logo

Bir toplumun asıl ruhunu en iyi gösteren şey o toplumda çocuklara nasıl davranıldığıdır.

psikoloji

Anne Doğru Yolda mı? Başarılı ve Mutlu Çocuk Yetiştirme Üzerine…

Mehmet Dinç Erkam TV 1/19

Çocuklar Anne-Babalarından Neleri Duymak İster?

ÜSTÜN ZEKA VE YETERSİZLİK DUYGUSU

Psikolojik Sağlamlığı Yüksek Çocuk Yetiştirmek

ÇOCUKLAR NEDEN SEVGİSİZ HİSSEDER?

Çocuklarda Duygu Düzenleme/Regülasyon / Ebeveynlik Stilleri Nelerdir?

Dikkat Eksikliği Olan Çocuğun Özellikleri Nelerdir? / Disleksi Nedir? Disleksi Belirtileri ve Tedavisi

Çocuğu Okul Rutinine Alıştırmak İçin Ebeveynlere Düşen Görevler

KARNE ve TATİL İÇİN AİLELERE ÖNERİLER

ERGENLİK / Çocuk Gelişiminde Spontanite ve Eylem / ÇOCUKLARDA BENLİK SAYGISI

Çocuğunuza Yaramazlık Yapma Hakkı Tanıyın

Çocuklarda Uyum ve Davranış Sorunları

SAYGILI VE DUYARLI ÇOCUK / Eğitim psikolojisi ve kökenleri / ŞIMARIK ÇOCUKLAR

Tek ebeveynlere öneriler / Yeniden evlenecek ebeveynler dikkat!

Çocuklarımıza Sağlıklı Beslenme Alışkanlığını Nasıl Edindirebiliriz?

MART 2024

En Bilge Kadınların, Büyükannelerin Duygusal Mirası

Büyükannelerimiz, dünyanın en bilge kadınlarıdır. Paylaştıkları bilgiler, yarattıkları sevgi bağı ve tek kelime etmeden dünyalar anlatan o tebessümleriyle miraslarını nesilden nesle aktarmaktadırlar. En bilge kadınlar yalnızca her yaşlarında binlerce hayat yaşamakla kalmaz; aynı zamanda güçlükleri aşmanın yollarını kişisel gelişim kitaplarından çok daha iyi bilirler. Çünkü cesaret ve koşulsuz sevgi, sizden hiçbir şey istemez. Tam tersine, çevresini zenginleştirir ve korur.  Bizden önceki nesillerden, büyükannelerimizden bize kalanlar, kan ve sevgi miraslarını bırakmış kadınların şahitliğidir. Bazen çelişkilidir bu miras, ama her zaman yoğun ve kesindir.

Bugün üç neslin yani büyükanneler, anneler ve kızların oluşturduğu bağdan ve bilhassa da büyükannelerin genelde duygusal öneme sahip rolünden söz edelim.

En bilge kadınların görünmez bağı

Büyükanneler, kelimeler olmadan aktarılan bilginin en becerikli zanaatkarlarıdır. Onları genellikle değerli ritüellerini yaparken; eşyalarını düzenlerken, giysilerimizi hazırlarken, bize lezzetli yemekleri hazırlarken buluruz. Gri saçlarını her sabah örüp, ince bir hassaslıkla yapılmış bir topuzun içine koyarlar. Her hareketlerinde sadece yılların tecrübesini değil, her bir yüz ifadesi ve harekette gizledikleri bütün bir yaşama dair duygularını da görürüz.

Çünkü gençliklerinde yaşadıkları sırları, onları ağlatmış olan sıkıntıları ve yutkunmak zorunda kaldıkları buz gibi hayal kırıklıklarını asla tam olarak bilemeyiz. Zaten artık bunların bir önemi kalmamıştır ve zaman, yaralarını sarmıştır. Hayatta edindikleri bilgileri, zamanın ötesine geçen cesaret ve doğruları kızlarına aktarmışlardır. Aşkta ihtiyatlı olmak gerektiğini öğütlerler. Kalbimizi, hak etmeyen kişiye kaptırmama bilgeliğini paylaşırlar. Susup katlanmamak gereken bazı acılar ve gururla dışa vurulmaması gereken sevinçler olduğunu öğretirler. Çünkü bunlar, her kadını güzelleştiren kişisel zaferleridir.

En bilge kadınların yetiştirilmesi

Uzmanlar, çocuk yetiştirmek ile torun yetiştirmenin farklı olduğunu söylüyor. Büyükannelerin daha rahat ve önemli bir role sahip olduğunu söylüyorlar. Büyükanneler, çocuğun yaşamındaki her anı yönlendirme gibi bir baskı altında yaşamamaktadır. Torunlar, onlara kendi soylarından bir armağan ve yaşamlarında yeni bir sevinç kaynağıdır. Torunlarını koşulsuz bir şekilde seveceklerdir. Çocuklarına ise rehberlik ve sınır belirleme görevini bırakacaklardır.

Büyükanneler, torunlarına kök salan bir ağacın kararlılığını ve fırtınaları umursamayan, tatil günleri ile okul günleri arasında bir fark gözetmeyen bir sevginin dengesini sunarlar.Fırında daima tatlı bir şey pişer. Pencerenin önünde illa bir sandalye vardır. Oraya oturup gökleri izler ve daima neşeyle hatırladıkları geçmişten hikayeler anlatırlar. Nesilleri aşan mirasa sahip, cesaret dolu büyükannelerin samimi bakışlarında dayanıklılık görülür. Yüzlerine baktığımız an, hayal bile edemeyeceğimiz güçlüklerin üstesinden geldiklerini anlarız. Kadın oldukları için ayrımcılıkla karşılaşmışlardır. Sessiz olmaları istendiğinde, ses çıkarmayı öğrenmişlerdir ve belki de birçok hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır.

Bir gün geldiğinde bu hayalleri bizlere, yani torunlarına yansıtırlar. Kalplerini besleyen heyecan verici umutları bize aktarırlar. Fakat bu yaşlı kadınların sevgisinden daha samimi hiçbir şey olamaz. İşte bu bilge kadınlardan biri diyor ki…  

“Sonsuz kadına, kadının özüne, mistik bir şeye inanmıyorum. Kadın doğulmaz, olunur.”

– Simone de Beauvoir

Erkeklerin Ergenlik Üzerine Endişeleri

Ergenlik çocuklar için hem fiziksel hem de duygusal olarak bir değişim zamanını temsil eder. Ergenliğe girme zamanı her erkek için farklılık gösterir. Ancak genellikle ergenlik sürecinin erkekler için 9-16 yaş arasında gerçekleştiği bilinmektedir. Bu süreçte gerçekleşen değişimler çocuklar için oldukça yeni olduğu için çocuklarda bazı endişelere yol açabilir. Erkeklerde ergenlikle ilgili oluşabilecek endişelerin bazıları aşağıda belirtilmiştir:

​Ses Değişimi

Erkeklerin gırtlakları ve ses telleri büyümesi, konuşurken seste çatlamalara neden olabilir. Bu onlar için utanç verici ve can sıkıcı olsa da büyüme sürecinin doğal bir parçasıdır.

Islak Rüyalar

Erkekler sabahları uyandıklarında pijamalarında ve çarşaflarında yapışkan, nemli lekeler bulabilirler. Bu “ıslak rüyalar” veya gece emisyonları, uyku sırasında meydana gelen boşalmadan kaynaklanır ve çocuğun cinsel bir rüya gördüğünün göstergesi değildir. Ebeveynler bu durumu oğullarına suçlama yapmadan açıklamalı ve bunun olmasını engelleyemeyeceğini bildikleri konusunda onları rahatlatmalıdır. Islak rüyalar büyümenin bir parçasıdır.

İstemsiz Ereksiyonlar

Ergenlik döneminde, oğlanlar penislerine dokunmadan ve cinsel konuları düşünmeden kendiliğinden ereksiyona girebilirler. Bu beklenmedik ereksiyonlar, özellikle halka açık yerlerde meydana gelirse -örneğin okulda- oldukça utanç verici olabilir. Oğlunuza beklenmedik ereksiyonların olabileceğini ve bu durumun vücudunun olgunlaşmasının doğal belirtileri olduğunu anlatın. Bu durumu ergenlik dönemindeki tüm oğlanların yaşadığını ve zamanla daha az sıklıkta yaşayacağını açıklayın.

Memelerin Büyümesi

Ergenliğin ilk yıllarında birçok oğlanın memelerinde şişme olabilir. Çoğu zaman, oğlunuz bir veya her iki meme ucunun altında düğme gibi bir yumru hissedebilir. Memeleri, özellikle vurulduğunda, hassas ve hatta acı verici hissedebilir. Birkaç ay sonra -bazen daha uzun- şişlik kaybolacaktır; oğlunuza bu yumruların nadiren gerçek memelere dönüşebildiğini anlatın.

Bir Testisin Diğerinden Daha Düşük Olması

Düzensiz testisler, oğlanların soyunma odasında utanç verici olsalar da hem doğal hem de yaygındır. Bu durumun çok yaygın olduğu konusunda çocuğunuzu bilgilendirin.

Ebeveynler Ön Ergenlikteki Çocuklarını Destekleyebilirler

Çocuğunuz ergenliğe yaklaştıkça ve ergenliğe girerken, mahremiyet ihtiyacına karşı duyarlı olun. Ön ergenler, örneğin yıkanırken veya kıyafetlerini değiştirirken, genellikle daha mazbut olurlar. Bu mahremiyet ihtiyacına, yalnızca bedenleriyle ilgili alanlarda değil, odalarına girmeden önce kapıyı çalmak gibi diğer alanlarda da saygı gösterin. Çocuğunuzun özel alana ihtiyacı olduğunu unutmayın.

Ön ergenler ayrıca bu süre zarfında nasıl göründükleri konusunda da daha hassas hale gelirler. Bakımlı olmaya ilgileri artar ve büyük ölçüde akranlarının ve reklam mesajlarının etkisi sebebiyle görünüşleri hakkında sık sık endişe duyarlar. Çocuğunuza dış görünüşünde oluşabilecek değişimlerin normal olduğunu ve zamanla her şeyin yoluna gireceğini anlatın. Çocuğunuzun olumsuz beden algısına sahip olduğunu düşündürecek belirtileri -ki bazı durumlarda bu belirtiler yeme bozukluğuna kadar gidebilir- yakından gözlemleyin.

Çocuğunuzun ergenlikteki gelişim değişiklikleriyle ilgili, iyi niyetli dahi olsa, alay etmekten kaçınmak çok önemlidir. Çoğu ön ergen, bedenlerinin değişen şekli veya derinleşen sesleri hakkında alay edildiğinde kolayca utanırlar. Çocuğunuzun yaşayacağı fiziksel değişimlerin yanı sıra yaşayacağı duygusal değişimler de çok önemlidir. Bu süreçte çocuğunuza yaşadığı tüm duyguların normal olduğunu, bu konuları sizinle paylaşabileceğini ve danışabileceğini sık sık hatırlatın. Çocuğunuzun duygusal gelişimi için ona destek olmanız gerektiğini unutmayın.

Kız Çocuklarının Ergenlik Üzerine Endişeleri

Ergenlik çocuklar için hem fiziksel hem de duygusal olarak bir değişim zamanını temsil eder. Ergenliğe girme zamanı her kız için farklılık gösterir. Ancak genellikle ergenlik sürecinin kızlar için 8-14 yaş arasında gerçekleştiği bilinmektedir. Bu süreçte gerçekleşen değişimler çocuklar için oldukça yeni olduğu için çocuklarda bazı endişelere yol açabilir. Kızlarda ergenlikle ilgili oluşabilecek endişelerin bazıları aşağıda belirtilmiştir:

Meme Gelişimi

Bazı kız çocuklarının meme gelişimi konusunda endişeleri olabilir. Örneğin, bir meme genellikle diğerinden önce gelişmeye başlar. Çocuğunuza, memelerin gelişme sürecinde birinin diğerinden biraz daha büyük olmasının oldukça normal olduğunu açıklayın. Meme büyüklüğü nadiren tam simetriktir. Ayrıca çocuğunuz bir meme ucunun altındaki yumruyu ilk defa fark ettiğinde, bunun kanser olduğundan endişe edebilir; ona bir memenin diğerinden daha önce gelişmeye başladığını anlatın, ancak soruları devam ederse doktorunuza danışın.

Çocuğunuzun memeleri nispeten erken gelişmeye başlarsa bu durumdan utanabilir. Böyle bir durumda daha rahat hissedebilmek için, erken meme gelişimini gizleyen bol giysiler giymeyi tercih edebilir. Ayrıca, sizden satın almanızı istediğinde veya kullanabileceğini hissettiğinizde ona bir başlangıç sutyeni alma konusunda destek olun.

Kızınız gelişmekte olan memelerinin büyük veya küçük olmasından şikayetçi veya mutsuz olabilir. Ona bu durumun normal olduğunu, kızların memelerinin farklı zamanlarda, oranlarda ve şekillerde geliştiğini açıklayın.

Regl Dönemi

Ergenlikle ilgili birçok endişe regl dönemine odaklanır. Çocuğunuzun ilk regline hazırlanması için ona yardımcı olun. Çocuğunuzun ilk regl döngüsüne şaşırması, ne olduğunu ve nedenini bilmemesi oldukça doğaldır.

Unutmayın ki, regl dönemi beklediğinizden daha erken başlayabilir. Çocuğunuzun meme gelişimi başladıktan sonra, bu konu üzerine beraber konuşmanız uygun olacaktır. Eğer yeterli bilgiye sahip değilseniz doktorunuza danışabilir, doğru bilgi kaynakları konusunda yönlendirme alabilirsiniz.

Regl Dönemi ile İlgili Konuşabileceğiniz Konular:

  • Regl döneminin biyolojik temellerini tanımlayarak bunun doğal bir bedensel süreç olduğunu ve tüm kızların bu süreçten geçtiğini anlatın.
  • Vücudunun hızlı fizyolojik değişikliklere uyum sağlaması nedeniyle regl dönemlerinin özellikle başlangıçta düzensiz olabileceğinden bahsedin.
  • İlk reglinden birkaç ay önce vajinasındaki bezler tarafından sıvı salgılanabileceği konusunda bilgilendirin. Bu sıvı berrak veya beyaz renkte, sulu veya yoğun kıvamda olabilir. Bunun endişelenecek bir durum olmadığını, normal bir süreç olduğunu söyleyin.
  • Regl dönemlerinden önce veya regl sırasında bir miktar ağrı yaşayabileceğini anlatın. Ağrılar şiddetlenirse, doktorunun bunları hafifletmek için ilaç veya fiziksel egzersizler gibi bazı önerileri olabileceğini konuşun.
  • Regl döneminde hijyenin önemi üzerine konuşun. Çocuğunuzun ilk regli için ihtiyacı olacak malzemeleri sağladığınızdan emin olun. İlk regl başladığında evden uzakta olabileceğinden, pedleri veya tamponları nasıl kullanması gerektiğini anlatın. Pedleri veya tamponları günde birkaç kez değiştirmesi ve tamponların gece boyunca kullanılmaması gerektiğini söyleyin. Ayrıca regl sırasında duş alabileceği veya banyo yapabileceği de anlatılmalıdır.
  • Kızınızın herhangi bir regl durumu için yanında önceden oluşturacağınız regl kitini taşımasını sağlayın. Reglinin ilk döneminde kanamalar düzensiz olabileceğinden kızınızın bu kiti yanından ayırmaması iyi olacaktır.
  • Birçok çocuk regl dönemlerinde yüzme, binicilik veya beden eğitimi dersleri gibi etkinliklere katılıp katılamayacaklarını soracaktır. Egzersizin bazen regl dönemiyle ilişkili ağrıları hafifletici etkisi olabilir. Çocuğunuza regl sırasında normal aktivitelere katılabileceğini söyleyin.

Gençlerde Sosyal Fobi

Fobiler Yapısal mıdır, Yoksa Tepkisel mi Ortaya Çıkarlar?

Cevap, her ikisi de. Hemen hemen bütün psikiyatrik sorunlarda olduğu gibi, fobiler de hem yapısal (genetik) hem de çevresel etkilerden kaynaklanır. Hastalıklar arasında genetik yatkınlığın göreceli önemi farklılık gösterir.

Sosyal Fobi Nedir? Sosyal Fobinin Diğer Fobilerden Yapısal veya Tepkisel Olarak Farklılaştığı Alan Ne Olabilir?

Fobi, kişinin belli bir nesne veya duruma karşı gösterdiği aşırı korkudur.

Sosyal fobi, kişinin diğer insanlar tarafından eleştiriye uğrayacağını düşündüğü durumlarda ortaya çıkan yoğun bir korku ve kaygı durumudur. Örnek olarak sosyal etkileşim gerektiren sohbet etme, insanlarla tanışma, partiye gitme gibi durumlar veya diğer insanların önünde performans göstermeyi gerektiren ortamlar verilebilir.

Sonuç olarak, diğer fobilerden temel farkları korkuyu ortaya çıkartan durum ve kişinin yaptığı yorumlardır.

Sınav ve Okul Stresi Sosyal Fobiyi Tetikler mi?

Sınav ve okul stresi, genel anlamda performans göstermeK gereken durumlarda ortaya çıkan durumlar oldukları için sosyal fobiye benzerler ve sosyal fobinin ortaya çıkabileceği bir ortam yaratırlar.

Sosyal Fobilerin Yapısal ve Tepkisel Nedenleri Nelerdir?

Sosyal fobiye genetik bir yatkınlık vardır. Bu yatkınlığın üzerine, sıklıkla travmatik bir yaşantıdan sonra bozukluk ortaya çıkar. Bu travmatik yaşantı, aşırı ve sert eleştiriler, sosyal ortamda çok fazla utandırıcı bir deneyim yaşamak ve kendisini aşağılanmış hissetmeyi içerir. Bu deneyim sonucunda kişi kendisini yetersiz, sıkıcı, acınacak bir insan olarak görmeye başlar.

Yersiz ve Engellenemez Korkuların, Yersiz ve Engellenemez Düşüncelerden (Obsesif Kompulsif) Klinik Olarak Farkı Nedir?

Obsesif kompulsif bozuklukta kişinin aklına tekrar tekrar gelen, anlamsız olduğunu bildiği halde aklından atamadığı rahatsız düşünceler ve bu düşünceleri azaltmak ve yok etmek için yapılan hareketler bulunur.

Sosyal fobide bu tarz tekrarlayıcı hareketler görülmez. Sosyal kaygı uyandıran bir uyaran olmadığı zaman kişide belirgin şikayetler görülmez.

Sosyal Fobinin Tedavi Gerektiren veya Gerektirmeyen Aşamaları Var mıdır?

Sosyal fobinin tedavi gerektirmesi için kişinin hayatını olumsuz olarak etkilemesi, yani akademik, sosyal ve ilişkisel sorunlara yol açması gereklidir.

Sosyal Fobi Belirtileri Nelerdir? Aileler Çocuklarında Sosyal Fobi Olduğunu Nasıl Teşhis Edebilirler?

Aileler teşhis koyamazlar, ancak şüphelenebilirler. Aslında sosyal fobi belirtileri açıktır;

  • Kişi yukarıda belirtilen ve sosyal olarak performans göstermesi beklendiğine inandığı durumlarda aşırı korku ve kaygı duyar;
  • Terleme, titreme, kızarma gibi belirtiler hisseder;
  • Sosyal durumlardan kaçınmaya çalışır.

PROF. DR. ÖZGÜR ÖNER

Ergenlerde Kimlik Gelişimi

Bir ergenin ilgi alanı, davranış şekli ve kendini tanımlayışı aylar hatta haftalar içerisinde bile değişebilir. Bunlar aslında ergenlerde kimlik gelişimi süreci içerisinde doğal kabul edilebilecek keşiflerin yansımasıdır.

Bu dönemde;

  • Ergenlerde cinsel meraka, kişisel değerlere, tavırlara ve inançlara ilişkin yaşantı fırsatı bulurlar.
  • Ben kimim, neyim, ne olacağım, toplumdaki yerim nedir?’ çoğu ergenin sıklıkla sorguladığı sorulardır.
  • Bu dönemde her şeyi sorgulamaya başlarlar, bunların başında da en yakınlarındaki ebeveynler gelir.

Ergenlik dönemi, ergenlerde kimlik gelişimi oluşumunun ve bağımsızlaşmaya başladığı ama aynı zamanda da ebeveynleri tarafından sınırlara ihtiyaç duyduğu bir dönemdir. Bir yandan fiziksel değişim, hormonlar, “Ben kimim?” sorusuna cevap bulma süreci derken bir yandan da toplumun kendisinden beklentisinin artmaya başladığı bir döneme girer. Bundan böyle yalnızca ebeveyninin kendine söylediğini yapmaz, kendi fikirleri ile süzdüğü kararları da uygulamaya koymaya başlar.

Ergenlerde kimlik gelişimi üzerine en önemli çalışmaları yapanlardan biri olan Alman psikolog Erik Erikson’a göre:

  • Ergenlikte çocukluk rollerine devam etmek uygun değildir ama ergen henüz yetişkin rolünü üstlenecek duruma da gelmemiştir.
  • Bunun için ego kimliğinin gelişmesi gerekmektedir. Ego kimliği, değişim sırasında kim olduğunu bilmek ve kişinin kendisinde, insanların tanıyabileceği ve kendisi için de sabit olan bir “aynılık” ve “devamlılık” olmasıdır.

Ego Kimliğinin Gelişimi

12-14 Yaş Arası Erken Ergenler

  • Erken ergenlik dönemindeki 12-14 yaş arası, ergenler ailelerinden uzaklaşmaya ve arkadaş gruplarına odaklanmaya başlarlar.
  • Otonomi isteği artar, otorite figürleri ile çatışmalar başlar.
  • Erken ergenlikte, ergenlerde cinsel merak, kendisini fiziksel görünümünden utanma olarak da gösterebilir.

14-16 Yaş Arası Ergenler

  • 14-16 yaş arasında ergenlerde cinsel merak ve cinsel davranışlar artar ve özgüven çok önem kazanır.
  • Arkadaşların, idollerin önemi daha da artar ve riskli davranışlarda artma olabilir.
  • Özgüven gelişimi için arkadaş grupları tarafından onaylanmak ve beğenilmek ergen için önceliklidir.

17-19 Yaş Arası Gençler

  • 17-19 yaşları arasında ise arkadaş ilişkileri önemini korusa bile aile ile ilişkiler daha olumlu ve bir miktar daha yakın hale gelebilir.
  • Aşık olmak ve ergenin hayran olduğu kişilerle aşırı özdeşim yapması gibi durumlar ise ergenin kimliğini daha açık ve net şekilde oluşturmasına yardımcı olur.

Jenerasyonel farkı da göz önünde bulundurduğumuzda, ergen bireylerin bize oldukça garip, zaman zaman yersiz ve anlamsız gelen ve hızlıca değişen ilgi alanları ve kendilerini tanımlayış şekillerinin aslında ergenlerde kimlik gelişiminin önemli ve sağlıklı bir parçası olduğunu unutmamalıyız.

Kimlik gelişimi dinamik ve yetişkinlik boyunca da devam eden bir süreç olsa da bunun temelleri büyük oranda ergenlikte atılır, bireyin kimlik yapısı, yaptığı keşiflerle geliştikçe bu keşif süreci git gide yavaşlar ve birey çocukluktaki özdeşimlerini tekrardan değerlendirerek kendine özel ve bağımsız olarak oluşturduğu belli düşünce, inanç ve ideallerinde derinleşir, bunlara bağlılık ve sadakat geliştirir.

Kimlik Yapıları

Tabii bahsettiğimiz süreçteki ergenlerde kimlik gelişimi ve yapısı her bireyde aynı olmaz. Temelde bireylerin bu keşif ve bağlılık süreçlerinde geçirdikleri zamana göre 4 kimlik yapısı tanımlanır.

  1. Bu yapılardan ilki hem keşif hem de bağlılık sürecinde derinleşmeye sağlıklı bir şekilde yer ayıran kimlik sentezi;
  2. Bir diğeri keşif sürecinin devam etmesine rağmen bağlılığın geliştirilemediği kimlik ertelemesi;
  3. Üçüncüsü keşfin oldukça limitli olduğu ve genelde inanış ve hayat pratiklerinin bir önceki nesilden miras alınarak bağlılığın sorgusuz kazanıldığı erken kapanma ve
  4. Son olarak da bireyin ne keşif ne bağlılık süreçlerini sağlıklı bir şekilde deneyimlemediği kimlik difüzyonu şeklindedir.

Bu kimlik yapılarının hepsi hayat boyu gelişmeye devam eder ve birbirlerinin arasında geçiş her zaman mümkündür.

Ergenlerde Riskli Davranışlar

Ergenlerde Riskli Davranışlar Nelerdir?

Ergenlik dönemi, çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecinde bireyin birçok psikososyal, fiziksel ve davranışsal değişiklik yaşadığı bir dönemdir. Bu davranışların birçoğu ebeveynlere garip ve tedirgin edici gelebilir fakat hangi davranışların alarm verici olduğu hangi davranışlarınsa ergenlik sürecinde normal kabul edilebileceğine dair bazı gözlem kriterleri belirlemek ve bu konulara nasıl yaklaşılacağını bilmek bu tip süreçleri daha yönetilebilir kılar.

Ergenlikte Her Davranış Riskli midir?

Ergenlerin davranışları şiddet ve önemleri açısından bir kere de olsa çok önemli olabilir. Fakat ergenlerde davranış problemleri olarak görülebilecek her kapı çarpması, her bağırma, eve her geç gelme mutlaka büyük bir sorun veya hastalık anlamına gelmez.

Ergenlerin davranışlarının niteliğini belirlemek için bakmamız gereken ölçütler;

  • Sıklık,
  • Şiddet,
  • Bağlam,
  • Kontrol edilebilirlik ve
  • İşlev kaybıdır.

Eşyalara ya da canlılara yanlışlıkla zarar vermekle bilerek ciddi zararlar vermek arasında önemli bir fark vardır. Bilerek ciddi zararlar vermek, bir davranış bozukluğu bulgusu olabilir. Madde ve alkol kullanımı, yasa dışı aktiviteler, intihar girişimi ve bunun gibi durumlar hiçbir zaman hafife alınmamalıdır. Ergenler denemeler yapabilir, içki içebilir, sarhoş olabilir. Ancak böyle bir şey olduğu zaman, bu konuyu konuşmak ve boyutlarını anlamak önemlidir. Ergenlerin zaten duygusal durumlarda daha olgunlaşmamış olan karar verme becerileri ve risk alma özellikleri alkol/madde kullanımı ile daha da belirginleşmiş olur.

Ne Zaman Destek Alınması Gerekir?

  • Eğer çocuğunuz içine çekiliyorsa,
  • Duygusal olarak size çok uzaklaşmışsa,
  • Normalde katıldığı eğlenceli aktivitelere ilgi göstermiyorsa,
  • Kendine bakımı azaldıysa,
  • Sık sık kendisiyle ilgili olumsuz yorumlarda bulunuyorsa,
  • Kendine basit de olsa zarar verme davranışları ortaya çıkmışsa o zaman bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünmek için sebeplerimiz olduğunu söyleyebiliriz.

İstismar veya Akran Zorbalığı

  • Okul hayatında davranışları ve performansı birden değişmişse,
  • Okul başarısı düşüyorsa ya da
  • Okula gitmek istemiyorsa aklınızda istismar veya akran zorbalığına ilişkin soru işaretleri oluşabilir.
  • Özellikle çocuğunuzun eşyaları kayboluyor,
  • Sağı solu morarıyor,
  • Harçlığı aşırı çabuk bitiyorsa, akran zorbalığını düşünmelisiniz.

Takıntılar

Kontrol edilmeyen takıntıların olması da alarma geçirici bir durum olarak değerlendirilir. En tipik bulgular hasta olma, mikrop kapma gibi düşünceler ve temizlik, simetri gibi takıntıları içerir.

İştah, Yemek ve Uyku Değişiklikleri

İştah ve aktivite değişikliği, çok aşırı yeme veya hiç yememe, çok fazla uyuma veya belirgin uykusuzluk durumu varsa çocuğunuzun bu durumunu da izlemelisiniz. Normalde ergenler hafta içi uykularını sıkıştırıp hafta sonu bu uykuyu telafi eder. Bunu ergenlik dönemine özgün bir durum olarak kabul edebiliriz fakat düzenli olarak devam eden uyku sorunları bize başka bir hikaye anlatıyor olabilir. Bu bahsedilen çerçevelerdeki davranışlar ve diğer birçok davranış ilk başta bahsettiğimiz gibi sıklık, şiddet, bağlam, kontrol edilebilirlik ve işlev kaybı merceğinden gözlemlenmeli ve  yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu fark edilirse bir uzmandan görüş alınarak ilerlenmelidir.

BANU ACARLAR KOÇTÜRK

Zorbalık, bir çocuğun başka bir çocuğu tekrar tekrar rahatsız etmesi durumudur ve güç dengesizliği olduğunda ortaya çıkar. Bazen çocuklar birbirleriyle tartışırlar veya yanlış davranışlarda bulunabilirler, ancak bu her zaman zorbalık olmayabilir. Zorbalık hangi türde olursa olsun, durdurulmadığı takdirde daha büyük sonuçlara neden olabilir.

Genellikle, zorbalığa uğrayan çocuklar ya daha zayıf ya da daha küçüktürler, ayrıca utangaçtırlar ve genellikle kendilerini çaresiz hissederler. Engelliler veya diğer özel sağlık bakımı ihtiyaçları olan ve lezbiyen, gey, biseksüel veya transeksüel olan bazı çocukların da zorbalığa uğrama riski daha yüksektir.

Siber zorbalık, sosyal medya siteleri, mesajlaşma, sohbet odaları veya anlık mesajlaşma gibi yollar kullanılarak elektronik ortamda gerçekleşir. Siber zorbalık, gündüz veya gece herhangi bir zamanda gerçekleşebilir ve geleneksel zorbalıktan çok daha fazla insan tarafından görülebilir. Siber zorbalığa uğrayan çocuğun yaptıklarını geri almak veya gizlemek çok zordur.

Zorbalık Hakkında Gerçekler

  • Hem kızlar hem de oğlanlar zorbalık yapabilir.
  • Bir çocuk hem zorbalık yapan konumunda hem de zorbalığa uğrayan konumunda olabilir.
  • Zorbalık yapan çocuklar ağlayan, sinirlenen veya kolayca onlara teslim olan daha güçsüz çocukları hedef alır.

Zorbalığın 3 türü vardır:

  • Fiziksel: vurmak, tekmelemek, itmek, boğmak, yumruk atmak, el hareketleri yapmak, birinin eşyalarına zarar vermek
  • Sözel: tehdit etme, alay etme, nefret söylemi (bu aynı zamanda elektronik mesajlaşmayı da içerebilir), uygunsuz yorumlarda bulunma
  • Sosyal: faaliyetlerden dışlamak, söylentiler başlatmak, toplum içinde utandırmak

Zorbalık Nerelerde Olur?

  • Okulda, öğretmenler neler olup bittiğini görmek için orada olmadığında
  • Yetişkinler izlemediğinde- okula gidip gelirken, oyun alanında veya mahallede
  • Sosyal ağlar, mesajlaşma ve anlık mesajlaşma gibi elektronik yöntemlerle

Zorbalık Yapanların ve Zorbalığa Uğrayanların Ortak Özellikleri

Zorbalığa uğrayan çocuklar aşağıdaki risk faktörlerinden bir veya daha fazlasına sahiptir:

  • Fazla kilolu veya zayıf olmak, gözlük takmak veya farklı giysiler giymek, okul değiştirmek veya çocukların “havalı” olarak nitelendirdiği şeylere sahip olmamak gibi akranlarından farklı olarak görülürler.
  • Zayıf olarak görülür veya kendilerini savunamazlar
  • Diğerlerinden daha az “popüler”lerdir ve çok az arkadaşı vardır
  • Başkalarıyla iyi geçinmezler, rahatsız edici veya kışkırtıcı olarak görülürler veya başkalarını dikkat çekmek için kışkırtabilirler
  • Başkalarına zorbalık yapanların, zorbalık yaptıklarından daha güçlü veya daha büyük olmaları gerekmez. Çoğu zaman, bu öğrenciler davranışlarını değiştirmek ve davranışlarını etkileyebilecek diğer zorlukları ele almak için desteğe ihtiyaç duyarlar. Zorbalığa uğrayan çocuklar aşağıdaki özelliklerden birden fazlasına sahip olabilir:
  • Agresiftirler veya kolayca hüsrana uğrayabilirler
  • Daha az ebeveyn katılımına sahip olurlar
  • Evde sorunlar olabilir
  • Başkaları hakkında kötü düşünebilirler
  • Kurallara uymakta zorluk çekebilirler
  • Şiddeti olumlu olarak görürler
  • Başkalarına zorbalık yapan arkadaşları olabilir

Zorbalığın Etkileri

Siber zorbalık da dahil olmak üzere her türlü zorbalığa maruz kalan çocuklar, yetişkinlik dönemlerinde dahi uzun vadeli etkiler yaşayabilirler. Zorbalığın hem zorbalığı yapan hem de zorbalığa uğrayan için sonuçları olabilir.

  • Daha yüksek madde kullanımı riskine sahip olurlar
  • Okuldan kaçma veya okulu bırakma olasılığı daha yüksektir
  • Sağlık komplikasyonları olabilir
  • Düşük okul performansına sahip olabilirler
  • Depresyon, kaygı, yalnızlık ve izole olma gibi psikolojik sorunlar yaşayabilirler
  • Düşük özgüvene sahip olurlar
  • Sosyal ortamdan çekilme riskleri artar

Çocuğunuzla Zorbalık Hakkında Konuşun

Çocuğunuzun zorbalığa uğradığını, zorbalık yaptığını veya bir seyirci olduğunu düşünmüyorsanız bile, sadece bu soruları sorarak çocuğunuzun korunmasına yardımcı olabilirsiniz:

  • Okulda işler nasıl gidiyor?
  • Sınıfındaki diğer çocuklar hakkında ne düşünüyorsun?
  • Okulda birileriyle dalga geçiliyor mu veya zorbalığa uğruyor mu?
  • Öğle yemeği zamanları nasıl geçiyor? (veya teneffüsler?)
  • Sosyal ağlarda olumsuz içerikli mesaj atan, tweet atan veya birilerini yaralayıcı paylaşımlar yapan var mı?

Çocuğunuzun Zorbalığa Karşı Gelmesine Yardımcı Olun

Çocuğunuzun her türlü zorbalıktan kaçınmasına her zaman yardım edemezsiniz, ancak zor durumlarla baş edebilmesi için başa çıkma becerileri geliştirmesine yardımcı olabilirsiniz. Çocuğunuzla zaman geçirin, ona sevgi gösterin ve cesaretlendirin. Başkalarına karşı iyi davranışlar sergilemesi için model olun. Çocuğunuzla zor durumları konuşun, böylece sorunları konusunda size güvenebileceğini bilecektir. Sizin ve ailenizin zorbalık konusundaki hassasiyetini ve sınırlarını çocuğunuza aktarın.

Çocuğunuz Zorbalığa Uğradığında

Çocuğunuzun zorbalığa uğradığını öğrenmek üzücü olabilir. Yanında olduğunuzu, dinlemeye istekli olduğunuzu ve durumun devam etmemesi için harekete geçtiğinizi bilmesini sağlayın. Aşağıdakileri yapabilirsiniz:

  • Çocuğunuzun nasıl tepki vereceğini öğrenmesine yardımcı olun. Örneğin, “Haydi bu durum tekrarlanırsa ne yapabileceğini ve söyleyebileceğini konuşalım.”
  • Çocuğunuza aşağıdakileri nasıl yapabileceğini öğretin:
    • Zorbalık yapan kişinin gözlerine nasıl bakacağını
    • Dik durmayı ve sakin olmayı
    • Ortamdan uzaklaşmayı
    • Elektronik mesajlara cevap vermemeyi ve istenmeyen mesajlar gönderen kişilerle iletişimi kesmeyi
    • Bir ebeveyne veya başka bir güvenilir yetişkine zorbalık metinlerini, gönderilerini veya e-postalarını göstermeyi.
  • Çocuğunuza net bir sesle aşağıdakileri nasıl söyleyeceğini öğretin:
    • “Yaptığın şey hoşuma gitmiyor.”
    • “Lütfen benimle böyle konuşma.”
    • “Neden bunu söylüyorsun?”

Bazı çocuklar için bu beceriler doğal olarak gelmez. Bu, yeni bir dil öğrenmek gibidir ve çok fazla pratik gerektirir. Pratik yaptıkça, o anın sıcaklığında, bu beceriler çocuğunuza doğal olarak gelecektir. Herhangi bir zorbalık durumu için hazır bir planınızın olması çocuğunuzu da daha rahat ve güvende hissettirecektir.

Çocuğunuza ne zaman ve nasıl yardım isteyeceğini öğretin. Çocuğunuz zorbalıkla karşılaştığında bir yetişkinden yardım istemekten korkmamalıdır. Bazı çocuklar zorbalığa uğramaktan utandıklarından, ebeveynlerin çocuklarına zorbalığa uğramanın onların suçu olmadığını anlatmaları gerekir. Bu yüzden, çocuğunuzu size karşı ve duygularıyla ilgili açık olması konusunda motive edin.

Çocuğunuzu diğer çocuklarla arkadaş olmaya teşvik edin. Çocuğunuzun katılabileceği, okul içinde ve dışında, yetişkinlerin gözetiminde birçok grup vardır. Çocuğunuzun arkadaşlarını evinize davet edin.

Çocuğunuzun ilgisini çeken etkinlikleri destekleyin. Çocuğunuz takım sporları, müzik grupları veya sosyal kulüpler gibi etkinliklere katılarak yeni yetenekler ve sosyal beceriler geliştirecektir. Çocuklar başkalarıyla nasıl ilişki kurdukları konusunda kendilerini iyi hissettiklerinde, zorbalığa uğrama olasılıkları daha düşük olur.

Okul yetkililerini sorunlara karşı uyarın ve çözümler üzerinde onlarla birlikte çalışın. Zorbalık genellikle sınıf dışında gerçekleştiğinden, okul müdürü, rehberlik danışmanı veya oyun alanı gözlemcileri ve çocuğunuzun öğretmenleriyle konuşun. Siber zorbalık dahil tüm zorbalıkları bir yere yazın ve çocuğunuzun okuluna bildirin. Okuldaki gerekli kişilerin bu durum hakkında bilgi sahibi olması olası bir zorbalığın ne zaman ve nerede meydana geldiğini bilmelerini ve  çocuğunuzla yaptığınız plana dahil olabilmelerini sağlayacaktır.

Çocuğunuz Zorbalık Yaptığında

Hiçbir ebeveyn, çocuklarının başka bir çocuğa zorbalık yapacağını düşünmek istemez, ancak bu durum yaşanabilir ve ebeveynler konuyla ilgilenmeye hazır olmalıdır. Çocuğunuzun birine zorbalık yaptığını biliyorsanız, bunu çok ciddiye alın.

Çocuğunuzun davranışlarını değiştirebileceğiniz zaman şuandır.

Uzun vadede, zorbalık yapan çocuklar sorun yaşamaya devam eder. Genellikle durum daha da kötüleşir. Zorbalık davranışının devam etmesine izin verilirse, bu çocuklar genellikle iş ve aile yaşamlarında çok daha az başarılı olan yetişkinler haline gelirler ve hatta kanunla başları derde girebilir.

  • Çocuğunuzun zorbalığın ne olduğunu ve neden bir sorun olduğunu anlamasına yardımcı olun.
  • Çocuğunuzun zorbalığın diğer çocukları nasıl incittiğini anlamasına ve empati yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olun.
  • Çocuğunuzun davranışlarının iyi ve kötü sonuçlarına gerçek örnekler verin.
  • Çocuğunuzun saldırgan veya kırıcı davranışlarına kesin ve tutarlı sınırlar koyun.
  • Çocuğunuzun zorbalığın asla iyi bir şey olmadığını bildiğinden emin olun.
  • Çocuğunuza kişilik farklarından bahsedin ve her bireyin kendine özel özellikleri olduğunu açıklayın.
  • Olumlu bir rol model olun. Çocukların istediklerini elde etmek için yeni ve yapıcı yollar geliştirmeleri gerekir. Tüm çocuklar başkalarına saygılı davranmayı öğrenebilir.
  • Ayrıcalıkların kaybı gibi etkili, fiziksel olmayan disiplini kullanın. Çocuğunuzun disipline ihtiyacı olduğunda, davranışının neden yanlış olduğunu ve çocuğunuzun bunu nasıl değiştirebileceğini açıklayın.
  • Çocuğunuzun zorbalığa uğrattığı çocukların velileri ve okul müdürü, öğretmenleri, danışmanları ile zorbalığa son vermenin olumlu yollarını bulun.
  • Çocuğunuzu takip edin ve bireysel beceri ve ilgi alanlarının gelişmesine yardımcı olun. Çok fazla “zamanı” olan çocukların kendilerini kötü durumlarda bulma olasılıkları daha yüksektir.
  • Çevrimiçi zamanlarını denetleyin ve hangi siteleri ziyaret ettiklerini izleyin. Sosyal medya sitelerinde sizinle arkadaş olmalarını ve şifrelerini sizinle paylaşmalarını isteyin.
  • Çocuğunuzun bu davranışının altında yatan nedeni bulmaya çalışın. Bu nedeni bulduğunuzda bu davranışın düzelmesi için bir yol belirleyin.
  • Yardım isteyin. Davranışı değiştirmekte zorlanıyorsanız, bir öğretmen, danışman veya çocuğunuzun doktoru gibi bir uzmana başvurun.

Çocuğunuz Seyirci Konumunda Olduğunda

Çoğu çocuk ne zorbalık yapar ne de zorbalığa uğrar ancak zorbalığa seyirci kalırlar. Çocuğunuzun zorbalığı durdurmak için yapabileceği şeyler vardır:

  • Çoğu zaman, zorbalık yapanlar, görgü tanıklarından gördükleri ilgiden cesaret alırlar. Çocuklar, zorbalığı desteklemeyerek ve seyirci kalmayarak zorbalığı durdurmaya yardımcı olabilir.
  • Çocuğunuza iyi bir örnek oluşturun, zorbalığa uğrayan çocuk için empati yapmasını sağlayın.
  • Zorbalığa uğrayan çocuğun uzaklaşmasına yardım etmesi gerektiğini anlatın.
  • Çocuğunuzun durumu güvenilir bir yetişkine söylemesi gerektiğini öğretin. Ona bir durumu bir yetişkinle konuşmanın ispiyonlamak olmadığını, yardım alarak başka bir çocuk için ayağa kalkmanın bir cesaret ve güvenlik eylemi olduğunu açıklayın. Durumu daha kolay hale getirmek için bir arkadaşıyla hareket etmesini önerin.
  • Çocuğunuza zorbalığa uğrayan kişiyle arkadaş olmasını önerin. Çocuklar, zorbalığa uğrayan birine sadece ona iyi davranarak yardım edebilirler. Arkadaş canlısı olmak, çocuğun yalnız olmadığını bilmesini sağlamak için etkili olabilir.
  • Toplumdaki herkesin, tüm çocuklar için güvenli bir ortam oluşturmak için birlikte çalışması önemlidir. Zorbalık karşıtı mesajlar ve politikalar oluşturmak için çocuğunuzun çocuk doktoru, okul bölgesi ve yerel topluluk liderleriyle birlikte çalışın.

Çocuklar ailelerin besledikleri şekle bürünür. Duygusal, bilişsel ve sosyal gelişimleri anne babaların davranış biçimleriyle yakından ilişkilidir.

Anne ve babanızı nasıl tanımlarsınız?

Soruların cevapları herkes için farklı duygular barındırıyor olabilir. Fakat çocukların ihtiyaç duydukları şeyler temelde çok benzerdir. Sağlıklı, mutlu, sorumluluk sahibi, potansiyeline uygun davranabilen, uyum sağlama becerisi yüksek, sorun çözebilen ve alternatifleri düşünebilen çocuk yetiştirebilmek için size 6 önerim olacak.

1- Övgü Sözleri

Çocuğunuz takdir edeceğiniz bir şey mi yaptı. “Seninle gurur duyuyorum, sen çok akıllı bir çocuksun” gibi ifadeler yerine başarıya nasıl ulaştığını ifade eden yüreklendirici sözler daha faydalı ve uzun ömürlü olabilir. Çocuklar için davranışların devamlılığını sağlamada övgüler oldukça önemlidir. Fakat benlik algısı için gerçekçi olmak da son derece önemlidir.

“Ders çalışma gayretini gördüğüm için çok mutluyum. Sabır ve azimle çalışmaya devam etmen ve pes etmemen harika” veya “evi temiz tutma konusundaki gayretini beğendim”.

Yaş küçüldükçe çocukların övgüyle geliştiğini görürüz. Attığı ilk dengeli adım, çıkardığı doğru sözcükler veya ilk iki ayak üzerinde zıplaması. 24 ile 36 ay arasındaki çocuklar bu davranışlar oldukça önemli ve bağımsızlığı destekleyicidir. Fakat yaşın ilerlemesi ile övgünün çocuk için anlamı değişebilir.

Burada anne babaların oldukça hassas ve dengeli davranması gerekmektedir. Gelişim aşamasındaki bebeklerde övgü davranışın pekişmesinde işe yarasa da yaşın ilerlemesi ile aşırı övgü çocuğun motivasyonunu artırmak yerine onu zedeleyebilir.

Özellikle sonuçlara ilişkin aşırı övgü çocuğun gözünde anne babanın beklentilerinin çok yüksek olduğu düşüncesine neden olabilir. “Harikasın, muhteşem yaptın, sınıfındaki en yüksek notu aldın, müthişsin” gibi abartılı ve doğrudan davranışın sonucuna odaklanan övgüler çocuğun ancak her zaman en iyisini yaparsa sevileceğini, her şeyi kusursuz yapması gerektiğini düşünmesine sebep olabilir. Asla aşamayacağı bir çıtadan ya da aynı övgüyü alacak kadar beceremeyeceğinden korkusu kaygılı olmasına neden olabilir. Ayrıca aslında başarılı olduğu şeylerin bile yetersiz olduğu inancıyla kendini başarısız hissederek hem başarılarının keyfini çıkarmaktan mahrum kalır hem de kendine olan güveni azalır. 

2- Yaptığın davranışı onaylamasam da seni seviyorum.

Çocukken siz ebeveynlerinizin onaylamadığı bir davranışta bulundunuz mu?

Bağırarak ağlamak, sinir krizi geçirmek, öğretmenlerine veya arkadaşlarına saygısızlık yapmak, evi dağıtmak, sorumluluklarını yerine getirmemek gibi nedenlerle anne babalar çocuklarına makul ölçüde kızabilir veya incinebilirler.

Küçük yaştaki çocuklar anne babalarının söz ve davranışlarının ciddiyetini anlamasalar da anne babalarının onlara yaklaşım şekli uzun vadeli olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir. “Senden utanıyorum, hayal kırıklığısın, başkalarının çocukları ne kadar uslu, sen ele avuca sığmıyorsun” gibi incitici sözler çocukların kendilerini rezalet bir durumda olarak algılamasına sebep olabilir. Sevilmemeye dair güçlü bir inanç oluşturabilirler.

Bunun yerine endişelendiğiniz şeyleri dile getirerek daha sevgi dolu bir yaklaşım uygulamanızı öneriyorum. Ne olursa olsun onları sevemeye devam edeceğinizi, onları kabul ettiğinizi ve değerli olduklarını hissettirin. Fakat bu olumsuz ve uygun olmayan davranışları yapabilecekleri anlamına gelmiyor. Hangi davranışı hatalı ise sakin bir şekilde doğrudan davranışa ve davranışın olumsuz sonuçlarına odaklanın. Bu davranışın sonuçlarını açıklayın ve uygun alternatif tepki ve davranışlar üzerinde konuşun.

3- Bu konuyu beraber çalışmaya ne dersin?

Çocuklarınız pek çok zorlukla karşılaşabilir. Buna uygun bir cevap bulmak konusunda da desteklenmeye ihtiyaç duyabilirler. Örneğin ayakkabılarını bağlayamadığında anne ve babalar için bu davranışı çocuklarının yerine yapmak daha cazip gelebilir. Bu sayede çocuklarını desteklediklerini düşünebilirler. Fakat bu durumda çocuklarınızın olumlu gelişimini engelliyor olabilir ve onları son derece bağımlı hale getiriyor olabilirsiniz.

Kendi başlarına bir şeyler yapabilmeye dair güven duygusu engellenebilir. Ancak yardım teklifinde bulunmamak da doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bunun yerine hedeflerine ulaşmaları için ne yapmaları gerektiğini söyleyerek onlara rehberlik edin. Yanlarında olun ve görev üzerinde birlikte çalışın, yaptıklarından mutlu olmaları için makul miktarda çaba göstermelerine izin verin.

4- Okul servisi gelmek üzere iki dakika daha beklemeli miyim?

Çocuğunuzun bir davranışı yapması için ona iki seçenek arasında seçim yapma yanılsaması vermek, çocuğun talimat almasına kıyasla daha az inatlaşma ve meydan okumayı sağlayacaktır. Bu oyun zamanı, iki sebze yemeği arasından birini seçmek veya diş hekimine gitme zamanı gibi şeyler için de geçerlidir. Bunun yerine “şimdi buraya gel” gibi talimat verirseniz isteklerinizi kabul etmeleri daha zor olacaktır.

5- Seni dinliyorum.

Kendinizi düşünün ve sürekli birileri bir şeyler yapmanızı istiyor ve size ders veya nasihat veriyor. Ama sizi dinlediğine çok az tanıklık ediyorsunuz.

Bu durumda nasıl hissedersiniz?

Çocuklar veya genç yetişkinler için onlara ders vermek her zaman yardımcı veya motive edici olmayabilir. Dahası durumu iyice kötü bir noktaya taşıyabilir. Ters etkiye yol açabilir ve zihinsel sağlıklarını kötüleştirebilir. Çocukların ilgi odağı olmalarını sağlamak ve söyleyeceklerini dinlemek ise ebeveyn ve çocuk arasında daha sağlıklı bir yolu besleyebilir. Aynı zamanda onlarla bağınızı da güçlendirip derinleştirebilir. Onların kendilerine güven duymasını sağlayabilir ve düşüncelerinin değerli olduğu hissini yaşatabilirsiniz.

6- Bunu nasıl yaptığını bana gösterebilir misin?

Bazen çocuğunuz gurur duyacağı şeyleri kendi isteğiyle yapabilir.

İster bir bulmacayı çözmüş ister harika bir sihir numarası yapmış ya da bahçeye çiçek tohumları ekmiş olsun, çocuğunuzun bu davranışlarını cesaretlendirmek ve bu davranışlardan övgü ile bahsetmek, onun özgüvenini ve benlik duygusunu geliştirmeye yardımcı olacaktır.

Sonuçlar özellikle etkileyici olmasa bile, çabayı övmek çocuğunuzu motive edebilir ve ona gelecekteki zorlukları saygı ve güvenle üstlenmeleri için iyimser bir zihniyet verebilir.

Üstün Zekalı ve Yetenekli Çocuklarda Yetersizlik Duygusu

Üstün zeka ve yetenekli bireyler; aynı yaş, deneyim veya çevre şartlarına sahip akranlarına göre üstün performans gösteren veya yüksek düzeyde başarı elde eden çocuklar ve gençlerdir.  Bu çocuklar ve gençler; entelektüel, yaratıcı ve olağanüstü bir liderlik kapasitesine sahip oldukları için sanatsal alanlarda ve özel akademik alanlarda yüksek performans sergilerler. Bu özellikteki bireyler, genellikle okul tarafından sağlanmayan eğitim hizmeti veya faaliyetlerine ihtiyaç duyarlar. Üstün yetenekli çocuklar ve gençler tüm kültürel gruplarda, tüm ekonomik tabakalar arasında bulunabilmektedir.

Ancak, bu yeteneklerine ve ayırt edici özelliklerine rağmen, bazı üstün zekâlı çocuklar yetersizlik duygusuyla mücadele edebilirler. Yetersizlik duygusu, kendi potansiyellerini tam anlamıyla kullanma konusunda engelleyici bir etki yaratabilir ve çocukların özgüvenini ve motivasyonunu olumsuz etkileyebilir.

Alfred Adler, bireyin psikolojik yaşamını anlamak için sosyal faktörleri vurgulayan bir yaklaşım geliştiren bilim insanıdır. Adler’e göre, yetersizlik duygusu, bireyin çocukluk döneminde yaşadığı deneyimler ve sosyal ilişkiler tarafından etkilenir. Üstün zekalı ve yetenekli bireyler, akademik, sanatsal veya entelektüel alanlarda dikkate değer başarılar elde edebilirken, bu durum bazen onları yetersizlik duygusuna itebilir. Bu yazıda üstün zekalı ve yetenekli bireylerin yetersizlik duygusunu hissetmelerine sebep olan durumları ve Anne Babaların üstün zekalı çocuklarının yetersizlik duygusuna kapılmamaları için yapabileceklerini ele alacağım. 

Mükemmeliyetçilik ve yüksek beklentiler: Üstün zekalı çocuklar genellikle yüksek standartlar ve beklentilerle büyütülürler. Kendilerinden her zaman mükemmel performans beklerler ve bu nedenle başarılarına odaklanırlar. Herhangi bir hata veya başarısızlık duygusu, yetersizlik hissiyle sonuçlanabilir.

Sosyal uyumsuzluk: Üstün zekalı çocuklar, yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında farklı ilgi alanlarına, konuşma tarzlarına veya yeteneklere sahip olabilirler. Bu nedenle, sosyal çevrede uyum sağlamakta zorlanabilirler ve bu durum da yetersizlik hissiyle sonuçlanabilir.

Başarı baskısı: Üstün zekalı çocukların yetenekleri ve potansiyelleri sıklıkla övülür ve büyük beklentilerle karşılanır. Bu durumda, başarı baskısı altında olmak ve sürekli olarak beklentilere uyum sağlamaya çalışmak yetersizlik duygusunu artırabilir.

Yetersiz destek ve anlayış: Üstün zekalı çocuklar bazen çevrelerindeki insanlar tarafından anlaşılamayabilir. Öğretmenlerin veya ailelerin, çocuğun ihtiyaçlarına uygun eğitim veya rehberlik sağlamaması durumunda, çocuk kendini yetersiz hissedebilir.

Çelişkiler: Özel yetenekli bireyler, yeteneklerinin çeşitli yönleri arasında çelişkiler yaşayabilirler. Örneğin, akademik alanda üstün olup sosyal veya duygusal alanda zayıf hissedebilirler. Bu çelişkiler, kendini yetersiz hissetmelerine neden olabilir. 

Yetersizlik duygusuna sebep olabilecek pek çok etmen daha eklenebilir fakat bu durumun oluşmaması için anne babalar neler yapabilir sorusunun da üzerinde durmaya çalışacağım. 

Çocuğunuzun güçlü yönlerini vurgulayın: “Üstün zekâlı çocuklarda yetersizlik duygusunu azaltmanın bir yolu, çocuğun güçlü yönlerini tanımak ve onları desteklemektir” (Neihart, 2000). Çocuğunuzun başarılı olduğu alanları ve yeteneklerini takdir edin ve onlara güven verin. Bu, çocuğun kendine olan güvenini artıracaktır. Üstün zekalı olmak her alanda başarılı olacağı anlamına gelmediğinden var olan potansiyelinin en uygun olduğu alanları belirlemeye çalışmak ve çocuğunuzu o konuda desteklemek onun kendine güven duymasını sağlayacaktır. 

Hedeflerin gerçekçi olmasını sağlayın: “Gerçekçi hedefler belirlemek, çocuğun başarısızlık duygusunu azaltabilir” (Reis & Renzulli, 2004). Çocuğunuzla birlikte akademik ve sosyal hedefler belirlerken, onların yetenek ve ilgilerini göz önünde bulundurun. Hedeflerin ulaşılabilir olması, çocuğun motivasyonunu ve başarı duygusunu artırabilir.

Zorlukları kabul etmelerine destek olun: “Üstün zekâlı çocukların, başarısızlık veya zorluklarla karşılaştıklarında cesaretlerini kaybetmelerini önlemek için ebeveynlerinin destekleyici bir ortam sağlamaları önemlidir” (Silverman, 2013). Zorlukların normal olduğunu ve hataların öğrenmenin bir parçası olduğunu vurgulayın. Çocuğunuzun hatalardan ders çıkarmasına ve kendini geliştirmesine fırsat verin.

Başarıları takdir edin, çaba ve sürece odaklanın: “Çocuğun çabalarını ve süreci takdir etmek, yetersizlik duygusunu azaltabilir ve öz-motivasyonu artırabilir” (Dweck, 2006). Sadece sonuçlara değil, çocuğun çabalarına odaklanın. Başarılarını takdir edin ve onlara “çalışkan olmanın önemi” gibi mesajlar verin.

Akran ilişkilerini destekleyin: “Sağlam sosyal destek ağına sahip olmak, üstün zekâlı çocukların yetersizlik duygusuyla başa çıkmalarına yardımcı olabilir” (Cross, 2002). Çocuğunuzun benzer ilgi alanlarına sahip akranlarıyla etkileşimini teşvik edin. Bu, çocuğun kendini anlaşılmış ve desteklenmiş hissetmesine yardımcı olabilir.

Öğrenme fırsatları sağlayın: “Üstün zekâlı çocuklar, ilgi alanlarına yönelik öğrenme fırsatlarına ihtiyaç duyarlar” (Delisle, 2002). Çocuğunuzun ilgi duyduğu konuları keşfetmesine ve derinlemesine öğrenmesine olanak tanıyın. Kitaplar, kurslar, atölyeler veya çevrimiçi kaynaklar aracılığıyla çocuğunuzun ilgi alanlarını destekleyin.

Hata yapma korkusunu azaltın: “Çocuğunuzun hata yapmaktan korkmasını engellemek için risk alma ve deneme fırsatları sağlayın” (Gross, 2000). Çocuğunuzun başarısızlık veya hata yapma ihtimali olan projeler veya görevlerle karşılaşmasına izin verin. Hatalardan öğrenmenin ve deneyimlerden değerli dersler çıkarmanın önemini vurgulayın.

Duygusal destek sağlayın: “Üstün zekâlı çocuklar, duygusal olarak desteklenmeye ihtiyaç duyarlar” (Rimm, 2002). Çocuğunuzun duygusal ihtiyaçlarına duyarlı olun ve onları anlamaya çalışın. Onlarla açık iletişim kurun, duygularını ifade etmelerine ve sizi endişelendiren konuları paylaşmalarına olanak tanıyın.

Yetişkin rol modelleriyle etkileşim sağlayın: “Üstün zekâlı çocuklar için, yetişkin rol modelleriyle etkileşim, kendi yeteneklerini değerlendirmede ve yetersizlik duygusunu azaltmada önemli bir etkendir” (Gross, 2000). Yetişkinlerle mentorluk veya danışmanlık ilişkisi kurmalarını sağlayın. Bu, çocuğunuzun kendi potansiyelini görmesine ve başarıya olan inancını artırmasına yardımcı olabilir.

Destek alın: “Üstün zekâlı çocukların ve ailelerinin, benzer deneyimlere sahip diğer kişilerle bir araya gelmesi, yetersizlik duygusuyla başa çıkmada destekleyici olabilir” (Cross, 2002). Yerel veya çevrimiçi destek gruplarına katılın. Diğer ailelerle deneyimlerinizi paylaşın, bilgi ve destek alın.

Kişisel gelişime önem verin: “Üstün zekâlı çocuklar, ilgi alanlarının dışında kişisel gelişimlerine de önem vermelidir” (Silverman, 2013). Çocuğunuzun sağlıklı bir yaşam tarzı geliştirmesine ve sosyal, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olun. Egzersiz, sağlıklı beslenme, dinlenme ve sosyal etkileşim gibi alanlara özen gösterin.

Bu öneriler, üstün zekâlı çocuklarda yetersizlik duygusuyla mücadele etmenin önemli adımlarını sunmaktadır. Anne babaların, çocuklarının güçlü yönlerini vurgulayarak, gerçekçi hedefler belirleyerek, hatalardan öğrenmelerini teşvik ederek ve duygusal destek sağlayarak çocuklarının özgüvenini artırabilecekleri belirtilmektedir. Ayrıca, yetişkin rol modelleriyle etkileşimi teşvik etmek ve destek gruplarına katılmak da çocukların kendilerini daha iyi anlamalarına ve desteklenmiş hissetmelerine yardımcı olabilir. Bu şekilde, üstün zekâlı çocuklar kendi potansiyellerini keşfedebilir, başarılarına odaklanabilir ve yetersizlik duygusunu aşarak tatmin edici bir yaşam sürdürebilirler.

Dr. Muttalip ALÇAY

Çocuğumun Ruhsal Anlamda Dayanıklı Olmasını Nasıl Sağlarım

Anne Baba Olarak “Aşırı Ebeveyn” Tutumunu Bir Kenara Bıraktığınızda Çocuklarınız Kendi Yollarını Bulacaklar. Destekleyici ve Güven Verici Tutum Sergilemeye Başladığınızda ise Çocuklarınızın Bağımsızlığı ve Sorumluluk Alışları Muhtemelen Sizi Şaşırtacaktır.

Son zamanlarda anne babaları çocuklarını yetiştirirken yanlış yapma korkusunun sardığını çokça duymaya başladığımı söyleyebilirim. Çocuklarının gelecekte refah içerisinde yaşamaları ve “kendi ayakları üzerinde durabilmeleri” anne babaların en büyük istekleri arasında. İyi bireyler yetiştirme gayreti içerisinde olsalar da çocuklarının gelecekte üzüntü duyabilecekleri veya acı çekebilecekleri duygusuna kapılan ve bunun sorumlusu olacağını düşünen anne babaların sayısı oldukça fazla.

Psikolojik danışmanlar veya ruh sağlığı uzmanlarının ilk seansta bilgi edinmeye çalışırken çocukluk anıları üzerinde durmaları ve o yıllardaki yaşantıları anlamaya çalışmaları oldukça anlamlıdır. Çünkü yaşamın ilk yıllarındaki deneyimler bireylerin hem şuandaki hem de gelecekteki iyi oluşlarına kalıcı şekilde etki etmektedir. Erken yaş yaşam olayları içerinde de anne babanın tutumu ise oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Pek çok bilimsel çalışma; anne babaların hem duygusal hem de fizyolojik ihtiyaçlar açısından duyarlı olmaları, kural koyarken açık ve anlaşılır olmaları, gerçekçi ve gelişime destek veren övgüleri, akademik anlamda destekleyici olmaları, gelişim dönemine uygun tutarlı davranış sergilemeleri, çocuklarının bağımsızlıklarını desteklemeleri, geçirdikleri zamanı kaliteli kılmaları, sevgi ve güven duygusunu hissettirmeleri gibi durumlar çocukların benlik imajlarının olumlu olmasına, karar alabilmelerine, atılgan ve problem çözme becerilerini geliştirmelerine, özgüven duymalarına, akranlarıyla olumlu sosyal ilişkiler kurabilmelerine ve yaratıcı özellikler göstermelerine olanak sağladığını vurgulamaktadır. 

Birçok ebeveyn çocukları için son yirmi yıla göre daha fazla çaba ve zaman harcamaktadır. Ancak anne babaların rekabetçi akademik anlayışın ve aşırı kaygının etkisiyle çocukları için fayda sağlamayacak uç noktalara ilerlemesi önemli bir risk faktörü haline gelmiştir. 

Çocuk psikolojisi alanında önemli çalışmaları olan Seligman “aşırı ebeveynlik” oldukça olumsuz sonuçlara sebep olduğunu ifade etmektedir. Ona göre anne babalar, çocukları çaba göstermeseler bile övgü dolu sözlerle çocuklarının olumlu duygular hissetmelerini isteyebilmektedirler. Fakat bu durumun çocukların gerçek bir öz saygı oluşturmalarını ve potansiyellerini ortaya koymalarını sağlayacak yeteneklerini sergilemelerini engellediğini ortaya koymuştur. Bu beceriler ancak çocuklara zorlukların üstesinden gelme şansı verildiğinde ve güven duygusu hissettirildiğinde kazanılabiliyor. Dolayısıyla aşırı koruyucu olmak, çocukların kendi kararlarını almasına ve sorumluluklarını üstlenmesine izin vermemek, çocuk için gerçekçi olmayan akademik ve sosyal beklentilere sahip olmak, çocuğuna ileri derecede düşkün olmak, her konuda kontrol hissetmek, onun yerine kararlar almak gibi tutumlar aşırı ebeveynliğin göstergelerinden kabul ediliyor. Bu ebeveynlik şekli çocuklar için hem şuan hem de daha sonraki yaşantılarında anksiyete, zayıf liderlik becerileri, zayıf yaratıcılık becerileri, artan narsisizm, azalmış öz-düzenleme becerileri, artan alkol kullanımı, daha düşük yaşam memnuniyeti ve daha az sıkıntı toleransı gibi zararlı sonuçlarla ilişkilendirilmiştir. 

Aşırı Ebeveyn Tutumu çocukların hem şu anki hem de daha sonraki yaşantılarında anksiyete, zayıf liderlik becerileri, zayıf yaratıcılık becerileri, artan narsisizm, azalmış öz-düzenleme becerileri, artan alkol kullanımı, daha düşük yaşam memnuniyeti ve daha az sıkıntı toleransı gibi zararlı sonuçlarla ilişkilendirilmiştir. 

Anne babalar aşırı ebeveynliğin çocukların ruhsal durumlarını nasıl etkileyeceğini sorgulamayabilirler. Çünkü fedakarca çocuğun yararı gözetilerek yapıldığı düşünülür. Örneğin çocuğun ev ödevlerini yapmak, çocukların notları hayal kırıklığı yarattığında bir öğretmenin kararını sorgulamak gibi ebeveyn müdahaleleri iyi ve sevgi dolu seçimler gibi görünebilir. Ancak gerçekte, çocukların bağımsızlığını, güvenini ve yeteneğini engelleme riski taşırlar. Kısa vadede çocuk için yarar sağlıyor gibi görünse de çocuğun yaşamı düşünüldüğünde önemli riskler barındırır. Örneğin, bir çocuk okuldaki yüzme şenliğine katılmak istemediğinde ve ebeveyni katılmamasına izin verdiğinde bu çocuğun ruh halinde derhal bir iyileşme sağlayabilir. Ancak çok sık tekrarlandığında, aynı veya benzer senaryolar, çocuğun zorluklar ile mücadelesindeki başarısızlık riskini uzun vadede artırır. Aynı şekilde, kızlarına okul ödevlerini yapmasını sürekli hatırlatan ebeveynleri düşünün. Muhtemelen okulda iyi olacak ve iyi olmaya devam edecek, ancak durum asla değişmezse, kendi dağınıklığının sonuçlarıyla yüzleşmeyecek veya öz düzenleme yeteneğini ve kişisel motivasyonunu artırma yeteneğini öğrenme fırsatı bulamayacak. Fakat maalesef, aşırı ebeveynlik hoş karşılanan kısa vadeli etkileriyle desteklenmektedir. Sevgi dolu ebeveynlerin, huzursuz bir çocuğu yarışa katılmasında ısrar etmesi veya bir gencin ödevini unutmasına, okulda kötü notlar almasına izin vermesi mantıksız olabilir. 

Öyleyse Anne Babalar Ne Yapmalı

Doğru hissettiren genellikle yanlışsa, seçimlerinize nasıl rahatça güvenebilirsiniz?

Çocuklarınızın her zaman “şimdi ve burada” anlayışıyla mutlu ve başarılı olmalarını sağlamaya çalışmak yerine uzun vadede fayda sağlayacak beş beceri geliştirmelerine yardım edin.  Bu onların aynı zamanda içinde bulundukları anda da mutlu olmalarına yardım edecektir. Bunlar;

  • Dayanıklık
  • Öz Düzenleme
  • Zorlukların üzerinden gelebilecekleri kaynaklara sahip olma
  • Saygı
  • Sorumluluk

Psikolojik Sağlamlığı Yüksek Çocuk Yetiştirmek

Dayanıklılık

Dayanıklılık sayesinde, çocuklarınız şimdi veya gelecekte karşılaşabilecekleri durum ne olursa olsun zorlukların üstesinden gelme olanağına sahip olacaklar. Dayanıklılık onlara dünyayla yüzleşebilmeye dair güven verir karşılaşacakları durum ne olursa olsun idare edebileceklerine inanırlar. Bu onların başarısızlık veya zorluk korkusuyla daha ilginç hayatlar yaşamalarını ve daha fazlasını başarmalarını sağlayacaktır.

Ebeveynlerin aşırı koruması, çocukların dayanıklılık geliştirme yeteneğini azaltır, çünkü onları bir hedef peşinde koşarken hissedebilecekleri rahatsızlık veya zaman zaman zorluklarla başa çıkmayı öğrenme fırsatından mahrum eder. Aşırı duyarlı bir şekilde korunan çocuklar hayatlarını daraltmaya ve sadece başarıdan emin oldukları aktiviteleri yapmaya ve yakın çevrelerinin tam kontrolünü elinde tutmaya başlayacaklar. 

Çocuklarınızın yaşlarına uygun zorluklarla karşılaşmalarına izin vererek dayanıklıklarını arttırabilirsiniz. Biraz sinir bozucu sonuçlarla karşılaştıklarında hemen adım atmamak gibi küçük başlangıçlar yapabilirsiniz. Bir zorlukla karşılaşsalar bile çabalamaya devam etmelerine izin verin. Yardım istediklerinde sorunun üstesinden gelebilmelerine yardım edecek sorgulama ve akıl yürütme süreçlerini işe koşmalarını sağlayın. Aynı zamanda, çocuklarınızı gerçek çabaları ve kalıcılıkları için övdüğünüzden emin olun. Bir konuda başarılı olduklarında bu onların bir zorluğun üstesinden gelmelerini sağlayan ya da yeni bir beceri öğrenmelerini sağlayan niteliklerini anlamalarına yardımcı olacaktır. Çocuklarınızın, zorlu görevler karşısındaki dayanıklılıklarını fark etmek çocuklarınızı gelecekteki zorluklarla yüzleşmek için gerekli güce sahip olduklarına inanmaya da teşvik edecektir. 

Öz Düzenleme

Öz-düzenleme sayesinde çocuklarınız kısa vadede hoşnutluk getirecek bir şeyi yapmaya gelecekteki daha büyük hedeflerini düşünerek karşı koyabilecekler, örneğin öğleden sonraları bilgisayar başında vakit harcamak yerine ödevlerini bitirmek, okuldan eve giderken tatlı satın almaya direnmek ve böylece yeni bir kitap için para biriktirebilirler ya da zaman zaman yuvarlanmalara ve başarısızlıklara rağmen yeni numaralara hakim olmak ve kaykay hareketlerini uygulamak için çok çalışmak. 

Hayatta iyi olan hemen hemen her şey – başarılı kariyerler, işletmeler, ilişkiler, yaratıcı çabalar – anında tatmin olmanın cazibesine kapılmak yerine “yavaş pişirme” nin sürdürülmesine dahil olan öz düzenlemeye bağlıdır. Eğer çocuklarınızın şimdi ve burada konteksinde her daim mutlu ve başarılı olmalarını sağlarsanız, bazen gelecekteki faydaları için mevcut tercihlerini veya geçici ruh hallerini görmezden gelmenin değerini keşfetme şansı elde edemezler. Öz-düzenleme becerilerini geliştirebilmek için ise  verdiğiniz tepkilerde, koyduğunuz kurallarda ve rutinlerinizde tutarlı olmalısınız. 

Sabah kalkma, kahvaltı etme ve oyuncaklarıyla oynamadan önce okul kıyafetlerini giyme alışkanlıkları gibi çocuklarınızın takip etmesi gereken birkaç temel kural ve öngörülebilir rutin oluşturun. Tutarlı ve sakin sonuçların da yardımı olur. Çocuklarınızın bir talimatı görmezden gelmenin, sadece bir süreliğine bile olsa, bazı ayrıcalıklarını kaybedecekleri anlamına geldiğini bildikleri takdirde, sınırları zorlama olasılıkları daha düşük olacaktır. Çocuklarınıza her zaman sorumluluklarını hatırlatma isteğinize karşı zaman içinde karşı koymalısınız. Kendi iç motivasyonları, sizin onlar için her zaman bir “çalar saat” gibi davranan hatırlatmalarınızdan uzun vadede daha etkili bir teşvik olacaktır.

Beceri

Zorlukların üstesinden gelebilecek kaynaklara sahip olma, çocuklarınızın eylemlerini mevcut duruma göre ayarlama yeteneğini açıklar. Değişen koşullara karşı dayanıklı olmaktan daha fazlasını içerir. Kaynaklara sahip olan çocuklar davranışlarını uyarlayabilir ve değişen bir duruma uygun şekilde yanıt verebilir. Bu, kaosun ortasında çözümler bulmaya, suçlayacak veya mağdur edecek birini aramak yerine başa çıkma yollarına odaklanmaya bağlı. Çocuklarınızın sorunlarını çözmek için kendi kaynaklarınızı kullanırsanız, nasıl adapte olacaklarını öğrenme şansı bulamayacaklar. 

Kendinizi çözüm bulucu olarak belirleme riskiyle karşı karşıyasınız ve çocuklarınız sorunları kendi başlarına çözmeleri gereken bir yaşta olsalar dahi çözüm için size bakmaya devam edebilir. Aşırı ebeveynliği tanımlayan belki de en önemli göstergesi anne babaların üniversitede okuyan çocuklarının ufak sorunlarını dahi çözmeye çalışmasıdır.  Mesela çocuklarının ödevleri için üniversite hocasından ek süre talep etmek ya da üniversite çağındaki çocuklarına yemek ve temizlik yapmak için bir görevli aramak gibi. Çocukların yetişkinlikte bile kendi eksenleri etrafında dönmeleri, kendilerine yetmeleri gerekmediğinde, nasıl uyum sağlayacaklarını ve başa çıkacaklarını asla öğrenemeyecekler ve önlerine çıkan kaçınılmaz zorluklardan daha olumsuz etkilenecekler. 

Çocuklarınızın kaynaklara sahip olmasını geliştirmenin yolu çok basit: onların problemlerini onlar için çözmeyin. Her yıl, çocuklarınızın yaşlarına uygun zorluklarla karşı karşıya gelmesine izin vererek başlayın işe mesela garsona lavabonun nerede olduğunu sizin sormanız yerine onların sormasına izin verin, öğretmenlerine sizin sormanız için adım atmak yerine, onları ödevlerinde nerede yanlış yaptıklarını sormaları konusunda cesaretlendirin. Ayrıca onları evde daha fazla problem çözmeleri için yönlendirebilirsiniz mesela kardeşleriyle televizyon ya da bilgisayar için kavga etmesi gibi. Başka bir strateji de alternatif senaryolar için alıştırma yapabilirsiniz. Bir sorunla karşılaştıklarında ne yapacaklarını ve sorunu nasıl çözeceklerini onlara sorabilirsiniz. 

Saygı

Daha geniş bir topluma uyum için saygı esastır. Tipik olarak otorite figürlerine uygun saygı gösterilmesi ve evde ve okuldaki sosyal sözleşmeleri takip etmekle ilişkili olmasına rağmen, çocuklara saygıyı öğretmek, diğer insanların haklarını ve duygularını düşünmenin ötesine geçer. 

Eğer çocuklarınıza sürekli olarak bir ortamdaki en önemli insan olduklarını öğretirseniz saygı duyma ve çevrelerine uyum sağlama yeteneği geliştirmezler. Çocuklarınızın kazanmasını ya da zafere ulaşmasını sağlamak için durumları değiştirmek, diğer insanlar parladığında rahat olmayı öğrenemeyecekleri anlamına gelir. Bu onlara uzun süreçte zarar verecektir, ekip üyesi ya da çalışma arkadaşı olarak onları daha az çekici seçenekler haline getirecektir. 

Bu yüzden çocuklarınızın diğer insanların ihtiyaçlarına olan saygısını oluşturmaya ve onları gençlik yıllarının her anında ilgi merkezi olmayı beklememeleri konusunda cesaretlendirmeye başlamanız önemlidir. Çocuklarınıza oyunlarda sırayla oynamayı öğretin, yemek masasında konuşmanın yanı sıra başkalarını da dinlemeyi öğretin, kıt kaynakların kullanımı konusunda iş birliği yapmayı öğretin mesela kardeşleriyle televizyonu paylaşmak, son dilim pastayı veya pizzayı almakta ısrar etmemek gibi. Bu becerileri gösterdiklerinde onları övün ve sergiledikleri iğrenç, dikkat çekici davranışlara çok fazla dikkat göstermemeye dikkat edin. 

Sorumluluk

Sorumluluk, saygının bir uzantısıdır ve çocuklarınızın çevrelerindeki insanlara ve genel olarak topluma fayda sağlayacak şeyler yapmasını içerir. Halka açık bir yerde yumuşak bir sesle konuşmak veya yaşlı bir kişinin otobüse oturmasına izin vermek gibi küçük faaliyetler olabilir. Sorumluluk demek yaptığınız hataların sorumluluğunu üstlenebilmek, yanlış bir şey yaptığınızda sahiplenmek ve düzeltmek demektir.

Çocuklarınızın haklarını sorumluluklarından üstün tutup bunlara öncelik verdiğinizde, sorumluluk becerisini öğrenmelerini ve topluma katkıda bulunmanın sağlıklı yararlarını deneyimlemelerini önlersiniz. Çocuklarınıza, başkaları için yaptıklarında, başkalarının onlar için yaptıklarından daha fazla olmasa da, mutluluk olduğunu hatırlatın. 

Çocuklarınıza sorumluluk öğretmenin en etkili yollarından biri, onlara küçük yaşlardan itibaren ev işleri vermektir. Üç yaş civarı çocuklar masayı kurmaya yardımcı olabilir ve ailenin üyelerine katkıda bulunuyormuş gibi hissedebilirler. Siz bunu öğretmeye ne kadar erken başlarsanız, onlar aileye katkıda bulunmaları gerektiğini o kadar çok kabul ederler. Çocuklarınızın sorumluluk bilincini geliştirebilecek diğer yollar şunlardır: harçlıklarının birazını ya da sahip oldukları şeyleri hayır kurumlarına bağışlamaları için onları davet etmek; onlara bir evcil hayvanın ihtiyaçlarından sorumlu olma şansı sunmak (yeterince büyük olduklarını varsayarak); onlara komşulara yardım etme şansı vermek; onlara gönüllü işler yapabilmeleri için fırsat vermek. 

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, birçok modern ebeveynin çocuklarını fazladan koruduğunu, bakımını yaptığını ve onlara yardımcı olduğunu, çocuklarının becerilerini azalttığını ve refahlarına zarar verdiğini göstermektedir.

“Aşırı ebeveynlik” terimleri ebeveynliğe olan bu aşırı yaklaşımları tanımlar. Çocuklarınız için zorluklardan arınmış, “mükemmel bir çocukluk” sağlamaktan kaçınmaya çalışın. Bunun yerine çocuklarınızın yaşlarına uygun görevlerle yüzleşmesine izin verin ki böylece temel yetenekler olan dayanıklılık, öz-düzenleme, zorluklarla baş edebilmek için kaynaklara sahip olma, saygı ve sorumluluk gibi yetenekleri geliştirebilsinler. Çocuklarınızın hedefleri doğrultusunda ilerlerken ara sıra rahatsız edici duygularla yüzleşmelerine izin verin. Bu onların temel yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olacaktır. Örneğin, bunu onlar için yapmak yerine blokları üst üste dizmeyi öğrenmek gibi bir zorlukla devam etmelerine izin verin. Onların akademik başarısızlıklarıyla yüzleşmelerine izin verin ki böylece organizasyon ve öz-düzenleme becerilerini geliştirme şansları olsun.

Ayrıca okullardaki en iyi niyetle yapılan fakat öğrencileri zorluklardan ve sorumluluklardan yoksun bırakan çevre karşısında uyanık olmanız gerekmektedir. Öğretmenleri ve okulu öğrencilerin olgunluğunu ve dayanıklılığını geliştirecek görevler hazırlamaları konusunda kendi etkinizi kullanarak cesaretlendirin. 

Tabii ki, tüm çocuklar aynı mizaçla doğmaz. Bazıları diğerlerinden daha bağımsız ve yeteneklidir. Fakat çocuğunuzun becerisi eksik gibi görünse de bu sizin algılanan açığı telafi etmek için daha fazla adım atmanız gerektiği anlamına gelmez. Klinik olarak, ebeveynlerin çocuklarına küçük yaşta etiket yapıştırdıklarında, neredeyse kendi kendini gerçekleştiren kehanetler haline gelebileceklerini görüyorum. Mesela eğer ebeveynler bir çocuğu diğer kardeşlerine göre tembel olarak etiketlerlerse, o çocuğa sorumluluklarını diğer ‘organize’ kardeşlerine hatırlattıklarından daha çok hatırlatırlar. Bu durum zaman geçtikçe diğer kardeşleri daha fazla hazır ve nazır olurken o ‘tembel’ çocuğun daha az öz-düzenleme ve sorumluluk hissi geliştirmesine sebep olur. Benzer şekilde, ‘kendine güvenen’ olarak etiketlenmiş bir çocuk ebeveyn yardımı olmadan çok daha fazla zorlukla karşılaşabilir, böylece dayanıklılığını geliştirir, oysa ‘utangaç’ etiketli kardeşi aşırı korunur ve aşırı yardım görür, sonuç olarak bağımsızlığı daha da azaltılır. Buna karşı koymak için, çocuklarınızı gelişimlerinin çok erken dönemlerinde belirli özelliklere sahip oldukları şeklinde etiketlemekten kaçının. Kişiliklerini basitleştirme eğilimlerinize karşı koyun ve onlara ‘doğal’ kişilikleri olduğuna karar verdiğiniz şeyi söylememeye çalışın. Adım attığınız ve onlara yardım ettiğiniz her anın farkında olun, eylemleriniz, yetenekleri hakkında ne düşündüğünüzü onlara bildirme riski taşır, bu da onları zorluklarla yüzleşmede daha az kabiliyetli hissettirir. 

“Çim biçme makinesi ebeveynliği” yoluyla yolu yumuşatmak, çocuklarınızı yalnızca düzgün yollara hazır hale getirmeye yarar. Çocuklarınızın etrafında sürekli gezinmek, onları sadece sizin varlığınıza daha da bağımlı hale getirir. Onların en sevdiği kişi olarak, kendinize çocuklarınıza her gün yardım etmek için ne yapabileceğinizi sormayın, onların kendisine yardım etmesini sağlamaya yardım etmek için ne yapabileceğinizi sorun. Bu, onları önlerinde uzanan hayat yolculuklarının tümseklerine, çarpıklıklarına ve dönüşlerine gerçekten hazırlayacak bir ebeveynlik eylemidir.

Dr. Muttalip ALÇAY / Psikolojik Danışman

ÇOCUKLAR NEDEN SEVGİSİZ HİSSEDER?

Çocuklar içinde büyüdükleri çevredeki sözel ve sözel olmayan tüm verileri bir sünger gibi çekerek toplarlar. Sosyal öğrenme yoluyla ebeveynlerini gözlemler ve hareketlerini taklit ederler. İlk yıllarda sadece aile çevresinde bulundukları için evde öğrenilenler evrensel gerçekler olarak benimsenir. Böylece çocuk dünyada var olmayı içinde bulunduğu ilk ortam olan aile çevresi sayesinde öğrenir. Çocuğun içinde büyüdüğü çevredeki bakım evlerinin temel görevleri, çocuğun fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak, çocuğu zararlara karşı korumak, ihtiyaçları olan şefkati ve sevgiyi sağlamak ve ahlaki değerler kazanmaları konusunda rehberlik etmek olarak sıralanabilir. Bu görevlerin yerine getirilmesi sağlıklı, etkili ebeveyn tutumlarının varlığında mümkün olur.

Ebeveynlerin Tutarsız Davranışlarının Çocuğa Etkileri Nelerdir?

Ebeveynlerin tutarsız yaklaşımları çocukta belirsizlik ve güvensizlik hissi yaratır. Oyunun kuralları hiç beklenmeyen bir anda, tamamen nedensiz bir şekilde değiştiğinden dolayı çocuk sürekli yetersiz hissetmeye başlar, kontrol sürekli ebeveynlerdedir. Çocuk her davranışıyla ilgili günden güne değişen yapıcı veya yapıcı olmayan tutarsız yaklaşımlara maruz kalır. Tutarsızlık güven duygusunu zedeler, dolayısıyla güven duygusu sürekli zedelenen bir çocuk sevgi ve şefkat gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda da zorluk yaşar.

Sevgi Göstermeye Engel Durumlar Neler Olabilir?

Kendi yaşamı ve kişiliği ile ilgili çok fazla sorun yaşamayan ebeveynler çocuklarını kontrol etme ihtiyacı hissetmezler. Fakat işlevsiz yaklaşım gösteren ebeveyn veya ebeveynler yaşamla ilgili pişmanlıklarını, keşkelerini, tatminsizliklerini ve terk edilme korkularını bazen fark etmezler. Bu duyguları çocuklarının yaşantısında yani farklı bir zamanda, farklı bir kişilikte ve farklı bir durumda ele alma hatasına düşerler. Çocuklarının bağımsızlıkları söz konusu olduğunda onlar için sanki vücutlarından bir parça kopacakmışçasına sorun yaşarlar. Çocuğu bir birey olarak görmeyi zorlaştıran bu tutum aynı zamanda yalnızca ebeveynin ihtiyacına yönelik işlev gösterebilir. Dolayısıyla çocuğun temel ihtiyacı olan sevgi ve şefkat duygusu yerini ebeveynin duygusal ihtiyaçlarına bırakır.

“Keşke Hiç Doğurmasaydım Seni”
Birçok ebeveyn iyi yönetilemeyen bir kriz anında, zorlayıcı bir yaşam olayının varlığında çocuğuna olumsuz sözler söylemektedir. Bazı ebeveynler ise doğrudan ve açık bir biçimde çocuğuna kırıcı sözlerde bulunabilmektedir. Bazen bunu alaycı veya mizahi yoldan söylemek olumsuz yaklaşımı indirgeyici bir etki yaratıyor gibi gelebilmektedir ebeveynler için. Ancak tüm bu yaklaşımlar çocuğa verilen sevgiye ket vurmaktadır.

Ebeveyn Beklentileri

Mükemmeliyetçi tutuma yakın anne-babalar çocuklarının da davranışları konusunda beklentilere girerler. Çocuğun yaşamı üzerindeki beklentileri karşılandığı müddetçe mükemmel bir aile olacaklarına inanırlar. Kendilerinin kontrol edemedikleri alanlarla ilgili mükemmel olma beklentisi sonucunda çocuk başarısız olunca ailenin günah keçisi rolünü yine çocuk üstlenir. Ancak istikrar ve aile dengesini sağlama rolü ebeveynin görevidir, çocuğun böyle bir yükü üstlenmesi yine kendisine verilmesi gereken sevginin yerini alır. Çocuk hem suçlu hem başarısız hisseder.

Birçok ebeveyn fiziksel şiddetin disiplin, sınırlar ve çocuk yetiştirme konusunda etkili olduğuna inanmakta. Çocuğa fiziksel zarar veren her türlü kötü muamele fiziksel istismardır. Fiziksel istismarda bulunan ebeveynlerin birçoğu kendi içinde büyüdükleri çevrede de duygularla veya öfke duygusu ile başa çıkmanın yolunun fiziksel şiddet olduğunu maruz kalarak öğrenmişlerdir. Bu öğrenme süreci fiziksel şiddete başvurdukları anda gösterdikleri davranışları da, çocuk üzerinde yarattığı etkiyi de anlamalarını zorlaştırır. Çünkü çocuk içinde bulunduğu çevrenin normlarını benimser, anne babasına duyduğu koşulsuz sevgisi ebeveyninin davranışlarını değerlendirme olanağı vermez. Çocuk belli bir gelişim dönemine kadar suçu kendine atfeder. Dolayısıyla yetişkin yaşamına gelip bir çocuk sahibi olan ebeveyn de suçlunun çocuk olduğu, sınırları öğretmenin yolunun şiddet olduğu yanılgısına düşer. Kuşaklararası devam eden bir döngüye dönüşmesi profesyonel yardım alınmadığı müddetçe kaçınılmaz olabilmektedir.

Sevgisiz Büyümenin Yetişkinlikteki Etkisi Nedir?

Çocukken ailesinden yeterince sevgi göremeyen kişiler “sevilmeye layık değilim” gibi köklü inançlara sahip yetişkinlere dönüşebilirler. Böyle bir düşünce yapısına sahip bireyler kendine de sevgi ve şefkat göstermekte zorluk yaşar. Yaşamın getirdiği zorluklarla mücadele etmekte zorlanırlar, daha çabuk öfkeye kapılırlar. Romantik ilişkilerini veya arkadaşlık ilişkilerini yürütürken zorluklar yaşayabilmektedirler. Çocukluk yaşamında deneyimledikleri zorlayıcı duyguları yeniden deneyimlemekten kaçınabilirler, ilişkilerinde duvarlar görebilirler. Reddedilme korkusundan dolayı ilişki sürdürme konusunda isteksizlik yaşayabilirler. Kişinin, çocukken sevgi görememesine neden olan koşullar güvensiz bağlanma kalıplarının nesiller boyu sürmesine sebep olabilir. Bu ve benzeri konularda duygusal zorluklar yaşıyor, günlük yaşamınızda aksamalar fark ediyorsanız profesyonel destek (psikolog, psikolojik danışman) almaya ihtiyaç duyuyor olabilirsiniz.

YANKI PSİKOLOJİ

Çocuklarda Duygu Düzenleme/Regülasyon

Her bebek doğumla birlikte kendine özel kalıtımsal, fizyolojik ve duygusal özellikleri ile birlikte doğarlar. Duygusal anlamda her uyarı bebeğe anne karnında iken gitmeye başlar. Beyninin sağ bölümü çok daha hızlı gelişme gösterebilir. Doğumla birlikte çocukluk çağına doğru ilerlemelerde duygularını düzenleme becerileri açısından gelişim arttıkça artar. Duygu regülasyonu içsel konuşma ya da davranışlar olarak tanımlanabilir. Bu sebeple 0-3 yaş dönemi çok daha önem taşır. Çünkü bu dönem davranışlar, tepkiler, ihtiyaçlar dönemidir. Çocuğun bu dönemde yaşadığı herhangi bir olumsuz durum kendisini sakinleştirmek eğilimine doğru ilerleyecektir.

Duygularınızı üretken yollarla kontrol etmenize ve ifade etmenize olanak tanıyan beceriler geliştirmek birçok nedenden dolayı önemlidir. Duygusal düzenleme becerileri sağlıklı bir zihin, beden ve ruha katkıda bulunur.

Duygusal Düzenleme Nedir?

Duygusal düzenleme, bir kişinin bir duyguyu veya bir dizi duyguyu izleme ve yönetme yeteneğidir. Duygusal düzenleme, bir duygu oluşmadan önce, bir duygu aktif olarak gelişirken veya oluşup işlendikten sonra gerçekleşebilir. Duyguları tanımlayıp anlayabilmek, duyguları düzenlemenin ilk adımlarıdır, Dış bağlantı, çocukların yaşamları boyunca geliştirmeye devam edecekleri bir yetenektir. Duygusal düzenleme, çocukların bağımsızlık, öz disiplin, kişilerarası beceriler ve duygusal zeka geliştirmelerine yardımcı olur. Duygusal düzenleme ve dış bağlantı ayrıca çocukların başkalarıyla olan ilişkilerinin anlamını anlamalarına, zihinsel direnç geliştirmelerine ve kimliklerini oluşturmalarına yardımcı olur.

Duygusal düzenleme becerileri, çocukların ve her yaştan insanın duygusal tepkilerini kontrol etmesine yardımcı olur. Bu araçları küçük yaşta öğrenen çocuklar, zor duyguları üstlenmek ve hayatın zorluklarının üstesinden başarıyla geçmek için daha donanımlıdır. Diğer beceriler gibi, çocukların da biraz araştırma yapması ve kendileri için en iyi olanı belirlemesi gerekecektir. İşte çocukların “duygusal alet çantalarına” ekleyebilecekleri birkaç beceri.

Duyguya Bir İsim Verin

“Ehlileştirmek için adlandırmanız gerekir” ifadesini duymuş olabilirsiniz. Size nasıl hissettiklerini tanıyan ve anlatabilen çocuklar, bu duyguları daha iyi yönetebilir ve ihtiyaç duyduklarında doğru türde yardımı alırlar. Ebeveynler, farklı duygularını anlamalarına ve ifade etmelerine yardımcı olacak duygusal bir duygu sözcük dağarcığı oluşturmak için küçük çocuklarıyla birlikte çalışabilirler. Bu beceri zor olabilir, ancak çocuğunuzun nasıl hissettiğini anlamak, zor zamanları atlatmalarına yardımcı olmak için çok önemlidir. Çocuğunuzun biraz daha fazla desteğe ihtiyacı varsa, ona doldurabilecekleri boşluklar içeren bir cümle vermeyi deneyin (örneğin “_______ iken _______ hissediyorum”). Bir duygu ölçer kullanmak, çocukların nasıl hissettiklerini belirlemelerine ve duygu düzenlemeyi iyileştirmelerine de yardımcı olabilir.

Vücudunuza Dikkat Edin

Çocuklar ayrıca vücutlarına uyum sağlamaya ve belirli duygulara eşlik eden fiziksel hisleri fark etmeye çalışabilirler. Öz farkındalık pratiği yapmak, çocukların duygularımızın bedenlerimizi ve zihin-beden bağlantısını nasıl etkilediğini anlamalarını geliştirecektir. Bazen, sadece nasıl hissettiğinizi fark etmek, kendi kendini düzenleme ile onu geride bırakmak için yeterlidir. Bu vücut haritası, çocukların vücutlarının neresinde “sıcak” ve “soğuk” duygular hissettiklerini göstermenin eğlenceli bir yoludur.

Duraklatın

Çocuklar, zor duygulara tepki vermeden önce iç duraklatma düğmesine basmayı öğrenebilirler. Tıpkı bir film izlerken duraklat düğmesine basmanız gibi. Bu başa çıkma becerisi, öfke nöbetlerini önleyebilir ve çocukların kendi kendini kontrol etmesine yardımcı olabilir. Bir duygu ile tepki arasına boşluk koymak, çocuklara duygusal durumlarını etkileme ve sonra ne olacağına karar verme fırsatı verir. Belki şimdi duyguyu yeniden gözden geçirmek için bir başa çıkma stratejisi veya düzenleme stratejisi kullanmanın tam zamanıdır.

Bir Başa Çıkma Stratejisi veya Gevşeme Tekniği Kullanın

Erimelere neden olabilecek yoğun duygular hissederken, derin nefesler ve gevşeme teknikleri gibi başa çıkma stratejileri duygusal kontrolümüzde bize yardımcı olur.

Kişisel Bakım

Öz bakım, sağlıklı ve dengeli kalmak için düzenli olarak yaptığımız şeyleri temsil eder. Elimizden gelenin en iyisini yaptığımızda, duygularımızın kontrolünü elimizde tutmak çok daha kolaydır. Unutmayın, çocuklar rol modellerinden olaylarla nasıl başa çıkacakları hakkında çok şey öğrenirler. Kendi öz bakımınıza ve akıl sağlığınıza öncelik verirseniz, bu harika bir örnek oluşturur. Çocuğunuzun kendisini mutlu ve enerji dolu hissetmesini sağlayacak şeylerin bir listesini hazırlamasını sağlayın. Size neyin neşe getirdiğini bilmek, olumsuz duyguları nasıl yöneteceğinizi bilmek kadar aynı derecede önemlidir.

Çocuk Davranışları Sorun Mudur, Tepki Midir

Çocuğun her davranışı bir sorun değil, aslında o soruna karşı kendince verdiği bir tepkidir. Çocuk eğer saldırgansa ya da çok utangaçsa bu beyninde bir stres olduğunun göstergesi olup dışavurumu da bu şekilde olur. Çocuk eğer fiziksel olarak bir gerilim yaşadıysa yine saldırı haline geçebilir ya da aksine kendine kapanır. Bu durumda mutlaka çocuğun yatıştırılması gereken durumdur, ihtiyaç halindedir.

Bazı çocuklarda tepki göstermeler çok fazla olabilir. Sesten, ışıktan hatta kokuya karşı bile tepki gösterirler .Öfke nöbetlerine girerler, yoğun bir stres nöbeti geçirirler, aşırı irkilmeler yaşarlar. Bu tepkili hallerinde sakinleştirilme ihtiyacı hissederler. Bazen bu ihtiyacı bazıları kabullenirken bazıları reddetme olarak tepkilendirirler; ancak yapılması gereken çocuğun bu durumda yalnız bırakılmamasıdır. İletişim şarttır. Çocukta duygular düzenlenmezse, yaşadığı sorunları nasıl çözeceğini bilemezse ; ileride çok daha ciddi problemlerle karşı karşıya kalır. Zira bu tepkiler ebeveynlerine kısa mesajlardır.

Çocukların Duygularını Düzenlemede Nasıl Yardımcı Olunur

Çocukların duygularını düzenlemede yardımcı olacak yöntemler vardır. Bunların temeli sevgi ve şefkatten geçer. Bu da fiziksel temas, sarılmak, ona şarkı söylemek, sakin bir ses tonu ile yanında olmak, duygularını ifade etmesine izin vermek, duyguları ona yansıtabilmek ile sağlanabilir.

Duygu regülasyonu çocuğun kendi başına zorlandığı bir durumla ya da duyguyla baş etmeye çalışması esnasında verdiği bedensel ya da davranışsal tepkilerdir. Bebeklik zamanlarında sakinleşmeleri için yalancı emzik, anne kucağı kullanılabilirken; çocukluk çağı olunca onun içsel dünyasına inebilme sağlanmalıdır. Çocuklar kendi duygularını tanımayı öğrenmelidir, öğretilmelidir. Çocuğa yaşadığı her durumda olumsuz bir duygu yaşanmışlığı olsa bile duygular bastırılmadan tam anlamı ile öğretilmelidir. Böylelikle bastırmaması gerektiğinin bilincine varacaktır. Unutulmaması gereken duygular kontrol edilemez, geçici durumlardır. Bir çocuk ile iletişimde bu mesaj her zaman sevgi ve şefkat kapsamında en doğal şekliyle sürdürülmelidir.

HAYAT & PSİKOLOJİ

Ebeveynlik Stilleri Nelerdir?

Diana Baumrind (1977, 2012) dört tane ebeveynlik stili tanımlıyor. Bunlar sırasıyla; otoriter, demokratik, izin verici ve ihmalkâr ebeveynlik stilidir. Baumrind ebeveynlerin ne cezalandırıcı ne de mesafeli olmasını doğru bulmuyor aksine ebeveynlerin çocuklarına karşı yeri geldiğinde kurallar koyabilmelerinin yeri geldiğinde de çocuklarına şefkatli bir biçimde yaklaşmalarının doğru olduğunu savunuyor. Baumrind’in dört ebeveynlik sitilini inceleyelim.

  1. Otoriter ebeveynlik: Bu tutuma sahip bir ebeveyn çocuğunun üzerinde bir hakimiyet kurmak ister ve çocuğuna katı kurallar koyar. Koyduğu katı kuralların çocuk tarafından sorgulanmasını istemez. İletişim ebeveynden çocuğa olacak şekilde tek yönlüdür. Ayrıca otoriter ebeveynlik stilini uygulayan ailelerin cezalandırıcı yöntemler kullandığı da görülmektedir. Yapılan çalışmalar otoriter ebeveynlik stilinin çocukların dışsallaştırma (örneğin, dışa vurma, yüksek düzeyde saldırganlık) sorunlarıyla bağlantılı olduğunu göstermektedir.
  2. Demokratik ebeveynlik: Ebeveynlik stilleri arasında en sağlıklı ve doğru ebeveynlik tutumunun demokratik ebeveynlik olduğu bilinmektedir. Aynı otoriter ebeveynlik stilindeki gibi ebeveyn çocuğa kurallar ve sınırlar koyar. Fakat otoriter ebeveynden farklı olarak bu kural ve sınırların çocuğa neden konulduğunu anlatırlar ve çocuklar bu kurallarla ilgili konuşurlar. En önemlisi de ebeveyn çocuğu ile iletişim kurmaya çalışır, çocuklarının düşünce, duygu ve görüşlerini dinler ve dikkate alırlar. Demokratik ebeveynler çocukları olumlu bir davranış yaptıkları zaman onları tebrik eder olumsuz bir davranış yaptığında ise çocuk ile konuşarak rehberlik sağlarlar. Yapılan çalışmalar demokratik ebeveynlik sitilinin çocuklar üzerinde olumlu gelişimsel sonuçlar verdiğini göstermektedir.
  3. İzin verici ebeveynlik: Bu tutuma sahip ebeveynler çocuklarından çok az istek de bulunurlar ve neredeyse hiç kontrol etmezler. Çocuklarıyla iletişim kursalar da onlara rehberlik etmezler. Çocuklarıyla daha çok arkadaş gibilerdir bu yüzden onların isteklerini reddetmekte zorlanır ve boyun eğerler. Son yıllarda yapılan çalışmalar izin verici ebeveynlik stilini uygulayan ailelerin çocuklarının davranışlarını kontrol etmekte zorlandıklarını göstermektedir.
  4. İhmalkâr ebeveynlik: Bu tutuma sahip ebeveynler çocuklarına karşı ilgisiz ve sorumsuzlardır. Ebeveyn çocuğa çok az bakım, rehberlik ve dikkat sunar. Çocuklarının ihtiyaçlarına kayıtsız davranırlar ve çocuğun başının çaresine kendisinin bakmasını beklerler. Yapılan çalışmalar ihmalkâr ebeveynlik stilini uygulayan ailelerin çocuklarının öz denetiminin zayıf ve sosyal açıdan yetersiz olma eğiliminde olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak, yaşamın ilk yıllarında ebeveynle kurulan bağ çok önemlidir. Ebeveynin çocuğu ile kurduğu ilişki çocuğun kişilik özelliklerinin şekillenmesinde etkilidir. Bu yüzden ebeveynlerin çocuklarıyla oyun oynanması, destekleyici ve sıcak bir iletişim kurması büyük bir önem taşımaktadır.

Psk. Elif Sıla Sorgeç 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Ebeveyn Duygu Sosyalleştirme Stratejileri ve Erken Çocukluk Dönemi

Gelişim süreci, fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal alanların belli bir düzen içinde büyümesini ifade eder ve bu süreç insan yaşamı boyunca devam eder (Maggi ve ark., 2010). İnsan yaşamının 0-8 yaş arasındaki geçirdiği süreç erken çocukluk dönemi olarak tanımlanmaktadır (World Health Organization [WHO], 2012). Yaşamın ilk yılları, kişinin hayatı boyunca sahip olacağı özelliklerini etkilediği için erken çocukluk dönemi kritik bir önem taşımaktadır (Baker ve ark., 2011). Pratt ve arkadaşlarına göre (1992), bir çocuğun duygusal, sosyal gelişiminin ve kişiliğinin şekillenmesindeki en önemli dönem erken çocukluk dönemidir. Bu dönemde çocukların en çok vakit geçirdiği kişi ebeveynleridir, bu sebeple ebeveynlerin davranışları çocuklara rol model olur. Bu yüzden ebeveynleri ile kurdukları ilişki ve onların davranışları çocukların gelişiminde önemli bir etkiye sahiptir (Darling ve Steinberg, 1993). Çocuk ebeveynleriyle en fazla iletişimi erken çocukluk döneminde kurduğu için bu dönemde ebeveyn çocuk ilişkisinin diğer gelişim dönemlerine göre çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Çocukların günlük yaşamda deneyimledikleri duygular çok önemlidir ve bu duygular üzerinde ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkinin önemli bir etkisi vardır. Çocuklar yaşadıkları duyguları adlandırabilirler fakat bu duygular ile nasıl başa çıkacaklarını bilemezler (Cole ve ark., 2008). Ebeveynler bu dönemde çocuklara en yakın olan kişilerdir bu yüzden duygularla nasıl baş çıkacakları konusunda çocuklara destekleyici olmalıdırlar. Denham’a göre (2007), ebeveynlerin çocuklarının duyguları hakkında bilgi sahibi olması ve onları anlamlandırmasına yardımcı olması, çocukların duygu yönetimine yardımcı olur. Duygu sosyalleştirme (emotional socialization), ebeveynlerin bilinçli ya da bilinçsiz olarak çocuklarına duyguları hakkında bilgi vermeleri ve bu duygularla nasıl başa çıkacakları konusunda çocuğa rehberlik etmeleridir (Gottman ve ark., 1996). Ebeveynin, çocuğun olumsuz bir deneyimine tepki olarak gösterdiği davranış ve iletişim, ebeveyn duygu sosyalleştirme olarak tanımlanmaktadır (Eisenberg ve ark., 1999). Literatür incelendiğinde ebeveyn duygu sosyalleştirme stratejilerinin olumlu/destekleyici tepkiler ve olumsuz/destekleyici olmayan tepkiler olarak ikiye ayrıldığı görülmektedir. Üç tane olumlu duygu sosyalleştirme stratejisi vardır bunlar sırasıyla; çocuğun duygularını teşvik etme, çocuğa yardım etmeyi içeren problem odaklı tepkiler ve çocuğu rahatlatmayı içeren duygu odaklı ebeveyn tepkileridir (Eisenberg ve ark., 2001). Birincisi çocuğun duygularını teşvik etmektir, ebeveynin çocuğu yaşadığı duyguyu ifade etmesi için cesaretlendirmesi ve desteklemesidir (Eisenberg ve Fabes, 1994). Buna örnek olarak çocuk okulda arkadaşları ile kavga ettikten sonra ebeveynin çocuğa kavganın sebebi neydi, kavga sırasında nasıl hissettiniz gibi sorular sorması ve bu duyguları çocukla beraber konuşması verilebilir. Diğer bir olumlu strateji ise, ebeveynin çocuğun sıkıntı yaşamasına neden olan durumu ortadan kaldırmaya veya önlemeye çalıştığı problem odaklı tepkilerdir (Fabes ve ark., 1990). Son olumlu strateji ise duygu odaklı tepkileridir, bu durumda ebeveyn, çocuğun yaşadığı olumsuz duygudan sonra çocuğu iyi hissettirecek davranışlarda bulunmasıdır (Eisenberg ve Fabes, 1994). Olumsuz duygu sosyalleştirme stratejileri tıpkı olumlular gibi üç tanedir. Olumsuz duygu sosyalleştirme stratejileri; cezalandırma, çocuğun duygusunu küçümseme ve çocuğun olumsuz duygusuna endişe ile tepki verme olarak sınıflandırılır (Mirable ve ark., 2009). Olumsuz stratejilerden cezalandırma, ebeveynin çocuğun duygusal tepkisine sözlü veya fiziksel olarak tepki verdiği cezadır (Fabes ve ark., 1990). Bir diğer olumsuz duygu sosyalleştirme stratejisi ise çocuğun duygusunu küçümseme tepkisidir. Bu stratejide ebeveynin çocuğun yaşadığı olumsuz duyguyu daha az önemsediğini göstermesidir (Eisenberg ve Fabes, 1994). Örnek olarak çocuğun duygusal tepkisine ebeveynin görmezden gelmesi gösterilebilir. Son olarak, diğer bir olumsuz strateji çocuğun olumsuz duygusuna endişe ile tepki vermedir. Bu durumda ebeveyn, çocuğun yaşadığı olumsuz duygudan olumsuz etkilenir (Fabes ve diğerleri, 1990). Bir ebeveyn çocuğunun duyguları hakkında endişelendiğinde bu endişesini sözel olarak veya mimikleri ile çocuğa yansıttığı durumlar çocuğun olumsuz duygusuna endişe ile tepki verme stratejisine örnek olarak gösterilebilir. Ebeveynlerin bu tür olumsuz duygu sosyalleştirme tepkileri, çocukların duygularını ifade etmesini engelleyebilmekte ve en önemlisi ebeveynin çocuğun olumsuz duygu yaşamasına neden olan uyaranlara dikkat etmesini zorlaştırabilmektedir (Fabes ve ark., 2001). Çocuğun duygusal deneyimlerini yönetebilmesi, hedeflerine ulaşması için duygularını etkili bir şekilde kullanmayı öğrenmesine yardımcı olmada ebeveyn duygu sosyalleştirmesi merkezi bir rol oynar. Ayrıca olumlu ebeveyn duygu sosyalleştirme stratejileri, çocukların duygularını ifade etme ve düzenleme becerilerini, onların toplum yanlısı davranışlarını geliştirmelerine yardımcı olarak temel becerileri kazanmalarını sağlar (Havighurst ve ark., 2009).

Sonuç olarak, ebeveyn ve çocuk birbiri ile etkileşim halindendir. Özellikle de erken çocukluk döneminde ebeveynin çocuk üzerindeki etkisi oldukça büyüktür. Bu nedenle ebeveyn duygu sosyalleştirmesi, çocukların duygularını ifade edebilmeleri ve duygularla baş edebilmeleri üzerinde kritik bir öneme sahiptir. Ebeveynlerin çocukları ile duyguları hakkında konuşması, çocuğun karşısındaki kişinin duygularını anlama ve empati kurma becerisini artırır. Bu becerilerin geliştirilmesi çocuğun yetişkinlik döneminde duygu kontrollünü yapabilmesine yardımcı olacaktır. Eğer ebeveyn olumlu duygu sosyalleştirme stratejilerini uygulamayı öğrenirse çocuğun duyguları ile başa çıkması kolaylaşır.

Psk. Elif Sıla Sorgeç 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Dikkat Eksikliği Olan Çocuğun Özellikleri Nelerdir?

Dikkat sorunları kaygı, üzüntü, sıkıntı, yorgunluk, uykusuzluk, açlık, motivasyon düşüklüğü gibi birçok durumdan ortaya çıkabilir. Çeşitli psikiyatrik bozukluklarda da dikkat sorunlarına rastlanabilir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocuğun ise ayırıcı özellikleri vardır. Bu çocuklarda belirtiler 12 yaşından önce, yani genelde ilkokul döneminde bazen de daha önce başlamış olur. Dikkat eksikliği belirtilerine sıklıkla hiperaktivite yani aşırı hareketlilik ve dürtüsellik belirtileri eşlik eder.

Dikkat eksikliği olan çocuklar sadece ders sırasında dikkat sorunu yaşamazlar, günlük yaşamlarında da unutkan ve dikkatsizlerdir. Çoğu çocuk dağınık, düzensiz ve iyi oraganize olamayan, kendi işlerini düzenleyemeyen kişilerdir. Dinlemiyormuş gibi görünürler. Dikkat gerektiren rutin işlerden çok sıkılır ve kaçınırlar. Dikkatsizlik yüzünden basit hatalar yaparlar. Dikkatleri kolay dağılır ve bir kere dağılınca da kolay kolay geri toplanmaz. Bu çocuklar zaman zaman sanki hayal aleminde gibidir ve bu durum arkadaşları ile ilişki sorunlarına yol açabilir. DEHB tanısı koyulabilmesi için, saydığımız bu belirtilerden altı veya daha fazlasının bir arada bulunması ve bu sorunun en az altı aydır sürüyor olması gereklidir. Sorunlar sadece tek bir ortamda görülmemeli, yani sadece ev veya sadece okulda sorun varsa bu tanı koyulmamalıdır.

Sözünü ettiğimiz belirtiler kişinin hayatını belirgin olarak olumsuz bir şekilde etkilemeli, akademik, sosyal, mesleki, ilişkisel sorunlara yol açıyor olmalıdır.

Dikkat dağınıklığı tedavisi nasıl yapılır?

Dikkat dağınıklığı tedavisi altta yatan duruma göre düzenlenmelidir.

Kaygı, depresyon, uyku sorunları tedavi edilirse bunlara bağlı olan dikkat sorunları da düzelir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğundaki dikkat dağınıklığı ise ilaç tedavisi olmadan genelde düzelmez. Ancak, çok iyi motivasyon sağlanabilen, çocuğun birebir eğitim aldığı veya öğretmeni ile çok iyi ilişki kurduğu durumlarda dikkat sorunları azalabilir. Bu yüzden, çoğu olgunun ilaç tedavisine ihtiyacı vardır.

DEHB’deki dikkat sorunlarının tedavisinde temelde iki grup ilaç öncelikle tercih edilir. Bunlar uyarıcılar ve atomoksetindir. Uyarıcılar, beyinde dikkat, ödül ve motivasyon ile ilişkili olan dopamin isimli maddeyi arttırırlar. Türkiye’de uyarıcı grubundan sadece metilfenidat etken maddesi bulunmaktadır. Piyasada kısa ve uzun etkili Ritalin, Concerta, Medikinet ve diğer uyarıcı ilaçlara psikiyatri veya çocuk/ergen psikiyatrisi uzmanlarından alınan reçetelerle ulaşılabilmektedir. Kısa etkili ilaçların etkisi 4-5, uzun etkili olan ilaçların ise 10-12 saate kadar sürer. Uyarıcıların etkisi o gün içinde hızlı bir şekilde başlar. Bu ilaçların en sık görülen yan etkileri uykusuzluk ve iştahsızlıktır. İlaçlar kaygıyı, takıntıları, tikleri ve diğer tekrarlayıcı davranışları arttırabilir fakat bu yan etkiler genelde ilacın etkisinin bitmesi ile kaybolur. Uyarıcılar dikkat dağınıklığının tedavisinde en etkili ilaçlardır.

Alternatif olarak kullanılan diğer ilaçlardan birisi atomoksetindir. Atomoksetinin etkisinin çıkması haftalar sürer ve etkinliği uyarıcılara kıyasla daha düşüktür. Bu ilaçların etkisinin tüm gün sürmesi, ve kaygıya neden olmaması avantajlarıdır.

DEHB Tedavisi Ne Kadar Sürer?

DEHB tedavisinin süresi bireyin şikayetlerine ve yaşadığı güçlüklere göre belirlenir. Genel olarak olguların büyük çoğunluğunda ilkokul döneminde tedavi ihtiyacı devam eder. Hiperaktivite yani aşırı hareketlilik belirtileri yaşla kendiliğinden azalma eğilimindedir. Bu nedenle ön planda dikkat sorunları olan çocukların tedavileri hiperaktivitenin daha belirgin olduğu çocuklara göre daha uzun süre devam edebilir. Yetişkinlikle beraber olguların yaklaşık yarısında belirtiler tanı almayacak düzeye doğru azalır. Ancak özellikle yarışmacı sınavların olduğu 8. ve 12. sınıfta dikkat sorunları tekrar belirginleşebilir ve tedavi ihtiyacı tekrar ortaya çıkabilir.

Dikkat Eksikliği Kaç Yaşına Kadar Devam Eder?

DEHB olgularının yaklaşık yarısında yetişkinlikte belirtiler kaybolur. Ancak aşırı hareketlilik belirtileri yaşla daha belirgin azalırken, dikkat sorunları yetişkinlikte daha fazla devam etme eğilimindedir. Tüm yetişkinlerde yaklaşık %2,5 oranında DEHB belirtileri görülür.

Yetişkinlerde Dikkat Eksikliği Tedavisi Ne Kadar Sürer?

Yetişkinlerde dikkat eksikliği tedavisinin süresi belirtilerin şiddetine ve kişinin hayatını etkileme durumuna göre devam eder. Belirtilerin kişinin hayatı üzerine olan etkisi birçok çevresel değişkene de bağlıdır. Örneğin, bazı mesleklere sahip kişiler dikkatli olmak ve iyi konsantre olmak zorundadırlar. Unutkanlık, dağınıklık, iyi organize olamama mesleki sorunlara yol açabilir. Yetişkinlerde dikkat eksikliği sosyal ilişkileri de olumsuz etkileyebilir. Özellikle yakın ilişkilerde kişinin iyi dinlemiyor gibi görünmesi, unutkanlığı diğer insanlarda umursanmadıkları düşüncesine ve öfkeye neden olabilir. Tedavinin süresi belirlenirken diğer önemli bir unsur da yan etkilerdir. Tedavide ilk seçenek olan uyarıcı ilaçlar çocuklardan farklı olarak yetişkinlerde kardiyolojik sorunlara neden olabilir ve diğer ilaç tedavileri ile etkileşime girebilir.

DEHBli Ünlüler

DEHB olduğunu ifade eden ünlüler arasında Michael Phelps, Justin Timberlake, Paris Hilton yer almaktadır. Yetişkinlerdeki sıklığın yaklaşık %2,5 olduğu düşünüldüğünde tanıdığımız daha birçok kişide DEHB olmasını beklemek yerinde olacaktır.

Prof. Dr. Özgür Öner – Çocuk ve Ergen Psikiyatristi – Psikoterapist

Disleksi Nedir? Disleksi Belirtileri ve Tedavisi

Disleksi ne demek? Dyslexia nedir?

Disleksi (İngilizce dyslexia) zekâ gelişiminde sorun olmayan bir kişide okuma ve okuduğunu anlama becerilerinin beklenenden belirgin olarak geri olması durumudur.

Tanı konabilmesi için:

  • Kişide zihinsel gelişme geriliği olmaması,
  • Okumadaki sorunun görme ve işitme bozukluklarına bağlı olmaması,
  • Kişinin yeterli süre ve kalitede eğitime ulaşabiliyor olması,
  • Okuma sorunlarının var olan duygusal ve davranışsal bozukluklar ile açıklanamıyor olması,
  • 6 ay süreyle okuma geliştirmeye yönelik bir müdahale yapılmasına rağmen durumun düzelmemesi gereklidir.

Yani disleksi okuma sorunu olan bir kişide olası diğer nedenlerin ekarte edilmesi ile tanınır.

Disleksi belirtileri nelerdir?

Bazen bu soru “Disleksi hastalığı belirtileri nelerdir?” şeklinde de soruluyor ancak disleksi bir hastalık değil bir bozukluktur. Tıp literatüründe hastalık terimi nedeni bilinen durumlar için kullanılır ancak disleksinin nedeni tam olarak bilinmemektedir.

Disleksinin ana belirtileri:

  • Okuyamama,
  • Yavaş okuma,
  • Yanlış okuma,
  • Okurken atlama,
  • Okuduğunu anlayamamadır.

Disleksi zekâ geriliği midir?

Hayır. Disleksi tanısı konabilmesi için kişide zekâ geriliği olmaması gereklidir. Disleksideki sorun okumayla sınırlıdır. Genelde disleksisi olan çocuklar kendilerine bir şey okunduğunda beklenen düzeyde anlayabilirler. Kavramlarla, yargılamayla ilgili sorun yaşamazlar. Çoğu disleksisi olan çocuğun matematik öğrenmekle ilgili bir güçlüğü de olmaz.

Kaç çeşit disleksi vardır?

Disleksi temelde iki nedenden kaynaklanır.

Olguların büyük kısmında sorun “fonolojik farkındalık” alanındadır. Yani çocuk seslerle harfler arasındaki ilişkiyi kuramaz. Okuma, hepimizin bildiği gibi insanlar tarafından son 5000 yıl içinde icat edilmiş bir durumdur. Yani beyinin doğal bir işlevi değildir. Bu nedenle yazı, yani harfler ve kelimeler beyinin doğal işlevi olan konuşmaya yani sese çevrilerek çözülür. Bu çevrim yapılamadığında okuma çok zorlaşır.

İkinci neden ise bazı çocukların kelimeleri görsel belleğe atamamasıdır. Hızlı okuma için bir kelime görüldüğünde o kelimeye eşlik eden ses, anlam ve görüntü bir arada bellekten hızlıca geri gelmelidir. Disleksisi olan çocukların ufak bir kısmında bu bellekten geri getirme sürecinde sorun vardır.

Disleksi mi otizm mi?

Otizmi olanlarda disleksi daha sık görülür. Her iki bozukluk da erkeklerde daha sıktır. Her iki bozukluk da sıklıkla dikkat eksikliği ve hiperaktivite ile görülür. Ancak disleksi ve otizm çok farklı ve karışması pek mümkün olmayan durumlardır. Otizm, kişinin sosyal ilişki ve iletişim kurmakta zorluk çektiği; tekrarlayıcı hareketleri, kısıtlı ilgi alanları ve duyusal anormalliklerinin olabildiği bir bozukluktur. Disleksisi olan çocuklarda bu düzeyde bir sosyal ilişki ve iletişim sorunu görülmez. Ana belirti, çocuğun zekasında sorun olmamasına rağmen beklenen düzeyde okuyamamasıdır.

Disleksi zamanla geçer mi?

Disleksisi olan bireylerde okuma zamanla daha iyi hale gelse de olguların önemli bir kısmında okuma ile ilgili sorunlar ömür boyu çeşitli düzeylerde devam edebilir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de disleksisi olan bireylerin okumaya karşı isteksiz olmalarıdır. Yeterli pratiği yapamamaları nedeniyle iyi okuyan bireylerle aralarındaki fark zamanla daha da açılabilir.

Disleksi tehlikeli midir?

Disleksi, kişinin hayatını çok olumsuz etkileyebilir ancak “tehlikeli” bir durum değildir. Disleksisi olan bireyler hem akademik hem de duygusal olarak daha fazla sorun yaşarlar.

Disleksi tanısı kim koyar?

Disleksi tanısı bir çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanı tarafından konmalıdır. Tanı diğer olası durumların elenmesi ile konulur. Matematiği iyi olan bir çocukta okuma ile müdahaleye rağmen düzelmeyen bir okuma güçlüğü varsa akla ilk olarak disleksi gelmelidir. Disleksi tanısı için okuma düzeyinin ve okumada yaşanan güçlüğün ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmesi gereklidir. Zekâ ve bilişsel gelişim ile ilgili bir şüphe yoksa her olguda IQ testi ve ayrıntılı nöropsikolojik testler yapılması gerekmez. Tanı için EEG, MR gibi tetkikler anlamlı değildir.

Disleksi tedavisi nasıl yapılır?

Disleksi tedavisi için önce altta yatan neden bulunmalıdır. Olguların çoğunda seslerle harfleri birleştirmekte güçlük vardır. Bu güçlüğün yenilmesi için çocuğun seslerle ilgili egzersizler yapması ve belli şekillerde okuması gereklidir. Bir kelime yaklaşık 5 kere doğru okunmadan uzun süreli belleğe istenen şekilde atılamaz. Bu nedenle uygun yöntemle ve çok tekrarla çalışılması gereklidir. Okumada geciken ama disleksi olmayan birçok çocuk kendi okullarında küçük gruplar halinde ve daha yoğun bir şekilde çalıştırıldıklarında belirgin gelişme gösterirler.

Prof. Dr. Özgür Öner 

Okul Döneminde Çocukları ve Aileleri Bekleyen “Tehlikeler”

Okulların açılmasından bu yana yaklaşık bir ay geçti. Okul dönemi çocuk ve gençlerin çoğu için sorunsuz geçecek, ama bazı öğrenciler ve aileler zorlandığı durumlar olabilecek. Öğrencileri ve aileleri bekleyen “tehlikeler” neler?

Dikkat Sorunları:

Birçok öğrencinin kendisi, aileleri veya öğretmenleri dikkat sorunlarından yakınacak. Birçok çocuk ve genç Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı alacak. Tabii her zaman ki gibi bu tanıların önemli bir kısmı yanlış olacak. Neden? Çünkü dikkat sorunları pek çok durumda görülür. Öğrenme sorunları, motivasyon düşüklüğü, kaygı, sınıf idaresindeki sorunlar gibi sık rastlanan durumlar ele alınmadığı zaman tanı çok kolay konuyor ve gereksiz tedaviler başlanıyor.

Sosyal sorunlar:

Okul, birçok öğrenci için bir kaygı ve mutsuzluk kaynağı. Bunun nedeni de arkadaşsızlık, arkadaşlar tarafından reddedilme, görmezden gelinme veya zorbalığa uğrama. Bu durumların önemli bir kısmı da gözden kaçıyor ve motivasyon sorunlarına, akademik başarısızlığa, okula gitmek istememeye, kaygı ve depresif duygulara yol açıyor. Hiperaktivitenin tersine bunların gözlemlenmesi de kolay değil ve çocuklar da sosyal sorunlardan utandıkları için aileleri ile bu durumu paylaşmıyorlar.

Performans kaygısı:

Öğrenciler beklentiler karşısında bunalıyor. Beklentiler sadece okul ve aile kaynaklı değil, çocuk ve gençlerin kendileri de çok yüksek bir çita koyabiliyorlar. Bu beklentilerin karşılanmaması olasılığı yoğun bir kaygıya, yorgunluğa, uykusuzluğa, motivasyon sorunlarına neden olabiliyor.

Motivasyon sorunları:

Çocuğun başarı beklentisinin düşük olması motivasyon sorunlarının ana kaynağı. Ayrıca çalışmanın sonuçlarının ancak uzun sürede alınması ama ders yerine yapılabilecek eğlenceli şeylerin kolay ulaşılması ve hemen sonuç vermesi de dikkat dağıtıcı bir etken. Bu nedenle, birçok aile ile öğrenciler arasında bilgisayar oyunları, telefon kullanımı, sosyal medya ile ilgili tartışmalar çıkacak.

Okul-aile ilişkileri:

Beklentilerin açık ve bazen de gerçekçi olmaması okul, öğretmenler ve aileler arasında ciddi sorunlara yol açabiliyor. Bu durum da, dolaylı olarak öğrencileri etkiliyor. Kendi arasında sorun yaşayan yetişkinler, yetişkin gibi davranmayı unutuyorlar bazen ve sorunlarını çocuk üzerinden çözmeye çalışıyorlar.

Peki bu tehlikelerle nasıl başa çıkılacak?

Tabii ki, her zamanki formülümle. Yani sakin kalarak, durumu anlamadan acele etmeyerek, çocuğa ve diğer taraflara yargılayıcı olmadan bol bol soru sorarak, sonra da öğrencinin de katılımı ile bir plan yaparak. Bunların yetmediği yerlerde de uzman desteği gerekiyor tabii. Ama benim tavsiyem, önce sağlam kaynaklardan biraz okuma yaparak uğraşılan durumla ilgili bilgi edinmek.

Herkese mutlu bir eğitim/öğretim yılı diliyorum!

Prof. Dr. Özgür Öner – Çocuk ve Ergen Psikiyatristi – Psikoterapist

Aşağıda Amerikan Pediatri Derneği’ne (AAP) ait sağlık ve güvenlikle ilgili önerileri görebilirsiniz.

İlk Günü Kolaylaştırmak

  • Ebeveynler yardım istemek için okulun ilk gününe kadar beklemelerine gerek olmadığını hatırlamalıdır. Okullar yaz boyunca, ebeveynlerin ve çocukların sahip olabileceği soruları, çocuğun özel ihtiyaçları ile ilgili olanlar da dahil olmak üzere, gidermeye açıktır. Yardım almak için en uygun zaman okul açılmadan bir ila iki hafta önce olabilir.
  • Birçok çocuk okul, sınıf veya öğretmen değişimi gibi yeni durumlara adaptasyon konusunda gerginlik hissedebilir. Bu durum her yaşta ortaya çıkabilir. Çocuğunuz gergin görünüyorsa, yeni durumla alakalı prova yapmak yardımcı olabilir. Çocuğunuzu okulun ilk gününden önce yeni okulunu veya sınıfını ziyaret etmeye götürün. Ona, okulun ilk gününde gerginlik hisseden çok sayıda öğrenci olabileceğini anlatın. Öğretmenler, ilk günlerde öğrencilerin gergin olabileceğini bilirler ve herkesin mümkün olduğunca rahat hissetmesini sağlamak için ekstra çaba sarf ederler. Çocuğunuz gergin görünüyorsa, ona ne hakkında endişelendiğini sorabilir ve yeni durumu yönetebilmek adına neler yapabileceği konusunda ona yardımcı olabilirsiniz.
  • Okulun ilk günü hakkında olumlu bir beklenti yaratmak için okula başlamanın olumlu yönlerine işaret edin. Eski arkadaşlarını göreceklerini ve yenileriyle tanışacaklarını söyleyin. Okulda diğer çocuklarla geçmişte yaşamış oldukları veya olabilecekleri olumlu deneyimler hakkında konuşun.
  • Çocuğunuz yeni bir okula başlıyorsa, okulda mevcut olan oryantasyonlara katılın ve başlangıç tarihinden önce okulu gezme fırsatı yaratın. Okul başlamadan birkaç gün önce çocuğunuzu oyun alanında oynaması ve yeni ortama alışabilmesi için okula getirebilirsiniz.
  • İhtiyaç olduğunu düşünüyorsanız, ilk gün çocuğunuzu okula arabayla siz götürün (ya da birlikte yürüyün) ve okuldan onu siz alın ve olası stresi önlemek adına okula erken gidin.
  • Günün başında veya sonunda çocuğunuzun yeni öğretmeniyle iletişim kurun; bu sayede öğretmene çocuğunuzun okul deneyimini desteklemek istediğiniz mesajını vermiş olursunuz.
  • Çocuğunuzun okul günlerindeki uyuma/uyanma programına açılıştan bir hafta kadar önceden başlayın. Bu düzenleme okulun ilk günleri için zaman değişimi konusunu stres unsuru yapmaktan çıkaracaktır.

Sırt Çantası Güvenliği

  • Geniş, sırt kısmı ve omuz askıları yastıklı bir sırt çantası seçin.
  • Çocuğunuzun çantası ağır olmasın. Sırt çantasını tüm bölmelerini kullanacak şekilde düzenleyin. Daha ağır olan eşyaları sırtın ortasına en yakın bölmeye gelecek şekilde yerleştirin. Sırt çantası çocuğunuzun vücut ağırlığının %10 ila %20’sinden daha ağır olmamalıdır. Çantayı çocuğunuzla birlikte haftalık olarak gözden geçirin ve hafif tutmak için gereksiz eşyaları çıkarın.
  • Çocuğunuza her zaman her iki omuz askısını da kullanmasını hatırlatın. Sırt çantasını tek bir omuza asmak kasları zorlayabilir.
  • Çantayı alt kısmı çocuğunuzun beline oturacak şekilde ayarlayın.
  • Okulunuz izin veriyorsa tekerlekli bir sırt çantası düşünün. Bu tip sırt çantası, ağır yük taşıması gereken öğrenciler için iyi bir seçim olabilir. Tekerlekli sırt çantalarının da merdivenlerden yukarı taşınması gerektiğini, karda kullanımının zor olabileceğini ve bazı dolaplara sığmayabileceğini unutmayın ve son olarak çocuğunuzla birlikte sırt çantası güvenliğini gözden geçirin.

Okula/Eve Seyahat

Çocuğunuzla birlikte temel kuralları gözden geçirin:

Okul Servisi

  • Çocuğunuza her zaman servise veya okul binasına güvenli erişim sağlayabileceği noktalardan servise binmesi ve inmesi gerektiğini anlatın.
  • Çocuğunuza servise yönelmeden önce, servisin durmasını beklemesi gerektiğini hatırlatın.
  • Çocuğunuzun servis şoförünü görebileceği bir yere yürüdüğünden emin olun (bu, sürücünün de onu görebileceği anlamına gelir).
  • Araçların gerektiği gibi durmaması ihtimaline karşın, caddeyi geçmeden önce başka hiçbir aracın gelmediğini görebilmesi için çocuğunuza yolun her iki tarafına da bakması gerektiğini hatırlatın. Okulun ilk gününden önce caddeyi birkaç kez nasıl geçeceğini prova edebilirsiniz.
  • Çocuğunuz serviste ayağa kalkmamalı, dolaşmamalıdır.
  • Çocuğunuzun okul servisinde emniyet kemerini her zaman kullandığından emin olun.
  • Okulun serviste yiyecek konusundaki prosedürlerini kontrol edin. Serviste yiyecek yenmesi alerjisi olan öğrenciler için bir sorun teşkil edebilir.
  • Çocuğunuzun serviste acil duruma neden olabilecek kronik bir durumu varsa, okul başlamadan önce servis acil durum planı hakkında bilgi almak için okul hemşiresi veya okul sağlık personeli ile iletişime geçin.

Binek Araç

  • Tüm yolcular emniyet kemeri takmalı veya yaşa uygun bir araç koltuğu veya yükseltici koltuk kullanılmalıdır.
  • Çocuğunuz mümkün olduğunca uzun süre, aracın koltuk kemeri vücuduna tam oturana kadar, yaşına uygun araç koltuğunda/koltuk destekleyicilerle seyahat etmelidir. Çocuğunuz koltukta sırtını yasladığında ayakları yere doğru sarkıyor olmalı, emniyet kemeri iki omuz ve göğüs ortasından geçecek şekilde konumlanmalı (boğaz kısmı değil), bel kemeri kalça üzerinden geçmelidir.
  • 13 yaşından küçük tüm çocuklar araçların arka koltuğuna binmelidir.
  • Çocuğunuz 18 yaşından büyük genç bir sürücü ise araç kullanırken dikkatinin dağılmasını önlemek için emniyet kemeri kullanması, yolculuk sırasında yiyecek-içecek tüketmemesi, eller serbest modda bile olsa cep telefonunu kullanmaması gerektiğini anlatın.

Bisiklet

  • Çocuğunuzun yönetebildiğinden emin olmak için okul açılmadan önce okula giden bisiklet rotasını pratik edin.
  • Sürüş ne kadar kısa veya uzun olursa olsun daima bisiklet kaskı takmasını söyleyin.
  • Sağ şeritte, trafikle aynı yönde sürmesini ve varsa bisiklet şeritlerini kullanması gerektiğini anlatın.
  • Uygun el sinyallerini kullanması gerektiğini hatırlatın.
  • Trafik ışıklarını ve trafik işaretlerini dikkatle takip etmesi gerektiğini söyleyin.
  • Görünürlüğü artırmak için parlak renkli giysiler tercih etmesini söyleyin. Özellikle hava kararmışsa beyaz veya açık renkli giysiler ve yansıtıcı giysiler giymek önemlidir.

Okula Yürüyerek Gitmek

  • Çocuklar genellikle 9-11 yaşlarında okula yürüyerek gitmeye hazırdır.
  • Çocuğunuzun okula yürüyüş yolunun güvenli bir rota olduğundan emin olun.
  • Çocuğunuzun okula birlikte yürüyebileceği mahalledeki diğer çocukları tanıyın. Trafiğin daha yoğun olduğu mahallelerde, bir yetişkinin eşlik ettiği “okula yürüyüş grupları” organize edebilirsiniz.
  • Çocuğunuzun yaya olma becerileri konusunda gerçekçi olun. Küçük çocuklar trafikte dürtüsel ve daha az temkinli olduklarından, çocuğunuzun yetişkin gözetimi olmadan okula yürümeye hazır olup olmadığına dikkatlice karar verin. Eğer rotanız çocuğunuzun yürümede sıkıntı yaşayabileceği yoğunluktaysa bir yetişkinin ona eşlik etmesini sağlayabilirsiniz.
  • Çocuklarınız küçükse veya yeni bir okula başlıyorlarsa, ilk hafta rotayı anladıklarından ve güvenli bir şekilde yürüyebileceklerinden emin olana kadar birlikte yürüyün ya da bir yetişkinin onlarla birlikte yürümesini sağlayın. Çocuğunuzun okula giderken bir caddeyi geçmesi gerekiyorsa, okul açılmadan önce onlarla güvenli sokak geçişi konusunda alıştırma yapın.
  • Parlak renkli giysiler, reflektörlü yelek veya kol bandı gibi görünürlüğü arttıracak tercihler çocuğunuzu sürücüler tarafından daha görünür hale getirecektir.

Okulda Yemek

  • Araştırmalar, besleyici bir kahvaltı yiyen çocukların işlevselliklerinin daha iyi olduğunu göstermektedir. Besleyici bir kahvaltıyla güne başlayan öğrencilerin okulda akademik başarıları yüksektir, daha iyi konsantrasyon sağlarlar ve daha fazla enerjiye sahiptirler. Bazı okullarda çocuklar için kahvaltı servisi bulunur; sizin okulunuzda sağlanmıyorsa, çocuğunuza protein içeren bir kahvaltı hazırlayabilirsiniz.
  • Çoğu okul düzenli olarak kafeterya menülerinin programlarını eve gönderir ve/veya okulun web sitesinde yayınlar. Bu ön bilgi sayesinde, okuldaki yemeğin çocuğunuzun yemeyi tercih etmeyeceğini düşündüğünüz bir yemek olduğu günlerde, öğle yemeğini hazırlayarak yanında götürmesini sağlayabilirsiniz.
  • Okuldaki otomatlar, alakart yemekler ve kantin de dahil olmak üzere yemekhanenin içinde ve dışında neler sunulduğuna bakın. Okul günü boyunca satılan tüm gıdalar, Türk Standartları Enstitüsü tarafından belirlenen beslenme standartlarını karşılamalıdır. Taze meyve, az yağlı süt ürünleri, su ve %100 meyve suyu gibi sağlıklı seçenekler sunuluyor olmalıdır. Çocuğunuzun okul sağlığı politikası hakkında bilgi edinin ve yürürlüğe koymak için okul gruplarına katılın.
  • Her 29 ml meşrubat yaklaşık 10 çay kaşığı şeker ve 150 kalori içerir. Günde sadece bir kutu gazlı içecek içmek çocuğunuzun obezite riskini %60 artırır. Çocuğunuzun öğle yemeği için daha sağlıklı seçenekler (su ve uygun büyüklükte meyve suyu veya az yağlı süt ürünleri gibi) seçin.

Zorbalık

Zorbalık veya siber zorbalık, bir çocuğun başka bir çocuğu tekrar tekrar rahatsız etmesidir. Zorbalık fiziksel, sözlü veya sosyal olabilir. Okulda, oyun alanında, okul servisinde, mahallede, internet üzerinden veya cep telefonu gibi mobil cihazlar aracılığıyla olabilir.

Çocuğunuz Zorbalığa Uğradığında

  • Okul yetkililerini sorun konusunda bilgilendirin ve onlarla çözümler üzerinde çalışın.
  • Çocuğunuza güvenilir bir yetişkinden ne zaman ve nasıl yardım isteyeceği konusunda rahat olmasını öğretin. Kimden yardım isteyebileceklerini belirlemelerini isteyin.
  • Zorbalığın ciddiyetini anlayın ve çocuğunuzun zorbalığa maruz kalma konusundaki duygularını kabul edin.
  • Çocuğunuza nasıl tepki vermesi gerektiğini öğretin:
    • Zorbalık yapan kişinin gözlerine bak.
    • Dik dur ve sakin ol.
    • Uzaklaş.
  • Çocuğunuza net bir sesle neyi nasıl söyleyeceğini öğretin:
    • “Yaptığın şeyden hoşlanmıyorum.”
    • “Lütfen benimle böyle konuşma.”
  • Çocuğunuzu diğer çocuklarla arkadaş olmaya teşvik edin.
  • Çocuğunuzun ilgisini çeken dış etkinlikleri destekleyin.
  • Zorbalıktan haberdar olan bir yetişkinin, orada olamayacağınız zaman çocuğunuzun güvenliğine ve iyiliğine dikkat edebileceğinden emin olun.
  • Çocuğunuzun sosyal medya etkileşimlerini izleyin, böylece sorunları önlemede proaktif olabilirsiniz.

Çocuğunuz Zorbalık Yaptığında

  • Çocuğunuzun zorbalığın asla kabul edilmeyeceğini bildiğinden emin olun.
  • Çocuğunuzun olumsuz davranışı üzerinde kesin ve tutarlı sınırlar belirleyin.
  • Çocuğunuzdan zorbalık yaptığı çocuğun nasıl hissediyor olabileceğini düşünmesini isteyerek empati kurması konusunda yönlendirici olun. Çocuğunuza birisi ona zorbalık yapsa nasıl hissedeceğini sorun.
  • Olumlu rol model olun. Alay etmeden, tehdit etmeden veya karşısındakinin canını yakmadan da isteklerini elde edebileceğini anlatın.
  • Sevdiği şeylere erişimini engellemek gibi etkili, fiziksel olmayan disiplin yöntemlerini kullanın.
  • Başka çocuklara zorbalık yapmak yerine iyi davranması, yardım etmesi, nazik olması gibi pozitif davranışlarını pekiştirmeye odaklanın.
  • Okul müdürü, öğretmenler, okul sosyal hizmet uzmanları veya psikologlar ve çocuğunuzun zorbalık yaptığı çocukların ebeveynleri ile pratik çözümler geliştirin.

Çocuğunuz Zorbalık Durumuna Seyirci Olduğunda

  • Çocuğunuzu güvenilir bir yetişkine zorbalık hakkında haber vermeye teşvik edin. Çocuğunuzu, zorbalık yapanlara durmalarını söylemek için başkalarıyla birlikte hareket etmeye teşvik edin.
  • Çocuğunuza zorbalığa uğramış olabilecek diğer çocuklara destek olmaları konusunda yardımcı olun. Çocuğunuzu zorbalığa uğrayan çocukları etkinliklere dahil etmeleri için teşvik edin.

Okul Öncesi & Sonrası Çocuk Bakımı

  • Erken ve orta çocukluk döneminde çocukların yetişkin denetimine ihtiyaçları vardır. Sorumlu bir yetişkin, çocuğunuzu sabah okula hazırlamak ve siz işten eve dönene kadar, okul sonrası onunla ilgilenmek için hazır olmalıdır.
  • Bir aile üyesi çocuğunuza bakacaksa, ebeveyn tarafından belirlenmiş programlar, disiplin ve ödevlerle ilgili paylaşım yapın.
  • Ergenliğe yaklaşan çocuklar (11 ve 12 yaşındakiler), yaşlarına göre alışılmışın dışında bir olgunluk göstermedikçe okul sonrasında evde yalnız kalmamalıdırlar.
  • Alternatif yetişkin gözetimi mevcut değilse, ebeveynler çocuklarını uzaktan denetlemek için özel çaba göstermelidir. Çocukların eve dönüş saatleri belirli olmalı ve bir komşuyla veya bir ebeveynle telefonla döndüklerini teyit etmeleri gerekir.
  • Çocuğunuz için okul sonrası bir program seçerseniz, personelin eğitimi hakkında bilgi alın. Personel-çocuk oranı yüksek olmalı, sağlık sorunları ve acil durumları ele alacak eğitimli kişiler bulunmalı, odalar ve oyun alanı güvenli olmalıdır.

Uyku Rutini Oluşturma

  • Bir çocuğun okulda başarılı olabilmesi için yeterli uyku alması çok önemlidir. Yeterince uyumayan çocuklar konsantre olmakta ve öğrenmede güçlük çekerler.
  • Çocuğunuz için tutarlı bir yatma zamanı belirleyin ve her gece ona bağlı kalmasını sağlayın. Tutarlı bir yatma rutinine sahip olmak çocuğunuzun sakinleşmesine ve rahatlıkla uykuya dalmasına yardımcı olacaktır. Sıcak bir banyo, hikâye okumak ve iyi geceler öpücüğü sakinleşmeye yardımcı olabilecek uyku öncesi rutinleri olarak belirlenebilir.
  • Çocuğunuzun yatmadan önce elektronik cihazları kapatmasını sağlayın.
  • Küçük çocuklar uykuya dalmaya çalışırken evin mümkün olduğunca sessiz ve sakin olmasın sağlayın.
  • Yetersiz uyku, ortaokul, lise ve üniversitede daha düşük akademik başarının yanı sıra daha yüksek devamsızlık ve geç kalma oranları ile ilişkilidir. Çoğu küçük çocuk için en uygun uyku süresi 10-12 saat ve ergenler için (13-18 yaş) 8-10 saat aralığındadır.

Etkili Çalışma ve Ödev Yapma Alışkanlığı Oluşturmak

  • Küçük yaştan başlayarak ödev yapmaya elverişli bir ortam yaratın. Çocukların kendi odalarında veya evin başka bir yerinde sessiz, dikkat dağıtıcı olmayan ve çalışmayı teşvik eden bir çalışma alanına ihtiyaçları vardır.
  • Ödev için yeterli zaman planlayın; bu zamanı planlarken okul sonrası etkinliklere katılımla ilgili seçimleri de plana ekleyin.
  • Ev ödevi sırasında televizyonun ve diğer elektronik dikkat dağıtıcıların kapalı kalması için bir ev kuralı oluşturun.
  • Çocuğunuzun bilgisayar ve internet kullanımını denetleyin.
  • Çocuğunuz liseye geçtiğinde öğretmenleri ev ödevlerini elektronik ortamda teslim etmelerini ve çalışmalarını bilgisayarda yapmalarını bekleyebilir. Çocuğunuzun evde bir bilgisayara veya internete erişimi yoksa, temin edebilmek veya alternatifler bulabilmek adına öğretmenler ve okul yönetimi ile çalışın.
  • Çocuğunuzun sorularını yanıtlamaya ve yardımcı olmaya hazır olun, ancak asla çocuğunuzun ödevini onun yerine yapmayın.
  • Çocuğunuz çalışırken göz yorgunluğunu, boyun yorgunluğunu ve beyin yorgunluğunu hafifletmeye yardımcı olacak yönlendirmeler yapın. Kitaplarını birkaç dakikalığına kapatmak, esnemek ve periyodik olarak kısa aralar vermek faydalı olabilir.
  • Çocuğunuz belirli bir derste zorlanıyorsa, çocuğunuza nasıl yardımcı olabileceğinize ilişkin öneriler için öğretmeniyle konuşun. Çocuğunuzun ödevleriyle ilgili endişeleriniz varsa öğretmenleriyle konuşun.
  • Çocuğunuz odaklanmakta ya da ödevlerini tamamlamakta zorluk yaşıyorsa, çocuğunuzun öğretmeni veya rehberlik birimi ile görüşün.
  • Öğretmenle çözülemeyen genel ödev problemleri için bir öğretmen düşünülebilir.
  • Bazı çocukların ödevlerini düzenlemek için ekstra yardıma ihtiyacı vardır. Kontrol listeleri, zamanlayıcılar ve ebeveyn denetimi ev ödevi sorunlarının üstesinden gelmeye yardımcı olabilir.
  • Bazı çocukların ödevlerini hatırlamak için yardıma ihtiyacı olabilir. Ödev defterleri gibi ödevlerini takip etmenin uygun bir yolunu bulmak için çocuğunuzla ve öğretmeniyle birlikte çalışın.

Prof. Dr. Özgür Öner

Her anne baba için çocuğunun okula başlama serüveni heyecan vericidir. Kreş, anasınıfı, ilkokul süreçlerinden başlayan bu serüven, yıllar boyunca devam eder. Çocuklarının iyi eğitim alması, hayatı öğrenmesi, iyi bir meslek sahibi olması, maddi özgürlük ve manevi mutluluğu yakalaması; ailelerin en büyük hayalidir. Bu sebeple okul zili ilk çaldığında çocuklarla birlikte ebeveynlerin heyecanı da başlar.

Çocukların heyecanları ise çeşitlilik gösterir. Bazı çocuklar için bu heyecan, tatlı heyecandır. Yeni arkadaşlar edineceği veya yaz boyunca görmediği okul arkadaşlarına kavuşacağı için mutludurlar. Öğreneceği yeni bilgiler için, ders saatleri, teneffüs saatleri, yemek saatleri için heyecanlıdırlar. Ancak bazı çocuklar için okula başlama süreci kaygı doludur. Yeni bir okula başlamak, yeni öğrencilerle bir arada bulunmak, öğretmen ile tanışmak, neyin nasıl olacağını kestirememek; kısacası belirsizliklerle dolu bu ortam çocuğu oldukça gerebilir. Okula devam eden çocuk da, ebeveynlerinden ayrılarak okul ortamına dönüyor olma durumundan strese girebilir. Yani okula başlayan çocuğun psikolojisi her çocuk özelinde değişkenlik gösterir.

Genel olarak baktığımızda; çocukların istediği saatte uyandığı, oyunlar oynadığı, gezdiği, tatile gittiği; kısacası rahat geçirdiği tam 3 aylık yaz tatili sona erdi. Bu rahat düzene karşılık ise, akşam erken yatması ve sabah erken kalkması gerektiği, enerjisini atmak yerine sırada oturarak ders dinlemek ve sınavlarla uğraşmak zorunda kalacağı bir süreç başlıyor. Elbette çoğu çocuk, bu durumda bocalayarak adaptasyon sağlama noktasında zorluk çekebilir.

Çocuğu Okul Rutinine Alıştırmak İçin Ebeveynlere Düşen Görevler

Çocuğu okul düzenine alıştırmak için en büyük görevler ebeveynlere düşüyor.  Bunlardan bazıları;

  • Çocuğa okula başlamadan önce, okul ile ilgili rahatlatıcı hikayeler anlatılması, çocuğun kaygı düzeyini düşürecektir.

(Bu belki ebeveynlerin kendi yaşadıkları deneyimlerden de olabilir.)

  • Ebeveynler; heyecanlı  veya kaygılı olsa dahi bunu çocuğa yansıtmamalıdır. Anne ve babanın rahat olduğunu gördüğünde kendisi de rahat olacaktır.
  • Okul alışverişine çocukla birlikte çıkılabilir, çocuğun okul ile ilgili sıcak duygular benimsenmesi sağlanabilir.
  • Okul, ödev ve oyun süreçleriyle ilgili birlikte bir düzen haritası çıkarılabilir.
  • Okuldan sonra okulla ilgili sohbetler edilebilir. Böylelikle çocuğun okula uyum süreciyle ilgili rahatlaması sağlanabilir.

Tüm bu belirttiklerimiz, birkaç haftada tamamen toparlanabilecek olan adaptasyon sağlama ipuçlarıdır. Bu rutine alıştıktan sonra çocuk, problemsiz şekilde okula devam edebilecektir. Ancak bazı çocuklar için süreç bu kadar kolay atlatılamayabilir. Birkaç ayda bile düzelmeyen okulda uyum sorunu, anneden ayrılmak istememe, ağlama krizleri, alt ıslatma, konsantrasyon eksiklikleri gibi problemler; mutlaka bir uzman tarafından araştırılmalıdır. Çünkü sorun, okuldan ziyade çocuğun bireysel psikolojik problemlerinden kaynaklanıyor olabilir. Örneğin; annesinden ayrıldığı için okulda uyum sorunu yaşayan bir çocukta aşırı bağlanma veya güvensiz bağlanma problemleri olabilir. Uzun süre kimseyle iletişim kurmayan bir çocuk akran zorbalığı sebebiyle kendini iletişime kapatmış olabilir. Dersleri dinlemek ve odaklanmakta zorluk çeken bir çocukta kaygı sorunları var olabilir. Kısacası, her bir çocuk kendine özeldir ve kendi minicik dünyasında hayatı tanırken birtakım sorunlarla karşılaşmış ve baş edemeyerek bugününe aktarmış olabilir. Bu durumun elbette okul hayatına ve başarılarına da yansıması kaçınılmaz bir sondur. Küçük yaşta başlayan bu problemler de gelecekte kar topu gibi büyüyerek farklı sorunların öncüsü olabilir. Bu sebeple, sorunun kaynağını bulmak ve özellikle küçük yaşta bulmak; çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel gelişimi için önemlidir. Her şeyden önemlisi ise, günlerini mutlulukla geçirmesi için mutlaka gereklidir.

Psikolog Dizge Yüksel

KARNE ve TATİL İÇİN AİLELERE ÖNERİLER

Karnenin okul başarı durumu göstergesidir, önemli olan ise hayat başarısıdır. Okul döneminde dersleri zayıf olduğu halde hayatın çeşitli alanlarında çok başarılı kişilere sık sık rastlanmaktadır.
Çocuğunuzu kesinlikle aptal, tembel ya da başarısız olarak etiketlemeyin.
Karnedeki iyi notlar da görülmeli, sadece kötü notlara odaklanıp diğerleri görmezlikten gelinmemeli.
Anne-baba birbirleriyle ve çocuklarıyla karşılıklı konuşarak karne ile ilgili duygularını çocuğun kişiliğine zarar vermeden net bir şekilde ortaya koymalıdır.
Öğretmen ve okulla diyaloglar arttırılmalıdır.

KARNE ÖNERİLERİ

Hiçbir anne-baba şunu unutmamalıdır ki “kötü karne düzeltilebilir; fakat çocuğun kişiliğine verilen zarar telafi edilemeyebilir.”
Çocuklara olan sevginin koşulsuz olduğu hatırlanarak karneye göre sevgi sunulmamalıdır.
Karneleri birbirinden farklı da olsa kardeşlere eşit ilgi gösterilmelidir.
Çocuktan beklenen başarı, çocuğun kapasitesi ile orantılı olmalıdır. Beklentileri doğru belirlemek için çocuğun potansiyeli çok iyi bilinmelidir. Yani çocuk çok iyi tanınmalıdır.
Çocuklar kardeş ve arkadaşlarıyla kıyaslanmamalıdır.
Aileler çocuklarının notlarını değerlendirirken öncelikle karnedeki olumlu yönleri vurgulamalıdır.
Başarısızlığın nedenleri öğrenci ile birlikte suçlayıcı ve yargılayıcı bir dil kullanmadan değerlendirilmeli, çözüm yolları araştırılmalıdır.
Çocuğunuza yardımcı olurken, ödül ve yaptırımların dengeli olmasına özen gösterin.

HER ANNE BABA ŞU SORULARI KENDİSİNE SORMALIDIR:

Çocuğumuzun kendisini tanıması için ona yeterli rehberlik yaptık mı? Hayatın anlamını, varoluşunun gayesini bulmasında yolunu aydınlattık mı? Çocuğun özgüvenini kazanması için yardımcı olduk mu, yoksa sürekli eleştirip azarladık mı? Çocuğa sağlıklı bir aile ortamı mı sunduk yoksa tartışma ve kavgaların olduğu, iletişimin olmadığı bir ortam mı sunduk? Dersleriyle ilgilenip, ders çalışma alışkanlığı kazandırdık mı yoksa onun yerine derslerini biz mi yaptık?

TATİLDE NELER YAPALIM?

İnsanın en değerli sermayesi vakittir. “Vakit geçirmek” (vakti geçirmek) doğru değildir. Boşa geçirilen vaktin geri gelmeyeceği bilinmelidir. Vaktin anlamını çocuğuna öğretemeyen bir ebeveyn velilik görevini eksik yapmış demektir. Vakit değerlendirilmesi gereken kıymetli bir hazinedir.
Tatilin, öğrencilerin dinlenmesi ve eğlenmesi için verilen bir zaman dilimi olduğunu unutmayın. Tatil zamanını sadece ders çalışarak geçiren çocuk, okuldan tamamen soğuyabilir. Başarısız olduğu derslerle ilgili yoğun ve yorucu olmayan bir çalışma programı yapılabilir.
Milli ve manevi kültürel değeri olan bir mekanı ailenizle birlikte ziyaret edin ve bu konudaki hassasiyetinizi çocuğunuzla paylaşın.
Çocuğunuzla okulu, öğretmenleri ve arkadaşları hakkında konuşun, okul hayatı ile ilgilendiğinizi belli edin. Onu samimi bir şekilde dinleyin. Çocuğunuzun öğretmen ve arkadaşlarına ev ziyaretine gidin.
Geleceğe ait planlamalar yapın, hayatta karşılaştığınız problemleri başarıyla nasıl çözebileceğinizi yaşanmış örneklerle birlikte konuşun. Yeni çözümler üretin.
Tatil döneminde çocuğunuzun kendisini tanımak, anlamak ve anlamlandırabilmek için keşifler yapması üzerine çocuğunuzu yüreklendirin. İlgi ve yeteneklerini keşfetmesine rehberlik edin. Güçlü yönlerini ve zayıf yönlerini bilip ilgi ve yetenekleri doğrultusunda geliştirmesi için plan oluşturun. Sportif faaliyetler gibi sosyal becerilerini de güçlendirecek etkinliklere dahil edin (liderlik okulu, psikodrama, yaratıcı drama, akıl oyunları atölyeleri vb etkinlikler).
Sosyal sorumluluk bilincini ve algısını geliştirmeye yönelik yaz döneminde onların seveceği ilgilendikleri bir konuda proje geliştirmelerine rehberlik edin.
Çocuğunuzun bilişsel yeteneklerini ihmal etmeyin. Onlara hayatları boyunca her an ve her yerde lazım olacak bu becerileri güçlendirmeleri konusunda destek verin. Akıl yürütme, analitik düşünme, problem çözme, dikkat, konsantrasyon, odaklanma, algılama, soyut düşünme, muhakeme, merak, keşif, mucitlik, üretkenlik, yaratıcılık, hedefe odaklanma, bağımsız iş yapabilme gibi becerilerini güçlendirebileceğiniz profesyonel yaz okullarıyla her çocuğun fıtratında gerçekleştirebileceği en üst performansa yaklaşmasına yardımcı olun. Tüm bu konularda katkı sağlayacak birlikte oynayabileceğiniz akıl oyunları temin edin.
Çocuklara olan sevginizi maddi hediyeler yerine manevi ikramlarla göstermeye çalışın.
Teknoloji ve internet kullanımını sınırsızlaştırmamaya özen gösterin. Doğru kullanımı muhakkak öğretin ve özendirin. TV, bilgisayar, tablet veya telefon… bunlardan birisi varsa hepsi artık onun içinde var. TV saati, tablet saati, telefon saati gibi sınırlamalar yerine “ekran saati” veya “ekran hakkı” gibi genel ifadeler kullanmaya özen gösterin.

İYİ TATİLLER

KİM PSİKOLOJİ

Heyecanla beklenen yarıyıl tatili sonunda geldi… Bazı çocuklar bugün karneleriyle çok mutlu hissedip gururlanırken, bazı çocuklar da karneleri yüzünden kendilerini kötü hissedip üzülebilirler. Aileler de bu durumdan çocuklar kadar etkilenebiliyor.  Aslında çocuğun dönem içindeki durumunun değerlendirmesini yapmak ve bir yol haritası çizmek amacıyla bakılması gereken karneler maalesef ki çocukların başarısızlığı kendilerine ve kişiliklerine atfetmelerine sebep olabiliyor. Bu noktada çocuklara karşı doğru yaklaşım oldukça önem taşıyor.

KARNE SADECE BİR GERİ BİLDİRİMDİR!

Karne, öğrenme süreçleriyle ilgili bir geri bildirimdir. Çocuğun kişilik özelliğinin, zihinsel kapasitesinin, yeteneklerinin tek başına göstergesi değildir. Alınan karne çocuğa ve ailesine, çocuğun yeterli olduğu ya da desteklenmesi gereken alanlar konusunda fikir verir. Karneyi sadece çocuğun başarısızlığı ya da başarısı olarak görmemeliyiz.

NE YAPMALIYIZ?

·        Çocuğunuza notları ne olursa olsun değerli olduğunu hissettirin. Karne bir kişisel başarı göstergesi değildir. Bunu önce sizin kabul etmeniz çocuğunuza olumlu yansıyacaktır.

·         Notlarını etkileyen sebepleri anlamaya çalışın ve çözüm odaklı yaklaşın.

·         Her ne olursa olsun başkalarıyla kıyaslamayın.

·        Kendi beklentilerinizi analiz edin bir aşırılık olduğunu düşünüyorsanız bunu çocuğunuza yansıtmamak için uğraşın.

·        Tehdit, azar, incitici sözler, ceza ya da şiddet gibi tutumların çözüm olmadığını unutmayın ve kesinlikle bu tutumlardan uzak durun.

·        Olumsuza odaklanmak yerine olumluya vurgu yapın ”Sosyal derslerde çok başarılısın diğer alanlarda da bu başarıyı gösterebileceğine inanıyorum” gibi destekleyici yaklaşın.

·        Suçlayıcı yanlış tutumların çocuklarda yalan söyleme, içe kapanma, kendine zarar verme gibi sorunları tetikleyebileceğini, çocuğunuzun ruhsal sağlığını bozabileceğini, özgüvenini ve benlik saygısını düşüreceğini aklınızdan çıkartmayın. Önceliğiniz her zaman çocuğunuzun notları değil iyiliği olsun.

·         Eğer öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği, fiziksel bir engel gibi sorunların olduğunu saptarsanız vakit kaybetmeden bir uzmana başvurun.

·        Son olarak notları ne olursa olsun zorlu bir süreçten çıkan çocuğunuzun tatile ihtiyaç duyduğunu ve bunu hak ettiğini unutmayın. Tatil sürecinde çocuğunuzu sadece ders çalışması için baskı yapmayın. Karnesi iyi de olsa kötü de olsa çocuğunuzu çok büyük maddi ödüllerden ziyade manevi değeri olan onu mutlu edecek küçük bir hediyeyle motive edin. En değerli hediyenin onunla geçirdiğiniz, ona ayırdığınız zaman olduğunu unutmayın. Çocuğunuzun İyi vakit geçirmesi ve çocuğunuzla birlikte iyi vakit geçirebilmeniz için fırsatlar yaratın. Hepinize iyi ve mutlu tatiller 🙂

Uzman Psikolog Nihal Özyedek

Karne psikolojisi nedir, Peki kötü karne alan çocuğa nasıl yaklaşılmalı? Karnesinde zayıfı olan çocuğa yaklaşım konusunda tavsiye bilgiler…

Yüksek başarılar beklediğiniz çocuğunuzun zayıf derslerinin olması sizi hayal kırıklığına itebilir ve sonucunda ise çocuğunuza farkında olmadan kötü davranabilirsiniz. Ancak bu duruma yönelik bilinmelidir ki; zayıf not karşısında çocuğunuzu azarlamak psikolojisini daha da kötü etkileyecektir.

Eve nasıl bir karne getireceğini kestiremeyen öğrencilerde ise karne korkusu kaçınılmaz olacaktır. Çeşitli nedenlerden dolayı derslerinden başarısız not alan çocuklar, dönem sonu beklediği başarıyı yakalayamayınca üzülebilir hatta anne ve babasının düşük karne getirdiği için kızacağını düşünüp yoğun bir strese girebilir. Tamda bu duruma parmak basan uzmanlar, kötü bir karne karşısında ailelerin çocuklarını suçlamamaları gerektiğine dikkat çekiyor. Her şeyden önce çocuğunuzun sizin yansımanız olduğu esas alınmalı ve derslerinin başarısızlığında dahi kendi sergilediğiniz tutum ve davranışlardan kaynaklanabileceğini unutmamalısınız. Peki karnesinde kırık not getiren bir çocuğa nasıl yaklaşmak gerekir? Okul çağı çocuğu olan anne ve babalara uzmanından tavsiye bilgiler…

Zayıf karne getiren çocuğa nasıl davranılmalı? Kötü karne getirmenin nedenleri

Başarısız bir karnede en az çocuğun etkisinin kadar anne ve babanın ilgisizliği ya da doğru bir şekilde yönlendiremediği de etkili olabilir. Dolayısıyla illaki birinde suç arayacaksanız bunu kendinizde aramak ile başlayabilirsiniz. Özellikle de çocuğun kişiliğini zedeleyecek cümleler kurulması özgüven eksikliğine ve buna bağlı olarak da ikinci döneme motivasyonu düşük girecek öğrenci üzerinde baskı hissedeceği için daha çok yanlışa sürüklenecektir.

Her çocuk aynı özelliği taşıyacak diye bir kaide yok, zaten böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Bazı çocukların sözeli daha iyi olup sayısalda başarısız iken, bazıları sayısalda başarılı sözelde yetersizdir. Her çocuğu farklı değerlendirmek gerekir.

ANNE VE BABALAR DİKKAT!

Eve kötü bir karne getiren çocuk karşısında anne ve babaların fevri ve olumsuz tepkiler vermemesi gerektiğine değinen Yrd. Doç.Dr. Başak Ayık, “Hangi sebepten dolayı zayıf karne gelirse gelsin anne ve babalar bunun nedenlerini araştırıp, sorunu çözmek için kendi vazifelerini yerine getirmeliler.” dedi.

Gerek günlük yaşantı içerisinde sergilenen davranışları gerek derslerinde sağladığı başarılarda ailenin çocuğun çabasını kesinlikle takdir etmesi gerektiğini söyleyen Yrd. Doç. Dr. Başak Ayık, şunları söyledi:

“Her insan eğitim almaya önce ailesinde başlar. Bireyler hem ailesinden aldığı genetik özellikler ile hem de aile içerisinde davranışlara göre çeşitli davranışlar sergiler.

Ancak, ne yazık ki bazı anne babalar kendi akademik yaşantılarını ve kendi hayatlarını hesaba katmayarak çocuklarından beklentileri yüksektir. Her çocuğun başarısı kendi kapasitesine ve verdiği çabaya göre değerlendirilmelidir.” dedi.

epsikiyatri

Ergenlik hızlı değişim ve yeniden yapılanma dönemidir. Bu değişim ve yeniden yapılanma sadece bedenin hızlı büyümesi, cinsel organların değişmesi, dürtülerin şiddetlenmesiyle sınırlı değildir, ruhsal yapı da bu evrede hızla değişir ve yeniden şekillenir. Bu değişim ve gelişimler fiziksel, ruhsal ve sosyal alanda kendini göstermektedir. Bu dönemin başlangıcı ve bitişi her bireyde farklılık gösterse de genel olarak kızlar yaklaşık 9-11, erkekler ise 11-13 yaşlarında ergenliğe girerler. Yani ergenlik buluğ ile başlar ve bitişi tam olarak belli değildir. Hormonal değişiklikler ve kimlik bocalamasından ötürü stresli bir dönemdir ergenlik… Ergen her aynaya baktığında bedeninin bir öncekinden farklı olduğunu görür . Fiziksel olarak boy uzaması, sesin değişmesi, vücutta büyüme, mensturasyon, ruhsal olarak kimlik arayışının tetiklediği agresifleşme, ailenin doğrularını reddetme ve kendi kararlarını verme isteği, sosyal olarak ise bir yer edinme arayışı, idol seçme ve model arama süreci. Aşılması gereken tüm bu görevlerle birlikte birey uzun ve meşakkatli bir yolculuğa başlar.

Beyin ergenlik döneminde dramatik bir değişim geçirir. İnsan beyni gelişimini ergenlikte tamamlar. Beynin ön bölgesinde bulunan prefrontal korteks, karar verme, planlama ve strateji oluşturmada yardımcı olan bir yapıdır, duyguların kontrolünden sorumlu beyin sapıyla birlikte ergenlikte hızlı bir değişim sürecine girer. Yaklaşık 100 milyon nörondan oluşan beyin bu dönemde nöronlar arası bağlantıyı arttırır ve ergenin düşünme süreçleri farklılaşır, yetişkine daha yakın bir mantık kurgusu geliştirdiği görülür.

Ergenlik döneminde geçirilen bir diğer değişiklik ise birincil ve ikincil cinsel özelliklerle belirlenen cinsel olgunlaşmadır. Birincil cinsel özellikler üreme organlarındaki değişikliklerdir. İkinci özellikler ise bedenin değişmesi, büyümesi, sesin farklılaşması gibi değişimlerdir.

Ergenlik yaş, dönem veya konumdan öte bir zaman ve uğraş meselesidir. Altüst olan dürtüsel dünyayı yönetebilmek, cinselleşmiş bedenle tanışmak önemli bir aşamadır ergen için. Özellikle bu döneme kadar onu buna hazırlayacak bir modelin varlığından yoksun ise, tüm bu meseleleri halletmek ergen için güç olacaktır. Unutmayalım ki ergenlik dönemi insanın erişkin yaşamındaki karakter yapısı ve davranış kalıplarının şekillendiği, benimsendiği ve yerleştiği bir dönemdir. Krizle baş etme, karşı cinsle ilişki kurma, ebeveynin konumlandırılması, yaşam idealleri gibi birçok konu bu dönemde gündeme alınır, işlenir ve yaşam boyu ergenlikte kazanılan bu yapı etrafında devam eder.

Ergenlik bir kimlik inşa etme sürecidir. Kimlik bir kişiyi bireyselleştirmeyi sağlayan, onu diğerlerinden farklı kılan, kalıcı olmasalar da saptanabilir özellikler içeren bir yapı şeklinde tanımlanabilir. Toplumsal kimlik ise bir topluluğa ait olmak duygusu demektir ve bireyin belli özgün davranışları kabullenmesini zorunlu kılar. Bu bağlamda ergenlik kişisel ve toplumsal düzlemde kendine ait tanımların oluşturulduğu bir dönemdir.

Değişim, büyümek, başkalaşım ve dönüşüm şeklinde pek çok tanımı içinde barındıran bu dönemde birey hem büyür hem de değişir. Büyümek ergenliğe özgü değildir, çocuklar da büyürler ama pek değişmezler. Ancak ergenler hem büyürler hem de değişirler. Bu anlamda ergenliği ikinci doğum olarak tanımlayabiliriz. Anne karnından yeni çıkan fetüs hayat karşısında oldukça savunmasız, bakıma, korunma ve kollanmaya muhtaç bir haldedir. Kırılgan ve dayanıksızdır. Aynı şekilde çocukluktan çıkıp yetişkin yaşamının kapısının aralandığı bu dönemde de birey her anlamda savunmasızdır. Bu dönemin kırılganlığını anlatmak için yengecin kabuk değiştirme metaforuna gönderme yapılır. Yengeç kabuk değiştirirken çevresel etkenler, sert bir rüzgar, ufak bir kıymık batması hayat boyu sürecek, kalıcı izler bırakır bedeninde. Öyleyse ergenlik bireyin oldukça zayıf ve duyarlı olduğu bir süreçtir. Bu yüzden değişimin kaygan zemininde düşe kalka ilerleyen birey için destekleyici çevrenin varlığı sağlam bir kişilik geliştirmesinde hayati önem taşır.

Ergenlik bireyin kendini ilk kez özne olarak tanımladığı ve bir sonraki krize kadar geçerli sayacağı kimliğine kavuştuğu bir dönemdir. Fetüsken bebek olan birey, çocukken ergen olur, sonraki aşama ise canlıyken cansız olmak yani ölümdür. Bu anlamda çocuk doğurabilecek kapasiteye fiziksel olarak ulaşılması beraberinde ölüm kaygılarını da getirir. Sonun başlangıcı doğumdur ancak sonun başlangıcının farkına varılması ergenlikte olur. Bu bağlamda ruhsal hastalıkların en sık görülen başlangıç yaşı da ergenlik dönemidir. Dürtü kontrol sorunları, obsesif kompülsif davranışlar ve psikotik yelpazede yer alan ruhsal sorunların başlangıcı ergenlik döneminde yatar.

Büyüme ve değişmeyle birlikte ergeni bekleyen en önemli görev değişen bedenin benimsenmesidir. Biyolojik farklılaşmayla birlikte hızla değişen ve kimi zaman hoşnut olunmayan beden, dışarıdan sağlanacak ilişki destekleriyle ruhsal bir yeniden inşa sürecine girecektir. Farklılaşan beden özellikle duygusal beğeni yoluyla diğerleri tarafından da beğenildikçe ergen kendi benliğini, kimliğini yeniden inşa edebilecektir.

Ergenlik geçmişin yolundan yürüyerek geleceğin kurulması sürecidir. Bu bağlamda ergenlik hüzün demektir, giden ve bir daha gelmeyecek olanın hüznü… Geride bırakılan şeyler ise çocukluk, masumluk, naiflik, oyun ve en önemlisi anne ve babayla kurulmuş olan o yoğun bağdır. Erken çocukluk döneminde anne baba üzerinden kurulan çocuksu özdeşimler, erkek ve kadın olmak, cinsel kimlik ve cinsiyet rolleri ilkokul dönemi yani oyun çağı boyunca pekiştirilir. Ergenlikte ise bu özdeşimlerde değişiklikler, düzenlemeler yapılır. Anne ve babayla yaşanan çatışma ve rekabet yoluyla ergen erişkinliğe adım atar. Çocukluk dönemindeki ebeveyn yasakları bu dönemde de devam eder. Çocuklukta toplumun ahlak ve erdem standartlarını temsil eden ebeveyn yasakları yoluyla çocuk anne baba özdeşimlerini pekiştirir, vicdan ve kendini yargılama mekanizmasını kurar. Ergenlikteki ebeveyn yasakları, toplum tarafından hoş karşılanmayan durumlar ise gizlilik ve sır oluşumuna hizmet eder. Bu anlamda kendine ait gizlilik dünyasında sırlar oluşturabilme, bu döneme ait normal bir görünümdür ve ergenin bireyselleşme sürecine girdiğinin bir göstergesidir. Sır her zaman zararlı değildir, tam tersine ruhsal yapının oluşumu için gereklidir. Kendine ve yalnızca kendine ait düşünceler üretmek bir özne olarak benliğin oluşumu için gereklidir. Birey olmanın koşulu sırra sahip olmaktır, bu da beraberinde özerkleşmeyi getirecektir. Ergenin karşı çıkma, kendine ait düşünceleri, kimi zaman toplumsal değerlere zıt görünse bile ortaya koyma çabası aslında birey olma çabalarının dışa vurumudur ve son derece normaldir. Bu dönemde bireyin sağlıklı cinsel seçimler yapabilmesi için çocuksu anne-baba özdeşimlerini bir kenara bırakması gerekir. Kendi bireyselliği doğrultusunda seçimler yapabilme yetisi evlilik hayatından iş yaşamına kadar yetişkinliğin her aşamasında gerekecek en temel becerilerden bir tanesidir.

Ergenlikteki fiziksel değişimle kendilik algısı yeni bir tasarıma dönüşür. Birinci kimlik evresi olan ve temel görevin cinsel özdeşimlerin kurulması ve tuvalet eğitiminin başarılması olan 2-4 yaş arasında birey ebeveyn etkisinin şekillendirdiği bir kimlik tasarımı ortaya koyarken ikinci kimlik evresi olan ergenlikte birey bunu kendi iradesiyle yeniden yapılandırmak durumundadır. Fiziksel ve ruhsal hızlı değişimin tetiklediği şaşkın, dağınık ve rastgele devinim toplum tarafından yadırgansa da ironik bir biçimde yeni ortaya konan bu kimliğin toplum tarafından onanması ihtiyacını beraberinde getirir ki sağlıklı bir gelişim süreci yaşansın. O güne kadar oyun çağında yaşayan, cinsel kimliği ve sosyal rolünden ziyade çocuksu bir hava ile kendini ortaya koyan ve toplumdan da bu yönde tepkiler alan birey şimdi ise toplumun gerçek bir bireyi olarak sahneye çıkmaktadır. O güne kadar emanet rollerle gelen birey için artık gerçek rolleri sahiplenme ve bu rolleri oynama zamanıdır. Buna paralel olarak başkalarının gözündeki kendilik tasarımı da ergenin bir diğer uğraş alanıdır.

Ergenlik dönemi iki temel probleme çözüm arayışıdır.

  1. Cinsel kimliğin netleşmesi
  2. Kimlik bocalamasından kurtulma

Psikososyal gelişim evrelerinden 0-2 yaş arası kendine ve hayata karşı temel güven duygusunun oluşması evresidir, 2-4 yaş arası utanç ve kuşku duymadan özerklik kazanabilmeyi, 4-6 yaş suçluluk duymadan girişimci olabilmeyi, 6 yaş ile ergenlik arasındaki dönem ise aşağılık duygusuna karşı başarma duygusunu kazanmayı gerektirir. Ergenlik ise  kimlik kazanımına karşı rol karmaşası dönemidir. Ergen bu dönemde cinsel kimliğinin net olarak ayırdına varıp, özdeşimlerle bunu kuvvetlendirecek ve kimliğini netleştirecek ya da kimlik krizine girecektir. Bu süreci sağlıklı atlatmak ise yukarıda bahsedilen ergenliğin temel ihtiyaçları çerçevesinde yaklaşabilen “yeterince iyi” ebeveyn modeli ve sağlıklı bir akran çevresinin varlığıyla mümkündür.

Bu dönemde ailenin nasıl yaklaşması gerekiyor?

Öncelikle bu dönemi normal bir gelişim evresi olarak görmek ve yanlış tutumlara yol açabilecek aşırı anlam yüklemelerden kaçınmak gerekir. Bu dönemde ergeni sürekli yanlış davranma eğiliminde olarak görmek önemli bir sorundur. Hızlı büyümeyle panikleyen çocuk her şeyden önce karşısında sakin ve kucaklayıcı bir aile görme ihtiyacındandır. Bu noktada ailenin dönemle ilgili bilgi sahibi olması çok önemlidir. Çocuğun kimlik bocalamalarına karşı aile ters davranırsa çocuk daha da agresifleşir. Aile sakin olmalı ve yatışma sürecini beklemeden tepki vermemelidir.

Bu dönem hakkında çocuğun bilgilendirilmesi son derece önemlidir, bu bilgilendirmeyi kimin yapacağı ise tamamen ailedeki ilişkiler ve roller çerçevesinde belirlenir ve aileden aileye değişebilir. Ayırım çok önemli değildir, çocuk kimi kendine daha yakın hissediyorsa bilgilendirme o kişi tarafından yapılmalıdır.

Çocuğun arkadaş seçimleri bu dönemin bir diğer konusudur. Çocuklukta içselleştirilen değerler referans alınarak seçimler yapılır. Aşırı baskı varsa merak uyanır, zayıf bir karakter yapılanması varsa, ebeveyn boşlukları fazlaysa bu durum erken dönem sağlıksız ilişkilere yol açabilir. Arkadaş seçimleri ailenin takibi altında olmalı ancak aile ne çok katı ne de çok gevşek olmayan, sınırların net konulduğu bir tutum içerisinde olmalıdır. Henüz muhakeme yetisi tam oturmadığı için her zaman yanında değil ancak her ihtiyaç duyduğunda ergenin yanında konumlanmalıdır. “Seçimlerine saygı duyuyorum, haklı olduğun noktalar var ve kendini böyle ifade etmen hoşuma gidiyor ancak birlikte tekrar değerlendirelim istersen” şeklinde çocuğun duygu ve düşüncelerini önemseyerek, arka planda ona doğruyu gösterecek şekilde durmalıdır. Bunun anlamı ise “Özgürlüğünü onaylıyorum ancak kontrollü bir şekilde kullanmalısın” mesajıdır. Arkadaş çevresi ailenin onay vermediği bir yapıda ise, katı ve direktif içerikli yaklaşımlar çocuğu aileden iyice uzaklaştırabilir. Ebeveyn ve çocuk arasında güç mücadelesine giren bir iletişim tarzından kaçınmak gerekir. “Senin yerinde olsaydım şöyle davranırdım ama senin kararın” şeklindeki empatik ve duyguyu önemseyen yaklaşımlar ergenin kendi kararını yeniden gözden geçirmesini ve daha ılımlı yaklaşmasını sağlayabilir.

Bu dönemde değişen hormonal denge ve kimlik bocalamasının tetiklediği stres dikkat ve konsantrasyon sorunlarına ve beraberinde okul başarısının düşmesine yol açabilir. Ergenin gündemi nasıl göründüğü, karşı cinsle ilişki ve arkadaşlarıyla vakit geçirme konularıyla meşgulken akademik meseleler geri plana itilebilir. Bu durumların yaşanması bir noktaya kadar normaldir ve işlevsel aile ve okul tutumlarıyla rayına oturtulabilir. Ancak ergen sosyal ilişkilerinde kriz oluşturacak şekilde sürekli sorun yaşıyorsa, odasına kapanmış hiç çıkmıyor, kendine ait bir içe çekilme dünyasında yaşıyorsa, aileyle iletişimi büyük ölçüde azalmışsa, akademik başarıda dramatik bir düşüş var ise ve en önemlisi kendine zarar verme eğilimi gözlenmiş ve ölüm içerikli uğraşlar içindeyse mutlaka uzman yardımı alınmalıdır. Bu yaş çocuğu kendini tam olarak anlatamadığı için dürtüsel, impulsif davranışlar gösterebilir, hiç ölmeyeceğini düşünür ve tehdit için, sesini duyurabilmek için bu tür davranışlara girebilir. bağırıp çağırma, kapıları çarpma ve öfkeyi etraftaki nesnelere yansıtma davranışları bir ölçüye kadar normal kabul edilse bile, sıklığı ve şiddeti arttığında mutlaka uzman desteği alınmalıdır.

Bu dönemde boş vakitlerin nasıl geçirildiği çok önemlidir, düzenli ve sürekliliği olan spor ve sanat faaliyetleri ergenliğin yıkıcı etkilerinden koruyabilir, hedef birlikteliği olan, güvenli ve sınırları belli zaman ve mekan paylaşımları ergenin ihtiyacı olan sağlıklı akran ortamını sunarak enerjinin doğru kanalize edilmesine yardımcı olur.

Ergenlikte isyan, neden isyankar olunur?

Yukarıda bahsettiğimiz gibi kimlik oluşumuna hizmet eden bir yönü vardır isyan etme davranışının. Ergen itiraz eder, bu itiraz ve karşı koyuş çözümlenmezse isyankarlığa gidebilir. Ergenler sözle ifade edemediklerini bedenle ifade eder. Burada aile tutumu çok önemlidir. Protesto eder görünseler de ailenin sağladığı güvene (denetim, güven, yönlendirilme) çok değer verirler. Ergenlerin anne babanın rolünü tanımlaması çok önemlidir. “Güveniyor, saygı duyuyor, önemsiyor ve ihtiyaç duyduğum her an yanımda” şeklinde bir ebeveyn tutumunu içselleştirmesi sağlıklı kimlik gelişimi için çok önemlidir.

Güçlü ve dayanıklı olmaya ilişkin üstünlük, baskınlık, otorite, güç, metanet, özerklik, koruyup kollama şeklinde sıralanabilecek maskülen idealler erkek ergenlerde depresyon ve intihar riskini azaltmaktadır. Aile bağları iyi ise bu idealler bir parça isyankarlıktan doğmuş sağlam bir karakter ortaya koyabilir. Burada önemli olan maskülen rolün ölçülü ve sınırlı dışavurumunun başarılmış olmasıdır.

Genel olarak ergenlik sürecine bakıldığında yaşlara göre görünümler şu şekilde özetlenebilir;

13-14 yaş hırçınlık ve isyan dönemi

15 yaş bağımsızlık dönemi  “giderim kimse karışamaz”

16 yaş dürtünün sağlıklı yönlendirilmesi dönemi, içten gelen cinsel ve saldırgan dürtülerle baş etme, oradan oraya devinme

17 yaş daha sakin, karşı cinsle daha oturmuş ilişkiler, sınav uğraşları ve meslek seçiminin gündemde olduğu dönem

Anne ve babalara kısa öneriler

  • Tüm ilişkilerde temel nokta güvendir, ergen anne babasına güven duyduğu sürece sorunlarına onları da ortak eder. İletişimin çocukluk yıllarından bu yana zayıf oluşu, ergenin bu dönemde anne babasıyla zıtlaşmasına, kutuplaşmasına neden olabilir.
  • Her doğum süreci sancılı geçer. Ergenlik dönemi de çocukların erişkin dünyasına doğdukları bir süreç. Bu süreci sağlıklı geçirmenin anahtarı ise anlayış.
  • Ergenin duygu karmaşasının sebebinin size karşı olmadığını, dönemin bir özelliği olduğunu kabul edip, daha ılımlı yaklaştığınızda çocuğunuzun da sakinleştiğini göreceksiniz.
  • Birey olma mücadelesi veren ergenin düşüncelerine saygı göstermek, hayata, insana, değerlere ve topluma ilişkin kendi görüşlerini ortaya koyması için desteklemek önemlidir.
  • Ergen iletişimde anlaşıldığını görmek ister. Bu sayede hem seçimlerinde kendini özgür hissedebilir, hem de seçimleri hakkında eleştirilmeyeceğinden emin bir şekilde anne babasına danışabilir.
  • Anne babadan aldığı emniyet ve güven hisleriyle güçlenen ergen sağlıklı bir okul ve akran ortamından aldığı destekle birey olarak toplumun gelişimine katkı sağlayacak ve hedefleri doğrultusuna kendini gerçekleştirecektir.

Uzman Klinik Psikolog Melike İlerisoy

Spontanite, karşılaşılan bir duruma en uygun tepkiyi verebilmek demektir. Bazen bu, kişiliğin özgürce ifade edilmesinde ortaya çıkan bir olgudur. İnsanoğlu dünyaya geldiğinde bu beceriyi de beraberinde getirir. Çocuklar son derece spontan canlılar iken yetişkinliğe doğru ilerledikçe toplumsal ve kültürel olarak belirlenen davranış kalıplarına uyma telaşı içerisinde spontanlıktan uzaklaşırlar. Bu, yetişkinlerin gereksinim duydukları ‘duruma uygun tepki verebilme’ becerisini kaybetmelerine ve ruhsal sıkıntılarla başlayıp bedensel rahatsızlıklara giden sürecin başlamasına sebep olmaktadır. Örneğin stresli bir durumla karşılaşıp sağlıklı tepkiler veremeyen ve dolayısıyla stresle baş edemeyen birisini düşünün, bu kişi; sırt ağrısı, mide ağrısı, boyun ağrısı gibi çeşitli somatik rahatsızlıklar gösterebilir. Peki, neden hastalanmak pahasına gereksinim duyduğumuz spontaniteden uzaklaşırız? Çünkü spontanite farklı durumlara farklı ve yeni tepkiler vermeyi gerektirir, bunun için risk alabilmek gerekir. Oysa insan güvenli olan, daha önce denenmiş, tecrübe edilmiş ve diğer yetişkinler tarafından öğretilmiş olan davranışlara sığınır.

Çocukların spontanitesi çok kıymetlidir ve bunu geliştirmemiz için bize sonsuz olanak sunarlar, biz ise onu yok ederiz. Sürekli olarak annesinin yönergelerini dinleyen bir çocuk, yeni bir durumla karşılaştığı zaman ne yapacağı konusunda sorunlar yaşayabilir.  Herkesten farklı davranışlar gösteren bir çocuk anormal olmakla suçlanabilir. Çocuklar spontan davranışlarından rahatsız olan yetişkinler ve toplumsal normlar sebebiyle bu yönlerini baskılayıp zamanla bu becerilerini kaybederler. Spontaniteyi engelleyen her şey ruh sağlığına ve gelişime vurulan bir darbe olarak değerlendirilmelidir.

Bir çocuğun sahip olduğu en değerli becerilerden birisi de eyleme geçmektir. İnsanoğlu doğduğu andan itibaren tüm ihtiyaçlarını giderebilmek için eyleme geçer. Yeni doğan bir bebeğin hayatta kalabilmesi için emme refleksini kullanması gerekir, yani açlık ihtiyacını giderirken eyleme geçer ve bu beceriyle dünyaya gelmiştir. Büyüdükçe çeşitli motor becerileri de gelişmeye devam eder ve artık yürümeye başladıktan sonra eyleme geçmek onun için daha kolaydır. Bebek konuşma yaşına gelir ancak dil ve konuşma becerisini bir yetişkin kadar etkin kullanabilmesi yıllarını alacaktır. Duygularını ve düşüncelerini etkili bir şekilde ifade edememek bir yetişkini nasıl sıkıntıya düşürüyorsa bir çocuğu da o şekilde sıkıntıya düşürür. Ancak onların baş etme mekanizmaları yetişkinlerinkinden daha farklıdır: eyleme dökerler. Arkadaşına küsmüş bir çocuk düşünün, dudağını büzer, sırtını döner, kollarını birbirine bağlar. Çünkü sözel becerileri kısıtlıdır ve duygularını bir şekilde iletmeye ihtiyacı vardır, durum hemen beden diline ve hareketlerine yansır.

Oyun terapisi, oyun çağındaki çocukların sorunlarının tedavisinde en etkili yöntemlerden biridir çünkü çocuk hayatında olup biten her şeyi oyun yoluyla gösterir. Terapist çocuğun üzüldüklerini, sevindiklerini onu zorlayan tüm meseleleri çocuğun oyunundan ve eylemlerinden okur. Çocuğun eylemleri çocukla ilgili çok şey anlatır, seçtiği oyuncaktan çizdiği aile resmine kadar her şey anlamlıdır. Bu onların zorluklarla başa çıkmalarındaki en kuvvetli beceridir. Bir çocuğun zorluklar yaşaması için büyük bir travma yaşaması şart değil, çocukluk zaten örseleyicidir. Yetişkinlerin hayatlarını sürdürürken kullandıkları günlük yaşam becerilerinin çoğu çocukluk döneminde henüz kazanılmamıştır. 4 yaşında bir çocuk düşünün ayakkabısını bağlayamaz, düğmesini kapatamaz, ablası kadar güzel resim çizemez, çorbasını dökmeden içemez. Gün içerisinde sürekli bir başkasının yardımına ihtiyaç duyar ve bu çocuk için zorlayıcı olabilir. Ama yetişkinlerin çocuklarla yarışamayacağı bir konu vardır: oyun oynamak! Çünkü oyun oynamak içerisinde spontanlık becerisini ve bol bol eylemi barındırır. Oyun bir çocuk için açlık, susuzluk gibi giderilmesi gereken bir ihtiyaçtır, oyun oynamak da eylem açlığını giderir. Çocuk için eylem açlığını gidermek ve bu açlığı giderirken engellenmemek son derece önemlidir. Çocuk bu şekilde kendini gerçekleştirme yolunda sağlıklı olarak ilerleyebilecektir. Bu sürecin gerçekleşmesi onun spontanitesi yardımıyla hızlı ve kolaydır. Her eylemi yetişkin tarafından engellenen bir çocuk başka çözümler arayacak ve daha sağlıksız olan tutumlar geliştirmeye başlayacaktır. Pasif direnişler, öfkenin artması ve zarar verici davranışlar, asosyal davranışlar ve antisosyal tutumlar korku ve kaygının gelişmesine bağlı olarak, çekinik tutumlar oluşmasına zemin hazırlayacaktır. Çocuklar, çoğu zaman bu problemlere rağmen gelişimlerini sürdürürler ve birer yetişkin olarak beraberlerinde taşıdıkları problemler ile hayata atılırlar. Ancak bu durum onların çeşitli biçimlerde tökezlemelerine, kendilerine ve çevrelerine problemler oluşturmalarına sebep olacaktır (Altınay, 2015).

Çocukların spontanite ve eyleme geçme gibi iki kıymetli becerisinden bahsettik. Bu becerilerin geliştirilmesi için bizlere yetişkinler olarak düşen şey onları engellememek ve onlarla birlikte hissetme, birlikte yapma halinde bulunmaktır. Özellikle annelere düşen rol büyüktür çünkü bebek ile anne arasında olan birlikte hissetme hali daha anne karnında iken başlar ve çocukluk dönemi boyunca sürdürülmesi gerekir. Kaybolan spontaniteyi yeniden kazanmanın veya bu beceriyi geliştirmenin bir diğer yolu da psikodrama grup psikoterapisi ile gerçekleşir. Bu terapi tekniğinde son derece spontan bir ortam oluşturulur ve kişi grup içerisinde terapistin de yardımıyla sağaltılır. Sosyometri yolu ile seçimler ve ilişkiler yeniden gözden geçirilir, kişinin geçmişte yaşadığı sorunlar canlandırma tekniğiyle yeniden ele alınır ve kişinin yaşadığı durumlara en uygun, en sağlıklı tepkiyi vermesi hedeflenir. Psikodrama, yetişkinler için olduğu kadar çocuklar için de son derece etkili bir yöntemdir. Çocukların sağlıklı olandan yetişkinlerden daha yakın olduğu, onların değişime ve sağaltıma daha açık olduğu unutulmamalıdır.

Psikolog Şahika Uslu

Çocuklarda Benlik Saygısı Gelişimi

Psikolojiye olan ilginin artmasıyla, benlik kavramı nedir, benlik nasıl oluşur, benlik saygısı nasıl gelişir, çocuğun benlik saygısını geliştirmek için neler yapılmalıdır? soruları sıkça sorulur olmuştur. Bireyin kendisiyle ilgili görüş ve algı biçimi olan benlik, doğumdan itibaren gelişmeye başlar. Burada temel faktör bireyin kendisi ve çevresiyle etkileşimidir. Kişiliğin öznel yanı olan benlik, bireyin kendi kişiliğine ait sahip olduğu fikir, kendini değerlendirme şekli, yani kendisini nasıl tanıdığı, nasıl gördüğüdür.

Benlik saygısı ise bireyin kendisini beğenilmeye ve sevilmeye değer görmesidir. Kişi kendini objektif olarak değerlendirebilmeli, kendisini olduğundan değersiz ya da en değerli, en mükemmel, en üstün görmeden, olumlu düşüncelerle, kendini olduğu gibi kabullenebilmeli, kendini sevmeli, özüne güvenmelidir. Değerlilik, yeterlilik, yapabiliyor olma duyguları benlik saygısının temel öğeleridir.

Benlik kavramında, şu sorulara içtenlikle yanıt vermelisiniz.

  • Ben neyim? Kendinizi nasıl tanıyorsunuz? Çirkin, güzel, akıllı, akılsız, yakışıklı, çekici, yetenekli, sıkıcı, konuşkan gibi.
  • Amaç ve hedefiniz nedir? Kendinize ne değer biçiyor, kendinizi nasıl görmek istiyorsunuz? Toplumsal statü, rol ve saygınlığınızı nasıl görüyorsunuz?
  • Ne yapabilirim? Neleri iyi yaparsınız? Yüzmede iyiyim, insanlar benimle iyi vakit geçirir, sorunlara pratik çözümler üretirim, çok kitap okurum, çok çalışırım, iyi otomobil kullanırım vs.
  • Değer yargılarınız, inançlarınız, doğru ve yanlışlarınız nelerdir?

Özetle benlik kavramı, kişinin kendisi hakkındaki görüşlerinin tamamıdır.

Gerçek benlik, kişinin kendini algılaması, sahip olduğu zihinsel ve fiziksel özelliklerin farkında olmasıdır. Ben kimim? Ben neyim? Ben ne yapabilirim? sorularına verdiğiniz cevap gerçek benliğinizdir. İdealleriniz, özlem, istek ve emelleriniz, elde ettiğinizde kendinizi en iyi hissedeceğiniz şeyler ise ideal benliği oluşturur. Benim için neler değerlidir? Hayattan ne bekliyorum? Hayatta ne istiyorum? sorularının karşılığı ideal benliktir.

Ruh sağlığı için ideal benlik ile gerçek yaşantınız arasında bir denge, uyum olmalıdır. Değer yargılarınız ve ideallerinize uygun hareket ve mücadele etmediğinizde psikolojik sorunlar kaçınılmazdır. Benlik kavramının ilk adımları çok erken dönemlerde başlar. Başta anne, baba ve temel bakıcı olmak üzere çocuğun yaşamındaki önemli insanların çocuğa yaklaşım ve davranışları, benlik gelişiminde temel rolü oynar. Benlik gelişimi tamamen başarı odaklı değildir. Kendisi ve çevresiyle ilgili olumlu geri bildirimler alan çocuk kendini değerli görecek, kendisine saygı duyacaktır.

Çocuğun benlik saygısı oluşumunda anne birinci derecede önemlidir. Doğumla başlayan bu ilişki, annesiyle girdiği ilişkilerde beğenildiği, kendine başarı saydığı şeyler annesince kabul edilip, takdir edildiği ölçüde olumlu yönde ilerleyecektir.

Öğrenilmiş bir yaşantı olan benlik saygısı, çocuğun en değerli varlığı olan anne babasının ona verdiği değerle sıkı sıkıya ilintili olup, kardeşler, arkadaşlar ve öğretmenleriyle olan ilişkileri, onlardan aldığı tepkilerle gelişen ve değişen bir süreçtir.

Birey için önemli kişilerin, bireyin yaptıklarına onay vermesi, yaptıklarını beğenmesi, onunla övünmeleri ya da ondan utanmaları, sürekli eleştiride bulunmaları, yaptıklarını beğenmemeleri, hoşnutluklarını göstermemeleri benlik saygısının düşük veya yüksek olmasını sağlayacaktır.

Benlik saygısı gelişiminde anne babanın sağ olup olmamaları, üvey anne ya da üvey baba ile büyüme, aile yapısı, ailedeki kardeş sayısı, kaçıncı çocuk olunduğu, ailenin ekonomik durumu, anne babanın eğitim düzeyleri ve meslekleri yanı sıra sosyal, çevresel ve kültürel faktörler ile fiziksel görünüşün de rolleri vardır.

Çocuğa aşırı eleştirel yaklaşan ailelerde, cinsel ve fiziksel tacize uğrayan çocuklarda, ailede alkolizm ve madde kötüye kullanımı varsa, ailede aşırı koruyucu ya da aşırı hoşgörülü davranılıyorsa düşük benlik saygısı gelişme olasılığı yüksektir.

Benlik saygısı düşük olan çocuklar;

  • Başarısızlık kaygısı nedeniyle görev ve sorumluluk almaktan, yeni deneyimlerden kaçınırlar.
  • Bir oyun veya ödev yaparken çabuk sıkılır, oyun veya ödevi kısa sürede bırakırlar. Ufak bir zorlanma ya da hayal kırıklığı, yaptığı işten vazgeçmesine neden olur.
  • Bir oyunu kaybedeceğine veya herhangi bir konuda başarısız olacağına inanıyorsa başkalarını suçlayarak ya da dış etkenleri ileri sürerek mazeretler yaratır, mızıkçılık yapar, bu durumu kamufle etmek için rahatlıkla yalan söyleyebilir.
  • Okulda ve derslerde başarısız olma olasılığı yüksektir, sosyal aktivitelere ilgisi zayıftır.
  • Övgüye de, eleştiriye de olumsuz karşılık verirler.
  • Diğer insanların ya da akranlarının kendisi hakkındaki düşüncelerinden aşırı derecede etkilenirler.
  • Kendilerine dönük yoğun eleştiride bulunur, kendilerini beğenmezler. “Herkes benden daha akıllı ve başarılı”, “Öğretmenim ve arkadaşlarım beni sevmiyor”, “Boyum çok kısa”, “Kilom çok fazla”, “Çirkinim” gibi düşüncelere sahiptirler.
  • Okul içinde saygısız davranışlar sergileyebilir, geçimsizlik gösterebilirler.
  • Hiç umursamaz, yardım etmez bir tavırları olabileceği gibi aşırı derecede yardımcı ve merhametli de görülebilirler.

Yüksek benlik saygısına sahip çocuklar ise;

  • Sosyal olarak aktif ve yaratıcılık potansiyelleri yüksek çocuklardır.
  • Kişisel amaçları nettir, bu doğrultuda kararlı ve gerçekçi hareket ederler.
  • Fiziksel görünümleri konusunda endişeleri azdır.
  • Ders başarısı, sportif faaliyetler, akran ilişkileri gibi etkinlik alanlarında herkesin farklı olabileceğini kolaylıkla kabul ederler.
  • Şüphe, korku ve çelişkilerinin esiri olmazlar.

Çocuğunuzun benlik saygısını geliştirmek için Antalya psikiyatri ve Antalya psikoterapi olarak şu önerilerde bulunuyoruz.

  • Çocuğunuza kendisini ve geleceğini güvende hissedeceği, emniyet duygusunu verin.
  • Çocuğunuzda önce aileniz, sonra yakın arkadaşlarınız olmak üzere arkadaşlar, komşular, okul gibi grupları kapsayacak şekilde ait olma duygusu geliştirin.
  • Çocuğunuzda belli amaç ve hedef oluşturmaya yardımcı olun. Bunu yaparken sadece güçlü ve olumlu yanlarını göstermek ve keşfetmesini sağlamak yanında daha zayıf ve sınırlı yanlarını da gösterin, bunları kabul etmesini ve güçlendirmesini öğretin.
  • Çocuğunuzdan beklentileriniz ne çok aşağıda ne de çok yukarıda olsun.
  • Çocuğunuza güvendiğinizi hissettirin. Size olan güvenini hiçbir zaman sarsmayın. Sözlerinizi tutun, ona dürüst davranın.
  • Tek başına kararlar almasına, bazı şeyleri tek başına yapmasına fırsat tanıyın. Bu sayede sorumluluk duygusu gelişimine katkıda bulunursunuz.
  • Etkinliklere katılmasını sağlayarak katılımcılık duygusunun gelişmesine yardımcı olun.
  • Başarılarında mutlaka olumlu geribildirimde bulunun, takdir edin.
  • Hataları ve başarısızlıklarında olumsuz kişisel eleştirilerden kaçının. Bu engel ve aksiliklerin herkesin her zaman başına gelebileceğini, bunun yaşamın bir parçası olduğunu, önemli olanın hatalardan ders almak olduğunu belirterek kendisini yenilgiye uğramamış hissettirin.
  • Çocuğunuzla nitelikli zaman geçirin.
  • Mükemmellik beklentisi içinde olmayın, çocukları belli bir kalıba sokmaya çalışmayın.
  • Çocuk yetiştirmede mutlaka sınırlarınız olsun. Sınır koymak aşırı disiplin, bir korku ortamı yaratmak değildir. Önemli olan oluşturulan sınırlar konusunda tutarlı olmaktır.

Benlik saygısı, benlik saygısı gelişimi, benlik saygısı geliştirmenin yolları, benlik kaygısını etkileyen etkenler, benlik saygısını arttırmanın yolları ile ilgili genel görüş ve öneriler şöyledir.

  • Benlik saygısı ruhsal rahatsızlıklarda önemli rol oynar. Benlik saygısı zayıfladıkça psikolojik rahatsızlıklar artar.
  • Benlik saygısı düşük bir kişi öncelikle anne babasının ve onun için önemli kişilerin, kendisini sevmediğini, değer vermediğini düşünür. Bu temel fikir gelecekte bilişsel çarpıtmalara yol açarak psikolojik ve psikiyatrik rahatsızlıklara zemin hazırlayacaktır.
  • Benlik saygısı kişiye yeterlik, değerlilik ve çevredeki olayları etkileyebilirlik hissi verir.
  • Olumlu benlik saygısı, bireyin kendi benliğine karşı olan olumlu tutumu olup, başkalarının tutum ve davranışlarından etkilenmez.
  • Benlik saygısının özü, psikososyal gelişimin ilk basamağı olan temel güven ve güvensizlik dönemindeki içsel ayrılık ve süreklilik duygusunda yatar.
  • Kendinizi, olduğunuzdan aşağı ya da üstün görmeden, değerli, olumlu, beğenilmeye ve sevilmeye değer buluyor, kendi kendinizden olduğunuz halinizle memnunsanız benlik saygınız yüksek demektir.
  • Yakın ilişkiler içerisinde kendinizi nasıl algıladığınız sosyal benlik saygınızı, akranlarınız içinde kendi öğrenme yeteneğinizi nasıl gördüğünüz akademik benlik saygınızı, kendi mesleğinizi ne kadar önemli ve değerli gördüğünüz ise mesleki benlik saygınızı ifade eder.
  • Benlik saygısının yüksek olması yaşamdan alınan doyumu arttırır.
  • Benlik saygısı düzeyleri arttıkça, problemlerle başa çıkma kolaylaşır.
  • Benlik saygısı ile yalnızlık düzeyi ters orantılıdır.
  • Düşük benlik saygısı yeme bozukluklarında (anoreksiya nevroza, bulimia nevroza) bir risk faktörüdür.
  • Duygusal zorbalığa uğramak, benlik saygısı üzerinde fiziksel zorbalığa uğramaya göre daha olumsuz etkilidir.
  • Yüksek benlik saygısına sahip bireyler kendilerine başarılabilecek en yüksek hedefi koyarlar ve bunu gerçekleştirirler. Düşük benlik saygısına sahip bireyler ise kapasitelerinin altında başarılar hedeflerler.
  • Benlik saygısı yüksek çocuk ve yetişkinler duygularını kontrol edebilir, başarısızlık karşısında yılmaz, başarısızlık karşısında daha iyisini yapmak için motive olur.
  • Benlik saygınız yüksek ise “keşke farklı biri olsaydım” demezsiniz.
  • Çocukların görüş ve düşüncelerini ciddiye almak onlar için en büyük saygı görme göstergesidir.
  • Çocuğunuzun benlik saygısını arttırmak için onun eşsizliğini vurgulayın ve karşılıksız sevgi verin. Bu onun her davranışını sevmek ve onaylamak anlamında değildir. Açık, anlaşılır kurallarla yumuşak bir disiplin kurun ve mutlaka tutarlı olun.
  • Çocuğunuzun benlik saygısını arttırmak için sadece başarılı olduğunda değil, iyi şeylere ulaşmak için çaba gösterdiğinde, olumsuz davranışlarda bulunmadığında da övgüde bulunun.
  • Çocuğunuzla ortak hedefler belirleyin, bu doğrultuda ona destek ve yardımcı olun.
  • “Ne kadar tembelsin”, “Ne kadar beceriksizsin”, “Sen adam olmayacaksın”, “Asla yapamayacaksın” gibi olumsuz kişisel eleştirilerden kesinlikle kaçının.
  • Çocuklarınıza erken yaşlardan itibaren küçük sorumluluklar verin, kendi kendine bir şeyler yapabilmenin zevkini almasını sağlayın.
  • Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamayın.
  • Olumlu benlik saygısına sahipseniz strese o derece dayanıklı olursunuz.

Çocuklarımıza sevgi ile zaman ayırmak ve hayatı anlamlı kılacak girişimlerde bulunmak ebeveyn sorumluluğumuzdadır.

Psikiyatrist ve Psikoterapist Emine Filiz Uluhan / Psikiyatri Antalya

Tüm ebeveynler, sözlerini dinleyen ve uslu uslu oturan çocukları olsun ister. Bu durum, yetişkinler için gayet doğal olsa da çocuklar için pek de öyle sayılmıyor. Çocuklar, ailelerinin bu beklentilerini dikkate almaları gerektiğini bilse de her zaman karşılık vermeye yanaşmayabiliyor. Hatta kimi zaman durumu daha da güçleştirmek için ebeveynleriyle inatlaşabiliyorlar. Böyle zamanlarda anne ve baba, çocuk ile ciddi problemler yaşamamak adına beklentilerini dengelemeyi bilmelidir. Çünkü çocukların yaramazlıkları karşısında ikaz ve cezada aşırıya kaçılması çocuk ve ebeveynler arasında iletişim kopukluğu yaşanmasına yol açabilir. Aile büyükleri bilmelidir ki, çocuklar da bazı haklara sahiptir ve sınırları aşmamak kaydıyla birtakım yaramazlıklar yapabilir.

Aşırı tepkiler yaramazlıkları artırabilir. Çocukların yaptığı yaramazlıkların altında ailenin sergilediği tutarsız davranışların yattığı söylenebilir. Çocuk, kötü bir söz sarf ettiğinde ya da hatalı olduğu düşünülen bir davranış sergilediğinde genellikle kızgınlıkla karşılık verilir. Böyle durumlarda anne ve babalar, bu tarz davranışların çocuğun karakteriyle alakalı olduğunu düşünebilir. Fakat çocuğun karakterinin oluşmasındaki yapı taşı ailedir. Çocuğun taşkınlık içeren davranışlarına karşı ani ve aşırı tepkiler vermek de istenmeyen davranışlarının artmasına neden olabilir. Toplum içinde yaramazlık algısı oluşturan davranışlar genellikle çocuğun saldırgan tutumlarıdır. Vurma, atma, kırıp-dökme, itme, bağırma gibi eylemler, çocuğun dış dünyaya karşı sergilediği saldırgan davranışlardır. Eğer ebeveyn ve çocuk arasında güven sorunu bulunuyorsa çocuğun sergilediği bu tutumlar giderek artış gösterebilir.

Tüm çocuklar birbirinden bağımsız ve farklı özelliklere sahip olarak doğar. Kimi çocuklar aşırı hiperaktifken, kimileri de gayet sakin bir yapıya sahip olurlar. Fakat ne kadar farklılıklar olsa da, her çocuğun birbirine benzer ihtiyaçları vardır. Çocukların yapısal özellikleri nasıl olursa olsun her adımı anne ve babasının dikkatini çekmek için atarlar. Bu nedendendir ki, ebeveynlerinin onaylamadığı davranışları yapmaktan büyük haz duyarlar. Aşırı disiplin, sıkı kurallar ve yasaklar çocuklar için kabullenmesi zor ve sıkıcı durumlardır. Bu kısıtlamalar ayrıca, özgüven eksikliğine, içe kapanıklığa, kişilik ve iletişim bozukluklarına sebep olabilir.

Ebeveynler tarafından kısıtlanan ve yapılması istenmeyen yaramazlıklar aslında çocukların gelişimlerini büyük oranda destekler. Çünkü çocuk, her yaptığı yaramazlık sayesinde aslında bu davranışların yanlış olduğunu öğrenerek kendini geliştirmeyi öğrenir. Su tabancasıyla insanlara su sıkmak ya da yoldan geçenlere camdan seslenmek gibi saldırganlık içermeyen küçük yaramazlıklar ise çocuğun sosyal yanının gelişmesine ve etrafındaki insanlarla daha kolay iletişim kurmasına destek sağlar.

Yaramazlık yapan çocuklara, “seni yaramaz!”, “söz dinlemez!” gibi tepkiler vermekten kaçınılmalıdır. Sürekli olarak çocuğa kötü ve laftan anlamaz mesajının verilmesi yaramazlık yapma isteğini arttırabilir. Bunlar yerine çocuğun iç dünyasında yaşadığı fakat dile getiremediği ihtiyaçlar görülmeye çalışılmalıdır. Ayrıca çocuğu azarlamak ve cezalandırmak yaramazlık eğilimini azaltmayacağı gibi çocuğun daha hırçın ve asi davranışlar sergilemesine neden olabilir. Çocukların agresiflik ve yaramazlıklarının altında aslında ihtiyaçlarının karşılanması talebi yattığı unutulmamalıdır. Yaramazlık, çocukların ihtiyaçlarının sinyalidir.

Yaramazlıkların nedeni çoğu zaman çocukların anne ve babalarına duydukları düşmanlık olarak algılanabiliyor. Fakat bu tutumlarının birçoğunun öğrenme ve keşfetme amaçlı yapılan eylemler olduğu bilinmelidir. Çocuklar, ihtiyaç ve isteklerini dile getirebilecek olgunluğa sahip değillerdir. Ebeveynler ise bu sorunların önüne geçebilmek için çocukları ile zıtlaşmak yerine onlarla karşılıklı olarak neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda sakince konuşmalıdır. Anne ve baba çocuklarıyla empati yapmalı, ona söz hakkı vermeli, ayrıca çocuğa hissedilen duygular beden dili kullanılarak hissettirilmelidir.

Aile içinde sevgi, saygı ve anlayıştan oluşan bir ilişki inşa edebilmenin yolu ebeveynlerin çocuklarına doğru rol model olmalarından geçer. Anne ve baba, yaramazlık dürtüsü olan çocuğa aşırı baskı yapmamalı fakat çocuğun söz dinlemez tavırları da görmezden gelinmemelidir. Çocukla inatlaşmak yanlıştır. Bunun yerine ilgisini çekecek başka bir alana yönlendirilmelidir. Ayrıca saldırganlık ve zarar unsuru barındırmadıkça belli zamanlarda yaramazlık yapmasına müsaade edilebilir. Çünkü çocuğa yalnızca doğru davranışları öğretmek uygun olmayan bir yaklaşımdır. Çocuğun bazı yanlış davranışlar göstermesine izin vermek, tavırlarının yanlış olduğunu fark etmesini sağlayabilir. Belli zamanlarda yaramazlık yapmasına izin verin

İnat döneminde anne babalar çocuğa anlayış göstermeli, çocuğun ayrışma mücadelesini kırmamalıdır. Anne babanın tutarlı ve sabırlı olması, çocuğun bu dönemi daha rahat geçirmesine yardımcı olacaktır. Korkutmak, cezalandırmak, zıtlaşmak bu davranışların artmasına veya yerleşmesine yol açabilir. O halde çocukların isteklerine nasıl cevap vermeliyiz?

Öncelikle çocuğun her dediğini yapmayın. Ancak uygulayacağınız kuralların da mümkün mertebe gerekli, anlaşılır ve az olmasına dikkat edin. Gereksiz konularda fazla kural ve yasaklama getirirseniz, bir süre sonra çocuğunuza çok fazla “Hayır” demek zorunda kalırsınız. Çocuğa ne kadar çok “Hayır” derseniz onun bu mücadelesini körüklemiş, ”Hayır” demesine zemin hazırlamış olursunuz.

Çocuğa hayır demeden önce dikkatlice düşünün, “gerçekten hayır mı?” buna karar verin. “Hayır” dediğinizde; bu, gerçekten “Hayır” olmalıdır. Eğer istediği, gerçekte ihtiyacı olan bir şeyse ve temini de mümkün ise, çocuğu fazla üzmeden ihtiyacını yerine getirin. Kesinlikle mümkün değilse, saldırgan olmayan ama kararlı bir ifadeyle: “Hayır” deyin. Ve nedenlerini anlayacağı ifadeler kullanarak açıklayın. Çünkü çocuk, neden engellendiğini bilmezse haksızlığa uğradığını düşünür.

“Evet” ya da “hayır”a tam olarak karar veremiyorsanız, çocuktan düşünme süresi isteyin. “Bilemiyorum, düşünmem lazım, biraz bekler misin? ” diyerek tekrar düşünün. Eğer düşünmeden söylediğiniz “Hayır”lar çocuğun inatçılık mücadelesi(küsmek, ağlamak, tepinmek ve avazının çıktığı kadar bağırmak) sonucunda “Evet” e dönüşürse, çocuk bunu mücadelesiyle kazandığını düşünecek ve bu eylem muhtemelen kronikleşecektir. Bu nedenle; esneklik sağlayabileceğiniz durumlarda, krizler ortaya çıkmadan alternatifleri değerlendirin. Böylece, çocuğunuz sadece inat ettiği için bir hak elde ettiğini düşünmeyecektir.

Kuralları belirlemede ve uygulamada uyum ve söz birliği içinde olun. Babanın kızdığı bir davranışı anne gülerek karşılar veya “Çocuğun üstüne gitme!” diyerek korumaya kalkarsa, çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemez.

Çocuğunuz inat döneminde sizi ne kadar bıktırırsa bıktırsın, sevginizi geri çekerek onu cezalandırmayın. “Böyle davranırsan artık seni sevmeyeceğim.” tarzında tehditler kullanmayın. Her şeyden önce, anne-baba olarak bu olumsuz tutum ve hırçınlıkların geçici bir durum olduğunu ve her anne babanın bu süreçten geçtiğini unutmayın. Sebeplerini bildikten ve gerekli önlemleri aldıktan sonra, bu dönemi atlatmak aslında hiç zor değildir.

Atılım Eroğlu

Günümüzde anne baba olmak, geçmiş yıllara göre oldukça farklı bir zorluk taşıyor. Bizler bu anlamda ara kuşak olarak kabul edilmeliyiz aslında. Bir ayağımız geleneksel, bir ayağımız modern yaşamın içindeyken çocuklarımıza zamanında bizim sahip olamadığımız ne varsa ya da verebileceklerimizin en iyisi neyse vermeye çalışıyoruz. Ebeveyn olmanın en sıkıntılı tarafı burası. Neyi ne kadar ve ne zaman vereceğimizi bilemiyoruz, bazen sınırları şaşırıyoruz. Ne kendimize ne de çocuklarımızın isteklerine sınır koyabiliyoruz. Neredeyse tüm yaşam biçimimizi çocuklarımızın okul, ders, ödev ve ihtiyaçlarına göre düzenlemeye başladık ve artık insan olarak, bir sosyal birey olarak tükenmeye başladığımızı hissediyoruz. Bu nedenle son yılların belki de en önemli sonuçlarından biriyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz: Hepimiz çocuk merkezli ya da diğer deyişle çocuk egemen aileler olduk.

AİLEDE GÖREV DAĞILIMI, ÇOCUKLARA SORUMLULUK VERMEK

Çocuk merkezli aile olduğumuzun en belirgin tarafı, evde bütün işlerin anne baba tarafından yapılıyor olması ve evle ilgili olarak çocukların en küçük bir sorumluluk dahi taşımamasıdır. Bu konuda çocuklarda kusur aramak yanlış olur. Önce anne baba olarak çok küçük yaşlardan itibaren çocuklara yaşlarına uygun görevleri ve özellikle kendileriyle ilgili sorumlulukları öğreterek vermek bizim görevimizdi. Zamanında yapamadığımız işler için çocukları suçlamak yerine şu andan itibaren eksik bıraktığımız sorumluluk paylaştırma işine başlayabiliriz. Çocuklar aile içinde bir çok konuda alınan kararlarda merkez olduklarını biliyorlarsa, maalesef anne baba olarak bizim çok fazla söz sahibi olmadığımızı ve istediklerini yaptırabileceklerini de biliyorlar demektir. Oysa çocuk sonuç olarak çocuktur ve asıl kararlar her zaman anne babaya ait olmalıdır. Bunun yolu da duruma göre değişmeyen, kesin ve net çizilmiş sınırlar ile aile kurallarının olmasından geçer.



EVDEKİ DÜZENİ, TATİL PROGRAMLARINI ÇOCUĞA GÖRE AYARLAMAK

Son yıllarda pek çok aileden aynı sözleri duyuyoruz: Tatile çıkacağız ama çocuğun sınavlarını bekliyoruz ya da çocuğun yaz okulu bitince tatil programımızı yapacağız. Elbette ki çocukların okulları, dersleri, sınavları önemli. Ancak durumu biraz abarttığımız da bir gerçek. Hafta sonu gezmeleri, akraba, eş dost ziyaretleri ,gidilecek yerler gibi konularda zaman zaman neredeyse tek söz sahibi çocuk oluyor. Eğer çocuklar istemezlerse o hafta sonu aile büyükleri ziyaret edilmiyor ya da ailece ne zamandır gitmek istedikleri sinemaya çocuklar gelmek istemiyor. Ve her zaman çocukların sundukları alternatifler programa alınıyor. Sırf çocuklar mutlu olsunlar düşüncesiyle anne baba bütün planlarından vazgeçmek zorunda kalabiliyorlar. Sonuç olarak, istekleri yapılan ama yine de mutlu olmayan çocuklar ve çocukları için her şeyi yapan ama mutlu olmadıklarını görünce bir kat daha üzülüp mutsuz olan aileler. Demek ki konu, çocukların her istediğini yapmak, bütün planları onların isteklerine göre düzenlemekten çok başka bir şeyle ilgili. Konu, evdeki otoritenin, yetkinin ve son söz hakkının kendilerine ait olduğunu bilen ebeveyn tutumlarıyla ilgili.


EVDE KİMİN SÖZÜ GEÇİYOR?

Çocuklu ailelerde zaman zaman güç gösterileri, üstünlük kurma çatışmaları yaşanması son derece normal. Çocukların farklı kişilikleri olduğunu, büyümeleri sırasında şekil alan kişiliklerine ve yapılarına uygun olarak isteklerinde ve beğenilerinde de farklılaşmaların olacağını biliyoruz. Bazen ebeveynleri zorlayıcı, inatçı yapılarıyla baş etmek gerçekten sıkıntı verici olabiliyor. Ancak yine de çocuklarla olan ilişkimizde sınırları olduğunu hissettirmek gerekiyor. Anne baba olarak çocuklarımızı sınırsız seveceğiz elbette, ancak davranışlarında ve isteklerinde sınırları olması gerektiğini çok küçük yaşlarda hissettirmek çok büyük önem taşıyor.

Eğer siz de;
• bir karar alma aşamasındayken,çocukların ne tepki vereceği konusunda endişeler yaşıyorsanız,
• eşinizle verdiğiniz bir kararı ya da programı çocuklarınıza nasıl açıklayacağınızı düşünüyorsanız,
• Onlar yokken kendinize ait bir plan ya da program oluşturamıyorsanız,
• Önceden yapılmış programlarınızı çocukların isteklerine göre değiştiriyorsanız,
• Siz çok isteseniz dahi,çocukların istemediğini gördüğünüzde isteklerinizden vazgeçebiliyorsanız,
• Bütün planlarınız çocuklarınızın hayat akışlarına göre düzenlenmişse,
• Bir arada olduğunuzda neler yapmanız gerektiği konusunda söz hakkını çocuklara veriyorsanız ve onların isteklerine göre program yapıyorsanız,
evde kesinlikle çocukların sözünün geçtiğini bilmenizde fayda var.

ÇOCUK EGEMEN AİLEDE ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR

Çocuklarının isteklerine göre davranan ailelerde çocuklar hem mutlu değillerdir hem de istekleri bir türlü bitmez. Önce anne babalar çocukları mutlu olsun, düşüncesiyle bütün hayat ritimlerini onlara göre ayarlarken bir süre sonra bu durum gerçekten sıkıntı yaratır ve aileler bu aşamadan sonra nasıl geri adım atacaklarını bilemezler. Üstelik pek çok sorun yaşadıkları da bir gerçektir.
• Çocuklar her şeyden önce empati kurmayı yani başka insanların isteklerine ve duygularına anlayış göstermeyi öğrenemezler.
• Anne babalarına isteklerini yaptırmayı başaran çocuk aynı şeyi diğer insanlardan da bekler ve bu istekleri karşılık bulmadığında saldırganlaşabilir, çatışmacı bir tavır geliştirebilir.
• Evdeki merkez figür olması çocukları benmerkezci bir kişiliğe yöneltebilir. Dünyanın kendi çevresinde döndüğünü düşünen, uyumsuz, sosyal ortamlara yabancı bir birey olarak yetişir.
• Zaman içinde anne baba çocuğun isteklerine aykırı bir şey yaparsa, çocuk, onları suçlayan, tavır alan, agresif tutumlar geliştirebilir.
• Çocuk büyüdükçe kendisini alması gereken kararları almaktan kaçınır, tüm sorumluluğu başkalarından bekler, işler ters gittiğinde ya da beklediği sonuçları alamadığında suçu başkalarına atar.
• Her istediği yapılan, evde anne babasını yöneten ve yönlendiren konumda olan çocuk mutsuz, tatminsiz, kararsız, müşkülpesent bir insan olarak yetişir.
• Beklemeyi, isteklerini ertelemeyi, sabretmeyi öğrenemeyen çocuklar, çocuk egemen ailelerin eseridir.

DENGEYİ SAĞLAMAK

Anne baba olduğumuz anda hayatımızın tamamen değiştiği bir gerçek. İnanılmaz büyük bir sorumluluğun altına girdiğimiz gibi, kendimizden önce düşüneceğimiz çocuklarımızın varlığı hayata bakış açımızı, beklentilerimizi de değiştiriyor. Çocuk yetiştirmek önemli bir görevdir ve bu görevi yaparken zaman zaman yanlışlar ya da aksaklıklar ortaya çıkabiliyor. Maalesef anne babalık doğuştan getirdiğimiz bir yetenek değil. Zaman içinde öğreniyor, deneyim kazanarak ustalaşıyoruz. Her çocuk farklı olduğundan her çocuğumuzda farklı özellikler görüyor, şaşırıyor, mutlu oluyor, bazen kızıyoruz. Onlar bizim kopyalarımız değil, onlar bizin özelliklerimizin bazılarını taşıyan ama tamamen farklı bireyler. Bizler anne babaları olarak onları hayata hazırlıyoruz. Ya da acaba hazırlayabiliyor muyuz? İşte bütün mesele burada: Anne baba olarak çocuklarımızla olan ilişkilerimizde dengeyi kurabiliyor muyuz?
Çocuklar, doğdukları andan itibaren doğaları gereği benmerkezcidirler. Sürekli talep eden taraftırlar. Hayatlarının ilk yıllarında, özellikle öz bakım becerilerini kazanana kadar geçen süre içinde çocuklarımıza daha korumacı, daha kontrollü davranmamız gerekiyor elbette. Ancak bu süreler içindeki her gelişim aşamasında yapabilecekleri görevleri vermek, bazı sorumluluklar için onları hazırlamak adına çok önemlidir.
Çok küçük yaşlarda ufak tefek işler yapabilirler, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Bu, onların emeğe, zamana ve insana saygı geliştirmelerini sağlar. Kendilerinden başa insanlar olduğunu, onların da istekleri olduğunu, üzülebileceklerini, duyguları olduğunu öğretmenin ilk adımları bu şekilde atılabilir.
Çocuklarımızla kurduğumuz ilişkide özellikle aile bütünlüğünü ilgilendiren konularda çocukların değil anne babanın sözü geçmelidir. Ev değiştirmek, ikinci ya da üçüncü bir çocuk sahibi olmak gibi önemli kararlarda çocuklara danışılmamalıdır bile. Eğer çocuk yapmak konusunda, çocuğun fikirlerini ön plana alır,ona söz hakkı verirseniz çocuğunuz pek çok karara katılma hakkını kendinde görecektir.
Belli konularda fikri alınabilir ama örneğin ev değiştirilecekse, bu konuda çocukla konuşulması yanlış olur. Ancak odasının düzenlenmesi konusunda çocuğun zevki, istekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Yine okul seçimi gibi bir konu varsa, bu konuda karar çocuğa bırakılmamalıdır. Ancak okul malzemeleri çocukla birlikte alınmalıdır.

ÖNERİLER

Unutulmaması gereken en önemli nokta ailenin temel yapısının öncelikle anne babadan oluştuğu, çocukların bu temel yapıya sonradan katıldıklarıdır. Çocukların istekleri, beklentileri yerine getirilecekse bile bu isteklerin ailenin tümünün isteğiyle uyum içinde olması ve tek taraflı gerçekleştirilecek eylemler olmamasına dikkat edilmelidir.
Her şeyin çocuğun yararı gözetilerek anne baba tarafından düşünüldüğü bir ailede çocukların isteklerinin önünün alınamayacağı bilinmelidir. Zaman zaman isteklerinin olmayacağını görmek, çocuklarda isteklerine kavuşmak için çaba harcamayı, kendine güven duygusunu, emeğin değerinin farkına varmayı, savaşmayı, kaybetmeyi, rekabet duygusunu, motivasyonu geliştirip, güçlendirecektir. Çocuk egemen bir aile olduğunuzda çocuğunuz için harika bir hayat hazırlamadığınızı, aksine onun elinden bu duyguları aldığınızı unutmayın.
Çocuk merkezli aile olmak aslında bir süre sonra anne babalar için de çekilmez bir hal alabiliyor. Hem anne babalar mutsuz oluyorlar, hem de çocuklar. Üstelik çocukların her isteklerinin yapıldığını görmeye değil, tutarlı bir disipline ihtiyaçları vardır. Disiplin demek, hem bir birey olarak hem de toplumsal bir varlık olarak, kendisiyle ve çevresiyle barışık olarak, sınırlarını bilerek yaşamayı becerebilecek donanımlara sahip çocuklar yetiştirmek demektir. Anne baba olarak sizin ayrı, çocuklarınızın ayrı hayatları olması gerektiğini göz önünde bulundurun ve hayatınızın sadece çocuklarınızdan oluşmadığını dikkate alın.

Psikolog Serap Duygulu

Küçüğünüzde zaman zaman hoşunuza gitmeyen davranışlar gözlemleyebilirsiniz. Bunların bazıları hatalı anne baba tutumu veya travmatik olaylardan kaynaklanıyor olabilir. Kimi çocuk fazla hareketli ve yerinde duramazken kimisi daha sakin oluyor. Kimi çocuk aşırı yemek yerken kimisi iştahsız oluyor. Kimisi tırnak yiyor kimi parmak emiyor. Bu örnekler çoğalıp gidiyor… Bunların aşırısı uyum ve davranış bozukluğu problemi olarak görülüyor. Fakat çocuğun yaş döneminin bir göstergesiyse geçici ve normal sayılıyor.

Kişinin içinde bulunduğu çevre ile dengeli ilişki kurabilmesi ve bu ilişkiyi sağlıklı bir şekilde sürdürebilme becerisine uyum denir. Çocuklar büyüme süreçleri boyunca çeşitli beceriler kazanırlar. Kazanılan her beceriyle birlikte birçok sorunla karşılaşırlar. Bu sorunlar karşısında anne baba ve yakın çevre uygun tutum ve davranışlar sergilediklerinde yaşanan sorun kolaylıkla halledilir. Uygun olmayan tutumlar karşısında yaşanan sıkıntılar ise uyum ve davranış sorunlarına dönüşebilir. Davranış bozukluğu ile normal davranış nasıl ayırt edilir?

Bir davranışın başka davranışlara eşlik etmesi: Örneğin; sadece gece altını ıslatmasının yanında kekemelik, korku ve kaygı gibi durumlar da söz konusu ise davranış bozukluğu olduğu söylenebilir. Sorunun dışa vurulmaması: Çocukların hepsi ruhsal sorunlarını dışa vurmaz. Dıştan belirti göstermeyen içten birçok sorun yaşayan çocuk bunları davranış sorunu yokmuş gibi gösterebilir, ancak çocuğun her zaman uyumlu ve dengeli davranması beklenemez. Yaşadığı sorunlarla kendisinin başa çıkmaya çalışması ve yorulması sonucu belirtiler göstermeye başlar. Çocuğun geçmiş yaşantısının incelenmesi: Çocuğun geçmişteki uyumunun ve olumlu özelliklerinin de incelenmesi gerekir. Gelişimsel dönemlerde sapmaları olan çocuklarda aile desteği ve aile tutumlarının olumlu ya da olumsuz olması nedeniyle, geçici ya da kalıcı uyumsuzluklar oluşabilir.

Çocuğun gelişim dönemi: Davranış belli bir gelişim döneminde görülen geçici bir durum olabilir. Örneğin, 4-5 yaşına kadar olan gece alt ıslatmaları, 2-3 yaşlarında ortaya çıkan uyku bozuklukları ve kısa süren konuşma düzensizlikleri kaygı duyulmasını gerektirmez. Belirtinin sıklığı: Çocuğun davranışı ne kadar sıklıkta yaptığı önemlidir. Ara sıra söz dinlememe, yaramazlık yapma, evde huysuz ve hırçın ama dışarıda uyumlu olan çocukların davranışları olağandır. Her söylenene zıt davranışlar göstermek, okulda ve çevrede sürüp giden davranışlar ruhsal açıdan incelenmelidir. Davranışın şiddeti: Davranışın yoğunluğu arttığında sorun sinyali verir. Davranışın sürekliliği: Süreklilik gösteren davranışlarla, bir müddet olup kaybolan davranışlar aynı düzeyde tutulamaz. Örneğin; kardeş kıskançlığı nedeniyle hırçın ve huysuz olan çocuğun davranışı normal olarak nitelendirilebilir. Ancak çeşitli nedenlerle sorunların sürmesi uyumsuzluk olarak nitelendirilir.

*Uyum ve Davranış Bozukluklarına Yol Açan Nedenler Nelerdir?

  • İhmal: Çocuğun fiziksel, duygusal ve sosyal gereksinimlerinin zamanında ve yeterince karşılanmaması.
  • Anne baba tutumları: Aşırı baskıcı, zorlayıcı, gevşek veya aşırı korumacı tutumlar.
  • Şiddet: Fiziksel, duygusal ya da sözel olarak çocuğa zarar verme, aşağılama, uzun süreli ve aşırı cezalandırma.
  • Ayrılık: Anne babadan uzun süreli ayrı kalma, sık bakıcı değişiklikleri.
  • Boşanma
  • Ölüm
  • Günlük rutinde yaşanan büyük ve ani değişimler
  • Kardeş doğumu
  • Kaza, hastalık, afet gibi travmatik olaylar

*Çocuklarda Görülen Uyum ve Davranış Bozuklukları Nelerdir?

Uyum ve davranış bozuklukları üç ana başlık altında listelenebilir. Bunlar;

Alışkanlık bozuklukları: Parmak emme, tırnak yeme, alt ıslatma, dışkı kaçırma, mastürbasyon, saç koparma.

Davranış bozuklukları: Yalan söyleme, çalma, inatçılık, zarar verme.

Duygusal bozukluklar: Korku, kaygı, çekingenlik, tik, kekemelik, uyku ve yeme bozuklukları.

*Bu Davranış Bozukluklarının Özellikleri Nelerdir? Nasıl Oluşur? Nasıl Davranılmalı?

Çocukların doğuştan sahip oldukları en önemli reflekslerden biri emme refleksidir. Doğumdan sonraki ilk bir yıl içerisinde parmak emme normal olarak kabul edilir. Emme, haz yaratan ve psikolojik olarak rahatlamayı sağlayan bir davranıştır. Psikolojik sorun ve gerginliklerin sonucu olarak gelişebilir. Ev ortamında yaşanan gerginlikler, yeni bir kardeşin doğumu, emme ihtiyacının yeterince doyurulmamış olması gibi durumlar parmak emme davranışının daha sık görülmesine neden olan durumlardır. Genellikle 2 yaş civarında azalması, hatta yok olması beklenen parmak emme davranışı bazı durumlarda çocuk okula başlayana kadar devam eder. Hatta bazen okul zamanında da bu davranışın devam ettiği görülür. Parmak emmenin 2 yaştan sonra devam etmesi durumunda bunun bir uyum ve davranış sorunu olarak görülme olasılığının yüksek olduğu düşünülür.

Öneri: Öncelikle parmak emme davranışının nedenleri, çocukta kaygı uyandıran bir olayın var olup olmadığı araştırılmalıdır. Asıl neden ortadan kalkmadıkça parmak emme davranışı devam eder. Çocuğun emme ihtiyacı gerek anne memesi gerekse emzik ve biberon kullanımıyla yeterince karşılanmalıdır. Emmenin haz verdiği gerçeği ve bu davranışın 2 yaşa kadar normal olduğu kabul edilmelidir. Hatalı davranışlar sergilenmemeli ve çocuk doğru olmayan fikirlerle korkutulmamalıdır. Bu davranışın hoşa gitmediği sakin bir dille belirtilmeli, bırakmayı denemesi konusunda cesaretlendirilmelidir. Alışkanlıktan vazgeçirmek için uygun zaman seçilmelidir. Çocuğun hasta olması ya da yeni bir kardeşin gelmesi, alışkanlığın vazgeçirilmesi için uygun zamanlar değildir.

Tırnak yeme en sık görülen davranış sorunlarından biridir. Çoğunlukla 3-4 yaşlarından önce başlamaz. Çocukların yüzde 33’ünde tırnak yeme davranışı görülür. Bu oran erken ergenlik çağına kadar sürer. Ailede aşırı baskılı ve otoriter bir eğitimin uygulanması, çocuğun sürekli azarlanarak eleştirilmesi, ilgi ve sevgi yetersizliği, kıskançlık, sıkıntı ve gerginlik, anne-baba geçimsizlikleri, anne-babanın aşırı kaygılı olması ve çocuğu aşırı derecede koruyup kollaması tırnak yemeye sebep olan başlıca etkenler arasındadır. Ayrıca tırnak yeme taklit yoluyla da edinilebilen bir davranıştır.

Öneri: En etkili yöntem, 4 yaşına kadar bu alışkanlığın anne-baba tarafından görmezden gelinmesidir. “Tırnağını yeme, elini ağzından çek” gibi uyarılarda bulunmak, davranışın azalmasından çok artmasına neden olur. Çocuğun bu alışkanlığı kazanmasına neden olan etkenleri saptayıp ortadan kaldırmaya çalışmak gerekir. Fakat çocuğun kendisini güvensiz hissetmesi halinde bu alışkanlığa yeniden başladığı görülür.

Tuvalet eğitimi almış olan bir çocuğun alt ıslatma sorunu yaşamasının temelde iki nedeni olduğu düşünülür; çocuk ya duygusal ya da fiziksel bir sorun yaşıyordur. Öncelikle organik bir sorun olup olmadığı belirlenmelidir. Ateşli hastalıklar, idrar yolu enfeksiyonları, şeker hastalığı ve nörolojik hastalıklar alt ıslatma davranışının görülmesine yol açar. Fiziksel bir problemden kaynaklanan alt ıslatma davranışı kısa süreli ve geçicidir. Hastalığın tedavi edilmesiyle ortadan kalkar. Özellikle erkek çocuklarda görülen alt ıslatmanın en önemli nedeni kalıtsal olmasıdır. Eğer anne-babadan birinin geçmişinde bu sorun varsa, çocukta görülme olasılığı yüzde 25, her ikisinde de varsa bu oran yüzde 65’e çıkar. Genetik nedenlerden kaynaklanan alt ıslatmanın ergenlik döneminde ortadan kalktığı görülür. Çocuğun uykusunun çok derin olması ve tuvaletinin geldiğini fark etmemesi de alt ıslatma nedenlerinden birisidir. Ancak çocuğun gelişimi normalse, tuvalet eğitimi uygun yaşta verildiyse, tuvalet eğitimini tamamladığı halde aralıklı da olsa gece veya gündüz alt ıslatma davranışı varsa o zaman bunun psikolojik kaynaklı olduğu düşünülür. Yeni bir yere taşınmak, boşanma, aile bireylerinden birinin ölümü, yeni bir kardeşin gelmesi ya da tuvalet eğitimi sırasında çocuğun zorlanması gibi nedenler duygusal kaynaklı alt ıslatma sorununu gündeme getirebilir.

Öneri: Alt ıslatma davranışının tıbbi bir nedenden olup olmadığını belirlemek gerekir. Ailenin çocuğu ile kurduğu iletişimde tutarlı ve kararlı olması önemlidir. Anne baba tuvalet eğitimi verirken çocuğa korku ve endişe vermemeye özen göstermelidir. Bu konu hiçbir zaman çocuğun yanında konuşulmamalıdır. Çocuğun uykusunun derin olması nedeniyle oluşan altını ıslatma sorununun çözümüne yönelik olarak, sık sık tuvalete kaldırmak ve gece yatarken çok sulu besinleri vermemek uygun olur. Altını ıslatma problemi ciddi boyutlara ulaştığında bir uzmandan yardım alınmalıdır.

Altını ıslatmadan daha ağır olan bir ruhsal uyumsuzluk göstergesidir. Genellikle yetersiz ve gevşek bir eğitim nedeniyle dışkı tutma alışkanlığının kazanılmamış olmasından kaynaklanır. Dışkılama düzene girdikten bir süre sonra da bozulmuş olabilir. Altını ıslatmadaki gibi ruhsal etkenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Kardeş doğumu, anneden ayrılık, hastaneye yatış gibi çeşitli korku ve kaygılar çocukta gerilemeye yol açabilir. Bu davranış hem annenin ilgisini çekmek hem de başkaldırmak amaçlı yapılabilir. Bazı çocuklar tuvalete gitmeye karşı direnç gösterir. Okulda dışkısını tutarken evde dışkı kaçırabilir. Dışkı sorunu olan çocuklar genellikle yaşlarından küçük davranan, okula uyumları yetersiz, arkadaş ilişkileri bozuk, bağımlı ve inatçı çocuklardır.

Öneri: Çocuğun dışkı kaçırma probleminin tıbbi bir nedenden kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi gerekir. Çocuğun üzerindeki gereksiz baskıların kaldırılması ve aşırı titiz tutumlardan vazgeçilmesi gerekir. Çocukla olumlu bir iletişim kurularak onun değerli olduğunu hissetmesini sağlamak yararlı olur. Dışkısını tuvalete yaptığı zamanlarda ödüllendirmek gerekir. Çocuk 3-4 kez belirli aralıklarla tuvalete oturtulmalıdır.

Çocuğun cinsel bölgeleriyle oynayarak kendini uyarması ve rahatlama sağlaması durumudur. Çocukluk mastürbasyonunu tanımlamak için çocuğun genital bölgesinde fiziksel bir sorun olmadığını saptamak çok önemlidir. Kimi zaman, bazı genital sorunlar bölgede kaşınmaya ve tahrişe yol açar, çocuğun dikkatini o bölgeye yöneltmesine neden olur. Bunun dışında bazı çocuklar bedenlerini keşfetmek, bazıları çeşitli duygusal zorluklarıyla baş etmek, bazıları da uykuya geçerken rahatlamak için mastürbasyona başvurabilirler. Mastürbasyona en sık olarak 3-6 yaş arasında rastlanır. Bu dönemdeki çocuk, artık cinsel kimliğini bilir ve bedenini keşfetmeye önem verir. Cinsel bölgesiyle oynadığında duyduğu hazzı tekrar yaşayabilmek için bir yere sürtünerek, bir nesneyi kendisine sürterek veya eliyle kendisini uyarabilir. Çocuk, bunu odasında yalnızken yapabileceği gibi, kalabalık ortamlarda, kendini kontrol etmede çok zorlanarak da yapabilir. Bazı hallerde çocuk o derece enerji harcar ki; ter içinde kalır, kızarır, hatta sesler çıkarabilir. Yine aşırı hallerde, çocuğun cinsel bölgesi tahriş olabilir. Mastürbasyon, genellikle ortaya çıkışından bir süre sonra kendiliğinden kaybolur. Ancak, ailenin olaya gerektiğinden fazla ilgi göstermesi durumunda veya çocuğun yasadığı duygusal zorluklar kapasitesinin üstünde olduğunda, mastürbasyon bir ilgi çekme, rahatlama ve kaçış yöntemi olarak görülebilir.

Öneri: Çocuğun bu davranışı fark edildiğinde bu konuya sert tepki gösterilmemeli, çocuk korkutulmamalı, mastürbasyon yaptığı fark edildiğinde, bu işi kendi odasında yapması söylenmeli, kısa bir süre sonra yanına gidip işi sonlandırması sağlanmalı ve dikkati başka bir konuya yönlendirilerek onunla oyun oynanmalıdır.

1-2 yaş kız çocuklarında daha çok görülür. Çocuğun stresini yenmek için yaptığı bir harekettir. Bu davranışın en büyük nedeni anneyle çocuk arasında duygusal bağın kurulmamış olmasıdır. Duygularını ifade etmede güçlük çeken, yasak ve baskı altında büyüyen kız çocuklarında saç koparma davranışına daha sık rastlanmaktadır.

Öneri: Çocuk elini saçına götürdüğünde uyarılmamalı ve dikkati başka yöne kaydırılmalıdır. Saçı toplamak veya toka takmak kısa süreli çözümler sağlayabilir. Eğer çocuk sinirlendiğinde yüzünüze bakarak saçını çekiyorsa bu davranışa tepki vermemek gerekir. Ancak davranışın duygusal kaynaklı olabileceği düşünülüyorsa mutlaka uzman desteği alınmalıdır.

Çocukların söylediği yalanlarda çocuğun gerçeği iyi değerlendirememesi, gördüğü ve duyduğu şeyleri uydurması veya olmamış şeyleri olmuş gibi anlatması söz konusudur. Çocukları yalana iten, çoğunlukla yetişkinlerin gerçek karşısındaki çelişkili tutumlarıdır. Çocuk yalan söylese bile anne-babasının yalanlarına karşı çok duyarlıdır. Anne-babanın yalanına çocuğunu ortak etmesi ve bunun sonucunda çocuğa susması konusunda ödüller vaat etmesi ile çocuk yalanlardan kendine kazanç sağlamak gibi bir alışkanlık elde eder. Bazı çocuk yalan söylerken bir özlemini dile getirebilir veya bunun tam karşıtı bir tutum takınabilir. Çocuk anne babasının beklentilerini karşılamakta güçlük çekiyorsa ya da ceza korkusu varsa yalana başvurur.

Kendine güven duygusu aşılanmalıdır. Anne baba tutumlarında çelişkili durumlardan kaçınılmalıdır. Çocuğa uygun modeller sunulmalıdır. Çocuğu doğru söylemeye teşvik edici pekiştireçler kullanılmalıdır. Çocuğun söylediği yalanı doğrudan yargılamak yerine yalan söylemeye teşvik eden nedenler araştırılmalıdır. Çocukla sağlıklı iletişim ve etkileşim kurulmalıdır. Çocuğun yapacağı olumsuz davranışlar karşısında alacağı tepkilerle başa çıkma yolları öğretilmeli ve yalandan uzaklaştırılmalıdır.

Okul öncesi dönemde mülkiyet duygusu tam olarak gelişmemiştir. Bu dönemdeki çocuklar, başka birine ait bir eşyayı izinsiz olarak almanın kötü bir davranış olduğunu anlamakta güçlük çeker. Bu nedenle çalma davranışının bir uyum ve davranış bozukluğu olarak değerlendirilebilmesi için çocuğun ilkokul çağına gelmiş olması gerekir. Çalma davranışının altında yatan sebepler; aşırı disiplinli tutum, kıyaslamacı tutum, anne babanın paraya aşırı düşkünlüğü veya cimrilik, maddi cezalar verme, gereksinimlerin giderilmemesi, önceki çalma davranışının pekiştirilmesi, çocuğun kendini değersiz hissetmesi ve öz güven kaybı, kıskançlık ve rekabet duyguları ile sevgisizlik ve ilgisizliktir.

Öneri: Öncelikle çocuğa kendisine ait olmayan bir şeyi almasının doğru olmadığı söylenmeli ve kendisine ait bir şeyi izinsiz alındığında nasıl hissedeceğini düşünmesi sağlanmalıdır. 4-5 yaşlarından itibaren çocuklar, davranışlarının karşısındaki kişide bırakacağı etkiyi anlamaya başlarlar. Bu noktada dramatizasyon oyunları işe yarayabilir. Eşyasını aldığı kişiden özür dilemesi gerektiği öğretilmeli ve eşyayı sahibine vermesi sağlanmalıdır. Sakin ve kararlı olunmalıdır. Suçlayıcı, eleştirici ya da kızgın davranılmamalıdır.

İnatçı çocuk gergin anne-çocuk ilişkisinin bir sonucudur ve başlangıcı bebeklik dönemine kadar gider. Annenin tuvalet eğitimi veya yemek konusunda çok katı ve ısrarcı oluşu çocuğu pasif direnmeye götürür. Çok karışan ve çok söylenen ayrıntılar üzerinde fazla duran bir anne, çocuğunu böyle bir savunma yoluna kolayca iter. Kardeşler arasında ayırım yapılması da inatçılığı tetikler. 2-3 yaş döneminde gelişimsel olarak inatlaşma davranışı görülür. Bu durum; çocukların bağımsız bir birey olduklarını, kendi tercihlerini kendilerinin yapabileceklerini kanıtlama çabasından kaynaklanır. Bu dönemdeki uygun olmayan anne-baba tutumları çocuğun bunu bir alışkanlığa dönüştürüp ileriki yaşlarda da bu davranışları göstermesine neden olur.

Öneri: Her şeyden önce bunu bir güç savaşına dönüştürmemek gerekir. İnatlaşmadan ya çocuk galip çıkar ve bundan sonra da her istediğini yaptırmaya çalışır ya da anne-baba çözüm olarak şiddete başvurabilir. Sakin kalmaya çalışmak önemlidir. Anne-babanın gerginliği çocuğun inatlaşmasının artmasına neden olur. İstediği şey bir ödül olarak kullanılabilir. İstenen bir davranışı yaptıktan sonra kendi istediğinin olacağı söylenebilir. İstediği şeyin neden yapılamayacağını anlatırken basit bir dil kullanmak ve isteğini yerine getiremediğiniz için üzgün olduğunuzu belirtmek, duygularınızı paylaşmak çocuğu rahatlatacaktır. Kararlı ve tutarlı davranmaya özen gösterilmelidir. Önce “hayır” denilen bir şeye ısrarlar sonrasında “evet” dememek önemlidir. Seçenek sunmak çocuğa kararlarını kendisinin verebileceği mesajını verir ve inatlaşmaktan vazgeçmesini sağlar. Böylece siz de kendi istekleriniz arasından birinin tercih edilmesinden dolayı daha rahat hissedersiniz. Seçeneklerin az sayıda olması çocuğun daha kolay karar vermesini sağlar.

Saldırganlık insanda var olan bir dürtüdür. Bu dürtü yok olmaz veya tümüyle bastırılmaz, ancak biçim değiştirir. Saldırganlığın sözel, fiziksel, pasif ve aktif olmak üzere çeşitleri vardır. Bebeklik döneminde amaçsız olan ağlama vurma gibi öfke tepkileri görülür. 1-4 yaşları arasında fiziksel saldırganlık daha çok görülürken, 4-5 yaşlarında ise sözel saldırganlık ifadeleri artar. Orta çocukluk döneminde çocukların saldırganlığı daha amaçlıdır. Çocuk çok sert veya gevşek disiplinle yetiştiğinde bu davranış oluşabilir. Kendine güvensiz çocuk saldırgan davranışlar gösterebilir. Saldırganlık kendine ve çevresine zarar verme şeklinde de görülebilir. Aile içerisindeki sorunlar, iletişim bozukluğu, sevgi yetersizliği, çocuğu suça teşvik edici davranışlar, örselenme ve kendi dürtülerine engel olamama gibi nedenler saldırganlığın ortaya çıkmasına neden olur

Öneri: Aile içindeki dengesiz ve olumsuz ilişkilerden kaçınılmalıdır. Güven duygusu geliştikçe çocuk beklemeyi ve tepkisini dizginlemeyi öğrenir. Bu yüzden çocuğa güven aşılanmalıdır. Başkaldırma yerine uysal davranmanın kendi yararına sonuçlandığını gördüğünde saldırganlık davranışı azalır. Saldırgan dürtüyü boşaltmak için spor gibi çeşitli faaliyetlere çocuk yönlendirilmelidir. Okul ortamında çocuğun ilgisi, istekleri, ihtiyaçları ve gelişimsel düzeyine uygun programların yapılması, fiziksel ortamların hazırlanması ve materyal seçimi önemlidir. Saldırgan çocuğa aktif olmasını sağlayacak hareketli oyunlar veya etkinlikler hazırlanmalıdır. Saldırganlık davranışını pekiştirebilecek her türlü davranış biçiminden kaçınılmalıdır.

Korku, çevresel tehlikeye karşı gösterilen normal bir reaksiyondur. Bebeklik döneminde yüksek gürültü, ani hareketler, tanımadığı insanlar ve hayvanlardan korkma şeklindeyken; okul öncesi dönemde trafik kazaları, yangın, ceza, hayali yaratıklar ve kabuslardan korkma görülür. Son çocuklukta ise, TV’deki filmlerden etkilenme ve okul başarısızlığı gibi korkular gözlemlenir. Anne babadan ayrılma çocuğu tedirgin eder ve güvenini sarsar. Çocuklarını korkuyla yetiştiren veya aşırı koruyucu olan ailelerin çocuklarında korku oranı daha fazladır.

Öneri: Çocuğu disipline etmek için onun korktuğu durumlar kullanılmamalıdır. 2-3 yaş çocuklarının gerçekten korunmaya gereksinimleri vardır. Bu yüzden çocukların oyunlarının denetlenmesi ve çeşitli tehlikelere karşı önlemler alınması gereklidir. Aşırı koruyucu olmak çocuğun karşılaştığı durumlarla başa çıkma becerisini geliştirmez ve çocuğu ürkek yapar. Çocuğun korkuları karşısında sert tepkilerden kaçınılmalıdır. Korkularından dolayı çocuğu ayıplamak, utandırmak, alay etmek ve korkunun üstüne gitmekten kaçınılmalıdır. Çocuk oyundan ve arkadaştan yoksunsa buna olanak yaratılmalıdır. Çocuğun korkuları tanınmalı, bastırılmamalı ve bir korku diğer bir korku ile yenmeye çalışılmamalıdır. Çocuğa korkularını yenme konusunda küçük adımlarla başlanarak destek olunmalıdır. Örneğin; denizden korkan çocuğa sadece su ile barışmasını sağlamak için kumsalda küçük bir su havuzu yapılabilir.

Korku ve kaygı birbirine çok yakın, ancak farklı kavramlardır. Korku belli bir nesne ya da durumdan oluşurken, kaygıda daha çok nesne belirsizdir. Kaygılı çocuk gergin, endişeli ve duygusaldır. Karşılaştığı yeni durumlarda fazla heyecanlanır. Bu durum tırnak yeme, saçı ile oynama gibi bazı fiziksel davranışlar göstermesine neden olur. Kurallara uymaya özen gösterir. Kendisine kızılmasına veya eleştiriye karşı duyarlıdır. Ayrıca çocuktaki kaygı fizyolojik bir rahatsızlığın sonucunda da oluşabilir. Kendi gelişimsel uygunluğu içinde çocuklar pek çok kaygı yaşayabilirler. Ancak uygunluk yaşını çoktan aşmış ise o zaman geçici olmayan bir hal almış olabilir. Kaygı düzeyinin yüksek olması durumunda çocuklarda sosyal ortamlardan izole olma ve iyi ilişkiler geliştirememe gibi güçlükler görülebilir. Bu durum çocuğu saldırgan yapabileceği gibi, içe kapanık, itaatkar ve çekingen de yapabilir.

Öneri: Çocuğa kaygı veren ortamlardan kaçınılmalıdır. Kaygı durumunun organik kökenli bir rahatsızlık sonucu olup olmadığını belirlemek için tıbbi yardım almak gerekir. Çocuğun kendine olan güvenini arttırıcı faaliyetlerde bulunmasına destek olunmalıdır. Ailevi sorunların çocuktaki kaygıyı arttırdığı unutulmamalıdır. Kaygının nedenlerini araştırmak ve çocuğa anlayabileceği bir dille bu kaygıların önemli olmadığını açıklamak uygun olacaktır.

Duyguları ve haklı tepkileri ceza ile bastırılan; kınama, suçlama ile karşılaşan çocuklar zamanla kendilerine olan güvenlerini kaybeder. Yanlış yapmamak için susmayı ve içlerine kapanmayı tercih ederler. Öneri: Sık sık çocuğa söz hakkı tanınmalı, her konuda duygularını ifade etmesi sağlanmalı, sık sık ne hissettiği ve düşündüğü sorulmalı, değer verilmeli, konuştuğu zaman dinlenmeli ve ona karşı çok müdahaleci olunmamalıdır.

Beden kaslarında istem dışı beliren aralıklı kasılmalardır. Örneğin; göz kırpma, baş ya da omuz oynatma ve kaş kaldırma gibi. Tikler aşırı bir heyecan ve korku yaratan olaylar sonucu oluşabilir. Tiki olan çocuklar genelde tedirgin, kaygılı ve gergindir. Tikler genellikle kaygılı durumlardan kurtulmak amaçlı gerçekleşir. Tikler de kekemelik gibi dikkat çektikçe artış gösterir. Yüzdeki tikler büyük çoğunlukla ruhsal nedenlere bağlıdır. Ancak bütün bedene yayılan geniş hareketler biçimindeki tiklerde bedensel bir neden bulunabilir. Çoğu zaman geçicidir. Ergenlik çağından önce sönerler.

Öneri: Tiki olan bir çocukla konuşurken çocuğa sık sık tik davranışını yapmaması gerektiğini anımsatmak, bu davranışın yapılma sıklığını attırır. Tiklerin çocukta gerginlik yaratması nedeniyle bu durumun kaynağını bulup çıkarmak ve düzeltici değişikliklere gitmek uygun olur. Çocuğa korku veren olaylar, ortamlar, durumlar kişiler ve nesneler belirlenmeli ve kaçınması sağlanmalıdır. Çocukla kurulan iletişimde çocuğun tikine çok fazla dikkat çekilmemelidir. Çocuğun gösterdiği tik davranışının alay konusu olmasına izin verilmemelidir. Tik davranışını engellemek amaçlı çocuğa öz güven kazandırılmalıdır.

Genellikle okul öncesi yaşlarda ortaya çıkar. Eğer herhangi bir organik bozukluğa bağlı değilse, psikolojik kökenlidir. Doğal afetler, trafik kazaları, hastalık ve ameliyatlar, bir kavgaya tanık olma, hayvandan korkma, sesle korkutulma gibi travmatik olaylar, aile içi sorunlar, boşanma ve ölüm, hatalı anne-baba tutumları kekemeliğe neden olabilir. Psikolojik kökenli kekemeliklerin bir kısmı geçicidir, büyük bir çoğunluğu ergenlik dönemine kadar devam eder, bir kısmı ise 20 yaşlarından sonra azalır, ancak dönem dönem yeniden ortaya çıkar. Psikolojik kökenli kekemelik, çocuğun çevresindeki kişilerin yanlış tutumlarıyla iyice kuvvetlenebilir ve pekişebilir. Anne baba bu konuda dikkatli davransa bile, çocuğun etkileşimde olduğu diğer aile bireyleri, okul arkadaşları, öğretmenleri ve komşuların yaptığı hatalar nedeniyle çocuğun kekemeliği artabilir.

Öneri: Çocuk konuşurken, konuşması düzeltilmemelidir. Konuşmasını dinlerken sabırsız ve sinirli davranmamalı, başka şeylerle ilgilenilmemelidir. Konuşmasıyla alay edilmemeli ve küçümsenmemelidir. Konuşmaları taklit edilmemelidir. Dikkatini konuşmasına vermesi önlenmelidir; sık sık konuşturmak, güzel konuşmasını öğretmeye çalışmak gibi davranışlar, konuşma sorununun altını çizeceği için kekemeliği artırır. Kendine güven kaybını önlemek için diğer alanlarda yaptığı olumlu şeyler övülmeli, küçük sorumluluklar vererek yaptıkları onaylanmalıdır. Anne baba olarak aşırı baskıcı ve koruyucu tutumlardan uzak durulmalıdır. Çocuk, kardeşleriyle ve diğer çocuklarla kıyaslanmamalıdır. Çocuk sık sık eleştirilmemeli ve azarlanmamalıdır. Heyecanlandığı durumlarda sakinleştirmeye çalışılmalıdır.

Yemek seçme ve psikolojik nedenlerle yemeği reddetme gibi davranışlarla sıklıkla karşılaşılır. Anne babanın yedirmek için ısrarı, ödüllendirme ve ceza verme gibi zorlamalar çocuğun yeme alışkanlıklarını olumsuz yönde etkiler. / Öneri: Çocuğun yediği miktar diğer çocuklarla kıyaslanmamalıdır. Önemli olan ne kadar yediği değil, nasıl gıdalarla beslendiğidir. Özellikle iştahı az olan çocuklarda besin kalitesi yüksek gıdalar verilmeye çalışılmalı ve kesinlikle miktar için zorlanmamalıdır.

*Son olarak…

  • Çocuğun karşılaştığı sorunların hangi yaşta normal, kısa süreli ve geçici olduğunu tespit edilebilmesi için bilinçli ve bilgili olunmalı.
  • Davranışın bilinçli yapıldığı düşünülmemeli
  • Yaşanan sorun göz ardı edilmemeli
  • Sorunu gidermek amacıyla çocuğu eleştirme, küçümseme gibi uygun olmayan tavırlar gösterilmemeli
  • Sorunun kendiliğinden geçmesi beklenmemeli
  • Uzman yardımı alınmalı. Çocuk gelişimi ve eğitimi konusunda çok okuyan bilinçli aileler bile bu tip sorunları fark etmekte güçlük çekmektedirler. Bu nedenle tüm anne-babaların kişilik gelişiminde çok önemli olan 0-6 yaş döneminde sıklıkla çocuklarının gelişimlerini kontrol ettirmek, anne-babanın farkına varamadığı bir sorun olup olmadığını öğrenmek ve ortaya çıkabilecek olası uyum ve davranış bozukluklarına karşı önlem almak için bir uzmana başvurmalarında yarar vardır.

Duygu Çataltaş Sıpçıkoğlu

İlk göz ağrına kardeş geldi ve evin miniği birden kendini abla ya da ağabey konumunda buldu. Eskisi kadar sevilmediğini hissediyor, kardeşine hınç duyuyor, evde terör estiriyor, yani kardeş kıskançlığı denen sancılı süreci yaşıyor. Çocuklarda kardeş psikolojisi nasıl işler, kardeş kıskançlığı durumunda senin tutumun ne olmalı.

Kardeş kıskançlığı yaşamasında davranışlarının payı var mı?

“İkisi de benim çocuğum, birini diğerinden nasıl ayırırım?” demeden önce düşün. Yavuzer kitabında, uzmanların yeni bebeğin doğumuyla birlikte annelerin büyük çocuğa daha az zaman ayırdıklarını, eskisi kadar sevecen davranmadıklarını, daha az oyun oynadıklarını gözlemlediklerini belirtiyor. Bunların sonucunda da büyük çocuk bebeğe karşı kızgınlık, kırgınlık ve öfke duyuyor. Kendini terk edilmiş, güvensiz ve desteksiz hissetmeye başlıyor. Mesela anne-babaların sonra doğan çocuklarının uyku saatinin daha geç olmasına göz yumdukları, öğün arası atıştırmalarına izin verdikleri, tuvalet eğitimi için daha fazla büyümelerini bekledikleri de bir gerçek.

İlk doğan çocukların duygusal açıdan kendilerini suçlu hissetmeye daha eğilimli, başkalarına daha bağımlı, daha az saldırgan ve daha uyumlu yapıda oldukları görüşü de genel tabloya bakıldığında oldukça geçerli.

Kardeş kıskançlığının belirtileri neler?

  • Büyük çocuğun zamanla kaybettiği ilgiyi geri kazanmak için bebekleşip gerileme davranışı gösteriyorsa (emekleme, kardeşi gibi biberonla süt içme vb),
  • Kardeşinin doğumuyla birlikte senden uzaklaşıp içine kapandıysa,
  • Yemek yememeye, zayıflamaya başladıysa,
  • Büyük tuvaletini tutuyor ve altına kaçırıyorsa çocuklarda kıskançlık durumundan şüphelenebilirsin. Yani kardeşi olan çocuğun psikolojisi biraz değişiyor.

Çocuklar aralarındaki sorunu kendi kendilerine çözemediklerinde ne yapmalısın?

1- İkisini de topla, amacını ve temel kuralları açıkla. 2- Her ikisinin duygularını, görüşlerini, kaygılandığı noktaları yaz ve sesli oku. 3- Karşı görüşü çürütüp kendi görüşlerini savunmaları için onlara zaman tanı. 4- İkisini de çözüm yolu bulmaya çağır. Herhangi bir değerlendirme yapmadan tüm fikirleri yaz. 5- Hepinizin uyabileceği çözüm yolunda karar kılın ve kararları hepiniz uygulayın.

Kardeş kıskançlığına neden olan tipik ebeveyn davranışları

  • Dengeyi kaçırarak büyük çocuğa aşırı ilgi ve ayrıcalık göstermek.
  • Ağlayan çocuğun ağlamasının ardından isteklerine cevap vermek (Böyle yaparsan çocuğun ağlayarak her istediğini elde edebileceğini düşünür. Farkında olmadan onu ödüllendirmiş oluyorsun).
  • Kıskanan çocukla sinemaya, parka gitmek gibi etkinliklerde bulunmamak.
  • Kardeşin doğumuyla beraber büyük çocuğu yuvaya vermek ya da anneanne/babaanneye göndermek.

Prof. Dr. Haluk Yavuzer’

Çocuğuna çeşitli ödüller vererek, ona istediğin işi yaptırıyor olabilirsin. İlk etapta her şey yolundaymış gibi görünebilir ama olayın iç yüzü hiç de öyle değil. Eğitim bilimci Dr. Özgür Bolat, “Beni Ödülle Cezalandırma” kitabında çocuğuna ödül vererek iş yaptırmanın aslında ona büyük bir ceza olduğundan bahsediyor. Sana özel derlediğimiz bu bilgilerden çok daha fazlası için kitabı okumayı unutma!

Özgür Bolat ödülü, bir koşula bağlı olarak verilen ve verilen kişi tarafından cazip görünen bir obje veya etkinlik olarak tanımlıyor. Buradaki esas nokta ödülün bir koşul olarak verilmesi. Bir annenin kendisine sorduğu soruyla açıklıyor durumu.

Anne, “Ben çocuğuma sınıfı geçince, tablet alacağımı söyledim. Almayayım mı?” diye sormuş Özgür Bolat’a. O da “Şimdi buradan çıkınca bir tablet alın ve bak oğlum sana bir hediye aldım, deyin.” demiş. Çünkü sınıfı geçince denildiği an, tablet bir koşul olarak sunulmuş oluyor ve bu durumda tablet de ödül oluyor. Eğer tablet, kişinin içinden gelerek alınırsa ödül değil; hediye oluyor. Bu durum da çocuğuna zarar vermiyor. Tabii ki en doğru olan çocuğun kendi harçlığını biriktirerek tabletini alması.

Bunca şey arasında nasıl iyi bir ebeveyn olabileceğin konusunda endişelerin olabilir. Ancak kendine haksızlık etme, çok iyi bir anne olacaksın.

Ödül gerçekten işe yarar mı?

Edward Leci ve Mark Lepper, ödülün zararını ispatlamak için birbirinden habersiz çalışan iki psikoloji profesörü. Prof. Deci, üniversite öğrencilerinden oluşan iki gruba Legolar veriyor. İlk gruba Legolardan oluşturdukları her şekil için para veriyor, ikinci gruba ise hiçbir şey vermiyor. Hangi grubun Legolarla daha çok uğraşacağını ölçmek için süre tutuyor. Tahmin ettiği gibi ödül alan grup Legolarla daha çok vakit harcıyor. Ancak deneyin can alıcı kısmı ikinci bölümde. Profesör, ilk turun ardından öğrencileri yeni bir odaya alıyor. Burası içlerinde Legoların, farklı nesnelerin ve dergilerin olduğu bir mekan. Bu kez her iki gruba da ödül verilmiyor ve işler değişiyor. Ödül alan grup Legolarla çok az oynarken, hiç ödül almayan grup çok uzun oynuyor.

Deci, araştırmasını üniversite öğrencileriyle yaparken, Mark Lepper de benzer bir deneyi anaokulu çocuklarıyla yapıyor. Lepper’in deneyinde de ödül verilen grup, deneyin ikinci aşamasında yaptığı işle daha az vakit geçirirken, ödülün verilmediği grup çalışmaya aynı heyecanla devam ediyor.

Bu iki deney, psikoloji ve eğitim dünyasında büyük bir tartışma yaratarak, ödülün işe yaradığını söyleyen davranışçı ekolün prensiplerini temelden sarsıyor. Bilişsel ekol ve davranışsal ekol arasında başlayan amansız savaş, Waterloo Üniversitesi’nden Prof. Michael Ross’un deneyiyle nihayete eriyor. Tabii ki bu deney de ödül alan grubun ilgisini kaybettiği yönünde. Ve daha sonra yapılan pek çok deney de öyle.

Ödül ortadan kalkınca, çocuk da o işi yapmayı bırakıyor

Yapılan araştırmalara göre ödül, çocuğun o işe daha çok ilgi göstermesini ve daha çok zaman harcamasını sağlıyor. Hatta ödül alıyor olmak çocuğun heyecanını en üst seviyeye çıkarıyor. Ancak ödül ortadan kalktığında, o işi yapmayı bırakıyor. Özgür Bolat bu noktada ödülü, çocuğun o işi yapmasına sebep olan şey olarak değerlendiriyor. Dolayısıyla ödül ortadan kalktığında, çocuğun işi yapmasına da gerek kalmıyor.

İç motivasyon ve dış motivasyon unsurları

Ödül davranıştan önce de vaat edilse, davranıştan sonra da sürpriz olarak verilse sonuç değişmiyor. Özgür Bolat bu durumu örneklendiren çok güzel bir hikaye anlatıyor kitabında.

Bir okulun yanı başında yaşayan bir adam varmış. Okuldan çıkan çocuklar onun evinin önünden geçerken, ellerindeki değnekleri balkonun demirlerine sürterek “dıırtttt” sesi çıkartırlarmış. Onlar bu sesten büyük mutluluk duyarken, yaşlı adam gürültüden çok rahatsız olurmuş. Çocuklara kızsa ya da ceza verse olmayacağını bildiği için onları bu davranıştan vazgeçirmek için aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Çocukları yanına çağırmış ve onlara şöyle demiş: “Çocuklar çıkardığınız ses çok güzel. Bunun için size her gün 1 TL vereceğim.” Çocuklar da biz zaten bunu çok seviyoruz, bir de üzerine para alacağız, diye, sevinçle kabul etmişler. Yaşlı adam önce çocuklara her gün 1 TL vermiş, ikinci hafta olunca parasının azaldığını söyleyerek artık 50 kuruş verebileceğini söylemiş. Çocuklar biraz bozulmuş ama “Tamam, hiç yoktan iyidir.” diyerek kabul etmiş. Üçüncü hafta gelince, yaşlı amca “Çocuklar maalesef param kalmadı. Bu yüzden size para veremeyeceğim.” demiş. Bunun üzerine çocuklar, “Para yoksa ‘dıırrttt’ da yok.” diyerek değnekleri sürtmeyi bırakmışlar.

Bu hikayede yaşlı adam çocuklara ödül vererek, onların iç motivasyonunun yerine (keyif), dış motivasyonu (ödül olarak para) koyuyor. Dış motivasyon aracı ortadan kalkınca, davranış da ortadan kalkıyor. Kısacası, “Çocuğuna ödülle iş yaptırabilirsin ama ödül ortadan kalktığında davranış da ortadan kalkar diyor.” Özgür Bolat.

Hedonistik adaptasyon

Bazı anne-babalar, çocuğunun ödülle de olsa tüm ödevlerini yaparak iyi okullara gitmesini istiyorlar. Yani, “Çocuğum iyi bir üniversiteye girsin de sonrası kolay. O nedenle ödülle iş yaptırmakta sorun görmüyorum.” diyor. Bu durumda çocuğa sürekli ödül vererek motivasyonu diri tutmak gerekiyor. Bunun son derece yanlış bir tutum olduğunu söylüyor Özgür Bolat.

Sürekli ödül vererek çocuğunun motivasyonunu canlı tutabilir misin?

Çocuğuna ödülle iş yaptırdığın an, heyecanlanır ve ödül için o işi yapar. Ama o ödüle kısa bir süre sonra alışır. Bir süre sonra heyecan duymamaya başlar ve iş yaptırmak için bu kez ona daha büyük bir ödül vermen gerekir. Örneğin, sınıfı geçince tablet alırsan, seneye daha büyük bir ödül alman gerekir ve bunun bir sonu yok. İnsanlar sahip olduklarına hemen alışırlar. Mesela yeni bir ev aldığında bir süre sonra ona alışırsın ve daha iyi bir ev istemeye başlarsın. Psikologlar, bizim sahip olduğumuz şeylere alışıp, onlardan daha az keyif almamıza “hedonistik adaptasyon” diyor.

Ödül yöntemiyle çocuğuna iyilik yaptığını zannederken, ona aslında en büyük cezalardan birini veriyorsun. Ödül içinde cezayı da barındırır ve ödül sistemini sonsuza dek devam ettiremeyeceğin için kendini ve çocuğunu bir girdabın içerisine sokmuş olursun.

Ödül ile ceza arasındaki benzerlik

Ödül ve ceza, davranışsal psikolojide hem tanım hem de uygulama olarak farklı kabul edilse de aslında özünde aynılar. Sadece biri olumlu, diğeri olumsuz bir ifade. Özgür Bolat, bu durumu şöyle örneklendiriyor:

  • Ödevini yaparsan, bilgisayarla oynayabilirsin.
  • Ödevini yapmazsan, bilgisayar oynayamazsın.

İlk cümle ödül, ikincisi ceza gibi görünse de iki cümle de özünde aynı. Bu cümlelerle çocuğuna bir koşul sunarak onu kontrol ediyorsun. Çocuğun, ödülü getirecek davranışı sergileyemediği an otomatik olarak ceza almış oluyor.

Çocuğunu ödülle teşvik etmeye çalışman nelere sebep olur?

  • Ödül vererek çocuğunu motive edebilirsin. Yapmasını istediğin işi yapar ama ödül vermeyi bırakınca, o da o işi yapmayı bırakır.
  • Çocuğunun yapmasını istediğin davranışı bırakmaması için sürekli ödül vermen gerekir. Bir süre sonra hedonistik adaptasyondan dolayı o ödüle alıştığı için ödül de işe yaramaz hale gelir.
  • Çocuğunun beyni ödüle alışınca dopamin salgılamayı bırakır. Yani, o ödülden zevk almamaya başlar.
  • Çocuğunu tekrar motive etmek için ödülü değiştirmen ya da daha büyük bir ödül vermen gerekir. Bu da sürdürülebilir bir motivasyon aracı olmaz. İşin ucunda ödül yoksa, o işi yapmayı bırakır ve sen de bir noktadan sonra tıkanırsın.
  • Eğer çocuğunu ödülle iş yapmaya alıştırırsan, kendi sorumluluğunda olan işler için bile senden ödül ister. Bu da onda sorumsuzluk bilincinin gelişmesine sebep olur.

Çocukluk yaşamın çok önemli bir aşamasıdır. O yıllarda gerçekleşen fiziksel ve psikolojik şeyler, beyninizde uzun süreli izler bırakır. Çocukluk çağı travmaları, bir insanın kişiliğine tamamen nüfuz etmesinin nedeni, tüm yaşamı boyunca onu etkilemesidir. Ancak bu, en azından belirli bir dereceye kadar üstesinden gelemeyeceğimiz anlamına gelmez. Birisinin zor bir çocukluğa sahip olması, tam ve tatmin edici bir yaşam sürecekleri anlamına gelmez. Ama genellikle bir çeşit tedavi gerektirir.

Üstesinden gelinemeyen çocukluk çağı travmalarının varlığını gösteren belirli özellikler vardır. Zor bir çocukluk yaşadıysanız, hayatınızda bu özelliklerden herhangi birinin olup olmadığını kontrol etmeye değer. Kendiniz için bir şeyler yapmanın zamanının geldiğini görmenize yardımcı olacak iyi işaretlerdir.

“Travma, ölüm değil yaşamın yol açtığı bir şeydir. Bir insan farkında bile olmadan ölebilir. Doğum, anlama travmasına işaret eder.”

– Richard Matheson

1. Kısıtlama, çocukluk travmasıyla ilgili bir özellik

Kısıtlama, dünyada bir etki yaratmakta zorluk çekmekle ilgilidir. Kendi hayatındıza bile. Bu, gerçekten ne düşündüklerini ya da gerçekten istediklerini yapma konusunda isteksiz olan kişiler için geçerlidir. Ya bir şey yapmaktan veya söylemekten korkarlar ya da ne yapacaklarını veya söyleyeceklerini bilmiyorlardır. Çocukluk çağı travmaları, bir kişinin belirli durumlarda kendileri için ayağa kalkamayacağını hissettirir. Bu genellikle bir çeşit izolasyona yol açar. Diğer insanlarla ilgili bir korku ile birleştiğinde, diğerleriyle ilişkilerde aşırı bir zorluk. Bazı insanlar doğal olarak içe kapanırlar ve bu nedenle sosyal durumlarda çok rahat hissetmezler. Ancak, ne düşündükleri ya da hissettikleri yüksek sesle söyleme problemleri yoktur. Ne yaptıklarını, söylediklerini ve düşündüklerini kontrol edebilirler.

Öte yandan, hayatlarında çocukluk travmasının üstesinden gelemeyen ve fark edilmeden, dikkat çekmeden yaşamaya çalışan insanlar da vardır.

2. Asabiyet

Çocukluk çağı travmalarının üstesinden gelmeyen insanlar genellikle çok fazla öfke arzetmektedir. Bu, mutlaka şiddetli insanlar değildir. Çok toleranslı olmadıkları ve agresif reaksiyonlara maruz kaldıkları görülüyor. Mesele şu ki, her ne kadar olmasalar bile, her zaman patlamak üzereler. Onların öfkesi de nesnelerle ya da ses tonlarıyla ilgilenme biçiminde fark edilir. Hareketlerinde ve konuşma tarzlarında gerginlik görebilirsiniz. Diğer bir deyişle, fiziksel olarak saldırgan olmasalar bile, öfkeli bir havaları vardır.

3. İltifatları reddetme

Çocukluk çağı travmalarının üstesinden gelemeyen kişiler de sıklıkla kendilerine değer veremede sorunlar yaşamaktadır. Ya başkalarından kendilerini daha aşağı ya da çok daha üstün hissederler. Ancak, ikincisi sadece bir cephedir; kendilerinde sahip oldukları zayıf görüşün telafi edilmesi için bir mekanizma. Bu yüzden övgüleri reddetmeleri normaldir. Asla yeterince iyi olmadıklarına inanırlar. Böylece birisi bazı alanlarda çok iyi olduklarını söylediğinde rahatsız olurlar.Kişinin ya yalan söylediğini ya da alay ettiğini düşünürler. Kendilerine karşı sadece nefret duyan bu kişiler başkalarının onlara dair iyi bir fikre sahip olmasını anlayamazlar.

4. Sürekli özür dilemek

Geçmişte çocukluk çağı travmaları olan birisi, söylediği veya yaptığı her şeyin diğer insanları rahatsız ettiğini hisseder. Bu yüzden çok özür diler. Hiç gerek yokken bile af diler. Konuşurken, kendini ifade etme hakkına sahip olmadığı gibi bir düşünceyle özür diler. Ve bir yere girerken ya da çıkarken özür diler. Bu eylemlerde, kısıtlayıcı bir çocukluğun, belki de aşağılayıcı bir çocuğun işaretini görebiliriz ve çok az sevgi gösterebiliriz. Böyle insanlar, kendilerine dikkat çeken herhangi bir şey için özür dilemeli gibi hissediyorlar. Bu, çocukluk çağı travmalarının en yaygın etkilerinden biridir.

5. Çatışmadan kaçmak ya da tam ortasında yaşamak

Travmatik çocukluklar, son derece çatışmacı bir ailede gelişmeye eğilimlidir. Anlaşmazlıkların ve saldırganlığın norm olduğu bir ortam. Herhangi bir kelime ya da herhangi bir eylem bir dizi problemi çözebilir. Bu nedenle, bir çocuk korku içinde ve bazen çatışma takıntısı ile büyüyecektir.

Çatışmadan korkanlar, ondan kaçmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Bir anlaşmazlıktan kaçınmak için kendi mahkumiyetlerini görmezden bile gelebilirler. Ancak, çatışmayı sevenler, her şeyi bir soruna dönüştürüyor. Deneyimledikleri ve çocuk olarak öğrendikleri davranışlara bağlılar. Genellikle çocukluk çağı travmalarını bilinçli bir şekilde ele almadan çözemeyiz. Bunların üzerinde çalışmalıyız, böylece onlar bizim kişiliğimizi istila etmeye ve hayatımızı cehenneme çevirmeye son verebilirler.

Her zaman çocukluğumuzdan kalan bir şey vardır. Fakat yetişkin olduktan sonra, çocukluk çağı travmalarını bize zarar vermeyecek şekilde yönetme ve yorumlama konumunda oluruz.

Anne babaların çocuk eğitiminde en çok zorlandığı konuların başında cinsiyet eğitimi geliyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi, konuya yetişkin gözüyle yaklaşma. İkincisi, cinsiyet eğitimini üreme bilgisinden ibaret zannetme. Bu iki hatalı yaklaşım, anne babaların işini zorlaştırıyor.

Aslında, cinsiyet eğitimi zannedildiği kadar zor bir mesele değildir. Birinci hatalı yaklaşımı bir hadis-i şerifle çözeceğiz. Peygamberimiz (a.s.m.) “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın.” buyuruyor. Burada ‘çocuklaşmak’tan kastedilen, olaylara çocuk gözüyle yaklaşmak, yani psikolojideki ifadesiyle empati yapmaktır. Esasında insanları anlamanın yolu da empatiden geçer. Bir insan bizimle konuşurken veya tartışırken onu anlamanın en kolay yolu kendimizi o insanın yerine koymaktır. Çocuğun yedi yaşına kadar yaratılışa, üremeye, cinsiyet farklılıklarına ve doğuma ait soruları cinsel tecessüsten uzak, tamamen öğrenmeye yönelik, masum sorulardır. Çocuk nazarında “Ben dünyaya nasıl geldim?” sorusu ile “Bu uçak havada nasıl duruyor, neden yere düşmüyor?” sorusu arasında fark yoktur.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, cinsiyet eğitimi üreme bilgisinden ibaret değildir. Üreme bilgisi, cinsiyet eğitiminin sadece bir alt başlığıdır. Oysa toplumumuzda cinsiyet eğitimi, cinsel ilişki ve üreme bilgisinden ibaret zannedildiği için, gençlere ancak evlilik hayatına adım attığı güne gelindiğinde cinsiyet bilgisinin verilmesi gerektiği düşünülür. Ki, o vakit geldiğinde bu bilginin veriliş biçiminin çirkinliği, kabalığı, uygunsuzluğu da cabası! Oysa, vaktiyle sorduğu sorulara ölçülü ve makûl bir cevap verilmemiş çocuklar ve gençler, meraklarını başka kanallardan cevap arayarak gidermeye çalışırlar. Sonuç; sorusuna ilgili yaşta aklının alabileceği, ruh sağlığını da bozmayacak şekilde cevap verilse rahatlayacak olan çocuğun, arkadaş çevresinin veyahut uygunsuz yayınların eline düşüp yalan-yanlış bir sürü şey duyması ve bunun çocukları gerek bedenen, gerek manen deformasyona uğratmasıdır.

Kolejde görev yaptığım yıllarda tuvalet duvarlarında ve kapılarında öyle çirkin yazılara ve küfürlere rastlıyordum ki, şaşırmamak elde değildi. Bunun bir tek açıklaması vardı: Bu çocuklara aileleri tarafından yeterli ve sağlıklı bir cinsiyet eğitimi verilmiyordu! Bir meseleyi görmezden gelerek veya yok sayarak sorumluluktan kurtulamazsınız. Eğer bu mesele ruh sağlığıyla yakından ilgiliyse ve bazı çevrelerce istismar edilip gençler kolayca tuzağa düşürülüyorsa—ki öyledir—anne baba ve eğitimci olarak sorumluluğumuz daha da ağırlaşıyor demektir.

Cinsiyet Eğitimi Doğumdan İtibaren Başlar

Konferanslarımda, katıldığım radyo ve televizyon programlarında ana-babaların sıklıkla sorduğu soru şu: Çocuklarımıza ne zaman cinsiyet eğitimi vermeye başlamalıyız? Cevabım: Doğumdan itibaren. Bu cevap soru sahiplerini şaşırtıyor elbette. Evet, tekrar ediyorum, cinsiyet eğitimi doğumdan itibaren başlar.

Bir annenin yeni doğan bebeğin altını temizlerken hoşnutsuzluk göstermesi, yüzünü ekşitmesi daha ilk günden itibaren çocuğa cinsel bölgenin tiksindirici bir şey olduğunu telkin etmektedir. Bebek, vücudunu tanımak için ayaklarına, başına, kulaklarına dokunduğu gibi; cinsel organına da dokunur. Bunun tuhaf hiçbir yanı yoktur. Eğer bebek cinsel organına dokunduğu sırada anne bebeğin eline vurur veya elini tutup zorla cinsel bölgeden uzaklaştırırsa, yine olumsuz kanaatler edinmesine sebep olacaktır. Çok kere çocukların cinsel organlarıyla oynadığını gören anne ve babaların sert tepki gösterdiğini, “Çek elini oradan, ne kadar ayıp!” dediğini görmüşsünüzdür. Bu, çocuğun hak etmediği bir ayıplamadır. Anne baba, bu davranışı yasaklama yerine, sebepleri üzerinde durmalıdır. Çocuk neden elini cinsel organına götürür? Temizlik ihmalinden dolayı çocuğun cinsel organı mantar kapmış olabilir. Bu da kaşıntıya sebep olacağından, çocuk farkında olmadan elini cinsel organına götürür. Yine çocuklar oyuna daldığı zaman tuvalet ihtiyaçlarını unuturlar. Çünkü oyun çocuğun en ciddi işidir. O ciddi işi bırakıp tuvalete gitmezler, ellerini cinsel organlarına bastırarak tuvalet ihtiyaçlarını ertelemeye çalışırlar.

Anneler, cinsiyet eğitiminde en büyük yanlışlığı çocuğa tuvalet alışkanlığı kazandırmaya çalışırken yaparlar. Çocuğun altını temizlemekten ve bez değiştirmekten kurtulmak için baskı uygularlar. Bu baskıya uymayan çocuğu ayıplayarak, tehdit ederek, korkutarak veya ceza vererek amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Başvurdukları bu araçlar fıtrata ve çocuk onuruna aykırı olduğu için işleri daha da zorlaşır. Normal olarak bir çocuk, fiziksel ve sinirsel gelişimine paralel olarak, tuvalet kontrolünü gündüzleri 2-3 yaşlarında, geceleri 4-5 yaşlarında kazanabilir. Bundan önce yapılacak zorlamalar çocuğu güç durumda bırakır. “Yine mi altına kaçırdın, pis çocuk! Bir daha çişini haber vermez, altına kaçırırsan pipini yakarım!” gibi suçlayıcı, küçük düşürücü sözler çocuğun cinsel ve boşaltım organlarından nefret etmesine, aşağılık duygusuna kapılmasına, vücudundan utanmasına sebep olacaktır. Bu da, ilerleyen yaşlarda değişik cinsel sapmalara zemin hazırlayabilir.

Cinsiyet Eğitimi Sırasında Yapılan Yanlışlar

Sevginin açamayacağı kapı yoktur. Sevgi, eğitimin sihirli anahtarıdır. Allah, en vahşi hayvanlarda bile, bebek ana rahmine düştüğü andan itibaren hormonlar eliyle anneye sevgi ve şefkat depolar. Bebeğini sevmeyen bir anne düşünemiyorum. Ancak bazı anneler eğitim eksikliği, ailevî problemler ve geçim sıkıntısı yüzünden bebeklerine sevgilerini ifade edemezler. Bir çocuk sevildiğinden ve kendisine değer verildiğinden emin değil ise, emin oluncaya kadar koyduğunuz kuralları çiğnemeye ve sizinle çatışmaya devam edecektir. Çocuğun cinsiyet eğitiminde anne babaların birbirlerine karşı davranışları da çok önemlidir. Evlenme yaşına geldiği halde bir türlü evlenmeye razı edilemeyen genç bir kızımızla yaptığımız görüşmede, kocası tarafından devamlı horlanan, küfür ve dayağa muhatap olan bir anne modelinin genç kızda evliliğe karşı olumsuz duygular kazandırdığını ortaya çıkarmıştık.

Çocuğunuzu Yatağınıza Almayın

Anne-babaların çocuğu yataklarına almaları ve bunu alışkanlık haline getirmeleri kesinlikle yanlış bir davranıştır. Anne baba ile aynı yatağı paylaşmaya alışan bebeklerde bağımlılık duygusu devam etmekte ve kişilik gelişimleri gecikmektedir. Olayın bir de cinsel mahremiyet boyutu var. Çocuk her zaman uykuda olmayabilir. Gözü kapalıdır, ama uyumuyordur. Uyumayan çocuk anne-babanın mahrem konuşmalarına ve ilişkilerine kulak misafiri olabilir. Yahut aniden uyanabilir. Her iki halde de cinsel mahremiyet zedelenmekte, çocuğun cinsel ilişki hakkında yanlış kanaatler edinmesine ve çocuğun ruh sağlığının bozulmasına sebep olunmaktadır. Anne babalara, bebeği yataklarına almamalarını ve dört yaşından sonra da odasını ayırmalarını tavsiye ediyoruz. Aynı odayı paylaşan çocuklarınız varsa, ön ergenliğe ulaşan (13-14 yaşına gelen) çocuğun odasını da ayırmalısınız. Kişilik gelişiminde mahremiyetin önemi büyüktür. Sizin odanız nasıl mahrem ise, gencin odası da mahremdir. Kapıyı vurmadan odasına girmemeli; çantasını, çekmecelerini, ceplerini, cüzdanını, hatıra defterini karıştırmamalısınız.

Çocuğun Sorularına Cevap Vermek Zor Değildir

Cinsiyet eğitiminin güçlüklerinden biri de anne-babaların çocukların sorularına nasıl cevap vereceklerini bilememeleri. Bunun da sebebi, olaya yetişkin gözüyle bakmaları. Çocuk uzun açıklamalardan ve detaylardan hoşlanmaz. Siz, bir soruyu bilimsel olarak detaylarıyla anlatmaya başladığınız an, çocuk sıkılıp başka şeyle meşgul olmaya başlayacak, belki sorusunu bile unutacaktır. Cevaplarınız çocuğun seviyesine göre, kısa ve anlaşılır olmalıdır. Çocuğunuz cinselliğe ait bir soru sorduğunda telaşa kapılmanın, kızarıp bozarmanın veya konuyu değiştirip onu atlatmaya çalışmanın bir yararı yoktur. Böyle yaptığınız takdirde çocuk cinselliğe ait konularda size soru sormayacak, bu ihtiyacını başka kanallardan gidermeye çalışacaktır.

Çocuklar bazen oyun oynarken odanın kapısını kapatır, yaptıklarının görülmesini ve konuştuklarının duyulmasını istemezler. Kapıyı kapattıkları zaman, ihtimal, anne-baba oyunu oynamakta veya gördükleri-duydukları şeyleri anlatmaktadırlar. Böyle bir durumla karşılaşırsanız, telaşa kapılıp odalarına girmeyin. Bu davranışınızla onlara güvenmediğinizi göstermiş olursunuz. Eğer çocuğunuza sağlıklı ve doğru bir eğitim veriyorsanız korkmanıza gerek yoktur.

Çocuğun cinselliğe ait sorularına cevap vermenin zor olmadığını söylemiştik. Burada esas olan, çocuğun sorularına cevap verirken takınacağınız tavırdır. Eğer cevap verirken yumuşak bir ses tonu kullanır, rahat hareket ederseniz, çocuk da kendisini rahat hissedecektir. Bunu bir örnekle açıklığa kavuşturalım. Diyelim ki, çocuğum bana “Baba ben nereden geldim?” şeklinde bir soru sordu. Cevabım aşağı yukarı şöyle olurdu: “Bir çocuğun olabilmesi için anneye ve babaya ihtiyaç var. Annesiz babasız çocuk olmaz. Anne ve baba çocuk sahibi olmak istedikleri zaman birlikte dua ederler. ‘Allahım bize bir bebek ver!’ derler. Allah da onların duasını kabul ederse, annenin karnına minicik bir bebek koyar. Bebek burada büyümeye başlar ve annesinin sütünü emecek kadar büyüdüğü zaman kımıldayarak anneye haber verir. Baba, anneyi hastaneye götürür. Orada doktorun ve ebenin yardımıyla anne bebeğini doğurur.” Eğer hastanenin, doktorun ve ebenin görevini merak ederse kısaca açıklarım. Yine, “Bebek nereden çıkar?” şeklinde bir soru sorarsa, Allah’ın anneleri buna göre yarattığını, doğum sırasında Allah’ın annelerin karnına bir genişlik verdiğini, bebeğin bu şekilde doğduğunu söylemekte bir mahzur yoktur. Anlattığımız şeyler basit ve doğru bilgiler olmalıdır.

Çocuklar erkeğe ve kadına ait cinsiyet farklılıklarını da merak ederler. Bir kız çocuğu, erkek kardeşinde olan şeyin kendisinde niye olmadığını sorabilir. Bunun bir eksiklik olduğunu veya Allah tarafından cezalandırıldığını düşünebilir. Böyle bir soru ile karşılaşırsak, anne ve baba rollerine gönderme yaparak açıklamayı kolaylaştırabiliriz. Eğer daha önce yukarıdaki soruyu cevaplamış isek işimiz daha da basitleşir. “Kardeşinde olan şey sende yok; çünkü Allah kız çocuklarını büyüyünce anne olabilmesi için erkek çocuklardan farklı şekilde yaratır.” cevabı yeterlidir. Bebeğine süt emziren bir kadını, meselâ kendi annesini gördüğünde soracağı muhtemel sorulara da, yine annelik rolünü açıklayarak cevap verebiliriz: “Annelerin göğüsleri babalarınkinden farklıdır. Allah bebeklerin beslenmesi için anneleri öyle yaratmıştır. Çünkü bebekler daha küçük oldukları için yemek yiyemezler, annelerinin sütünü emerek büyürler.” şeklindeki bir cevap çocuk için pekâlâ ikna edici olacaktır.

Sağlıklı Bir Gençliğin Temeli Çocuklukta Atılır

Çevrenin, medyanın, arkadaş gruplarının cinsel kimlik üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Çocukluğunda anne-baba ile sağlıklı bir iletişim kuramayan gençler, kolayca çevrenin ve arkadaş grubunun etkisinde kalırlar. Gençlik ve moda dergileri, televizyon, sinema ve internet, elbirliğiyle çocuğunuzu sizden koparırlar. Bizi arayarak, “Çocuğum kötü arkadaşların kurbanı oldu, geceleri eve geç geliyor, bizi dinlemiyor, her şeye kızıyor, bizi geri kafalı ve baskıcı buluyor.” diye yakınan anne-babaların sayısı az değildir. İyi bir eğitim almış, sevilen ve kendisine değer verilen aile çocukları kolay kolay kötü arkadaş seçmezler. Çünkü aileden aldıkları eğitim onlara güçlü bir güven duygusu kazandırmıştır. Arkadaşı tarafından ailesinden aldığı terbiyeye uymayan bir teklifle karşılaştığı zaman ‘hayır’ demesini bilecek, ısrarı halinde onunla ilişkilerini kesecektir.

Hata yapmayan insan yoktur. Öyleyse, hata yapmayan çocuk da olmayacaktır. Çocuklarınız hata yapacak, ona öğrettiklerinizi deneme-yanılma yoluyla pekiştirecek veya yeni bir şey öğrenecektir. Meselâ, anne babanın odasına kapıyı vurmadan ve “Gir!” sesi duymadan girilmeyeceğini öğreteceksiniz; ancak ola ki çocuğunuz dalgınlık eseri odanıza kapıyı vurmadan girebilir. Diyelim ki siz de o sırada çamaşır değiştiriyorsunuz. Çocuğa bağırıp çağırmadan mahrem yerlerinizi örtün ve sakin bir sesle, Rabbimiz’in kapalı odalara kapıya vurarak girmemizi istediğini, buna uygun davrandığımızda Allah’ın bizi daha da çok seveceğini hatırlatın.

Bilhassa ergenlik çağındaki çocuklarınızla çatışmak istemiyorsanız, onlara güvendiğinizi, değer verdiğinizi ve bütün huylarına rağmen onları sevdiğinizi söz ve davranışlarınızla göstermelisiniz. “Biz senin yaşında iken…” diye başlayan nasihatler kadar genci sıkan bir şey yoktur. Gençlerle konuştuğum ve anne babaları hakkında en çok neden şikâyetçi olduklarını sorduğum zaman, aldığım cevapların başında, “Annem babam bana güvenmiyor.” gelmektedir. Diğer şikâyetlerini de şöyle sıralıyorlar: “Bana hep çocuk gözüyle bakıyorlar, büyüdüğümü kabul etmiyorlar, arkadaşlarımı beğenmiyorlar, görüşlerime değer vermiyorlar, her şeyime karışıyorlar, kendilerinin de yanılacaklarını ve yanlış yapacaklarını kabul etmiyorlar, beni sevmiyorlar.”

Çocuklarınızı duygusal olarak kendinizden uzaklaştırmak istemiyorsanız onlara karşı hoşgörülü, yumuşak, sabırlı ve sevecen olmalısınız. Onlara zaman ayırmalı, onları dinlemeli, her sıkıntılarında arkalarında olduğunuzu hissettirmelisiniz. Sevabıyla günahıyla, doğrusuyla yanlışıyla onlar sizin çocuklarınız.

Pedagog Ali Çankırılı

Çocuk sahibi olmadan önce pek çok çiftin kararsız kaldıkları konulardan biri, kaç çocuk sahibi olmak istedikleri. Günümüzün ekonomik şartları ancak bir çocuğun bakımına ve eğitimine imkan verirken, çoğu çift çocuğunun kardeşsiz, tek çocuk olarak büyümemesinden yana. Bunun en önemli nedeni ebeveynlerin kardeşsiz büyüyen çocuğun sağlıklı bir gelişime sahip olamayacağını düşünmeleri.

Günümüze değin gelmiş yaygın inanış bir çocuğun sağlıklı gelişimi için muhakkak bir kardeşe sahip olması gerektiği yönündeyken, son yıllarda yapılan araştırmalar tek çocuklarla ilgili bu inanışın aslında pek de gerçeği yansıtmadığını göstermektedir. Bundan yıllar önce neredeyse bir hastalık olarak görülmekte olan ‘tek kardeş’ olma hali gerek günümüzün ekonomik koşulları gerekse kadınların eskiye oranla daha geç yaşta çocuk sahibi olmaları sebebiyle artık daha yaygın bir durum halini almıştır.

Kardeşsiz büyümek avantaja dönüşebilir!
Yakın zamana dek tek çocukların kardeşlerin sağlayacağı çeşitli öğrenme olanaklarından mahrum kalacakları, şımarık, bencil, yalnız ve uyumsuz çocuklar olacakları düşüncesiyle dezavantajlı durumda olduklarına inanılmaktaydı. Halen ailelerin, çocuklarının böyle özelliklere sahip tek çocuklar olarak büyümelerine engel olmak için ikinci çocuklarını dünyaya getirmeye karar verdiklerine sıkça rastlamaktayız. Ancak iddia edilenin aksine konuyla ilgili son 25 yılda yapılan ampirik çalışmalar, tek çocuklar ile ilgili olumsuz önyargıları şiddetle reddetmekte. Tek çocuklar ile kardeşi olan çocuklar arasında bulunabilen yegâne farkların ise düşünülenin aksine tek çocukların avantajına olduğunu göstermektedir. Buna göre, tek çocukların gelişimsel anlamda kardeşi olanlardan daha geride olmadıkları, hatta başarı motivasyonları ve zekâ gelişimleri açısından kardeşi olan çocuklara oranla görece daha avantajlı durumda oldukları görülmektedir. Bunun yanı sıra, yine yaygın inanışın aksine tek çocuklar genel uyum ve sosyal beceri anlamında kardeşi olan yaşıtlarına oranla bir farklılık göstermemektedirler.

Tek çocukların sosyalleşme problemi olmaz!
Ailelerin genellikle kardeşi olmadan büyüyen çocuklarının sosyalleşmeleri ile ilgili endişe yaşadıklarını görüyoruz. Ancak araştırmalar ilkokul çağındaki tek çocukların kardeşi olan yaşıtlarıyla yakın arkadaş sayısı ya da arkadaşlık kalitesi anlamında bir farklılık göstermediklerini gösteriyor. Sosyalleşme ya da oyun aktiviteleri açısından da okul öncesi dönemdeki tek çocuklar ile kardeşi olan çocuklar arasında bir fark görülmüyor. Daha da önemlisi sosyal beceriler açısından bu benzerlik yetişkinlikte de devam ediyor.

Ancak her ne kadar kardeşlerle rekabet etmeme ya da çatışma yaşamama durumları bu çocuklar için bir lüks gibi görünse de, tek çocukların yaşıtları ile çatışma çözme ve çatışma yönetme becerileri bakımından yoksun kalabilme olasılıkları aileleri düşündürtebilir. Bu noktada tek çocukların kendi yaş grubundan çocuklarla sıkça bir araya getirilmeleri onlara bu deneyimi kazandırma açısından yararlı olacaktır.

Araştırmalar sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkisinin tek çocukların gelişimlerine olumlu katkıda bulunan en önemli faktör olduğuna işaret etmekte!

Tek çocukların sosyal beceriler, karakter ve uyum açısından iki çocuklu küçük ailelerin çocuklarına benzer özellikler gösterdikleri, çok kardeşli daha geniş ailelere oranla bu iki grubun daha avantajlı olduğu görülmektedir. Bu durum, ebeveyn-çocuk ilişkisindeki kalitenin önemine vurgu yapmakla birlikte, çok çocuklu ailelerden farklı olarak küçük ailelerdeki çocukların ebeveynleri ile daha fazla birebir ve kaliteli zaman geçirme olanaklarının olması ile ilişkilendirilebilir. Nitekim ebeveynlerle geçirilen birebir ve kaliteli zamanın çocuğun entelektüel kapasitesinin gelişmesine ve daha olgun davranış kalıpları edinmesine yardımcı olacağı bir gerçektir.

Elbette ki bu sonuçlar kardeş ilişkilerinin çocuk gelişimi üzerine olumlu sonuçları olduğu gerçeğini yadsımamaktadır. Ancak görülen o ki kardeşlerin yokluğu başkalarıyla, özellikle de ebeveynlerle kurulan sağlıklı ve kaliteli ilişkilerle telafi edilebilmektedir. Günümüzde aileler giderek küçülse de ebeveynler kardeşsiz büyüyen çocuklarının sosyal ve entelektüel gelişimi açısından endişe etmemeli, çocuklarının sayısından çok onlarla birebir kuracakları özel ve kaliteli bağlara önem vermelidir.

Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak

Soru soran, merak eden çocuk candır diyoruz ama küçük çocuklar da ne çok soru soruyor değil mi? Bazen anlamlı, bazen anlamsız, bazen tam yerinde, bazen ise çok yersiz. Her soru kendi içinde değerlendirilmeli şüphesiz, ama sorulara cevap vermenin genel bazı kolaylaştırıcıları da yok değil.

1. Sonraki soruyu tahmin et. 
Çocuğunuzu geçiştirmek adına hızlıca bir cevap verdiniz ama cevabınızda çocuğun bilmediği, anlamadığı kavramlar, soyut ifadeler kullandınız ya da çocuğun merakını celbeden yeni bir detay verdiniz. Cevapladığınız sorunun ardından yeni bir soru silsilesinin gelmesi kaçınılmazdır. Açıklamanızın ardından gelecek yeni soruyu önden tahmin etmek hem size zaman kazandırır hem de ilk soruya verdiğiniz cevabı daha iyi formüle etmenizi sağlar.

2. Somut ol. 
Çocuklar yaklaşık 10 yaşına kadar soyut kavramları pek anlayamazlar. Bu nedenle soru cevaplarken mümkün olduğunca somut açıklamalar yapmak yerinde olur. Siz soyutlaştıkça çocuğunuzun soracağı soru sayısı artacağı gibi yeni sorulara cevap verirken siz de gittikçe daha soyut bir seviyeye çıkacaksınız. En sonunda elinizde gerçekdışı bir hikaye kalabilir. Her şeyi somut tutmak en iyisi.

3. Basit ol. 
Çocuklarla konuşurken de soru cevaplarken de aynı kural geçerli: Basit olun, sade olun. Arkadan gelecek sorulara vaktiniz ve/ya enerjiniz yoksa ya da özel olarak çocuğunuza bir şeyler öğretmeyi amaçlamıyorsanız dolambaçlı yollara, gereksiz detaylara girmeyin. Soru yanıtlarken çocuğunuzun dikkat süresi ve algısını hesaba katın.

4. Bazen bilmediğini kabul et. 
Çocuklarımız için bizler birer tanrı gibiyiz. Onlar sordukları her sorunun cevabını bizde sanıyorlar. Bazen biz de onların yarattığı bu rüzgara kapılıyoruz ve kendimizi strese sokuyoruz. Halbuki biz de bir sürü şeyi bilmeyebiliriz. Çocuklara bunu hissettirmekte herhangi bir problem yok. Eğer sorunun cevabını bilmiyorsanız basitçe “Bilmiyorum” deyin. Ama çocuğunuzun cevabı nasıl elde edeceğine dair ona bir yönlendirmede bulunmak iyi olabilir.

5. Hangi soruyu geleceğe paslayacağını bil. 
Bazı sorular siz cevaplasanız bile çocuğun çok iyi anlayabileceği nitelikte değildir. Bazı bilgiler ise çocuğun yaşına uygun değildir. Cinsellik, din gibi konuların bazı kısımlarını buna örnek verebiliriz. Bu durumlarda çocuğunuza soruyu cevaplamak istediğiniz ancak onun bu konuyu konuşmak için yaşının henüz çok küçük olduğu bilgisini verin. Onunla bu konuşmayı yapabileceğiniz yaşı belirleyin ve ona söz verin.

6. Ertele ama erteliyorsan zaman ayır. 
Bazı sorular ise geleceğe paslanamaz ama o an içinde de cevaplanamaz. Tam siz doktora yetişmek için çocuğunuzu elinden tutmuş koşarken “Güneş neden sarı?” sorusunu cevaplamanız gerekmez. “Çok güzel bir soru sordun ama şimdi bunu konuşmanın zamanı değil. Eve gittiğimizde bunu konuşalım.” diyebilirsiniz. Tabii bu söylediğinizin inandırıcı olması için çocukla bu konuyu tam da ertelediğiniz zamanda konuşmanız gerek. Eve döndüğünüzde işe güce dalar ve unutur ya da çocuğunuzu geçiştirirseniz çocuk doğal olarak bir sonraki erteleme çabanıza inanmaz.

7. Bazı soruları cevaplamayı ona bırak. 
Son olarak, bazı soruların (hatta çoğu sorunun) cevabı konusunda her çocuğun bir fikri vardır. Bu fikri öğrenmek ve üzerine tartışmak çocuklar için bazen bilgi almaktan daha eğlencelidir. Dolayısıyla çocuğunuz size soru sorduğunda sözü ona bırakabilirsiniz.

Uzman Klinik Psikolog Nazlı Akay

Büyükanneler ve dedeler için torunları kucaklarına almak, onları sevmek, gelişimlerini takip etmek, hediyeler almak, birlikte gezmeye çıkmak, çocuk parkına gitmek oldukça heyecan ve mutluluk verici anlardır. Kendi çocuklarını yetiştirdikten sonra torunlarını da yetiştirecekleri, onlarla ilgilenip gelişimlerini takip edecekleri, ekonomik yönden destek olacakları duygusu büyük anne ve büyük babalara kendilerini değerli hissettirir. Anneanne, babaanne ve dedelerin torunları üzerinde olumlu etkileri vardır. Çocuk, anne babasından göremediği ilgi ve sevgiyi onlardan görmekte, bu da duygusal yönden gelişimlerini olumlu etkilemektedir.

Özellikle çalışan anneler için büyükanne ve büyükbaba desteği çok önemlidir. Büyükanneler torunlarının bakıcı elinde büyümesine izin vermezler. Evlerini ve düzenlerini bırakıp gelir, torunlarına bakarlar. Büyükannelerin bu fedakârlığı her türlü takdire değer. Ancak, kimi büyükanneler ve dedeler torun sevgisini daha da ileri götürerek onları sahiplenir, sevmekle yetinmeyip eğitimini de üstlenirler.

Kültürümüzde torun üzerinde dedelerin etkisi daha fazladır. Çocukların dünyasında dedelerin özel bir yeri vardır. Çocuklar büyüdüklerinde dede ile geçirdikleri günleri tatlı birer anı olarak hatırlar, kendilerini mutlu hissederler. Ben bile şu yaşımda dedemle geçirdiğim o mutlu anları hiç unutmuyorum. Beni gezmeye çıkardığını, köyün bakkalına götürdüğünü, benim için eliyle tahtadan oyuncak araba yaptığını, bana masal anlattığı geceleri, göğsüne oturtup sure ezberlettiğini hiç unutmuyorum.

Annenin ve dayının çocukluğu İstanbul’da geçti. Dedeleri Çankırı’da yaşıyordu. Onun için ancak bayramlarda ve tatillerde dedeleriyle birlikte olabildiler. Dedelerini toprağa bağlayan bahçeleri, tarlaları ve hayvanları olduğu için onları bırakıp İstanbul’a torunlarının yanına gelemiyorlardı. Buna rağmen annen ve dayın dede sevgisinden mahrum büyümediler. Yaz tatillerinde anneleriyle birlikte Çankırı’ya gider, kimi zaman Ahmet dedeleriyle, kimi zaman Hasan dedeleriyle kalırlardı.

Dedelerin ölümü en çok torunları etkiler. Çünkü onların her dediğini yapan, her isteğini yerine getiren, canları sıkılınca onları gezmeye çıkaran, onlara bolca zaman ayıran o sevimli yaşlılar artık yoktur. Tek tesellileri dedelerinin cennete gittikleri, orada torunlarını bekledikleri, yine beraber olacakları inancıdır.

Toruna Sahip Olmak Yaşlılar İçin Bir Ayrıcalıktır

Bireyselliğin ön plana çıktığı bu modern çağda, özellikle sanayileşmiş büyük şehirlerde geniş ailelerin yerini anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aile almış bulunmaktadır. Ülkemizde, şükür ki kırsal bölgelerde ve köylerde geniş aile geleneği devam etmektedir. Avrupa ülkelerinde çekirdek aile yaşantısı köylere kadar inmiş bulunmaktadır. Bunun daha da kötüsü “çocuksuz aile” modelinin yaygınlaşmış olmasıdır.

Modern kadın hamile kalmak, çocuk doğurmak ve onu büyütmek zahmetine katlanmak istemiyor. Çocuk sahibi olunca evde oturacağını, dilediği gibi gezmeye çıkamayacağını, eğlence yerlerine gidemeyeceğini, şişmanlayacağını; kısacası çocuğun ona ayak bağı olacağını düşünüyor. Modern karı-koca çocuk yerine kedi-köpek besliyor. Seminer için anneannemle Avrupa ülkelerine gittiğimizde insanların sokakta ve piknik alanlarında çocuk yerine kedi-köpek gezdirdiklerini görüyoruz. Arabaların ve evlerin pencerelerinden dışarıya çocuklar değil kediler ve köpekler bakıyor.

Modern insan, çocuksuz hayatın büyük bir yanılgı olduğunu ancak yaşlanınca anlıyor; ama iş işten geçmiş oluyor. Yalnızlığın, güçsüzlüğün ve yaşlılığın getirdiği hastalıklarla bir başına kalmanın acı gerçeği yüzlerinden okunuyor. Sağlık kuruluşlarının görevlendirdiği hemşireler, günün belli saatlerinde yaşlı insanların evlerine gelip yemeklerini yediriyor, ilaçlarını içirip gidiyorlar. Kimsesiz, çocuksuz, bir başına kalan bu yaşlı insanların ölümü beklemekten başka bir seçenekleri kalmıyor.

Yaşlılar İçin Ödünç Torun Temin Edilir

Avrupa ülkelerinde, özellikle Almanya ve Hollanda gibi çocuksuz yaşlı nüfusun çok olduğu ülkelerde, bazı aracı kurumlar dede ve büyük anne olmanın zevkini tatmak isteyen yaşlı insanlara ödünç torun temin ediyorlar.

Bir aracı kurumun müdürü bu uygulamaya başlama sebebini şöyle açıklıyor: “Yeterli para kazanabilmek için genç annenin ve babanın çalışmak zorunda kaldığı göçmen ailelerin çocukları kreşlerde kalıyordu. Bu çocuklar hem anne babalarından ayrı kalıyorlar hem dede ve büyük anne yoksunluğu çekiyorlardı. Diğer tarafta yalnızlık çeken, çocuksuz ve torunsuz yaşlı insanlarımız vardı. Bu insanlar kendilerini terk edilmiş, işe yaramaz, değersiz hissediyorlardı. Onlara torun sevgisi tattırmanın hem kendilerine hem kreşte kalan çocuklara iyi geleceğini düşündük.”

Ödünç torun temin eden aracı kurumlara müracaat eden yaşlı insanların sayısı arttıkça aracı kurumların sayısı da artmaya başlıyor. Almanya’da doğum oranlarının gerilemesi, sadece genç nüfusun hızla azalmasına ve toplumun giderek yaşlanmasına neden olmuyor, aynı zamanda pek çok insan çocuk ve torun sevgisinden mahrum bir şekilde yaşıyor. Ama insanlar yaşlandıkça bu yöndeki özlemleri artıyor, hiç değilse çocuklarla iletişim içinde olmak istiyor. İşte bu ihtiyacın farkına varan 70 dolayında ajans, çocuklara “ödünç” büyük anne ya da büyük baba, yaşlılara da ilgilenecekleri, tecrübelerini aktaracakları torun buluyor.

Yaşlıların Hayata Tutunmalarında En Büyük Moral Kaynağı Torun Sevgisi

Uzmanlar, yaşlıların hayata tutunmalarında en büyük motivasyonun torun sevgisi olduğunu belirtiyor. Psikolojik danışman ve hipnoterapist Dr. Ramazan Özarslan, büyükbaba ve büyükannelerdeki aşırı torun sevgisinin 60 yaşından sonra ‘içlerindeki çocuksu duygunun’ dışa vurumu olduğunu söyledi.

Türk toplumunda dedelerin torunlarına gösterdiği yakın ilginin temelinde zamanında oğluna ve kızına gösteremediği sevginin tezahürü olduğunu belirten Dr. Ramazan Özarslan her gün torunlarıyla haşir neşir olan ve onlarla oynayan büyük anne ve dedelerin moral değerlerinin çok yüksek olduğunu ifade etti.

Çocuğun ruh sağlığı ve karakter oluşumunda aile büyüklerinin rolünün önemli olduğunu aktaran Özarslan, dede ve nine sevgisi görmeden büyüyen çocukların yaşlılara karşı hürmette sıkıntı yaşayabileceklerini söyledi. Yaşlılıktaki torun sevgisinin, insanın içindeki çocuksuluğu sembolize eden saflığın, temizliğin ve güzelliğin dışa yansıması olduğunu ifade eden Özarslan, kız çocukların dedeye, oğlan çocukların ise nineye düşkün olduğunu belirtti.

Yaşlılarda torun sevme duygusu fıtri bir duygu. Bu duygu milletten millete fazla farklılık göstermez. Her kadın ve erkek, neslinin devamını ister. Altmış yaşından sonra torun sevgisi zirveye çıkmaya başlar. Bu yaştan sonra büyükanne ve dedelerin içlerindeki çocuksu duygular dışa yansır. Çocuklaşırlar ve torunlarıyla empati kurmaya başlar. Böylece çocukla dede ve nine arasında duygusal bir bağ oluşur. Küçük yaşta dede ve nine sevgisiyle yetişen çocuklarda merhamet duygusu yaşıtlarına göre daha yüksektir. Bu çocuklar herkese pozitif enerji yayarlar.

Çocuğun yetişmesinde dede ile torun arasında kuvvetli bağ olması gerektiğini belirten tarihçi İbrahim Yılmaz, tarihte bu bağın Fatih Sultan Mehmet ile torunu Yavuz Sultan Selim ile yoğun yaşandığını ifade etti. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu İkinci Beyazıt’ın çocukları arasında torunu Yavuz Sultan Selim’e her zaman özel ilgi ve alaka göstermiştir. Oğlu Beyazıt’a: “Keskin bakışlı şehzadem Selim’e iyi bak, ben onda Devlet-i Ali’yi yönetme adına büyük cevher görüyorum.” dediği rivayet edilir.

Anne ve babaların çocuklarına karşı sevgilerini hiçbir zaman esirgememeleri gerektiğini belirten Manavgat Müftüsü Halil Taş, bu konuda müminlere en güzel örneğin Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i omuzlarında gezdirmesi olduğunu söyledi. Efendiler Efendisinin (s.a.v.) çocuklara karşı her zaman sevgisini gösterdiğini ve torunlarıyla oyun oynadığını belirten Taş, öksüz ve yetim çocukların başını okşayarak ihtiyaçlarının giderilmesine yardımcı olduğunu kaydetti.

Toruna Bakmak Depresyonu Önlüyor

“Torunlarının bakımını üstlenen büyükanne ve büyükbabaların işi zor” diye düşünenler yanılıyor. Pamukkale Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, torununa bakan yaşlılarda depresyon belirtileri daha az.

Araştırmayı dört öğretim üyesiyle birlikte yürüten Yrd. Doç. Dr. Asiye Kartal, yaşlılarda sorumluluk alma konusunda bilinenin aksine toruna bakma sorumluluğunun stresi azaltıp yaşam kalitesini yükselttiğini dile getiriyor.

Büyükanne ve büyükbabalarda depresyonu değerlendirmek için Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi ölçeğini kullandıklarını anlatan Kartal, araştırmayla ilgili şu bilgileri veriyor: “55 yaş üzeri 718 yaşlı üzerinde çalıştık. Çalışmamızı, 718 yaşlının ev adreslerini inceleyip ev ziyareti şeklinde yürüttük. Önce 718 büyük anne ve büyük baba araştırmamızın örneklemelerini oluşturdu ve kendi ortamlarında, yaşadıkları yerlerde yüz yüze görüşme yöntemiyle araştırmamızı yürüttük.

Verilerimizi kendi öğrencilerimizden oluşan 8 anketörle topladık. Öncelikle standardı sağlayabilmek için veri toplama sürecine başlamadan önce onları eğittik, sorularını nasıl soracakları yönünde anketörlerimize eğitim verdik. PAÜ Bilimsel Araştırma Proje Birimi tarafından desteklenen projeyi 4 öğretim üyesi arkadaşımızla birlikte yürüttük. Projeyi yaklaşık 1,5 yılda bitirdik.

Sonuçta torun bakan büyükanne ve büyükbabaların yaşam kalitesi ölçeğinin çeşitli alt boyutlarını da etkilediğini, torun bakanların yüzde 35’inin kendisini daha iyi hissettiklerini, daha mutlu olduklarını gördük.”

Torun Sevgisi Felçli Annemi Hayata Bağlıyor

Biz evde iki engelli, annem ve ben yaşıyoruz. Annem, sağ taraf felçli ve konuşamıyor. Ben omurilik felçlisiyim. Annemin 3 torunu var. Fakat bana göre benim de yeğenim olan en küçük torununu daha çok seviyor. Ona sorsan ayrım yapmıyor. Adı Dilruba. Henüz 3 yaşında, dilbaz ve çok nazlı. Sıcakkanlı hemen kendisini sevdiriyor.

Gelelim anlatmak istediğime; annem konuşamıyor fakat 4-5 kelime söyleyebiliyor. Annem her sabah kahvaltıdan sonra Dilruba’yı bize telefonla arattırır. Söyleyebildiği 4-5 kelime ile onunla 5 dakika konuşur. Telefonu kapattığında annemin gözlerindeki ışıltıyı görmenizi isterdim. Sanki dünya onun olmuş, mutluluğu yüzüne vurmuş oluyor. Bazen morali bozuk olduğu zaman ben anneme şaklabanlık yaparım eğer gene düzelmezse hemen Dilruba’yı arar onunla konuştururum. İnanın morali bir anda düzelir gene gözlerindeki ışıltıyı görebilirsiniz.

Düşünün, konuşabildiği 4-5 kelime ile torunu ile iletişim kurmak çabası, gayreti beni her zaman şaşırtmıştır. Annem 4-5 kelime söyleyebildiğine öylesine şükrediyor ki. Ben her zaman annemin yaşama azmini, hayata tutunma isteğini hep örnek almış ve şükretmişimdir. Sevgi her engeli aşıyor ve yaşama tutunmamızı, yaşama gayemizi oluşturuyor.

Annemi, Torunu İyileştirdi

Genç bir bayan öğretmen anlattı: “Annem iyice yaşlanmış, hastalıklarla boğuşuyordu. Artık ilaçlar da işe yaramıyor, iyileşme ümidini kaybetmişti. ‘Ölsem de kurtulsam’ diyordu. ‘Anne, bebek bekliyorum, torununu görmeden mi gideceksin?’ dedim. Birden gözleri parladı. ‘Allah’ım bana güç ver, torunumu görmeden gitmek istemiyorum.’ dedi. Doğum için gün sayıyorduk. Annem hepimizden daha heyecanlıydı. ‘Adını ne koyacaksınız?’ dedi. Ultrasona girmiştim, kız olacağını biliyorduk. Eşimle kararlaştırmıştık, adını anneme koyduracaktık. Eşim: “Adını sen koyacaksın, anneciğim.” dedi.

Annem çocuklar gibi ağlamaya başladı. “Hep içimden bir kız torunum olsa da annemin adını versem diyordum. Bana bu mutluluğu yaşattınız ya, Allah ne muradınız varsa versin.” dedi.

Birkaç gün geçmeden doğum sancılarım başladı. Her şeyim hazırdı. Eşim hemen beni arabasıyla hastaneye götürdü. Annem telefonla devamlı eşimi arayıp durumumu soruyormuş. Çok şükür her şey yolunda gitti. Nur topu gibi bir kız doğurdum. Annem eşime ezanını ben okuyacağım, adını kulağına ben söyleyeceğim kimse okumasın demiş.

Torunu eve gelince annem aslanlar gibi ayağa kalktı. Ezanını okudu, adını koydu, bir kurban kesmeyi vaat etti. Hepimiz çok şaşırmıştık. Her gün bir yerinin ağrıdığını söyleyen, yataktan çıkmak istemeyen, zorla yemek yedirdiğimiz, zorla ilacını verdiğimiz annem iyileşmişti. Doktorların ve ilaçların iyileştiremediği annemi torunu iyileştirmişti.

Prof. Dr. SEFA SAYGILI

Kişilik gelişiminin büyük bir kısmı çocuk yaşta aile tarafından şekillendirilir. Çocuk; yürümek, konuşmak gibi şeylere ek olarak görgü kurallarını ilk defa aile içinde öğrenir ve uygular. Harvard Üniversitesi çocuk ve aile psikoloğu Richard Weissbourd, çocuklarımızı daha duyarlı ve kibar yetiştirmek konusunda ebeveynlere 5 öneride bulunuyor. Gençler üzerinde yapılan araştırmalara göre katılımcıların %80’i ailelerinin; başkalarıyla olan ilişkilerinden ziyade, başarıları veya mutlulukları ile daha ilgili olduklarını söylüyor. Ayrıca “ailem, iyi notlar almamı okul ortamında yardımsever ve duyarlı bir insan olmamdan daha çok önemsiyor” diyen gençlerin oranı diğerlerinden üç kat fazla. Weissbourd’a göre “Hiç kimse iyi ya da kötü bir insan olarak doğmaz, kişilik, yetiştirilme şekline göre şekillenen bir olgudur. Çocuk kendi kendine duyarlı, saygılı ve sorumluluk sahibi olamayacağı için burada ebeveynlere çok büyük bir görev düşüyor. Ebeveynler, çocukla olan iletişimlerine çok dikkat etmeli ve gereken eğitimi vermek için ellerinden geleni yapmalıdır”

İşte daha duyarlı ve sorumlu çocuklar yetiştirmek konusunda ebeveynlere 5 öneri:

1. Başkalarının ihtiyaç ve isteklerine duyarlı olmasıNeden önemli? Çünkü aileler genellikle çocuklarının başarısını ve mutluluğunu, başkaları için duyarlı olmalarından daha çok önemseyebiliyor; fakat çocuklara başkalarının istek ve ihtiyaçlarının en az kendi istek ve ihtiyaçları kadar değerli olduğunu ve aradaki dengeyi sağlamaları gerektiğini öğretmek gerekiyor. Bu oyuncağını başkalarıyla paylaşmak da olabilir, kötü davranılan bir arkadaşını korumak da.

Nasıl öğretilebilir? Çocukların aynı duyarlılığı aile bireyleri arasında da görmeleri ve bunun önemi konusunda bilinçlendirilmeleri gerekiyor. Örneğin spor takımından ayrılmak isteyen bir çocuğa, arkadaşlarını yüzüstü bırakmaması gerektiğini ve onlara karşı sorumlulukları olduğunu anlatmak, çocuğu, başkalarına karşı yükümlülükleri konusunda daha duyarlı olmaya itebilir.

Şunları deneyin:

• Çocuklarınıza “hayatta en önemli şey senin mutluluğunun” değil, “hayatta en önemli şey senin başkalarına karşı duyarlı olman” diyerek tek önemli olanın kendisi olmadığını, başkalarını da düşünmesi gerektiğini vurgulayın.

• Sadece kendilerini iyi hissettikleri zaman değil, yorgun ve sinirli oldukları zaman da kibar olmaları gerektiğini söyleyin.

• Çocuğunuzun hayatında öneme sahip diğer yetişkinlere de çocuğunuzun duyarlı ve bilinçli bir insan olmasını istediğinizi belirtmek için öğretmenine, çocuğunuzun okulda diğer bireylere karşı duyarlı olup olmadığını sorun.

2. Yardımlaşmayı bilmesi ve kendisine yardım edenlere minnettarlık duyması

Neden önemli? Çocuklar, yardımlaşmayı ve kendisine yardım edenlere minnettarlık duyabilmeyi öğrenmeli; çünkü araştırmalara göre bunu başarabilen insanlar diğerlerine göre daha yardımsever, eli açık, merhametli ve bağışlayıcı bireyler oluyorlar. Bu da mutluluk ve sağlığı beraberinde getiriyor.

Nasıl öğretilir?

Yardımlaşmayı öğrenmek aynı spor yapmayı veya bir enstrüman çalmayı öğrenmeye benzer, her gün, düzenli olarak alıştırma yapmak gerekir. Bu bir arkadaşına ödevinde yardım etmek de olabilir, ev işlerine yardım etmek de. Ebeveynler, çocuklarında yardımlaşma bilincini geliştirmeli ve kendisine yardım edenlere minnettarlık duymasını sağlamalıdır.

Şunları deneyin:

• Çocuğunuzu, birilerine yardım etti diye ödüllendirmeyin, yalnızca gerçekten çaba gösterdiğine inandığınız bir yardımını ödüllendirin.

• Haberleri izlerken, çocuğunuzla birlikte kimlerin veya nelerin haklı-haksız veya doğru-yanlış olduğu konusunda fikir alışverişinde bulunun.

• Size yardım eden herkese teşekkür edin, böylelikle çocuğunuzda da aynı bilincin oluşmasını sağlamış olursunuz.

3. Sadece yakın çevresine değil, uzak çevresine karşı da duyarlı ve kibar olması

Neden önemli? Çünkü neredeyse tüm çocuklar yalnızca sık sık gördükleri insanları önemserler, fakat ebeveynler çocuklarına; sınıfa yeni gelen bir çocuğa, kendisiyle aynı dili konuşmayan insanlara veya başka ülkede yaşayan bir insana karşı da duyarlı ve kibar olması gerektiğini öğretmelidir.

Nasıl öğretilir? Çocukların, hem yakın çevreleriyle hem de uzaktakilerle sağlıklı iletişim kurabilmesi için, insanların duygu ve düşüncelerine değer verebilecek, olaylara farklı açılardan bakabilecek ve farklı kültür ve düşüncelere sahip insanların fikir ve adetlerine saygı gösterebilecek şekilde yetiştirilmeleri gerekir.

Şunları deneyin:

• Çocuğunuza, günlük hayatta karşılaştığı herkese karşı kibar ve duyarlı olması gerektiğini öğretin.

• Yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmesi gerektiğini ve her zaman güçsüzün yanında olması gerektiğini öğretin

• Başka ülkelerde sıkıntı çeken ve yardıma muhtaç olan çocuklar hakkında çocuğunuza bilgilendirin.

4. Ebeveynlerin çocuklarına neyin etik, neyin yanlış olduğunu göstermesi Neden önemli? Çünkü çocuklar yalnızca değer verdikleri insanları gözlemleyerek etik değerleri öğrenebilirler.

Nasıl öğretilir? Çocuklara ahlak değerlerini ve etik değerleri öğretebilmek için öncelikle ebeveynlerin dürüst, adil ve duyarlı bireyler olmaları gerekir. Çocuklarının güvenini kazanmak isteyen ebeveynler, yanlış ve doğruları farkına varmalı ve çocuğun fikir ve duygularına saygı göstermelidir.

Şunları deneyin:

• Ayda en az bir kere, çocuğunuzdan da yardım alarak, kamu hizmetinde bulunun.

• Çocuğunuza, “şöyle bir durumda kalsan ne yapardın? Biri sana şöyle bir şey dese ne tepki verirdin?” gibi sorular sorun ve siz onun yerinde olsanız ne yapacağınızı söyleyin.

5. Zor durumlarla nasıl başa çıkması gerektiğinin öğretilmesi

Neden önemli? Çünkü çocuklara, zor durumlarda da terbiyesini ve soğukkanlılığını koruması gerektiği öğretilmeli.

Nasıl öğretilir? Böyle şeylerin herkesin başına gelebileceği ve elinde sonunda onun da atlatacağı ama sakin olması gerektiği söylenmelidir.

Şunları deneyin:

Çocuğunuza sakin olmasını ve derin nefes alıp vermesini, ardından da 5’e kadar saymasını söyleyin. Her üzüldüğünde veya sinirlendiğinde tekrardan aynı şeyleri yaptırın. Bir süre sonra başına gelen her kötü durumda aynı şeyi yapacaktır. Böylelikle çocuğunuz, üzüntüsünü veya kızgınlığını daha makul bir şekilde dile getirmeyi öğrenecektir.

Eğitim psikolojisinin yüzyıllar önce var olup olmadığından emin değiliz. Bununla birlikte, Aristo ve Plato gibi Yunan düşünürler, insan davranışını belirlemeye yardımcı olmak için bilişsel bir yaklaşımın temellerini attılar.

Aristoteles bir keresinde “Eğitimin kökleri acı ama meyvesi tatlıdır” demişti. O zamandan beri birçok şey değişti. Ancak onun ifadesinin doğru olduğunu ve bugün de anlamlı olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim psikolojisi, yıllar içinde pedagoji ve psikolojinin bir kombinasyonu olarak gelişti. Eğitim için psikolojik bir temel bulmaya yönelik ilgi birkaç yıl önce ortaya çıktı. Bu bilimsel temel olmadan, psikolojik ilkeleri eğitime uygulamak imkansız olurdu. 

Eğitim psikolojisi ve kökenleri

Eğitim psikolojisinin yüzyıllar önce var olup olmadığından emin değiliz. Bununla birlikte, Aristoteles ve Plato gibi Yunan düşünürler, insan davranışını belirlemeye yardımcı olmak için bilişsel bir yaklaşımın temellerini attılar. Aslında Aristoteles, eğitimin hükumetin vatandaşlarına karşı sorumluluğu olduğunu düşünüyordu. Plato da erdem ve etiğin önemini vurgulamıştır. Bunlar eğitim psikolojisinin ilk kökenleridir. Birkaç yüzyıl sonra, Saint Tomas Aquinas, insan öğrenimi teorileriyle bu alandaki çalışmaların devamını getirdi. Bunu, kademeli bir şekilde akıl ve bilgi edinme süreci olarak gördü. Rönesans sırasında, deneyime dayalı öğrenme fikri ortaya çıktı. Modern psikolojinin babası olarak kabul edilen Juan Luis Vives gibi başka araştırmacılar ortaya çıktı. Motivasyon, öğrenme ve öğretme hızı gibi fikirler üzerine çalıştı. Daha sonra, Juan Huarte de San Juan gibi araştırmacılar, farklı yetenekler gösteren insanlar için diferansiyel psikoloji teorilerini ortaya attı. Eğitim rehberliği üzerine yaptığı çalışmalar, farklı yeteneklerin ve çeşitli mizaçların varlığını doğruladı. Metafizik ve psikolojinin ayrıldığı yer burasıdır. Bu, eğitim psikolojisi tarihinde bir başka kilit noktaydı. Eğitim psikolojisi için bir başka tarihi an, rasyonalizmin mantığını Descartes ve onun katı metodolojisi gibi araştırmacılardan geliştirdiği zamandır.

Yeni bir bilim

Eğitim psikolojisi için bir başka tarihi an, rasyonalizmin mantığını Descaartes ve onun katı metodolojisi gibi araştırmacılardan geliştirdiği zamandır. Comenius gibi diğer araştırmacılar, dört temel eğitim özelliği olduğunu tespit ettiler. Bunlar doğa kanunlarına, eğitimsel döngüsel düzene, tümevarım yöntemine, aktif ve pragmatik öğretim yöntemlerine dayanır. Ardından, deneyimin mantık ve muhakemeden daha değerli olduğunu kanıtlamaya çalışan Locke ve Hume geldi. Bu teoriye göre, tüm bilgiler deneyimden gelmelidir. Bu nedenle eğitim, zihni geliştiren disiplinlere yönelmelidir. Rousseau gibi diğerleri, doğal bir şekilde rehberlik eden bir eğitimle insanların en saf hallerine ulaşmalarına yardımcı olmayı amaçlayan natüralist bir yaklaşım getirdi.

Bilimsel psikoloji

Ve şimdi Herbart gibi araştırmacıların olduğu modern zamanlara geliyoruz. Herbart , öğretmenlerin iyi eğitimciler olabilmeleri için eğitim hedeflerini bilmeleri gerektiğini tespit etti. Ardından, natüralizmi bir sonraki aşamaya taşıyan ve öğrencilerin gelişmek için toplumlara ihtiyaç duyduğunu gözlemleyen Pestalozzi geldi. Bu, eğitim psikolojisinde önemli bir ana işaret eder. Şimdi, eğitimi üç önemli açıdan yenilemek için aktif okulu bir gereklilik olarak gören Dewey’e geliyoruz. Bu yönler, çocuğa yönelik tutum, öğrenciyi, aktif eğitimin ana odağı haline getirme ve öğretim içeriğinin önemidir.

“Eğitim hayata hazırlık değildir; eğitim hayatın kendisidir.”

– John Dewey

Modern eğitim psikolojisi

Şimdi, geçen yüzyılda modern psikolojiyi geliştiren daha modern araştırmacılardan bahsedeceğiz. Her şey XIX yüzyılın sonunda ve XX yüzyılın başında Galton, Hall, Binet James ve Cattell gibi araştırmacılarla başladı. Daha sonra, öğrenme ve bilgi aktarımı hakkında konuşan Thorndike gibi diğer uzmanlar geldi. Ondan sonra Watson’ın davranışçılığı ile Gestalt ve psikanaliz geldi. Davranışlarımızın vicdanımızın dışındaki unsurlardan etkilendiğini öne sürdüler. Daha sonra Skinner ve Becker ve onların davranışsal pekiştirme yaklaşımları var. Daha sonra Piaget, Goodnow, Bruner ve Maslow, Rogers ve Allport gibi hümanistler geldi.

“Eğitimli olan tek kişi, öğrenmeyi ve değişmeyi öğrenmiş olandır.”

– Carl Rogers

İyi öğretimin sırrı, çocuğun zekasını tohumların ekilebileceği, alevli hayal gücünün sıcağında büyüyebileceği verimli bir alan olarak görmektir.  Maria Montessori

Maria Montessori, İtalyan bir eğitimci, bilim insanı, doktor, psikiyatrist, filozof, antropolog, biyolog ve psikologdu. Güçlü Katolik ve feminist inançlarla 1896’da İtalya’daki ilk kadın doktor olarak mezun oldu. Sigmund Freud ile aynı dönemde yaşadı ve kendi akıl hastalıkları sınıflandırmasını geliştirdi. 1898 ile 1900 yılları arasında ‘zihinsel olarak rahatsız’ olduğu düşünülen çocuklarla çalıştı. Bazılarının henüz tam potansiyellerini geliştirmediğini fark etti. Bu, sonraki 50 yıl boyunca çalıştığı, çocukların kapasitelerini inceleme mesleğine yol açtı. Maria Montessori, tartışmalı bir şekilde, yaşamın ilk 3 yılında öğrenmenin zahmetsiz, doğal bir süreç olduğunu belirtti. Yöntemi, sanayi devrimi nedeniyle ortaya çıkan ve Batı’da bugüne kadar dayatılan klasik Prusya öğretim yöntemine karşı çıkar. Prusya yöntemi, çocukları gelecekte emir alacak olan işçiler olarak görür.

Ancak, Maria Montessori eğitimi farklı bir şekilde tasarladı. Bu yazıda, onun en önemli fikirlerinden bazılarından bahsedeceğiz.

“Hayatın en önemli dönemi üniversite okuma yaşı değil, ilk dönem olan, doğumdan altı yaşına kadar olan dönemdir.”

– Maria Montessori

Montessori eğitim metodu, gelişimin en iyi aşamalarından en iyi şekilde yararlanmaya kendini adamıştır. Bunun için ortamı dikkatli bir şekilde hazırlamak ve çocukların fiziksel özelliklerine uygun hale getirmek gerekir. Bu eğitim yaklaşımı, çocukların kişisel ritimlerine ve tarzlarına saygı duymaya kendini adamıştır. Montessori eğitiminin anahtarlarından bazıları şunlardır: Hassas büyüme dönemlerine ilgi ve çocukların faydalanmaları gereken emici bir zihne sahip oldukları vurgusu.

Montessori eğitim metodunun önemli bileşenlerinden bazıları şunlardır:

Montessori eğitim metodunun bileşenleri

Maria Montessori’nin yöntemi, çocukların araştırma ve keşfetme süreçlerini kolaylaştırmaya yardımcı olan anahtarlardan oluşur. Bu anahtarlar, onların doğal olarak gelişmelerine ve özerkliklerini teşvik etmelerine yardımcı olur. Bu, özellikle bu bileşenlerin daha da kritik bir rol oynadığı 3 yaşına kadar önemlidir.

“Erken çocukluk eğitimi, toplumun iyileştirilmesinin anahtarıdır.”

– Maria Montessori

Büyüme dönemi

Bu yöntem, yaşamın farklı aşamalarında farklı psişe türleri olduğunu belirtir. Bu aşamaların farklı özellikleri vardır. Aslında, gelişim psikologları onları kapsamlı bir şekilde incelemiştir.

Hassas dönemler

Bunlar, öğrenmenin mümkün olan en basit şekilde gerçekleştirilebileceği aşamalardır. Çocuk öğrenme fırsatını değerlendirmezse, daha sonra belirli bilgi veya becerileri edinmesi kesinlikle çok daha zor olacaktır.

Emici zihin

Doğumdan 3 yaşına kadar, çocuğun hafızası veya akıl yürütme yeteneği neredeyse hiç yoktur. Ancak bu aşamada çocuk beyni son derece hassas olduğu için bol miktarda bilgi edinebilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Maria Montessori öğrenmenin doğal bir süreç olduğuna kesinlikle inanıyordu.

Çevre

Sınıftaki tüm nesneler faydalı olmalıdır, yani eğitimci bunları önceden dikkatlice seçmelidir. Öğrenciler, uygun gelişimi sağlamak için her türlü aracı ve uyaranı seçebilmelidir.

“Çocuklar doğayla temasa geçtiklerinde güçlerini ortaya çıkarırlar.”

– Maria Montessori

Özgürlük

Çocuklar sınıfta maksimum özgürlüğe sahip olmalıdır. Bu onların özerkliklerini ve öğrenme isteklerini uyarır.

Yapı ve düzen

Sınıfın yapı ve düzeni tasvir etmesi hayati önem taşır. Bu, her çocuğun kendi zekasını ve zihinsel düzenini geliştirmesini sağlar. Eğitimci, sınıfta kullanılan her türlü yardım ve materyali zorluk derecesine göre düzenlemelidir.

Gerçeklik ve doğa

Maria Montessori, çocukların doğa ile sürekli temas halinde olmaları için teşvik edilmesi gerektiğini belirtti. Bunun doğanın düzenini, uyumunu ve güzelliğini anlamalarına ve takdir etmelerine yardımcı olduğuna inanıyordu. Nihai amaç, tüm bilimlerin temeli olan doğa yasalarını anlamalarıdır.

Eğitimciler

Maria Montessori’nin felsefesine göre eğitimciler, öğrenme sürecinde kolaylaştırıcı rolünü oynarlar. Bu eğitim yönteminde işlevleri, çocukların ezberlemesi gereken bilgileri vermek değildir. Aksine, onlara kendi ilgi alanlarını keşfetme özgürlüğü ve cesareti vermektir.

Başka bir deyişle, eğitimciler çocukların bireysel süreçlerine müdahale etmeden veya engellemeden öğrenme isteklerini teşvik etmelidir. Kısacası, eğitimci olmak hiç de kolay değildir.

Maria Montessori’ye göre köşelerin önemi

Maria Montessori’nin metodolojisi sınıfta köşelerin kullanımını destekler. Bu alanların amacı, çocukların motor becerilerini ve psikolojik kapasitelerini geliştirebilecekleri uyarıcı bir atmosfer yaratmaktır.

Ev köşesi

Bu, her öğrencinin kişisel nesneleriyle dolu alanları ifade eder. Bu sınıf alanı organizasyonu teşvik etmeli ve istikrar ve düzen sağlamalıdır. Ayrıca kişisel eşyalara sahip olmak öğrencilerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlar.

Dil köşesi

Matlar ve minderlerle dolu bu alan öğrencilerin konuşmasını teşvik eder. Bu alanda çocukların okuma materyallerini seçebilecekleri kitaplıkların olması önemlidir.

His köşesi

Bu; renkler, sesler, dokunma ve koordinasyon alanıdır. Bu alan müzik aletleri, çok renkli kartlar, farklı dokulardaki malzemeler ve farklı oyuncaklarla dekore edilebilir. Tüm bu uyaranlar dikkat ve duyarlılığı teşvik eder.

“Onlara nasıl yapacaklarını söylemeyin. Onlara nasıl yapacaklarını gösterin ve tek kelime etmeyin. Onlara anlatırsanız, dudaklarınızın hareketini izleyeceklerdir. Onlara gösterirseniz, kendileri yapmak isteyeceklerdir.”

– Maria Montessori

Psikolog Cristina Roda Rivera

Şımarık çocuklar sahip olduklarına değer vermezler çünkü her zaman istediklerini elde ederler. Bu nedenle, onlara sınırlar koymalısınız. Burada önemli rol oynayan iki değişken vardır. Bir yanda, her çocuğun genlerinin etkisiyle ilgili mizacı vardır. Öte yanda, onların eğitimi bulunur. Nitekim, eğitim, sınırları veya tutarlılığı olmadığı için öne çıktığında, çocukların şımarık davranışlar geliştirmeye başlaması kolaydır. Anahtar, sınırları belirlemeyi ve her şeyden önce uygun davranışları pekiştirmeyi öğrenmekte yatar. Bu, çocuğu istediğini elde etmek için yersiz öfke nöbetleri geçirmekten uzaklaştıracaktır. Burada, şımarık çocukların dört özel özelliğinden, davranışlarının olası nedenlerinden ve onlara sınır koymanın nasıl öğrenileceğinden bahsediyoruz.

1. Yaptıklarının yanlarına kalmasına çalışırlar

Şımarık çocukların özelliklerinden biri, istediklerini elde etmek için düşünebildikleri hemen hemen her şeyi yapabilmeleridir. Aslında yasak ya da değil, yapmaya çalışmayacakları hiçbir şey yoktur. Bunun nedeni, hayal kırıklığına veya sınırlara tahammül etmemeleridir. İşlerin kendi kurallarına göre yapılmasını isterler ve istedikleri sonuçları almayı beklerler. Bu davranışsal bir süreçtir. Başka bir deyişle, özellikle genç olduklarında, hareket biçimleri yansıtıcı düşüncenin ürünü değildir. Ancak davranışlarıyla aslında “pekiştirme almıyorum, bu yüzden iyi davranmayı bırakıyorum” çizgisinde bir fikir ortaya koymaktadırlar.

2. Hayal kırıklığına karşı düşük toleransları vardır

Şımarık çocukların hayal kırıklığına karşı toleransları düşüktür. Aslında, başkalarının bunun için ödemesi gereken bedelden bağımsız olarak, gerçekliğin kendi isteklerine uygun olmasına alışmışlardır. Onlar, hayal kırıklığıyla yüzleşmek için çok az fırsatları olduğu için, hayal kırıklığını tolere edecek stratejiler geliştiremeyen çocuklardır.

3. İtaat etmezler

Bu çocukların en belirgin özelliklerinden bir diğeri de itaatsizliktir. Ebeveynlerinin taleplerini görmezden gelirler ve sadece kendi isteklerine uyarlar. Bu, sınırların olmamasıyla yakından ilgilidir. Sınırlar zamanında belirlenmezse, çocukların hiçbir zaman iyi davranmak veya belirli yönergeleri izlemek zorunda kalmadıkları için ebeveynlerinin emirlerine veya taleplerine uymama riski vardır. Sınırlar zamanında belirlenmezse, çocukların hiçbir zaman iyi davranmak veya belirli yönergeleri izlemek zorunda kalmadıkları için ebeveynlerinin emirlerine veya taleplerine uymama riski vardır.

4. İstediklerini elde etmek için öfke nöbetleri kullanırlar

Şımarık çocuklar, istediklerini elde etmek için öfke nöbetleri, somurtma ve öfke kullanırlar. İstedikleri şey, dikkat veya ebeveynlerinin isteklerini yerine getirmesi olabilir. Bu da onların müzakere veya empati becerilerini geliştirmedikleri anlamına gelir. Bu nedenle, paylaşmaları ve başkalarını anlamaları son derece zordur. Bunun nedeni nedir? Çünkü onlar her zaman sadece kendi davranışlarına ve ihtiyaç duydukları şeylere odaklanmışlardır. Öfke nöbetlerine geri dönersek, onlara boyun eğmenin iki ucu keskin bir kılıç olduğunu bilmek önemlidir. Çünkü ilk başta çocuğun öfke nöbetini hafifleteceklerdir. Ancak zamanla çocuk istediğini elde etmek için bu stratejiyi kullanmaya devam eder.

Çocukları şımarık olma nedenleri

Daha önce de belirttiğimiz gibi, şımarık davranışların kökeninde hem genetik (mizaç) hem de çevre rol oynamaktadır. Bu ikinci değişkende ebeveyn eğitim tarzlarını buluyoruz. Bunlar, bir çocuğun işlev görme biçiminin gelişimini büyük ölçüde etkiler. Nitekim mizaçlarının ve karakterlerinin ötesinde, şımarık çocukların genellikle ebeveynlerinin bazı aşırı korumacı davranışları veya sınırların olmaması nedeniyle “doğduklarını” biliyoruz. Bunlar ve diğer davranışlar arasında, bu tür ebeveynleri buluyoruz:

  • Sınır koymazlar.
  • Öfke nöbetlerine veya yanlış davranışlara teslim olurlar.
  • Evde kural koymazlar.
  • Uygunsuz davranışları pekiştirirler.
  • Uygun davranışları pekiştirmezler.
  • Tutarsız hareket ederler (özellikle sınırlarla ilgili olarak).

Sınırlar nasıl belirlenir

Çocuklara nasıl sınırlar koyarsınız? Yardımcı olacak hangi stratejiler var? İşte bazıları:

Sınırları düzgün ifade edin

Sınırların çocuklara açık, basit ve yaşa uygun bir şekilde anlatılması önemlidir. Çocuklarınız siz hakkına sahip olma gerçeğinden de yararlanabilirler. Başka bir deyişle, fikirlerini ifade etme ve sınırlarla ilgili olarak ne hissettiklerini söyleme hakları vardır. Burada mesele, onların “talep ettikleri” veya söyledikleri şeylere boyun eğme meselesi değil, onlara ses verme ve mümkün olan her yerde, özellikle de daha büyük çocuklarsa, ortak bir anlaşmaya varma meselesidir. Bu şekilde, kendilerinin de sürecin bir parçası olduklarını hissederler. Aslında, bu onlarla müzakere etmek anlamına gelir. Bununla birlikte, mantıksal olarak, her zaman müzakere edilemez bazı sınırlar olacaktır. Ebeveynler olarak, bu sınırlara saygı duymaları gerektiğini ve onları değiştirme olasılıklarının olmadığını anlamalarını sağlamalısınız.

Alternatifler sunun

Bir çocuğun belirli bir davranışı gerçekleştirmesini “yasaklarsanız”, yani belirli bir sınır koyarsanız, alternatif bir davranış da sunmalısınız. Örneğin, “Mutfakta yerde oynayamazsınız ama yemek odasında/salonda oynayabilirsiniz.” Çocukların özerk varlıklar olarak gelişebilmeleri için manevra alanına ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, ne yapmamaları gerektiğini bilmeleri gerekir. Ancak, her şeyden önce, ne yapabileceklerini bilmeleri gerekir.

Uygun davranışları pekiştirin

Konu sınır koymak olduğunda, uygun davranışları pekiştirmek de iyi bir strateji olabilir. Bunun nedeni nedir? Çünkü bu, hem bu davranışın gelecekte tekrar ortaya çıkma olasılığını artırmanın bir yoludur, hem de karşılığında çocuklarınıza neler yapabileceklerini öğretirsiniz. Çünkü bu, hem bu davranışın gelecekte tekrar ortaya çıkma olasılığını artırmanın bir yoludur, hem de karşılığında çocuklarınıza neler yapabileceklerini öğretirsiniz.

Çocukların sürekli geliştiğini unutmayalım. Ayrıca, bu gelişme sırasında pratikte her şey onları etkiler. Bu anlamda onların eğitimi çok önemlidir. Bu nedenle, çocuklarınızın şımarık çocuk davranışları göstermesini önlemek istiyorsanız, kendi ritimlerine ve gelişimlerine saygı duyarak sınırlar koymakla başlamak önemlidir.

Bu nedenle, çocuklarınızın şımarık çocuk davranışları göstermesini önlemek istiyorsanız, kendi ritimlerine ve gelişimlerine saygı duyarak sınırlar koymakla başlamak önemlidir.

“İyi öğretimin sırrı, çocuğun zekasını tohumların ekilebileceği, alevli hayal gücünün sıcağında büyüyebileceği verimli bir alan olarak görmektir.”

– Maria Montessori

Akranları tarafından reddedilen veya izole edilen çocuklar büyük acılar yaşarlar. Bu yazıda, en yaygın nedenleri ve bu tür bir durumun nasıl tersine çevrilebileceğini öğrenebilirsiniz.

Duygusal bağımsızlık, çocuklarınıza verebileceğiniz en değerli derslerden biridir. Başka bir deyişle, kendi duygusal merkezleri olmaları ve zararlı bağımlılıklar veya bağlılıklar geliştirmemeleri gerekir. Ancak, insanlar sosyal varlıklardır ve başkalarına ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle, çocuğunuzun arkadaşı yoksa, nedenleri belirlemeniz ve durumu tersine çevirmeye yardımcı olmanız önemlidir.

Arkadaşlar, çocukluk ve özellikle ergenlik döneminde önemli sosyalleşme aracılarıdır. Gerçekten de, bir grubun parçası olmak, bütünleşmiş hissetmek ve bir aidiyet duygusu geliştirmek, uygun psikolojik gelişim için çok önemlidir. Aynı nedenden dolayı izole yaşayan, akranları tarafından reddedilen veya ilgisiz kalan bir çocukta ciddi duygusal yaralar oluşacaktır. Bunun olmasını önlemek için, çocuklarınıza başkalarıyla düzgün bir şekilde ilişki kurmalarını sağlayan kişisel araçlar vermelisiniz.

Bir çocuğun veya gencin kendilerini arkadaşsız bulmasının farklı nedenleri vardır. Doğal olarak, nedenin çözülmesi gerekiyor. Yine de bu durumun kalıcı olması gerekmediğini hatırlamak önemlidir.Yalnız bir çocuk olarak etiketlenmek, özellikle istemedikleri bir durumsa, son derece incitici olabilir. Ancak, bu olaylar dizisinin gerçekleşmesinin nedeni tam olarak ne olabilir?

Utangaçlık, çocukların arkadaşlık kuramamasının ana nedenlerinden biridir. Aslında, bazı bebekler daha çekingen bir mizaçla doğarlar. Bu onların inisiyatif almalarını engeller. Ayrıca yabancılara karşı çekingen ve sakıngan olmalarına neden olur. Bu nedenle, bir çocuk bir grupta kendine güvenmiyorsa, sessiz kalma ve başkalarıyla etkileşim kurmama eğiliminde olabilir. Doğal olarak, bu onun başkalarına ulaşma potansiyelini sınırlar. Bu nedenle, bir çocuk bir grupta kendine güvenmiyorsa, sessiz kalma ve başkalarıyla etkileşim kurmama eğiliminde olabilir. Doğal olarak, bu onun başkalarına ulaşma potansiyelini sınırlar.

Başkalarıyla ilişki kurmak bir sanattır. Aslında bu, ilk yıllarınızda edindiğiniz ve yaşamınız boyunca mükemmelleştirmeye devam ettiğiniz bir beceridir. Bir çocuğun akran grubuna kıyasla sosyal becerileri eksikse, reddedilebilir. Bu, bu alandaki gelişimlerini daha da geciktirir. Sosyal becerilerin geliştirilebileceği en iyi alan sosyal çevrenin kendisidir. Sohbet başlatmak, konuşma sırasına saygı duymak, ses tonunu değiştirmek, başkalarını dinlemek veya kendi fikirlerini ifade etmek, çocukların yavaş yavaş üstesinden gelmesi gereken zorluklardır. Söylediğimiz gibi, sosyal becerilerdeki bir eksiklik, gelişimlerini yarıda kesebilir. Bu, kendini besleyen bir izolasyon ve “sosyal beceriksizlik” döngüsüne yol açar.

Önceki deneyimlerin, çocukların yeni sosyal etkileşimlerle karşılaştıklarında benimsedikleri tutum üzerinde büyük etkisi vardır. Bu nedenle, reddedilme veya tecrit durumları yaşadılarsa, başkalarıyla ilişki kurmak daha zor hale gelir. Ailede üstlendikleri rol, kendilerine en yakın olanlardan gördükleri muamele ve daha önceki sosyalleşme girişimlerinin sonucu, sonraki etkileşimlerini bir ölçüde etkiler. İyi bir benlik saygısı geliştirmeyi başaramayan küçükler, bağlanma söz konusu olduğunda kendilerini güvensiz ve savunmasız hissedebilirler. Aslında yetersiz, kusurlu veya hak etmemiş hissetmek, kendilerini oldukları gibi göstermelerini engeller. Ayrıca, sosyal ortamlarda rahat değillerdir, bu nedenle performansları hiçbir zaman optimal değildir.

İyi bir benlik saygısı geliştirmeyi başaramayan küçükler, bağlanma söz konusu olduğunda kendilerini güvensiz ve savunmasız hissedebilirler. Aslında yetersiz, kusurlu veya hak etmemiş hissetmek, kendilerini oldukları gibi göstermelerini engeller. Ayrıca, sosyal ortamlarda rahat değillerdir, bu nedenle performansları hiçbir zaman optimal değildir. Son olarak, diğer insanları yabancılaştırabilecek belirli tutumların olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bazen bir çocuğun arkadaşları olmadığında, bunun nedeni başkalarına saygı, empati veya nezaketle hitap etmemeleridir. Gerçekten de kıskanç, otoriter veya saldırgan bir çocuk er ya da geç çevresi tarafından reddedilecektir.

Çocuğunuzun hiç arkadaşı yoksa ne yapabilirsiniz?

Hiç arkadaşı olmayan bir çocuğa yardım etmenin anahtarları, doğrudan duruma yol açan nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, duruma bağlı olarak aşağıdaki önlemlerden bazılarını kullanabilirsiniz:

  • Çocuğunuzun özgüvenini ve özsaygısını geliştirin. Sevginizin koşulsuz olduğu fikriyle dünyayla yüzleşmeleri son derece önemlidir. Aslında, ne kadar hata yaparlarsa yapsınlar, her zaman orada olduğunuzu her zaman hissetmelidirler. Sadece hatalarını analiz eder ve tekrar denemelerine yardımcı olursunuz.
  • Sosyal beceriler üzerinde çalışın. Bu alanda da ellerini yavaşça bırakın. Bu, onları, yalnızca kendilerini tamamen güvende hissettikleri bağlamlarda değil, çeşitli bağlamlarda etkileşime girmeye teşvik eder. Bir çatışma ortaya çıktığında, onun hakkında konuşmalarını, kelimelere dökmelerini sağlamaya çalışın. Olanlarla ilgili bir hikaye oluşturma gerçeği, sosyal düzeyde zekalarını geliştirmelerine yardımcı olacaktır. Ayrıca size daha doğru bir şekilde müdahale etme fırsatı verecektir. Gerçek bir çatışma yoksa, varsayımsal durumlar ortaya koyabilir ve alınabilecek farklı seçenekleri tartışabilirsiniz.
  • Gerekirse profesyonel yardım alın. Çocuğunuzun arkadaş edinmede yaşadığı zorluklar son derece belirginse sosyal fobisi olabilir. Bu durumda bir psikologla çalışmak çok önemlidir. Terapi aynı zamanda sosyal becerilerini geliştirmelerine ve geçmiş olumsuz deneyimlerinden kaynaklanan acı ve incinmeleri yönetmelerine yardımcı olabilir.

Nihayetinde, sosyal ilişkilerin eksikliği acı verici ama tersine çevrilebilir bir durumdur. Bu nedenle, çocuğunuzun sosyal performansını geliştirmek ve kendisine güvenmek için ihtiyaç duyduğu araçları edinmesine yardımcı olun. Ancak hepsinden önemlisi, tüm süreç boyunca anlayışınızı, desteğinizi ve teşvikinizi sunun. Bu onların kendilerini güçlendirmelerini ve gerekli değişiklikleri yapmalarını sağlayacaktır.

Psikolog ELENA SANZ

Çocukluk, kişiliğin oluşum göstermeye başladığı bir dönemdir. Bu nedenle kitap okuma alışkanlığının kazanılmasında en uygun zaman çocukluk dönemidir. Küçük çocukların okuma alışkanlığının oluşmasında öncelikli olarak ailenin rolü son derece büyük. Okuma alışkanlığı kazanımını elde edebilmek için temelinin ailede atılması ve devamında da eğitim sistemin bir parçası olan öğretmenler tarafından geliştirilmesi gerekiyor. Okumaya ne kadar erken yaşta başlanırsa kitap okuma alışkanlığına sahip olmak o kadar etkili olur. Çocuğunuz bu alışkanlığı ne kadar geç edinmeye çalışırsa kitap okumaya başlaması ve bunun devamını getirmesi de bir o kadar güç olur. Bu bağlamda evebeynlerin çocuklarına sergiledikleri tutum ve alışkanlıklar kitap okuma alışkanlığının oluşmasında önemli ana faktöre girmektedir. Evebeynlerin küçük yaşlardan itibaren çocuklarına kitap okuma alışkanlığını kazanabilmeleri için onlara bu konuda özel olarak vakit ayırması gerekmektedir. Bunun için de çocuğunun ilgi düzeyine ve yaşına uygun kitaplar seçerek kitap okumayı sevmesini ve böylece bunu bir alışkanlık haline getirmesini sağlayabilirler.

Evin içerisindeki kitaplar devamlı çocuğun erişebileceği yerlerde yani göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun yapılması çocukların istedikleri zaman kitapları ulaşmasını, incelemesini ve hatta okumasını sağlayacaktır. Evde çocuğunun elinin altında bulunan kitaplar çocukların dikkatini çekip kitaplara yönelmesini sağlayacaktır. Bir diğer önemli nokta da, ebeveynlerin çocuklarına rol-model olmaları gerekmektedir. Yani çocukta kitap okuma alışkanlığının oluşması için ebeveynler de kitap okuyarak ve daima çocuğunun kitap okumasını destekleyip teşvikte bulunarak bunu sağlayabilirler. Anne ve babalar çocuklar da kitap okuma alışkanlığı için bir ödül sistemi oluşturmalıdır. Verilecek ödüller çocuğun kitap okuması için motive kaynağı olmaktadır. Örneğin ona ilgi düzeylerine ve yaşına göre yeni kitaplar alın veya birlikte kitapçıya gidip çocuğun istediği herhangi bir kitabı alın. Kısaca çocuğun o kitabı sahiplenmesine fırsat tanıyın, çünkü sahiplenmek çocuğun haz duygusunu artıracak ve kitap okuma alışkanlığının oluşmasını sağlayacaktır.

Evde çocukla birlikte belirli zamanlarda kitap okuma saati uygulanmalıdır. Ebeveynlerini gören çocuğun kitap okuma alışkanlığı daha da pekişecek ve kitapları sevmesinde etken görevi görecektir. Ebeveyn olarak ne kadar kitap okuduğunuz çocuklar tarafından gözlemlenir ve kitap okuma alışkanlığı oluşumunda bunun etkisi oldukça büyüktür. Kitap okumanın ardından çocukla kitap hakkında sohbet etmekle çocuğuna göstereceği ilgi ve vereceği destek çocukların bugün ve gelecekte okuyan ve ne istediğini bilen bireyler olmasını sağlayacaktır.

Çocuğun kitap okuma alışkanlığını kazanması için evde aktif katılımlar yapacak ortamlar hazırlayın. Örneğin çocuğunuzdan sesli kitap okuma yapmasını isteyebilirsiniz veya bir önceki örnekte olduğu gibi kitap okuduktan sonra kitap hakkında fikirlerini içeren sohbetler edebilirsiniz. Çocuklara devamlı olarak kitap okumanın gerekliliği ve önemi anlatılmalıdır. Kitap okuma alışkanlığının pekişmesinde yine önemli faktörler arasına girecektir. Çocuk bu sayede kitap okumanın gerekliliği ve önemi hakkında farkındalık sahibi olacak ve kitap okumayı yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline getirecektir.

Ev ödevleri, ebeveyn-çocuk ilişkisinin en büyük yıpratıcılarından biri olabilir. Çocuklar ödevlerinin başına oturmamakta ısrar edebilir, ödevini yapmaya başladıklarında ise devam etmekte zorlanabilirler. Ebeveyn(ler)i ise ödevlerin yapılması ve hemen bitirilmesi konusunda ısrar edebilir. Böylece ödeve duyulan öfke, ebeveyn-çocuk ilişkisine taşınır ve durum bir tür söz geçirme mücadelesine dönebilir. Alın size bir kriz. Peki neden böyle oluyor? Ödevleri ebeveynler ve çocuk arasında kriz yaşamadan yapmak ve yaptırmak mümkün değil mi? Çocuğunuz ödev yapmıyorsa, bir ebeveyn olarak bu durumun sizi nasıl etkilediğini öğrenmek ve bu durumla nasıl başa çıkabileceğinize dair tüyolar almak için bu yazının yardımcı olacağını umuyorum.

Ödev, yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Bu görev, başkası tarafından verilebileceği gibi kişinin kendi kendine sorumluluk yüklemesi ve yerine getirme gerekliliği hissetmesi sonucu da edinilebilir. Ev ödevi (okul ödevi) ise öğrenmeyi desteklemek için öğrencinin okul saatleri dışında, evinde yapması gereken görevlerini ifade eder.

Sorumluluk: Okulda verilen ev ödevleri, çocuklara sorumluluk almayı ve sorumluluklarını yerine getirmeyi öğretir, alıştırır. Bu yönüyle verilen ödevler oldukça önemlidir. Yerine getirilmesi gereken görevler: Öğrenci, ödevler sayesinde bir dönemi başarı ile tamamlamanın yöntemlerini keşfeder, çıkarımlar yapar ve ders alır. Örnek: Başarılı olmak için derslerime çalışıp, ödevlerimi yaptığımda nasıl sonuçlar aldım; yapmadığımda nasıl sonuçlar aldım? Öğrenme sürecini desteklemek: Öğrenciler, ödevler sayesinde öğrendiklerinin kalıcı olmasını sağlar. Bir sonraki konulara ise hazırlıklı olurlar.

Ödev konusunda sorunlar yaşayan çocukların anne babaları, devamlı hatırlatma, söylenme, ikna etmeye çalışma, ödüllendirme, tehdit etme, azarlama hatta şiddet uygulama gibi yöntemleri deneyerek ödevin yapılmasını sağlarlar. Sonuçta ödevi düşünme, hatırlatma, yaptırma sorumluluğunu anne baba üstlenmiş, çocuk sadece anne babaya eşlik etmiş olur. O günün ödevi yapılmış bile olsa, ertesi gün çocuk yine anne babanın hatırlatmasını, yanında oturmasını ve ödevini yaptırmasını bekleyecektir. Bu şekilde başlayan bir ödev sistemi anne baba tutumunu değiştirmediği sürece devam eder. Çocuk hiç bir zaman “Ben bugün ödev yapmaya kendiliğimden başlayayım, yalnız başıma yapayım.” demeyecektir. Asıl önemli olan ödevin yapılmış olması değil, çocuğun ödev sorumluluğunu kazanmasıdır.

Çocuklar için, ödevlerini bir erişkinin yardımıyla yapmaktan, kendi başına yapabilmeye geçmek önemli bir gelişim aşamasıdır. Bu gelişimin olabildiğince erken sağlanabilmesi için ev ödevlerinin en önemli işlevinin bağımsız çalışabilme, bilgiye ulaşabilme ve sorumluluk becerilerinin gelişmesi olduğu unutulmamalıdır. Çocuğun ödevlerini kendi başına yapması, anne babanın bu konuda hiç sorumluluk almaması anlamına gelmemelidir. Anne babanın ödevlere önem vermesi, izlemesi, kontrol etmesi ve cesaretlendirici olması bu becerilerin gelişimi için önemlidir. Başlangıçta çocuk daha yakın bir izleme ve daha fazla yardıma gereksinim duyacaktır. Anne baba ödev süresince çocuğun yanında oturup yanıtları vermek ya da hataları düzeltmek yerine araştırma, karar verebilme, plan yapabilme becerilerini geliştirecek fırsatlar tanımalıdır.

Ödevler konusunda anne babanın destekleyici ve cesaretlendirici tutumu çok önemlidir. Anne babanın ödev sorumluluğunu çocuğa bırakması, ödevlerle hiç ilgilenmemesi anlamına gelmez. Anne baba ödevlerin tam olarak alınması ve yapılması konusunda takipçi olup, çocukla birlikte kurallar belirlerken, bir yandan da övgü ve cesaretlendirmeye önem vermelidir. Çocuğun ödevinin anne baba tarafından öğrenilmesi, ödev yapmasının anne babası tarafından sürekli hatırlatılıyor olması çocuğu anne baba söylemeden ödev yapamaz hale getirebilir. Aşırı müdahaleci ya da eleştirel olmak çocukları ödev yapmaktan soğutabilir.

Ödevlerin ne yarar sağladığı çocuklara açık ve net bir şekilde anlatılmalıdır. Çocukların ödevi anne ve baları arasında da tartışmalara sebep olabilir, bu konudaki tartışmalar çocuğun önünde yapılmamalıdır. Anne baba çocuğun önünde aynı fikirde görülmelidir. Ödev yapma konusunda anne ve baba çocuğun kendi özelliklerine bir çalışma odası düzenlemeli, mümkün değilse evin sessiz bir iaşesi çocuğa ayrılmalıdır. Çalışma ortamında televizyon, telefon gibi dikkat dağıtacak eşyaların olmamasına, çocuğun odasına ders çalışırken fazla girilmemesine dikite edilmelidir. Çocuğun çok değil verimli çalışması önemlidir. Çocuğun sürekli ders çalışmasını beklemek ve bu kornoda sürekli uyarmak çocukların tepkisel davranmasına sebep olabilir.

Çocuğun uyabileceği, kolay bir programın birlikte yapılması işleri kolaylaştırabilir. Program yeterince esnek olmalıdır. Çocuk okuldan geldiğinde dinlenmek için yeterli zamanı olmalıdır. İkindi kahvaltısı, sohbet, oyun oynama gibi. Ders çalışma süreleri 40-45 dakika çalışma, 10 dakika mola şeklinde düzenlenmeli, bu süreler çocuğun dikkat süresine göre esnek olmalıdır. Çocuğa ödevlerin asıl amacının verilen bir işin sorumluluğunu üstlenme ve onu kendi başına yapabilme becerilerini geliştirmek olduğu açıklanmalıdır. Çocuk ödevi anne baba ile birlikte yapmaya alışmış ve her adımda onay bekliyorsa aşamalı bir şekilde yavaş yavaş bu sistem değiştirilebilir. Önce her üç soruda bir kontrol yapılır, sonra beş soruda bir çocuğun yanına gidilir. Çocuğun yaşına ve toplam ödev süresine göre ödevler 2-3 parçaya bölünerek tamamlanabilir. Her bir bölümün süresi 10-15 dakika arasındadır. Ödev üç parçaya bölündüyse ilk 15 dakika için yapılacak olan ödevler belirlenir. Çocuğun yanından ayrılırken sadece belirlenen kısmı tamamlaması istenir ve 15 dakikanın bitiminde yanına gelip yapılan kısmın kontrol edileceği bildirilir.

Sürenin sonunda anne baba çocuğun yanına gidip verilen kısmı yapıp yapmadığını kontrol eder. Yapılmamışsa sorunun ne olduğunu konuşulur. Yapılmışsa çocuk olumlu mesajlarla desteklenir ve ikinci 15 dakika için yapılacak olan kısım belirlenir. İlk 15 dakikanın sonunda çocuğun yorgun ya da isteksiz olduğu gözlemlenirse ikinci bölüme başlamadan önce 10 dakikalık kısa bir ara verilebilir. Ödevinin miktarına göre ödevler 3-4 bölüme ayrılarak tamamlanabilir. Program yaparken çocukların algı ve öğrenmesinde farklılıklar olduğu unutulmamalıdır. Sabah mı daha iyi öğreniyor, akşam mı? Okuyarak mı, dinleyerek mi, seyrederek mi öğreniyor? Tespit edilmelidir. Ödev konusunda inatlaşmak yerine ders çalışmak çocuk ilgi çekici hale getirilmeye çalışılmalıdır. Ödevler kısa bölümlere ayrılmalı, iki sıkıcı ya da zor ders arasına bir yorucu olmayan ders konulmalıdır.

Çocuk program hedefine ulaştığında ödüllendirilmen, bu ödül maddi bir ödül olmamalıdır. Çocuğunuz size uygulanamayacak bir | program önerisiyle gelebilir. Örneğin 3 saat bilgisayarda oyun oynama, TV seyretme gibi faaliyetlerin yer almasını isteyebilirler. Bu durumda ebeveyn tavrı net olmalıdır. Televizyon karşısında ya da bilgisayarın açık olduğu bir ortamda veya cep telefonu açık sürekli mesaj gelirken ödeve konsantre olmak zordur. Ödev saati süresince bu aletler kapalı tutulmalıdır. Ev ödevleri konusunda çocukla işbirliği yapılmalı, ona çözümler üretmek konusunda sorumluluk verilmelidir. Çocukla birlikte ödevler için uygun zaman belirlemek. Çocukla birlikte, ödev için uygun yer belirlemek önemlidir. Birlikte önceden alınan kararlara çocuğun uyumu daha iyi olur.

Ödev süresi çocuğun yaşına ve dikkat süresine göre belirlenmeli ve 2-3 parçaya bölünmelidir. Hafta içi günler için: 1. ve 2. sınıflar için günde 20 dakika 3. – 4. sınıflar için 30-40 dakika 5. – 6. sınıflar için 45-60 dakika 7. – 9. sınıflar için 60-90 dakika 10. – 11. sınıflar için 90-120 dakika İlköğretimim ilk beş yılında, çocuğun dikkat eksikliği, özel öğrenme güçlüğü gibi bir sorunu yoksa, sadece ödevleri yapmak akademik başarı için yeterli olabilmektedir. Ancak 6. sınıftan itibaren ödev yapma sürelerine ayrıca ders tekrar etme ve çalışma süresinin eklenmesi gerekmektedir. Bu konuda anne babalar çocuklarıyla baştan konuşup, ödev yapma ve ders çalışma sürelerini ayrı ayrı belirlenmesini sağlamalıdırlar. Ödev saatinde çocuğun ödev yapmaya başlayıp başlamadığı kontrol edilir. Ödev zamanından erken bitse bile o sürenin kalanı çalışmakla ya da tekrar etmekle geçirilmelidir. Bu yaklaşım özellikle aceleyle ve özensiz yapılan ödevler için faydalıdır.

Ödevlerin kontrolü tümünün yapılmış olup olmadığı ve hem de yanlışların düzeltilmesi açısından çok önemlidir. İdeal olan yol, ödev kontrolünün ve düzeltmelerin öğretmen tarafından yapılmasıdır. Anne baba ödevdeki yanlışları işaretleyip, çocuğun düzeltmesine fırsat tanıyabilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yanlışları düzeltmek için ödev süresinin fazla uzatılmamasıdır. Hem çocuk daha fazla dikkatini veremez hem de bir sonraki gün ödeve başlamakta isteksiz davranır.

Çocuğa hiç yardımda bulunmamak da çocukta güven duygusunu zedeler. Zorluklar karşısında desteksiz kalacağı duygusunu uyandırır, korku duygusunun geliştirmesine sebep olur. Çocukların ders çalışırken sıkılması doğaldır. Ancak hiç ödev yapmıyorsa, ödev yapması çok uzun sürüyorsa, çalıştığı halde başarısız oluyorsa, ders çalışmaktan soğuduysa altta yalan nedenler ortaya çıkarılmalıdır. Nedenler ve çözümler konusunda gerekirse bir uzmandan yardım almalıdır.

Çocuklarda dikkat eksikliği gibi özel durumların varlığında birebir öğretim, ilaç tedavisi faydalı olabilir, özel derse başvurulabilir ya da psikiyatrist ile görüşülebilir. Aynı şekilde özel öğrenme güçlüğü olan çocukların da deneyimli öğretmenlerce birebir eğilimi söz konusu olabilir. Yani çocukların bireysel farkları olduğu, bu nedenle öğrenme tarzlarının değişiklik gösterebileceği unutulmamalıdır. Çocuğun zekasında, öğrenmesinde, dikkat becerilerinde sorun varsa Özel Eğitim Desteği alınması gerekebilir.

PSİKOLOG BURCU BAŞOĞLU

Uyku bir çeşit alışkanlıktır ve alışkanlıkları bir gün içerisinde değiştirmek neredeyse imkansızdır. Okulların açılacağı tarih belli olduğundan en az 4-5 gün önce uyku ritüeli istenilen şekle dönüştürülmeye başlanmalıdır. Okul açılmadan önceki gece erkenden yatırmak çocuğu stres altında hissetmesine, ebeveynleri ile gerginlik yaşamasına, uyuyamadığı için ertesi günü tedirgin olarak geçirmesine ve okulla ilgili olumsuz düşünceler oluşmasına neden olabilmektedir.

Çocuğa daha küçük yaşlardan itibaren farkında olmadan okulla ile ilgili fikir vermeye başlarız. “Korkma”, “okula gitmek istermisin?”, “ acaba yapabilecekmisin?” gibi mesajlar çocuğun okulla ilgili endişe verici fikirlere kapılmasına, kendini yalnız ve ne yapacağını bilemez bir halde hissetmesine neden olabilir. Okulla ilgili özendirici cümleler çok daha küçük yaşlardan itibaren söylenmeye başlanmalıdır. Yapı olarak daha endişeli olan çocukların okulu daha önceden görmesi, öğretmeni ile tanışması okula adaptasyonu açısından olumlu etki yapabilir.

Uyku-uyanıklık döngüsü bir ritm olduğundan son güne bırakmadan bu döngü istenilen saatlere çekilmeye başlanmalıdır. Birlikte kahvaltı yapabilmeli, giyinme, diş fırçalama gibi öz bakım becerilerini rahatça yerine getirebilecek kadar zamanı olması ve okula sakince gidebilmesi için uygun bir zaman diliminde uyanması daha doğrudur. Aceleye gelmeden rahat ve huzurlu bir şekilde okula hazırlanması okuldaki performansına da katkı sağlayacaktır.

Gelişim basamaklarında çocuklar öncelikle soyunmayı, daha sonra giyinmeyi öğrenirler. İlkokul çocuğunun yavaş yavaş tek başına giyinmeye başlaması beklenir. En azından anneye yardımcı olması sağlanmalıdır. Bir gece önce kahvaltıda ne yemek istediğini sormak, ertesi gün için kendini hazırlamasına yardımcı olacaktır. Ne kadar sıradan bir gün gibi davranılmaya çalışılsa da sıradan olmadığı ortadadır. Bu nedenle haftanın son günü yapılacak kahvaltı bir kutlama şekline çevirilebilir ve tüm aile haftanın nasıl geçtiği ile ilgili sohbet edebilir. En sevdiği bir oyuncağı götürmek isterse izin vermeli mi? Okulla görüştükten sonra buna karar vermek daha doğrudur. okul izin verirse götürmesine mutlaka izin verilmelidir. Okulun evden oyuncak getirilmesine izni yok ise, okula gidene kadar oyuncağı ile arabada gidebileceğini, okuldan almaya geldiğinizde oyuncağının ve sizin onu arabada bekleyeceğinizi söyleyebilirsiniz.

Evde olan kurallar gibi okulun da bazı kuralları olduğu konuşulması gereken okulla ilgili önemli konulardan bir tanesidir. Evde kurallara uymadığı zaman aldığı küçük cezalara benzer cezaların, okulun kurallarına uyulmadığında benzer cezaların olabileceği anlatılmalıdır. 

Çocuğun okula servisle gitmesi ya da ailenin bırakması şartlara bağlı belirlenmelidir. Bundan sonraki okula gidişleri de belirleyecek olduğundan aileyi zora düşürmeyecek ve sürekli uygulanabilecek bir yöntem seçilmelidir. Bir gün özel araç, başka bir gün servis bazen taksi gibi farklı seçenekler okula yeni başlayan çocuklar için endişeye neden olabilir. Olabildiğince rutine oturtmak çocuk için rahatlatıcı olacaktır.

Okul alışverişinin bir kısmına çocuk da dahil edilmelidir. Okul açılmadan önce yapılan okul ziyaretinde okula giderken gerekli gereçler öğrenilmeli, fazladan veya eksik herhangi birşey götürülmemelidir. Eksik ya da fazla götürülen gereçler çocuğun kendini eksik hissetmesine veya dalga konusu olmasına neden olabilir. Daha önce birlikte alınan beslenme, suluk, kalem, silgi v.s gibi gereçler bir gün önceden birlikte hazırlanmalıdır

Daha çok küçük yaşlarda çocuklar hoşlanmadıkları durumlarla başa çıkmayı öğrenmeye başlarlar. Bunu öğrenmeleri biraz da ebeveynlerinin izin vermesine bağlıdır. Sıkıntı duyduğu her durumdan onu kurtaran ebeveynler, çocuğun hayatla başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine istemeden engel olmuş olur. “Arkadaşımı sevmiyorum, istemiyorum…” cümlesinin nedenlerini onunla konuşmak ve bir çözüm yolu arayışına girmek, izleyebileceği bir kaç alternatif yol göstermek arkadaş ilişkilerinin olumlu gelişimine katkıda bulunmaktadır. Aksi takdirde en ufak bir sorunda hiç kafasını yormadan sizden yardım talep edebilir ve bağımlı mutsuz bir kişilik yapısı geliştirebilir

Aynı kaygıları hisseden başkalarını görmek bir çok insanı rahatlatır. Grup terapilerinde de kullanılan bir yöntemdir esasında. Bazense yalnız kalmak başa çıkmayı kolaylaştırabilir.

Çocuk kadar anne-babalar için de ayrılık zordur ve her iki taraf için de önemli bir sınavdır. Çocuğun ayrılık kaygısı yaşama olasılığını büyük ölçüde ebeveynlerin tutumu belirler. onlar, yansıtmadıklarını söylerler fakat çocuklar hissederler… Kendi kendilerine çocuklarının güvenilir ve olması gereken bir ortamda olduğunu telkin etmeleri ve okula başlamasının onlardan koptuğu anlamına gelmediğini düşünmelerini önerebilirim.

Ayrılık kaygısı duyan çocukları teneffüslerde annelerinin orada olduğunu görmek rahatlatabilir. Her teneffüs çocuğun yanında olunması arkadaş edinmesini ve eğlence ile geçirilecek zamanı kaçırmasına neden olur. Çocuğun zihninde okulu görüş saatleri olan bir cezaevine benzetmeye gerek yoktur. Bireyselleşmeye başlayacağı bu en önemli adımı atmasına ve başarmasına izin verin

Alerji veya başka bir kronik hastalığı olan çocukların öncelikli olarak sınıf öğretmeni, varsa okul hemşiresi bilgilendirilmelidir. Acil durum olursa nasıl yaklaşacakları ve hangi noktada aileye haber vermeleri gerektiği anlatılmalı gerekirse yazılı olarak da verilmelidir

Gıda allerjisi yok ise okulda yemesine izin verilmesi daha uygun olur. Farklı beslenme ile okula giden çocuk arkadaşlarından izole gibi hissedebilir. Uyumu ve eşitliği bozan davranışlardan kaçınmakta fayda vardır. Ayrıca evde yemeyen bir çok çocuk, okulda arkadaşları ile birlikte oldukça rahat yemek yiyerek ailesini şaşırtabilir.

Öğretmeninin adı, fiziksel özellikleri, çocuklarla arasının ne kadar iyi olduğu ve ondan bir sürü yeni şey öğrenebileceği anlatılabilir. Eğer mümkünse önceden tanışması, okul açılana kadar kendi içinde öğretmeni kabullenmesine yardımcı olacaktır.

Hoşlanmadığı ilk durumda “Ben öğretmenimi sevmiyorum” diyebilmesine yol açılmasından başka bir işlevi olmayan bir sorudur. Bunun yerine öğretmeninin olumlu özelliklerinden bahsetmek çocuğun öğretmenine karşı olan ilgi ve sevgisinin desteklenmesine yardımcı olacaktır.

Okul ve öğretmenin kurallarına siz uymaz iseniz çocuğunuz da sizin yolunuzu takip edecektir! Çocuğunuzu okula teslim ettikten sonra emin ellerde olduğunda inanın ve bırakın bireyselleşme ve okul hayatı resmi olarak başlasın. Okula başlaması çocuğunuzun sizden koptuğu anlamını taşımaz, sadece iletişim biçiminiz değişir.

Okuldan çocuğunuzla ilgili her gün sizi bilgilendirmenizi istemek doğru mu? Özellikle ilk günler ne yedi, ne yaptı, ne içti vs. Ebeveynlerin merak etmesi doğaldır. İlk günlerde bu bilgileri almak isteyebilir. Çocuğun bunu öğrenmesi, ebeveynlerinin tedirgin olduğunu düşünmesine neden olabilir. Bu da okulun endişe verici bir yer olabileceği düşüncesini doğurabilir. Eğer çocuğunuzla daha önceden kurulan güçlü bir iletişim varsa tüm bunları çocukla sohbet ederek öğrenebilirsiniz. Bazı çocuklar okulda yaptıklarını anlatmayı sevmez. Zorlamamalı ve okuldan her şeyin yolunda gittiği geri bildirimi alınca bu rahatlamak için yeterli olmalıdır.

Uzm.Dr. Arzu ÖNAL- Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi

Okula gitmek istememek çocuklar görülür. Çocuk neden okula şikayet? Okula gitmenin çocuğu için ne yapmak gerekir? Okul korkusu kavramı okul ile ilgili farklı korkuları barındırıyor. Nedenlerden başarı baskı, çocuklardan, öğretmenlerden veya korkmadan sıralanabilir. Müdahale ne kadar yüksek o kadar yüksek oluyor.

Dersten uzaklaşmak için derse girmekten kaçınmak veya daha ilginç ve rahatlatıcı bir ortama yönelmek örneğin bir futbol maçına veya yüzme havuzuna gitmek gibi …Bu davranışlar tolore edilebilecek sıklığın üstüne çıkmışsa bir uyum bozukluğu olarak karşımıza çıkar. Aslında her öğrenci en az bir kere kendi ilgisini çeken  cazip bir ortamı tercih edip okulu kırma macerasını yaşamıştır. Ancak bunun sıklıkla tekrarlanması ve artması psikolojik desteği gerektirir. Bu durumda aile de destek almalıdır

Fobi kişinin belirli obje veya ortamlara karşı spesifik korku duymasıdır, örneğin bir hayvana, kapalı yerlere veya karanlığa karşı duyulan aşırı korku fobi olarak adlandırılır. Okul fobisi ise özel bir fobi türüdür. okula gitmek istememek öğrenci için zordur. Çocuklar panik halinde bir korku ile okula gitmeye tepki gösterirler. Bu bağlamda anneden ayrılma korkusu, anneye fazla bağımlılık, problemli aile içi ilişkiler, üstünde çalışılmamış ayrılma yaşantıları, kayıplar veya aşırı şok yaşantılar gibi faktörler devreye girebilir. Korku yaşantısı ile birlikte mide bulantısı, karın ve baş ağrısı gibi bedensel belirtiler de ortaya çıkabilir.

Korku çocuk tam evi terk edeceği zaman ortaya çıkar. Ebeveynin sert davranışları veya yumuşak ikna etme çabaları, sakinleştirme çalışmaları genelde etkisiz kalır. Okul fobisi nedenlerini ağırlıklı olarak aile çevresinde aramak gerekir.

Okula gitmek istememek anne babayı zor duruma düşürür. Okuldaki problemler bu korkuyu güçlendirir, örneğin başarısız olma kaygısı,  arkadaşlarının kendisine karşı birleşerek tavır almaları, küçümsemeleri, alay etmeleri, öğretmen ile uyuşmazlık vb.… Sonuçta çocuk veya genç korkudan kurtulabilmek için okula gitmeyi reddeder. Bir süre okulda olmamak onu rahatlatsa da suçluluk hissetmeye başlar, çünkü ailesinin beklentisini bir türlü yerine getirememiştir. Okul isteksizliği ve onunla birlikte gelen başarısızlıkların artması okul korkusunu iyice artırmıştır.  Çocuk kendisini bir şeytan üçgeninin içinde buluverir. Sonunda okuldan uzaklaşmalar, başarısızlıkla gelen suçluluk duygusu onu kaosa sürükler.

Okula gitmek istememek anne baba için zor durum. Aile öğretmenlere ve uzmanlara belirli davranış özellikleri ve bedensel belirtiler çoğu kez uyarı sinyali verir. Okul korkusu sonucu karın ağrısı, baş dönmesi, baş ağrısı, ishal, uyku düzensizliği, konsantrasyon problemleri, tırnak yeme, altını ıslatma,, değişken ruh hali gibi belirtiler sıklıkla ortaya çıkabilir. Davranış değişikliği geniş bir spektruma yayılır. Sabahları inatlaşma, okula giderken refakat edilme isteği, açıkça okula gitme isteksizliği gibi…Ebeveyne yönelik suçlamalar, örneğin “beni okula götürürsen, sen  beni istemiyorsun, sevmiyorsun” öğretmene yönelik şikayetler…”Çok sert, ödevler çok zor” veya belirli arkadaşlardan yakınmalar gibi…

Davranış problemleri ve hastalık belirtileri eğer aile içinde çatışmalar, ayrılmalar ve belirsizlikler varsa, veya çocuk aile içinden bir bireyi kaybetme kaygısını taşıyorsa artar. Sanki evden ayrılınca olumsuz şeyler olacakmış gibi düşünerek de okula gitmeyi reddedebilir. Bedensel belirtilerde mutlaka bir doktora başvurmak gerekir. Bu belirtiler psikolojik sıkıntılardan kaynaklanıyorsa doktor aile ile birlikte ortak  bir önlem üzerinde anlaşmalıdır. Bedensel rahatsızlıklar nedeni ile okula gitmeme gibi durumlara izin verilmemelidir, çünkü bu kez çocuk hastalıklara sığınarak okuldan uzak kalmayı deneyecektir. Bu da hem bedensel hem de psikolojik hastalıkları artıracaktır. Bir psikiyatri merkezinde doktor ve psikoloğun teşhisleri ile tedavi başlamalıdır. Burada görüşmeler ve diagnostik soru varakaları önemlidir. Korkunun cinsi ve şiddeti belirlenir. Aile de ayrıca davranış ve aile terapisi dalında profesyonel destek alabilir

Anneden ayrılma korkusu ile ortaya çıkan okul fobisinde ise ayrılmanın her iki taraf için de bağımsızlık ve özgüvene bir adım olduğunu düşünmek gerekir. Davranış terapisi çocuğa korkularını çözücü, özgüven geliştirici ve sosyal kabulünü sağlayan bir çalışma programı (training) sunar. Ebeveyn, öğretmen ve psikoloğun gözlemleri büyük önem taşır. Kaçış davranışının sebebine inmek ve okulda korkuyu çözen faktörleri saptamak gerekir. Okulda güven duyulan bir öğretmen veya okul psikoloğu ile sorunlar mutlaka paylaşılmalıdır. Çocuğa okulda başarılar yaşatılmalıdır. Onun için cazip ve yeni öğrenme hedefleri geliştirilmelidir. En büyük motivasyonun “başarıyı yakalamak” olduğunu unutmamak gerekiyor.

Okul korkusu teşhisi nasıl koyulur?

Okul korkusu teşhisi çocuğun yaşına, şiddet seviyesine bağlı olarak ve ailesi  ile ortak çalışma sonucunda koyulur. Erken belirleme ve önlem çok önemlidir. Çocuk, okul ve aile ilişkilerinin yeniden yapılandırılması sabır ve azimle, mümkünse bir terapist katlımı ile yürütülmelidir. Terapide başarıyı garantileyebilmek için çocuk sonradan bir süre daha yakından  gözlemlenmelidir.

UzmDrGökçe Küçükyazıcı

Tek ebeveynlere öneriler

Boşanma, ebeveynlerden birinin uzakta çalışması veya vefatı durumunda çocukla baş başa kalan ebeveyn için durum zor olabiliyor

Tek ebeveyn olma durumunda karşılaşılan en yaygın neden, eşlerin boşanması. Ayrıca; ebeveynden birinin vefatı ya da ebeveynden birinin uzakta çalışması gibi nedenlerden dolayı sınırlı görüşmeler de söz konusu olabiliyor. Tek ebeveyn olmanın güncel yaşam zorlukları, ekonomik ve psikolojik zorluklarının olması ise çok normal. Bu durum diğer ebeveynin olmama sebebine bağlı olarak da değişebilmekle birlikte, bazı durumlar hem ebeveyn hem de çocuk açısından süreci biraz daha zorlaştırabiliyor. Örneğin beklenmedik, dramatik kayıplar hem geride kalan ebeveyn için hem de çocuklar için üstesinden gelinmesi gereken travmalar olarak kalabiliyor.

0-6 yaş aralığı için anne önemli

Şiddet içeren geçimsizlik ve çocukların buna şahit olması, bununla yaşaması ve çiftlerin boşanması gibi durumlarda işler karmaşık hale gelebiliyor. Ailede annenin ya da babanın olmaması durumunda; her iki durum da hiç travmatik olmayabilir veya oldukça travmatik olabilir. Bu, diğer ebeveynin ne şekilde evden ayrıldığı ile ve hayattaysa evdeki ebeveynle olan ilişkisiyle oldukça ilintili. 0-6 yaş aralığındaki çocuk için annenin olmaması bir parça daha zor oluyor. Çocuk bu yaşlarda temel güven duygusunu anneden öğreniyor. Travmatik olabilecek durumları ise şöyle sıralayabiliriz: Anne ile baba arasındaki şiddet, çocuğa uygulanan fiziksel ve ruhsal şiddet, ebeveynden birinin habersiz, beklenmedik bir şekilde evden ayrılması ve kendisinden bir daha haber alınamaması ve üçüncü kişilerin aile içine istenmedik biçimde girmesi…

Ebeveyn mutlu olmalı ki çocuk da mutlu olsun

Çocuğu ile baş başa kalan anne veya babanın önceliği çocuk olması gerekiyor. Ancak bu da kendilerine zaman ayırmamaları, kendi ihtiyaçlarını düşünmemeleri anlamına gelmemeli. Kişi mutlu olmalı ki, çocuğu da mutlu olabilsin. Bir çocukla iletişim kurmak, bir yetişkinle iletişim kurmaktan farklıdır. Bu yüzden evde kalan başka kişiler yoksa, ebeveyn sosyal iletişim ihtiyacını gidermenin yollarını bulmalı. Örneğin, çocuk diğer ebeveynde olduğunda dinlenmenin dışında kendisi için program yapmalı.

Yetişkinler ruhsal, çocuklar davranışsal tepki gösteriyor

Çocukların tek ebeveyn durumuna alışmaları zaman alabilir. Özellikle çevrelerinde anne-babası birlikte olan aileleri gördüklerinde, bu durumu kendi durumlarıyla kıyaslama çabasına girebilirler. Uç durumlar, travmalar, istismar yoksa, çocukların bu duruma alışması uzun sürmeyebilir. Aslında çocukların, böyle durumlara yetişkinlerden çok daha kolay adapte olduklarını söyleyebiliriz. Yetişkinler adapte olamadığında ruhsal sıkıntılar yaşarken, çocuklar davranışsal problemler yaşayarak tepki gösteriyor. Örneğin tırnak yeme, ders başarısında düşme, öfke problemleri, uyku problemleri, ergenlik dönemindeyseler okul problemleri, arkadaş ilişkilerinde problemler en sık görülen tepkilerdir. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu tepkiler tütün-madde kullanımına kadar gidebilir.

Tek ebeveyne öneriler:

  • Çocukla anne/baba ile ilgili konuşurken kişisel duygu ve düşüncelerinizi onlara yansıtmayın.
  • Çocuğunuzu “taraf” seçmeye zorlamayın.
  • Çocuğunuzla doğru, açık, net bir iletişim kurmaya özen gösterin.
  • Çocuğunuzla özel zamanlar geçirin.
  • Çocuğunuzla birebir zaman geçirdiğiniz gibi, sosyal ortamlarda da vakit geçirmeye çalışın.
  • Tek ebeveynle yaşıyor diye ona mahzun, üzgün, problemli çocuk gibi davranmayın, işlerinizin doğal akışını sürdürün.
  • Olası problemleri hemen “tek ebeveynli oluş”a bağlamaktan kaçının.
  • Baba/anne eksiğini aşırı çabayla kapamaya çalışmayın.
  • Çocuk üzerinden savaşmayın.
  • Uzakta olduğunuz zamanlarda da çocuğunuzla iletişimde kalın.
  • Uzaktaki anne/baba olarak yaşadığınız evde çocuğunuza ait özel eşyalar, oyuncaklar, kitaplar olmasına özen gösterin.
  • Uzaktaki anne/baba olarak çocuğunuzla olduğunuz zamanlarda onun tercihlerini de göz önünde bulundurmaya çalışın.
  • Uzaktaki anne/baba olarak evinizde çocuğunuza misafir muamelesi yapmayın.
  • İhtiyaç halinde uzman desteği almayı ihmal etmeyin.

Uzman Psikolog Selin Karabulut

Yeniden evlenecek ebeveynler dikkat!

Boşanmış ve yeniden evlenmek isteyen ebeveynler yeni kuracakları aile konusunda endişeli olabilirler. Özellikle anne-baba ve kardeşlerin arasında sorunlar olabilir. Bir ebeveyn iseniz yeni bir evlilik yapmadan önce bu önerileri mutlaka okuyun.

Evlenecek anneler ve babalar nelere dikkat etmeli?

Çocuk sahibi olan kişiler yeni bir evlilik yapmak istediklerinde özenli olmalılar. Yeni eşlerin önceki evliliklerinden olan çocukları tarafından reddedilme sıklıkla karşılan bir durumdur. Yeniden bir evlilik planlama sürecinde ebeveynler zorluklarla karşılaşabilirler. Yeni bir evlilik yapmayı düşünüyorsanız bu sürece dair önerilere kulak verin.

Evleneceğinizi son dakika söylemeyin

Evlilik kararı alınıp çocuklara bu durum son noktada açıklanmamalıdır. Çocukları evlilik öncesinde hazırlamak önemlidir. Ebeveynlerin yeniden evlenmeyi planladığı kişileri çocuklarıyla tanıştırması ve aralarında ilişkinin güçlenmesi için zaman vermek önemlidir. Çünkü çocuklar anne babalarının yeniden evleneceklerini öğrendiklerinde artık kendi anne babalarının bir araya gelebilme ihtimaline dair umutlarını kaybeder. Bu durumda çocuk umutsuzluk ve derin hayal kırıklığı yaşayabilir. Bu nedenle bir takım olumsuz tepkiler gösterebilirler. Ama bu tepki her zaman yeni gelecek olan kişiye değil, içinde yaşadığı duruma dair olabilir. Kendi umutsuzluğunun ve hayallerinin yıkılmasının yarattığı tepki olabilir. Önceki evlilikteki çatışmalar ve yaşanan olumsuz duygulanımların çözülmesi, yeni evliliğin temellerinin daha sağlam olması için çok önemlidir.

Yeni hayata hazırlamak

Yeni evlilikle birlikte tüm aile adaptasyon gereken yeni bir sürece girer. Bu yeni sürece alışabilmek için ebeveynlerin kendilerine ve çocuklarına zaman vermesi gerekir. Yeni aileye uyum sağlamak, ihtiyaçları, beklentileri kurgulamak ve bunlara yanıt vermek için bir sistem oluşturmak zaman alır. Çocuk her zaman kendi anne babasının bir arada olmasını isteyeceği ya da bu birlikteliğe alıştığı için bu dönem çocuk için zor olabilir.

Ergenler farklı tepki verir

Çocuğun yaşına göre yeni evlilikle birlikte hissedebileceği duygular da değişiklik gösterebilir. Küçük yaştaki çocuklar annesinin ya da babasının yeniden evlenmesiyle birlikte ebeveyninin ilgisini ve şefkati kaybedeceğinden korkabilir. Bu kayıp duygusu ihmal edilmiş, terk edilmiş ya da unutulmuş olma duygularını tetikleyebilir. Bu nedenle evliliğin ilk zamanlarında çocuğun duygularını, korkularını anlamaya çalışmak ve ilginin ve şefkatinin dağılımında bir denge kurmaya çalışmak önemli olacaktır. Ergenler biraz daha farklı hissedebilir. Ergenlerin yaşı itibariyle ilgileri cinsellik ve romantizm gibi daha özel konulara kaydığı için ebeveynlerinin evlendiği kişiyle kurduğu bu yakınlık onları rahatsız edebilir. Bu anlamda zaman içerisinde onları rahatsız etmeden ve onların adaptasyon süreçlerini göz önüne alarak karşılıklı güveni sağlamak ve ilişkileri derinleştirmek gerekir.

Farklı kültürden olabilirler

Yeni evlilikte yeni eşlerin ve yeni kardeşlerin yaşam biçimleri ve kültürleri farklı olabilir. Bu farklılıklar yeni bir aile düzeninin oluşmasında başta sıkıntı yaratabilir. Bir araya gelme durumunda olan yeni aile üyelerinin (varsa üvey kardeşler) birbiriyle iletişim kurmayı öğrenmeleri, hayat tarzlarının ortak bir noktada yeni bir ‘değer’ sistemine oturtulması zaman alacaktır. Yapılacak evliliklerin daha sağlıklı olması için bunlara dikkat etmek önemli.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. 

Uzm. Psikolog İREM SÜRMEZ

ACIBADEM HAYAT

Erken ergenlik günümüzdeki yaşam koşulları ve beslenme alışkanlıkları nedeniyle sık yaşanan bir sorun. Oysa erken ergenliğe karşı alınabilecek tedbirler var.

Erken ergenlik nedir?

Çocukların ergenliğe giriş yaşı genellikle anne babanın ergenlik yaşlarına paralellik gösterse de bazen çocuklar bu döneme erken girebiliyor ve bu durum hem ruhsal hem de fiziksel sağlıklarını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Erken ergenliğe giren kızların çok az bir kısmında altta ciddi bir problem yatabiliyor. Erkek çocuklarında ise kafa içi tümörleri gibi ciddi problem riski daha yüksek oluyor.

Erken ergenliği önleyebilirsiniz

  • Çocuklarınızı katkılı gıdalardan uzak tutun.
  • Sağlıklı ve dengeli beslenmelerini sağlayın.
  • Spora yönlendirin.
  • Cinsel uyarılardan koruyun.
  • Gerektiğinde uzman bir hekime başvurun.

Ergenlik sürecindeki çocuklar bu besinleri tüketmesin

Ayrıca erken ergenliğin, “endokrin bozucular” olarak isimlendirilen ve hormonal dengeleri bozan, dışarıdan alınan maddelerle ilişkili olabileceğini gösteren araştırmalar da var. Aynı zamanda endokrin bozucular içeren domates, çilek, fındık, salatalık gibi birçok sebze-meyve, hormonla büyütülen hayvanların etleri ile yumurtaların tüketilmesi ve endüstride kullanılan kimyasallarla temas edilmesi de erken ergenliğe yol açabiliyor.

Yaşıtlarından hızlı büyüyen çocukların sorunları

Ergenliğe erken giren çocukların en büyük sıkıntılarından biri yaşıtlarından farklı gelişmeleridir. Hızlı boy ve kilo artışı, cinsiyet özelliklerinin belirginleşmesi erken ergenlik dönemindeki çocukta açıkça görülürken, yaşıtlarının aynı gelişimi sergilememesi bazı sorunlara neden olabilir. Örneğin beden ile yaş arasındaki uyumsuzluk çocuğu yalnızlığa itebilir, çocuk arkadaş çevresinden dışlanabilir. Ayrıca gelişmiş beden görünümü nedeniyle yaşı da daha büyük algılanıp daha olgun davranmaları beklenebilir. Psikolojik gelişimi buna uygun olmayan çocuklar davranış bozukluğu olan bir çocukmuş gibi değerlendirilebilir.

Erken ergenlikte kilo işareti

Vücut yağ oranının artması ergenlik bulgularının daha erken başlamasına neden oluyor. Özellikle kız çocuklarında fazla kilo erken ergenliğin en önemli etkenlerinden biri olarak nitelendiriliyor.

Erken ergenlikte hormon tedavisi şart mı?

  • Ergenliğin ilerleme hızı nasıl?
  • Hormonal aktivasyon düşük mü?
  • Kemik yaşı nasıl ilerliyor?

Bu sorular ergenliğe erken giren çocuğunuzun tedavisini başlatmadan önce yanıtlarını öğrenmeniz gereken sorulardır. İlerleme hızı yavaş, hormonal aktivasyon düşük, kemik yaşı da aşırı gelişmiyorsa hormon tedavisi önerilmez. Ancak erken cinsel gelişim, beyindeki merkezlerin erken uyarılmasına bağlı ise bu gelişimi önleyen hormon enjeksiyonu tedavisine başvurulabilir. Bu konuda ailelerin en büyük endişesi hormon tedavisinin zararlı olup olmadığıdır. Uzmanlara göre, ayda bir ya da üç ayda bir uygulanan hormon enjeksiyonun etkisi sadece kullanıldığı süre içinde geçerlidir, çocuk ergenlik için uygun yaşa geldiğinde enjeksiyonların kesilmesiyle cinsel gelişim de kaldığı yerden devam edebilir.

Ergenlik yaşı düşüyor mu?

ABD ve Avrupa’da 20. yüzyıl başlarından ortalarına kadar ergenlik yaşı her 10 yılda bir, 2-3 ay kadar öne geldi. Bu değişikliğin nedeni beslenme koşullarının düzelmesi ve çevresel uyaranların etkisiydi. O dönemde ergenlik yaşının düşmesi “yüzyılın eğilimi” olarak yorumlandı. Ancak yapılan araştırmalarda 1970’lerden bu yana ergenlik yaşında önemli bir değişiklik olmadığı gözleniyor. Türkiye’de son yıllarda kız çocuklarında meme gelişimi yaşı biraz düşse de ilk adet yaşı son 30 yılda değişmedi. Araştırmacılar Türk kızları için ortalama adet yaşının 12,5 olduğunu belirtiyor.

Erken ergenlik yaşı ve belirtileri 

Sivilceleri çıkıyor, elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor, olmadık zamanlarda sinirleniyor, vücudundaki değişimlerden utanıyorsa çocuğunuz ergenliğe adım atmış demektir.

Gelişimin kızlarda 8 yaş, erkeklerde 9 yaştan önce meydana gelmesi “erken ergenlik” olarak nitelendirilir.

Ergenlik yaşı

  • Kızlarda 8-13 (ortalama 10-10,5), erkeklerde 9-14 (ortalama 11-11,5) yaşları arasında başlar. 3-4 yıl sürer.
  • İlk belirtisi kızlarda meme gelişimi, erkeklerde ise testis hacminde artıştır. Bunları pubik bölge ve koltuk altında kıllanma takip eder.
  • Kızlarda ilk adet yaşı 10-15’tir (ortalama 12,5). 10 yaşından önce başlayan adete “erken adet” denir.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. 

ACIBADEM HAYAT

Aşırı Korumacı Tutumun Çocuğa Zararlarları

Hızla gelişen teknoloji anne babalık tutumlarını, anlayışını ne yönde etkiledi? Ailede ne gibi problemler oluşuyor?

Özellikle son 10 yılda yaşanan teknolojik gelişmeler sadece anne babaları değil, tüm bireyleri etkilemiş durumda. Bilgisayar, cep telefonları, tabletler ve sosyal medya platformları hayatlarımızı etkileyen en önemli gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor. Teknolojinin bireylere en büyük etkisi ise sosyal iletişimi azaltması yönünde oldu. Tüm gün okul/iş ortamında vakit geçiren aile bireyleri bir araya geldiklerinde teknolojik cihazları kullanmayı ve dijital iletişim ortamlarında bulunmayı tercih ediyorlar. Hem çocukların hem de anne babaların yoğun iş yükü altında bulunduklarını da göz önünde bulundurduğumuzda, rahatlayabilecekleri sağlıklı iletişim ortamlarının yok olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla teknolojinin dengeli/kontrollü kullanılmaması, aile içi iletişim problemlerine yol açabiliyor. Aile bireylerinin empati, sorumluluk, bağlılık, güven gibi konularda eksiklikler veya zorluklar yaşamaları, bu durumun sonucunda ortaya çıkan diğer problemlerden bazılarıdır.

Kitabınızda belirttiğiniz K kuşağı hakkında bilgi verir misiniz; bu kuşağı diğer kuşaklardan ayırt eden özellikler nelerdir?

“K Kuşağı” terimi ilk kez İngiliz Akademisyen Prof. Dr. Noreena Hertz tarafından, 1995-2002 yılları arasında doğan bireyleri tanımlamak üzere kullanılmıştır. K kuşağını oluşturan bireyler üreticiler, yaratıcılar ve mucitler neslidir. K kuşağının en belirgin özelliği, yeni medya teknolojileri vasıtasıyla, ekonomik çöküş, işsizlik, terör, savaş ve göç gibi olumsuz koşullarla erken yaşlarda yüzleşmiş olmalarıdır. Dolayısıyla bu kuşağın yüksek kaygılar yaşayan, güvensizlik ve karamsarlık duyan, yalnız olmayı daha çok tercih eden bireylerden oluştuğu söylenebilir. Bu kuşağın bir diğer belirgin özelliği ise, teknolojik gelişmelerden faydalanarak üretme ve oluşturmaya yönelik becerilerini geliştirmeleri ve bu konuda önceki kuşaklara göre daha istekli olmalarıdır.

Sanal zorbalık çocuklar arasında yaygınlaşıyor mu? Bu konuda ebeveynlere neler düşüyor?

Son yıllarda sanal ortamlarda geçirilen zamanın artmasından dolayı sanal zorbalığın da artarak devam ettiğini görüyoruz. Çünkü dijital medya platformları bilgiye son derece açık ve hızlı bir erişim sağladığı için birtakım olumsuzlukları da beraberinde getiriyor. Okul ortamlarında sıkça karşılaştığımız akran zorbalığı (yakın yaşlardaki çocukların birbirlerine karşı uyguladıkları psikolojik, fiziksel, cinsel ya da ekonomik şiddet) dijital ortamlara taşınmış durumda. Burada önemli nokta, çocukların kendi sınırlarını ihlal eden herhangi bir şiddete maruz kaldıklarında, bu şiddeti tanımlayarak güvendikleri yetişkinler ile paylaşmalarıdır. Bu da aile içi sağlıklı iletişimden geçiyor. Çocuklara çevreden gelebilecek her türlü olumsuz etkeni doğru bir şekilde anlatmak, şiddete maruz kaldıklarında onları sakince dinlemek ve arkalarında olduğumuzu hissettirmek, sessiz kalmalarına yol açabilecek tutumlardan kaçınmak gerekli. Sanal zorbalığı çocuklara anlatmak için de öncelikle sosyal medya konusunda bilgi sahibi olabilmek ve çocuklara bu konuda bilgi vererek sınırlar belirlemek ailelere düşen başlıca görevlerdir.

Helikopter ebeveynlik kavramını açıklar mısınız?

Helikopter aile kavramı ilk kez bir çocuğun ailesi için ‘başımda helikopter gibi dönüyorlar’ demesiyle tanımlanmış bir kavramdır. Helikopter aileler, çocuklarını daima kontrol altında tutan, onların hayatlarına ve kişilik oluşumlarına gereğinden fazla müdahale eden anne-babaların tutumuyla oluşur. Bu tip ailelerin özelliklerine baktığımızda, çocukların kendi sorumluluğunda olması gereken şeylerin ebeveynleri tarafından yapıldığını görebiliriz. Çocukların fiziksel, bilişsel, psikolojik ve sosyal gelişimleri adına yapabilecekleri ve yapmaları gereken davranışları üstlenerek bu gelişimlerin gecikmesine veya sağlıklı bir şekilde tamamlanamamasına yol açabilirler.

Aşırı korumacı, kontrol duygusu güçlü ebeveynlerin genel davranışları nasıldır? Sık yaptıkları hatalar nelerdir?

Aşırı korumacı ebeveynler, çocuklarının davranışlarını yönlendirmeye çalışarak çocuklarının bireysel olarak yapabilecekleri eylemleri sınırlarlar. Çocuklar temel ihtiyaçlarını karşılayabildikleri bir yaştayken onların yerine bireysel (yemek yedirmek, üstünü giydirmek gibi) ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak; ödevlerini yapmak, çocukların sosyal çevrelerine hâkim olmak, çocuklar adına seçimler yapmak, helikopter ailelerin tutumlarına örnek olarak gösterilebilir. Bazı uç örneklerde, çocuklarının hayat arkadaşlarını, evlendikten sonra yaşayacakları yeri ve hatta torunlarının doğacağı zamanı bile kendileri belirleyen anne babaları görmek de mümkün. Helikopter ailelerin tutumları, kısa ve uzun vadede çocukların psiko-sosyal sorunlar yaşamalarına sebep olabilir.

Helikopter ebeveynlerin çocuklarında ne gibi kişilik problemleri yaşanıyor? Helikopter ebeveyne sahip çocuklar neler hissediyorlar?

Öncelikle yeterince sorumluluk alamayan çocuklar ilerleyen yaşlarda özgüven ve motivasyon eksikliği yaşayabilirler. Kendi kararlarını vermekte sıkıntı yaşayabilir, aileleri olmadan adım atma konusunda endişe duyabilirler. Helikopter ailelerin çocuklarında sürekli kontrol altında bulunmaktan ötürü yaygın anksiyete bozukluklarının ve bağımlı kişilik bozukluklarının görülebildiğini söylemek mümkün. Bununla birlikte bu çocuklar, kontrol altında bulundukları süre boyunca ve sonrasında da kendilerini ifade etmekte ve sosyal ortamlarda iletişim kurmakta zorlanabilirler. Asosyallik ve içe kapanıklık da diğer olumsuz sonuçlar arasında gösterilebilir.

Çocukların özgüven sahibi olmaları için aileler nasıl davranmalılar?

Bu konuda öncelikle çocuklara sorumluluk kazandırılması önemsenmelidir. Aileler çocuklarını dinlemeli, hatalarıyla kendilerinin yüzleşmesine fırsat vermelidirler. Çocuklar ödevlerini yapmıyorlarsa okulda öğretmenlerinin tepkisiyle karşılaşmalı, evde fiziksel olarak yapabilecekleri her işi kendileri yapmalı hatta anne ve babaya da yardım etmeli ve onların yükünü azaltmalıdırlar. Çocukların sosyal ortamlarda edindikleri çevre sürekli olarak kontrol edilmemelidir. Çünkü bir bireyin kendini güvenle ortaya koyabileceği ortamlar, akran çevrelerinin bulunduğu sosyal ortamlarda başlar. Bu ortamlarda çocuklara çok fazla müdahale edilmemeli, kendilerini ifade etmelerine fırsat verilmelidir.

Sorumluluk ve görevlerinin bilincinde çocuk yetiştirmek için neler tavsiye ediyorsunuz?

Sorumluluk bilinci küçük yaşta, ailede başlar. Bazen çocukların küçük olmasından dolayı yapabilecekleri ve yapamayacakları her türlü iş, aileleri tarafından yapılır. Böyle bir tutum sonrası ilerleyen yaşlarında sorumluluk almaktan kaçınan ve bunu bir davranış biçimine dönüştüren bireyler yetişebilir. Bu yüzden çocukların gelişimsel olarak yapabilecekleri eylemlerin anne-baba tarafından yapılmaması gerekli. Yemeklerini kendileri yemeli, kıyafetlerini kendileri seçmeli, odalarını kendileri düzenlemelidirler. Ev içerisindeki görevler herkese dağıtılmalıdır. Çocukların da yapabilecekleri küçük görevler belirlenmelidir (çöp atmak, sofra kurmak, toz almak gibi). Ödevleri onların yerine yapılmamalı, ödevlerini yapmadıklarında okula gidip bu durumla yüzleşmelerine fırsat verilmelidir. Kısacası sorumluluk bilinci, küçük yaşta temel görev ve ihtiyaçlarla başlar ve yapılan hataların sonuçlarıyla karşılaşmak da sorumluluk bilincini artırır. Bireyselleşme ve sosyalleşme süreçlerinde ise sorumluluk algısı en önemli yardımcıdır.

Aşırı korumacı ailelere neler söylemek istersiniz?

Aşırı korumacı aileler duydukları kaygılardan ötürü çocuklarını kontrol etme davranışında bulunurlar. Dolayısıyla ebeveynler öncelikle bu kaygılarla başa çıkmayı öğrenmelidirler. Çocuklarını yeteri kadar kontrol etmeli, aşırı kontrol durumlarında kendilerini durdurmalıdırlar. Çocuklarını dünyaya getirdikleri andan itibaren plan çizmemeli; çocuklarının seçimlerine, değişim ve gelişimlerine saygı göstermelidirler. Her zaman söylediğimiz gibi, dengeli tutumlar çocukların sağlıklı gelişiminde en önemli rolü oynar. Bu şekilde yaklaşıldığında çocukların gelecekte yaşayabilecekleri sorunların önüne geçilmiş olur.

Psikolog Serap Duygulu

Gönül Kültür ve Medeniyet Dergisi 

Oyun Terapisi Nedir? Neden Oyun Terapisi?

Oyun terapisinin temelinde, oyunun çocuğun kendini ifade etmesinin doğal bir yolu olduğu gerçeği yatar. Tıpkı pek çok yetişkin terapi türünde bireyin yaşadığı zorlukları “konuşarak” anlatması gibi çocuklar da duygu ve problemlerini “oynayarak” ifade ederler.

Çocuklar, oyun oynayarak kendini ifade edebilmeyi, günlük yaşamda çözemediği duyularla baş edebilmeyi. Olumsuz davranışlarını değiştirebilmeyi öğrenirken kendileri hakkında da birçok bilgi verirler. Bu yüzden oyun çocukların sorunlarını çözmek için kullanabileceğimiz en doğal yoldur.

Oyun terapisi ile amaçlanan; oynadığı oyun üzerinden çocuğun kendisini ifade etmesi, duygularını daha iyi anlamaları, problem çözme becerilerinin gelişmesi, olayları anlama ve baş etme geliştirebilmesi ve böylece sorunlu davranışların azalmasıdır. Oyun terapisi sürecinde çocuklar problemlerle baş etme becerisi geliştirdikçe özgüvenlerinde bir artış ve içsel disiplinde (özkontrol) gelişme gerçekleşir.

Çocuklar ancak kendilerini güvende hissederlerse sorunlarını çözmek için çaba sarf ederler. Çocuklar oyun odasının güvenli ortamımda olumlu ve olumsuz durumları bir arada yaşayarak sorunlarını çözmek için en uygun oyunu seçerler. Nasıl ki yetişkinler sorunlarını çözmek için farklı yöntemler izliyorsa çocuklarda sorunları aynı olsa bile farklı oyun temaları ve oyuncaklar üzerinden problemlerini çözmeye çalışırlar. Oyun ilerledikçe gelişir, sorunla ilgili rahatlama sağlayana kadar devam eder.

Oyun terapisi 3-11 yaş arasında ki çocukların duygusal ve davranışsal sorunlarını çözmek için kullanılan bir yöntemdir. Okula uyum sorunları, kaygı ve korkular, kardeş sorunları ve kardeş kıskançlığı, agresyon ve saldırgan davranışlar, aşırı çekingenlik, yemek yeme, uyku ve tuvalet ile ilgili problemler, boşanma ve kayıp süreçlerinde uyum zorlukları, kendine güven ve kendini yetersiz hissetme, uyum ve davranış problemleri, tikler ve takıntılar, mutizm, sebebi bulunamayan fiziksel yakınmalar ( mide bulantısı, baş ağrısı), dürtüsellik, içe dönüklük ve mutsuzluk, fiziksel, duygusal ve cinsel istimara uğrayan çocuklar ve benzeri durumlarda oyun terapisi uygulanır.

Gülşen YILDIRIM
Çocuk Gelişim Uzmanı, Oyun Terapisti, Aile Danışmanı

“…Kapıda ayakkabılarımızı çıkarıyorduk. Yerler halı kaplıydı. Evdekilere benzer bir sürü oyuncak vardı. Arkadaşlarımla sürekli oyun oynuyorduk. Öğle uykusuna bile yatıyorduk. Çok özlüyorum o günlerimi…” Bu cümleler anaokulundaki sınıfına özlem duyan ve yeni başladığı ilköğretim sınıfını şikayet eden bir erkek çocuğa ait. Aslında şikayet ettiği şey artık evdekine benzer bir ortamda bulunamayacak olması ve istemese de kendisinden bazı sorumlulukların yerine getirilmesinin istenmesi…

İlkokulun ailenin dışına atılan ilk adım olduğunu dile getiren uzmanlar; ‘İlkokula başlayan çocuk sıra, tahta, kural, ödev, teneffüs ve ders saati gibi zorunluluklarla karşı karşıya kalır. Bir ders boyunca sırasında oturması, tuvaletini tutması, öğrenmesi, arkadaşlarıyla uyum içinde olması gerekir. Özellikle okula başlama yaşının 66 aya çekilmesiyle birlikte aileler bu zorunluluklar karşısında çocuklarının nasıl tepki vereceklerini merak ediyorlar. Bir kısmı meraktan öte adeta çocuğunun uyum sağlamakta zorlanacağıyla ilgili kesin bir yargıya sahip. 2000’li yılların çocukları çağın uyarıcılarının (televizyon, bilgisayar, internet, cep telefonu vb.) da etkisiyle daha hızlı algılıyor ve öğreniyorlar. Ancak, çoğu çekirdek ailede yetiştiği için sosyal iletişim becerileri çerçevesinde benmerkezci olarak yetişiyor, bütün sistemin kendi istek ve ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini bekliyor. Bu benmerkezciliğin sebeplerinden biri de annelerin aşırı koruyuculuk nedeniyle çocuklarının yaşıyla orantılı sorumluluk almasına, hata yapmasına izin vermemesi, sorumluluk duygusundan uzak yetiştirmesi. Bu tutumla büyüyen çocuk okula başladığında artık zamanın kendi isteklerine göre akmayacağı gerçeğiyle karşı karşıya kalarak korkuya kapılabilir. 

Gerçekle yüzleşme 3 yaşından sonra ne kadar erken başlarsa uyum sağlaması da o kadar kolaylaşır. Bu geçiş, oyun gruplarıyla yumuşak ve kademeli bir geçiş olmalıdır. Çocuklarına yaşına uygun sorumluluklar vermeyen aileler çocuklarının okula başlamasından dolayı çok daha fazla kaygı duyarlar. O zamana kadar çocukları ebeveynlerinden kısa süreli de olsa uzakta kalmamış, yemek yemediyse tabakla arkasından dolanılmış, uyumak istemiyorsa uyumak istediği zaman beklenilmiş ya da uyumasına yardımcı faaliyetler yapılmış (ayakta sallama, kucakta pışpışlama, dolaştırma gibi), gerektiğinde ebeveyn yatak odasına götürülmüş, tuvaleti ebeveynleri tarafından yaptırılmış olduğu için okula göndermek başlı başına bir kaygı kaynağıdır. Okula başlama yaşıyla ilgili danışmanlık almak için gelen aileler “3 yaşından sonra kreşe gidebilir” cümlesini duyduklarında “ama benim çocuğum çok küçük” cevabıyla karşı karşıya kalırız. Tabi ki bu olgunluk akşam yatıp sabah kalktığında geliştirebilecek bir durum değildir. Bir süreç ve emek gerektirir. İlkokula başladığında adaptasyon sürecinin daha sağlıklı ve hızlı olabilmesi için 3 yaşından itibaren bir hazırlık yapılmaya başlanmalıdır. Bu hazırlık aşamasına ve yeni sistemle ilkokul birinci sınıfa uyumu kolaylaştıran en önemli araç “oyun”dur. Kreş ya da anaokulları çocuklara eve benzer bir ortam ve daha fazla oyun imkanı sunduğu için uyum sağlamak daha kolaydır. İlkokula başladığında da çocuğun hayatından oyun koparılmamalıdır. 

Okul müfredat programına mutlaka daha fazla oyun saati eklenmelidir. “Sek sek ve körebe gibi” kurallı oyunların yanı sıra çocuklara simgesel oyun oynama imkanı da sunulmalıdır. Simgesel oyunlar çocuklara serbest oyun imkanları sağlandığında ortaya çıkar. Çocuk kendi gerçeklerini hareketlerle yaşatır. Bunun en belirgin örneği “sanki varmış gibi” oyunlardır. Çocuğun bir köşede yarattığı evcilik oyunu, bir odun ya da plastik çubuk ile oluşturulan atı sürmesi gibi örnekler bu gruptandır. Burada çocuk düşüncelerini yeterince gelişmemiş dili ile anlatamadığından bunları simgesel oyunla anlatmaktadır. Ayrıca bu anlatım yoluyla zihinsel simge ve uygulamalar yinelenerek özümsenmektedir. Örneğin evcilik oyunu ile hem duygu ve düşünceler aktarılmakta, hem de annelik özdeşimi sindirilmektedir. Bu oyunlar çocuğun zihinsel gelişimini ve psikolojik olgunluğunu desteklerken, okula uyum sağlama sürecini kolaylaştıracaktır.’ 

HİSAR HOSPİTAL

Kardeş Kıskançlığı

İnsanın doğasında var olan kıskanma duygusu çocuklukta genellikle kardeş doğumu ile su yüzene çıkar. Bir kardeşim olsun, kardeş istiyorum diyerek anne babasını bıktıran bir çocuk bile kardeş doğumundan sonra kıskançlık belirtileri gösterebilir. Günümüzde anne ve babaların belki de en çok şikâyet ettikleri konuların başında kardeşler arasında kıskançlık ve bunun oluşturduğu sorunlar gelmektedir.

Yeni bir kardeşin gelmesi her şeyden önce eve yeni bir birey gelmesi demektir. Bu yeni birey evdeki dengeleri değiştirecek ve daha önemlisi çocuk tarafından rakip olarak algılanacaktır. Devamlı bakıma muhtaç, annenin tüm zamanını alan, bütün aile bireylerinin ilgisini çeken küçük yavrunun rakip olarak algılanması doğal karşılanmalıdır. Bu rakip anne ve babayı çocuktan uzaklaştıran istenmeyen biridir. Sadece ev içindeki bireylerin değil misafirlerin dahi odak noktası olmuştur, ona hediyeler gelmekte, devamlı ondan söz edilmektedir.

Kardeşler arasında doğal gelişen bu durum anne ve babaların hatalı tutumları ile bir sorun halini alabilir. Genellikle ilk hata çocuğun ona bir kardeş geleceğine hazırlanmaması ile başlar. Hiçbir şeyden haberi olmayan çocuk bir gün biri ile karşılaşmakta ve kendisine kardeşi olduğu söylenmektedir. Oysa çocuğa daha gebelik sırasında kardeşinin olacağı bilgisi verilmeli ve çocuk bu duruma hazırlanmalıdır. Yeni bebeğin dünyaya gelmesinin telaşı ve sevincini fazlasıyla yaşayan aile bireyleri biran başka bir çocukları olduğunu unutabilirler. Ancak çocuk ne olup bittiğini dikkatlice izlemektedir. Özellikle ailenin ilk çocuğu ise kendisine olan ilginin birden azaldığının farkındadır. Kendisinin de yar olduğunu ispatlama çabası ile yaptığı birkaç farklı davranış biçimi anne baba tarafından tepkiyle karşılanır. Ailenin bu tutumu çocuğun “Beni artık sevmiyorlar” düşüncesini destekler.

Bazı anne babalar çocuklarına devamlı “Biz seni ondan daha fazla seviyoruz” gibi sözler söylerler. Ancak çocuğun istediği daha fazla sevilmek değil sadece sevilmektir. Eğer yeni gelen kardeşe anne babanın ilgi ve sevgisi daha fazla ise bu sözlerin çocuk için bir kıymeti yoktur. Önemli olan kendisinin eskisi kadar çok sevildiğini ve değer inden hiçbir şey kaybetmediğini çocuğa hissettirmektir. Aralarında yaş farkı az olan çocuklarda kıskançlık belirtilerinin daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Çocuk ilk kardeşiyle daha çok sorun yaşamaktadır. Burada ailenin yoğun ilgisinin aniden başka bir çocuğa yönelmesinin katkısı büyüktür. Bazı çocuklar kardeşi doğduktan sora ona yoğun ilgi ve alaka gösterir. Her ihtiyacını karşılamak ister ve bebeğin bakımında anneye yardımcı olmak için çabalar. Bu çocuklar genellikle kıskançlığını dışa vurmayan çocuklardır. Gösterdikleri sevgi ilgi çok abartılı ve sahtedir.

Aslında kıskançlık duygusunu dışa vurmadaki zorluklan nedeni ile böyle davranmaktadır. Kardeşlerin i kıskandıklarını belli ederlerse annelerin in tamamen kendilerinden uzaklaşacağı gibi bir duyguya kapılır ve hissettiklerini dışa vuramazlar. Yeni doğan kardeşini kıskanan bir çocuk eğer anne babanın dengeli ve olumlu tutumu devam ederse kısa süre içinde yeni dun ima uyum sağlar. Bu uyumu sağlamada anne babaya büyük görev düşmektedir. Kıskançlığı pekiştirecek her türlü tutumdan kaçınılmalıdır. Yeni bebeğe çocuğun yanında çok fazla sevgi gösterisinde bulunma, devamlı ondan ve onun şirinliğinden bahsetme gibi davranışlardan uzak durulmalıdır.

Çocuk anne babanın kendisine olan ilgi ve sevgisinin azalmadığını hissetmelidir. Bunu hissettirmek de anne babanın elindedir. Kardeşler arasında rekabet doğal ve normal gelişimin bir parçası olarak kabul edilmelidir. Ancak rekabetin bir düşmanlık haline gelmesi ve her alanda kendini göstermesi doğal karşılanamaz. Çocuklar arası rekabet ve çekişmenin nedenleri arasında anne babanın gözüne girebilme, evde bir yer edinebilme, bireyselliğini kabullendirme, önemsenmek ve değer verilmek isteme sayılabilir. Esasen her yaşta insanlar arasında bir rekabet söz konusudur. Gen ellikle anne babalar kardeşler arası çekişme, didişme ve rekabet havasından büyük endişe ve üzüntü duyarlar. Onların idealinde birbirleri ile çok iyi geçinen ve hiç kavga gürültü çıkarmayan uyumlu çocuklar vardır. Kardeşler arası çekişme bütün ailenin huzurunu bozacak derecede büyük olabilir.

Anne baba, kardeşler arası rekabetin normal ve hoş karşılanacak sınırlarda olup olmadığını gözlemeli, bu sın ırlar aşılmadıkça müdahale etmemelidir. Birbirlerine zarar vermeyecek derecede ufak didişmelere karışmamalı ancak zarar vermeye başladıklarında birbirlerinden ayırmalıdır. Yani her anlaşmazlık ve didişmede hâkim yada hakem rolünü üstlenmem elidirler. Sınırların aşıldığı düşünüldüğünde krize müdahale edilmeli eğer çözüm bulunamıyorsa yetkili birine rehberlik için başvurulmalıdır. Özellikle küçük çocuk ağlayarak, zırlayarak annenin duygusallığını kullanmaya çalışır. 0 zaman büyük çocuğa sen ağabeysin, sen ablasın diye haksızca yüklenilmesi hatalı bir tutum olur. Küçük çocuğun anne ve babası tarafından devamlı desteklediği ve kayırıldığını düşünen ağabey ya da ablanın anne babaya karşı olumsuz tutum sergilemesi doğaldır.

Çocuklar birbirleri ile yaşadıkları zorlukları hemen aile bireylerine aktararak yardım isterler. 0 zaman anne babanın taraf olması beklenir. Çocuk kendisinin haklı olduğu ve desteklenmesi gerektiğini düşünür. Oysa anne babalar çok ender durumlar hariç taraf olmamalıdır. Taraf olmak onların bizi içine almak istedikleri oyuna dâhil olmak demektir. Rekabeti ve yarışı alevlendirecek olan kardeşlerin birbirleri ile sık sık kıyaslanması ya da birinin diğerinin önüne çıkarılması gibi tutumlardan uzak durulmalıdır. Çocukların yalnız iken daha sakin ve rahat olmalarına karşı anne babalarının olaya müdahale beklentisini açıklamada yeterlidir. Çok çocuklu ailelerde kardeşler arası rekabet yoğun yaşandığı zaman anne baba için dayanılmaz bir hal alabilir. Burada önemle üzerinde durulması gereken her çocuğun aile içinde kendi özel yerini farkında olmasını sağlamaktır.

Çocuklar arasında ayrım yapılmamasına özen göstererek her birinin ayrı birey olduğu bilinciyle davranılmalıdır. Bireysel farklılık göz ardı eden “benim çocuklarım” yaklaşımı kardeşler arasındaki rekabeti körükleyecek ve onların aile içindeki yerleri konusundaki endişelerini arttıracaktır. İkiz çocuklarda her kardeş arasında görül en rekabete ek olarak ailenin ve çevrenin birbirlerine benzemeleri konusundaki ağır baskısı devreye girer. Fizik görünümleri ile birbirlerine benzeseler dahi bu çocuklar iki farklı bireydir. Bu farklılığın ilk önce anne babalar tarafından kabul edilmesi gerekir. Aynı kıyafeti giydirme, aynı oyuncakları alma, aynı yatakta yatırma gibi tutumlar çocukların bireyselleşmesinin önünde büyük engel teşkil eder. Her çocuğun bireyselleşmesine ve ayrı kişiliğinin gelişmesine fırsat tanınmalıdır.

Popüler Psikiyatri / Prof. Dr. Mücahit ÖZTÜRK Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı

Çocuklarımıza Sağlıklı Beslenme Alışkanlığını Nasıl Edindirebiliriz?

Bedenimiz ve beynimiz sürekli bir etkileşim içerisindedir. Bu sebeple; sağlıklı beslenmeyi yalnızca bedene yatırım olarak görmemeliyiz. Çocuğumuzda sağlıklı beslenmeyi bir alışkanlık haline getirmek istiyorsak, öncelikle çocuğumuzun beynini sağlıklı beslenme düzenine adapte etmeliyiz.

Çocuklarla yapılan bir araştırmada; kahvaltı yapmamanın, hafıza ve okul başarısını olumsuz yönde etkilediği bulunmuştur (American Diethetic Association, 2005). Bir diğer araştırmada ise; fiziksel aktivitenin, hafıza ve kaygı ile baş etme becerileri üzerinde olumlu etkileri olduğu kaydedilmiştir (Phsical Activity Guedlines for American, 2008). Dr. Gabor Mate ise; Vücudunuz Hayır Diyorsa kitabında, duygusal stresin vücudu olumsuz etkileyen, kronik şikayetlere sebep olduğundan bahsetmektedir. Tüm bu araştırmalar, birbirinden apayrı konular gibi görünse de aslında tamamıyla birbirleriyle bağlantılıdırlar. Bu üç araştırmanın ortak özeti şu şekilde yapılabilir: Bedene yatırım; üç faktörlü bir süreci kapsar: Sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite sıklığı ve zihinsel sağlık. Bu üç faktörden yalnızca biri dahi eksik kaldığında, bedenimizin döngüsünde aksaklıklar meydana gelmeye başlar. Aynı zamanda bu üç faktör birbirleri ile de döngü içerisindedirler. Fiziksel etkinliğimizin sıklığı ruhsal durumuzu etkiler, ruhsal durumumuz beslenme düzenimizi etkiler, beslenme düzenimizdeki değişimler fiziksel etkinliğimizde değişimlere yol açar.

Bu perspektiften baktığımızda, bedenimizi ayakta tutan, beynimizi besleyen besinler sadece yediğimiz besinler değildir. Duygusal izlenimlerimiz de, bedenimiz için bir nevi besin işlevi görmektedir. Reklamları düşünün… Reklamlarda; çikolata genellikle mutlu anlar ile ilişkilendirilir ve annelerin çocuklarına güvenle bu besini sunduğuna değinilir. Bu reklamlarda, alt metin olarak bir ‘ideal annelik’ tanımı yapılmakta ve reklam bir çocuk tarafından izlendiğinde aslında çikolata, anne şefkati ile sembolize edilmektedir. Çocukluğumuzdan itibaren bu görüntülerle büyümüş yetişkinler olarak, olumsuz duygularla boğuştuğumuz zamanlarda ya da çok keyifli bir anımızda kendimizi çikolataya sarılırken buluruz. Sizce sarıldığımız şey, çikolata reklamları aracılığıyla bize sunulan ‘anne şefkati’ olabilir mi?

Tüm bunlarla birlikte ne yazık ki; farkında olmadan, kendi ihtiyaçlarımızla/savunma mekanizmalarımızla şekillendirdiğimiz beslenme alışkanlıklarımızı çocuklarımıza da empoze etmekteyiz. Örneğin, çocuğumuz bir başarı elde ettiğinde, o gün çocuğumuza meyve değil de şeker almayı tercih ediyoruz. Çocuğumuzu bir şeyi yapması için ikna etmek istediğimizde, şekerli besinleri ya da belki bir hamburgeri ödül olarak sunuyoruz. Ya da keyifli bir hafta sonunda; ıspanak partisi değil de nedense pizza partisi yapıyoruz. Kendisini bildi bileli; katıldığı her doğum gününün baş kahramanın, bol kremalı bir pasta olduğu çocuk, sağlıklı beslenmeyi nasıl alışkanlık haline getirebilir? Özetle, çocuklarımıza sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırma yolunda atacağımız ilk adım, kendi beslenme düzenimizi hangi dış mekanizmaların şekillendirdiği üzerine düşünmek olacaktır. Ayrıca, yemek yeme sürecinde, çocuğumuza karşı tutumlarımızda yapacağımız küçük değişimler, onları sağlıklı beslenme yolunda bir adım daha ileriye taşıyacaktır.

Sağlıklı Beslenme Alışkanlığı Edindirme Sürecinde Ebeveynlere Tavsiyeler:

  • Çocuğumuza, sağlıksız beslendiğinde bunun kötü sonuçlarını zaman içinde göreceğini anlatmak; düştüğünde canının acıyacağını anlatmak kadar kolay değildir. Fakat yine de; sağlıklı beslenmenin bir süreç olduğunu çocuğumuza açıklamak, onda konuyla ilgili bir farkındalık yaratacaktır.
  • Bu süreçte, asıl hedef sağlık olmalıdır. Dış görünüş sağlıklı beslenmeye özendirmek için bir motivasyon kaynağı haline getirilmemelidir.
  • Yasak olan şeyler her zaman daha çekicidir; bu yüzden sağlıksız yiyeceklerin zararlarını anlatmaktan ziyade, yemesini istediğimiz yiyeceklerin faydalarından bahsetmek; sağlıklı beslenme yolunda daha etkili bir çözüm olacaktır.
  • Akşam menüsünü planlarken çocuğumuza da danışmalıyız. Çocuğunuza ‘Bugün ne yemek istersin?’ diye sormak, o gün için yapılması mümkün olmayan yiyecekleri istemesi ihtimali sebebiyle, çocuğunuzu reddetmenize sebep olabilir. Buna mahal vermemek adına ‘Bu akşam yemekte taze fasulye mi yoksa kuru fasulye mi yemek istersin?’ gibi sorularla seçenek sunmak daha güvenli bir yol olacaktır. Bu sayede çocuğumuz, hem siz ebeveynleri tarafından dikkate alındığını hisseder hem de kendi tercih ettiği yemek yeneceği için, yemek sofrasında inatlaşma ihtimali azalır.
  • Beslenme sürecinde, çocuğumuza karşı suçlayıcı bir tutumu benimsememeliyiz; aksine işbirlikçi bir tutumu benimsemeliyiz. Böylelikle çocuğumuz kendisini beslenmesi ve kilosu açısından hatalı ve stresli hissetmeyecektir.
  • Sağlıksız gıdayı ödül olarak vermenin, çocuğun sağlıklı beslenme algısı üzerinde yıkıcı bir etkisi olduğunu unutmamalıyız.
    Çocuğumuza olan ilgi ve sevgimizi şekerle, çikolatayla değil; birlikte yaptığımız spor aktiviteleriyle, keyifli oyunlarla, onlara vakit ayırarak göstermeliyiz (Çocuk ile birlikte sağlıklı atıştırmalıklar yapmak).
  • Çocuğumuza yemek zamanının, aileyle geçirilen eğlenceli bir vakit olduğu sezdirmeliyiz. Yeme eylemi yaşamımız boyunca gerçekleştirmeye devam ettiğimiz, yaşamımızın ayrılmaz bir parçası. Bu yüzden bu eylemi suçluluk, kızgınlık değil; huzur, birliktelik gibi kavramlarla ilişkilendirmeliyiz.
  • Son olarak; çocuklar her ne kadar ebeveynleriyle çatışma içindelermiş gibi görünseler de, aslında onları taklit eder ve örnek alırlar. Bu yüzden, çocuklarımızın yanında sağlıklı beslenmeye ve yavaş yavaş yemek yemeye özen göstermeliyiz.

Psk. Yağmur Damla Demir

Kreşe alışma Süreci ve Berlin Modeli

Kreşe alışma süreci, hem çocuk ve ebeveyn hem de eğitimci için zorlu bir süreçtir. Bu sürecin hassas ve iyi bir şekilde işleyişi, çocuğun üzerindeki stresi azaltmaktadır. Çocuğun yeni bir ortama uyum sağlaması ve kreşe alışması sürecinin kolay olabilmesi için planın ve programın yapılması gerekmektedir. Böylece, çocuğun anneden ayrılma korkusu ve endişesinin ortadan kalkması sağlanabilir ve çocuk yaşadığı stresle daha iyi başa çıkabilir. Çocuğa kreşe alışmasında ve yeni ortama uyum sağlamasında yardımcı olan “Berlin Modeli“ farklı kuramlar baz alınarak Almanya‟da geliştirilmiştir. Çocuğun, aileden kreşe sağlıklı olarak geçişi için yaygın olarak kullanılmaktadır. (Laewen ve diğerleri, 2003)

Alışma sürecinde geçiş (Transition) ve bağlanma (Attechment) kuramının rolü

Kreşe/anaokuluna veya okula geçişler, çocuk için önemli bir yaşam kesitidir (Filipp, 1995). Bu geçiş süreçlerin bütün tarafların (Ebeveynler ve Eğitimciler) işbirliği ile hazırlanmasının ve karşılıklı beklentilerin önceden konuşulması geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde üstesinden gelinmesi için önemlidir. Aileden kreşe geçiş, çocuğun anaokuluna ve ilkokula geçiş sürecinden biraz daha zorlu geçmektedir. İlk geçiş sürecinde çocuğun edindiği deneyimler, beceriler ve özgüven, daha sonraki yaşamındaki geçiş süreçlerinin üstesinden daha kolay gelmesini sağlamaktadır.

0-3 yaş arası çocuğun güvendiği kişi olan anneden ayrılması zor olmaktadır. Bu dönemde çocukların kaygılarını, kokularını, çaresizliklerini, güçsüzlüklerini ve öfkelerini yalnız başına düzenleyebilmeleri mümkün değildir. Çünkü bu durumlarda kendisine yardım edecek ve destek olacak güvenli bir duygusal bağ geliştirdiği bir kişiye ihtiyaç duymaktadırlar Bu yaşlardaki çocuk birçok yeni durum ile (yeni bir ortam, gruptaki çocuklar, yeni bakim veren kişi) karşı karşıya gelmektedir. Bu yeni duruma çocuğun hemen uyum sağlaması ve üstesinden gelmesi kolay olmamaktadır. Özellikle 7 ve 24 aylık çocukların kreşe geçiş süreçlerinde ebeveynin desteği ve eşliği olmadan sürecin başarıya uğraması zor olmakta ve çocuk için tehlike arz etmektedir.

Çocuğun yeni çevreye adaptasyonu, eğitimci ve diğer çocuklarla güvenli bir ilişki kurması için en güvendiği kişi olan ebeveynin yardımına ihtiyacı vardır. Aileden kreşe geçiş sürecinin başarı ile sonlandırılmasında sorumluluk çocuğa ait değildir. Bu ebeveynin sorumluluk alanıdır. Alıştırma sürecinde ebeveynin ve eğitimcinin işbirliği ve beraber hareket etmesi işi kolaylaştırmaktadır ve çocuğun bakımı, eğitimi ve desteklenmesi için de gereklidir. Bağlanma kuramı, aileden kreşe/anaokuluna geçişte dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. Son yıllarda da erken çocukluk araştırmalarının en popüler konuları arasında yerini almıştır. Üç yaşından küçük çocukların hazırlıksız bir şekilde eğitimci olsa bile yabancı insanlara bırakılması doğru bulunmamaktadır ve şayet anne ile çocuk arasında bir ayrılık gerçekleşecekse, bunun belli bir program ve plan çerçevesinde yapılması gerekmektedir (Bowlby, 2001).

Çocuğun sağlıklı gelişiminde birincil bakım veren kişi ile arasındaki duygusal bağ önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü çocuğun ayrılma, korku, ağrı ve aynı zamanda yoğun stresler sonucu gönderdiği sinyallere duyarlı bir tepkinin verilmesi sadece onun güvenli duygusal bağ kurduğu kişi tarafından sağlanmaktadır. Erken çocukluk dönemdeki bağlanma deneyimleri diğer kişilerle kuracağı bağlanma ilişkisini etkilemektedir.

Çocuğun küçük yaşlarda kreşe uyum sağlamamasının altında yatan nedenlerden biri ebeveyniyle kurduğu bağlanma ilişkisi olabilmektedir. Çocuğun birincil bakım veren anneden ayrılması sancılı bir süreçtir. Fakat çocuk aynı zamanda birçok kişi ile güvenli ve duygusal bir bağ kurabilecek şekilde dünyaya gelmiştir (Ahnert, 2010). Ayrılığı kolaylaştıracak ve eğitimciye alışmasını sağlayacak, çocuğun ilk bağlandığı kişinin sürece dahil olması ile başarılacaktır. Böylece, çocuğun kreşe/anaokuluna başladıktan sonraki eğitimcisi ile güvenli bir bağ kurması ve çevreye kolayca uyum sağlaması gerçekleşecektir. Bowlby ve Ainworth bazı çocukların anneler tarafından kreş veya çocuk yuvalarına bırakıldıklarında korku ve üzüntüyle tepki verdikleri, bazılarının ise buna duygusal olarak hiç bir tepki göstermemelerini, çocukların ilgili kişilerle olan bağlanma kalitesine ilişkin ipuçları verdiğinin altını çizmektedirler (Kasten, 2013). Güvenli bağlanmış çocuk, annesinin yardımıyla önceki güvenli bağlanma temelinde eğitimci ile arasında bir duygusal bağ oluşturmaktadır. 

Annenin herhangi bir stres durumunda geri geleceğinin farkındadır. Bu arada eğitimcide onun için güvenir bir kişi olmuştur artık. Güvensiz bağlanan bir çocuk ise, ilk önce ayrılma gerçekleştiğinde buna tepki vermemektedir. Oysaki çocukta ayrılma korkusu mevcuttur. Fakat bu korkuyu belli etmemektedir. Aslında bu çocuklar için ayrılma korkusu büyük bir stres kaynağıdır. Bunu bir türlü ifade edememektedirler. Çocuğun yeni ortama ve gruptaki çocuklara uyum sağlaması ve eğitimcisine güven bağı kurması çocuğun gelişimi üzerinde önemli bir rolü vardır. Sağlıklı olarak gerçekleşen uyum sonucu; çocuğun gruptaki çocuklarla ve eğitimciyle etkileşime girmesi ve iletişim kurması, kendini güvende hissettiğinde çevreyi keşfetmeye başlayacak ve yeni şeyler öğrenme başlayacaktır. Çocuğun kreşe geçiş sürecinde zamana ihtiyacı vardır. Güvendiği kişiyi birden kaybetmesi, korkularının artmasına sebep olur. Endişe ve korku duyan bir çocuğun kreşteki gelişimini destekleyen etkinliklerden fayda görmesi ve yeni bir şeyler öğrenmesi söz konusu olamaz (Grossmann ve Grossmann, 1998).

Kreş/Anaokuluna alışma sürecindeki rol oynayan aktörler

Hem ebeveynin hem de çocuğun alışma sürecinde olumsuzlukla karşılaşmamaları için plan ve program yapılmasının önemi vurgulanmaktadır. Alışma süreci önceden aile ve eğitimciler tarafından planlanması gerekir. Kreş veya anaokulunda çalışan eğitimciler arasında yeni gelen çocuğun alışma sürecine kimin eşlik edeceği önceden belirlenmelidir. Çünkü ilk etapta bir eğitimci ile çocuğun duygusal bir bağ geliştirmesi için imkan verilmesi sağlanmalıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken alışma süreci sağlıklı olarak başarıldıktan sonra, çocuğun duygusal bağ geliştirdiği eğitimcinin hasta olması, izinli olması çocuğun tekrar kreş veya anaokulunda güven duyduğu, stres ve korku durumlarında sığınacağı güvenli bir limanın yok olması anlamına gelmektedir. 

Bunun önüne geçmek için, diğer eğitimcilerin de alışma sürecinden sonra yeni gelen çocuğa yakınlaşmaları ve güvenli bir bağ geliştirmeleri faydalı olacaktır. Çünkü çocuğun gönderdiği sinyallere duyarlı karşılık veren ve onunla etkileşime giren kişilere bağlanması zamanla çeşitlenecektir. Alışma süreci her çocuk için farklıdır. Bu süreç her çocuk için bireysel olarak planlanmalıdır. Çocuğun, herhangi bir stres durumunda eğitimciye gitmesi sağlanmalıdır. Fakat anne her durumda erişilebilir olmalıdır. Bu ilk yapılan denemede başarı sağlanmazsa; çocuk eğitimci tarafından teselli olmuyorsa; annenin çağrılarak duruma müdahale etmesi istenmektedir. Alıştırma sürecinde eğitimcinin görevi çocuğun gelişimini ve davranışlarını gözlemlemek ve onun gönderdiği sinyallere duyarlı bir şekilde karşılık vermektir (Cantzler, 2008).

Berlin Modeli

Laewen ve diğerleri (2003), tarafından öncelikli olarak 0-3 yaş arası çocukların kreşe alışmalarını kolaylaştırmak için geliştirilen bu model zamanla anaokulu alanında da kullanılmaya başlanmıştır. Bu modelde her çocuğun alışma süreci onun ebeveyni ile olan bağlanma ilişkisine, mizacına, yaşına ve eğitimcinin davranışlarına bağlıdır ve alışma sürecinin her çocukta farklı olacağı belirtilmektedir. Berlin modelinde ebeveynlerin alışma sürecine eşlik etmesi esastır ve çocuğun yeni çevreye, eğitimcisine aşina olması ve uyum sağlaması hedeflenmektedir. Model birkaç evreden oluşmaktadır. Çocuğun bu modelle adım adım kreşe/anaokuluna adaptasyon sağlaması ve eğitimcisine alıştırılması hedeflenmektedir.

Berlin Modelinin Evreleri

Kayıt ve görüşme evresi: Kayıt işleminin gerçekleşmesinden sonra ebeveyn ile çocuğun kreşe alışma sürecine eşlik eden eğitimci arasında kapsamlı bir görüşme yapılır. Bu görüşmede, çocuk hakkında örneğin, beslenme ve uyku alışkanlığı, mizacı, oyun davranışları gibi bilgiler ele alınmaktadır. Ebeveyne model anlatılır ve bu süreçteki rolü hakkında bilgi verilir.

Temel evre: Ebeveyn çocukla birlikte üç gün boyunca kreşi ziyaret eder. Bir saati geçmemek şartı ile ebeveyn kreşteki grupta çocukla beraber kalır. Eğitimci bu arada çocuğu gözlemler ve onunla iletişime geçmeye ve onu ara sıra oyuna dâhil etmeye çalışır. Burada çocukla iletişime geçmede genellikle bir obje kullanılmaktadır. Annenin rolü burada pasiftir. Ebeveyn çocuğa yanında olduğunu hissettirir, ona güven verir ve çocuğun gruptaki oyunlara katılması için zorlamaz.

İlk ayrılık evresi: Dördüncü günde ebeveyn çocukla beraber tekrar kreşe gelir. Annenin rolü bu evrede de yine pasiftir. Eğitimci çocukla iletişime geçmeye çalışır ve onu grup aktivitelerine katmaya çalışır. Bu evrede ilk olarak ebeveyn çocuktan ayrılır. Ebeveyn sadece 30 dakikalığına gruptan ayrılır. Fakat ihtiyaç halinde çağrılmak üzere kreşin başka bir odasında bekler. Bu evrede, çocuğun ebeveynin ayrılmasına verdiği reaksiyon, onun alışma sürecini belirlemektedir. Burada iki aşamadan; (a) kısa süren alışma süreci ve (b) uzun süren alışma sürecinden söz edilmektedir. (a) Çocuk ebeveynin ayrılmasına çok büyük bir reaksiyon göstermiyorsa veya ağladığı zaman gruptaki eğitimci tarafından kolayca teselli edilebiliyorsa, alışma süreci beş veya altı gün içerisinde başarıyla sonlandırılmaktadır. (b) Çocuk ebeveynin ayrılmasına büyük bir reaksiyon gösteriyorsa, onun arkasından gidiyor ve eğitimci tarafından bir türlü teselli edilemiyorsa, alışma süreci çocuğun ayrılıklara vereceği tepkilere göre iki veya üç hafta sürmektedir.

Dengeleme evresi: Ebeveynin çocukla vedalaşması daha sık ve uzun olur. Eğitimci, çocuğun bakım ihtiyaçlarını anne gittikçe kendi karşılar (Yemek yedirme, altını değiştirme gibi).

Bitiş evresi: Çocuk ve eğitimci arasında duygusal bir bağ gelişmiş ve güven ortamı sağlanmışsa çocuk ebeveynin gruptan ayrılmasına aşırı reaksiyon göstermiyorsa veya gösterse bile eğitimci tarafından çabucak teselli edilebiliyorsa süreç sonlandırılır. Ebeveynin kreşte kalmasına artık gerek duyulmamaktadır. Fakat ebeveyne her hangi bir durumda erişimin kolay olması gerekmektedir (Laewen ve diğerleri, 2003).

PAYLAŞIM PSİKOLOJİ

İyi bir çocuk yetiştirmek için dikkat edilmesi gerekenler.

Bebeğinize dokunun, gülümseyin

Bebekler ilgi ve sevgiyle büyümelidir. Bebeğe dokunmak, konuşmak, gülümsemek, ağladığında yanında olmak gerekir. Çocuğun zihinsel, sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimi desteklenmelidir. Duygusal ve sosyal paylaşımlar, iyi eğitim, zihinsel ve fiziksel aktivite çocuğun kendini güçlü ve iyi hissetmesini sağlayacaktır. Yapabileceği aktiviteleri kendi başına yapmasına izin vermek çocuğun motivasyonunu ve kendine olan güvenini artıracaktır.

Sadece temel ihtiyaçları için yanında olmayın

Çocuğun sadece temel ihtiyaçlarını gidermeye yönelik ebeveyn olunmamalıdır. Oyun, çocuğun kendini ifade edebildiği, yeteneklerini ortaya koyup, geliştirebildiği, duygularını paylaşabildiği alandır. Bunun için sık sık çocuklarla oyun oynanmalıdır. Çocuk ile kaliteli zaman geçirmek, iyi aile ilişkileri, çocuğun aitlik duygusunu güçlendirmektedir. Zevk aldığı aktiviteler keşfedilmeli, onunla gülerek, eğlenerek keyifli zaman geçirilmelidir. Tablet, televizyon, bilgisayar gibi araçları kısıtlayarak çocukların ilgi ve becerileri takip edilmelidir. Yaratıcılıkları desteklenmeli, yeteneklerine göre branşlara yönlendirilmelidir.

Kendisini ifade etmesine izin verin

Çocuklar azar, tehdit, eleştiri olmadan dinlenmelidir. Çocuğa birey olarak değer veren ve onu anlayan, dinleyen ebeveynler olunmalıdır. Çocuğun kendini ifade etmesine izin verilmelidir. Aşırı koruyucu davranmadan, çocuklar bireyselliğe teşvik edilmelidir. Aşırı koruyucu davranışlarla çocuk büyüdüğünü hissedemez. Kendi kendine başarabildiğini hissetmek çocuğun özgüven ve değer duygusunu artırmaktadır.

Ona kılavuzluk edin

Çocuğun üstesinden gelemediği bir sorun varsa, ona bu sorunlarla nasıl baş edebileceği anlatılmalı ve kılavuzluk edilmelidir. Çocuk davranışlarda ebeveynleri rol model almaktadır. Hayal kırıklıkları yaşayabileceği ve bunlarla baş etmesi gerektiği öğretilmelidir. Ebeveynlerinden gördüğü tutum ve yaklaşımları çocuk zamanla benimseyecektir. Çocuğa yaklaşımda olumlu tutumlar ve duygular göstermek onun bu duygu ve tutumları benimseyerek davranmasını sağlayacaktır.

Akademik hayatı ile yargılanmamalı

Çocuğun akademik hayatı da gelişimi için önemlidir. Çocuğun kişiliği ve yapabilecekleri iyi değerlendirilmeli ve çocuktan beklentiler buna göre ayarlanmalıdır. Sadece akademik başarısına göre çocukların zekası değerlendirilmelidir.

Kendinizi de eğitin, yeniliklere açık olun

Çocuğun ergenlik öncesi ve ergenlik döneminde yaşanabilecekleri hakkında bilgi edinmek bu kriz dönemleriyle daha iyi baş edilmesini ve ergenin bu dönemleri daha kolay atlatmasını sağlayacaktır. Çocuğa her zaman güvenebileceği, paylaşabileceği bir sırdaşı olduğu gösterilmelidir. Yeni nesillerin getirdiği farklılıkları ve yenilikleri anlamaya çalışarak iletişim güçlendirilmeye çalışılmalıdır.

Ebeveynlerin ruh sağlığı çocuğa da yansır

Anne ve baba arasında yaşanan sorunlar çocuğa yansıtılmamalıdır. Bu durumları ebeveynler kendi aralarında çözebilmelidir. Kendini sağlıklı, mutlu, huzurlu hisseden ebeveyn, bunu çocuğa da yansıtır. Stresli olunan dönemlerde sevilen aktivitelerle rahatlama sağlanmalıdır. Anne ve babanın psikolojik sağlığının çocuğu psikolojik sağlığını da etkilediği unutulmamalıdır.

Uz. Psk. Özge Merve Türk

Akran Zorbalığı

Akran zorbalığı; çocuk ve ergenlerin benzer yaş grubu çocuk ve ergenlerden fiziksel, duygusal ve cinsel olarak maruz kaldıkları kötü muamelelerin genel adıdır. Zorbalığa maruz kalan çocuklar yaşadıkları olayları ebeveynleri ve öğretmenlerine anlatamıyorlarsa, yardım almaları oldukça gecikir ve uzun süre travmaya maruz kalabilirler. Zorbalığın anlaşılması her zaman kolay değildir. Bazen çocuklar kendilerine inanılmayacağı, alay edileceği, anne babanın suçlayabileceği düşüncesi veya zorba çocuğun bastırma ve korkutması sebebi ile yaşadıklarını anlatamayabilirler. Bu durum önlem alınmasını engellediği gibi zorbalık yapan çocuğa da cesaret verir. Aynı zamanda zorbalığın uzun sürmesine ve yeni rahatsız edici davranışlar eklenmesine de neden alır. Zorbalığı yapan tek bir çocuk olabileceği gibi grup olarak da zorbalık yapılabilir. Grubun sosyal etkisi daha fazladır ve zorbalığa uğrayan çocuk daha zor anlar yaşar. Akran zorbalığı çok farklı şekillerde karşımıza çıkabilir.

Alay etme, dalga geçme, aşağılama; çocuğun akademik başarısı, fiziksel özellikleri, sosyal konumu, kılık kıyafeti, dili, dini ve ekonomik durumu gibi herhangi bir nedenle alaya maruz kalmasıdır. Hangi sebeple olursa olsun bu durum kabul edilemez ve maruz kalan çocukta travmatik etki oluşturur.

İsim ve lakap takma; en sık rastlanılan zorbalıklardan biridir isim ya da lakap takma tamamen karşı tarafı aşağılama, küçük düşürme amaçlı bir davranıştır. Çocuk bundan rahatsızlık duydukça daha fazla üzerine gidilir. Burada en zedeleyici olan ise çocuğa karşı cins ismi takma yani cinsiyeti ile dalga geçmektir.

Korkutma, tehdit etme; sindirme amaçlı tehdit etme ve korkutma yapan kişiye maddi bir çıkar sağlasın veya sağlamasın zorbalık olarak adlandırılır. Korkutulan çocuk farklı amaçlarla emir eri gibi kullanılır. Bazen çocuk maddi olarak sömürülür. Para, sahip olduğu eşyalar veya kıyafetleri elinden alınır.

Kızdıracak eylemler yapma; çocuğun kızacağı her türlü eylem ve sözle sataşma da zorbalığa girer. Burada amaç kızdırmak ve rahatsız etmektir. Zorbalığa maruz kalan çocuk kızdıkça zorbalık yapan çocuk bundan keyif alır ve yapmaya devam eder.

Fiziksel şiddet uygulama; şiddet sindirmenin en kestirme yoludur. Böylelikle çocuk korktukça zorba çocuğun istediği şeyleri kolaylıkla yapar.

Cinsel söz ve eylemler; çocuğu cinsel söz ve eylemlerle her yaş grubunda çocukta görülebilecek bir zorbalık şeklidir. Dokunarak veya jest ve mimiklerle çocuk rahatsız edilir. Ailesi ve kendisi ile ilgili cinsel içerikli söz ve içerikler kullanılır. Başka çocukların yanında bu duruma maruz kalmak yaşanan utançla birlikte travmatik etki daha da zedeleyici hale gelir.

Akran zorbalığına iki yönden bakmakta fayda vardır. Birincisi zorbalığa maruz kalan çocuk ve oluşan duygusal sorunlar, ikincisi ise zorbalık yapan çocuk ve onun bu davranışının / davranışlarının duygusal ve sosyal sebepler. Burada unutulmaması gereken her çocuk akran zorbalığına maruz kalabilir. Ancak bazı çocuklar akranlarına göre daha fazla risk grubundadır. Özellikle kendini savunmada güçlük çeken, çekingen, içe dönük, sözel ifade becerileri zayıf olan çocuklar diğer çocuklara oranlara daha kolay zorbalığa uğrayabilir. Bu çocuklar hem zorbalık yapan çocuğa karşı koymada güçlük çeker hem de ailelerine anlatmakta zorlanırlar. Ayrıca kaygı bozukluğu, tik bozukluğu, depresyon gibi herhangi bir psikiyatrik bozukluğu veya öğrenme güçlüğü gibi problemleri olan çocuklar zorbalığa uğramada en yüksek risk grubundadır.

Öğrenme güçlü sebebi ile akademik başarısızlığı olan çocukların ders notları ile ve yine bedensel bir özrü çocukların özrü ve engeli ile alay edilmesi, dalga geçilmesi, engelinin taklit edilmesi zorbalığa maruz kalan çocuklar için oldukça yıpratıcı olmaktadır.

Tikleri olan çocuklar bu konuda en sıkıntılı grubu oluştururlar. Tikler dışarıdan kolayca fark edildiği için zorbalık yapan çocuk tarafından taklit edilirler. Amaç çocuğu kızdırmak ve onunla dalga geçmektir. Çoğu kişi tiklerin istemli yapıldığını ve isterse kişinin bunu engelleyebileceğini düşünür. Oysa tikler tamamen istemsiz oluşan hareketlerdir. Kişi bu tekrarlayan hareketleri istese de engelleyemez ve alay ve taklit edilme ile tikler daha da artabilir.

Zorbalığa maruz kalan çocuk her çocuk az ya da çok bundan etkilenir. Çocukta oluşan etkinin derecesini belirleyen faktörler, çocuğun duyusal özellikleri, zorbalığa maruz kalınan süre, zorbalığın çeşidi ve şiddetidir. Hassas, kırılgan, naif ve narin, kaygılı, depresif yapıda ki çocuklar diğerlerine göre daha fazla etkilenir ve etkinin derecesi yine diğerlerine göre daha fazladır. Zorbalık hemen anlaşılmış ve müdahale edilmişse etkilenme derecesi hafif düzeyde kalır. Grup halinde yapılan zorbalık ise daha zedeleyici etki bırakır.

Zorbalığa maruz kalan çocukta ruhsal özelliklerine göre farklı psikiyatrik sorunlar gözlenebilir. Bunların başında uyum ve kaygı bozuklukları, depresyon gelir. Öğrenme ve dikkat sorunları, akademik başarısızlıklar, gece ve/veya gündüz idrar ya da dışkı kaçırma rastlanılan diğer sorunlardır. Zorbalığa bağlı gelişen en temel kaygı bozukluğu ebeveynden ayrılma kaygısı ve travma sonrası stres bozukluğudur. Okulda kendini güvende hissetmeyen çocuğun ebeveyne bağımlılığı artar. Okula gitmek istememeye başlar ve okul fobisi gelişir. Daha küçük çocuklarda evden dışarı çıkmak istememe, aşırı korkular şeklinde kendini gösterebilir.

Zorbalığa maruz kalanlar çocukların yanında zorbalığı yapan çocuklarda ele alınmalı ve tedavi edilmelidir. Zorbalık yapmakta çoğunlukla bir ruhsal sorun belirtisidir. Bu çocuklarda dürtü kontrol bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, karşıt gelme bozukluğu gibi davranış sorunları gözlenebilir. Daha önce zorbalığa maruz kalmış ve sosyal uyum sorunu yaşayan çocuklar zorbalık davranışı sergileyebilir. Diğer yandan aile dinamiklerinde ki düzensizlikler, kaotik aile yapısı, ebeveyndeki davranış sorunları çocukta bu davranışın gelişmesine sebep olabilir.

Zorbalığa maruz kalan ve zorbalığı uygulayan çocuklar mutlaka ele alınması gereken çocuklardır. Acil ve ilk yapılması gereken zorba davranışın durdurulması/sonlandırılmasıdır. Zorbalık eylemi durdurulmadan olaya müdahale etmek mümkün değildir.

Zorbalığa uğrayan çocuğa okul ve aile güven vermeli, süreçte yanında olduklarını ifade etmeliler ve kendisine her türlü desteği vereceklerini söylemelidirler. Ancak bu şekilde çocuğun gerginliği azaltılabilir ve sonrasında olabilecekleri aile ve okul ile paylaşması sağlanabilir. Zorbalığa maruz kalan çocuklar mutlaka psikiyatrik değerlendirmeden geçmeli ve gerekli görülmesi durumunda destek almaları sağlanmalıdır.

Zorbalık yapan çocuklarda yine psikiyatrik değerlendirmeden geçmeli ve uygun desteği almaları sağlanmalıdır.

PAYLAŞIM PSİKOLOJİ

Gülşen YILDIRIM Çocuk Gelişim Uzmanı, Oyun Terapisti, Aile Danışmanı

Çocuğunuz Utangaç Ise Önce Kendinizi Sorgulayın.

Ebeveyn Modeline Dikkat!

Temelinde tenkit, alay, küçümseme, kıyaslama ve hatta şiddet bulunan ‘yıkıcı iletişim’ biçiminin, çocuğu utangaçlığa ittiğini söyleyen uzmanlar, anne ve babanın önce kendi tavırlarını sorgulaması gerektiğini belirtiyor. “Yıkıcı iletişimi seçen anne-babaların dikkati sürekli olarak çocuğun hatalı davranışlarına odaklıdır. Çocukların yaptığı olumlu davranışlar üzerinde durmazlar. Örneğin; çocuk sınavdan 3 kez iyi not aldığında ‘aferin’ demez ama 1 kez kırık not alınca hemen kızıp eleştirir. Utangaçlığı tetikleyen anne –baba modellerini ise şöyle sıralayabiliriz:

1. Koruyucu Anne-Baba Modeli

Çocuk adına her şeyi kendi yapan anne-babadır. Çocuğa davranış tarzları ‘Tutma düşürürsün, dokunma kırarsın, koşma düşersin, dışarı çıkma üşürsün, oynama terlersin, yabancılara yaklaşma sana kötülük ederler…’ gibidir. Bu anne-babaların bazılarında korkulu-kaygılı kişilik özelliklerine rastlanır.

2. Baskıcı Ve Otoriter Anne-Baba Modeli

Çocuğa fırsat vermeyen, her davranışını kontrol edip istediği kalıba sokmaya çalışan anne-baba modelidir. Çocuğun hiçbir konuda fikri sorulmaz, doğruyu yanlışı bilmeyeceği düşünülür ve anne-baba onun adına karar verir. Çocuk ayrı bir birey olmaktan ziyade anne-babanın bir uydusudur. Çocuğa dayak atma ve ağır cezalar verme gibi davranışlar gözlemlenir.

3. Yargılayıcı Ve Eleştirel Anne-Baba Modeli

‘Beceriksizsin, başarısızsın, kardeşin senden daha güzel yapıyor, arkadaşın senden daha başarılı sen onun gibi güzel yapamıyorsun…’ gibi söylemlerin hakim olduğu ve çocuğu sürekli eleştiren, kıyaslayan, aşağılayan anne-baba tutumudur.

4. Sevgisiz, Ilgisiz Anne-Baba Modeli

Bu anne ve babaların çocukları odasında kendi başına, ortamlarda ilgisiz, sevgisiz, onaysız (aferin, bravo gibi) bırakılır ve çocuk dikkatini çevreye ve kişilere çekecek uyaranlardan yoksun kalır. İçine kapanır, sosyal yönü gelişmez. Bizim ülkemiz gibi bazı ülkelerde, kültürlerde ailelerde, utangaç ve çekingen kişiliğin (usluluk terbiyelilik, efendilik, uysallık gibi) olarak değerlendirilip onaylanması da utangaç kişiliğin nedenlerindendir. Bunun yanı sıra çocuklardan güçlerinin üstünde performans beklemek çekingenlik yaratır. Mükemmeliyetçi öğretmenler ve anne-babalar çocuklara kendilerini eksikli yetersiz hissettirirler. Bir diğer önemli neden ise yetişkinlerin tutarsız davranışlarıdır. Çocuğu önce öpüp severken 1 dakika sonra kızmak; doğru denilen bir şeye bir başka zaman yanlış demek gibi tutumlar çocuğun kendisine ve ailesine olan güvenini yok eder.”

Utangaçlığı Aşmak Için Anne Ve Babalara Düşen Görevler

  1. Öncelikle ebeveynler utangaçlık sorunu önemsemeli. ‘Nasıl olsa küçük daha, büyüyünce değişir’ diyerek utangaçlık temelinin pekişmesine engel olmalı. Gerekeni yapmalı sonuç alamazsa profesyonel bir yardım almalı.
  2. Utangaç çocukla olumlu iletişim kuran bir anne-baba modeli benimsenmeli. Olumlu iletişim çocuğun doğru yaptıklarına odaklanmaktır, sevgi ve ilgi gösterip ona karşı sabırlı olmaktır.
  3. Çocuklara sorumluluklar verilmeli, deneme yanılma yoluyla tecrübe kazanmasına zemin hazırlanmalı, bu şekilde çocuğun kendi güvenini artırmalı.
  4. 3 yaşından itibaren çocuk okul öncesi eğitim kurumlarına gönderilmeli.
  5. Çocuğa oyun, arkadaş ortamları sağlanmalı ve ne yapacağına dair direktiflerden uzak durmalı.
  6. Girişken ve sosyal olması için baskı yapmamalı ve sosyal faaliyetler içeren etkinliklerle ilgisini çekmeye çalışmalı.
  7. Başkalarının yanında çocuğun utangaç olduğundan bahsetmemeli aksine başarılı yönleri dile getirilmeli.
  8. Kardeşler arasında ayrımcılık yapılmamalı. Çocuklar birbirileriyle rekabete sürüklenmemeli, birinin yapabildiği bir başarı karşısında diğerinin yapamadığını vurgulayan kıyaslamalardan uzak durulmalı.

Kim Psikoloji Psikolojik Danışmanlık 

Sevilen birinin ya da bir canlının bir daha asla geri dönmeyeceği gerçeği, geride kalan insanın hissettiği en büyük çaresizlik durumu olarak kabul edilebilir. Bu durumu kabul etme ve yas tutma sürecinin şiddeti kişiden kişiye değişebileceği gibi, bu gerçeği öğrendiklerinde verecekleri tepkiler de aynı şekilde farklılık gösterecektir. Bu durum, çocuk tarafından en yoğun şekilde yaşanır. Ölüm haberiyle yüzleşen bir çocuğun tepkileri, çocuğun yaşına, kişilik özelliklerine ve çocuğun ölen kişiyle olan ilişkisinin düzeyine göre farklılık gösterebilir.

Ölüm haberini alan çocuk bu durumu inkar edebilir, giden kişinin döneceğini düşündüğü için kabul etmede güçlük çekebilir, bir başkasını, hatta kendisini bu durumdan sorumlu tutabilir. Daha sonra zamanla kayıptan dolayı öfke yaşamaya, saldırganlaşmaya ve çeşitli uyum ve davranış problemleri göstermeye başlayabilir. Yetişkinlerin sözel yeteneklerinin gelişmiş olması, hissettiklerini daha rahat ifade edebilmeleri, yas sürecinin daha kısa sürede atlatılmasına yardımcı olurken, çocuklarda bu süreç dil gelişimimin tam olarak sağlanamamasından dolayı daha uzun süre sürebilmektedir.

Peki çocuklara ölüm haberini nasıl vermeliyiz?

Sonraki süreçlerin daha sağlıklı ilerleyebilmesi için haberin nasıl verildiği en önemli kısmı oluşturmaktadır. Ölüm durumunda çocuğa bilginin en doğru ve en kısa sürede verilmesi, soru sormasına imkan sağlanması ve bu sorulara mümkün olduğunca dürüst bir şekilde, en sade ve net şekliyle yanıt verilmeye çalışılması çok önemlidir. Yas sürecinin en sağlıklı biçimde tamamlanması için ilk olarak çocuğa haberi verecek kişinin, çocuğun güvendiği ve yanında kendini rahat hissettiği, çekinmeden yanında tepkisini rahat gösterebileceği biri (tercihen anne/baba) olmalıdır. Haberin verileceği yer ise sakin bir yer olmalı, hatta mümkünse açık hava olmalıdır.

Çocuğunuza haberi verirken, ‘gitti, melek oldu, uykuya daldı, o artık bizi yukarıdan izleyecek, bizi duyacak, o hep burada’ gibi cümleler kurmaktan kaçının. Küçük yaştaki çocukların soyut düşünme becerisi henüz gelişmemiş olduğundan bu gibi açıklamalar, sürekli izlendikleri hissi yaratarak kaygı duymalarına yol açabilir. Aynı zamanda çocuğun ölen kişinin uzun bir uykuya yattığını düşünmesi, çocuğun uykudan korkmasına ve uyku problemleri yaşamasına neden olabilir. Bu yüzden mümkün olduğunca ‘öldü, artık yaşamıyor.’ gibi net cümlelerle açıklama yapmaya çalışın.

Ölüm haberine alıştırmak için bitki ve hayvanların doğum ve ölümlerinden bahsederek çocukların ölüm hakkında gerçekçi bir fikir sahibi olmaları sağlanabilir. İnsanların da bir ömürlerinin olduğundan ve ani bir kaza ya da büyük bir hastalık olmadıktan sonra genel olarak yaşlandıklarında onların da hayatlarının sona ereceğinden bahsedilebilir. Bunlardan bahsettikten sonra haberi çocuğunuza verebilir ve ölüm kelimesini artık yaşamıyor olarak tanımlayabilirsiniz. Mesela büyükannesini kaybeden bir çocuğa haber şu şekilde verilebilir: ‘‘Şimdi sana çok üzücü bir haber vereceğim, büyükannen öldü, yani artık yaşamıyor. Yaşarken insanlar nefes alır, yürüyebilir, yemek yiyebilir, konuşabilir, görebilir ve duyabilir, fakat büyükannen artık bunları yapamayacak.’’ Onlara bu haber karşısında üzülmelerinin ve ölen kişiyi geri getirmek istemelerinin çok normal olduğunu, onu zaman zaman özleyebileceklerini söylemek, çocuğun daha sonra bunları deneyimlediğinde söylediklerinizi hatırlayarak size olan güvenlerinin artmasına ve bunun sonucunda acıyı her zaman sizinle paylaşmalarına yardımcı olacaktır.

‘Lütfen ağlama’ demek kadar ‘Birisi öldüğünde herkes ağlar, bu acıyı gösterme yöntemidir onun için ağlayabilirsin’ demek de bazen yanlış olabilir. Ağlamayan çocuğun kendisini suçlu hissetmesine sebep olmamak için, ağlamanın çok normal bir tepki olduğunu anlatmak gibi, ağlamamanın da çok normal bir tepki olduğunu, herkesin hissettiklerini yansıtma şekillerinin farklı olduğunu, ağlamamanın ölen kişiyi sevmeme anlamına gelmediği de mutlaka çocuğunuza açıklayın. Çünkü her çocuk üzüntüsünü açık yollarla gösteremeyebilir.

Ölüm haberini çocuğunuza verdikten sonra birkaç gün süreyle yaşanacak süreci, eve gelecek ziyaretçilerin olacağını, zaman zaman normal günlerden farklı günler yaşayacağınızı fakat bunun geçici bir süreç olacağını anlatmanız çocuğun size güvenmesine ve olumlu bir bakış kazanmasına yardımcı olabilir. Bu süreçte sergilenen olumlu bakış açısı çocuğun yas döneminden daha sağlıklı çıkmasını sağlar.

Ebeveynlerin, yas dönemindeyken günlük hayatlarının akışını ellerinden geldiğince değiştirmemeleri çocuğun bu süreci sağlıklı geçirmesine yardımcı olacaktır. Elbette ki, bu zaman zaman zorlayıcı olabilir ama size yardım eden kişilerden bu konuda size destek vermelerini isteyebilirsiniz. Aşırı yoğun duyguların yaşandığı ortamlara maruz kalmak da çocuklarınızı endişelendirebilir. Çok üzgün olsanız bile, bu dönemde çocuğunuzla bir ebeveyn olarak ilgilenmeyi aksatmayın. Çocuğunuz okul çağındaysa, belli bir süre sonra, okula gitmesine özen gösterin. Çocuğunuz ölen kişiyi özlediği zaman onun bir için resim yapabileceğini, istediği zaman fotoğraflarına bakabileceğini ve o kişiyle olan güzel anılarını paylaşabileceğini çocuğunuza açıklayarak acısını sizinle paylaşmasını ve rahatlamasını sağlayabilirsiniz. Fakat ‘o şimdi bu resmi görecek, sesini duyacak ve çok mutlu olacak’ gibi cümleler kurmamaya özen gösterin. Bunu sadece çocuğunuzun kendisini daha iyi hissetmek için yaptığını ona anlatın. Unutmayın, yas dönemleri yanımızda sevdiklerimiz ve onların destekleri olduğunda daha çabuk atlatılır.

Ölüm deneyimi çocukta, sevdiği herkesin gidebileceği ve sonunda yalnız kalabileceği gibi korkulara neden olabilmektedir. Bu yüzden, sürecin mümkün olan en sağlıklı şekilde atlatılması, çocukta kalıcı bağlanma sorunlarına yol açmamak ve kalıcı hasarlar bırakmamak adına çok önemlidir. Bütün bunlara dikkat edilmesi, çocuğunuzun ve sizin yas sürecini sağlıklı atlatmanıza yardımcı olacaktır.

Psk. Betül Koç

Çocuklardaki o korkuları önemseyin

Korkunun “normalliği” yaş ile yakından ilgilidir. 4-5 yaşındaki çocukların neredeyse dörtte üçü hayalet ve canavarlardan korkarken, 12 yaşındaki çocuklarda bu oran yirmide birine kadar iner. Fiziksel olarak zarar görme korkusu ise tersi bir seyir izler: 4-5 yaş çocuklarda onda bir görülen bu korku 10-12 yaş arasındaki çocukların yarısında görülür. Sosyal kaygılar da yaşla artar; ilkokul çocuklarında ceza alma korkusu daha yaygınken daha büyük çocuklarda eleştirilme ve başarısız olma korkuları daha belirgindir.

Yaş büyüdükçe korkular değişiyor

Sosyal kaygılar da yaşla artıyor. İlkokul çocuklarında ceza alma korkusu daha yaygınken daha büyük çocuklarda eleştirilme ve başarısız olma korkuları daha belirgin hal alıyor. Yaşla “normal” korkuların değişmesinin nedeni çocuğun zihinsel gelişimidir. 9 aylıktan küçük çocuklar yabancılardan korkmazken bu aydan sonra yabancılara karşı korku gelişir. 2-4 yaş arasında hayal gücünün gelişmesi ile canavar korkuları ve küçük hayvanlara karşı korkular belirginleşir. 7 yaşından sonra çocuklar sebep-sonuç ilişkilerini daha iyi kurar. Ergenlerde soyut düşüncenin gelişmesi sosyal kaygıları arttırır.

Normal korkular nasıl kalıcı hale dönüyor?

Bu şiddetlenmenin nedenleri arasında genetik özellikler, ailenin ve çevrenin yanlış modellemeleri, olumsuz yorumları ve aşırı tepkileri, çocuğun başından geçen olumsuz olaylar, çocuğun korkularından kaçmayı öğrenmesi sayılabilir. Bunun tersine, başa çıkma becerileri gelişen, olumlu düşünen çocuklarda korkular çok daha nadir kalıcı hale gelir.

Korkuları olan çocuklara aileler nasıl yaklaşmalı?

Ailelerin çocuklarının korkularını arttırmamaları için öncelikle kendilerinin sakin ve güvenli bir yaklaşım sergilemeleri gerekir. Klinik tecrübeler, korku ve kaygısı olan çocukların özellikle annelerinde de belirgin kaygılar olduğunu göstermektedir. Korkularla başa çıkmanın en iyi yolu, başa çıkma becerilerini öğretmektir. Ancak burada önemli nokta, hazır olmayan çocukları korktukları şeylerle yüzleştirmek için aceleci olmamaktır. Örneğin, sosyal endişeleri olan bir çocuğu hazır olmadan diğer çocukların yanına hemen gitmesi için zorlamak, onun başarısız bir deneyim yaşamasına ve olumsuz düşüncelerinin pekişmesine neden olabilir. Ayrıca çocuk, anne babasını hayal kırıklığına uğrattığını düşünerek ek bir güven sorunu da yaşayacaktır.

Gece terörü ve kabus

Gece korkuları ile uyanan çocuklarda iki güçlü olasılık vardır: gece terörü ve kabus. Bu iki durum birbirinden farklı mekanizmalarla ortaya çıkar. Eğer çocuk uyandıktan sonar veya sabah korkulu deneyimleri hatırlamıyorsa, bu durumu onunla konuşmaya veya hatırlatmaya gerek yoktur. Eğer çocuk hatırlıyor ve soru soruyorsa o zaman rüyaların gerçek olmadığı ancak uyurken bunu ayırt edemediğimiz çocuğa açıklanmalıdır. Rüyanın içeriği kesilmeden dinlenmeli ve çocuğa güven verilmelidir.

Ailenin kendi korkularını çocuğa taşımamaları ve yansıtmamaları için kendi başa çıkma becerilerini arttırması ve olumsuz yorumlardan kaçınması gereklidir. Olumsuz ve aşırı yorumlar, özellikle küçük çocukların anne babalarının söylediklerini tam olarak doğru kabul etmelerinden dolayı çocukta yerleşebilir. Bu olumsuz yorumların temel inançlar şekline dönüşmesi, çocuğun bütün olaylara dair yorumları için olumsuz şablonlar oluşturur. Örneğin, annesi tarafından devamlı rezil olacağı, diğerleri tarafından ayıplanacağı, dışlanacağı söylenen bir çocuk bir olayı olumsuz olarak nitelediği zaman otomatik olarak rezil olduğunu düşünecektir. Bir daha bu hissi yaşamamak için de sosyal ortamlara karşı korku geliştirecek ve uzak duracaktır.

Ne zaman yardım alınmalı?

Korkular çocuğun yaşamını etkilediği zaman yardım alınmalıdır. Çocuğun okul yaşantısını, arkadaşlık ilişkilerini, anne babası ile olan yakınlığını etkileyen, istediği davranışları yapmasını engelleyen ve kaçınmaya yol açan korkular değerlendirilmeli ve gerekiyorsa tedavi edilmelidir.

Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Özgür Öner

Çocuklar genellikle uyumayı sevmezler, uyumamak için çaba sarf ederler. Küçük bir çocuk için uyku ve ölüm kavramları benzerdir. Oysa erken çocukluk döneminde, bebek ve çocukların gelişiminde uyku çok önemlidir. Bebeklik döneminin en büyük zorluklarından biri de, bebeğin uyku düzenidir. İlk aylarda bebekler sıkça uyanmaktadırlar, 1 yaşın sonuna doğru ise nedensiz (herhangi bir sağlık nedeni olmaksızın) gece uyanmaları devam ediyorsa çocuk uyandıktan sonra çocuğa nasıl müdahalede bulunulduğunun fark edilmesi önemlidir. Ebeveyn yaklaşımı (abartılı sevgi göstermek, oyun oynamak, anne babanın çocuğu yatağına alması) çocuğun gece uyanmalarını pekiştirebilir. İlk 6 altı aydan sonra çocuğun oyun, dinlenme, beslenme saatlerinin gündüze çekilmesi önemlidir. Bebeklik döneminde uyku düzeni sağlamak, ileriki dönmelerde yaşanabilecek sorunların daha kolay atlatılmasını sağlayacaktır.

Çocuğun Yaşına Göre Uyku Gereksinimi Ne Kadardır?

Çocuğun yaşına göre uykuya gereksinimi değişmektedir. Özellikle ilkokul öncesi çocuklarda uykunun önemi daha da fazladır. 3-5 yaşında bir çocuk için 13-14 saat iken, 6-8 yaşındaki bir çocuk için 10-12 saattir. Çocuğa düzenli uyku alışkanlığının kazandırılması önemlidir. 4-5 aylıktan başlayarak çocuğun aynı yerde ve saatte yatırılması uyku alışkanlığını kazanılmasını kolaylaştıracaktır. Uyku alışkanlığının kazanılması iki yıldan daha uzun bir süreyi kapsamaktadır. Anne babanın kararlı tutum sergilemesi bu alışkanlığın kazanılmasına yardımcı olacaktır.

Çocuklarda Uyku Problemleri

“Çocuğun Uyku Uyumak İstememesinin Birtakım Nedenleri Olabilir”

  • Kontrol ihtiyacı: Anne babasının baskıcı tutumuna karşı olarak çocuk uyku uymayı reddedebilir.
  • Erken dönemde anne babanın tutumu: Uyku ortamının, saatlerinin sürekli değişmesi, çocuğun kaygısını arttırabilir. Düzensizlik ileriki yaşlardaki uyku alışkanlıklarını etkileyebilir.
  • Annenin yetersizliği veya yokluğu: Bebeğin taleplerini anlayamayan veya bebeğin talepleri karşısında yetersiz kalan, ruhsal sorun yaşayan annenin tutumları da bebeğin uyku alışkanlığını etkileyebilir.
  • İlgi çekme isteği
  • Aile içi şiddet, anne-baba kavgaları: Anne-baba kavgaları çocukta travma etkisi yaratarak korkulara yol açarak uyku sorununa sebep olabilir.
  • Karanlık korkusu: Çocuğun hayal gücü çok güçlüdür. Hayali arkadaşlar, ürkütücü senaryolar kurabilir. Çocuk gerçek ve fantezi arasındaki farkı ayırt edemeyebilir. Yatağın altından canavar çıkacağını, karanlıkta bir şeylerin üstüne doğru geldiğini, kötü insanların onu kaçıracağını söyleyerek uyumaya direnebilir.
  • Kabuslar: 2-5 yaş arasında çocuklarda görülebilir. Çocuk çoğu zaman kabus gördüğünde uyanmaz, uyandığında kabus gördüğünü anımsar, ancak anlatamaz, tanımlayamaz. Çocuklar kötü rüyalar, kabuslar görmemek için de uyumaya direnç gösterirler.
  • Gece Terörü 5-12 yaş arasındaki çocuklarda daha sık görülmektedir. Çocuk gecenin ilerleyen saatinde ağlayarak uyanmaktadır. Nefes almasında sıklaşma, aşırı derecede terleme, büyük bir korku hali, görülmektedir. Ancak sorulduğunda hiçbir şey hatırlamamaktadır. Bu durumun birçok nedeni olabilir. İstenmeyen, korkutan, kaygılandıran bir durum yaşamış olabilir.
  • Özellikle 5-15 yaş çocukları arasında uykuda yataktan kalkma yürüme durumuna sıklıkla rastlanmaktadır.
  • Fiziksel duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması
  • Çocuğun bir hastalığının olması: Çocuğun baş ettiği herhangi hastalık veya ilaç tedavisi görüyor olması da uyku düzenini etkileyebilmektedir.

Uyku Alışkanlığının Kazandırılması İle İlgili Öneriler

Uyku alışkanlığının kazandırılması için anne babanın fikir birliği önemlidir. Anne baba kararlı ve tutarlı olmalıdır. Çocuk başlangıçta uyumak istemeyebilir, tek başına yatmak istemeyebilir. Bu, beklenen bir süreçtir. Bu durum karşısında anne baba paniğe kapılmamalı, kararlı bir duruş sergilemelidir.

Ailenin yaşam düzenine de uygun olarak çocuğun tutarlı bir uyku saatinin olması önemlidir. Bu uyku saati eve gelen misafirler ve yapılan ziyaretlerde mümkün olduğu kadar değişmemelidir. Bebekler uyku düzeni konusunda anne babalarını model alırlar. Anne babası geç saatte uyuyan bir bebek bir süre sonra durumu algılayınca anne babasını model alarak geç uyuma eğilimi gösterebilir. Çocuk uyku saatinde odasına götürülmelidir. Uykuya dalıncaya kadar çocuğa masal ve hikâyeler anlatılması, rahatlatan bir müzik dinletilmesi uykusunun gelmesini kolaylaştırır. Bunun yanı sıra, çocuğu yatağa yatırdıktan sonra günü ile ilgili sohbet etmek çocuğa rahatlatıcı gelebilir. Çocuğun yatmadan önce hareketli oyunlar oynamaması, duygusal gerginlik yaşamaması önemlidir. Ilık bir banyo, loş sessiz bir oda çocuğun rahatlamasına yardımcı olabilir.

Çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanması uykuya dalmasını kolaylaştıracaktır. Çocukla kaliteli zaman geçirmek tüm alışkanlıkların kazandırılmasında olduğu gibi uyku alışkanlığını kazandırılmasında da önemlidir.

Çocuğun Kendi Odasında Uyuması

Çocuğun kendi yatağında uyuması, yalnız başına uyuması bir zaman alabilir. Bu sürede, öncelikle kendi başında uyumasına alıştırmak (anne babayı görememe kaygısı ile uyumakta direniyorsa, kısa aralıklarla onun odasına gidip ona bakacağınızı söylemek uykuya geçişini kolaylaştırabilir). Bir gece anne babanın yanında yatıyorsa diğer gece kendi başına yatmasına teşvik etmek, anne babanın yanına geldiğinde anne babanın çocuğu yatağına geri götürmesi, uyandığında çocuğun kendisini odasında ve yatağında bulması önemlidir. 2 yaşından sonra da çocuk annesi ile yatıyorsa, burada asıl problem çocuğun annesine bağımlı olmasıdır. Bu durumun çözümlenmesi çocuğun ilerde yaşayabileceği sorunların önüne geçilmesi açısından önemlidir.

Uyumak istememesinin nedenlerini araştırmak (korku, yorgunluk, enerji, anne babayı görme isteği vb.), bu nedenlere yönelik çözümler oluşturmak önemlidir. Örneğin, çocuk kötü rüyalar gördüğünü uymak istemediğini söylediğinde, bir süre yanında kalmak veya sevdiği bir oyuncağını vermek çocuğu kaygısının azalmasına yardımcı olabilir.

DOÇ. DR. ADNAN ÇOBAN

Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları

Ergenlik Dönemi, insan yaşamında önemli bir geçiş evresidir. Bu geçiş evresi yalnızca fizyolojik değişimleri değil; duygusal ve psikolojik değişimleri de beraberinde getirir. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler, yetiştirilme tarzı, ebeveyn tutumları, aile öyküsü gibi etkenler ergenlik döneminin nasıl şekilleneceğini gösteren önemli değişkenler arasında yer alır. Ergenlik döneminde, kaygı bozuklukları, depresif bozukluklar, duygu durum bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, davranım bozuklukları, risk alma davranışı (risk içerikli cinsel davranış, ergen gebeliği vb.), madde kötüye kullanımı, yeme bozuklukları en sık gözlenen psikolojik sorunlar arasında yer almaktadır

Ergenlik dönemindeki risk faktörleri; genetik, çevresel ve kültürel etkenlere oldukça duyarlıdır.

Aile öyküsünde bulunan herhangi bir ruhsal rahatsızlığın sonraki kuşaklara aktarıldığı, sonraki kuşaklarda yer alan çocuk ve gençlerin genetik olarak ruhsal rahatsızlıklara daha yatkın olduğu ve bu aktarımın onları görece riske açık hale getirdiği bilinmektedir. Ergenlikte gözlenen hızlı fizyolojik büyüme, bedensel ve hormonal değişimleri içerir. Hormonlar ve metabolizmadaki bu değişimin yanı sıra ergenlikte gözlenen en önemli olaylardan biri de benlik gelişimidir. Kimlik kazanımı, aidiyet, cinsel yönelim konusunda yaşanan çatışmalar, sağlıklı çözümlenmediği takdirde kimlik krizine dönüşebilmekte ve farklı ruhsal sorunlara yol açabilmektedir.

Yalnızca genetik yatkınlık değil; çevresel etmenler de önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. Stres ya da önceki travmalar; kaygı bozuklukları, depresif belirtiler ya da somatik (bedensel) yakınmalar açısından çocuk ve gençleri hazır hale getirmektedir. Kronik hastalıklar ve/veya aile içi tutumlar (aile içi şiddet, ihmal, istismar gibi) da ruhsal sorunları tetikleyen çevresel risk faktörleri arasında yer almaktadır. Düşük sosyoekonomik hayat şartlarında yaşamak, riskli ergen gruplarında yer almak ve fakirlik en önemli kültürel/toplumsal risk faktörlerinden biri olarak düşünülebilir.

Ergenlik Dönemindeki Ruhsal Sorunlara İlişkin Belirtiler ve Öneriler

Ergenlik dönemi, beyin gelişiminin hala sürdüğü bir evredir. Beynin karar vermekten, duyguları yönetmekten ve davranışları ketlemekten sorumlu beyin bölgesi olan frontal lob gelişmeye devam eder. Bu da ergenlerin duygusal çıkışlarını, duygu patlamalarını, risk alma davranışlarını ve verdikleri kararlarda göz ardı ettikleri detayları açıklamada kullanılan en önemli ayrıntıdır. Bu sebeple ebeveynler, çocukların gözlemledikleri farklılıkların bir geçiş evresinde, uyum sağlamaya dönük davranışlar olduğunu unutmamalıdır.

Anne babalar karşılarında fiziksel olarak gelişmiş, hatta yetişkin görünümünde birini görse de ergenlik döneminde hormonal ve zihinsel gelişim devam eder. Hormonal farklılıkla birlikte tetiklenen duygusal değişimler de sürecin bir parçasıdır. Bu dönemde genç, bedeni ve nasıl göründüğüyle ilgili aşırı uğraş halindedir, ayna karşısında saatlerini harcayabilir. Dış görünümün yanı sıra kendi benliğine dair de bir arayış içindedir. Bu arayış; kaygı, öfke, depresif duygu durum şeklinde gözlenebilir. Pek çok anne baba, bu geçiş evresinde “çocuğunu tanıyamadığını” ya da “çocuklarının ondan koptuğunu” hissedebilir. Çocukluk döneminde kurduğu ilişkinin aynı yönde süreceğini düşünebilir. Ancak ergenlik dönemi, kimlik kazanımının gerçekleştiği evredir. Bu evrede pek çok genç, anne babadan ayrışır ve sağlıklı bir kimlik oluşumu için farklı ilgi alanlarına kayabilir: örneğin, okulda sevdiği bir öğretmeni örnek alabilir; sevdiği bir aktör/aktristin davranışlarını taklit edebilir; hoşlandığı bir müzik grubuna özenebilir. Bir gruba dahil olma, aidiyet hissi ergenlik döneminde gençlerin en önemli ihtiyacıdır. Yetiştiği ortamdan, anne babadan ayrışmaya çalışır ve onlara benzememe yönünde hareket eder. Bu evrede pek çok ebeveyn kaygı duyar; ancak bu bir geçiş evresidir ve ergenin sağlıklı şekilde benlik gelişimini tamamlayabilmesi için sağlıklı sınırlara ihtiyacı vardır.

Sağlıklı sınırlar; çocukla olan bağı koparmadan, ona bireyselleşebilmesi için gerekli imkanı sağlar. Anne baba ve çocuk arasındaki iletişimi güçlendirir. “Eve geç gelme” demek yerine “Akşam 8’de ev ol” çok daha sağlıklı bir sınırdır. “O kişilerle görüşmeni istemiyorum” demek yerine “Arkadaşlarını biraz daha yakından tanırsam onlar hakkında daha doğru bilgi edinebilirim” ifadesi, genç ve ebeveyn arasındaki çatışmayı azaltır. Sağlıklı sınırlar oluştururken risk içerikli materyallerden çocuğu uzak tutmak, şiddet eğilimli içeriklere sınır koymak, sağlıklı beslenme ve egzersiz için çocuğu teşvik etmek bir diğer önemli tutumu oluşturmaktadır.

Ergenlik döneminde, ebeveynler arasındaki en büyük zorluklardan biri de hangi davranışın normal, hangisinin sorun davranış olarak algılanması gerektiği üzerinedir. Yineleyici şekilde gözlenen risk alma davranışları (alkol alma, madde kullanımı, riskli cinsel davranış, kendine zarar verme davranışı, intihar girişimi, okul sorunları gibi) anne babaların dikkatini öncelikli olarak çeken sorun alanlarıdır ve yardım alma konusunda çok daha belirgin bir çağrıyı dile getirir. Ancak risk alma davranışları gözlenmese dahi, duygusal olarak ortaya çıkan ciddi değişimler (kaygı, öfke, depresyon gibi) ya da hızlı kilo kaybı (yeme bozukluğu gibi) anne babalar için uyarıcı nitelik taşımalıdır. Bedensel değişimlerin bu kadar hızlı olduğu bir dönemde ergenin kendi bedeniyle ilgili bir şeyleri değiştirme çabası, çoğu zaman ruhsal bir soruna dönüşebilir.

Ani kilo kayıpları, akran grubunun hızlı şekilde değişmesi, alkol/madde kötüye kullanımı, ani duygu değişimleri, şiddet ya da kendine zarar verme davranışıyla beraber gözlenen isyankar tutum destek alma konusunda aileleri hızlı bir şekilde harekete geçirmesi gereken uyarı sinyalleri olarak düşünülebilir. Bu gibi durumlarda bir ruh sağlığı uzmanından destek almak oldukça önemlidir.

Anne babaların kendi duygu durumları (kaygı, stres, depresyon vb.) ile ilgili farkındalığı, çocuklarına olan tutumlarını da olumlu yönde etkilemekte; çatışmayı başlamadan durdurabilmektedir. Her genç, ne yaparsa yapsın anne babasının arkasında olduğunu hissetmek ister. Ebeveynlerin çocuklarına bu duyguyu geçirmeleri, onları yargılamadan ve suçlamadan dinlemeleri kabullenme ihtiyacını karşılayacağından iletişimi iyileştirir.

Öfke anlarında, anne babanın kendisini kontrol etmesi oldukça önemlidir. Bazı durumlarda ise ergenden anne babaya şiddet davranışı görülebilir. Bu gibi anlarda öncelikli olarak ebeveynin kendi güvenliğini sağlaması gerekmektedir. Birinden destek almak ya da ortamdan uzaklaşmak bunlardan biri olabilir. Sonraki aşamalarda, bu öfkeyi tetikleyecek şeyleri fark etmek ve bu konuda çocuğa/ergene empatik yaklaşmak (duygularını anladığını hissettirmek), sorunları ortaya çıkmadan ortadan kaldırmayı sağlayabilir.

Ergenlik Döneminde Gözlenen Sorunların Tedavisi

Ergenlik döneminde gözlenen sorunlara ilişkin aile ve okul ile işbirliği içinde çalışmak oldukça kritiktir. Ruh sağlığı uzmanı, ailenin başvuru sebebine ilişkin alanlarda, kapsamlı bir değerlendirme yaparak bilgi sahibi olur. Bazı durumlarda çeşitli ölçek ve testlerden yararlanır. Bazı durumlarda ise başvuru sebebi, gencin değil ailenin yakınması yönündedir. Değerlendirme ardından gözlenen sorun alanı, sorunun şiddeti, başlangıç süresi ve gencin/ailenin hayatındaki işlevselliğin ne ölçüde bozulduğuna ilişkin uygun bir tedavi planı belirlenir.

Gencin yaşadığı sorunlarla ilgili belirtileri hafifletmek ya da ortadan kaldırabilmek amacıyla medikal tedavi başlanabilir. Her koşul ve durumda, kullanılan ilacın ruh sağlığı uzmanı hekim (psikiyatrist) tarafından reçete edilmesi oldukça önemlidir. Medikal tedavinin yanı sıra ya da medikal tedavi ile birlikte psikoterapi başlanabilir. Ailenin ve ergenin yaşadığı sorunlarla ilgili baş etme becerilerini desteklemek, işlevselliğini ve uyum becerilerini arttırabilmek, belirtileri ortadan kaldırabilmek amacıyla uygun psikoterapi yöntem ve teknikleri kullanılır. Aile, süreç içindeki tutumları ve nasıl davranması gerektiği ile ilgili bilgilendirilir; anne babalara bu kapsamda psikoeğitim verilir.

MADALYON PSİKİYATRİ MERKEZİ

Çocuk psikolojisi ile çocuklarımızı daha iyi tanırız, anlarız. Çocukların davranışlarını her zaman anlamak mümkün değildir. Israr etmek ile işler daha da kötüye gidebilir. Onlar için belki isteklerini sözlere dökmek zordur ya da kendisinin de anlamlandıramadığı istekleri olabilir. “Niye” sorusunun bir cevabı olmayabilir, çünkü birçok etmenin önemi vardır. Hiçbiri tek başına bir “neden” değildir. Çocukların neden böyle davranışlar sergilediğini bilemesek de işe yarayan yöntemler bulunabilir ve çözüme ulaşılabilir.

Çocukların bebeklikten ergenliğin sonuna kadar olan tüm yolculuğunun izini sürer ve bilişsel ve entelektüel gelişimlerini inceler.

Gelişim ve çocuk Psikolojisi geniş bir konudur. Bir bireyin bebeklikten ergenliğin sonuna kadar büyümesini ve her çocuğun diğerinden sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda düşünce süreci ve kişiliğinde nasıl farklı olduğunu anlatır. Bir çocuk zihninin kil gibi olduğu söylenir. Onu nasıl şekillendirirseniz öyle şekil alır. Bu nedenle, çocuğunuzu anlamak tüm ebeveynler için son derece önemlidir. Bir çocuğun zihinsel, duygusal ve davranışsal gelişimini inceleyen bir çalışma alanı çocuk psikolojisi bilimidir.

Ebeveyn için çocuk psikolojisini anlamanın önemi büyüktür. Bireyin yaşamının ilk yılları duygusal, sosyal ve fiziksel sağlığı için çok önemlidir. Bunun yetişkin olarak kişilikleri üzerinde genel bir etkisi vardır. Araştırmalar, ilk yılların beyin gelişiminde de önemli bir rol oynadığını söylüyor. Bireyin hem ebeveynleri hem de dış dünya ile olan erken dönem deneyimleri, gelecekteki fiziksel, bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimini derinden etkiler.
Benzer yaş grubunda çocuğu olan arkadaşlarınıza sorun ve çocuklarının nasıl olduğunu öğrenin. Konuşuyorlar mı, yazabiliyorlar mı, kendi başlarına yemek yiyebiliyorlar mı, yönergeleri uygulayabiliyorlar mı vs. Ergenlik çağındaki bir çocuk durumunda arkadaşlarına okulda nasıl olduğunu, akranlarına ve diğerlerine karşı davranışlarını vb. sorabilirsiniz. Çocuğunuz yaramazlık yaptıysa veya bazı olumsuz davranışlar sergilediyse, bunun nedenini bulmaya çalışın. Bunu yaparak, ebeveyn olarak nerede yanlış yaptığınızı öğreneceksiniz ve bu size ebeveynlik becerilerinizi geliştirme şansı verecek.
iletişim sorunlarını çözmek: çocuk psikolojisi nedir?
Sorular yanıtlandıktan sonra, mevcut olan sorunlara çözümler bulunabilir. Bazen çözüm çok nettir. Okuldaki kabadayılık sona erdirilebilir ya da öğrenme güçlüğü için ekstra yardım alınabilir. Belki de stresli ve yorgun olan sadece anne-babadır. Olumsuz his ve düşüncelerden arınmak için, sakinleşip yardım almak gerekir. İşe yaramazsa, bunun anlamı depresyondur ve kolay başa çıkılabilecek bir durum değildir. Gerçekten işe yarayabilecek yardım kaynakları bulunmalıdır.

Büyüyen ve gelişen çocuk psikolojisi, söylenen ya da tahmin edilenden çok daha karmaşıktır. 

Bu nedenle, bunun için çaba sarf etmemiz elzem hale geliyor. Çünkü hiç kimse doğuştan bir çocuğun tüm ihtiyaçlarını ve zorluklarını mükemmel bir şekilde anlama becerisine sahip değildir. Ebeveynler ve öğretmenler zamanla çocukları nasıl yetiştireceklerini ve eğiteceklerini öğrenirler. Bir çocuğun belirli davranışlarının arkasındaki nedeni, duygularının nasıl çalıştığını veya gelişiminin her aşamasından sonra beyinlerinin nasıl geliştiğini anlamak, modern dünyada öğrenmek için önemli hale geldi.

Ebeveynler bazen aksini düşünse de, çocuklar doğası gereği kuralların takipçisidir. Hayatın erken dönemlerinde, “sobaya dokunma” gibi basit kurallar, dünyada güvenli bir şekilde gezinmelerine yardımcı olan bir çerçeve sağlar. Çocuklar genellikle kurallar ve bu kuralları çiğnedikleri için beklenen ceza konusunda oldukça gerçekçidirler. Kuralları çiğneyenler hakkında uygun değerlendirmeler yapmak, yalnızca söz konusu kuralın bilgisini değil, aynı zamanda verilen kuralın arkasındaki amacın da anlaşılmasını gerektirir.

sorunlarının öncelik sırasını belirlemek: Çocuk psikolojisi nedir?

Sorunlar çok fazlaysa ve nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız en çok rahatsız edenden en az rahatsız edene kadar sorunlarınızı listeleyebilirsiniz. Bu düşüncelerin açıklığa kavuşmasına yardımcı olur. Hepsini tek seferde çözüme ulaştırmak mümkün değildir. İlk olarak sadece bir ya da iki sorun üzerinde odaklanmak gerekir. Diğerlerini de birer birer ele almak ve adımları belirlemek gerekir. Değiştirilemeyecek sorunlar var ise, yapılabilecek iki şey vardır: Onlardan kaçmak ve Onlarla yaşamayı öğrenmek. Çocuklar ya da anne-babada var olan bir özür ve yetersizlik, kaçılamayacak bir sorun olduğundan dolayı, üzerinde konuşmak, onunla başa çıkabilmede faydalı olabilir.

Belki de yapılması gereken savaşmak değil, bununla yaşamayı öğrenmektir.

Çocukluk, değişimlerin çok hızlı gerçekleştiği bir dönemdir. Çocuk fiziksel olarak büyüyor ve bilişsel yetenekler de gelişiyor. Bu süre zarfında çocuk çevreyi aktif olarak manipüle etmeyi ve kontrol etmeyi öğrenir ve ilk olarak toplumun gereksinimlerine, özellikle de mesane ve bağırsakları kontrol etme ihtiyacına maruz kalır. Erik Erikson’a göre, çocuğun çocuklukta üstesinden gelmesi gereken zorluklar inisiyatif , yeterlilik ve bağımsızlığın gelişimi ile ilgilidir . Çocukların dünyayı keşfetmeyi, kendilerine güvenmeyi ve çevrede kendi yollarını çizmeyi öğrenmeleri gerekir.

çözüm bulmak ve çocuk psikolojisi ipuçları

Bazı zamanlarda sorunlara o kadar odaklanır, detaylarla uğraşırız ki, mantıklı yaklaşımlar gösteremeyiz ve gerçekleri göremeyiz. Sonuç olarak başlangıçtan daha kötü bir noktaya gelinebilir. Ayrıca karmaşık sorunların, bazen çok basit çözümleri olabilir. Bir sabah uyandığınızda sorun ortadan kalkmış olsa, sorun olmadan yaşamın nasıl olacağını hayal edebilir misiniz?

  • Ne yapıyor olurdunuz?
  • Sorunun çözülmüş olduğu nereden anlaşılırdı?
  • Kendinizde ne gibi değişikler olurdu?
  • Diğer insanlar hakkınızda nasıl yorum yapıyor olurdu?

Çocuklar özümsemeyi kullandıklarında , yeni bilgileri anlamak için önceden geliştirilmiş şemaları kullanırlar . Çocuklar atlar için bir şema öğrenmişlerse, hayvanat bahçesinde gördükleri çizgili hayvana zebra yerine at diyebilirler. Bu durumda çocuklar var olan şemayı yeni bilgilere uydururlar ve yeni bilgileri var olan bilgilerle etiketlerler. Konaklama ise yeni bilgilerin öğrenilmesini ve dolayısıyla şemanın değiştirilmesini içerir. Bir anne, “Hayır, tatlım, bu bir zebra, at değil” dediğinde, çocuk şemayı yeni uyarana uyacak şekilde uyarlayabilir, sadece biri at olan farklı dört ayaklı hayvan türleri olduğunu öğrenir.

Çocuk Psikolojisi, temel olarak, bireyleri genç büyüme evreleri boyunca etkileyen çeşitli farklı psikolojik unsurların incelenmesini kapsar. 

Doğumdan ergenliğe kadar, çalışmalar genellikle bir çocuk psikoloğunun , bireyin eğilim gösterebileceği mevcut duruma yol açan koşulları anlamasına yardımcı olacaktır . Çocuk psikolojisi, genellikle bir bireyde bebeklik döneminden iki yaşına kadar meydana gelen zihinsel durumu ve değişiklikleri inceler.

Gelen gelişme psikolojisi sağ bebeklikten büyüme sırasında gerçekleşecek fiziksel ve ruhsal değişimler dikkatle incelenir. Sosyal etkileşimler ve değişimler genellikle titizlikle incelenir ve belgelenir, böylece herhangi bir bireyin yaşam döngüsü boyunca bu unsurlar arasındaki bağlantıya ilişkin açıklamalar ve teoriler oluşturulabilir. Optimum sonuçların elde edilmesini sağlamak için genellikle birkaç psikolojik stil uygulaması kullanılır. Çocuk psikolojisi sayesinde çocukların temel psikolojik ihtiyaçlarını anlamak mümkündür. Biyolojik evrelerden duygusal evrelere kadar her şey keşfedilebilir.

Çocukların çevreleriyle etkileşime girmeyi ve onları anlamayı öğrenmeleri, bilişsel yeteneklerdeki dikkate değer artışlar yoluyla gerçekleşir. Ancak bu bilişsel beceriler, çocuklukta meydana gelen değişikliklerin yalnızca bir parçasıdır. Çocuğun sosyal becerilerinin gelişimi de aynı derecede önemlidir – çevrelerindeki diğer insanları anlama, tahmin etme ve onlarla bağ oluşturma yeteneği. Bir çocuğun öğrenmesi gereken en önemli davranışlardan biri, başkaları tarafından nasıl kabul edileceğidir. Yakın ve anlamlı sosyal ilişkilerin geliştirilmesi gerekir. Kendimizi en yakın hissettiğimiz kişilerle geliştirdiğimiz duygusal bağlar ve özellikle bir bebeğin annesi veya birincil bakıcısıyla geliştirdiği bağlar bağlanma olarak adlandırılır.

Aile iletişimi: çocuk psikolojisi egzersizi
Bu egzersiz kısmen çocukla birlikte de yapılabilir. Anne ve baba, çocuğunu bir zaman makinesi ile gelecekte var olan ve sorunların ortadan kalkmış olduğu bir yere götüreceğini söyleyebilir ve o yerde nasıl göründüklerini betimlemelerini isteyebilirler. Anne-baba ya da çocuk hayalindeki unsurları şu anda bulunduğu yerde nasıl gerçeğe dönüştürebilir? (daha çok baş başa zaman geçirme gibi) Anne- baba cevaplıyorsa, çocuğa da aynı soru sorulmalıdır. Sorunun istisnalarını ve var olan an ne kadar kısa olsa da belirleyin ve betimleyin. Bu anlardan mümkün olduğunca çok bulmaya çalışın.
Böyle anların daha uzun ya da daha kısa sürmesini sağlayan etkilerin neler olduğunu gözlemleyin. Bir “parlak anlar” güncesi tutulabilir ve tüm “iyi davranışlar” kaydedilebilir. Davranışlardaki her olumlu gelişme için 10 üzerinden not verebilir, çıkartmalar ya da hatıralık eşyalar ile ödül sisteminizi ilişkilendirebilirsiniz. Her an daha güzel anlar yaşadığınıza dair fotoğraflar da eklenebilir. Bu anların belgelenmesi her iki taraf içinde cesaretlendirici olabilir. Bu günceye bakmak için vakit ayırmak ve diğer aile bireyleriyle paylaşmak keyif verici olabilir.

Çocuk gelişimi teorileri, çocukların çocukluk boyunca nasıl değiştiğini anlamaya ve açıklamaya odaklanır.

Psikologlar ve gelişim araştırmacıları, çocukların gelişirken geçirdikleri süreci ve aşamaları tanımlamak ve açıklamak için bir dizi farklı teori önerdiler. Bu teorilerden bazıları, çocukların belirli bir yaşta ulaştığı gelişimsel dönüm noktalarına veya belirli başarılara odaklanma eğilimindedir. Diğerleri, kişilik, biliş ve ahlaki büyüme gibi çocuk gelişiminin belirli yönlerine odaklanır.

Freud’a göre, çocuklar bir dizi psikoseksüel aşamadan geçerler. Her aşama libidinal bir arzunun tatmin edilmesini içerir ve daha sonra yetişkin kişiliğinde bir rol oynayabilir. Bir çocuk bir aşamayı başarıyla tamamlayamazsa, Freud, daha sonra yetişkin kişiliğini ve davranışını etkileyecek bir saplantı geliştireceğini öne sürdü.
Erickson’un teorisi, doğumdan ölüme kadar tüm yaşam süresi boyunca gelişimi kapsar. Freud, gelişimin 5 yaşına kadar büyük ölçüde tamamlandığına inanırken, Erikson insanların yaşlanmaya ve gelişmeye devam ettiğine inanıyordu.
Davranışsal çocuk gelişimi teorileri, çocukların çevre ile etkileşimleri yoluyla nasıl öğrendiklerine odaklanır. Yirminci yüzyılın başlarında, davranışçılık olarak bilinen düşünce okulu psikolojide yer aldı. Davranışçılar, öğrenme ve gelişimin çağrışımların, ödüllerin ve cezaların sonuçları olduğuna inanıyorlardı.
Olumlu yönleri görmek
Olumlu değişime hazır olunduğuna göre son iki haftada ne gibi olumlu değişiklikler fark ettiğinizi belirleyebilirsiniz. Anne-babalar bu ilerlemedeki rollerinin bilincinde mi? Çoğu anne-baba bunu gözden kaçırır ya da farkına varsalar da çaresiz hissettiklerinden dolayı değişimi başkalarının sağladığını sanırlar. Ancak dikkatlice bakıldığında çocukların daha iyi davrandığı zamanlarda, anne-babanın ekstra zaman ayırması, sınırları açıkça belirlemesi, tutarlı olması ve daha az bağırması ile ilişkilidir. Anne-baba, çocuklarının davranışları üzerindeki ellerinde etkilerinin farkına vardıklarında, kontrollerinin elinde olduğu daha fazla onlar yaratacaklardır.
Suçlamadan kaçınmak
Eleştiri ve suçlama çoğu zaman güçlüklere, üzüntülere yol açar. Bundan kaçınmanın yolu çocuğu değil, davranışı yargılamaktır. “Sen kötüsün” yerine “Birine vurmak kötüdür” demek daha yapıcı olur. Çocuk birine vurmaktan vazgeçebilir ve başka birisi olmaz.

Davranış sorunlarıyla başa çıkmak

Bir çok strateji, sorunları engellemekte, kontrol altına almakta ve olumlu davranışlar ve ilişkileri geliştirmektedir. Çocuklarda bir rahatsızlık olsa dahi, anne-babaların davranışlarını değiştirmesi, çocuklarında davranışlarının değişmesine ve öz saygılarını kazanmalarında çok etkili olmaktadır. Bu uygulamalara ne kadar erken başlanırsa, çocukluk ve ergenlik döneminde daha olumlu sonuçlar elde edilir. Eğer başta yolunda gitmezse, farklı bir yaklaşımdan önce en az iki hafta denenmelidir. Anne-babalar, sıkışıp kaldıklarında ve ne yapacaklarını bilemediğinde yardım istemelidir. Diğer aileler ile bir araya gelip sorunları tartışmak ve deneyimlerini paylaşmak ve sonra yeni olasılıklar denemek işe yarayacaktır.

Pozitif ilişki kurmak – çocuk psikolojisi ipucu
Eleştiri, düşmanca tavırlar ve azarlamanın hiçbir getirisi yoktur. Oyun oynama, çocuğun gelişiminde önemli bir rolü vardır. Çocuğun merkezde olduğu, düzenli oyunlar oynamak gelişimlerine yatırım yapmaktır. Daha yaşça büyük çocuklar ile haftada birkaç kez geçirilen zamanlarda çok getirisi olacaktır. Amaç onların dilek ve gereksinimlerini karşılamak olmalıdır. Çocukların özsaygısının gelişmesi ve iyi bir insan olduğuna inanması için bol bol övgüye ihtiyaç duyarlar. Çocukların ne için övüldüklerini bilmesi gerekir. (senden istememe rağmen benim için bir şey yaptın ve bana çok yardımcı oldun gibi) Memnuniyet sadece sözel değil fiziken de gösterilmelidir. Bazen bir sarılma, saçlarının okşanması ya da sırtını sıvazlamak daha etkili olabilir. Anne babalar genellikle kucaklamaları ve öpücükleri küçük çocuklara yönelik algılarlar. Ancak büyük çocuklarında istendiklerini ve sevildiklerini hissetmeye ihtiyaçları vardır. Arkadaşlarının önünde olmadığı sürece onlarda kucaklanmak isterler.

Ebeveyn rehberi: çocuk psikolojisi ile uyumlu çocuk yetiştirme ipuçları

Gelişim aşamaları içinde, çocuk psikolojisi, fiziksel gelişim çalışması söz konusu olduğunda genellikle büyüme boyutuna odaklanır; bilişsel gelişim için ise odak noktası genellikle hepsi birbiriyle ilişkili olarak kabul edilen anılar, dil ve düşünce süreçlerine dayalı olarak oluşturulan algılar üzerinde olacaktır. Sosyo-duygusal gelişim çalışmasına gelince, ortaya çıkan tepkiler hakkında sonuçlar çıkarılırken iletişim ve duygusal beceriler ana odak noktası olacaktır.

Bir çocuğun hem zihinsel hem de fiziksel olarak nasıl geliştiğini anlamaya çalışırken diğer yönler genellikle sürecin bir parçası olarak kabul edilse de, bu büyümeyi etkileyen biyolojik koşullar, yapılan herhangi bir yargı için çok önemli değildir.

İyi davranışları öğretmek
Özellikle davranış sorunları olan çocuklarda yanlış davranışları değil, doğru davranışları fark edilmeli ve doğru davranışları hakkında yorum yapılmalıdır. Çocuklar hiç ilgi görmemektense olumsuz ilgi görmeyi tercih etmelidir. Ancak bu aradaki iletişimin kopmasına sebebiyet verir. Çocukların iyi davranışları pekiştirilmeli ve övülmelidir. Bu ceza vermekten daha etkili bir yöntemdir. Bazen çocukların kötü davranışlarını görmezden gelmek gerekir fakat istenilmeyecek boyutlara vardığında sınırlar koyulmalı ve ne beklenildiği konusunda açık ve tutarlı olunmalıdır. İyi davranışlar ödülle ilişkilendirilmelidir. Örneğin, “şu anda oyuncaklarını toplamanı istiyorum ama bitirdiğin zaman en sevdiğin çizgi filmi seyredebilirsin” gibi. Küçük çocuklar gözle görülür, pratik ödülleri, yaşça daha büyük çocuklar onların istedikleri hedeflere götürecek puanlarla ödüllendirilebilirler.  Çocuğun ilgisini çekecek bu tür sistemler kurmak yararlıdır.
Sınırları belirlemek
Çocukların sınırları bilmesi ve bu sınırların içerisinde yaşamayı öğrenmesi gerekir. Çocuklara doğru ile yanlışı ayırt edebilmeyi öğretmeli ve davranışlarının sonuçlarının neler olacağı konusunda açık olunmalıdır.
  • Açık olmak

Çocuklara ne yapması gerektiği söylendiğinde kısa ve açık olunmalıdır. Bağırmak yerine ricada bulunmak daha etkilidir. Olumlu ve gerçekçi taleplerde bulunmak gerekir ama çocukların bunlara karşılık verebilmesi için zamana ihtiyaçları vardır. Zaman zamanda uyarı emirleri verilmelidir. “ Televizyonu kapatmak için 10 dakikan var, sonra ödevlerini yapman gerekiyor” gibi.

Bunları yapmayın: çocuk psikolojisi ipuçları
Çocuk işbirliği yapmıyorsa sinirlenmek çözüm değildir. Sesler yükselmeden önce, durup sakinleşmek gerekir. Bağırılması gerekiyorsa da bunun o anda doğru olup olmadığına emin olunmalıdır.  Bağırmak genelde yorulmanın işaretidir. Çocuk güvendeyse de bazen kötü davranışı görmezden gelinebilir. Küçük çocukların dikkati, yapıcı bir etkinlik ile başka yöne çekilebilir.  Önceden yapılmış kurallar ve sonuçları üzerinde anlaşılmalıdır. Kuralların ihlali söz konusu olduğunda öfkelenmeden, sahip oldukları bazı ayrıcalıklara o anda son verilmeli ve neyin niçin yapıldığından emin olmalarını sağlamak gerekir. Uygulamaya geçmeden öncede uyarılabilir ve cezanın uygunluğuna dikkat edilmelidir.
Boş tehditlerde bulunmamak, tutarlı olmak ve onlardan ne beklendiğini anlamalarını sağlamak, olumlu sözcükler kullanmak gereklidir. Ortam fazla gerginleşirse, mola vermek herkesin sakinleşebilmesi için yararlı olacaktır. Çocuğun başka bir odaya gitmesi ve özür diledikten sonra kendisinden yapılması istenileni yapmaya hazır olduğunda geri gelmeleri istenebilir. Bu olana kadarda elinden bazı ayrıcalıklar alınmalıdır. Küçük çocuklarda bunu uzun süre yapmak doğru değildir, maksimum yaşının iki katı kadar dakika yeterli olacaktır.

Çocuklara kurtulmak istenilenin kendileri değil, sorunlar olduğunun mesajını vermek gereklidir. Çocuk reddedildiğini hissetmemesi önemlidir. Bunun için sadece gitmelerini değil, sorunlarını geride bırakıp, gelmeleri söylenmelidir.

size yardımcı olmak için buradayız. Bizimle hemen iletişime geçerek, stres faktörlerini nasıl ortadan kaldıracağınız veya hayatı nasıl kolaylaştıracağınızı planlamaya başlayın.

Yağmur Şimşek Çocuk ve Ergen Psikoloğu

Bir toplumun asıl ruhunu en iyi gösteren şey , o toplumda çocuklara nasıl davranıldığıdır.” Nelson Mandela

 Algısal yetenekler, 

Biliş:  zekanın işleyişiyle ilgili, kognitif(en.cognitive) demektir. Düşünme, öğrenme ve hatırlama süreçlerinin genel adıdır. Bilişsel gelişim ise: bireyin anlamasını ve öğrenmesini sağlayan, zihinsel faaliyetlerdeki gelişimidir. İnsanın doğumdan itibaren kat ettiği bilişsel gelişmeleri konu alır. Nörobilim ve psikolojinin birlikte çalıştığı bir alandır. Bilginin işlenmesi, kaynakları, algısal yetenekler, dil öğrenme ve beyin gelişiminin diğer yönleri hakkında çalışır. Bilişsel gelişim: insanın düşünme ve anlama yeteneği edinme sürecidir. Çocukların dünyayı anlaması, yetişkin birey olana dek düşüncelerindeki değişiklikler ve zihinsel faaliyetlerdeki gelişmeler bu disiplinin odak noktalarıdır. En ünlü ismi Jean Piaget(Jan Piaje)’dir.

Dünyaya geldiğinde hiçbir zihinsel yapıya sahip olmayan çocuk, acaba nasıl yetişkin gibi düşünebilmektedir? Piaget böyle bir soruyla yola çıkmıştır. Ona göre bilişsel gelişimin temel düşüncesini organizmanın çevreye uyum yeteneği oluşturur. Piaget, çevreye uyum sağlayabilmek için, denge – dengesizlik – yeniden denge yani dengeleme sürecini izlediğini savunmuştur. Çocuk aktif olmalıdır. İçsel motivasyon çok önemlidir. Eğitimin en önemli amacı yaratıcı düşünme ve eleştirel düşünme becerisinin kazandırılmasıdır. Piaget’nin bilişsel kuramına yöneltilen bazı eleştiriler: Dönem arasındaki yaş geçişlerinin değişkenliği, gelişim için dengelemenin gerekli olmaması ve biyolojiye çok fazla vurgu yapmasıdır. Klinik yöntemleri de tartışmalıdır. Ona göre zihinsel gelişimi etkileyen faktörler:

  1. Olgunlaşma: Doğuştan gelen refleksler yaşa bağlı olarak amaçlı davranışlara dönüşür. Olgunlaşma gelişimin fiziksel yanıyla ilgilidir.Bireyin bir işi yapabilecek fiziksel özelliklere sahip olmasıdır. Birey olgunlaştıkça zihin gelişimi de paralel bir şekilde ilerler.
  2. Aktif Yaşantı (Deneyim): Uyarıcıların etkisi çevre ile ilgilidir. Alınan her uyarıcı bir başka uyarıcıyla bağlanarak kodlanmaktadır. Deneyim, bireyin dünya üzerinde etkinlikte bulunmaya ve bu eylemlerinin sonuçlarını gözlemesidir.
  3. Toplumsal Etkileşim (Kültürel Aktarım) İçinde bulunulan toplum da kişinin zihin gelişimini etkilemektedir. Piaget, elde edilen şemaların çoğunun sosyal aktarımla oluştuğunu savunur. Toplumsal aktarım, çocuğun anne, baba, komşu, arkadaş, öğretmen gibi çevresindeki insanlardan öğrendikleridir.
  4. Dengelenme: Zihnin dengelenme eğilimi de zihnin gelişimini etkiler. Yeni öğrenilen bilgiler önce dengesizlik doğurur, sonra dengeye kavuşurlar. Denge > Dengesizlik > Denge > Dengesizlik… Organizma gelen yeni bir bilgi ile önceden var olan denge üzerinde bir dengesizlik yaşar. Bu dengesizlik organizmayı yeniden denge kurmaya sevk eder. Böylece alt düzeydeki dengeden üst düzeydeki yeni bir dengeye ulaşılır.

A. PİAGET’NİN ZİHİNSEL GELİŞİM KURAMINDA TEMEL KAVRAMLAR: ŞEMA, UYUM SAĞLAMA, ÖRGÜTLEME.

1. Şema: Dünyayı tanımak için zihinde oluşan algı çerçevesidir. Şemalar, insanın çevresindeki problemleri anlama, çözme yapılarıdır. Şema yeni gelen bilginin yerleştirileceği çerçevedir. Şemalar, sürekli olarak olgunlaşma ve yaşantı kazanma yoluyla değişmeye uğrayıp yeniden organize edilir.Örnek: Koyunları ilk kez gören çocuk “baba köpeklere bak” der. Çocuk koyunun anlamını bilmemektedir. Koyunları kendindeki en uygun şema olan “köpek” şemasına uydurmuştur. Koyunun köpek olmadığını anladığında onun için yeni bir şema oluşturacaktır.Bireyin etrafında algıladığı bir obje, durum veya problemi temsil eden zihinsel yapı ve düşünme örüntüsüdür ve bilişsel bir süreçtir. Piaget’e göre bütün bebekler yaşama, görme, tat alma, dokunma, işitme, yakalama gibi duyusal motor şemalarla başlar. Zihinsel şemaların büyük çoğunluğu çocukluk ve ergenlik yıllarında oluşturulmaktadır.

2. Uyum Sağlama İki şekilde ortaya çıkar:

1.Özümseme: Yeni öğrenilen bir şeyin şemaya yerleştirilmesidir. Karşılaşılan yeni bir olayı, fikri, objeyi kendisinde daha önce var olan bilişsel yapı içine alma sürecidir. Yeni bilgiyi var olan şemaları kullanarak algılamaktır. Örnek: Çocuğun “Deniz atını” bildiği ata benzetmesi.

2.Uyum kurma : Şemayı uydurmadır.  Mevcut şemayı yeni durumlara, objelere, olaylara göre yeniden değiştirme, biçimlendirme sürecidir. Örnek: Koyunları köpek şemasında özümseyen çocuk, koyunlarla etkileşimde bulunduğunda, koyunların köpeklerden farklı olduğunu görür ve köpeklere ilişkin şemayı yeniden düzenler.

3. Organize Etme(örgütleme): Çocuk için yeni olan her şey bilişsel dengeyi bozar, özümseme ve uyum süreçleri ile bu denge yeniden kurulur. Böylece keşfetme ve anlama sürecine bağlı olarak davranışlar yeniden organize edilir.Örgütleme, organizmanın içinde bulunduğu sistemi korur ve geliştirir. Ayrıca ilerleyen süreçte tekrar kullanılmak ya da yeni bilgi kazanımını sağlamak üzere, bilgileri birbirleriyle olan bağlantıları, farklılıkları ile bir bütün haline getirir.

B. PİAGET’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI’NA GÖRE BİLİŞSEL EVRELER

1. DUYUSAL HAREKET(MOTOR) 0-2 YAŞ:

Kendi içinde üç dönemde incelenir. a.Birinci Döngüsel (devresel) Tepkiler (0-4 ay)b. İkinci Döngüsel (devresel) Tepkiler (4-12 ay) c. Üçüncü Döngüsel (devresel) Tepkiler (12-24 ay)

  •  Taklit, bellek ve düşünmeden yararlanmaya başlama
  •  Nesnelerin saklandıklarında yok olmadıklarını anlamaya başlama
  • Tepkisel davranışlardan amaçlı davranışlara geçme, dairesel hareketlerde bulunma.

2. İŞLEM ÖNCESİ 2-7 YAŞ

  • Derece derece dil gelişimi ve sembolik biçimlerde düşünme yeteneği
  • İşlemleri tek bir yönde mantıki olarak düşünebilme
  • Bir başkasının görüş açısından bakabilmede güçlük çekme
  • Birlikte monologlar ve paralel oyunlar oynama

İşlem öncesi dönem sembolik ve sezgisel özelliklere sahiptir. İki aşamada gerçekleşir:

1. Sembolik: dil gelişiminin en yoğun olduğu evredir. Nesnelerin yanı sıra semboller gelişir. Çocuklar çevrelerindeki olayları ve varlıkları kendilerine özgü sembollerle taklit ederler. Nesneleri yalnızca tek bir özelliklerine göre sınıflandırabilirler. Belirli bir sıra ya da dizide verilen nesnelerin eşlerini aynı sıraya koyabilirler. Ancak tersinden sıralamaları istendiğinde başarılı olamazlar.

2. Sezgisel: Sembolik düşünme devam eder. Ancak düşünme biçimleri tek yönlüdür. Nesne ya da işlemleri bütün olarak akıllarında tutamazlar. Dolayısıyla tersine düşünemezler. Örneğin, kendilerine belirli bir sırada verilen nesnelerin eşlerini aynı sıraya koyabilirler. Ancak nesneleri tersine sıralamaları istendiğinde başarılı olamazlar. Döneme sezgisel denmesinin nedeni ise çocukların birçok konuda kendilerinden emin gözükmelerine karşın, emin olduğu konuları nasıl bildiğinin farkında olmayışlarıdır.

3. SOMUT İŞLEMLER 7-11 YAŞ

  • Somut problemleri mantıklı bir biçimde çözebilme
  • Koruma yasalarını anlama, sınıflama ve diziler oluşturma
  • Tersine dönüşebilirliği anlama
  • Kuralları izleme

4. SOYUT İŞLEMLER 11-15 YAŞ

  • Soyut problemleri mantıklı bir biçimde çözebilme
  • Dü şünmenin daha bilimsel bir düzeye ulaşması
  • Sosyal konular ve kimliğe ilişkin ilgiler geliştirme

 JEROME BRUNER’İN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI

Bruner’e göre bilişsel gelişim, tepkilerin uyarıcıdan bağımsız hale gelmesidir. Gelişim, bilgiyi işleme ve depolama süreçlerinin gelişimine bağlıdır. Bilişsel gelişim için sistemli bir öğretici öğrenici etkileşimi gereklidir. Bilişsel gelişimde dil önemli bir rol oynar. Bilişsel gelişim üç dönemde incelenir:

  1. Eylemsel dönem (0 – 3 yaş): Eylemsel evrede çocuk nesnelerle doğrudan etkileşerek,başka bir anlatımla yaparak,yaşayarak öğrenilir.Örneğin yürümeyi ya da bisiklete binmeyi öğrenme,eylemsel etkileşimlerle gerçekleşir Piaget’in duyusal-motor dönemiyle örtüşür.
  2. İmgesel dönem (3-6 yaş): İmgesel evrede bilgi,sözcükler ve kavramlar yoluyla edinilir.Bu evrede gelişmiş olan dilsel ve görsel algılar yoluyla değişik durum ve yaşantılar imgeler halinde formüle edilerek zihne aktarılır. Piaget’in işlem öncesi dönemiyle örtüşmektedir.
  3. Sembolik dönem (6 -18 yaş): Sembolik evre de yaşamın tümüyle mecazlar,formüller ve simgeler yoluyla kavranmasının anlatımlıdır.Buna göre bilim adamları,doktorlar ve müzisyenler yaygın biçimde sembolik sistemi kullanırlar.

LEV VGOTSKY’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI

Vygotsky, bilişsel gelişimle ilgili sosyal bir kuram oluşturarak, Piaget`nin “bilişsel gelişim çocuğun neredeyse tek başına gerçekleştirdiği süreçtir” düşüncesine karşı çıkar. Vygotsky, bilişsel gelişimi açıklamada içselleştirme, yakınsal gelişim alanı ve destekleyici kavramlarını kullanır. Ona göre yaklaşık 2 yaşına kadar çocukların bilişsel gelişimnde “doğal çizgi” hakimdir; ancak bu çizgi daha sonra yerini “kültürel çizgiye” bırakmaktadır. Yani bilişsel gelişim sadece çocuğun kendi keşiflerinin değil, aynı zamanda çevreden edindiği yaşantıların da bir eseridir. Piaget’in olgunlaşma ve kalıtım vurgusunun aksine; sosyal öğrenme ve işbirliğine vurgu yapar.

Bilişsel gelişimin kaynağı kişisel psikolojik süreçler değil, sosyal çevredir. Öğrenciler birbirleriyle işbirliği içerisinde çalışmalı ve bu şekilde çalışmaya özendirilmelidir. Sadece bireysel değil, grupla da değerlendirme gerçekleştirilmelidir. Psikolojik etmenlerin kültür tarafından biçimlendirildiği unutulmamalı, kültürel değerlere eğitim sürecinde yer verilmelidir. Öğretmenler, öğrencilerini büyük ölçüde bağımsız bırakmamalıdır.Vygotsky`nin eğitime yapmış olduğu önemli katkılardan biri de metakognisyon (üstbiliş) kavramına değinmesidir. Metakognisyon, bireyin kendi düşüncesinin farkına vararak öğrenmeyi öğrenmesidir ve bunu sağlamada öğretmenlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Vygotsky, Piaget`ye göre daha etkilenebilir bir zihin gelişimi düşüncesine sahiptir. Ona göre çocuğun zihni dış etkilere daha açıktır.

Yakınsal Gelişim Alanı: 1. Her çocuğun herhangi bir yetişkin yardımı olmaksızın, bağımsız bir şekilde kendi kendine elde edebileceği bilişsel gelişim düzeyi; 2. çocuğun bir yetişkin rehberliğinde (sosyal çevre etkisiyle) çalıştığında ortaya koyabileceği potansiyel Vygotsky`e göre bu iki durum arasındaki fark, çocuğun yakınsal gelişim alanıdır.

AÖF. Bilişsel gelişim
http://kisi.deu.edu.tr/didem.siyez
Dr. Abdullah Atli http://iys.inonu.edu.tr/webpanel/dosyalar/1154/file/3_%20Bilissel%20gelisim_pptx.pdf
gelisimveogrenme.wordpress.com
acikders.ankara.edu.tr/mod/resource/view.php?id=161
egitim.aku.edu.tr/vygotsky.pdf
dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/488/5718.pdf

2023

çocuklar

4

B*A*B*A

“Baba” kelimesini düşündüğümüzde çoğumuzun aklına ilk gelen çağrışımlardan biri de otoritedir herhalde. Birçok kişinin çocukluğuna dair hatıralarında “baba”ya yüklenen anlam, korkulması ve saygı duyulması gerekilen güçlü kişi şeklinde oluşmuş olabilir.

Fakat bu manevi anlam, bu zamanda maalesef yerini daha çok maddi boyuta taşıdı, yani babayı eve para getiren kişi haline dönüştürdü. Peki böyle bir anlam, bir çocuğun gelişimi ve eğitimi göz önüne alındığında ne kadar doğru olur?

Bir çocuk için annenin ne kadar önemli olduğu tartışılmaz bir gerçek. Ama yine de bir çocuğun hayatında bu kadar önemli olan tek varlık anne değil. Anneyle sevgiyi ve şefkati hisseden çocuk, babayla da güven duygusunu hisseder. Babasının gücüyle hem kendi sınırlarını, durması gerektiği yerleri öğrenir hem de bu disiplini içselleştirir. Bu gücün verdiği güven duygusuyla, içinde bulunduğu dünyada sırtını babasına dayayabilir, kendini emniyette hisseder ve hatta yeri geldiğinde “Benim babam senin babanı döver” bile diyebilir.

baba

Yüklenen anlam

Çocuklar 3 yaşından sonra cinsel kimliklerinin farkına varmaya başlar ve oyun, oyuncak gibi tercihlerini de bu yönde yapmaya başlarlar. Bu dönemde özellikle erkek çocuklarının babalarıyla ilişkileri, onların sağlıklı bir erkek cinsel kimliğini oluşturabilmeleri için çok önemlidir. Erkek çocuklar için babaları, çok önemli bir modeldir. İleride nasıl bir yetişkin ya da baba olacakları yönünde yol gösterir. Bazen tam da onun gibi olmayı bazen de ısrarla asla onun gibi olmamayı tercih ederler.

Kız çocukları cinsel kimliklerinin gelişimi konusunda daha çok annelerini örnek alsalar da babalarının da onlar için çok önemli bir yeri vardır. Kız çocukları, babalarıyla ilişkilerinde aslında karşı cinsle olan ilişkilerinin temelini oluşturur. Babasıyla rahat konuşamayan, ondan korkan ve çekinen bir kız çocuğunun, büyüyüp de bir genç kız olduğunda, eşiyle de bazı zorluklar yaşama ihtimali olur.

Eğer çocuğun hayatında bir “baba” yoksa bunun iki nedeni vardır. Ya baba vefat etmiştir ya da fiziksel anlamda var olsa da, işleri veya aile içi anlaşmazlıklar nedeniyle pek evde değildir. Ya da evde olsa bile aslında eşiyle çocuğuyla değil, telefon, bilgisayar, telefon, televizyon  gibi araçlarla birliktedir. Kız ya da erkek çocuklarının hayatlarında, örnek alabilecekleri bir baba modelleri yoksa, bu çocuklar çevre tarafından onay gören bir başka bir erkek modelini örnek alırlar. Bu, bazen bir pop star, bazen bir film ya da dizi sanatçısı bazen dayı, amca gibi akraba üyeleri ama bazen de bir çete lideri olabilir.

Babanın, vefatı ya da aile içi anlaşmazlıklar nedeniyle evi terk etmesi sonucunda dayı, dede gibi psikolojik babaları devreye sokmak, çocukta oluşacak ruhsal problemlerin çözümünde bir yol olarak değerlendirilebilir. Fakat daha çok para kazanmak daha lüks bir yaşama sahip olabilmek için uzun saatler boyu ailelerinden uzakta kalan babalar, farkında olmadan çocuklarına çok daha büyük bir zarar verirler. Bu da bizi, yazının başındaki, çocukların babalarını, eve para getiren kişi olarak değerlendirmelerinin, gelişim ve eğitim süreçleri göz önüne alındığında ne kadar sağlıklı olacağı sorusunun cevabına getirir.

Zamanlarının çoğunu iş yerinde, iş seyahatlerinde ya da televizyon, bilgisayar başında, arkadaş toplantılarında geçiren babalar, haliyle evlerine daha az zaman ayırmış olurlar ve bu durumu telafi edebilmek için de çocuklarına hediyeler alır, onların her istediklerini yerine getirmeye çalışırlar. Ancak o zaman hissettikleri suçluluk duygusu azalacakmış, çocukları tarafından daha çok sevileceklermiş  ya da “babalık” görevlerini bu şekilde yapmış olabilirlermiş gibi…

Oysa bir çocuk için baba, paradan çok daha özel bir yerdedir. Baba ve çocuğun bir araya gelip paylaştıkları özel bir zaman diliminin olması, çocuğun babası tarafından takdir edilmesi, birlikteyken keyif alıyor olması, sonradan telafisi oldukça zor olan birçok duygusal sorunun oluşmasının önüne geçer. Ayrıca bu birliktelik, hem çocuğun annesine karşı geliştireceği bağımlılık duygusunu önler hem de aile içinde annenin yükünü hafifletir. Çocuğunu ne kadar çok severse sevsin, otoritesini kaybetmemek ya da iş fırsatlarını kaçırmamak için, bunu ona söylemeyen, öpüp sarılmayan ve onunla birebir zaman geçirmeyen her baba, çocuğunu kaybetmeye bir adım daha yaklaşıyor demektir. Çünkü babasıyla konuşamayan, onu bir ceza ya da para unsuru olarak gören her çocukta davranış sorunlarının çıkması kaçınılmaz olur.

Bu nedenle yıllar sonra, “keşke” ile başlayan cümleler kurmamak için bugünden çocuklarımız için yeri geldiğinde oyun arkadaşı olalım ki, geleceğin sağlıklı anne-babalarını yetiştirebilmiş olmak için attığımız en doğru adımlardan biri olsun.

Uzm. Pedagog Zeynep TEMİZER ATALAR

3

Çocuğum iletişim kuramıyor,

Arkadaş edinemeyen çocuklar nasıl hisseder? Çocuk neden arkadaş edinemez? Çocuğun arkadaşlık kuramama nedenleri nasıl anlaşılır? Çocuğumun hiç arkadaşı yok? Neden çocuğum iletişim kuramıyor, neden arkadaş bulamıyor? Çocuğumun arkadaşları neden olmuyor? Arkadaşı olmayan çocuk nasıl hisseder? Arkadaşı olmayan çocuk ile ebeveyn nasıl ilgilenmelidir? Bu ve benzeri soruların cevaplarını birlikte inceleyeceğiz. Okulda Dışlanan Öğrenciler En Büyük Sorunu ve Çözüm İpuçları: Kaliteli zaman geçirmeyi geliştirmek!

Arkadaş edinemeyen çocuklar, anne baba için sıkıntı veren deneyimlerden birisidir.

Bir çocuk neden sınıfta arkadaşlık kuramaz? Çocuklarının okul ortamında bir arkadaş edinemediğini görmektedir. Arkadaş edinemeyen çocuklar profillerine baktığımızda bu çocukların sıklıkla ya kendine güvensiz, çekingen, sosyal ortamlarda kaygı yaşayan; ya da benmerkezci, paylaşımcı olmayan, başkalarının haklarına saygı göstermeyen çocuklar olduklarını görmekteyiz.

Ergenler için arkadaşların anlamı nedir?

Çocukluk, arkadaşlık kurmayı ilk öğrendiğimiz zamandır. Şanslıysak, bu ilişkilerin bazıları bir ömür boyu sürebilir. Akranlarla nasıl geçinileceğini öğrenmek önemli bir beceridir. Gelişimsel olarak konuşursak, sosyal beceriler dengeli bir yaşam için iyi beslenme ve egzersiz kadar çok önemlidir.

Akran ilişkileri her yaşta önemlidir, ancak özellikle ergenler ve ergenler için. Yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklar arasındaki arkadaşlıklar da ortak ilgi alanlarına ve değerlere dayanır. Benzer faaliyetler yapmaktan hoşlanan, benzer geçmişlere ve inançlara sahip diğer kişilere ilgi duyma eğilimindeyiz. Arkadaşlıklar sadece eğlenceli olmakla kalmaz, aynı zamanda muazzam bir duygusal destek kaynağı olabilir. Gençlere, yetişkinlerle yapamayacakları veya yapamayacakları duyguları paylaşma ve fikirleri keşfetme fırsatı verir. Sınıfta arkadaş edinemeyen çocuklar içlerine kapanırlar.

Çocuğun yakın bir arkadaşının yokluğu, psikolojik sorunlara karşı savunmasız bir çocuğun en önemli uyarı işaretlerinden biri olabilir.

Sosyal açıdan arkadaş edinemeyen çocuklar için sorun nedir? Hangi sebeple olursa olsun arkadaş edinemeyen çocuklar ve arkadaşları tarafından dışlanma zor bir durumdur. Bir gruba dahil olamama her yaştaki çocuk için ciddi derecede zorlayıcı olmaktadır. Çocukta depresyon ve davranış bozuklukları gibi sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Bazı durumlarda, aslında ebeveyn ve çocuk arasındaki kişilik farkı olan bir şey hakkında endişeleniriz. Örneğin, bazı çocuklar içe dönüktür. Özellikle dışa dönük biriyseniz, içe dönük bir çocuğa ebeveynlik yapmak kafa karıştırıcı olabilir. İçine kapanık kişiler için çok fazla sosyal etkileşim yorucu olabilir.

Çocuğun sağlıklı arkadaşlık kurabilmesi için bazı sosyal becerileri kazanmış olması gerekir.

Ortaklaşa oyun kurabilme, paylaşma, kendi isteklerini kontrol edebilme, sırasını bekleyebilme gibi. Tüm bunların gelişebilmesi belli bir süreci gerektirir. İki yaş civarı akranları ile yan yana, yani paralel oyun oynayan çocuk, üç yaşında karşılıklı oyun oynamaya başlar. Bu dönem kreşe başlamak için en uygun zaman kabul edilir. Çocuk bu yaşlarda ne kadar çok sosyal ortama girer ve ne kadar çok akranlarıyla bir arada bulunursa sağlıklı ilişki kurma konusunda o kadar beceri kazanır.

Gelişim çağındaki çocuklar için arkadaşlığın önemi nedir?

Yaşam içinde sosyalleşen çocuklar için arkadaşlığın önemi tahmin edilenden çok çok çok daha önemlidir! İlişkiler kaçınılmaz olarak uzlaşmayı içerir. Arkadaşlığın faydaları, her zaman istediğinizi elde edemeyeceğiniz gerçeğinin kabul edilmesiyle birlikte gelir, bu nedenle nasıl pazarlık ve uzlaşma yapacağınızı bulmanız gerekir. Bu, birçoğu çocuklarını yanlışlıkla en yüksek önceliği olarak gören ebeveynler tarafından yetiştirilen çocuklar için zor. Dünya bu şekilde çalışmıyor ve birçok çocuk için her zaman kendi yollarına gidemeyeceklerini anlamak zor.

Çocuğumun hiç arkadaşı yok!

İçine kapanıkların yeniden şarj olmak için yalnız zamana ihtiyacı vardır ve tipik olarak bire bir etkileşimleri tercih ederler. Bu utangaç olmakla aynı şey değil. Utangaçlık, arzu orada olsa bile, başkalarına ulaşmaya karşı bir engeldir. Bu engelleme genellikle sosyal yargı korkusuna dayanırken, içe dönüklük aşırı uyarıcı olmayan sakin ortamlar için bir tercihtir. Hem içe dönük hem de utangaç olmak da mümkündür.

Ergenlik dönemi arkadaşlık neden önemlidir?

Bazı çocuklar doğuştan sosyal yapıdadır ve arkadaşlık neden önemlidir sorusunun yanıtı budur! Çocuklarda arkadaşlık neden önemlidir, zira dışlanan çocuk sosyal gelişimde yaşıtlarına göre geri kalır. Küçük yaştan itibaren kendine güvenen ve dışa dönük, diğer çocuklarla kolayca arkadaş olurlar. Diğer çocuklar sessiz, utangaç ve hatta sosyal açıdan biraz gariptir. Çoğu çocuk arada bir yere düşer, ancak birçok ebeveynin neden çocuklarının arkadaşlıkları ve yeni arkadaşlar edinme becerileri konusunda endişe duyması şaşırtıcı değildir. Kimse çocuğunun kendini yalnız hissetmesini veya dışlanmış gibi hissetmesini istemez.

İyi ilişkiler uzlaşmaya dayanır ve her bir çocuğun kendisini değerli ve saygın hissetmesini sağlar.

Eğer çocuk, arkadaşlarıyla kurduğu ilişkide istediklerini hiçbir zaman elde edemiyorsa, bu pek bir ilişki sayılmaz. Sağlam iletişim becerileri de herhangi bir arkadaşlıkta gereklidir. Bu, yalnızca kendi düşüncelerinizi ve duygularınızı ifade etme yeteneği ve isteği değil, aynı zamanda başkalarının bakış açılarına karşı duyarlı olma anlamına gelir. Pek çok çocuk bununla zor anlar yaşar ve düşüncelerini ifade etmek için kelimeleri kullanmadaki zorluklarını gizlemek için sessizlik veya alaycılık kullanabilir. Birçok genç ilişki, birkaç kasıtsız kelimenin yakın bir arkadaş üzerinde yıkıcı ama geçici bir etkisi olabileceği bir “drama” aşamasından geçer.

Çocuklar büyüdükçe

Hiç arkadaşı olmayan, YALNIZ bir çocuk

Bir arkadaşın yokluğu, arkadaş edinemeyen çocuklar pek çok çocuk için kolay gelmeyen birçok beceriyi içerdiği sürece, genellikle çocuğun psikolojik gelişimindeki bazı eksiklikleri yansıtır. Gençlerin herhangi bir ilişki için gerekli olan üç beceriyi öğrenmeleri gerektiğinden, ilişkilerde gezinmek karmaşıktır: uzlaşma, iletişim ve özen.

Çocuklar ilk arkadaşlarını edindikten sonra, anlaşmazlıkları nasıl ele alacakları öğrenirler. Okulda arkadaş edinemeyen çocuklar ders başarısı düşer.

Başkalarının yüz ifadelerini ve beden dilini nasıl yorumlayacakları gibi diğer sosyal becerileri de kısa sürede öğrenirler. Çocuklar büyüdükçe, yeni arkadaşlık dinamikleriyle karşı karşıya kalırlar. Örneğin, çocuğunuzun bir zamanlar yakın olduğu bir arkadaş veya arkadaş grubu, çocuğunuzun paylaşmadığı yeni ilgi alanları edinebilir. Çocuğunuz kimseyi tanımadığı yeni bir okula başlıyor olabilir. Çocuğunuzun arkadaş olduğu biri yeni bir arkadaş grubuyla takılmaya başlayabilir ve bu durum çocuğunuzu yalnız hissettirebilir. Bu tür durumlar normal olmakla birlikte, çocuğunuzun arkadaş edinmekte veya yalnız hissetmekte sorun yaşayıp yaşamadığını yakından takip etmelisiniz.

Çocukta Sağlıklı Sosyal Gelişim: arkadaşlık kuramayan çocuklar.

Her çocuk çok girişken olacak, çok sayıda arkadaşı olacak diye bir şey yoktur. Bazı çocuklar diğerine göre yapısal olarak daha girişken veya daha içe dönük olabilir. Çocuktan beklentileriniz gerçekçi olsun. Çocuğu belli bir karakter özelliğini kazanması için zorlamak, kendini geliştirmesi yönünde tüm motivasyonunu kıracak, olumsuz deneyimler yaşadığında kendine güveni daha da azalacaktır. Yeni bir ortama girdiğinde çocuğu hemen kaynaşması için acele ettirmemek çok önemlidir, çünkü bu onun kaygısını daha da arttıracaktır. Bunun yerine çevresini gözlemlemesine izin vermeli, eğer hala çekiniyorsa harekete geçmesi için yüreklendirilmelidir.

Yeni insanlarla tanışmak ve sosyalleşmek çocuk için neden önemlidir?

Bazı çocuklar doğal sosyal kelebeklerdir. Küçük yaştan itibaren kendine güvenen ve dışa dönük, diğer çocuklarla kolayca arkadaş olurlar. Diğer çocuklar sessiz, utangaç ve hatta sosyal açıdan biraz gariptir. Çoğu çocuk arada bir yere düşer, ancak birçok ebeveynin neden çocuklarının arkadaşlıkları ve yeni arkadaşlar edinme becerileri konusunda endişe duyması şaşırtıcı değildir. Hiç kimse çocuğunun kendini yalnız hissetmesini veya dışlanmış gibi hissetmesini istemez.

Arkadaşlıkların önemli özelliği, çocuğun kendisinin önemsendiğini hissetmesidir.

Bu, başkalarının duygularına karşı duyarlı olmak ve bazen onların ihtiyaçlarını sizinkilerin üzerine koymak anlamına gelir. Bu, sizinle başka bir kişi arasındaki o özel bağı hissettiğinizde, arkadaşlığın büyülü anıdır. Çocukların küçük yaşlardan başlayarak sosyal katılım ve akranlarıyla etkileşim içinde olmaları önemlidir. Bebeklik, başlamak için mükemmel bir zamandır. Çocuğunuza yeni insanlarla tanışmak, başkalarına ilgi göstermek ve duygularını kontrol etmek gibi belirli sosyal becerileri öğreterek başlayın. Bunlar, arkadaş edinemeyen çocuklar için sağlıklı arkadaşlıklar kurmalarına da yardımcı olacak sosyal becerilerdir.

Çocuğunuza sıcaklık ve saygı gösterin

Çocuklarda arkadaşlık ilişkileri ve arkadaş edinemeyen çocuklar.

Çocukların arkadaşları olmadığında, dikkatimi çocuğun ebeveynleri ve kardeşleriyle olan etkileşimlerine veririm. Bu, çocukların uzlaşma, iletişim ve bakım hakkında öğrendikleri ortamdır. Kardeşler arasındaki kötü davranışları mazur gösteren veya çocukların evde saygısız olmalarına izin veren ebeveynler, genellikle çocuklarının gerçek arkadaşlıklar için gereken sosyal becerileri geliştirmedeki başarısızlığından sorumludur.

Çocuğunuza sıcaklık ve saygı gösterin. Çocuğunuzu tehditler, cezalar veya duygusal “şantaj” yoluyla kontrol etmeye çalışmayın. Bu ipuçları çocuğunuzun arkadaş edinme yeteneğiyle doğrudan alakalı görünmeyebilir. Ancak ebeveynlerin çocuklara davranış biçimlerinin duygusal gelişimleri ve sosyal davranışları üzerinde etkisi vardır. Bu durum akran ilişkilerini etkileyebilir. Dünya çapında yapılan araştırmalarda, otoriter ebeveynlik yaklaşımı, çocuklarda davranış problemlerinin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.

Davranış sorunları olan çocuklar, arkadaş edinmede daha fazla sorun yaşarlar.

Aynı zamanda, ebeveynlerin psikolojik kontrolcü yaklaşımı, çocukları kalitesiz arkadaşlıklar geliştirmeye yönlendirir. Buna karşılık, ebeveynler sıcaklık gösterdiğinde ve pozitif disiplin stratejileri kullandıklarında – çocuklarla akıl yürütürken ve kuralların nedenlerini tartışırken – çocuklar zamanla daha toplum yanlısı olma eğilimindedir. Ebeveyni tarafından sevgi ile kucaklanan çocuklar, başkalarına nezaket ve sempati ile davranma olasılıkları daha yüksektir.

Ailece “Kaliteli Zaman” Geçirme Önerileri – Dr. Bora Küçükyazıcı

Çocuklar hayatlarını sürdürürken, gelecekteki gelişim ve hayatın zorluklarıyla başa çıkma becerisi için zemin hazırladıkları için arkadaşlıklar giderek daha önemli hale gelir . Bir arkadaşa sahip olmanın yanı sıra arkadaş olmanın inceliklerini çözebilmek, hem çocuklar hem de yetişkinler için sağlıklı ilişkilerin temelidir.

İster çocuğunuz ister ilgi alanları değişen arkadaşları olsun, bu, çocuklar ve ebeveynler için zor ama ortak bir durum olabilir. Çocuğunuz yeni bir faaliyete başlarsa, bu ilgiyi paylaşan ancak iyi tanımadıkları başka kişilerle çevrili olabilir. Tersine, çocuğunuzun en iyi arkadaşı yeni bir aktiviteye başlarsa, çocuğunuzla daha az zaman geçirebilir. Her iki durumda da çocuğunuz kendini yalnız veya terk edilmiş hissedebilir.

Evlerinden çıkıp mahalle arkadaşlarından birinin kapısını çalıp oyun oynayan çocukların hikayelerini neredeyse hiç duymuyoruz. Sokakta oyun kavramı neredeyse yok oldu.

Bu olduğunda, çocuğunuzla birlikte oturun ve insanların değiştiğini, ilgi alanlarının değiştiğini açıklayın ve bu tamamen normaldir. Belirli bir arkadaşla çok fazla zaman geçiremeyebilirler, ancak bu sadece yeni arkadaşlar edinme şansları olduğu anlamına gelir. Çocuğunuzun, ilgi alanlarındaki değişikliğin kimsenin suçu olmadığını bilmesi önemlidir. O arkadaşı özlemek sorun değil, ancak bu çocuğunuzun yeni arkadaşlar edinmesini engellememelidir.

Sorunun kökenine inin: Çocuğunuzla konuşun ve olası arkadaşlıklarla ilgili sorunlara neyin neden olduğunu öğrenin. Bilgi güçtür ve bilmek, çocuğunuzun gelecekteki arkadaş edinme becerisinin ilk adımı olacaktır.

Okulda arkadaşlar edinemeyen ve dışlanan çocuk için anne baba ipuçları

Başkalarına sorun: Çocuğunuza yakın olanlar veya onlarla düzenli olarak etkileşime girenler, muhtemelen ebeveyn olarak sizin sahip olmadığınız bir bakış açısına sahiptir. Çocuğunuzla düzenli olarak iletişim halinde olan oğlunuz veya kızınızın öğretmeni, kardeşi, komşuları veya akrabaları ile konuşun, çünkü onlar sorun hakkında biraz fikir sahibi olabilirler.

Paylaşımcı olmak, başkalarına karşı nasıl şefkatli şefkatli olunacağını öğreten bir erdemdir. Bu nedenle çocuğunuzun hem almayı hem de vermeyi öğrenmesi önemlidir.

Çocuğunuzun yanında olduğunuzu ona hissettirin: Çocuğunuza yalnız olmadığını ve hayatlarının bu zor döneminde onlara yardım etmek için orada olduğunuzu bilmesini sağlayın. Onlara yardım etmek için orada olduğunuzu bilmek, bakış açılarında dünyalar kadar fark yaratacaktır.

Arkadaşlıkların temellerini açıklayın: Belki de sorunun bir kısmı arkadaş edinemeyen çocuklar için arkadaşlık kavramından ne istendiğini anlamamaktır. Kalıcı arkadaşlıkların önemli unsurları olarak empati, karşılıklılık ve destek kavramlarını gözden geçirin ve çocuğunuzun bu özelliklerin sağlıklı arkadaşlıkları nasıl desteklediğini anlamasına yardımcı olun.

Örnek olarak liderlik edin: Çocuğunuz size bir rol model olarak bakıyor. Başkalarıyla etkileşime girdiğinizi izlemek ve sağlıklı arkadaşlıklar sürdürmek, oğlunuzun veya kızınızın arkadaş edinme ve arkadaş edinmede başarılı olması için uzun bir yol kat edecektir.

Duygusal açıdan arkadaş edinemeyen çocuklar ve sosyal gelişim nasıl incelenir?

Öğrencilerde arkadaşlık ilişkileri nasıl düzenlenir? Arkadaş edinemeyen çocuklar ve onların sosyal beceri kazanmasında anne babalarının önemli katkısı vardır. Çocuklarına doğru ve rahat davranışlarıyla model olan anne babaların çocuklarında bu tip sorunların görülme olasılığı daha azdır. Ailece bol bol sosyal ortamlara girilmelidir. Çocuğunuzun arkadaşlarının eve davet edilmesi faydalıdır. Ev dışında arkadaşlarıyla buluşacağı programlar oluşturulması çocuk için çok faydalı olacaktır.

  • Arkadaşlık kurmak, çocuğunuzun bilgeliğini, güvenini ve öz saygısını artıracak yaşam becerilerini geliştirir.
  • Çocuklar gerçek arkadaşlığın anlamını öğrenecekler. İyi bir arkadaşın kalpten en iyi çıkarlarına sahip olacağını ve arkalarını kollayacağını öğrenirler.

Okulda Arkadaşlık Kuramayan Çocuklar İçin Ailelere Öneriler

Ayrıca spora yönlendirmek, resim, müzik, tiyatro gibi ilgi duyduğu alan belirlenir. Çocuğun kendini geliştirmesini sağlayacak kurslara göndermek de yarar sağlayacaktır. Bazen çocuklar arkadaş ortamında saldırgan tavırlar sergiler. Oyuncaklarını paylaşmayan, kendinden daha küçük ya da daha büyük çocuklarla oynamayı tercih edebilir. Özellikle arkadaş edinemeyen çocuklar ebeveynlerinin eğitimle ilgili hatalar yaptıkları sıklıkla tespit edilmektedir. Çocuğa küçük yaşlarda sınırlarını öğretmek önemlidir. Ebeveyn ile çocuk arasındaki ayırım tam ve net konulmalıdır. Aşırı serbest ya da aşırı katı eğitim sergiledikleri bilinmektedir.

Arkadaş edinme ve arkadaşlığı koruma yeteneği, öğrenilmesi gereken bir beceridir.

Arkadaş edinmek ve arkadaş tutmak bir beceridir. Bazı arkadaş edinemeyen çocuklar bunu genç yaşta doğal olarak geliştirirken, diğerleri daha fazla zamana ihtiyaç duyar. Bazı durumlarda, çocuklar bağlantı kurabilecekleri kimseyle tanışmamıştır. Farklı zorluklar da yoluna çıkabilir. Bazı çocuklar başkalarıyla konuşmak için çok gergin veya endişeli olurlar. Bazıları bir sohbet başlatabilir, ancak konuşacak şeyler bulmakta zorlanırlar. Veya diğer çocukların dinlemediğini fark etmeden diğer çocukların ilgilenmediği bir şey hakkında konuşabilirler.

2/ Çocuk danışmanlığı

problemin yarattığı duygusal ve davranışsal sorunların farkında olmazlar, 

Çocuk zihni bir yetişkinin zihninden çok farklı şekilde işlemektedir, çocukluk döneminde çocuk büyütülürken bilinçsizce yapılan sağlıklı bir yöntem gibi görünen sağlıksız yöntemler çocuğun bireysel gelişiminde büyük bir hasar bırakabilir. Çocukluk dönemindeki zihinsel, duygusal, sosyal gelişimin hızlı bir şekilde devam etmesi bu dönemde ortaya çıkan sorunlara dikkatli ve hızlı bir şekilde müdahale edilmesi gerektiğini göstermektedir, çocuk danışmanlığı bu noktada olaya dahil olmaktadır. Çocuk danışmanlığı çocukluk döneminde ortaya çıkan sorunların gelişimsel süreçte tıkanıklık oluşturmaması, yetişkinlikte tıkanıklığın belirtilerinin gözlemlenmemesi ve gelişimin sağlıklı bir şekilde devam etmesi için bu tıkanıklığı önlemeyi ve tıkanıklığın ortaya çıkardığı sorunu önlemeyi amaçlar. Bunun dışında ailelerin de bu sürece sağlıklı bir şekilde katılımı önem arz etmektedir bu noktada aileye çocuğun gelişim dönemine uygun şekilde sağlıklı iletişim yolları, çatışma yaşanan durumlarda uygun davranış şekilleri şeklinde talimat verilmektedir.

Her gün yeni deneyimler kazanarak hayatına devam eden, kazandıkları deneyimler sayesinde duygusal ve davranışsal olarak değişime uğrayan çocukların, bu dönemlerde psikolojileri de sürekli değişime uğramaktadır. Bu yeni deneyimleri kazandıkları dönemlerde çocukların sosyal ve duygusal açıdan esnekliğe sahip olabilmesi, yaşının getirdiği gelişimsel gereklilikleri yerine getirebilmesi, yaşadığı problemlerin yaşına ve gelişimine uygun şekilde üstesinden gelmesi ve sosyal çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurması beklenmektedir. 

Çocuklar psikolojileri değişime uğrarken yaşadıkları problemleri ve problemin yarattığı duygusal ve davranışsal sorunların farkında olmazlar, bu ortaya çıkan sorunların ihtiyaçlarını da sosyal çevrelerine iletirken problem yaşayabilirler. Bunun sebebi de çocuğun yaşadığı sorundan haberi olmaması ve buna bağlı olarak ilettiği bilgilerin doğruluğunu bilmemesi ve bilgileri iletmenin sağlıklı yolunu bulamama, buna göre davranamamasıdır.

Yapılan araştırmalara göre çocukların değişime maruz kaldığı bu dönem yani çocukluk döneminin olumlu veya olumsuz etkileri yetişkinlik yaşantısına kadar uzanan oldukça ciddiye alınması gerekilen önemli bir dönemdir bunun sebebi araştırmacılara göre çocukluk döneminde gözlemlenen ve öğrenilen bilgi birikimlerinin yetişkinlik yaşantısında, karakteristik özelliklerini, sosyal çevresine adaptasyonunu, öz güvenini, öz şefkatini, öz saygısını ve benlik bilinci gibi kişiliğini oluşturacak etmenleri büyük ölçüde belirlediğini göstermesidir.

Çocuk danışmanlığı neden önemlidir?

Çocukların dünyayı algılama biçimleri 

Çocukların dünyayı algılama biçimleri ile yetişkinlerin dünyayı algılama biçimleri ve ona göre davranma şekilleri arasında farklılıklar vardır, yetişkinler için kolay ve üstesinden gelinebilir olan konular çocuklar için içinden çıkamayacak kadar dehşet verici bir durum olabilir. Çocuklar ne konuda yardım istediklerini ve neye ihtiyaç duyduklarını anlatmakta daha az kapsamlı bir yapıya sahip oldukları için bu durumda yeterli desteği ve gerekli çözüme ulaşmayan çocuklarda birtakım sorunlar gözlemlenebilir.

Çocuk danışmanlığı bu noktada çocuğun yaşına uygun iletişimi, oyunlarla, oyuncaklarla, resimlerle ve hikayelerle kurarak çocuğun ihtiyacı olan karmaşık duygulardan kurtulmayı, yaşadığı probleme uygun başa çıkma stratejilerini öğretmeyi, duygu ve davranışlarındaki farkındalığı arttırarak kendini sağlıklı yolla ifade etmesini sağlamayı ve uzun vadede yaşam kalitesini arttırmayı hedefler.

yeterince ilgi ve sevgi görmesi, 

Çocuk istismarı çocuk ve gençlerin ihmali, boşlama, ilgisizlik, önem vermemeyi içerir. Bir başka deyişle ihmal deyince ilk olarak yapılması gerekenlerin yapılmaması akla gelir. Doğumdan itibaren, çocuğun barınması, beslenmesi, giyinmesi, eğitilmesi, sağlığının korunması gibi bedensel ihtiyaçlarının yanı sıra, yeterince ilgi ve sevgi görmesi, şiddete dayalı olmayan ortamda yetişmesi gerekir.

Temel ihtiyaçlardan herhangi birinde bir aksama söz konusu olursa ortada çocuk ihmalinin varlığından söz edilebilir. Çocuk ve gençlerin istismarı fiziksel, duygusal ve cinsel yönden oluşan sorunları kapsamaktadır. İstismarda kısaca yapılmaması gerekenlerin yapılmasıdır. Fiziksel, cinsel, duygusal olarak bir insana ya da çocuğa yapılmaması gerekenlerin yapılıyor olması ortada istismar olduğunun göstergesidir. İstismar dışarıdan, yabancı bir insan tarafından gelebileceği gibi aile içinde de gerçekleşebilir. Cinsel tacizlerin sürekliliğinde, olayı bilen diğer aile bireylerinin susması önemli rol oynamaktadır. Özellikle anne susup, gizlemekle beraber, kendi cinsel rollerini kızına yükleyerek ensest ilişkilerin yaşanmasına sebebiyet vermektedir.

ihmal ve istismarlar

Çocuk yetiştirme sırasında yaşanan ihmal ve istismarlar nedir?

Yaşça, belirli bir olgunluğa erişmemiş çocuklarda bunu “sevgi” olarak nitelendirdikleri için ya da korktukları için gizleyebilirler. Fiziksel şiddet, dövme, yaralama, çocukla cinsel ilişkiye girme ya da zorlama, cinsel organına dokunma, pornografik yayınlar izletme, duygu sömürüsü yapma, duygusal olarak kullanma gibi davranışlar ne bir insana ne de bir çocuğa yapılmaması gereken davranışlardır. Gerek fiziksel, gerek duygusal gerekse cinsel istismarda olsun çocuğun zarara uğraması söz konusudur.

Çocuğun yetiştirilmesinde ihmal ve istismar bedensel gelişimi ve yaşam süresini kısıtlar. Çocuğun ruhsal gelişiminde ise de kendine güvensiz, arkadaş ve toplumsal ilişkilerinde beceriksizlik yaşanır. Bu çocuklar, sağlıklı bir kimlik duygusu ve bir kişilik gelişimine sahip olmayan bir birey olarak yetişecektir. Ergenlik ve yetişkinlik dönemine de bu özellikleriyle devam edecek, bu kez kendileri de aynı tutumları sergileyecektir. Dolayısıyla çocuk ihmal ve istismarı yaralayıcıdır.

Çocuğun ve Gencin İhmal ya da İstismara Uğradığını Gösteren Belirtiler Nelerdir?

  • Çocuğun vücudunda yara, kesik, morluk, kırık, çıkık olmasıdır.
  • Çocuğun  cinsel organında morluk, kanama görülmesidir.
  • Bir yaş ve öncesinde görülen kafa travması veya kırıklar uyarıcıdır.
  • Çocuğun fark edilir düzeyde çevresine ilgisiz olmasıdır.
  • Çocuğun fark edilir düzeyde ürkek, kaygılı ya da saldırgan olmasıdır.
  • Çocuğun fiziksel olarak iyi durumda olmamasıdır. Aç, yorgun, solgun, uykusuz gözükmesi olarak örnek verebilir.
  • Çocuğun duygusal açıdan iyi durumda olmaması, abartılı duygusal davranışlar göstermesidir.
  • Çocuğun sosyal açıdan iyi durumda olmaması, çevresiyle iletişim kurmada güçlük çekmesidir. Kişiler arası ilişkide agresyona rastlanmaktadır.
  • Çocuğun cinsel konularda yaşıtlarından daha fazla bilgiye sahip olmasıdır.

Çocuk istismarı Uğrayan Çocuklarda ve Gençlerde Ne Tür Davranışlar Görülür ?

  • İhmal ya da istismara uğrayan çocuklar, yaşıtlarına oranla depresyona daha meyilli olurlar.
  • İhmal ve istismarda başta aşırı hareketlilik, sırasını bekleyememe görülebilir ve yetişkinlerin konuşmasını bölebilirler.
  • Ani, içinden geldiği gibi davranışlar/ataklar gösterirler.
  • Öğrenme güçlükleri çekerler.
  • Kazalara daha fazla maruz kalırlar.
  • Korku, kaygı, öfke, utanma, saldırganlık gibi duyguları daha yoğun yaşarlar.

Çocuk istismarı yaşayan çocukta neler gözlenir?

  • Davranış problemleri gösterirler. Çocuklar genellikle stres uyaranlarına normal olmayan tepkiler gösterebilirler. Özellikle, 0–3 yaş arası çocuklarda yeme ve uyku bozukluğu, yabancılardan korkma ve yaşına uygun olmayan cinsel oyun oynama görülür. 3–6 yaş arasında ise, çocuklarda bebek gibi konuşmalar, sosyal olarak geri çekilme ya da birine yapışma, cinsel oyunlar ve mastürbasyon, boyun eğici davranışlar, yeme ve uyku bozuklukları, altına kaçırma ve agresyon gözlenmektedir.
  • İhmal ve istismara maruz kaldıkları kişi ya da yerlere karşı korku geliştirirler.
  • Yaşıtlarına oranla ölüm oranı daha sık görülür. İntihar eğilimleri daha fazladır.
  • Yaşıtlarına oranla suça karışma durumları daha fazladır.
  • Aradan uzun zaman geçse bile, yıllar sonra ihmal ya da istismara maruz kaldıkları kişilerden intikam alabilirler.
  • Yaşıtlarına oranla madde bağımlısı olma ihtimalleri yüksektir.
İhmal ya da çocuk istismarı Çocukları ve Gençleri Korumak İçin Neler Yapılmalıdır?

Anne- baba olarak, cinsel taciz konusunda bilgili ve bilinçli olmak gerekir. Bu konuda çocukları da uyarmak ve bilgilendirmek çok önemlidir. Bu konuda çocuklarınıza şunları söyleyebilirsiniz: “ Hiç kimsenin senin, özel yerlerine dokunmaya, seni öpmeye ve seni kendi özel yerlerine dokundurmaya hakkı yoktur. Birinin senin özel yerlerine dokunmak istemesi ya da senden kendi özel yerlerine dokundurmak istemesi saklanacak bir sır değildir. Anlatmama sözü vermiş olsan da, başına kötü şeyler geleceği söylense de, böyle bir durumda mutlaka anlatmalısın ve bu kesinlikle sır olarak kalmamalıdır.”

Öğretmenler, yakın akrabalar ve komşular da bilinçlendirilmeli ve bu bilgilerin tamamlanmasına iştirak etmeleri sağlanmalıdır. Çocuğun gelişimini takip etmeniz, olağandışı bir durumu fark etmenize yardımcı olur. Çocuklar, zor durumda kaldığında kimlerden yardım alabileceği konusunda bilgilendirilmeli ve cesaretlendirilmelidir. Çocuğun huzur ve sevgi dolu bir ortamda yetişmesinin sağlanması da çok etkilidir.

Çocuk istismarı Psikolojisi İpuçları

Çocuğu severken çocuğa sevgi göstermenin yolu çocuğu ellemek, ısırmak, çimdiklemek olmadığını anlatmak gerekir. Böyle sevilen çocuklar sevgiyi gösterme yolunun “dokunmak” olduğu yargısına kapılabilirler. Dolayısıyla bu da istismar ile sevgiyi ayırt edememelerine neden olabilir. Yabancı insanlarla öpüşmemesi, fazla yaklaşmalarına müsaade etmemeyi ve kuşkulu davranışların ne olacağı öğretilmelidir. Rahatsızlık duyduğu bir konu olursa da mutlaka anlatması gerektiği vurgulanmalıdır. Kendine güven duyabilmesi için, istemediği bir durumda “hayır” diyebilme becerisini kazanmasına yardımcı olunmalıdır. Bu konuda bir sorun yaşanırsa okulda rehber öğretmeni ya da psikologu ile görüşülmelidir.

İhmal ya da çocuk istismarı mağduru olduğunu düşündüğünüz çocukları, çevrenizdeki en yakın sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme bürolarına ya da polis karakoluna bildirmelisiniz.

Zararlı maddelerden mümkün olduğunca uzak durması sağlanmalıdır. Madde kullanan çocukların otokontrol sistemleri zayıflamaktadır. Anne ve babalar çocuklarının çevresi hakkında bilgi edinmelidir. Arkadaşları kimdir, boş zamanlarında nerede, neler yapar, zamanını nasıl değerlendirir takip etmelidir. Çocuk, aile ile psikiyatrik değerlendirme ve gözlem altına alınmalıdır. Aile içinde gerçekleşen bir ihmal ve istismar söz konusu ise, gerektiğinde çocuk aileden uzak tutulmalıdır.

Çocuk ihmal ve istismarı konusunda size yardımcı olmak için buradayız. Bizimle hemen iletişime geçerek, stres faktörlerini nasıl ortadan kaldıracağınız veya hayatı nasıl kolaylaştıracağınızı planlamaya başlayın. Uzm. Dr. Gökçe Küçükyazıcı

Çocuk istismarı 

Çocuk istismarı ve ihmali çocuklarda ileri dönemde kalıcı ruhsal iz bırakacak Çocuk istismarı ya da istismar sadece fiziki olarak yapılan vurma, bedene zarar verme ya da cinsel taciz değildir. Kendi başına hayatta kalabilecek güçte olmayan çocuğun, basit ihtiyaçları giderilmemesi, ihtiyaçlarının ihmal edilmesi de aslında bir istismar olarak kabul edilebilir. İstismar gören bir çocuğun yaşadığı deneyimler fiziksel, psikolojik, duygusal hatta davranışsal olarak hayatı boyunca gelişimini ve bütünlüğünü etkileyebilir. Yani bedende gördüğümüz bir şiddet izi buz dağının görünen kısmı gibidir. Görünmeyen kısmı hatta ve hatta bedende bile izi olmayan duygusal yaralar açan kısmı daha derin ve önemlidir.

Çocuk istismarı ve ihmali üzerine sadece ülkemizde çalışmalar yapılmamıştır. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) yayınladığı tanıma göre “sorumluluk, güven ya da güç ilişkisi içerisinde çocuğun sağlığını, yaşamını, gelişimini ya da itibarına fiili ya da olası zarar vermeyle sonuçlanan her türlü fiziksel, duygusal, cinsel, ihmal ve ihmalkâr tutumları kapsayan her türlü davranış ve sömürme çocuk istismarıdır”. Özetle, çocuğun sağlığını, fiziki ve/veya psikolojik, her türlü gelişimini etkileyen bilerek ya da bilmeyerek, bir yetişkin, grup, toplum hatta devlet tarafından yapılan her türlü hareket ve davranış “çocuk istismarıdır” diyebiliriz.

Çocuk ihmali ve istismarı fiziksel, duygusal ya da psikolojik ve cinsel olarak 3 şekilde kategorileştirir.

Fiziksel İstismar: Çocuğun kaza dışında fiziksel açıdan zarar görmesi ve bedensel bütünlüğünün bozulmasıdır. Tokat/yumruk atmak, vurmak, tekmelemek, fırlatmak; ısırmak, vurmak, yakmak; belli nesnelerle zarar vermek; saç/kulak çekmesi vb.

Duygusal ya da psikolojik istismar: Çocuğun duygusal bütünlüğüne ve kişilik gelişimine zarar veren her türlü davranıştır. Görmezden gelmek, duygusal olarak yokmuş gibi davranmak; ihtiyacı olan sevgi, ilgi ve yakınlığı göstermemek; yeterli fiziksel temasta bulunmamak; destek olmaksızın sürekli eleştirmek; dalga geçmek, lakap takmak, aşağılamak (“beceriksizsin”, “iyi değil”, “bir şeyi beceremiyorsun”, “değersizsin”)

Cinsel İstismar: Çocuğun bir yetişkin veya cinsel açıdan olgun ergen tarafından cinsel uyarım ve doyum için kullanılmasıdır. Temas içeren cinsel istismar: cinsel dokunma/mahrem bölgelere temas içeren her türlü davranışlar; fuhuş için kullanılma; taciz
Temas içermeyen cinsel istismar: sözlü taciz/cinsel içerikli konuşma (karşı taraf üzerinde yarattığı etkiye dikkat etmeden); video, fotoğraf gibi pornografik materyallerin gösterilmesi; cinsel içerikli fotoğraflarının, videolarının çekilmesi veya pornografik amaçlı kullanılması; teşhircilik; röntgencilik

İhmal: Ebeveynler ya da çocuğa bakım verenler tarafından yeterli bakımın sağlanmadığı ve çocuğun bütünlüğüne ve gelişimine etkisi olan her türlü davranış (beslenme, giyinme, barınma, öz bakım ya da rehberlik etme gibi).

Doğru sanılan Yanlışlar

  • Yanlış: Sadece şiddet varsa istismardır. 
  • Doğru: Fiziksel istismar, istismarın sadece bir çeşididir. İhmal, duygusal ya da cinsel istismar da aynı şekilde etkiler ve zarar verir. Belirtileri görünür olmaması, istismar olmadığı anlamına gelmez.
  • Yanlış: İyi yetiştirilmiş ya da okumuş ailelerde istismar gerçekleşmez. 
  • Doğru: İstismar ve ihmal sadece dezavantajlı ya da kötü yetiştirilmiş ailelerde olmaz. Bu tarz davranışlar kültürel, ekonomik ya da ırk gibi seçimler yapmaz. Bazen dışardan çok güzel gözüken ailelerin içeride çok farklı hikayeleri olabilir.
  • YanlışÇocuk istismarcıların çoğu çocuğun tanımadığı kişiler ya da yabancılardır. 
  • Doğru: Yabancı ya da tanınmamış kişilerden istismarda bulunsa da çoğu istismarcılar ya aile üyeleridir ya da aileye yakın bireylerdir.
  • Yanlış: İstismar gören çocuklar büyüdüklerinde istismarcı olurlar.
  • Doğru: İstismar gören çocukların, döngü olarak yetişkinliklerinde bilinçdışı şekilde istismarı tekrarlama eğilimleri vardır. Ancak, eğer çocuklara gerekli müdahalelerde bulunursa ve destek sağlanırsa, çocuklar iyi birer birey ve ebeveyn olabilir ve bu istismar döngüsünü kırabilirler

İstismarın ve İhmalin Etkileri

Fiziksel Etkileri:

  • Bedensel yaralanmalar (kalıcı izler, morluklar, yanıklar, yaralar, kırık ve çatlaklar)
  • Beyin hasarı
  • Merkezi sinir sistemi hasarları
  • Engellilik
  • Göz hasarı
  • Cinsel ya da üreme sağlığı problemleri
  • Cinsel işlev bozuklukları
  • Cinsel yolla bulaşan HIV/AIDS gibi hastalıklar

Psikolojik ve Ruhsal etkiler

  • Bilişsel bozukluk
  • Depresyon ve kaygı bozuklukları
  • Gelişimsel gecikmeler
  • Yeme ve uyku bozuklukları
  • Post travmtatik stres bozukluğu
  • Psikosomatik bozukluklar
  • Utanç ve suçluluk duygusu
  • Düşük öz güven

Davranışsal Etkiler

  • Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı
  • Düşük okul performansı
  • Zayıf ilişkiler
  • Kendine zarar verme davranışları ve intihar girişimleri
  • Fiziksel kontak kurmada rahatsızlık duyma
  • Suç, şiddet gibi risk taşıyan davranışlara yatkınlık
  • Hiperaktivite

Çocuk istismarı ve ihmaline müdahale üzerine söylenecek ilk söylem ”Bir bakış bir hareket her şeyi değiştirebilir” olmasıdır. Bu yüzden lütfen bu hassas konuda fazlasıyla dikkat edelim. Eğer çevrenizde istismardan şüphelendiğiniz bir durum var ise lütfen ilgili kurumlara bildirin: ÇİMER, küçük yerleşkelerde polis ya da jandarma gibi kurumlara başvuru yapmaktan kaçınmayın.

Erken müdahale için birey ve ebeveyn olarak, istismar ve ihmal hakkında bilgilendirmeler edinebilir, kaynaklar takip edebilirsiniz. Ebeveyn ve bakım verenler için açılan destek gruplarına katılabilirsiniz. Bu konuda bilgi ve beceriye sahip olmak hem kendiniz hem de çevrenizde istismar gören çocuklara yardımcı ve destek olmanızı sağlayabilir, erken müdahale ile çocukların hayatlarına dokunabilirsiniz.

İstismara maruz kalmış çocuklar için lütfen verebileceğiniz destek dışında profesyonel destek almaktan kaçınmayın. Bu durumda sorumluluk ve suç çocuğunuza ait değildir. Sakin kalıp ona onun yanlış bir şey yapmadığını tekrar tekrar anlatmanız ve güvenliğini sağlamanız gerekmektedir. Profesyonel olarak bireysel danışmanlık, oyun terapisi, kum tepsisi ya da psikoeğitim gibi psikoterapik müdahalelere başvurabilirsiniz. İstismar gören ve bu sebeple travmatize olmuş bir çocuğun çözümlenmeyen travma deneyimi hayatı boyunca onu etkileyecek ve her adımında karşısına çıkacaktır. Hatta farkında olmadan bile ileride kendi çocuklarına da aynı şekilde istismar gösterme ihtimali vardır. Bu yüzden “lütfen sessiz kalmayalım!”

Comments are closed.