geçiş sürecinde, bireyler kariyer, aile ve sosyal ilişkiler gibi alanlarda daha fazla sorumluluk alır. Bu aşamada, öz-kavramın gelişimi, bireyin yaşam deneyimlerine bağlı olarak devam eder. Olumlu Deneyimler ve başarılar, öz-kavramı güçlendirirken, zorluklar ve başarısızlıklar ise bireyin kendilik algısını etkileyebilir.
Öz-kavram, bireyin yaşamı boyunca değişen ve gelişen dinamik bir yapıdır. Bireyler, yaşamları boyunca karşılaştıkları yeni deneyimler, ilişkiler ve olaylar aracılığıyla öz-kavramlarını sürekli olarak güncellerler. Yaşam Boyu Öğrenme anlayışı, öz-kavramın gelişiminde önemli bir rol oynar. Öz-kavram, bireyin kendisini algılayış biçimini etkileyen önemli bir psikolojik yapı taşını temsil eder. Çocukluktan yetişkinliğe kadar devam eden bu süreç, bireylerin yaşam kalitesini artırmak ve sağlıklı sosyal ilişkiler kurmalarını sağlamak açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu nedenle, öz-kavramın gelişim sürecini anlamak, bireylerin genel iyilik hallerini desteklemek için önemlidir.
GÜNDEM TÜRKİYE / Öz-Kavramın Psikolojik Temelleri ve Önemi

YARADAN RAZI DEĞİLSE BEN YOKUM DE ( 16 KAYIT BİR ARADA )
Basit yaşa ama basit insanla yaşama | Talha Bora Öge
HERKESİ HAKETTİĞİ YERE KOY ( 16 VİDEO BİR ARADA )
Yükseldikçe sevenin düştüğünde de satanın çok olur hepsi bu !
Her ananın doğurduğundan Adam olmaz ! Talha Bora Öge
Kimsenin acısına gülmüyorsam kimsenin de mutluluğumda gözü olmasın !
Bizim Adamlığımız parayla olanlardan değil !


Beni Herkes Severse Sıkıntı Var Demektir | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Talha Bora Öge | 2B | 4K
Biraz Şiir Biraz Muhabbet Çokça Hüzün… | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Talha Bora Öge (Gölge)
Sessizce gitmek gerek bazen daha fazla kırılmadan !
Varlığının kıymetini bilmeyenlere Sensizliği hediye et !

İnsan başkasına değil insanlığına yenilir !

İnsan bilmez ki zorladığı kapı açılsaydı yanmıştı !

Bu videoda kendini bulacaksın !

Hepimiz romantik filmleri severiz. Bununla birlikte, bazen onlarla ilgili çok büyük bir problem fark ediyoruz: ilişki daha yeni başladığında film sona eriyor. Sonuçta, çoğu çiftin yaşadığı rutinler ve zorluklar, iyi bir film yapmak için yeterli değildir. Aslında en gerçek olan bu tür bir gerçeklik, tutkunun yanında gelen “çirkin üvey kardeş” tir. Bununla birlikte, bu zorluklar, bir ilişkinin çok özel bir birliğe dönüşüp dönüşmeyeceğini de belirler. Hiç değişmeyen, mükemmel, film değerinde bir aşk hikayesi yaşamayı hayal etmek, bir çocuğa hiç deniz göstermeden bir avuç ıslak kum vermek gibidir. Çocuk, denizin değişen, çalkantılı, tehlikeli ve heyecan verici doğasını anlamaz.
Bir çifti ya yok eden ya da güçlendiren, kaderin meydan okumaları
Hayatı çift olarak birlikte yaşarken, çevrenizin tüm değişkenlerini kontrol altında tutmak olanaksızdır. Bu nedenle, çiftlerin problem paylaşımında sorunlara yardımcı olan iletişim kanalları geliştirmeleri gereklidir. Bu şekilde, bunları çözmek sizi daha da birleştirebilir.
Çiftlerin karşılaştığı duygusal, yaşamı değiştiren zorluklardan bazıları şunları içerir:
- Finansal kriz: İspanyol Profesyonel Seksolog Derneği, 2012’de çift terapisi taleplerinin % 20 – 30 oranında arttığını tespit etti. Bu, büyük ölçüde ülkenin ekonomik krizine atfedilen bir şey oldu. Öte yandan çözüm, yalnızca ekonomik durumu iyileştirmek değildir. Bunun yerine, olumsuz bir ekonomik durumda neden duygusal bağların çoğunun zayıfladığını anlamaktır.
- Sadakatsizlik: New York Times’da seksolog Tammy Nelson’ın eserlerinden esinlenen bir makale, cinsiyet ve cinsel ilişkilere ilişkin olarak belirlenen normların kaçının değiştiğini açıkladı. Bazı durumlarda, aldatma, bir ilişkiyi olumlu bir şekilde etkileyebilir. Bunun nedeni, dürüstlüğün kapılarını açması ve her üyenin ön yargı olmadan cinsel ilgi ve tutkularıyla ilgili açıkça konuşmaya başlamasıdır. Çiftleri ayıran sadakatsizlik değil, çiftlerin başa çıkmayı başaramadığı mutsuzluktur.
Hayatın denemeleri
Diğer zorluklar şunları içerir:
- Bir çocuğun hastalığı ya da ölümü: bir çocuğun ölüm nedeni çok yıkıcı bir hastalıktır ve eğer bir çocuğun yaşamı zaman içinde giderek solarsa, anne-babalar genellikle bu olayın içerdiği strese uyum sağlayabilir. Bununla birlikte, eğer ölüm kaza anında gerçekleşirse durum aynı olmaz. Bu süreçte, illüzyon ve yaşamsal aile projesi zarar gördüğü için ilişki etkilenebilir. Bu durum ebeveynler arasında dengesizliklere neden olabilir.
Univeristario Principe de Austurias Hastanesi’nde (İspanya) bulunan anne-baba programının koordinatörü olan klinik psikolog Susana de Cryulles’ın bu konuda bir tavsiyesi var. Ebeveynlerin bu süreci birlikte yaşamasının önemli olduğunu söylüyor. Bunu, örneğin, aile kurmak ya da çocukların eğitimi hakkında hemfikir olmaları ile aynı şekilde yapmaları gerekir.
- Kısırlık. Ebeveyn olma hayalinde olup kısırlık çeken çiftler de çocuksuz yaşamı yeniden düşünmeli ve bununla baş etmelidir. İlk hayal kırıklığı karşılıklı anlayışın yeni kapılarını açabilir ya da nihai olarak evlat edinilir.
- Hastalık. Iowa Üniversitesinden Ameria Karraker tarafından yürütülen bir araştırmanın sonuçları, Sağlık ve Sosyal Davranış Dergisinde ilginç bir makale yayınladı. Makale, kadınların (erkeklerin değil) ciddi bir hastalık teşhisi altında bulunduğu evliliklerde sağlıklı evliliklere kıyasla % 6 daha fazla ayrılma ihtimali olduğu sonucuna vardı. Bu, çiftlerin davranış kalıplarında daha büyük bir dengesizlikten kaynaklanıyor olabilir. Bugün bile, birçok kişi hala kadınların bir çiftte bakıcı rolü oynamak zorunda kaldıklarını varsayıyor.
Acı, çifti ayırmak yerine güçlendirdiği zaman
Çiftler, birçok aşamadan geçecek, ancak çoğu kez, hissettikleri aşk türünü belirleyen, hayatın zorlu darbeleri olacaktır. Zorlukların kendileri, aşkın cazibesi mi yoksa güçlü bir bağ mı olduğunu bile belirleyebilir. Romantik olması için çekilmemiş bir film olan “The Painted Veil (Duvak)” filmi bunu daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir.
Sonuçta, zorlukları birlikte attıkları zaman, bir çiftin birbirine olan sevgisi çok daha heyecanlı hale gelir. Hayatta zorluklarla karşılaşmamamız nadiren görülür. Hayat sadece bizim onu zihnimizde nasıl resmettiğimiz ile ilgili değildir. Engeller ve trajediler, bir arada olma arzusu sayesinde aşılmalıdır. Genel olarak, birbirlerini seven iki kişinin birliğini koparmak bir yana dursun, aslında ilişkilerini gerçekten çok özel bir birlik haline getiren durumlar vardır.

Büyük Bir Tartışmadan Sonra Nasıl Uzlaşılır
Her ilişkide tartışmalar olur. Bu birbirinize değer vermediğiniz anlamına gelmez, tabii tartışmalar çok sık yaşanmaya başlanmadıysa. Anlaşmazlıklarla ilgili uzlaşmazlıklar vardır. Bazıları aşağı yukarı rasyonel bir şekilde çözüme ulaşır ve daha büyük sorunlara neden olmaz. Tam tersi durumda ise sert söylemler, ses tonunun yükselmesi ve can yakan suçlamalar kendini gösterir. İşte bu nedenden ötürü pek çok insan büyük bir tartışmadan sonra nasıl uzlaşabiliriz sorusunu sormaktadır.
Sorun göründüğünden daha karmaşık olabilir. Çünkü atılan adımlar geri alınmak veya söylenen kelimeleri inkar etmek asla mümkün değildir. Her iki tarafta da bu durumun yarattığı rahatsızlıklardan bir parça kalmıştır. Bu nedenle ortada değerli bir ilişki varsa, büyük bir tartışmadan sonra uzlaşmanın bir yolunu bulmalısınız.
“Diğerinin saygınlığını fark edene kadar, onların bakış açısından bakana kadar uzlaşma gerçekleşmez. İnsanların acısını kaydetmeniz gerekir. İhtiyaçlarını hissetmelisiniz.”
– John M. Perkins
Bazen kavgalar, bir şey yanlış zamanda söylendiği için meydana gelir. Diğer zamanlarda ise ilişkide kullanılması uygun olmayan üslup olması nedeniyle uyuşmazlıklar ortaya çıkar. Sebebi ne olursa olsun, aşağıdaki ipuçları büyük bir tartışmadan sonra nasıl uzlaşılacağını anlamanıza yardımcı olabilir.
Büyük bir tartışmadan sonra atılması gereken ilk adım
Tartışma çok şiddetli olduysa ve karşı tarafın duygularını incittiyse, en iyisi işleri hızlı bir şekilde düzeltmeye çalışmamaktır. Muhtemelen tartışmanın etkileri her ikinizde de henüz çok yeni ve diğerinin söylediği herhangi bir kelimeye sakince tepki vermeniz için sizin için çok zor olacaktır. İkili ilişkide tartışmadan sonra araya biraz mesafe koymak duyguların dengelenmesine yardımcı olur. İlk başta, her zaman karşı tarafın hatasını görürsünüz. Zaman geçtikçe, normal olan şey kişinin kendi hatalarını da görmeye başlamasıdır. Başka bir şekilde ifade etmemiz gerekirse; biraz zaman ve biraz mesafe, soruna karşı bakış açısımızı değiştirmemize yardımcı olan faktörlerdir.
Tartışmadan sonra oluşan duyguların analizini yapın
Tartışmadan hemen önce tam olarak ne olduğunu düşünmek çok önemlidir. Ruh halinizi değiştiren bir faktör var olmuş muydu? Bunun analizini yapabilmek, tartışmayı tetikleyen olası dış unsurları belirlememizi sağlar. Yorgunsanız, açsanız veya bir şey için üzülmüşseniz, kötü bir zamana denk gelmiş olabilirsiniz. Diğer taraftan, sakin bir ortam varsa ve her şey normal olmasına rağmen yine de güçlü bir çatışma çıktıysa, sorunun daha derin olduğu düşünülebilir. Bu nedenle, kavgaya neden olan tüm duyguları irdelemenin faydası olacaktır: korkular, suçluluk, bastırılmış öfke vb. Bu şekilde, büyük bir tartışmadan sonra uzlaşmanın yolunu bulacaksınız.
Yapıcı bir diyalog
Bundan sonra yapılması gereken şey; diğer kişiyi bir diyalog başlatmak için aramaktır. Bunun doğru zamanda yapılması gerekir. Büyük bir tartışmadan sonra uzlaşma çabası içinde süreci aceleye getirmeniz tavsiye edilmez. Karşınızdaki kişinin sinyallerini okumalı ve hala çok incinmiş hissedip hissetmediğiniz veya öfkesinin aynı olup olmadığını gözlemlemelisiniz.
Önce bu kişiye, ne olduğunu açıklığa kavuşturmak için onunla konuşmak istediğinizi söylemelisiniz. Size isteksiz cevap veriyorsa , muhtemelen biraz daha zamana ihtiyacınız vardır. Sizinle aynı fikirdeyse, eğer mümkünse, normalden daha sessiz bir yer bulmak en iyisidir. Yapmanız gereken en basit şey karşınızdaki kişiye ne hissettiğinizi ve nasıl hissettiğinizi açıkça ifade etmenizdir. Davranışlarının veya sözlerinin sizi nasıl hissettirdiğini ona söyleyin. Yalnızca duygularınıza odaklanın. Tahmin etmeye veya karşınızdaki kişinin duygularını değiştirmeye çalışmayın. Karşınızdaki kişiyi dikkatlice ve sözünü kesmeden dinleyin. Bu kişinin görevi size kendisini ifade etmektir.
Bu olaydan bir ders çıkarın
Konuşmaya başlandığında her şeyin sadece o anki duyguların teşvik etmesinden kaynaklandığının farkına varıldıysa, ilişki yaşayan kişilerin üsluplarını gözden geçirmesinde fayda vardır. Bu çok sık yaşanan bir şey mi? Neden kimse duygularına hakim olamıyor? Duyguları daha olgun bir şekilde ifade etmek için neler yapılabilir? Bundan sonra atılması gereken adım, karşınızdaki kişinin duygularını onaylamak ve üzerinize düşen sorumluluğu almaktır. Başka bir deyişle, her biriniz, birbirinizin duygularını anladığınızı ve birbirinizi incittiğiniz için pişman olduğunuzu ifade etmeniz gerekir. Ayrıca bu tartışmadan çıkarmanız gereken dersi kendi adınıza almalısınız.
Affedin ve yaralarınızı iyileştirin
Karşılıklı affetme, her iki insanın uzlaşmayı yerine getirmeye istekli olduğu bir anlaşmadır. Tartışmayı ateşleyen hatalara geri dönmeme iradesini gösterme kararlılığı anlamına gelir. Affetmenin karşılıklı olması tavsiye edilir. Belki ikisinden biri daha saldırgandı ancak kavga etmek için her zaman iki kişiye ihtiyaç vardır.
Yine benzer bir durum yaşanırsa, ilişkinin içinde hareket ettiği kalıpları gözden geçirmek gerekir. Çoğu zaman, başkalarıyla ilişki kurarken farkında olmadan uygunsuz yolları kullanırız. Bu, dikkatle incelenmesi gereken daha derin bir konudur. Büyük bir tartışmadan sonra bazen uzlaşma yolu oldukça açıktır. Diğer durumlarda ise bu durum tam tersidir. Söz konusu bu tersi durumda ise, sadece yapıcı bir diyalog kurmak belki de yeterli değil olmayacak, daha derin bir süreç izlemek gerekecektir.

Hayal kırıklığı beynimizi acı verici bir biçimde etkiler. Bu gerçek, GABA gibi nörotransmitterlerin aktivitesi ile açıklanmaktadır. Bu kimyasalların, böyle süreçlerde çok özel bir değişim geçirdikleri artık bilim tarafından açıklanabilmektedir.
Hayal kırıklığının nörobiyolojisi, bizlere bir kez daha beynimizin hayatın bazı yönlerini acılı bir biçimde tecrübe ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, henüz bilmediğimiz bir nedenden dolayı karşımıza çıkan fırsatları değerlendiremediğimiz ya da bizim için değerli bir kişiye karşı güvenimizi kaybettiğimizde normalden daha uzun süre devam eden bir acı tecrübe ederiz.
William Shakespeare, beklentinin tüm acıların kökeni olduğunu ifade etmiştir. Belki de bu iddia doğrudur. Ancak aynı zamanda, hayatımızda istikrarı ve dengeyi yakalayabilmek için bazı şeylere tutunmak zorunda olduğumuz da ayrı bir gerçektir. Böylelikle hayatın içinde zaten var olan çok sayıdaki belirsizlikler karşısında yitip gitmekten kurtulmaya çalışırız. Bundan dolayı da, akrabalarımızın, partnerimizin ya da en yakın arkadaşlarımızın bize hiçbir şekilde ihanet etmeyeceklerini düşünmemiz son derece doğaldır.
Çevremizle ilgili düşüncelerin dışında aynı zamanda kendimizle ilgili beklentilerimiz de bulunmaktadır. İyi olduğumuzu düşündüğümüz konularda başarısızlığa uğramayacağımızı düşünür, bugün sahip olduklarımızın yarın da bizim olacağına inanırız. Ancak kimi zaman kader, hayatın yönünü değiştirir ve kendimizi çevreleyen o dayanıklı kale bir anda yıkılabilir. Genelde güven yitimi ile tanımlanan bu tür tecrübeler, beyin seviyesinde de hayatta kalmamız için alarm sinyallerinini çalınmasına neden olmaktadır.
Bu tür beklenmedik durumlara örnek olarak, bizi çok heyecanlandıran bir fırsatın kaçması, bir gecede işten kovulmak ya da duygusal anlamda ihanete uğramak gibi olaylar verilebilir. Aslında bunların hepsi, acıya neden olan birer olaydan daha fazlasıdır. Yani bu tür durumlar aslında bir zamanlar bizim olan ya da kendi parçamız gibi hissettiğimiz detayların ya da varlıkların bir şekilde yitip gitmesidir. Şimdi, bu tür ciddi tecrübeler yaşadığımızda beynimizde neler olduğunu birlikte inceleyelim.
“Yaşadığımız tecrübeler, edindiğimiz bilgilerden çok kayıp yanılsamaları içerir.”
– Joseph Roux
Hayal kırıklığının nörobiyolojisi, nörobilim tarafından son dönemde üzerinde durulan önemli konular arasında yer almaktadır. Çok uzun yıllar boyunca psikologlar, psikiyatrlar ve nörologlar bu duygunun neden bu denli yoğun bir şekilde yaşandığını merak etmişlerdir. Bunun yanında hayal kırıklıklarının kişiliğimizin bir parçası olduğu da bilinen bir konudur.
Bu tür duyguları çok sık bir biçimde yaşayan kişiler şüpheci bir karaktere bürünürler. Hayal kırıklıkları, yanılsamaların güçlü etkisini azaltır ve kimi zaman da kişiyi, diğer insanlarla ilgili beklentiler oluşturma konusunda son derece temkinli davranmaya iter. Bu durum nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin, beyin seviyesinde bir şeylerin olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Bu nedenle yarattığı etki de bir o kadar açıktır. Şimdi bilimin bu konuda bize neler söylediğine bakalım.
Nörotransmitterler ve Hayal Kırıklığı
Bildiğimiz gibi nörotransmitterler, beyinde bulunan nöronlara sinyaller ileten kimyasallardır. Bu nörokimyasallar sayesinde duygularımız, davranışlarımız, düşüncelerimiz vb. düzenlenmektedir. Bu bağlamda, dopamin ve serotonin gibi tamamen duygusal durumumuzu düzenleyen spesifik nörotransmitterlerin bulunduğunu hatırlamakta fayda vardır.
San Diego’da bulunan Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörobiyoloji Bölümünden Dr. Roberto Malinow tarafından yapılan ilginç bir çalışmada, hayal kırıklığı duygusunu düzenleyen iki özel nörotransmitterin bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. Bunlar, glutamat ve GABA nörotransmitterleridir. Bu kimyasallar beynin çok özel bir bölümünde işlevseldir: lateral habenula.
Habenula, GABA ve Glutamat Salımı
Lateral habenula, beynimizin en eski yapıları arasında yer almaktadır. Bu nedenle, örnek olarak bu bölümün karar verme mekanizmasını düzenleyen duygusal süreçleri düzenlediğini bir süredir biliyoruz. Ancak çoğu kez motivasyonu artırma gibi olumlu duyguların harekete geçmesini sağlasa da, bu bölümün karanlık bir yüzünün olduğunu da belirtmek gerekir. Beynin bu kısmının doğru bir biçimde çalışması, glutamat ve GABA maddelerinin düzgün ve dengeli bir biçimde üretimine bağlıdır. Yani bu nörotransmitterlerın habenulaya salımı ne kadar yoğun gerçekleşirse, hayal kırıklığı duygusu da o denli büyük olur. Bunun tam tersine, GABA ve glutamat salımı ne kadar düşük olursa, bu olumsuz duygunun beyin üzerindeki etkisi de bir o kadar hafif olacaktır.
Hayal Kırıklığının Nörobiyolojisi İle Bağlantılı Depresyon
Dr. Roberto Malinowski, hayal kırıklığının nörobiyolojisi konusunda oldukça önemli bir noktanın altını çizmektedir. Uzun süreler boyunca devam eden hayal kırıklığının, çoğu kez depresif bozuklukların bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Yani GABA ve glutamat üretimi yoğun olduğunda, ciddi bir psikolojik sorun olan depresyona yakalanma riski de önemli oranda yükselmektedir. Buna ek olarak, habenulanın bu nörotransmitterlerin aşırı derecede üretimi sonucunda uyarılması belirli bazı fikirleri, çeşitli anıları ya da yaşadığımız acılı durumları birer saplantı haline getirmemize de neden olmaktadır. Yani sorunları geride bırakıp yeni bir sayfa açma konusunda zorluklar ortaya çıkar. Bu durum ise, duygusal anlamda bir çöküntü ve acı çekme anlamına gelmektedir.
Tüm bunların yanında, hayal kırıklığı ve depresyonla bağlantılı olarak GABA-glutamat ilişkisinin ortaya çıkması yeni tedavilerin de kapısını açmıştır. Şimdiye kadar antidepresan ve serotonin düzenlemesi sayesinde, GABA-glutamat oranının dengelendiğine inanılıyordu. Ancak günümüzde bu konuda belirli bir ilerleme görülmüş olsa da, sıklıkla çeşitli yan etkilerinin ortaya çıktığı da bir gerçektir.
Bu yüzden, devam eden çalışmalar sadece belirli bazı nörotransmitterler için etkili olacak ve diğerlerine herhangi bir etkisi olmayacak tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine odaklanmış durumdadır. Bu sayede, nörokimyasal düzeyde çeşitli değişimler nedeniyle bazı problemleri daha yoğun bir biçimde yaşayan hastalar için daha uygun tedavi teknikleri uygulamak mümkün olacaktır. Bu nedenle, hayal kırıklığının nörobiyolojisi günden güne bildiklerimizin daha da arttığı özel bir ilgi alanı olmaya devam etmektedir.
Psikolog Valeria Sabater

Acı çekmeden mutlu olunmaz, mutlu iken de acılardan kaçınılmaz.