logo

Bir Aşk Hikayesi

Guadalupe Pineda – Historia De Un Amor

Лучшие Романтические Песни О Любви Всех Времен | Величайшие Красивые Песни О Любви 80-х 90-х Годов

İÇİNDEKİLER

SAHTE AŞK

Mutlu Evliliğin Keşfedilmesi

Saplantılı ve Kontrolsüz Aşk

İlk Görüşte Aşk Gerçek Mi?

Sonsuz Aşk Diye Bir Şey Var Mı?

Aralarında büyük yaş farkı olan bireylerden oluşan çiftler hala eleştiri ve şüphelerin odağı olmaktadır. Bu yazımızda aşkın sayılardan daha fazlası olduğunu keşfedeceğiz.

Gerçek aşk yaş farkı üzerinde düşünmez; tutku, çekim ve aynı değerler ve hayat planını paylaşmak ile ilgilidir. Birçok insan büyük yaş farkı olan çiftlerin ilişkilerini eleştirir. Ancak bu ilişkilerin birçoğu son derece güçlü görünmektedir. Romantik ilişkilerde büyük bir yaş farkı olması hala çoğunlukla eleştirileri çeken bir şeydir. Birbirini seven iki insan arasındaki yaş farkı dikkat çekmeye ve bazı çirkin yorumlar almaya devam etmektedir.

Bu ilişkileri eleştiren kişilerin birçoğu bunun gerçek aşk olduğundan şüphe duymaktadırlar. İlişkinin bir ya da diğer tarafının art niyetleri olduğunu düşünüyorlar.

Aralarında Yaş Farkı Olan Ünlü Çiftler

Emmanuel Macron ve karısı Brigitte, Harrison Ford ve Calista Flockhart, Michael Douglas ve Catherine Zeta-Zones, Hugh Jackman ve Deborra-Lee Furness… Bunlar, yaş farkları güçlü ve mutlu ilişkileri olmasını engellememiş olan bazı ünlü çiftlere örnekler.

Ancak, toplumsal değerlerdeki belirgin olan ilerlemeye rağmen bu çiftler asla eleştiriden muaf tutulmamaktadır. Bunun bir örneği, eğer bir yaş farkı olmak zorundaysa, insanların hala erkeğin daha yaşlı olmasının daha iyi olacağını düşündüğü gerçeğidir.

Bu konuda yapılan araştırmalar sosyal anlamda reddedilmenin ağırlığının bu ilişkilerde sık sık bir ayrılık sebebi haline geldiğini göstermektedir. Aşkın gözü kördür ve yaştan anlamaz. Ancak, ortak bilinç dışımız söz konusu olduğunda hala aşk tanrısının oku eğer vurursa, bunun benzer yaştaki biri ile olması gerektiğini düşünüyoruz.

“Aşk gözler ile değil zihin ile bakar ve bundan dolayı da kanatlı Cupid kör bir şekilde resmedilmiştir.”

– William Shakespeare, A Midsummer Night’s Dream

İlişkilerde Yaş Farkı Gerçekten Önemli Midir?

Partneriniz ile aranızda büyük bir yaş farkı olması çoğunlukla büyük bir zorluktur. Bunun nedeni genellikle bu durumun arkasında yatan stigma ve kişilerin çevrelerindeki insanlardan algıladıkları onaylanmama durumudur.

San Diego Üniversitesinden Brian Collisson ve Luciana Ponce De León tarafından son zamanlarda yürütülmüş çalışmalar aşağıdaki şeylere işaret etmektedir: Aralarındaki yaş farkı 15 ila 20 yaş olan iki kişi arasındaki ilişkide eşitsizlik algısı olarak bildiğimiz durum yaşanır.

Eşitsizlik algısı kavramı sosyal ön yargılar üzerine kurulmuştur. İnsanların en sık düşündüğü şey, yaşlı olan insanın bu ilişkiyi kullanmak suretiyle belli bir statüye ulaşmaya çalıştığıdır. İnsanlar bu kişinin etrafındaki insanlar tarafından beğenilmek istediğini düşünürler. Bu özellikle de erkekler söz konusu olduğunda geçerlidir. Bir açıdan, daha genç bir partnerleri olması bir bakımdan bir fetih duygusuna işaret edebilir ve benlik saygısını arttırabilir.

Diğer yandan, genç olan insan da aynı eşitsizlik algısını dolayısıyla insanların eleştirilerinin kurbanı olur. İnsanlar bu kişinin sadece güvende hissetmek ve bir anne ya da baba figürünün yokluğunun üstünü kapatmak istediğini söylerler. Yaygın olan bir diğer varsayım ise daha genç olan partnerin yaşlı partnerin finansal statüsünden etkilendiği varsayımıdır.

Bu Stigma Güç Kaybediyor

Büyük bir yaş farkı bulunan bazı durumlarda sadece kendileri için orada olan insanlar olabildiği doğrudur – bu insanlar, diğer şeylerin yanında, statü, finansal güvenlik ve koruma arıyor olabilirler.

Ancak, jenerasyonları aşan bir aşk, düşündüğümüzden sık gerçekleşen bir durumdur. Beklenmedik şekillerde başlayan bu romanslar genellikle ilişki sağlam hale gelene kadar bu sosyal stigmalardan kaçınmayı başarır.

Yaşlı bir erkek ile genç bir kadın arasındaki ilişkiler giderek daha da kabul edilir hale gelmektedir. Ancak, genç erkekler ile yaşayan yaşlı kadınlara karşı hala biraz stigma bulunmaktadır. Aynı şey gay ve lezbiyen çiftlerin de başına gelir, ki onlar için bu ön yargılar ortalamaya vurulduğunda heteroseksüel çiftlerin yaşadıklarının iki katıdır.

Aşkta Önemli Olan Sayılar Değil Değerlerdir

Sosyal stigmaların ötesinde bu çiftlerin genellikle yüzleştikleri zorluk iki farklı jenerasyona ait oldukları gerçeğidir. Sosyal yetiştirilmelerindeki bu farklılık zaman zaman partnerlerden birinin diğerinden son derece farklı olan değerleri ve eğitimsel bir arka planı olduğu anlamına gelebilir. Ayrıca kişiler son derece farklı olan arkadaşlara da sahip olabilir ve partnerlerinin zaman geçirdiği yerlerde bulunmak istemeyebilirler.

Bu tip şeyler genellikle yaş farkı 20’ye yaklaştığında ya da 20’yi geçtiğinde gerçekleşir. Ancak, bu zorlukların tamamı zaman ile aşılabilir. Bunun ön şartı partnerler arasında uyum olması ve partnerlerin her ilişkinin dört temel köşe taşına saygı duymalarıdır:

  • Hayatta aynı hedeflere ve aynı bakış açısına sahip olmak.
  • Aynı değerleri paylaşmak.
  • Tatmin edici bir cinsel hayat sahibi olmak.
  • Birbirini tamamlayan nitelikler içeren kişiliklere sahip olmak.

Sonuç olarak, romantik partnerler arasındaki yaş farklarını birçok durumda ikisinin aralarında çizilmiş olan bir köprü ile karşılaştırabiliriz. Bu köprü sosyal ön yargıların ve yararı olmayan yorumların üzerinden geçmelidir.

Aşkın asla kolay olmadığı doğrudur. Aşılması gereken engeller, üzerinde çalışılması gereken zorluklar ve karşılaşılması gereken problematik durumlar vardır. Ancak eğer kişiler bunlar ile birlikte yüzleşir, ve birbirlerine olan bağlılıklarını güçlü tutarlarsa işte o zaman istedikleri herhangi bir şeyi başarabilirler.

Aşka benzeyen pek çok şey vardır, ama bunların hiçbiri aşk değildir. Genellikle birbirine çok yaklaşan ve çok uzun süren arkadaşlıklardır, ancak içinde gerçek bir şefkat barındırmaz, sadece ilişkiyi devam ettiren sadece sınırlamalar ve problemler söz konusudur. Ne yazık ki, sahte aşk bugünün dünyasında çok yaygındır. Gerçek aşk, birlikte büyümek isteyen iki kişi ile karakterize edilir. Cömertliği ve özgürlüğü ima eder. Daha gerçek olan, söz konusu kişilerin bireyselliğini teşvik etmektir. Bu, tüm sevgi formlarını içerir: ebeveyn-çocuk, bir çift vs.

“Gerçek aşkı uzun süre saklayabilecek hiçbir örtü yoktur, ya da aslında hiç sevgi barındırmayan sahte aşkı.”

– François de la Rochefoucauld

Bazen gerçek sevgi, sevgi gibi görünen ancak aslında öyle olmayan başka şeylerle karıştırılır. Bu ilişkiler genellikle çok yoğun duyguları içerir. Bu duygular kalpten yalanır fakat çoğu zaman diğer kişinin saygısı veya gerçek takdiri yoktur. Bencil arzulardan veya ihtiyaçlardan doğan duygulardır ve devam ettirilirler çünkü bazı faydaları vardır. Bunlardan bazıları:

Sahte aşk: aşırı koruma

Aşırı koruma, sevgiye benzeyen şeylerden biridir, ancak diğer kişi ne kadar umursuyor gibi gözükse de aslında hissettiği şey sevgi ve aşk değildir. Çoğunlukla ebeveynler ve çocuklar arasında oluşan bir davranış türüdür. Bununla birlikte, çiftler arasında, arkadaşlar arasında ve diğer ilişki türlerinde de yaygındır.

Aşırı koruma, savunmasız veya savunmasız olduğunu düşündüğümüz birinin başına herhangi bir şey gelmesine engel olmak için duyulan aşırı arzudur Birini sevdiğimizde, elbette onlar için sadece en iyisini isteriz. Ancak, aşırı derecede koruyucu olan kimse, olmayan tehlikeyi görür. Ya da varsa, onların ciddiyetini abartırlar. Aşırı korumacı insanlar çoğu zaman kötü deneyimlerden çok şey öğrendiğimiz gerçeğini görmezden gelirler. Böyle bir ilişkide hakim olan şey şefkat değil, acıdır. Başkalarını aşırı koruyanlar, kendi korkularını o kişiye yansıtırlar. Ve genellikle kötü şeyleri sevdiklerine kadar koruyamazlar. Aslında tam tersi. Diğer kişiyi kaygıyla ezip, büyümelerini engelliyorlar.

Sahte aşk: sevdiklerimizi kontrol etmek

Diğer insanları kontrol etme konusunda aşırı bir arzuya sahip olmak aşırı korumaya biraz benzer, ama aynı şey değildir. Bu durumda kişi aslında diğer kişiyi küçümsemeye çalışmaktadır. Nihayetinde, gerçekten istedikleri şey, “sevdikleri kişinin” kendilerine güvenmeyi bırakması ve sonuç olarak bağımlı hale gelmesidir.

Bu davranış aşk olarak tasvir edilir, ama hiç de öyle değildir. Zaman zaman diğer kişiye pek çok yük yükler ile yüklerler ve diğer zamanlarda ise ona ilgi gösterirler. Ayrıca diğer insanın kötü şeyler yaşamasına engel olmak için ellerinden geleni yaparlar. Ancak, bu koruma özgür değildir. Özerkliklerinden ve özgürlüklerinden vazgeçerek bunun bedelini öderler. Bu tür kişilerin gerçek niyeti, onlara tamamen bağımlı olmanızı sağlamaktır. Dışarıdan, kişinin sizi mutlu etmeye çalıştığı izlenimini verebilir, ama aslında sizi kendi hayatınızı yaşamaktan alıkoyacaktır. Onları asla terk edememeniz için sizi manipüle ederler. Bu sahte aşktır. Bu sadece bencilce kontroldür.

Bağımlılık ve sahte aşk

Dışarıda kontrol ve içeride ise bağımlılık – bunlar sahte aşk ilişkilerinin özellikleridir. Bu oldukça tuhaf bir ilişkidir, çünkü bir kişi tüm ihtiyaçlarını ve hayal kırıklıklarını diğerine yükler. Bunu yaparken diğer insanı kendi mutluluğundan sorumlu olmaya zorluyor. Sonuç, her dileklerini yerine getirmek için daima yanlarında olan bir çeşit yedek anne veya baba. Umutsuzca bulduğu bu “öğretmene” ihtiyaç duyarlar. Sonuçta, hayatın sorunlarına karşı bir kalkan gibidir o kişi. Kendi problemleriyle ve kararlarıyla yüzleşmekten ve başarısız olma riskinden kaçınırlar.

Bağımlı kişi, diğer insanı derinden sevdiğini hissedebilir, ancak gerçek şu ki, karşılıklı sömürüye dayanan bir ilişkidir bu. Bütün bu sahte aşk biçimleri zararlıdır: Başka şekillerde ele alınması gereken durumları gizlerler. Bunlar sevgiye benzeyebilir, ama aslında bir çeşit nevroz ile ilgilidir. Ve neredeyse hiçbir zaman iyi bir şekilde bitmezler. Sahte aşk acıya yol açar ve karşılıklı gelişmeyi engeller. Ne yazık ki, çok güçlü olma eğilimindedir ki bu da normal bir ilişkiden çok daha fazla incitir insanı.

Hemen hepimiz aşık olmuşuzdur. Elbette bu duygunun bir yandan inanılmaz bir his verdiği, ancak diğer yandan da acı verici olduğu bir gerçektir. Bu yazımızda, yayımlanmış olan pek çok çalışmada da ortak bir biçimde belirtildiği gibi aşık olduğumuzda nelerin olduğuna değiniyoruz.

Aşık olmak, mutluluk, kendini çok iyi hissetme ve tatmin olma duyguları ile şekillenen duygusal bir ruh halidir. Bu ruh hali bir başka insana karşı duyulan derin bir ilgi sonucu ortaya çıkar. Bu süreç insanları farklı bir bilinç anlayışına yönlendirirken, hatalı kararlar verme noktasına kadar taşıyan önemli etkiler bırakır. “Aşkın ömrü ne kadardır?” sorusu ise en sık karşılaştığımız sorular arasında bulunmaktadır.

Aşık olmadan önce cinsel çekicilik aşamasının yaşanması doğal bir durumdur. Diğer bir insan için hissedilen arzu, diğer etkenlerle birlikte özellikle beynin belirli bölgeleri tarafından harekete geçirilir. Bu durum, feromon adı verilen karşı cinsi etkileyerek uyaran salgının ortaya çıkmasından ya da kişinin biyolojik değişimler yaşamasından kaynaklanmaktadır.

Cinsel çekicilik

İlgimizi çeken bir uyarıcı ile karşılaştığımızda (bir insan ya da o kişinin yanımızda olduğu fikri), vücudumuz çeşitli maddeler salgılar. Bu bağlamda, arzu seviyesini artırıcı testosteron ya da östrojen miktarında artış meydana gelir. Bunun sonucunda da, hissettiğimiz bu arzu adrenalin, glikoz ve feniletilamin (beynin aşk kimyasalı olarak da bilinmektedir) seviyesinin artmasına yol açar. Bu nörotransmitterler, cinsel anlamda çekicilik hissettiğimizde vücudumuzu harekete geçirir. Bu bağlamda, kalp ritmi artar, vücut organları cinsel tepki için hazırlanır ve haz hissi uyanır.

Kimi yazarlara göre, karşı taraf için hissedilen bu karşı konulamaz duygu iki yıl kadar sürer. Bu süre sonunda, hormonlarda belirli bir düşüş gözlenir. Ancak bu düşüş başka bir hormon olan ve aşk ya da sevgi hormonu olarak da bilinen oksitosin seviyesinin yükselmesi ile aynı döneme denk gelir.

Aşık olmak vücudumuzda titremeye, yüzümüzün solmasına ya da kızarmamıza, kendimizi rahatsız ve huzursuz hissetmemize, kekelemeye ve duygularımızın kontrolünü kaybetmemize yol açar. Peki tüm bunlar neden gerçekleşir? Yapılan çok sayıda çalışma aşık olmanın her şeyden önce bir bağımlılık olduğuna işaret etmektedir. Bu süreçte kaybolmuşluk hissi ve hatta tahammülsüz olma gibi duygular ön plana çıkabilir.

Nörobiyoloji

Birine karşı belirli bir arzu hissettiğinizde sinir sistemi, endokrin sistemini harekete geçirerek cinsel ilişki için hazırlık aşamasına geçmektedir. Ancak bu tür bir durumda karşılık bulunamadığında ya da arzuların tatmin edilmesi mümkün olmadığında aynı duyguların baskılanması ve geri çekilmesi gerekmektedir.

Beynin prefrontal bölümleri dürtüsel davranışları engeller ve feniletilamin, vazopressin ve diğer hormonların artışını da göz önünde bulundurarak endorfin ayrımı yapılana kadar yüksek miktarlarda dopamin üretir. Tüm bunlar dopaminerjik gibi vücudun farklı sistemleri üzerinde belirli bir dengesizliğin oluşmasına neden olur. Cinsel dürtülerin tamamlanamaması sonucu ortaya çıkan bu durum serotonin seviyesinin azalmasına yol açar. Bunun sonucunda da, yapılan işlere karşı bir isteksizlik, uykusuzluk, iştahsızlık ya da konsantrasyon kaybı gibi çeşitli sorunlar yaşanmaya başlar.

Bu esnada, asetilkolin seviyesinde meydana gelen artış, arzu edilen kişi hakkında obsesif ve sürekli kendini tekrarlayan düşünceler içine girilmesine neden olur. Yani sürekli olarak o kişinin fotoğrafına bakma ya da ondan bir mesaj gelip gelmediğini durmadan kontrol etme gibi dürtüyle yapılan ya da kompülsif olarak tanımlanan davranış şekilleri gözlenmeye başlar.

Oksitosin

Oksitosin beyinde özellikle hipotalamus bölgesinde salgılanan bir hormondur. Bu hormon hem erkeler hem de kadınlar tarafından salgılansa da, özellikle kadınlarda daha yüksek oranda üretilmektedir. Orgazm, doğum ve emzirme dönemlerinde oksitosin salımının daha fazla olduğu görülmektedir. İşte çekicilik hissine ek olarak şefkat ve ilgi duyguları da bu hormonun artışı ile birlikte hissedilir. Böyle bir insan, ilgi duyduğu kişiyle uzun süre birlikte olmak, onu koruyup kollamak ve aynı duyguların onun tarafından da hissedilmesini ister. Yani bu durumda, sadece birbirleri ile birlikte oldukları için son derece mutlu olan insanlar söz konusudur.

Bir insanın aşık olmasının altında yatan nedenler de dikkate alındığında, ortalama bir aşık ömrünün oldukça kısa olduğu, yani sadece birkaç haftadan bir yıla kadar uzanan bir süreci kapsadığı hesaplanmıştır. İlginç bir biçimde aşık olan kişilerin bulundukları yaş ile aşkın ömrü arasında doğrudan bir ilişki olduğu da ortaya çıkarılmıştır. Bu bağlamda, daha genç insanların aşkı daha kısa sürmekte ancak bu periyotu daha yoğun bir biçimde yaşamaktadırlar.

Tüm bunlara rağmen aşkın ömrünün yine de uzatılabileceğini söylemek mümkündür. İçeriğinde cinsel arzu, sevgi ve ilgi gibi kavramların bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu yönler mümkün olduğunca canlı tutulursa, aşkın ömrü de olabildiğince uzun olacaktır. Daha sakin ve düzene girmiş bir sevgi aşamasına geçmek demek vücudumuzun artık reaksiyon göstermeyeceği ya da en başlarda hissettiğimiz tüm o “afrodizyak” etkileri artık hissetmeyeceğimiz anlamına gelmez.

Aşık olmak, cinsel istek ile vücut dengesizliği arasında bir karışım niteliği taşımaktadır. İki tarafın birbiri ile olan yakınlığı arttıkça, aradaki bağ daha da özel ve samimi bir hale gelecektir. Bu süreçte diğer insanı daha iyi tanımaya başlar ve onunla devam edip etmeme konusunda karar vermeye çalışırsınız.

Bir kişiye karşı duyulan yakınlığa cinsel istek de eklenince, bunun sonucunda aşık olmak adı verilen durum yaşanır. Ancak bu sürecin sonunda iki kişinin daha ileri aşamalara gitme olasılıkları üzerinde değerlendirme yapma şansı olacaktır. Uzmanlara göre, eğer bu noktada karşınızdaki kişinin değerleri ve kişiliğinin sizinle uygun olduğuna inanırsanız, o durumda gerçek bir sevgi bağının ortaya çıkma olasılığı da yüksek olacaktır.

“Beni anlamanı istiyorum” yaşadığımız ilişkilerde kullanmamız gereken bir cümledir. Asıl ihtiyacımız olan şey anlaşılmaktır.

Hayatımızda öyle anlar vardır ki, “mutluluğun kristal bardağını” aramamız gibi dört gözle beklediğimiz hayatımızın aşkının peşinden koşarız. Ancak zamanla ve tecrübeyle, başkaları tarafından anlaşılmamızın, sevilmekten daha önemli bir olgu olduğunu anlarız. İlk başta belki de en çok odaklandığımız şey “beni sevmeni istiyorum” düşüncesine odaklanmaktır. Ancak, sonunda kazanan “beni anlamanı istiyorum” prensibidir. Ya da en azından aradaki dengeyi sağlayan şeydir. Biz insanlar için başkalarının, duygularımızı ve düşüncelerimizi anladıklarını hissetmek bizim çok önemlidir. Eğer başkalarının bizi anlamadığını fark edersek, gerçekten bizi sevdiğini söyleyen kişilerin aslında bizi sevmediğini, olmamızı istedikleri kişiyi sevdiklerini fark ederiz. Bu nedenle, “beni anlamanı istiyorum” o kadar önemlidir ki, uzun vadede kişiye büyük mutluluk verir.

“Hayat ilk hediyedir, ikincisi aşk, üçüncüsü ise anlaşılmaktır.”

– Marge Piercy

Beni anlamanı istiyorum

Başkalarının bizi tanıdığını ve anladığını hissetmemek, içimizde başka duyguların oluşmasına neden olur. Kendimizi diğer insanlardan uzaklaşmış, başka dilde konuşuyor gibi hissederiz. Bizi sevenlerin bizi tanımadığını ya da en azından tanımak isteyecek kadar çaba sarf etmediklerini gördüğümüzde kendimizi yalnız, dışlanmış hissederiz.

Bir insan anlaşılmadığını hissettiğinde gerçekten sevildiğini hissedebilir mi? Bu soru aile ilişkilerinden arkadaşlık ilişkilerine kadar her türlü kişisel ilişki için sorulur. Flört ilişkileri de bu gruba dahildir.

Beni anlamanı istiyorum, eğer beni anlamazsan, bu aşkı nasıl besleyebiliriz ki?

Hepimizin sevilmeden önce anlaşılmaya ihtiyacı vardır

Başkalarının ne söylediğimizi, ne yaptığımızı ve ne hissettiğimizi anladığını hissetmek, çeşitli nedenlerden dolayı hayatımızın her aşamasında sürdürülebilir bir güvenlik ve refah duygusu elde etmek için gereklidir.

Başkalarının sizi anlamadığınızı deneyimlediğinizde, iki kişi arasındaki bağlantı zayıflar. Bu bizim yalnızlaşmış, dış dünyadan kopmuş, dışlanmış hissetmemize neden olur. Bizi seven kişiler tarafından, anlaşıldığımızı bilmek, bizi dünyanın bir parçası gibi hissettirir. Değerli olduğumuzu hissederiz

Sevdiğimiz kişiler bizi anladığında, bunun bir şekilde gerçek sevgi olduğu hissine kapılırız. Bu, bizi kim olduğumuzla özdeşleştirir. Anlaşıldığımızı hissetmek bizi değerli hissettirir. Aynı şekilde anlaşıldığımızı hissetmek bizi anlayan kişilere aramızda bir bağ kurar. Bu bağın kurulmaması ise bizi yalnızlaştırır ve çevremizdekilerden kopmuş hissetmemize neden olur. Ancak, başkaları tarafından anlaşıldığımızı hissettiğimizde kendimizi daha iyi anlamış oluruz. Kendimizi doğru bir şekilde ifade edebilmek, başkalarının bize yardım edebilmesi açısından önemlidir.

“Bilinç altımızda her zaman kendini gizlemiş olan bir korku vardır. Bizi anlamadıklarında, hiç var olmamış gibi olacağız.”

– Michael Schreiner

Anlaşıldığımızı hissetmek hem kişisel hem de sosyal refahımızı arttırır

“Anlaşılan ve anlaşılmayan duygunun sinirsel temelleri” (Social Cognitive and Affective Neuroscience, 2014) isimli araştırma, anlaşılma hissinin hem kişisel hem de sosyal olarak refahı nasıl artırdığını belgeler niteliktedir. Ancak, pek çok araştırma, “anlaşılma hissini” nörobiyolojik temelde incelememiştir. Bu çalışma katılımcılara manyetik rezonans görüntüleme çekilirken, deneysel olarak duygu anlayışını ve anlayış eksikliğini ele almıştır. Elde edilen sonuçlar, takdir edilme ve sosyal bağlantı ile ilgili alanlarda duyguların farklı aktivasyona neden olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, sosyal bağlantı kurma ve bağ kuramama sonrasında alınan sinirsel tepkilerin anlaşılamama hissiyle bağlantılı olduğu ortaya çıkarmıştır.

Başkaları tarafından anlaşılma duygusu, bireylerin kendilerini değerli, saygı duyulan ve onaylanmış hissetmelerini sağlar… Duygusal deneyimde ve sosyal bağlantı duygularında büyük değişikliklere yol açar.

Başkalarının sizi anlaması için bir sorumluluğunuz olduğunu, dikkate değer bir etki kapasitesine sahip olduğunuzu unutmayın. Başkalarını sizi anlamadıkları için suçlamadan önce -kendinizi yalnız hissetmeden ve umutsuz hissetmeden önce- başkalarının sizin nasıl olduğunuz hakkında bir fikir edinebilmeleri adına, mesajınızın doğru anlaşılması için daha fazlasını yapıp yapamayacağınızı kendinize sorun.

İşte bu nedenle, başkalarının bizi anlamasını beklemeden önce çoğu zaman kendimizi anlamamız önemlidir. Öyle ya da böyle, sabır ve duygusal zekamız, üzüntünün bize hakim olmasını engelleyerek, yanlış anlaşılma duygusundan kaynaklanan yalnızlığımızda, çözüme ulaşmamız konusunda bize yardımcı olacaktır.

Sevilmek için önce kendi sev, anlaşılmak için önce kendini anla.

Benzer mi tamamlayıcı mı? Bu, birçok insanın bir partner ararken sorduğu sorudur. Bazıları “zıt kutupların çektiğini” düşünürken, diğerleri farklılıkların neden olabileceği çatışmalardan ne pahasına olursa olsun kaçınmak istiyor. Gerçek şu ki, hem artıları hem de eksileri vardır. Farklı ve dolayısıyla tamamlayıcı olan biriyle bir ilişkinin daha iyi olduğunu düşünenler, benzer iki asabi insanın her zaman çatışmaya neden olacağı örneğine işaret ediyor. Kendisine benzer bir partner aramaya meyilli olanlar, er ya da geç, farklılıkların ortaya çıkacağını ve ilişkinin çatırdamaya başladığını belirtiyor.

Diğer insanlar ikisinin arasında bir pozisyon alırlar. Onların görüşüne göre parterin benzer veya tamamlayıcı olması önemli değildir. Önemli olduğuna inandıkları şey doğru dengedir: bazı şeylerde benzer ve bazılarında tamamlayıcı olmaktır. Psikoloji bize bu konuda ne söylüyor?

Karşıtların güzelliği

Bir kişi kendisi hakkında çok olumlu bir düşünceye sahip olmadığında, genellikle kendisinden farklı olanlara ilgi duyar. Diğer kişiyi, olmak istediğiniz kişiyi kendinize yansıtma fırsatı görürsünüz. Örneğin, her zaman fark edilmediğini hisseden biri, partnerini çok popüler bir insana dönüştürmeye çalışacaktır.

Gerçek bir ilişki kuracak biri yerine, güvenebileceği birini arayanlar da vardır. Temel olarak güvensizdir ve kendini korumak ya da ihtiyaç duyduğu desteği sağlamak için başkasının gücüne ihtiyaç duyan korku dolu insanlardır. Prensip olarak, bu bir kişinin büyümesine ve olgunlaşmasına yardımcı oluyor ise negatif bir şey olmak zorunda değildir. Ancak, eğer bağımlılık yaratırsa, çok sağlıksız bir ilişki ortaya çıkaracaktır.

Benzer birine mi yoksa tamamlayıcı birine mi ihtiyaç duyduğunu düşünen birçok kişi, ilişkilerini bir takım olarak gördükleri için ikincisini seçiyor. Bazen bu durum neredeyse bir işletmeyle bile karşılaştırılabilir. Bu yüzden ortak başarılar elde etmek için güçlü ve zayıf yönleri birleştirmenin daha iyi olacağını düşünüyorlar (burada “düşünmek” kelimesini vurguluyoruz).

Benzer mi tamamlayıcı mı? Bilim, aşıkların benzer mi yoksa tamamlayıcı mı olmasının daha iyi olup olmadığını da merak etti. Kansas Üniversitesi, 1523 çiftle bir çalışma yaptı. Vakaların %86’sında benzer çiftlerin daha uzun ilişkiler yaşadığını keşfettiler. Michigan Üniversitesinden bir başka çalışmada da benzer bir sonuca varıldı. Görünüşe göre, burada gerçekten fark yaratan şey, kişilik, değerler, tutumlar, hobiler, alkol tüketimi ve teknoloji kullanımı gibi konular söz konusu olduğunda anlaşmaya varmak.

Her şey bazen insanların farklı olanlara ilgi duyduğunu gösteriyor. Bu, içlerinde belli bir merak uyandırır ve bunu yeni duygusal bölgeleri keşfetmek için bir fırsat olarak görürler. Bununla birlikte, zamanla, bir zamanlar yenilik olan şey engel olmaya başlıyor. Farklılıklar daha sonra ilişkide olumsuz duygular yaratır.

Açıklık ve Esneklik

Benzer ya da tamamlayıcının en iyisi olup olmadığı tartışması aslında biraz yapaydır. Bizim gibi tamamen aynı olan bir partner bulmamıza imkan yoktur. Dünyamızda eksik olanı tamamlayan birini de bulamayacağız. Gerçek şu ki, her insan aynı anda bizi yeniden onaylıyor ve bize zıtlık oluşturuyor.

Ayrıca, bu alandaki tüm araştırmaların, temel zevk ve tutumlardaki benzerliğin çok önemli olduğunu gösterdiğine dikkat edilmelidir. Öyle olsa bile, bir başkasının teslim olmak zorunda kalacağı yönler her zaman olacaktır. En istikrarlı çiftler, birbirleriyle rahatlayabilenlerdir. Söylendiği gibi, partnerler arasındaki farklılıklar da sağlıklı olabilir. Karşılıklı büyümeye katkıda bulunan bir faktördür. Aşk hayatımızın büyük bir kısmı bu farklılıkların nasıl ele alındığı ile ilgilidir.

Bu farklar az ve küçük olduğunda, çiftin bunu tatmin edici bir şekilde gerçekleştirebilmesi için güçlü bir olasılık vardır. Bununla birlikte, farklılıklar çok derinse, o zaman çözülmeleri zorlaşabilir.

Benzer veya Tamamlayıcı: Sonuç

Öyleyse, benzer olmanın veya tamamlayıcı olmanın en iyisi olup olmadığı sorusuna cevabımız nedir? İkisinin de iyi olduğunu söyleyebiliriz. Özünde benzer olmalıyız ama gönüllü ve bilinçli anlaşmaya dayanarak tamamlayıcı da olmalıyız. Aşk aslında bundan ibarettir: kendini onaylama ile diğerinin yeniden doğrulanmasına yardım etme arasında bir denge bulmak.

Mutlu Evliliğin Keşfedilmesi

Mutlu bir evliliğin tarifini yapmak mümkün mü ? Herkesin kendisi için bir tarif yapması mümkün ama herkes için bir tarif yapmak mümkün değil gibi görünüyor. İnsanların bir çoğunun evliliği, kendileri için bir milat olarak kabul ettiklerini görürüz. “Evlendikten sonra bırakacağım, değişeceğim, yapacağım” gibi sözlerle kişisel olarak daha iyi bir noktada olacağını düşünerek bu yola çıkar. Şu andaki eksikliklerin tamamlanacağı ve ideal kimliğine ulaşacağı, değişimin ve dönüşümün mihenk noktası olacak bir yer gibi hayal edilir. Sanki, uyum sağlamak zorunda olduğunuz bir hayattan tercih etme hakkına sahip olduğunuz bir hayata geçişin olacağı ve size göre şekillenecek bir ilişki ile hak ettiğiniz hayatı yaşayacağınız bir dönemin başlangıcı gibidir. Bir de evleneceğiniz kişiyle ilgili hayaller kurmaya başlarsınız. En iyi ve en doğru insanı bulmaya dönük motivasyonla aradığınız kişinin, geçmiş olumlu yaşantılarınızı devam ettirecek ve güzellikleri koruyacak, aynı zamanda olumsuz yaşantılarınızı tekrar yaşatmayacak ve ondan kalan izlerinizi silebilecek biri olmasını istersiniz. Geçmişte verilmemiş olan fırsatları size verecek, değerli olduğunuzu hissettirecek, şartsız kabul edecek ve sevgi gösterecek, tüm zayıflıklarınızla ve eksikliklerinizle size şefkat duyabilecek, kendinizi tüm yönlerinizle bütün hissetmenizi sağlayabilecek birini beklersiniz. Çünkü, ona ihtiyaç duyarsınız.

Yapılan araştırmalara bakıldığında, evlilik hayatına ilişkin insanların bilinçdışı beklentilerinde; geçmişten kalan travmaların ve yaraların, eş ile kurulacak olumlu ilişkinin atmosferinde sarılması ve iyileştirilmesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ebeveynlerimizin kendi sorunlarının gölgesinde oluşturmuş oldukları ilişki biçimi, bizim gelecek hayatta kuracağımız yakın ilişkilerin çekirdeğini oluşturur. Ne kadar özenle ve fedakarlıkla yetiştirilmiş olduğumuzu düşünsek de, bizi yetiştirenlerin kendi yaraları ve travmalarının etkisiyle ortaya çıkan ilişki biçimlerinden bizler de nasibimizi alırız. Bu ilişkisel mirasın kalıplarını, yakın ilişki kurduğumuz bir çok insanda tekrarlarız. Tekrarlamamızın temel amacı, çocukluk yıllarından kalan olumsuz duyguları olumluya çevirebilmek ve temel duygusal ihtiyaçlarımızı, kaybetme korkusu yaşamadan karşılayabileceğimiz birini bulabilmektir. 

Yakın ilişkilerin son durağı olan evlilik tüm bu beklentilerin ve hayallerin gerçeklikle karşılaştığı yerdir. Eşler “Beni çok şaşırttın ve hayal kırıklığına uğrattın” derken gerçeklik üzerinden değil çoğu zaman zihnindeki ideal eş tasarımı üzerinden değerlendirme yaparlar. Karşısındakinden beklediği esneklik, sevgi, şefkat, ilgi ve desteğe en az kendisi kadar onun da ihtiyaç duyduğunu unutarak gerçeklikten uzaklaşırlar. Karşı tarafın da benzer bir motivasyon ve ihtiyaçlar eşliğinde ilişki kurduğu ve beklentisini bu yönde şekillendirdiği göz önünde bulundurulduğunda, çoğu zaman ideal evliliğe hayal kırıklıklarının çemberinden geçmeden ulaşmanın mümkün olmadığını görmekteyiz.

Mutlu bir evliliği tanımlarken klişe bazı standartlardan bahsetmek yerine, insanların önce kendilerini sonra eşlerini daha yakından tanımaya dönük bir sürece girmeleri ve en temel duygusal ihtiyaçlarını (sevilme, değer görme, fark edilme, şefkat gösterilme, yeterli olduğunu hissedebilme gibi) eşlerine ifade edebilmeleri ve eşlerinin de en temel duygusal ihtiyaçlarını (sevilme, değer görme, fark edilme, şefkat gösterilme, yeterli olduğunu hissedebilme gibi) fark edip gidermeye dönük bir ilişki kurduklarında, o zaman evliliğe dönük beklentilerinin daha derinden karşılandıklarını göreceklerdir. Anlaşılmadıklarını, mutsuz olduklarını, derin hayal kırıklıkları yaşadıklarını, sürekli tartıştıklarını ifade eden çiftlerin karşılıklı güven zemini içerisinde kendilerini ifade edebilecek ve karşı tarafı dinleyip anlayabilecek duruma geldiklerinde gerçek bir ilişkiye başlangıç yaptıklarını görebilmekteyiz. Gerçek bir ilişkide, eşlerin evlilik öncesinde hayalini kurduğu o kusursuz eşle sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük tasarımladığı ilişki modelinin, evliliğin gerçekliğiyle uyuşmadığını anladığı anda yaşananlar (kavgaların azaldığı, hafif bir depresif havanın hakim olduğu ve gerçeklikle yüzleşildiği dönem), bir yas sürecine dönüşmektedir. Diğer eşin de en az kendisi kadar ihtiyaçlarının, incinmişliklerinin, travmalarının olduğunu kabul ettikten sonra iki tarafın kendini güvende hissederek(karşı tarafın kendisine saldırmayacağından emin olarak) eşine kendini açmaya başladığı, temel ihtiyaçlarını ifade ettiği, geçmiş yaşantılarından(eksiklerinden, yetersizliklerinden, acılı anılarından) bahsedebildiği bir tüneme noktasına gelebildiklerinde kendileri için en ideal ilişkinin temellerini atmaya hazır oldukları anlamına gelir. 

Gerçek bir ilişkide eşler; içtenlik, samimiyet, sevgi ve şefkat duygularıyla birbirlerinin şifacısı durumuna geldiklerinde, ilişkinin en zor tarafı olan duygusal katmanını yük olmaktan çıkarır iki taraf için de yaşam kaynağı haline dönüştürürler. Fark edilmeyi bekleyen bir sır gibi deneyimin içinde saklı olan bu destekleyici ve onarıcı ilişki, yaşanacak sıkıntılara rağmen değişime kendisini açan ve bir ötekini merak eden çiftlere kapılarını aralayacaktır. İlişkinin duygusal katmanı sağlamlaştıktan sonra geriye ortak yaşam kültürü oluşturmak, sorumlulukları paylaşmak, geleceğe ilişkin ortak hedefler koymak gibi daha çok düşünce ve davranış kısmıyla ilgili kısımlar kalacaktır ki, bunlar en temel duygusal ihtiyaçlarını ( sevilmek, beğenilmek, güvende hissetmek, değer görmek, yeterli hissetmek gibi) derinden karşıladığını hisseden bir çiftin kolaylıkla şekillendirebileceği şeylerdir. 

Şanver YEREBAKAN /Uzm. Klinik Psk. / Psikoterapist

Kadınların Evlilikten Beklentileri

Aşk, duyguların bütün sistemi ele geçirdiği, mantığın devre dışı kaldığı, ayakların yerden kesildiği, büyülü, etkileyici, heyecanlı muhteşem bir duygudur. Bu efsunlu duyguların ömür boyu süreceğini, hiç bitmeyeceğini düşünürüz ancak bir süre sonra hayatın gerçekleri kendini hissettirmeye başlayınca erkeklerin kadınlardan, kadınların erkeklerden beklentileri gün yüzüne çıkar.  Yaratılış itibariyle farklı olan iki cinsin beklentileri de farklıdır. Bazı ortak beklentiler olsa da temelde farklılıklar çok daha fazladır.

İlişkilerde “önemli olan aşk” dense de sadece aşkın yetmediği bir gerçektir. Bir çok ilişkide aşk, en fazla iki, üç yıl sürer.  Tutku ve heyecan,  daha köklü duygular olan, sevgi, saygı, anlayış, bağlılık ve güvenle beslenirse uzun sürebilir. Ya da ilişki “biz birbirimize göre değilmişiz”, “biz anlaşamıyoruz”, “sana karşı artık bir şey hissetmiyorum”, “artık eskisi gibi değilsin” v.b. cümlelerle son bulur. Zaman içerisinde sorunlar arttıkça paylaşım azalır, iletişim kopar, güvensizlik artar, reddedilme, bastırılma, öfke, kırgınlık çoğalır.

Kadınlar erkelerden çok daha duygusal ve naif oldukları için beklentileri de erkeklerden farklılık gösterir. İlişki, birliktelik, uyum ve sevgi dolu paylaşımlar onlar için vazgeçilmezdir. İhtiyaçları olan ilgi ve sevgi olmazsa olmazlarıdır. Sonuç değil süreç odaklıdırlar. Anı dolu dolu yaşamak, kaynaşmak, konuşmak isterler. Sevildiğini iliklerine kadar hissetmek ister bunun için de, erkeklerin davranışlarıyla ve sözleriyle sürekli, bıkmadan göstermesi gerekir. Sezgileri güçlüdür. Çoğunlukla da sezgileriyle hareket etme eğilimindedirler. Erkeklerin sonuç odaklı ve düz mantık yaklaşımları çoğu zaman sinir eder onları. Peki en çok ne ister kadınlar?

Güven: Kadın, başını omzuna yasladığında iyi hissedecek,  kendini bütün olumsuz durumlara karşı koruyabilecek,  dürüst ve samimi bir erkek ister. Çünkü o güzeldir, zariftir, naiftir. Yalan, sadakatsizlik, yüzeysellik onu soğutur, uzaklaştırır. Erkeğin başarısı ve gücünden büyülenir. Çünkü  onu daha da güvende hissettirir.

İlgi:  Elinin tutulması, sarılması partnerinin sıkıca, nazik davranması ona, düşünmesi, duyarlı olması, işlerini kolaylaştırması, bazı konularda yardımcı olması mutlu eder kadını. İlgi kadının sevgisini, aşkını ortaya çıkaran, canlı tutan çok önemli bir ihtiyacıdır. İlgi olduğu sürece erkeğin yörüngesinde kalır, yanında olur. İlgisiz kaldığında hırçınlaşır, uzaklaşır.

İletişim: Her duygu düşüncesini coşkuyla paylaşmak, konuşmak ister kadın. İletişim ona önem verildiğinin, sevildiğinin, değerli olduğunun onaylanmasıdır adeta. Güzel sözler duymak, sevildiğini duymak istediği gibi bir sorun olduğunda da hemen konuşup çözmek ister. Sabrı yoktur bu konuda. Nedenini, nasılını anlamak ister. Duydukları hoşuna gitmese de ötelemek istemez konuşmayı.

Cinsellik: Kaynaşma ve yakınlaşmanın en üst noktasıdır cinsel birliktelik kadın için. Duygu çok daha ön plandadır. Bakışlarda arzulandığını, beğenildiğini hissetmek, dokunuşlarda erkeğinin gücünü fark etmek, fısıltılarda başka diyarlara uçmak ister. Cinsellik ilişkiyi güçlendirir, her konuda yakınlığı artırır.

Çocuk: Anaç duygularını gösterebileceği, sevgisini, şefkatini gürül gürül akıtabileceği bir varlıktır çocuk kadın için. Ömür boyu ilişkisinin kopmayacağını garantilediği tek sevgi nesnesidir. Bedeninde var etmek, büyütmek, dünyaya getirmek, yetiştirmek sonsuz  bir doyum verir ona.

Şefkat: Erkeğin gücüne, kabalığına rağmen nadide bir çiçeğe dokunur gibi dokunması, okşaması huzur verir, sevildiğini hissettirir. Sarılmak, bir kadını güçlü yapar, iyi hissettirir.

Anlayış: İki farklı dünyanın birbirini anlaması her ne kadar zor olsa da, özellikle daha çok mantığı ile hareket eden, daha bencil olan erkeğin; kadının iç dünyasında neler olup bittiğini anlamaya çalışması, onun duygusal ihtiyaçlarını görmesi, anlattıklarını dinlemesi “seni önemsiyorum” mesajı verir.

Paylaşım: Paylaştıkça mutlu olur kadın, sevildikçe sever, ruhu okşandıkça geyşası olur erkeğinin. Zamanı, mekanı, hayatı, iyi ve kötü tüm anları paylaşmak ister kadın. Paylaştıkça var olur, var oldukça yar olur. Enerjisini, gücünü, paylaşımdan alır. Paylaşım sözlü de olabilir sözsüzde. Bir koltukta uzanıp birlikte sessizce film de izlemekten keyif alır. Yeni yerler keşfetmek, birlikte yürümek, birlikte ağlamak, gülmekten de.

Heyecan:  Kadınlar duygularını daha yoğun yaşar. Arzuyu, tutkuyu hissetmek ister partnerinin gözlerinde. Sevildiğini, istendiğini hisseder o zaman. Var olduğunu, canlılığını fark eder. Dolu dolu yaşar her anı o yüzden. Sürprizler yapmak, beklenmedik anda onu şaşırtmak gerekir.

Uyum: Birlikte senkronize hareket etmekte önemlidir, ortak zevkler de kadın için. Hatta uyumlu giyinmekte.

Saygı: Kadınlığına, kişiliğine, özelliklerine, anneliğine, zevklerine saygı duyulsun, anlaşılsın, onaylansın, görülsün ister. Hanımefendi gibi muamele görmek içindeki asaleti ortaya çıkarır.

Netlik:  Her ne kadar sürprizlerden hoşlansa da kadın, karşılaşacağı zorluklar korkuttuğu için bilmek ister neler olacağını, neler düşünüldüğünü, planlandığını. İstekleri, hayalleri ile ilgili muallak ifadeler rahatsız eder onu. Birkaç yıl sonrada olsa kesin ne olacağını duymak ister. Açık açık konuşmak ister her şeyi. Üstü kapatılsın istemez sorunların.

Feyzullah ALPMAN / Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist

Erkeklerin Evlilikten Beklentileri

İlk gördüğünde hayran kaldığı, etkilendiği güzelliğe sahip olma, elde etme arzusu heyecan verir erkeğe. Tanıdıkça bağlanır, bağlandıkça sahiplenir. Sahip olduğu değerlidir onun için. Emek vermiştir, umutlar büyütmüştür. Tamamen elde ettiğini hissettiğinde, baştaki anlayışlı fedakar insan gider, yerini isteklerinin koşulsuz yerine getirilmesini isteyen, partnerini uzantısı gibi gören bir yapı çıkar ortaya.

İlişkilerde kadın ve erkek farklılıklarını, iki ayrı birey olduklarını kabul edip, birbirlerinden yakıt ikmali yapmak için nitelikli paylaşımlarda bulunduklarında, birbirlerinin ihtiyacına göre davrandıklarında, anlayıp anlaşıldıklarında, iyi iletişim kurabildiklerinde, yaşanan sorunlara çözüm odaklı yaklaştıklarında, birbirlerini üzmek yerine mutlu etmeye çalıştıklarında daha sağlam, huzurlu, mutlu ve keyifli bir birliktelikleri olur.

Erkekler için başarılı, yetenekli ve yeterli olmak, değerli ve güçlü olmak çok önemlidir. O ormanın kralıdır, ASLAN’dır. Aslan gibi muamele görmek, aslan olduğunu hissetmek, hissettirilmek ister. Güçsüzlük, acizlik, başarısızlık, yetersizlik dayanamayacağı, tahammül edemeyeceği duygulardır. Anneleri erkekleri pamuklara sararak büyüttükleri, onlara prens muamelesi yaptıkları, bir dediklerini ikiletmedikleri için eşlerinden de benzer yaklaşım sergilemelerini isterler. Her ne kadar bu doğru olmasa da.  Erkek olmanın yüklediği biyolojik ve kültürel roller gereği bazı beklentiler yadsınamaz.

Güven: En ilkel çağlardan bu yana erkek mağarasını koruyan, avlanan, eşi ve çocuğunun ihtiyaçlarını gideren biri olarak kendisine güvenilmesini ister. Her türlü zor durumla baş edebileceğini, eşini ve çocuklarını koruyabileceğinin, ihtiyaçlarını giderebileceğinin bilinmesini, hissedilmesini ister.  Güven duyulması, sadakat ve samimiyet, güçlü ve değerli hissettirir, onu daha ilgili bir eş yapar. Eşinin “kahramanı” olmak sevgi ve şefkatini artırır.

Kabul görme: Onun kararlarının, öneminin onaylanması, saygı duyulması, baş tacı edilmesi en önemli gereksinimlerindendir. Her ne yaparsa desteklenmek ister.

Beğeni: Yürüyüşü, bakışı, karizmatik duruşu, ile hayranlıkları üzerinde toplamak ister. Eşinden iltifatlar duymaya, poh pohlanmaya ihtiyacı vardır.

Cinsellik: Cinsel konularda beklentileri daha fazladır. Partnerinin bakımlı olması, onu etkileyen kıyafetler giymesi, işve, cilve yapmasını bekler. Özellikle ilişkide partnerini  tatmin edebildiğini görmek ve duymak ister. Cinsellik gücünü gösterebildiği bir platformdur.

Düzen: Yaşam alanının düzenli olması, giysilerinin özenli bir şekilde temizlenmiş, ütülenmiş, katlanmış olmasını bekler. Evdeki düzeni, adeta kendisine verilen önemin bir göstergesi olarak görür.

Huzur:  Sakinliği ve dinğinliği tercih eder. Çok konuşulması, gürültü yapılması, “dır dır edilmesi” tahammül edemeyeceği şeylerdir. Eşi ve çocukları da olsa bu tarz davranışları hoş görmekte zorlanır. Kadının gülümseyen yüzünden alır enerjisini, asık surattan hoşlanmaz.

Özgürlük: O istediği zaman istediği gibi hareket edebilmeli, kısıtlanmamalıdır. Özgürlüğünü kısıtlayacak her yaklaşım boğulma, işgal ve tutsaklık hissettirir ve kaçma eğilimi gösterir. Aslanı kafese kapatmaya çalışmamalıdır. O aslan olduğu sürece kıymetlidir.

Bakım, güzellik: Erkeklerin dış görünüşe önem verdiği aşikardır. Güzel ve bakımlı birini yanında taşımak onu onure eder. Bundan mutluluk duyar. Eşinin kendisi için özen göstermesi önemli hissettirir, aksi durum onda değersizlik duygularını aktive eder.

Netlik: Erkekler daha sonuç odaklı ve mantıklı özelliklerinden dolayı her zaman laf kalabalığı yerine açık ve net ifadelerden hoşlanır. Onların anlaması için her şeyin soyut ifadelerle değil, somut şekilde anlatılması gerekir.  “Senden ilgi bekliyorum” yerine “bana sarılman hoşuma gidiyor” gibi.

Anlayış: Onun her yaptığı önemlidir. İşten geç geliyorsa, arkadaşlarıyla görüşüyorsa, dinleniyorsa kısacası her yaptığı davranışın önemli bir nedeni vardır ve sorgulanmamalıdır, anlayış gösterilmelidir.

Çocuk: Kendisine benzeyen, kendi kanını taşıyan, istediği gibi yetiştirebileceği bir çocuğunun olmasını ister. Gelecek için kendisinden bir parça bırakmak, neslinin devamlılığının sağlanması gerekir.

Arkadaşlık: Bir çok konuda konuşabileceği, düşüncelerini paylaşabileceği, birlikte eğlenebileceği bir partnerin olması onu gururlandırır. Ortak yapılan aktiviteler her iki eş içinde enerji verici, ilişkiyi güçlendirici rol oynar.

Akıl ve güç: Özünde avcı olan erkeklerin zor olana sahip olma içgüdüleri fazladır. Hiçbir avcı karşısında duran kendisine bakan bir avı avlamaktan keyif almaz. Av onu zorlamalı, heyecan vermeli, peşinden koşmalı, sonunda elde etmenin zevkini yaşamalıdır. Erkekler akıllı, güçlü ve kontrol edebileceği kadınlardan çok etkilenir, sahip olmak ister. Ancak kontrol edemeyeceği güçlü kadınlardan uzaklaşma eğilimi gösterirler.

İlgi: Anneleri gibi kendilerine bakım verilmesi, ilgi ve şefkat gösterilmesi zaman zaman erkeklerin ihtiyaç duyduğu, etkilendiği özelliklerdir. Bunun sürekli olması rol karmaşası meydana getirerek ilişkiyi olumsuz etkileyeceği de unutulmamalıdır.

Feyzullah ALPMAN

Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist

Kimse bitmesi üzerine bir ilişkiye başlamaz. Fakat bazen ilişkiler öyle bir raddeye gelir bitirmeyi düşünürsünüz. Kokusuna alıştığınız birine artık bir yabancı olmak hiç kolay değildir. Özellikle romantik ilişkide bulunduğunuz kişi sizin için dünyada çok az insanın olabileceği kadar yakın olabilir. Beraber yaşanan onca anıyı, tüm alışkanlıkları bitirme düşüncesi çok zordur. Bu nedenle aslında bir ilişkiye başlamaktansa bitirmek bizi daha çok zorlar. İlişki ne kadar kötü geçiyor olsa bile her bitiş biraz hüzün ve acı barındırır.

İlişkiyi Kadın Bitirir                

İlişkiler üzerine yapılan bir çalışma oldukça ilginç bir bilgiyi ortaya koydu. İlişkiler, asıl olarak kadın kurtarmayı bıraktığında bitiyor. Yani erkekler için bir ilişki önemli ölçüde bitiyor olsa bile ciddi bir bitiş çoğunlukla gerçekleşmiyor. Fakat kadının zihninde ilişki bittiğinde, o ilişkinin pek şansı kalmıyor gibi gözüküyor.

Bu bilgi sonrasında bizde küçük çaplı bir kamuoyu yoklaması yaptık. Kadınlara bir ilişki ne zaman biter diye sorduk. Kadınlar şu şekilde cevaplar verdiler:

  • Güven bittiğinde
  • İlişkinin devamı için bir umut kalmadığında
  • Sevgi ve saygı son bulduğunda
  • Tüm emek ve çabalar görülmeyip takdir edilmediğinde
  • O ilişkide artık değerli hissetmediğinde

Kadınlar aslında bir ilişkiyi kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yuvayı dişi kuş yapar atasözü burada anlam kazanıyor. Çünkü yuvayı gerçek manada dişi kuş kurar ve sürdürür. Ve yine bitirecek olan da dişil taraftır.

Kadınlar Ve Erkelerin İlişkiye Yaklaşımları

Kadın ve erkekler ilişkileri farklı yönlerden yaşarlar. Kadınlar için bir ilişkideki duygusal doyum çok değerlidir. Ve bir kadın için çok eşli olmak sağlıklı bir seçenek değildir çoğu zaman. Fakat erkekler duygusal bakımdan çok daha esnek olabilirler. Aslında biyolojik olarak erkek çok eşliliğe yatkın olması ile bu durumu açıklayabiliriz. Fakat biz bu biyolojik gerçeği medeniyet ile değiştiriyoruz. Yine de ilişkilerde bu gerçeği görmek hala mümkündür.

Bir İlişki Ne Zaman Bitirilmeli?

  • Önceliklerinin en sonuna düştüysen
  • Canın yandığında ve hasta olduğunda seni duymuyorsa
  • Elini tuttuğunuzda onu değil de başkasını hissediyorsa
  • İlişkinin getirdiği sorumluluklardan kaçıyorsa
  • Varlığına ve kültürüne saygısı yoksa
  • Derin sohbet ve muhabbet ortamlarınız kaybolduysa
  • Sürekli hakaren ve şiddet uyguluyorsa
  • Kötü alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmiyorsa
  • En küçük bir hareketin bile size batıyor olması
  • İlişkide yaşanan sorunlar üçüncü kişilere de yansımaya başladıysa
  • Sonu gelmez yalanlar ile güvenin yok olması durumu varsa
  • Geleceğe umutla bakılamıyorsa
  • Güç ve rekabet ortamı oluşup birlik tehlikeye girdiyse
  • Aidiyet duygusunun çöküp çıkar ilişkisine döndüyse
  • Hepsinden önemlisi bu ilişki için artık çabalamıyorsa

Tüm bu özellikler ilişkinin artık sağlıklı şekilde devam edemediği ve kişilere zarar vermeye başladığının birer göstergeleridir. Şayet bu özelliklerin çoğu ilişkinizde varsa şapkayı önünüze alarak bir düşünmeniz gerekir. Bizler için gül olması gereken ilişkiler birer zehirli sarmaşık halini aldığında onları kesmeye cesaret etmemiz gerekebilir. İlişkileri bitirmek zordur fakat büyümek bazen bunu gerektirir.

PSİKOSANAT

Takıntılı bir şekilde sevmek tehlikelidir ve çoğu zaman trajedi ve kalp kırıklığı ile sonuçlanır.

Edebiyatın en klasik ve trajik karakterlerinden biri kuşkusuz Anna Karenina’ydı. Bu karakter Leo Tolstoy tarafından yaratıldı ve bir 19. yüzyıl sosyete kahramanıydı. Bununla birlikte, empati kurmanın zor olacağı bu zamanın tipik bir karakteri olmaktan çok uzak, aslında onun duygusal sorunlarıyla özdeşleşebiliyoruz. Partneriniz için her şeyi sunduğunuz yoğun ve yıkıcı bir sevgide, sonunda görmezden gelindiğinizi, manipüle edildiğinizi ve terk edildiğinizi gösterirler. Anna Karenina, kocası ve oğluyla sakin bir hayat süren bir kadının hikayesidir. Ancak birdenbire, sadece duyguları tarafından yönlendirilen, her şeyi körü körüne terk ettiği yakışıklı bir asker olan Vronsky’ye aşık olur. İlişkileri, sahte değerlerle dolu bayat ve ikiyüzlü bir toplumla çevrilidir. Yine de Anna tutkusu için her şeyi -hatta kendi oğlunu bile- bir kenara koyduktan sonra sevgilisi sıkılır. İstediğini elde etmiş ve Anna’ya olan hisleri gitmiştir. Anna’nın aşkının sonu, kimsenin başvurmaması gereken, intiharın en klasik ve trajik yansımasıdır.

Anna Karenina sendromu

“Sensiz ben bir hiçim”. Bu ifadeyi kaç kez duydunuz veya hatta kendiniz söylediniz? Aslında 21. yüzyılda Anna Karenina’nın hikayesinin sürekli tekrarlandığını görüyoruz. Gerçekten de, yeni bir partner için her şeyi bırakmakta bir an bile tereddüt etmeyen birçok insan var. Aslına bakılırsa, çoğu zaman, değerlerin ve ilkelerin düştüğü, öz saygının ve hatta kimliğin tehlikeye atıldığı, neredeyse bir kişisel çözülme sürecidir.

Bu davranışlar hiçbir şekilde veto edilemez. Çünkü aşk, paylaşmak, sunmak ve vermek demektir. Aynı zamanda partnerinizden almak ve onun bir parçası olmak anlamına gelir. Denge ve olgunluk ile karşılıklılık esastır. Dengeden bahsediyoruz çünkü sınırları nasıl koyacağınızı bilmeniz gerekiyor. Aslında eşiniz için her şeyi sunmak ve tüm mutluluğunuzu onlara yansıtmak yerine, önce kendinize değer vermeli ve bir birey olarak mutlu olmalısınız. Bununla birlikte, bazı insanlar gerçek mutluluğu yalnızca bir eşe sahip olmak olarak algılar. Bu nedenle, bekar olduklarında kendilerini sıkıntılı ve çaresiz hissederler. Bu tehlikeli bir durumdur.

Kendinizi sevmek

Herhangi bir nedenle duygusal ilişkileriniz bozulduğunda uçuruma düşmemek için kendinizi yeterince sevmelisiniz. Elbette, herhangi bir ayrılık, içinden çıkması zor olan dramatik bir süreçtir. Bununla birlikte, koruyucu bir sınır çizer ve kimliğinizi, öz saygınızı ve değerlerinizi korursanız, ayrılık o kadar üzücü olmaz. Anna Karenina sendromu ‘duygusal boşalma’ sürecinde yatar. Başka bir deyişle, olduğunuz ve sahip olduğunuz her şeyi partnerinizin eline bırakıyorsunuz. Bir gün size olan ilgilerini kaybedebilecekleri üstü kapalı riskle beraber.

Romantik aşk ve ‘gerçek olgun aşk’

Sevildiğini hissetmekten daha romantik bir şey yoktur. Tutku, cinsellik ve diğer kişiyi içeren fantezilerin sürekli olarak varlığınızı ve beyninizi doldurduğu büyük yoğunluktaki ilk aşamaları deneyimlemek. Yine de, dedikleri gibi, tutkunun elde etmekten daha büyük bir düşmanı yoktur. Yavaş yavaş, birlikte yaşama, yükümlülükler ve rutin, daha önceki coşkululuğu bir kenara bırakır. Elbette aşk var olmaya devam eder  ve şüphesiz hala duygu vardır ama başlangıcın kör yoğunluğu parlaklığını kaybeder. Bu aşamada romantik aşktan daha olgun aşka geçilmelidir. Bu gerçek turnusol testidir ve sonuçların daha ortak ve gerçek bir şekilde birleşip birleşmediğinizi belirlediği yerdir.

Anna Karenina’nın trajedisi, istediğini elde eden Vronsky’nin sonunda başardığı için sıkılmaya başladığı andır. Anna çırılçıplak bırakılır, eski hayatından, sosyal konumundan, ailesinden, kocasından ve hatta en trajik şekilde oğlundan sıyrılır. Kör tutkusu için her şeyi terk etmiştir. Şimdi ne yapabilir? Toplum tarafından dışlanmış ve olabilecek en acı verici şekilde yaralanmış, tek çıkış yolu olarak gördüğü ölümü seçmiştir. Kendini trenin önüne atarak ölüme gider.

Kendinizi koruyun

Ne yazık ki, gerçek hayat Anna Karenina sendromunun damgasını vurduğu isimsiz trajedilerle doludur. Bu sebeple dikkatli olmalı ve kendinizi korumalısınız. Romantik ve tutkulu aşk, son derece yoğun, sizi yücelten, sihirle saran ve her zamankinden daha canlı hissetmenizi sağlayan bir şeydir. Bu nedenle, deneyimlemeye değer. Ancak, bunu olgunluk ve dengeyle deneyimlemeniz, aynı zamanda kendinizi sevmeniz ve sahip olduğunuz her şeyi ‘yok etmemeniz’ gerekir.

Psikolog Valeria Sabater

Ghosting Nedir?

Ghosting, genellikle romantik ilişkiler, arkadaşlıklar veya iş ilişkileri bağlamında kullanılan bir terimdir. Bir kişi, diğerine hiçbir açıklama yapmadan ve genellikle ani bir şekilde tüm iletişimi keserek “ghosting” yapar. Bu, mesajlara, aramalara veya diğer iletişim çabalarına cevap vermemeyi içerebilir. Ghosting yapan kişi, diğer kişinin ne düşündüğü veya hissettiği konusunda açıklama yapmadan tamamen ortadan kaybolur. Bu durum, terk edilen kişide büyük bir belirsizlik ve kafa karışıklığı yaratabilir ve onların özgüvenini, ilişkilerine olan güvenini ve genel ruh halini olumsuz etkileyebilir.

Ghosting’in nedenleri çeşitlidir ve duruma bağlı olarak değişebilir. Kimi zaman bir kişi, ilişkiyi sonlandırmak için konfrontasyon veya zor bir konuşma yapmaktan kaçınmak isteyebilir. Diğer durumlarda, kişi kendi duygusal durumu, yaşam koşulları veya kişisel sorunları nedeniyle iletişimi kesmeyi tercih edebilir. Ne olursa olsun, ghosting genellikle terk edilen kişi için acı verici bir deneyimdir ve bu durumu yaşayan birçok kişi, kapanışın ve olup bitenleri anlamanın zor olduğunu bulur. Bu nedenle, iletişim kopukluğunun ve duygusal zorlukların üstesinden gelmek için destek aramak önemli olabilir.

Ghosting, bir ilişkide, arkadaşlıkta ya da iş ortamında bir kişinin diğerine hiçbir açıklama yapmadan ve genellikle aniden tüm iletişimi kesmesi durumudur. Bu durum, sosyal medyadan çıkma, mesajlara veya aramalara cevap vermemeyi içerebilir ve genellikle terk edilen taraf için büyük bir belirsizlik ve kafa karışıklığı yaratır.

Ghosting’in Nedenleri

Ghosting’in ardındaki nedenler çeşitli olabilir. Kimi insanlar çatışmadan kaçınmak, reddetme korkusuyla başa çıkmak veya kendi duygusal durumlarıyla baş etmek için bu yolu seçebilir. Bazen insanlar, ilişkiyi sonlandırmak için yeterince olgun olmadıkları için veya kendi duygusal ihtiyaçlarını korumak adına iletişimi keserler.

Ghosting’in Etkileri

Ghosting, terk edilen kişi üzerinde derin ve kalıcı etkiler bırakabilir. Anlam veremedikleri bir durumla baş başa kalan bu kişiler, ilişkinin neden sona erdiğini anlamaya çalışırken kendilerini suçlayabilir ve bu durum özgüvenlerini zedeleyebilir.

Duygusal Etkiler

Terk edilen kişi, reddedilmiş, değersiz ve yalnız hissedebilir. Bu, depresyon, anksiyete ve diğer duygusal sorunlara yol açabilir. Zamanla bu duygusal yaralar derinleşebilir ve kişinin genel yaşam kalitesini etkileyebilir.

Özgüven ve Güven Sorunları

Ghosting, terk edilen kişinin özgüvenini sarsabilir ve gelecekteki ilişkilerde güven sorunları yaşamasına neden olabilir. Bu kişiler, tekrar terk edilme korkusuyla başa çıkmak zorunda kalabilir ve bu da onları duygusal olarak korunaklı hale getirebilir.

İleriye Dönük İlişkiler Üzerindeki Etkisi

Ghosting deneyimi, kişinin ileriye dönük ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Yeni ilişkilere girmekte tereddüt etmek, duygusal bağlanmaktan kaçınmak veya partnerlerine karşı şüpheci olmak gibi sorunlar yaşayabilirler.

Ghosting ile Başa Çıkma Yolları

Ghosting durumuyla başa çıkmak, zaman ve sabır gerektirir. Kendi duygusal ihtiyaçlarınızı anlamak, destek aramak ve iyileşmeye odaklanmak önemlidir.

Duygusal Destek Aramak

Dostlar, aile veya profesyonel yardım, bu zor zamanlarda destek sağlayabilir. Duygusal olarak zorlayıcı bu dönemde yalnız olmadığınızı bilmek önemlidir.

Kendi İhtiyaçlarınızı Anlamak ve Karşılamak

Kendi duygusal ihtiyaçlarınızı anlamak ve bunlara saygı göstermek, iyileşme sürecinde önemli bir adımdır. Kendinize karşı nazik olmak, duygusal olarak yeniden dengelenmenize yardımcı olabilir.

Zamanla İyileşme

İyileşme süreci zaman alır ve sabır gerektirir. Zamanla, duygusal yaralarınızı iyileştirebilir ve güçlenmiş bir birey olarak bu deneyimden çıkabilirsiniz. Ghosting, karmaşık ve zorlayıcı bir deneyim olabilir, ancak doğru desteği almak ve kendi duygusal ihtiyaçlarınıza odaklanmak, bu süreci atlatmanıza yardımcı olabilir.

Ghosting’in Önlenmesi ve Sağlıklı İletişim

Ghosting, genellikle iletişim eksikliği ve anlayış yetersizliğinden kaynaklanır. Bu durumu önlemek için sağlıklı iletişim becerilerini geliştirmek ve ilişkilerde açıklık ve dürüstlük ilkesini benimsemek önemlidir. Sağlıklı iletişim, tarafların birbirlerini daha iyi anlamalarına, beklentileri açıkça ifade etmelerine ve olası sorunları erkenden çözmelerine yardımcı olabilir.

Açık ve Dürüst İletişim

Sağlıklı bir ilişki, açık ve dürüst iletişim üzerine kuruludur. Bu, duygusal ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi ve endişelerinizi açıkça ifade etmek anlamına gelir. Açıklık, yanlış anlamaları önlemeye ve iki tarafın da birbirlerini daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir. Dürüstlük ise, güven inşa etmeye ve ilişkinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine olanak tanır.

İlişki Beklentilerini Belirlemek

İlişkinin başlangıcında tarafların beklentilerini açıkça ifade etmeleri, ilerleyen zamanda olası sorunları önleyebilir. Bu, her iki tarafın da ne istediklerini ve neye ihtiyaç duyduklarını bilmelerini sağlar. Beklentilerin net bir şekilde belirlenmesi, her iki tarafın da ilişkide ne aradıklarını bilmesine ve uyumlu olup olmadıklarını değerlendirmelerine yardımcı olabilir.

Empati ve Anlayış

Empati, başkalarının duygularını anlama ve onlarla empati kurma yeteneğidir. Anlayışlı olmak, ilişkideki diğer kişinin duygusal durumunu anlamaya ve onlara destek olmaya yardımcı olabilir. Empati ve anlayış, sağlıklı ve destekleyici bir ilişkinin temel taşlarıdır ve her iki tarafın da birbirlerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olabilir.

Ghosting’i önlemek ve sağlıklı ilişkiler kurmak, açık ve dürüst iletişim, net beklentiler ve empati ve anlayış gibi unsurları içerir. Bu unsurlar, tarafların birbirlerini daha iyi anlamalarına, güven inşa etmelerine ve sağlıklı bir ilişki dinamiği oluşturmalarına yardımcı olabilir.

Bir insan neden ghosting yapar?

Bir insan, çatışmadan kaçınmak, duygusal yükümlülüklerden sıyrılmak veya kendi içsel belirsizlikleriyle başa çıkmak amacıyla ghosting yapabilir. Bazen kişisel sorunlar, olgunluk eksikliği veya ilişkiyi sonlandırma konusunda yetersiz beceriler de bu davranışın arkasında yatabilir.

Ghosting ne anlama gelir?

Ghosting, bir ilişkide veya arkadaşlıkta bir kişinin, herhangi bir açıklama yapmadan ve genellikle aniden diğer ile tüm iletişimi kesmesi anlamına gelir. Bu davranış, terk edilen kişide büyük bir belirsizlik ve kafa karışıklığı yaratarak, onların duygusal olarak olumsuz etkilenmelerine neden olabilir.

Bir insanı Ghostlamak ne demek?

Bir insanı ghostlamak, onlarla olan tüm iletişimi aniden ve hiçbir açıklama yapmadan kesmek demektir. Bu davranış, genellikle arkadaşlık veya romantik ilişkilerde görülür ve terk edilen kişiyi şaşkın, üzgün ve belirsiz bir durumda bırakabilir.

Ghosting davranışı nedir?

Ghosting davranışı, bir kişinin ilişki içindeki diğer kişiyle tüm iletişimi aniden ve genellikle açıklama yapmadan kesmesidir. Bu durum, terk edilen kişide belirsizlik, kafa karışıklığı ve duygusal acıya neden olabilir, zira bu kişi genellikle ilişkinin neden sona erdiğini veya ne yaptığını anlayamaz.

Ghostinge maruz kalan kişi ne yapmalı?

Ghostinge maruz kalan kişi, kendi duygusal iyiliğini önceliklendirmeli ve destek arayışına yönelmelidir. Bu süreçte dostlar, aile veya gerekiyorsa bir profesyonelden yardım almak, duygusal yükü hafifletmeye ve olayı daha sağlıklı bir perspektifle değerlendirmeye yardımcı olabilir.

Psikolog Line / Soner aksoy

Aşk Neden Önemli?

Aşkın, hayatlarımız için neden bu kadar önemli olduğu hakkında hiç düşündünüz mü? Bu hayat yolunda, çok fazla sayıda, farklı duygular yaşarız: sevinç, heyecan, korku, nefret… Ancak, aşk, gerçekte hissettiğimiz tüm duygularımızı birleştiren ve kendimizi iyi hissetmemiz için hayati önemi taşıyan bir histir. Çünkü gerçekten, aşkın gücü hakkında düşündüğünüz zaman, duygularımızın büyük bir kısmının, aşk tarafından kuşatılabileceğini görürsünüz. Bir korku filmi izlerken de korkabilirsiniz, ancak başka bir insan tarafından sevilmediğiniz veya tam olarak anlaşılmadığınız zamanlarda da korkuya kapılabilirsiniz. Aşk, öyle ya da böyle diğer her türlü duygunun içinde bir şekilde yerini bulur.

Aşk her şeyi içine alır

Aşkın her şeyi kapsadığını söyleyebiliriz. Her türlü duyguyu hissetmemizi sağlayan, büyük hazlar ile muazzam bir his vardır aşkın. Aşk, günün sonunda hayatımıza değer katan bir güzelliktir. 

Diğer bir taraftan ise, aşağıdaki duyguları hissetmemizi sağladığı için, aşkın içerisinde çok sayıda duygunun yer aldığını söyleyebiliriz:

  • Birlikte olmak istediğiniz insan, bir başkası ile olmayı seçtiği için öfke.
  • Örneğin, bir çocuk veya eşiniz için duyduğunuz sevgi.
  • Sevdikleriniz sizi anlamadığı için hayal kırıklığı
  • Gerçekten derin köklere dayanan ve umut saçan bir dostluk kurduğunuz için dayanışma

Gördüğünüz gibi, aşk hem olumlu hem de olumsuz çok sayıda duygu içeriyor. Ancak, size acıyı veren herhangi duyguyu hissettiğiniz zaman, aynı zamanda size samimi ve özel bir şekilde mutluluk verecek bir karşıt duygu her zaman olacaktır. Bunu bir düşünün ve kendinize bunu keşfetme şansı verin.

Hayatınızı anlam katar

Aşk, annemizin rahminden ilk çıktığımız andan beri hayatımıza anlam katmaya başlar. Bütün çocuklar duygularını büyük bir yoğunluk seviyesinde yaşar. Her şey, çocukları yetiştiren, onları koruyan, onlara bakan, onları besleyen, eğiten ve sonunda onları seven insanlar ile başlar ve biter. Yavaş yavaş büyüdükçe, çocuk komşusunu sevme gücünü keşfeder. Ailesini, arkadaşlarını ve diğer insanları tanımaya başlar. O sırada, küçük hayatlarına anlam katacak ve geleceği için bir huzur ve barış ortamı oluşturacak kişisel ilişkileri şekillendirmeye başlar. Bunun peşi sıra, gençliğin büyük aşkları gelir. Bu o kadar güçlü ve yüreğinin derinine kadar inen bir duygudur ki, çocuk hayatının parçalanacağını ve ömrünü sevdiği ile paylaşamazsa, sadece kendine makul gelen hayatının sona ereceğini düşünür.

Yıllar geçtikçe, aşk bir yolunu bulur. Arkadaşlarımız, ailemiz ve sevdiklerimiz ile olan ilişkiler, ebedi birer güç olarak hayatlarımızdaki yerimizi alırken, saçmalıklarla dolu bir dünyada dolaşmakla meşgul oluruz. Bununla birlikte, bizimle birlikte olanların vermiş olduğu dayanışma duygusu, her şeyi çekilir kılıyor.

Hayatımızı gerçek aşkımız ile bitiririz. Geçmişimizdeki tüm acı ve kötü deneyimler, sahip olduğumuz duygu ve deneyimlerin yoğunluğu nedeniyle gelip geçti. Her şey gelip geçer gibi görünüyorken bu hayat yolunda, duygularımızda hiç bozulma görülmez.

Siz, aşkı değil, aşk, sizi bulur.

– Loretta Young

Aşk hayatınızı harekete geçirir

Yukarıda saydığımız nedenlerde, aşkın, insanların hayatını değiştirdiği gayet açık bir durumdur. Kötü bir tecrübeden uzak durmak, yaşayacağınız yıllar boyunca ödeyebileceğiniz korkunç bir hatadır ve başkalarının size kin tutmasına neden olabilir.

Aşka asla sırtınızı dönmeyin; bedeninizin her bir zerreciğinden akmasına izin verin. Yorgun hayatınıza, cansız bedeninize ulaşmasına izin verin. Bırakın aşk, sizi titretsin, size acı çektirsin, bir şeyleri hissetmenizi sağlasın ve en sonunda aşk ile birlikte hayatın tadını çıkarın… Bırakın aşk yapması gereken her şeyi yapsın, çünkü aşk varlığınıza anlam katar. Her gününüzü, hayatınızın son günüymüş gibi yaşayın ve tüm gücünüzle sevin, çünkü ancak o zaman yaptığınız her şeye anlam katacak bir mutluluk ve denge durumuna erişirsiniz.

Unutmayın, sizi her zaman isteyen, sizin için mükemmel olan ve sizi bekleyen birisi elbet vardır… Sizi, aynı sizin istediğiniz gibi seven, sizin ile bir olmadıkça, hep bir yanlarının eksik olacağını bilen birisi orada bir yerde.

Aşk ve Sevdalanmak Madalyonun İki Yüzü Mü?

“Âşık olmak bir şeydir. Başka birinin size âşık olduğunu hissetmek başka bir şeydir ve o aşka karşı bir sorumluluk hissetmektir.” David Levithan, Everyday (“Her Gün”) adlı kitabında böyle diyor. Aşk ve delice âşık olma arasında bir fark olduğunu söylemek istemiş olabilir mi? Belki de.

Mesele şu ki aşk ve sevdalanmanın aynı şey olduğunu düşünen pek çok insan var. Ama aslında pek çok uzman bunun yanlış olduğunu düşünüyor. Şimdi ele alacağımız önemli farklar söz konusu.

“Aşk, iki kişinin oynanıp her ikisinin de kazandığı bir oyundur.”

– Eva Gabor

Aşk ve Sevdalanma Arasındaki Farklar

Aşk ve sevdalanma arasındaki en klasik farklardan biri “romantik” anlamda düşündüğümüzde açığa çıkıyor. Bu durumu daha iyi açıklayacak bir soru soralım. Kardeşlerinizi, anne babanızı, arkadaşlarınızı, evcil hayvanlarınızı vs. seviyor musunuz? Ama onlara sevdalı olmadığınızı biliyorsunuz, değil mi?

Takıntı ve Arzu

Nörokimyasal terimler temelinde sevdalanmak, muazzam bir istek yarattığı ve büyük bir takıntı meydana getirdiği için buna bir bağımlılık bile diyebiliriz. Dikkatimiz, sevdiğimiz insanın etrafında toplanır.

Eskiden yalnız başımıza zevk aldığımız faaliyetler, artık o kişiyle geçireceğimiz zamana kıyasla çok küçük görünür.

Kimya da delice âşık olma konusunda pek çok şey söylüyor. “Büyü” etkisi altındayken, serotonin ve dopamin gibi güçlü nörotransmitterler beynimize girer. Delice âşık olmanın beynimiz üzerindeki nörokimyasal etkisi bazı ilaçlardan çok farklı değildir.

Bilimsel terminolojiyi kullandığımızda bunun, sevdalanmanın gizemli, sihirli balonunu patlattığımızı düşünebiliriz ama gerçek bu. Bu sinir taşıyıcılar, duygularımızı o kadar yoğun algılamamıza neden olan şeyin ta kendisidir.

Partnerimizi idealleştiririz. Bizi enerji ile doldurur bu kişi ve bizi bir tür balon içinde yaşatır. Bunu sonsuza dek sürdürebilsek, harika olurdu, değil mi?

Aşk Çok Yönlüdür

Başlangıçta belirttiğimiz gibi, birçok insanı sevebiliriz, ancak sevdalanma bir insanı merkez alma eğilimindedir. Her şey sadece onlar için gibidir. Diğer kişinin istediği şeye ufak bir imada bulunması, o şeyi nasıl gerçekleştireceğimizi düşünmeye başlamamız için yeterlidir. Eğer bir yol bulursak, bunun bizim için maliyetini – zaman, para, diğer ilişkiler vb. – hafife alma eğiliminde oluruz.

Aslında, birçok durumda delice âşık olma, aşkın başlangıç noktasıdır. Bu sayede insanlar, bağlanmaya başladıkları noktaya gelirler. Bunlar kriz anlarında çifti birlikte tutacak olan bağlardır.

Öte yandan, kendinize sevginiz var mı? Eşini seviyor musun? Ailenizi çok seviyor musunuz? En yakında ve sevgili arkadaşlarınızı seviyor musunuz? Elbette evet. Fakat hepsini eşit veya aynı şartlar altında sevmezsiniz. Gördüğünüz gibi, sevgi ve sevdalanma arasındaki bazı farklılıkları ele almış olduk.

Sevgi Çok Daha Akılcıdır

Bu nokta önceki iki hususla doğrudan ilgilidir. Yani sevgi, akılcıdır, en azından kara sevdadan çok daha mantıklıdır. Bir arkadaşımız ya da kardeşimize karşı, kara sevdaya tutulduğumuz kişiye duyduğumuz duygusal yoğunluğu hissetmeyiz. Çünkü kara sevdaya tutulmak, duygulara artan bir yoğunluk kazandıran kimyasal sinir taşıyıcılarda artışa neden olur. Ama azar azar kaybolacak, daha sakin ve mantıklı bir sevgiye yer çaktır. En zından çoğu durumda böyle olur (elbette her zaman istisnalar da söz konusudur.)

“Aşk, sonsuz bir şeydir. Özelliği değişebilir ama özü aynı kalır.”

– Vincent van Gogh

Zaman Herkes İçin İlerler

Delicesine âşık olma evresini sürdürmek zordur. Çünkü âşık olan kişinin kaynaklarını hakikaten tüketir bu durum. İlk âşık olma dönemi süresince bunu hissetmeyebilir kişi. Ama gerçek budur. Yani sonunda delicesine âşık olma evresindeki o küçük alev, yatışır.

Bir ilişkinin başında beklentiler yüksektir. Yoğun bir çekim ve neler olabileceği konusunda gerginlik vardır. Ama zaman ilerler. Ve zamana birlikte güvenlik, istikrar, şefkat, ortak iletişim yolları vs. gelir.

Buluttan İnme Vakti Gelir

Delice âşık olma sürecinde ilerlerken, adeta bir bulutta yaşarız. Bizi göklere yükselten bir buluttur bu çünkü sevdiğimiz insan oradadır. Bu mükemmellik hayalini düşünürken uykumuzdan bile oluruz. Ama bulutun bizi o kişinin oturduğu tahta çıkarmak için ne kadar yükseklere götürdüğünün bir önemi yoktur. Artık aşağı inip yere dokunmamız ve gözleri bağlı savaşmayı bırakmamız gereken bir zaman gelecektir.

İşte aşk burada kendini gösterir (hatta bazı insanlar için bir dönüşüme neden olabilir). İşte o zaman kişi kusurlarını gösterir ama bununla beraber samimiyetini, anlayış ve ilgisini de gösterir.

Aşk Karşılıklıdır

Yeni tanışmış çiftlerin imrenilesi bir uyumu vardır. Empati daha kolaydır çünkü birbirlerine karşı çok ilgilidirler. Fakat bilgi ve karşılıklı anlayış, yavaş yavaş kaynayan bir tencere gibidir, tıpkı güven gibi. Esasen, diğer insanı keşfetmeyi asla bırakmayız. Çünkü dinamiktirler ve değişmektedirler. Hatta alışkanlıkları, sosyal çevreleri veya kişilikleri bile değişebilir.

Ama onlarda sağlam bir çekirdek buluruz. Nasıl oldukları konusunda bir tür istikrar görürüz ve bu da o kişiyi tanıyormuşuz gibi hissetmemizi sağlar. İadelerini, bir şeyi sevip sevmediklerinde yaptıkları mimik ve jestleri biliriz. Diğer insanlar, dikkat etseler bile bunu fark etmez ama bizim gözümüzden kaçmaz.   

Sonra delice âşık olma dönemi sona erince bazen arzu azalır ve zayıflıklar baş gösterir. Ama bu geçiş dönemini aştıktan sonra ilişkimizin diğer yönlerini geliştiririz. Güven, karşılıklı anlayış ve samimiyetten söz ettik. Ama sürekli sevginin bir güzel işareti vardır. O da karşılıklı hayranlık duygusunun sabit kalmasıdır.

Bu yazıda açıklamaya çalıştığımız sevgi ve sevda arasındaki farklar sadece basit bir taslak. Her zaman olduğu gibi gerçek hayat çok daha ilginçtir. Bir arkadaşın delice âşık olan insanlar vardır. Partnerlerini severek başlayan ve sonra delice âşık olan ya da hiç bu evreyi yaşamayan insanlar da vardır. Bunun yanında tüm hayatlarını birbirlerine delice âşık hâlde geçirdiklerini söyleyen çiftler de vardır.

Sevgi ve sevda arasındaki farklar ne olursa olsun önemli olan şey her ilişki için pozitif bir macera olmamızdır.

Psikolog Gema Sánchez Cuevas

Şubat ayının hepimiz aşk ayı olduğunu biliriz. Etrafımızdaki her yer kalpler ,balonlar ,sevimli ayıcıklar ile dolar ve sevgiler günün gelmesi beklenir. Aşık çiftler her yaştan ve her kesimden bu ayda göze daha sevimli görünür. Aşkın cazibesine kaybolan çiftler birbirlerine sonsuzluk sözleri verir. ‘’seni hep seveceğim ,hiç ayrılmayacağız , bu dünyada kimse seni benim kadara sevemez ‘’ Büyülü bir duygu olan aşk bizi sadece mutlu etmek için mi vardır ? ya bir gün biterse ne olur ? verilen sözler , hediyeler , geçirilen onca güzel zamana ne olur ? Sizinle uzun uzun aşk hakkında konuşmayı içimizdeki kelebeklerden bahsetmeyi ve dünyaya sadece onu görmeye gelmiş gibi hissetmenin ne kadar muazzam bir his olduğunu konuşmak isterdim ama şubat ayındayız zaten herkes muhakkak bunun hakkında konuşuyor ben sizinle için pek hoş olmayan kısmı hakkında konuşmayı tercih ediyorum ilişkiler neden biter ? Aşk’ın büyüsü etrafta çiçekler açtırıp kuş cıvıltıları dinletirken bir anda nasıl olurda o sesler ve renkler solmaya başlar gelin biraz bunlardan konuşalım.

Levinger göre ilişkilerin bitmesinde 4 faktör vardır. Bunlardan birincisi partnerden birinin ilişki içinde artık eskisi kadar iyi hissetmediği için ‘’yeni bir hayatı tek çözüm olarak görmesidir. İkincisi partnerden herhangi birinin ayrılıktan artık çekinmemesi , ilgi ,sevgi ve arzu gibi kavramları başka kaynaklardan da temin edebilme ihtimalinin olmasıdır kısaca ‘’ulaşılabilir alternatif partnerler mevcudiyeti ‘’ söz konusudur. Bu durum kulağa hiç hoş gelmiyor. Bakalım karşımıza neler çıkacak üçüncü faktör ‘’İlişkinin başarısız olacağına dair beklenti’’ bu beklenti partnerin artık ilişkiye daha az yatırım yapacağını bize gösterir. İlişkiyi bir neyi artık gözden çıkarmaya başlamıştır. Gelin birlikte Levinger’in dördüncü ve son faktörüne bakalım partnerden birinin artık ilişkiyi ölü bir yatırım olarak görmesi , eskisi kadar ilişki içinde mutlu olması ve belki de daha ilgi çekici alternatiflerin olmasının nihai sonuç olarak ‘’ilişkiyi sürdürmeye yetecek kadar bağlanmanın bulunmaması’’ son faktörümüz olmaktadır.

Peki bu faktörler yaşanmaya başladığında partnerden diğeri nasıl tepkiler verir? Pasif bir tavır sergileyerek ilişkinin düzelmesini bekleyebilir. Burada yaşanılanları görmezlikten gelme söz konusudur. İkinci bir seçenek olarak aktif bir duruş sergiler ve ilişkiyi düzeltmek için gerekli adımları atar burada pasif ve aktif tavır göstermenin ikisinden birinin seçilmesi ya da hangisinin doğru olduğunu tartışmak faydalı olmayacaktır. Her birey ve her ilişki özeldir bu yüzden seçilen tavrın doğruluğu ya da yanlışlığı kişiden kişiye ve durumdan duruma değişir.

Biten bir ilişkiden sonra aşktan nasıl kurtuluruz ?

Aşk ondan kurtulmayı talep eden bir his değildir . artık hiçbir umut kalmadıysa yitik bir aşkın arkasından onun bıraktığı hisler , anılar ve yaşantılar ile uğraşmak can sıkıcı olabilir. Bu yüzden biten bir ilişkiden sonra aşktan kurtulmak için birkaç şey yapabiliriz. İlki yaşadığımız ayrılığını kabullenmek ve iyileşmenin zaman alabileceğini bilmektir. İlişkiler başlar ve biterler bazen mutlu sonla biterler bazen ise mutsuz. Kendimize bunun doğal bir süreç olduğunu , duygusal olarak yatırım yaptığımız birinden ayrılmanın bir hayli zor fakat gerekli olduğunu hatırlatmalıyız. İyileşme döneminde hayatımıza odaklanmalıyız okulumuzu işimize ve yeni hayatımıza. Bu dönemde sosyal destek bizim için çok önemlidir yakınlarımız ve sevdiğimiz kişilerden destek istemeyi ve onlar ile daha çok zaman geçirmeyi göz ardı etmemeliyiz.

Hiçbir ilişki başlarken biteceği düşünülerek bitmez ilişkilerin bitmesi kırıcı ve yıpratıcı süreçlerdir. Bu süreçten geçerken psikolojik sağlığımızı korumak için farklı stratejilere başvurabiliriz. Bunlardan ilki eski partneri hatırlatacak uyaranlardan uzak durmaktır. Birlikte dinlenen şarkılar, izlene filmler ,birlikte çekilen resimler bizi eski mutlu günleri hatırlatır. Bu hatırlatma bizi tetikler ve bir özlem duygusu yaşarız bu ayrılık sürecinde ayrılığın kabullenilmesini zorlaştırır. Yapılmaması gereken bir diğer şey eski partnerden bir şekilde haber almaya çalışmaktır. Bu ortak arkadaşlar ya da sosyal medya hesapları aracılığı ile yapılabilir. Artık yoların ayrıldığını kendimize kabul ettirmek için bu tarz bilgi edinme çalışmalarını bırakmalıyız. Kafamızın içinde hayatımızda olmak istemeyen birini sürekli gittiğimiz her yere götürmenin bize bir faydası olmayacaktır.

Bir başka yapılan hata ilişki hiç yaşanmamış gibi davranmaktır. Burada duyguları bastırmak ve yaşanılan acıyı yok saymak için yapılan bu hamle bizi hiç beklemediğimiz bir anda patlama yaparak daha olumsuz bir duygulanım yaşamamıza sebep olabilir bu yüzden acımızın farkında olup hayatınız için ileriye bakmanız gerektiğini hatırlayın bu söyleneler söylenirken ve yazılırken gayet basit şeyler gibi görünebilirler fakat yaşanırken bir felaket gibi boy gösterirler. Kendimizi iyi hissettirecek şeyleri öncelik haline getirmek, hayatımıza ve başarılarımıza odaklanmak bizi daha güçlü kılacaktır. Kendimize özen göstermek , sürece güvenmek , spora başlamak ya da gönüllük çalışmalarına katılmak bizi daha iyi hissettirecektir. Unutmayalım ki ayrılıklar doğal süreçlerdir ve her ilişkinin başına gelebilir. Ayrılmış olmak ya da bir ilişkiyi istediğiniz yere getirememiş olmak sizi başarısız kılmaz. Yaşanılanları güzel hatıralar olarak anmak ve önümüze bakmak kendimiz için yapacağımız en büyük iyiliktir.

Hendrick, S. S. (2016). Yakın İlişkiler Psikolojisi .

Michael A. Hogg, G. M. (2014). sosyal psikoloji . yedinci edisyon .

Kadın-erkek kalbi ve beyni arasındaki farklar

Kadınlar ve erkeklerin biyolojik olarak farklı olduğu belirtiliyor. Peki kadın ve erkek kalbi ve beyni arasındaki farklar nelerdir? 

Kadın ve erkekler arasındaki farklar klişe mi, gerçek mi?

Duygusallık, detaycılık, kırılganlık… Cinsler arasındaki farklar her zaman dile getirilir. Kadın dünyasının erkek dünyasından farklı olduğu pek çok kişi tarafından kabul görmüş durumda. Kadın kalbi ve beyninin, erkek kalbi ve beyninden farklı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek. Kadınlar ve erkekler arasındaki farklar…

Erkek beyni siler, kadın unutmaz

Erkeklerin pek de hoşnut olmadığı bu özellik bilimsel olarak da kanıtlanmış. Kadınların hafızada daha çok olayı kaydettiği ve bu olayları erkeklere oranla daha çabuk hatırladığı Norveç’te yapılan bir araştırmada belirtilmiş. Bunun nedeni net olmasa da, özellikle yüksek tansiyon ve damar sertliğine bağlı beyindeki yaşlanmanın erkeklerde daha çok olduğu tahmin edilir.

Kadınlar daha konuşkan

Bazı çalışmalar kadınların günlük kullandıkları kelime sayısının erkeklerle benzerlik gösterdiğini savunsa da, bütün dünyada yerleşmiş ‘kadınların daha çok konuştuğu’ öngörüsü halen geçerli. Özellikle toplum içinde kadınların erkeklere oranla daha çok konuştuğu ve yaklaşık 2,5 kat daha fazla kelime kullandığı saptanmış. Bu da kadınların sosyal ortamlara daha hızlı adapte olmalarını sağlar. Sebebi net anlaşılmamakla birlikte, özellikle duyguların kelimelere dökümünde, kadın beyninde daha büyük bir alanın fonksiyon gördüğü düşünülür.

Kadın damarları daha ince

Kadın kalbinin kırılgan ve hassas yapısı bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda. Genelde aşırı stres ve üzüntünün tetiklediği ‘kırık kalp hastalığı’ da kadınlarda daha sık izlenir. Kadın kalbinin damarları daha ince ve büzüşmeye daha meyilli olduğundan hasara uğramış kadın kalbinin damarlarını tedavi etmek daha güç olur ve kalp krizi geçiren kadınlarda ölüm oranı erkeklere oranla daha yüksek seyreder. Kadın kalbinin atma sayısı da daha fazla olduğundan kadınlar çarpıntıya daha çok meyilli olurlar.

Kadınlık hormonu korur

Erkeklerle karşılaştırıldığında kadın kalbinin damar hastalığı oluşum riskinde 10 yıllık fark var. Bunun temelinde kadınlık hormonunun koruyucu etkisi ve sigara, alkol gibi zararlı alışkanlıkların daha az olmasının yattığı tahmin edilir. Ancak bu fark menopozdan sonra azalır.

Ağrılara karşı daha dayanıklılar

Kadınlardaki ağrı eşiğinin yüksek olması özellikle doğum sancılarına dayanabilmelerini sağlayan yapısal özelliklerden biri. Diğer taraftan ağrı eşiğinin yüksek olması ve ağrı yerinin tam seçilememesi özellikle kalp krizi geçiren kadınlarda tanı koyma güçlüğü getirebilir. Kalp krizinde; erkeklerde göğüs ağrısı ön planda iken, kadınlarda nefes darlığı, halsizlik, yorgunluk, şişkinlik hissi ön plana çıkabilir.

Depresyona daha meyilliler

Kadınların alkolik olma durumu erkeklere oranla oldukça düşük. Yapılan araştırmalarda alkol alımı sonrası kadınların beyninden haz hissi veren hormonların daha az salgılandığı gözlenmiş. Bu özellik, sigara kullanımının kadınlarda daha az olmasına da katkı sağlar. Madde bağımlılık riskini düşüren bu özellik diğer taraftan depresyon riskinin kadınlarda daha yüksek olmasına yol açar.

Esnek yapılılar

Kadın vücudu erkeklere oranla daha esnek yapıya sahip oldukları gibi eklemlerinin hareketliliği de daha geniş. Vücuda kıvraklık kazandıran bu özellik aynı zamanda doğum olayının daha sorunsuz olmasını sağlar. Bununla birlikte, özellikle uzun ve zayıf kadınlarda kalp kapak yapısının daha gevşek olması ise daha sık çarpıntı şikayetlerine yol açabilir.

Kokulara karşı daha hassas

Kadın burnu çok daha hassas. Koku ayırt etmede kadınlar erkeklere oranla bir adım önde. Burunda bulunan kokuya duyarlı hücrelerin kadınlarda daha fazla olduğu yapılan çalışmalarda ispatlanmış. Parfümlere düşkünlük bu özellikten kaynaklanabilirken, yine kadınlar bu özellikleri sayesinde bozulmuş gıdaları daha çabuk fark eder.

Yağlanmaları daha zor

Kadınlar yapı olarak bel bölgesinde yağ depolamaya daha az meyilli. Buna karşın, damar sertliği riskini azaltan bu özellik ne yazık ki kadınlarda obezite sıklığının artmasına bağlı olarak her geçen gün kaybolur.

Kadınlar daha uzun yaşar

Normal yaşam beklentisi kadınlarda yaklaşık 5 yıl daha fazla. Buna sebep olarak kadınların kalp ve damar hastalıklarına daha az yakalanması, sosyal ilişkilerinin erkeklere oranla daha sağlam olması ve kişisel bakıma daha fazla dikkat etmeleri gösterilir.

ACIBADEM HAYAT

Aşk bilinmezliklerle dolu bir duygu. Aşkı, sevgiyi, ilişkiyi sürdürmek özellikle bazı kişiler için çok daha büyük bir soru işareti haline gelebiliyor. Söz konusu aşk olduğunda en merak edilenlerden biri de ilk görüşte aşk! Peki ilk görüşte aşk diye bir şey gerçekten var mı?

Etrafınızda ilk görüşte aşk hikayelerine mutlaka rastlamışsınızdır. Özellikle şu cümle tam bir şok edici unsur olabilir “onu ilk gördüğüm anda hayatımın kadını/erkeği olduğunu anladım.” İyi de nasıl? Yaşamayanın kesinlikle empati kuramayacağı bir duygu olduğu kesin.

Gerçek şu ki, ilk görüşte aşk sandığınız kadar masallarda ya da filmlerde kalmış bir durum değil. Elbette, aşk zamanla gelişen, pekişen bir duygu. Ancak, biriyle ilk karşılaştığınız, onu ilk kez gördüğünüz o anda yaşadığınız heyecan yok sayılamaz. İnsanlarda terleme, hızlı kalp atışları ya da karında hareketlenmeler olarak belirtiler gösteren bu heyecan işte tam olarak da ilk etkilenme halini ortaya çıkarıyor.

O an bu hissi aşk olarak tanımlamazsınız ancak içinizde bir yerde, en derinlerde onu tanımak istediğinizi, hayatınızın bir parçası olmasını istediğinizi bilirsiniz. İçinizde büyük bir merak oluşur. O kıvılcım, bir bakış ya da bir gülüşle, belki de ufacık bir mimikle çoktan yanmıştır. Özetle ilk görüşte aşk denilen şey birisini gördüğünüz o ilk anda içinizde oluşan onu çözme arzusu ve merakıdır. Elbette sonrası tanışma hamlelerine ve ileri aşamalara bağlıdır. İlk görüşte aşk tek başına ilişkiyi sürdürme faktörü olamaz. Tanıdıkça, bir şeyler paylaştıkça, yaşadıkça çiftlerin arasındaki bağ kuvvetlenir.

Aslında baktığımızda bu zamana kadar aşka dair binlerce teori üretilse, hakkında bir dolu kitap yazılsa da aşk sadece oluverir. Bir anda, güçlü bir etkiyle sizi sarıp sarmalar. Kim bu gizemli duyguya karşı koyabilir ki?

Uzun ilişki sürdüren çiftlerin 8 sırrı

Her ilişkinin dinamiği birbirinden çok farklı olsa da sağlıklı bir ilişkinin temelinde bazı değerler yatıyor. Peki uzun soluklu ve mutlu bir ilişki sürdüren çiftlerin sırrı sizce nedir? İşte uzun soluklu bir ilişki için size rehberlik edecek ipuçları!

Birlikte vakit geçirmek

Uzun ilişkilerin en önemli sırlarından biri birlikte mümkün olduğunca fazla vakit geçirmektir. Böylece her iki taraf da birbirini daha iyi tanır ve birlikte daha çok anı biriktirir. Görüşme sıklığı az olan çiftlerin ilişkilerinde sıkıntı yaşadıkları sıkça görülür.

Duyguları karşılık beklemeden paylaşmak

Bir ilişkiyi sağlıklı şekilde yürütmek için hislerin karşılık beklemeden paylaşılması gerekir. Mutlu ilişkilerde bu tür olgular genellikle içgüdüsel ve karşılıklı olarak yapılır. Aksi halde hislerin karşılık bulamaması mutsuzluğa neden olabilir.

Ortak hedefler belirlemek

Çiftlerin gelecekle ilgili ortak hedefler belirlemesi ilişkiyi güçlendirir ve ilişkideki motivasyonu artırır. Rekabetin söz konusu olduğu ilişkilerde ise her iki taraf da zararlı çıkabilir.

Sorunları açıkça konuşmak

Uzun bir ilişki sürdürmek istiyorsanız sorunlarınızı karşılıklı bir şekilde açıkça paylaşmalısınız. Aksi halde en küçük sorunları dahi çözmede zorlanabilirsiniz.

Anlayışlı olmak

Partnerlerin birbirine karşı hoşgörülü ve anlayışlı olması sağlıklı bir ilişki sürdürmek açısından çok önemli. Bu nedenle her iki tarafın da kendine özgü bir alanları, sınırları olmalı ve bu sınırlara saygı duyulmalı.

Ölçülü tartışmak

Her ilişkide tartışmalar olur ve bu gayet doğaldır. Ancak önemli olan nokta bu tartışmaları ölçülü tutabilmek. Dolayısıyla her tartışmadan sonra ilişkiyi ayrılığa sürüklemek yerine ölçülü ve saygılı bir şekilde tartışmak çok önemli.

Ayrıntılara takılmamak

İlişkide gereksiz ayrıntılara takılmak sorunları da beraberinde getirir. Her konuyu büyütmek, sevgiyi sorgulamak ya da karşı tarafı devamlı değiştirmeye çalışmak ilişkiye zarar verecektir. Dolayısıyla gereksiz ayrıntılara takılmamalı ve ilişkinizin olumlu taraflarına odaklanmalısınız.

Sevgiyi açıkça göstermek

Partnerinize sevginizi göstermek için yalnızca özel günleri beklemeyin. Sevgiyi her an göstermek ilişkinin zinde kalmasını sağladığı gibi, ufak sürprizler planlamak, hediyeler almak, bağlılık yaratan olumlu ifadeler kullanmak da son derece ilişkinin dinamiği için oldukça faydalıdır.

Duygularımız hakkında konuşurken, yapılacak en makul şey, onları açıklamak için kendimizi çok da kasmamamız gerektiğidir. Duygularımızın bütünlüğünü her ne şekilde olursa olsun kontrol edemeyeceğimizi zaten biliyoruz. Gerçekten yapabildiğimiz tek şey, onları hissedebilmek, onları anlamaya çalışmak ve onlara zarar verebilecek her türlü tehlikeyi ortadan kaldırabileceğimiz bir ortam oluşturmaya çalışmaktır. İçimizde bir yerlerde kabaran bu hissiyatları tecrübe etmek ve açıklamaya çalışmak her zaman için iyi değildir. Bunun yerine, yapabileceğimiz en iyi şey, duygularımızı anlamaya çalışmaktır.

Hepimiz ya hep ya hiç mantığını duymuşuzdur: yani, duygularımızın bizi yönlendirmesi ile, ya bir şeyi çok isteriz ya da tamamen reddederiz. Hiçbir orta noktası olmayan bir his bu. Bu nedenle, bu hissi sevgi ile ilişkilendirdiğimiz zaman, her sevgi türünün, iki insan arasında tam bir ortak payda da bulunmasını talep edebiliriz. Ancak, bazen bu ortak noktada buluşma sözümüzü, kendimiz için de verdiğimizi unutabiliriz. Siz, siz olun, sakın ola başkasını severken kendinizi unutmayın.

“Ve eğer kalp sevgiden yorulursa,
O zaman başka ne işe yarar ki?”

– Mario Benedetti

Kendinizi unuttuğunuzda aşık olabilirsiniz; ancak aşk, size zarar verecek bir şekilde meydana gelebilir. Çoğu zaman, bu vaziyetin adı aşk olur, ama aynı anda gözlerinize de bir perde iner. Bu gözünüze inen perde yüzünden, gerçeği tam anlamı ile idrak edemezsiniz. Bunun yerine sadece sizin hayal ürünüz olan bir gerçekliğe inanarak yaşamınızı devam ettiriyorsunuz. Bu tür bir ilişki içerisinde olmak, gerçek manası ile bir ilişki içerisinde olamamaktır.

Hiçbir şey bu tür bir aşkı haklı çıkarmaz

Eğer kendinizi, ister romantik bir ilişki ya da ister bir aile üyesi veya arkadaşınızla bunun gibi bir durum içerisinde bulursanız, bir değişikliğe gitmek zor olabilir. Bu ilişkinin bir parçası olmaya devam etmek kolaydır çünkü önünüzdeki asıl gerçek, karşı karşıya kalınması ve kabul edilmesi çok zor olarak ortaya çıkabilir. Bilinçaltı bir şekilde bu aldatmayı, kendinize zarar vermediğiniz, bir tür paralel gerçeklik olarak algılayıp, yaşamınıza devam etmenize olanak sağlar.

Bununla birlikte, bu tür koşullar hiç de sağlıklı değildir. Unutmayın, korktuğunuz için korkak bir insan değilsiniz, ama cesur olmalı ve korku ve endişelerinizin ne olduğunu belirlemelisiniz. Eğer ortada mutlu olunacak bir durum yoksa, hiçbir şey hiç bir aşkı meşru kılamaz. Kendinizi suçluluk duygusu içinde hissetmemeye ya da manipülasyona, mağduriyete veya kendinize olan saygınıza yapılacak saldırılara karşı çıkmaya çalışın. Bir başka kişinin alanınızı ve bağımsızlığınızı aşmanın adil olmadığını bilmek eşit derecede önemlidir. Bunu yapmak, sadece güvensizliği, aldatmayı ve kimsenin geçmeyi hak etmediği pek çok gereksiz davranışa neden olabilir.

Sizi seven insan ile kendiniz olabilirsiniz

En önemlisi, belirli bir zaman içerisinde nasıl hissettiğinizi en iyi duygularınız size söyler ama duygularınızın da, sahip olduğunuz kişilik ile uyum içerisinde olması gerekir. Kuşkusuz, hiç bir zaman iyi,hoş vakit geçiremeyen, üzgün ve dargın bir insan olmak istemezsiniz. Elbette, sadece görünüşte yalnızca mutlu görünen, ancak içinde ne fırtınaların koptuğunun belli olmadığı yıkık bir insan olmak istemezsiniz. Sağlam bir karaktere sahip, dürüst bir insan olmak istiyor ve bunu da başkaları ile paylaşmak istiyorsunuz.

“Kendi içimizi birbirimize açtığımızda, birbirimizin içinde kaybolduğumuzda, sen bendeyken ve bende sendeyken birbirimizi unuttuğumuzda, kendimi içimize daldığımızda, işte o zaman ben ben olacağım ve sen de sen olacaksın.”

– Anonim

Bu nedenle, hayatınızda sahip olduğunuz ve sizin için önemli olan ilişkiler içerisinde, gerçekten var olan karakterinizi yansıtmanız önem arz eder. Bu ilişkiler içerisinde olduğunuz insanlar, kendinizi, olduğunuz gibi kabul etmenize yardımcı olmalılar. Çünkü bir ilişki içerisinde karşılıklı anlayış gereklidir: her bir birey, karşısındaki insanlı tamamen ve eşit tutkuyla sevmelidir. Bu ilişkilerde, her insanın sınırlarını akılda tutmak ve her ikisinin de alanına ve mutluluğuna saygı duymak her zaman için önemlidir.

Unutmayın, gerçekten sevmek için, kendinize sadık kalmanız ve kendinizi kabul ederek sevmeniz gerekir.

Aldatan aşk

Bir aldatmaca, bir nevi serap gibi olan bazı yalancı aşk çeşitleri vardır. Tam olarak gerçek bir aşkın temsili değillerdir. Kendimiz olmamıza izin vermezler Büyümemize yardım etmek yerine, bu tür yalancı aşklar, bizi daha ziyade sınırlandırır. İşte bu tür ilişkilerin neye benzediğine ilişkin birkaç açıklama:

  • İçinizdeki boşluğu doldurmak için aşk: Hiç kimse, sizin içinizdeki boşluğu doldurmak zorunda değil, zira sizin de başkalarına karşı böyle bir sorumluluğunuz yok. Başka bir deyişle, kendi hayatınızı, dolu dolu yaşayacak olan yine sizsiniz. Kendiniz ile, başkasına bağımlı olmadan, tamamen bağımsız olarak mutlu olmayı öğrenmeniz gerekir. Gerçek bir ilişkinin parçası olduğunuzda bu durum büyük önem arz edecektir. Aşk aranmaz, aşık olduğunuza erişeceğiniz bir mertebedir. Aşkı bulmak için çok uğraştığınızda, içinizdeki eksik kalan tarafları doldurmak için, gerçekten var olan varoluşsal bir boşluğu doldurmak için, aşka ihtiyacınız olacaktır.
  • Bölünmüş ilişki: Her ne şekilde olursa olsun, aşk, kendisini ilgilendiren herkesin içinde yer alması gereken bir meseledir. Eğer parçalardan biri başarısız olursa, o zaman ilişki de başarısız olur. Aşk, küçük dozlarda ya da yalnızca belirli anlarda gerçekleşen bir şey değildir. Bu hissi her zaman doğru şekilde yaşamak gerekir.

“Ve yemin ederim ki: kanatlarına aşık olan ben, onları asla kesmem.”

– Carlos Miguel Cortes

  • Karşılıklı Bağımlılık: İlişkinin türü ne olursa olsun, bireylerin kendi özel alanlarına ve özgürlüklerine sahip çıkması ve herkesin buna saygı duyması, ilişkinin selameti açısından elzemdir. Karşılıklı bağımlılık durumu, genellikle herhangi bir olumlu tarafı olmayan, dahil olan bireylere zarar veren ilişkiler üretir. Sevdiğiniz insan olmadan yaşamayacağınız bir ilişki içerisine girmeyin. Ola ki hayatınızdan çıktılar, yine de yaşamınıza kaldığınız yerden devam etmelisiniz.
  • İdealleştirilmiş aşk: İdealleştirmeye dayalı bir aşk içerisinde de gerçek bir sevgi bulunmaz. Bir insanın sahip olabileceği erdemleri sevmek demek, aynı zamanda onların kusurlarını da sevmek demektir. Kendimizi çok fazla sıkıntı içerisine sokmadan, bir ilişki içerisinde mutlu olmayı öğrenmek esastır.
  • Karşılaştırmalı İlişkiler: Yaşadığınız ilişkiyi, başkalarının yaşadığı ilişkiler ile sürekli olarak kıyaslama yolu ile ne kadar güzel ve şahane olduğunu vurgulama yoluna gitmek, aldatmacaya, hatalara ve geçmişe yaşamaya dair bir ilişkidir yaratır.
  • Pasif agresif iletişim: İletişim kurmayan veya yalnızca agresif bir iletişim kanalı ile konuşan sevgi, gerçek sevgi olarak kabul edilemez. Aşk, bir anlaşmazlık olduğunda bile paylaşmak, anlamak, dinlemek ve desteklemektir.

Yaşlı bir adam, yaşlı bir kadına kitap okuyor. 1940’lı yıllarda tanışmış bir çiftin aşkını anlatıyor kitap: Allie ve Noah’nın aşkını. Birbirlerini seviyorlardı ama kızın ailesi, fakir bir gençle birlikte olmasına karşıydı. Hayat onları ayırır ama birbirlerini asla unutmazlar. Öyle ki günün birinde yeniden kavuşup birlikte bir hayat kurarlar. Hikayedeki iki genç aslında onu okuyan yaşlı çifttir. Adam, aşklarının hikayesini karısına okur. Karısı hafızasını yitirmiştir ve asla unutmayacakları aşklarını ona her gün okumaya devam eder.

Son yıllarda çekilmiş en romantik ve duygusal filmlerden biri olan ‘Not Defteri’nin konusu bu. Böyle bir film izlemek, bir çok ilişkinin bir kaç gün ya da ayda çabucak sona erdiği bir dünyada bizim de bu denli içten, yoğun ve uzun bir ilişki yaşayıp yaşayamayacağımızı sorduruyor.

Sanki her şey çok yüzeysel ve bu yüzden bir boşluk hissediyoruz. Bir kişiyi gerçekten tanımak için gerekli zamanı nasıl bulacağız? Kendi ruhumuzu taşımaktan niçin bu kadar korkuyoruz? İlişkiler sonsuz olabilir de olmayabilir de, ama bunu anlamak için gereken zamanı tanımıyoruz kendimize.

“Ama eğer bir daha asla karşılaşamazsak ve gerçekten de birbirimize veda ediyorsak, birbirimizi tekrar göreceğimizi biliyorum. Belki yıldızlar değişmiş olacak ve sadece o zaman değil, önceki bütün zamanlarda da seveceğiz birbirimizi…”

– Not Defteri

Sonsuz aşk hakkındaki çalışmalar

Harvard Üniversitesi’nin yürüttüğü bir çalışmaya göre sonsuz aşk gerçekten var ve bunu yaşamanın tek bir sırrı mevcut: karşınızdaki insana karşı gerçekten empati duymak. Terapist Charlotte Pasquier’e göre “Bir çiftin ilişkisinin başarılı olması için aynı yönde yürümeleri gerekir ama illa her konuda aynı şekilde düşünüp aynı şeyi istemeleri gerekmez. Sadece diğer kişinin arzularının farkında olmalılar o kadar.” Bu çalışmaya göre, uzun süreli aşkın sırrı diğer kişiye empati duymaktır. Yani kişiler, birbirlerinin ruh halini ruhsal ve duygusal olarak anlayabilmeli, hissedebilmelidir. Sonsuz aşk, yargılamaksızın anlamakla ilgilidir.

“Yere düşersen, seni ayağa kaldırırım. Yoksa seninle birlikte uzanırım.”

– Julio Cortázar

New York Stony Brook Üniversitesinden bir grup nöro kimyacı, sonsuz aşkın mümkün olduğuna dair kanıt bulmayı başardı. Bilim adamları, kısa süre önce bir romantik ilişkiye başlamış bir grup gönülllünün beyin tepkilerini ölçtü. Şu sonuca vardılar: aşık olduğumuz kişinin resmini gördüğümüzde orta beyindeki ventral tegmental alanı /VTA) tepki veriyor. Beynin bu alanı, arzuyu tetiklemekle sorumlu bir nöro-aktarıcı olan dopamini işlemeye ayrılmıştır.

Başka bir kişinin resmi gösterildiğinde, bu kişi sevdiğimiz birine ya da romantik bir ilişkimizin olmadığı eski bir arkadaşımıza benzese dahi beyin tepki vermemektedir. Ardından partnerlerine karşı hala romantik duygular beslediklerini söyleyen evli kişiler (10 kadın ve 7 erkek) uzun yıllar (yaklaşık 20 yıl) incelendi. Beyin tepkileri aynı şekilde ölçülerek partnerlerine karşı duydukları sevginin yoğunluğunu analiz etmek üzere 7 puanlı bir ölçek üzerinden ölçüldü. Bu gönüllü grubunda kaydedilen asgari yoğunluk beş puandı.

Bu grubun tepkileri de ”yeni aşıklar” grubuyla aynı beyin alanında kaydedildi: ventral tegmental alan ve striatum. Fakat bazı farklar da tespit edildi. İlk gönüllü grubunda takıntı ve sinirsel gerginlikle ilgili alanlarda etkiler görülürken, ikinci grupta arkadaşlık ve annelikten sorumlu alanların etkilendiği tespit edildi.

Aşkı uzun ömürlü kılan nedir? 

Elbette, aşkın uzun süreli olması için sihirli bir formül yok ama bir ilişkinin dayanmasını istiyorsak, her gün belli bir emek harcamalıyız. Aşağıda bir ilişkinin sağlam ve uzun süreli olması için gerekli bazı sırları paylaşacağız.

Benzerlik 

En kalıcı ilişkiler, aynı değer, prensip ve hobileri paylaşan insanların ilişkileridir. Partnerinizle tamamen aynı olmanız gerekmiyor ama birlikte paylaşıp zevk alacağınız ortak ilgileriniz olmalı. Partnerinizle yakınlık paylaşabilmeniz için bu tavsiye edilen bir şey.

Çünkü aramadan seni her yerde buluyorum, özellikle de gözlerimi kapadığımda.”

– Julio Cortázar

Mizah anlayışı 

Olaylara mizahla bakabilmek ve belli durumlarda dramadan kaçınmayı öğrenmek çok önemlidir. İlişkilerde çatışmalar, mizaha başvurduğumuzda daha rahat bir şekilde çözümlenebilir. Ayrıca karşımızdaki kişiye daima saygılı davranmalıyız.

Karşılıklı hayranlık

Hayranlık ve karşımızdaki kişiden bir şeyler öğrenebilmek bizi en çok birleştiren şeylerden biridir. Farklı yollardan birbirimize hayranlığımızı bildirmek çok pozitif bir şeydir.

Sevginizi göstermek 

Partnerinizin bunu istediğinizi bilmesini beklemeyin. Sevginizi her gün, küçük detaylarla bile olsa gösterin. Mesela, sabah kahvesini hazırlayın ona çiçek verin, sevimli notlar bırakın. Önemli olan şey, ilişkimizle ve partnerimize duyduğumuz sevgiyle ilgilenmektir.

Aşk çok güçlü bir duygu ama bu duygunun bir takıntı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Aşık mısınız, takıntılı mı? “Aşığım” diyorsanız bu yazıyı mutlaka okuyun.

10 soruda ‘aşk’ınızı test edin!

Gözünüz ondan başkasını görmüyor, aklınız fikriniz hep onda ve eski arkadaşlarınızdan uzaklaşarak hep onunla mı görüşüyorsunuz? Siz kendinizi müthiş bir aşık sanabilirsiniz ama yaşadığınızın aşk değil, bir takıntı olma olasılığı da var. Yaşanılan duygu durumunun aşk mı, takıntı mı olduğunu anlamak için kişinin kendisine sorması gereken temel 10 soru bulunur. Bu soruların çoğuna ‘evet’ yanıtı verirseniz ve hakim olan duygusu ‘mutluluk’ değil, ‘huzursuzluğa’ dönüşmüşse, gerektiğinde uzman desteği alınmalı. Tarih boyunca herkesin peşinden koştuğu, anlamını çözmeye çalıştığı, kendince tarif ettiği, filmlere, şarkılara, kitaplara, sanat eserlerine konu olmuş bir duygu durumu; aşk. Aşk nedir? Nasıl olur? Bir kereden fazla aşık olunur mu? Hissedilen duygu aşk mı sevgi mi yoksa takıntı mı? İşte bu soruların cevapları…

Aşk beynin psikolojik yatırımıdır

Beynin psikolojik bir yatırımıdır aşk. Yaşayabileceğimiz en kapsamlı duygusal yaşantı olan sevginin bir alt basamağıdır. Çok daha spesifik ve dorukta yaşanan bir duygudur. İnsanın sevebilme ve üretebilme kapasitesidir. Biyolojik yapısının ötesinde, zihinsel, psikolojik ve sosyal eylemleri içerir. Doğumdan ölüme kadar devam eden sevgi üretme ve sevilme gereksinimini doyurmaya dair bir süreçtir.

Aşk bağışıklığı güçlendirir

Aşık olan kişi etrafına neşe saçarken, öğrenmeye, üretmeye daha açık olur. Kendisini, sorunları çok daha kolay çözecek güçte hisseder, olaylara daha olumlu yaklaşır, etrafa karşı daha ılımlı bir insan haline gelir. Öyle ki; sağlıklı bir aşk, bağışıklığı bile güçlendirir. Aşık bireyin ilk etapta beynindeki dopamin salınımı artar. Bu durum kişiyi daha enerjik, hareketli, coşkulu bir hale sokar. İştah ve uyku ihtiyacında azalma meydana gelir. İlerleyen evrelerde serotonin ve endorfin salınımının artışına bağlı olarak daha sakin, dingin, mutlu bir ruh haliyle beraber motivasyonda, özgüven hissinde, konsantrasyonda artış oluyor. Tabii bu durum, sağlıklı aşkta mümkün. Aşkının karşılığını alamayan, sevdiğini kaybeden, sevme ve sevilme döngüsünde kayıplar yaşayan kişilerde sağlıklı aşktan bahsetmek mümkün olmaz.

Kendisiyle barışık bireyin aşkı da sağlıklı olur

Sağlıklı aşk; kişinin kendine duyduğu sevgiyle ilintilidir. Kendiyle, çevresiyle, yaşamıyla uyumlu ve sağlıklı bir ilişki kurmuş bireyin aşkı da sağlıklı olur, aksi takdirde bir bağımlılığa ve takıntıya dönüşür. Takıntıya dönüştüğünde kişinin işlevselliği ve kişilerarası ilişkilerinde bozulmalar ortaya çıkar. Sadece aşık olunan kişi dışında bir mutluluk ve tatmin kaynağının olmadığına inanan kişi kendine ve çevresine zarar vermeye başlar, depresif duygu durumu, davranış ve kaygı bozuklukları gibi durumlarla karşı karşıya kalabilir. Dopamin salınımındaki azalmaya bağlı olarak iştah ve uyku düzeninde rahatsız edici değişimler, serotonin ve endorfin salınımındaki azalmaya bağlı negatif duygu durumunda artış, iş ve/veya okul performansında düşüş, kişilerarası ilişkilerinde bozulmalar, konsantrasyon sorunları, dikkat dağınıklığı görülebilir. Bağışıklığı iyice zayıflar. Tablonun uzun sürmesi halinde kişi bunlardan kurtulmak, kendini teskin etmek adına alkol-madde kullanımına yönelme tehlikesiyle karşı karşıya bile kalabilir.

Kendinize sormanız gereken aşka dair sorular

Yaşanılan duygu durumunun aşk mı, takıntı mı olduğunu anlamak için kişi kendine bu 10 soruyu sorması gerekir. Çoğuna ‘evet’ cevabı veriyorsa, kişisel ve sosyal hayatında sorunlar yaşıyor, aynı zamanda bu duygu durumuna bağlı psikolojik problemler yaşarsa burada aşktan ziyade bir saplantıdan, takıntıdan bahsetmek doğru. Sağlıklı aşkta da sevilenin kaybedilmesine yönelik kaygı, zihinde kapsadığı alan ve zamanda artış, heyecan mevcuttur ama hakim olan temel duygu mutluluktur. Hakim olan duygu huzursuzluğa dönüştüğünde oradaki sağlıklı aşk değil, takıntıdır! Bu durumda mutlaka bir uzman desteği alınmalıdır. 

  • Aşık olduğum kişiyi sürekli, her dakika, her saniye düşünüyorum.
  • Sürekli onunla iletişim halinde olmak, konuşmak istiyorum. Konsantrasyon sorunları yaşıyorum.
  • Her gün görüşmek istiyorum. Görüşemediğimde ilişkimizde problem olduğunu düşünüyorum.
  • Eski arkadaşlarımdan, sosyal çevremden uzaklaştım, görüşmüyorum.
  • Onunla her konuşmamdan sonra kızdı mı küstü mü diye kaygılanıp, ilişkimin bitmesinden korkuyorum.
  • En ufak bir sorun veya tartışmaya tahammülüm yok, ilişkimi kaybedeceğimi düşündürüyor.
  • Bana vakit ayırmadığı, telefonu açmadığı, mazeret belirttiği, başka işi olduğu anlarda beni istemediğini, sevmediğini düşünüyorum.
  • Okul/iş performansımda düşüş var. Yaptığım işlere konsantre olmakta güçlük çekiyorum.
  • “Benimle olmayacaksa kimseyle olmasın” diye düşünüyorum.
  • Sevdiğim kişiye bir türlü güvenemiyorum.

Comments are closed.