

Psikolojik Dayanıklılık (I) | Dr. Mehmet Dinç

PSİKOLJİK DAYANIKLILIK

Yaşamımız başlarken bizlere, yol gösterici bir harita ya da rehber verilmez. Yaşamda, birçok iyi veya kötü olay ile karşılaşırız. Olumlu durumlarla karşılaşmak da olumsuz durumlarla karşılaşmak da yaşamımızın kaçınılmaz parçalarıdır. Hepimiz, farklı derecelerde de olsa yaşamımızda aksilikler veya zorluklar yaşarız.
Olumsuz yaşam olayları ve deneyimler, günlük yaşam zorlukları, ciddi hastalıklar, kazalar, sevilen yakınların kaybı; yaşam süresince hepimizin karşılaştığı ya da karşılaşacağı durumlardır. Hayat, inişler ve çıkışlarla doludur. Her insan yaşadığı olaylar, günlük yaşamında karşılaştığı problemler ve zorluklar karşısında farklı tepkiler gösterir. Bir kişinin bir durum karşısında gösterdiği tepki ile diğer kişinin gösterdiği tepki birbirinden farklıdır. Problemler ve zorluklarla başa çıkmak için kişi kendi becerilerinden ve güçlü yanlarından yararlanır. Bu zorluklar karşısında bize psikolojik açıdan güç veren şeyler dayanıklılığımızı artırır. Psikolojik dayanıklılık, kişinin yaşamı sürecinde karşılaştığı ya da karşılaşacağı problemler ve zorluklar ile başa çıkabilmek adına gösterdiği çaba ve bu çaba karşısında kişisel güçlerin pekiştirilme kapasitesidir.
Psikolojik dayanıklılık, kişilerin yaşadığı stresi, zorlukları ya da sorunları ortadan kaldırmaz. Ancak, kişilere sorunlarla doğrudan başa çıkma, zorlukların üstesinden gelme ve hayata devam etme gücü verir. Psikolojik dayanıklılık, stresli durumların olumsuz etkilerini azaltır ve yaşamımıza ve çevremizdeki şartlara uyum sağlamamızı kolaylaştırır.
Yaşadığımız hayata ve çevremize uyum sağlamayı zorlaştıran bazı durumlar olabilir. Bunlar, risk faktörleri olarak tanımlanır:
Psikolojik Dayanıklılığın Risk Faktörleri:
Çevresel Risk Faktörleri | Ailevi Risk Faktörleri | Bireysel Risk Faktörleri |
• Ekonomik zorluklar ve yoksulluk • Kaynakların kıtlığı • Barınma ihtiyacının karşılanamıyor olması • Toplumsal şiddet ve ailevi felaketler • Savaş ve doğal afetler gibi toplumsal travmalar •Toplumun gerginlik seviyesinin yüksek olduğu ve şiddetin yaşandığı bir ortamda bulunmak | • Ailede görülen ciddi hastalıklar • Anne baba arasındaki ilişkinin ya da diğer aile ilişkilerinin şiddet içermesi * Evde alkol ya da madde kullanımı * Ailede ölüm ya da kayıp yaşanmış olması • Aile içi ihmal ve cinsel istismar • Küçük yaşta anne olmak | • Erken doğum • Olumsuz yaşam olayları • Kronik hastalıklar • Kişinin problemlerin üstesinden gelme becerisinin yetersizliği • Saldırgan kişilik özelliklerine sahip olmak • Kişinin sosyal çevreyle uyum problemleri yaşaması |
Dayanıklılık, çabayla ve pratikle geliştirilebilir.
Psikolojik dayanıklılığı geliştiren durumlar da koruyucu faktörlerdir.
Koruyucu faktörler, herhangi bir risk ve tehdit durumu ile karşılaşmadan önce bunların ortaya çıkmasını önlemeyi, ortaya çıkmaları durumunda da etkisini azaltmayı sağlar. Bu durum bireyin uyum becerisinin gelişmesi ile ilgilidir. Risk ve tehditlerin önlenmesi yaşanan problemlerin etkisini azaltmaya yarar. Bu yolla, birey kendini daha iyi ve güçlü hisseder. Birey, kendini zorluklara karşı daha dayanıklı hale getirir.
Koruyucu faktörleri de çevresel, aile ile ilgili ve bireysel olmak üzere üçe ayırabiliriz.
Çevresel Koruyucu Faktörler | Aile ile İlgili Koruyucu Faktörler | Bireysel Koruyucu Faktörler |
Sosyal bir çevrenin içinde yer alma Akran/arkadaş desteği Çocuklar için, okula devam ve geleceğe hazırlık Aile dışındaki güvenilir bir yetişkin ile olumlu ve sıcak bir ilişki | Akrabalar ile destekleyici ve sıcak aile bağlarına sahip olma Anne baba dahil olmak üzere aile içi yakın ilişkiler | Sosyal iletişim becerilerine sahip olmak Kişisel farkındalık ve kendini kabul Yaşam hedeflerinin olması ve gelecek için olumlu beklentiler Etkili problem çözme becerilerine sahip olma İyimserlik ve umut Mizah duygusuna sahip olmak |
Karşılaşılan problem ve sıkıntılara karşı her birey farklı tepkiler verir. Bazı kişiler yaşadıkları problemleri çok iyi bir şekilde atlatabilirken bazıları ise aynı koşulları atlatamayarak psikolojik sağlık sorunları yaşayabilirler. Dayanıklılık, bireyin tüm şartlara rağmen dirayetli durabilmesi ve savaşma gücü göstermesidir.
Psikolojik dayanıklılık, kişinin zorluklar içerisindeyken ve stres altındayken bile, çevresine ve yaşamına olumlu bir biçimde uyum ve çaba göstermesini destekleyen kişilik özellikleri olarak tanımlanmıştır.
Psikolojik dayanıklılığın oluşmasında temel rol oynayan özellikler şunlardır:
- Yaşam ile tecrübelerin birbirleri ile dengeli ve uyumlu şekilde ilerlemesini, yani dengeyi ifade eden ‘Ölçülülük’;
- Yaşamı yeniden kurma ve devam ettirme isteğini ifade eden ‘Kararlılık’;
- Kişinin kendine ve kendi becerilerine olan inancını ifade eden ‘Kendine Güven’;
- Yaşamın bir amacı olduğuna inanmayı ifade eden ‘Anlamlandırma Becerisi’;
- Yaşam yolunun, herkes için kendine has bir şekilde ilerlediğini kabul etme anlayışı olan ‘Tolerans ve Kabul’.
Psikolojik dayanıklılığı oluşturmak ve artırmak amacıyla izlenebilecek yollar ve yöntemler şunlar olabilir:
Anlam ve bağlılık duygumuzu artırmak:
- Bireyin aktif olarak günlük olaylara katılmasıyla oluşan bir amaç ve anlam duygusudur. Bağlılık duygusunun artması kişinin güçlülük ve dayanıklılık hissinin artmasına yardım eder.
- Bireyin ailesine, çevresine, insanlarla ilişkilerine, inanç ve değerlere anlam yüklemesi ve bu inanç ve değerlere sahip çıkması yaşama yüklediği anlamı artıracaktır.
- Bağlılığı yüksek olan bireyler, stres altında kalıp dışlanmak yerine, çevrelerindeki olay ve insanlarla ilgilenmeleri sayesinde yaşamlarını anlamlı hale getirirler.
Kontrol duygumuzu sağlamlaştırmak:
- Zorluklarla karşılaşıldığında, olaylara kendileri de yön verebileceklerine ve iyileşmeye katkıda bulunabileceklerine inanan kişiler zorluklar ile daha kolay başa çıkabilmektedir.
- Kişiler, hayatlarında karşılaştıkları fikirleri ve davranışları değiştirebilecek güce sahip olabilirler. Bir zorlukla karşılaştığında pes etmek yerine, sonuçları olumlu yönde değiştirebileceğine inandığında, kişi yaşamı için olumlu çaba göstermeye başlar.
Yaşama ve olaylara yönelik güçlülük ve meydan okuma hissi:
- Değişimin, mutlaka kötü sonuçlar getireceğine dair sabit bir inanç taşımak yerine, yaşamda olması gereken bir durum olduğunu fark etmemiz gerekir. Değişimin, yaşamın ilerlemesine katkıda bulunabileceğine inandığımızda yaşama uyum sağlamak kolaylaşmaktadır.
Bu amaçla gündelik hayatımızda psikolojik dayanıklılığımızı güçlendirecek bazı yöntemler şunlar olabilir:
- Sevdiğiniz ve güvendiğiniz biriyle iletişime geçmek güven duygunuzu artıracağı için psikolojik dayanıklılığınızı artırmaya yardım edecektir.
- Zorluk ve stres durumlarında ani tepkiler vermek yerine, düşünerek hareket etmeye çaba göstermek işinize yarayacaktır. Doğru karar almanın yolu, kendinize meseleyi anlayacak ve doğru şekilde çözümleyecek vakti tanımaktan geçer.
- Sakinleşmeyi öğrenmek çok önemlidir! Herkesin kendisini sakinleştirme yolları başkadır. Kendinizi tanımaya çalışmak, size iyi gelecek olan şeylerin farkında olmak faydalı olacaktır.
- Beslenme, barınma, uyku gibi ihtiyaçlar temel ihtiyaçlardır. Tüm insanların bu temel ihtiyaçlarını tanıması ve doğru şekilde gidermenin yollarını üretmesi gerekmektedir. Temel ihtiyaçlarınızın var olduğunu kabul etmeli ve onları ertelememelisiniz.
- Duygularınızı hissetmek ve ifade etmek için kendinize izin verin. Duygularınızı ifade etmenin çeşitli yolları vardır. Kimi zaman yazmak, konuşmak, resim yapmak; kendinizi iyi hissetmenizi sağlayabilir.
- Geçmişte zorluklarla karşılaştığınızda baş etmekte kullandığınız yöntemleri hatırlayın. Kendinizi psikolojik olarak dayanıklı hissettiğiniz bir zamanı hatırlayabilirsiniz.
- Çok daraldığınız anlarda, sevdiğiniz rahatlatıcı bir müziği açın ve kendinizi güvenli hissettiğiniz bir yere zihinsel olarak götürün.
- Vücudunuzu, kaslarınızı gevşeterek nefesinizi kontrol etmeyi deneyin. Nefes egzersizi yapmak faydalı olabilir. Burnunuzdan derin bir nefes alın, birkaç saniye bekleyin ve nefesinizi olabildiğince yavaş bir şekilde ağzınızdan bırakın.
- Yürüyüşe çıkmak, egzersiz yapmak ve hareket etmek yoluyla fiziksel gücünüzü artırmak, psikolojik dayanıklılığınızı da artırır.
- Size zarar verdiğini fark ettiğiniz durum ve kişilerden kendinizi koruma hakkınız olduğunu ve eğer gerekirse bu durum ve kişilerden uzak durma kararı verebileceğinizi hatırlayabilirsiniz.
- Gerektiğinde yardım istemeyi öğrenmek güçsüzlük değildir. Tam aksine, çözüm üretme çabasının bir parçasıdır. Dayanıklılığınızı artıracaktır.
- Kendinize iyi bakın!
FACE THE WORLD

Kişisel gelişim için iyi alışkanlıklar bizim için çok önemlidir. Ancak kötü alışkanlıklar da bir o kadar negatif etkilemektedir. Kötü alışkanlıkları bırakmak aslında göründüğü kadar zor değil. bizi tamamen önlenebilir acıya maruz bırakır. Ne yazık ki, bu kötü alışkanlıkların kırılması zordur çünkü zihinsel ve duygusal durumumuza% 100 bağımlıdırlar.

Bize zarar verebilecek her şeyi yapmak kötü bir alışkanlıktır. İçki içme, uyuşturucu, sigara içme, erteleme, zayıf iletişim kötü alışkanlıkların örnekleridir. Bu alışkanlıkların fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlığımız üzerinde olumsuz etkileri vardır. İnsanlar uyaranlara yanıt vermek ve herhangi bir eylemin sonucunu beklemek için çok kabloludur. Alışkanlıklar bu şekilde elde edilir: beyin belirli koşullar altında belli bir şekilde ödüllendirilmeyi bekler. Başlangıçta belirli uyaranlara nasıl tepki verdiğiniz, aynı uyaranlar yaşandığında beyninizin size her zaman nasıl davranacağınızı hatırlatacağıdır.
Her cuma iş arkadaşlarınızla ofisinize yakın olan barı ziyaret ettiyseniz, beyniniz size yalnız ve sonunda sadece Cuma günleri değil, orada durmanız için bir sinyal göndermeyi öğrenecektir. Her gün işten sonra bir içeceğin ödülünü bekler, bu da potansiyel olarak bir içme sorununa yol açabilir. Peki bunu değiştirmenin bu kadar zor olması ile alakası nedir?
Kötü Alışkanlıkları Bırakmanın Bu Kadar Zor Olmasının 10 Nedeni
Olumsuz davranış kalıplarını tekmelemek ve onlardan kurtulmak çok güçlü irade gerektirir. Ve kötü alışkanlıkları kırmanın bu kadar zor olmasının birçok nedeni vardır.
- Farkındalık veya Kabul Olmaması
Kötü alışkanlıkları bırakmak, ona sahip olan kişinin kötü bir şey olduğunun farkında değilse mümkün değildir. Birçok insan iletişim becerilerinin zayıf olduğunu veya ertelemelerinin onları olumsuz etkilediğini veya hatta gece içkisi olarak içtikleri içeceğin artık üçe çıktığını fark etmeyecektir. Farkındalık kabulü getirir. Bir kişi kendi başına bir alışkanlığın kötü olduğunu fark etmediği veya birileri onları ikna etmeyi başaramadığı sürece, alışkanlığın vurulma şansı çok azdır.
- Motivasyonun Olmaması
Boşanmak, akademisyenlerle baş edememek ve borç altına düşmemek, onlarla derin bir başarısızlık duygusu yaratabilecek örneklerdir. Bu zamanlardan geçen bir kişi, dünyanın onlara karşı olduğu bir negatif düşünme döngüsüne düşebilir ve yapabilecekleri hiçbir şey yardımcı olmaz, bu yüzden tamamen denemeyi bırakırlar. Bu vazgeçme tutumu, etrafta dolaşmaya devam eden kötü bir alışkanlıktır. Borçlu olmak, evinizi, ailenizi ve genel olarak yaşamınızı sürdüremediğinizi hissetmenizi sağlayabilir.
- Temel Psikolojik Koşullar
Depresyon ve ADD gibi psikolojik durumlar kötü alışkanlıkların kırılmasını zorlaştırabilir. Depreyonda olan bir kişi, sağlıklı bir yemek pişirmek için enerjiyi çağırmakta zorlanabilir, bu da yiyeceklerin sipariş edilmesine veya paketlenmiş yiyeceklerin tüketilmesine neden olabilir. Bu, sonunda sağlığı olumsuz etkileyen ve üstesinden gelmek zor olan bir alışkanlık haline gelebilir. ADD’li bir kişi evlerini temizlemeye başlayabilir. Ancak kısa bir süre sonra dikkatini dağıtabilir. Görevi eksik bırakarak sonunda düzensiz ve kirli bir evde yaşamanın kabul edilebilir bir duruma yol açabilir.
- Kötü Alışkanlıklar Bizi İyi Hissettirir
Alışkanlıkları kırmanın zor olmasının nedenlerinden birçoğu bizi iyi hissettiriyor olmasıdır. Kendimizi şımartırken hissedilen haz için özlem duyuyoruz. Bizim için iyi olmadığının farkında olsak da onu bir alışkanlık olarak güçlendiriyoruz. Aşırı yemek çok yaygın bir kötü alışkanlıktır. Sadece başka bir cips paketi, birkaç şeker, büyük bir soda… bunların hiçbirine ihtiyacımız yok. Onları istiyoruz çünkü bize rahatlık veriyorlar. Tanıdık geliyorlar, tadı güzel ve ekstra bir dilim pizzadan dörde ilerlediğimizde bile fark etmiyoruz. Kötü alışkanlıklardan kurtulmak zor değil, biz zoruz.
5. Yukarı Doğru Karşılaştırmalar
Karşılaştırmalar, çocukluğumuzdan beri çoğumuzun maruz kaldığı kötü bir alışkanlıktır. Ebeveynler bizi kardeşlerle karşılaştırmış olabilir, öğretmenler bizi sınıf arkadaşlarıyla karşılaştırmış olabilir ve patronlar bizi geçmiş ve şimdiki çalışanlarla karşılaştırabilir. Kendilerini başkalarıyla karşılaştırmak gibi kötü bir alışkanlık geliştirmiş olan insanlara, başlangıçtan itibaren ölçüm için yanlış ölçüler verilmiştir. Bu insanlar her zaman bu kötü alışkanlıktan kurtulmayı zor bulacaklar çünkü her zaman onlardan daha iyi olan biri olacak: daha iyi bir ev, daha iyi bir araba, daha iyi iş, daha yüksek gelir ve benzeri.
- Alternatif Yok
Bu, kötü alışkanlıkların kırılmasının zor ve gerçek bir nedenidir. Bu alışkanlıklar, başka hiçbir şekilde karşılanamayan bir ihtiyacı karşılayabilir.
- Engellilik veya sosyal kaygı gibi fiziksel veya psikolojik sınırlamaları olan biri, daha iyi alışkanlıklar için obsesif içerik tüketimini bırakmayı zor bulabilir.
- Alternatif olarak, mükemmel sağlıklı bir insan sigarayı bırakamayabilir, çünkü alternatifler işe yaramaz.
- Benzer şekilde, endişeli olduğunda tırnaklarını ısıran bir kişi, stresi sosyal olarak kabul edilen herhangi bir şekilde rahatlatamayabilir.
- Stres
Yukarıda belirtildiği gibi, bizi strese sokan her şey kötü alışkanlıkları benimsemeye ve güçlendirmeye yol açabilir. Bir kişi bir şey hakkında vurgulandığında, kötü bir alışkanlığa sahip olmak kolaydır. Çünkü onlarla savaşmak için gereken zihinsel kaynaklar mevcut değildir. Stres o kadar büyük bir rol oynar ki, daha önce kötü bir alışkanlığı tekmelemeyi başaran bir insanın eski yollara düştüğünü görürüz çünkü streslerinin başka bir şekilde yönetilemeyeceğini hissettiler.
- Arıza Duygusu
Kötü alışkanlıkları bırakmak isteyen insanlar güçlü bir başarısızlık duygusu hissedebilirler çünkü bu o kadar zordur. Kötü bir alışkanlığı bırakmak, genellikle yaşam tarzında insanların yapmak istemeyeceği değişiklikler anlamına gelir veya bu değişiklikleri yapma isteğine rağmen bu değişikliklerin yapılması kolay olmayabilir. Aşırı yiyenler, sağlıksız yiyecek evlerini boşaltmalı, sipariş verme isteğine direnmeli ve standart bakkal ürünlerini mağazadan almamalıdır. Çok fazla içki içenlerin barlardan ve hatta sık sık içki içen insanlardan kaçınmaları gerekir. Bu tür insanlar bir bardak şarap veya bir duman veya bir torba cips ile bir kez bile kayarlarsa, kendileri üzerinde aşırı sert olma ve başarısızlık hissetme eğilimindedirler.
9. Yepyeni Olma İhtiyacı
Kötü alışkanlıkları bırakmak isteyen insanlar, kötü alışkanlıklarından kurtulmak için kendilerini yeniden yaratmaları gerektiğini düşünürler ancak, gerçek tam tersidir. Bu insanların aslında kötü alışkanlığı değiştirmeden önce kim olduklarına geri dönmeleri gerekiyor.
- Alışkanlık Gücü
İnsanlar alışkanlık yaratanlarıdır. Ve günlük tetikleyiciler için tanıdık, rahatlatıcı sonuçlara sahip olmak, yaşamlarımızda bir denge hissini korumamıza yardımcı olur. Telefonda her konuştuklarında bir sigarayı yakmaya veya TV izlerken cips yemeye alışkın olan insanları düşünün. Her zaman bir telefon görüşmesini sigaradaki bir nefes ile ve ekran zamanını yemekle ilişkilendireceklerdir. Bu alışkanlıklar, her ne kadar kötü olsalar da, bu kötü alışkanlıklara sahip oldukları insanlarla tanışmak gibi bir rahatlık kaynağıdır.
Son düşünceler
Bunlar kötü alışkanlıkları bırakmak zor diyen insanların ana nedenleridir. Ancak görevin imkansız olmadığını hatırlamak önemlidir. Tekmelemek istediğiniz kötü alışkanlıklarınız var mı? Kötü alışkanlıkları tekmelemek için birçok şefkatli, olumlu ve kendini seven teknikler vardır. İnternet, kötü alışkanlıklar, etkileri ve bunların üstesinden nasıl gelineceği konusunda zengin bilgiler sunarken, ihtiyaç duyduklarını düşünenler için profesyonel yardım her zaman mevcuttur.
Network Okulu

Genelde herkes gerçeği söyleme ve dürüst olma özelliklerini över ve savunur. Ancak gerçek hayatta bir kişi doğruları savunmaya cesaret ettiğinde çoğunlukla eleştirilerin hedefi haline gelir. Dürüst insanların aklında herkesi memnun etmeye çalışmak gibi bir düşünce yoktur. İkiyüzlü davranışlar bu tür insanları son derece rahatsız eder. Bu nedenle bildikleri tek dili kullanma konusunda asla tereddüt etmezler: içtenlik. Dürüst insanlar kimi zaman rahatsız olsalar da düşünce ve görüşlerinde oldukça sağlam ve sadık bir tutum sergilerler. Değer verdikleri insanlarla anlamlı bağlar kurma konusunda ise çok yetenekli olduklarının altını çizmek gerekir.
Genelde herkes gerçeği söyleme ve dürüst olma özelliklerini över ve savunur. Ancak gerçek hayatta bir kişi doğruları savunmaya cesaret ettiğinde çoğunlukla eleştirilerin hedefi haline gelir. Bu nedenle bir insanın düşündükleri ile yaptıkları arasında tutarlı olması pek de kolay başarılabilecek bir durum değildir. Ne düşünüp hissettiğimizi biliriz, ancak insanlarla iletişime geçtiğimizde sıklıkla bu düşüncelerin tam tersini ifade ettiğimiz olur. Bu tür davranışları da genellikle çeşitli sosyal nedenlerden ve aşırı dikkat çekerek zarar görmekten çekindiğimiz için sergileriz.
Bu sebepten dolayı dürüst insanlar çok değerlidir. Çünkü bu tür insanlar sahip oldukları cesaret ve belirgin seviyedeki istekleri ile tutarlı olma konusunda kararlı bir tutum sergilerler. Sosyal ve psikolojik değerler dikkate alındığında çok az sayıda özelliğin dürüst olma kadar önemli ve değerli olduğu söylenebilir. Bu boyut, Thomas Jefferson tarafından bilgeliğin ilk bölümü olarak adlandırılmıştır. Benzer şekilde Mark Twain de dürüstlüğü en değerli kayıp sanat olarak nitelendirmiştir.
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, herkes için net olan konu şudur: Üzerinde durduğumuz özellik yani dürüstlük, hayatımız boyunca daima karşımızdaki insanlardan beklediğimiz bir niteliktir. Dürüstlük sayesinde insanlar arasında güven temelli ilişkiler kurulabilmektedir. Bir insan olarak karşımızdaki kişi ya da kişileri tanıma ihtiyacı duyarız. Özel hayatımızda ya da iş hayatında sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz bir arkadaşımızın her zaman için içten, samimi ve gerçek olduğunu bilmek isteriz.
“Dürüstlük son derece pahalı bir hediyedir. Bu hediyeyi ucuz insanlardan beklemeyin.”
– Warren Buffet
Dürüst İnsanlar Nasıl Tanınır?
Dürüst insanlar, dürüst olduklarını herkese ilan eden yazılar yazılı kıyafetler giymez ya da benzer işaretler taşımazlar. Bu insanları tanımlamayı kendimiz öğrenmemiz gerekir. Bunu yapabilmenin en uygun yöntemlerinden biri ise etrafımızdaki kişileri dinlemek, onları gözlemlemek ve onlarla bağlantı kurmaya çalışmaktır. Elbette dürüstlük özelliğinin herhangi bir nedene bağlı olmadığının da farkında olmak gerekir. Şimdi konuyu biraz detaylandırarak dürüst insanların özelliklerine ilişkin bazı bilgilere değinelim.
Dürüst İnsanlar Hoşlanmadıkları Şeyler İçin Vakit Harcamazlar
Almanya Würzburg’da bulunan Julius Maximilians Üniversitesi bu boyut üzerinde biraz daha derine dalmak için bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda, ortaya çıkarılan ilk konu dürüst insanların konuşma ve sohbetlerinin büyük bölümünde zaman tasarrufu yapmayı tercih ettiklerini göstermektedir. Bu insanlar lafı dolandırmazlar, hoşlanmadıkları bir kişi ya da bir konu olduğunda veya kendi değerlerine uymayan bir durum olduğunda hiç zaman kaybetmek istemezler. İnsanlara karşı mesafe belirleme söz konusu olduğunda iddialı olma ile saygı duyma arasında net çizgiler çizme özelliğine sahiptirler.
Bunu yaparken aşırı derecede bir gerekçelendirme ihtiyacı hissetmez ve kendileri de gereğinden fazla sebep bulma eğilimine girmezler. Gereğinden fazla zaman harcandıkça istenilenin tam tersi etki yaratan durumların uygun olmadığının bilincindedirler.
Yalan Söylemezler ve Yalan Söylenmesine de Tahammül Edemezler
Bu konu ile ilgili psikoloji profesörü Dan Ariely tarafından yazılmış olan, “Neden Yalan Söyleriz…Özellikle de Kendimize: Aldatma Sanatı” adlı oldukça ilginç bir kitap bulunmaktadır. Yazara göre, her birimiz kendimizin dürüst olduğuna inanırız. Yalan söyleyip söylemediğimiz, ne düşündüğümüz ya da ne ifade ettiğimizin aslında hiçbir önemi yoktur. Yani bizi asla terk etmeyen kendimize ait o kusursuz imajı neredeyse her zaman sürdürürüz.
Diğer taraftan hem fikirsel hem de davranış açısından gerçekten dürüst olan insanlar ne kendilerini ne de diğer insanları aldatmaktan asla hoşlanmazlar. Yalan söylemezler, çünkü bu davranış şekli kişiliklerine ve öz güvenlerine bir saldırı niteliği taşıyan rahatsızlık verici kavramsal uyumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olur.
Rahat Kişiliklere ve Dingin Zihinlere Sahiptirler
Dürüst insanlar daha mutludur ve hatta diğer insanlara göre daha sağlıklı oldukları da belirlenmiştir. Bu durum, Paris’te bulunan Notre Dame Üniversitesinde psikoloji profesörü olarak görev yapan Dr. Anita E. Kelly tarafından ortaya çıkarılmıştır. Dr. Kelly tarafından yapılan çalışmaya göre, dürüst olmak, yalanlara başvurmamak, her zaman için kendisine samimi davranmak, söyledikleri ve yaptıkları konusunda doğru olmak daha sağlıklı bir insan profili ortaya çıkarmaktadır. İşte bu iç denge ve zihin dinginliği, kişinin sağlığını doğrudan etkileyen faktörler olarak ön plana çıkmaktadır.
Dürüst İnsanlar Daha Anlamlı İlişkiler İnşa Etmeyi Bilirler
Yalancılık ve kimi zaman ahlaki anlamda eksiklikler bu tür insanların aşırı derecede dikkat ettiği ve uzak durmak için çaba sarf ettiği kişilik özellikleri arasında bulunmaktadır. Bu tür kavramsal uyumsuzluklar rahatsızlık gerilim ve sıkıntıya yol açmaktadır. Bu nedenle, dürüst insanlar güvene dayalı ilişkiler kurmaya her şeyden daha fazla değer verirler. Etrafındaki insanlara karşı sürekli olarak sadece samimi, içten ve saygılı olarak davranmakla kalmazlar, aynı zamanda günlük hayatlarının bir parçası olan bu insanlardan da aynı şekilde davranmalarını beklerler.
Bu tür kriterleri olan insanların her zaman çok sayıda arkadaşı olduğu söylenemez. Az sayıda da olsa bu arkadaşlar en uygun ve en gerçek nitelikte olanlardır. Ayrıca bu arkadaşlıkların süreklilik gösterdiği ve karşılıklı memnuniyet prensibine dayalı olduklarının da altını çizmek gerekir.
Son olarak, dürüstlük konusuyla ilgili son bir boyutun da altını çizmek faydalı olacaktır. Dürüstlük etik bir prensiptir. Daha eksiksiz ve sağlıklı bir toplumun yaratılması için yardımcı olan özel bir değerdir. Ancak hepimizin kendimizde olduğuna inandığımız bu özellik her zaman gerçek ve saygılı bir biçimde uygulama alanı bulamaz. Yani sık sık rahat bir biçimde yalana başvurur ve bu yalanlarla yaşadığımız gerçeklerin ve hislerimizin üstünü örteriz.
Her durumda tam olarak ne düşündüğümüzü söyleyemeyecek olmamız oldukça doğal bir durumdur. Bu bağlamda, çeşitli şartlar altında kendimize farklı filtreleri uygulamamız çoğunlukla tavsiye edilen bir durumdur. Ancak öyle ya da böyle içtenlik ve samimiyet hem diğer insanlara hem de kendimize saygı açısından çok önemli bir özelliktir.
Psikolog Valeria Sabater

Kaç kez bir şeyi ifade etmek istediğiniz halde umduğunuzdan farklı bir şekilde anlaşıldınız? Yanlış anlaşılma yüzünden ne kadar çok kişisel çatışma ortaya çıktığını biliyor musunuz? Bir toplumda yaşıyoruz ve sayısız konuda birbirimize bağlıyız. Bu nedenle kendimizi ifade edebilmemiz ve başkalarıyla etkili iletişim kurabilmemiz önemlidir. Başarılı olmak ya da bizi kişisel olarak tatmin eden yoğun bir sosyal hayat geliştirmek istiyorsak, iletişim becerilerimizi geliştirmemiz gerekir. Bunun için unutmamanız gereken birkaç tavsiye…
- Kısa olun ve tekrar yapmayın. Mesajınızı tekrarlayıp defalarca açıklama yaptığınızda, diğer kişi kendini hafife alınmış hisseder- sanki ilk defasında anlayabileceklerini düşünmüyormuşsunuz gibi. Oldukça derin ve anlamlı bir konuyu açmak daima mümkündür. Yalnızca bunu çok fazla açıklama ve tekrara başvurmadan yapmaya çalışın yeter.
- Sadede gelin ve kesin olun. Etkili iletişim kurabilmek için düşüncelerinizi kesin ve açık bir şekilde ifade etmeniz gerek. Belirsizlikleri ve genellemeleri bir kenara bırakın ve söylemek istediğiniz şeyi söyleyin. Açık bir şekilde kendimizi ifade ettiğimizde, etki çok daha olumlu olacaktır.
- Geri gitmeyin. Geçmiş meseleleri açıp kin tutmaktan hiçbir fayda gelmez. öyle yaparak ancak acı ve sorun elde edersiniz. Şurası doğru ki geçmiş bize çok yardımcı olabilir ve hangi yöne gideceğimizi gösterebilir ama yalnızca onu olumlu bir ışıkta görmeye hevesli olduğumuz müddetçe. Yani geçmişten ders almaya çalışarak.
- Konuşmak için doğru zaman ve yeri bulun. Elbette her yerde söz edilemeyecek belli konular vardır. Başka birine güç bir şeyi söylemek istediğimizde bunu gizlilik içinde yapmak en doğrusudur. Ama tam tersine birini kutlamak ya da takdir ettiğimizi göstermek istiyorsak, başkalarının da görüp duyduğu bir ortamda bunu yapmalıyız! biliriz!
- Meseleleri ayrı ayrı ele alın. Birbiriyle ilgisiz çok sayıda konuyu birlikte tartışmak tavsiye edilmez. Bazen anı yakalamak için elimizden geleni yaparız ve böylece, uzun bir meseleler listesini ışığa çıkarmış oluruz. Fakat bunun karşımızdaki kişide sinir bozukluğuna yol açacağı açıktır.
- Sessiz iletişimi yönetin. Sözlü olarak ifade edilenler, her şey değildir. Jestleriniz, sesinizin tonu ve yüksekliği, ifadeleriniz, söylediklerinizle uyumlu olmalıdır. Aksi halde mesajınız kaybolur. Mesajınızı nasıl ilettiğiniz, söyledikleriniz kadar önemlidir.
- Kesin ifadeler kullanmayın. “Hep böyle davranıyorsun,” gibi şeyler dediğinizde doğru olmayan etiketler yapıştırmış olursunuz. Kendimizi bu şekilde ifade ederseniz, haksız ve samimiyetsiz görünürüz. Çatışmayı çözmek hedefinizse, ‘bazen’ ya da ‘çoğu zaman’ gibi ilgili kelimeler kullanmaya çalışın. Böylece partnerinizin kendini kötü hissetme şansı azalır.
- Yapıcı eleştiri yapmanız gerektiğinde, kişinin kendisine değil davranışına gönderme yapın. Çoğu zaman, gerçekte hoşlanmadığımız şey, kişinin kendisi değil, davranışıdır. Farkı anlamak ve açıklamak önemlidir.
Sonuç olarak, etkili iletişim kurmak bir sanattır ve iyileştirmeye harcayacağımız zaman ve enerjiye değer.

Sevgili ben, seni sevmeyen biri için savaşmayı bırak. Yoluna devam et ve yürümeyecek olan bir aşk için kendine acı çektirmekten vazgeç. Biraz huzur bul ve bu duygusal diktatörlüğü kökünden sök. Cesur ol ve “Senden ayrılıyorum çünkü kendimi seviyorum.” de.
Hepimiz kolay olmadığını biliyoruz. Beynin bir yeniden başlat butonu ya da acil çıkış kapısı hatta dertlerinizden sıyırıp biraz hava almanızı sağlayacak bir penceresi bile olmadığını biliyoruz. Beyin inatçıdır, sistemlidir ve ısrarcıdır. Duygusal anılara takılı kalmak için için savaşır kimliğinizde en büyük izleri bırakanlar onlardır.
“Aşkı unutmak için, yeni bir aşk bulmaktan ya da onlarla sizin aranıza mesafe koymaktan daha iyi ilaç yoktur.”
– Lope de Vega
Bizi sevmeyen birini sevmenin yanmayan bir kibritle mum yakmaya çalışmaya benzediğini söylerler. Neden bunu yaptığımızı, neden bizi sevmeyen birine tapmakta ısrar ettiğimizi gerçekten bilmiyoruz. Israrcı ve inatçı davranıyoruz, aklımızdan “eğer ona böyle söylersem, o da…” ya da “eğer bunu değiştirirsem, büyük ihtimalle…” gibi çarpık düşünceler geçiriyoruz. Ancak, aşk parayla çalışan bir otomat değil. Bozuk para koyup, bir tuşa basıp istediğiniz şeyi alamıyorsunuz. Bazen bir adım atıp, tüm yanlış umutlarınızı unutup, başkalarıyla birlikte sizden farklı bir yöne doğru ilerlemekte olan biri için kendinizi öldürmeyi bırakmaktan başka çare yoktur.

Sizi sevmeyen birini sevdiğinizde, onu aklınızdan çıkaramazsınız
Biraz önce, birinin sizi sevmediğini bile bile, neden güçlü olmanın ve yeni bir sayfa açmanın zor olduğunu merak ediyorduk. Bu sorunun cevabı, nörolojinin karmaşık ve her zaman büyüleyici dünyasında saklı. Daha iyi anlamak için, şu örneğe bir göz atın: Diyelim ki, ayrılığı atlatmak üzere olduğunuzu hissettiğiniz oldukça iyi günler geçiriyorsunuz. Ancak, bir öğleden sonra, tesadüfen eski sevgilinizin parfümünü kullanan birinin yanından geçtiniz. Bir anda üzüntüden boğulacak gibi oldunuz ta ki sizi neredeyse felç edip, gözlerinizden yaşlar boşaltana kadar.
California Üniversitesinden Antoine Bechara isimli bir nörobiyolog, bir kişi reddedildiğinde, beynin nasıl belli uyarıcıların, resimlerin ve anıların aralarındaki bağı sürdürmeye devam ettiğini tarif eden “beyinsel çatışma” tanımını ortaya koydu. Bu samimi ama güçlü bağın yer aldığı sinirsel ağ, beyindeki iki beyaz çıkıntı ile amygdala bölümü arasında yer alıyor.
Hatırlayın, bu yapılar beyinde duygusal anıları yöneten ve idare eden yapılar. Bu yüzden, o özel kişiyle birlikte yaşadığınız her deneyim, beyninizin içine işledi ve anıları canlandıran belli uyarıcılarla bağlantılı durumda.
Yani, belli bir parfümün kokusunu duyduğunuzda, belli bir fotoğraf ya da kıyafet gördüğünüzde veya her hafta sonu birlikte yemek yediğiniz restoranın önünden geçtiğinizde, sinir taşıyıcılarınız aktif hale gelip neredeyse bu imkansız aşka bağımlı hale gelmenize sebep oluyorlar.
Bu bağlantıyı kırmak ve bu beyinsel çatışmayı yönetmek de hiç kolay değil.

Sevgili ben, gözlerini aç ve kalbini iyileştir.
Reddedilmenin ve terk edilmenin anatomisi acımasızdır, derindir ve karmaşıktır. Yeni bir sayfa açmak için duyduğumuz isteksizliğin her zaman gönüllü olmadığını, beynin de bu tehlikeli biyokimyasal çemberi beslediğini zaten biliyoruz.
“Kimseden sevgi talep edemeyeceğimi öğrendim. Onlara sadece benden hoşlanmaları için iyi sebepler verebilirim…ve geri kalanı hayata bırakıp sabırlı olurum.”
– William Shakespeare
Ancak, nörologlar, bu birbiriyle bağlantılı anıların gün geçtikçe daha az aktifleştiğini söylüyorlar. Negatif anıları hatırlatan bu sinirsel bağlantılar, gittikçe güçlerini yitirmeye başlıyorlar, ta ki her duyduğunuzda daha az acı veren üzgün ve uzak bir melodinin yankısı gibi. Siz, sizi sevmeyen o kişiye tapmayı bırakmak için doğru psikolojik stratejileri uyguladığınız sürece, zaman daha sakin bir şekilde yolunuza devam etmenize izin veriyor. Aşağıda size yardımcı olabilecek birkaç stratejiden bahsedeceğiz.
Duygusal olarak reddedilmeyi atlatmanızı sağlayacak ipuçları
Sevgili ben, eğer seni sevmiyorlarsa, herkesten önce sen, kendini sevmeyi unutma. Bu hayatına sokman gereken en önemli şey. Ancak bize kaybetmemek ya da vazgeçmemek öğretildi, bu da herhangi bir bağı koparmayı daha da zorlaştırıyor.
- Sevginin fedakarlık yapmaktan ibaret olmadığını anlayın. Hiçbir zaman “Eğer bunu yapmayı bırakırsam belki beni sever,” ya da “Eğer kendimle ilgili bunu ve şunu değiştirirsem beni daha çok sever.” gibi şeyler düşünmeye değmez. Bunu yapmayın. Duygusal intihara kalkışmayın, kendinizi aşağılamayın, size güç veren tek şeyi, öz güveninizi ateşe atmayın.
- Size acı çektiriyorlarsa, bu, sizi sevmedikleri anlamına gelir. Bu kadar basit. Onların ihanet, bencillik ve hakaretlerden meydana gelen atlıkarıncalarında görünmez bir atsanız, onlardan uzak durun. Neden kendinizi onların duygusal işkence odasındaki bir esir durumuna düşüresiniz? Eğer oradan kaçarsanız, özgürlüğün en büyük rahatlık olduğunu, yalnızlığın hoş karşılanacak bir misafir olduğunu anlayacaksınız.
- İmkansız aşkta, kaybettiğiniz ilk şey umuttur. Bazı ilişkiler, son kullanma tarihiyle birlikte başlar ve eğer tam olarak istediğiniz hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğinin farkındaysanız, henüz girdiğiniz kapıdan çıkmalısınız. Bunu da asaletle, başınız dik bir şekilde ve kalbiniz tek parçayken yapın.
Sizi sevmeyen birini sevmek çok acı verir ama sizi hak etmeyen biri için kendinizi sevmeyi bırakmak ondan da çok acı verecektir. Güçlü ve bilge olun ve yalnızca sevilmeye değer olanı sevmeniz gerektiğini hiçbir zaman unutmayın.

Arkadaş Sayınız Önemli mi? Bir Avuç Arkadaş Mı? Yoksa Daha Fazlası mı?
Şu anda kaç tane arkadaşınız olduğunu ve bu sayı hakkında ne düşündüğünüzü aklınıza getirin. Arkadaşlarınızın sayısı artarsa, potansiyel bir arkadaş olarak başkalarınına karşı daha popüler olduğunuzu düşünür müsünüz? Yoksa tam tersi daha mı az popüler hale geliyorsunuz?
Şimdi de soruyu şöyle soralım: Çok sayıda arkadaşı olan veya bir avuç arkadaşı olan birini seçebilseydiniz, hangi kişiyi arkadaş olarak tercih ederdiniz?
Arkadaş Olarak Hangi Kişiyi Tercih Ederiz?
Bir araştırma ekibi bu soruları bir dizi çalışmada araştırdı ve bulguları, bizi bir arkadaş olarak daha davetkar yapacağını varsaydığımız şeyle diğerlerinde aslında neyi daha çok sevdiğimiz arasındaki ilginç bir çelişkiyi vurguladı. Hem çevrimiçi hem de gerçek dünyadaki durumlarda, araştırmacılar, daha fazla arkadaşımız olursa başkalarına daha çekici görüneceğimizi varsayma eğiliminde olduğumuzu keşfettiler, ancak bir arkadaşta ne istediğimize gelince, biraz daha az sayıda arkadaşı olan kişiyle arkadaş olmak istememizi keşfettiler. Buna “Arkadaş Sayısı Paradoksu” adını verdiler.
Arkadaşlık Paradoksu Nedir?
1991 yılında, Scott Feld adlı bir sosyolog, ortalama olarak insanların arkadaşlarından daha az arkadaşı olduğu ilginç bir fenomeni keşfetti. Bu, ilk bakışta ilginç gelebilir, ancak çoğu insan arkadaşlarından daha fazla arkadaşı olduğuna inanır. İşte paradoks burada ortaya çıkıyor. Sahip olduğumuz arkadaşlarımızdan birisinin daha popüler olmasını gerektiriyor. Arkadaşlık paradoksu, bir tür örnekleme önyargısıdır. Çok sayıda arkadaşı olan insanla daha az arkadaşı olan insana göre arkadaş olma ihtimaliniz daha yüksektir.
Hatta arkadaşlık paradoksu bazı araştırmalarda salgın hastalıkların yayılmasını önlemek amacıyla bile kullanılmıştır.
Büyük bir partiye davetli olduğunuzu düşünün, kenarlarda içeceğini yudumlayan kişilere, rastgele bir arkadaşının ismini sorarsanız, hiç şüphesiz çok fazla arkadaşı olan ev sahibini gösterecektir. Çok az kişi farklı bir isim söyleyecektir. İşte bu durum, arkadaşımızın ortalama olarak daha fazla arkadaşa sahip olma durumunu açıklıyor.
Bu Tutarsızlığın Sebebi Nedir?
Neden başkalarına farklı standartlar uyguluyor gibi görünelim? Araştırmacıların öne sürdüğü temel açıklama, biz insanların bencil bir görüşe sahip olduğu ve başkalarının da bizi kendimizi nasıl değerlendirdiğimiz gibi potansiyel bir arkadaş olarak değerlendireceğini varsaymamıza neden olduğudur. Başka bir deyişle, daha fazla arkadaşımız olursa insanlara daha çekici görüneceğimizi öngördüğümüz için, bu fikri başkalarına yansıtıyor ve onların da bizi aynı şekilde değerlendireceklerini varsayıyoruz. Ek olarak, bir arkadaşta ne istediğimizi düşündüğümüzde, bir arkadaşlığı geliştirmek ve beslemek için daha fazla çaba sarf edebilen ve birlikte vakit geçirmeye müsait olan biriyle bağlantı kurmak istemeye daha meyilli oluruz. Araştırmacıların da belirttiği gibi, nispeten daha fazla arkadaşı olan biri, tek bir arkadaşlıkta bir kişiye bu kadar çok şey veremeyecek ve biz bunu hesaba katmaya ve biraz daha fazla sayıda küçük dostları tercih etmeye meyilli olacağız.
Bununla birlikte, araştırmacılar ayrıca, insanların sahip olmamızı istediğini düşündüğümüz arkadaş sayısı ile sahip olduğumuz arkadaş sayısı arasında bir uyumsuzluk olmasının başka olası nedenleri olabileceğini de belirtti. Örneğin, sosyal olarak dışlanmayı dört gözle beklediğimiz için nispeten daha küçük bir arkadaş çevresi olan insanları tercih edebiliriz. Aksi takdirde, arkadaşlarımızın bizden daha az sayıda arkadaşı olursa daha iyi bir sosyal konuma sahip olacağımızı düşünebiliriz.
Ya da birbirimizi olumlu bir şekilde görmek isteyebiliriz ve bu yüzden daha büyük bir arkadaş grubunun bizi nasıl iyi gösterebileceğine odaklanarak, daha geniş bir arkadaş ağına sahip bir arkadaştan çok farkındalığımızı bir kenara bırakırız. Bu diğer potansiyel altta yatan nedenlere rağmen, araştırmacılar, birkaç arkadaşımız daha olursa başkalarının bizi daha çok seveceğini varsaydığımıza ve başkalarının da aynı şeyi hissetme eğiliminde olduğu gerçeğini görmezden geldiğimize dair kanıt buldular.
Sonuç olarak, araştırmacıların da belirttiği gibi, çekiciliğimizi artırmak için çok sayıda arkadaşımız varmış gibi göstermeye çalışıyorsak, tam da olduğumuz amacı sabote ediyor olabiliriz. Dolayısıyla, daha küçük bir arkadaş çevreniz varsa ve utanıyorsanız veya farklı bir imaj yansıtmanız gerektiğini düşünüyorsanız, aslında arkadaşlarınıza, arkadaşlarınıza düşündüğünüzden daha fazla çekici gelme olasılığını göz önünde bulundurmak isteyebilirsiniz.


Güçlü bir ilişki, her iki taraf adına çalışma ve bağlılık gerektirir. Birbiriniz için doğduğunuzu hissetseniz bile, zaman zaman tartışmalara gireceksiniz ve zorlukları birlikte aşmanız gereken noktalar olacak. Proaktif bir yaklaşımın yokluğunda, ikiniz arasındaki bağ kısa bir süre sonra zayıflıyor olacak.
İlişkinizi güçlendirmek, biraz günlük pratiği gerektirecektir. Uzun vadeli uyum ve istikrarı sağlamak için aşağıdaki kuralları ve ipuçlarını aklınızda bulundurun.
1. Karşılıklı Bağışlamanın Önemi
Kin tutmak, “sonsuza dek mutlu” olmanızı sağlamak açısından muhtemelen en yıkıcı şeydir.
Öfkelenmeyi bırakın.
Partnerinizi sözleri, eylemleri veya bunların eksikliği için affedin. Değiştiremeyeceğinizin noktalar için çaba sark etmekten vazgeçin. Aksi takdirde, kırılma noktasına ulaşana kadar kızgınlık artmaya devam edecektir.
Kızgınsanız, birlikte oturun ve hayal kırıklığınızı dile getirin. Partnerinizin nasıl hissettiğinizi anladığından emin olun, ancak aynı zamanda hikayenin kendi tarafını da öğrenin. Bu konuşma konunun sonu olmalı. İçinizden geçenleri açık bir şekilde dile getirin, affedin ve ilerleyin.
2. Zorlukların Üstesinden Bir Çift Olarak Gelin
Bir çiftin parçası olduğunuzda, bireysel problemler yaşamayı bırakırsınız. Partnerinizin sorunu aslında sizin de sorununuz haline gelir. Sevdiklerinizden tavsiye almak her zaman iyi bir fikirdir. Sorun küçük olsa bile ve yalnızca sizi ilgilendirse bile, iletişim kurmak yine de çok önemlidir.
Bir sorunu kendi başınıza çözmeye çalışmak, hayal kırıklığının artmasına katkıda bulunabilir. Sonunda ilişkiniz, evde başardığınız denge ve uyumla hiçbir ilgisi olmayan dış etkenler nedeniyle zarar görecektir.
3. Birbirinizi Güldürmek
Birbirinizi gülümsetmek ve şakalar içinde paylaşım yapmak bir bağlılık ve aidiyet duygusu oluşturur. Karanlık anları aydınlatmak ve birbirinizin arkadaşlığından keyif almak için çalışmak önemlidir.
Hayat arkadaşınızla her türlü aptallığı birlikte yapmanız soru değil. Başkasıyla rahat olamayacağınız şeyler yapabilirsiniz. Keyifli bir yemekten sonra geğirmek utanç kaynağı olmamalıdır. Bunun yerine, birbirinizle yeterince rahat olduğunuz gerçeğini kucaklayın.
Aynı evi paylaşırken, pek çok küçük hayal kırıklıklarınız olabilir. Klozet kapağını açık mı bıraktı? Buzdolabında boş bir şişe süt mü var? Bunları şakaya çevirin veya esprili bir şekilde “intikamınızı” alın. Bu tür tuhaflıkların sizi rahatsız etmesini önlemeyi öğrenirseniz, uzun ve kırılmaz bir ilişkiden keyif alma olasılığınız artırırsınız.
4. Uzlaşmadan Konuşun ve Bunu Yapmaya Hazır Olun
Tüm ilişki ve flört makaleleri uzlaşmanın önemini anlatıyor – bu günümüzde bu kadar klişe haline gelen bir konu. Hepimiz ödünler olmadan bir ilişki olamayacağını biliyoruz. Önemli olan, sizi veya partnerinizi avantajlı duruma getirilmiş gibi hissettirmeyen bir uzlaşma arayışıdır. Bir kez daha oturun ve bunun hakkında dürüstçe konuşun.
Günlük yaşamınızda neye alıştığınızı, gelecek için ne istediğinizi ve sizi en çok hangi alışkanlık veya davranışların rahatsız ettiğini tartışın. Partnerinizin de aynısını yapmasına izin verin. Bu bilgilere dayanarak, bir çift olarak birlikte büyümenin önünde duran şeyleri tam olarak tespit edebilirsiniz.
Uzlaşmanın fedakarlık ile aynı şey olmadığını unutmayın. Sevgilinizden inandıkları bir şey için büyük bir fedakarlık yapmasını isterseniz, er ya da geç size kızmaya başlayacaklardır.
5. Yakınlık İçin Zaman Ayırın
Fiziksel yakınlık, bir ilişkideki bağlayıcı tutkaldır. Bir kişiyi başka hiç kimseyi deneyimlemeyeceğiniz bir şekilde deneyimlemenizi sağlar. İletişimi başka bir seviyeye taşır, önemsiz sıkıntıları unutmanıza ve daha bağlı hissetmenize yardımcı olur.
Meşgul olsanız bile, birbirinize kızgın olsanız bile, fiziksel yakınlık için biraz yer açmalısınız.
İster beş aydır çıkıyor olun ister 15 yıldır evli olun, samimiyet her ilişkinin önemli bir parçasıdır. Kıvılcım zaman zaman sönecektir. Böyle zamanlarda, samimiyeti bir rutine dönüştürmek, ikinizin de bunu beklemesini ve yeterince düzenli olarak fiziksel şefkat ifade etme alışkanlığı edinmenizi sağlayacaktır.


Aşık olmak, aniden ve tamamen kontrolden çıkan güçlü duyguları deneyimlemektir. Kalbin hızlıca atması, soluk alıp verme, aniden sıcak gelmesi, karşımızdakine aşık olmamızdan kaynaklanan bu duygu akışını gösteren fiziksel semptomlardır. Ani ve geçici bir fenomendir. Peki bu fiziksel değişimler yaşanırken bir taraftan da beynimizde neler oluyor?
Beynimizdeki Bağımlılık Alanı Aktive Olur
Sevgilimizi düşündüğümüzde, beynimizin ventral tegmental alanı aktive olur, ancak bu alan bağımlılıklarla ilişkilidir: daha sonra dopamin (motivasyon nörotransmitteri) salgılar. Bu hormon beynin ödül döngüsünü harekete geçirir ve bizi harekete geçmeye, kişiyi çağırmaya iter.
Aşk Bizi Yaşam İçin Bağlayabilir
Antropolog Helen Fisher, ventral tegmental havanın aktivasyonunun 20 yıldan fazla bir süredir çiftlerdeki bireylerde de aktif hale gelip gelmediğini bilmek istedi. Bir ilişkinin başlangıcında aktive olan beyin bölgeleri, 20 yıldır bir ilişki içinde olan çiftlerdeki aynı beyin bölgelerini de aktive edebiliyor.
Aşk Stres Hormonunu Harekete Geçirir
Aşık olduğumuzda beyin norepinefrin (stres hormonu) salgılar, bu da kalp atış hızımızı artırır, iştahımızı azaltır, uyumamıza engel olur ve ardından bizi sıradan durumlara aşırı tepki vermeye iter. Neyse ki, dopamin salgısı (bizi motive eden ve bize zevk veren) bir şeyleri telafi etmek için oradadır, aksi takdirde sevgiyi bir işkence seansı olarak görürdük!
Aşk Hafızayı Geliştirir
Beynimiz aynı zamanda cinsel eylem, ödülle ve hafızamızla bağlantılı alanları talep eden hormonları (dopamin ve oksitosin) salgılar! Yapılan çalışma, düzenli cinsel aktiviteye sahip 50 yaşın üzerindeki kişilerin ortalamadan% 23 daha yüksek hafıza testi puanlarına sahip olduğunu göstermiştir!
Aşk Kaygı Yapar
Aşk, kaygımızı azaltan ve durumlar üzerindeki kontrol hissimizi artıran bir nörotransmiter olan serotoninin salgılanmasını azaltarak sizi endişelendirir.
Aşk Körleştirir
Aşk duygusu, prefrontal korteks dahil olmak üzere beynin seçimlerimizi etkileyen alanlarını etkisiz hale getirir. Prefrontal korteks, aşık olduğunuzda aktivitede bir düşüş yaşar ve riski değerlendirmek ve rasyonel karar vermek için kullandığımız tam da beyin alanı budur!
Korku hissinde, bazen olumsuz duygularda ve muhakemede rol oynayan serebral amigdala da vardır. Beyin artık sarhoş oluyor ve artık sevdiğimiz varlığın kusurlarını görmüyoruz.
Aşk Sadakat Duygusunu Artırır
Cinsel ilişki sırasında hipofiz bezinin oksitosin salgıladığı ve bu hormonun bireyler arasındaki bağlanma ve bağı güçlendirdiği ortaya çıktı! Birkaç çalışma, yüksek oksitosin düzeylerinin bağlılığın yanı sıra bağlılığı da artırdığını ve hatta erkeklere oksitosin enjekte etmenin çekici kadınlarla temas kurmalarına bile neden olabileceğini göstermiştir!


“Kıskanç değilseniz, bu gerçek aşk değildir”, “beni gerçekten seviyorsa, başkasıyla vakit geçirmek zorunda kalmaz” veya “sevgi, diğer kişinin ne istediğini ve neye ihtiyaç duyduğunu tahmin edebilmek demektir” gibi şeyleri söylediğimizde, çoğu zaman samimi olmayan romantik bir bağ sürdürmek için adil olmayan ve aşağılayıcı durumlarla uğraşıyoruz. Aşk, hayatta neredeyse diğer her şey gibi, öğrenilen bir şeydir. Ve bazen onu yanlış şekillerde öğreniriz. Bugünlerde popüler olan sevginin romantik ve hayali düşüncesi kişiler arası ilişkilere hiç yardımcı olmuyor. Sağlıklı ve gerçek romantik ilişkilerde bulunan değerler, tutkulu ve ya hep ya hiç fikriyle başlamış ilişkilerde olan değerlerin tam tersidir.
Aşk, dünyada bulunan en güçlü duygulardan biridir ve her kişi kendi kişisel görüşlerini bu duyguyla birleştirir ve bu görüşler her zaman tamamen doğru olmayabilirler. İlişkilerdeki sorunların büyük çoğunluğu kişilerin ilişkiden veya eşinden gerçekçi olmayan romantik taleplerde bulunması sonucu oluşur. Tutkulu aşkın bu çarpıtılmış düşünceleri, çiftler birbirleriyle dengeli bir uyum içinde olsa bile, ilişkilerde sorun yaratabilir.
“Rahatsız edici duygular ve toksik ilişkiler hastalıkları etkileyen risk faktörleri olarak belirlendi.”
– Daniel Goleman
Manipülasyonun karakteristikleri
Manipülasyon, bir kişinin başka birinin davranışını kontrol etmesi durumunda oluşur. Bunu yapmak için, ikna teknikleri kullanarak bir kişinin yargılarını kurcalamak ve nihayetinde elinden almaktır. Zihinsel manipülasyon bencilliğin belirli bir biçimi olabilir.
Manipülatörler çoğu zaman, daha fazla güç elde etmek ya da istediklerini elde etmek için narsistik amaçlarla, diğer kişileri utanç duymadan kullanacaklardır. Ayrıca yalanlar, baştan çıkarma ve hatta tehdit veya zorla mağdurun istedikleri şekilde hareket etmesi için. Manipülatif insanlar, başkalarının davranışlarını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren durumlar geliştirir. Gerçekten çok iyi davranıyorsa, idare ettikleri kişi oynadıklarını bile fark edemez.
Ortakları tarafından manipülasyona maruz kalma ihtimali en yüksek olan kişiler, kendine güveni düşük olma eğilimindedir ve suçluluk ve aşağılık duygusu hissetme eğilimindedirler. Manipülasyonun etkililiğini etkileyebilecek dış faktörler, sevilen bir kişinin kaybedilmesi, ayrılma, boşanma ve iş kaybıdır.
Gerçek aşk manipülasyondan etkilenmez.

Bir manipülatorü nasıl tanırsınız
Bir manipülatörü nasıl tanıyacağınızı bilmek günlük hayatınızda yaşayabileceğiniz pek çok hayal kırıklığına karşı bağışıklık kazanmanızı sağlar. Eşiniz bir cevap olarak “hayır’a” dayanamıyorsa, ikna girişimlerinize direniyorsa ve normalde yaptıkları şekilde tepki göstermediğini fark ederseniz -veya hatta tamamen kontrolünü kaybederse- bu sizin üzerinizde etkiye sahip olamamaya dayanamadıklarına bir işarettir.
Partnerlerini manipüle eden insanlar, güçlerini ve yeteneklerini göstermeyi severler ve nadiren utangaçtırlar. İstediklerine ulaşamadıklarında başkalarını suçlama eğilimindedirler. Karşısındaki kişilere ne verdikleri veya diğer insanlara nasıl yardım edebilecekleri umurlarında değildir. Bunun yerine, sürekli kendilerine odaklanırlar ve karşılıklılık kelimesinin anlamını bilmezler.
Her zaman kendileri hakkında konuşurlar ve size nasıl olduğunuzu sorduklarında gerçekten bir şeye ihtiyacınız olup olmadığıyla ilgilenmezler. Ayrıca, onlara istediklerini vermeye başladığınızda size teşekkür etmekle kalmazlar, giderek daha fazla istemeye başlarlar. Bu insanlar son derece güvensiz olma eğilimindedirler ancak korkularını gizlemek için kendini ben merkezli ve dominant tavırlar kullanarak tam tersi olarak sunmaya çalışmaktadırlar.
Bir manipülatif durumu düzeltmenin ilk adımı, manipüle edildiğinizin farkına varmaktır. Sevdiğiniz biri tarafından onların kuklası olma noktasına geldiğinizde manipüle edildiğinizi fark etmek, duygusal kargaşaya sebep olabilir. Bu sorunu çözebileceğiniz çeşitli yollar vardır. Partnerinizin davranışlarını değiştirmesi imkansızsa ilişkiyi sona erdirmek bu yollardan biridir. Başka bir seçenek ise, doğrudan size kartlarını göstermeden veya gerçek duygularını ifade etmeden, bakış açılarını görmenizi sağlamaya çalışmaları yerine dolaylı şeyleri doğrudan sormayı öğrenmelerini sağlamaktır. İlginçtir, başkalarını kontrol etmeyi isteyen insanlar kendilerini bile kontrol edemezler.

Cevap vermiyor. Alaycılığa başvuruyor. Seninle konuşmak imkansız diyor. Bir çocukla konuşurmuş gibi konuşuyor sizinle. Ültimatomlar verip tehdit ediyor. İletişim ve dildeki psikolojik manipülasyon işaretleri, yorucu oldukları kadar çeşitlidir de. Fark etmeyi öğrenmemiz gereken bir zihinsel sömürü ve duygusal istismar biçimidir. Licio Gelli, İtalyan tarihinde en uğursuz adamlarından biriydi. Masonic Lodge Propaganda Due ekibinin ajanı olan bu kişi, kitlelerin manipülasyonunda uzmanlaşmış bir neo-faşist oldu. Bu kötü karakter, birisini kontrol etmek için nasıl iletişim kurulacağını bilmeniz gerektiğini söylemiştir. Dilin bir silah olduğunu ve tahakküm için sapkın bir şekilde kullanılabildiğini göstermiştir.
“Düşünce dili yozlaştırırsa ve dil de insan ilişkilerini bozabilir.”
– George Orwell
Bunu çok iyi biliyoruz. Politika alanında, reklamlarda ve kitle iletişim araçlarının bu büyük evreninde, bizi baştan çıkarmak, kararlarımızı etkilemek ve nihayetinde bizi kontrol etmek için neredeyse sürekli bir manipülasyon kullanımı vardır. Şimdi, özel alana girdiğimizde, her şey biraz daha gizli ve karmaşık hale gelir.
Ailemiz, partneriniz, arkadaşlarımızla olan iletişimimiz hakkında konuşuyoruz… Psikolojik ve duygusal manipülasyon işaretleri her tarafımızda bellidir, ancak genellikle kamufle edilir. Ayrıca bilinçsizce kendimizi kullanma tuzağına düşebiliriz. Bu nedenle, onları nasıl algılayacaklarını ve onlara nasıl tepki vereceğini bilmek şarttır. Sadece söylediklerimize dikkat etmenin değil, aynı zamanda nasıl söylediğimizin de önemli olduğunu anlamalıyız.

İletişimde psikolojik manipülasyon belirtileri
Sözlerimiz aracılığıyla psikolojik manipülasyon fikrine başvurduğumuzda, ilk etapta olan şey söz konusu ilişkide bir dengesizliktir. Kişinin kendi faydasına olacak şekilde dili kullanmasıdır. Sadece diğer kişiyi kontrol etmekle kalmıyor, aynı zamanda onlara zarar verme niyetiyle de yapılır bu. Çıplak duygularımız içimizdeki bu gizli saldırganlığı üreten şeydir. Aldous Huxley, kelimelerin X-ışınları gibi olabileceğini söylemiştir. Makyavelist bir şekilde kullanıldığında her şeyi delebilirler: karşınızdakinin benlik saygısı, haysiyet ve hatta kimliğine zarar verebilir kelimeler. Bu nedenle, bu yıkıcı dinamiği kişisel bir düzeyde daha iyi anlamaya çalışalım. İşte 9 tehlike işareti:
1. Gerçeklerin manipülasyonu
İletişimde psikolojik manipülasyon konusunda uzman olan herkes, gerçeği çarpıtan bir stratejisttir. Her zaman gerçeği kendi lehine çevirir, sorumluluğunu paylaşır ve tüm suçu bize bırakır. Dahası, her şeyi abartarak kilit bilgileri saklayacak ve böylece dengenin daima kendi “hakikat” versiyonuna doğru eğilmesini sağlayacaktır.
2. Sizinle konuşmanın imkansız olduğunu söyleyecektir
Bu yaklaşım basit, doğrudan ve etkilidir. Birisi size “konuşmak imkansız” olduğunu söylerse, yapmak istediğiniz şeyi tam olarak önlemiş olurlar: problem hakkında konuşmak için. Manipülasyon yapan kişinin bize çok duygusal olduğumuzu , pireyi deve yaptığımızı, bizimle bir türlü konuşamadığını söylemesi yaygındır. Bizi kendilerinin muzdarip şeyle suçlarlar: zayıf iletişim becerileri.
3. Entelektüel taciz
Psikolojik ve duygusal manipülatör ayrıca sıklıkla çok yaygın bir iletişim stratejisini kullanır. Burada entelektüel taciz hakkında konuşuyoruz. İnsanlar bizi duygusal olarak tüketmek ve doğru olduklarına ikna etmek için farklı bilgi, gerçekler ve çarpık bir akıl yürütmeyle birlikte durmaksızın argümanlar üretirler.
4. Ültimatomlar ve karar vermek için çok az zaman
Söylediklerimi kabul etmezseniz, her şey biter. Sana söylediklerimi düşünmek için yarına kadar zaman vereceğim, benzeri şeyler söyler. Bu tür iletişim şüphesiz çok acı verici ve üzücüdür. Bizi bir kaya ile sert bir yer arasına sokarlar, kaygı yaratırlar ve büyük duygusal acılara neden olurlar. Birisi bize saygı duyuyorsa ve bizi gerçekten seviyorsa, “ya hep ya hiç” tehdidini asla kullanmayacaklarını bilmeliyiz. Bu çok yaygın bir manipülasyon stratejisidir.
5. Konuşma sırasında isminizi tekrarlamak
Birisi isminizi neredeyse sürekli ve abartılı bir şekilde tekrarlıyorsa, akıllı bir kontrol mekanizması kullanıyor demektir . Bunu yaparak, diğer insanı dikkat etmesi için zorlar ve onu korkutur.
6. İroni ve kara mizah
Karşısındakini utandırıp küçük düşürmek için ironi ve kara mizaha başvurmak, iletişimde psikolojik manipülasyonun en yaygın işaretlerinden biridir. Saldırgan ya da manipülatör bizi küçümsemek istiyor ve sözde psikolojik üstünlüğünü bize empoze etmeye çalışıyordur.
7. Sessizliğin veya kaçmanın kullanımı
Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum. Şimdi iyi bir zaman değil. Bunu şimdi niçin gündeme getiriyorsunuz? Bu tür iletişim partnerler arasında çok yaygındır, özellikle de kişilerden biri iletişimsel beceriler ve sorumluluk duygusundan yoksunsa.
8. Bilmiyormuş gibi davranmak: “Ne demek istediğini anlamadım”
Bu klasik bir taktiktir. Diğer kişinin onlardan ne söylemesi ya da yapmasını istediğini bilmediklerini iddia ederler. Diğer kişinin zihniyle oynarlar. Diğer kişinin bir çok şeyi karmaşıklaştırdığını ve konuşmanın mantıklı olmadığını söylemeye çalışırlar. Bu, pasif-agresif manipülatörün klasik bir stratejisidir, ki burada kendi sorumluluklarını üstlenmekten kaçınırlar ve diğerlerine acı çektirmeye çalışırlar.
9. Önce konuşmanıza izin vereceklerdir
Psikolojik manipülasyonun en ince belirtilerinden biri, bir kişinin daima karşısındakinin önce konuşmasına izin vermesidir. Bu strateji ile birkaç şey elde ederler. Birincisi argümanlarını hazırlamak için zaman kazanmak, ikincisi zayıf noktalarımızı bulmaktır. Ayrıca bizi dinledikten sonra, duygusal manipülatör kendi fikirlerini ifade etmekten kaçınır. Sadece sorular sorar ve bir anlaşmaya varmak yerine, eksikliklerimizi vurgulamaya çalışırlar. Sohbeti, bizi hantal, zayıf insanlar olarak gösterecek
şekilde yönlendiriyorlar.
Sonuç olarak. İnsan iletişiminde başka birçok psikolojik ve duygusal manipülasyon stratejisinin olduğu doğru olsa da, kuşkusuz bunlar en yaygın olanlardır. Bunlar sadece etkili bir diyalog kurabilme olasılığını sınırlamayan, aynı zamanda diğer kişiyi bastırmaya ve onları her düzeyde, kişisel, duygusal ve zihinsel olarak güçsüzleştirmeye hizmet eden sindirme biçimleridir. Bu yıkıcı stratejileri tanımayı öğrenmeliyiz.
Psikolog Valeria Sabater

Aristo, bir keresinde bir erkeğin en çok kendisini mi sevmesi gerektiğini, yoksa başkalarını mı sevmesi gerektiğini sorguladı. Bu bilge Yunan filozofu, bencillik ve onunla yakından ilişkili olan kendini sevme kavramlarıyla ilgili yepyeni bir görüş öne sürdü. Siz de bu tekil çıkarım hakkında biraz daha bilgi sahibi olmaya ne dersiniz? Devam etmeden önce ünlü eseri “Nicomachean Ethics”i (Nicomachean Etiği) ele alacağımızı belirtmek zorundayız. Daha somut olmak için doğrudan, “Bencillik ya da özsevgi” başlıklı dokuzuncu kitabın VIII. bölümüne gidiyoruz.

Aristo’ya göre kendinizi sevmek ya da diğer bir deyişle öz sevgi
Filozof, geniş kapsamlı çalışmasının bu bölümü boyunca, erdemli bir erkeğin nasıl olması gerektiği konusunda detaylı bir çıkarım yaptı. Bu çalışmasında yazar, öz sevgi ile bencillik arasındaki karşılaştırmaya odaklanır.
Bu filozof, gerçeklerin bencillikle ilgili ortaya atılmış teorilere aykırı olduğuna inanmaktadır. Gerçekten de, birinin en yakın arkadaşını sevmenin erdemli bir davranış olduğu doğruysa, sahip olabileceğimiz en iyi arkadaşın da yine kendimiz olduğu doğrudur. Bu da demektir ki siz kendiniz en iyi arkadaşısınız. Öyleyse, diyor Aristotle: kendinizi sevmek bencilce bir şey mi? Bu mantıklı olduğu gibi, herhangi bir kişinin hayatındaki en yakın ilişki, yine kendiyle olan ilişkisidir. Günün sonunda, 24 saat boyunca kiminle yaşıyoruz ve ruh halimiz ne olursa olsun, kiminle olmak zorundayız?
Aristo’nun öne sürdüğü iki bencillik tipi
Filozof kendini sevme ilkelerini belirttikten sonra, bencillik için bulduğu iki anlamın açıklamaları üzerine konuşmaya başlar. Gerçekten de, terimin aşağılayıcı ve utanç verici bir yönü olduğuna inanıyorsa, orada çok daha yüksek bir değişken olduğunu düşünmektedir. Aristo’nun bize gösterdiği ilk bencillik tipi, dünyevi şeylere olan sevgiye odaklanmıştır. Filozof, bu tür eylemleri kaba, hoyrat olarak nitelendirir. Hiç şüphe yok ki, bu Antik Yunan’da varolan aşırı sınıfsal bir toplumun sonucu olarak ortaya çıkan bir durumdur.
Bu durumda Aristo, bu birinci bencillik tipini vücut zevkleri üzerine olan en canlı endişe olarak tanımlamaktadır. Diğer bir deyişle, bu insanlar en büyük zenginliklerini, şereflerini ve mallarını kendileri için saklıyorlar. Maddi malların biriktirilmesine gerçek anlamda bağlılık sergilerler ve ne kadar değerli olursa o kadar iyi hissederler. Yani, bu insanların hayattaki tek amacı, Aristo’nun ruhun en mantıksız bölümünü dinlemek olarak düşündüğü tutkularını ve arzularını tatmin etmektir. Aristo bunu bir tür genellenmiş, acınası ve kaba bir tutum olarak görür. Bu nedenle, böyle davranmak kötü bir tutumdur.
“Öz sevgi, eğer kişi ihtiyacı olandan fazla mal, onur ve fiziksel zevk talep ediyorsa, eleştirilmesi gereken bir kavram olarak kullanılabilir.”
– Aristo
Fakat daha sonra, bu klasik dönem filozofu, adalet ve bilgeliğin en üst düzeyleri tarafından yönlendirilen kişilerin bencil olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte, bunlar erdemi, güzel işleri ve güzelliği arayan insanlardır. Bu davranışta ayıplanılacak hiçbir şey görmemektedir.
Bencillik kendini sevmenin yolunu açar
Aristo’nun incelediği bu ikinci bencillik türü hakkında konuşarak devam etmek istiyoruz. Kendini, bedenini ve ruhunu, bilgelik, adalet ve güzellik arayışına ayıran bir kişiye nasıl bencil demeyiz? Bu insanlar aynı zamanda kendi ihtiyaçlarını da karşılamaya ihtiyaç duyarlar ve bu onların hayatlarındaki tek hedeftir.
Bununla birlikte, filozof bu insanlara büyük değer verir. Yani, iyi insanı en bencil görür, fakat bu bencillik zararlı değil, asildir. Kabaca değildir, çünkü akıl, bu kişilerin ustasıdır. Daha önce bahsedilen grupta olduğu gibi sadece maddi mallara karşı hissedilen tutku da asla olmayacaktır. Aristo’ya göre, bu soylu ama bencil erkekler çabalarını erdem icra etmeye odaklıyorlar, çünkü hayatın gerçek zevki burada bulunur. Ve bu tavır, tüm toplumun kazancıyla sonuçlanır. Hem başkalarına, hem de kendine yarar sağlamanın şekli budur.
Yunanlı filozof için erdem, sahip olunabilecek en yüce şeylerdendir. Dolayısıyla erdemli adam, sahip olduğu şeyi akıllıca ve mantıklıca yaparken, kötü adam bunu yapması gereken ile gerçekte yaptığı şey arasında derin bir çelişki duyarak yapar.
“Erdemli insan arkadaşları ve vatan adına çok şey yapacaktır.”
– Aristo

Sonuç olarak
Burada, Aristo’nun iyi ve asil adamı bencilce bulduğu sonucuna varmak doğru olur. Ancak erdeminden ve dürüst davranışından, arkadaşlarının, vatanının ve kendi topluluğunun yararlandığı faydalar ortaya çıkar. Bu insanlar maddi servete bakan, ancak onur ve haysiyetin avantajlarından hoşlanan kararlı bir kişidir.
Aristo gibi bir kişi için, başı dik bir adam, yüz kızartıcı bir hayat sürmenin keyfini çıkarmayı tercih eder. Kendisinden talep edildiğinde o cömert davranır ve fedakarlık eder. Ona ihtiyacı olan her şeyi terk edebilecek bir yapıda olacaktır. Kazanabileceği şan ve şöhretten vazgeçmekten, onu bir başkasına devretmekten hiç çekinmez. Bu da demektir ki nasıl bencil olunacağını bilen biri ve aynı zamanda yüksek bir öz sevgiye sahip olan bir kişidir.

ALEKSİTİMİ (DUYGU KÖRLÜĞÜ)
Aleksitimi, duygularla ilgili sorunları tanımlamak için geniş bir terimdir. Aslında, Freudyen teorilerde kullanılan bu Yunanca terim; “duygu için hiçbir kelime yok” anlamına gelir. Net olarak bilinmemekle birlikte, 10 kişiden 1’inde aleksitimi olduğu tahmin edilmektedir. Aleksitimi; bireyin kendi duygularını tam olarak anlayamaması, bunları iyi bir şekilde ifade edememesi ve sosyal normlara uygun bir duygu dışavurum davranışı sergileyememesidir. Bu durum bireyin yaşam kalitesini düşürmektedir.
Aleksitimik bireyler bazı psikosomatik semptomlara sahiptirler. Duyguları ve bunların yarattığı vücut duyumlarını ayırt etmekte, tespit etmekte zorluk yaşarlar. Bununla birlikte bu semptomları tanımlamak, anlatmak ve dışa vurmada da zorluklarla karşılaşırlar. Temelde aleksitimik bireylerin zorluğu duygularıdır. Duygu-düşünce-duyum ayrımını yapmakta ve anlatmakta zorlanırlar. Diğer bozuklukların aksine gelip geçici değildir ve bireyin hayatında bir kişilik özelliği olarak sürüp gider. Günlük rutinlerini ve sosyal ilişkilerini sağlıklı bir şekilde ilerletebilseler de yapılan araştırmalarda yaşam kalitelerinin ortalamanın altında olduğuna ulaşılmıştır. Çünkü hem sosyal ilişkilerde duygular önemli bir faktördür hem de somatizasyon olarak tanımladığımız bedenselleştirme yani fiziksel yakınmaları kendi hayat kalitesini düşürmektedir.
ALEKSİTİMİ BELİRTİLERİ
Duygu eksikliği ile karakterize bir durum olarak; aleksitimi semptomlarını tanımak zor olabilir. Bu durum, duyguları ifade edememe ile ilişkili olduğu için, bu durumdan etkilenen kişiler yani aleksitimik bireyler temassız veya kayıtsız görünebilir.
Bununla birlikte, aleksitimik bir kişi, sosyal hayat kapsamında kişisel olarak aşağıdakileri deneyimleyebilir:
- Sinirlilik
- Bilinç bulanıklığı, kafa karışıklığı
- Yüz ifadelerini algılamada zorluk
- Rahatsız hissetmek
- Boşluk hissi
- Kalp atış hızında artış
- Sevgi eksikliği
- Panik hisleri
Aleksitiminin semptomları şunları içerir:
- Duygu ve duyguları tanımlamada güçlükler
- Duygular ve bu duygularla ilgili bedensel duyumları ayırma sorunları
- Duygularını başkalarına iletme konusunda yeteneğin sınırlı olması
- Ses tonu ve yüz ifadeleri dahil olmak üzere başkalarındaki duyguları tanıma ve bunlara yanıt vermede zorluklar
- Hayal gücü eksikliği
- Duyguları hesaba katmayan mantıklı ve katı bir düşünme stili
- Stresle başa çıkmak söz konusu olduğunda zayıf başa çıkma becerileri
- Diğerlerinden daha az özgecil davranmak
- Mesafeli, katı ve esprisiz görünme
- Düşük yaşam memnuniyeti
Bu durum; bir kişinin vücut değişikliklerini, duygusal tepkiler olarak yorumlamasını da zorlaştırabilir. Örneğin, normalden daha hızlı atan bir kalbi heyecan veya korkuyla ilişkilendirmekte sorun yaşayabilirsiniz. Ancak yine de o anda fizyolojik bir tepki yaşadığınızı kabul edebilirsiniz.

DUYGU KÖRLÜĞÜNÜN OLASI SEBEPLERİ
Duygu körlüğünün bir çok sebebi olabilir. Bu durumun ortaya çıkmasını etkileyen faktörler şunlardır:
- Gereken ilgi ve sevgiyi erken çocukluk yıllarında görememek
- Erken çocukluk döneminde aile dinamiğindeki iletişim sorunları/iletişimsizlik
- Yeterli sosyalleşememe
- Dışlanma
- Beynin duygulardan sorumlu bölgesi olan hipotalamustaki sorunlar/dengesizlikler
ALEKSİTİMİDE CİNSİYET FARKLARI:
Cinsiyet farkına bakıldığında duygu körlüğü kadınlara oranla erkeklerde daha fazladır. Bunun hem genetik hem sosyokültürel destekçileri vardır. Hem ilişkisel benlik daha çok geliştiği için hem de sosyokültürel boyutta kadınların sözel kabiliyetlerinin daha çok gelişmesine olanak sağlandığı için aleksitimik birey sayısı kadın popülasyonda daha azdır. Bunlara ek olarak erkek çocuklarının duygusal gelişimi toplumumuzda anneleri tarafından daha fazla kontrol edilirken kız çocuklarının duygu gelişimi için daha fazla alan taınmaktadır. Bu çocukluk yaşantılarına ek olarak aleksitimi bireyin hayatındaki etkisini yaşla beraber arttırmaktadır.
ALEKSİTİMİNİN BELİRLENMESİ SÜRECİ:
Aleksitimik bireylerin psikolojik destek süreçleri zorlu geçse de bunun için uygun psikoterapiler bulunmaktadır. Duygu odaklı ya da bilişsel psikoterapiler bu durum için uygundur. Psikoterapi süreci ile aleksitimik bireyin duygularını tanıması, keşfetmesi, somatik etkilerini gözlemleyebilmesi amaçlanmaktadır. Bireyin aleksitimik olduğunun kesinleşebilmesi için buna yönelik ölçekler olsa da klinik görüşmeler sırasında yapılan gözlemler ve bazı kriterlerin karşılanması da oldukça önemlidir.
Bu durum çok tehlikeli olmasa da, istemeden kişiler arası ve ilişkisel sorunlarına yol açabilir. İyi haber şu ki, zihinsel sağlık ve iyilik halinizin gelişmesine yardımcı olabilecek terapiler mevcuttur. Bu sadece başkalarıyla olan ilişkilere yardımcı olmakla kalmaz, daha da önemlisi, siz de daha iyi hissedebilirsiniz.
NORA PSİKOLOJİ

Aleksitimi olan insanlar aşık olabilse bile, nasıl yakınlık göstereceklerini bilmezler. Hayat arkadaşları kendilerini en basit duygusal ihtiyaçlarını bile karşılayamadıkları bir duygusal vakum olarak bulurlar.
Aleksitimi olan bir partner ile ilişki içerisinde olmak son derece zor bir şey olabilir. Çünkü bu durumun ana karakter özelliklerinden birisi empati eksikliğidir. Eğer hayat arkadaşınızda aleksitimi varsa, bir ilişkiyi anlamlı ve gerçek yapan duygusal onay veya gerçek yakınlık bulamayacaksınız. Yalnızlık, belirsizlik, yanlış anlama… Bunlar aleksitimi olan bir insanla birlikte olanların sık sık hissettiği duygulardır. Romantik bir ilişki bağlamında, aleksitimi olan insanların neler yaşadığını anlamak önemlidir. Diğer herkes gibi aşık olurlar, duyguları yaşarlar, mutlu hissederler ve acı çekerler. Bununla birlikte, sorunun olduğu şey, hissettikleri şeyleri ifade etmekte yeteneksizdirler. Aynı zamanda etraflarındaki duygusal işaretleri anlamak konusunda yetenekten yoksundurlar.
Aleksitimi, birçok uzmanın bir sinir hastalığı olarak ve diğerlerinin ise sosyal etkenleri olan psikolojik hastalık olarak tanımladığı bir psikolojik durumdur. Bu sosyal olarak çok sınırlayıcı ve kişinin duygusal hayatında yüksek derece problematik bir durumdur. Missouri Üniversitesinde Dr. Nestor Fry-Cox’ın yaptığı bir çalışma, aynı zamanda aleksitiminin ayrılık için önemli bir faktör olabildiğini göstermiştir.
Araştırmacılar nüfusun yaklaşık olarak %10’luk kısmının duygusal iletişim eksikliğinden muzdarip durumda olduğunu tahmin ediyor. Bu özellikle erkekler arasında yayındır.
Aleksitimi kelimesi Yunan kökenlidir ve “his ve duyguları ifade etmek için kelimelerin yokluğu” diye tanımlanabilir.
Aleksitimi olan birisi ile ilişkide olmak nasıldır?
Aleksitimi ile başa çıkmak, bir romantik ilişki içinde son derece yük olabilir. Sebeplerinden biri, çoğu zaman partnerlerin ikisi de ilişkilerine etki eden bir psikolojik hastalık veya nörolojik değişim olduğunun farkında değildir. Bir çok insan teşhis konulmadan kalır, çünkü bilimsel topluluk bu sorun hakkında bir fikir birliğine varmamıştır. Bununla birlikte, eğer varmış olsalar bile, birçok insan duyguları ifade etmek ve anlamadaki yetersizliklerinin neden olduğu hakkında bir fikirleri yoktur.
1972’de, psikiyatrist Peter Sifneos bu durumu ilk kez tanımladı. Hakkında bilmediğimiz daha bir çok şey olsa da, bilim adamları aleksitiminin limbik sistemdeki değişikliklerle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Aynı zamanda aleksitimi ile psikopati arasında bir bağ olmadığına inanıyorlar. Aleksitimi olan kişiler, ruh hastalarının aksine, normal derecede duyguları hissedebilirler. Sadece ne kendi duygularını ne de başka insanların duygularını yorumlayabilirler.
Sonuç olarak, bir ilişki içinde aleksitimi sonuçları ise şunlardır:
Ne hissettiklerini ifade etmekte yetersizdirler
Eğer partnerinizde aleksitmi varsa, asla kızgın, mutlu, heyecanlı veya endişeli olduklarını söylemezler. Hissettikleri duygular gizemlidir. Bunlar gerginliğe, endişeye, karın ağrısına neden olan fizyolojik deneyimlerdir. Alekstimi olan insanlar ne hissettiklerini ifade edemezler, çünkü vücutlarında ne olduğunu anlamazlar. Duyguları yaşarlar, ancak isimlerini koyamazlar.
Sonuç olarak, öfkelerini kontrol edemezler ve hissettikleri aşkı iletemezler. Bir ilişki içerisinde bulunan normal duygusal ifadelerden hiçbirini yapamazlar.
Aleksitimi olan insanlar partnerlerinin ne hissettiklerini anlayamazlar
Aleksitimi olan kişiler diğer insanların duygularını tanımlamakta yetersizlerdir. Partnerlerinin neden bazı davranışlar yüzünden üzüldüklerini veya neden mutlu olmadıklarını ya da neden bir şeye ihtiyaç duyduklarını, neden üzgün olduklarını, neden ruh hallerinin değiştiklerini anlamazlar.
Eğer partnerinizde aleksitimi varsa ve onunla bir şey hakkında samimi bir sohbet yapmak istiyorsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız. Hayatın duygusal yönünü araştırmalarını isteyerek onların rahatsız hissetmesine neden olursunuz. Basitçe demek gerekirse insan duygularını nasıl idare edeceklerini, göreceklerini veya anlayacaklarını bilmezler. Aynı biçimde, aleksitimi olan insanların iletişim kurma şekli çarpıcıdır. Derinlemesine düşünmeyi, çift anlamları, şiirsel dili, ironiyi veya romantizmi sevmezler. Düşünceleri mantıklı, somut ve düz anlamlıdır. Bunun sonucu olarak, sert ve sinir bozucu bir şekilde iletişim kurarlar.
Partnerim aleksitimik. Ne yapmalıyım?
Planlar yapmak, problemleri çözmek ve hatta basit şeyler hakkında fikir birliğine varmak aleksitimik biriyle birlikte olan birisi için karmaşık olabilir. Ne de olsa, basit sosyal yapımız duygulardan etkilenir. Peki alesitimik biriyle birlikteyseniz ne yapabilirsiniz? Bu duruma diğer rahatsızlıkların da eşlik ettiğini bilmek önemlidir. Genellikle depresyon, stres bozuklukları ve Asperger sendromu ile birlikte görülür.
Durum ne olursa olsun, uygun bir teşhis anahtar harekettir. Aleksitimik teşhisi bir spektrumdadır. Diğer bir deyişle, bazı durumlarda çok daha şiddetli olurken diğer insanlarda sadece birkaç özellik gösterir. Bir profesyonel yardıma başvurmak önemlidir, çünkü ne ile karşı karşıya olduğunuzu görürsünüz.

Aleksitimik ve romantik ilişkiler
Aleksitimik bir insanın duyguları olduğunu, ancak kendilerini ifade edemediklerini unutmayın. Bununla başa çıkmanın bir yolu kendilerini ifade edebilmek için kullanabilecekleri bazı basit kodlar belirlemek olacaktır. Okşamak, fiziksel temas ve diğer beden işaretleri, çiftlerin partnerlerinden onaylama istedikleri yaygın yollardır.
- Psikolojik destek aleksitimi olan insanlar için anahtardır. Aleksitimi olan birisi ile romantik bir ilişki yürütebilmek için yek yol budur. Bu durum için bir tedavi yok. Çift terapisi gereklidir. Hasta empatisini, iletişimini ve duygusal ifadelerini geliştirmek için mekanizmalar bulmalıdır.
- Terapide, hastalar duygusal dürtüler ve kimlik saptaması, empati, sosyal yetenekler, duygusal iletişim, stres ve anksiyete azaltma üzerinde çalışırlar.
Son olarak, herkesin terapiye iyi tepki vermediğini unutmamanız gerekir. Hatta, aleksitimi olan birçok insan uzman yardımını kabul etmeye karşı sessizdir, çünkü diğer insanların problem olduğuna inanırlar. Bazı aleksitimi erkek ve kadını partnerlerinin duygusal problemleri olduğuna inanır. Onların çok gergin ve mantıksız olduğunu düşünürler. Bu durumda en iyi seçecek kendi iyi oluşunuzdur. Eğer aleksitimik partneriniz yardım talep etmeye veya değişmeye çalışmaya istekli değilse, eziyetinizi uzatmanın bir anlamı yoktur. Ne zaman havlu atmanız gerektiğini bilmeniz gerekir.
Psikolog Valeria Sabater / Aleksitimi Olan Birini Sevmek
