UMUT MÜRARE “VUSLAT”
Ta ezelden biz kardeş değil miyiz dost
Her seherde yüreğimiz yanmadı mı dost
Ta ezelden biz kardeş değil miyiz dost
Her seherde yüreğimiz yanmadı mı dost
Aç gönül kapılarını baharlar gelsin
Gurur kibir nefretin bitsin
Ne oldu bize ne oldu dostum bu ayrılıklar niye
Ne oldu bize ne oldu dostum bu kavga niye
Her yürekte yemin ile kavlimiz var dost
Akabeden iz duruyor gözlerimde dost
MUSTAFA CİHAT “NE OLDU DOSTUM”
HAYIRLI CUMALAR
İnsanlık olarak hızlı bir dönemin içinde bulduk kendimizi. Ne olduğunu çok anlamadan teknoloji çağında yaşamaya başladık. İnsandan çok ekran görmeye, insandan önce ekrana inanmaya, insandan çok ekranı sevmeye başladık.
Ölmeye mahkûm bir hayat yaşıyoruz. Ne zaman başlar karar veremiyor, ne zaman biter bilemiyoruz. Bizi diğer canlılardan ayıran bir akla ve kalbe sahibiz. Bu iki özelliğimiz ağır bir sorumluluk yüklüyor omuzlarımıza; Ol’ma sorumluluğu. Hayat bir hediye bilebilirsek, hayat bir nimet ol’abilirsek. Ol’mak için emek vermek, ter dökmek, fedakârlık yapmak gerek. Ol’ma derdini yüreğinde hep taşımak gerek. Ol’madan ölmemek gerek. Yoksa kedi de canlı, köpek de yaşıyor ve böcek de bir gün ölecek.
İnsan nefes alıp verdikçe kendini inşa etmeli. Yaşadıklarından öğrendiği bir şeyler olmalı insanın. Hayatı yaşayabildiği kadar derin, imkânı yettiğince geniş, olabildiğince güçlü yaşamalı. Geriye gitmeden ileriye gidebilmeli. Ancak bugün biz insan olarak insanlık olarak hızlı bir dönemin içinde bulduk kendimizi. Ne olduğunu çok anlamadan teknoloji çağında yaşamaya başladık. İnsandan çok ekran görmeye, insandan önce ekrana inanmaya, insandan çok ekranı sevmeye başladık. Tabii ki yaşadığımız anın, içinde bulunduğumuz çağın gerisinde kalamayız. Tabii ki ekranların kaçınılmaz olduğu işler, ilişkiler var. Tabii ki ekranlar hayatımızı kolaylaştırabilir, zenginleştirebilir, genişletebilir. Peki, sahiden de hayatımızı kolaylaştırdığını, zenginleştirdiğini ve genişlettiğini söyleyebilir miyiz ekranların? Bir düşünmemiz lazım. Kimseye hesap verme derdine düşmeden, mantık oyunlarına başvurmadan, kendimizi ikna ya da kandırma için kıyaslar yapıp açıklamalarda bulunmadan samimiyetle kendimize sormamız gereken sorular bunlar. Sonucundan muzdarip olan bizzat bizleriz çünkü. Kaçırdığımız kendi hayatımız, verilecek hesap da bizim hesabımız çünkü. O zaman çok detaya girmeden üç konudaki sorumluluklarımızı ve ekranlarla, özellikle de sosyal medya ekranlarıyla, ilişkimizi gözden geçirelim.
Cevabını bekleyen sorular
Öncelikli olarak bedenimize karşı sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz? Ekran ve özellikle de sosyal medya kullanımımız bedenimize karşı yerine getirmemiz gereken sorumluluklar konusunda işlerimizi kolaylaştırıyor mu, zorlaştırıyor mu? Spor ve uyku için ayırmamız gereken ancak bir türlü bulamadığımız zamanın ne kadarını bizden, bedenimizden, sağlığımızdan alıyor ekranlar? Ekranlara uzun süreli bakmaktan dolayı fiziksel sağlığımız süreç içerisinde zarar görüyor, duruşumuz bozuluyor, gözlerimiz kuruyor, kas eklem ağrıları yaşamaya başlıyor, uykusuzluk çekiyor muyuz?
Benliğimize karşı sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz? Ekran ve özellikle sosyal medya kullanımı hayatımızı, hayatımızın içerisinde kendimizi konumlandırmamızı, bu konumlandırmada üzerimize düşeni yapmamızı kolaylaştırıyor mu, zorlaştırıyor mu? Özellikle kendi kendimize kalıp düşünme ve muhasebe yapma için ayırmamız gereken ancak hep ertelediğimiz zamanın ne kadarını bizden, benliğimizden alıyor ekranlar? Ekranlara uzun süreli bakmaktan dolayı benliğimizden uzaklaşıyor, kendimizi unutuyor, yeteneklerimizi kaybediyor, hedeflerimizi yitiriyor, ideallerimizden vazgeçiyor, hayal kurmayı bırakıyor muyuz?
Ekranlar, neyi ne kadar götürüyor bizden?
İşimize karşı sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz? Ekran ve özellikle sosyal medya kullanımı, yaptığımız işi daha iyi yapmamızı, kazandığımız parayı daha hak etmemizi, bizden istifade eden insanlara daha doğru ve fazla faydalı olma imkânını kolaylaştırıyor mu, zorlaştırıyor mu? Özellikle işimizle alakalı bilgi ve becerimizi geliştirmek için ayırmamız gereken ancak artık aklımıza bile gelmeyen zamanın ne kadarını bizden, işimizden alıyor ekranlar? Ekranlara uzun süreli bakmaktan dolayı işimizi daha sıradan, daha sevgisiz, daha ilgisiz, daha bilgisiz, daha beceriksiz, daha eksik, daha yetersiz, daha kötü yapıyor muyuz?
İlişkilerimize karşı sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz? Ekran ve özellikle sosyal medya kullanımı daha derin ve kalıcı ilişkiler kurmamızı, mevcut ilişkilerimizin kalitesini artırmayı, daha doğru ve daha güzel insanlarla tanışıp görüşmemizi kolaylaştırıyor mu, zorlaştırıyor mu? Özellikle yakınımızdakilere ve sevdiklerimize ayırmamız gereken ama hep bir mazeretle ayırmadığımız zamanın ne kadarını bizden, sevdiklerimizden ve ilişkilerimizden alıyor ekranlar? Ekranlara uzun süreli bakmadan mütevellit yakınlarımızı uzaklaştırıyor, sevdiklerimize ve onların ihtiyaçlarına bigâne kalıyor, onlarla daha az göz teması kuruyor, daha az paylaşımda bulunuyor, daha az tanıyor/tanınıyor muyuz?
Basit bir yazının basit soruları bunlar ancak cevapları üzerinde hepimizin düşünmesinin ve eksik gördüğü yerleri tamamlamasının mutlaka hepimize faydası olacak. Bir hayat yaşıyoruz, geriye doğru yaşanmaz. Bir hayat yaşıyoruz, bazı pişmanlıkları telafi olmaz. Bir hayat yaşıyoruz, sorumluluğunu kimse almaz. O halde en azından bedenine, benliğine, işine ve ilişkilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmiş bir insan olarak geçelim bu hayattan. Gücümüzü, enerjimizi, idealimizi daha bir ol’durmaya çalışalım. Öyle bir çalışalım ki hem de bütün aklımızla, bütün kalbimizle kendimizi verelim de ol’madan ölmeyelim.
Mehmet Dinç: “Ol”madan ölmek
Abdülbaki Kömür “En Sevilen Ezgileri” ( 38 Eser )
Can olmayı
Dost olmayı
Sen Öğrettin
Eş olmayı
Hak yolunda
Dik durmayı
Sen söyledin
Can sunmayı
Ne bilirdi ellerimiz
Tutmasaydın dost elini
Ne bilirdi sözlerimiz
Merhametin kıymetini
Sen enbiyalar serveri
Kutlu nebi, ey sevgili
Sen evliyalar rehberi
Ey sevgili, en sevgili
Samimiyet nişanesi
Ey merhamet peygamberi
Yıldızların olamadık
Kardeşlerin say bizleri
Mustafa Cihat – Ne Bilirdik (Lyric Video)
ÖYLE DE… OLACAKLAR…..
BİR YANIM GAZZE – MURAT BELET
Mustafa Sevim & Oğuzhan Çağlayan – Gazze
Mustafa Cihat – Sadık Ol
MUSTAFA CİHAT “AMENNA”
Sana layık kul olamadık, olamadık, olamadık
Doğruyu bir türlü bulamadık, bulamadık, bulamadık
MUSTAFA CİHAT “GÜLMEYENLER BAHÇESİ”
Gülmeyenler bahçesinde,
Bir gül ile dertleştim,
Dedim nedir pürmelalin,
Yalnızlığı mı seçtin?
Dedi ben de bir gülüm,
İsterdim hep gülmeyi,
Gülistanda dem tutup,
Sevmeyi, sevilmeyi.
***
Ağlamam ondan,
Gözyaşım ondan,
Yapayalnız kalmışım,
Dertlerim ondan.
MUSTAFA CİHAT “TUT ELİMİZDEN”
Sensizken alem kine boyandı
Toz duman oldu sineler
Her söz gitti yalana dayandı
Saklı kaldı gerçekler
Her söz gitti yalana dayandı
Kayboldu üstün değerler
Tut elimizden amman tut elimizden
Bizi yalnız bırakma tut elimizden
Can tut elimizden canan tut elimizden
Bizi sensiz bırakma tut elimizden
Sensizken günler zulme uyandı
Yorgun düştü seneler
Sensizken günler zulme uyandı
Yorgun düştü seneler
Durgun sular nefrete bulandı
Ziyan oldu geceler
Mustafa Cihat – Arındır Bizi
Bir yanda yüreklere ateş düşerken
Biz aşkın zindanında bekleşenleriz
Dört yanda merdaneler canın verirken
Biz aczin meydanında söyleşenleriz…
Her anda her zamanda adın dururken
Biz dünya girdabında kaybedenleriz…
Allahım Allahım Allahım Allahım nedametin ırmağında arındır bizi
Allahım Allahım benim güzel Allahım hidayetin yollarında ayırma bizi
Bir yanda yüreklere vefa vururken
Biz kadrin kıymetinden bihaberleriz
Dört yanda mestaneler serden geçerken
Biz meşkin ellerinde eğleşenleriz
Her anda her zamanda adın dururken
Biz dünya girdabında kaybedenleriz…
MUSTAFA CİHAT
İyilik Egemen Oluncaya Kadar
Yeryüzünde insanoğlunun tarihi kadar eskidir iyi ile kötünün mücadelesi. Çünkü varoluş ve yaradılışın hikmeti iyilerle kötüleri, verecekleri imtihan sonrası ortaya çıkarmaktır. Yüce Yaradan, yeryüzünde insanı saptıran şeytan ve nefsin kışkırtmasıyla ilk kanın dökülmesi ve sonrası devam eden kötülüklerle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, gönderdiği Peygamberler ve kitaplarla insanoğluna öğretti. Ogün bugündür insanoğlu hür iradesiyle bu ikisi arasında tercihler yaparak ilerledi, kimi iyiden yana tavır aldı kimi de kötüden yana; kimi de iyi ile kötü arasında kayboldu. İyiden yana olanlar, Peygamberlerin ve kutsal kitapların kendilerine öğrettiklerini yeryüzüne hakim kılmak ve yeryüzünde iyiliğin hâkim olmasını sağlamak için çeşitli mücadeleler verdiler.
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır!” (Bakara 177)
İslam medeniyetinde ise bu mücadele, kurulan binlerce vakıfla kurumsallaştı, günümüze kadar devam etti. Bugün farklı isimlerde karşımıza çıkan bu müesseseler sayesinde dünyanın dört bir yanına iyilik götürülüyor. Bu maksatla kurulmuş önemli kurumlardan biri olan Türkiye Diyanet Vakfı, 40 yıldır yaptığı çalışmalarla birçok iyiliğe öncülük etti.
Değişen dünya dengeleri ve ülkemizin yeni vizyonu ile kendini baştan aşağı yenileyen Türkiye Diyanet Vakfı, “Yedi Kıtada insanlığın hizmetinde” vizyonu ile “Yeryüzünde iyiliğin egemen olması için insanlara ve bu yolda çaba sarf eden kurumlara maddi ve manevi destek olmak” misyonunu benimsedi.
Son yıllarda yaptığı atılımlarla adından sürekli bahsettiren Vakfımız, 102 farklı ülkede ve ülkemizin 996 noktasında eğitimden insani yardıma, din hizmetlerinden dini yapıların inşasına varıncaya kadar iyiliği yeryüzünde egemen kılacak birçok faaliyeti yürütmektedir.
Milletimizin tarih içindeki müstesna duruşunu temsil eden vakfımız; din, dil, ırk, mezhep ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın çalışmalarını sürdürürken, toplumun her kesimini kucaklayarak halkımızın güvenini kazanmış öncü kuruluşlardan biridir. Diyanet İşleri Başkanlığı ile olan işbirliği ve Devlet kurumları ile olan yakın koordinasyonu da Vakfımızın etki alanını ve gücünü artırarak onu uluslararası bir iyilik hareketine dönüşmüştür. Bundan sonra atılacak stratejik adımlarla vakfımız dünya çapında örnek alınan ve lider kabul edilen bir kurum olarak yoluna devam edecektir.
Her şeyi yaratan
Sevgiyle kuşatan
Sen birsin Allah’ım
Sendedir tek derman
Sen birsin Allah’ım
Sendedir tek derman
Yarabbim acı bize
Muhtacız şefkatine
Merhamet et bizlere
Sen affet Allah’ım
Yarabbim acı bize
Muhtacız şefkatine
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevla’m seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevla’m seni
Su dibinde mahi ile
Sahralarda ahu ile
Abdal olup Ya Hu ile
Çağırayım Mevla’m seni
****
Gökyüzünde İsa ile
Tur dağında Musa ile
Elimdeki asa ile
Çağırayım Mevla’m seni
Dertleri çok Eyyub ile
Gözüyaşlı Yakub ile
O Muhammed mahbub ile
Çağırayım Mevla’m seni
Aylar oldu, yıllar oldu,
Sen gittin ya her şey hazan oldu.
Sen gittin ya her şey ziyan oldu.
****
Uzatsam ellerimi ellerinle ah tutar mısın efendim?
Şu yaşlı gözlerime birkez olsun Ah bakar mısın?
Yaralı yüreğime merhem olup Ah sarar mısın efendim.
Gece gündüz dilimde, her hecemde en güzel duamsın
****
Yalan oldu, talan oldu
sen gittin ya her şey hazan oldu
Sen gittin ya her şey ziyan oldu
****
Uzatsam ellerimi ellerinle ah tutar mısın efendim?
Şu yaşlı gözlerime birkez olsun Ah bakar mısın?
Yaralı yüreğime merhem olup Ah sarar mısın efendim.
Gece gündüz dilimde, her hecemde en güzel duamsın
Karanlığın sesini susturduk
Şimdi aydınlığın şarkısı başlıyor
Zalimlerin zulmüne “dur” dedik
Şimdi mazlumların yüzleri gülüyor
Her baharı bir çiçek müjdeler
Sabırla beklenen gün yakın unutma
Biz aşk ile yolları, dağları, çağları aşmışız bir
ömür yılmayız
Hep tek yürek, tek bilek, bir olup, el ele vermişiz
Hak için burdayız
Cumhurbaşkanlığı “İstanbul Yeditepe Konserleri” – Eşref Ziya ve Dursun Ali Erzincanlı
EŞREF ZİYA “SUSMA KALBİM”
Modern çağda insan uyuşmak istiyor. ‘Anestezi rejimleri’ insanları ıstıraba karşı duyarsızlaştırıyor ve insanın yaşadığı hayattan bir şeyler öğrenmesini güçleştiriyor. Romantizm endüstrisi bizi aşk satarak uyuşturuyor, kozmetik endüstrisi beden satarak. Bir de bize mutluluk satan kendine yardım kitapları var. Yani mutluluk endüstrisi. Yabancılık ve yalnızlaşmanın ruhsal sıkıntıları tırmandırdığı bir çağda, her derde deva çözümleriyle mutluluk endüstrisi, sıkıntılarımıza çare bulduğunu iddia ediyor.
Ekonomik ve toplumsal baskıların, insanların derin kişilik değişimlerinden ve onlara basınç uygulayan toplumsal kuvvetleri anlayabilme imkânından mahrum bıraktığı bir çağda, kendine yardım kitapları, değişimin birkaç hamlede başarılabilir basit bir yönergesini sunuyor. Onlara göre kişisel değişim, neşe ve kurtuluş birkaç adımda başarılabilir! Kendine yardım kitaplarının fitilini ateşleyen şey, sıkıntılarımızın kökenine inebileceğimiz ve onların üstesinden gelebileceğimiz düşüncesi. İnsanların kimi zaman karmakarışık sorunlarına, basit ve gerçekçi olmayan çözümler içeren bu kabil kitaplar, kişisel değişim ve gelişimin birkaç formülle sağlanabileceğine dair yalancı bir vaatte bulunuyor ve bugüne dek pek çok danışanımdan dinlediğim üzere, ciddi bir hayal kırıklığına yol açıyorlar. Bu kitaplarda yer alan çağrılar, insan mutsuzluğunun politik ve toplumsal kökleri üzerine nadiren vurgu yapıyor ve daha çok mutsuzluğa basit sebepler buluyorlar. Elbette basit sebeplerin de basit reçeteleri oluyor. Elbette kendine yardım kitaplarının ölçülü bir üslupla yazılanları yok değil. Kimi insanlar da daha nitelikli bu ürünlerden istifade ediyor olabilir. Bu yazıda kendine yardım kitaplarının en bilinen örneğinden yola çıkarak bir söylem incelemesi yapmak istiyorum. Sözünü edeceğim kitap, sır yani The Secret.
Bu kitap da diğerleri gibi ıstırabınızın kaynağını bir tek basit sebebe indirgiyor. Eğer hayatınız yolunda gitmiyorsa bunun sebebi negatif düşünmektir! ‘Düşünceleriniz neredeyse her şeyin temel sebebidir ve siz ısrarlı düşüncelerle onu çağırmadıkça, başınıza bir musibet gelmez’. ‘Mevcut gerçeklik veya hayatınız, aklınızdan geçirdiğiniz düşüncelerin eseridir!’ Çekim yasası gereği, iyi şeyler düşünürsek iyi şeyler, kötü şeyler düşünürsek kötü şeyler başımıza gelir. Ne kadar da kolay değil mi?
Uyuşturan Kitaplar
Sebepler kadar çözümler de basittir artık: Kendinizi kainatla aynı safa yaslayın, ne istediğinizi bilin ve onu kainattan isteyin. Düşünce ve dilinizi, çekmek istediğiniz şeye ayarlayın. Arzu nesnenizin gelmekte olduğunu hissedin ve ona göre davranın. İşte bu her şeyin sırrıdır. Neşe, para, sağlık, ilişkiler ve daha istediğiniz pek çok şey size sınırsızca verilecektir. İste, inan, al.
The Secret, tıpkı Da Vinci Şifresi gibi paketlenip sunulur. Eskiler sırrın ne olduğunu biliyorlardı da bu sırrı kimseye vermeye yanaşmıyorlardı. The Secret, kâinatı büyük bir alışveriş merkezi gibi resmeder. İçinde istediğimiz mallarla dolu, satın almak için kuvvetli bir biçimde istememizin yeteceği, büyük bir alışveriş merkezi. Eyleme geçmenize, bir şeyler inşa etmenize, bir şeyleri düzeltmenize gerek yok. İsteyin yeter. Çekim varsayımı bize başlarına musibet ve belalar gelen çocuk veya yetişkinlerin, bu sıkıntılara olumsuz düşündükleri veya yeterince olumlu düşünemedikleri için maruz kaldıklarını söylemiş olur. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiği, dünyanın bir sınanma yeri olduğu ve insanın ıstırap ve musibetlerle de olgunlaşabileceği yolundaki metafizik düşünce, modern faydacılık eliyle rafa kaldırılır.
Bu kitap da bütün kendine yardım kitaplarındaki formülü mündemiçtir. İlkin, insan mutsuzluğu ve başarısızlığı basit bir sebebe (yanlış düşünme) indirgenir. İkincisi, eldeki meselenin çözümü için hazmı kolay basit çözümler önerilir (olumlu düşünme ve çekim yasasına uygun yaşama) ve üçüncüsü, bu çözümleri sadakatle takip etmekle ulaşabileceğiniz baştan çıkarıcı vaatlerde bulunulur (sınırsız başarı, gençlik, aşk ve mutluluk). Geçmişin bilgelerinin sözleri, sanki bu kitapların varsayımlarını destekliyormuş gibi ardarda dizilir. Aslında yapılan, bilgece sözleri bağlamından kopartarak onları özgün anlamından arındırmaktan ibarettir. Mutluluk ve başarı orta sınıf kitap okurumun heveslerine uygun bir biçimde yeniden biçilir: Daha fazla zenginlik, daha çok toplumsal saygınlık, çekicilik ve daha çok arkadaş, daha çok nüfuz. Böylesi kazanımların başarı sayıldığı bir dünya için doğrusu güzel yemler. Toplumsal baskıları hafifletmeden, çaba harcamadan, kişiliğinizi esaslı bir dönüşüme uğratmadan çok az bir çabayla size başarı vaat edilmektedir.
Modern Toplumun Hızlı Temposuyla Uyumlu, Hızlı Bir Çözüm
İşin tuhafı bu kitapları okuyanlar kendi hayatları üzerine pek az kafa yorabilen insanlardır. Bir kitap onlara nasıl yaşamaları gerektiğini vaaz etmekte ve onları derin düşünce zahmetinden kurtarmaktadır. Kendine yardım kitapları, hayatın getirdiği sorunlar üzerine düşünme fırsatı bulamayan ama bu sorunları da kolay yoldan def etmek isteyen insanlar için biçilmiş kaftandır. Ancak bu kitaplar insan ıstırabının karmaşık doğasını bize anlatamıyor, çok satış ve çok para arzu ettikleri için, insani sıkıntıları aşırı basitleştiriyorlar. Bu yönleriyle de modern çağın güçlü uyuşturucuları arasında yerlerini alıyorlar.
Gönül Dergisi / Anestezi Çağı / Prof. Dr. Kemal Sayar
Hüzün vurur, yakar durur, bir an durmaksızın
Hazandadır gelmez yazım
Gönül yaram durmaz kanar, durmaz sensiz sızım
Firardayım gülmez yüzüm
Şimdi sensiz çok yalnızım
Kapındayım, umarsızım
Susma kalbim hakkı söyle
Hem söyle, hem kendin dinle
İnsanlık yangınlardayken
Susma kalbim, susma kalbim, susma kalbim
Hakkı söyle…
Zulüm vurur, yakar durur bütün mazlumları
Yıkar durur insanlığı
Gönül yaram durmaz kanar, sorar insanlara
Susan, duran insanlığı
SUSMA KALBİM
“Bana hayır diyenlere şükran duyuyorum, hayatta kendim ne başardımsa onlar sayesinde başardım.”
Albert Einstein.
“Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” Şems-i Tebrizi.
Kara bulutlar gökyüzünden
Çekilmese bile
Umut güneşi hiçbir zaman
Görünmese yine
Bülbüllerin güllere
Sınırsız sevgisiyle
Yeniden coşsun gönüller
Aşk mevsiminde
Yine yeşersin filizler
Boy verip yeryüzüne
Kardelenler solmasınlar
Çekilmesinler özüne
Anaların sevinçten
Ağladığı o günde
Güvercinler konsunlar Pencerelere…
Oruç, otokontrolü ve sosyal dayanışmayı geliştiren bir ibadettir ve psikososyal açıdan insana iyi gelir. Oruç bildiğimiz gibi sadece yemeden, içmeden ve cinsellikten uzak kalmak değildir… İnananlar için yenilenme, “resetlenme” ve tabiri caizse bir “manevi detox” ayıdır Ramazan.
Oruç dayanışmayı ve aile bağlarını geliştirir. Ramazan’da daha fazla sadaka verilir, hayır yapılır. İftar daveti verir, yoksulları gözetir ve elimizdekini paylaşırız. Bu yönüyle bencilliğimizden arınmak, sahip olma arzumuza gem vurmak ve paylaşmak, toplumsal dayanışmayı güçlendirir.
Oruç süresince, iftar ve sahurları birlikte yapmaya çalıştığımızdan belki normalde birlikte yemek yiyemeyen ya da çok az birbirini gören aile fertleri bile aynı sofra etrafında birleşiyor. Çocuklar sevindiriliyor. Oruç bu yanıyla aile bağlarını da güçlendiren bir ibadettir.
Oruç otokontrolü güçlendirir
Oruçlu insan bir aylığına yaşam alışkanlıklarını değiştiriyor. Hayatındaki sorunlu yanları görme, gözden geçirme ve onarma fırsatı buluyor. Kişi isterse bu Ramazan ayını kendisi için bir “özeleştiri ve arınma” zamanına çevirebilir.
Oruç, kötü alışkanlıklardan arınmayı kolaylaştırıyor. Otokontrolü geliştiriyor. Ramazan ayında suç oranlarında düşüş görülmektedir. Hazzı erteleyebilmek, otokontrolün şartıdır ve hayatta uyum ve başarının temelidir. Dürtülerini, arzu ve isteklerini yönetmekte zorlanan insan, Ramazan’ı dürtü kontrolünü, kendine hâkim olmayı öğrenmek için bir fırsat olarak değerlendirebilir.
Dürtüsel, sabırsız ve aceleci insanın oruç tutması, beynin ön korteksini çalıştırır. Yani dayanıklılık, sabır, sebat, kendini frenleyebilmek gibi sinirsel devrelerimizi aktif kılar. Bu bölgeler, pratik yapıldıkça güçlenir. Başka bir deyişle Ramazan ayı ve oruç bizlere sabır ve dayanıklılık eğitimi verir.
Oruç kalkandır
Bugün iletişim çağını yaşıyoruz. Gün içinde işleyip yararlanabileceğimizden –ve aslında ihtiyacımız olandan- çok daha fazla enformasyona maruz kalıyoruz. Bu enformasyon bombardımanından arınmak için oruç bir fırsattır. Mesela Hz. Muhammed de “oruç kalkandır” der. Cep telefonuna gelen sinyalleri kesen “jammer” misali, oruç tutmak da zihnimizi ve ruhumuzu işgal eden sinyalleri kesintiye uğratır.
Çoğumuzun ruhu bu haz ve hız arasında sıkışmış çağda yorgun düşüyor. Modern yaşamın getirdiği stresle başa çıkmakta zorlanıyoruz. Özümüze yabancılaşmaktan, ruhumuzun yorulduğundan, “kalbimizin sesini” duyamadığımızdan şikâyetçiyiz çoğumuz. Bu anlamda da oruç, “ruhumuzu dinleyip” içsel olarak dinlenme ve arınma zamanıdır.
Uzm. Psikolog Rukiye Karaköse
EŞREF ZİYA “BİR YETİM AĞLAR”
EŞREF ZİYA “SONSUZLUĞA ÖZLEM”
EŞREF ZİYA “SÖYLE İSTANBUL”
EŞREF ZİYA “ZAMAN”
EŞREF ZİYA “NE HALLERDEYİM”
Eşref Ziya – Aldanma
Bir umut ki, beklenir enginlerde,
Bir sevgi ki, açar gonca güllerde,
Bir damla şefkat olan gönüllerde,
Bir garip, bir öksüz, bir yetim ağlar.
****
Yüreğimde işte, işte şurada,
Bir garip, bir öksüz, bir yetim ağlar,
Bir sevgi ki, açar gonca güllerde,
Bir garip, bir öksüz, bir yetim ağlar.
****
Hasreti varlığa yoktur nasibi,
Güllerin üstünde bir şebnem gibi,
İçten riyasız tıpkı annem gibi,
Bir garip, bir öksüz, bir yetim ağlar.
Bir heyecan sardı beni yokluğun ateşinde
Öyle bir gönül bu gönül korku yoktur içinde
Yalnız bir ordu gibiyiz dağlar taşlar emrinde
Çıksa da soluklarımız düşlerin özleminde
Hep içimde var oluşun güç verir yüreğime
Davulların haber verir uçuşur gökyüzünde
Bir yürek koşar uzağa sözlere soluklara
Yiğitlerin sesi olmuş yürür yalnızlara
Gecem kamar yalnızlığa tutuşur ince ince
Sevdamız ulaşır sana kuşların ötüşünde
Çığlık olmuş yarınlara Yusufların sesinde
Yorgunluğum hayatımdır coşkunluğum sonsuza
Ne dualar etmişizdir gelsin diye yarimiz
O’na salat-ü selamla haberler göndermişiz
Ruhumuzun aynasında görmeyi özlemişiz
Dikenli yollar içinde özlemini çekmişiz
Özüm sana dönüktür Ya Muhammed Mustafa
Dudaklarım mühürlenmiş sevgilinin yolunda
Özüm sana dönüktür Ya Muhammed Mustafa
Dudaklarım mühürlenmiş sevgilinin yolunda
Bir fırtına gibi kalbim eser büyük ummana
Senin kutlu sevdanı yazdırırım çağlara
Bir fırtına gibi kalbim eser büyük ummana
Senin kutlu sevdanı yazdırırım çağlara
SÖYLE İSTANBUL
Yakışmıyor gözlerine kara bulutlar
Sen ağlarsan viran olur, biter umutlar
Yakışmıyor gözlerine kara bulutlar
Sen ağlarsan viran olur, biter umutlar
Sen üzülme, senin için bu gönlüm ağlar
Sevdalımsın İstanbul mahşere kadar
Sen üzülme, senin için bu gönlüm ağlar
Sevdalımsın İstanbul mahşere kadar
Sokakların dert küpü, yolların yorgun yine
Ne oldu sana böyle, söyle İstanbul, söyle
Yamaçlarında kar var, güllerin solgun yine
Kime dargınsın böyle, söyle İstanbul, söyle
ZAMAN
Kaybolur hayatın tarifsiz ahengi
Zaman bir tablodur düşer duvarlardan
Düşüncemi aşan gizli bir mimari
Yükselir sonsuzluk manzaralarından
Yaslasam başımı hatıralarıma
Bir şah damar gibi vuruyor hayaller
Vuslat bilemem ki hangi rüyalarda
Ayrılıktan şimdi üşür durur eller
Bir yağmur sonrası gurbetinde akşam
Ruhumun dinmeyen nedametleridir
Ağarmış saçımda eskiyen şu zaman
Sonsuza dökülen gizemli bir nehir
Bir terennüm olur ah dudaklarımda
Gönlümde vuslatı sürükleyen hicran
Rüzgardır içimi körükleyen sevda
Bir yağmur sonrası gurbetinde akşam
NE HALLERDEYİM
Bir sabah ayazında yaşlı gözlerim
Yalnızlık ortasında hep kederdeyim
Vuslat mı hasret mi ne hallerdeyim
Sevdamın kahrını çeker yüreğim
Varsa bir çaresi söyle bileyim
Umut yıkık, kalbim kırık, acı çeker yüreğim
Ağlıyor bahçelerde beyaz güllerim
Kapımda bekler oldu ölüm meleğim
EŞREF ZİYA “NE HALLERDEYİM”
Eşref Ziya – Aldanma