
ÜNLÜ DÜŞÜNÜR YAZAR VE SİYASETÇİLERDEN HAYATINIZI SORGULATAN BİLGELİK SÖZLERİ
“Keşke bunu daha önce bilseydim! Mahatma Gandhi’nin Bilgeliği alıntılarda” | Etkileyici Sözler
Nelson Mandela



- Modern olmak, çaresizlik içinde şunun bunun ucundan tutmaktır.
- Delilik belki de artık iyileşmeyen bir acıdır.
- Hayatın içinde yer alan her şey, hem gerçek anlamda hem mecazi anlamda, dengesizdir.
- İnsan asla bir cevap bulamadı ve bulamayacaktır da Yaşam sahip olduklarımızın tümüdür ama yine de o hiçtir…
- Ölümü tozpembe görmeyen birinin kalbinde bir renk körlüğü vardır.
- Sadece, canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyorum: intihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum.
- Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil, insanlar arasında acı çekendir.
- Yalnızlığımızı korumanın tek yolu, sevdiklerimizden başlayarak herkesi yaralamaktır.
- İnsanlar, can sıkıntısı ile acıyı birbiri ile karıştırıyorlar. Bu yüzden insanların çoğu acı çeker gibi görünüyor. Oysa ki acı, sadece seçilmiş özel insanların tekelinde kalacaktır.
- Ne zaman inançlı birine rastlasam; ruhunun hangi kusuru, hangi deliliğidir ona bu inançları kazandıran? Diye sorarım kendime.
- Nuh’ta geleceği görme yeteneği olsaydı, gemisini hiç şüphesiz batırırdı.
- Başkalarının her kusuru bende de var, ama yine de onların yaptığı her şey bana tuhaf görünür.
- Bir Tanrı’yı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar, buna razı olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır.
- Kendini öldürmenin zahmetine değmez, çünkü daima kendini çok geç öldürürsün.
- Biz, hepimiz dinginliğin anahtarını yitirmiş, artık büyük acının sırlarından başka bir şeye yaramayan öfkelileriz, gözü dönmüşleriz.
- Kurtuluşu gerçekten istiyorsak bizden kaynaklanmalı: Onu başka bir yerde, hazır bir sitemde ya da Doğulu bir öğretide aramamalı.
- Keşiflerimizin hemen hemen tümünü öfkelerimize, dengesizliğimizin azıtmasına borçluyuz.
- Özgürce yaşanacak bir dünyası hiç olmadı, o yalnızca içinde ölünecek bir hayat verdi bize.
- Tüm delillere göre, hiçbir şey yapmamak için dünyadayız.
- Batı boş yere geçmişe lâyık bir can çekişme biçimi arıyor.
- Bugünün her vatandaşının içinde müstakbel bir evsiz barksız yabancı yatmaktadır.
- Bin yıllık savaşlar Batı’yı sağlamlaştırdı; yüz yıllık “psikoloji” ise can havline kaptırdı.
- Almanlar ve İspanyollar kendilerini izah ederken bir kulak verin; kulağınızda hep aynı nakaratı çınlatacaklardır: trajik, trajik… Uğradıkları musibetleri veya duraklamalarını size anlatma tarzları, uç verme biçimleridir bu… Balkanlar’a doğru dönün; yerli yersiz şunu işitirsiniz: kader, kader… Kökenlerine çok yakın olan halkların, etkisiz hüzünlerini kamufle etme yolu. Mağara adamlarının ketumiyeti…
- Fransızlarla görüşe görüşe insan nazik bir şekilde mutsuz olmayı öğrenir.
- Napoléon Almanya’yı Marsilyalılarla işgal etmiş olsaydı, dünya çehresi bambaşka olurdu.
- Batı’yı seyreyleyin: bilgi, şerefsizlik ve uyuşuklukla dolup taşıyor. Haçlılar, şövalyeler, korsanlar meğer buna varmak içinmiş, bir görev yerine getirildiğinde kapılınan alıklığa… Roma, lejyonlarını geri çektiğinde, tarihten ve alacakaranlık derslerinden habersizdi. Bizim durumumuz hiç öyle değil. Tepemize ne karanlık bir Mesih inecek!
- Dalgınlıkla veya acemilikle, kim insanlığı ilerleyişi içinde birazcık durdurursa onun velinimeti olur.
- -Bana güvenmemeliydiniz.Kim söyler bu sözü,Tanrı ve ipsizin teki.
- İnsan kindar bir hayvan olduğundan, hemcinsleri üzerine beyan ettiği her görüşte kötüleme vardır.Yaşamın belli bir anlamı varsa, demek ki biz hepimiz dikiş tutturamamış insanlarız.

Batı mı? Yarını olmayan bir mümkün.
- İktidarı arzulamak, insanın en büyük lanetidir.
- Arzularımızın her biri dünyayı yeniden yaratır, düşüncelerimizin her biri de yok eder..
- Anlamış olmaktan ve hala hayatta kalmaktan daha yanlış bir durum yoktur.
- Yazmak, olağanüstü bir tesellidir…
- Yaptıklarından değil, yapamadıklarından pişmanlık duymalı insan.
- Eczanelerde varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yoktur.
- İnsanlık sadece kendini telef edenlere tapmıştır.
- Her şeyi yıktıktan sonra kendini de yıkmayan bir kitap, bizi beyhude yere azdırmış olurdu.
- İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur .
- En büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar.
- Bütün ideolojilerin faciası, çelişkiye izin vermemelerindedir. Tutarlı olmak için yalan söylenir.
- Hiç kimse bir inanç uğruna acı çekenler kadar tehlikeli değildir. Büyük işkenceciler, idam edilmemiş kurbanlar arasından çıkar.
- İnsan bir ülkede yaşamaz, bir dilde yaşar. Ülkemiz, anayurdumuz dilimizdir, başka da bir ülke yoktur.
- Her yerde olan tanrı değil, acıdır.
- Yaşamın belli bir anlamı varsa, demek ki biz hepimiz dikiş tutturamamış insanlarız.
- İdeolojiler, yüzyıllar boyunca ayakta duran barbarlık temeline bir cila çekmek için, bütün insanların paylaştığı caniyane eğilimleri örtmek için icat edilmişlerdir sadece.
- İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur .
- Ne zaman yaşlanırız? Düşmanlarımızı seçmeyi bırakıp elimizin altındakilerle yetinmeye başladığımız zaman.
- Bir düşüncenin derinliği; göze aldığı tehlikenin boyutudur: ya düşüncenin mimarı olarak ölürüz ya da düşünmekten vazgeçeriz.
- Bütün devrimler tiranlara karşı oldu ama hiçbiri tiranlığa karşı olmadı.
- Bildiğimle hissettiğim arasında daima bir çatışma olacak.
Emil Cioran / Vikisöz

UMUTSUZLUĞUN VE KARAMSARLIĞIN FİLOZOFU EMİL CİORAN SÖZLERİ
Başarısızlığın Filozofu: Emil Cioran’ın Umutsuzluğunun Dorukları
Kimilerine göre döneminin en yıkıcı düşünürlerinden biriydi; 20. yüzyılın Nietzsche’siydi, ne var ki daha kasvetli ve daha iyi bir mizah anlayışına sahipti. Pek çoğuysa, onun özellikle gençliğinde tehlikeli bir deli olduğunu düşünüyordu. Gene de başkalarına göre –belki kendisi hariç– kimseye zararı dokunmayan, sadece cezbedici şekilde sorumsuz bir genç adamdı. Mistisizm üzerine kitabı matbaaya gittiğinde, dini bütün, iyi bir adam olan dizgici, kitabın içeriğinin dini açıdan ne kadar küfürlü olduğunun farkına varınca kitaba dokunmayı reddetti fakat yayıncı bu meseleyi çözdü, sonunda yazar dine küfreden bu kitabı kendi çabalarıyla yayımlamak zorunda kaldı. Sahi bu adam kimdi?
Romanya doğumlu Fransız filozof Emil Cioran (1911-1995) vahşi ve sarsıcı güzellikte yirmiden fazla kitabın yazarıdır. En köklü Fransız geleneğine bağlı bir denemecidir, anadili Fransızca olmamasına rağmen çoğu kişi onu bu dilde yazan en iyi yazarlardan biri olarak düşünür. Yazı üslubu kaprisli, sistemsiz ve parçalıdır; aforizmanın büyük ustalarından biri olarak bilinir. Gene de “parça” onun için yazı üslubundan fazlasıdır: parçalamayı bir zanaat, bir yaşam biçimi olarak görmüş, kendisini “parça adamı” (un homme de fragment) olarak adlandırmıştır.
Cioran sık sık kendisiyle çelişse de, bu onun endişelerinin en önemsizidir. Kendiyle çelişme bir zayıflık bile değildir, aksine zihnin diri olduğunun belirtisidir. Yazmak, ona göre ne tutarlı olmakla ne de ikna etmek veya okuyucuları hoş tutmakla ilgilidir, hatta edebiyatla dahi ilgisi yoktur. Yazmanın Cioran açısından, tıpkı birkaç yüzyıl öncesinde Monteigne’de olduğu gibi kendine özgü edimsel bir işlevi vardır: birkaç metin yığını üretmek için değil kafanıza göre hareket etmek için yazarsınız; kişisel bir felaketten sonra kendinizi toparlamak ya da kendinizi kötü bir depresyondan çıkarmak, ölümcül bir hastalık sonucu kaybettiğiniz yakın bir dostunuzun yasını tutmak için yazarsınız. Delirmemek, ya da kendinizi veya diğerlerini öldürmemek için yazarsınız. Cioran, İspanyol filozof Fernando Savater’le sohbetinin bir yerinde şöyle diyor: “Yazmasaydım, bir suikastçı olabilirdim.” Yazmak, hayat memat meselesidir. İnsan varoluşu, özünde sonsuz bir çaresizlik ve umutsuzluktur. Yazmak ise şeyleri daha katlanılır kılar. “Kitap,” diyor Cioran, “ertelenmiş bir intihardır.”
Cioran ölüm düşüncesini defalarca yazdı. İlk kitabı Umutsuzluğun Doruklarında’yı (Pe culmile disperării, 1934) henüz 23 yaşındayken sadece birkaç haftada, korkunç bir uykusuzlukla cebelleşirken yazmıştır. Kâh Rumencenin kâh Fransızcanın en iyi yapıtlarından olmayı sürdüren kitap, Cioran’ın yaşamında yazmakla uykusuzluk arasındaki güçlü ve samimi bir bağın başlangıcını işaret eder:
Uykusuz gecelerimin sebep olduğu içsel sıkıntının [cafard] orta yeri dışında yazabildiğim an olmamıştır. Yedi yıl boyunca zar zor uyudum. Bu iç sıkıntısına ihtiyaç duyuyorum hatta bugün bile yazmaya başlamadan önce [hüzünlü] bir Macar Çigan müziği takarım.
Cioran’ın sistemsiz bir düşünür olması, yapıtlarında birliğin olmadığı anlamına gelmez; tam aksine, yapıtları yalnızca emsalsiz yazma ve düşünme tarzıyla değil aynı zamanda bir dizi ayırıcı felsefi temalar, motifler ve mizaç farklılıklarıyla da sımsıkı şekilde bir arada durur. Bunlar arasında başarısızlık belirgin bir şekilde rol oynar. Cioran başarısızlığa takmış durumdaydı: başarısızlık hayaleti en başından, Rumence yazdığı kitabından itibaren yapıtlarında dolaşır; sonrasında yaşamı boyunca başarısızlıktan uzak kalmadı. Hakiki bir duayenin meyledeceği gibi bu durumu farklı açılardan, farklı duraklarda ele aldı, hem de bunu hiç beklenmedik yerlerde aradı. Cioran’a göre yalnızca bireyler kendilerini başarısızlık halinde bulmaz aynı zamanda toplumlar, halklar ve ülkeler de böyledir. Özellikle de ülkeler; bir keresinde, “İspanya’ya hayran kalmıştım” diyordu Cioran, “zira İspanya başarısızlığın en muhteşem örneğini sunuyordu, dünyanın en büyük ülkesi olarak bir tür çürümeye düşmüştü.”
Başarısızlık her şeye nüfuz eder. Nasıl kitaplar, felsefeler, kurumlar ve siyasi sistemler lekelenebiliyorsa, büyük fikirler de başarısızlıklarla lekelenebilir. İnsanlık durumunun kendisi Cioran’ın başarısızlığa uğramış başka bir tasarısıdır: “Artık insan olmak istememek” diye yazar, Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne’de (De l’inconvénient d’être né, 1973), “başka bir sefalet biçimi hayal etmek…” Evren büyük bir başarısızlıktır, dolayısıyla yaşamın kendisi de öyle. “Temel bir yanılgı olmasından da evvel,” diyor Cioran “hayat, ne ölümün ne şiirin düzeltmeyi başarabildiği bir zevksizliktir.” Başarısızlık, Eski Ahit’in kaprisli Tanrısı gibi dünyada hüküm sürüyor. Cioran’ın aforizmalarından biri şöyle diyor: “‘Benim ipimle kuyuya inmeyecektiniz.’ Bu dili kim tutturabilir? – Tanrı ve Kaybeden.”
Cioran başarısızlık hakkında çok iyi konuşabiliyordu zira başarısızlığı içten içe biliyordu. Gençliğinde (yaşamı boyunca pişman olacağı) yıkıcı siyasi tasarılara dahil olmuş, ülkeler ve diller değiştirip her şeye baştan başlamak zorunda kalmış, sürekli bir sürgün halinde ve sıradışı bir yaşam sürmüş, neredeyse hiç çalışmamış ve neredeyse hep yoksulluk sınırında yaşamış biriydi Cioran. Başarısızlık ile derin bir yakınlık kurmuş olmalıydı, hatta bir nevi doğal yeteneğiydi. Faydalı bir başarısızlık vakasına nasıl değer biçeceğini, gelişimini nasıl gözlemleyeceğini ve karmaşıklığının zevkine nasıl varacağını iyi biliyordu. Başarısızlık indirgenemez biçimde biriciktir: başarılı insanlar her zaman aynı görünmeyi becerirler ama başarısız olanlar çok farklı biçimlerde başarısız olurlar. Her bir başarısızlık bir dış görünüşe ve onun kendi güzelliğine sahiptir; başarısızlık Cioran gibi kurnaz bir ustayı, bayağı görünümlü ama aslında gürültüden ve vasatlıktan beslenen büyük başarısızlığı aktarması için kendine seçer.
Cioran önce kendi topraklarında, Romanyalı arkadaşları arasında başarısızlıkla karşılaştı. Uzun zamandır Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçası olan, çok geçmeden, 1918’de Romanya krallığının bir parçası olan bir merkezde, Transilvanya’da doğup büyüdü. Bugün bile Transilvanyalılar sıkı bir çalışma etiği ve ciddiyet sergiler, disiplin ve özdenetimi el üstünde tutarlar. Fakat Cioran ülkenin güneyinin başkenti Bükreş’te koleje gittiğinde tamamen yeni bir kültürel evrene adım atmış oldu. Burada kazanma becerileri farklıydı: hiçbir şey yapmama sanatı, (hafif bir oyunculuktan tutun açık biçimde alaycılığa kadar) sofistiklere özgü entelektüel sağlamlık, ertelemeyi meslek, yaşamı heba etmeyi zanaat edinme hakimdi burada. Bir felsefe bölümü öğrencisi olarak Cioran Bükreş’teki en iyi sanatçılarından kimileriyle temasa geçti. Bazılarının sergilediği entelektüel parlaklık ile çarpıcı bir kişisel başarısızlık hissinin karışımı onun koşulsuz, sürekli hayranlığını kazandı:
Bükreş’te pek çok insanla tanıştım, birçok ilginç insanla, özellikle de kafede ortaya çıkan, durmadan konuşup hiçbir şey yapmayan kaybedenlerle. Şunu söylemeliyim ki, bunlar, bana kalırsa en ilginç insanlardı. Yaşamları boyunca hiçbir şey yapmayan ama başka türlü parlak olan insanlar.
Yaşamının geri kalanında Cioran ülkesi bildiği başarısızlık topraklarına içten içe borçlu kalacaktı. Bunda haklıydı da. Zira Rumenler başarısızlıkla eşsiz bir ilişki kurar; tıpkı Eskimoların kar için sayısız sözlerin olduğu gibi Rumen dili de başarısızlıkla ilişkilendirilmiş bir sürü sözcüğe sahip görünür. Cioran’ın el üstünde tuttuğu, Rumencede en çok kullanılan yapılardan biri de n-a fost sa fie’dir (kelime anlamıyla, “olacağı yoktu”, fakat daha ziyade kaderciliğe vurgu yapan bir ifade). Bu ülke altın madeni adeta.
Cioran pek iyi bir insandan kaçandı, fakat anlayış ve merhamet beslediği tek bir insan türü olsaydı, bu ancak le raté, yani başarısız biri olurdu. 1941’de Paris’te Rumen bir arkadaşına şöyle itirafta bulunur: “Romen Halkının Özel Kullanımı İçin alt başlıklı bir Başarısızlık Felsefesi yazmak isterdim ama bunu yapabileceğimi sanmıyorum.” Cioran gençliğine her baktığında daima büyüleyici, şefkat ve hayranlık dolu bir karışımı, büyük kaybedenleri ve Bükreş’te karşılaştığı başarısızlığın sonu gelmez merasimini hatırlayacaktı. Yeni yeni meydana çıkan bir yazar olarak ülkenin edebi sahnesi onu kendine çekti, ama başarısızlık sahnesi kadar değil: “Romanya’daki en iyi arkadaşlarımın hepsi yazar değildi ama başarısızdılar.” Genç Cioran üzerinde en belirleyici etkisi olan Bükreş Üniversitesi felsefe profesörü Nae Ionescu (1890–1940) alışılmış standartlara göre muhteşem bir başarısızdı. Hiç kitap yayımlamadı, dersleri çoğu zaman ya intihal doluydu ya da derslerini doğaçlama yapıyordu, bazen de “söyleyecek bir şeyi yok” diye derslere gelmiyordu. Tembelliği dillere düşmüştü. Öte yandan Ionescu kuşağının en parlak zihinlerinden biriydi, pek çok birinci ağızdan habere göre bir “dâhi”ydi. Hep filozof kalan Ionescu küçük bir başarısızlık kuramı bile geliştirmişti (gereğine uygun şekilde, yayımlamamayı tercih etmiştir).
Gene de Cioran, kendini başarısızlığının mesafeli bir gözlemcisi olarak görmekten hoşlanmıyordu. Başlarda kendi kendine alıştırmalar yapmaya başladı ve sonunda kendi tarzını buldu. 1933’te, üniversiteden henüz çıkmışken Berlin’deki Friedrich Wilhelm Üniversitesi’nde misafir lisansüstü öğrencisi olmaya hak kazandı. Almanya’ya varmasıyla birlikte dumanı üzerinde Nazi rejimine hayran kalmıştı. O yılın kasım ayında, dostu Mircea Eliade’a şöyle yazdı: “Burada kurdukları bu siyasi düzen beni oldukça büyülüyor.” Cioran nispeten demokratik olan Romanya’da henüz bulunmayan ne varsa, Hitler’in Almanya’sında onları buldu. Cioran’ın iyi bir şey olduğunu sandığı siyasi isteri ve kitle seferberliği bu ülkeyi ele geçirmişti. Nazi rejimi, Almanlara Romanya demokrasinin asla sunamayacağı bir “tarihsel bir misyon” duygusu vermişti. Başkaları o zamanlar Almanya’daki bu tarihi bölümü bir felaketin başlangıcı olarak görürken, Cioran sadece umut ve tarihsel izzet olarak gördü. Peki Hitler’i bu kadar büyük yapan şey tam olarak neydi? Nesnel bir gözlemci gibi emin olmaya çalışan Cioran bu soruyu, Hitler’in, Alman halkının “akıldışı dürtülerini” uyandırma kapasitesi olarak cevaplar. Neredeyse 22 yaşında, tüm ciddiyetiyle başarısızlığı deneyimlemeye başlar.
1933 sonbaharında Cioran Rumen edebiyatında daha şimdiden, hızla yükselen bir yıldızdı; üstelik lisans öğrencisi olmasına rağmen ülkenin edebi çıkış noktalarının bazılarında çarpıcı şekilde orijinal denemeleri vardı. Artık bu süreli yayınlar ondan daha fazlasını, özellikle Alman siyasi sahnesinin içeriğini istiyorlardı. Haftalık dergi Vremea‘ya (Aralık 1933) gönderdiği bir raporda Cioran bizzat şöyle diyordu: “Hitlerizmde sevdiğim bir şey varsa o da akıldışılık kültüdür, saf yaşamsallığın sevinci, bir eleştirel ruh, kısıtlama ya da kontrol olmaksızın gücün erkeksi ifadesidir.” Sağda solda liberal demokrasi düşmanlarının çok sevdiği bir klişeyi kötüleyen Cioran, bütün kaslı yapısı, patırtısı ve hiddetiyle onurlu bir şekilde duran “erkeksi” Almanya karşısında “dekadan” ve “kadınsı” Avrupa’ya vah eder. Hitler bariz biçimde bu durumdan sorumlu olan adamdı ve beklendiği üzere Cioran ondan etkilenmişti. Birkaç ay sonra (Temmuz 1934) aynı yere gönderdiği başka bir raporda Cioran Hitler’e yönelik bağımsız hayranlığını ifade etmekten artık korkmuyordu: “Hitler bugün tüm siyasetçilerden en çok sevip hayranlık duyduğum kişidir.” Daha en kötüsüne sıra gelmedi.
Cioran Almanya’da Hitler’in kurmuş olduğu, kendi ülkesinde yeterince olmayan bu yüzden de bir benzerinin oraya aktarılmasını istediği “erkeksi” düzene adeta vurulmuştu. Başka bir arkadaşı Petru Comarnescu’ya mektubunda (Aralık 1933) şöyle yazıyordu:
Burada gördüğüm şeylerin çoğuna katılıyorum, bizim işe yaramazlığımızın diktatör bir rejim tarafından yok edilmese bile bastırılacağına ikna oldum. Romanya’da ancak terör, vahşet ve sonsuz kaygı bir miktar değişikliğe yol açabiliyor. Tüm Rumenler tutuklanıp eşek sudan gelinceye kadar dövülmelidir, ancak böyle bir dayaktan sonra yüzeysel insanlar destan yazabilir.
Cioran’da kamu yararı konuları genellikle daha özel nitelikteki konularla karışım halindedir. Rumenlerin “destan yazmasına” yardımcı olmak için bu ayrıntılı tarifin hemen ardından oldukça kişisel bir not düşüyor: “Rumen olmak korkunç bir şey,” diye yazıyor. Bir Rumen olarak, “hiçbir zaman bir kadının güvenini kazanamazsınız; ağırbaşlı insanlar size kibirle gülümser, sizin uyanık olduğunuzu anladıklarındaysa düzenbaz olduğunuzu düşünürler.”
Bu itiraf, genç Cioran’ın dramıyla bizi olabildiğince dolaylı olarak burun buruna getirir. Bu çeşitli katmanlarda ortaya çıkar. İlk olarak Cioran, kendi kişisel değerini, ait olduğu ulusal topluluğun tarihsel liyakatinden ayırmasına izni olmadığına yönelik garip bir düşünceyi aklından çıkarmamış görünür. Ardından Cioran toplumun değerini ölçmesi üzerine, istediği şeyi bulur, ama berbat bir halde. Cioran Romanya’nın tarihsel olarak “başarısız bir millet” olduğunu fakat başarısızlığının tüm Rumenlere bulaşmayacağını düşünür. Bu yeterince fena durum yetmezmiş gibi, bırakmak gerçekten de bir seçenek değildir, zira “birinin kendi milletinden ayrılması, başarısızlığa yol açar” – içeride bir başarısızlık vardır da, dışarıdaki başarısızlık daha fazladır. Böylece, nispeten genç bir yaşta Cioran kendini en ciddi varoluşsal çıkmaza hapsetmeyi başarmış bulunuyordu. Bu dramın büyük ölçüde kendi yapımlarından biri olması onu daha az acı verici hale getirmiyor. Tam aksine, bu onu ve işlerini derinden yaralayacak bir şeydir. Bu başarısızlık pratiği kanlı bir uğraş halini alabiliyor.
Başarısızlığın en civcivli ânında, utancın bizi yerin dibine geçirecek gibi olduğu o anda, apansız bir gurur dalgasına kapılırız, ama çok sürmez bu: İçimizi boşaltacak, bizi güçsüz bırakacak, güçlerimizle birlikte, utancımızın yoğunluğunu hafifletecek kadar sürer ancak.
Yaşam boyu süren başarısızlık pratiği, takıntılı bir düşünseme beraberinde, eninde sonunda Cioran’ı değiştirdi. Yaşlandıkça, diğer insanların aptallık ve tuhaflıklarına karşı daha hoşgörülü ve kabullenici oldu. Fransız Cioran aniden “demokratik” bir düşünür olmadı tabii. Allah muhafaza, asla başına gelmeyecekti bu; “Batı’nın çöküşü” nün peygamberi, karanlık, kıyamet evhamlarının düşünürü olarak kalmayı sürdürecekti. Örneğin Tarih ve Ütopya’da (Histoire et Utopie, 1960) şunlara işaret ediyor:
Yolum hangi büyük şehre düşse, orada her gün ayaklanmaların, katliamların, aşağılık bir kasaplığın, bir dünya sonu kargaşasının başlamıyor olmasına hayran olurum. Bu kadar kısıtlı bir alanda nasıl oluyor da onca insan birbirini yok etmeden, birbirlerinden ölesiye nefret etmeden bir arada yaşayabiliyordur. Aslında birbirlerinden nefret etmekte, ama nefretlerinin hakkını verememektedirler. Bu vasatlık, bu güçsüzlük toplumu kurtarır, sürmesini ve istikrarını teminat altına alır.
M. Cioran 20 Haziran 1995’te öldü. Gelgelelim, bir bakıma ölmeden önce çoktan ayrılmıştı. Son birkaç yıldır Alzheimer’dan muzdaripti, Paris’teki Broca Hastanesi’nde doktorların gözetimindeydi. Böyle bir sondan açık şekilde korktuğu için, intihar etmeyi planlamıştı. Cioran ve uzun zamandır eşi olan Simone Boué birlikte öleceklerdi, tıpkı Koestler ailesi gibi. Fakat hastalık daha hızlı davrandı, plan başarısız oldu ve Cioran ölümlerin en alçaltıcısı olan, yıllarca süründüren hastalıktan ölmüştü. Başlangıçta sıkıntı veren tek tük işaretler vardı: Bir gün Cioran şehirden evine dönerken, evinin yolunu bulamadı; dört dörtlük bir yürüyüşçü olan Cioran yolları avcunun içi gibi bilirdi. Daha sonra hatıralarından bazılarını bir bir yitirdi; kendisine dair net bir algısı varmış gibi de görünmüyordu. Muhteşem mizah anlayışını görünür bir şekilde yitiriyordu. Bir gün sokakta yoldan geçen biri Cioran’a “Sizin Cioran olma ihtimaliniz var mı acaba?” diye sordu. Cioran’ın cevabı ise şöyle oldu: “Eskidendi o.” Fakat bu işaretler arttıkça arttı ve giderek ciddileşti: Cioran endişe verici oranda unutmaya başladı, o kadar ki gözlem altında tutulmaya başlandı. Neticede sözcükler onu yanıltmıştı: Döneminin en parlak yazarlarından Cioran artık çoğu temel şeyi adlandıramaz olmuştu. Şimdiyse sıra zihnindeydi. En sonunda kendisinin kim olduğunu da büsbütün unuttu.
Son, uzun ızdırap sürecinin bir noktasında, kısa süreli bir berraklık anında Cioran kendi kendine fısıldadı: “C’est la démission totale!” (İşte, tamamen çekiliyorum!) Bu, muazzam ve en yüksek başarısızlıktı. Cioran başarısızlığın ne olduğunun farkına varmayı yine başarmıştı.
This article was originally published at Los Angeles Review of Books.
Çeviri: M. Taha Tunç ve Sena Ilgaz
SOSYAL BİLİMLER

Özgün ve çağdaşımız bir düşünür: Taha Abdurrahman
İslâm coğrafyasının Afrika’daki topraklarının batıya en yakın ülkesi olan Fas; askerî, siyasî , iktisadî ve düşünsel hareketliliğe sahip olan ülkelerin başında gelir. Ülkenin coğrafî konumu, tarihten günümüze kadar bu bölgede dikkate değer alim ve aydınların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. 1944’te Fas’ın Cedîde şehrinde dünyaya gelen ve hâlen hayatta olan Taha Abdurrahman, bu çizginin son derece özgün ve nitelikli isimlerinin başında gelir.
Çocukluğu II. Dünya Savaşı sonrası, İslâm coğrafyasında ve tüm dünyada meydana gelen sömürge karşıtı hareketlerin doğduğu yıllarda geçen T. Abdurrahman’ın babası, İslâmî ilimler eğitimi veren bir hocadır. Bu dönemde Fransız sömürgesi olan Fas’ta Fransız idaresi geleneksel eğitim üzerindeki baskıyı da yoğunlaştırınca T. Abdurrahman’ın eğitimi yarıda kalır. Bu gelişmeden sonra, doğduğu şehir olan Cedîde’de ilkokul ve ortaokula gider, bir yandan da babasından İslâmî ilimler ve hafızlık eğitimi almayı sürdürür. Fas’ın 1956 senesinde Fransa’dan bağımsızlığını elde etmesiyle bu tarihten bir sene sonra kurulan V. Muhammed Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nü bitirdikten sonra, Oxford ve Sorbonne Üniversitesi’nde dil felsefesi ve mantık başta olmak üzere birçok farklı alanda tahsilini sürdürür.
Abdurrahman, V. Muhammed Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nü bitirdikten sonra, Oxford ve Sorbonne Üniversitelerinde dil felsefesi ve mantık başta olmak üzere birçok farklı alanda eğitim aldı.
Ancak o dönemde tüm İslâm dünyasında iki temel problematikle karşı karşıya kalınır: Birincisi, 19. yüzyılın ortalarından itibaren özelde Mağrib, genelde İslâm âlemi ve tüm dünyada yaşanan sömürgeci tahakkümün düşünsel izleridir. Nitekim 19. yüzyılın ortalarından itibaren kademeli olarak Fransız ve İspanyol sömürgesine dönüşmesi sonucunda, Mağrib bölgesinde klasik usulle ders veren medreseler yerine, hukukî ve sosyo-ekonomik yapısı neredeyse tamamen değiştirilmeye teşebbüs edilerek kurulan modern okullar ortaya çıkar. İkincisi, buna bağlı olarak sömürge-sonrası dönemde de yine batılı düşünce formlarının uzantısı olarak doğan ve 1960’lardan itibaren bilhassa üniversitelere damgasını vuran liberalizm, komünizm, yapısalcılık, modernleşme gibi konularla, Müslüman kimliği korunarak nasıl bir irtibat kurulması gerektiği meselesi sıklıkla tartışılır.
1967 ve 1973’te İsrail’in Arap devletleri özelinde Müslüman devletlere yaşattığı iki büyük hezimet, bu dönemin Müslüman aydınlarının düşünce ve ruh dünyaları bakımından dikkate değer başka bir gelişmedir. Taha Abdurrahman’ın tüm bu hususları analiz eden ve bunlara özgün tahlilleriyle açılımlar getiren yaklaşımları bu bağlamda devreye girer. Onun başta ahlâk olmak üzere, sanat, siyaset, estetik, dil, felsefe gibi alanlara ilişkin vukufiyetinin yanında biyogenetik, antropoloji, psikoloji gibi sahalara ilişkin değerlendirmeleri dikkat çeker.
- Taha Abdurrahman, İslâm düşünce geleneğinden birçok isme, konu ve ekole ilişkin titiz okuma ve değerlendirmelerinin yanında, klasik ve modern batı düşüncesine ilişkin oldukça yetkin analizler sunmaktadır. Söz konusu analizleri Aristo, Platon, Descartes, Spinoza, Kant gibi “kurucu” isimleri olduğu kadar, hâlen hayatta olan Habermas, Mouffe, Searle başta olmak üzere çok sayıda düşünür ve konuyu kapsar.
İslâm geleneği içinde ortaya çıkan sürekliliğin açık bir mirasçısı olmasıyla birlikte, batılı ve doğulu birçok düşünce geleneğiyle de komplekssiz ve içerici bir ilişki kurar ve farklı dünya tasavvurlarıyla kendi tabiriyle “evrensel boyutlar içeren bir hakikat” bağlamında “birbiriyle dayanışma hâlinde” bir alışverişten kaçınmaz. Ancak ona göre, farklı din ve kültür mensuplarının tecrübelerinden faydalanmak, bir tür bilgi hiyerarşisi gerektirir. Bu bağlamda “referans bilgi” ve “transfer bilgi” kavramlarını kullanan T. Abdurrahman, bilhassa Farabî, İbn Rüşd gibi klasik filozofları ve Cabirî gibi modern dönem düşünürleri bu bilgi hiyerarşisi konusunda yeterli titizliği göstermemekle eleştirir.
GZT / Salih Karaduman

İnsanı tarif etmek bana bırakılsaydı ben onu unuttuğunu unutan varlık şeklinde tanımlardım.
Nihayetinde insanın unutkanlığı o dereceye ulaşmıştır ki hakkı batıl, batılı hak şeklinde ters yüz etmekte, hayrı şer, şerri hayır yapabilmektedir.
Hatırlama varlıktır, unutma ise yokluktur.
Yatay boyutlu insanda peş peşe meydana gelen her bir unutma, bir diğerini gerektirecek şekilde öyle bir boyuta ulaşmıştır ki artık insan kendisinin yaratılmış bir varlık olduğunu, boş yere yaratılmadığını ve hiç ummadığı anda eceli gelip çattığında kesin bir yokluğa mahkum olmayacağını hatırlamamaktadır.
İnsanın, manevi motivasyona sahip olduğunu fark etmesi, ilahi bir lütuftur.
Taha Abderrahmane

Mustafa İslamoğlu’ndan Ali Şeriati Yorumu
İnsanın Dört Zindanı(Ali Şeriati)

- Adalet, sadece sözle gerçekleşmez..
- Sakın bu dünyada uzun kalma! Yaşlılık ve yokluk musibettir..!
- Bir güce tapmak, Durkheim’in ifadesiyle bir kutsala inanmak ya da Kur’an’ın deyimiyle gayba inanmak, insanoğlunun içinde var olan fıtri bir ihtiyaçtır.
- Bir inanç geometrik şekil kazandığında, kendisinin en iyi anlatımını ya da anlatım dilini bulmuş olur.Bir geometrik şekil içerisinde anlatılıp betimlenebilen her inanç, mantıklı ve doğru olduğunu kanıtlamış olur.Çünkü dünyadaki en kesin bilimsel kavramlar, matematiksel kavramlardır.Felsefi ya da dini inançlarımızı geometri ya da matematik diliyle anlatabilirsek,hem kendi inancımızı anlatmada en iyi dili bulmuş, hem de inancımızın akli, bilimsel ve mantıklı olduğuna ilişkin en iyi dayanağı elde etmiş oluruz.Tartışmayı, cedelleşmeyi, asılsız kanıtlar ileri sürmeyi, zihin yormayı, benzetmelere girişmeyi -ki bunlar kanıtlama ve mantık bakımından güçsüzlüğün dilidir- gerektiren felsefe ve dinlerin tersine bunların yerine bu düşünsel, felsefi ya da dini, hatta edebi ve sanatsal öğreti için anlatım dili olarak matematikten yararlanılabilirse, o zaman bir öğreti hem anlatım bakımından başarılı, hem mantıksal kanıtlama ve mantıklı olma açısından başarılı olacaktır.Böylelikle o öğreti, bilimsel temellerinin bulunduğunu gösterir.Ayrıca; Bir öğretinin anlatıldığı geometrik şekil, kendisinin doğal bir şekil olup olmadığını, normal ya da anormal bir şey olduğunu, uyumlu ve sağlıklı ya da birbirine girmiş uyumsuz bir yapıda olduğunu gösterir. Bir öğretinin bu geometrik yapısından, o öğretinin doğallık ve sağlık ölçüsü belirlenebilir.
- Bir hakikati yok etmek istiyorsan; ona iyi saldırma, onu kötü savun.
- Gelin dostlarım, Avrupa’yı terk edelim; bu iğrenç, maymunca Avrupa taklitçiliğine son verelim.
- Noel gecesi düzenlemek ve geceleri sabahlara dek tepinmekle Avrupalı ( “Medenî?” ) olunamaz.
- Bugünün medenisi geliyor, öldürüyor ve “Ben barış yapmaya geldim.” diyor..!
- Hıristiyan ve Yahudiler bir oldular, Müslümanlarsa yüz parça…
- Kimdir senin İsmail’in? Kendin bileceksin. Sevdiklerin olabilir, işin, rütben, mevkiin vs. olabilir. Eğer Allah’a yakın olmak istiyorsan, kendi İsmail’ini bulacak, onun yerine kurban keseceksin. Yoksa yalnızca adet olsun diye koyun kurban etmek, kasaplıktır.
- Zenci Bilal’in kalbinin fethi; Endülüs kıyılarının fethiyle yanyana düşünülemeyecek kadar büyüktür.
- Bir yerde yangın varken biri seni ibadet etmeye çağırıyorsa, bil ki bu bir hainin davetidir.
- Aşk ferman ettiğinde, imkansız teslimiyet başını öne eğer.
- Her yerde olan fakirlik açlık ya da açıklık değildir. Fakirlik para ve altına sahip olamama da değildir. Fakirlik, sahafta satılmamış bir kitabın üzerindeki tozdur. Fakirlik, kâğıt imha makinesında, gazete parçalayan bir bıçaktır. Fakirlik, arabanın camından dışarıya atılmış muz kabuğudur.
- Fakirlik yemeksiz geçirilen bir gece değildir, fakirlik “düşünmeden” geçirilen bir gecedir.
- Düşünme, itaat et diyenlere değil; düşün, sor, sorgula diyenlere kulak ver.
- Camide olup ayakkabılarımı düşünmektense, yolda yürüyüp Allah’ı düşünmeyi tercih ederim.
- Şimdiki köleler taksitle yaşayıp borçlu ölüyor.
- Sonradan ilahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin..
- Müslümanın tevhidi, filozof’un tevhidi, sufi’nin tevhidi ve kelamcının tevhidi yoktur. İbrahim’in tevhidi vardır ve bir de onu gerçekleştirmeyenlerin yolu.
- Bir Müslüman görürüz; sesini çıkarmaz, olup biteni dinlemez, hiçbir şey umurunda değildir; ama kendi düzeni ve tezgahı en küçük bir darbeye uğrasa feryadı arşa yükselir. Her gün yaşanmakta olan facialar onda, bir gazete haberi kadar bile merak uyandırmaz. ‘Allahım kereminle bizi…’ diye dua etmesinin ne etkisi olur? Bizi ne demektir?
- Tribünden gelen sesler süren savaşlardaki mazlumun sesini kısıyorsa, futbol afyondur!
- Benim inandığım din, fakirliği teşvik eden din değil, fakirliği küfre götürme ihtimali olan bir durum olarak kabul eden bir dindir. Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin en büyük öğrencisi Ebuzer şöyle demektedir: “evin bir kapısında fakirlik girdi mi, diğer kapısında çıkan din olur!“
- Ahirette daha iyi bir lokma geçmesi için bu dünyada elindeki lokmayı at!
- O kadar çok hadis rivayet ederler ki, Peygamber’in bunu söyleyebilmesi için gece gündüz durmadan bin yıl konuşması gerekir.
- Önce dini âdetleştirdiler, ardından âdetlere din diye sarıldılar.
- Toplum, adalet esasına dayanmıyorsa, hasta, sapmış ve geçici bir toplumdur. Yok, olmaya mahkûmdur.
- Tasavvufa bir bakınız! Allah’a âşıkane tapınmada özgür bir coşkuydu önceleri. Tek renklilik, riyasızlık, her türlü düzene, geleneğe, bağa, görünüşü ön plana çıkarmaya ve taassuba karşı bir başkaldırıydı. Sonra, bu aynı şeyler, yönetsel bir örgüt, yasal, resmi bir yapı olur. Sonra kurumlaşır ve tekke olur. Üniforma, özel bir nişan, belirlenmiş duruş ve tavırlar, şeyh, mürit, kutup, halife, başkan, genel müdür, binlerce ıvır zıvır! Yani hiç! Karmaşık, ruhsuz, hararetsiz ve hareketsiz büyük bir gövde!
- Şuursuz insan; sorumluluk duymaz, mesuttur. Ama şuuru üst düzeye çıktığı ölçüde çocuğuna, ailesine, şehrine, memleketine, bir bölgeye, üçüncü dünyaya sömürüye uğramış dünyaya karşı; insan cinsine karşı sorumluluk hissi duyar.
- Kim daha fazla insan ise, daha fazla dertli olur.
- Canlı toplum; tüm akılların düşündüğü, fikir ürettiği toplumdur.
- Zulme rıza gösteren, zalimin ortağıdır!
- Zulüm; takva elbisesine büründüğü vakit, tarihteki en büyük facia meydana gelir..!
- İşe yaramaz mollalar, kitap yüklü eşek gibidirler.
- Açlığın haykırdığı bir yerde ruhani sofradan söz etmek, sadece maddi hayata değil, ruhani maneviyatçılığa da ihanettir.
- Herkesin hakiki vatanı doğduğu yer değildir, kültürüdür.
- Bugün biz inanıp inanmamaya değil, tanımaya, bilmeye muhtacız.
- Tevhid dininin gereği, Allah dışındaki her güce “hayır” demektir.
- Ey ebedî sığınak! Sığınılacak hiçbir yer kalmasa da sığınak olarak, sen yetersin..
- Hayatında bir “niçin” i olan kimse bütün “nasıllarla iyi geçinebilir” .
- Hayatın sırrını mı arıyorsun? Onu ancak didinip, çabalamakla bulursun. Irmağın suyunu denizde aramak ayıptır.
- Tercüme edilmiş bir düşünceyle aydın olunmaz. Bu olsa olsa tercüme aydını olur!
- Yalanın maslahat adını aldığı; riyanın akıl, korkunun zekilik kabul edildiği, en kutsal inançlar ve en yüce ahlaki değerlerin laftan ibaret kaldığı, gösteriş için kullanıldığı, çıkarlar öyle gerektirdiğinde referans alındığı veya makam sahibinin başarısı ve yükselmesi için ya da amirine övgü ve dalkavukluk sırasında kullanıldığı bir toplumda hiç kimse hiç kimsedeki hakikat ve doğruya inanmaz!
- Hastalığın senin içindedir ama bilmiyorsun! Şifan da senin içindedir ama görmüyorsun!
- Bilgili insan, asla ölmez! Bedeni toprağın altında çürümüş bile olsa, bilgin hayattadır. Hayatta olup; yiyip-içip, yürüyebilen insanlar var ki bunlar asıl ölülerdir.
- “Çağdaş insan” için temel sorun, insanın kendisidir.
- Aslında peygamberler insanların araştırıcı olmalarını sağlamak için gelmişlerdir. Ama insanlar, tam tersine eşekliklerinden suskun suskun, sakin sakin otladılar.
- Ramazan bitince (iftardan sonra) düşüncen, ahlakın, özelliklerin ve yolun hiç değişmedi. Üstelik Ramazan ayında dahi aç kalmak dışında işinde, eylemlerinde hiç değişiklik olmadı. Senin orucun, yemek vakitlerini değiştirmekten ibarettir.
- Bir toplumda ne kadar çok kutsallık varsa; bilin ki arkasında o kadar çok zulüm vardır. İnsanı ve insanlığı kutsal saymayan toplumlar, daima zulümle boğulurlar.
- Tabiatın bu büyük “mesnevi” sinde yarım kalmış bir “mısra” yız. Var oluşumuz, bir “beyit” olmayı beklemektedir.
- Haram lokma yerken besmele çekenlerden tiksindim…!
- Tarih boyunca din, dinsizliğe karşı değil; bilakis dine karşı savaşmıştır.
- En şaşalı otellerde kalarak, en pahalı turlarla yolculuk yaparak ve bir milyon Müslüman arasında hepsinden daha seçkin ve daha ayrıcalıklı olarak mutlu bir hac ibadeti ifa eden kişi, inançta İbrahim, davranışta Nemrut gibidir.
- Sahte “din” le, uyuşuklukla, statükoculukla; gerçek din, canlılık ve devrimcilik arasındaki mücadele insanlık tarihi boyunca sürmüştür ve sonuna kadar da sürecektir. Kabil’in silahı “din” di, Habil’in silahı da “din” di. Bu yüzden dinin dine karşı yürüttüğü mücadele de insanlık tarihinin demirbaşlarındandır. Bir tarafta Allah’a ortak koşan, toplumda şirke ve sınıf ayrımına gerekçe hazırlayan “şirk dini” , öbür tarafta da Allah’ın birliğini, bütün sınıfların ve ırkların eşitliğini savunan “tevhid dini” . Kabil ölüp de “Habil düzeni” yeniden kurulana kadar bu devam edecektir.
- “İnsanlar” paranın peşinden o kadar hızlı koşuyor ki, “ahlakın” arkadan yetişmesi mümkün değil..
- Bilgisizliğin hakim olduğu bir çağda ‘’bilmek’’ suç sayılıyordu.
- Beşerin tarihini okuduğunuzda görürsünüz ki ‘’Beşer Budalalıkları Tarihi‘’ , ‘’Beşer Bilinci Tarihinden‘’ daha zengin ve daha ilgi çekicidir. Her zaman böyle olmuştur, bugün de böyledir.
- Ey sözde aydın kardeşim! kur’an’ı avamın bildiği gibi bilmemeli, onların anladığı gibi anlamamalı. Onu bir kitap gibi açmalı, okumalı, düşünmeli ve tarihteki etkisini araştırmalı. İşte o zaman bu kitabın düşünce, özgürlük, adalet, güç ve kudret kitabı olduğu anlaşılacaktır.
- Şuursuzluk, şerefsizlik kadar suçtur!
- Kişiliksiz, soysuz, uşak ruhlu ve mayasız bir birey; daima ruhsal eksikliğini yakınlaşma, dalkavukluk ve taklitle doldurur.

- Eğer din ölümden önce bir işe yaramazsa, ölümden sonra hiçbir işe yaramayacaktır.
- Ebedi dostlarım, kitap ve kalem…
- Ne temiz ve değerli bir arkadaş! İnsanla kitabın arkadaşlığı…
- Yalnızlık, kitap ve kalem. benim bu üç ruh, üç hayat ve üç dünyamı hiçbir zaman hiç kimse benden alamayacak..
- Eğer İslam peygamberinin bir heykelini yapmak isteseler, bir elinde kitap bir elinde de kılıç olmalıdır.
- Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim, ben rahatları rahatsız etmek için geldim!
- Okuyun, diyor okuyun. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor..
Anne, baba! Senin namazın sürekli tekrarlanan bir tür sportif hareketlere benziyor. Hiçbir ahlaki etkisi, ameli düzeltme ve sağlıklı bir neticesi olmayan bir şey! Sabah, öğlen, akşam hep aynı şeyi yapıyorsun, ancak ne yaptığın hareketlerin ve okuduğun şeylerin anlamını biliyorsun ne de namazın esas felsefesinden, hikmet ve hedefinden haberin var. Sen diyorsun ki “namaz kılmak Allah’la konuşmaktır“ . Düşün şimdi, bir kimse muhatabıyla konuşuyor ancak kendisi ne konuştuğunu anlamıyor. Bu nasıl bir şey?
- Ben esrar ve eroin miyim ki herkesi rahatlatayım? Ben yazılı cevapları olanlardan değilim. Eğer birisi gerçekten bir hizmet yapmak istiyorsa, rahat insanları rahatsız etmeli, suskunları konuşur, uysalları hareketli hale getirmeli, donuk insanlar arasında mücadele çıkarmalıdır.
- Bu dünyası olmayan dinin, öteki dünyası da yoktur.
- İnsan olmak bir niteliktir. Bu yüzden azalıp çoğalabilir… Kim daha fazla insansa, daha fazla dertlidir.
- Kendi adına değil, Allah adına! Siyaset adına değil, hakikat adına!
- Ey Muhammed getirdiğin dini öylesine bozdular ki, artık sen bile tanımakta zorlanırsın!
- Çağdaş dünyamızda artık toprağa, kana, devlete, ırka, bayrağa ve şahıslara tapılıyor.
- Yalnızlık, asrın en büyük trajedisidir.
- Eleştirinin olmadığı yerde, putçuluk başlar.
- Düşmanlık ile tarafsızlık dışında üçüncü bir yol var. o da fikri sorumluluktur. Bu, muhtaç olduğumuz bir şeydir.
- Tüketicilik, insanın sürekli olarak kendi ömründen harcadığı taksitli bir hayat. Geçmişteki tüketimi karşılamak için daima geleceği satmak. Mademki satın alma gücüm yok, mademki zorunlu olarak bazı şeylere muhtaç kılındım ve mademki param yoktur, öyleyse ömrümün kalan yıllarını satayım. İşte modern kölelik ve işte kölelerin özgürlüğü.
- Müslüman olamıyorsanız, Marksist olunuz.
- Ey özgürlük! Kutlu özgürlük! Seni tahta oturtmak istiyorum. Ey Özgürlük! Seni çok seviyorum.
- Senin dinin, sadece seni kurtaran bir dindir. Ben ise insanlığı kurtaracak ve uğrunda feda olacağım dinin peşindeyim.
- Tarih boyunca her zaman din ile din çarpışmıştır, yoksa hiçbir zaman bugün anladığımız anlamıyla din ile dinsizlik savaşı görülmemiştir.
- Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur. Bunlar olmadan kılınan namaz, tutulan oruç, gidilen hac, kesilen kurban, ihya edilen kandil geceleri, ziyaret edilen türbeler vesaire Ebu Cehil ‘in hacılara su verip de yetimi ve yoksulu görmemesi gibi yalandır, afyondur.
- Fatıma Hatice’nin kızıdır, Fatıma Muhammed’in kızıdır. Fatıma Ali’nin eşidir, Hasan ve Hüseyin’in annesidir. Hayır! Bütün bunlar doğrudur ve bunların hiçbiri Fatıma değildir. Fatıma Fatımadır..!
- Her toplumda, her dönemde ve her kesimde mevcut bulunan yönetim biçimi mevcut bulunan dine karşı duruşu şöyle olmuştur: İnsanoğlunun fıtratında var olan halkın dini inançlarını ve duygularını istismar ederek mevcut durumu meşrulaştırmak ve kitabına uydurmak.
- Dünyada en değerli ve en kutsal şeyler, hatta iman ve aşk dahil her şey, “gösteriş” fecaatiyle karşı karşıyadır.
- Bence adalet arayan, özgürlükçü ve mazlum halk kitlelerinin kurtuluşunun peşinde olan düşünürlerin, on dokuzuncu yüzyılda materyalizme ve din karşıtı mücadeleye sürüklenmelerinin sebebi, bilimsel araştırmalar da değildi. (çünkü modern bilim araştırmacıları, materyalizme inanmamaktadırlar.) Tersine Kilise ve egemen sınıfın siyasal ve ekonomik yönlerinden birini oluşturan din yetkililerinin halk karşıtı yönlendirme ve uyuşturma rolü; halkı sömürme, istismar etme, ezme, durgunlaştırma ve parçalamayı koruma ve yönlendirme için egemen sınıfın mümessiliydi. Her halükarda materyalizm, özel felsefi bir okulun teorik bir inancıdır. Hâlbuki sosyalizm bir insani ideal, bir hayati zarurettir.
- Sadece devletin konuşma hakkına sahip olduğu bir memlekette, hiçbir söze inanmayın.
- Kadın insani bir ülküye kavuştuğunda ve bedeni dışında daha kutsal, daha değerli ve daha yüce manevi ve insani ülkü, bilinç, sorumluluk, ilim ve değerlere sahip olunca; bunlar onun var olduğunu ispat ederler. dolayısıyla artık onu tesettüre zorlamaya, onu baskı altında tutmaya, ona küfretmeye, her zaman cehennem, cennet, melek, azap vs. ile kokutmana gerek kalmaz. aksine onun kendisi, artık tabii bir şekilde (onun fıtri ve psikolojik tepkisi budur) böyle bir şeyi şanına yakıştırmaz. zira bedenden daha üstün olan fikir güzelliği kazanmıştır. düşünce güzelliğine sahip olan bir kimse, daha bedenin güzelliğini açığa çıkarır mı?
- Eğer kadın; “aciz” , “zavallı” , “zayıf” ve “aklı noksan” olmuşsa bu, erkeğin günahıdır.
- Keşke hepten cahilin teki olsaydım da kurtulsaydım kendimden..
- İslam, toplum, tarih ve bireyin kaderinin kaynağı, ana sebebi ve doğrudan sorumlusu olarak Nietszche’nin deyimiyle seçkinleri değil, Eflatun’un deyimiyle Aristokratları, Carlyle ve Emerson’un deyimiyle büyük şahsiyetleri ve faşistleri değil, Alexis Carrel’in deyişiyle ne temiz kanlıları, ne ruhanileri, ne entelektüelleri, ne âlimleri, doğrudan halkın kendisini kabul eder.
- Eğer sakalı dinî bir sembol olarak görecek olursak, o zaman tüm Amerikan hippileri bir numaralı muttakiler olurlardı!
- “Tek hurmayla beslenen peygamber” ve “yamalı cübbe giyen Ömer” hikayeleriyle halkı kandırıp, kendileri için saray ve villalar inşa ettiler.
- Eğer sosyalizmin inşa ettiği, sınıfsal tabakalaşmanın olmadığı bir toplumda, kapitalizmin sınıfsal yapısı yıkılıp bunun yerine dünyanın çirkefliğini ve burjuva ahlakını işçi sınıfına ve köylülere de yayarak, burjuva sınıfı yerine bir anti burjuva toplumu keyfine ve şehvetine düşkün bir toplum- inşa edilecekse; o zaman mevcut sınıfsal sisteme uyulsun, daha iyi.
- Zulmeden dindardan daha kötüsü, zalim “bizdendir” diye susan dindardır.
- Gelenek adına dayatılan, eskilerden tevarüs eden kültürün İslam ile bir ilgisi yoktur, bunlar ataerkil toplum yapısının kalıntılarıdır. Hatta kölelik döneminden kalma geleneklerdir. Bugün Batı’dan gelenler de ne bilimdir ne insaniyettir ne özgürlüktür ne de kadına saygı temeli üzerine kurulmuştur. Aksine bunlar, burjuvazinin uyuşturucu ve yozlaştırıcı aşağılık güçlerinin rezil hileleridir.
- Sevenlerden söz etsem olmuyor; düşünenlerden söz etsem de olmuyor, yazdıkça yazsam da olmuyor, hiç yazmasam da olmuyor, söylesem de olmuyor, sessiz kalsam da olmuyor, bunu açıklasam da olmuyor, açıklamasam da olmuyor, suskun dursam da olmuyor, olmuyor, olmuyor!
- Dinin; dinsizliğin, sporun, sanatın, eğitimin, bilimin, okuryazarlığın, hayrın, şerrin herşeyin istismar aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Çünkü bunlar; zihni bu acil haklardan yana iğfal etmek, kimi isterlerse istismar etmek için, herkesin tipine göre bir istismar aracı seçmektedirler. Her kimin neye karşı ilgisi varsa, o kişiyi hemen o işin peşine gönderirler! Bir takım insanlar duayla oyalanırlar, kimileri sporla avunurlar!
- Dün komşumuz açlıktan öldü, bugün cenazesinde kurban kestiler..
- Hz. Peygamber sadece iki eli öpmüştür: Biri kadının eli, diğeri işçinin eli. İşte çalışmanın İslam’daki kutsallığı! Oysa hem kadın, hem de işçi bütün düzen, uygarlık ve kültürde zillet, hakaret ve yoksulluğun alabildiğine üzerlerinde odaklaştığı insan simalarıdır. Bunların elini öpmek.. İşte her yerde horlanan bu insanların elini öpüyor Peygamber!
- Kadın, din adına, gelenek adına ve Fatıma’ya benzemek adına perdenin arkasına itilerek hayattan soyutlanmıştır. Bu bahanelerin hepsine de kılıf uydurulmuştur. İffet adına, namus adına ve Kadın çocuklarının eğitiminden sorumludur. bahanelerine sığınılarak yapılmıştır bütün bunlar. Anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Geri kalmış, yeteneksiz, bir tahtası eksik olan; okuma, eğitim, öğretim, tefekkür, kültür, medeniyet ve toplumsal terbiyeden yoksun olan bir kişi; nasıl olur da yarının nesillerini eğitmeye layık olabilir?
- Modern felsefe ve sanattaki boşunalık ve absürtlük, absürt tiyatro, absürt felsefe ve dünya görüşü” absürt bir hayatın boş ve anlamsız insanından” kaynaklanmaktadır. Çünkü sosyal hayatın içinde, yaşamak adına hiçbir uğraşısı, yükümlülüğü, işi, emeği, sıkıntısı ve sorumluluğu olmayan insanın hayatı da boş ve tekdüzedir.
- İnsan, hayatı boyunca kazandıkları ölçüsünde değil, aksine kendisinde hissettiği ihtiyaçlar ölçüsünde insandır. Her insanın yücelik ve olgunluk seviyesini, duyduğu ihtiyaçların yücelik ve olgunluk derecesiyle, kendinde duyduğu eksikliklerle tamı tamına ölçmek mümkündür.
- Sabahları dua edip akşama kadar bir vahşi gibi yaşayanlar, duanın etkilerini kendilerinde hiçbir zaman bulamazlar.
- İnsan, hayatı boyunca kazandıkları ölçüsünde değil, aksine kendisinde hissettiği ihtiyaçlar ölçüsünde insandır. Her insanın yücelik ve olgunluk seviyesini, duyduğu ihtiyaçların yücelik ve olgunluk derecesiyle, kendinde duyduğu eksikliklerle tamı tamına ölçmek mümkündür.
- Allah’ım! Bana ölüm anında, yaşamak için geçip giden anın ürünsüzlüğüne hayıflanmayacağım bir hayat ve boşunalığının yasını tutmayacağım bir ölüm ihsan et. Bırak, izin ver onu ben, kendim seçeyim; ama sen nasıl razı olacaksan öyle.
- İslam’da dua, çalışmanın ve sorumluluğun yanında değil, aksine sorumluluğunun yerinde getirilmesinden sonra, sıkıntı çekme, çabalama, cihat etme ve sabır göstermenin devamında yer alır.
- Dindar bir toplumu ancak din adına, din alimleri kandırabilirdi ve öyle de oldu..!
- Genellikle düşünmek, çabalamak, cihat etmek, mücadeleye katlanmak, zorluklara ve güçlüklere göğüs germek, bireysel ve toplumsal hayatın sorumluluğunu üstlenmek yerine dua edilebileceğini zannetmekteyiz. Bundan dolayı kelimenin yaygın anlamıyla dua, dua eden bireyin çalışarak, çaba göstererek, eziyet ve sıkıntı çekerek elde etmesi gereken şeyleri tembelliği ve acizliği yüzünden Tanrı’dan dilemesi haline gelmiştir.
- Hiçbir diktatörün elinde tutsak olmak istemiyorsan sadece bir şey yap: Oku, oku ve daha çok oku!
- Yaşamak zalimlik, zulme boyun eğmek, bencillik, aristokratlık, yığıcılık, zorbalık ve lüks düşkünlüğüdür. Toplumsal ve insani ilişki ise vurmak ve yemek, emmek ve emilmektir. İnsanlık felsefesi de olabildiğince lezzet, olabildiğince servet, olabildiğince şehvet ve olabildiğince güçlenmektir. Her şey döner dolaşır, kendine tapınmaya geri gelir; her şeyin ve herkesin ego için, aşağılık kaba ve haris ego için kurban edilmesine çıkar bütün yollar.
- Şehitlik diye sorgusuz cennete gidilecek bir makam gerçekten olsaydı, zenginler o makamı fakirlere bırakmazdı.
- Yarının düşünceleri, yarının edebiyatı ve yarınımızın aydınlarının görüşleri artık dinden uzak durmayacaktır. Din kabristandan şehre gelmiştir. Temiz türbelerin çevresinden ayrılıp hayatın içine, çarşının dibinden çıkıp üniversitenin kalbine girmiştir. Din, bir yararı bulunmayan alışılmış şiirler, sloganlar, dualar, senalar, figanlar ve tekrarın tekrarı belirsiz zikirler dizgesi olmaktan kurtulup, coşkun, harekete geçirici, yapıcı ve bilinçlendirici bir iman olmuştur.
- İyi arkadaş yalnızlıktan, yalnızlık kötü arkadaştan iyidir.
- Yanlış yolda gitmiş olan biri, doğru yol yürürse, doğru yolu doğru yolda yanlış yürüyenden daha tez bulabilir.
- Vurdumduymazlık, hurafeler, cehalet, meskenet, zillet, şirk, zihinlerin kokuşması, şuur felci, ruh hastalıkları, kişilere tapma, zulmün ve fitnenin yaygınlığı canına tak mı dedi; bunlardan kurtulmak mı istiyorsun? Öyleyse, durma git ve Muhammed’in, Ali’nin ve Fatıma’nın kapısını çal; onlar sana kurtuluş yolunu göstereceklerdir.
- “Din” , “para” tarafından beslendiği müddetçe; din, paranın hizmetinde olacaktır.
- Sen yağan karın romantik oluşundan, ben sokaktaki çocuğun üşüyen ayaklarından bahsederim. İkimiz de şair oluruz..
- Ütopya, herkesin zihninde beslediği, gönlünde arzuladığı, insan toplumunun o şekilde biçimlenmesinin telaşında olduğu ideal bir toplumdur. Bütün felsefeler, dinler ve insanlar, zihinlerinde mutlaka bir ütopya taşırlar. Cennet, bir dinin zihninde Medine-i fazıladır. Eflatun’un ütopyası, çağının aristokrat ve düşünür Yunanları için Medine-i fazıladır.
- Unutmamalı ki; insan kalabalıkta esir olur, yalnızlıkta özgürlüğü bulur.
- Toplumu tanımalısın. Dinini kavramış olmalısın, inançlarını bilmiş, tanımış olmalısın; ondan sonra mücadeleni başlatmalısın. Fakat şimdi sen öyle şeylere dayanıyorsun ki, o, kendi dininde onun zıddını görüyor ve senin perişan, duygularının karışık olduğunu anlıyor.
- Toplum değişiyor, insanlar değişiyor, dünya değişiyor. Kalıplaşmış düşünceler değişmiyor.
- Kendini bilen, Rabbini bilir.
Ali Şeriati / Vikisöz

Ali Şeriati’nin erken dönemlerinde anti-emperyalist fikirler çerçevesinde Marksist etkiler görülmektedir. Üniversite eğitimi yıllarında Batı düşüncesini öğrenen Şeriati, aynı zamanda Mevlana’dan da ciddi bir biçimde etkilenmiştir. Öte yandan onun özellikle İslam düşüncesine yaklaşımında İkbal’in etkisi çok belirgindir. Çağdaşı pek çok isim gibi Marksist düşünceden etkilenmiş ve eserlerinde bu etkiyi klasik İslam düşüncesi ile harmanlayarak yeni bir düşünce üretme çabası içinde olmuştur. Modern dönemdeki ihyacı düşünürler arasında sayabileceğimiz Şeriati geleneksel Şii düşüncesine kapsamlı eleştiriler yöneltmiştir. Bu eleştirilerinden ötürü günümüzde İran’da pek öne çıkarılmayan Şeriati’nin düşünceleri Türkiye’de de bir kuşak İslamcıların üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. İran İslam devriminin içindeki yeri dolayısıyla onun siyasi idolojik yönü daha fazla öne çıksa da Şeriati bir sosyal teorisyen olarak değerlendirilmeyi hak edecek nitelik ve derinlikte bir külliyat ortaya koymuştur.
Şeriati’nin ana uğraşını toplumun kuruluşu üzerine teoriler geliştirmek oluşturmaktadır. Şeriati, bunu yaparken işe modern toplum düşüncesinin tahrip ettiği ontolojik temelleri yeniden gündeme getirerek başlamaktadır. Akabinde buradan hareketle bir insan ve tarih görüşü inşa etmektedir. Onun insan görüşü insanın cüzi iradeye sahip özgür bir varlık olduğu fikrine dayanmaktadır. Şeriati insanın özgür bir varlık olarak tarihi inşa etme kapasitesine ve sorumluluğuna sahip bir varlık olduğu fikrini temele alarak bir tarih teorisi kurar. Onun tarih teorisi, Hegel’inki gibi kaderci, Marx’ın ki gibi determinist, Comte’unki gibi salt insan merkezli veya Spengler’in ki gibi muğlak döngüsel değildir. Şeriati tarih görüşünü insanın Tanrı ile temasını sağlayan peygamberleri eksene alarak geliştirilmiştir. Bu görüşte irade sahibi özgür ama bir başına bırakılmamış bir varlık olarak insanın kurduğu bir tarih ve toplum söz konusudur. Bu teoride insanlar ve toplumlar arası münasebetler inşa edici bir kategori olarak bireysel sorumluluk ahlakının etrafında şekillenmektedir. Böylece Şeriati esasında kendine mahsus bir tarih ve toplum teorisi olan bir sosyal teorisyen olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şeriati temelde bir modern toplum eleştirisi olarak okunabilecek düşünsel macerası boyunca esasa dair eleştirileri ortaya koymayı bir vazife bilmiştir. Bu sebeple eleştirilerini gündelik hadiselerden ziyade bu hadiselerin arka planını teşkil eden görüşlere yoğunlaştırmıştır. Şeriati’nin modern topluma dair eleştirilerinin odağını modern insanın tanrı ve tabiatla ilişkisindeki sorunlar oluşturmaktadır. Ona göre insanın tanrı ile bağı koptuğunda tabiatı tahripkâr bir biçimde kontrol etmeye yönelmekte ve toplumu da tahakküm ekseninde oluşturmaktadır. Bu çerçevede Şeriati en belirgin örneklerinden birisi şarkiyatçılık olan toplumlar arası ve insanlar arasındaki yatay düzlemdeki tahakkümün ortadan kaldırılabilmesi için dikey düzlemde insan ile tanrının ilişkisinin yeniden ele alınmasını önermektedir. Onun İslam düşüncesine yaslanarak geliştirdiği çerçeveler, şarkiyatçılığın garbiyatçılıkvari karşı bir tahakküm üretmeksizin aşılabilmesi için önemlidir. Şeriati özellikle Medeniyet Tarihi isimli eseriyle yukarıda dile getirdiğim gibi şarkiyatçılığın aşılabilmesi için Batı düşüncesinin sınırlarını aşmak gerektiğini ortaya koymuştur. Bu eserinde batılı ilerlemeci antroposentrik tarih fikrine karşı tanrı ile iletişim halinde bir insan fikrini geliştirmiştir.
Ancak onun eserlerinde zaman zaman teorik bütünlüğü zedeleyen çeşitli unsurlar olduğu da not edilmelidir. Özellikle cevap vermeye çalıştığı modern düşünce hakkındaki bilgilerinin ve dünyanın mevcut problemlerinin tanımlanması ile ilgili fikirlerinin kaynakları zaman zaman onun düşünsel bütünlüğünü kaybetmesine neden olabilmektedir. Şeriati bu bağlamda çağdaş eleştirel Marksizmden çok ciddi bir biçimde etkilenmiş bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle dünya siyasetinin iki kutuplu yapısı, sömürgeci tahakküme karşı çıkış onu çeşitli biçimlerde Marksist fikirlere yaklaştırmaktadır. Okuyucuları ve takipçilerinin onun düşüncesindeki bu siyasi kısımları, teorik görüşlerinden daha fazla gündeme getirmiş olmaları da bu bütünlük sorununu daha fazla artırmaktadır.
Şeriati’nin çağdaş düşünceye çok önemli katkıları söz konusudur. Her şeyden evvel O, İslam düşüncesinin sadece Müslümanları ilgilendiren partiküler ve tarihsel bir düşünce olmadığını, aksine günümüz toplumlarının yaşadığı temel sorunlara çözümler üretmede halen geçerli alternatif ve canlı bir düşünsel sistem olduğunu ortaya koymaya çabalamıştır. Onun hem tutucu gelenekçilerle hem de değişimci modernistlerle karşı karşıya getiren, dolayısıyla her ikisinin de eleştirilerine muhatap kılan bu tavrın günümüzde yeterince dikkat çektiğini söylemek güç görünüyor. Şeriati İslam düşüncesini yeniden evrensel bir sistem haline getirmede önemli roller üstlendi. Ancak ömrü bu arayış ve eleştirilerini sistemli bir düşünceye dönüştürmesine yetmedi. Bugün Şeriati’nin kaldığı yerden devam etmek isteyen birisi, evvela İslam düşünce birikimine onun yüklediği anlam ve misyonu takdir etmesi gerekir.
Şeriati’nin yeterince dikkat çekmemiş bir diğer yönü ise geliştirmeye çalıştığı adalet eksenli toplum teorisidir. Onun hem makro hem de mikro düzeyde çağdaş dünyada gözlemlediği yapısal ve süregiden adaletsizlikleri eleştirerek geliştirmeye çalıştığı toplum teorisi tahakkümü ve eşitsizliği dışlayan bir sistem öngörür. Küreselleşme süreci ile birlikte Müslüman dünyada adalet ve eşitlik fikirlerinin yerini gittikçe kalkınma fikri almıştır. Sosyal adaletçi düşünce tüm dünyada gerilere çekilerek yerini liberal nosyonlara bırakmıştır. Bu gelişmeler Şeriati’nin düşüncesinde güçlü bir yere sahip olan “adil bir toplum” fikrinin dahi belirsizleşmesine yol açmıştır. Bugünlerde Şeriati’nin bu yönüne olan ilgi artsa da onun adil toplum fikrinin yeterince geliştirildiğini söylemek güç görünüyor.
Şeriati kendisiyle aynı dönemde benzer meselelerle ilgilenen Muhammed İkbal, Frantz Fanon, Malik Bin Nebi ve Aliya İzzetbegoviç gibi düşünürlerle aynı kaderi paylaşmaktadır: Siyasal görüşleri çok fazla dikkat çekerken teorik yanları hep gölgede kalmıştır. “Ben rahatları rahatsız etmek için geldim” diyen Şeriati kendi kuşağı içinde dünyada meydana gelen olaylar ve gidişat hakkında derinlikli bir bakışa sahip olan öncü bir aydın olarak karşımızda durmaktadır.
Öne Çıkan Eserleri
- Dine Karşı Din
- İnsanın Dört Zindanı
- Hacc
- Medeniyet ve Modernizm
- Muhammed Kimdir
- Medeniyet Tarihi
İSLAM DÜŞÜNCE ATLASI


Nelson Mandela’nın Yaşlanınca Pişman Olmamak İçin Genç Yaşta Bilinmesi Gereken Hayat Dersleri

- Ben acı çekmedim. Günü yaşamanın önemini ve yarını çok düşünmemek gerektiğini öğrendim.
- Bu ideal uğruna ölmeye hazırım.
- Mücadele benim hayatımdır.
- Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir.
- Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok. Ruhunuzu satmayın yeter.
- Hayattaki en büyük zafer hiçbir zaman düşmemekte değil, her düştüğünde ayağa kalkmakta yatar.
- Yapılana dek, her zaman imkansız gözükür.
- Düşmanınla barış yapmak istiyorsan, onunla beraber çalışmalısın. Sonra arkadaş olacaktır.
- Büyük bir tepeyi aştığında insanın bulacağı şey, daha aşılacak çok tepelerin olduğudur.
- Kendi korkularımızı özgürleştirdiğimizde, varlığımız otomatik olarak başlarını özgürleştirir.
- İyi bir kafa ve iyi bir kalp, her zaman zorlu bir kombinasyondur.
- Biz beyazlara karşı değiliz, beyazların üstünlüğüne karşıyız.
Vikisöz

Nelson Mandela’nın Yaşlanınca Pişman Olmamak İçin Genç Yaşta Bilinmesi Gereken Hayat Dersleri
Nelson Mandela, Güney Afrika’nın seçimle iktidara gelen ilk siyah başkanıdır. Devlet başkanı olmadan önce, 1964 yılında 46 yaşındayken ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış ve 27 yıl hapis yatmış, 1993 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş, 10 Mayıs 1994 tarihinde Güney Afrika’nın ilk siyahi devlet başkanı olmuştur.
Mandela, 1918 yılında Güney Afrika’nın Doğu Cape eyaletinde küçük bir köyde doğmuştur. Dedesi Thembu aşiretinin kralı, babası ise kabile şefidir. Güney Afrika’da aşirette çağrıldığı takma adla “Madiba” diye bilinmektedir. Rolihlahla Dalibhunga adıyla doğmuş; öğretmeni kendisine, İngilizce “Nelson” ismini vermiştir. Annesi Hristiyan Metodist mezhebine bağlı olduğundan, Metodist yatılı okullarda okuduktan sonra Güney Afrika’da siyahların öğrenim görebildiği tek üniversitede hukuk eğitimi görmüştür. Öğrenimini tamamladıktan sonra ilk avukatlık bürosunu, ortağı Oliver Tambo ile beraber 1952 yılında Johannesburg’da açmıştır.
İlk eşi Evelyn Mase ile 1944 yılında evlenmiş, üç çocuk sahibi olmuş ancak 1957 yılında boşanmıştır. Siyasal Yaşamı Güney Afrika Cumhuriyetinde 1950’li yıllara gelindiğinde ırk ayrımcılığı etkisini göstermeye başlamış, Nelson Mandela, Afrika Ulusal Kongresi’nde etkin rol almıştır. Militanca bir örgütlenmeyi savunan Mandela, defalarca tutuklanmış ve siyasi faaliyetlerde bulunması yasaklanmıştır.
Yerli halkın beyazlara karşı hak mücadelesini savunan Afrika Ulusal Kongresi’ne (ANC) ilk kez 25 yaşındayken ve eylemci olarak 1943 senesinde katılmış, daha sonra ANC Gençlik Kolu’nu kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. 1944 yılında Afrika Ulusal Kongresi’ne katılmış, 1956 yılında Vatana ihanetle suçlanmış, daha sonra suçlamalar düşürülmüştür. 5 Ağustos 1962 tarihinde tekrar gözaltına alınmış ve sabotajdan suçlu bulunmuş, beş yıl hapis cezasına çarptırılmış, 1964 yılına gelindiğinde ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış, 28 yıl hapis yattıktan sonra 1990 yılında serbest bırakılmıştır.
Mandela, 10 Mayıs 1994 tarihinde Güney Afrika’nın ilk siyah cumhurbaşkanı seçilmiş ve 1999’da Cumhurbaşkanlığından kendi isteğiyle ayrılmıştır.
Nelson Mandela 1993 yılında Nobel Barış Ödülüne layık görülmüştür. Nelson Mandela, görevden ayrıldıktan sonra Güney Afrika’nın en üst düzey elçisi olarak görev yapmış ve HIV/Aids’e karşı kampanyalarda yer almış, ülkesinin 2010 Dünya Futbol Kupası’na ev sahipliği hakkını kazanması için çaba harcamıştır. 2001 yılında prostat kanseri teşhisi konulmuş, hastalığına rağmen Kongo Demokratik Cumhuriyetinde, Burundi’de ve diğer Afrika ülkelerinde barış müzakerelerinde yer almıştır. 2004’te 85 yaşına bastığında ailesine ve dostlarına daha fazla zaman ayırabilmek için kamu yaşamından çekildiğini açıklamıştır.
Nelson Mandela ve Birleşmiş Milletler Birleşmiş Milletler’in (BM) her yıl düzenli olarak New York’taki Genel Merkezi’nde gerçekleşen BM Genel Kurulunun 25 Eylül 2018 günü başlayıp 5 Ekim 2018 tarihinde son bulacak olan 73. oturumu Nelson Mandela’ya adanmıştır. 2018 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, küresel sorunlara barışçıl çözüm, verem hastalığı, diğer bulaşıcı hastalıklar ve küresel iklim değişikliği gündemi toplanacaktır. Güney Afrika barış sürecinde hayati rolü olan Nelson Mandela’nın hayatı, ırkçılık karşıtı mücadelesi ve küresel barışa olan katkısı konuşulacaktır. Nelson Mandela 1994 yılı Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ırkçılık karşıtı tarihi bir konuşma yapmıştır. Mandela Güney Afrika barış sürecine katkısının yanında ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı mücadeleye ömrünü adamıştır.
Nelson Mandela: The Myth and Me “Eğer onları affetmezsek, kırgınlık ve intikam duyguları hep var olacaktır. Biz ise, geçmişi unutalım, şimdiye ve geleceğe bakalım ama geçmişte yaşanan acımasızlıkların da bir daha yaşanmasına asla izin vermeyelim diyoruz.”
hukukbook



İster mermi kullansın, ister oy pusulası, insan iyi nişan almalı. Kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı.

Sıkıntıdan Daha İyi Bir Şey Yoktur. I Malcolm X Bilge Sözleri – Hayatınıza Yönelik Pusula Sözler

- Vatanseverlik sizi gerçekleri göremeyecek kadar kör etmemeli. Yanlış, yanlıştır; kim yaparsa yapsın, kim söylerse söylesin.
- Benim hiç tahammül edemediğim kimseler, saat kullanmayan kimselerdir; çünkü bu tip insanlar zamanın farkında olmazlar. Her işimizde, zamana verdiğimiz değer ve duyduğumuz saygıdır başarıyı ya da başarısızlığı belirleyen.
- Almanya’da Hıristiyanlık yaşıyor olsaydı, o altı milyon Yahudi de yaşıyor olacaktı.
- Tarihi değiştirebilenler, ancak ve ancak insanın kendisi hakkındaki düşüncesini değiştirmeyi başarabilmiş olanlardır.
- Bugünün hızlı dünyasında tefekküre ya da derin düşünceye yer yok. Bir mahkûmun iyiye kullanabileceği bol vakti oluyor. Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversitesiden sonra hapishanedir. İnsan teşvik edilirse hapishanede hayatını değiştirebilir.
- Bir insan bir kere hapse düştü mü, artık ne kendini aynı gözle görebiliyor, ne öteki insanları. İşleri tıkırında giden dışarıdaki o ‘namusu-bütünler’ içeri girip çıkmış birisine burun kıvırıp geçerler. Ama o ‘namusu-bütünler’ bir bataklığa saplansalar, içeri girip çıkmış birisi onlara daha onurlu davranır.
- İnsanlar tek kitabın bile bir insanın hayatını değiştirmeye yetebileceğini bir türlü anlamıyor.
- Evet, ben aşırı bir adamım. Bakın, şu Kuzey Amerika’daki siyah ırk aşırı derecede kötü bir durumda. Siz bana aşırı durumda olmayan bir tek siyah adam gösteriniz ben de size onun psikiyatrik tedavi altına alınması gerektiğini kanıtlayayım!
- Bütün zenciler öfkelidir, ama ben hepsinden de öfkeliyim.
- Dinlemesini bilmek de bir sanattır. Birisi konuşurken onun sesinin akışını can kulağıyla dinlerim. Samimiyetini anlıyorum böylece.
- Amerika’nın tek umudu bu genç Beyazlar ve tabiî genç Siyahlardır. Onlardan başka hepimiz bir yalanın içinde yüzüp gidiyoruz işte.
- Öyle sanıyorum ki, başkalarına çeki düzen vermeye çalışan bir kimse, herkesten önce kendisine bir çeki düzen vermesini öğrenmelidir.
- Büyüklerin çocuklardan alacağı bir ders vardır; başarısızlığa uğramaktan utanmamak, toparlanıp bir daha denemek. Ama büyükler olarak bizim çoğumuz öylesine korkak, öylesine çekingen, öylesine ‘temkinli’ ve bu yüzden de öylesine içine kapanık ve öylesine yüreksiziz ki, birçok insanın başarısızlığa uğramasının nedeni işte bundan başka bir şey değildir. Orta yaşlıların pek çoğu başarısızlıktan kendilerini emekliye ayırmışlardır çoktan.
- Zeki bir kızdı, iyi bir kızdı. Beni adam etmek için elinden geleni yaptı, ama bak ben onu ne hallere düşürdüm; esrarkeşlik, fahişelik yoluna sürükledim. Sebebi benim o kızın. (Laura adındaki bir kızın kendisi yüzünden kötü yollara düşmesi sonucu duyduğu pişmanlığı açıklarken.)
- İster kurşun atıyor olunuz, ister oy atıyor olunuz, hedefinizi iyi seçmelisiniz; kuklayı vurmamalısınız, kuklacıyı vurmalısınız.
- Benim yolumdan yürümek ve hareketime katılmak isteyenler, gerçek anlamda özgürlüğe kavuşmadan önce hapishaneye, hastaneye ve kabristana gitmeyi göze almak zorundadır.
- Ben şiddet savunuculuğu yapmıyorum, ama adam durup dururken gelir benim ayağıma basarsa, ben de onun ayağına basarım.
- Kötü bir devreydi o devre kardeşim. Neydi o günlerdeki hastalığım, çılgınlığım öyle… Allah’a şükür ki kurtuldum onların hepsinden de. Şimdi devir şehitlerin devridir. Bu şehitlerden birisi de ben olacaksam, kardeşlik yolunda gerçekleşecektir şehitliğim. Bu memleketi kurtaracak tek şey de zaten bu kardeşliktir. Bunu öğrenmek bana çok pahalıya maloldu; ama olsun, sonunda öğrendim ya… (Malcolm X, 7 Numaralı Camii’de geçen günlerinden söz ederken.)–[Ölümünden iki gün önce.]
- İnsanı bir Müslüman’a karşı yine bir başka Müslüman ancak koruyabilir; ya da hiç değilse Müslümanlar tarafından eğitilmiş ve onların taktiklerini bilen birisi.
- Bunu söylerken biraz üzülüyorum, ama ne yapayım işte, en sevmediğim ders de matematikti. Bunun nedeni üzerinde çok düşünmüşümdür. Bunun nedeni, olsa olsa, matematiğin tartışmaya hiç mahal bırakmamasıydı, başka bir neden gelmiyor aklıma. Bir yerde yanlış yapmışsanız orada artık her şey bitiyordu.
- Benim, bugün hâlâ kafa düzlettiren Siyah erkeklerle ve Beyazlara benzeyebilmek için renk renk peruklar takan Siyah kadınlarla ilgili, kendi tecrübelerime dayanarak söyleyeceğim bir şey var: Bu insanlar saçlarına gösterdikleri itinanın yarısını kafalarının içindeki beyinlerine gösterselerdi, durumları şimdikinden bin defa daha iyi olurdu.
- Benim bu konuda ileri sürebileceğim bir tek mazeretim vardır ki, o da şudur: Ben o zamanlar, bugün Siyah kardeşlerimin pek çoğunun bulunduğu hal üzere yaşayıp giden biriydim, yani bir sağırdım, bir dilsizdim, bir kördüm ben o zamanlar. (Daha 16 yaşlarındayken Laura adındaki bir kızın kendisi yüzünden kötü yollara düştüğünü itiraf ederken.)
- Hayatta bir şeyler elde etmek istiyorsa insan, zaten birçok şeye sahipmiş gibi davranmalıydı.
- Allah çeşitli vesilelerle, her zaman ve her yerde yanınızda olduğunu sık sık gösterir size, yeter ki O’nu gönlünüzden hiçbir zaman çıkarmayasınız.
- Amerika’nın İslâm’ı tanıması gerekir, çünkü Amerika’yı başındaki ırk belâsından temelli olarak kurtarabilecek tek şey İslâm dinidir.
- Bir ülkenin Ahlâkî durumu açısından güçlülük ya da zayıflık derecesini ölçebilmek için, sadece sokaklardaki kadınların giyim kuşamlarına, tutumlarına bir bakmanız yeterli olacaktır; özellikle genç kadınlara bakarak kesin bir yargıya varabilirsiniz.
- Amerika’nın bünyesine uğursuz bir kurt gibi giren ırkçılık kanserinin kökünü kurutabilecek bir gerçeğin mayasını tutturmuş olarak, fersiz de olsa bir ışık bırakarak ölürsem, ne mutlu bana! Bu takdirde, şan Allah’a mahsustur. Benim olan tek şey ise günahlarımdır.
- Amerikan rüyası görmüyorum, Amerikan kâbusu görüyorum.
- Bana bir kapitalist gösterin, ben de size bir kan emici göstereyim.
- Barışçıl olun, kibar olun, kurallara itaat edin, herkese saygılı olun; fakat biri size dokunacak olursa onu mezara gönderin.
- Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim, kimin için veya kime karşı olduğu önemli değil.
- Beni Amerika’daki en öfkeli zenci diye anıyorlar. Bu ithamı inkar edecek değilim.
- Benim dinim benim kişisel konumumdur. O benim kişisel hayatımı, kişisel ahlakımı yönetir. Ve benim dinsel felsefem, benimle inandığım Tanrı arasındadır; aynen diğerlerinin dinsel felsefesinin onlar ve Tanrı arasında olduğu gibi ve bu en iyi olan yoldur.
- Beyaz adam savaştı, biz öldük.
- Bir diğerimiz için daha fazla ışığa ihtiyacımız var. Işık algılamayı yaratır, algılama; sevgiyi yaratır.
- Bir insan özgürlüğe doğru dürüst önem verdiğinde, güneşin altında, o özgürlüğü elde etmek için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Ne zaman birinin özgürlük istediğini söylediğini duyduğunuzda, ama sonraki nefesinde onu almak için ne yapmayacağını veya onu almak yolunda yapılmasına inanmadıklarını anlatacaksa, o kişi özgürlüğe inanmıyordur. Özgürlüğe inanan bir adam özgürlüğünü elde etmek veya onu muhafaza etmek için güneşin altında her şeyi yapacaktır.
- Bir müslüman olarak yeryüzünden Allah’ın huzurunda secde etmeyen tek fert kalmayıncaya kadar İslam’ın hakim kılınması yolunda kendimi görevli hissediyorum. [Malcolm X (Malik El Şahbaz) 1965 Amerika]
- Bize şiddet uygulamayanlara karşı biz de şiddet uygulamayız.
- Bugün, burada -dünya üzerinde-, bu toplumda bir insan gibi saygı görmek ve bir insan gibi haklarımızın verilmesi için gereken her yolla var kılmayı amaçladığımız insanlık hakkımızı bildiriyoruz.
- Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.
- Demokrasi ikiyüzlülüktür.
Eğer demokrasi özgürlükse neden bizim insanlarımız özgür değil.
Eğer demokrasi adaletse neden biz adalete sahip değiliz.
Eğer demokrasi eşitlikse neden biz eşitliğe sahip değiliz.
Demokrasi ikiyüzlülüktür… - Doğrudan yanayım, kim söylerse söylesin. Adaletten yanayım, kimin yanında ya da karşısında olursa olsun.
- En iyi nasihat, iyi örnek olmaktır.
- Eğer dikkatli olmazsanız, gazeteler, mazlumlardan nefret etmenizi, zalimleri ise çok sevmenizi sağlar.
- Eğer uğrunda ölmeye hazır değilseniz, “özgürlük” kelimesini lûgatınızdan çıkarın.
- Eğitim, gelecek için geçiş iznimiz. Çünkü gelecek, ona bugünden hazırlananların olacaktır.
- Eğitim olmadan, bu dünyada hiçbir şey başaramayacaksınız.
- Eğitimli değilim, herhangi bir alanda da uzmanlığım yok… Ama samimiyim ve benim samimiyetim, benim kimliğimdir.
- Gelecek, bugünden ona hazırlananlara aittir.
- Gerçekle yüzyüze gelemeyecek kadar vatanseverlikle kör olmamalısınız. Yanlış yanlıştır, kimin söylediği önemli değil.
- Güç asla geri adım atmaz, daha fazla güç kazanmak dışında.
- Hayatımın erken dönemlerinde öğrendim ki eğer bir şeyi istiyorsan, biraz gürültü yapsan iyi olur.
- Hiçbir şeye taraf olmayan bir adam, herhangi bir şey için yıkılacaktır.
- Huzuru özgürlükten ayıramazsınız çünkü hiç kimse özgürlüğüne sahip olmadan huzur içinde olamaz.
- Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.
- Irkçılık olmadan kapitalizm de olmaz.
- İnsan bir şeyler elde etmeyi kafasına koyduğu zaman, bir parça şamata yapmaktan da geri durmamalıdır.
- İyi siyah veya iyi beyaz olmak gibi bir durum yoktur. İyi veya kötü insanlar vardır.
- Kitaplar bir tür zihin vitaminidir.
- Kimse sana özgürlüğünü vermez. Kimse sana eşitliği, adaleti ve başka hiçbir şeyi vermez. Eğer gerçekten adamsan, bunları kendin alırsın!
- Müslümanca yaşamanın olmadığı bir yerde, Müslümanca ölmenin elbette bir yolu vardır.
- Müslümanlara göre; fazla dünyeviyim; diğerlerine göre; fazla dindarım. Militanlara göre, fazla ılımlıyım; ılımlılara göre, fazla militanım.
- Özgürlük elde etmenin tek yolu dünyadaki diğer tüm ezilmiş halkları tanımaktan geçer: Brezilya, Venezuella, Haiti, Küba ve evet Küba halkının kan kardeşleriyiz bizler.
- Özgürlük için savaşmak için bir erkek olmanıza gerek yok. Tek yapmanız gereken aklı başında bir insan olmanızdır.
- Özgürlüğe inanan bir dine inanıyorum. Halkım için mücadele etmeyi men eden bir dini kabullenecek olsaydım, o dinin canı cehenneme derdim.
- Özgürlüğü savunanların direnme gücü, zulmedenlerin gücünden daha fazladır.
- Özgürlük savunmasındaki güç, zorbalık ve zulüm namına kullanılan güçten büyüktür çünkü güç, gerçek güç, bizim aksiyon, uzlaşmaz aksiyon üreten inancımızdan gelir.
- Şiddet kullanmamak iyidir, işe yaradığı sürece.
- Şiddet kullanmamaya dair, bir insana ölümcül atakların kurbanı olduğunda kendisini savunmamayı öğretmek suçtur.
Vikisöz

19 Mayıs 1925’te Omaha’da (Nebraska) doğdu. Asıl adı Malcolm Little’dir. Zencilerin Amerika Birleşik Devletleri’nde özgürlüklerine kavuşamayacaklarına ve dolayısıyla Afrika’ya geri dönmeleri gerektiğine inanan Reverend Earl Little adlı bir Baptist rahibinin oğludur. Dört kardeşi beyazlarca öldürülen babası 1931’de fâili meçhul bir cinayet sonucu hayatını kaybedince Malcolm ve bir kısmı üvey olan yedi kardeşi Refah Kurumu tarafından çeşitli ailelerin yanına yerleştirildi, annesi de akıl hastahanesine yatırıldı. On üç yaşında iken Islahevi Okulu’na gönderilen Malcolm’un “beyaz adam”la ilgili olumsuz düşünceleri burada oluşmaya başladı. Beyaz insanlarla ilişkileri Refah Kurumu görevlileri ve mahalleden tanıdığı birkaç beyaz çocukla sınırlı olmakla birlikte yaşadığı bazı olaylar bu düşüncelerini keskinleştirdi.
Islahevi Okulu’ndan ayrıldıktan sonra Boston’da yaşayan üvey ablasının yanına giden Malcolm konser salonunda ayakkabı boyacılığı, müşterileri zenci olan bir lokantada garsonluk yaparken gece hayatıyla tanıştı. On altı yaşında Boston-New York arasında çalışan trenlerde sandviç satmaya başladı; New York’a gidip geldikçe zencilerin yaşadığı Harlem’i tanıdı. Harlem’de çalışmaya başladığı barda kendisini uyuşturucu ve kadın ticaretinden antika eşya hırsızlığına kadar giden kirli bir hayatın içinde buldu. 1946’da hırsızlıktan hapse mahkûm oldu. Charlestown Eyalet Hapishanesi’nde iki yıl yatıp ardından Concord Hapishanesi’ne nakledildi. Bu dönemde zenci milliyetçiliğini savunan ve hatta Tanrı’nın da zenci olduğunu söyleyen Elijah Muhammed’in görüşlerini benimseyerek hepsi onun anlattığı çerçevede müslüman olan kardeşlerinden bazılarıyla görüşmeye ve mektuplaşmaya başladı. 1948’in sonlarında nakledildiği Norfolk Hapishanesi’nde kardeşleri aracılığıyla Elijah Muhammed’le de mektuplaştı. Hıristiyanlık’tan başka din tanımayan ve beyaz adamın dini olarak gördüğü bu dinden nefret eden Malcolm’un beyaz adama duyduğu kin ve düşmanlık onun Elijah’nın görüşlerini benimsemesini kolaylaştırdı.
Malcolm 1952’de hapisten çıkınca Elijah Muhammed’in kurduğu Nation of Islam hareketine katıldı. Enerjisi, teşkilâtçılığı ve harekete bağlılığı ile dikkat çekince Elijah onu teşkilât faaliyetleri için çeşitli yerlerde, son olarak da Harlem’de görevlendirdi. 1952 yılına kadar Little, bu tarihten itibaren davasının isimsiz bir hizmetkârı olduğunu simgeleyen X soyadını kullanmaya başlayan Malcolm büyük değer verdiği Elijah Muhammed’in konuşan ağzı haline geldi. Şeytan diye tanımlanan “beyaz adam”dan kurtulmayı amaçlayan, sözünü sakınmayan, korkusuz, hararetli bir hatip olarak zenci yerleşimlerini faaliyete geçirdi. Zenci ırkçılığına dayanan hareketin etkin bir savunucusu oldu. Ocak 1958’de Nation of Islam’a bağlı olan Betty ile evlendi. Ondan isimleri Batılılar’a karşı duyduğu kinin izlerini taşıyan Atilla, Kubilay, İlyas ve Cemile adlı dört çocuğu doğdu.
Malcolm ile Elijah arasındaki sıcak ilişki sonraki yıllarda giderek bozulmaya başladı. Malcolm’un yükselen grafiği Elijah Muhammed’i korkuturken Malcolm, Elijah Muhammed’in özel hayatını sorgulamaya girişti. İki eski sekreterinin, çocuklarının babası olduğu iddiasıyla Elijah aleyhine nafaka davası açması onu Malcolm’un gözünden iyice düşürdü. Elijah’nın Kennedy suikastı üzerine (Kasım 1963) Malcolm’a doksan gün süreyle konuşma yasağı koyması gerginliği arttırdı. Gerginliğin asıl sebebinin Elijah’nın, hareketin Malcolm tarafından militan bir karaktere dönüştürülmesinden kaygı duyması olduğu da öne sürülmektedir (Breitman, s. 7). Basında konuşmalarının şiddet içerdiği gerekçesiyle Malcolm aleyhinde yazıların çıkması onun zenciler üzerindeki etkisini azaltmadı, aksine Amerika’da bir isyan başlatabilecek ya da bastırabilecek tek zenci olarak görülmeye başlandı (Haley, s. 610).
Mart 1964’te Elijah Muhammed ve Nation of Islam hareketinden ayrılan Malcolm artık yerinin Elijah’nın yanı değil zenci yerleşimler olduğuna karar verdi. Bu dönemde İslâm anlayışı değişmeye başladı, beyaz adamın şeytan olduğu görüşünden vazgeçti. Müslüman ülkelerin diplomatlarıyla görüşerek İslâmiyet hakkında bilgiler aldı. Öteden beri aklında olan Afrika ile köklerin korunmasını, ilişkilerin canlı tutulmasını savunan Afro-Amerikan tezini canlandırmak ve hacca gitmek amacıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde bir seyahate çıktı. Mekke’de dünyanın her tarafından gelen farklı ırklardan müslümanlarla tanıştı ve ırk ayırımına dayanmayan bir din anlayışına ulaştı. Tanıştığı kişiler arasında övgüyle bahsettiği parlamenter Kasım Gülek de vardır (a.g.e., s. 657, 659).
Malcolm hayatının bu döneminde el-Hâc Mâlik eş-Şahbâz adını kullanmaya başladı. Güney Asya’dan Amerika’ya gelen müslümanların Farsça’da “doğan” anlamına gelen, mecazen “yiğit, yüksek görüşlü ve himmet sahibi” anlamındaki şâhbâz ile (şehbâz) ilişkilendirdikleri bu soyadının aslında Amerikan zencilerinin atalarının mensup olduğu ve Arapça “şa‘bu izz” (yüce kavim) terkibinden bozulmayla Şabaz şeklinde telaffuz edilen bir kabile adına dayandığı belirtilmektedir (Yahya Monastra, XXXII/1 [1993], s. 73-76). Mekke’den Amerika’daki bir arkadaşına yazdığı mektupta Hz. İbrâhim’in, Hz. Muhammed’in ve diğer bütün peygamberlerin mekânı olan kutsal topraklarda bütün ırk ve renklerden insanlarda gördüğü kardeşlik ruhunu, konuk severliği anlatan ve her renkten insanın gösterdiği bu cana yakınlık karşısında büyülendiğini, Amerika’nın ırk problemini ortadan kaldıran İslâm’ı anlamasının şart olduğunu söyleyen Mâlik eş-Şahbâz, Amerika’ya dönünce gerçek anlamda siyah-beyaz kardeşliğini esas alan bir toplum meydana getirmeyi amaçlayan Muslim Mosque (Mart 1964) ve Organization of Afro-American Unity (Haziran 1964) adlı teşkilâtları kurdu. Fakat kısa bir müddet sonra kendisine ve ailesine yönelik tehditler almaya başladı, evi kundaklandı. Bu gelişmelerden fazla yaşatılmayacağını hisseden Malcolm, o sıralarda kendisiyle sürekli görüşerek biyografisini yazmakta olan Alex Haley’e kitabı yayımlanmış olarak okumaya ömrünün yetmeyeceğini söylemiş ve bir süre sonra 21 Şubat 1965’te Harlem’de konuşma yaparken öldürülmüştür. Suikast bir muamma olarak kalmakla birlikte üzerinde en fazla konuşulan ihtimal Elijah Muhammed ve Central Intelligence Agency (CIA) iş birliğiyle gerçekleştirilmiş olduğudur. Müslümanlar, özgürlükçüler, insan hakları savunucuları, sosyalistler ve daha birçok grup kendilerinde Malcolm X ile özdeşleştirecekleri bir yan bulmuşlardır.
ALİ KÖSE


Che Guevara – Tarihe Damga Vuran 50 Sözü

Nerede ezilen bir halk varsa, oralıyım.
Ezilen halkı anlamak için komünist, sosyalist, solcu, sağcı, ateist ya da dindar olmak gerekmiyor, insan ol yeter.
- Yoksula gülmedim, zenginliğe özenmedim, faşistleri sevmedim, ezilenleri dövmedim, ben devrimci doğdum, devrimci öleceğim!
- Tanrı beni dostlarımdan korusun. Düşmanlarımı kendi başıma yenebilirim…
- Dostlarının olmaması üzücü bir şey, ama düşmanlarının olmaması daha da üzücü bir şey.
- Dik dur ve gülümse. Bırak neden gülümsediğini merak etsinler.
- Ne kadar farklı olursa olsun; sana ait olmayana tenezzül etme ve ne kadar basit olursa olsun senin olandan asla vazgeçme.
- Arkamdan konuşmaya devam et. Çünkü karşıma çıkacak kadar büyük değilsin..
- Ayakkabılarımın altı delikti; ama üstü her zaman boyalıydı.
- Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana kahraman diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman ise; bana komünist diyorlar..
- Futbol devrimin silahıdır.
- Belki hiçbir şey yolunda gitmedi; ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi!
- Hayatta öyle seçimler yap ki kazandığın şeyler, kaybettiklerine değsin…
- Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden olmasa bile vicdanına hesap vermekten kurtulursun.
- Bir devrimci, başkasına atılan tokadı kendi yüzünde hissedendir.
- Bir şeyi yapmak için onu çok sevmelisiniz. Bir şeyi sevmek için ona delicesine inanmalısınız.
- Kaybettiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir.
- Ben Ernesto’ydum sadece Ernesto, sizde sadece bir şey olarak var olursunuz. Che olmayı kendim istedim, sizde inanırsanız olursunuz, inanırsanız.
- Devrimcinin görevi devrim yapmaktır.
- Gerçekçi ol, imkânsızı iste…
- Devrimden başka bir hayat yoktur.
- Bir yalan, hangi amaç için söylenmiş olursa olsun, her zaman, en kötü gerçekten daha kötüdür.
- Bir, iki, birden çok Vietnam yaratalım.
- Kaybetmekten korkma; bir şeyi kazanman için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma; Kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin.
- Savaşan, kaybedebilir. Savaşmayan, çoktan kaybetmiştir.
- En önemlisi, dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendinize karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyetinizi koruyabilmenizdir. Bu bir devrimcinin en önemli özelliğidir.
- Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ayaklarımın üzerinde ölmeyi tercih ederim.
- Kapitalist bir sistemde insanlar görünmez, bir kafesin içinde yaşarlar.
- Bizim gibi kaşifler burjuvalara otel parası ödemektense ölmeyi tercih ederler.
- Düşmanın yoksa, hayatta hiç başarılı olamadın demektir.
- İyilik yapmaya devam et, karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, sen o iyiliğe layıksın.
- Köpeklerin kardeşliği, aralarına kemik atılıncaya kadardır.
- Eğer her haksızlık karşısında titriyorsanız, benim yoldaşımsınız.
- İki şeye hakkım var: Özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim, çünkü kimse beni canlı tutsak edemez!
- Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir.
- Dünyanın neresinde olursa olsun, haksız yere birisinin suratına atılan tokadı kendi suratında hissetmeyen kişinin insanlığından şüphe ederim.
- Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine âşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendir.
Zulüm karşısında yüreğiniz titriyorsa savaşın, çünkü susmak bir çeşit ihanettir..!
Vikisöz

Ernesto Che Guevara 14 Haziran 1928’de Arjantin-Rosario’da doğmuştu. Yolculuk tutkusu, onu küçük yaşlarda sarmıştı. Daha ilk gençlik yıllarında eski püskü motosikletiyle And Dağlarını dolaşmaya karar verdi.
Şili’de maden ocağında, ardından da gönüllü olarak Peru’da bir cüzzamlı kolonisinde çalıştı. Cüzzamlıların durumu onu derinden etkilemiş ve tıbbın Üçüncü Dünya’daki durumu konusunda düşünmeye itmişti.
Doğduğu yere dönüp doktor olmaya karar verdi. Bu kararının nedenlerinden biri, bir doktor olarak Üçüncü Dünya’nın herhangi bir yerinde çalışabileceğini bilmesiydi. Latin Amerika’daki sınırlar formalitesi onu öteden beri tedirgin edegelmişti. Che doktor oldu. Ancak bütünsel bir toplumsal iktisadi dönüşüm olmaksızın tıbbın zenginlerin tekelinde kalacağını keşfetmesi uzun sürmedi. Böylelikle tıp, onun için devrim yolunda bir sıçrama tahtası olmuştu.
Che’nin dikkat çekici özelliği her koşulda statükoyu reddedebilmesiydi. Küba halkının nezdinde konumu yükseklerde bir yerdeydi. Bir ulusal kahramandı. Dünya ölçeğinde de yüksek bir itibara sahipti. Kişisel yaşamı tutarlıydı. İç savaş süresince kızlarıyla birlikte Meksika’da kalan eşi Hilda Gadea’dan ayrılmış ve sonra Kübalı yoldaşı Aleida March’la evlenmiş, iki çocuğu olmuştu. İktidarın insanı yozlaştırdığı doğrudur ama bu Che için geçerli olmadı. Fidel Castro ile Küba Devrimi için yola çıkarken ilişkilerin ve olanakların sınırlılığını gayet iyi biliyordu. İç savaşın gerilla savaşı biçiminde yürütüldüğü o ağır koşulları da biliyordu. Tek ülkede sosyalizmin tehlikelerini ve sınırlılıklarını da…
Devrimci harekete katıldı, yürüdü ve Batista diktatörlüğünün yıkılmasından Fidel ve Raul kardeşlerle birlikte Küba devriminin muzaffer komutanı olarak çıktı. Devrimden sonra Küba’ya uygulanan ABD ambargosu ve tecridi kırılmalıydı. Aynı zamanda Vietnamlıların da yardıma ihtiyacı vardı. Vietnam’a gitmiş ve bu ülkenin bir ölüm kalım mücadelesi içinde olduğunu görmüştü.
Castro onu Küba’da tutmak için çok uğraştı ama onu ikna etmek için ileri sürdüğü görüşlerden hiçbiri onu ikna etmeye yeterli olmadı. Castro ile çok şiddetli tartışmalara girip ona karşı çıkabilen birkaç devrim önderinden biriydi, gerçi sonunda pes eden genellikle Che olurdu ama bu kez öyle olmadı. 1965 yılı ortalarında Fidel’e kamuoyuna sonradan açıklanan bir mektup yazarak Küba’daki bütün görevlerinden istifa ettiğini bildirdi.
Che’nin mektubundan, okuyalım:
Bundan hem sevinç hem de keder duyduğumun bilinmesini istiyorum. Sosyalizmin inşası için duyduğum en arı umutlarımı, sevdiklerim arasında en değerlilerini ve beni oğulları olarak bağırlarına basan bir halkı geride bırakıyorum. Bu ruhumun bir bölümüne derin acı veriyor. Bende uyandırdığınız inancı, halkımın devrimci ruhunu, görevlerin en kutsalını, bulunduğu her yerde emperyalizme karşı savaşma görevini yerine getireceğim duygusunu yeni muhabere alanlarına taşıyacağım. Bu beni rahatlatıyor ve her türlü kederi fazlasıyla telafi ediyor.
Küba’yı ortaya koyduğu örnek dışındaki her türlü sorumluluktan tenzih ettiğimi bir kez daha söylememe izin verin. Uzak gökler altında son saatim gelip çatarsa, son düşüncelerim bu halka, özellikle de size değgin olacak… Karıma ve çocuklarıma maddi olarak hiçbir mülk bırakmadım ve buna pişman da değilim; bunun böyle olmasından mutluyum. Onlar için hiçbir şey istemiyorum, devletin gereksinimlerini karşılayacağını biliyorum.
“En kötüsü de ne biliyor musun? Kendine yenilmek, pes etmek”
Arjantin’deki anne-babasına, eşi Aleida’ya ve çocuklarına da yazdı. Che anne-babasına, “Bir sanatçı titizliğiyle yetkinleştirdiğim iradem, şimdi titreyen bacaklarımı ve tükenmiş ciğerlerimi sırtlayacak. Başaracağım…” diyerek, kaygılarını gidermeye çalışıyordu. Çocuklarına kendilerini terk ediş nedenlerini açıklıyor ve kendisiyle gurur duyacaklarını umduğunu belirtiyordu. Siyasal vasiyeti olan belgede siyasal amaçları en ince ayrıntısına kadar açıklanmıştı. Havana’daki Üç Kıta Konferansı’na gönderdiği mesaj, 1967 Nisan’ında yaymlandı. “İki, üç daha fazla Vietnam yaratın” başlığı Asya, Afrika ve Latin Amerikalı delegelerin savaş belgesi haline geldi.
“Latin Amerika’da bir yerlerden” mesajında Che, Vietnamlıların yalıtılmışlığının kırılması çağrısında bulunuyordu.
Davasının ruhu büyük bir tutkuyla açıklanmaktaydı mesajında:
Ortada acı bir gerçek var: -tüm unutulmuş insanlar dünyasının umutlarını, özlemlerini temsil eden ulus-Vietnam bugün trajik bir yalnızlık içinde. Bu ulus ABD teknolojisinin öfkeli saldırılarına karşı dayanmak zorunda… Ama her zaman yalnız başına.
Bugün dünyadaki tüm ilerici güçlerin Vietnam halkına gösterdiği dayanışma, Roma arenasında pleblerin gladyatörlere yaptığı tezahüratı andırıyor ne yazık ki. Önemli olan saldırının kurbanına başarı dilemek değildir; kişi ona ölüme ya da zafere giden yolda eşlik edebilmeli.
Che, Küba’daki tüm görevlerinden istifa ettikten sonra önce Kongo’da Afrika’nın kurtuluşu için gizli mücadeleye girdi, 1965
Guevara, ABD’yi yenilgiye uğratabilmek için dünya ölçeğinde bir devrimci strateji oluşturulması çağrısında bulunuyordu.
Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki yenilgi ve zaferleri tahlil ediyor, şehitleri saygıyla anıyordu: Kongo’da Lumumba, Kolombiya’da Peder Camillo Torres ve Asya’da pek çok başkası. Rodezya ve Güney Afrika’daki karaderili insanların mücadeleye başladıklarında, ‘Afrika’da yeni bir çağın doğacağını’ öngörüyordu. Mesajı risklerden sakınmama çağrısıyla son buluyordu:
Her eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş çığlığı ve halkların, insanlığın büyük düşmanı Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı şu andaki birliği için bir savaş ilahisi. Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin… Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaklarsa, ölüm hoş geldi sefa geldi…
Bu sözcükleri yazan insan kuramını uygulamaya dökmek için her şeyi, zafere ulaşmış bir devrimi, dünya çapındaki prestijini, ana-babasını, çok sevdiği Aleida ve çocuklarını terk etmişti.
Kılları kıpırdamadan insanları ölüme gönderen Batılı önderlerle karşı bundan daha çarpıcı olamaz.

Aşk! İnsanlık aşkı; doğruluk ve adalet aşkı… İşte Che Guevara! / Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Ich habe eine Traumrede von Martin Luther King .Jr HD (Untertitel) (Remastered)
MARTIN LUTHER KING IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADESİ İLE TARİHE GEÇMİŞ SÖZLERİ
Martin Luther King’in İnsanlık Üzerine Sözleri
- “Ya kardeş olarak birlikte yaşayacağız ya da aptallar olarak birlikte yok olacağız.”
- “Silahsız gerçeğin ve koşulsuz sevginin gerçeklikte son sözü söyleyeceğine inanıyorum.”
- “Affetme kapasitesini geliştirmeli ve sürdürmeliyiz. Affetme gücünden yoksun olan kişi, sevme gücünden de yoksundur.”
- “Bir insanın nihai ölçüsü, rahatlık ve konfor anlarında nerede durduğu değil, meydan okuma ve tartışma zamanlarında nerede durduğudur.”
- “Sonlu hayal kırıklıklarını kabul etmeli ama sonsuz umudumuzu asla kaybetmemeliyiz.”
Martin Luther King İnanç Üzerine Sözler
- “İnanç, merdivenin tamamını görmediğinizde bile ilk adımı atmaktır.”
- “Eğitimin işlevi, kişiye yoğun düşünmeyi ve eleştirel düşünmeyi öğretmektir. Zeka artı karakter – gerçek eğitimin amacı budur.”
- “Korku selini durdurmak için cesaret setleri inşa etmeliyiz.”
- “Değişim kaçınılmazlığın tekerlekleri üzerinde yuvarlanmaz, sürekli mücadele ile gelir.”
- “Hayatlarımız, önemli şeyler hakkında sessiz kaldığımız gün sona ermeye başlar.”
Martin Luther King Birlik Üzerine Sözler
- “Hepimiz farklı gemilerle gelmiş olabiliriz ama şu anda aynı gemideyiz.”
- “Birlik tekdüzelik değildir. Farklı geçmişlerimizin tanınması ve kutlanması, ortak bir amaç için bir araya gelmektir.”
- “Birlik, farklılıklarımızı kucaklamaktan ve ortak bir hedef doğrultusunda birlikte çalışmaktan gelen güçtür.”
- “Sonunda düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.”
- “Hayatlarımız, önemli şeyler hakkında sessiz kaldığımız gün sona ermeye başlar.”
Martin Luther King’in Özgürlük Üzerine Sözleri
- “Özgürlük asla ezen tarafından gönüllü olarak verilmez; ezilen tarafından talep edilmelidir.”
- “Özgürlük, adaletin sürekli rüzgarıyla daha da yükseğe uçabilen güzel bir uçurtma gibidir.”
- “Gerçek özgürlük yalnızca baskının yokluğu değil, adaletin varlığıdır.”
- “Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir. Herkesin özgürlüğü için mücadele etmeliyiz.”
- “Özgürlük bir varış noktası değil, bir yolculuktur. Her gün bunun için çabalamaya devam etmeliyiz.”
Martin Luther King Umut Üzerine Sözler
- “Sonlu hayal kırıklıklarını kabul etmeli ama sonsuz umudumuzu asla kaybetmemeliyiz.”
- “Korku selini durdurmak için cesaret setleri inşa etmeliyiz.”
- “Sadece karanlıkta yıldızları görebilirsiniz.”
- “Yılanın sertliği ile güvercinin yumuşaklığını, sert bir zihni ve yumuşak bir kalbi birleştirmeliyiz.”
- “Uçamıyorsan koş, koşamıyorsan yürü, yürüyemiyorsan sürün, ama ne yaparsan yap ilerlemeye devam etmelisin.”
Martin Luther King Motivasyon Sözleri
- “Karanlık karanlığı kovamaz; bunu yalnızca ışık yapabilir. Nefret nefreti yok edemez; bunu yalnızca sevgi yapabilir.”
- “Doğru olanı yapmak için zaman her zaman doğrudur.”
- “Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.”
- “Hayatlarımız, önemli şeyler hakkında sessiz kaldığımız gün sona ermeye başlar.”
- “Bir insanın nihai ölçüsü, rahatlık ve konfor anlarında nerede durduğu değil, meydan okuma ve tartışma zamanlarında nerede durduğudur.”
Martin Luther King’in Eşit Haklar Üzerine Sözleri
- “Dört küçük çocuğumun bir gün derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin içeriğine göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var.”
- “Hepimiz özgür olana kadar kimse özgür değildir.”
- “Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.”
- “Hepimiz farklı gemilerle gelmiş olabiliriz ama şu anda aynı gemideyiz.”
- “Asıl trajedi kötü insanların baskı ve zulmü değil, iyi insanların buna sessiz kalmasıdır.”
Martin Luther King Modern Çağı Nasıl Etkiledi?
Martin Luther King Jr. yorulmak bilmeyen çabaları ve medeni haklar ile sosyal adalete olan sarsılmaz bağlılığıyla modern çağ üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Onun liderliği ve savunuculuğu 1950’ler ve 1960’larda sivil haklar hareketi Amerika Birleşik Devletleri’nde Afrikalı Amerikalıların karşı karşıya kaldığı sistematik ırkçılık ve eşitsizliğe dikkat çekti. King’in ikonik “Bir Hayalim Var” konuşması gibi güçlü konuşmaları milyonlarda yankı uyandırdı ve bir nesle eşitlik, adalet ve barış için mücadele etme konusunda ilham verdi.
King’in modern çağı etkilemesinin en önemli yollarından biri, toplumsal değişimi sağlamanın bir aracı olarak şiddetsiz direnişi teşvik etmesiydi. Mahatma Gandhi’nin öğretilerinden ilham alarak barışçıl protesto ve sivil itaatsizliğin gücüne inandı. Bu şiddetsizlik felsefesi sadece sivil haklar hareketini etkilemekle kalmadı, aynı zamanda Güney Afrika’daki apartheid karşıtı hareket ve çeşitli ülkelerdeki demokrasi mücadelesi de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki diğer hareketlere de ilham verdi.
King’in aktivizmi ve savunuculuğu önemli yasama zaferlerine de yol açtı. King’in çabaları 1964 tarihli Medeni Haklar Yasası’nın kabul edilmesinde önemli bir rol oynadı. 1965 Oy Hakkı YasasıIrk ayrımcılığını yasaklayan ve Afrikalı Amerikalılar için oy kullanma haklarını koruyan. Bu dönüm noktası niteliğindeki mevzuatın Amerikan toplumu üzerinde kalıcı bir etkisi olmuş, ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına ve daha fazla eşitliğin önünün açılmasına yardımcı olmuştur.
Dahası, King’in birlik, eşitlik ve sevgi mesajı ırksal ve kültürel sınırları aştı. Bireylerin derilerinin renginden ziyade karakterlerinin içeriğine göre değerlendirildiği bir toplum vizyonu dünyanın dört bir yanındaki insanlarda yankı buldu. Adalet, eşitlik ve şiddetsizlik konusundaki öğretileri aktivistlere, liderlere ve sıradan bireylere daha kapsayıcı ve eşitlikçi bir dünya için çalışmaları konusunda ilham vermeye devam etmektedir.
Modern çağda King’in mirası, sivil haklar, sosyal adalet ve daha adil bir toplum arayışı için devam eden hareketlerde görülebilir. Irk ayrımcılığına, polis şiddetine ve sistemik ırkçılığa karşı mücadelede onun etkisi hissedilmektedir. Öğretileri ve felsefesi, bireylere ve toplumlara daha eşit ve adil bir dünya arayışlarında rehberlik etmeye devam etmektedir. Genel olarak, Martin Luther King Jr’ın modern çağ üzerindeki etkisi abartılamaz. Cesareti, liderliği ve adalete olan sarsılmaz bağlılığı tarihte silinmez bir iz bırakmıştır. Onun mirası, aktivizmin gücünü, eşitliğin önemini ve daha kapsayıcı bir toplum ve herkes için daha büyük bir ulus için devam eden mücadeleyi hatırlatmaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak, Martin Luther King Jr. dünya üzerindeki etkisi abartılamayacak, dönüştürücü bir figürdü. Liderliği, savunuculuğu ve medeni haklar ile sosyal adalete olan sarsılmaz bağlılığı sayesinde Afrikalı Amerikalıların karşılaştığı adaletsizliklere dikkat çekmiş ve bir nesle eşitlik, adalet ve barış için mücadele etme konusunda ilham vermiştir. Güçlü konuşmaları, şiddetsiz direniş felsefesi ve yasama zaferleri tarihte silinmez bir iz bırakmıştır. King’in bireylerin karakterlerinin içeriğine göre değerlendirildiği bir toplum vizyonu, modern çağda sivil haklar ve sosyal değişim hareketlerine ilham vermeye ve yol göstermeye devam etmektedir. Onun mirası, daha kapsayıcı ve eşitlikçi bir dünya için devam eden mücadelenin bir hatırlatıcısı olarak hizmet etmekte ve öğretileri gelecek nesiller için bir umut ve ilham ışığı olarak yankılanmaya devam etmektedir.
ARTLOGO

Martin Luther King “Bir Hayalim Var” Konuşmasından Alıntılar
- “Dört küçük çocuğumun bir gün derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin içeriğine göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var.”
- “Bir gün bu ulusun ayağa kalkacağına ve inancının gerçek anlamını yaşayacağına dair bir hayalim var: ‘Bu gerçeklerin apaçık olduğunu, tüm insanların eşit yaratıldığını kabul ediyoruz.”
- “New Hampshire’ın görkemli tepelerinden özgürlük çınlasın… Özgürlük New York’un yüce dağlarından çınlasın. Pennsylvania’nın yükselen Alleghenies’inden özgürlük çınlasın… Özgürlük Colorado’nun karla kaplı Rockies’inden çınlasın… Kaliforniya’nın kıvrımlı yamaçlarından özgürlük çınlasın!”
- “Rüyamda bir gün her vadinin yüceltileceğini, her tepenin ve dağın alçaltılacağını, engebeli yerlerin düzleştirileceğini ve eğri yerlerin doğrultulacağını görüyorum.”
- “Ve bu gerçekleştiğinde, özgürlüğün çınlamasına izin verdiğimizde, her köyden ve her mezradan, her eyaletten ve her şehirden çınlamasına izin verdiğimizde, Tanrı’nın tüm çocuklarının, siyahların ve beyazların, Yahudilerin ve Yahudi olmayanların, Protestanların ve Katoliklerin el ele verip eski zenci ruhanisinin sözleriyle şarkı söyleyebilecekleri o günü hızlandırabileceğiz: ‘Sonunda özgürüz! Sonunda özgürüz! Yüce Tanrı’ya şükürler olsun, sonunda özgürüz!”

Ya birlikte kardeş gibi yaşamayı öğreneceğiz ya da aptallar gibi hep beraber yok olacağız. Martin Luther King.

- Adına demokrasi diyebilirsin ya da adına demokratik sosyalizm diyebilirsin, fakat bolluğun paylaşımında Tanrı’nın tüm çocukları için daha iyi bir dağıtım olmalıdır.
- Asla unutmamalıyız ki Adolf Hitler’in Almanya’da yaptığı her şey yasalara uygundu.
- Bazı şeyler doğrudur ve bazı şeyler yanlıştır. Ezelden beri öyle, kesinlikle öyle. Nefret kötüdür. Her zaman yanlıştı ve her zaman yanlış olacaktır.
- Beni korkutan kötülerin baskısı değil iyilerin kayıtsızlığı.
- Bir insanın uğruna öleceği bir şeyi yoksa, yaşamaya da hakkı yoktur.
- Bir sorunu çözmenin en iyi yolu nedenini yok etmektir.
- Dünyada yapılmış olan her şey umutla yapılmıştır.
- Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Michelangelo’nun resim yaptığı Beethoven’ın beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürülsün ki gökteki ve yerdeki herkes durup Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş desin.
- Enine boyuna düşünecek olursak aslında her yeşil ağaç, altın ya da gümüşken olabileceğinden daha çok muhteşemdir.
- Hayatın en ısrarcı ve acil sorusu şu: Başkaları için ne yapıyorsunuz?
- Hepimiz kardeşler gibi yaşamayı öğrenmeliyiz veya aptallar olarak çürümeyi.
- Her şeyin sonunda düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.
- Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, her yerde adalete yönelik bir tehdittir. İçinden çıkılamaz bir karşılıklılık ağı içine yakalanır, alın yazısının tek bir biçimine bağlanırız. Bir kişiyi doğrudan etkileyen her ne olursa olsun herkesi dolaylı yoldan etkiler.
- İlk adımınızı inançla atın. Tüm merdiveni görmek zorunda değilsiniz, yeter ki siz ilk adımı atın.
- İnsanlar genellikle birbirlerinden nefret ederler çünkü birbirlerinden korkarlar; birbirlerinden korkarlar çünkü birbirlerini tanımazlar; birbirlerini tanımazlar çünkü iletişim kurmazlar; iletişim kurmazlar çünkü sınıflara ayrılmışlardır.
- İnsanlığı yücelten her iş, onurlu ve önemlidir; dört dörtlük yapılmalıdır.
- Karanlık karanlığı uzaklaştıramaz; bunu ancak ışık yapabilir. Nefret nefreti uzaklaştıramaz; bunu ancak sevgi yapabilir.
- Kardeşiniz ile ilgili olun. Birlikte hareket etmeyebilirsiniz. Ancak ya birlikte yükselir ya da birlikte düşeriz.
- Korkaklık “güvenilir mi?” diye sorar. Menfaat “politik mi?” diye sorar. Ancak vicdan “doğru mu?” diye sorar. Ve öyle bir an gelir ki insan ne güvenilir, ne politik ne de popüler olmayan bir tavır almak zorunda kalır; çünkü vicdanı ona bunu yapmanın doğru olduğunu söylemektedir.
- Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, ancak kardeşçe yaşamayı unuttuk.
- Nerede durduğunuz fark etmez, ne kadar popüler olduğunuz fark etmez, ne kadar eğitimli olduğunuz fark etmez, ne kadar paranız olduğu fark etmez, onlara sahipsiniz çünkü bu evrende bazıları onları edinmeniz için size yardım etti. Ve bunu gördüğünüzde, kibirli olamazsınız, mağrur olamazsınız. Bulunduğunuz yeri tarihsel olaylar nedeniyle ve arka planda bulunan bireylerin sizin orada duruyor oluşunuzu mümkün kılmaları nedeniyle elde ettiğinizi keşfedin.
- Sevgi bu dünyadaki en kalıcı güçtür. Bu yaratıcı güç; sevgi, insanlığın barış ve güvenlik isteminde en kudretli vasıtadır.
- Sevginin gücünü keşfetmeliyiz, kurtaran sevginin gücünü. Ve biz onu keşfettiğimizde bu yaşlı dünyayı yeni bir dünya yapabileceğiz.
- Sevgiye saplanıp kalmaya karar verdim. Nefret, taşımak için çok ağır bir yük.
- Şiddet, ahlak dışıdır. Çünkü sevgi yerine nefret üzerinde yol alır, toplumu yıkar ve kardeşliği olanaksızlaştırır.
- Tıpkı kontrol dışına çıkmış bir kanser gibi, nefret kişiliği çürütür ve onun yaşamsal bütünlüğünü yiyip bitirir.
- Yaşamımız önem verdiğimiz olaylara karşı sessiz kaldığımız gün son bulmaya başlar.
- Zaman, doğru olanı yapmak için daima doğrudur.

Bugün diyorum ki dostlarım, şu anın ve yarının getireceği güçlüklere ve engellemelere rağmen hala bir hayalim var benim. Amerikan Rüyası içinde derinden yer edinmiş bir hayal. Bir hayalim var: Gün gelecek bu ulus, ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak; Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Bir hayalim var: Gün gelecek eski kölelerin evlatlarıyla eski köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar. Bir hayalim var: Gün gelecek, adaletsizliğin ve eziyetin sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan Missisippi Eyaleti bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek.
Bir hayalim var: Gün gelecek dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar. Bugün bir hayalim var! Bir rüyam var: Gün gelecek ahlaksız ırkçılarıyla, “müdahale etme” ve “etkisiz hale getirme” kelimelerini dilinden düşürmeyen valisiyle Alabama, işte tam orada Alabama’da, küçük siyah oğlanlar ve kızlar; küçük beyaz oğlanlar ve beyaz kızlarla el ele tutuşma şansına sahip olacaklar.
Bir hayalim var: Gün gelecek her vadi yüceltilecek, her tepe ve her dağ alçaltılacak, engebeli alanlar engebesiz hale getirilecek ve eğri büğrü bölümler dümdüz olacak; Tanrı’nın zaferi ortaya çıkacak ve bütün bedenler bunu birlikte izleyecekler
Vikisöz
Martin Luther King, 15 Ocak 1929 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Georgia eyaletinin Atlanta şehrinde doğdu. Gerçek adı Michael Luther King Jr’dir. Adını sonradan Martin olarak değiştirmiştir.
Martin Luther’in dedesi Ebenezer Baptist Kilisesi’nde 1914-1931 yılları arasında başrahiplik yapmıştı. Bu yüzden kendisi de Baptist bir rahipti. Kendisinden büyük bir ablası ile kendinden küçük bir erkek kardeşi bulunmaktaydı. Martin Luther King, ilkokula Atlanta’da gitti. Morehouse Koleji’nden 1948 yılında yüksek bir ortalamayla mezun oldu.
Üniversite yıllarında siyahi gruplara katılarak aktif faaliyet gösterdi. Burada yurttaş hakları lideri Benjamin Mays ile tanışarak onun fikirlerinden etkilendi. Üniversitede 3 yıl ilahiyat okuduktan sonra 1951 yılında Pennsylvania’da bulunan Crozer İlahiyat Seminerleri’ne katıldı. Buradan birincilikle mezun olduktan sonra çalışmalarını Boston’da sürdürdü.
Boston Üniversitesi’nde Sistamatik Teoloji alanında yüksek lisans yaptı. Bu dönemde Coretta Scott ile tanışarak evlendi. Çiftin bu evliliğinden iki kız ve iki erkek çocukları oldu.
1954 yılında, Martin Luther King, Montogomery’deki Dexter Avenue Baptist Kilisesi’ne rahip olarak çağırıldı. 1 Aralık 1955 tarihinde Rosa Parks adlı bir siyahi bayan, Jim Crow Yasaları gereği yerini bir beyaz vatandaşa vermemesi nedeniyle tutuklandı. King, bunun üzerine Montogomery Otobüs Boykotunu düzenledi. Bu boykot bir yıldan uzun sürdü.
Dikkatleri üzerine çeken Martin Luther King boykot nedeniyle tutuklandı. Boykot, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin eyaletlerarası otobüslerde ve diğer ulaşım araçlarında ırk ayrımcılığının sona ermesine kadar sürdü.
Bu olaydan sonra siyahi kiliselerin birleşmesi ve güç birliği yapmasında etkili oldu. Yurttaş hakları reformu için çalışmalar başlatılmasını ve 1957 yılında Güney Hıristiyan Liderlik Konferansı‘nın kurulmasında önemli rol oynadı. Mahatma Gandhi‘yi kendine örnek alan Martin Luther King, insan hakları ve siyahlar ile beyazlar arasında eşitliğin en büyük savunucularından biri oldu.
1961 yılında Amerikan gizli servisi FBI tarafından dinlenmeye ve takip edilmeye başlandı.
Martin Luther King, şiddete dayanmayan gösteriler düzenledi. Jim Crow Yasalarınca güneydeki ırk ayrımcılığın son bulması için çalışmalar yaptı. Bu protestoların medyanın da ilgisini çekmesiyle istenilen etki oluştu. Televizyonda ve gazetede yayınlanan yazılarıyla birçok kişi Martin’e destek verdi. Başlattığı yurttaş hakları hareketi 1960lı yıllarda ülkenin en önemli gündem maddesini oluşturdu.
Martin Luther King’in 1963 yılında “İş ve Özgürlük İçin Washington’a Yürüyüş” adlı bir etkinlik düzenledi. Başlangıçta o dönem ABD başkanı olan John F. Kennedy, bu yürüyüşe karşı çıkmıştı. Ray Wilkins, Whitney Young Jr., Philip Randalph, John Lewis ve James Farmer‘ın oluşturduğu yürüyüş komitesinin lideri konumunda olan Martin Luther King, daha sonra amacından sapmasından korktuğu için yürüyüşü iptal etmek istediyse de, diğer komite üyeleri bunu reddettiler.
Washington’a yapılacak olan bu yürüyüşte, Amerika’nın güneyinde yaşayan siyahi vatandaşların istek ve şikayetleri dinlenecek ardından yapılacak bir konuşma ile hükümete bildirilecekti. Fakat başkanın tepkisinden çekinildiği için şiddetten uzak ve pasif bir tutum izlendi. Devlet okullarında eşit bir eğitim, eşit yurttaş hakları, iş yerlerinde ırksal ayrımın kaldırılması, eylemcilerin polis şiddetinden korunması ve siyahların oy hakları gibi konuların işlendiği bu yürüyüşe, siyahi hakları savunucularından Malcolm X, istenilen tüm hakları kapsamamasından ve yeterli bulmamasından dolayı, “Washington’da saçmalık” olarak isimlendirmişti.
Yürüyüşe farklı etnik gruplardan toplam 250.000 kişi katıldı. Martin Luther King’in Lincoln Anıtı önünde yaptığı “I have a dream” (Bir hayalim var) adlı konuşma Amerikan tarihinin en iyi ve önemli konuşmalarından biri olarak kabul edildi. Bu eylemler sonucu Yurttaş Hakları Kanunu (Civil Rights Acy of 1964) ile Oy Hakkı Kanunu (Voting Rights Act of 1965), Amerikan Anayasası’na girdi.
Martin Luther King, bu yürüyüş ve insan hakları konusunda yaptığı çalışmalarda, ırksal önyargıyı kırmakta başarılı olduğu ve şiddet içermeyen tutumu nedeniyle 1964 yılında Nobel Barış Ödülü sahibi oldu.
Martin Luther King, yaptığı konuşmalarda birçok kez Amerikan halkının, siyahi vatandaşlara uyguladığı maddi ve manevi baskıdan dolayı tazminat ödemek zorunda olduğunu söylemiştir. 1964 yılında bu konuda yazdığı “Neden Bekleyemeyiz” adlı kitabında kölelik nedeniyle siyahi vatandaşların alamadığı maaşlarının tazminatı olarak 50 milyar doların bir tazminat programı içerisinde 10 yıl gibi bir sürede siyahlara dağıtılması gerektiğini söylemiştir.
Güney Hıristiyan Birliği’nin de katılımıyla 25 Mart 1965 tarihinde Selma şehrinden eyalet başkenti Montgomery’e bir yürüyüş düzenlemek istediyse de başarılı olamadı. 7 Mart günü başlanması düşünülen yürüyüş, karşıt grupların ve polisin sert tutumu nedeniyle iptal edildi. “Kanlı Pazar” olarak adlandırılan bu günde birçok gösteri katılımcısı öldü ve yaralandı. Bu olay, Yurttaş hakları haretinde birliğin sağlanması ve desteğin artmasında etkili oldu. Martin Luther King, başkan Lyndon B. Johnson ile görüştükten sonra yürüyüşü erteleme kararı aldı. 1966 yılında Amerika’nın güneyinde elde edilen başarılardan sonra, Yurttaş hakları eylemcileri ve Martin Luther King, hareketi Kuzey’e yaymak için uğraştılar. Albert Raby,Jr tarafından kurulmuş olan Coordinating Council of Community Organization ile The Southern Christian Leadership Conference, “The Chicago Freedom Movement” adı altında birleştirildi.
Ancak bu bölgede yürüyüşleri daha şiddetli bir şekilde bastırılmaya çalışıldı. Martin, olayın büyümemesi için yürüyüşleri durdurdu. Şehrin yöneticileri Martin Luther King ile anlaşma sağlayamamışlardı. Bunun üzerine yeniden güneye dönen Martin ve arkadaşları, Jesse Jackson adında bir genci örgütün başına getirdiler ve A&p Stores adlı bir şirketin siyahları işe alamamasına karşı büyük bir boykot düzenlenmesini sağladılar. Bu boykotlar o kadar başarılı oldu ki, medya bile King’in tarafında yer almaya başladı. Örgütün başına getirilen Jesse Jackson, daha sonra “Opreration Breadbasket” adında ilk siyah EXPO’sunu kurdu. Siyahların kurduğu iş yerleri destekleyen ve teşvik eden bu kurum, Johnson Publishing, Parker House Sausage, Seaway National Bank gibi işyerlerinin kurulmasına yardımcı oldu.
Bu sırada Amerika Birleşik Devletleri, Vietnam ile savaşa girmişti. 4 Nisan 1967 tarihinde Newyork City Riverside Kilisesi’nde, “Vietnamın Ötesi: Sessizliği Kırmanın Zamanı” (Beyond Vietnam: A Time to Break Silence) adlı konuşmasını yaptı. Konuşmada Vietnam ile olan bu savaşı “Hiç adil değil” olarak yorumlaması yüzünden halkın ve medyanın tepkisini çekti. Martin Luther King, güneyli “segregationists”ler tarafından izlenmekteydi. Medyanın King’in aleyhinde yazılar yazması güneyli ırkçıları daha da galeyana getirdi. Kapitalizme olan tepkisi yüzünden yalnız bırakılan Martin, 3 Nisan 1968‘de Mason Temple’da “Mountaintop’a Gittim” adlı son konuşmasını yaptı.
Martin Luther King, 4 Nisan 1968 tarihinde Memphis’te kaldığı Lorraine Motel’in balkonunda uğradığı silahlı suikast sonucu öldürüldü. Ölümünün ardından ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, ulusal yas ilan etti. Cenazesine 300.000 kişi katıldı. Suikasti gerçekleştiren James Earl Ray, İngiltere’de havaalanından çıkış yapmaya çalışırken yakalandı. ABD’ya teslim edilen Ray, suçunu itiraf etmesi üzerine 99 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.
AKİT



Mohandas Karamçand Gandi (2 Ekim 1869 – 30 Ocak 1948), Hindistan ve Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin siyasi ve ruhani lideri.
- Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız.
- Bencilliğin gözü perdelidir.
- Basit yaşa ki başkaları da var olabilsin.
- Bir insan yaptıklarının toplamıdır.
- Bir insanı,, ancak gerçekten uyuyorsa uyandırmak mümkündür. Ama, eğer uyumuyor da uyku taklidi yapıyorsa, dünyanın bütün gayretlerini sarfetseniz, nafiledir.
- Bir kuzunun hayatı bir insanın hayatından daha değersiz değildir.
- Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir.
- Bizi yok edecekler şunlardır: İlkesiz siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik; bilgili ama karaktersiz insanlar; ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı.
- Bu dünyada öylesi aç yaşayan insanlar var ki, Tanrı onlara ancak bir somun ekmek suretinde görünebilir.
- Cesur ve darbe almaya hazır olursan, saldırıyla cevap vermez ama pes de etmezsin. Bunu yaparsan, insanın doğasında ortaya çıkan bir şey sana olan nefretini azaltıp saygısını artırır.
- Yanlışı savunup kalabalıkları arkama katmaktansa, doğrumu savunup yalnız kalmayı tercih ederim.
- Çılgınca tahribatı totaliterlik nedeniyle ya da özgürlük ve demokrasi adı altında yapmak ölüler, yetimler ve evsizler için ne değiştirir?
- Çocukların kötücül bir mirasın etkilerini atlatabildiğini gördüm. Bunun nedeni saflığın ruhun doğasından olmasıdır.
- Dinler aynı noktada birleşen farklı yollardır. Aynı amaca ulaşacak olduktan sonra ayrı yollar seçmemizin ne önemi olabilir?
- Dünya herkesi doyuracak kadar kaynağa sahiptir. Ama herkesin açgözlülüğünü doyuracak kadarına değil.
- Dünyada görmeyi istediğiniz değişimin kendisi olunuz.
- Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak gibidir. Bu ise rüzgarı zaptetmekten de zordur.
- Düzenli, temiz ve şerefli olabilmek için paraya ihtiyacımız yoktur.
- Eğer gerçekten işiten kulaklara sahipsek, Tanrı bize kendi dilimizde seslenir.
- Eğer haklıysan sükunetini korumaya izin verebilirsin; haksızsan sükunetini yitirmeye izin veremezsin.
- Gandi’nin Duası: Mahatma Gandi yatmadan önce her gece aynı duayı ederek ilke merkezli bir yaşamı kendine örnek aldı:
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek, Ve zayıfların alkışını almak amacıyla yalan söylemekten sakınmak için bana yardım et. Eğer bana para verirsen mutluluğumu alma, Ve eğer bana güçler verirsen muhakeme yeteneğimi çıkarma, Eğer başarı verirsen alçak gönüllüğü çıkarma, Eğer bana alçak gönüllüğü verirsen saygınlığımı çıkarma. Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et. Benim düşüncelerime katılmıyor diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak, Onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme. Kendimi sever gibi diğerlerini de sevmeyi Ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi de yargılamayı öğret bana. Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuma izin verme, Ne de başarısız olursam olayım, umutsuzluğa düşmeme izin verme. Daha ziyade, başarısızlığı başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla. Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü olduğunu, Ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünüşü olduğunu öğret bana. Eğer paradan yoksun bırakırsan, bana umudu bırak. Ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan,Başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana. Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan, inancın lütfunu bana bırak.Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücünü ver bana. Ve eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücünü ver bana. Tanrım! Eğer ben seni unutursam sen beni unutma.
- Göze göz, dişe diş düşüncesi bütün dünyayı kör edecek.
- Güç fiziki kapasiteden değil, boyun eğmeyen iradeden gelir.
- Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal daha iyi.
- Hayatta yaptıklarınız önemsiz olacaktır; ama önemli olan onları sizin yapmış olmanızdır.
- Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama görüldü ki tutuklama ve öldürmeyle iş bitmiyor!
- İşte Türkler, kendi cenaze merasimi için hazırlanan tabutlarını, sahiplerinin başlarına geçirdiler!
- 1922 – Türk Kurtuluş Savaşı’nın Türkler’in zaferiyle bitmesi üzerine.
- Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle karşılayacağım.
- Keyif zaferde değil; asıl mücadele, girişim ve çekilen ıstıraptadır.
- Korkaklık ile şiddet arasında bir seçim yapmak gerekirse şiddeti öğütlerdim.
- Olsa iyi olurdu.
- Batı uygarlığı hakkında ne düşünüyorsunuz? sorusuna verdiği cevap
- Önce önemsemezler, sonra gülerler, sonra kıskanırlar, en sonunda ise yenilirler…
- Değişik çevirisi: Önce seni görmezden gelirler, sonra seninle alay ederler, sonra seninle savaşırlar, ondan sonra sen kazanırsın.
- Özgürlük hiçbir zaman “her istediğini yapma izni” anlamını taşımamıştır.
- Sevgi dünyadaki en incelikli güçtür.
- Sevgi her zaman ıstırap çeker, hiçbir zaman ne gücenir ne de intikam almaya çalışır.
- Sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur.
- Sevginin olduğu yerde yaşam vardır.
- Sıkılmış yumruklarla el sıkışamazsınız.
- Siz kendi elinizle teslim etmedikçe, kimse kendinize olan saygınızı elinizden alamaz.
- Sonsuz yaşayacakmış gibi öğrenin, yarın ölecekmiş gibi yaşayın.
- Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür,
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür,
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür,
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür,
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür,
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür,
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür.
- Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikatımın da son maddesidir.
- Şiddet karşıtlığının ürettiği güç kesinlikle insan yeteneğinin icat ettiği tüm silahlardan gücünden üstündür.
- Tanrı dualarımızı bize göre değil, kendi yöntemine göre yanıtlar.
- Toplum hayatı için bireysel özgürlük ve bağımsızlık şarttır.
- Toprağı kazıp onu işlemeyi unutmak, kendimizi unutmak demektir.
- Uğrunda ölmeyi göze alacağım birçok dava var ama uğrunda öldüreceğim hiçbir dava yoktur.
- Umutsuzluğa düştüğümde tarih boyunca doğruluk ve sevginin her zaman kazandığını hatırlarım. Tiranlar ve katiller olmuştur, hatta bir süre yenilmez sanılmışlardır ancak sonunda her zaman kaybederler.
- Zayıf insanlar affedemezler. Affetmek güçlülere has bir özelliktir.
Vikisöz

2 Ekim 1869 tarihinde, Hindistan’ın Porbandar bölgesinde dünyaya gelen Mohandas Karamçand Gandhi, özgürlükçü insanlara ilham kaynağı olan Satyagraha felsefesinin öncüsüdür. Bu felsefe, kötülüğe ve şiddete karşı durmayı kabul eder. Gandhi bu felsefe ile Hindistan’ı bağımsızlığına kavuşturmayı başarmıştır. Gelelim; tam adı Mohandas Karamçand Gandi olmasına rağmen, dünyanın onu Mahatma Gandhi olarak tanımasının sebeplerine. Mahatma kelimesi “yüce ruh” anlamına gelir. Aynı zamanda Hindistanlılar Gandhi’yi bapu yani “baba” olarak da anmaktadırlar. Bu nedenle onu, Ulus’un Babası ilan ederek, doğum günü olan 2 Ekim gününü ulusal tatil ilan etmişlerdir. Aynı şekilde 2 Ekim, Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Şiddete Hayır Günü” olarak ilan edilmiştir.
İnsanların, onu yüzündeki huzurlu ve gülümseyen ifadeyle hatırladığını söylemiştim az önce. Nasıl olmasın ki? Hayatı boyunca barış ve eşit haklar için çalışmış bir insandan bahsediyoruz. Yoksulluğu azaltma, kadınlara eşit hak ve özgürlük, ayrımcılığı sona erdirme, işçilere uygulanan ağır vergileri sonlandırma, ülkenin ekonomisini kalkındırma gibi birçok şeyle uğraşmıştır. En önemlisi de insanların hangi dilden, dinden, etnik kökenden olursa olsun eşit şekilde yaşaması gerektiğini, her insanın aynı haklara sahip olduğunu savunmuştur.
Mahatma Gandhi’nin Eğitim Hayatı
Ailesinin isteği üzerine çok erken yaşlarda evlenen Gandhi, ilerleyen yıllarda hukuk eğitimi alarak avukat oldu. 18 yaşına geldiğinde hukuk eğitimi almak için University College London’a başladı. Aldığı bu eğitim ilerleyen yıllarda, özgürlük haklarını daha sağlam savunmasını sağlayacaktı. Gandhi bu yıllar içerisinde annesinin ona küçükken öğütlediği şeylerin etkisinde bir yaşam sürdü. Örneğin; hiç et yemiyor, alkolden ve seksten uzak duruyordu. Fakat bunları yaparken sadece annesinin dediklerine bakmayıp, kendi doğrularını bulmak adına, sürekli okuyor ve yeni şeyler öğreniyordu. Özellikle etyemezlik konusu üzerine çok fazla yazı okuyan Gandhi, sonraki dönemlerde Etyemezler Derneği’ne katıldı.
Mahatma Gandhi’nin İş Hayatı
Avukatlık eğitimini tamamlayan Mahatma Gandhi, İngiltere ve Galler barosuna girdi. Akabinde Hindistan’a dönerek avukatlık mesleğini burada icra etmeye karar verdi. Ne yazık ki bu meslekte istediği başarıya ulaşamadı. Bu kez bir okulda lise öğretmeni olarak çalışmaya başladı; ama öğretmenlikte de istediği başarıya ve huzura ulaşamadı. Öğretmenlik deneyiminden sonra bu kez Rajkot’a dönerek arzuhalcilik yapmaya başladı. Fakat burada da bir Britanya subayıyla sorun yaşayan Gandhi’nin bu işi de hüsranla bitti.
Görüldüğü üzere Gandhi iş hayatında istediği başarıyı bir türlü yakalayamamıştı. Belki de aradığı, asıl tatmin edici şeyler bunlar değildi. Bir gün Güney Afrika’da, Hintlere yapılan zulümlere maruz kaldı. Önce yolculuk esnasında Pietermaritzburg’daki trenden atıldı. Yoluna at arabasıyla devam etmeye karar verdi; ancak bu kez de arabanın sürücüsü, ona tekerleğin üzerinde yolculuk etmesini söyledi. Çünkü Gandhi’nin yerine Avrupalı bir yolcuya yer açacaktı. Elbette Gandhi bu teklifi kabul etmedi ve sürücü tarafından hakaret ve şiddete maruz kaldı. İşte bu yaşadıkları onun hayatında dönüm noktası oldu. Bu ayrımcı davranışlara maruz kaldıktan sonra kolları sıvayan Gandhi ilk olarak, Hintlilerin oy kullanmasına izin vermeyen yasa ile savaştı. Yasanın iptali konusunda başarılı olamadı belki; ama Güney Afrika’da Hintlilerin yaşadığı sorunları duyurdu. 1894 yılında Netal Hint Kongresi’ni kurarak, Güney Afrika’da yaşayan Hintlileri bu çatı altında topladı.
Hindistan’ın Özgürlük Mücadelesi
1906 yılına gelindiğinde, hükümet tarafından Hint nüfusunu zorla kayıt altına alan bir yasa kabul edildi. Gandhi elbette ki bu yasa ile mücadele etti. 7 yıl süren başkaldırısında aç kalma, kayıt kartlarını yırtıp atma, kayıt olmayı reddetme gibi eylemlerde bulundu. Dikkat ettiyseniz bu eylemlerin hiçbirinde en ufak bir şiddet unsuru bulunmuyor. Çünkü Gandizm’de şiddetin her türlüsü yasak kabul edilmişti. Gandhi ve arkadaşları, bu mücadeleleri sebebiyle hapse atıldı. Sadece hapse atılmakla kalmayıp kırbaçlanmak gibi çok ağır cezalar verildi.
Aynı yıl Zuluların iki Britanya subayını öldürmesi üzerine, Britanya Zululara savaş açtı. Gandhi Hintlilerin de savaşa alınması için uğraştı. Britanyalılar ilk başta bunu kabul etmese de daha sonra savaş meydanlarında sedye taşıma görevini Hintlilere verdi. Gandhi bu olayı kendi çıkardığı bir gazete olan Indian Opinion‘da duyurdu. Askere alınan Hint Birliği, sadece 23 kişiden oluşuyordu; ama bu Gandhi için büyük başarı sayılıyordu. Elde ettiği bu küçük başarının ardından kendine güveni artan ve daha büyük işler yapmak için dur durak bilmeden çalışan Gandhi sonrasında, yoksulluk için mücadele etti. Köylüler aşırı yoksul, sağlıksız ve ümitsiz şartlarda yaşamasına rağmen, Britanyalılar onlara ağır vergiler bağlamıştı. Gandhi önce yol arkadaşlarıyla birlikte köylülerin durumunu kayıt altına aldı. Daha sonra bu bölgede aşram kurdu. Bilmeyenler için hemen söyleyelim; aşram aslında bir yaşam alanı demek. Sanskritçe bir isim ve ormanlık alanlarda, huzurlu yaşamaya imkan sağlayan yapılar olarak ifade ediliyor. Varlığı ise milattan önce 4000 yılına kadar uzanıyor.
Gandhi, kendi gibi gönüllülerle birlikte aşram kurduktan sonra, köylülerin burada yaşamalarını sağladı. Burada yeni okul ve hastanelerin yapılmasını sağlayarak insanların sevgisini kazandı. Çok geçmeden Gandhi tutuklanarak cezaevine gönderildi. Halk elbette tepkisiz kalmadı. Yüz binlerce insan Gandhi’nin serbest bırakılması için protesto düzenledi. Karakol ve hapishanenin önünde süren eylemler amacına ulaştı ve Gandhi yeniden özgürdü…
Tarihler 1921 yılının Aralık ayını gösterdiğinde Gandhi, Hindistan Ulusal Kongresi’nin yürütme yetkisine getirildi. Bu aşamadan sonra ilk işi Britanya mallarını boykot etmek oldu. Hint halkına swadeshi ilkesini benimsetti. Yani yabancı malları kullanmayarak, kendi mallarını üreteceklerdi. Genç-yaşlı, zengin-yoksul demeden herkes khadi adı verilen Hint kumaşını dokumaya başladılar. Bu ilke daha sonra hemen her alanda kullanılmaya başlandı ve öyle ileri boyutlara ulaştı ki en sonunda şiddetli bir çatışma çıktı. İşin içine şiddet girince, şimdiye kadar yaptığı çalışmaların boşa gideceğinden endişelenen Gandhi swadeshi ilkesine hemen son verdirdi. Ancak yine de 10 Mart 1922’de tutuklandı. Gandhi’nin hapishanede kaldığı 2 yıl içerisinde Hindistan Ulusal Kongresi ikiye bölündü.
Tuz Yürüyüşü
Bir süre sessizliğini koruyan Gandhi, 1930 yılında tuz vergisine karşı bir satyagraha başlattı. Gandhi bu direniş çerçevesinde Ahmedabad’dan Dandi’ye kadar tam 400 km yol yürüdü. 12 Mart’tan 6 Nisan’a kadar süren bu yürüyüş kaynaklara “Tuz Yürüyüşü” olarak geçmiştir. Gandhi’ye binlerce kişinin eşlik ettiği bu yürüyüş sonrasında, Britanya hükümeti 60 binden fazla kişiyi hapse attırdı.
Hindistan’ın Özgürlüğe Kavuşması
II. Dünya Savaşı başladığı sıralarda ilk önce şiddete katılmayan manevi destek çağrısı yaptı. Fakat Gandhi’nin bu tutumu kongre üyeleri tarafından hoş karşılanmadı. Bu kez Gandhi Hindistan’a demokrasi verilmezken, bu savaşa katılmayacaklarını beyan etti. Gün geçtikçe savaş ilerliyor, Gandhi aldığı karardan geri adım atmak şurada dursun, şartlarını daha da yoğunlaştırıyordu. En sonunda Britanyalıların Hindistan’ı terk etmelerini istedi.
Gandhi’nin bu çağrısı birçok kesim tarafından eleştirildi. Britanya hükümeti toplu tutuklamalara ve çok aşırıya ulaşan şiddet eylemlerine başvurdu. Gandhi de dahil binlerce insan tutuklandı. Yıl 1944’ü gösterdiğinde artık savaş bitmiş ve Gandhi özgürlüğüne kavuşmuştu. Britanya hükümeti, yönetimin Hintlere verileceğini duyurdu. Artık hem 100.000 tutuklu insan hem de Hindistan özgürdü…
Bu kez Hindistan’ın ikiye bölünme sorunu gündeme geldi. Gandhi böyle bir bölünmeyi onaylamıyordu. Hindu-Müslüman bölünmesi beraberinde bir savaşı getirebilirdi. Gandhi’nin hayatı boyunca en korktuğu şey şiddet ve insanların zarar görmesiydi. Bu konu için de hükümetin aldığı bazı kararları değiştirmek adına, ölüm orucuna girdi. Ancak arkadaşları Müslüman ve Hinduların barış çağrısı yapacağına dair onu ikna ederek, orucunu bitirmesini sağladılar.
PARATiC
