logo

Asıl engel cehalettir.

İÇİNDEKİLER

ENGELLİ BİREYLERDE SAĞLIKLI YAŞAM VE EGZERSİZ

Zihinsel engelli bir çocuğa sahip olmak

ENGELSİZ BİR DÜNYA

Bedensel Engelli Çocuk

Engelli Çocuklara Nasıl Davranmalıyız?

Bazı insanlar anne rahmindeyken bazı insanlar da hayatlarının bir bölümünde geçirdikleri kaza ya da hastalık sonucu engelli birey statüsünde bulunurlar. Dünya Sağlık Örgütü, engelli çeşitleri ve engelli tanımını şu şekilde açıklamıştır;

“Sağlık alanında oluşan bir sakatlık sonucu meydana gelen ve sağlıklı bir insana nazaran, tek balına iş yapabilme ve kabiliyet oranını belli bir oranda ya da tamamen kaybetmesi”  engelliliğin tanımı olarak belirlenmiştir.

Fakat bu engelli çeşitleri ruhsal, fiziksel ya da beyinsel olarak 3 gruba ayrılabilir. Bazı engellilik türleri uygun tedavi yöntemleri ile iyileşebilirken bazıları ise iyileşmemektedir. Bu yazı dizimizde engelli çeşitleri konusu hakkında merak ettiğiniz her sorunun cevabına ulaşabileceksiniz.

Engellilik Çeşitleri Nelerdir?

Engellilik çeşitleri nelerdir diye merak eden insanlar bu sorunun cevabını en doğru bir şekilde öğrenmek istiyor. Bilimsel olarak var olan engellilik çeşitleri ise şu şekilde sıralanmıştır;

  • İşitme engelli
  • Zihinsel engelli
  • Görme engelli
  • Dil ve konuşma engelli
  • Ortopedik engelli
  • Hiperaktivite
  • Dikkat eksikliği yaşayan bireyler ( DEHB bireyler )
  • Down sendromuna sahip olan bireyler
  • Doğuştan engelli olan bireyler
  • Süreğen ( kronik ) engelli olan bireyler
  • Ruhsal ve duygusal engele sahip olan bireyler
  • İç hastalıkları sebebiyle engeli olan bireyler
  • Angelman sendromu
  • Fiziksel engele sahip bireyler

Bedensel Engelli Çeşitleri

Bedensel engelli çeşitleri kendi içerisinde bazı gruplara ayrılmaktadır. Bedensel engeli bulunan kişiler, vücutlarında herhangi bir uzvunu kaybeden ya da kas hastalıkları yaşayan kişilere denilmektedir. Bu engelli bireyler uzuv eksikliği sebebiyle, normal hayatında tek başına en basit işleri yaparken bile zorlanabilir. Aynı zamanda bedensel engelliliğe beyin nöronları da sebebiyet verebilir.

Bedensel engeli bulunan bireyler, yaşadıkları problemler neticesinde devlet tarafından uygulanacak olan bazı indirim ve muafiyet türlerine sahip olabilir. Bedensel engelli çeşitleri ise aşağıdaki gibi belirtilmiştir;

  • Serebral palsi hastalığı 
  • Doğuştan kol felci
  • Mental motor geriliği
  • Merkezi sinir sistemini engelleyen genetik kökenli hastalıklar
  • Omurilik kapanma defektleri
  • Travmatik sebepli sinir sistemi yaralanmaları
  • İskelet sisteminde bulunan şekil bozuklukları
  • Herhangi bir sebepten dolayı oluşan uzuv eksikliği
  • Doğuştan kas hastalıkları
  • Kemik, kas ve iskelet sisteminde problemler

Ortopedik Engelli Çeşitleri

El, kol, bacak, ayak, parmak ve omurgalarında kısalık, eksiklik, yokluk ya da fazlalık bulunan ve hareket yoksunluğu yaşayan kişiler, ortopedik engel çeşitleri grubuna dahil olmaktadır. Bu hastalıklara aynı zamanda, kas güçsüzlüğü, kemik şekil bozukluğu, felçliler ve serebral palsi hastalığı da dahil olmaktadır. Ortopedik engelli çeşitleri ise şu şekilde belirlenmiştir;

  • Göz bozuklukları
  • Uzuv eksikliği ya da fazlalığı
  • Kas ve iskelet sisteminde şekil bozuklukları
  • Kas ve iskelet sisteminde bulunan fonksiyon bozukları

Ortopedik engel raporu bulunan kişiler, bazı indirimlerden ve muafiyetlerden fayda sağlamak için en az  % 40 engel raporuna sahip olması gerekmektedir.

Engel Çeşitleri ve Tanımları

Yukarıda bahsettiğimiz engel çeşitleri ve tanımları en çok görülen engel sebepleri ve sonuçlarını da kapsamaktadır. Engel çeşitleri, sizin sahip olduğunuz sağlık durumunuza göre değişiklik gösterebilir. Aynı zamanda, iç hastalıkları yaşayan bazı insanlar da engelli durumunda bulunabilir. Örneğin, böbrek hastalıkları da hastalık durumuna bağlı olarak engelli raporu alabilir. Sahip olduğunuz engel çeşitleri ve tanımları için tam teşekküllü bir hastaneye gitmeniz gerekmektedir. Eğer hastane uygun görürse siz engel heyet raporu sunabilir. 

Engel çeşitleri ana maddelemede 8 grupta toplanmaktadır. Bunun yanı sıra ruhsal engeli bulunan kişiler de heyet raporu almak isterse tam teşekküllü bir hastaneye başvurması gerekmektedir. Tüm engel çeşitlerinde rapor almak için devlet tarafından istenen oran ise % 40 olarak belirlenmiştir. Engel tanımları da alınacak heyet raporu sonrasında tam anlamıyla belirlenmektedir.

ENGELLİLER DOSTU

Engellerin Başarıya Engel Olmayacağının En Büyük Kanıtı 14 Büyük Kişilik

1. Ludvig van Beethoven

Almanya’nın Bonn şehrinde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Beethoven’ın müzikle tanışması; alkolik ve sert bir eğitimi benimseyen müzisyen babasının, aile bütçesine katkıda bulunması için kilisede piyano çaldırmasıyla başlamış. 1792’de Viyana’ya giden Beethoven klasik müziğin ünlü bestecisi Joseph Haydn yanında çalışma imkanı bulmuş. Beethoven’ın üstün yeteneğini farkeden Haydn’ın el vermesiyle 19. yy sonlarına kadar yaşayan tüm bestecileri etkileyen Beethoven doğmuş. 1801’de işitme problemleri yaşamaya başlayan efsane 1817’de tamamen sağır olmuş ama bu durum müzik hayatını hiç mi hiç etkilememiş. Hatta dünyaca ünlü 9. Senfonisini sağırlık döneminde bestelemiştir.

2. Eli Bowen

1844 Amerika’sının Ohio eyaletinde 10 çocuklu bir ailenin son üyesi olarak dünyaya gelen Bowen, ayakları beline bitişik olarak doğmuş. Ailesini geçindirebilmek için çiftliklerde çalışmaya başlayan Bowen ellerini kullanmakta o kadar usta olmuş ki, bir tesadüf sonucu karşılaştıkları ünlü sirk sahipleri Barnum ve Bailey Circus daha 13 yaşındayken onunla çalışmak istemişler. “Bacaksız Akrobat” olarak Avrupa turnelerine katılan Bowen, çok kısa zaman içerisinde dünya çapında bir üne kavuşur ve Mayıs 1924’de hayatını kaybettiğinde dünyanın en ünlü akrobatı olarak anılmaktadır.

3. Eşref Armağan

Ankara’da yaşayan ve doğuştan görmeyen Eşref Armağan 41 yıldır resim yapıyor. Amerika ve Avrupa’da sergiler açan Armağan, Amerika eski Başkanlarından Clinton’ın da portresini yapmış. Menajeri Joan Eroncel ile birlikte gittiği ülkelerde uluslararası ün kazanan Eşref Armağan’ın beyin yapısı Harvard Üniversitesi’nde incelenmiş ve görmediği halde nasıl resim yapabildiği bilimsel çalışmalara konu olmuş. Dokunuşları ile gören Armağan Amerikalı bir hanım ile tanışır ve bu hanım sayesinde uluslar arası bir üne kavuşur.Türkiye’nin yetiştirdiği değerli yeteneklerimizdendir.

4. Jim Abbott

1967’de sağ eli olmadan doğan Jim, tutkuyla bağlı olduğu beyzbol kariyerine daha 10 yaşında profesyonel imzasını atmış. Bu çağlarda eyalet turnuvasında çeyrek finale kadar çıkan Jim, 1986 olimpiyatlarında ülkesine altın madalya kazandırmış. Amerika’nın en ünlü takımlarından California Angels, Chicago White Sox ve New York Yankees’de oynadıktan sonra emekli olarak mejaner olmuş.Hala Amerika’nın en sevilen beyzbolcularından biri olmayı sürdürüyor.

5. Frida Kahlo

6 Yaşındayken geçirdiği çocuk felci yüzünden bir bacağı sakatlanan Frida,, bu felç yüzünden hayatı boyunca sayısız ameliyat geçirmiş. Rahatsızlığı yüzünden “Tahta bacak Frida” olarak anılan ünlü ressamın resme bu rahatsızlığı sayesinde başladığı rivayet edilir.

6. Cemil Meriç

Ülkemizin en önemli yazın ve düşünce adamlarından olan Cemil Meriç, 38 Yaşında görme yeteneğini tamamen kaybetmiş. Yazarlık hayatının en üretken döneminin ise görme yetisini kaybettiği bu kazadan sonra yaşamıştır.

7. Mark Playle

İngilteren’in sevilen rock gruplarından Minnikin grubunda gitar çalan Mark Playle, doğuştan sol eli olmayan bir müzisyen.Geçen sene katıldığı Guitar İdol yarışmasında çeyrek finalde elense de bir çok müzik otoritesi tarafından geleceğin en büyük gitaristlerinden biri olarak görüldü.22 yaşındaki Mark Payle, hala konserlere çıkıyor

8. Oscar Pistorius

11 Aylıkken bacaklarını kaybeden çita lakaplı ünlü atlet, atletizme gönül vermeden evvel; rugby, su topu ve tenis bile oynamış. Hayat boyu Engelsiz insanlara kafa tutabilmeyi amaç edinen atlet; Olimpiyatlarda koşan ilk engelli atlet olmanın yanında 100, 200 ve 400 metrelerde dünya şampiyonluğu yaşamıştır.

9. Roosevelt

ABD’nin 32. Başkanı olan Roosevelt, 39 yaşında yakalandığı çocuk hastalığı nedeniyle yürüyemez hale gelmiş. Siyasi rakipleri engelini malzeme yaparak rekabet etmeye çalışsalar da tam 3 defa devlet başkanı seçilerek tarihte derin izler bırakmıştır.

10. Stephen Hawking

1942 yılında doğan Hawking Beyin Hücreleri Kainatın Gizemleri ile meşgul olan Astro Fizikçi olan Hawking ALS hastasıdır ve tedavisi mümkün olmayan bu hastalığına rağmen evrenin sırlarını anlatan kitaplara ve bilimsel çalışmalara imza atmıştır. Bu hastalıkta beyin sağlam kalmasına rağmen bütün vücut çöker. Genel başarıda ” Beynin sağlam ise vücudunun neresi engelli olursa olsun, başarıyı yakalarsın” genel inancı adeta Hawking de anlam bulur ve doktorların birkaç yıl ömür biçmesine rağmen elli yıla yakın zamandan beri yaşam mücadelesine bilimsel çalışmaları ile devam etmekte olan ünlü astrofizikçi birçok bilimsel başarının altına imza attı.

11 Edison

Ampülü bulan adam olarak tanıdığımız Tomas Alva Edison da işitme engellidir. Umutsuzluğa düşmek yerine yalnızlığını sayısız deneyle telafi eden mucidin, sadece ampül için bile iki binin üstünde deney yaptığı rivayet edilir. 2500’e yakın buluşunsa patentini alacak kadar başarılı bir kariyeri olmuştur.

12. Erik Weilhenmayer

Daha 13 yaşındayken görme yetisini tamamen kaybeden Erik öğretmen ve güreş antrenörlüğü yapmaktaydı. Onu Dünya çapında üne kavuşturan başarısı ise 2001’de 7 kıtanın en yüksek zirvesi Everest’e tırmanması oldu. Dünya çapında bir sporcu kabul edilen Erik sayısız ödül alacağı tırmanışlarına devam etmiş ve maceralarını da “Touch the Top of the World” kitabında toplayarak sevenlerine ulaştırmıştır.

13. Dustin Carter

Dustin Carter, küçük yaşta yakalandığı bir kan hastalığı nedeniyle bacaklarını tamamen, ellerini ise kısmen kaybetmiş.Orta okul öğrencisiyken güreşle ilgilenmeye başlayan Dustin, 8. sınıfta beden eğitimi öğretmeni eşliğinde güreş müsabakalarına hazırlanmış. 2014’de katıldığı Ohio eyalet güreş şampiyonasında bütün rakiplerini eleyerek birinci olmayı başardı

14. Aşık Veysel Şatıroğlu

1894’de Sivas’ın Sivrialan Köyünde dünyaya gelmiş ve 6 yaşında yakalandığı çiçek hastalığı nedeniyle görme engelli olmuştur. Babasının oyalansın diye aldığı sazı ile avunurken okuduğu şiirler ile ülkemizin en ünlü halk ozanlarından biri olmuştur. Köy okullarında ve köy enstitülerinde türkü muallimliği de yapan Şatıroğlu 1973 yılında aramızdan ayrılmıştır ama şiir ve türküleri halen dillere pelesen olup yaşamaktadır.

Gazi Karakaya

KRONİK HASTALIĞI OLAN ENGELLİ BİREYLERDE SAĞLIKLI YAŞAM VE EGZERSİZ

Engelli bireyler, aktif engelli bireyler ile kıyaslandığında kronik hastalığa sahip olma oranı iki kat daha fazladır. Egzersiz, ölüm oranını azaltmakta ve hem kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde hem de tedavisinde yararlıdır.

SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nevin Ergun, sağlıklı yaşam için egzersizin önemli olduğunu söyledi.

Dünyada sağlık politikasının öncelikli hedeflerinden olan “Hastalıkları oluşmadan önlemek” ilkesinden hareketle kişilerde fiziksel aktivitenin üst seviyeye ulaştırılması, korunması, yaşam kalitesini artırarak günlük yaşam aktivitelerinin zevkle ve istekle yapılmasının teşvik edilmesinin büyük önem kazandığını belirten Prof. Dr. Ergun, engelli ve kronik hastalığı olan birey sayısında son yıllarda artış görüldüğünü kaydetti.

Prof. Dr. Ergun, engelli bireylerin toplumun geneline oranla aktivite düzeylerinin daha düşük olduğunu, buna bağlı olarak kronik hastalık riskinin arttığını ve ek sağlık sorunları da görülebildiğini bildirdi. “Engelli bireylerin bu sorunlarla baş edebilmesinde en etkin yol olan fiziksel aktivitenin en önemli bileşeni ise egzersizi tanımlamak ve tanıtmaktır” diyen Prof. Dr. Ergun, engelli bireylerde bireyin engeline özgü egzersiz alternatifi oluşturularak aktivite düzeyinin artırılması gerektiğine dikkat çekti.

Egzersizin fiziksel aktivitenin en önemli tamamlayıcısı olduğunu anlatan Prof. Dr. Ergun, “Egzersiz, fiziksel uygunluğu geliştirmek için bir amaca yönelik olan ve yapılandırılmış planlı, tekrarlı hareketlerdir. Düzenli egzersiz, kardiyovasküler ve solunumsal fonksiyonun gelişmesi, düşme riskinin azalması, inflamasyonu azaltılmasını sağlar ayrıca kronik ağrı ve sertliği azaltarak genel mobiliteyi artırmaktadır” dedi.

Engelli bireylerin aktivite düzeyinin genel popülasyona göre daha düşük olduğunu bildiren Prof. Dr. Ergun, şöyle devam etti: “Engelli bireyler, aktif engelli bireyler ile kıyaslandığında kronik hastalığa sahip olma oranı iki kat daha fazladır. Aktivitenin en az görüldüğü en büyük engelli grubu ise hareketliliği en sınırlı olan gruptur.

Bedensel engelliler için kullanılan ortopedik engelli ifadesi, kas ve iskelet sisteminde yetersizlik, eksiklik ve fonksiyon kaybı olan kişiler için kullanılmaktadır. Kol, ayak, bacak, parmak ve omurgalarında kısalık, eksiklik, fazlalık, yokluk, hareket kısıtlılığı, şekil bozukluğu, kas hastalıkları, kemik hastalığı olanlar, omurilik yaralanmaları, spina bifida, serebrovasküler problemler, serebral palsi, spastikler, çocuk felci bu grup içerisine girmektedir.”

 Engellilerin egzersiz ve fiziksel aktiviteye katılımın önündeki engeller

Engellilerin, egzersizin ve fiziksel aktivitenin faydalarına rağmen bu aktivitelere katılım fırsatlarının yetersiz olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ergun, engelli bireylerin fiziksel aktivite, egzersiz, spor, rekreasyon ve beden eğitimine dahil olmalarını sınırlayabilecek tutumsal, sosyal ve toplumsal engellerle karşılaşma olasılıklarının daha yüksek olduğunu bildirdi.

Engelli bireylerde sağlığın ve iyilik halinin artırılmasının sağlanmasının en az engelli olmayan bireylerdeki kadar önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ergun, “Engelli bireyin egzersiz ve fiziksel aktiviteye katılmadan önce son zamanlardaki sağlık durumu, kullanması gereken ortez, protez, splint, koltuk değneği, tekerlekli sandalye ve koruyucu ekipmanlar, kişinin yeteneği ve riskler.

Kardiyovasküler hastalıklar ve egzersiz

Aerobik egzersizin kardiyovasküler hastalıklarda ve engelli bireylerde en çok tercih edilen egzersizlerden olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Ergun, “Aerobik egzersiz, kardiyovasküler dayanıklılığı geliştirmek için kardiyovasküler kronik hastalığı olan bedensel engelli bireylerde tercih edilmektedir” diye konuştu.

Egzersizin ölüm oranını azalttığını ve hem kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde hem de tedavisinde yararlı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Ergun, “Fiziksel engelli bireylerde koroner kalp hastalıklarında düşük şiddetli düzenli egzersizle bile maksimal iş kapasitesinde artma gözlenmiştir. Egzersiz toleransı her hasta için farklıdır ve egzersizle birlikte hasta dikkatlice gözlenmelidir” uyarısını yaptı. Egzersiz ve aktivitenin ampute vb. engellilerde kullanılmayan ekstremitelerdeki dolaşımı geliştirerek daha iyi bir damar fonksiyonu sağladığının altını çizen Prof. Dr. Ergun, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Eğer bireyde üst düzey omurilik yaralanması varsa egzersiz çeşitliliği kısıtlayıcı olabilir. Beş-yedi haftalık egzersiz programlarının kas kuvveti, kan basıncı, kalp hızı üstünde olumlu etkileri gösterilmiştir. Kısa periyotlarla da olsa koltuk değneği veya protezle yürümek de aktiviteyi artıracak yaklaşımlardır.

Bedensel engelli bireylerde kuvvetlendirme ve dayanıklılık kazanımı için egzersizler, çeşitli egzersiz aletleri, serbest ağırlıklar, vücut ağırlığı kullanılarak yapılan hareketler veya tüp ve dirençli bantlar aracılığı ile yapılabilir. Kuvvetlendirme egzersizleri günde iki defa, tekrar sayısı 10-15 olacak şekilde düzenlenebilir. Ancak egzersizler sırasında yorgunluğa dikkat edilmesi gerekir. Engeli olup engeli yürümeye izin veren kişilerde yürüme ve tempolu yürüme gibi aerobik aktiviteler iş kapasitesini artırır. Düşük egzersiz toleransına sahip engelli bireyler başlangıçta kısa egzersiz sürelerinde ritmik aktiviteler yaparken egzersiz frekansını artırabilir.” Kardiyovasküler hastalığı olan ortopedik engelli bireylere, ısınma-soğuma periyotları olan ve gözetim altında yaptırılan egzersiz eğitimi sağlanması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Ergun, şu önerilerde bulundu:

“Engelli yetişkinler yapabildikleri ölçüde, haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta ya da haftada 75 dakika yüksek yoğunlukta aerobik aktivite yapabilirler. Ayrıca orta ve yüksek yoğunluğun birbirine eşit kombinasyonunda aerobik aktivite yapılabilir. Aerobik aktivite her gün en az 10 dakika yapılmalıdır. Yetişkinler orta ve yüksek şiddetteki kas kuvvetlendirme aktivitelerini haftanın üst üste olmadan iki gün ya da daha fazla yapmalıdırlar. Fiziksel engelli bireylerde hastalığın durumuna bağlı olarak bazı durumlar ortaya çıkabilir ve egzersizi etkileyebilir. Bu nedenle hastanın şikayet ve semptomlarının takip edilmesi önemli hale gelir. Bağırsak sorunlarının oluşmaması için en önemli koruyucu, kalp ve dolaşım sisteminin egzersize uyum düzeyidir. Egzersiz bu düzeyi  korumakta ve geliştirmektedir.”

SONUÇ OLARAK;

Engelli bireylerin fiziksel aktivite ve sportif programlara katılımlarıyla daha bağımsız, daha sağlıklı bir yaşam sürmelerine yardımcı olmanın ve toplumsal katılımlarını artırmanın hedeflendiğini bildiren Prof. Dr. Ergun, “Fiziksel aktivitenin güvenle gerçekleştirilmesi bireyin kişisel durumuna ek sorunlarının varlığına, yaşı, fiziksel uygunluk düzeyine, önceki deneyimlerine uygun planlanmış, bireye özgü fiziksel aktivite planıyla mümkündür. Her engelli bireyin kendi durumuna uygun yapabileceği fiziksel aktiviteler vardır” dedi.

 “Engellilerde düzenli fiziksel aktivite hareketsizliğe bağlı olarak gelişecek kas iskelet sistemi sorunlarını önler, sağlığı geliştirir, fiziksel uygunluğu ve öz saygıyı  artırır, duruş ve dengeyi geliştirir, stresi azaltır ve gevşemeyi, kilo kontrolünü ve enerjik hissetmeyi sağlar, kas ve kemikleri kuvvetlendirir ve bağımsız yaşamı destekler.” diyen Prof. Dr. Ergun, sözlerini şöyle tamamladı: “Fiziksel aktivite veya spor, spora ya da engel durumuna özel geliştirilmiş yardımcı cihazlar/ekipmanlar/protezler kullanarak yapabileceği gibi hiçbir yardımcı ekipmana gereksinim duymadan da yapılabilmektedir. Kronik hastalıklarda ve engel durumlarında bireyler mutlaka inaktiviteden kaçınmalı ve aktivite seviyelerini artırmalıdırlar. Bu alandaki çalışmaların artırılması konusunda engelliler ve egzersiz alanında eğitimleri ve uzmanlığı olan fizyoterapistlere büyük rol düşmektedir. Bu önlemlerin toplumun her kesiminde bilinçle benimsenmesi ve sağlıklı yaşam biçimlerinin yaygınlık kazanması merkezi idarenin eğitim ve sağlık politikalarından başlayan tüm kamu kurum, kuruluş ve üniversitelerin entegre, kararlı ve uzun soluklu cabalarını gerektirmektedir.”

Prof. Dr. Nevin ERGUN

Engellilere Nasıl Davranmalıyız?

Çoğumuz istemeden de olsa bu özel grupla olan etkileşimimizde hatalar yapmaktayız. Bazen onları topluma kazandırmak için yaptığımız girişimlerden ötürü tersine onları toplumdan uzaklaştırabiliyoruz. Bu hassas konuyla ilgili doğru bilgeye sahip olmak ve bu bilgileri uygulamak meslek, statü gözetmeksizin toplumun her bir bireyinin sorumluluğudur.

Altın Kural

Size nasıl davranılması gerektiğini düşünüyorsanız öyle davranın. Karşınızdaki kişinin engelini değil kişiyi düşünerek hareket edin. Engeli olan insanlara karşı utangaç yaklaşmayın. Sakin olun ve her zamanki siz ve diğer insanlara davrandığınız gibi davranın.

Yardım Etmeden Önce Mutlaka Sorun

Karşınızdaki kişinin engelinin olması her zaman yardıma ihtiyaç duyduğu anlamına gelmez.

Yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sormadan yardım etmeyin. Sormadan yardım ettiğiniz zaman kendilerini yetersiz hissedebilirler.

Düşünerek Konuşun

Etiketlemeden konuşun. Herkes için kırıcı ve saldırgan bir yaklaşımdır etiketlemek. Aşağılayıcı ve dışlayıcı kelimeler kullanmaktan kaçının.

Acıma Duygusuyla Yaklaşmayın

Engele sahip insanlar kurban değildir. Onları kurban psikolojisine sokacak şekilde onlara ekstra ilgi göstermeyin. Başlarını okşamaktan, küçümseyen kelimeler kullanmaktan kaçının. Unutmayın: Onlar kurban değil kahramanlar.

Engellilerle İletişim Nasıl Kurulmalıdır?

Öncelikle ,iletişim kurarken engelli bireylerin yardımcılarıyla ya da yakınlarıyla konuşmak yerine direk bireyin kendisiyle konuşmayı tercih edin. Aksi taktirde sizin onları birey olarak görmediğinizi hissederler.

-İşitme engelli bireylerin bir kısmı dudak okuyabilirler ya da belli oranda duyabilirler. Kimisi de işitme engelli dili ya da teknolojik aletler aracılığıyla iletişim kurabilirler. Onlara  mutlaka hangi yolla iletişim kurmayı tercih ettiklerini sorun.

Görme engelli bireylerle iletişiminizde mutlaka ilk tanıştığınızda kendinizi tanıtın. Giderken ve iletişiminizi bitirirken mutlaka bunu onlara belirtin. Bu konuşmanın bittiğini anlamaları için çok önemli. Desteğe ihtiyaçları olduğunda kolunuz ya da omzunuzdan tutunabileceklerini onlara belirtmeniz büyük bir inceliktir. Fakat sakın onlara destek olurken onları çekip itmeyin. Rehber köpekleri varsa köpeklerini beslemeyin ya da köpeğin dikkatini dağıtacak hareketlerde bulunmayın.

Tekerlekli sandalyeli bireylerle iletişim kurarken sandalyelerini itmemeye, sıkıştırmamaya ve sandalyeyi tutmamaya özen gösterin. Tekerlekli sandalyedeki biriyle konuşurken onun göz hizasına gelip göz teması kurarak iletişim kurmaya dikkat edin.

-Zihinsel engelli bireylerle iletişim kurarken basit, anlaması kolay ve açık cümleler kurmayı tercih edin. Sabırlı olun ve sizle iletişim kurabilmeleri için onlara zaman tanıyın.

Konuşma güçlüğü olan bireylerle iletişim kurarken ve konuşurken ne kadar zamana ihtiyaçları varsa onlara o kadar zaman verin. Saygılı olun ve kelimeleri onların yerine tamamlamaktan kaçının. Kelimeleri kendilerinin tamamlamalarına izin verin.

 Her şeyden önce engelli bireylerin de bizden biri olduğunu unutmayın. Herkesin güçlü ve zayıf yanları vardır. Onların da zayıf oldukları yanların yanı sıra bizden güçlü oldukları yanları da var.

aba Psikoloji

Her anne baba birçok zahmete katlandıktan, dokuz ay boyunca heyecanla bekledikten sonra kucağına sağlıklı bir bebek almanın hayalini kurar. Nasıl bir çocuk yetiştireceklerini, ona nasıl bir hayat sunacaklarını, büyüdüğünde nasıl bir genç kız ya da delikanlı olacağını hayal ederler. Ne yazık ki bazen çocuklarının sağlıkları ile ilgili yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunun sinyalini, haberini alırlar ve bu hayallere bir dur demek zorunda kaldıkları bir durumla karşılaşırlar.

Kuşkusuz, bir aile için en sarsıcı durumlardan biri çocuğunun hayatı boyunca birlikte yaşayacağı bir engelinin olduğunu öğrenmesidir. Bu durum fiziksel ya da gelişimsel bir engel olabileceği gibi doğumla birlikte, bir hastalık ya da bir kaza sonrası da ortaya çıkabilir. Böyle bir aile ani ve büyük bir kayıp sonrası yaşanabilecek tüm duyguları hissedebilir, büyük bir hayal kırıklığı yaşayabilirler; zira bu durum söz konusu çocuk için olduğu kadar aile için de büyük bir “kayıp”tır. Ne de olsa bu haberle birlikte çocukları için kurdukları hayalleri de kaybederler ve daha da önemlisi çocuklarının hayatlarının geri kalanı için endişe duyacakları uzun bir süreç başlamış olur. Uzm. Klinik Psikolog Merve Büyükkucak; engelli bir çocuğa sahip anne babaların, her çocuğun farklı olduğunu unutmadan kendi çocuklarının pozitif yönlerine odaklanmaya özen göstermeleri gerektiğini vurguluyor.

Aileler Ne Yaşar?

Çocuklarının bir engeli olduğunu öğrenen bir aile öncelikle kayıpla beraber gelen bir keder hisseder. Bunun içerisine şok, inkâr, öfke, suçluluk, üzüntü gibi duygular da dâhil edilebilirken tüm bunların beraberinde neden bunun kendi çocuklarının başına geldiğine dair bir sorgulama ve isyan söz konusu olabilir. Bu durumun kendi hataları ya da suçları olduğunu düşünebilirler. Herkes sağlıklı bebeklere sahipken bu aileler için engelli bir bebeğe sahip olmak bir başarısızlık gibi görünebilir. Çevredeki diğer sağlıklı bebekleri ve onların ailelerini kıskanabilirler. Geleceğe dair büyük bir belirsizlikle birlikte öyle yoğun bir çaresizlik hissi baş gösterebilir ki bazen bebeklerini bırakıp kaçma istekleri dahi oluşabilir. Mükemmel bir bebek beklerken bu bebeğin kendilerine ait olmadığına inanmak isteyebilirler. İnsanların tepkisinden, önyargılarından ve bu durumla nasıl başa çıkacaklarından korkabilirler.

Bunların çoğu aslında çok tahrip edici bir olaya karşı verilen oldukça normal ve doğal tepkilerdir. Elbette zaman içerisinde bu duygular dalgalanma gösterecek, zaman zaman hafiflerken zaman zaman da yeni yaşamsal engellerle karşılaşıldığında (örneğin söz konusu çocuğun okula başlaması vb.) tıpkı ilk günkü sıcaklığında yaşanabilecektir. Bu nedenle engelli bir çocuğa sahip olan bir aile için belki de en zor olanı yaşam boyu tekrarlayan kayıplarla yüzleşme durumudur. Bu süreçte anne ve babalar hüzünleri ve kederleri hiç bitmeyecek gibi hissedebilirler. ancak zaman içerisinde bu durumu anlamlandırabilmeye ve yaşamlarının, kendi gerçekliklerinin bir parçası olarak kabul edebilmeye başladıklarında yavaş yavaş rahatlayacaklardır.

Aileler bu durumla nasıl baş ederler?

Ailelerin bu durumla nasıl baş edecekleri elbette ki birçok faktöre bağlıdır. Ebeveynlerin böyle güç bir durumla nasıl başa çıktıkları stresli durumlara ve genel olarak sorunlara yaklaşım tarzlarıyla birebir ilintilidir. Çözüm odaklı bir başa çıkma mekanizmasına sahip olan ve davranışlarını sorunlu duruma göre modifiye edebilen kişilerin bu konuda daha başarılı olabildikleri görülmektedir. Engelliliğe dair bakış açısını esnek tutabilen ve çocuklarının özgürleşmesine destek olan, takım şeklinde hareket eden ebeveynlerin bu durumla çok daha rahat başa çıkmaları mümkündür. Tıpkı diğer zor yaşamsal durumlarla karşılaşıldığında olduğu gibi ebeveynlerin bu durumu nasıl anlamlandırdığı, bu konu hakkında kendilerine yaptıkları açıklamalar çok belirleyicidir.

Örneğin anne babaların kendilerine yönelik aldıkları suçlayıcı bir tutum yaşam boyu bu engeli kabullenmelerine ve bunu deneyimlerinin bir parçası haline getirmelerine engel olabilir. Sadece bir ebeveynin bu durumu nasıl anlamlandırdığı değil aynı zamanda diğer eşin de bu olaya verdiği tepki ve başa çıkma tarzı da ailenin baş etme şeklini etkileyecektir. Ailenin fiziksel ve ruhsal sağlığının, finansal koşullarının yerinde olması da önemli faktörlerdir. Özellikle annenin psikolojik anlamda kendini ne kadar iyi hissettiğinin anlamlı derecede önemli olduğu görülmektedir. Yakın akrabalardan ve yakın çevreden görülen destek, çocukla kurulan ilişki ve onun yaşam kalitesi, ebeveynlerin inanç sistemleri ve bu durumun iş ya da özel hayatlarına ne kadar etki ettiği de baş etme şeklini belirleyici diğer önemli faktörler olarak sıralanabilir.

Aile içi ilişkiler bu durumdan nasıl etkilenir?

Engelli bir çocuğa sahip olmak ailenin diğer bireyleri arasındaki ilişkiye büyük oranda etki edebilecek bir durumdur. Özellikle bütün enerji ve yatırımın engelli çocuğa yapılması riski diğer ilişkilerin zora girmesine ve diğer aile bireyleriyle ilişkilerin zorlanmasına sebep olabilir. Bu anlamda en çok zorlanan grupta engelli bir kardeşe sahip ailenin diğer çocukları sayılabilir. Araştırmalar, engelli bir kardeşe sahip çocuklarda depresif ve anksiyöz belirtiler görülme sıklığının sağlıklı kardeşleri oranlara göre daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu çocukların ev işlerinde daha fazla aktif rol aldıkları, kardeşler arasında daha fazla ayrımcılık ve özellikle annelerinden daha az sevgi ve ilgi gördüklerini hissettikleri de yine bilimsel bulgular arasındadır. Böyle bir durumda diğer çocukların da kendilerini ihmal edilmiş hissetmesine sebep olmamak için ebeveynlerin evin ve çocukların sorumluluklarını paylaşarak onlar sağlıklı çocuklarına da özel zamanlar ayırmaya çalışmaları yardımcı olacaktır. Eşler açısından bakıldığında ise, bu konuda yapılan birçok araştırma engelli bir çocuğa sahip olan çiftlerin boşanma ihtimallerinin sağlıklı çocuklara sahip ebeveynlere oranla daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Zira engelli bir çocuğa sahip olmak evlilik ilişkisinin sağlamlığını da bir nevi test edici nitelikte, er şekilde ilişki açısından süregelen bir stres faktörüdür.

Elbette destekleyici bir ilişkiye sahip çiftler hem ilişkilerini koruyabilirler, hem de birbirilerinin depresif bir sürece girmesini büyük ölçüde engelleyebilirler. Ancak yoğun bakım gerektiren b engelli bir çocuğa sahip olma durumu, yas ve hüzünle birleştiğinde ve tüm bunların üzerine çocuğun genel sağlığı ile ilgili süregelen kaygılar ve finansal güçlükler eşlik ettiğinde bir ilişkiyi stresten koruyabilmek büyük bir mücadele ve çaba gerektirebilir. Engelli bir çocuğa sahip olmanın finansal yükü oldukça fazla olduğundan sırf bu gerçeklik dahi ebeveynler açısından süregelen bir stres ve kaygı kaynağı olabilir. Araştırmalar, anne ve babası arasında destekleyici bir ilişki bulunan engelli çocukların genel fiziksel ve ruhsal sağlıklarının iyi anlaşamayan ebeveynlere sahip olanlara kıyasla çok daha iyi olduğunu göstermektedir. Özellikle eşleri tarafından desteklendiğini hisseden annelerin, eşlerinden aldıkları yardımdan bağımsız olarak, evliliklerinde daha mutlu ve tatmin olmuş hissettikleri görülmektedir. Ancak anne ve baba arasındaki ilişki yolunda gitmediğinde hem annenin hem de babanın engelli çocuğu ile ilişkisinin olumsuz yönde etkilendiği bilinmektedir.

Engelli bir çocuğa sahip ailelerde genellikle geleneksel rollere paralel olarak temel bakımın anne tarafından verildiği, babanın da finansal desteği oluşturmak adına çalışan ve para kazanan taraf olduğu görülmektedir. En ideal şekli gibi görünse de bazen bu iş bölümünün sonucunda bakım veren annenin tükendiği, babanın da kendini dışarıda kalmış hissettiği durumlar mevcuttur. Bilimsel çalışmalar özellikle engelli bir çocuğa sahip annelerin sağlıklı çocuklara sahip annelere oranla daha fazla depresif belirtilere ve anksiyete gibi ruh sağlığı bozukluklarına sahip olduklarını göstermektedir. Aynı zamanda bu annelerin fiziksel sağlık problemlerinin de daha fazla olduğu, annelik becerileri konusunda ise kendilerini diğer annelere kıyasla daha az yetkin hissettikleri de ortaya konmaktadır. Tam da bu sebeplerden, belki de hepsinden önemlisi engelli çocuğa birincil bakım veren kişinin, yani annenin, kendine iyi gelecek, ona iyi hissettirebilecek zaman dilimleri oluşturmasının gerekliliğidir; zira engelli olsun olmasın her çocuğun hem ruhen hem de fiziken sağlıklı ve huzurlu ebeveynlere ihtiyacı vardır.

Engelli bir çocuğa sahip olmak oldukça stresli ve yorucu bir durum olabilir. Her çocuk aynı olmadığı gibi, her engelli çocuk da aynı değildir ve hepsinin kendine göre becerileri, yetenekleri ve özellikleri vardır. Onlar da belirli bir hayat kalitesine sahip olarak hayattan keyif alma ve çevreleriyle mutlu bir ilişki kurabilme becerisine sahiptir. Hayat kalitesi yalnızca becerilerle belirlenemez; çocuğun ne kadar keyifli zamanlar geçirebildiği, kendini ne kadar güvende hissettiği ve her şeyden de öte herkes gibi ve en az herkes kadar sevilebilir bir varlık olduğunu hissetmesinden geçer. Bu nedenlerle, ebeveynler her çocuğun farklı olduğunu unutmadan kendi çocuklarının pozitif yönlerine odaklanmaya özen göstermelidir.

Elbette zaman zaman çocuklarına karşı olumsuz duygulara sahip olabilirler, bu çok anlaşılabilir bir durumdur, zira aynı durumda olan birçok ebeveyn bu duyguları taşıyabilir. Fakat yine de (örneğin 1 yıl sonra) üzüntü ve keder hislerinde bir azalma olmuyor ve bu durum giderek komplike bir hal almaya başlıyorsa, kişinin ruh sağlığında bozulmalar söz konusu olabilir, çocuğa verilen bakım ve diğer kişilerle kurulan ilişkiler bu durumdan olumsuz yönde etkilenebilir. Böyle bir durumda mutlaka profesyonel bir yardım alınmalıdır. Özellikle çocuklarını halen olduğu gibi kabullenmekte zorlanıyor, yaşananlarla ilgili halen tatmin edici bir açıklamaya ihtiyaç duyuyor, kızgınlık ve suçluluk gibi duygularla boğuşuyor ve durumu yoluna girmeyen bir kriz olarak görmekte ısrar ediyorlarsa mutlaka destek alınmalıdır.

Uzm. Klinik Psikolog Merve Büyükkucak

Eşler çocuklarının olmasıyla aile yaşam döngüsünde yeni bir evreye girerler ve bu ek olarak stres verici bir durumdur. Eşler çocuklarının olmasıyla, ana-babalık sorumluluğunu da üstlenirler. Çocuk sahibi olmak, çiftlerin yaşam biçimlerini, evlilik ilişkilerini, ailedeki üyelerin konumlarını ve buna bağlı olarak bireysel yaşantılarını etkiler ve ana-babalık stresine yol açar. Bu nedenle, bir çocuğun doğması, ailenin yaşamında yeni bir dönüm noktasının başlangıcını oluşturur. Anne ve babalara yeni roller yükler ve rutinlerini değiştirmelerini gerektirir. Bir çocuğun doğumu ailede birçok değişikliğe, soruna ve yeni bir yaşama uyumu gerektirdiğini ifade etmiştir. Ailenin gelişim aşamaları da çocuğun gelişim dönemleri ile paralel olarak düşünülmelidir. Ancak farklı özellikleri olan çocukların doğumu, gelişimleri ailelerde çok çeşitli değişiklerin nedeni olur.

Hazırlık yapılmasa da çocuklar evdeki konuşmalardan, değişikliklerden ve çevresindeki bebeklerden durumu fark etmekte, bu değişikliklere bir anlam veremediği için kaygı yaşayabilmektedir (Başar 1994, Dunn 1995). Her aile için bir bebeği bekleme süreci, o bebeğe ilişkin hayaller kurulduğu ve bebeğin engelli olma ihtimalinin genellikle düşünülmediği bir dönemdir. Yapılan tüm hazırlıklar normal bir bebeğe yöneliktir. Bebeğin bir engelinin olduğunun anlaşılması birçok ailenin karmaşık duygular yaşamasına neden olmaktadır. Bir çocuğun engelli olduğunun öğrenilmesi yetersizliğin derecesi ne olursa olsun yüksek derecede stres verici bir olaydır (Köksal 2011). Engelli bir bebeğin doğması ailenin tüm olumlu beklenti ve hayallerin yıkılması ile birlikte yoğun duygu ve kaygıları da beraberinde getirir. Ailede engelli bir çocuğun doğumu, üyelerin yaşamlarını, duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyen bir durumdur.

Birçok aile evliliklerini taçlandırmak adına çocuk sahibi olmak ister. Annenin hamilelik haberini alması ise aileyi sevince boğan bir faktördür. İşte bu dönemde anne zihninde doğacak çocuğun hayalini oluşturur. Bu hayalde anne kendisinin, eş, akraba, yakın çevre ve toplumsal hayatın beklentilerinden etkilenerek mükemmel çocuk algısı geliştirir. Diğer yandan beklentilerin gerçekleşmeyeceği kaygısı taşınabilir, ancak aile bu olasılığı düşünmek istemez. Aileye yeni bir bebeğin katılacağının anlaşılmasıyla kardeşler arası ilişkilerin de ilk temelleri bebek doğmadan anne karnındayken atılmaya başlar. Bu durumda ebeveyn tutumları ve yeni bir kardeşin geleceği konusunda ilk çocuğun hazırlanması, kardeşine ilk tepkisi açısından önemlidir. Ancak ilk tepki birinci haftadan sonra sevinçten öfkeye dönüşebilir. Ne kadar ve nasıl bir hazırlık gerektiği çocuğun kişiliğine, yaşına ve aile koşullarına bağlıdır.

Engelli çocuğun doğumu ile birlikte aile yaşantısında bir takım değişiklikler gözlenir. Doğumdan sonra ebeveynler ne yapacaklarını, nereye gideceklerini, kime ne söyleyeceklerini, ne soracaklarını bilemezler ve bocalamaya başlarlar. Toplum içinde her zaman, her yerde engelin nasıl olduğuna yönelik sorularla karşılaşırlar. Bu durumda ebeveynler, öncelikle varsa engelli olmayan çocuklarına, aile büyüklerine, yakın arkadaşlarına ve komşularına bilgi vermek ve açıklama yapmak durumunda kalır. Çünkü sürekli etkileşim halinde bulundukları kişilerle paylaşıma geçmek, ebeveynleri rahatlatacak ve güvenlerini sağlamaya neden olacaktır. Çocuğun özür durumunu, ilk defa aileye açıklanış şekli ve verilen bilgiler, ailenin bu şoku daha hafif ya da ağır geçirmelerinde, ileride çocuğun durumunu kabul etmelerinde önemli rol oynamaktadır. Çünkü anne-babanın özürlü bir çocuk gerçeğini kabul etmesi, duruma başarılı bir biçimde uyum sağlaması ve yaşamını bu gerçeğe göre yeniden düzenlemesi kolay değildir (Bayhan ve Metin 1992).

Wolstenbenger’e göre, ilk haberin ortaya çıkardığı üç tür kriz vardır. Wolstenberger, zihinsel engelli çocuğun aileye katılımından sonra, anne ve babaların ilk krizi çocuklarının özürlü olduğunu öğrendikleri zaman yaşadıklarını; ikinci krizi engelli çocuğa ilişkin beklentilerini gözden geçirmeleri gerektiği zaman; üçüncü krizi ise her gün karşılaştıkları sorunlarla baş ederken yaşamakta olduklarını belirtmektedir (Duman1995). Bunlar:

Yenilik krizi: Ailenin kendilik kavramı aile ve ailenin geleceği hakkında ortaya çıkan değişiklik sonucudur. Bu yalnızca zihinsel engelliğe tepki değildir. Aynı zamanda kişinin koşullarının değişmesine bir tepkidir. Yenilik krizi kısa yaşanır ve aile başlangıç şokunu atlattıktan sonra diğer streslerle karşılaşmaya başlar.

Kişisel Değerler Krizi: Pek çok kişi yarış ve başarı idealine ulaşmak ister. Bu değerlerle gelişen bir durumun ortaya çıkması nedeniyle kişisel değerler krizleri oluşur.

Gerçeklik Krizi: Bu krizde mali endişeler, bir meslek sahibi olmasında çocuğun sınırlı yeterliliği, çocuğun bakımı için harcanacak fazla zaman vb. gibi özürlü çocuğun ailesinin karşılaşacağı pek çok somut gerçekler ortaya çıkar.

Farklı özelliklere sahip bir çocuğun ana-babası olma rolü, anne ve babaların kendi seçtikleri bir rol değildir, hiçbir anne ve baba bu role kendini hazırlamaz. Genelde, aileler çocuklarını kendi düşünce, hayal ve amaçlarını gerçekleştirecek bir eser olarak görmektedir Her çocuğun doğumu aile yaşantısında değişikliklere neden olmaktadır. Buna göre, ailenin gelişim aşamaları ile çocuğun gelişim aşamaları paralel devam ettiğinden dolayı bu değişiklikler ailede kabul edilebilir durumlardır. Ancak zihinsel engelli çocukların gelişim aşamaları normal ve sağlıklı çocuklarınki ile karşılaştırıldığında daha yavaş bazen de oldukça geçtir.

Zihinsel engelli bir çocuğa sahip olmak ailenin gelişim dönemlerini sağlıklı çocuklara oranla daha fazla etkilemektedir. Engelli bebeğe sahip ailelerinin yaşadıkları duygusal zorlanma, çocukların durumuna ilişkin yeterli bilgi edinememe, başkalarına çocuğun durumunu açıklamada yaşanılan zorluk, çocukta engele bağlı olarak görülen davranış ve sağlık sorunları, tedavi ve eğitim konusunda pek çok uzmanla görüşme zorunluluğu, uygun eğitim bulma çabaları, daha fazla zaman, para ve enerji gereksinimi ve çocuğun geleceğine ilişkin kaygılar aileler için önemli stres nedenleridir. Yaşadıkları bu stres anne ve babanın çocukları ile etkili bir iletişim kuramama, çocuklarına ilişkin gerçekçi olmayan beklentiler içine girme, çocuğun duygusal ihtiyaçlarını göz ardı ederek yalnızca fiziksel ihtiyaçlarını karşılama, hatta çocuğu reddetme gibi tutumlar geliştirmelerine yol açmaktadır (Küçüker 1993).

 Psikoloji, Aile Danışmanlığı, Aile Terapisi Psk. Nurhan Bolat Meriç

Tedavi, çocuğun vücuduna dışarıdan gelen uyarıların doğru işlenmesi ne ve uygun davranışsal cevapların oluşmasına yardımcı olur. Çocuk, merkezi sinir sisteminin ihtiyacı olan duyusal güç, süreklilik ve nitelik sağlayan anlamlı aktivitelere aktif olarak katıldıkça, uyum sağlama davranışları da gelişme gösterir. Uyum sağlama davranışlarına daha iyi işleyen bir duyusal bütünleme öncülük eder. Sonuç olarak, algılar, öğrenme, yetenekler ve kendine güven, gelişme gösterir. Çocuk, plan yapabilen, organize olabilen, ihtiyacı olan ve yapmayı istediği şeyleri sürdürebilen bir birey haline gelir. Tedavi edilmezse duyu bütünleme bozukluğu, çocuğun hayatını sayısız şekillerde zorlaştır.

Tedavi olmadan Duyu Bütünleme bozukluğu, hayat boyu sürecek bir problem haline gelir. Aslında çocuk büyüdükçe Duyu Bütünleme Bozukluğu kendi kendine düzelmez, yaşamı boyunca kazanması gereken beceri ve davranışlarda ortaya çıkarak tüm yaşamını etkiler.

Yaşamı tümüyle etkileyen duyu bütünleme bozukluğu ergoterapistler/ fizyoterapistler tarafından yapılan değerlendirme sonucunda belirlenir. Tedavi Ergoterapist ve fizyoterapistler tarafından uygulanan seanslarla gerçekleştirilir.

Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ve öğrenme güçlüğü olan çocuklar Otizm (Yaygın gelişimsel bozukluk, Asperger sendromu) Serebral palsi Gelişim gecikmesi (İnce Motor Bozukluklar, Kaba Motor Bozukluklar, Görsel Motor Bozukluklar, Koordinasyon Bozuklukları vs) İşitme, dil ve konuşma bozuklukları Prematüre doğumdan kaynaklı gelişim gecikmeleri Genetik bozukluklar/ kromozomal anomaliler
Kişinin Duyu Bütünleme Bozukluğu olması, beyinde bir hasar ya da hastalık olduğunu anlamına gelmemektedir. Olabilecekler şunlardır: Çocuğun merkezi sinir sistemi duyusal mesajları almayabilir ya da algılayamayabilir. Birey, duyusal mesajları verimli bir şekilde bütünleyemeyebilir, organize edemeyebilir ve ayırt edemeyebilir. Organize olamamış beyin, çocuğun davranışlarını kontrol etmek için yanlış mesajlar gönderebilir. Doğru geri bildirimden yoksun olan ancak anlamlı davranmak zorunda kalan çocuk, bakma, dinleme, dikkat etme, insanlarla ve objelerle etkileşime girme, yeni bilgiyi işleme, hatırlama ve öğrenmede sorunlar yaşayabilir. Kişinin doğru Duyu Bütünleme Bozukluğu tipini belirlemek, en uygun tedaviyi kararlaştırmak açısından çok önemlidir.
Duyu Bütünleme Bozukluğu, beynin dış dünyadan gelen uyarıyı alması, organize etmesi ve duyusal bilgiyi kullanmakta yaşadığı zorluklar sonucu, kişinin günlük hayatını verimli etkileşim içinde yaşamasında problem yaşamasıdır. Duyusal uyarım, kişinin hareketleri, duyuları, dikkati ya da uyma tepkilerinde zorluk yaşamasına sebep olabilir.

Engelli bir insan görünce ona acıyarak bakmak yerine gayet normal davranmak, yürüme veya görme engellilere özel hazırlanmış yolları/yerleri işgal etmemek, en azından “onların derdini anlayacak kadar” işaret dili bilmek zor değil. Bunlar çok basit şeyler. Ancak şu basit şeyler, o insanların daha huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmesini sağlayabilir.

Çoğu insan deşarj olmak yani rahatlamak için konuşur. Ya konuşamayan bireyler ne yapsın? Çoğu insan duyduğu sesler sayesinde huzur bulur, huzur bulamasa bile çevresini doğru ve rahat bir şekilde algılaması için işitme duyusu şarttır. Ya işitemeyen bireyler ne yapsın? Onlar çevrelerini nasıl algılasın ve iletişim kursun? Bütün bunlara toplumun anlayışsızlığı, düşüncesizliği ve ön yargıları da eklenince engelliler için mutsuz bir yaşam kaçınılmaz oluyor.

Neredeyse her şeyin duyabilen ve konuşabilen “sağlıklı” kişilere göre tasarlandığı bu dünyada kendinizi gereksiz birisi gibi hissedebilirsiniz. Aslında bu durum, bütün engelliler için geçerli. Onların varlığı göz ardı ediliyor ve dünyadaki her şey “engelsiz bireyler” düşünülerek yapılıyor. Ancak şunu unutmamakta yarar var; dünyadaki hiçbir insan mükemmel veya kusursuz değil. O yüzden engelli insanların varlığını unutmayın ve bir şey yaparken onları da düşünün.

“Ya karşımdaki kişiyi dudak okuyarak anlamaya çalışırsam ama yanlış anlarsam?
Ya gideceğim yerde işaret dili bilen kimse yoksa?
Ya kimseye derdimi anlatamazsam?
Ya yolda yürürken bir arabanın kornasını duymadığım için kaza geçirirsem?
Ya yolda yürürken insanlar bana acıyarak ve küçümseyerek bakarsa?”

Bazen çeşitli nedenlerden ötürü duygu ve düşüncelerini açıkça söylemez insanlar. Bu durum onları çok üzer ve kızdırır. Şimdi, ömrünüzün sonuna dek asla konuşamayacağınızı hayal edin ve neler hissedebileceğinizi düşünün. Endişe? Öfke? Hüzün? Huzursuzluk? Acı?

Elbette ister. Sevdiği insanın karşısına geçip tüm duygularını açık açık söylemek ve kalbindeki aşkı onunla paylaşmak ister. Öfkelendiğinde ağız dolusu sövmek, üzüldüğünde bağıra bağıra ağlamak, mutlu olduğunda cıvıl cıvıl konuşmak, pişman olduğunda “özür dilerim” demek ister bütün insanlar.
Sokağa çıkmadan önce bile iki kez düşünmeniz gerekiyor. Bir araba size çarpmamak için kornaya bassa, duyamazsınız. Bir yakınınız size selam vermek istese, seslenemez. En basitinden yolunuzu kaybetseniz, kimseye adres soramazsınız. Kimseye yardıma ihtiyacınız olduğunu söyleyemezsiniz.
İnsanlar sürekli dudaklarını oynatıyorlar ancak hiçbir şey olmuyor, devamlı kıpırdayan dudaklar ve sonsuz sessizlik… Kendi aralarında sohbet edip gülüşüyorlar ama bütün bunlar sizin için hiçbir anlam ifade etmiyor. Sessizlik, herkesi ve her şeyi anlamsızlaştırıyor sanki.
Kendiniz yaşamadığınız sürece asla bilemezsiniz. Sadece tahmin edebilirsiniz. Bedensel ve ruhsal açıdan yüzde yüz sağlıklı bireylerin bile güçlükle yaşadığı bu dünyada, engelli olmak gerçekten zordur.

Engelli Olmak Nedir? Engellilerin Toplumdaki Yeri Nasıldır?

Kısaca, yeti yitimi olarak tanımlanan engelli olma durumu, incitici ve rahatsız edici kabul edilen “sakat, özürlü ya da malul” gibi kelimelerle de adlandırılmaktadır. Resmi evraklarda bile bu rahatsız edici tabirleri görmek mümkündür. Örneğin, bir kusurundan dolayı askere gitmesi sakıncalı olan kişilere, “çürük” raporu verilmektedir. Ancak, bir takım düzenlemeler de bu anlamda yapılmıştır. Bununla alakalı olarak, ülkemizde “özürlü” sözcüğünün resmi olarak kullanılması yasaklanmıştır.

Engelli kişilerin tek sıkıntısı, kendilerine yakıştırılan kaba isimler değildir. Birçok engelli kişi, toplumun kendilerine olan yaklaşımlarından dolayı dertlidir. Kişisel yaşamdan sosyal çevreye varıncaya dek, hayatın her alanında var olan engelli vatandaşların bir kısmı hafif engelli, bir kısmı ise ağır engellidir. Ağır engelli kişiler, çoğu yaşamsal faaliyetini tek başlarına gerçekleştiremezken, hafif engelli kişiler bu anlamda biraz daha avantajlıdırlar. Engelli olma durumu, genel başlıkları bakımından 3’e ayrılmaktadır.

Fizyolojik Engel

Bireyin, doğuştan ya da sonradan maruz kaldığı bir tür olan fizyolojik engelli olma durumu, bir rahatsızlık ya da kaza sonucu hayati bir organın yetisinin kaybolması veya azalması ile ortaya çıkmaktadır. Solunum bozuklukları, organ yetmezlikleri gibi örnekler, fizyolojik engellerden ikisidir.

Zihinsel – Nörolojik Kontrol Problemi Engeli

İşitme, görme ya da diğer duyular ile ilgili problemlerin görüldüğü engelli olma durumudur. Doğuştan ya da sonradan yaşanan problemler sonucu ortaya çıkan bu tip engel durumlarında, duyunun algılanamaması, algılansa dahi beyinde doğru yorumlanamaması, hatta duyuların sinir sistemi içinde iletilememesi durumları, bu engel türünün nedenini oluşturmaktadır. Öğrenme bozuklukları, dikkat yetersizlikleri, görme yetisinin kaybolması, işitememe problemi, duygusal algı bozuklukları, gibi durumlar, bu engel türüne dahildir.

Fiziksel engel

Yaşam fonksiyonlarını etkilemese de, uzuv kaybı kaynaklı yürüyememe, hareket edememe gibi engellerin oluşturduğu engellilik türüdür. Doğuştan olabileceği gibi, hayat akışı sırasında da maruz kalınabilir.

Engelli Bireylerin Toplumdaki Yeri Nedir?

Engelli bireyler, hayatlarını sürdürürken birçok sorunla karşılaşmaktadırlar. Bu sorunların çözümünde ise, hem devlet eliyle, hem de gönüllük esas alınarak, fazlaca pratik çözüm geliştirebilmek ve engelli bireylerin hayatlarını kolaylaştırabilmek mümkündür. Ayrıca, bazı sivil toplum kuruluşlarının ya da spor kulüplerinin öncülük ederek, sadece engelli kişiler arasında yapılmasına ön ayak olduğu futbol, satranç, tekerlekli sandalye basketbol maçları gibi aktiviteler de, engelli vatandaşların topluma kazandırılması ve moral motivasyonlarının yüksek tutulması noktasında çok önemlidir. Her ne kadar son yıllarda gerek Türkiye’de, gerek batılı ülkelerde engelli bireylerin özel durumlarına dikkat çeken birçok program, afiş, organizasyon gibi etkinlikler hazırlansa da, engelli bireylerin sosyal yaşamda ve topluluklar içindeki sıkıntıları azalmamaktadır. Toplumun dikkati engelli bireylerin yaşadığı sıkıntılara bir parça çekilebilmiş olsa da, uygulama anlamında kampanyalar sonrası hayat tersine dönmektedir.

Örneğin, bir döneme damgasını vuran “mavi kapak toplama ve bunun sonucunda tekerlekli sandalyeler alma” furyası, çok iyi niyetli ve sonuç odaklı bir kampanya olsa da, takip eden süreçte etkisini yitirmiştir. Engelli bireyler, yeniden kaderleriyle baş başa kalmak zorunda bırakılmışlardır. Görme yetisi olmayan, bilinen adıyla “kör” bireyler, kendileri için özel döşenen kabartılmış kaldırım taşları üzerinde yürüyememektedir. Bu tip engelli yollarının üzerlerinde herhangi bir yapı olmaması gerekirken, birçok yerde bu tip kaldırımlar ve yolların üzerinde korkuluk, otobüs durağı ya da park etmiş araçlar görülmektedir. Yine bir başka düşüncesizlik ise, üst geçitler ya da merdivenle çıkılan her türlü bina, iş yeri gibi alanlarda, tekerlekli sandalye kullanan bireylerin yararlanabileceği ve hareket edebileceği düz rampaların yapılmaması ya da gerek görülmemesidir.

Tekerlekli sandalye kullanan ve sosyal hayatta yoğun olarak karşılaştığımız engelli vatandaşlarımız için, kimi belediyeler özel yollar yapmış olsa da, Türkiye’nin birçok şehrinde kaldırımlara düz rampaların yapılmadığı görülmektedir. Benzer olarak, otobüslere iniş ve binişler için de yardımcı rampaların hazır bulunması gerekmektedir.

Bu anlamda kritik bir söz olan “Her sağlıklı insan bir engelli adayıdır” cümlesi, akıllardan çıkarılmaması gereken bir önermedir. Sağlıklı olan bireyler, engelli bireyleri düşünmedikçe ve onlara yardımcı olmadıkça, bu vicdani yara her gün kanamaya devam edecektir. Engellilere karşı anlayış ve hoşgörünün yüksek olduğu Avrupa’da, tüm toplum hizmetleri engelli vatandaşların da rahatlıkla yararlanabileceği şekilde yapılmaktadır. Aynı şekilde, gerek Türkiye’de, gerek doğu toplumlarında da engelli vatandaşlara karşı sorumluluk ve düşünceli olma durumunun artması gerekmektedir.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Engellilik

Doğuştan ya da sonradan bazı uzuvlarını kullanamayan engelli çocuk diğerlerine göre hep daha çok düşünmek ve çabalamak zorunda kalmaktadır. Zihinsel engel daha farklı. Zihinsel engelli çocuklarımız adına biz daha fazla düşünmeli onlara daha fazla yardımcı olmalıyız. Kaldı ki onlar da herkes gibi hisleriyle ne kadar sevildiklerini ne kadar ilgilenildiklerini gayet iyi bilirler. Çağımız gereği nihayet ülkemizde de engelleri aşmanın yolları daha çok aranmaktadır ve ailelerin farkındalığı oldukça artmıştır. Öncelikle çocuk bir kaç ya da tek uzvunu kullanamayabilir ama unutmayın ki diğerleri gibi düşünüyor ve hissediyor. Onlar adına konuşmam gerekirse “bana farklı davranılmasını istemiyorum” diye haykırıyor. O da her çocuk gibi utanıyor, heyecanlanıyor, korkuyor, seviniyor, şımarıyor… Aslında onun işini yapmanızdan daha çok; kendisi engeli ile nasıl baş edebilir nasıl özgürleşir bunun derdinde çocuk. Ve her farklı gözle bakıldığında her gereğinden fazla yardım ettiğinizde çocuk kendini daha fazla geriye çekiyor.

Bedensel engelli bir çocuğun kendi sınırları içerisinde aynı diğer çocuklar gibi zorlanmaya, öğretilmeye ve olayların içine sokulmaya ihtiyacı vardır. Onu diğerlerinden ayrıştırdığınızda onu hiç zorlamadığınızda yerli yersiz şefkat gösterdiğinizde kendini “farklı ve sorunlu” hissedecektir. Çocuk zaten farkının farkında ve bu durumun altının sürekli çizilmesi onun diğer gelişimlerini olumsuz etkileyecektir. Bedensel engelli çocuklarımızı hayata katalım derken onlara sürekli şefkat adı altında “farklısın” imajı vermeyelim. Düşünebildiklerini ve bizi çok iyi izlediklerini unutmayalım.. Bu durum engel tanımaz… Bütün çocuklar için eşittir.

Bedensel Engel / Nazan AKBOLAT

Engelli olmak, yaralanma ya da fiziksel veya zihinsel bir rahatsızlık nedeniyle bazı hareketleri, duyuları veya işlevleri kısıtlanan kişi olarak tanımlanmaktadır. Engeller doğuştan gelebilir veya sonradan geçirilen hastalıklar veya kazalar sonucu ortaya çıkabilir. Aileye yeni katılan bebeğin engelli olarak dünyaya gelmesi ya da sonradan herhangi bir nedenle engelli hale gelmiş olması ailede birçok farklı duyguların yaşanmasına yol açabilir. İlk başta inkar etme, kabullenememe, hayal kırıklığı, suçluluk duygusu, korku, öfke, çaresizlik, vb. bazı ailelerde bu süreç daha kolay atlatılarak kabul edilirken bazı ailelerde ise uyum süreci daha zor olabilmektedir. Ailenin bu durumu kabul ederek, engelli çocuğuyla olumlu ilişkiler kurması, aile içinde bozulan dengenin yeniden kurulması engelli çocuğun psikolojik uyum sürecini olumlu etkileyecektir. 

Engelli çocuklar; engelinden dolayı başkasına bağımlı olma, toplumsal yaşam alanlarının bağımsızlaşmalarına olanak sağlayacak düzenlemede olmaması vb. faktörlerden dolayı kısıtlanmış hissedebilirler. Bu durum beraberinde bazı psikolojik sorunları da getirebilmektedir. Ailesel faktörler; çocuğun aşırı korunması, aşırı müsamaha gösterilmesi, ya da fazla kısıtlanması bağımsızlığının engellenmesi, çocuğa özerkliğin tanınmaması, ihmal ya da istismar edilmesi, şiddete maruz kalma, sosyal izolasyon, tutarsız disiplin yöntemleri, gelişimine ve yetisine uygun olmayan beklentilerin olması, ailedeki diğer çocuklar arasında ayırım yapılması vb. faktörler psikolojik sorunların gelişiminde rol alan başlıca etkenler arasındadır. Görüldüğü üzere aslında engelli çocuk ya da bireyin yaşadığı psikolojik sorunların kaynağı engelin kendisi değil, engeli nedeniyle maruz kaldığı toplumsal ve bireysel engellenmedir. Tüm bu etkenler engelli çocuğun kendisini yük olarak görmesine, düşük benlik saygısı geliştirmesine, dışlanmışlık hissine, bunlara bağlı olarak da içe kapanmasına, sosyal ortamlarda bulunmak istememesine, yetersizlik ve suçluluk duygularına neden olabilmektedir.

Bir çocuğun engelli olarak dünyaya gelmesi kendi seçimi değildir ya da değiştirebileceği bir şey değildir. Bu nedenle toplum olarak, çocuğun engeline odaklanmak yerine yapabileceklerine odaklanmalıyız. Engelli çocuğun, engeline göre yaşamının düzenlenmesi yaşam kalitesini arttırması yönünde yapılacak en önemli adımdır. Bu düzenlemeler; özel eğitim ve rehabilitasyon uygulamaları, tıbbi takibin ve psikolojik desteğin sağlanması, bunların yanı sıra sosyal yaşamının gelişmesine yönelik sanat, spor vs. aktiviteler aracılığıyla yapılabilir. Koşulsuz kabul görmek tüm insanlarda olduğu gibi engelli kişilerde de özgüven ve benlik saygısının oluşmasında oldukça önemlidir. Yaşam kalitesi dediğimizde; rahatlık, psikolojik iyi olma, hareketlilik, özerklik, doyum, uyum, işlevsellik, kendi ile barışık olma, öz farkındalık, sosyal ilişkisellik, iyimserlik ve keyifli bir yaşam sürme olarak ele alınmaktadır. Engeli olsa da kişinin yaşam kalitesi arttırıldığında engelin çok da önemli olmadığı gerçeğini unutmamalıyız. / Kln. Psk. Emel Güler

OKAN ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Bugünlerde engelli çocuklara yapılan olumsuz davranışlar medyada göz önünde. Bizler de hassas bireyler olarak çocuklarımıza engelli arkadaşlarına nasıl davranmaları gerektiğini öğretmeye çalışıyoruz ve diğer tüm ailelerin bu konuda bizim gibi hassas ve bilinçli olmaları gerektiğini düşünüyoruz. Peki bu konuda yeterli bilgiye sahip miyiz? Toplumda engellilere, okulda engelli çocuklara nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili çocuklarımızı eğitebilecek bilgi düzeyinde miyiz? Sanırım hepimiz bir takım ikilemler yaşıyoruz. Günlük hayatta okul dönemindeki çocukların daha fazla olumsuz duygusal süreçler yaşamasını engellemek için doğru davranışları bir kez daha okumakta ve çocuklarımıza öğretmekte yarar var.

Engelli Çocuğu Kabullenme

Çocuğunuz daha önce engelli bir bireyle karşılaşmamışsa; engellerin neler olduğunu, nasıl ve nelerden kaynaklı olduğunu bilmiyor ve davranışlara yansımalarının neler olabileceğini tahmin etmiyorsa; engelli bir bireyle karşılaştığında karşı tarafın olumsuz duygu durumu yaşamasına sebep olacak davranışlarda bulunabilir. Aslında bu durum çok normaldir. Çocuklarımız kendi masum dünyalarında yaşıyorlar ve kimseye kasıtlı zarar vermek niyetinde değiller bunu unutmamalıyız. Çocuklarımıza bu engellerin neler olduğunu, nelerden kaynaklandığını ve doğurabileceği davranış bozukluklarını anlatmalıyız ki çocuğumuz karşı taraftaki çocuğun davranışlarına olumsuz reaksiyonlar göstermesin. Çocuklar karşılarındaki bireylerin engelleri olmadığı halde davranış bozuklukları gösterdiğini düşünerek bu tepkileri vermektedirler. Çocuklara bu durumları açıkladığımızda onların da daha hassas olacaklarını görebiliriz.

Engelli Çocuğu Kabullenme Süreci?

Karşımızdaki bireyin engelli olduğunu biliyorsak bununla ilgili iki olumsuz tutumdan kaçınmalıyız;

1. Çocuğa normal bir bireymiş gibi davranmak ve beklenti yaratmak:

Karşınızdaki engelli çocuğun engelini tamamen yok sayarak onunla bir ilişki kurmaya çalışmanızın çocuğa faydasından çok zararı olacaktır. Engelli bir bireyi hiçbir engeli yokmuş gibi görmeye çalışmak ondan beklentilerimizi diğer bireylerle aynı düzeyde tutmak çocuğu zorlayıcı bir süreçtir. Çocuğun engelli olduğunu ancak bu engeline rağmen yapabileceklerini kabul ederek bu yapabilirlikleri üzerinden çocukla iletişim kurulmalıdır. Örneğin çocuğunuzun sınıfında işitme engelli bir çocuk var. Çocuğunuz iletişim kurarken diğer çocuğun konuşmalarını tam olarak anladığından emin olmalıdır. Diğer çocuklarla sohbet ettiğinden belki biraz daha yavaş, tane tane ve yüksek sesle konuşmalı. Fakat bunu yaparken arkadaşıyla alay etmemeli. Onu aşağılayacak, küçük düşürecek tutumlar sergilememeli. Onun bu engelinin farkında olduğunu fakat yine de onu da diğer çocuklar gibi çok sevdiğini ve iletişim süreçlerinize onu da katmak istediğini arkadaşına hissettirmeli. Böylece yaşıtları gibi o da grupla oyunlar oynamaya devam edecektir. Çocuklarımıza bu süreçlerin ne şekilde gerçekleşmesi gerektiğini anlatmalıyız. Engelli çocuğa engelinin farkında olarak yaklaşmalı aynı zamanda sevgi ve olumlu iletişim kurma isteğinde olmamalılar.

2. Çocuktan yapabileceğinin üzerinde performanslar beklemek:

Eğer engelli çocuktan diğer çocuklardan beklenen performans beklenirse çocuk aşırı zorlanabilir. Çocuğun yapabileceğinden fazlasını beklemek çocuğun zorlanması sonucunda artık yapabilecek olduğunu da yapmaktan vazgeçmesine neden olabilir. Bizler okullarda nasıl ki kendi çocuklarımızın yapabileceğinin en iyisini yapmasını ve başarılarıyla gurur duymasını istiyorsak engelli çocukların da bu duyguyu yaşamasını sağlamalıyız. Örneğin çocuğunuz diğer çocuklarla birlikte okumasına engel olmayacak düzeyde zeka geriliği yaşayan çocuklarla aynı sınıfta. Normal çocuklar 2 haneli sayılı kolaylıkla çarpabiliyorken bu arkadaşları biraz daha zorlanıyor olabilir. Bu durumda çocukların alay etmesi, engelli çocuğun başarısının daha da düşmesine sebep olabilir. Bu yüzden çocukların arkadaşlarına yardımcı olmaya çalışması, beklemeyi bilmesi gerekir. Çocuğun yapabileceği en fazla 2 haneli iki sayıyı çarpabilmekse çocuktan daha fazlası beklenmemelidir. Elinde gelenin en iyisini yaptığı için takdir edilmeli ve başarı duygusunu yaşamasına izin verilmelidir.

Bunlar çocuklarımız günlük hayatta uygulayabilecekleri çok küçük ipuçları ve davranış değişikleridir. Çocukların farkındalığı artırılarak daha hassas olmaları sağlanabilir. Çocukların akranlarından gördükleri tepkiler gelişimsel süreçlerinde çok etkilidir. Olumlu bir arkadaş çevresinde büyüyen engelli çocukların yarınlardaki ilerlemesine daha umutlu bakabiliriz. Tüm bunları göz önüne alıp çocuklarımızı eğitmek bizlere düşmektedir.

Klinik Psikolog Barış Gürkaş / Engelli Çocuklara Nasıl Davranmalıyız?

3 Aralık Dünya Engelliler Günü

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü Mesajı’nda engelli olmanın bir eksiklik ve kusur, sağlıklı olmanın da bir üstünlük sebebi olmadığını belirterek “Bu manada topluma düşen görev engellilerin engellerini kaldırmak, onların hayatlarını kolaylaştırmaktır” dedi

Üstün niteliklerle yaratılan ve en güzel vasıflarla donatılan insan, varlık âleminde seçkin ve saygıdeğer bir konuma sahiptir. Ona bu saygınlığını kazandıran, ilahi hitaba muhatap oluşu, sorumluluk bilinci, insanlara karşı güzel davranışı ve ahlaki tutumudur. Yaratılıştan veya sonradan ortaya çıkan bir takım fiziki engeller sebebiyle bu saygınlığından hiçbir şey kaybetmez. İnsan için asıl olan dünya hayatının geçici ve bir imtihan yeri olduğunun farkına varmasıdır. Şükür, sabır,  metanet, ümit ve güzel ahlak ekseninde bir hayat sürdürmesidir. İmtihan âleminde engelli olmak bir eksiklik ve kusur olmadığı gibi, sağlıklı olmak da bir üstünlük sebebi değildir. Bu manada topluma düşen görev engellilerin engellerini kaldırmak, onların hayatlarını kolaylaştırmak ve onlara destek olmaktır.

Bütün ömrünü insana onur, haysiyet, hürriyet ve saygınlık kazandırmaya adamış ve hayatının her bir evresi bizim için ideal bir örneklik teşkil eden Peygamberimiz, birlikte yaşadığı elliye yakın görme, ortopedik ve işitme engelli sahabe ile özel olarak bizzat ilgilenmiştir. Hayatın tüm kademelerinde, toplumsal yaşama katılmaları konusunda onları cesaretlendirmiştir. Onları her zaman imkân ve yeteneklerine uygun görevlerde istihdam etmiş, onlara destek olanları övmüş, engelli olduğu için sabırla ve azimle hayata tutunmaya çalışanları da Allah katında birçok mükâfatlarla ve cennetle müjdelemiştir.

Sorumluluk bilinci, merhamet ve adalet anlayışı ile hayatımızın bir gerçeği olan tüm engelli kardeşlerimize karşı göstereceğimiz ilgi, duyarlılık ve farkındalık bireysel ve toplumsal hayatımızda rahmet, bereket ve huzura vesile olacaktır. Bu vesileyle 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nün engellilerimize bekledikleri tüm alanlarda umut olmasını yüce Allahtan niyaz ediyor, bütün engelli kardeşlerime ve onların yakınlarına, mutlu, huzurlu bir hayat diliyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bütün mensuplarımızla her zaman yanlarında olduğumuzu ifade ediyor en kalbi selam ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Prof. Dr. Ali ERBAŞ / Diyanet İşleri Başkanı

Comments are closed.