Size ait olmayan şeylerin sizi rahatsız etmelerine izin vermeyin.
Benlik Karmaşıklığı
KENDİ YETENEKLERİMİZİ ALGILAMAK
Hayattaki Zorluklar Aşkınızı Çok Özel Bir Birliğe Dönüştürebilir
Tartışma çok şiddetli olduysa
Hayal Kırıklığının Nörobiyolojisi
Benlik karmaşıklığı teorisi, bireylerin kendilik algısını, sosyal etkileşimlerini ve toplumsal rollerini anlamaya yönelik önemli bir çerçeve sunmaktadır. Bu teori, bireylerin içsel ve dışsal etmenler tarafından nasıl şekillendiğini, bireylerin benliklerini nasıl yapılandırdıklarını ve toplumsal ilişkilerini nasıl yönettiklerini açıklamaktadır.
- Benlik Algısı: Bireyin kendine dair düşünceleri ve duygularıdır. Benlik algısı, bireyin kendisini nasıl gördüğü ve algıladığı ile ilgilidir.
- Sosyal Kimlik: Bireyin, toplumsal gruplara ait olma duygusudur. Sosyal kimlik, bireyin kendisini hangi gruplara ait hissettiği ile bağlantılıdır.
- Roller: Bireyin toplum içindeki çeşitli sosyal durumlarda üstlendiği davranış kalıplarıdır. Roller, bireyin sosyal etkileşimlerinde nasıl hareket ettiğini belirler.
- Özdeşleşme: Bireyin kendisini belirli bir grup ile özdeşleştirmesi ve bu grubun değerlerini benimsemesidir. Özdeşleşme, bireyin benlik algısını güçlendiren önemli bir faktördür.
- Çatışma: Farklı sosyal rollerin ve kimliklerin birey üzerinde yarattığı gerginliktir. Birey, farklı beklentiler arasında kalabilir ve bu durum benlik karmaşıklığına yol açabilir.
Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal yaşamlarını ve ilişkilerini derinlemesine anlamalarına yardımcı olur. Bireyler, karmaşık benlik yapıları sayesinde, farklı sosyal durumlara uyum sağlama yeteneği kazanırlar. Bu, bireylerin güçlü sosyal bağlar kurmasını, empati geliştirmesini ve toplumsal normlara daha iyi adapte olmasını sağlar.
Benlik karmaşıklığı teorisi, bireylerin kendilik algısı ve sosyal etkileşimleri arasındaki ilişkiyi anlamak için önemli bir araçtır. Temel kavramlar, bireylerin karmaşık sosyal dünyalarında nasıl var olduklarını anlamalarına yardımcı olur. Bu anlayış, daha sağlıklı ve anlamlı ilişkilerin kurulmasına zemin hazırlar.
Benlik Karmaşıklığının Psikolojik Etkileri
Benlik karmaşıklığı, bireylerin psikolojik sağlığı üzerinde önemli etkilere sahip bir kavramdır. Bireylerin farklı sosyal rolleri ve kimlikleri arasında denge kurma yetenekleri, genel ruh halleri ve yaşam memnuniyetleri üzerinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda benlik karmaşıklığının olumlu psikolojik etkileri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Benlik karmaşıklığı, bireylerin farklı sosyal bağlamlara kolayca uyum sağlamalarına olanak tanır. Bu esneklik, bireylerin stresli durumlarla başa çıkma becerilerini artırır ve genel yaşam kalitelerini yükseltir. Esnek bireyler, değişen koşullara daha iyi yanıt verebilir ve zorlukları fırsata dönüştürebilir.
Farklı sosyal rollerin benimsenmesi, bireylerin duygusal zeka seviyelerini artırır. Bireyler, başkalarının duygularını anlama ve empati kurma yeteneği kazanarak, sosyal ilişkilerinde daha derin bağlar kurabilirler. Bu durum, duygusal dayanıklılığı artırır ve bireylerin stresle başa çıkmalarını kolaylaştırır.
Benlik karmaşıklığı, bireylerin kendilik algısını zenginleştirir. Farklı kimliklerin ve rollerin benimsenmesi, bireylerin kendilerini daha iyi tanımasına ve geliştirmesine olanak tanır. Bu süreç, özyeterlilik duygusunu pekiştirir ve bireylerin hedeflerine ulaşma konusundaki motivasyonlarını artırır.
Karmaşık benlik yapıları, bireylerin geniş sosyal ağlar kurmalarına yardımcı olur. Farklı gruplarla etkileşim, bireylerin sosyal destek almalarını kolaylaştırır. Sosyal destek, zorlu dönemlerde bireylerin dayanıklılığını artırarak, genel psikolojik iyilik hallerini güçlendirir.
Benlik karmaşıklığı, bireylerin kendi içsel süreçlerini anlamalarına yardımcı olur. Kendilik algısındaki derinlik, bireylerin kendi değerlerini, inançlarını ve hedeflerini daha iyi tanımasını sağlar. Bu süreç, kişisel gelişimi teşvik eder ve bireylerin yaşamdan aldıkları tatmini artırır.
Benlik karmaşıklığı teorisi, bireylerin psikolojik sağlığını olumlu yönde etkileyen önemli bir çerçeve sunmaktadır. Esneklik, duygusal zeka, kendilik algısı, sosyal destek ve kendi kendine farkındalık gibi unsurlar, bireylerin yaşam kalitelerini artırarak daha anlamlı bir yaşam sürmelerine katkıda bulunmaktadır.
Benlik Karmaşıklığı ve Sosyal Etkileşimler
Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal etkileşimlerini derinlemesine etkileyen bir kavramdır. Bireylerin farklı sosyal çevrelerde üstlendiği roller ve benlik algıları, sosyal ilişkilerinin dinamiklerini şekillendirir. Bu bağlamda, benlik karmaşıklığının sosyal etkileşimler üzerindeki etkileri oldukça önemlidir.
1. Çoklu Rollerin Yönetimi
Bireyler, hayatları boyunca birçok farklı sosyal rolde bulunurlar. Aile, iş, arkadaşlık gibi çeşitli alanlarda farklı roller üstlenmek, bireylerin sosyal becerilerini geliştirmelerine olanak tanır. Bu çoklu roller, bireylerin esnekliklerini artırarak, farklı sosyal durumlara uyum sağlamalarına yardımcı olur.
2. Sosyal Bağların Güçlenmesi
Karmaşık benlik yapıları, bireylerin çeşitli sosyal gruplarla etkileşimde bulunmalarını kolaylaştırır. Farklı kimliklerin benimsenmesi, bireylerin farklı bakış açıları geliştirmesine ve daha derin sosyal bağlar kurmasına zemin hazırlar. Bu tür ilişkiler, bireylerin sosyal destek ağlarını genişleterek, zorlu dönemlerde dayanıklılıklarını artırır.
3. Empati ve Anlayış
Bireylerin benlik karmaşıklığı, empati kurma yeteneklerini güçlendirir. Farklı sosyal rollerin deneyimlenmesi, bireylerin diğerlerinin duygusal durumlarını daha iyi anlamalarına olanak tanır. Böylece, sosyal etkileşimlerinde daha anlayışlı ve duyarlı bir yaklaşım sergileyebilirler.
4. İletişim Becerilerinin Gelişimi
Çeşitli sosyal rollerde bulunmak, bireylerin iletişim becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Farklı durumlarda nasıl davranacaklarını öğrenen bireyler, sosyal etkileşimlerinde daha etkili ve ikna edici olabilirler. Bu durum, hem kişisel hem de profesyonel yaşamlarında başarıyı artırır.
5. Sosyal Normlara Uyum
Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal normları ve beklentileri anlamalarına ve bunlara uyum sağlamalarına yardımcı olur. Farklı sosyal ortamlarda nasıl davranacaklarını bilen bireyler, sosyal ilişkilerinde daha az çatışma ve daha fazla uyum yaşarlar. Benlik karmaşıklığı, bireylerin sosyal etkileşimlerinde önemli bir rol oynamaktadır. Farklı sosyal rollerin benimsenmesi, bireylerin empati, iletişim ve sosyal normlara uyum sağlama becerilerini güçlendirir. Bu sayede bireyler, zengin ve anlamlı sosyal ilişkiler kurarak, yaşam kalitelerini artırma fırsatı bulurlar.
Benlik Karmaşıklığı / Gündem Türkiye
ZİHNİYET: KENDİ YETENEKLERİMİZİ ALGILAMAK
Öyle tahmin ediyorum ki gelmiş geçmiş en iyi basketbol oyuncularından Michael Jordan’ın hikayesini hemen hemen bilmeyeniniz yoktur. Lise yıllarında basket takımından atılmasını hepinizin bildiğini düşünüyorum. Bu vermiş olduğum örnekte de görüldüğü gibi benlik-bilgisinin, yani kendi yetenek ve becerilerimizi kendimize açıklamamızın çok önemli bir türü bulunmaktadır. Bazı insanlar kendi yeteneklerinin değişmez olduğuna inanırlar. Genellikle şu düşünceye sahiptirler, bir insanda bir yetenek ya vardır ya da yoktur. Psikolog Carol Dweck’e göre herkesin değişmeyen oranda yetenekleri olduğu düşüncesine sabit zihniyet adı verilir. Bu görüşe göre spor, müzik hatta zekamızın potansiyel yetenekleri oranı sabittir. Buna karşılık, Dweck, gelişim zihniyeti olarak adlandırdığı diğer düşünce biçiminde ise yetenekler serpilip, gelişebilen ve işlenebilir niteliklerdir. Araştırmalar bize zihniyetin başarı açısından çok önemli bir role sahip olduğunu göstermiştir.
Sabit zihniyete sahip olan insanlar engellerle karşılaştıkları zaman vazgeçme eğilimi gösterirler ve becerilerini geliştirmek için daha az çaba sarf ederler ne de olsa bir şeyi başaramamaları bunun için gerekli şeye sahip olmadıklarını gösterdiğini düşünürler. Verdiğimiz örnekteki “Michael Jordan” gibi insanlar ise gelişim zihniyetine sahiptirler ve engelleri çok çalışma yolu ile kendini geliştirmek için bir fırsat olarak algılarlar.
Zihniyet, sadece sporda elde edilecek başarı açısından değil, akademik alanda dahil olmak üzere her türlü yeteneği nasıl gördüğümüz açısından önemlidir. Öğrencilerin çoğu üniversite yaşamlarının başlarında bir engelle karşılaşır, örneğin sizde herhangi bir dersinizden ilk sınavında düşük bir not almış olabilirsiniz. Önemli olan bu notun sizde nasıl bir hayal kırıklığı yaratmış olduğudur. Dweck’in az önce bahsettiğim araştırmalarına göre sabit zihniyete sahip olan öğrenciler bu noktada vazgeçip sonraki sınavlarda da düşük notlar almışlar, buna karşın gelişim zihniyetinde olan öğrenciler sonraki sınavlara iki kat fazla çalışıp daha yüksek notlar aldığı gözlenmiştir. Yine bu araştırmalar zihniyetlerinde değişebileceğini göstermiştir.
Sabit görüşlü insanlar, gelişim görüşünü benimsemeyi öğrenebilirler. Dolayısıyla bir daha ki sefer ister spor olsun, ister ders konusunda, isterse kişisel ilişkilerde bir engelle karşılaştığınızda o yeteneğe sahip olmadığınızı düşünmek yerine daha çok çalışmalı ve kendinizi geliştirmelisiniz.
Öz-kavram, bireyin kendisi hakkında sahip olduğu düşüncelerin, inançların ve duyguların toplamıdır. Psikolojik açıdan öz-kavram, bireyin kendine ait algısını ve kimliğini oluşturur. Bu kavram, gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji ve bilişsel psikoloji gibi birçok alan tarafından incelenmektedir. Öz-kavram, bireyin kendine dair çeşitli boyutları içerir. Bu boyutlar arasında fiziksel, sosyal, akademik ve duygusal unsurlar bulunmaktadır. Birey, bu unsurları değerlendirerek kendisini tanımlar ve özsaygısını geliştirir. Bireylerin öz-kavramları, yaşamları boyunca deneyimledikleri birçok unsura bağlı olarak gelişir. Çocukluk dönemi en kritik evrelerden biridir, çünkü bu dönemde bireyler aileleri, arkadaşları ve çevreleri ile etkileşimde bulunarak kendilik algılarını şekillendirirler.
Öz-kavram gelişiminde etkili olan bazı faktörler şunlardır:
- Aile Dinamikleri: Aile içindeki destekleyici ve sevgi dolu bir ortam, sağlıklı bir öz-kavram gelişimine katkı sağlar.
- Sosyal İlişkiler: Arkadaşlık ilişkileri ve sosyal etkileşimler, bireyin kendisini diğerleriyle kıyaslaması açısından önemlidir.
- Eğitim: Eğitim süreci, bireyin akademik başarıları ve toplumsal rollerini belirleyerek öz-kavramını etkiler.
- Kişisel Deneyimler: Olumlu veya olumsuz deneyimler, bireyin kendilik algısını şekillendiren önemli unsurlardır.
Öz-kavram, bireyin psikolojik sağlığı üzerinde derin bir etkiye sahiptir. Sağlıklı bir öz-kavrama sahip bireyler, özsaygı, öz-yeterlik ve genel yaşam tatmini açısından daha olumlu bir perspektife sahip olurlar. Öz-kavramın önemi şu alanlarda belirginleşir:
- Özgüven: Kendine güven, bireyin öz-kavramının olumlu bir yansımasıdır. Güçlü bir öz-kavram, bireyin kendine olan inancını artırır.
- İlişkiler: Sağlıklı bir öz-kavram, bireylerin sosyal ilişkilerinde daha başarılı olmalarını sağlar. Kendini değerli hisseden bireyler, başkalarıyla daha olumlu etkileşimlerde bulunurlar.
- Hedef Belirleme: Bireyler, kendilerini nasıl gördüklerine dayanarak hedefler belirler. Olumlu bir öz-kavram, bireylerin daha yüksek hedefler koymalarını teşvik eder.
- Ruhsal Sağlık: Düşük öz-kavram düzeyi, depresyon ve anksiyete gibi ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle, öz-kavramı geliştirmek ruhsal sağlığı olumlu yönde etkiler.
Öz-kavram, bireyin kendini algılama şekli olarak önemli bir psikolojik yapı taşını temsil eder. Sağlıklı bir öz-kavram geliştirmek, bireylerin yaşamlarında daha olumlu deneyimler yaşamalarını ve daha tatmin edici sosyal ilişkiler kurmalarını sağlar. Bu nedenle, öz-kavramın psikolojik temellerini anlamak ve geliştirmek, bireylerin genel iyilik halleri için kritik bir öneme sahiptir.
Öz-Kavramı Ölçme Yöntemleri: Anketler ve Ölçekler
Öz-kavram, bireylerin kendilerine dair algılarını, inançlarını ve duygularını ifade eden derin bir psikolojik yapı olduğundan, bu kavramın doğru bir şekilde ölçülmesi oldukça önemlidir. Öz-kavramı ölçmek için çeşitli anket ve ölçekler geliştirilmiştir. Bu ölçme araçları, bireylerin kendilik algılarını anlamak ve değerlendirmek için kullanılmaktadır.
Ölçme Yöntemlerinin Kategorileri
Öz-kavramı ölçme yöntemleri genel olarak iki ana kategoride incelenebilir:
- Nicel Yöntemler: Anket ve ölçekler aracılığıyla sayısal verilerin toplandığı yöntemlerdir. Bu yöntemler, istatistiksel analizler için uygundur.
- nitel Yöntemler: Bireylerin öz-kavramlarını derinlemesine anlamak için kullanılan mülakat ve gözlem gibi yöntemlerdir.
Öz-kavramı Ölçmek İçin Kullanılan Anketler ve Ölçekler
İlk olarak, öz-kavramı ölçmek için yaygın olarak kullanılan anket ve ölçeklerden bazılarını inceleyelim:
- Rosenberg Özsaygı Ölçeği: Bu ölçek, bireylerin özsaygı düzeylerini değerlendirmek için geliştirilmiştir. 10 maddeden oluşan bu ölçek, bireylerin kendilerine olan güvenlerini ölçer.
- Self-Perception Profile for Adolescents (SPPA): Özellikle ergen bireyler için tasarlanmış olan bu ölçek, sosyal, akademik ve fiziksel alanlardaki öz-kavramı ölçmektedir.
- Coopersmith Özsaygı Ölçeği: Bu ölçek, bireylerin özsaygı düzeylerini belirlemekte kullanılan bir başka yaygın araçtır. 58 madde içermektedir ve bireyin kendine olan algısını ayrıntılı bir şekilde inceler.
- Çocuklar İçin Öz-Kavram Ölçeği: Bu ölçek, çocukların öz-kavramlarını değerlendirmek için özel olarak hazırlanmıştır. Çocukların kendilerini nasıl gördüklerini anlamayı amaçlar.
Ölçeklerin Kullanım Amaçları
Öz-kavramı ölçmek için kullanılan bu ölçeklerin birkaç önemli amacı vardır:
- Bireysel Değerlendirme: Bireylerin kendilik algılarını ve özsaygı düzeylerini belirlemek için kullanılır.
- Psikolojik Araştırmalar: Araştırmacılar, öz-kavramın diğer psikolojik değişkenlerle ilişkisini incelemek için bu ölçekleri kullanabilirler.
- Terapi Süreci: Danışmanlar ve terapistler, bireylerin öz-kavramlarını anlamak ve geliştirmek için bu ölçeklerden yararlanabilirler.
Öz-kavramı ölçmek için anketler ve ölçekler, bireylerin kendilik algılarını ve özsaygılarını anlamak açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu ölçme araçları, bireylerin psikolojik sağlığını değerlendirmek ve iyileştirmek için güçlü bir temel sağlar. Öz-kavramı ölçme yöntemlerinin etkin bir şekilde kullanılması, bireylerin daha sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam sürmelerine katkıda bulunabilir.
Öz-Kavramın Gelişim Süreci: Çocukluktan Yetişkinliğe
Öz-kavram, bireyin kendisi hakkında sahip olduğu düşünceler, inançlar ve duyguların bir toplamı olarak tanımlanabilir. Bu kavram, bireyin hayatının farklı aşamalarında çeşitli faktörlerle şekillenerek olgunlaşır. Özellikle çocukluk dönemi, öz-kavramın temellerinin atıldığı kritik bir evredir. Bu süreç, çocukluktan başlayıp yetişkinliğe kadar devam eder ve bireyin kimliğini oluşturmasında önemli bir rol oynar.
Çocukluk dönemi, bireyin öz-kavramının ilk şekillendiği aşamadır. Bu dönemde çocuklar, aileleri ve çevreleri ile etkileşim içinde bulunarak kendilik algılarını geliştirirler. Aile Dinamikleri, çocukların öz-kavram gelişiminde büyük bir etkiye sahiptir. Sevgi dolu ve destekleyici bir aile ortamı, sağlıklı bir öz-kavramın temellerini oluşturur. Çocuklar, arkadaşlarıyla olan etkileşimleri sayesinde kendilerini diğerleriyle kıyaslama fırsatı bulurlar. Sosyal ilişkiler, çocukların kendilik algısını güçlendiren bir diğer önemli faktördür. Olumlu sosyal deneyimler, özsaygıyı artırırken, olumsuz deneyimler ise bireyin öz-kavramını olumsuz etkileyebilir.
Ergenlik dönemi, bireylerin kimlik arayışında yoğun bir dönemdir. Bu süreçte, gençler kendilerini daha fazla sorgulamaya ve dışarıdan gelen baskılara yanıt vermeye başlarlar. Kimlik Gelişimi bu dönemde önemli bir aşamadır. Gençler, farklı sosyal gruplara katılarak ve çeşitli kimlik denemeleri yaparak öz-kavramlarını yeniden şekillendirirler. Yetişkinliğe geçiş sürecinde, bireyler kariyer, aile ve sosyal ilişkiler gibi alanlarda daha fazla sorumluluk alır. Bu aşamada, öz-kavramın gelişimi, bireyin yaşam deneyimlerine bağlı olarak devam eder. Olumlu Deneyimler ve başarılar, öz-kavramı güçlendirirken, zorluklar ve başarısızlıklar ise bireyin kendilik algısını etkileyebilir.
Öz-kavram, bireyin yaşamı boyunca değişen ve gelişen dinamik bir yapıdır. Bireyler, yaşamları boyunca karşılaştıkları yeni deneyimler, ilişkiler ve olaylar aracılığıyla öz-kavramlarını sürekli olarak güncellerler. Yaşam Boyu Öğrenme anlayışı, öz-kavramın gelişiminde önemli bir rol oynar. Öz-kavram, bireyin kendisini algılayış biçimini etkileyen önemli bir psikolojik yapı taşını temsil eder. Çocukluktan yetişkinliğe kadar devam eden bu süreç, bireylerin yaşam kalitesini artırmak ve sağlıklı sosyal ilişkiler kurmalarını sağlamak açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu nedenle, öz-kavramın gelişim sürecini anlamak, bireylerin genel iyilik hallerini desteklemek için önemlidir.
GÜNDEM TÜRKİYE / Öz-Kavramın Psikolojik Temelleri ve Önemi
YARADAN RAZI DEĞİLSE BEN YOKUM DE ( 16 KAYIT BİR ARADA )
Basit yaşa ama basit insanla yaşama | Talha Bora Öge
HERKESİ HAKETTİĞİ YERE KOY ( 16 VİDEO BİR ARADA )
Yükseldikçe sevenin düştüğünde de satanın çok olur hepsi bu !
Her ananın doğurduğundan Adam olmaz ! Talha Bora Öge
Kimsenin acısına gülmüyorsam kimsenin de mutluluğumda gözü olmasın !
Bizim Adamlığımız parayla olanlardan değil !
Beni Herkes Severse Sıkıntı Var Demektir | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Talha Bora Öge | 2B | 4K
Biraz Şiir Biraz Muhabbet Çokça Hüzün… | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Talha Bora Öge (Gölge)
Sessizce gitmek gerek bazen daha fazla kırılmadan !
Varlığının kıymetini bilmeyenlere Sensizliği hediye et !
İnsan başkasına değil insanlığına yenilir !
İnsan bilmez ki zorladığı kapı açılsaydı yanmıştı !
Bu videoda kendini bulacaksın !
Hepimiz romantik filmleri severiz. Bununla birlikte, bazen onlarla ilgili çok büyük bir problem fark ediyoruz: ilişki daha yeni başladığında film sona eriyor. Sonuçta, çoğu çiftin yaşadığı rutinler ve zorluklar, iyi bir film yapmak için yeterli değildir. Aslında en gerçek olan bu tür bir gerçeklik, tutkunun yanında gelen “çirkin üvey kardeş” tir. Bununla birlikte, bu zorluklar, bir ilişkinin çok özel bir birliğe dönüşüp dönüşmeyeceğini de belirler. Hiç değişmeyen, mükemmel, film değerinde bir aşk hikayesi yaşamayı hayal etmek, bir çocuğa hiç deniz göstermeden bir avuç ıslak kum vermek gibidir. Çocuk, denizin değişen, çalkantılı, tehlikeli ve heyecan verici doğasını anlamaz.
Bir çifti ya yok eden ya da güçlendiren, kaderin meydan okumaları
Hayatı çift olarak birlikte yaşarken, çevrenizin tüm değişkenlerini kontrol altında tutmak olanaksızdır. Bu nedenle, çiftlerin problem paylaşımında sorunlara yardımcı olan iletişim kanalları geliştirmeleri gereklidir. Bu şekilde, bunları çözmek sizi daha da birleştirebilir.
Çiftlerin karşılaştığı duygusal, yaşamı değiştiren zorluklardan bazıları şunları içerir:
- Finansal kriz: İspanyol Profesyonel Seksolog Derneği, 2012’de çift terapisi taleplerinin % 20 – 30 oranında arttığını tespit etti. Bu, büyük ölçüde ülkenin ekonomik krizine atfedilen bir şey oldu. Öte yandan çözüm, yalnızca ekonomik durumu iyileştirmek değildir. Bunun yerine, olumsuz bir ekonomik durumda neden duygusal bağların çoğunun zayıfladığını anlamaktır.
- Sadakatsizlik: New York Times’da seksolog Tammy Nelson’ın eserlerinden esinlenen bir makale, cinsiyet ve cinsel ilişkilere ilişkin olarak belirlenen normların kaçının değiştiğini açıkladı. Bazı durumlarda, aldatma, bir ilişkiyi olumlu bir şekilde etkileyebilir. Bunun nedeni, dürüstlüğün kapılarını açması ve her üyenin ön yargı olmadan cinsel ilgi ve tutkularıyla ilgili açıkça konuşmaya başlamasıdır. Çiftleri ayıran sadakatsizlik değil, çiftlerin başa çıkmayı başaramadığı mutsuzluktur.
Hayatın denemeleri
Diğer zorluklar şunları içerir:
- Bir çocuğun hastalığı ya da ölümü: bir çocuğun ölüm nedeni çok yıkıcı bir hastalıktır ve eğer bir çocuğun yaşamı zaman içinde giderek solarsa, anne-babalar genellikle bu olayın içerdiği strese uyum sağlayabilir. Bununla birlikte, eğer ölüm kaza anında gerçekleşirse durum aynı olmaz. Bu süreçte, illüzyon ve yaşamsal aile projesi zarar gördüğü için ilişki etkilenebilir. Bu durum ebeveynler arasında dengesizliklere neden olabilir.
Univeristario Principe de Austurias Hastanesi’nde (İspanya) bulunan anne-baba programının koordinatörü olan klinik psikolog Susana de Cryulles’ın bu konuda bir tavsiyesi var. Ebeveynlerin bu süreci birlikte yaşamasının önemli olduğunu söylüyor. Bunu, örneğin, aile kurmak ya da çocukların eğitimi hakkında hemfikir olmaları ile aynı şekilde yapmaları gerekir.
- Kısırlık. Ebeveyn olma hayalinde olup kısırlık çeken çiftler de çocuksuz yaşamı yeniden düşünmeli ve bununla baş etmelidir. İlk hayal kırıklığı karşılıklı anlayışın yeni kapılarını açabilir ya da nihai olarak evlat edinilir.
- Hastalık. Iowa Üniversitesinden Ameria Karraker tarafından yürütülen bir araştırmanın sonuçları, Sağlık ve Sosyal Davranış Dergisinde ilginç bir makale yayınladı. Makale, kadınların (erkeklerin değil) ciddi bir hastalık teşhisi altında bulunduğu evliliklerde sağlıklı evliliklere kıyasla % 6 daha fazla ayrılma ihtimali olduğu sonucuna vardı. Bu, çiftlerin davranış kalıplarında daha büyük bir dengesizlikten kaynaklanıyor olabilir. Bugün bile, birçok kişi hala kadınların bir çiftte bakıcı rolü oynamak zorunda kaldıklarını varsayıyor.
Acı, çifti ayırmak yerine güçlendirdiği zaman
Çiftler, birçok aşamadan geçecek, ancak çoğu kez, hissettikleri aşk türünü belirleyen, hayatın zorlu darbeleri olacaktır. Zorlukların kendileri, aşkın cazibesi mi yoksa güçlü bir bağ mı olduğunu bile belirleyebilir. Romantik olması için çekilmemiş bir film olan “The Painted Veil (Duvak)” filmi bunu daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir.
Sonuçta, zorlukları birlikte attıkları zaman, bir çiftin birbirine olan sevgisi çok daha heyecanlı hale gelir. Hayatta zorluklarla karşılaşmamamız nadiren görülür. Hayat sadece bizim onu zihnimizde nasıl resmettiğimiz ile ilgili değildir. Engeller ve trajediler, bir arada olma arzusu sayesinde aşılmalıdır. Genel olarak, birbirlerini seven iki kişinin birliğini koparmak bir yana dursun, aslında ilişkilerini gerçekten çok özel bir birlik haline getiren durumlar vardır.
Büyük Bir Tartışmadan Sonra Nasıl Uzlaşılır
Her ilişkide tartışmalar olur. Bu birbirinize değer vermediğiniz anlamına gelmez, tabii tartışmalar çok sık yaşanmaya başlanmadıysa. Anlaşmazlıklarla ilgili uzlaşmazlıklar vardır. Bazıları aşağı yukarı rasyonel bir şekilde çözüme ulaşır ve daha büyük sorunlara neden olmaz. Tam tersi durumda ise sert söylemler, ses tonunun yükselmesi ve can yakan suçlamalar kendini gösterir. İşte bu nedenden ötürü pek çok insan büyük bir tartışmadan sonra nasıl uzlaşabiliriz sorusunu sormaktadır.
Sorun göründüğünden daha karmaşık olabilir. Çünkü atılan adımlar geri alınmak veya söylenen kelimeleri inkar etmek asla mümkün değildir. Her iki tarafta da bu durumun yarattığı rahatsızlıklardan bir parça kalmıştır. Bu nedenle ortada değerli bir ilişki varsa, büyük bir tartışmadan sonra uzlaşmanın bir yolunu bulmalısınız.
“Diğerinin saygınlığını fark edene kadar, onların bakış açısından bakana kadar uzlaşma gerçekleşmez. İnsanların acısını kaydetmeniz gerekir. İhtiyaçlarını hissetmelisiniz.”
– John M. Perkins
Bazen kavgalar, bir şey yanlış zamanda söylendiği için meydana gelir. Diğer zamanlarda ise ilişkide kullanılması uygun olmayan üslup olması nedeniyle uyuşmazlıklar ortaya çıkar. Sebebi ne olursa olsun, aşağıdaki ipuçları büyük bir tartışmadan sonra nasıl uzlaşılacağını anlamanıza yardımcı olabilir.
Büyük bir tartışmadan sonra atılması gereken ilk adım
Tartışma çok şiddetli olduysa ve karşı tarafın duygularını incittiyse, en iyisi işleri hızlı bir şekilde düzeltmeye çalışmamaktır. Muhtemelen tartışmanın etkileri her ikinizde de henüz çok yeni ve diğerinin söylediği herhangi bir kelimeye sakince tepki vermeniz için sizin için çok zor olacaktır. İkili ilişkide tartışmadan sonra araya biraz mesafe koymak duyguların dengelenmesine yardımcı olur. İlk başta, her zaman karşı tarafın hatasını görürsünüz. Zaman geçtikçe, normal olan şey kişinin kendi hatalarını da görmeye başlamasıdır. Başka bir şekilde ifade etmemiz gerekirse; biraz zaman ve biraz mesafe, soruna karşı bakış açısımızı değiştirmemize yardımcı olan faktörlerdir.
Tartışmadan sonra oluşan duyguların analizini yapın
Tartışmadan hemen önce tam olarak ne olduğunu düşünmek çok önemlidir. Ruh halinizi değiştiren bir faktör var olmuş muydu? Bunun analizini yapabilmek, tartışmayı tetikleyen olası dış unsurları belirlememizi sağlar. Yorgunsanız, açsanız veya bir şey için üzülmüşseniz, kötü bir zamana denk gelmiş olabilirsiniz. Diğer taraftan, sakin bir ortam varsa ve her şey normal olmasına rağmen yine de güçlü bir çatışma çıktıysa, sorunun daha derin olduğu düşünülebilir. Bu nedenle, kavgaya neden olan tüm duyguları irdelemenin faydası olacaktır: korkular, suçluluk, bastırılmış öfke vb. Bu şekilde, büyük bir tartışmadan sonra uzlaşmanın yolunu bulacaksınız.
Yapıcı bir diyalog
Bundan sonra yapılması gereken şey; diğer kişiyi bir diyalog başlatmak için aramaktır. Bunun doğru zamanda yapılması gerekir. Büyük bir tartışmadan sonra uzlaşma çabası içinde süreci aceleye getirmeniz tavsiye edilmez. Karşınızdaki kişinin sinyallerini okumalı ve hala çok incinmiş hissedip hissetmediğiniz veya öfkesinin aynı olup olmadığını gözlemlemelisiniz.
Önce bu kişiye, ne olduğunu açıklığa kavuşturmak için onunla konuşmak istediğinizi söylemelisiniz. Size isteksiz cevap veriyorsa , muhtemelen biraz daha zamana ihtiyacınız vardır. Sizinle aynı fikirdeyse, eğer mümkünse, normalden daha sessiz bir yer bulmak en iyisidir. Yapmanız gereken en basit şey karşınızdaki kişiye ne hissettiğinizi ve nasıl hissettiğinizi açıkça ifade etmenizdir. Davranışlarının veya sözlerinin sizi nasıl hissettirdiğini ona söyleyin. Yalnızca duygularınıza odaklanın. Tahmin etmeye veya karşınızdaki kişinin duygularını değiştirmeye çalışmayın. Karşınızdaki kişiyi dikkatlice ve sözünü kesmeden dinleyin. Bu kişinin görevi size kendisini ifade etmektir.
Bu olaydan bir ders çıkarın
Konuşmaya başlandığında her şeyin sadece o anki duyguların teşvik etmesinden kaynaklandığının farkına varıldıysa, ilişki yaşayan kişilerin üsluplarını gözden geçirmesinde fayda vardır. Bu çok sık yaşanan bir şey mi? Neden kimse duygularına hakim olamıyor? Duyguları daha olgun bir şekilde ifade etmek için neler yapılabilir? Bundan sonra atılması gereken adım, karşınızdaki kişinin duygularını onaylamak ve üzerinize düşen sorumluluğu almaktır. Başka bir deyişle, her biriniz, birbirinizin duygularını anladığınızı ve birbirinizi incittiğiniz için pişman olduğunuzu ifade etmeniz gerekir. Ayrıca bu tartışmadan çıkarmanız gereken dersi kendi adınıza almalısınız.
Affedin ve yaralarınızı iyileştirin
Karşılıklı affetme, her iki insanın uzlaşmayı yerine getirmeye istekli olduğu bir anlaşmadır. Tartışmayı ateşleyen hatalara geri dönmeme iradesini gösterme kararlılığı anlamına gelir. Affetmenin karşılıklı olması tavsiye edilir. Belki ikisinden biri daha saldırgandı ancak kavga etmek için her zaman iki kişiye ihtiyaç vardır.
Yine benzer bir durum yaşanırsa, ilişkinin içinde hareket ettiği kalıpları gözden geçirmek gerekir. Çoğu zaman, başkalarıyla ilişki kurarken farkında olmadan uygunsuz yolları kullanırız. Bu, dikkatle incelenmesi gereken daha derin bir konudur. Büyük bir tartışmadan sonra bazen uzlaşma yolu oldukça açıktır. Diğer durumlarda ise bu durum tam tersidir. Söz konusu bu tersi durumda ise, sadece yapıcı bir diyalog kurmak belki de yeterli değil olmayacak, daha derin bir süreç izlemek gerekecektir.
Hayal kırıklığı beynimizi acı verici bir biçimde etkiler. Bu gerçek, GABA gibi nörotransmitterlerin aktivitesi ile açıklanmaktadır. Bu kimyasalların, böyle süreçlerde çok özel bir değişim geçirdikleri artık bilim tarafından açıklanabilmektedir.
Hayal kırıklığının nörobiyolojisi, bizlere bir kez daha beynimizin hayatın bazı yönlerini acılı bir biçimde tecrübe ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, henüz bilmediğimiz bir nedenden dolayı karşımıza çıkan fırsatları değerlendiremediğimiz ya da bizim için değerli bir kişiye karşı güvenimizi kaybettiğimizde normalden daha uzun süre devam eden bir acı tecrübe ederiz.
William Shakespeare, beklentinin tüm acıların kökeni olduğunu ifade etmiştir. Belki de bu iddia doğrudur. Ancak aynı zamanda, hayatımızda istikrarı ve dengeyi yakalayabilmek için bazı şeylere tutunmak zorunda olduğumuz da ayrı bir gerçektir. Böylelikle hayatın içinde zaten var olan çok sayıdaki belirsizlikler karşısında yitip gitmekten kurtulmaya çalışırız. Bundan dolayı da, akrabalarımızın, partnerimizin ya da en yakın arkadaşlarımızın bize hiçbir şekilde ihanet etmeyeceklerini düşünmemiz son derece doğaldır.
Çevremizle ilgili düşüncelerin dışında aynı zamanda kendimizle ilgili beklentilerimiz de bulunmaktadır. İyi olduğumuzu düşündüğümüz konularda başarısızlığa uğramayacağımızı düşünür, bugün sahip olduklarımızın yarın da bizim olacağına inanırız. Ancak kimi zaman kader, hayatın yönünü değiştirir ve kendimizi çevreleyen o dayanıklı kale bir anda yıkılabilir. Genelde güven yitimi ile tanımlanan bu tür tecrübeler, beyin seviyesinde de hayatta kalmamız için alarm sinyallerinini çalınmasına neden olmaktadır.
Bu tür beklenmedik durumlara örnek olarak, bizi çok heyecanlandıran bir fırsatın kaçması, bir gecede işten kovulmak ya da duygusal anlamda ihanete uğramak gibi olaylar verilebilir. Aslında bunların hepsi, acıya neden olan birer olaydan daha fazlasıdır. Yani bu tür durumlar aslında bir zamanlar bizim olan ya da kendi parçamız gibi hissettiğimiz detayların ya da varlıkların bir şekilde yitip gitmesidir. Şimdi, bu tür ciddi tecrübeler yaşadığımızda beynimizde neler olduğunu birlikte inceleyelim.
“Yaşadığımız tecrübeler, edindiğimiz bilgilerden çok kayıp yanılsamaları içerir.”
– Joseph Roux
Hayal kırıklığının nörobiyolojisi, nörobilim tarafından son dönemde üzerinde durulan önemli konular arasında yer almaktadır. Çok uzun yıllar boyunca psikologlar, psikiyatrlar ve nörologlar bu duygunun neden bu denli yoğun bir şekilde yaşandığını merak etmişlerdir. Bunun yanında hayal kırıklıklarının kişiliğimizin bir parçası olduğu da bilinen bir konudur.
Bu tür duyguları çok sık bir biçimde yaşayan kişiler şüpheci bir karaktere bürünürler. Hayal kırıklıkları, yanılsamaların güçlü etkisini azaltır ve kimi zaman da kişiyi, diğer insanlarla ilgili beklentiler oluşturma konusunda son derece temkinli davranmaya iter. Bu durum nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin, beyin seviyesinde bir şeylerin olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Bu nedenle yarattığı etki de bir o kadar açıktır. Şimdi bilimin bu konuda bize neler söylediğine bakalım.
Nörotransmitterler ve Hayal Kırıklığı
Bildiğimiz gibi nörotransmitterler, beyinde bulunan nöronlara sinyaller ileten kimyasallardır. Bu nörokimyasallar sayesinde duygularımız, davranışlarımız, düşüncelerimiz vb. düzenlenmektedir. Bu bağlamda, dopamin ve serotonin gibi tamamen duygusal durumumuzu düzenleyen spesifik nörotransmitterlerin bulunduğunu hatırlamakta fayda vardır.
San Diego’da bulunan Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörobiyoloji Bölümünden Dr. Roberto Malinow tarafından yapılan ilginç bir çalışmada, hayal kırıklığı duygusunu düzenleyen iki özel nörotransmitterin bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. Bunlar, glutamat ve GABA nörotransmitterleridir. Bu kimyasallar beynin çok özel bir bölümünde işlevseldir: lateral habenula.
Habenula, GABA ve Glutamat Salımı
Lateral habenula, beynimizin en eski yapıları arasında yer almaktadır. Bu nedenle, örnek olarak bu bölümün karar verme mekanizmasını düzenleyen duygusal süreçleri düzenlediğini bir süredir biliyoruz. Ancak çoğu kez motivasyonu artırma gibi olumlu duyguların harekete geçmesini sağlasa da, bu bölümün karanlık bir yüzünün olduğunu da belirtmek gerekir. Beynin bu kısmının doğru bir biçimde çalışması, glutamat ve GABA maddelerinin düzgün ve dengeli bir biçimde üretimine bağlıdır. Yani bu nörotransmitterlerın habenulaya salımı ne kadar yoğun gerçekleşirse, hayal kırıklığı duygusu da o denli büyük olur. Bunun tam tersine, GABA ve glutamat salımı ne kadar düşük olursa, bu olumsuz duygunun beyin üzerindeki etkisi de bir o kadar hafif olacaktır.
Hayal Kırıklığının Nörobiyolojisi İle Bağlantılı Depresyon
Dr. Roberto Malinowski, hayal kırıklığının nörobiyolojisi konusunda oldukça önemli bir noktanın altını çizmektedir. Uzun süreler boyunca devam eden hayal kırıklığının, çoğu kez depresif bozuklukların bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Yani GABA ve glutamat üretimi yoğun olduğunda, ciddi bir psikolojik sorun olan depresyona yakalanma riski de önemli oranda yükselmektedir. Buna ek olarak, habenulanın bu nörotransmitterlerin aşırı derecede üretimi sonucunda uyarılması belirli bazı fikirleri, çeşitli anıları ya da yaşadığımız acılı durumları birer saplantı haline getirmemize de neden olmaktadır. Yani sorunları geride bırakıp yeni bir sayfa açma konusunda zorluklar ortaya çıkar. Bu durum ise, duygusal anlamda bir çöküntü ve acı çekme anlamına gelmektedir.
Tüm bunların yanında, hayal kırıklığı ve depresyonla bağlantılı olarak GABA-glutamat ilişkisinin ortaya çıkması yeni tedavilerin de kapısını açmıştır. Şimdiye kadar antidepresan ve serotonin düzenlemesi sayesinde, GABA-glutamat oranının dengelendiğine inanılıyordu. Ancak günümüzde bu konuda belirli bir ilerleme görülmüş olsa da, sıklıkla çeşitli yan etkilerinin ortaya çıktığı da bir gerçektir.
Bu yüzden, devam eden çalışmalar sadece belirli bazı nörotransmitterler için etkili olacak ve diğerlerine herhangi bir etkisi olmayacak tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine odaklanmış durumdadır. Bu sayede, nörokimyasal düzeyde çeşitli değişimler nedeniyle bazı problemleri daha yoğun bir biçimde yaşayan hastalar için daha uygun tedavi teknikleri uygulamak mümkün olacaktır. Bu nedenle, hayal kırıklığının nörobiyolojisi günden güne bildiklerimizin daha da arttığı özel bir ilgi alanı olmaya devam etmektedir.
Psikolog Valeria Sabater
Acı çekmeden mutlu olunmaz, mutlu iken de acılardan kaçınılmaz.