
HAZİRAN 2023

Eğitim psikolojisinin yüzyıllar önce var olup olmadığından emin değiliz. Bununla birlikte, Aristo ve Plato gibi Yunan düşünürler, insan davranışını belirlemeye yardımcı olmak için bilişsel bir yaklaşımın temellerini attılar.

Aristoteles bir keresinde “Eğitimin kökleri acı ama meyvesi tatlıdır” demişti. O zamandan beri birçok şey değişti. Ancak onun ifadesinin doğru olduğunu ve bugün de anlamlı olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim psikolojisi, yıllar içinde pedagoji ve psikolojinin bir kombinasyonu olarak gelişti. Eğitim için psikolojik bir temel bulmaya yönelik ilgi birkaç yıl önce ortaya çıktı. Bu bilimsel temel olmadan, psikolojik ilkeleri eğitime uygulamak imkansız olurdu.
Eğitim psikolojisi ve kökenleri

Eğitim psikolojisinin yüzyıllar önce var olup olmadığından emin değiliz. Bununla birlikte, Aristoteles ve Plato gibi Yunan düşünürler, insan davranışını belirlemeye yardımcı olmak için bilişsel bir yaklaşımın temellerini attılar. Aslında Aristoteles, eğitimin hükumetin vatandaşlarına karşı sorumluluğu olduğunu düşünüyordu. Plato da erdem ve etiğin önemini vurgulamıştır. Bunlar eğitim psikolojisinin ilk kökenleridir. Birkaç yüzyıl sonra, Saint Tomas Aquinas, insan öğrenimi teorileriyle bu alandaki çalışmaların devamını getirdi. Bunu, kademeli bir şekilde akıl ve bilgi edinme süreci olarak gördü. Rönesans sırasında, deneyime dayalı öğrenme fikri ortaya çıktı. Modern psikolojinin babası olarak kabul edilen Juan Luis Vives gibi başka araştırmacılar ortaya çıktı. Motivasyon, öğrenme ve öğretme hızı gibi fikirler üzerine çalıştı. Daha sonra, Juan Huarte de San Juan gibi araştırmacılar, farklı yetenekler gösteren insanlar için diferansiyel psikoloji teorilerini ortaya attı. Eğitim rehberliği üzerine yaptığı çalışmalar, farklı yeteneklerin ve çeşitli mizaçların varlığını doğruladı. Metafizik ve psikolojinin ayrıldığı yer burasıdır. Bu, eğitim psikolojisi tarihinde bir başka kilit noktaydı. Eğitim psikolojisi için bir başka tarihi an, rasyonalizmin mantığını Descartes ve onun katı metodolojisi gibi araştırmacılardan geliştirdiği zamandır.
Yeni bir bilim
Eğitim psikolojisi için bir başka tarihi an, rasyonalizmin mantığını Descaartes ve onun katı metodolojisi gibi araştırmacılardan geliştirdiği zamandır. Comenius gibi diğer araştırmacılar, dört temel eğitim özelliği olduğunu tespit ettiler. Bunlar doğa kanunlarına, eğitimsel döngüsel düzene, tümevarım yöntemine, aktif ve pragmatik öğretim yöntemlerine dayanır. Ardından, deneyimin mantık ve muhakemeden daha değerli olduğunu kanıtlamaya çalışan Locke ve Hume geldi. Bu teoriye göre, tüm bilgiler deneyimden gelmelidir. Bu nedenle eğitim, zihni geliştiren disiplinlere yönelmelidir. Rousseau gibi diğerleri, doğal bir şekilde rehberlik eden bir eğitimle insanların en saf hallerine ulaşmalarına yardımcı olmayı amaçlayan natüralist bir yaklaşım getirdi.
Bilimsel psikoloji
Ve şimdi Herbart gibi araştırmacıların olduğu modern zamanlara geliyoruz. Herbart , öğretmenlerin iyi eğitimciler olabilmeleri için eğitim hedeflerini bilmeleri gerektiğini tespit etti. Ardından, natüralizmi bir sonraki aşamaya taşıyan ve öğrencilerin gelişmek için toplumlara ihtiyaç duyduğunu gözlemleyen Pestalozzi geldi. Bu, eğitim psikolojisinde önemli bir ana işaret eder. Şimdi, eğitimi üç önemli açıdan yenilemek için aktif okulu bir gereklilik olarak gören Dewey’e geliyoruz. Bu yönler, çocuğa yönelik tutum, öğrenciyi, aktif eğitimin ana odağı haline getirme ve öğretim içeriğinin önemidir.

“Eğitim hayata hazırlık değildir; eğitim hayatın kendisidir.”
– John Dewey
Modern eğitim psikolojisi
Şimdi, geçen yüzyılda modern psikolojiyi geliştiren daha modern araştırmacılardan bahsedeceğiz. Her şey XIX yüzyılın sonunda ve XX yüzyılın başında Galton, Hall, Binet James ve Cattell gibi araştırmacılarla başladı. Daha sonra, öğrenme ve bilgi aktarımı hakkında konuşan Thorndike gibi diğer uzmanlar geldi. Ondan sonra Watson’ın davranışçılığı ile Gestalt ve psikanaliz geldi. Davranışlarımızın vicdanımızın dışındaki unsurlardan etkilendiğini öne sürdüler. Daha sonra Skinner ve Becker ve onların davranışsal pekiştirme yaklaşımları var. Daha sonra Piaget, Goodnow, Bruner ve Maslow, Rogers ve Allport gibi hümanistler geldi.

“Eğitimli olan tek kişi, öğrenmeyi ve değişmeyi öğrenmiş olandır.”
– Carl Rogers

İyi öğretimin sırrı, çocuğun zekasını tohumların ekilebileceği, alevli hayal gücünün sıcağında büyüyebileceği verimli bir alan olarak görmektir. Maria Montessori

Maria Montessori, İtalyan bir eğitimci, bilim insanı, doktor, psikiyatrist, filozof, antropolog, biyolog ve psikologdu. Güçlü Katolik ve feminist inançlarla 1896’da İtalya’daki ilk kadın doktor olarak mezun oldu. Sigmund Freud ile aynı dönemde yaşadı ve kendi akıl hastalıkları sınıflandırmasını geliştirdi. 1898 ile 1900 yılları arasında ‘zihinsel olarak rahatsız’ olduğu düşünülen çocuklarla çalıştı. Bazılarının henüz tam potansiyellerini geliştirmediğini fark etti. Bu, sonraki 50 yıl boyunca çalıştığı, çocukların kapasitelerini inceleme mesleğine yol açtı. Maria Montessori, tartışmalı bir şekilde, yaşamın ilk 3 yılında öğrenmenin zahmetsiz, doğal bir süreç olduğunu belirtti. Yöntemi, sanayi devrimi nedeniyle ortaya çıkan ve Batı’da bugüne kadar dayatılan klasik Prusya öğretim yöntemine karşı çıkar. Prusya yöntemi, çocukları gelecekte emir alacak olan işçiler olarak görür.
Ancak, Maria Montessori eğitimi farklı bir şekilde tasarladı. Bu yazıda, onun en önemli fikirlerinden bazılarından bahsedeceğiz.
“Hayatın en önemli dönemi üniversite okuma yaşı değil, ilk dönem olan, doğumdan altı yaşına kadar olan dönemdir.”
– Maria Montessori

Montessori eğitim metodu, gelişimin en iyi aşamalarından en iyi şekilde yararlanmaya kendini adamıştır. Bunun için ortamı dikkatli bir şekilde hazırlamak ve çocukların fiziksel özelliklerine uygun hale getirmek gerekir. Bu eğitim yaklaşımı, çocukların kişisel ritimlerine ve tarzlarına saygı duymaya kendini adamıştır. Montessori eğitiminin anahtarlarından bazıları şunlardır: Hassas büyüme dönemlerine ilgi ve çocukların faydalanmaları gereken emici bir zihne sahip oldukları vurgusu.
Montessori eğitim metodunun önemli bileşenlerinden bazıları şunlardır:
Montessori eğitim metodunun bileşenleri
Maria Montessori’nin yöntemi, çocukların araştırma ve keşfetme süreçlerini kolaylaştırmaya yardımcı olan anahtarlardan oluşur. Bu anahtarlar, onların doğal olarak gelişmelerine ve özerkliklerini teşvik etmelerine yardımcı olur. Bu, özellikle bu bileşenlerin daha da kritik bir rol oynadığı 3 yaşına kadar önemlidir.
“Erken çocukluk eğitimi, toplumun iyileştirilmesinin anahtarıdır.”
– Maria Montessori
Büyüme dönemi
Bu yöntem, yaşamın farklı aşamalarında farklı psişe türleri olduğunu belirtir. Bu aşamaların farklı özellikleri vardır. Aslında, gelişim psikologları onları kapsamlı bir şekilde incelemiştir.
Hassas dönemler
Bunlar, öğrenmenin mümkün olan en basit şekilde gerçekleştirilebileceği aşamalardır. Çocuk öğrenme fırsatını değerlendirmezse, daha sonra belirli bilgi veya becerileri edinmesi kesinlikle çok daha zor olacaktır.
Emici zihin

Doğumdan 3 yaşına kadar, çocuğun hafızası veya akıl yürütme yeteneği neredeyse hiç yoktur. Ancak bu aşamada çocuk beyni son derece hassas olduğu için bol miktarda bilgi edinebilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Maria Montessori öğrenmenin doğal bir süreç olduğuna kesinlikle inanıyordu.
Çevre
Sınıftaki tüm nesneler faydalı olmalıdır, yani eğitimci bunları önceden dikkatlice seçmelidir. Öğrenciler, uygun gelişimi sağlamak için her türlü aracı ve uyaranı seçebilmelidir.

“Çocuklar doğayla temasa geçtiklerinde güçlerini ortaya çıkarırlar.”
– Maria Montessori
Özgürlük
Çocuklar sınıfta maksimum özgürlüğe sahip olmalıdır. Bu onların özerkliklerini ve öğrenme isteklerini uyarır.
Yapı ve düzen

Sınıfın yapı ve düzeni tasvir etmesi hayati önem taşır. Bu, her çocuğun kendi zekasını ve zihinsel düzenini geliştirmesini sağlar. Eğitimci, sınıfta kullanılan her türlü yardım ve materyali zorluk derecesine göre düzenlemelidir.
Gerçeklik ve doğa
Maria Montessori, çocukların doğa ile sürekli temas halinde olmaları için teşvik edilmesi gerektiğini belirtti. Bunun doğanın düzenini, uyumunu ve güzelliğini anlamalarına ve takdir etmelerine yardımcı olduğuna inanıyordu. Nihai amaç, tüm bilimlerin temeli olan doğa yasalarını anlamalarıdır.
Eğitimciler
Maria Montessori’nin felsefesine göre eğitimciler, öğrenme sürecinde kolaylaştırıcı rolünü oynarlar. Bu eğitim yönteminde işlevleri, çocukların ezberlemesi gereken bilgileri vermek değildir. Aksine, onlara kendi ilgi alanlarını keşfetme özgürlüğü ve cesareti vermektir.
Başka bir deyişle, eğitimciler çocukların bireysel süreçlerine müdahale etmeden veya engellemeden öğrenme isteklerini teşvik etmelidir. Kısacası, eğitimci olmak hiç de kolay değildir.
Maria Montessori’ye göre köşelerin önemi
Maria Montessori’nin metodolojisi sınıfta köşelerin kullanımını destekler. Bu alanların amacı, çocukların motor becerilerini ve psikolojik kapasitelerini geliştirebilecekleri uyarıcı bir atmosfer yaratmaktır.
Ev köşesi
Bu, her öğrencinin kişisel nesneleriyle dolu alanları ifade eder. Bu sınıf alanı organizasyonu teşvik etmeli ve istikrar ve düzen sağlamalıdır. Ayrıca kişisel eşyalara sahip olmak öğrencilerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlar.
Dil köşesi
Matlar ve minderlerle dolu bu alan öğrencilerin konuşmasını teşvik eder. Bu alanda çocukların okuma materyallerini seçebilecekleri kitaplıkların olması önemlidir.
His köşesi
Bu; renkler, sesler, dokunma ve koordinasyon alanıdır. Bu alan müzik aletleri, çok renkli kartlar, farklı dokulardaki malzemeler ve farklı oyuncaklarla dekore edilebilir. Tüm bu uyaranlar dikkat ve duyarlılığı teşvik eder.

“Onlara nasıl yapacaklarını söylemeyin. Onlara nasıl yapacaklarını gösterin ve tek kelime etmeyin. Onlara anlatırsanız, dudaklarınızın hareketini izleyeceklerdir. Onlara gösterirseniz, kendileri yapmak isteyeceklerdir.”
– Maria Montessori
Psikolog Cristina Roda Rivera

Şımarık çocuklar sahip olduklarına değer vermezler çünkü her zaman istediklerini elde ederler. Bu nedenle, onlara sınırlar koymalısınız. Burada önemli rol oynayan iki değişken vardır. Bir yanda, her çocuğun genlerinin etkisiyle ilgili mizacı vardır. Öte yanda, onların eğitimi bulunur. Nitekim, eğitim, sınırları veya tutarlılığı olmadığı için öne çıktığında, çocukların şımarık davranışlar geliştirmeye başlaması kolaydır. Anahtar, sınırları belirlemeyi ve her şeyden önce uygun davranışları pekiştirmeyi öğrenmekte yatar. Bu, çocuğu istediğini elde etmek için yersiz öfke nöbetleri geçirmekten uzaklaştıracaktır. Burada, şımarık çocukların dört özel özelliğinden, davranışlarının olası nedenlerinden ve onlara sınır koymanın nasıl öğrenileceğinden bahsediyoruz.
1. Yaptıklarının yanlarına kalmasına çalışırlar

Şımarık çocukların özelliklerinden biri, istediklerini elde etmek için düşünebildikleri hemen hemen her şeyi yapabilmeleridir. Aslında yasak ya da değil, yapmaya çalışmayacakları hiçbir şey yoktur. Bunun nedeni, hayal kırıklığına veya sınırlara tahammül etmemeleridir. İşlerin kendi kurallarına göre yapılmasını isterler ve istedikleri sonuçları almayı beklerler. Bu davranışsal bir süreçtir. Başka bir deyişle, özellikle genç olduklarında, hareket biçimleri yansıtıcı düşüncenin ürünü değildir. Ancak davranışlarıyla aslında “pekiştirme almıyorum, bu yüzden iyi davranmayı bırakıyorum” çizgisinde bir fikir ortaya koymaktadırlar.
2. Hayal kırıklığına karşı düşük toleransları vardır

Şımarık çocukların hayal kırıklığına karşı toleransları düşüktür. Aslında, başkalarının bunun için ödemesi gereken bedelden bağımsız olarak, gerçekliğin kendi isteklerine uygun olmasına alışmışlardır. Onlar, hayal kırıklığıyla yüzleşmek için çok az fırsatları olduğu için, hayal kırıklığını tolere edecek stratejiler geliştiremeyen çocuklardır.
3. İtaat etmezler

Bu çocukların en belirgin özelliklerinden bir diğeri de itaatsizliktir. Ebeveynlerinin taleplerini görmezden gelirler ve sadece kendi isteklerine uyarlar. Bu, sınırların olmamasıyla yakından ilgilidir. Sınırlar zamanında belirlenmezse, çocukların hiçbir zaman iyi davranmak veya belirli yönergeleri izlemek zorunda kalmadıkları için ebeveynlerinin emirlerine veya taleplerine uymama riski vardır. Sınırlar zamanında belirlenmezse, çocukların hiçbir zaman iyi davranmak veya belirli yönergeleri izlemek zorunda kalmadıkları için ebeveynlerinin emirlerine veya taleplerine uymama riski vardır.
4. İstediklerini elde etmek için öfke nöbetleri kullanırlar

Şımarık çocuklar, istediklerini elde etmek için öfke nöbetleri, somurtma ve öfke kullanırlar. İstedikleri şey, dikkat veya ebeveynlerinin isteklerini yerine getirmesi olabilir. Bu da onların müzakere veya empati becerilerini geliştirmedikleri anlamına gelir. Bu nedenle, paylaşmaları ve başkalarını anlamaları son derece zordur. Bunun nedeni nedir? Çünkü onlar her zaman sadece kendi davranışlarına ve ihtiyaç duydukları şeylere odaklanmışlardır. Öfke nöbetlerine geri dönersek, onlara boyun eğmenin iki ucu keskin bir kılıç olduğunu bilmek önemlidir. Çünkü ilk başta çocuğun öfke nöbetini hafifleteceklerdir. Ancak zamanla çocuk istediğini elde etmek için bu stratejiyi kullanmaya devam eder.
Çocukları şımarık olma nedenleri
Daha önce de belirttiğimiz gibi, şımarık davranışların kökeninde hem genetik (mizaç) hem de çevre rol oynamaktadır. Bu ikinci değişkende ebeveyn eğitim tarzlarını buluyoruz. Bunlar, bir çocuğun işlev görme biçiminin gelişimini büyük ölçüde etkiler. Nitekim mizaçlarının ve karakterlerinin ötesinde, şımarık çocukların genellikle ebeveynlerinin bazı aşırı korumacı davranışları veya sınırların olmaması nedeniyle “doğduklarını” biliyoruz. Bunlar ve diğer davranışlar arasında, bu tür ebeveynleri buluyoruz:
- Sınır koymazlar.
- Öfke nöbetlerine veya yanlış davranışlara teslim olurlar.
- Evde kural koymazlar.
- Uygunsuz davranışları pekiştirirler.
- Uygun davranışları pekiştirmezler.
- Tutarsız hareket ederler (özellikle sınırlarla ilgili olarak).
Sınırlar nasıl belirlenir
Çocuklara nasıl sınırlar koyarsınız? Yardımcı olacak hangi stratejiler var? İşte bazıları:
Sınırları düzgün ifade edin

Sınırların çocuklara açık, basit ve yaşa uygun bir şekilde anlatılması önemlidir. Çocuklarınız siz hakkına sahip olma gerçeğinden de yararlanabilirler. Başka bir deyişle, fikirlerini ifade etme ve sınırlarla ilgili olarak ne hissettiklerini söyleme hakları vardır. Burada mesele, onların “talep ettikleri” veya söyledikleri şeylere boyun eğme meselesi değil, onlara ses verme ve mümkün olan her yerde, özellikle de daha büyük çocuklarsa, ortak bir anlaşmaya varma meselesidir. Bu şekilde, kendilerinin de sürecin bir parçası olduklarını hissederler. Aslında, bu onlarla müzakere etmek anlamına gelir. Bununla birlikte, mantıksal olarak, her zaman müzakere edilemez bazı sınırlar olacaktır. Ebeveynler olarak, bu sınırlara saygı duymaları gerektiğini ve onları değiştirme olasılıklarının olmadığını anlamalarını sağlamalısınız.
Alternatifler sunun
Bir çocuğun belirli bir davranışı gerçekleştirmesini “yasaklarsanız”, yani belirli bir sınır koyarsanız, alternatif bir davranış da sunmalısınız. Örneğin, “Mutfakta yerde oynayamazsınız ama yemek odasında/salonda oynayabilirsiniz.” Çocukların özerk varlıklar olarak gelişebilmeleri için manevra alanına ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, ne yapmamaları gerektiğini bilmeleri gerekir. Ancak, her şeyden önce, ne yapabileceklerini bilmeleri gerekir.
Uygun davranışları pekiştirin
Konu sınır koymak olduğunda, uygun davranışları pekiştirmek de iyi bir strateji olabilir. Bunun nedeni nedir? Çünkü bu, hem bu davranışın gelecekte tekrar ortaya çıkma olasılığını artırmanın bir yoludur, hem de karşılığında çocuklarınıza neler yapabileceklerini öğretirsiniz. Çünkü bu, hem bu davranışın gelecekte tekrar ortaya çıkma olasılığını artırmanın bir yoludur, hem de karşılığında çocuklarınıza neler yapabileceklerini öğretirsiniz.

Çocukların sürekli geliştiğini unutmayalım. Ayrıca, bu gelişme sırasında pratikte her şey onları etkiler. Bu anlamda onların eğitimi çok önemlidir. Bu nedenle, çocuklarınızın şımarık çocuk davranışları göstermesini önlemek istiyorsanız, kendi ritimlerine ve gelişimlerine saygı duyarak sınırlar koymakla başlamak önemlidir.
Bu nedenle, çocuklarınızın şımarık çocuk davranışları göstermesini önlemek istiyorsanız, kendi ritimlerine ve gelişimlerine saygı duyarak sınırlar koymakla başlamak önemlidir.
“İyi öğretimin sırrı, çocuğun zekasını tohumların ekilebileceği, alevli hayal gücünün sıcağında büyüyebileceği verimli bir alan olarak görmektir.”
– Maria Montessori
Akranları tarafından reddedilen veya izole edilen çocuklar büyük acılar yaşarlar. Bu yazıda, en yaygın nedenleri ve bu tür bir durumun nasıl tersine çevrilebileceğini öğrenebilirsiniz.

Duygusal bağımsızlık, çocuklarınıza verebileceğiniz en değerli derslerden biridir. Başka bir deyişle, kendi duygusal merkezleri olmaları ve zararlı bağımlılıklar veya bağlılıklar geliştirmemeleri gerekir. Ancak, insanlar sosyal varlıklardır ve başkalarına ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle, çocuğunuzun arkadaşı yoksa, nedenleri belirlemeniz ve durumu tersine çevirmeye yardımcı olmanız önemlidir.

Arkadaşlar, çocukluk ve özellikle ergenlik döneminde önemli sosyalleşme aracılarıdır. Gerçekten de, bir grubun parçası olmak, bütünleşmiş hissetmek ve bir aidiyet duygusu geliştirmek, uygun psikolojik gelişim için çok önemlidir. Aynı nedenden dolayı izole yaşayan, akranları tarafından reddedilen veya ilgisiz kalan bir çocukta ciddi duygusal yaralar oluşacaktır. Bunun olmasını önlemek için, çocuklarınıza başkalarıyla düzgün bir şekilde ilişki kurmalarını sağlayan kişisel araçlar vermelisiniz.

Bir çocuğun veya gencin kendilerini arkadaşsız bulmasının farklı nedenleri vardır. Doğal olarak, nedenin çözülmesi gerekiyor. Yine de bu durumun kalıcı olması gerekmediğini hatırlamak önemlidir.Yalnız bir çocuk olarak etiketlenmek, özellikle istemedikleri bir durumsa, son derece incitici olabilir. Ancak, bu olaylar dizisinin gerçekleşmesinin nedeni tam olarak ne olabilir?

Utangaçlık, çocukların arkadaşlık kuramamasının ana nedenlerinden biridir. Aslında, bazı bebekler daha çekingen bir mizaçla doğarlar. Bu onların inisiyatif almalarını engeller. Ayrıca yabancılara karşı çekingen ve sakıngan olmalarına neden olur. Bu nedenle, bir çocuk bir grupta kendine güvenmiyorsa, sessiz kalma ve başkalarıyla etkileşim kurmama eğiliminde olabilir. Doğal olarak, bu onun başkalarına ulaşma potansiyelini sınırlar. Bu nedenle, bir çocuk bir grupta kendine güvenmiyorsa, sessiz kalma ve başkalarıyla etkileşim kurmama eğiliminde olabilir. Doğal olarak, bu onun başkalarına ulaşma potansiyelini sınırlar.


Önceki deneyimlerin, çocukların yeni sosyal etkileşimlerle karşılaştıklarında benimsedikleri tutum üzerinde büyük etkisi vardır. Bu nedenle, reddedilme veya tecrit durumları yaşadılarsa, başkalarıyla ilişki kurmak daha zor hale gelir. Ailede üstlendikleri rol, kendilerine en yakın olanlardan gördükleri muamele ve daha önceki sosyalleşme girişimlerinin sonucu, sonraki etkileşimlerini bir ölçüde etkiler. İyi bir benlik saygısı geliştirmeyi başaramayan küçükler, bağlanma söz konusu olduğunda kendilerini güvensiz ve savunmasız hissedebilirler. Aslında yetersiz, kusurlu veya hak etmemiş hissetmek, kendilerini oldukları gibi göstermelerini engeller. Ayrıca, sosyal ortamlarda rahat değillerdir, bu nedenle performansları hiçbir zaman optimal değildir.

İyi bir benlik saygısı geliştirmeyi başaramayan küçükler, bağlanma söz konusu olduğunda kendilerini güvensiz ve savunmasız hissedebilirler. Aslında yetersiz, kusurlu veya hak etmemiş hissetmek, kendilerini oldukları gibi göstermelerini engeller. Ayrıca, sosyal ortamlarda rahat değillerdir, bu nedenle performansları hiçbir zaman optimal değildir. Son olarak, diğer insanları yabancılaştırabilecek belirli tutumların olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bazen bir çocuğun arkadaşları olmadığında, bunun nedeni başkalarına saygı, empati veya nezaketle hitap etmemeleridir. Gerçekten de kıskanç, otoriter veya saldırgan bir çocuk er ya da geç çevresi tarafından reddedilecektir.
Çocuğunuzun hiç arkadaşı yoksa ne yapabilirsiniz?
Hiç arkadaşı olmayan bir çocuğa yardım etmenin anahtarları, doğrudan duruma yol açan nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, duruma bağlı olarak aşağıdaki önlemlerden bazılarını kullanabilirsiniz:

- Çocuğunuzun özgüvenini ve özsaygısını geliştirin. Sevginizin koşulsuz olduğu fikriyle dünyayla yüzleşmeleri son derece önemlidir. Aslında, ne kadar hata yaparlarsa yapsınlar, her zaman orada olduğunuzu her zaman hissetmelidirler. Sadece hatalarını analiz eder ve tekrar denemelerine yardımcı olursunuz.
- Sosyal beceriler üzerinde çalışın. Bu alanda da ellerini yavaşça bırakın. Bu, onları, yalnızca kendilerini tamamen güvende hissettikleri bağlamlarda değil, çeşitli bağlamlarda etkileşime girmeye teşvik eder. Bir çatışma ortaya çıktığında, onun hakkında konuşmalarını, kelimelere dökmelerini sağlamaya çalışın. Olanlarla ilgili bir hikaye oluşturma gerçeği, sosyal düzeyde zekalarını geliştirmelerine yardımcı olacaktır. Ayrıca size daha doğru bir şekilde müdahale etme fırsatı verecektir. Gerçek bir çatışma yoksa, varsayımsal durumlar ortaya koyabilir ve alınabilecek farklı seçenekleri tartışabilirsiniz.
- Gerekirse profesyonel yardım alın. Çocuğunuzun arkadaş edinmede yaşadığı zorluklar son derece belirginse sosyal fobisi olabilir. Bu durumda bir psikologla çalışmak çok önemlidir. Terapi aynı zamanda sosyal becerilerini geliştirmelerine ve geçmiş olumsuz deneyimlerinden kaynaklanan acı ve incinmeleri yönetmelerine yardımcı olabilir.

Nihayetinde, sosyal ilişkilerin eksikliği acı verici ama tersine çevrilebilir bir durumdur. Bu nedenle, çocuğunuzun sosyal performansını geliştirmek ve kendisine güvenmek için ihtiyaç duyduğu araçları edinmesine yardımcı olun. Ancak hepsinden önemlisi, tüm süreç boyunca anlayışınızı, desteğinizi ve teşvikinizi sunun. Bu onların kendilerini güçlendirmelerini ve gerekli değişiklikleri yapmalarını sağlayacaktır.

Psikolog ELENA SANZ

Çocukluk, kişiliğin oluşum göstermeye başladığı bir dönemdir. Bu nedenle kitap okuma alışkanlığının kazanılmasında en uygun zaman çocukluk dönemidir. Küçük çocukların okuma alışkanlığının oluşmasında öncelikli olarak ailenin rolü son derece büyük. Okuma alışkanlığı kazanımını elde edebilmek için temelinin ailede atılması ve devamında da eğitim sistemin bir parçası olan öğretmenler tarafından geliştirilmesi gerekiyor. Okumaya ne kadar erken yaşta başlanırsa kitap okuma alışkanlığına sahip olmak o kadar etkili olur. Çocuğunuz bu alışkanlığı ne kadar geç edinmeye çalışırsa kitap okumaya başlaması ve bunun devamını getirmesi de bir o kadar güç olur. Bu bağlamda evebeynlerin çocuklarına sergiledikleri tutum ve alışkanlıklar kitap okuma alışkanlığının oluşmasında önemli ana faktöre girmektedir. Evebeynlerin küçük yaşlardan itibaren çocuklarına kitap okuma alışkanlığını kazanabilmeleri için onlara bu konuda özel olarak vakit ayırması gerekmektedir. Bunun için de çocuğunun ilgi düzeyine ve yaşına uygun kitaplar seçerek kitap okumayı sevmesini ve böylece bunu bir alışkanlık haline getirmesini sağlayabilirler.

Evin içerisindeki kitaplar devamlı çocuğun erişebileceği yerlerde yani göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun yapılması çocukların istedikleri zaman kitapları ulaşmasını, incelemesini ve hatta okumasını sağlayacaktır. Evde çocuğunun elinin altında bulunan kitaplar çocukların dikkatini çekip kitaplara yönelmesini sağlayacaktır. Bir diğer önemli nokta da, ebeveynlerin çocuklarına rol-model olmaları gerekmektedir. Yani çocukta kitap okuma alışkanlığının oluşması için ebeveynler de kitap okuyarak ve daima çocuğunun kitap okumasını destekleyip teşvikte bulunarak bunu sağlayabilirler. Anne ve babalar çocuklar da kitap okuma alışkanlığı için bir ödül sistemi oluşturmalıdır. Verilecek ödüller çocuğun kitap okuması için motive kaynağı olmaktadır. Örneğin ona ilgi düzeylerine ve yaşına göre yeni kitaplar alın veya birlikte kitapçıya gidip çocuğun istediği herhangi bir kitabı alın. Kısaca çocuğun o kitabı sahiplenmesine fırsat tanıyın, çünkü sahiplenmek çocuğun haz duygusunu artıracak ve kitap okuma alışkanlığının oluşmasını sağlayacaktır.

Evde çocukla birlikte belirli zamanlarda kitap okuma saati uygulanmalıdır. Ebeveynlerini gören çocuğun kitap okuma alışkanlığı daha da pekişecek ve kitapları sevmesinde etken görevi görecektir. Ebeveyn olarak ne kadar kitap okuduğunuz çocuklar tarafından gözlemlenir ve kitap okuma alışkanlığı oluşumunda bunun etkisi oldukça büyüktür. Kitap okumanın ardından çocukla kitap hakkında sohbet etmekle çocuğuna göstereceği ilgi ve vereceği destek çocukların bugün ve gelecekte okuyan ve ne istediğini bilen bireyler olmasını sağlayacaktır.

Çocuğun kitap okuma alışkanlığını kazanması için evde aktif katılımlar yapacak ortamlar hazırlayın. Örneğin çocuğunuzdan sesli kitap okuma yapmasını isteyebilirsiniz veya bir önceki örnekte olduğu gibi kitap okuduktan sonra kitap hakkında fikirlerini içeren sohbetler edebilirsiniz. Çocuklara devamlı olarak kitap okumanın gerekliliği ve önemi anlatılmalıdır. Kitap okuma alışkanlığının pekişmesinde yine önemli faktörler arasına girecektir. Çocuk bu sayede kitap okumanın gerekliliği ve önemi hakkında farkındalık sahibi olacak ve kitap okumayı yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline getirecektir.


Ev ödevleri, ebeveyn-çocuk ilişkisinin en büyük yıpratıcılarından biri olabilir. Çocuklar ödevlerinin başına oturmamakta ısrar edebilir, ödevini yapmaya başladıklarında ise devam etmekte zorlanabilirler. Ebeveyn(ler)i ise ödevlerin yapılması ve hemen bitirilmesi konusunda ısrar edebilir. Böylece ödeve duyulan öfke, ebeveyn-çocuk ilişkisine taşınır ve durum bir tür söz geçirme mücadelesine dönebilir. Alın size bir kriz. Peki neden böyle oluyor? Ödevleri ebeveynler ve çocuk arasında kriz yaşamadan yapmak ve yaptırmak mümkün değil mi? Çocuğunuz ödev yapmıyorsa, bir ebeveyn olarak bu durumun sizi nasıl etkilediğini öğrenmek ve bu durumla nasıl başa çıkabileceğinize dair tüyolar almak için bu yazının yardımcı olacağını umuyorum.

Ödev, yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Bu görev, başkası tarafından verilebileceği gibi kişinin kendi kendine sorumluluk yüklemesi ve yerine getirme gerekliliği hissetmesi sonucu da edinilebilir. Ev ödevi (okul ödevi) ise öğrenmeyi desteklemek için öğrencinin okul saatleri dışında, evinde yapması gereken görevlerini ifade eder.

Sorumluluk: Okulda verilen ev ödevleri, çocuklara sorumluluk almayı ve sorumluluklarını yerine getirmeyi öğretir, alıştırır. Bu yönüyle verilen ödevler oldukça önemlidir. Yerine getirilmesi gereken görevler: Öğrenci, ödevler sayesinde bir dönemi başarı ile tamamlamanın yöntemlerini keşfeder, çıkarımlar yapar ve ders alır. Örnek: Başarılı olmak için derslerime çalışıp, ödevlerimi yaptığımda nasıl sonuçlar aldım; yapmadığımda nasıl sonuçlar aldım? Öğrenme sürecini desteklemek: Öğrenciler, ödevler sayesinde öğrendiklerinin kalıcı olmasını sağlar. Bir sonraki konulara ise hazırlıklı olurlar.

Ödev konusunda sorunlar yaşayan çocukların anne babaları, devamlı hatırlatma, söylenme, ikna etmeye çalışma, ödüllendirme, tehdit etme, azarlama hatta şiddet uygulama gibi yöntemleri deneyerek ödevin yapılmasını sağlarlar. Sonuçta ödevi düşünme, hatırlatma, yaptırma sorumluluğunu anne baba üstlenmiş, çocuk sadece anne babaya eşlik etmiş olur. O günün ödevi yapılmış bile olsa, ertesi gün çocuk yine anne babanın hatırlatmasını, yanında oturmasını ve ödevini yaptırmasını bekleyecektir. Bu şekilde başlayan bir ödev sistemi anne baba tutumunu değiştirmediği sürece devam eder. Çocuk hiç bir zaman “Ben bugün ödev yapmaya kendiliğimden başlayayım, yalnız başıma yapayım.” demeyecektir. Asıl önemli olan ödevin yapılmış olması değil, çocuğun ödev sorumluluğunu kazanmasıdır.
Çocuklar için, ödevlerini bir erişkinin yardımıyla yapmaktan, kendi başına yapabilmeye geçmek önemli bir gelişim aşamasıdır. Bu gelişimin olabildiğince erken sağlanabilmesi için ev ödevlerinin en önemli işlevinin bağımsız çalışabilme, bilgiye ulaşabilme ve sorumluluk becerilerinin gelişmesi olduğu unutulmamalıdır. Çocuğun ödevlerini kendi başına yapması, anne babanın bu konuda hiç sorumluluk almaması anlamına gelmemelidir. Anne babanın ödevlere önem vermesi, izlemesi, kontrol etmesi ve cesaretlendirici olması bu becerilerin gelişimi için önemlidir. Başlangıçta çocuk daha yakın bir izleme ve daha fazla yardıma gereksinim duyacaktır. Anne baba ödev süresince çocuğun yanında oturup yanıtları vermek ya da hataları düzeltmek yerine araştırma, karar verebilme, plan yapabilme becerilerini geliştirecek fırsatlar tanımalıdır.
Ödevler konusunda anne babanın destekleyici ve cesaretlendirici tutumu çok önemlidir. Anne babanın ödev sorumluluğunu çocuğa bırakması, ödevlerle hiç ilgilenmemesi anlamına gelmez. Anne baba ödevlerin tam olarak alınması ve yapılması konusunda takipçi olup, çocukla birlikte kurallar belirlerken, bir yandan da övgü ve cesaretlendirmeye önem vermelidir. Çocuğun ödevinin anne baba tarafından öğrenilmesi, ödev yapmasının anne babası tarafından sürekli hatırlatılıyor olması çocuğu anne baba söylemeden ödev yapamaz hale getirebilir. Aşırı müdahaleci ya da eleştirel olmak çocukları ödev yapmaktan soğutabilir.

Ödevlerin ne yarar sağladığı çocuklara açık ve net bir şekilde anlatılmalıdır. Çocukların ödevi anne ve baları arasında da tartışmalara sebep olabilir, bu konudaki tartışmalar çocuğun önünde yapılmamalıdır. Anne baba çocuğun önünde aynı fikirde görülmelidir. Ödev yapma konusunda anne ve baba çocuğun kendi özelliklerine bir çalışma odası düzenlemeli, mümkün değilse evin sessiz bir iaşesi çocuğa ayrılmalıdır. Çalışma ortamında televizyon, telefon gibi dikkat dağıtacak eşyaların olmamasına, çocuğun odasına ders çalışırken fazla girilmemesine dikite edilmelidir. Çocuğun çok değil verimli çalışması önemlidir. Çocuğun sürekli ders çalışmasını beklemek ve bu kornoda sürekli uyarmak çocukların tepkisel davranmasına sebep olabilir.

Çocuğun uyabileceği, kolay bir programın birlikte yapılması işleri kolaylaştırabilir. Program yeterince esnek olmalıdır. Çocuk okuldan geldiğinde dinlenmek için yeterli zamanı olmalıdır. İkindi kahvaltısı, sohbet, oyun oynama gibi. Ders çalışma süreleri 40-45 dakika çalışma, 10 dakika mola şeklinde düzenlenmeli, bu süreler çocuğun dikkat süresine göre esnek olmalıdır. Çocuğa ödevlerin asıl amacının verilen bir işin sorumluluğunu üstlenme ve onu kendi başına yapabilme becerilerini geliştirmek olduğu açıklanmalıdır. Çocuk ödevi anne baba ile birlikte yapmaya alışmış ve her adımda onay bekliyorsa aşamalı bir şekilde yavaş yavaş bu sistem değiştirilebilir. Önce her üç soruda bir kontrol yapılır, sonra beş soruda bir çocuğun yanına gidilir. Çocuğun yaşına ve toplam ödev süresine göre ödevler 2-3 parçaya bölünerek tamamlanabilir. Her bir bölümün süresi 10-15 dakika arasındadır. Ödev üç parçaya bölündüyse ilk 15 dakika için yapılacak olan ödevler belirlenir. Çocuğun yanından ayrılırken sadece belirlenen kısmı tamamlaması istenir ve 15 dakikanın bitiminde yanına gelip yapılan kısmın kontrol edileceği bildirilir.
Sürenin sonunda anne baba çocuğun yanına gidip verilen kısmı yapıp yapmadığını kontrol eder. Yapılmamışsa sorunun ne olduğunu konuşulur. Yapılmışsa çocuk olumlu mesajlarla desteklenir ve ikinci 15 dakika için yapılacak olan kısım belirlenir. İlk 15 dakikanın sonunda çocuğun yorgun ya da isteksiz olduğu gözlemlenirse ikinci bölüme başlamadan önce 10 dakikalık kısa bir ara verilebilir. Ödevinin miktarına göre ödevler 3-4 bölüme ayrılarak tamamlanabilir. Program yaparken çocukların algı ve öğrenmesinde farklılıklar olduğu unutulmamalıdır. Sabah mı daha iyi öğreniyor, akşam mı? Okuyarak mı, dinleyerek mi, seyrederek mi öğreniyor? Tespit edilmelidir. Ödev konusunda inatlaşmak yerine ders çalışmak çocuk ilgi çekici hale getirilmeye çalışılmalıdır. Ödevler kısa bölümlere ayrılmalı, iki sıkıcı ya da zor ders arasına bir yorucu olmayan ders konulmalıdır.

Çocuk program hedefine ulaştığında ödüllendirilmen, bu ödül maddi bir ödül olmamalıdır. Çocuğunuz size uygulanamayacak bir | program önerisiyle gelebilir. Örneğin 3 saat bilgisayarda oyun oynama, TV seyretme gibi faaliyetlerin yer almasını isteyebilirler. Bu durumda ebeveyn tavrı net olmalıdır. Televizyon karşısında ya da bilgisayarın açık olduğu bir ortamda veya cep telefonu açık sürekli mesaj gelirken ödeve konsantre olmak zordur. Ödev saati süresince bu aletler kapalı tutulmalıdır. Ev ödevleri konusunda çocukla işbirliği yapılmalı, ona çözümler üretmek konusunda sorumluluk verilmelidir. Çocukla birlikte ödevler için uygun zaman belirlemek. Çocukla birlikte, ödev için uygun yer belirlemek önemlidir. Birlikte önceden alınan kararlara çocuğun uyumu daha iyi olur.

Ödev süresi çocuğun yaşına ve dikkat süresine göre belirlenmeli ve 2-3 parçaya bölünmelidir. Hafta içi günler için: 1. ve 2. sınıflar için günde 20 dakika 3. – 4. sınıflar için 30-40 dakika 5. – 6. sınıflar için 45-60 dakika 7. – 9. sınıflar için 60-90 dakika 10. – 11. sınıflar için 90-120 dakika İlköğretimim ilk beş yılında, çocuğun dikkat eksikliği, özel öğrenme güçlüğü gibi bir sorunu yoksa, sadece ödevleri yapmak akademik başarı için yeterli olabilmektedir. Ancak 6. sınıftan itibaren ödev yapma sürelerine ayrıca ders tekrar etme ve çalışma süresinin eklenmesi gerekmektedir. Bu konuda anne babalar çocuklarıyla baştan konuşup, ödev yapma ve ders çalışma sürelerini ayrı ayrı belirlenmesini sağlamalıdırlar. Ödev saatinde çocuğun ödev yapmaya başlayıp başlamadığı kontrol edilir. Ödev zamanından erken bitse bile o sürenin kalanı çalışmakla ya da tekrar etmekle geçirilmelidir. Bu yaklaşım özellikle aceleyle ve özensiz yapılan ödevler için faydalıdır.

Ödevlerin kontrolü tümünün yapılmış olup olmadığı ve hem de yanlışların düzeltilmesi açısından çok önemlidir. İdeal olan yol, ödev kontrolünün ve düzeltmelerin öğretmen tarafından yapılmasıdır. Anne baba ödevdeki yanlışları işaretleyip, çocuğun düzeltmesine fırsat tanıyabilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yanlışları düzeltmek için ödev süresinin fazla uzatılmamasıdır. Hem çocuk daha fazla dikkatini veremez hem de bir sonraki gün ödeve başlamakta isteksiz davranır.

Çocuğa hiç yardımda bulunmamak da çocukta güven duygusunu zedeler. Zorluklar karşısında desteksiz kalacağı duygusunu uyandırır, korku duygusunun geliştirmesine sebep olur. Çocukların ders çalışırken sıkılması doğaldır. Ancak hiç ödev yapmıyorsa, ödev yapması çok uzun sürüyorsa, çalıştığı halde başarısız oluyorsa, ders çalışmaktan soğuduysa altta yalan nedenler ortaya çıkarılmalıdır. Nedenler ve çözümler konusunda gerekirse bir uzmandan yardım almalıdır.
Çocuklarda dikkat eksikliği gibi özel durumların varlığında birebir öğretim, ilaç tedavisi faydalı olabilir, özel derse başvurulabilir ya da psikiyatrist ile görüşülebilir. Aynı şekilde özel öğrenme güçlüğü olan çocukların da deneyimli öğretmenlerce birebir eğilimi söz konusu olabilir. Yani çocukların bireysel farkları olduğu, bu nedenle öğrenme tarzlarının değişiklik gösterebileceği unutulmamalıdır. Çocuğun zekasında, öğrenmesinde, dikkat becerilerinde sorun varsa Özel Eğitim Desteği alınması gerekebilir.
PSİKOLOG BURCU BAŞOĞLU

Uyku bir çeşit alışkanlıktır ve alışkanlıkları bir gün içerisinde değiştirmek neredeyse imkansızdır. Okulların açılacağı tarih belli olduğundan en az 4-5 gün önce uyku ritüeli istenilen şekle dönüştürülmeye başlanmalıdır. Okul açılmadan önceki gece erkenden yatırmak çocuğu stres altında hissetmesine, ebeveynleri ile gerginlik yaşamasına, uyuyamadığı için ertesi günü tedirgin olarak geçirmesine ve okulla ilgili olumsuz düşünceler oluşmasına neden olabilmektedir.

Çocuğa daha küçük yaşlardan itibaren farkında olmadan okulla ile ilgili fikir vermeye başlarız. “Korkma”, “okula gitmek istermisin?”, “ acaba yapabilecekmisin?” gibi mesajlar çocuğun okulla ilgili endişe verici fikirlere kapılmasına, kendini yalnız ve ne yapacağını bilemez bir halde hissetmesine neden olabilir. Okulla ilgili özendirici cümleler çok daha küçük yaşlardan itibaren söylenmeye başlanmalıdır. Yapı olarak daha endişeli olan çocukların okulu daha önceden görmesi, öğretmeni ile tanışması okula adaptasyonu açısından olumlu etki yapabilir.

Uyku-uyanıklık döngüsü bir ritm olduğundan son güne bırakmadan bu döngü istenilen saatlere çekilmeye başlanmalıdır. Birlikte kahvaltı yapabilmeli, giyinme, diş fırçalama gibi öz bakım becerilerini rahatça yerine getirebilecek kadar zamanı olması ve okula sakince gidebilmesi için uygun bir zaman diliminde uyanması daha doğrudur. Aceleye gelmeden rahat ve huzurlu bir şekilde okula hazırlanması okuldaki performansına da katkı sağlayacaktır.

Gelişim basamaklarında çocuklar öncelikle soyunmayı, daha sonra giyinmeyi öğrenirler. İlkokul çocuğunun yavaş yavaş tek başına giyinmeye başlaması beklenir. En azından anneye yardımcı olması sağlanmalıdır. Bir gece önce kahvaltıda ne yemek istediğini sormak, ertesi gün için kendini hazırlamasına yardımcı olacaktır. Ne kadar sıradan bir gün gibi davranılmaya çalışılsa da sıradan olmadığı ortadadır. Bu nedenle haftanın son günü yapılacak kahvaltı bir kutlama şekline çevirilebilir ve tüm aile haftanın nasıl geçtiği ile ilgili sohbet edebilir. En sevdiği bir oyuncağı götürmek isterse izin vermeli mi? Okulla görüştükten sonra buna karar vermek daha doğrudur. okul izin verirse götürmesine mutlaka izin verilmelidir. Okulun evden oyuncak getirilmesine izni yok ise, okula gidene kadar oyuncağı ile arabada gidebileceğini, okuldan almaya geldiğinizde oyuncağının ve sizin onu arabada bekleyeceğinizi söyleyebilirsiniz.

Evde olan kurallar gibi okulun da bazı kuralları olduğu konuşulması gereken okulla ilgili önemli konulardan bir tanesidir. Evde kurallara uymadığı zaman aldığı küçük cezalara benzer cezaların, okulun kurallarına uyulmadığında benzer cezaların olabileceği anlatılmalıdır.

Çocuğun okula servisle gitmesi ya da ailenin bırakması şartlara bağlı belirlenmelidir. Bundan sonraki okula gidişleri de belirleyecek olduğundan aileyi zora düşürmeyecek ve sürekli uygulanabilecek bir yöntem seçilmelidir. Bir gün özel araç, başka bir gün servis bazen taksi gibi farklı seçenekler okula yeni başlayan çocuklar için endişeye neden olabilir. Olabildiğince rutine oturtmak çocuk için rahatlatıcı olacaktır.
Okul alışverişinin bir kısmına çocuk da dahil edilmelidir. Okul açılmadan önce yapılan okul ziyaretinde okula giderken gerekli gereçler öğrenilmeli, fazladan veya eksik herhangi birşey götürülmemelidir. Eksik ya da fazla götürülen gereçler çocuğun kendini eksik hissetmesine veya dalga konusu olmasına neden olabilir. Daha önce birlikte alınan beslenme, suluk, kalem, silgi v.s gibi gereçler bir gün önceden birlikte hazırlanmalıdır

Daha çok küçük yaşlarda çocuklar hoşlanmadıkları durumlarla başa çıkmayı öğrenmeye başlarlar. Bunu öğrenmeleri biraz da ebeveynlerinin izin vermesine bağlıdır. Sıkıntı duyduğu her durumdan onu kurtaran ebeveynler, çocuğun hayatla başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine istemeden engel olmuş olur. “Arkadaşımı sevmiyorum, istemiyorum…” cümlesinin nedenlerini onunla konuşmak ve bir çözüm yolu arayışına girmek, izleyebileceği bir kaç alternatif yol göstermek arkadaş ilişkilerinin olumlu gelişimine katkıda bulunmaktadır. Aksi takdirde en ufak bir sorunda hiç kafasını yormadan sizden yardım talep edebilir ve bağımlı mutsuz bir kişilik yapısı geliştirebilir

Çocuk kadar anne-babalar için de ayrılık zordur ve her iki taraf için de önemli bir sınavdır. Çocuğun ayrılık kaygısı yaşama olasılığını büyük ölçüde ebeveynlerin tutumu belirler. onlar, yansıtmadıklarını söylerler fakat çocuklar hissederler… Kendi kendilerine çocuklarının güvenilir ve olması gereken bir ortamda olduğunu telkin etmeleri ve okula başlamasının onlardan koptuğu anlamına gelmediğini düşünmelerini önerebilirim.
Ayrılık kaygısı duyan çocukları teneffüslerde annelerinin orada olduğunu görmek rahatlatabilir. Her teneffüs çocuğun yanında olunması arkadaş edinmesini ve eğlence ile geçirilecek zamanı kaçırmasına neden olur. Çocuğun zihninde okulu görüş saatleri olan bir cezaevine benzetmeye gerek yoktur. Bireyselleşmeye başlayacağı bu en önemli adımı atmasına ve başarmasına izin verin

Alerji veya başka bir kronik hastalığı olan çocukların öncelikli olarak sınıf öğretmeni, varsa okul hemşiresi bilgilendirilmelidir. Acil durum olursa nasıl yaklaşacakları ve hangi noktada aileye haber vermeleri gerektiği anlatılmalı gerekirse yazılı olarak da verilmelidir
Gıda allerjisi yok ise okulda yemesine izin verilmesi daha uygun olur. Farklı beslenme ile okula giden çocuk arkadaşlarından izole gibi hissedebilir. Uyumu ve eşitliği bozan davranışlardan kaçınmakta fayda vardır. Ayrıca evde yemeyen bir çok çocuk, okulda arkadaşları ile birlikte oldukça rahat yemek yiyerek ailesini şaşırtabilir.

Öğretmeninin adı, fiziksel özellikleri, çocuklarla arasının ne kadar iyi olduğu ve ondan bir sürü yeni şey öğrenebileceği anlatılabilir. Eğer mümkünse önceden tanışması, okul açılana kadar kendi içinde öğretmeni kabullenmesine yardımcı olacaktır.
Hoşlanmadığı ilk durumda “Ben öğretmenimi sevmiyorum” diyebilmesine yol açılmasından başka bir işlevi olmayan bir sorudur. Bunun yerine öğretmeninin olumlu özelliklerinden bahsetmek çocuğun öğretmenine karşı olan ilgi ve sevgisinin desteklenmesine yardımcı olacaktır.
Okul ve öğretmenin kurallarına siz uymaz iseniz çocuğunuz da sizin yolunuzu takip edecektir! Çocuğunuzu okula teslim ettikten sonra emin ellerde olduğunda inanın ve bırakın bireyselleşme ve okul hayatı resmi olarak başlasın. Okula başlaması çocuğunuzun sizden koptuğu anlamını taşımaz, sadece iletişim biçiminiz değişir.

Okuldan çocuğunuzla ilgili her gün sizi bilgilendirmenizi istemek doğru mu? Özellikle ilk günler ne yedi, ne yaptı, ne içti vs. Ebeveynlerin merak etmesi doğaldır. İlk günlerde bu bilgileri almak isteyebilir. Çocuğun bunu öğrenmesi, ebeveynlerinin tedirgin olduğunu düşünmesine neden olabilir. Bu da okulun endişe verici bir yer olabileceği düşüncesini doğurabilir. Eğer çocuğunuzla daha önceden kurulan güçlü bir iletişim varsa tüm bunları çocukla sohbet ederek öğrenebilirsiniz. Bazı çocuklar okulda yaptıklarını anlatmayı sevmez. Zorlamamalı ve okuldan her şeyin yolunda gittiği geri bildirimi alınca bu rahatlamak için yeterli olmalıdır.
Uzm.Dr. Arzu ÖNAL- Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi

Okula gitmek istememek çocuklar görülür. Çocuk neden okula şikayet? Okula gitmenin çocuğu için ne yapmak gerekir? Okul korkusu kavramı okul ile ilgili farklı korkuları barındırıyor. Nedenlerden başarı baskı, çocuklardan, öğretmenlerden veya korkmadan sıralanabilir. Müdahale ne kadar yüksek o kadar yüksek oluyor.

Dersten uzaklaşmak için derse girmekten kaçınmak veya daha ilginç ve rahatlatıcı bir ortama yönelmek örneğin bir futbol maçına veya yüzme havuzuna gitmek gibi …Bu davranışlar tolore edilebilecek sıklığın üstüne çıkmışsa bir uyum bozukluğu olarak karşımıza çıkar. Aslında her öğrenci en az bir kere kendi ilgisini çeken cazip bir ortamı tercih edip okulu kırma macerasını yaşamıştır. Ancak bunun sıklıkla tekrarlanması ve artması psikolojik desteği gerektirir. Bu durumda aile de destek almalıdır

Fobi kişinin belirli obje veya ortamlara karşı spesifik korku duymasıdır, örneğin bir hayvana, kapalı yerlere veya karanlığa karşı duyulan aşırı korku fobi olarak adlandırılır. Okul fobisi ise özel bir fobi türüdür. okula gitmek istememek öğrenci için zordur. Çocuklar panik halinde bir korku ile okula gitmeye tepki gösterirler. Bu bağlamda anneden ayrılma korkusu, anneye fazla bağımlılık, problemli aile içi ilişkiler, üstünde çalışılmamış ayrılma yaşantıları, kayıplar veya aşırı şok yaşantılar gibi faktörler devreye girebilir. Korku yaşantısı ile birlikte mide bulantısı, karın ve baş ağrısı gibi bedensel belirtiler de ortaya çıkabilir.

Korku çocuk tam evi terk edeceği zaman ortaya çıkar. Ebeveynin sert davranışları veya yumuşak ikna etme çabaları, sakinleştirme çalışmaları genelde etkisiz kalır. Okul fobisi nedenlerini ağırlıklı olarak aile çevresinde aramak gerekir.
Okula gitmek istememek anne babayı zor duruma düşürür. Okuldaki problemler bu korkuyu güçlendirir, örneğin başarısız olma kaygısı, arkadaşlarının kendisine karşı birleşerek tavır almaları, küçümsemeleri, alay etmeleri, öğretmen ile uyuşmazlık vb.… Sonuçta çocuk veya genç korkudan kurtulabilmek için okula gitmeyi reddeder. Bir süre okulda olmamak onu rahatlatsa da suçluluk hissetmeye başlar, çünkü ailesinin beklentisini bir türlü yerine getirememiştir. Okul isteksizliği ve onunla birlikte gelen başarısızlıkların artması okul korkusunu iyice artırmıştır. Çocuk kendisini bir şeytan üçgeninin içinde buluverir. Sonunda okuldan uzaklaşmalar, başarısızlıkla gelen suçluluk duygusu onu kaosa sürükler.

Okula gitmek istememek anne baba için zor durum. Aile öğretmenlere ve uzmanlara belirli davranış özellikleri ve bedensel belirtiler çoğu kez uyarı sinyali verir. Okul korkusu sonucu karın ağrısı, baş dönmesi, baş ağrısı, ishal, uyku düzensizliği, konsantrasyon problemleri, tırnak yeme, altını ıslatma,, değişken ruh hali gibi belirtiler sıklıkla ortaya çıkabilir. Davranış değişikliği geniş bir spektruma yayılır. Sabahları inatlaşma, okula giderken refakat edilme isteği, açıkça okula gitme isteksizliği gibi…Ebeveyne yönelik suçlamalar, örneğin “beni okula götürürsen, sen beni istemiyorsun, sevmiyorsun” öğretmene yönelik şikayetler…”Çok sert, ödevler çok zor” veya belirli arkadaşlardan yakınmalar gibi…
Davranış problemleri ve hastalık belirtileri eğer aile içinde çatışmalar, ayrılmalar ve belirsizlikler varsa, veya çocuk aile içinden bir bireyi kaybetme kaygısını taşıyorsa artar. Sanki evden ayrılınca olumsuz şeyler olacakmış gibi düşünerek de okula gitmeyi reddedebilir. Bedensel belirtilerde mutlaka bir doktora başvurmak gerekir. Bu belirtiler psikolojik sıkıntılardan kaynaklanıyorsa doktor aile ile birlikte ortak bir önlem üzerinde anlaşmalıdır. Bedensel rahatsızlıklar nedeni ile okula gitmeme gibi durumlara izin verilmemelidir, çünkü bu kez çocuk hastalıklara sığınarak okuldan uzak kalmayı deneyecektir. Bu da hem bedensel hem de psikolojik hastalıkları artıracaktır. Bir psikiyatri merkezinde doktor ve psikoloğun teşhisleri ile tedavi başlamalıdır. Burada görüşmeler ve diagnostik soru varakaları önemlidir. Korkunun cinsi ve şiddeti belirlenir. Aile de ayrıca davranış ve aile terapisi dalında profesyonel destek alabilir
Anneden ayrılma korkusu ile ortaya çıkan okul fobisinde ise ayrılmanın her iki taraf için de bağımsızlık ve özgüvene bir adım olduğunu düşünmek gerekir. Davranış terapisi çocuğa korkularını çözücü, özgüven geliştirici ve sosyal kabulünü sağlayan bir çalışma programı (training) sunar. Ebeveyn, öğretmen ve psikoloğun gözlemleri büyük önem taşır. Kaçış davranışının sebebine inmek ve okulda korkuyu çözen faktörleri saptamak gerekir. Okulda güven duyulan bir öğretmen veya okul psikoloğu ile sorunlar mutlaka paylaşılmalıdır. Çocuğa okulda başarılar yaşatılmalıdır. Onun için cazip ve yeni öğrenme hedefleri geliştirilmelidir. En büyük motivasyonun “başarıyı yakalamak” olduğunu unutmamak gerekiyor.
Okul korkusu teşhisi nasıl koyulur?
Okul korkusu teşhisi çocuğun yaşına, şiddet seviyesine bağlı olarak ve ailesi ile ortak çalışma sonucunda koyulur. Erken belirleme ve önlem çok önemlidir. Çocuk, okul ve aile ilişkilerinin yeniden yapılandırılması sabır ve azimle, mümkünse bir terapist katlımı ile yürütülmelidir. Terapide başarıyı garantileyebilmek için çocuk sonradan bir süre daha yakından gözlemlenmelidir.

Uzm. Dr. Gökçe Küçükyazıcı

Tek ebeveynlere öneriler

Boşanma, ebeveynlerden birinin uzakta çalışması veya vefatı durumunda çocukla baş başa kalan ebeveyn için durum zor olabiliyor
Tek ebeveyn olma durumunda karşılaşılan en yaygın neden, eşlerin boşanması. Ayrıca; ebeveynden birinin vefatı ya da ebeveynden birinin uzakta çalışması gibi nedenlerden dolayı sınırlı görüşmeler de söz konusu olabiliyor. Tek ebeveyn olmanın güncel yaşam zorlukları, ekonomik ve psikolojik zorluklarının olması ise çok normal. Bu durum diğer ebeveynin olmama sebebine bağlı olarak da değişebilmekle birlikte, bazı durumlar hem ebeveyn hem de çocuk açısından süreci biraz daha zorlaştırabiliyor. Örneğin beklenmedik, dramatik kayıplar hem geride kalan ebeveyn için hem de çocuklar için üstesinden gelinmesi gereken travmalar olarak kalabiliyor.
0-6 yaş aralığı için anne önemli
Şiddet içeren geçimsizlik ve çocukların buna şahit olması, bununla yaşaması ve çiftlerin boşanması gibi durumlarda işler karmaşık hale gelebiliyor. Ailede annenin ya da babanın olmaması durumunda; her iki durum da hiç travmatik olmayabilir veya oldukça travmatik olabilir. Bu, diğer ebeveynin ne şekilde evden ayrıldığı ile ve hayattaysa evdeki ebeveynle olan ilişkisiyle oldukça ilintili. 0-6 yaş aralığındaki çocuk için annenin olmaması bir parça daha zor oluyor. Çocuk bu yaşlarda temel güven duygusunu anneden öğreniyor. Travmatik olabilecek durumları ise şöyle sıralayabiliriz: Anne ile baba arasındaki şiddet, çocuğa uygulanan fiziksel ve ruhsal şiddet, ebeveynden birinin habersiz, beklenmedik bir şekilde evden ayrılması ve kendisinden bir daha haber alınamaması ve üçüncü kişilerin aile içine istenmedik biçimde girmesi…

Ebeveyn mutlu olmalı ki çocuk da mutlu olsun
Çocuğu ile baş başa kalan anne veya babanın önceliği çocuk olması gerekiyor. Ancak bu da kendilerine zaman ayırmamaları, kendi ihtiyaçlarını düşünmemeleri anlamına gelmemeli. Kişi mutlu olmalı ki, çocuğu da mutlu olabilsin. Bir çocukla iletişim kurmak, bir yetişkinle iletişim kurmaktan farklıdır. Bu yüzden evde kalan başka kişiler yoksa, ebeveyn sosyal iletişim ihtiyacını gidermenin yollarını bulmalı. Örneğin, çocuk diğer ebeveynde olduğunda dinlenmenin dışında kendisi için program yapmalı.
Yetişkinler ruhsal, çocuklar davranışsal tepki gösteriyor
Çocukların tek ebeveyn durumuna alışmaları zaman alabilir. Özellikle çevrelerinde anne-babası birlikte olan aileleri gördüklerinde, bu durumu kendi durumlarıyla kıyaslama çabasına girebilirler. Uç durumlar, travmalar, istismar yoksa, çocukların bu duruma alışması uzun sürmeyebilir. Aslında çocukların, böyle durumlara yetişkinlerden çok daha kolay adapte olduklarını söyleyebiliriz. Yetişkinler adapte olamadığında ruhsal sıkıntılar yaşarken, çocuklar davranışsal problemler yaşayarak tepki gösteriyor. Örneğin tırnak yeme, ders başarısında düşme, öfke problemleri, uyku problemleri, ergenlik dönemindeyseler okul problemleri, arkadaş ilişkilerinde problemler en sık görülen tepkilerdir. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu tepkiler tütün-madde kullanımına kadar gidebilir.

Tek ebeveyne öneriler:
- Çocukla anne/baba ile ilgili konuşurken kişisel duygu ve düşüncelerinizi onlara yansıtmayın.
- Çocuğunuzu “taraf” seçmeye zorlamayın.
- Çocuğunuzla doğru, açık, net bir iletişim kurmaya özen gösterin.
- Çocuğunuzla özel zamanlar geçirin.
- Çocuğunuzla birebir zaman geçirdiğiniz gibi, sosyal ortamlarda da vakit geçirmeye çalışın.
- Tek ebeveynle yaşıyor diye ona mahzun, üzgün, problemli çocuk gibi davranmayın, işlerinizin doğal akışını sürdürün.
- Olası problemleri hemen “tek ebeveynli oluş”a bağlamaktan kaçının.
- Baba/anne eksiğini aşırı çabayla kapamaya çalışmayın.
- Çocuk üzerinden savaşmayın.
- Uzakta olduğunuz zamanlarda da çocuğunuzla iletişimde kalın.
- Uzaktaki anne/baba olarak yaşadığınız evde çocuğunuza ait özel eşyalar, oyuncaklar, kitaplar olmasına özen gösterin.
- Uzaktaki anne/baba olarak çocuğunuzla olduğunuz zamanlarda onun tercihlerini de göz önünde bulundurmaya çalışın.
- Uzaktaki anne/baba olarak evinizde çocuğunuza misafir muamelesi yapmayın.
- İhtiyaç halinde uzman desteği almayı ihmal etmeyin.
Uzman Psikolog Selin Karabulut
Yeniden evlenecek ebeveynler dikkat!

Boşanmış ve yeniden evlenmek isteyen ebeveynler yeni kuracakları aile konusunda endişeli olabilirler. Özellikle anne-baba ve kardeşlerin arasında sorunlar olabilir. Bir ebeveyn iseniz yeni bir evlilik yapmadan önce bu önerileri mutlaka okuyun.

Evlenecek anneler ve babalar nelere dikkat etmeli?
Çocuk sahibi olan kişiler yeni bir evlilik yapmak istediklerinde özenli olmalılar. Yeni eşlerin önceki evliliklerinden olan çocukları tarafından reddedilme sıklıkla karşılan bir durumdur. Yeniden bir evlilik planlama sürecinde ebeveynler zorluklarla karşılaşabilirler. Yeni bir evlilik yapmayı düşünüyorsanız bu sürece dair önerilere kulak verin.
Evleneceğinizi son dakika söylemeyin
Evlilik kararı alınıp çocuklara bu durum son noktada açıklanmamalıdır. Çocukları evlilik öncesinde hazırlamak önemlidir. Ebeveynlerin yeniden evlenmeyi planladığı kişileri çocuklarıyla tanıştırması ve aralarında ilişkinin güçlenmesi için zaman vermek önemlidir. Çünkü çocuklar anne babalarının yeniden evleneceklerini öğrendiklerinde artık kendi anne babalarının bir araya gelebilme ihtimaline dair umutlarını kaybeder. Bu durumda çocuk umutsuzluk ve derin hayal kırıklığı yaşayabilir. Bu nedenle bir takım olumsuz tepkiler gösterebilirler. Ama bu tepki her zaman yeni gelecek olan kişiye değil, içinde yaşadığı duruma dair olabilir. Kendi umutsuzluğunun ve hayallerinin yıkılmasının yarattığı tepki olabilir. Önceki evlilikteki çatışmalar ve yaşanan olumsuz duygulanımların çözülmesi, yeni evliliğin temellerinin daha sağlam olması için çok önemlidir.

Yeni hayata hazırlamak
Yeni evlilikle birlikte tüm aile adaptasyon gereken yeni bir sürece girer. Bu yeni sürece alışabilmek için ebeveynlerin kendilerine ve çocuklarına zaman vermesi gerekir. Yeni aileye uyum sağlamak, ihtiyaçları, beklentileri kurgulamak ve bunlara yanıt vermek için bir sistem oluşturmak zaman alır. Çocuk her zaman kendi anne babasının bir arada olmasını isteyeceği ya da bu birlikteliğe alıştığı için bu dönem çocuk için zor olabilir.
Ergenler farklı tepki verir
Çocuğun yaşına göre yeni evlilikle birlikte hissedebileceği duygular da değişiklik gösterebilir. Küçük yaştaki çocuklar annesinin ya da babasının yeniden evlenmesiyle birlikte ebeveyninin ilgisini ve şefkati kaybedeceğinden korkabilir. Bu kayıp duygusu ihmal edilmiş, terk edilmiş ya da unutulmuş olma duygularını tetikleyebilir. Bu nedenle evliliğin ilk zamanlarında çocuğun duygularını, korkularını anlamaya çalışmak ve ilginin ve şefkatinin dağılımında bir denge kurmaya çalışmak önemli olacaktır. Ergenler biraz daha farklı hissedebilir. Ergenlerin yaşı itibariyle ilgileri cinsellik ve romantizm gibi daha özel konulara kaydığı için ebeveynlerinin evlendiği kişiyle kurduğu bu yakınlık onları rahatsız edebilir. Bu anlamda zaman içerisinde onları rahatsız etmeden ve onların adaptasyon süreçlerini göz önüne alarak karşılıklı güveni sağlamak ve ilişkileri derinleştirmek gerekir.
Farklı kültürden olabilirler
Yeni evlilikte yeni eşlerin ve yeni kardeşlerin yaşam biçimleri ve kültürleri farklı olabilir. Bu farklılıklar yeni bir aile düzeninin oluşmasında başta sıkıntı yaratabilir. Bir araya gelme durumunda olan yeni aile üyelerinin (varsa üvey kardeşler) birbiriyle iletişim kurmayı öğrenmeleri, hayat tarzlarının ortak bir noktada yeni bir ‘değer’ sistemine oturtulması zaman alacaktır. Yapılacak evliliklerin daha sağlıklı olması için bunlara dikkat etmek önemli.
Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız.
Uzm. Psikolog İREM SÜRMEZ
ACIBADEM HAYAT
Erken ergenlik günümüzdeki yaşam koşulları ve beslenme alışkanlıkları nedeniyle sık yaşanan bir sorun. Oysa erken ergenliğe karşı alınabilecek tedbirler var.

Erken ergenlik nedir?
Çocukların ergenliğe giriş yaşı genellikle anne babanın ergenlik yaşlarına paralellik gösterse de bazen çocuklar bu döneme erken girebiliyor ve bu durum hem ruhsal hem de fiziksel sağlıklarını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Erken ergenliğe giren kızların çok az bir kısmında altta ciddi bir problem yatabiliyor. Erkek çocuklarında ise kafa içi tümörleri gibi ciddi problem riski daha yüksek oluyor.
Erken ergenliği önleyebilirsiniz
- Çocuklarınızı katkılı gıdalardan uzak tutun.
- Sağlıklı ve dengeli beslenmelerini sağlayın.
- Spora yönlendirin.
- Cinsel uyarılardan koruyun.
- Gerektiğinde uzman bir hekime başvurun.
Ergenlik sürecindeki çocuklar bu besinleri tüketmesin
Ayrıca erken ergenliğin, “endokrin bozucular” olarak isimlendirilen ve hormonal dengeleri bozan, dışarıdan alınan maddelerle ilişkili olabileceğini gösteren araştırmalar da var. Aynı zamanda endokrin bozucular içeren domates, çilek, fındık, salatalık gibi birçok sebze-meyve, hormonla büyütülen hayvanların etleri ile yumurtaların tüketilmesi ve endüstride kullanılan kimyasallarla temas edilmesi de erken ergenliğe yol açabiliyor.

Yaşıtlarından hızlı büyüyen çocukların sorunları
Ergenliğe erken giren çocukların en büyük sıkıntılarından biri yaşıtlarından farklı gelişmeleridir. Hızlı boy ve kilo artışı, cinsiyet özelliklerinin belirginleşmesi erken ergenlik dönemindeki çocukta açıkça görülürken, yaşıtlarının aynı gelişimi sergilememesi bazı sorunlara neden olabilir. Örneğin beden ile yaş arasındaki uyumsuzluk çocuğu yalnızlığa itebilir, çocuk arkadaş çevresinden dışlanabilir. Ayrıca gelişmiş beden görünümü nedeniyle yaşı da daha büyük algılanıp daha olgun davranmaları beklenebilir. Psikolojik gelişimi buna uygun olmayan çocuklar davranış bozukluğu olan bir çocukmuş gibi değerlendirilebilir.
Erken ergenlikte kilo işareti
Vücut yağ oranının artması ergenlik bulgularının daha erken başlamasına neden oluyor. Özellikle kız çocuklarında fazla kilo erken ergenliğin en önemli etkenlerinden biri olarak nitelendiriliyor.
Erken ergenlikte hormon tedavisi şart mı?
- Ergenliğin ilerleme hızı nasıl?
- Hormonal aktivasyon düşük mü?
- Kemik yaşı nasıl ilerliyor?
Bu sorular ergenliğe erken giren çocuğunuzun tedavisini başlatmadan önce yanıtlarını öğrenmeniz gereken sorulardır. İlerleme hızı yavaş, hormonal aktivasyon düşük, kemik yaşı da aşırı gelişmiyorsa hormon tedavisi önerilmez. Ancak erken cinsel gelişim, beyindeki merkezlerin erken uyarılmasına bağlı ise bu gelişimi önleyen hormon enjeksiyonu tedavisine başvurulabilir. Bu konuda ailelerin en büyük endişesi hormon tedavisinin zararlı olup olmadığıdır. Uzmanlara göre, ayda bir ya da üç ayda bir uygulanan hormon enjeksiyonun etkisi sadece kullanıldığı süre içinde geçerlidir, çocuk ergenlik için uygun yaşa geldiğinde enjeksiyonların kesilmesiyle cinsel gelişim de kaldığı yerden devam edebilir.
Ergenlik yaşı düşüyor mu?
ABD ve Avrupa’da 20. yüzyıl başlarından ortalarına kadar ergenlik yaşı her 10 yılda bir, 2-3 ay kadar öne geldi. Bu değişikliğin nedeni beslenme koşullarının düzelmesi ve çevresel uyaranların etkisiydi. O dönemde ergenlik yaşının düşmesi “yüzyılın eğilimi” olarak yorumlandı. Ancak yapılan araştırmalarda 1970’lerden bu yana ergenlik yaşında önemli bir değişiklik olmadığı gözleniyor. Türkiye’de son yıllarda kız çocuklarında meme gelişimi yaşı biraz düşse de ilk adet yaşı son 30 yılda değişmedi. Araştırmacılar Türk kızları için ortalama adet yaşının 12,5 olduğunu belirtiyor.

Erken ergenlik yaşı ve belirtileri
Sivilceleri çıkıyor, elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor, olmadık zamanlarda sinirleniyor, vücudundaki değişimlerden utanıyorsa çocuğunuz ergenliğe adım atmış demektir.
Gelişimin kızlarda 8 yaş, erkeklerde 9 yaştan önce meydana gelmesi “erken ergenlik” olarak nitelendirilir.

Ergenlik yaşı
- Kızlarda 8-13 (ortalama 10-10,5), erkeklerde 9-14 (ortalama 11-11,5) yaşları arasında başlar. 3-4 yıl sürer.
- İlk belirtisi kızlarda meme gelişimi, erkeklerde ise testis hacminde artıştır. Bunları pubik bölge ve koltuk altında kıllanma takip eder.
- Kızlarda ilk adet yaşı 10-15’tir (ortalama 12,5). 10 yaşından önce başlayan adete “erken adet” denir.
Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız.
ACIBADEM HAYAT
Aşırı Korumacı Tutumun Çocuğa Zararlarları

Hızla gelişen teknoloji anne babalık tutumlarını, anlayışını ne yönde etkiledi? Ailede ne gibi problemler oluşuyor?

Özellikle son 10 yılda yaşanan teknolojik gelişmeler sadece anne babaları değil, tüm bireyleri etkilemiş durumda. Bilgisayar, cep telefonları, tabletler ve sosyal medya platformları hayatlarımızı etkileyen en önemli gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor. Teknolojinin bireylere en büyük etkisi ise sosyal iletişimi azaltması yönünde oldu. Tüm gün okul/iş ortamında vakit geçiren aile bireyleri bir araya geldiklerinde teknolojik cihazları kullanmayı ve dijital iletişim ortamlarında bulunmayı tercih ediyorlar. Hem çocukların hem de anne babaların yoğun iş yükü altında bulunduklarını da göz önünde bulundurduğumuzda, rahatlayabilecekleri sağlıklı iletişim ortamlarının yok olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla teknolojinin dengeli/kontrollü kullanılmaması, aile içi iletişim problemlerine yol açabiliyor. Aile bireylerinin empati, sorumluluk, bağlılık, güven gibi konularda eksiklikler veya zorluklar yaşamaları, bu durumun sonucunda ortaya çıkan diğer problemlerden bazılarıdır.
Kitabınızda belirttiğiniz K kuşağı hakkında bilgi verir misiniz; bu kuşağı diğer kuşaklardan ayırt eden özellikler nelerdir?
“K Kuşağı” terimi ilk kez İngiliz Akademisyen Prof. Dr. Noreena Hertz tarafından, 1995-2002 yılları arasında doğan bireyleri tanımlamak üzere kullanılmıştır. K kuşağını oluşturan bireyler üreticiler, yaratıcılar ve mucitler neslidir. K kuşağının en belirgin özelliği, yeni medya teknolojileri vasıtasıyla, ekonomik çöküş, işsizlik, terör, savaş ve göç gibi olumsuz koşullarla erken yaşlarda yüzleşmiş olmalarıdır. Dolayısıyla bu kuşağın yüksek kaygılar yaşayan, güvensizlik ve karamsarlık duyan, yalnız olmayı daha çok tercih eden bireylerden oluştuğu söylenebilir. Bu kuşağın bir diğer belirgin özelliği ise, teknolojik gelişmelerden faydalanarak üretme ve oluşturmaya yönelik becerilerini geliştirmeleri ve bu konuda önceki kuşaklara göre daha istekli olmalarıdır.
Sanal zorbalık çocuklar arasında yaygınlaşıyor mu? Bu konuda ebeveynlere neler düşüyor?
Son yıllarda sanal ortamlarda geçirilen zamanın artmasından dolayı sanal zorbalığın da artarak devam ettiğini görüyoruz. Çünkü dijital medya platformları bilgiye son derece açık ve hızlı bir erişim sağladığı için birtakım olumsuzlukları da beraberinde getiriyor. Okul ortamlarında sıkça karşılaştığımız akran zorbalığı (yakın yaşlardaki çocukların birbirlerine karşı uyguladıkları psikolojik, fiziksel, cinsel ya da ekonomik şiddet) dijital ortamlara taşınmış durumda. Burada önemli nokta, çocukların kendi sınırlarını ihlal eden herhangi bir şiddete maruz kaldıklarında, bu şiddeti tanımlayarak güvendikleri yetişkinler ile paylaşmalarıdır. Bu da aile içi sağlıklı iletişimden geçiyor. Çocuklara çevreden gelebilecek her türlü olumsuz etkeni doğru bir şekilde anlatmak, şiddete maruz kaldıklarında onları sakince dinlemek ve arkalarında olduğumuzu hissettirmek, sessiz kalmalarına yol açabilecek tutumlardan kaçınmak gerekli. Sanal zorbalığı çocuklara anlatmak için de öncelikle sosyal medya konusunda bilgi sahibi olabilmek ve çocuklara bu konuda bilgi vererek sınırlar belirlemek ailelere düşen başlıca görevlerdir.

Helikopter ebeveynlik kavramını açıklar mısınız?
Helikopter aile kavramı ilk kez bir çocuğun ailesi için ‘başımda helikopter gibi dönüyorlar’ demesiyle tanımlanmış bir kavramdır. Helikopter aileler, çocuklarını daima kontrol altında tutan, onların hayatlarına ve kişilik oluşumlarına gereğinden fazla müdahale eden anne-babaların tutumuyla oluşur. Bu tip ailelerin özelliklerine baktığımızda, çocukların kendi sorumluluğunda olması gereken şeylerin ebeveynleri tarafından yapıldığını görebiliriz. Çocukların fiziksel, bilişsel, psikolojik ve sosyal gelişimleri adına yapabilecekleri ve yapmaları gereken davranışları üstlenerek bu gelişimlerin gecikmesine veya sağlıklı bir şekilde tamamlanamamasına yol açabilirler.
Aşırı korumacı, kontrol duygusu güçlü ebeveynlerin genel davranışları nasıldır? Sık yaptıkları hatalar nelerdir?
Aşırı korumacı ebeveynler, çocuklarının davranışlarını yönlendirmeye çalışarak çocuklarının bireysel olarak yapabilecekleri eylemleri sınırlarlar. Çocuklar temel ihtiyaçlarını karşılayabildikleri bir yaştayken onların yerine bireysel (yemek yedirmek, üstünü giydirmek gibi) ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak; ödevlerini yapmak, çocukların sosyal çevrelerine hâkim olmak, çocuklar adına seçimler yapmak, helikopter ailelerin tutumlarına örnek olarak gösterilebilir. Bazı uç örneklerde, çocuklarının hayat arkadaşlarını, evlendikten sonra yaşayacakları yeri ve hatta torunlarının doğacağı zamanı bile kendileri belirleyen anne babaları görmek de mümkün. Helikopter ailelerin tutumları, kısa ve uzun vadede çocukların psiko-sosyal sorunlar yaşamalarına sebep olabilir.
Helikopter ebeveynlerin çocuklarında ne gibi kişilik problemleri yaşanıyor? Helikopter ebeveyne sahip çocuklar neler hissediyorlar?
Öncelikle yeterince sorumluluk alamayan çocuklar ilerleyen yaşlarda özgüven ve motivasyon eksikliği yaşayabilirler. Kendi kararlarını vermekte sıkıntı yaşayabilir, aileleri olmadan adım atma konusunda endişe duyabilirler. Helikopter ailelerin çocuklarında sürekli kontrol altında bulunmaktan ötürü yaygın anksiyete bozukluklarının ve bağımlı kişilik bozukluklarının görülebildiğini söylemek mümkün. Bununla birlikte bu çocuklar, kontrol altında bulundukları süre boyunca ve sonrasında da kendilerini ifade etmekte ve sosyal ortamlarda iletişim kurmakta zorlanabilirler. Asosyallik ve içe kapanıklık da diğer olumsuz sonuçlar arasında gösterilebilir.
Çocukların özgüven sahibi olmaları için aileler nasıl davranmalılar?
Bu konuda öncelikle çocuklara sorumluluk kazandırılması önemsenmelidir. Aileler çocuklarını dinlemeli, hatalarıyla kendilerinin yüzleşmesine fırsat vermelidirler. Çocuklar ödevlerini yapmıyorlarsa okulda öğretmenlerinin tepkisiyle karşılaşmalı, evde fiziksel olarak yapabilecekleri her işi kendileri yapmalı hatta anne ve babaya da yardım etmeli ve onların yükünü azaltmalıdırlar. Çocukların sosyal ortamlarda edindikleri çevre sürekli olarak kontrol edilmemelidir. Çünkü bir bireyin kendini güvenle ortaya koyabileceği ortamlar, akran çevrelerinin bulunduğu sosyal ortamlarda başlar. Bu ortamlarda çocuklara çok fazla müdahale edilmemeli, kendilerini ifade etmelerine fırsat verilmelidir.
Sorumluluk ve görevlerinin bilincinde çocuk yetiştirmek için neler tavsiye ediyorsunuz?
Sorumluluk bilinci küçük yaşta, ailede başlar. Bazen çocukların küçük olmasından dolayı yapabilecekleri ve yapamayacakları her türlü iş, aileleri tarafından yapılır. Böyle bir tutum sonrası ilerleyen yaşlarında sorumluluk almaktan kaçınan ve bunu bir davranış biçimine dönüştüren bireyler yetişebilir. Bu yüzden çocukların gelişimsel olarak yapabilecekleri eylemlerin anne-baba tarafından yapılmaması gerekli. Yemeklerini kendileri yemeli, kıyafetlerini kendileri seçmeli, odalarını kendileri düzenlemelidirler. Ev içerisindeki görevler herkese dağıtılmalıdır. Çocukların da yapabilecekleri küçük görevler belirlenmelidir (çöp atmak, sofra kurmak, toz almak gibi). Ödevleri onların yerine yapılmamalı, ödevlerini yapmadıklarında okula gidip bu durumla yüzleşmelerine fırsat verilmelidir. Kısacası sorumluluk bilinci, küçük yaşta temel görev ve ihtiyaçlarla başlar ve yapılan hataların sonuçlarıyla karşılaşmak da sorumluluk bilincini artırır. Bireyselleşme ve sosyalleşme süreçlerinde ise sorumluluk algısı en önemli yardımcıdır.
Aşırı korumacı ailelere neler söylemek istersiniz?
Aşırı korumacı aileler duydukları kaygılardan ötürü çocuklarını kontrol etme davranışında bulunurlar. Dolayısıyla ebeveynler öncelikle bu kaygılarla başa çıkmayı öğrenmelidirler. Çocuklarını yeteri kadar kontrol etmeli, aşırı kontrol durumlarında kendilerini durdurmalıdırlar. Çocuklarını dünyaya getirdikleri andan itibaren plan çizmemeli; çocuklarının seçimlerine, değişim ve gelişimlerine saygı göstermelidirler. Her zaman söylediğimiz gibi, dengeli tutumlar çocukların sağlıklı gelişiminde en önemli rolü oynar. Bu şekilde yaklaşıldığında çocukların gelecekte yaşayabilecekleri sorunların önüne geçilmiş olur.
Psikolog Serap Duygulu
Gönül Kültür ve Medeniyet Dergisi

Oyun Terapisi Nedir? Neden Oyun Terapisi?

Oyun terapisinin temelinde, oyunun çocuğun kendini ifade etmesinin doğal bir yolu olduğu gerçeği yatar. Tıpkı pek çok yetişkin terapi türünde bireyin yaşadığı zorlukları “konuşarak” anlatması gibi çocuklar da duygu ve problemlerini “oynayarak” ifade ederler.
Çocuklar, oyun oynayarak kendini ifade edebilmeyi, günlük yaşamda çözemediği duyularla baş edebilmeyi. Olumsuz davranışlarını değiştirebilmeyi öğrenirken kendileri hakkında da birçok bilgi verirler. Bu yüzden oyun çocukların sorunlarını çözmek için kullanabileceğimiz en doğal yoldur.

Oyun terapisi ile amaçlanan; oynadığı oyun üzerinden çocuğun kendisini ifade etmesi, duygularını daha iyi anlamaları, problem çözme becerilerinin gelişmesi, olayları anlama ve baş etme geliştirebilmesi ve böylece sorunlu davranışların azalmasıdır. Oyun terapisi sürecinde çocuklar problemlerle baş etme becerisi geliştirdikçe özgüvenlerinde bir artış ve içsel disiplinde (özkontrol) gelişme gerçekleşir.
Çocuklar ancak kendilerini güvende hissederlerse sorunlarını çözmek için çaba sarf ederler. Çocuklar oyun odasının güvenli ortamımda olumlu ve olumsuz durumları bir arada yaşayarak sorunlarını çözmek için en uygun oyunu seçerler. Nasıl ki yetişkinler sorunlarını çözmek için farklı yöntemler izliyorsa çocuklarda sorunları aynı olsa bile farklı oyun temaları ve oyuncaklar üzerinden problemlerini çözmeye çalışırlar. Oyun ilerledikçe gelişir, sorunla ilgili rahatlama sağlayana kadar devam eder.

Oyun terapisi 3-11 yaş arasında ki çocukların duygusal ve davranışsal sorunlarını çözmek için kullanılan bir yöntemdir. Okula uyum sorunları, kaygı ve korkular, kardeş sorunları ve kardeş kıskançlığı, agresyon ve saldırgan davranışlar, aşırı çekingenlik, yemek yeme, uyku ve tuvalet ile ilgili problemler, boşanma ve kayıp süreçlerinde uyum zorlukları, kendine güven ve kendini yetersiz hissetme, uyum ve davranış problemleri, tikler ve takıntılar, mutizm, sebebi bulunamayan fiziksel yakınmalar ( mide bulantısı, baş ağrısı), dürtüsellik, içe dönüklük ve mutsuzluk, fiziksel, duygusal ve cinsel istimara uğrayan çocuklar ve benzeri durumlarda oyun terapisi uygulanır.
Gülşen YILDIRIM
Çocuk Gelişim Uzmanı, Oyun Terapisti, Aile Danışmanı


“…Kapıda ayakkabılarımızı çıkarıyorduk. Yerler halı kaplıydı. Evdekilere benzer bir sürü oyuncak vardı. Arkadaşlarımla sürekli oyun oynuyorduk. Öğle uykusuna bile yatıyorduk. Çok özlüyorum o günlerimi…” Bu cümleler anaokulundaki sınıfına özlem duyan ve yeni başladığı ilköğretim sınıfını şikayet eden bir erkek çocuğa ait. Aslında şikayet ettiği şey artık evdekine benzer bir ortamda bulunamayacak olması ve istemese de kendisinden bazı sorumlulukların yerine getirilmesinin istenmesi…
İlkokulun ailenin dışına atılan ilk adım olduğunu dile getiren uzmanlar; ‘İlkokula başlayan çocuk sıra, tahta, kural, ödev, teneffüs ve ders saati gibi zorunluluklarla karşı karşıya kalır. Bir ders boyunca sırasında oturması, tuvaletini tutması, öğrenmesi, arkadaşlarıyla uyum içinde olması gerekir. Özellikle okula başlama yaşının 66 aya çekilmesiyle birlikte aileler bu zorunluluklar karşısında çocuklarının nasıl tepki vereceklerini merak ediyorlar. Bir kısmı meraktan öte adeta çocuğunun uyum sağlamakta zorlanacağıyla ilgili kesin bir yargıya sahip. 2000’li yılların çocukları çağın uyarıcılarının (televizyon, bilgisayar, internet, cep telefonu vb.) da etkisiyle daha hızlı algılıyor ve öğreniyorlar. Ancak, çoğu çekirdek ailede yetiştiği için sosyal iletişim becerileri çerçevesinde benmerkezci olarak yetişiyor, bütün sistemin kendi istek ve ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini bekliyor. Bu benmerkezciliğin sebeplerinden biri de annelerin aşırı koruyuculuk nedeniyle çocuklarının yaşıyla orantılı sorumluluk almasına, hata yapmasına izin vermemesi, sorumluluk duygusundan uzak yetiştirmesi. Bu tutumla büyüyen çocuk okula başladığında artık zamanın kendi isteklerine göre akmayacağı gerçeğiyle karşı karşıya kalarak korkuya kapılabilir.

Gerçekle yüzleşme 3 yaşından sonra ne kadar erken başlarsa uyum sağlaması da o kadar kolaylaşır. Bu geçiş, oyun gruplarıyla yumuşak ve kademeli bir geçiş olmalıdır. Çocuklarına yaşına uygun sorumluluklar vermeyen aileler çocuklarının okula başlamasından dolayı çok daha fazla kaygı duyarlar. O zamana kadar çocukları ebeveynlerinden kısa süreli de olsa uzakta kalmamış, yemek yemediyse tabakla arkasından dolanılmış, uyumak istemiyorsa uyumak istediği zaman beklenilmiş ya da uyumasına yardımcı faaliyetler yapılmış (ayakta sallama, kucakta pışpışlama, dolaştırma gibi), gerektiğinde ebeveyn yatak odasına götürülmüş, tuvaleti ebeveynleri tarafından yaptırılmış olduğu için okula göndermek başlı başına bir kaygı kaynağıdır. Okula başlama yaşıyla ilgili danışmanlık almak için gelen aileler “3 yaşından sonra kreşe gidebilir” cümlesini duyduklarında “ama benim çocuğum çok küçük” cevabıyla karşı karşıya kalırız. Tabi ki bu olgunluk akşam yatıp sabah kalktığında geliştirebilecek bir durum değildir. Bir süreç ve emek gerektirir. İlkokula başladığında adaptasyon sürecinin daha sağlıklı ve hızlı olabilmesi için 3 yaşından itibaren bir hazırlık yapılmaya başlanmalıdır. Bu hazırlık aşamasına ve yeni sistemle ilkokul birinci sınıfa uyumu kolaylaştıran en önemli araç “oyun”dur. Kreş ya da anaokulları çocuklara eve benzer bir ortam ve daha fazla oyun imkanı sunduğu için uyum sağlamak daha kolaydır. İlkokula başladığında da çocuğun hayatından oyun koparılmamalıdır.

Okul müfredat programına mutlaka daha fazla oyun saati eklenmelidir. “Sek sek ve körebe gibi” kurallı oyunların yanı sıra çocuklara simgesel oyun oynama imkanı da sunulmalıdır. Simgesel oyunlar çocuklara serbest oyun imkanları sağlandığında ortaya çıkar. Çocuk kendi gerçeklerini hareketlerle yaşatır. Bunun en belirgin örneği “sanki varmış gibi” oyunlardır. Çocuğun bir köşede yarattığı evcilik oyunu, bir odun ya da plastik çubuk ile oluşturulan atı sürmesi gibi örnekler bu gruptandır. Burada çocuk düşüncelerini yeterince gelişmemiş dili ile anlatamadığından bunları simgesel oyunla anlatmaktadır. Ayrıca bu anlatım yoluyla zihinsel simge ve uygulamalar yinelenerek özümsenmektedir. Örneğin evcilik oyunu ile hem duygu ve düşünceler aktarılmakta, hem de annelik özdeşimi sindirilmektedir. Bu oyunlar çocuğun zihinsel gelişimini ve psikolojik olgunluğunu desteklerken, okula uyum sağlama sürecini kolaylaştıracaktır.’
HİSAR HOSPİTAL
Kardeş Kıskançlığı

İnsanın doğasında var olan kıskanma duygusu çocuklukta genellikle kardeş doğumu ile su yüzene çıkar. Bir kardeşim olsun, kardeş istiyorum diyerek anne babasını bıktıran bir çocuk bile kardeş doğumundan sonra kıskançlık belirtileri gösterebilir. Günümüzde anne ve babaların belki de en çok şikâyet ettikleri konuların başında kardeşler arasında kıskançlık ve bunun oluşturduğu sorunlar gelmektedir.

Yeni bir kardeşin gelmesi her şeyden önce eve yeni bir birey gelmesi demektir. Bu yeni birey evdeki dengeleri değiştirecek ve daha önemlisi çocuk tarafından rakip olarak algılanacaktır. Devamlı bakıma muhtaç, annenin tüm zamanını alan, bütün aile bireylerinin ilgisini çeken küçük yavrunun rakip olarak algılanması doğal karşılanmalıdır. Bu rakip anne ve babayı çocuktan uzaklaştıran istenmeyen biridir. Sadece ev içindeki bireylerin değil misafirlerin dahi odak noktası olmuştur, ona hediyeler gelmekte, devamlı ondan söz edilmektedir.

Kardeşler arasında doğal gelişen bu durum anne ve babaların hatalı tutumları ile bir sorun halini alabilir. Genellikle ilk hata çocuğun ona bir kardeş geleceğine hazırlanmaması ile başlar. Hiçbir şeyden haberi olmayan çocuk bir gün biri ile karşılaşmakta ve kendisine kardeşi olduğu söylenmektedir. Oysa çocuğa daha gebelik sırasında kardeşinin olacağı bilgisi verilmeli ve çocuk bu duruma hazırlanmalıdır. Yeni bebeğin dünyaya gelmesinin telaşı ve sevincini fazlasıyla yaşayan aile bireyleri biran başka bir çocukları olduğunu unutabilirler. Ancak çocuk ne olup bittiğini dikkatlice izlemektedir. Özellikle ailenin ilk çocuğu ise kendisine olan ilginin birden azaldığının farkındadır. Kendisinin de yar olduğunu ispatlama çabası ile yaptığı birkaç farklı davranış biçimi anne baba tarafından tepkiyle karşılanır. Ailenin bu tutumu çocuğun “Beni artık sevmiyorlar” düşüncesini destekler.

Bazı anne babalar çocuklarına devamlı “Biz seni ondan daha fazla seviyoruz” gibi sözler söylerler. Ancak çocuğun istediği daha fazla sevilmek değil sadece sevilmektir. Eğer yeni gelen kardeşe anne babanın ilgi ve sevgisi daha fazla ise bu sözlerin çocuk için bir kıymeti yoktur. Önemli olan kendisinin eskisi kadar çok sevildiğini ve değer inden hiçbir şey kaybetmediğini çocuğa hissettirmektir. Aralarında yaş farkı az olan çocuklarda kıskançlık belirtilerinin daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Çocuk ilk kardeşiyle daha çok sorun yaşamaktadır. Burada ailenin yoğun ilgisinin aniden başka bir çocuğa yönelmesinin katkısı büyüktür. Bazı çocuklar kardeşi doğduktan sora ona yoğun ilgi ve alaka gösterir. Her ihtiyacını karşılamak ister ve bebeğin bakımında anneye yardımcı olmak için çabalar. Bu çocuklar genellikle kıskançlığını dışa vurmayan çocuklardır. Gösterdikleri sevgi ilgi çok abartılı ve sahtedir.

Aslında kıskançlık duygusunu dışa vurmadaki zorluklan nedeni ile böyle davranmaktadır. Kardeşlerin i kıskandıklarını belli ederlerse annelerin in tamamen kendilerinden uzaklaşacağı gibi bir duyguya kapılır ve hissettiklerini dışa vuramazlar. Yeni doğan kardeşini kıskanan bir çocuk eğer anne babanın dengeli ve olumlu tutumu devam ederse kısa süre içinde yeni dun ima uyum sağlar. Bu uyumu sağlamada anne babaya büyük görev düşmektedir. Kıskançlığı pekiştirecek her türlü tutumdan kaçınılmalıdır. Yeni bebeğe çocuğun yanında çok fazla sevgi gösterisinde bulunma, devamlı ondan ve onun şirinliğinden bahsetme gibi davranışlardan uzak durulmalıdır.

Çocuk anne babanın kendisine olan ilgi ve sevgisinin azalmadığını hissetmelidir. Bunu hissettirmek de anne babanın elindedir. Kardeşler arasında rekabet doğal ve normal gelişimin bir parçası olarak kabul edilmelidir. Ancak rekabetin bir düşmanlık haline gelmesi ve her alanda kendini göstermesi doğal karşılanamaz. Çocuklar arası rekabet ve çekişmenin nedenleri arasında anne babanın gözüne girebilme, evde bir yer edinebilme, bireyselliğini kabullendirme, önemsenmek ve değer verilmek isteme sayılabilir. Esasen her yaşta insanlar arasında bir rekabet söz konusudur. Gen ellikle anne babalar kardeşler arası çekişme, didişme ve rekabet havasından büyük endişe ve üzüntü duyarlar. Onların idealinde birbirleri ile çok iyi geçinen ve hiç kavga gürültü çıkarmayan uyumlu çocuklar vardır. Kardeşler arası çekişme bütün ailenin huzurunu bozacak derecede büyük olabilir.

Anne baba, kardeşler arası rekabetin normal ve hoş karşılanacak sınırlarda olup olmadığını gözlemeli, bu sın ırlar aşılmadıkça müdahale etmemelidir. Birbirlerine zarar vermeyecek derecede ufak didişmelere karışmamalı ancak zarar vermeye başladıklarında birbirlerinden ayırmalıdır. Yani her anlaşmazlık ve didişmede hâkim yada hakem rolünü üstlenmem elidirler. Sınırların aşıldığı düşünüldüğünde krize müdahale edilmeli eğer çözüm bulunamıyorsa yetkili birine rehberlik için başvurulmalıdır. Özellikle küçük çocuk ağlayarak, zırlayarak annenin duygusallığını kullanmaya çalışır. 0 zaman büyük çocuğa sen ağabeysin, sen ablasın diye haksızca yüklenilmesi hatalı bir tutum olur. Küçük çocuğun anne ve babası tarafından devamlı desteklediği ve kayırıldığını düşünen ağabey ya da ablanın anne babaya karşı olumsuz tutum sergilemesi doğaldır.

Çocuklar birbirleri ile yaşadıkları zorlukları hemen aile bireylerine aktararak yardım isterler. 0 zaman anne babanın taraf olması beklenir. Çocuk kendisinin haklı olduğu ve desteklenmesi gerektiğini düşünür. Oysa anne babalar çok ender durumlar hariç taraf olmamalıdır. Taraf olmak onların bizi içine almak istedikleri oyuna dâhil olmak demektir. Rekabeti ve yarışı alevlendirecek olan kardeşlerin birbirleri ile sık sık kıyaslanması ya da birinin diğerinin önüne çıkarılması gibi tutumlardan uzak durulmalıdır. Çocukların yalnız iken daha sakin ve rahat olmalarına karşı anne babalarının olaya müdahale beklentisini açıklamada yeterlidir. Çok çocuklu ailelerde kardeşler arası rekabet yoğun yaşandığı zaman anne baba için dayanılmaz bir hal alabilir. Burada önemle üzerinde durulması gereken her çocuğun aile içinde kendi özel yerini farkında olmasını sağlamaktır.

Çocuklar arasında ayrım yapılmamasına özen göstererek her birinin ayrı birey olduğu bilinciyle davranılmalıdır. Bireysel farklılık göz ardı eden “benim çocuklarım” yaklaşımı kardeşler arasındaki rekabeti körükleyecek ve onların aile içindeki yerleri konusundaki endişelerini arttıracaktır. İkiz çocuklarda her kardeş arasında görül en rekabete ek olarak ailenin ve çevrenin birbirlerine benzemeleri konusundaki ağır baskısı devreye girer. Fizik görünümleri ile birbirlerine benzeseler dahi bu çocuklar iki farklı bireydir. Bu farklılığın ilk önce anne babalar tarafından kabul edilmesi gerekir. Aynı kıyafeti giydirme, aynı oyuncakları alma, aynı yatakta yatırma gibi tutumlar çocukların bireyselleşmesinin önünde büyük engel teşkil eder. Her çocuğun bireyselleşmesine ve ayrı kişiliğinin gelişmesine fırsat tanınmalıdır.
Popüler Psikiyatri / Prof. Dr. Mücahit ÖZTÜRK Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı
Çocuklarımıza Sağlıklı Beslenme Alışkanlığını Nasıl Edindirebiliriz?

Bedenimiz ve beynimiz sürekli bir etkileşim içerisindedir. Bu sebeple; sağlıklı beslenmeyi yalnızca bedene yatırım olarak görmemeliyiz. Çocuğumuzda sağlıklı beslenmeyi bir alışkanlık haline getirmek istiyorsak, öncelikle çocuğumuzun beynini sağlıklı beslenme düzenine adapte etmeliyiz.

Çocuklarla yapılan bir araştırmada; kahvaltı yapmamanın, hafıza ve okul başarısını olumsuz yönde etkilediği bulunmuştur (American Diethetic Association, 2005). Bir diğer araştırmada ise; fiziksel aktivitenin, hafıza ve kaygı ile baş etme becerileri üzerinde olumlu etkileri olduğu kaydedilmiştir (Phsical Activity Guedlines for American, 2008). Dr. Gabor Mate ise; Vücudunuz Hayır Diyorsa kitabında, duygusal stresin vücudu olumsuz etkileyen, kronik şikayetlere sebep olduğundan bahsetmektedir. Tüm bu araştırmalar, birbirinden apayrı konular gibi görünse de aslında tamamıyla birbirleriyle bağlantılıdırlar. Bu üç araştırmanın ortak özeti şu şekilde yapılabilir: Bedene yatırım; üç faktörlü bir süreci kapsar: Sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite sıklığı ve zihinsel sağlık. Bu üç faktörden yalnızca biri dahi eksik kaldığında, bedenimizin döngüsünde aksaklıklar meydana gelmeye başlar. Aynı zamanda bu üç faktör birbirleri ile de döngü içerisindedirler. Fiziksel etkinliğimizin sıklığı ruhsal durumuzu etkiler, ruhsal durumumuz beslenme düzenimizi etkiler, beslenme düzenimizdeki değişimler fiziksel etkinliğimizde değişimlere yol açar.


Bu perspektiften baktığımızda, bedenimizi ayakta tutan, beynimizi besleyen besinler sadece yediğimiz besinler değildir. Duygusal izlenimlerimiz de, bedenimiz için bir nevi besin işlevi görmektedir. Reklamları düşünün… Reklamlarda; çikolata genellikle mutlu anlar ile ilişkilendirilir ve annelerin çocuklarına güvenle bu besini sunduğuna değinilir. Bu reklamlarda, alt metin olarak bir ‘ideal annelik’ tanımı yapılmakta ve reklam bir çocuk tarafından izlendiğinde aslında çikolata, anne şefkati ile sembolize edilmektedir. Çocukluğumuzdan itibaren bu görüntülerle büyümüş yetişkinler olarak, olumsuz duygularla boğuştuğumuz zamanlarda ya da çok keyifli bir anımızda kendimizi çikolataya sarılırken buluruz. Sizce sarıldığımız şey, çikolata reklamları aracılığıyla bize sunulan ‘anne şefkati’ olabilir mi?

Tüm bunlarla birlikte ne yazık ki; farkında olmadan, kendi ihtiyaçlarımızla/savunma mekanizmalarımızla şekillendirdiğimiz beslenme alışkanlıklarımızı çocuklarımıza da empoze etmekteyiz. Örneğin, çocuğumuz bir başarı elde ettiğinde, o gün çocuğumuza meyve değil de şeker almayı tercih ediyoruz. Çocuğumuzu bir şeyi yapması için ikna etmek istediğimizde, şekerli besinleri ya da belki bir hamburgeri ödül olarak sunuyoruz. Ya da keyifli bir hafta sonunda; ıspanak partisi değil de nedense pizza partisi yapıyoruz. Kendisini bildi bileli; katıldığı her doğum gününün baş kahramanın, bol kremalı bir pasta olduğu çocuk, sağlıklı beslenmeyi nasıl alışkanlık haline getirebilir? Özetle, çocuklarımıza sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırma yolunda atacağımız ilk adım, kendi beslenme düzenimizi hangi dış mekanizmaların şekillendirdiği üzerine düşünmek olacaktır. Ayrıca, yemek yeme sürecinde, çocuğumuza karşı tutumlarımızda yapacağımız küçük değişimler, onları sağlıklı beslenme yolunda bir adım daha ileriye taşıyacaktır.

Sağlıklı Beslenme Alışkanlığı Edindirme Sürecinde Ebeveynlere Tavsiyeler:
- Çocuğumuza, sağlıksız beslendiğinde bunun kötü sonuçlarını zaman içinde göreceğini anlatmak; düştüğünde canının acıyacağını anlatmak kadar kolay değildir. Fakat yine de; sağlıklı beslenmenin bir süreç olduğunu çocuğumuza açıklamak, onda konuyla ilgili bir farkındalık yaratacaktır.
- Bu süreçte, asıl hedef sağlık olmalıdır. Dış görünüş sağlıklı beslenmeye özendirmek için bir motivasyon kaynağı haline getirilmemelidir.
- Yasak olan şeyler her zaman daha çekicidir; bu yüzden sağlıksız yiyeceklerin zararlarını anlatmaktan ziyade, yemesini istediğimiz yiyeceklerin faydalarından bahsetmek; sağlıklı beslenme yolunda daha etkili bir çözüm olacaktır.
- Akşam menüsünü planlarken çocuğumuza da danışmalıyız. Çocuğunuza ‘Bugün ne yemek istersin?’ diye sormak, o gün için yapılması mümkün olmayan yiyecekleri istemesi ihtimali sebebiyle, çocuğunuzu reddetmenize sebep olabilir. Buna mahal vermemek adına ‘Bu akşam yemekte taze fasulye mi yoksa kuru fasulye mi yemek istersin?’ gibi sorularla seçenek sunmak daha güvenli bir yol olacaktır. Bu sayede çocuğumuz, hem siz ebeveynleri tarafından dikkate alındığını hisseder hem de kendi tercih ettiği yemek yeneceği için, yemek sofrasında inatlaşma ihtimali azalır.
- Beslenme sürecinde, çocuğumuza karşı suçlayıcı bir tutumu benimsememeliyiz; aksine işbirlikçi bir tutumu benimsemeliyiz. Böylelikle çocuğumuz kendisini beslenmesi ve kilosu açısından hatalı ve stresli hissetmeyecektir.
- Sağlıksız gıdayı ödül olarak vermenin, çocuğun sağlıklı beslenme algısı üzerinde yıkıcı bir etkisi olduğunu unutmamalıyız.
Çocuğumuza olan ilgi ve sevgimizi şekerle, çikolatayla değil; birlikte yaptığımız spor aktiviteleriyle, keyifli oyunlarla, onlara vakit ayırarak göstermeliyiz (Çocuk ile birlikte sağlıklı atıştırmalıklar yapmak). - Çocuğumuza yemek zamanının, aileyle geçirilen eğlenceli bir vakit olduğu sezdirmeliyiz. Yeme eylemi yaşamımız boyunca gerçekleştirmeye devam ettiğimiz, yaşamımızın ayrılmaz bir parçası. Bu yüzden bu eylemi suçluluk, kızgınlık değil; huzur, birliktelik gibi kavramlarla ilişkilendirmeliyiz.
- Son olarak; çocuklar her ne kadar ebeveynleriyle çatışma içindelermiş gibi görünseler de, aslında onları taklit eder ve örnek alırlar. Bu yüzden, çocuklarımızın yanında sağlıklı beslenmeye ve yavaş yavaş yemek yemeye özen göstermeliyiz.

Psk. Yağmur Damla Demir

Kreşe alışma Süreci ve Berlin Modeli
Kreşe alışma süreci, hem çocuk ve ebeveyn hem de eğitimci için zorlu bir süreçtir. Bu sürecin hassas ve iyi bir şekilde işleyişi, çocuğun üzerindeki stresi azaltmaktadır. Çocuğun yeni bir ortama uyum sağlaması ve kreşe alışması sürecinin kolay olabilmesi için planın ve programın yapılması gerekmektedir. Böylece, çocuğun anneden ayrılma korkusu ve endişesinin ortadan kalkması sağlanabilir ve çocuk yaşadığı stresle daha iyi başa çıkabilir. Çocuğa kreşe alışmasında ve yeni ortama uyum sağlamasında yardımcı olan “Berlin Modeli“ farklı kuramlar baz alınarak Almanya‟da geliştirilmiştir. Çocuğun, aileden kreşe sağlıklı olarak geçişi için yaygın olarak kullanılmaktadır. (Laewen ve diğerleri, 2003)

Alışma sürecinde geçiş (Transition) ve bağlanma (Attechment) kuramının rolü
Kreşe/anaokuluna veya okula geçişler, çocuk için önemli bir yaşam kesitidir (Filipp, 1995). Bu geçiş süreçlerin bütün tarafların (Ebeveynler ve Eğitimciler) işbirliği ile hazırlanmasının ve karşılıklı beklentilerin önceden konuşulması geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde üstesinden gelinmesi için önemlidir. Aileden kreşe geçiş, çocuğun anaokuluna ve ilkokula geçiş sürecinden biraz daha zorlu geçmektedir. İlk geçiş sürecinde çocuğun edindiği deneyimler, beceriler ve özgüven, daha sonraki yaşamındaki geçiş süreçlerinin üstesinden daha kolay gelmesini sağlamaktadır.
0-3 yaş arası çocuğun güvendiği kişi olan anneden ayrılması zor olmaktadır. Bu dönemde çocukların kaygılarını, kokularını, çaresizliklerini, güçsüzlüklerini ve öfkelerini yalnız başına düzenleyebilmeleri mümkün değildir. Çünkü bu durumlarda kendisine yardım edecek ve destek olacak güvenli bir duygusal bağ geliştirdiği bir kişiye ihtiyaç duymaktadırlar Bu yaşlardaki çocuk birçok yeni durum ile (yeni bir ortam, gruptaki çocuklar, yeni bakim veren kişi) karşı karşıya gelmektedir. Bu yeni duruma çocuğun hemen uyum sağlaması ve üstesinden gelmesi kolay olmamaktadır. Özellikle 7 ve 24 aylık çocukların kreşe geçiş süreçlerinde ebeveynin desteği ve eşliği olmadan sürecin başarıya uğraması zor olmakta ve çocuk için tehlike arz etmektedir.

Çocuğun yeni çevreye adaptasyonu, eğitimci ve diğer çocuklarla güvenli bir ilişki kurması için en güvendiği kişi olan ebeveynin yardımına ihtiyacı vardır. Aileden kreşe geçiş sürecinin başarı ile sonlandırılmasında sorumluluk çocuğa ait değildir. Bu ebeveynin sorumluluk alanıdır. Alıştırma sürecinde ebeveynin ve eğitimcinin işbirliği ve beraber hareket etmesi işi kolaylaştırmaktadır ve çocuğun bakımı, eğitimi ve desteklenmesi için de gereklidir. Bağlanma kuramı, aileden kreşe/anaokuluna geçişte dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. Son yıllarda da erken çocukluk araştırmalarının en popüler konuları arasında yerini almıştır. Üç yaşından küçük çocukların hazırlıksız bir şekilde eğitimci olsa bile yabancı insanlara bırakılması doğru bulunmamaktadır ve şayet anne ile çocuk arasında bir ayrılık gerçekleşecekse, bunun belli bir program ve plan çerçevesinde yapılması gerekmektedir (Bowlby, 2001).

Çocuğun sağlıklı gelişiminde birincil bakım veren kişi ile arasındaki duygusal bağ önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü çocuğun ayrılma, korku, ağrı ve aynı zamanda yoğun stresler sonucu gönderdiği sinyallere duyarlı bir tepkinin verilmesi sadece onun güvenli duygusal bağ kurduğu kişi tarafından sağlanmaktadır. Erken çocukluk dönemdeki bağlanma deneyimleri diğer kişilerle kuracağı bağlanma ilişkisini etkilemektedir.
Çocuğun küçük yaşlarda kreşe uyum sağlamamasının altında yatan nedenlerden biri ebeveyniyle kurduğu bağlanma ilişkisi olabilmektedir. Çocuğun birincil bakım veren anneden ayrılması sancılı bir süreçtir. Fakat çocuk aynı zamanda birçok kişi ile güvenli ve duygusal bir bağ kurabilecek şekilde dünyaya gelmiştir (Ahnert, 2010). Ayrılığı kolaylaştıracak ve eğitimciye alışmasını sağlayacak, çocuğun ilk bağlandığı kişinin sürece dahil olması ile başarılacaktır. Böylece, çocuğun kreşe/anaokuluna başladıktan sonraki eğitimcisi ile güvenli bir bağ kurması ve çevreye kolayca uyum sağlaması gerçekleşecektir. Bowlby ve Ainworth bazı çocukların anneler tarafından kreş veya çocuk yuvalarına bırakıldıklarında korku ve üzüntüyle tepki verdikleri, bazılarının ise buna duygusal olarak hiç bir tepki göstermemelerini, çocukların ilgili kişilerle olan bağlanma kalitesine ilişkin ipuçları verdiğinin altını çizmektedirler (Kasten, 2013). Güvenli bağlanmış çocuk, annesinin yardımıyla önceki güvenli bağlanma temelinde eğitimci ile arasında bir duygusal bağ oluşturmaktadır.
Annenin herhangi bir stres durumunda geri geleceğinin farkındadır. Bu arada eğitimcide onun için güvenir bir kişi olmuştur artık. Güvensiz bağlanan bir çocuk ise, ilk önce ayrılma gerçekleştiğinde buna tepki vermemektedir. Oysaki çocukta ayrılma korkusu mevcuttur. Fakat bu korkuyu belli etmemektedir. Aslında bu çocuklar için ayrılma korkusu büyük bir stres kaynağıdır. Bunu bir türlü ifade edememektedirler. Çocuğun yeni ortama ve gruptaki çocuklara uyum sağlaması ve eğitimcisine güven bağı kurması çocuğun gelişimi üzerinde önemli bir rolü vardır. Sağlıklı olarak gerçekleşen uyum sonucu; çocuğun gruptaki çocuklarla ve eğitimciyle etkileşime girmesi ve iletişim kurması, kendini güvende hissettiğinde çevreyi keşfetmeye başlayacak ve yeni şeyler öğrenme başlayacaktır. Çocuğun kreşe geçiş sürecinde zamana ihtiyacı vardır. Güvendiği kişiyi birden kaybetmesi, korkularının artmasına sebep olur. Endişe ve korku duyan bir çocuğun kreşteki gelişimini destekleyen etkinliklerden fayda görmesi ve yeni bir şeyler öğrenmesi söz konusu olamaz (Grossmann ve Grossmann, 1998).

Kreş/Anaokuluna alışma sürecindeki rol oynayan aktörler
Hem ebeveynin hem de çocuğun alışma sürecinde olumsuzlukla karşılaşmamaları için plan ve program yapılmasının önemi vurgulanmaktadır. Alışma süreci önceden aile ve eğitimciler tarafından planlanması gerekir. Kreş veya anaokulunda çalışan eğitimciler arasında yeni gelen çocuğun alışma sürecine kimin eşlik edeceği önceden belirlenmelidir. Çünkü ilk etapta bir eğitimci ile çocuğun duygusal bir bağ geliştirmesi için imkan verilmesi sağlanmalıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken alışma süreci sağlıklı olarak başarıldıktan sonra, çocuğun duygusal bağ geliştirdiği eğitimcinin hasta olması, izinli olması çocuğun tekrar kreş veya anaokulunda güven duyduğu, stres ve korku durumlarında sığınacağı güvenli bir limanın yok olması anlamına gelmektedir.
Bunun önüne geçmek için, diğer eğitimcilerin de alışma sürecinden sonra yeni gelen çocuğa yakınlaşmaları ve güvenli bir bağ geliştirmeleri faydalı olacaktır. Çünkü çocuğun gönderdiği sinyallere duyarlı karşılık veren ve onunla etkileşime giren kişilere bağlanması zamanla çeşitlenecektir. Alışma süreci her çocuk için farklıdır. Bu süreç her çocuk için bireysel olarak planlanmalıdır. Çocuğun, herhangi bir stres durumunda eğitimciye gitmesi sağlanmalıdır. Fakat anne her durumda erişilebilir olmalıdır. Bu ilk yapılan denemede başarı sağlanmazsa; çocuk eğitimci tarafından teselli olmuyorsa; annenin çağrılarak duruma müdahale etmesi istenmektedir. Alıştırma sürecinde eğitimcinin görevi çocuğun gelişimini ve davranışlarını gözlemlemek ve onun gönderdiği sinyallere duyarlı bir şekilde karşılık vermektir (Cantzler, 2008).

Berlin Modeli
Laewen ve diğerleri (2003), tarafından öncelikli olarak 0-3 yaş arası çocukların kreşe alışmalarını kolaylaştırmak için geliştirilen bu model zamanla anaokulu alanında da kullanılmaya başlanmıştır. Bu modelde her çocuğun alışma süreci onun ebeveyni ile olan bağlanma ilişkisine, mizacına, yaşına ve eğitimcinin davranışlarına bağlıdır ve alışma sürecinin her çocukta farklı olacağı belirtilmektedir. Berlin modelinde ebeveynlerin alışma sürecine eşlik etmesi esastır ve çocuğun yeni çevreye, eğitimcisine aşina olması ve uyum sağlaması hedeflenmektedir. Model birkaç evreden oluşmaktadır. Çocuğun bu modelle adım adım kreşe/anaokuluna adaptasyon sağlaması ve eğitimcisine alıştırılması hedeflenmektedir.
Berlin Modelinin Evreleri
Kayıt ve görüşme evresi: Kayıt işleminin gerçekleşmesinden sonra ebeveyn ile çocuğun kreşe alışma sürecine eşlik eden eğitimci arasında kapsamlı bir görüşme yapılır. Bu görüşmede, çocuk hakkında örneğin, beslenme ve uyku alışkanlığı, mizacı, oyun davranışları gibi bilgiler ele alınmaktadır. Ebeveyne model anlatılır ve bu süreçteki rolü hakkında bilgi verilir.
Temel evre: Ebeveyn çocukla birlikte üç gün boyunca kreşi ziyaret eder. Bir saati geçmemek şartı ile ebeveyn kreşteki grupta çocukla beraber kalır. Eğitimci bu arada çocuğu gözlemler ve onunla iletişime geçmeye ve onu ara sıra oyuna dâhil etmeye çalışır. Burada çocukla iletişime geçmede genellikle bir obje kullanılmaktadır. Annenin rolü burada pasiftir. Ebeveyn çocuğa yanında olduğunu hissettirir, ona güven verir ve çocuğun gruptaki oyunlara katılması için zorlamaz.
İlk ayrılık evresi: Dördüncü günde ebeveyn çocukla beraber tekrar kreşe gelir. Annenin rolü bu evrede de yine pasiftir. Eğitimci çocukla iletişime geçmeye çalışır ve onu grup aktivitelerine katmaya çalışır. Bu evrede ilk olarak ebeveyn çocuktan ayrılır. Ebeveyn sadece 30 dakikalığına gruptan ayrılır. Fakat ihtiyaç halinde çağrılmak üzere kreşin başka bir odasında bekler. Bu evrede, çocuğun ebeveynin ayrılmasına verdiği reaksiyon, onun alışma sürecini belirlemektedir. Burada iki aşamadan; (a) kısa süren alışma süreci ve (b) uzun süren alışma sürecinden söz edilmektedir. (a) Çocuk ebeveynin ayrılmasına çok büyük bir reaksiyon göstermiyorsa veya ağladığı zaman gruptaki eğitimci tarafından kolayca teselli edilebiliyorsa, alışma süreci beş veya altı gün içerisinde başarıyla sonlandırılmaktadır. (b) Çocuk ebeveynin ayrılmasına büyük bir reaksiyon gösteriyorsa, onun arkasından gidiyor ve eğitimci tarafından bir türlü teselli edilemiyorsa, alışma süreci çocuğun ayrılıklara vereceği tepkilere göre iki veya üç hafta sürmektedir.
Dengeleme evresi: Ebeveynin çocukla vedalaşması daha sık ve uzun olur. Eğitimci, çocuğun bakım ihtiyaçlarını anne gittikçe kendi karşılar (Yemek yedirme, altını değiştirme gibi).
Bitiş evresi: Çocuk ve eğitimci arasında duygusal bir bağ gelişmiş ve güven ortamı sağlanmışsa çocuk ebeveynin gruptan ayrılmasına aşırı reaksiyon göstermiyorsa veya gösterse bile eğitimci tarafından çabucak teselli edilebiliyorsa süreç sonlandırılır. Ebeveynin kreşte kalmasına artık gerek duyulmamaktadır. Fakat ebeveyne her hangi bir durumda erişimin kolay olması gerekmektedir (Laewen ve diğerleri, 2003).
PAYLAŞIM PSİKOLOJİ
İyi bir çocuk yetiştirmek için dikkat edilmesi gerekenler.

Bebeğinize dokunun, gülümseyin
Bebekler ilgi ve sevgiyle büyümelidir. Bebeğe dokunmak, konuşmak, gülümsemek, ağladığında yanında olmak gerekir. Çocuğun zihinsel, sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimi desteklenmelidir. Duygusal ve sosyal paylaşımlar, iyi eğitim, zihinsel ve fiziksel aktivite çocuğun kendini güçlü ve iyi hissetmesini sağlayacaktır. Yapabileceği aktiviteleri kendi başına yapmasına izin vermek çocuğun motivasyonunu ve kendine olan güvenini artıracaktır.
Sadece temel ihtiyaçları için yanında olmayın
Çocuğun sadece temel ihtiyaçlarını gidermeye yönelik ebeveyn olunmamalıdır. Oyun, çocuğun kendini ifade edebildiği, yeteneklerini ortaya koyup, geliştirebildiği, duygularını paylaşabildiği alandır. Bunun için sık sık çocuklarla oyun oynanmalıdır. Çocuk ile kaliteli zaman geçirmek, iyi aile ilişkileri, çocuğun aitlik duygusunu güçlendirmektedir. Zevk aldığı aktiviteler keşfedilmeli, onunla gülerek, eğlenerek keyifli zaman geçirilmelidir. Tablet, televizyon, bilgisayar gibi araçları kısıtlayarak çocukların ilgi ve becerileri takip edilmelidir. Yaratıcılıkları desteklenmeli, yeteneklerine göre branşlara yönlendirilmelidir.
Kendisini ifade etmesine izin verin
Çocuklar azar, tehdit, eleştiri olmadan dinlenmelidir. Çocuğa birey olarak değer veren ve onu anlayan, dinleyen ebeveynler olunmalıdır. Çocuğun kendini ifade etmesine izin verilmelidir. Aşırı koruyucu davranmadan, çocuklar bireyselliğe teşvik edilmelidir. Aşırı koruyucu davranışlarla çocuk büyüdüğünü hissedemez. Kendi kendine başarabildiğini hissetmek çocuğun özgüven ve değer duygusunu artırmaktadır.
Ona kılavuzluk edin
Çocuğun üstesinden gelemediği bir sorun varsa, ona bu sorunlarla nasıl baş edebileceği anlatılmalı ve kılavuzluk edilmelidir. Çocuk davranışlarda ebeveynleri rol model almaktadır. Hayal kırıklıkları yaşayabileceği ve bunlarla baş etmesi gerektiği öğretilmelidir. Ebeveynlerinden gördüğü tutum ve yaklaşımları çocuk zamanla benimseyecektir. Çocuğa yaklaşımda olumlu tutumlar ve duygular göstermek onun bu duygu ve tutumları benimseyerek davranmasını sağlayacaktır.
Akademik hayatı ile yargılanmamalı
Çocuğun akademik hayatı da gelişimi için önemlidir. Çocuğun kişiliği ve yapabilecekleri iyi değerlendirilmeli ve çocuktan beklentiler buna göre ayarlanmalıdır. Sadece akademik başarısına göre çocukların zekası değerlendirilmelidir.
Kendinizi de eğitin, yeniliklere açık olun
Çocuğun ergenlik öncesi ve ergenlik döneminde yaşanabilecekleri hakkında bilgi edinmek bu kriz dönemleriyle daha iyi baş edilmesini ve ergenin bu dönemleri daha kolay atlatmasını sağlayacaktır. Çocuğa her zaman güvenebileceği, paylaşabileceği bir sırdaşı olduğu gösterilmelidir. Yeni nesillerin getirdiği farklılıkları ve yenilikleri anlamaya çalışarak iletişim güçlendirilmeye çalışılmalıdır.
Ebeveynlerin ruh sağlığı çocuğa da yansır
Anne ve baba arasında yaşanan sorunlar çocuğa yansıtılmamalıdır. Bu durumları ebeveynler kendi aralarında çözebilmelidir. Kendini sağlıklı, mutlu, huzurlu hisseden ebeveyn, bunu çocuğa da yansıtır. Stresli olunan dönemlerde sevilen aktivitelerle rahatlama sağlanmalıdır. Anne ve babanın psikolojik sağlığının çocuğu psikolojik sağlığını da etkilediği unutulmamalıdır.
Uz. Psk. Özge Merve Türk

Akran Zorbalığı
Akran zorbalığı; çocuk ve ergenlerin benzer yaş grubu çocuk ve ergenlerden fiziksel, duygusal ve cinsel olarak maruz kaldıkları kötü muamelelerin genel adıdır. Zorbalığa maruz kalan çocuklar yaşadıkları olayları ebeveynleri ve öğretmenlerine anlatamıyorlarsa, yardım almaları oldukça gecikir ve uzun süre travmaya maruz kalabilirler. Zorbalığın anlaşılması her zaman kolay değildir. Bazen çocuklar kendilerine inanılmayacağı, alay edileceği, anne babanın suçlayabileceği düşüncesi veya zorba çocuğun bastırma ve korkutması sebebi ile yaşadıklarını anlatamayabilirler. Bu durum önlem alınmasını engellediği gibi zorbalık yapan çocuğa da cesaret verir. Aynı zamanda zorbalığın uzun sürmesine ve yeni rahatsız edici davranışlar eklenmesine de neden alır. Zorbalığı yapan tek bir çocuk olabileceği gibi grup olarak da zorbalık yapılabilir. Grubun sosyal etkisi daha fazladır ve zorbalığa uğrayan çocuk daha zor anlar yaşar. Akran zorbalığı çok farklı şekillerde karşımıza çıkabilir.

Alay etme, dalga geçme, aşağılama; çocuğun akademik başarısı, fiziksel özellikleri, sosyal konumu, kılık kıyafeti, dili, dini ve ekonomik durumu gibi herhangi bir nedenle alaya maruz kalmasıdır. Hangi sebeple olursa olsun bu durum kabul edilemez ve maruz kalan çocukta travmatik etki oluşturur.
İsim ve lakap takma; en sık rastlanılan zorbalıklardan biridir isim ya da lakap takma tamamen karşı tarafı aşağılama, küçük düşürme amaçlı bir davranıştır. Çocuk bundan rahatsızlık duydukça daha fazla üzerine gidilir. Burada en zedeleyici olan ise çocuğa karşı cins ismi takma yani cinsiyeti ile dalga geçmektir.
Korkutma, tehdit etme; sindirme amaçlı tehdit etme ve korkutma yapan kişiye maddi bir çıkar sağlasın veya sağlamasın zorbalık olarak adlandırılır. Korkutulan çocuk farklı amaçlarla emir eri gibi kullanılır. Bazen çocuk maddi olarak sömürülür. Para, sahip olduğu eşyalar veya kıyafetleri elinden alınır.

Kızdıracak eylemler yapma; çocuğun kızacağı her türlü eylem ve sözle sataşma da zorbalığa girer. Burada amaç kızdırmak ve rahatsız etmektir. Zorbalığa maruz kalan çocuk kızdıkça zorbalık yapan çocuk bundan keyif alır ve yapmaya devam eder.
Fiziksel şiddet uygulama; şiddet sindirmenin en kestirme yoludur. Böylelikle çocuk korktukça zorba çocuğun istediği şeyleri kolaylıkla yapar.
Cinsel söz ve eylemler; çocuğu cinsel söz ve eylemlerle her yaş grubunda çocukta görülebilecek bir zorbalık şeklidir. Dokunarak veya jest ve mimiklerle çocuk rahatsız edilir. Ailesi ve kendisi ile ilgili cinsel içerikli söz ve içerikler kullanılır. Başka çocukların yanında bu duruma maruz kalmak yaşanan utançla birlikte travmatik etki daha da zedeleyici hale gelir.
Akran zorbalığına iki yönden bakmakta fayda vardır. Birincisi zorbalığa maruz kalan çocuk ve oluşan duygusal sorunlar, ikincisi ise zorbalık yapan çocuk ve onun bu davranışının / davranışlarının duygusal ve sosyal sebepler. Burada unutulmaması gereken her çocuk akran zorbalığına maruz kalabilir. Ancak bazı çocuklar akranlarına göre daha fazla risk grubundadır. Özellikle kendini savunmada güçlük çeken, çekingen, içe dönük, sözel ifade becerileri zayıf olan çocuklar diğer çocuklara oranlara daha kolay zorbalığa uğrayabilir. Bu çocuklar hem zorbalık yapan çocuğa karşı koymada güçlük çeker hem de ailelerine anlatmakta zorlanırlar. Ayrıca kaygı bozukluğu, tik bozukluğu, depresyon gibi herhangi bir psikiyatrik bozukluğu veya öğrenme güçlüğü gibi problemleri olan çocuklar zorbalığa uğramada en yüksek risk grubundadır.

Öğrenme güçlü sebebi ile akademik başarısızlığı olan çocukların ders notları ile ve yine bedensel bir özrü çocukların özrü ve engeli ile alay edilmesi, dalga geçilmesi, engelinin taklit edilmesi zorbalığa maruz kalan çocuklar için oldukça yıpratıcı olmaktadır.
Tikleri olan çocuklar bu konuda en sıkıntılı grubu oluştururlar. Tikler dışarıdan kolayca fark edildiği için zorbalık yapan çocuk tarafından taklit edilirler. Amaç çocuğu kızdırmak ve onunla dalga geçmektir. Çoğu kişi tiklerin istemli yapıldığını ve isterse kişinin bunu engelleyebileceğini düşünür. Oysa tikler tamamen istemsiz oluşan hareketlerdir. Kişi bu tekrarlayan hareketleri istese de engelleyemez ve alay ve taklit edilme ile tikler daha da artabilir.

Zorbalığa maruz kalan çocuk her çocuk az ya da çok bundan etkilenir. Çocukta oluşan etkinin derecesini belirleyen faktörler, çocuğun duyusal özellikleri, zorbalığa maruz kalınan süre, zorbalığın çeşidi ve şiddetidir. Hassas, kırılgan, naif ve narin, kaygılı, depresif yapıda ki çocuklar diğerlerine göre daha fazla etkilenir ve etkinin derecesi yine diğerlerine göre daha fazladır. Zorbalık hemen anlaşılmış ve müdahale edilmişse etkilenme derecesi hafif düzeyde kalır. Grup halinde yapılan zorbalık ise daha zedeleyici etki bırakır.
Zorbalığa maruz kalan çocukta ruhsal özelliklerine göre farklı psikiyatrik sorunlar gözlenebilir. Bunların başında uyum ve kaygı bozuklukları, depresyon gelir. Öğrenme ve dikkat sorunları, akademik başarısızlıklar, gece ve/veya gündüz idrar ya da dışkı kaçırma rastlanılan diğer sorunlardır. Zorbalığa bağlı gelişen en temel kaygı bozukluğu ebeveynden ayrılma kaygısı ve travma sonrası stres bozukluğudur. Okulda kendini güvende hissetmeyen çocuğun ebeveyne bağımlılığı artar. Okula gitmek istememeye başlar ve okul fobisi gelişir. Daha küçük çocuklarda evden dışarı çıkmak istememe, aşırı korkular şeklinde kendini gösterebilir.
Zorbalığa maruz kalanlar çocukların yanında zorbalığı yapan çocuklarda ele alınmalı ve tedavi edilmelidir. Zorbalık yapmakta çoğunlukla bir ruhsal sorun belirtisidir. Bu çocuklarda dürtü kontrol bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, karşıt gelme bozukluğu gibi davranış sorunları gözlenebilir. Daha önce zorbalığa maruz kalmış ve sosyal uyum sorunu yaşayan çocuklar zorbalık davranışı sergileyebilir. Diğer yandan aile dinamiklerinde ki düzensizlikler, kaotik aile yapısı, ebeveyndeki davranış sorunları çocukta bu davranışın gelişmesine sebep olabilir.
Zorbalığa maruz kalan ve zorbalığı uygulayan çocuklar mutlaka ele alınması gereken çocuklardır. Acil ve ilk yapılması gereken zorba davranışın durdurulması/sonlandırılmasıdır. Zorbalık eylemi durdurulmadan olaya müdahale etmek mümkün değildir.
Zorbalığa uğrayan çocuğa okul ve aile güven vermeli, süreçte yanında olduklarını ifade etmeliler ve kendisine her türlü desteği vereceklerini söylemelidirler. Ancak bu şekilde çocuğun gerginliği azaltılabilir ve sonrasında olabilecekleri aile ve okul ile paylaşması sağlanabilir. Zorbalığa maruz kalan çocuklar mutlaka psikiyatrik değerlendirmeden geçmeli ve gerekli görülmesi durumunda destek almaları sağlanmalıdır.
Zorbalık yapan çocuklarda yine psikiyatrik değerlendirmeden geçmeli ve uygun desteği almaları sağlanmalıdır.
PAYLAŞIM PSİKOLOJİ
Gülşen YILDIRIM Çocuk Gelişim Uzmanı, Oyun Terapisti, Aile Danışmanı

Çocuğunuz Utangaç Ise Önce Kendinizi Sorgulayın.

Ebeveyn Modeline Dikkat!
Temelinde tenkit, alay, küçümseme, kıyaslama ve hatta şiddet bulunan ‘yıkıcı iletişim’ biçiminin, çocuğu utangaçlığa ittiğini söyleyen uzmanlar, anne ve babanın önce kendi tavırlarını sorgulaması gerektiğini belirtiyor. “Yıkıcı iletişimi seçen anne-babaların dikkati sürekli olarak çocuğun hatalı davranışlarına odaklıdır. Çocukların yaptığı olumlu davranışlar üzerinde durmazlar. Örneğin; çocuk sınavdan 3 kez iyi not aldığında ‘aferin’ demez ama 1 kez kırık not alınca hemen kızıp eleştirir. Utangaçlığı tetikleyen anne –baba modellerini ise şöyle sıralayabiliriz:
1. Koruyucu Anne-Baba Modeli
Çocuk adına her şeyi kendi yapan anne-babadır. Çocuğa davranış tarzları ‘Tutma düşürürsün, dokunma kırarsın, koşma düşersin, dışarı çıkma üşürsün, oynama terlersin, yabancılara yaklaşma sana kötülük ederler…’ gibidir. Bu anne-babaların bazılarında korkulu-kaygılı kişilik özelliklerine rastlanır.
2. Baskıcı Ve Otoriter Anne-Baba Modeli
Çocuğa fırsat vermeyen, her davranışını kontrol edip istediği kalıba sokmaya çalışan anne-baba modelidir. Çocuğun hiçbir konuda fikri sorulmaz, doğruyu yanlışı bilmeyeceği düşünülür ve anne-baba onun adına karar verir. Çocuk ayrı bir birey olmaktan ziyade anne-babanın bir uydusudur. Çocuğa dayak atma ve ağır cezalar verme gibi davranışlar gözlemlenir.
3. Yargılayıcı Ve Eleştirel Anne-Baba Modeli
‘Beceriksizsin, başarısızsın, kardeşin senden daha güzel yapıyor, arkadaşın senden daha başarılı sen onun gibi güzel yapamıyorsun…’ gibi söylemlerin hakim olduğu ve çocuğu sürekli eleştiren, kıyaslayan, aşağılayan anne-baba tutumudur.
4. Sevgisiz, Ilgisiz Anne-Baba Modeli
Bu anne ve babaların çocukları odasında kendi başına, ortamlarda ilgisiz, sevgisiz, onaysız (aferin, bravo gibi) bırakılır ve çocuk dikkatini çevreye ve kişilere çekecek uyaranlardan yoksun kalır. İçine kapanır, sosyal yönü gelişmez. Bizim ülkemiz gibi bazı ülkelerde, kültürlerde ailelerde, utangaç ve çekingen kişiliğin (usluluk terbiyelilik, efendilik, uysallık gibi) olarak değerlendirilip onaylanması da utangaç kişiliğin nedenlerindendir. Bunun yanı sıra çocuklardan güçlerinin üstünde performans beklemek çekingenlik yaratır. Mükemmeliyetçi öğretmenler ve anne-babalar çocuklara kendilerini eksikli yetersiz hissettirirler. Bir diğer önemli neden ise yetişkinlerin tutarsız davranışlarıdır. Çocuğu önce öpüp severken 1 dakika sonra kızmak; doğru denilen bir şeye bir başka zaman yanlış demek gibi tutumlar çocuğun kendisine ve ailesine olan güvenini yok eder.”

Utangaçlığı Aşmak Için Anne Ve Babalara Düşen Görevler
- Öncelikle ebeveynler utangaçlık sorunu önemsemeli. ‘Nasıl olsa küçük daha, büyüyünce değişir’ diyerek utangaçlık temelinin pekişmesine engel olmalı. Gerekeni yapmalı sonuç alamazsa profesyonel bir yardım almalı.
- Utangaç çocukla olumlu iletişim kuran bir anne-baba modeli benimsenmeli. Olumlu iletişim çocuğun doğru yaptıklarına odaklanmaktır, sevgi ve ilgi gösterip ona karşı sabırlı olmaktır.
- Çocuklara sorumluluklar verilmeli, deneme yanılma yoluyla tecrübe kazanmasına zemin hazırlanmalı, bu şekilde çocuğun kendi güvenini artırmalı.
- 3 yaşından itibaren çocuk okul öncesi eğitim kurumlarına gönderilmeli.
- Çocuğa oyun, arkadaş ortamları sağlanmalı ve ne yapacağına dair direktiflerden uzak durmalı.
- Girişken ve sosyal olması için baskı yapmamalı ve sosyal faaliyetler içeren etkinliklerle ilgisini çekmeye çalışmalı.
- Başkalarının yanında çocuğun utangaç olduğundan bahsetmemeli aksine başarılı yönleri dile getirilmeli.
- Kardeşler arasında ayrımcılık yapılmamalı. Çocuklar birbirileriyle rekabete sürüklenmemeli, birinin yapabildiği bir başarı karşısında diğerinin yapamadığını vurgulayan kıyaslamalardan uzak durulmalı.

Kim Psikoloji Psikolojik Danışmanlık

Sevilen birinin ya da bir canlının bir daha asla geri dönmeyeceği gerçeği, geride kalan insanın hissettiği en büyük çaresizlik durumu olarak kabul edilebilir. Bu durumu kabul etme ve yas tutma sürecinin şiddeti kişiden kişiye değişebileceği gibi, bu gerçeği öğrendiklerinde verecekleri tepkiler de aynı şekilde farklılık gösterecektir. Bu durum, çocuk tarafından en yoğun şekilde yaşanır. Ölüm haberiyle yüzleşen bir çocuğun tepkileri, çocuğun yaşına, kişilik özelliklerine ve çocuğun ölen kişiyle olan ilişkisinin düzeyine göre farklılık gösterebilir.
Ölüm haberini alan çocuk bu durumu inkar edebilir, giden kişinin döneceğini düşündüğü için kabul etmede güçlük çekebilir, bir başkasını, hatta kendisini bu durumdan sorumlu tutabilir. Daha sonra zamanla kayıptan dolayı öfke yaşamaya, saldırganlaşmaya ve çeşitli uyum ve davranış problemleri göstermeye başlayabilir. Yetişkinlerin sözel yeteneklerinin gelişmiş olması, hissettiklerini daha rahat ifade edebilmeleri, yas sürecinin daha kısa sürede atlatılmasına yardımcı olurken, çocuklarda bu süreç dil gelişimimin tam olarak sağlanamamasından dolayı daha uzun süre sürebilmektedir.
Peki çocuklara ölüm haberini nasıl vermeliyiz?
Sonraki süreçlerin daha sağlıklı ilerleyebilmesi için haberin nasıl verildiği en önemli kısmı oluşturmaktadır. Ölüm durumunda çocuğa bilginin en doğru ve en kısa sürede verilmesi, soru sormasına imkan sağlanması ve bu sorulara mümkün olduğunca dürüst bir şekilde, en sade ve net şekliyle yanıt verilmeye çalışılması çok önemlidir. Yas sürecinin en sağlıklı biçimde tamamlanması için ilk olarak çocuğa haberi verecek kişinin, çocuğun güvendiği ve yanında kendini rahat hissettiği, çekinmeden yanında tepkisini rahat gösterebileceği biri (tercihen anne/baba) olmalıdır. Haberin verileceği yer ise sakin bir yer olmalı, hatta mümkünse açık hava olmalıdır.
Çocuğunuza haberi verirken, ‘gitti, melek oldu, uykuya daldı, o artık bizi yukarıdan izleyecek, bizi duyacak, o hep burada’ gibi cümleler kurmaktan kaçının. Küçük yaştaki çocukların soyut düşünme becerisi henüz gelişmemiş olduğundan bu gibi açıklamalar, sürekli izlendikleri hissi yaratarak kaygı duymalarına yol açabilir. Aynı zamanda çocuğun ölen kişinin uzun bir uykuya yattığını düşünmesi, çocuğun uykudan korkmasına ve uyku problemleri yaşamasına neden olabilir. Bu yüzden mümkün olduğunca ‘öldü, artık yaşamıyor.’ gibi net cümlelerle açıklama yapmaya çalışın.

Ölüm haberine alıştırmak için bitki ve hayvanların doğum ve ölümlerinden bahsederek çocukların ölüm hakkında gerçekçi bir fikir sahibi olmaları sağlanabilir. İnsanların da bir ömürlerinin olduğundan ve ani bir kaza ya da büyük bir hastalık olmadıktan sonra genel olarak yaşlandıklarında onların da hayatlarının sona ereceğinden bahsedilebilir. Bunlardan bahsettikten sonra haberi çocuğunuza verebilir ve ölüm kelimesini artık yaşamıyor olarak tanımlayabilirsiniz. Mesela büyükannesini kaybeden bir çocuğa haber şu şekilde verilebilir: ‘‘Şimdi sana çok üzücü bir haber vereceğim, büyükannen öldü, yani artık yaşamıyor. Yaşarken insanlar nefes alır, yürüyebilir, yemek yiyebilir, konuşabilir, görebilir ve duyabilir, fakat büyükannen artık bunları yapamayacak.’’ Onlara bu haber karşısında üzülmelerinin ve ölen kişiyi geri getirmek istemelerinin çok normal olduğunu, onu zaman zaman özleyebileceklerini söylemek, çocuğun daha sonra bunları deneyimlediğinde söylediklerinizi hatırlayarak size olan güvenlerinin artmasına ve bunun sonucunda acıyı her zaman sizinle paylaşmalarına yardımcı olacaktır.
‘Lütfen ağlama’ demek kadar ‘Birisi öldüğünde herkes ağlar, bu acıyı gösterme yöntemidir onun için ağlayabilirsin’ demek de bazen yanlış olabilir. Ağlamayan çocuğun kendisini suçlu hissetmesine sebep olmamak için, ağlamanın çok normal bir tepki olduğunu anlatmak gibi, ağlamamanın da çok normal bir tepki olduğunu, herkesin hissettiklerini yansıtma şekillerinin farklı olduğunu, ağlamamanın ölen kişiyi sevmeme anlamına gelmediği de mutlaka çocuğunuza açıklayın. Çünkü her çocuk üzüntüsünü açık yollarla gösteremeyebilir.

Ölüm haberini çocuğunuza verdikten sonra birkaç gün süreyle yaşanacak süreci, eve gelecek ziyaretçilerin olacağını, zaman zaman normal günlerden farklı günler yaşayacağınızı fakat bunun geçici bir süreç olacağını anlatmanız çocuğun size güvenmesine ve olumlu bir bakış kazanmasına yardımcı olabilir. Bu süreçte sergilenen olumlu bakış açısı çocuğun yas döneminden daha sağlıklı çıkmasını sağlar.
Ebeveynlerin, yas dönemindeyken günlük hayatlarının akışını ellerinden geldiğince değiştirmemeleri çocuğun bu süreci sağlıklı geçirmesine yardımcı olacaktır. Elbette ki, bu zaman zaman zorlayıcı olabilir ama size yardım eden kişilerden bu konuda size destek vermelerini isteyebilirsiniz. Aşırı yoğun duyguların yaşandığı ortamlara maruz kalmak da çocuklarınızı endişelendirebilir. Çok üzgün olsanız bile, bu dönemde çocuğunuzla bir ebeveyn olarak ilgilenmeyi aksatmayın. Çocuğunuz okul çağındaysa, belli bir süre sonra, okula gitmesine özen gösterin. Çocuğunuz ölen kişiyi özlediği zaman onun bir için resim yapabileceğini, istediği zaman fotoğraflarına bakabileceğini ve o kişiyle olan güzel anılarını paylaşabileceğini çocuğunuza açıklayarak acısını sizinle paylaşmasını ve rahatlamasını sağlayabilirsiniz. Fakat ‘o şimdi bu resmi görecek, sesini duyacak ve çok mutlu olacak’ gibi cümleler kurmamaya özen gösterin. Bunu sadece çocuğunuzun kendisini daha iyi hissetmek için yaptığını ona anlatın. Unutmayın, yas dönemleri yanımızda sevdiklerimiz ve onların destekleri olduğunda daha çabuk atlatılır.
Ölüm deneyimi çocukta, sevdiği herkesin gidebileceği ve sonunda yalnız kalabileceği gibi korkulara neden olabilmektedir. Bu yüzden, sürecin mümkün olan en sağlıklı şekilde atlatılması, çocukta kalıcı bağlanma sorunlarına yol açmamak ve kalıcı hasarlar bırakmamak adına çok önemlidir. Bütün bunlara dikkat edilmesi, çocuğunuzun ve sizin yas sürecini sağlıklı atlatmanıza yardımcı olacaktır.
Psk. Betül Koç
Çocuklardaki o korkuları önemseyin

Korkunun “normalliği” yaş ile yakından ilgilidir. 4-5 yaşındaki çocukların neredeyse dörtte üçü hayalet ve canavarlardan korkarken, 12 yaşındaki çocuklarda bu oran yirmide birine kadar iner. Fiziksel olarak zarar görme korkusu ise tersi bir seyir izler: 4-5 yaş çocuklarda onda bir görülen bu korku 10-12 yaş arasındaki çocukların yarısında görülür. Sosyal kaygılar da yaşla artar; ilkokul çocuklarında ceza alma korkusu daha yaygınken daha büyük çocuklarda eleştirilme ve başarısız olma korkuları daha belirgindir.

Yaş büyüdükçe korkular değişiyor
Sosyal kaygılar da yaşla artıyor. İlkokul çocuklarında ceza alma korkusu daha yaygınken daha büyük çocuklarda eleştirilme ve başarısız olma korkuları daha belirgin hal alıyor. Yaşla “normal” korkuların değişmesinin nedeni çocuğun zihinsel gelişimidir. 9 aylıktan küçük çocuklar yabancılardan korkmazken bu aydan sonra yabancılara karşı korku gelişir. 2-4 yaş arasında hayal gücünün gelişmesi ile canavar korkuları ve küçük hayvanlara karşı korkular belirginleşir. 7 yaşından sonra çocuklar sebep-sonuç ilişkilerini daha iyi kurar. Ergenlerde soyut düşüncenin gelişmesi sosyal kaygıları arttırır.
Normal korkular nasıl kalıcı hale dönüyor?
Bu şiddetlenmenin nedenleri arasında genetik özellikler, ailenin ve çevrenin yanlış modellemeleri, olumsuz yorumları ve aşırı tepkileri, çocuğun başından geçen olumsuz olaylar, çocuğun korkularından kaçmayı öğrenmesi sayılabilir. Bunun tersine, başa çıkma becerileri gelişen, olumlu düşünen çocuklarda korkular çok daha nadir kalıcı hale gelir.

Korkuları olan çocuklara aileler nasıl yaklaşmalı?
Ailelerin çocuklarının korkularını arttırmamaları için öncelikle kendilerinin sakin ve güvenli bir yaklaşım sergilemeleri gerekir. Klinik tecrübeler, korku ve kaygısı olan çocukların özellikle annelerinde de belirgin kaygılar olduğunu göstermektedir. Korkularla başa çıkmanın en iyi yolu, başa çıkma becerilerini öğretmektir. Ancak burada önemli nokta, hazır olmayan çocukları korktukları şeylerle yüzleştirmek için aceleci olmamaktır. Örneğin, sosyal endişeleri olan bir çocuğu hazır olmadan diğer çocukların yanına hemen gitmesi için zorlamak, onun başarısız bir deneyim yaşamasına ve olumsuz düşüncelerinin pekişmesine neden olabilir. Ayrıca çocuk, anne babasını hayal kırıklığına uğrattığını düşünerek ek bir güven sorunu da yaşayacaktır.
Gece terörü ve kabus
Gece korkuları ile uyanan çocuklarda iki güçlü olasılık vardır: gece terörü ve kabus. Bu iki durum birbirinden farklı mekanizmalarla ortaya çıkar. Eğer çocuk uyandıktan sonar veya sabah korkulu deneyimleri hatırlamıyorsa, bu durumu onunla konuşmaya veya hatırlatmaya gerek yoktur. Eğer çocuk hatırlıyor ve soru soruyorsa o zaman rüyaların gerçek olmadığı ancak uyurken bunu ayırt edemediğimiz çocuğa açıklanmalıdır. Rüyanın içeriği kesilmeden dinlenmeli ve çocuğa güven verilmelidir.
Ailenin kendi korkularını çocuğa taşımamaları ve yansıtmamaları için kendi başa çıkma becerilerini arttırması ve olumsuz yorumlardan kaçınması gereklidir. Olumsuz ve aşırı yorumlar, özellikle küçük çocukların anne babalarının söylediklerini tam olarak doğru kabul etmelerinden dolayı çocukta yerleşebilir. Bu olumsuz yorumların temel inançlar şekline dönüşmesi, çocuğun bütün olaylara dair yorumları için olumsuz şablonlar oluşturur. Örneğin, annesi tarafından devamlı rezil olacağı, diğerleri tarafından ayıplanacağı, dışlanacağı söylenen bir çocuk bir olayı olumsuz olarak nitelediği zaman otomatik olarak rezil olduğunu düşünecektir. Bir daha bu hissi yaşamamak için de sosyal ortamlara karşı korku geliştirecek ve uzak duracaktır.
Ne zaman yardım alınmalı?
Korkular çocuğun yaşamını etkilediği zaman yardım alınmalıdır. Çocuğun okul yaşantısını, arkadaşlık ilişkilerini, anne babası ile olan yakınlığını etkileyen, istediği davranışları yapmasını engelleyen ve kaçınmaya yol açan korkular değerlendirilmeli ve gerekiyorsa tedavi edilmelidir.
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Özgür Öner

Çocuklar genellikle uyumayı sevmezler, uyumamak için çaba sarf ederler. Küçük bir çocuk için uyku ve ölüm kavramları benzerdir. Oysa erken çocukluk döneminde, bebek ve çocukların gelişiminde uyku çok önemlidir. Bebeklik döneminin en büyük zorluklarından biri de, bebeğin uyku düzenidir. İlk aylarda bebekler sıkça uyanmaktadırlar, 1 yaşın sonuna doğru ise nedensiz (herhangi bir sağlık nedeni olmaksızın) gece uyanmaları devam ediyorsa çocuk uyandıktan sonra çocuğa nasıl müdahalede bulunulduğunun fark edilmesi önemlidir. Ebeveyn yaklaşımı (abartılı sevgi göstermek, oyun oynamak, anne babanın çocuğu yatağına alması) çocuğun gece uyanmalarını pekiştirebilir. İlk 6 altı aydan sonra çocuğun oyun, dinlenme, beslenme saatlerinin gündüze çekilmesi önemlidir. Bebeklik döneminde uyku düzeni sağlamak, ileriki dönmelerde yaşanabilecek sorunların daha kolay atlatılmasını sağlayacaktır.
Çocuğun Yaşına Göre Uyku Gereksinimi Ne Kadardır?
Çocuğun yaşına göre uykuya gereksinimi değişmektedir. Özellikle ilkokul öncesi çocuklarda uykunun önemi daha da fazladır. 3-5 yaşında bir çocuk için 13-14 saat iken, 6-8 yaşındaki bir çocuk için 10-12 saattir. Çocuğa düzenli uyku alışkanlığının kazandırılması önemlidir. 4-5 aylıktan başlayarak çocuğun aynı yerde ve saatte yatırılması uyku alışkanlığını kazanılmasını kolaylaştıracaktır. Uyku alışkanlığının kazanılması iki yıldan daha uzun bir süreyi kapsamaktadır. Anne babanın kararlı tutum sergilemesi bu alışkanlığın kazanılmasına yardımcı olacaktır.
Çocuklarda Uyku Problemleri

“Çocuğun Uyku Uyumak İstememesinin Birtakım Nedenleri Olabilir”
- Kontrol ihtiyacı: Anne babasının baskıcı tutumuna karşı olarak çocuk uyku uymayı reddedebilir.
- Erken dönemde anne babanın tutumu: Uyku ortamının, saatlerinin sürekli değişmesi, çocuğun kaygısını arttırabilir. Düzensizlik ileriki yaşlardaki uyku alışkanlıklarını etkileyebilir.
- Annenin yetersizliği veya yokluğu: Bebeğin taleplerini anlayamayan veya bebeğin talepleri karşısında yetersiz kalan, ruhsal sorun yaşayan annenin tutumları da bebeğin uyku alışkanlığını etkileyebilir.
- İlgi çekme isteği
- Aile içi şiddet, anne-baba kavgaları: Anne-baba kavgaları çocukta travma etkisi yaratarak korkulara yol açarak uyku sorununa sebep olabilir.
- Karanlık korkusu: Çocuğun hayal gücü çok güçlüdür. Hayali arkadaşlar, ürkütücü senaryolar kurabilir. Çocuk gerçek ve fantezi arasındaki farkı ayırt edemeyebilir. Yatağın altından canavar çıkacağını, karanlıkta bir şeylerin üstüne doğru geldiğini, kötü insanların onu kaçıracağını söyleyerek uyumaya direnebilir.
- Kabuslar: 2-5 yaş arasında çocuklarda görülebilir. Çocuk çoğu zaman kabus gördüğünde uyanmaz, uyandığında kabus gördüğünü anımsar, ancak anlatamaz, tanımlayamaz. Çocuklar kötü rüyalar, kabuslar görmemek için de uyumaya direnç gösterirler.
- Gece Terörü 5-12 yaş arasındaki çocuklarda daha sık görülmektedir. Çocuk gecenin ilerleyen saatinde ağlayarak uyanmaktadır. Nefes almasında sıklaşma, aşırı derecede terleme, büyük bir korku hali, görülmektedir. Ancak sorulduğunda hiçbir şey hatırlamamaktadır. Bu durumun birçok nedeni olabilir. İstenmeyen, korkutan, kaygılandıran bir durum yaşamış olabilir.
- Özellikle 5-15 yaş çocukları arasında uykuda yataktan kalkma yürüme durumuna sıklıkla rastlanmaktadır.
- Fiziksel duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması
- Çocuğun bir hastalığının olması: Çocuğun baş ettiği herhangi hastalık veya ilaç tedavisi görüyor olması da uyku düzenini etkileyebilmektedir.

Uyku Alışkanlığının Kazandırılması İle İlgili Öneriler
Uyku alışkanlığının kazandırılması için anne babanın fikir birliği önemlidir. Anne baba kararlı ve tutarlı olmalıdır. Çocuk başlangıçta uyumak istemeyebilir, tek başına yatmak istemeyebilir. Bu, beklenen bir süreçtir. Bu durum karşısında anne baba paniğe kapılmamalı, kararlı bir duruş sergilemelidir.
Ailenin yaşam düzenine de uygun olarak çocuğun tutarlı bir uyku saatinin olması önemlidir. Bu uyku saati eve gelen misafirler ve yapılan ziyaretlerde mümkün olduğu kadar değişmemelidir. Bebekler uyku düzeni konusunda anne babalarını model alırlar. Anne babası geç saatte uyuyan bir bebek bir süre sonra durumu algılayınca anne babasını model alarak geç uyuma eğilimi gösterebilir. Çocuk uyku saatinde odasına götürülmelidir. Uykuya dalıncaya kadar çocuğa masal ve hikâyeler anlatılması, rahatlatan bir müzik dinletilmesi uykusunun gelmesini kolaylaştırır. Bunun yanı sıra, çocuğu yatağa yatırdıktan sonra günü ile ilgili sohbet etmek çocuğa rahatlatıcı gelebilir. Çocuğun yatmadan önce hareketli oyunlar oynamaması, duygusal gerginlik yaşamaması önemlidir. Ilık bir banyo, loş sessiz bir oda çocuğun rahatlamasına yardımcı olabilir.
Çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanması uykuya dalmasını kolaylaştıracaktır. Çocukla kaliteli zaman geçirmek tüm alışkanlıkların kazandırılmasında olduğu gibi uyku alışkanlığını kazandırılmasında da önemlidir.
Çocuğun Kendi Odasında Uyuması
Çocuğun kendi yatağında uyuması, yalnız başına uyuması bir zaman alabilir. Bu sürede, öncelikle kendi başında uyumasına alıştırmak (anne babayı görememe kaygısı ile uyumakta direniyorsa, kısa aralıklarla onun odasına gidip ona bakacağınızı söylemek uykuya geçişini kolaylaştırabilir). Bir gece anne babanın yanında yatıyorsa diğer gece kendi başına yatmasına teşvik etmek, anne babanın yanına geldiğinde anne babanın çocuğu yatağına geri götürmesi, uyandığında çocuğun kendisini odasında ve yatağında bulması önemlidir. 2 yaşından sonra da çocuk annesi ile yatıyorsa, burada asıl problem çocuğun annesine bağımlı olmasıdır. Bu durumun çözümlenmesi çocuğun ilerde yaşayabileceği sorunların önüne geçilmesi açısından önemlidir.
Uyumak istememesinin nedenlerini araştırmak (korku, yorgunluk, enerji, anne babayı görme isteği vb.), bu nedenlere yönelik çözümler oluşturmak önemlidir. Örneğin, çocuk kötü rüyalar gördüğünü uymak istemediğini söylediğinde, bir süre yanında kalmak veya sevdiği bir oyuncağını vermek çocuğu kaygısının azalmasına yardımcı olabilir.
DOÇ. DR. ADNAN ÇOBAN
Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları

Ergenlik Dönemi, insan yaşamında önemli bir geçiş evresidir. Bu geçiş evresi yalnızca fizyolojik değişimleri değil; duygusal ve psikolojik değişimleri de beraberinde getirir. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler, yetiştirilme tarzı, ebeveyn tutumları, aile öyküsü gibi etkenler ergenlik döneminin nasıl şekilleneceğini gösteren önemli değişkenler arasında yer alır. Ergenlik döneminde, kaygı bozuklukları, depresif bozukluklar, duygu durum bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, davranım bozuklukları, risk alma davranışı (risk içerikli cinsel davranış, ergen gebeliği vb.), madde kötüye kullanımı, yeme bozuklukları en sık gözlenen psikolojik sorunlar arasında yer almaktadır
Ergenlik dönemindeki risk faktörleri; genetik, çevresel ve kültürel etkenlere oldukça duyarlıdır.
Aile öyküsünde bulunan herhangi bir ruhsal rahatsızlığın sonraki kuşaklara aktarıldığı, sonraki kuşaklarda yer alan çocuk ve gençlerin genetik olarak ruhsal rahatsızlıklara daha yatkın olduğu ve bu aktarımın onları görece riske açık hale getirdiği bilinmektedir. Ergenlikte gözlenen hızlı fizyolojik büyüme, bedensel ve hormonal değişimleri içerir. Hormonlar ve metabolizmadaki bu değişimin yanı sıra ergenlikte gözlenen en önemli olaylardan biri de benlik gelişimidir. Kimlik kazanımı, aidiyet, cinsel yönelim konusunda yaşanan çatışmalar, sağlıklı çözümlenmediği takdirde kimlik krizine dönüşebilmekte ve farklı ruhsal sorunlara yol açabilmektedir.
Yalnızca genetik yatkınlık değil; çevresel etmenler de önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. Stres ya da önceki travmalar; kaygı bozuklukları, depresif belirtiler ya da somatik (bedensel) yakınmalar açısından çocuk ve gençleri hazır hale getirmektedir. Kronik hastalıklar ve/veya aile içi tutumlar (aile içi şiddet, ihmal, istismar gibi) da ruhsal sorunları tetikleyen çevresel risk faktörleri arasında yer almaktadır. Düşük sosyoekonomik hayat şartlarında yaşamak, riskli ergen gruplarında yer almak ve fakirlik en önemli kültürel/toplumsal risk faktörlerinden biri olarak düşünülebilir.
Ergenlik Dönemindeki Ruhsal Sorunlara İlişkin Belirtiler ve Öneriler

Ergenlik dönemi, beyin gelişiminin hala sürdüğü bir evredir. Beynin karar vermekten, duyguları yönetmekten ve davranışları ketlemekten sorumlu beyin bölgesi olan frontal lob gelişmeye devam eder. Bu da ergenlerin duygusal çıkışlarını, duygu patlamalarını, risk alma davranışlarını ve verdikleri kararlarda göz ardı ettikleri detayları açıklamada kullanılan en önemli ayrıntıdır. Bu sebeple ebeveynler, çocukların gözlemledikleri farklılıkların bir geçiş evresinde, uyum sağlamaya dönük davranışlar olduğunu unutmamalıdır.

Anne babalar karşılarında fiziksel olarak gelişmiş, hatta yetişkin görünümünde birini görse de ergenlik döneminde hormonal ve zihinsel gelişim devam eder. Hormonal farklılıkla birlikte tetiklenen duygusal değişimler de sürecin bir parçasıdır. Bu dönemde genç, bedeni ve nasıl göründüğüyle ilgili aşırı uğraş halindedir, ayna karşısında saatlerini harcayabilir. Dış görünümün yanı sıra kendi benliğine dair de bir arayış içindedir. Bu arayış; kaygı, öfke, depresif duygu durum şeklinde gözlenebilir. Pek çok anne baba, bu geçiş evresinde “çocuğunu tanıyamadığını” ya da “çocuklarının ondan koptuğunu” hissedebilir. Çocukluk döneminde kurduğu ilişkinin aynı yönde süreceğini düşünebilir. Ancak ergenlik dönemi, kimlik kazanımının gerçekleştiği evredir. Bu evrede pek çok genç, anne babadan ayrışır ve sağlıklı bir kimlik oluşumu için farklı ilgi alanlarına kayabilir: örneğin, okulda sevdiği bir öğretmeni örnek alabilir; sevdiği bir aktör/aktristin davranışlarını taklit edebilir; hoşlandığı bir müzik grubuna özenebilir. Bir gruba dahil olma, aidiyet hissi ergenlik döneminde gençlerin en önemli ihtiyacıdır. Yetiştiği ortamdan, anne babadan ayrışmaya çalışır ve onlara benzememe yönünde hareket eder. Bu evrede pek çok ebeveyn kaygı duyar; ancak bu bir geçiş evresidir ve ergenin sağlıklı şekilde benlik gelişimini tamamlayabilmesi için sağlıklı sınırlara ihtiyacı vardır.
Sağlıklı sınırlar; çocukla olan bağı koparmadan, ona bireyselleşebilmesi için gerekli imkanı sağlar. Anne baba ve çocuk arasındaki iletişimi güçlendirir. “Eve geç gelme” demek yerine “Akşam 8’de ev ol” çok daha sağlıklı bir sınırdır. “O kişilerle görüşmeni istemiyorum” demek yerine “Arkadaşlarını biraz daha yakından tanırsam onlar hakkında daha doğru bilgi edinebilirim” ifadesi, genç ve ebeveyn arasındaki çatışmayı azaltır. Sağlıklı sınırlar oluştururken risk içerikli materyallerden çocuğu uzak tutmak, şiddet eğilimli içeriklere sınır koymak, sağlıklı beslenme ve egzersiz için çocuğu teşvik etmek bir diğer önemli tutumu oluşturmaktadır.
Ergenlik döneminde, ebeveynler arasındaki en büyük zorluklardan biri de hangi davranışın normal, hangisinin sorun davranış olarak algılanması gerektiği üzerinedir. Yineleyici şekilde gözlenen risk alma davranışları (alkol alma, madde kullanımı, riskli cinsel davranış, kendine zarar verme davranışı, intihar girişimi, okul sorunları gibi) anne babaların dikkatini öncelikli olarak çeken sorun alanlarıdır ve yardım alma konusunda çok daha belirgin bir çağrıyı dile getirir. Ancak risk alma davranışları gözlenmese dahi, duygusal olarak ortaya çıkan ciddi değişimler (kaygı, öfke, depresyon gibi) ya da hızlı kilo kaybı (yeme bozukluğu gibi) anne babalar için uyarıcı nitelik taşımalıdır. Bedensel değişimlerin bu kadar hızlı olduğu bir dönemde ergenin kendi bedeniyle ilgili bir şeyleri değiştirme çabası, çoğu zaman ruhsal bir soruna dönüşebilir.
Ani kilo kayıpları, akran grubunun hızlı şekilde değişmesi, alkol/madde kötüye kullanımı, ani duygu değişimleri, şiddet ya da kendine zarar verme davranışıyla beraber gözlenen isyankar tutum destek alma konusunda aileleri hızlı bir şekilde harekete geçirmesi gereken uyarı sinyalleri olarak düşünülebilir. Bu gibi durumlarda bir ruh sağlığı uzmanından destek almak oldukça önemlidir.
Anne babaların kendi duygu durumları (kaygı, stres, depresyon vb.) ile ilgili farkındalığı, çocuklarına olan tutumlarını da olumlu yönde etkilemekte; çatışmayı başlamadan durdurabilmektedir. Her genç, ne yaparsa yapsın anne babasının arkasında olduğunu hissetmek ister. Ebeveynlerin çocuklarına bu duyguyu geçirmeleri, onları yargılamadan ve suçlamadan dinlemeleri kabullenme ihtiyacını karşılayacağından iletişimi iyileştirir.
Öfke anlarında, anne babanın kendisini kontrol etmesi oldukça önemlidir. Bazı durumlarda ise ergenden anne babaya şiddet davranışı görülebilir. Bu gibi anlarda öncelikli olarak ebeveynin kendi güvenliğini sağlaması gerekmektedir. Birinden destek almak ya da ortamdan uzaklaşmak bunlardan biri olabilir. Sonraki aşamalarda, bu öfkeyi tetikleyecek şeyleri fark etmek ve bu konuda çocuğa/ergene empatik yaklaşmak (duygularını anladığını hissettirmek), sorunları ortaya çıkmadan ortadan kaldırmayı sağlayabilir.
Ergenlik Döneminde Gözlenen Sorunların Tedavisi
Ergenlik döneminde gözlenen sorunlara ilişkin aile ve okul ile işbirliği içinde çalışmak oldukça kritiktir. Ruh sağlığı uzmanı, ailenin başvuru sebebine ilişkin alanlarda, kapsamlı bir değerlendirme yaparak bilgi sahibi olur. Bazı durumlarda çeşitli ölçek ve testlerden yararlanır. Bazı durumlarda ise başvuru sebebi, gencin değil ailenin yakınması yönündedir. Değerlendirme ardından gözlenen sorun alanı, sorunun şiddeti, başlangıç süresi ve gencin/ailenin hayatındaki işlevselliğin ne ölçüde bozulduğuna ilişkin uygun bir tedavi planı belirlenir.
Gencin yaşadığı sorunlarla ilgili belirtileri hafifletmek ya da ortadan kaldırabilmek amacıyla medikal tedavi başlanabilir. Her koşul ve durumda, kullanılan ilacın ruh sağlığı uzmanı hekim (psikiyatrist) tarafından reçete edilmesi oldukça önemlidir. Medikal tedavinin yanı sıra ya da medikal tedavi ile birlikte psikoterapi başlanabilir. Ailenin ve ergenin yaşadığı sorunlarla ilgili baş etme becerilerini desteklemek, işlevselliğini ve uyum becerilerini arttırabilmek, belirtileri ortadan kaldırabilmek amacıyla uygun psikoterapi yöntem ve teknikleri kullanılır. Aile, süreç içindeki tutumları ve nasıl davranması gerektiği ile ilgili bilgilendirilir; anne babalara bu kapsamda psikoeğitim verilir.
MADALYON PSİKİYATRİ MERKEZİ

Çocukların bebeklikten ergenliğin sonuna kadar olan tüm yolculuğunun izini sürer ve bilişsel ve entelektüel gelişimlerini inceler.
Gelişim ve çocuk Psikolojisi geniş bir konudur. Bir bireyin bebeklikten ergenliğin sonuna kadar büyümesini ve her çocuğun diğerinden sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda düşünce süreci ve kişiliğinde nasıl farklı olduğunu anlatır. Bir çocuk zihninin kil gibi olduğu söylenir. Onu nasıl şekillendirirseniz öyle şekil alır. Bu nedenle, çocuğunuzu anlamak tüm ebeveynler için son derece önemlidir. Bir çocuğun zihinsel, duygusal ve davranışsal gelişimini inceleyen bir çalışma alanı çocuk psikolojisi bilimidir.

Benzer yaş grubunda çocuğu olan arkadaşlarınıza sorun ve çocuklarının nasıl olduğunu öğrenin. Konuşuyorlar mı, yazabiliyorlar mı, kendi başlarına yemek yiyebiliyorlar mı, yönergeleri uygulayabiliyorlar mı vs. Ergenlik çağındaki bir çocuk durumunda arkadaşlarına okulda nasıl olduğunu, akranlarına ve diğerlerine karşı davranışlarını vb. sorabilirsiniz. Çocuğunuz yaramazlık yaptıysa veya bazı olumsuz davranışlar sergilediyse, bunun nedenini bulmaya çalışın. Bunu yaparak, ebeveyn olarak nerede yanlış yaptığınızı öğreneceksiniz ve bu size ebeveynlik becerilerinizi geliştirme şansı verecek.

Sorular yanıtlandıktan sonra, mevcut olan sorunlara çözümler bulunabilir. Bazen çözüm çok nettir. Okuldaki kabadayılık sona erdirilebilir ya da öğrenme güçlüğü için ekstra yardım alınabilir. Belki de stresli ve yorgun olan sadece anne-babadır. Olumsuz his ve düşüncelerden arınmak için, sakinleşip yardım almak gerekir. İşe yaramazsa, bunun anlamı depresyondur ve kolay başa çıkılabilecek bir durum değildir. Gerçekten işe yarayabilecek yardım kaynakları bulunmalıdır.
Büyüyen ve gelişen çocuk psikolojisi, söylenen ya da tahmin edilenden çok daha karmaşıktır.
Bu nedenle, bunun için çaba sarf etmemiz elzem hale geliyor. Çünkü hiç kimse doğuştan bir çocuğun tüm ihtiyaçlarını ve zorluklarını mükemmel bir şekilde anlama becerisine sahip değildir. Ebeveynler ve öğretmenler zamanla çocukları nasıl yetiştireceklerini ve eğiteceklerini öğrenirler. Bir çocuğun belirli davranışlarının arkasındaki nedeni, duygularının nasıl çalıştığını veya gelişiminin her aşamasından sonra beyinlerinin nasıl geliştiğini anlamak, modern dünyada öğrenmek için önemli hale geldi.
Ebeveynler bazen aksini düşünse de, çocuklar doğası gereği kuralların takipçisidir. Hayatın erken dönemlerinde, “sobaya dokunma” gibi basit kurallar, dünyada güvenli bir şekilde gezinmelerine yardımcı olan bir çerçeve sağlar. Çocuklar genellikle kurallar ve bu kuralları çiğnedikleri için beklenen ceza konusunda oldukça gerçekçidirler. Kuralları çiğneyenler hakkında uygun değerlendirmeler yapmak, yalnızca söz konusu kuralın bilgisini değil, aynı zamanda verilen kuralın arkasındaki amacın da anlaşılmasını gerektirir.
sorunlarının öncelik sırasını belirlemek: Çocuk psikolojisi nedir?
Sorunlar çok fazlaysa ve nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız en çok rahatsız edenden en az rahatsız edene kadar sorunlarınızı listeleyebilirsiniz. Bu düşüncelerin açıklığa kavuşmasına yardımcı olur. Hepsini tek seferde çözüme ulaştırmak mümkün değildir. İlk olarak sadece bir ya da iki sorun üzerinde odaklanmak gerekir. Diğerlerini de birer birer ele almak ve adımları belirlemek gerekir. Değiştirilemeyecek sorunlar var ise, yapılabilecek iki şey vardır: Onlardan kaçmak ve Onlarla yaşamayı öğrenmek. Çocuklar ya da anne-babada var olan bir özür ve yetersizlik, kaçılamayacak bir sorun olduğundan dolayı, üzerinde konuşmak, onunla başa çıkabilmede faydalı olabilir.
Belki de yapılması gereken savaşmak değil, bununla yaşamayı öğrenmektir.
Çocukluk, değişimlerin çok hızlı gerçekleştiği bir dönemdir. Çocuk fiziksel olarak büyüyor ve bilişsel yetenekler de gelişiyor. Bu süre zarfında çocuk çevreyi aktif olarak manipüle etmeyi ve kontrol etmeyi öğrenir ve ilk olarak toplumun gereksinimlerine, özellikle de mesane ve bağırsakları kontrol etme ihtiyacına maruz kalır. Erik Erikson’a göre, çocuğun çocuklukta üstesinden gelmesi gereken zorluklar inisiyatif , yeterlilik ve bağımsızlığın gelişimi ile ilgilidir . Çocukların dünyayı keşfetmeyi, kendilerine güvenmeyi ve çevrede kendi yollarını çizmeyi öğrenmeleri gerekir.
çözüm bulmak ve çocuk psikolojisi ipuçları
Bazı zamanlarda sorunlara o kadar odaklanır, detaylarla uğraşırız ki, mantıklı yaklaşımlar gösteremeyiz ve gerçekleri göremeyiz. Sonuç olarak başlangıçtan daha kötü bir noktaya gelinebilir. Ayrıca karmaşık sorunların, bazen çok basit çözümleri olabilir. Bir sabah uyandığınızda sorun ortadan kalkmış olsa, sorun olmadan yaşamın nasıl olacağını hayal edebilir misiniz?
- Ne yapıyor olurdunuz?
- Sorunun çözülmüş olduğu nereden anlaşılırdı?
- Kendinizde ne gibi değişikler olurdu?
- Diğer insanlar hakkınızda nasıl yorum yapıyor olurdu?
Çocuklar özümsemeyi kullandıklarında , yeni bilgileri anlamak için önceden geliştirilmiş şemaları kullanırlar . Çocuklar atlar için bir şema öğrenmişlerse, hayvanat bahçesinde gördükleri çizgili hayvana zebra yerine at diyebilirler. Bu durumda çocuklar var olan şemayı yeni bilgilere uydururlar ve yeni bilgileri var olan bilgilerle etiketlerler. Konaklama ise yeni bilgilerin öğrenilmesini ve dolayısıyla şemanın değiştirilmesini içerir. Bir anne, “Hayır, tatlım, bu bir zebra, at değil” dediğinde, çocuk şemayı yeni uyarana uyacak şekilde uyarlayabilir, sadece biri at olan farklı dört ayaklı hayvan türleri olduğunu öğrenir.
Çocuk Psikolojisi, temel olarak, bireyleri genç büyüme evreleri boyunca etkileyen çeşitli farklı psikolojik unsurların incelenmesini kapsar.
Doğumdan ergenliğe kadar, çalışmalar genellikle bir çocuk psikoloğunun , bireyin eğilim gösterebileceği mevcut duruma yol açan koşulları anlamasına yardımcı olacaktır . Çocuk psikolojisi, genellikle bir bireyde bebeklik döneminden iki yaşına kadar meydana gelen zihinsel durumu ve değişiklikleri inceler.
Gelen gelişme psikolojisi sağ bebeklikten büyüme sırasında gerçekleşecek fiziksel ve ruhsal değişimler dikkatle incelenir. Sosyal etkileşimler ve değişimler genellikle titizlikle incelenir ve belgelenir, böylece herhangi bir bireyin yaşam döngüsü boyunca bu unsurlar arasındaki bağlantıya ilişkin açıklamalar ve teoriler oluşturulabilir. Optimum sonuçların elde edilmesini sağlamak için genellikle birkaç psikolojik stil uygulaması kullanılır. Çocuk psikolojisi sayesinde çocukların temel psikolojik ihtiyaçlarını anlamak mümkündür. Biyolojik evrelerden duygusal evrelere kadar her şey keşfedilebilir.
Çocukların çevreleriyle etkileşime girmeyi ve onları anlamayı öğrenmeleri, bilişsel yeteneklerdeki dikkate değer artışlar yoluyla gerçekleşir. Ancak bu bilişsel beceriler, çocuklukta meydana gelen değişikliklerin yalnızca bir parçasıdır. Çocuğun sosyal becerilerinin gelişimi de aynı derecede önemlidir – çevrelerindeki diğer insanları anlama, tahmin etme ve onlarla bağ oluşturma yeteneği. Bir çocuğun öğrenmesi gereken en önemli davranışlardan biri, başkaları tarafından nasıl kabul edileceğidir. Yakın ve anlamlı sosyal ilişkilerin geliştirilmesi gerekir. Kendimizi en yakın hissettiğimiz kişilerle geliştirdiğimiz duygusal bağlar ve özellikle bir bebeğin annesi veya birincil bakıcısıyla geliştirdiği bağlar bağlanma olarak adlandırılır.

Bu egzersiz kısmen çocukla birlikte de yapılabilir. Anne ve baba, çocuğunu bir zaman makinesi ile gelecekte var olan ve sorunların ortadan kalkmış olduğu bir yere götüreceğini söyleyebilir ve o yerde nasıl göründüklerini betimlemelerini isteyebilirler. Anne-baba ya da çocuk hayalindeki unsurları şu anda bulunduğu yerde nasıl gerçeğe dönüştürebilir? (daha çok baş başa zaman geçirme gibi) Anne- baba cevaplıyorsa, çocuğa da aynı soru sorulmalıdır. Sorunun istisnalarını ve var olan an ne kadar kısa olsa da belirleyin ve betimleyin. Bu anlardan mümkün olduğunca çok bulmaya çalışın.
Böyle anların daha uzun ya da daha kısa sürmesini sağlayan etkilerin neler olduğunu gözlemleyin. Bir “parlak anlar” güncesi tutulabilir ve tüm “iyi davranışlar” kaydedilebilir. Davranışlardaki her olumlu gelişme için 10 üzerinden not verebilir, çıkartmalar ya da hatıralık eşyalar ile ödül sisteminizi ilişkilendirebilirsiniz. Her an daha güzel anlar yaşadığınıza dair fotoğraflar da eklenebilir. Bu anların belgelenmesi her iki taraf içinde cesaretlendirici olabilir. Bu günceye bakmak için vakit ayırmak ve diğer aile bireyleriyle paylaşmak keyif verici olabilir.
Çocuk gelişimi teorileri, çocukların çocukluk boyunca nasıl değiştiğini anlamaya ve açıklamaya odaklanır.
Psikologlar ve gelişim araştırmacıları, çocukların gelişirken geçirdikleri süreci ve aşamaları tanımlamak ve açıklamak için bir dizi farklı teori önerdiler. Bu teorilerden bazıları, çocukların belirli bir yaşta ulaştığı gelişimsel dönüm noktalarına veya belirli başarılara odaklanma eğilimindedir. Diğerleri, kişilik, biliş ve ahlaki büyüme gibi çocuk gelişiminin belirli yönlerine odaklanır.

Erickson’un teorisi, doğumdan ölüme kadar tüm yaşam süresi boyunca gelişimi kapsar. Freud, gelişimin 5 yaşına kadar büyük ölçüde tamamlandığına inanırken, Erikson insanların yaşlanmaya ve gelişmeye devam ettiğine inanıyordu.
Davranışsal çocuk gelişimi teorileri, çocukların çevre ile etkileşimleri yoluyla nasıl öğrendiklerine odaklanır. Yirminci yüzyılın başlarında, davranışçılık olarak bilinen düşünce okulu psikolojide yer aldı. Davranışçılar, öğrenme ve gelişimin çağrışımların, ödüllerin ve cezaların sonuçları olduğuna inanıyorlardı.

Olumlu değişime hazır olunduğuna göre son iki haftada ne gibi olumlu değişiklikler fark ettiğinizi belirleyebilirsiniz. Anne-babalar bu ilerlemedeki rollerinin bilincinde mi? Çoğu anne-baba bunu gözden kaçırır ya da farkına varsalar da çaresiz hissettiklerinden dolayı değişimi başkalarının sağladığını sanırlar. Ancak dikkatlice bakıldığında çocukların daha iyi davrandığı zamanlarda, anne-babanın ekstra zaman ayırması, sınırları açıkça belirlemesi, tutarlı olması ve daha az bağırması ile ilişkilidir. Anne-baba, çocuklarının davranışları üzerindeki ellerinde etkilerinin farkına vardıklarında, kontrollerinin elinde olduğu daha fazla onlar yaratacaklardır.
Suçlamadan kaçınmak
Eleştiri ve suçlama çoğu zaman güçlüklere, üzüntülere yol açar. Bundan kaçınmanın yolu çocuğu değil, davranışı yargılamaktır. “Sen kötüsün” yerine “Birine vurmak kötüdür” demek daha yapıcı olur. Çocuk birine vurmaktan vazgeçebilir ve başka birisi olmaz.
Davranış sorunlarıyla başa çıkmak
Bir çok strateji, sorunları engellemekte, kontrol altına almakta ve olumlu davranışlar ve ilişkileri geliştirmektedir. Çocuklarda bir rahatsızlık olsa dahi, anne-babaların davranışlarını değiştirmesi, çocuklarında davranışlarının değişmesine ve öz saygılarını kazanmalarında çok etkili olmaktadır. Bu uygulamalara ne kadar erken başlanırsa, çocukluk ve ergenlik döneminde daha olumlu sonuçlar elde edilir. Eğer başta yolunda gitmezse, farklı bir yaklaşımdan önce en az iki hafta denenmelidir. Anne-babalar, sıkışıp kaldıklarında ve ne yapacaklarını bilemediğinde yardım istemelidir. Diğer aileler ile bir araya gelip sorunları tartışmak ve deneyimlerini paylaşmak ve sonra yeni olasılıklar denemek işe yarayacaktır.

Eleştiri, düşmanca tavırlar ve azarlamanın hiçbir getirisi yoktur. Oyun oynama, çocuğun gelişiminde önemli bir rolü vardır. Çocuğun merkezde olduğu, düzenli oyunlar oynamak gelişimlerine yatırım yapmaktır. Daha yaşça büyük çocuklar ile haftada birkaç kez geçirilen zamanlarda çok getirisi olacaktır. Amaç onların dilek ve gereksinimlerini karşılamak olmalıdır. Çocukların özsaygısının gelişmesi ve iyi bir insan olduğuna inanması için bol bol övgüye ihtiyaç duyarlar. Çocukların ne için övüldüklerini bilmesi gerekir. (senden istememe rağmen benim için bir şey yaptın ve bana çok yardımcı oldun gibi) Memnuniyet sadece sözel değil fiziken de gösterilmelidir. Bazen bir sarılma, saçlarının okşanması ya da sırtını sıvazlamak daha etkili olabilir. Anne babalar genellikle kucaklamaları ve öpücükleri küçük çocuklara yönelik algılarlar. Ancak büyük çocuklarında istendiklerini ve sevildiklerini hissetmeye ihtiyaçları vardır. Arkadaşlarının önünde olmadığı sürece onlarda kucaklanmak isterler.
Ebeveyn rehberi: çocuk psikolojisi ile uyumlu çocuk yetiştirme ipuçları
Gelişim aşamaları içinde, çocuk psikolojisi, fiziksel gelişim çalışması söz konusu olduğunda genellikle büyüme boyutuna odaklanır; bilişsel gelişim için ise odak noktası genellikle hepsi birbiriyle ilişkili olarak kabul edilen anılar, dil ve düşünce süreçlerine dayalı olarak oluşturulan algılar üzerinde olacaktır. Sosyo-duygusal gelişim çalışmasına gelince, ortaya çıkan tepkiler hakkında sonuçlar çıkarılırken iletişim ve duygusal beceriler ana odak noktası olacaktır.
Bir çocuğun hem zihinsel hem de fiziksel olarak nasıl geliştiğini anlamaya çalışırken diğer yönler genellikle sürecin bir parçası olarak kabul edilse de, bu büyümeyi etkileyen biyolojik koşullar, yapılan herhangi bir yargı için çok önemli değildir.

Özellikle davranış sorunları olan çocuklarda yanlış davranışları değil, doğru davranışları fark edilmeli ve doğru davranışları hakkında yorum yapılmalıdır. Çocuklar hiç ilgi görmemektense olumsuz ilgi görmeyi tercih etmelidir. Ancak bu aradaki iletişimin kopmasına sebebiyet verir. Çocukların iyi davranışları pekiştirilmeli ve övülmelidir. Bu ceza vermekten daha etkili bir yöntemdir. Bazen çocukların kötü davranışlarını görmezden gelmek gerekir fakat istenilmeyecek boyutlara vardığında sınırlar koyulmalı ve ne beklenildiği konusunda açık ve tutarlı olunmalıdır. İyi davranışlar ödülle ilişkilendirilmelidir. Örneğin, “şu anda oyuncaklarını toplamanı istiyorum ama bitirdiğin zaman en sevdiğin çizgi filmi seyredebilirsin” gibi. Küçük çocuklar gözle görülür, pratik ödülleri, yaşça daha büyük çocuklar onların istedikleri hedeflere götürecek puanlarla ödüllendirilebilirler. Çocuğun ilgisini çekecek bu tür sistemler kurmak yararlıdır.
Sınırları belirlemek
Çocukların sınırları bilmesi ve bu sınırların içerisinde yaşamayı öğrenmesi gerekir. Çocuklara doğru ile yanlışı ayırt edebilmeyi öğretmeli ve davranışlarının sonuçlarının neler olacağı konusunda açık olunmalıdır.
- Açık olmak
Çocuklara ne yapması gerektiği söylendiğinde kısa ve açık olunmalıdır. Bağırmak yerine ricada bulunmak daha etkilidir. Olumlu ve gerçekçi taleplerde bulunmak gerekir ama çocukların bunlara karşılık verebilmesi için zamana ihtiyaçları vardır. Zaman zamanda uyarı emirleri verilmelidir. “ Televizyonu kapatmak için 10 dakikan var, sonra ödevlerini yapman gerekiyor” gibi.

Çocuk işbirliği yapmıyorsa sinirlenmek çözüm değildir. Sesler yükselmeden önce, durup sakinleşmek gerekir. Bağırılması gerekiyorsa da bunun o anda doğru olup olmadığına emin olunmalıdır. Bağırmak genelde yorulmanın işaretidir. Çocuk güvendeyse de bazen kötü davranışı görmezden gelinebilir. Küçük çocukların dikkati, yapıcı bir etkinlik ile başka yöne çekilebilir. Önceden yapılmış kurallar ve sonuçları üzerinde anlaşılmalıdır. Kuralların ihlali söz konusu olduğunda öfkelenmeden, sahip oldukları bazı ayrıcalıklara o anda son verilmeli ve neyin niçin yapıldığından emin olmalarını sağlamak gerekir. Uygulamaya geçmeden öncede uyarılabilir ve cezanın uygunluğuna dikkat edilmelidir.
Boş tehditlerde bulunmamak, tutarlı olmak ve onlardan ne beklendiğini anlamalarını sağlamak, olumlu sözcükler kullanmak gereklidir. Ortam fazla gerginleşirse, mola vermek herkesin sakinleşebilmesi için yararlı olacaktır. Çocuğun başka bir odaya gitmesi ve özür diledikten sonra kendisinden yapılması istenileni yapmaya hazır olduğunda geri gelmeleri istenebilir. Bu olana kadarda elinden bazı ayrıcalıklar alınmalıdır. Küçük çocuklarda bunu uzun süre yapmak doğru değildir, maksimum yaşının iki katı kadar dakika yeterli olacaktır.
Çocuklara kurtulmak istenilenin kendileri değil, sorunlar olduğunun mesajını vermek gereklidir. Çocuk reddedildiğini hissetmemesi önemlidir. Bunun için sadece gitmelerini değil, sorunlarını geride bırakıp, gelmeleri söylenmelidir.
size yardımcı olmak için buradayız. Bizimle hemen iletişime geçerek, stres faktörlerini nasıl ortadan kaldıracağınız veya hayatı nasıl kolaylaştıracağınızı planlamaya başlayın.
Yağmur Şimşek Çocuk ve Ergen Psikoloğu

Algısal yetenekler,

Biliş: zekanın işleyişiyle ilgili, kognitif(en.cognitive) demektir. Düşünme, öğrenme ve hatırlama süreçlerinin genel adıdır. Bilişsel gelişim ise: bireyin anlamasını ve öğrenmesini sağlayan, zihinsel faaliyetlerdeki gelişimidir. İnsanın doğumdan itibaren kat ettiği bilişsel gelişmeleri konu alır. Nörobilim ve psikolojinin birlikte çalıştığı bir alandır. Bilginin işlenmesi, kaynakları, algısal yetenekler, dil öğrenme ve beyin gelişiminin diğer yönleri hakkında çalışır. Bilişsel gelişim: insanın düşünme ve anlama yeteneği edinme sürecidir. Çocukların dünyayı anlaması, yetişkin birey olana dek düşüncelerindeki değişiklikler ve zihinsel faaliyetlerdeki gelişmeler bu disiplinin odak noktalarıdır. En ünlü ismi Jean Piaget(Jan Piaje)’dir.
Dünyaya geldiğinde hiçbir zihinsel yapıya sahip olmayan çocuk, acaba nasıl yetişkin gibi düşünebilmektedir? Piaget böyle bir soruyla yola çıkmıştır. Ona göre bilişsel gelişimin temel düşüncesini organizmanın çevreye uyum yeteneği oluşturur. Piaget, çevreye uyum sağlayabilmek için, denge – dengesizlik – yeniden denge yani dengeleme sürecini izlediğini savunmuştur. Çocuk aktif olmalıdır. İçsel motivasyon çok önemlidir. Eğitimin en önemli amacı yaratıcı düşünme ve eleştirel düşünme becerisinin kazandırılmasıdır. Piaget’nin bilişsel kuramına yöneltilen bazı eleştiriler: Dönem arasındaki yaş geçişlerinin değişkenliği, gelişim için dengelemenin gerekli olmaması ve biyolojiye çok fazla vurgu yapmasıdır. Klinik yöntemleri de tartışmalıdır. Ona göre zihinsel gelişimi etkileyen faktörler:
- Olgunlaşma: Doğuştan gelen refleksler yaşa bağlı olarak amaçlı davranışlara dönüşür. Olgunlaşma gelişimin fiziksel yanıyla ilgilidir.Bireyin bir işi yapabilecek fiziksel özelliklere sahip olmasıdır. Birey olgunlaştıkça zihin gelişimi de paralel bir şekilde ilerler.
- Aktif Yaşantı (Deneyim): Uyarıcıların etkisi çevre ile ilgilidir. Alınan her uyarıcı bir başka uyarıcıyla bağlanarak kodlanmaktadır. Deneyim, bireyin dünya üzerinde etkinlikte bulunmaya ve bu eylemlerinin sonuçlarını gözlemesidir.
- Toplumsal Etkileşim (Kültürel Aktarım) İçinde bulunulan toplum da kişinin zihin gelişimini etkilemektedir. Piaget, elde edilen şemaların çoğunun sosyal aktarımla oluştuğunu savunur. Toplumsal aktarım, çocuğun anne, baba, komşu, arkadaş, öğretmen gibi çevresindeki insanlardan öğrendikleridir.
- Dengelenme: Zihnin dengelenme eğilimi de zihnin gelişimini etkiler. Yeni öğrenilen bilgiler önce dengesizlik doğurur, sonra dengeye kavuşurlar. Denge > Dengesizlik > Denge > Dengesizlik… Organizma gelen yeni bir bilgi ile önceden var olan denge üzerinde bir dengesizlik yaşar. Bu dengesizlik organizmayı yeniden denge kurmaya sevk eder. Böylece alt düzeydeki dengeden üst düzeydeki yeni bir dengeye ulaşılır.

A. PİAGET’NİN ZİHİNSEL GELİŞİM KURAMINDA TEMEL KAVRAMLAR: ŞEMA, UYUM SAĞLAMA, ÖRGÜTLEME.
1. Şema: Dünyayı tanımak için zihinde oluşan algı çerçevesidir. Şemalar, insanın çevresindeki problemleri anlama, çözme yapılarıdır. Şema yeni gelen bilginin yerleştirileceği çerçevedir. Şemalar, sürekli olarak olgunlaşma ve yaşantı kazanma yoluyla değişmeye uğrayıp yeniden organize edilir.Örnek: Koyunları ilk kez gören çocuk “baba köpeklere bak” der. Çocuk koyunun anlamını bilmemektedir. Koyunları kendindeki en uygun şema olan “köpek” şemasına uydurmuştur. Koyunun köpek olmadığını anladığında onun için yeni bir şema oluşturacaktır.Bireyin etrafında algıladığı bir obje, durum veya problemi temsil eden zihinsel yapı ve düşünme örüntüsüdür ve bilişsel bir süreçtir. Piaget’e göre bütün bebekler yaşama, görme, tat alma, dokunma, işitme, yakalama gibi duyusal motor şemalarla başlar. Zihinsel şemaların büyük çoğunluğu çocukluk ve ergenlik yıllarında oluşturulmaktadır.
2. Uyum Sağlama İki şekilde ortaya çıkar:
1.Özümseme: Yeni öğrenilen bir şeyin şemaya yerleştirilmesidir. Karşılaşılan yeni bir olayı, fikri, objeyi kendisinde daha önce var olan bilişsel yapı içine alma sürecidir. Yeni bilgiyi var olan şemaları kullanarak algılamaktır. Örnek: Çocuğun “Deniz atını” bildiği ata benzetmesi.
2.Uyum kurma : Şemayı uydurmadır. Mevcut şemayı yeni durumlara, objelere, olaylara göre yeniden değiştirme, biçimlendirme sürecidir. Örnek: Koyunları köpek şemasında özümseyen çocuk, koyunlarla etkileşimde bulunduğunda, koyunların köpeklerden farklı olduğunu görür ve köpeklere ilişkin şemayı yeniden düzenler.
3. Organize Etme(örgütleme): Çocuk için yeni olan her şey bilişsel dengeyi bozar, özümseme ve uyum süreçleri ile bu denge yeniden kurulur. Böylece keşfetme ve anlama sürecine bağlı olarak davranışlar yeniden organize edilir.Örgütleme, organizmanın içinde bulunduğu sistemi korur ve geliştirir. Ayrıca ilerleyen süreçte tekrar kullanılmak ya da yeni bilgi kazanımını sağlamak üzere, bilgileri birbirleriyle olan bağlantıları, farklılıkları ile bir bütün haline getirir.

B. PİAGET’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI’NA GÖRE BİLİŞSEL EVRELER
1. DUYUSAL HAREKET(MOTOR) 0-2 YAŞ:
Kendi içinde üç dönemde incelenir. a.Birinci Döngüsel (devresel) Tepkiler (0-4 ay)b. İkinci Döngüsel (devresel) Tepkiler (4-12 ay) c. Üçüncü Döngüsel (devresel) Tepkiler (12-24 ay)
- Taklit, bellek ve düşünmeden yararlanmaya başlama
- Nesnelerin saklandıklarında yok olmadıklarını anlamaya başlama
- Tepkisel davranışlardan amaçlı davranışlara geçme, dairesel hareketlerde bulunma.
2. İŞLEM ÖNCESİ 2-7 YAŞ
- Derece derece dil gelişimi ve sembolik biçimlerde düşünme yeteneği
- İşlemleri tek bir yönde mantıki olarak düşünebilme
- Bir başkasının görüş açısından bakabilmede güçlük çekme
- Birlikte monologlar ve paralel oyunlar oynama
İşlem öncesi dönem sembolik ve sezgisel özelliklere sahiptir. İki aşamada gerçekleşir:
1. Sembolik: dil gelişiminin en yoğun olduğu evredir. Nesnelerin yanı sıra semboller gelişir. Çocuklar çevrelerindeki olayları ve varlıkları kendilerine özgü sembollerle taklit ederler. Nesneleri yalnızca tek bir özelliklerine göre sınıflandırabilirler. Belirli bir sıra ya da dizide verilen nesnelerin eşlerini aynı sıraya koyabilirler. Ancak tersinden sıralamaları istendiğinde başarılı olamazlar.
2. Sezgisel: Sembolik düşünme devam eder. Ancak düşünme biçimleri tek yönlüdür. Nesne ya da işlemleri bütün olarak akıllarında tutamazlar. Dolayısıyla tersine düşünemezler. Örneğin, kendilerine belirli bir sırada verilen nesnelerin eşlerini aynı sıraya koyabilirler. Ancak nesneleri tersine sıralamaları istendiğinde başarılı olamazlar. Döneme sezgisel denmesinin nedeni ise çocukların birçok konuda kendilerinden emin gözükmelerine karşın, emin olduğu konuları nasıl bildiğinin farkında olmayışlarıdır.
3. SOMUT İŞLEMLER 7-11 YAŞ
- Somut problemleri mantıklı bir biçimde çözebilme
- Koruma yasalarını anlama, sınıflama ve diziler oluşturma
- Tersine dönüşebilirliği anlama
- Kuralları izleme
4. SOYUT İŞLEMLER 11-15 YAŞ
- Soyut problemleri mantıklı bir biçimde çözebilme
- Dü şünmenin daha bilimsel bir düzeye ulaşması
- Sosyal konular ve kimliğe ilişkin ilgiler geliştirme

JEROME BRUNER’İN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI
Bruner’e göre bilişsel gelişim, tepkilerin uyarıcıdan bağımsız hale gelmesidir. Gelişim, bilgiyi işleme ve depolama süreçlerinin gelişimine bağlıdır. Bilişsel gelişim için sistemli bir öğretici öğrenici etkileşimi gereklidir. Bilişsel gelişimde dil önemli bir rol oynar. Bilişsel gelişim üç dönemde incelenir:
- Eylemsel dönem (0 – 3 yaş): Eylemsel evrede çocuk nesnelerle doğrudan etkileşerek,başka bir anlatımla yaparak,yaşayarak öğrenilir.Örneğin yürümeyi ya da bisiklete binmeyi öğrenme,eylemsel etkileşimlerle gerçekleşir Piaget’in duyusal-motor dönemiyle örtüşür.
- İmgesel dönem (3-6 yaş): İmgesel evrede bilgi,sözcükler ve kavramlar yoluyla edinilir.Bu evrede gelişmiş olan dilsel ve görsel algılar yoluyla değişik durum ve yaşantılar imgeler halinde formüle edilerek zihne aktarılır. Piaget’in işlem öncesi dönemiyle örtüşmektedir.
- Sembolik dönem (6 -18 yaş): Sembolik evre de yaşamın tümüyle mecazlar,formüller ve simgeler yoluyla kavranmasının anlatımlıdır.Buna göre bilim adamları,doktorlar ve müzisyenler yaygın biçimde sembolik sistemi kullanırlar.

LEV VGOTSKY’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI
Vygotsky, bilişsel gelişimle ilgili sosyal bir kuram oluşturarak, Piaget`nin “bilişsel gelişim çocuğun neredeyse tek başına gerçekleştirdiği süreçtir” düşüncesine karşı çıkar. Vygotsky, bilişsel gelişimi açıklamada içselleştirme, yakınsal gelişim alanı ve destekleyici kavramlarını kullanır. Ona göre yaklaşık 2 yaşına kadar çocukların bilişsel gelişimnde “doğal çizgi” hakimdir; ancak bu çizgi daha sonra yerini “kültürel çizgiye” bırakmaktadır. Yani bilişsel gelişim sadece çocuğun kendi keşiflerinin değil, aynı zamanda çevreden edindiği yaşantıların da bir eseridir. Piaget’in olgunlaşma ve kalıtım vurgusunun aksine; sosyal öğrenme ve işbirliğine vurgu yapar.
Bilişsel gelişimin kaynağı kişisel psikolojik süreçler değil, sosyal çevredir. Öğrenciler birbirleriyle işbirliği içerisinde çalışmalı ve bu şekilde çalışmaya özendirilmelidir. Sadece bireysel değil, grupla da değerlendirme gerçekleştirilmelidir. Psikolojik etmenlerin kültür tarafından biçimlendirildiği unutulmamalı, kültürel değerlere eğitim sürecinde yer verilmelidir. Öğretmenler, öğrencilerini büyük ölçüde bağımsız bırakmamalıdır.Vygotsky`nin eğitime yapmış olduğu önemli katkılardan biri de metakognisyon (üstbiliş) kavramına değinmesidir. Metakognisyon, bireyin kendi düşüncesinin farkına vararak öğrenmeyi öğrenmesidir ve bunu sağlamada öğretmenlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Vygotsky, Piaget`ye göre daha etkilenebilir bir zihin gelişimi düşüncesine sahiptir. Ona göre çocuğun zihni dış etkilere daha açıktır.
Yakınsal Gelişim Alanı: 1. Her çocuğun herhangi bir yetişkin yardımı olmaksızın, bağımsız bir şekilde kendi kendine elde edebileceği bilişsel gelişim düzeyi; 2. çocuğun bir yetişkin rehberliğinde (sosyal çevre etkisiyle) çalıştığında ortaya koyabileceği potansiyel Vygotsky`e göre bu iki durum arasındaki fark, çocuğun yakınsal gelişim alanıdır.

http://kisi.deu.edu.tr/didem.siyez
Dr. Abdullah Atli http://iys.inonu.edu.tr/webpanel/dosyalar/1154/file/3_%20Bilissel%20gelisim_pptx.pdf
gelisimveogrenme.wordpress.com
acikders.ankara.edu.tr/mod/resource/view.php?id=161
egitim.aku.edu.tr/vygotsky.pdf
dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/488/5718.pdf

2023


4

B*A*B*A
“Baba” kelimesini düşündüğümüzde çoğumuzun aklına ilk gelen çağrışımlardan biri de otoritedir herhalde. Birçok kişinin çocukluğuna dair hatıralarında “baba”ya yüklenen anlam, korkulması ve saygı duyulması gerekilen güçlü kişi şeklinde oluşmuş olabilir.
Fakat bu manevi anlam, bu zamanda maalesef yerini daha çok maddi boyuta taşıdı, yani babayı eve para getiren kişi haline dönüştürdü. Peki böyle bir anlam, bir çocuğun gelişimi ve eğitimi göz önüne alındığında ne kadar doğru olur?
Bir çocuk için annenin ne kadar önemli olduğu tartışılmaz bir gerçek. Ama yine de bir çocuğun hayatında bu kadar önemli olan tek varlık anne değil. Anneyle sevgiyi ve şefkati hisseden çocuk, babayla da güven duygusunu hisseder. Babasının gücüyle hem kendi sınırlarını, durması gerektiği yerleri öğrenir hem de bu disiplini içselleştirir. Bu gücün verdiği güven duygusuyla, içinde bulunduğu dünyada sırtını babasına dayayabilir, kendini emniyette hisseder ve hatta yeri geldiğinde “Benim babam senin babanı döver” bile diyebilir.

Yüklenen anlam
Çocuklar 3 yaşından sonra cinsel kimliklerinin farkına varmaya başlar ve oyun, oyuncak gibi tercihlerini de bu yönde yapmaya başlarlar. Bu dönemde özellikle erkek çocuklarının babalarıyla ilişkileri, onların sağlıklı bir erkek cinsel kimliğini oluşturabilmeleri için çok önemlidir. Erkek çocuklar için babaları, çok önemli bir modeldir. İleride nasıl bir yetişkin ya da baba olacakları yönünde yol gösterir. Bazen tam da onun gibi olmayı bazen de ısrarla asla onun gibi olmamayı tercih ederler.
Kız çocukları cinsel kimliklerinin gelişimi konusunda daha çok annelerini örnek alsalar da babalarının da onlar için çok önemli bir yeri vardır. Kız çocukları, babalarıyla ilişkilerinde aslında karşı cinsle olan ilişkilerinin temelini oluşturur. Babasıyla rahat konuşamayan, ondan korkan ve çekinen bir kız çocuğunun, büyüyüp de bir genç kız olduğunda, eşiyle de bazı zorluklar yaşama ihtimali olur.

Eğer çocuğun hayatında bir “baba” yoksa bunun iki nedeni vardır. Ya baba vefat etmiştir ya da fiziksel anlamda var olsa da, işleri veya aile içi anlaşmazlıklar nedeniyle pek evde değildir. Ya da evde olsa bile aslında eşiyle çocuğuyla değil, telefon, bilgisayar, telefon, televizyon gibi araçlarla birliktedir. Kız ya da erkek çocuklarının hayatlarında, örnek alabilecekleri bir baba modelleri yoksa, bu çocuklar çevre tarafından onay gören bir başka bir erkek modelini örnek alırlar. Bu, bazen bir pop star, bazen bir film ya da dizi sanatçısı bazen dayı, amca gibi akraba üyeleri ama bazen de bir çete lideri olabilir.
Babanın, vefatı ya da aile içi anlaşmazlıklar nedeniyle evi terk etmesi sonucunda dayı, dede gibi psikolojik babaları devreye sokmak, çocukta oluşacak ruhsal problemlerin çözümünde bir yol olarak değerlendirilebilir. Fakat daha çok para kazanmak daha lüks bir yaşama sahip olabilmek için uzun saatler boyu ailelerinden uzakta kalan babalar, farkında olmadan çocuklarına çok daha büyük bir zarar verirler. Bu da bizi, yazının başındaki, çocukların babalarını, eve para getiren kişi olarak değerlendirmelerinin, gelişim ve eğitim süreçleri göz önüne alındığında ne kadar sağlıklı olacağı sorusunun cevabına getirir.
Zamanlarının çoğunu iş yerinde, iş seyahatlerinde ya da televizyon, bilgisayar başında, arkadaş toplantılarında geçiren babalar, haliyle evlerine daha az zaman ayırmış olurlar ve bu durumu telafi edebilmek için de çocuklarına hediyeler alır, onların her istediklerini yerine getirmeye çalışırlar. Ancak o zaman hissettikleri suçluluk duygusu azalacakmış, çocukları tarafından daha çok sevileceklermiş ya da “babalık” görevlerini bu şekilde yapmış olabilirlermiş gibi…
Oysa bir çocuk için baba, paradan çok daha özel bir yerdedir. Baba ve çocuğun bir araya gelip paylaştıkları özel bir zaman diliminin olması, çocuğun babası tarafından takdir edilmesi, birlikteyken keyif alıyor olması, sonradan telafisi oldukça zor olan birçok duygusal sorunun oluşmasının önüne geçer. Ayrıca bu birliktelik, hem çocuğun annesine karşı geliştireceği bağımlılık duygusunu önler hem de aile içinde annenin yükünü hafifletir. Çocuğunu ne kadar çok severse sevsin, otoritesini kaybetmemek ya da iş fırsatlarını kaçırmamak için, bunu ona söylemeyen, öpüp sarılmayan ve onunla birebir zaman geçirmeyen her baba, çocuğunu kaybetmeye bir adım daha yaklaşıyor demektir. Çünkü babasıyla konuşamayan, onu bir ceza ya da para unsuru olarak gören her çocukta davranış sorunlarının çıkması kaçınılmaz olur.
Bu nedenle yıllar sonra, “keşke” ile başlayan cümleler kurmamak için bugünden çocuklarımız için yeri geldiğinde oyun arkadaşı olalım ki, geleceğin sağlıklı anne-babalarını yetiştirebilmiş olmak için attığımız en doğru adımlardan biri olsun.
Uzm. Pedagog Zeynep TEMİZER ATALAR
3

Arkadaş edinemeyen çocuklar nasıl hisseder? Çocuk neden arkadaş edinemez? Çocuğun arkadaşlık kuramama nedenleri nasıl anlaşılır? Çocuğumun hiç arkadaşı yok? Neden çocuğum iletişim kuramıyor, neden arkadaş bulamıyor? Çocuğumun arkadaşları neden olmuyor? Arkadaşı olmayan çocuk nasıl hisseder? Arkadaşı olmayan çocuk ile ebeveyn nasıl ilgilenmelidir? Bu ve benzeri soruların cevaplarını birlikte inceleyeceğiz. Okulda Dışlanan Öğrenciler En Büyük Sorunu ve Çözüm İpuçları: Kaliteli zaman geçirmeyi geliştirmek!
Arkadaş edinemeyen çocuklar, anne baba için sıkıntı veren deneyimlerden birisidir.
Bir çocuk neden sınıfta arkadaşlık kuramaz? Çocuklarının okul ortamında bir arkadaş edinemediğini görmektedir. Arkadaş edinemeyen çocuklar profillerine baktığımızda bu çocukların sıklıkla ya kendine güvensiz, çekingen, sosyal ortamlarda kaygı yaşayan; ya da benmerkezci, paylaşımcı olmayan, başkalarının haklarına saygı göstermeyen çocuklar olduklarını görmekteyiz.

Ergenler için arkadaşların anlamı nedir?
Çocukluk, arkadaşlık kurmayı ilk öğrendiğimiz zamandır. Şanslıysak, bu ilişkilerin bazıları bir ömür boyu sürebilir. Akranlarla nasıl geçinileceğini öğrenmek önemli bir beceridir. Gelişimsel olarak konuşursak, sosyal beceriler dengeli bir yaşam için iyi beslenme ve egzersiz kadar çok önemlidir.
Akran ilişkileri her yaşta önemlidir, ancak özellikle ergenler ve ergenler için. Yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklar arasındaki arkadaşlıklar da ortak ilgi alanlarına ve değerlere dayanır. Benzer faaliyetler yapmaktan hoşlanan, benzer geçmişlere ve inançlara sahip diğer kişilere ilgi duyma eğilimindeyiz. Arkadaşlıklar sadece eğlenceli olmakla kalmaz, aynı zamanda muazzam bir duygusal destek kaynağı olabilir. Gençlere, yetişkinlerle yapamayacakları veya yapamayacakları duyguları paylaşma ve fikirleri keşfetme fırsatı verir. Sınıfta arkadaş edinemeyen çocuklar içlerine kapanırlar.
Çocuğun yakın bir arkadaşının yokluğu, psikolojik sorunlara karşı savunmasız bir çocuğun en önemli uyarı işaretlerinden biri olabilir.
Sosyal açıdan arkadaş edinemeyen çocuklar için sorun nedir? Hangi sebeple olursa olsun arkadaş edinemeyen çocuklar ve arkadaşları tarafından dışlanma zor bir durumdur. Bir gruba dahil olamama her yaştaki çocuk için ciddi derecede zorlayıcı olmaktadır. Çocukta depresyon ve davranış bozuklukları gibi sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Bazı durumlarda, aslında ebeveyn ve çocuk arasındaki kişilik farkı olan bir şey hakkında endişeleniriz. Örneğin, bazı çocuklar içe dönüktür. Özellikle dışa dönük biriyseniz, içe dönük bir çocuğa ebeveynlik yapmak kafa karıştırıcı olabilir. İçine kapanık kişiler için çok fazla sosyal etkileşim yorucu olabilir.
Çocuğun sağlıklı arkadaşlık kurabilmesi için bazı sosyal becerileri kazanmış olması gerekir.
Ortaklaşa oyun kurabilme, paylaşma, kendi isteklerini kontrol edebilme, sırasını bekleyebilme gibi. Tüm bunların gelişebilmesi belli bir süreci gerektirir. İki yaş civarı akranları ile yan yana, yani paralel oyun oynayan çocuk, üç yaşında karşılıklı oyun oynamaya başlar. Bu dönem kreşe başlamak için en uygun zaman kabul edilir. Çocuk bu yaşlarda ne kadar çok sosyal ortama girer ve ne kadar çok akranlarıyla bir arada bulunursa sağlıklı ilişki kurma konusunda o kadar beceri kazanır.

Gelişim çağındaki çocuklar için arkadaşlığın önemi nedir?
Yaşam içinde sosyalleşen çocuklar için arkadaşlığın önemi tahmin edilenden çok çok çok daha önemlidir! İlişkiler kaçınılmaz olarak uzlaşmayı içerir. Arkadaşlığın faydaları, her zaman istediğinizi elde edemeyeceğiniz gerçeğinin kabul edilmesiyle birlikte gelir, bu nedenle nasıl pazarlık ve uzlaşma yapacağınızı bulmanız gerekir. Bu, birçoğu çocuklarını yanlışlıkla en yüksek önceliği olarak gören ebeveynler tarafından yetiştirilen çocuklar için zor. Dünya bu şekilde çalışmıyor ve birçok çocuk için her zaman kendi yollarına gidemeyeceklerini anlamak zor.
Çocuğumun hiç arkadaşı yok!
İçine kapanıkların yeniden şarj olmak için yalnız zamana ihtiyacı vardır ve tipik olarak bire bir etkileşimleri tercih ederler. Bu utangaç olmakla aynı şey değil. Utangaçlık, arzu orada olsa bile, başkalarına ulaşmaya karşı bir engeldir. Bu engelleme genellikle sosyal yargı korkusuna dayanırken, içe dönüklük aşırı uyarıcı olmayan sakin ortamlar için bir tercihtir. Hem içe dönük hem de utangaç olmak da mümkündür.

Ergenlik dönemi arkadaşlık neden önemlidir?
Bazı çocuklar doğuştan sosyal yapıdadır ve arkadaşlık neden önemlidir sorusunun yanıtı budur! Çocuklarda arkadaşlık neden önemlidir, zira dışlanan çocuk sosyal gelişimde yaşıtlarına göre geri kalır. Küçük yaştan itibaren kendine güvenen ve dışa dönük, diğer çocuklarla kolayca arkadaş olurlar. Diğer çocuklar sessiz, utangaç ve hatta sosyal açıdan biraz gariptir. Çoğu çocuk arada bir yere düşer, ancak birçok ebeveynin neden çocuklarının arkadaşlıkları ve yeni arkadaşlar edinme becerileri konusunda endişe duyması şaşırtıcı değildir. Kimse çocuğunun kendini yalnız hissetmesini veya dışlanmış gibi hissetmesini istemez.

İyi ilişkiler uzlaşmaya dayanır ve her bir çocuğun kendisini değerli ve saygın hissetmesini sağlar.
Eğer çocuk, arkadaşlarıyla kurduğu ilişkide istediklerini hiçbir zaman elde edemiyorsa, bu pek bir ilişki sayılmaz. Sağlam iletişim becerileri de herhangi bir arkadaşlıkta gereklidir. Bu, yalnızca kendi düşüncelerinizi ve duygularınızı ifade etme yeteneği ve isteği değil, aynı zamanda başkalarının bakış açılarına karşı duyarlı olma anlamına gelir. Pek çok çocuk bununla zor anlar yaşar ve düşüncelerini ifade etmek için kelimeleri kullanmadaki zorluklarını gizlemek için sessizlik veya alaycılık kullanabilir. Birçok genç ilişki, birkaç kasıtsız kelimenin yakın bir arkadaş üzerinde yıkıcı ama geçici bir etkisi olabileceği bir “drama” aşamasından geçer.

Çocuklar büyüdükçe,
Hiç arkadaşı olmayan, YALNIZ bir çocuk
Bir arkadaşın yokluğu, arkadaş edinemeyen çocuklar pek çok çocuk için kolay gelmeyen birçok beceriyi içerdiği sürece, genellikle çocuğun psikolojik gelişimindeki bazı eksiklikleri yansıtır. Gençlerin herhangi bir ilişki için gerekli olan üç beceriyi öğrenmeleri gerektiğinden, ilişkilerde gezinmek karmaşıktır: uzlaşma, iletişim ve özen.
Çocuklar ilk arkadaşlarını edindikten sonra, anlaşmazlıkları nasıl ele alacakları öğrenirler. Okulda arkadaş edinemeyen çocuklar ders başarısı düşer.
Başkalarının yüz ifadelerini ve beden dilini nasıl yorumlayacakları gibi diğer sosyal becerileri de kısa sürede öğrenirler. Çocuklar büyüdükçe, yeni arkadaşlık dinamikleriyle karşı karşıya kalırlar. Örneğin, çocuğunuzun bir zamanlar yakın olduğu bir arkadaş veya arkadaş grubu, çocuğunuzun paylaşmadığı yeni ilgi alanları edinebilir. Çocuğunuz kimseyi tanımadığı yeni bir okula başlıyor olabilir. Çocuğunuzun arkadaş olduğu biri yeni bir arkadaş grubuyla takılmaya başlayabilir ve bu durum çocuğunuzu yalnız hissettirebilir. Bu tür durumlar normal olmakla birlikte, çocuğunuzun arkadaş edinmekte veya yalnız hissetmekte sorun yaşayıp yaşamadığını yakından takip etmelisiniz.
Çocukta Sağlıklı Sosyal Gelişim: arkadaşlık kuramayan çocuklar.
Her çocuk çok girişken olacak, çok sayıda arkadaşı olacak diye bir şey yoktur. Bazı çocuklar diğerine göre yapısal olarak daha girişken veya daha içe dönük olabilir. Çocuktan beklentileriniz gerçekçi olsun. Çocuğu belli bir karakter özelliğini kazanması için zorlamak, kendini geliştirmesi yönünde tüm motivasyonunu kıracak, olumsuz deneyimler yaşadığında kendine güveni daha da azalacaktır. Yeni bir ortama girdiğinde çocuğu hemen kaynaşması için acele ettirmemek çok önemlidir, çünkü bu onun kaygısını daha da arttıracaktır. Bunun yerine çevresini gözlemlemesine izin vermeli, eğer hala çekiniyorsa harekete geçmesi için yüreklendirilmelidir.
Yeni insanlarla tanışmak ve sosyalleşmek çocuk için neden önemlidir?
Bazı çocuklar doğal sosyal kelebeklerdir. Küçük yaştan itibaren kendine güvenen ve dışa dönük, diğer çocuklarla kolayca arkadaş olurlar. Diğer çocuklar sessiz, utangaç ve hatta sosyal açıdan biraz gariptir. Çoğu çocuk arada bir yere düşer, ancak birçok ebeveynin neden çocuklarının arkadaşlıkları ve yeni arkadaşlar edinme becerileri konusunda endişe duyması şaşırtıcı değildir. Hiç kimse çocuğunun kendini yalnız hissetmesini veya dışlanmış gibi hissetmesini istemez.
Arkadaşlıkların önemli özelliği, çocuğun kendisinin önemsendiğini hissetmesidir.
Bu, başkalarının duygularına karşı duyarlı olmak ve bazen onların ihtiyaçlarını sizinkilerin üzerine koymak anlamına gelir. Bu, sizinle başka bir kişi arasındaki o özel bağı hissettiğinizde, arkadaşlığın büyülü anıdır. Çocukların küçük yaşlardan başlayarak sosyal katılım ve akranlarıyla etkileşim içinde olmaları önemlidir. Bebeklik, başlamak için mükemmel bir zamandır. Çocuğunuza yeni insanlarla tanışmak, başkalarına ilgi göstermek ve duygularını kontrol etmek gibi belirli sosyal becerileri öğreterek başlayın. Bunlar, arkadaş edinemeyen çocuklar için sağlıklı arkadaşlıklar kurmalarına da yardımcı olacak sosyal becerilerdir.

Çocuklarda arkadaşlık ilişkileri ve arkadaş edinemeyen çocuklar.
Çocukların arkadaşları olmadığında, dikkatimi çocuğun ebeveynleri ve kardeşleriyle olan etkileşimlerine veririm. Bu, çocukların uzlaşma, iletişim ve bakım hakkında öğrendikleri ortamdır. Kardeşler arasındaki kötü davranışları mazur gösteren veya çocukların evde saygısız olmalarına izin veren ebeveynler, genellikle çocuklarının gerçek arkadaşlıklar için gereken sosyal becerileri geliştirmedeki başarısızlığından sorumludur.
Çocuğunuza sıcaklık ve saygı gösterin. Çocuğunuzu tehditler, cezalar veya duygusal “şantaj” yoluyla kontrol etmeye çalışmayın. Bu ipuçları çocuğunuzun arkadaş edinme yeteneğiyle doğrudan alakalı görünmeyebilir. Ancak ebeveynlerin çocuklara davranış biçimlerinin duygusal gelişimleri ve sosyal davranışları üzerinde etkisi vardır. Bu durum akran ilişkilerini etkileyebilir. Dünya çapında yapılan araştırmalarda, otoriter ebeveynlik yaklaşımı, çocuklarda davranış problemlerinin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.
Davranış sorunları olan çocuklar, arkadaş edinmede daha fazla sorun yaşarlar.
Aynı zamanda, ebeveynlerin psikolojik kontrolcü yaklaşımı, çocukları kalitesiz arkadaşlıklar geliştirmeye yönlendirir. Buna karşılık, ebeveynler sıcaklık gösterdiğinde ve pozitif disiplin stratejileri kullandıklarında – çocuklarla akıl yürütürken ve kuralların nedenlerini tartışırken – çocuklar zamanla daha toplum yanlısı olma eğilimindedir. Ebeveyni tarafından sevgi ile kucaklanan çocuklar, başkalarına nezaket ve sempati ile davranma olasılıkları daha yüksektir.

Ailece “Kaliteli Zaman” Geçirme Önerileri – Dr. Bora Küçükyazıcı
Çocuklar hayatlarını sürdürürken, gelecekteki gelişim ve hayatın zorluklarıyla başa çıkma becerisi için zemin hazırladıkları için arkadaşlıklar giderek daha önemli hale gelir . Bir arkadaşa sahip olmanın yanı sıra arkadaş olmanın inceliklerini çözebilmek, hem çocuklar hem de yetişkinler için sağlıklı ilişkilerin temelidir.
İster çocuğunuz ister ilgi alanları değişen arkadaşları olsun, bu, çocuklar ve ebeveynler için zor ama ortak bir durum olabilir. Çocuğunuz yeni bir faaliyete başlarsa, bu ilgiyi paylaşan ancak iyi tanımadıkları başka kişilerle çevrili olabilir. Tersine, çocuğunuzun en iyi arkadaşı yeni bir aktiviteye başlarsa, çocuğunuzla daha az zaman geçirebilir. Her iki durumda da çocuğunuz kendini yalnız veya terk edilmiş hissedebilir.
Evlerinden çıkıp mahalle arkadaşlarından birinin kapısını çalıp oyun oynayan çocukların hikayelerini neredeyse hiç duymuyoruz. Sokakta oyun kavramı neredeyse yok oldu.
Bu olduğunda, çocuğunuzla birlikte oturun ve insanların değiştiğini, ilgi alanlarının değiştiğini açıklayın ve bu tamamen normaldir. Belirli bir arkadaşla çok fazla zaman geçiremeyebilirler, ancak bu sadece yeni arkadaşlar edinme şansları olduğu anlamına gelir. Çocuğunuzun, ilgi alanlarındaki değişikliğin kimsenin suçu olmadığını bilmesi önemlidir. O arkadaşı özlemek sorun değil, ancak bu çocuğunuzun yeni arkadaşlar edinmesini engellememelidir.
Sorunun kökenine inin: Çocuğunuzla konuşun ve olası arkadaşlıklarla ilgili sorunlara neyin neden olduğunu öğrenin. Bilgi güçtür ve bilmek, çocuğunuzun gelecekteki arkadaş edinme becerisinin ilk adımı olacaktır.

Okulda arkadaşlar edinemeyen ve dışlanan çocuk için anne baba ipuçları
Başkalarına sorun: Çocuğunuza yakın olanlar veya onlarla düzenli olarak etkileşime girenler, muhtemelen ebeveyn olarak sizin sahip olmadığınız bir bakış açısına sahiptir. Çocuğunuzla düzenli olarak iletişim halinde olan oğlunuz veya kızınızın öğretmeni, kardeşi, komşuları veya akrabaları ile konuşun, çünkü onlar sorun hakkında biraz fikir sahibi olabilirler.
Paylaşımcı olmak, başkalarına karşı nasıl şefkatli şefkatli olunacağını öğreten bir erdemdir. Bu nedenle çocuğunuzun hem almayı hem de vermeyi öğrenmesi önemlidir.
Çocuğunuzun yanında olduğunuzu ona hissettirin: Çocuğunuza yalnız olmadığını ve hayatlarının bu zor döneminde onlara yardım etmek için orada olduğunuzu bilmesini sağlayın. Onlara yardım etmek için orada olduğunuzu bilmek, bakış açılarında dünyalar kadar fark yaratacaktır.
Arkadaşlıkların temellerini açıklayın: Belki de sorunun bir kısmı arkadaş edinemeyen çocuklar için arkadaşlık kavramından ne istendiğini anlamamaktır. Kalıcı arkadaşlıkların önemli unsurları olarak empati, karşılıklılık ve destek kavramlarını gözden geçirin ve çocuğunuzun bu özelliklerin sağlıklı arkadaşlıkları nasıl desteklediğini anlamasına yardımcı olun.
Örnek olarak liderlik edin: Çocuğunuz size bir rol model olarak bakıyor. Başkalarıyla etkileşime girdiğinizi izlemek ve sağlıklı arkadaşlıklar sürdürmek, oğlunuzun veya kızınızın arkadaş edinme ve arkadaş edinmede başarılı olması için uzun bir yol kat edecektir.

Duygusal açıdan arkadaş edinemeyen çocuklar ve sosyal gelişim nasıl incelenir?
Öğrencilerde arkadaşlık ilişkileri nasıl düzenlenir? Arkadaş edinemeyen çocuklar ve onların sosyal beceri kazanmasında anne babalarının önemli katkısı vardır. Çocuklarına doğru ve rahat davranışlarıyla model olan anne babaların çocuklarında bu tip sorunların görülme olasılığı daha azdır. Ailece bol bol sosyal ortamlara girilmelidir. Çocuğunuzun arkadaşlarının eve davet edilmesi faydalıdır. Ev dışında arkadaşlarıyla buluşacağı programlar oluşturulması çocuk için çok faydalı olacaktır.
- Arkadaşlık kurmak, çocuğunuzun bilgeliğini, güvenini ve öz saygısını artıracak yaşam becerilerini geliştirir.
- Çocuklar gerçek arkadaşlığın anlamını öğrenecekler. İyi bir arkadaşın kalpten en iyi çıkarlarına sahip olacağını ve arkalarını kollayacağını öğrenirler.
Okulda Arkadaşlık Kuramayan Çocuklar İçin Ailelere Öneriler
Ayrıca spora yönlendirmek, resim, müzik, tiyatro gibi ilgi duyduğu alan belirlenir. Çocuğun kendini geliştirmesini sağlayacak kurslara göndermek de yarar sağlayacaktır. Bazen çocuklar arkadaş ortamında saldırgan tavırlar sergiler. Oyuncaklarını paylaşmayan, kendinden daha küçük ya da daha büyük çocuklarla oynamayı tercih edebilir. Özellikle arkadaş edinemeyen çocuklar ebeveynlerinin eğitimle ilgili hatalar yaptıkları sıklıkla tespit edilmektedir. Çocuğa küçük yaşlarda sınırlarını öğretmek önemlidir. Ebeveyn ile çocuk arasındaki ayırım tam ve net konulmalıdır. Aşırı serbest ya da aşırı katı eğitim sergiledikleri bilinmektedir.
Arkadaş edinme ve arkadaşlığı koruma yeteneği, öğrenilmesi gereken bir beceridir.
Arkadaş edinmek ve arkadaş tutmak bir beceridir. Bazı arkadaş edinemeyen çocuklar bunu genç yaşta doğal olarak geliştirirken, diğerleri daha fazla zamana ihtiyaç duyar. Bazı durumlarda, çocuklar bağlantı kurabilecekleri kimseyle tanışmamıştır. Farklı zorluklar da yoluna çıkabilir. Bazı çocuklar başkalarıyla konuşmak için çok gergin veya endişeli olurlar. Bazıları bir sohbet başlatabilir, ancak konuşacak şeyler bulmakta zorlanırlar. Veya diğer çocukların dinlemediğini fark etmeden diğer çocukların ilgilenmediği bir şey hakkında konuşabilirler.

2/ Çocuk danışmanlığı

Çocuk zihni bir yetişkinin zihninden çok farklı şekilde işlemektedir, çocukluk döneminde çocuk büyütülürken bilinçsizce yapılan sağlıklı bir yöntem gibi görünen sağlıksız yöntemler çocuğun bireysel gelişiminde büyük bir hasar bırakabilir. Çocukluk dönemindeki zihinsel, duygusal, sosyal gelişimin hızlı bir şekilde devam etmesi bu dönemde ortaya çıkan sorunlara dikkatli ve hızlı bir şekilde müdahale edilmesi gerektiğini göstermektedir, çocuk danışmanlığı bu noktada olaya dahil olmaktadır. Çocuk danışmanlığı çocukluk döneminde ortaya çıkan sorunların gelişimsel süreçte tıkanıklık oluşturmaması, yetişkinlikte tıkanıklığın belirtilerinin gözlemlenmemesi ve gelişimin sağlıklı bir şekilde devam etmesi için bu tıkanıklığı önlemeyi ve tıkanıklığın ortaya çıkardığı sorunu önlemeyi amaçlar. Bunun dışında ailelerin de bu sürece sağlıklı bir şekilde katılımı önem arz etmektedir bu noktada aileye çocuğun gelişim dönemine uygun şekilde sağlıklı iletişim yolları, çatışma yaşanan durumlarda uygun davranış şekilleri şeklinde talimat verilmektedir.
Her gün yeni deneyimler kazanarak hayatına devam eden, kazandıkları deneyimler sayesinde duygusal ve davranışsal olarak değişime uğrayan çocukların, bu dönemlerde psikolojileri de sürekli değişime uğramaktadır. Bu yeni deneyimleri kazandıkları dönemlerde çocukların sosyal ve duygusal açıdan esnekliğe sahip olabilmesi, yaşının getirdiği gelişimsel gereklilikleri yerine getirebilmesi, yaşadığı problemlerin yaşına ve gelişimine uygun şekilde üstesinden gelmesi ve sosyal çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurması beklenmektedir.
Çocuklar psikolojileri değişime uğrarken yaşadıkları problemleri ve problemin yarattığı duygusal ve davranışsal sorunların farkında olmazlar, bu ortaya çıkan sorunların ihtiyaçlarını da sosyal çevrelerine iletirken problem yaşayabilirler. Bunun sebebi de çocuğun yaşadığı sorundan haberi olmaması ve buna bağlı olarak ilettiği bilgilerin doğruluğunu bilmemesi ve bilgileri iletmenin sağlıklı yolunu bulamama, buna göre davranamamasıdır.
Yapılan araştırmalara göre çocukların değişime maruz kaldığı bu dönem yani çocukluk döneminin olumlu veya olumsuz etkileri yetişkinlik yaşantısına kadar uzanan oldukça ciddiye alınması gerekilen önemli bir dönemdir bunun sebebi araştırmacılara göre çocukluk döneminde gözlemlenen ve öğrenilen bilgi birikimlerinin yetişkinlik yaşantısında, karakteristik özelliklerini, sosyal çevresine adaptasyonunu, öz güvenini, öz şefkatini, öz saygısını ve benlik bilinci gibi kişiliğini oluşturacak etmenleri büyük ölçüde belirlediğini göstermesidir.
Çocuk danışmanlığı neden önemlidir?

Çocukların dünyayı algılama biçimleri ile yetişkinlerin dünyayı algılama biçimleri ve ona göre davranma şekilleri arasında farklılıklar vardır, yetişkinler için kolay ve üstesinden gelinebilir olan konular çocuklar için içinden çıkamayacak kadar dehşet verici bir durum olabilir. Çocuklar ne konuda yardım istediklerini ve neye ihtiyaç duyduklarını anlatmakta daha az kapsamlı bir yapıya sahip oldukları için bu durumda yeterli desteği ve gerekli çözüme ulaşmayan çocuklarda birtakım sorunlar gözlemlenebilir.
Çocuk danışmanlığı bu noktada çocuğun yaşına uygun iletişimi, oyunlarla, oyuncaklarla, resimlerle ve hikayelerle kurarak çocuğun ihtiyacı olan karmaşık duygulardan kurtulmayı, yaşadığı probleme uygun başa çıkma stratejilerini öğretmeyi, duygu ve davranışlarındaki farkındalığı arttırarak kendini sağlıklı yolla ifade etmesini sağlamayı ve uzun vadede yaşam kalitesini arttırmayı hedefler.
yeterince ilgi ve sevgi görmesi,

Çocuk istismarı çocuk ve gençlerin ihmali, boşlama, ilgisizlik, önem vermemeyi içerir. Bir başka deyişle ihmal deyince ilk olarak yapılması gerekenlerin yapılmaması akla gelir. Doğumdan itibaren, çocuğun barınması, beslenmesi, giyinmesi, eğitilmesi, sağlığının korunması gibi bedensel ihtiyaçlarının yanı sıra, yeterince ilgi ve sevgi görmesi, şiddete dayalı olmayan ortamda yetişmesi gerekir.
Temel ihtiyaçlardan herhangi birinde bir aksama söz konusu olursa ortada çocuk ihmalinin varlığından söz edilebilir. Çocuk ve gençlerin istismarı fiziksel, duygusal ve cinsel yönden oluşan sorunları kapsamaktadır. İstismarda kısaca yapılmaması gerekenlerin yapılmasıdır. Fiziksel, cinsel, duygusal olarak bir insana ya da çocuğa yapılmaması gerekenlerin yapılıyor olması ortada istismar olduğunun göstergesidir. İstismar dışarıdan, yabancı bir insan tarafından gelebileceği gibi aile içinde de gerçekleşebilir. Cinsel tacizlerin sürekliliğinde, olayı bilen diğer aile bireylerinin susması önemli rol oynamaktadır. Özellikle anne susup, gizlemekle beraber, kendi cinsel rollerini kızına yükleyerek ensest ilişkilerin yaşanmasına sebebiyet vermektedir.

ihmal ve istismarlar
Çocuk yetiştirme sırasında yaşanan ihmal ve istismarlar nedir?
Yaşça, belirli bir olgunluğa erişmemiş çocuklarda bunu “sevgi” olarak nitelendirdikleri için ya da korktukları için gizleyebilirler. Fiziksel şiddet, dövme, yaralama, çocukla cinsel ilişkiye girme ya da zorlama, cinsel organına dokunma, pornografik yayınlar izletme, duygu sömürüsü yapma, duygusal olarak kullanma gibi davranışlar ne bir insana ne de bir çocuğa yapılmaması gereken davranışlardır. Gerek fiziksel, gerek duygusal gerekse cinsel istismarda olsun çocuğun zarara uğraması söz konusudur.
Çocuğun yetiştirilmesinde ihmal ve istismar bedensel gelişimi ve yaşam süresini kısıtlar. Çocuğun ruhsal gelişiminde ise de kendine güvensiz, arkadaş ve toplumsal ilişkilerinde beceriksizlik yaşanır. Bu çocuklar, sağlıklı bir kimlik duygusu ve bir kişilik gelişimine sahip olmayan bir birey olarak yetişecektir. Ergenlik ve yetişkinlik dönemine de bu özellikleriyle devam edecek, bu kez kendileri de aynı tutumları sergileyecektir. Dolayısıyla çocuk ihmal ve istismarı yaralayıcıdır.
Çocuğun ve Gencin İhmal ya da İstismara Uğradığını Gösteren Belirtiler Nelerdir?
- Çocuğun vücudunda yara, kesik, morluk, kırık, çıkık olmasıdır.
- Çocuğun cinsel organında morluk, kanama görülmesidir.
- Bir yaş ve öncesinde görülen kafa travması veya kırıklar uyarıcıdır.
- Çocuğun fark edilir düzeyde çevresine ilgisiz olmasıdır.
- Çocuğun fark edilir düzeyde ürkek, kaygılı ya da saldırgan olmasıdır.
- Çocuğun fiziksel olarak iyi durumda olmamasıdır. Aç, yorgun, solgun, uykusuz gözükmesi olarak örnek verebilir.
- Çocuğun duygusal açıdan iyi durumda olmaması, abartılı duygusal davranışlar göstermesidir.
- Çocuğun sosyal açıdan iyi durumda olmaması, çevresiyle iletişim kurmada güçlük çekmesidir. Kişiler arası ilişkide agresyona rastlanmaktadır.
- Çocuğun cinsel konularda yaşıtlarından daha fazla bilgiye sahip olmasıdır.

Çocuk istismarı Uğrayan Çocuklarda ve Gençlerde Ne Tür Davranışlar Görülür ?
- İhmal ya da istismara uğrayan çocuklar, yaşıtlarına oranla depresyona daha meyilli olurlar.
- İhmal ve istismarda başta aşırı hareketlilik, sırasını bekleyememe görülebilir ve yetişkinlerin konuşmasını bölebilirler.
- Ani, içinden geldiği gibi davranışlar/ataklar gösterirler.
- Öğrenme güçlükleri çekerler.
- Kazalara daha fazla maruz kalırlar.
- Korku, kaygı, öfke, utanma, saldırganlık gibi duyguları daha yoğun yaşarlar.
Çocuk istismarı yaşayan çocukta neler gözlenir?
- Davranış problemleri gösterirler. Çocuklar genellikle stres uyaranlarına normal olmayan tepkiler gösterebilirler. Özellikle, 0–3 yaş arası çocuklarda yeme ve uyku bozukluğu, yabancılardan korkma ve yaşına uygun olmayan cinsel oyun oynama görülür. 3–6 yaş arasında ise, çocuklarda bebek gibi konuşmalar, sosyal olarak geri çekilme ya da birine yapışma, cinsel oyunlar ve mastürbasyon, boyun eğici davranışlar, yeme ve uyku bozuklukları, altına kaçırma ve agresyon gözlenmektedir.
- İhmal ve istismara maruz kaldıkları kişi ya da yerlere karşı korku geliştirirler.
- Yaşıtlarına oranla ölüm oranı daha sık görülür. İntihar eğilimleri daha fazladır.
- Yaşıtlarına oranla suça karışma durumları daha fazladır.
- Aradan uzun zaman geçse bile, yıllar sonra ihmal ya da istismara maruz kaldıkları kişilerden intikam alabilirler.
- Yaşıtlarına oranla madde bağımlısı olma ihtimalleri yüksektir.

Anne- baba olarak, cinsel taciz konusunda bilgili ve bilinçli olmak gerekir. Bu konuda çocukları da uyarmak ve bilgilendirmek çok önemlidir. Bu konuda çocuklarınıza şunları söyleyebilirsiniz: “ Hiç kimsenin senin, özel yerlerine dokunmaya, seni öpmeye ve seni kendi özel yerlerine dokundurmaya hakkı yoktur. Birinin senin özel yerlerine dokunmak istemesi ya da senden kendi özel yerlerine dokundurmak istemesi saklanacak bir sır değildir. Anlatmama sözü vermiş olsan da, başına kötü şeyler geleceği söylense de, böyle bir durumda mutlaka anlatmalısın ve bu kesinlikle sır olarak kalmamalıdır.”
Öğretmenler, yakın akrabalar ve komşular da bilinçlendirilmeli ve bu bilgilerin tamamlanmasına iştirak etmeleri sağlanmalıdır. Çocuğun gelişimini takip etmeniz, olağandışı bir durumu fark etmenize yardımcı olur. Çocuklar, zor durumda kaldığında kimlerden yardım alabileceği konusunda bilgilendirilmeli ve cesaretlendirilmelidir. Çocuğun huzur ve sevgi dolu bir ortamda yetişmesinin sağlanması da çok etkilidir.

Çocuğu severken çocuğa sevgi göstermenin yolu çocuğu ellemek, ısırmak, çimdiklemek olmadığını anlatmak gerekir. Böyle sevilen çocuklar sevgiyi gösterme yolunun “dokunmak” olduğu yargısına kapılabilirler. Dolayısıyla bu da istismar ile sevgiyi ayırt edememelerine neden olabilir. Yabancı insanlarla öpüşmemesi, fazla yaklaşmalarına müsaade etmemeyi ve kuşkulu davranışların ne olacağı öğretilmelidir. Rahatsızlık duyduğu bir konu olursa da mutlaka anlatması gerektiği vurgulanmalıdır. Kendine güven duyabilmesi için, istemediği bir durumda “hayır” diyebilme becerisini kazanmasına yardımcı olunmalıdır. Bu konuda bir sorun yaşanırsa okulda rehber öğretmeni ya da psikologu ile görüşülmelidir.
İhmal ya da çocuk istismarı mağduru olduğunu düşündüğünüz çocukları, çevrenizdeki en yakın sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme bürolarına ya da polis karakoluna bildirmelisiniz.
Zararlı maddelerden mümkün olduğunca uzak durması sağlanmalıdır. Madde kullanan çocukların otokontrol sistemleri zayıflamaktadır. Anne ve babalar çocuklarının çevresi hakkında bilgi edinmelidir. Arkadaşları kimdir, boş zamanlarında nerede, neler yapar, zamanını nasıl değerlendirir takip etmelidir. Çocuk, aile ile psikiyatrik değerlendirme ve gözlem altına alınmalıdır. Aile içinde gerçekleşen bir ihmal ve istismar söz konusu ise, gerektiğinde çocuk aileden uzak tutulmalıdır.
Çocuk ihmal ve istismarı konusunda size yardımcı olmak için buradayız. Bizimle hemen iletişime geçerek, stres faktörlerini nasıl ortadan kaldıracağınız veya hayatı nasıl kolaylaştıracağınızı planlamaya başlayın. Uzm. Dr. Gökçe Küçükyazıcı
Çocuk istismarı

Çocuk istismarı ve ihmali çocuklarda ileri dönemde kalıcı ruhsal iz bırakacak Çocuk istismarı ya da istismar sadece fiziki olarak yapılan vurma, bedene zarar verme ya da cinsel taciz değildir. Kendi başına hayatta kalabilecek güçte olmayan çocuğun, basit ihtiyaçları giderilmemesi, ihtiyaçlarının ihmal edilmesi de aslında bir istismar olarak kabul edilebilir. İstismar gören bir çocuğun yaşadığı deneyimler fiziksel, psikolojik, duygusal hatta davranışsal olarak hayatı boyunca gelişimini ve bütünlüğünü etkileyebilir. Yani bedende gördüğümüz bir şiddet izi buz dağının görünen kısmı gibidir. Görünmeyen kısmı hatta ve hatta bedende bile izi olmayan duygusal yaralar açan kısmı daha derin ve önemlidir.
Çocuk istismarı ve ihmali üzerine sadece ülkemizde çalışmalar yapılmamıştır. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) yayınladığı tanıma göre “sorumluluk, güven ya da güç ilişkisi içerisinde çocuğun sağlığını, yaşamını, gelişimini ya da itibarına fiili ya da olası zarar vermeyle sonuçlanan her türlü fiziksel, duygusal, cinsel, ihmal ve ihmalkâr tutumları kapsayan her türlü davranış ve sömürme çocuk istismarıdır”. Özetle, çocuğun sağlığını, fiziki ve/veya psikolojik, her türlü gelişimini etkileyen bilerek ya da bilmeyerek, bir yetişkin, grup, toplum hatta devlet tarafından yapılan her türlü hareket ve davranış “çocuk istismarıdır” diyebiliriz.
Çocuk ihmali ve istismarı fiziksel, duygusal ya da psikolojik ve cinsel olarak 3 şekilde kategorileştirir.
Fiziksel İstismar: Çocuğun kaza dışında fiziksel açıdan zarar görmesi ve bedensel bütünlüğünün bozulmasıdır. Tokat/yumruk atmak, vurmak, tekmelemek, fırlatmak; ısırmak, vurmak, yakmak; belli nesnelerle zarar vermek; saç/kulak çekmesi vb.
Duygusal ya da psikolojik istismar: Çocuğun duygusal bütünlüğüne ve kişilik gelişimine zarar veren her türlü davranıştır. Görmezden gelmek, duygusal olarak yokmuş gibi davranmak; ihtiyacı olan sevgi, ilgi ve yakınlığı göstermemek; yeterli fiziksel temasta bulunmamak; destek olmaksızın sürekli eleştirmek; dalga geçmek, lakap takmak, aşağılamak (“beceriksizsin”, “iyi değil”, “bir şeyi beceremiyorsun”, “değersizsin”)
Cinsel İstismar: Çocuğun bir yetişkin veya cinsel açıdan olgun ergen tarafından cinsel uyarım ve doyum için kullanılmasıdır. Temas içeren cinsel istismar: cinsel dokunma/mahrem bölgelere temas içeren her türlü davranışlar; fuhuş için kullanılma; taciz
Temas içermeyen cinsel istismar: sözlü taciz/cinsel içerikli konuşma (karşı taraf üzerinde yarattığı etkiye dikkat etmeden); video, fotoğraf gibi pornografik materyallerin gösterilmesi; cinsel içerikli fotoğraflarının, videolarının çekilmesi veya pornografik amaçlı kullanılması; teşhircilik; röntgencilik
İhmal: Ebeveynler ya da çocuğa bakım verenler tarafından yeterli bakımın sağlanmadığı ve çocuğun bütünlüğüne ve gelişimine etkisi olan her türlü davranış (beslenme, giyinme, barınma, öz bakım ya da rehberlik etme gibi).

Doğru sanılan Yanlışlar
Yanlış: Sadece şiddet varsa istismardır.- Doğru: Fiziksel istismar, istismarın sadece bir çeşididir. İhmal, duygusal ya da cinsel istismar da aynı şekilde etkiler ve zarar verir. Belirtileri görünür olmaması, istismar olmadığı anlamına gelmez.
Yanlış:İyi yetiştirilmiş ya da okumuş ailelerde istismar gerçekleşmez.- Doğru: İstismar ve ihmal sadece dezavantajlı ya da kötü yetiştirilmiş ailelerde olmaz. Bu tarz davranışlar kültürel, ekonomik ya da ırk gibi seçimler yapmaz. Bazen dışardan çok güzel gözüken ailelerin içeride çok farklı hikayeleri olabilir.
Yanlış: Çocuk istismarcıların çoğu çocuğun tanımadığı kişiler ya da yabancılardır.- Doğru: Yabancı ya da tanınmamış kişilerden istismarda bulunsa da çoğu istismarcılar ya aile üyeleridir ya da aileye yakın bireylerdir.
Yanlış:İstismar gören çocuklar büyüdüklerinde istismarcı olurlar.- Doğru: İstismar gören çocukların, döngü olarak yetişkinliklerinde bilinçdışı şekilde istismarı tekrarlama eğilimleri vardır. Ancak, eğer çocuklara gerekli müdahalelerde bulunursa ve destek sağlanırsa, çocuklar iyi birer birey ve ebeveyn olabilir ve bu istismar döngüsünü kırabilirler

İstismarın ve İhmalin Etkileri
Fiziksel Etkileri:
- Bedensel yaralanmalar (kalıcı izler, morluklar, yanıklar, yaralar, kırık ve çatlaklar)
- Beyin hasarı
- Merkezi sinir sistemi hasarları
- Engellilik
- Göz hasarı
- Cinsel ya da üreme sağlığı problemleri
- Cinsel işlev bozuklukları
- Cinsel yolla bulaşan HIV/AIDS gibi hastalıklar
Psikolojik ve Ruhsal etkiler
- Bilişsel bozukluk
- Depresyon ve kaygı bozuklukları
- Gelişimsel gecikmeler
- Yeme ve uyku bozuklukları
- Post travmtatik stres bozukluğu
- Psikosomatik bozukluklar
- Utanç ve suçluluk duygusu
- Düşük öz güven
Davranışsal Etkiler
- Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı
- Düşük okul performansı
- Zayıf ilişkiler
- Kendine zarar verme davranışları ve intihar girişimleri
- Fiziksel kontak kurmada rahatsızlık duyma
- Suç, şiddet gibi risk taşıyan davranışlara yatkınlık
- Hiperaktivite

Çocuk istismarı ve ihmaline müdahale üzerine söylenecek ilk söylem ”Bir bakış bir hareket her şeyi değiştirebilir” olmasıdır. Bu yüzden lütfen bu hassas konuda fazlasıyla dikkat edelim. Eğer çevrenizde istismardan şüphelendiğiniz bir durum var ise lütfen ilgili kurumlara bildirin: ÇİMER, küçük yerleşkelerde polis ya da jandarma gibi kurumlara başvuru yapmaktan kaçınmayın.
Erken müdahale için birey ve ebeveyn olarak, istismar ve ihmal hakkında bilgilendirmeler edinebilir, kaynaklar takip edebilirsiniz. Ebeveyn ve bakım verenler için açılan destek gruplarına katılabilirsiniz. Bu konuda bilgi ve beceriye sahip olmak hem kendiniz hem de çevrenizde istismar gören çocuklara yardımcı ve destek olmanızı sağlayabilir, erken müdahale ile çocukların hayatlarına dokunabilirsiniz.
İstismara maruz kalmış çocuklar için lütfen verebileceğiniz destek dışında profesyonel destek almaktan kaçınmayın. Bu durumda sorumluluk ve suç çocuğunuza ait değildir. Sakin kalıp ona onun yanlış bir şey yapmadığını tekrar tekrar anlatmanız ve güvenliğini sağlamanız gerekmektedir. Profesyonel olarak bireysel danışmanlık, oyun terapisi, kum tepsisi ya da psikoeğitim gibi psikoterapik müdahalelere başvurabilirsiniz. İstismar gören ve bu sebeple travmatize olmuş bir çocuğun çözümlenmeyen travma deneyimi hayatı boyunca onu etkileyecek ve her adımında karşısına çıkacaktır. Hatta farkında olmadan bile ileride kendi çocuklarına da aynı şekilde istismar gösterme ihtimali vardır. Bu yüzden “lütfen sessiz kalmayalım!”
