
Uzay gemisini Dünya’nın yörüngesinde gezdirirken gezegenimizin ne kadar güzel olduğunu gördüm. İnsanlar, bu güzelliği koruyalım ve arttıralım, yok etmeyelim! Juri Alexejewitsch Gagarin


Akıllı olmak sadece matematikte iyi olmak, tüm hayvan türlerini nasıl daha iyi sınıflandıracağını bilmek, oldukça ayrıntılı bir heykel yapmak veya bir iş seçerken iyi bir özgeçmişe sahip olmak değildir. Gerçek hayatta akıllı olmak bundan çok daha fazlasıdır.

Akıllı eylemler olarak gördüğümüz zeka, tarih boyunca değişime uğramıştır. Zeka, bir tanktaki [arabadaki] yağ gibi kafada bulunan bir madde değildir. Birbirini tamamlayan bir potansiyeller koleksiyonudur. Howard Gardner
Doğa bilimciler genellikle bir grubun veya türün üyelerini gözlemleme, tanımlama ve sınıflandırma veya yeni tipolojiler oluşturma konusunda yeteneklidir. Fauna ve florayı tanıma yeteneklerine sahiptirler çünkü bu zekanın özellikleri kendini araştırmaya adamış ve bilimsel yöntemi sistematik olarak uygulayan kişilerin özellikleridir. Bu nedenle bilim ve kültürün herhangi bir alanına da uygulanabilir. İnsanlar olarak bizler bitkiler, hayvanlar, iklim değişiklikleri vb. şeylerle uğraşırken az ya da çok bu tür bir zekayı kullanırız. Bu yetenek bilimsel sınıflandırmaya eklenir. Ancak Gardner (1986) tarafından daha sonra yapılan bir revizyonda doğal zeka, çoklu zekadan çıkarıldı, bu nedenle şu anda tanımlanmış 8 tür zeka vardır.


Kaba motor becerilerin ötesinde, belirli vücut hareketlerinin (ince motor becerileri) evrimi, insan türünün gelişimi için, makro beceriler yeteneğinden aletleri kullanma becerisini içeren problemleri çözmeye kadar büyük önem taşır. Bir problemi çözmek için kinetik olarak davranmakla bedeni sporda hareket ettirmek veya antrenman yapmak veya dansta duyguları ifade etmek veya heykel yapmak için kullanmak arasında bir ayrım olduğu açıktır. Çünkü ilkinde mantıksal zeka matematiği ile birleştirilirken, geri kalanında sezgisel açılım etkileşime girer.


Mekansal zeka, dünyanın zihinsel modelini üç boyutta oluşturmaktan ibarettir. Diğer yetenekli kişilerin sahip olduğu zekanın yanı sıra, sanatçıların, özellikle heykeltıraşların, mimarların, denizcilerin, mühendislerin, cerrahların, dekoratörlerin, fotoğrafçıların, tasarımcıların ve reklamcıların sahip olduğu zekadır. Sağ yarım küre, beynin mekansal hesaplamasından sorumlu kısmıdır. Beynin sağ yarı küresinin arkasında bir lezyon bulunduğunda, kişi yönünü şaşırır, yüzleri veya mekanları tanıyamaz. Mekansal problemlerin çözümü, navigasyon yardımıyla bilinmeyen bir yere varmak için araba sürmekten, harita kullanımından, satranç oynamaya, ve tabii ki, grafik ve görsel sanatlara, üç boyutluların kullanımına kadar varan bir yeteneği kapsar. Zihinsel imgeler oluşturmaya, fikirleri temsil etmeye ve bu nedenle düşünsel temsili gösteren çizmeye izin verir. Algıda seçicilik, görsel detaylarda saklanır.

Dilbilimsel zeka, siyasi liderlerin, yazarların, şairlerin, yetenekli editörlerin sahip olduğu şeydir. Beynin iki yarımküresini de kullanır ve her ikisinin de dil işleme ve anlama yeteneğine katkıda bulunduğu görülmektedir: Sol yarım küre, ölçü bilimin dilsel anlamını işler. Aruz, konuşma, ritim, tonlar ve vurgunun ses uyumudur. Sağ yarım küre ise ölçü bilim tarafından iletilen duyguları işler. Okuma, yazma ve ayrıca konuşma ve dinlemede kelimelerin sırasını ve anlamını anlama yeteneğini ifade eder.

Tek bir zekamız yok. Her insanın kendine özgü bir akıl kombinasyonu vardır. Howard Gardner
Stephen Hawking ne Don Juan’dan ne de komşuları ve müşterileri ile güzel bir ilişkisi ve sevecen bir ailesi olan yerel manavdan daha az ve daha çok zeki değildir. Ne Einstein, Messi’ye göre, ne de Bill Gates, Picasso’ya göre daha zekidir. Her biri sadece kendi alanlarına göre yeteneklidir. Zeka bir kapasite olarak anlaşılırsa, dünyayı inşa etmenin, farklılıklar çizmenin, herkesin kendi yolunda ilerlemesi gerektiği anlamı çıkarılır. Kişide hakim olan zeka türüne göre gözlemlenen olgunun belirli yönlerine dikkat çekmeyi gerektirir.
Zeki olmak, her şeyi mükemmel bir şekilde yapmak anlamına gelmez. Gardner, zekayı sorunları çözme veya bir veya daha fazla kültürde değerli olan ürünler üretme yeteneği olarak tanımlar. Bu, farklı özelliklere sahip tek bir zeka değildir, çoklu, farklı ve bağımsız bir zekalar kümesini temsil eder. Böylelikle zeka olarak kabul edilenlerin alanını genişletir ve bilimsel zekanın parlaklığının hayatının her alanında daha yetenekli olacağı anlamına gelmediğini onaylar. Finans, iş, spor, araştırma alanlarında başarılı olmak akıllı olmayı gerektirir, ancak her alanda belirli bir zeka türü kullanılır. Belli bir disiplin için zeka teorilerinden birine sahip olmak gerekli olabilir, ancak hiçbiri diğerlerinden daha iyi veya daha az alakalı değildir. Bu nedenle, hayatımızda gelişmeden, ilerlemeden söz ettiğimizde akademik geçmiş oldukça önemlidir.



Çocuğun çevresiyle ve yaşıtlarıyla etkileşimini mümkün olduğunca teşvik etmeliyiz. Sadece görme yoluyla veya mobil cihazlara ve tabletlere parmaklarının uçlarıyla dokunarak değil, beş duyularıyla birden dünyayı incelemelerini, ilişki kurmalarını ve keşfetmelerini sağlamalıyız. Koşmalarına, kirlenmelerine ve karton uzay gemileri gibi kendileri için bir şeyler icat etmelerine izin vermeliyiz.

Yavaş yavaş, neyin önemli olduğuna odaklanmak ve böylece daha verimli olmak için dikkat dağıtıcı şeyleri görmezden gelebileceklerdir. Ancak, bu potansiyeli kaybetmemeleri ve çevreyle ilgili belirli ayrıntıları takdir etmeye devam etmeleri çok daha iyidir. Gerçekten de meraklı bakış, çocukluktaki ivmesini asla kaybetmemelidir.
Çoğu zaman, kediyi merak öldürür deriz. Aslında gerçek şu ki, muhtemelen kediyi daha akıllı yaptı. Rochester Üniversitesi (ABD) Beyin ve Bilişsel Bilimler Bölümü bu konuda bazı ilginç araştırmalar yaptı. Merakın bilişin temel bir unsuru olduğunu buldular. Gerçekten de merak sayesinde toplumun ilerlemesi her alanda desteklenir. Tıbbi, sosyal, teknolojik ve benzeri alanlar buna örnektir. Ayrıca, beş yaşındaki çocuk yetişkinlerden daha fazla şey algılıyorsa, bunun nedeni merakın gelişiminin doğal bir parçasını oluşturmasıdır.

Örneğin, araştırmacılar bir çocuktan ve bir yetişkinden bir dizi karakter içeren bir resmi hatırlamalarını istediğinde, yaşlı kişi daha fazla sayıda ögeyi hatırladı. Çocuk ise testi uygulayan kişinin nasıl olduğunu, hangi gömleği giydiğini ve o sırada pencereden gördüklerini hatırladı. Yetişkinler, seçici dikkat konusunda daha fazla yetenek sergilerler. Bununla birlikte, çocuklar genişletilmiş, daha geniş ve daha az özel ilgi ile tanımlanır.

Çocukların yetişkinlerin göremediği uyaranları algıladıkları iddiası, belki de olağanüstü güçlere sahip olduklarını düşündürebilir. Dahası, belki de bizden kaçan varlıkları ve tekillikleri görüyorlar. Ancak, durum böyle değil. Aslında dünyaya başka bir şekilde bakabilseydik, gerçekte onların algıladıklarını biz de görürdük.

Çocukların yaşları ve masumiyetleri nedeniyle onları eşsiz kılan erdemleri olduğunu hepimiz biliyoruz. Gerçekten de, dünyayı aynı anda hem son derece yenilikçi hem de zorlu bir şekilde görebiliyorlar. Her şey onların dikkatini çeker ve her şey onlara soru sormasını sağlar. Aslında onlar için gerçeklik, sonsuz bir deney ve etraflarındaki dünyayı anlamaya çalışmanın senaryosudur.
Çocuklara ne düşünecekleri değil, nasıl düşünecekleri öğretilmelidir. Margaret Mead
Ancak, durum böyle değil. Bilişsel süreçler söz konusu olduğunda, hala öğrenecekleri ve geliştirecekleri çok şey olması muhtemel olsa da, algı söz konusu olduğunda, dört ila beş yaşındakiler olağanüstü olma eğilimindedir…



Daha yalın bir şekilde ifade edecek olursak, modernlik ile hafıza arasındaki ilişkiyi felsefi bir soruşturma ekseninde düşünmeyi bırakarak, modern sosyal bilimler ekseninde ele aldığımızda yeni bir boyut karşımıza çıkıyor. Bu boyut modernliği tarihsel bir kategori olarak değerlendirmekten ziyade, ideolojik bir form olarak görmeyi gerektiriyor. Yani “modernlikten” ziyade “modernizmin” hafıza ile ilişki biçimine bakmayı zorunlu kılıyor. Bu noktada bir modernizm tanımı yapmak ve modernlikten farklı olarak modernizmin hafıza ile ilişkisini tanımlamak gerekmekte.

Bu tabii ilerleyişte modernlik sunduğu zihniyet ile bu günden adlandırdığımız bir aşama olarak karşımıza çıkıyor ve diğer aşamalarda olduğu gibi kendi hatırlatma ve unutma biçimini insanoğluna sunuyor. Tabiat, mekân ve zaman tasavvuru ile hatırlananları ve unutulanları biçimlendiriyor. Böyle bir durumda insanoğluna, bu zaman zindanından kurtulmak için hakikati hatırlamak düşüyor. Zira hem tarihin, mekânın hem de zamanın üstünde bir hakikatin varlığını hatırlamak, insan olduğumuzu hatırlamanın zorunlu koşulu olarak karşımızda duruyor. Modernliğin tarihsel bir kategori olarak hafızayla kurduğu ilişkide ontolojiyi hatırlamak böyle bir anlamı ifade ediyor.



Bir taraftan teknolojinin baş döndürücü hızı yapay zekâlara vatandaşlık vermeyi zorunlu kılarken, diğer taraftan nerede doğduğunu, hangi ülkenin vatandaşı olduğunu dahi hiç öğrenemeyen çocuklar, yine nereden geldiğini bilmediği bombaların enkazında ya da nereye gittiğini bilemediği botlarda, biraz şansları varsa, hayata tutunmaya çalışıyor. Robotlar kadar vatandaş olamıyor. Bütün tarihin yükünü sırtlanmış, medeniyetlere beşiklik yapmış şehirler birkaç günde yok olurken, uzaya turistik ziyaretlerin ya da lüks bir yaşam kurmanın imkânları hazırlanıyor.

Bu gün herkesin kullanabildiği teknoloji, insanın doğa karşısında muktedir bir varlık olduğu, dolayısıyla doğa üstü bir konumda olduğu hissini salık vermektedir. Fakat tablo bu kadar net değildir. Zira hakikatin olmadığı bir yerde insan da yoktur. Onun için insan olmanın imkânını yakalamak adına, hakikati hatırlamak zaruridir. Modern dünyada hatırlama ve unutma böyle bir ilginin konusu olarak sosyal bilimlerin gündemine tutunmaya çalışmaktadır.
İçinde yaşadığımız çağda ise durum biraz farklıdır. Hakikatin ne olduğundan ziyade, bir hakikatin var olup olmadığı, insanın hakikat üretip üretemeyeceği temel sorun alanlarıdır. Hakikatin gündelik hayattaki yeri ve konumu muğlak ve belirsizdir. İşin temel esprisine çelişik düşecek şekilde herkese göre bir hakikat tasavvuru vardır. Artık evren, insan ve hayat insanın kendi aklı ile açıklayabileceği kavrayabileceği bir düzlemde kabul edilir. Herhangi bir sabiteye gerek kalmaksızın insan yetkin bir varlık olarak hayatını kendi kendine yaşayabilir. Var olmanın anlamına ve hayatın bugünkü kurgulanışına kafa yormuş bir filozof olan Hidegger’in deyimiyle artık ontoloji yitirilmiştir. Aydınlanma döneminden itibaren bilgiye ve bilginin müşahhas hâllerinden biri olan teknolojiye yüklenen anlamlar varlığa ilişkin tasavvurun kaybolmasına, buharlaşmasına neden olmuştur.



Her insan farklıdır, insanları suça iten nedenler farklıdır. Aynı olmasının beklenmesi mümkün değildir. Bu nedenle ortaya atılan bu üç teorinin birini mutlak doğru kabul etmek, diğerlerini yok saymak yanlış olacaktır. Farklı suçlulukların farklı teorilerle açıklanması mantık sınırı içindedir. Suçun nedenlerini ararken cevabı bireyden bağımsız bulamayız. Ayrıca toplumu da doğru okumalıyız. Suçu işleyen insan olsa da suça iten nedenler toplumun dinamiklerinde yatar. Bütüne, parçaları göz ardı etmeden bakmak ve uygun cevabı bulmaya devam etmek önemli ve gerekli bir konu olarak gündemimizde olmalıdır.

Biyolojik faktörler kişiyi bir organizma olarak ele alırken psikolojik faktörler kişinin hangi yönlerinin sorunlu olduğu konusunda psikolojik etmenlerden yola çıkar. Freud, sosyalleşme sürecinden geçmemiş bireyi potansiyel bir suçlu olarak görür, zira insanlar doğuştan bencildir. Bu “ben merkezli hareket tarzını sağlıklı bir sosyalleşme ile diğer insanlarla uyum içinde yaşayabileceği özellikleri kazanamaz, içinden gelen arzu ve istekleri bastıramazsa diğer insanlarla ve toplumsal kurallara çatışma yaşaması kaçınılmazdır”. Burada id, ego ve süperegodan bahsedilir. Suçluluk bu benliklerin kontrol edilememesi ile açıklanır. Psikolojik faktörlerde psikozlar, nevrozlar, psikopatlık, zeka geriliği, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı sayılır. Kişinin psikolojik rahatsızlıkları, suça neden olabilir. Aynı şekilde bedensel rahatsızlık psikolojik sorunlara neden olup suçlu davranışı tetikleyebilir. Bu faktörler, suçlu davranışı tetikleme konusunda önemlidir. Ceza yasalarında akıl hastalığı, alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olma hükümleri düzenlenmiştir. Özellikle akıl hastalarının suç sonrası akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri ile kontrol altında tutulup tedavi edilmeleri önemli ve gereklidir. Ancak suç işlememiş akıl hastası bireyi suç öncesi güvenlik tedbirine maruz bırakmak kabul edilemez. Bu şekilde bireyin suçtan uzak tutulacağını söylemek kanunilik ilkesinin anlaşılmadığını göstermekten başka bir şey değildir.
Bu faktörler; iklim, fiziki coğrafya, beden yapılarındaki farklılıklar, genetik, beslenme şekilleri olarak açıklanır. Örneğin beden yapılarına bakılarak kişinin hangi suça meyilli olduğunun saptanabileceğini söylemişlerdir. “Suçluluk doğuştandır” gibi söylemler bir dönem oldukça rağbet görmüştür. Bilim insanları cezaevlerindeki suçluları karşılaştırarak ortak bir suç ve suçluluk kataloğu oluşturma gayretine girişmişlerdir. Bu konuda bir başka ilgi çeken konu Jukes ailesidir. Jukes ailesi, insanlardan uzak bir kayada yaşayan ve genelde kendi arasında evlenen bir ailedir. Yani suçluluğun genetik olup olmayacağı hakkında mükemmel fikirler vermeye oldukça elverişlidir. Dugdale, ailenin 709 kişisini araştırdı ve 77 suçlu, 202 fahişe ve 142 serserinin varlığını ortaya koydu. Peki bu veri suçluluğun genetik olduğunu mu gösterir yoksa aynı çevrede büyüyen, suçlu kişinin davranışını gören Jukes ailesinin kendi çevresinden etkilendiğini mi?

Kişilerin kromozom yapıları incelenmiştir. Belli kromozomların yüksek ya da düşük olmasının sayıca fazla veya az olmasının suç işleme ile ilişkiliği olabileceği üzerinde durulmuştur. Örneğin; kadınlarda fazladan bir y kromozomunun bulunması halinde şiddet eğiliminin arttığı ve suça eğilim gösterildiği tespit edilmiştir. Erkeklerde de bu durum söz konusu olması şiddet eğilimini arttırır. İç salgı bezleri ve suçluluk arasında da bir ilişki olduğu öne sürülmüştür. Berman’ın “Kişiliği Düzenleyen Salgı Bezleri” adında bir eseri vardır. Berman, genel olarak iç salgı bezlerinin kişinin hareketliliği, saldırganlığı, içe dönük olması, seksüel eğilimler bakımından etkili olabildiğini ifade etmiştir.

Dugdale, tarafından aileler üzerinde yapılan araştırma bilhassa önemlidir. 3 ayrı aile üzerinde yapılmış bir araştırmadır. Bu aileler, Juke, Zero, Kallilak. Bu 3 aile üzerinde soy ağaçları incelenerek araştırmalar gerçekleştirilmiştir. Bunun sonucunda araştırmacı, soya çekimin suça etkili olduğu sonucuna varabilmiştir. Bu aile bireylerinden pek azının suça karışmadığı, büyük bir kısmının suça karıştığı tespit edilmiştir. Soya çekim ve suç ilişkisi araştırılırken ikizler üzerine de incelemeler yapılmıştır. Tek yumurta ve çift yumurta ikizleri ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Bunların kişilik özellikleri ve davranışları konusunda ortak yönler araştırılmıştır.
Sosyolojik görüşlerin özellikle dayanak noktası çevresel faktörlerin suça etkisinin ön planda olduğu düşüncesidir. Cezaevinde bulunan kişilerin belirli özellikleri olması cezaevi koşullarına bağlar. Özellikle atletik ve sportif yapılı görünüşe sahip kişilerin o zamanlar suça daha yatkın olduğu söylenirken günümüzde bu tamamen reddedilmiş, sporun suça engel olduğu savunulmaktadır. Cezaevinde de suçluların spor yapması teşvik edilmektedir. Genetik faktörler yani bedensel faktörler incelenirken bedensel yapılar incelenmiştir. Bunun yanında zeka düzeyi, aileler, soy ağaçları, çeşitli hastalıkların suça etkisi (örneğin böbrek üstü bezlerin az veya çok çalışması..) ikizler üzerinde incelenmiştir. Özellikle genetik faktörlerin incelenmesi sırasında ikizler ve aileler ön plana alınmıştır.

Şişman, kısa boylu olan kişilerin hırsızlık, dolandırıcılık, gibi suçlar işleyebilecekleri ya da belli dış görünüme yansıyan dövme gibi özelliklerin suça eğilimi göstereceği konularında tespitlerde bulunmaya çalışmıştır. Bu tespitler her ne kadar çok ses getirse de Goring birçok olgu ortaya koyarak bu araştırmaların gerçeği yansıtmadığını ileri sürerek karşı çıkmıştır. Kreschmer, Scheldon Yeni Lombrosocu teoriler ortaya çıkmıştır. Kreschmer; Beden Yapısı ve Kişilik adlı eserinde suçluları beden yapılarına göre gruplandırmaya tabi tutmuştur.

Lombroso; “Suçun Nedenleri ve Suçla Mücadele” adlı eseri vardır. Bu eserde Lombroso özellikle biyolojik faktörlerin ve diğer temel faktörlerin suçla ilgili olabileceğini saptamaya çalışmıştır. Quetelet, suç istatistiği yöntemini kriminolojide kullanan ilk kişidir. Özellikle iklimlerin suça etkisi konusunda açıklamaları vardır.


Kriminoloji sadece işlenilen suçun nasıl işlendiğini değil aynı zamanda bu suçun hangi nedenlerden dolayı incelemeler yaparak toplumun yararına çalışmaktadır. Bir suçun işlenmesi, sadece suçluları içeri atmakla bitmesi gereken bir süreç olarak görülmemelidir. Aynı zamanda suçluların bu suçu hangi nedenlerle işlediğini araştırarak bundan sonra bu gibi suçların önüne geçilmesi için ne gibi önlemler alınmasını araştırır.

Suç incelemesinde toplumlar ve tek tek insanlar konu edilmektedir. Suç ile ilgilenen her bir bilim dalı, suçu kendi perspektifi ile kendi bilimsel dairesinde açıklamaya çalışır ve bilimsel disiplin gereği olarak da diğer bilimlerin alanına giremez. Hâlbuki sosyal olaylar ve insan tek bir alanla ve nedenle açıklanamayacak kadar karışıktır. Bundan dolayı suç unsurunu sadece tek bir bilim alanı ile bütünlüklü olarak izah etmek mümkün değildir. Bu nedenle de kriminoloji, çok geniş bir yelpazede gözlem yapmayı ve disiplinler arası çalışmayı gerektirmektedir.


Kimya bilimi incelendiği maddelere göre inorganik ve organik olmak üzere kimya olmak üzere iki ana dala ayrılır. İnorganik kimya, karbonu içermeyen tüm kimyasal bileşimleri ve cansız maddeleri inceler. Karbonik asitin oksitleri, metal bağlantıları ve tuzları da inorganik kimyanın incelenme alanı içindedir. Organik kimya karbon bağlantılarının tümüyle ilgilenir. Organik kimyanın uygulama alanı son derece geniştir. Bu nedenle organik kimya kendi içinde de Alifatik Kimya, Aromatik Kimya, Albümin Kimyası, Büyük Molekül Kimyası, Şeker Kimyası gibi dallara ayrılmıştır. Uygulama alanı bakımından kimya analitik, sentetik ve preparatif olmak üzere üç ana dala ayrılır. Analitik Kimya maddelerin ya da madde bileşimlerinin ve bilinmeyen maddelerin tanınmasıyla ilgilenir. Sentetik Kimya karmaşık bağlantıları kimyasal yoldan oluşturmaya çalışır. Preparatif Kimya ise maddeyi içinde bulunduğu bağlantılardan ayırarak elde etmeye çalışır. Bu dalların yanı sıra kimya, uygulama kimyası ve kuramsal kimya olmak üzere iki ana dala daha ayrılır. Kuramsal kimya ,kimyasal olayların yasalarının oluş biçimlerini inceler. Uygulama kimyası, kimyasal buluşları uygulama alanına sokar.

Farmakoloji bir temel bilim dalı olarak sağlık ve hastalık halinde çeşitli fonksiyonların anlaşılması ile ilgili önemli kavramlara yardımcı olur. Araştırmalarda ve teşhis gayesi ile de ilaçlar kullanılmaktadır. İyi bir farmakoloji bilgisine sahip olan hekim piyasada bulunan ve hergün reklamları yapılan binlerce ilaçtan hangisini kullanacağını iyi değerlendirecektir. Her ne kadar farmakoloji bütün hayvan türlerindeki ilaç tesirleri ile ilgilenirse de insandaki farmakolojik tesirler ile meşgul olan klinik farmakolojiye karşı tıpta artan bir ilgi söz konusudur. Klinik farmakoloji yeni ilaçların faydasının, kuvvetinin ve zehirlilik derecesinin bizzat insanda tayini için ilmi metodlar ortaya koyar.İyi bir tıbbi pratik için lüzumlu olan farmakoloji bilgisi yalnız klinik farmakoloji bulgularını ihtiva etmeyip, ilaç etkilerinin tam bir şekilde anlaşılması için lüzumlu olan ve genellikle hayvan deneylerinden çıkarılan genel prensip ve kavramları da ihtiva eder. Bu prensip ve kavramlar olmaksızın akılcı bir tedavi mümkün değildir.
En meşhur İslam nebatatçısı İbn’ül Baytar, hayvani ve madenileri hariç, 1400’den fazla nebati ilacın ismini, madde ve reçeteleriyle kullanılış tarzını ifade eden eserini yazdı. Bu eser devrinin bütün farmakoloji malzemesini ihtiva ediyordu. Batıda Bizans ve diğer batılı alimlerin faydalandıkları bütün kaynaklar bu eserin etrafında dönüp dolaşır. Kimyayı şuurlu bir şekilde tıbbın hizmetine sunan Er-Razi’dir. Batıda bu ancak Paracelsus ile gerçekleşmiştir. Er-Razi sentetik yollarla elde ettiği cevherleri, tababette kullanmadan önce hayvanlar üzerinde denedi. Böylece cıva bileşikleri ilaç olarak geliştirildiler. Hayvan tecrübeleri anestezi için afyon ve haşhaş farmakolojisini geliştirdi.
Farmakolojinin tarihi gelişimi: Farmakoloji tarihinin ilk dönemi çok eski çağlara kadar uzanır ve ilaç hammeddelerinin kullanılmasına dair basit müşahedelerle karakterizedir. İptidai devirlerde yaşayan insanların dahi hastalıklarla ilaçlar arasında münasebetler keşfedebilmiş olması ilgi çekicidir. Tarih boyunca ilaçların kullanımı o kadar yaygın olmuştur ki 1894’te Sir William Osler “İnsan ilaca karşı doğuştan şiddetli bir arzuya sahiptir.” demiştir. Elde olan belgelerden farmakolojik konusunda Müslümanlar tarafından çok ciddi çalışmaların yapıldığını anlıyoruz.Müslümanlar Yunanlıların şiddetli yan etkiler meydana getiren ilaçlarını, portakal, limon suları, menekşe kökleri ve diğer başka ilavelerle hafiflettirirlerdi. İbn-i Sina, Galen’in karışık ilaç terkipleri yerine birkaç misli daha zararsız ve basitlerini yaptı. İbn-i Sina’nın Kanun adlı kitabında istisnasız tamamı batı botanik ve eczacılığına geçmiş olan 780 ilaç belirtilmiştir.

Farmakodinami: İlaçların tesirlerini ve canlı organizmaların ilaçlara olan tepkilerini inceler.Kimyasal maddelerin tesir tarzına ağırlık verilmesi, farmakolojiyi diğer bazı temel tıp bilimlerinden ayırt ettirir.Tıpta kullanıldığı gibi farmakoloji, esas itibariyle farmakodinami ile aynı anlama gelmektedir. Kemoterapi: İnsan vücuduna zarar vermeden, zararlı mikroorganizmaları veya kanser hücrelerini tahrip etmek için kullanılması manasına gelir. Farmakognozi: Diğer adıyla “materia medika” denilen bu bölüm, ilaç hammaddelerinin özellikleri ve teşhisiyle ilgilenir. Bu alt bilim dalı doktorların ilaçlarını bizzat vermeye, hatta hazırlamaya mecbur oldukları zamanlarda önemliydi.
İlaçların tesirlerini ve özelliklerini veya daha geniş manada ilaçlarla canlılar arasındaki etkileşimi inceleyen ilim dalı. Farmakoloji, biyolojinin bir dalı olup, diğer dallarla, özellikle fizyoloji ve biyokimya ile yakından ilgilidir. Biyolojinin çeşitli disiplinleri arasında birbirlerinin sahasına önemli taşmalar olmasına rağmen, ilaçlar ve ilaç tesirleri hakkındaki geniş bilgilerin, ilmi bir şekilde incelenmesi esas olarak farmakolojinin konusudur. Farmakolojinin özel maksadı, kimyasal maddelerin biyolojik fonksiyonlarını tespit etmek ise de, farmakoloji, canlı organizmalar hakkındaki bilgiye de önemli hizmetlerde bulunur. Hayat hadisesinin anlaşılması ile alakalı olan bu hizmet, genel olarak biyolojik ilimler için ve hususen de hekimlik mesleği için büyük önem taşır.

Farmakodinamik: İlaçların, canlılardaki fizyolojik, biyokimyasal etkileri ve etki mekanizmalarını inceleyen bilim dalıdır. Farmakoterapi: İlaçların, hastalıkların profilaksisi ve tedavisinde kullanılmasını inceleyen bilim dalıdır.
Moleküler farmakoloji: Canlıda biyolojik sistemlerle ilaçlar arasındaki fizik ve kimyasal etkileşmeleri moleküler düzeyde inceleyen bilim dalıdır. Biyokimyasal farmakoloji: İlaçlar ile enzimler arasındaki etkileşmeleri inceleyen bilim dalıdır.
Klinik farmakoloji: Yeni ilaçların bulunması ve geliştirilmesi amacıyla deney hayvanlarında incelenmiş kimyasal maddelerin; normal ve hasta insanlarda uygulanmasını ve sonuçların değerlendirilmesini inceleyen bilim dalıdır.


Artık araştırmacılar zekâya katkıda bulunan genleri arıyorlar. Birkaç yıl önce, oldukça fazla belkide binlerce genin küçük etkisinin olduğunu öğrenmiştik. Yüzbinlerce birey üzerine yapılan güncel çalışmalar ise; insanlar arasındaki zekâsal farklılıkların %5’inin genlerle açıklanabileceğini ortaya koyuyor. Bu iyi bir başlangıç, fakat %50 tahmininden hala çok uzak. Bir başka ilginç bulgu ise; zekâ ölçümlerindeki genetik etkinin bebeklikte %20 iken, çocuklukta %40 ve yetişkinlikte %60’a kadar çıktığını gösteriyor. Bu durumun muhtemel bir açıklaması; çocukların genetik eğilimlerini tamamen geliştirmede deneyimler arıyor olması olabilir. DNA’dan kaynaklanan bilişsel potansiyeli öngörme yetisi mükemmel bir fayda sağlayacaktır. Böylelikle; bilim insanları, gen, zekâ, beyin ve aklı birbirine bağlayan gelişim yollarının bir haritasını çıkarmayı deneyebilirler. Pratik sonuçları açısından bakarsak; Down Sendromu gibi zihinsel engelliliğe sebep olan kromozomal ve tek genle alakalı hastalıkların olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, zihinsel engelin ortaya çıkmasına katkı sağlayan diğer genlere dair bulgular bu bilişsel zorlukları engelleme ya da en azından iyileştirme noktasında bizlere yardımcı olabilir.

Büyümenin gerçekleştiği çevreyi belirlemeden, “Hangi genotip en iyi büyümeyi sağladı?” sorusunu sormak olanaksızdır. Belirli bir genotipe sahip organizmaların fenotipini, çevrenin fonksiyonu olarak veren grafiklere “reaksiyon normları” denir. Bir genotip, gelişimin eşsiz bir ürününü belirlemez; farklı çevrelerde farklı gelişim ürünleri örüntüsü veren bir reaksiyon normunu belirler. Richard Lewontin

Bilim insanları yüz yıldan fazla bir süredir bu sorunun cevabını araştırıyorlardı, cevap ise açık: İnsanların zekâ testlerinde elde ettikleri skorların farklılığı önemli oranda genetik farklılığın bir sonucu. Herhangi birisinin zekâsı; örneğin, çocuklukta yaşanan bir hastalıktan kaynaklı genetik potansiyelini kaybedebilir. Burada genetik ile; DNA aracılığıyla bir nesilden bir sonraki nesile geçen farklılıkları kastediyoruz. Fakat, hepimizde de 3 milyar DNA bazımızın %99.5’i ortaktır, bu yüzden yalnızca 15 milyon DNA farklılığı bizi genetik olarak diğer insanlardan ayırır. Ve hatırlatmakta fayda var ki; zekâ testleri; bilişsel yeti ve okullarda kazanılan bilginin çok çeşitli ölçümlerini içerir. Zekâ, daha uygun bir ifadeyle genel bilişsel yeti, bir kişinin çok çeşitli testlerdeki performansının yansımasıdır.



Serotonin aşırı düşük olduğu hallerde keyfsiz, tepkisiz, intihara, şiddete eğilimli, normalin üzerinde olduğu durumlarda ise aşırı titiz, aşırı düzenli ve aşırı evhamlı bir ruh hali görülür. Kişinin sosyal statüsüne göre beyindeki serotonin yükselir. Kolesterolün düşük olması durumunda hücre plasma membran akışkanlığı bozulur ve serotoninin hücreye girişi engellenir. Kolesterolün aşırı düşük olması da serotonin eksikliğinde olduğu gibi saldırgan, kavgacı, agresif ve kontrol edilemeyen kişilik bozuklukları gibi semptomların görülmesine sebep olur. Erkek çocukları üç nesildir gangster olan Hollandalı aile ile yapılan bir genetik çalışmada ailenin erkeklerinde monoamine oxidase A geninin değişik bir versiyonu bulundu ve bu değişik versiyonun kodladığı monoamine oxidase hormonunun da kanda kolesterol seviyesini düşürdüğü tespit edildi. Kolesterolün serotonin üzerindeki bu indirekt etkisi beyinde serotonin seviyesinin düşmesine ve buna bağlı olarak kişinin mutsuz, doyumsuz, agresif ve suç işlemeye eğilimli bir ruh haline bürünmesine sebep olur.
Dopamin, vücutta kalp atışı ve kan basıncını düzenleme gibi görevlerinin yanı sıra beynin ödüllendirme sisteminde de önemli rol oynar. Ayrıca beyinde dopamin miktarının düşmesi, hareketlerin kontrolünün zorlaşmasına sebep olur. Bu durumun uzun süre devam etmesi halinde ise Parkinson gibi ağır hastalıklar da ortaya çıkabilir.

Vücudumuzda değişik genler tarafından kodlanan yüzlerce değişik protein ve hormon görev yapmaktadır, bunların yapısı ve miktarı değişik karakterlerin oluşmasına sebep olabilmektedir.




Dünyanın her yerindeki birçok kanser merkezi kendi kurum içi platformlarını geliştirmiştir. Örneğin, Memorial Sloan Kettering (MSK) Kanser Merkezi, 468 kansere bağlı genlerde yapısal yeniden düzenlemede tüm protein kodlama mutasyonlarını, kopya numarası değişikliklerini, seçilen promotör mutasyonlarını tespit edebilen hibridizasyon yakalama bazlı bir NGS paneli olan MSK-IMPACT (Kanser Hedeflerinin Entegre Mutasyon Profili) geliştirmiştir. 2017 yılında, MSK-IMPACT testi ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından tümör profili için onaylandı. MSK-IMPACT bugüne kadar 20.000’den fazla kanserli hastayı tümörlere ayırmıştır. MSK-IMPACT kullanan 10.000’den fazla hastadan gelen tümörleri sıralayan yeni bir çalışmaya göre, hastaların yaklaşık %37’sinde en az bir gen mutasyonu vardı ve %11’i genetik değişikliklerini doğrudan hedef alan tedavilere yönlendirilebiliyordu. FDA ayrıca küçük hücreli olmayan kolon kanserinde gen mutasyonlarını hedefleyen Oncomine Dx Target testini onayladı. Bu test EGFR mutasyonları, BRAF mutasyonları veya ROS1 füzyonları olan küçük hücreli olmayan kolon kanseri hastaları için belirli ilaçların seçimine yardımcı olmak için bir tanı aracı olarak kullanılır.

Kanser hastalarının genomuna dayanan bir tedaviyle eşleştirmek için dizileme sonuçlarının kullanılmasıyla, hastaların sağkalımı ile ilgili faydalı sonuçlar göstermiştir. Tsimberidou ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, tümör mutasyonlarına uygun bir tedavi verilen ileri kanser hastalarında, tedavi başarısızlığı süresi 2,2 ile 5,2 ay arasında ve sekans eşleştirme tedavisi almayan hastalara kıyasla sağkalım 9 ile 13,4 aya kadardır. Benzer şekilde, Radovich ve arkadaşları DNA mutasyonlarına, kopya sayısı değişikliklerine veya mRNA seviyelerine uygun tedavileri olan hastaların sağkalımlarının, eşleşmeyen tedavi alanlara göre daha yüksek olduğunu bildirmiştir.
Yeni nesil dizileme panelleri, tek bir araştırma ile aynı anda birden fazla geni verimli, hızlı ve doğru bir şekilde hedefleyebilir. Ek olarak, bu paneller hem tümör hem de normal dokunun klinik örneklerini veya sadece tümör dokusunu kullanır. Kapsamlı biyoinformatik yoluyla tümörlerde gen mutasyonlarını, sayı değişimini ve gen füzyonlarını belirler.

Yeni nesil dizilemenin (NGS) hızı, doğruluğu ve artan satın alınabilirliği, bir kişinin hastalığını yönlendiren moleküler değişikliklere dayanan tedavi tasarlamayı içeren bir yaklaşımın ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. NGS’nin onkolojide, hekimlerin hastalarının tümörlerini, tümörün büyümesini yönlendiren genetik değişiklikleri hedeflemek için tasarlanan tedavilerle eşleştirmek üzere kullanımıdır.
Bazı çalışmalar, NGS’nin kanser hastalarında klinik olarak mutasyonları belirlemede faydasını göstermiştir. Örneğin, uluslararası bir veri paylaşım konsorsiyumu olan Genomics Evidence Neoplasia Information Exchange (GENIE), dizileme işlemine tabi tutulan tümörlerin %30’unun mevcut bir hedefe yönelik ilaçların kullanımı ile tedavi edilebilecek bir mutasyonun varlığını göstermiştir.
Yeni nesil dizileme (NGS), dizilişe çok farklı bir yaklaşımdır. Bütün genom dizilimi, ekzon dizilimi, DNA-protein ve RNA dizilimi dahil geniş bir uygulama dizisini ifade eder. Sanger dizilemesinden daha hızlı ve ucuzdurlar, otomasyona elverişlidirler. Yeni nesil dizilimi kapsayan yöntemler çok hızlı bir şekilde gelişmektedir. Ancak şu anda büyük ölçüde, polony dizilimi, pyrosequencing, boya dizilimi (Illumina) ve ligasyonla dizilimi (Applied Biosystems) içerir.
NGS için pek çok uygulama var ve sürekli olarak yeni yöntemler geliştiriliyor. NGS uygulamaları için birkaç sınıflandırma vardır. Bunlar;

(2) Mevcut bir referans genomu olan bir organizmadan genetik çeşitliliği tanımlamak için DNA dizilimi, RNA dizilimi ve epigenom dizilimi yapılabilir. DNA dizilimi durumunda, bütün genom NGS teknolojilerinde mevcuttur. Araştırmacılar, dizileme sonuçlarını referans genomlarla karşılaştırarak yapısal değişimleri, kopya numarası değişimlerini ve genetik değişimleri saptayabilirler.
(3) Dizilim ile transkriptom sonuçlarını analiz etmek için RNA’dan tamamlayıcı DNA’yı sentezlenir. NGS platformları için piyasada RNA hazırlama kütüphane kitleri vardır. RNA dizilimi, araştırmacıların RNA, gen füzyonu, mutasyonu incelemesini sağlar.
(4) Genomun düzenleyici mekanizmaları için, ChIP-Seq, transkripsiyon faktörlerinin bağlanma yerleri gibi protein-DNA etkileşimlerini analiz etmek kullanılan bir yöntemdir. ChIP-Seq, canlı hücrelerde proteinlerin bağladığı DNA bölgelerini zenginleştirmek için ilgilenilen proteinler için antikorlar gerektirir. Birçok araştırma makalesi, genom çapında düzenleme ağlarını göstermek ve tahmin etmek için biyoinformatiğe dayalı ChIP-Seq’i kullanmıştır.
(5) NGS teknolojileri, mikrobiyal ekoloji bilim adamlarının, çevresel örneklerden gelen genetik materyalleri muazzam bir ölçekte incelemelerine izin veriyor. Bilim adamları çevresel örneklerden çıkarılan DNA’yı kullanabilirler.
Yakın zamana kadar çoğu rutin sekanslama Sanger yöntemi kullanılarak yapıldı (birinci nesil sekanslama). Sanger sekanslama, sekans verileri oluşturmak için DNA polimerazın doğal özelliklerini ve aynı zamanda modifiye dideoksinükleotitleri kullanır. Sanger dizilimi teknikleri, DNA ve RNA’dan dizileme verisi üretebilir. Hemen hemen her genomik hedef hakkında epigenetik bilgi sağlayabilir. Bununla birlikte, Sanger dizilemesinin modern klinik pratikte uygulanmasını engelleyen temel sınırlamaları vardır. İnsan genomunun ilk dizilişinde kullanılan bu yöntem basit ve güvenilirdir. Ancak nispeten küçük uzunluktaki DNA’ların sıralı dizilişinde öncelikle kullanılır. Sanger dizilimi, reaksiyon başına yalnızca bir hedef üzerinde gerçekleştirilebilir. Bu hedef, maksimum yüzlerce nükleotit boyutuna sahiptir. Geniş bir hedef yelpazesinde büyük miktarda dizi bilgisi oluşturmak son derece zaman alıcıdır. Ayrıca, Sanger diziliminin duyarlılığı, tümör örneklerinde DNA değişimlerini tanımlamak için genellikle yetersizdir. Bu sınırlamalar daha hızlı, daha hassas ve daha kapsamlı dizileme ihtiyacını ele almak için yeni teknolojilerin geliştirilmesine yol açtı. Bu “yeni nesil dizileme” metodu yani “next generation sequencing (NGS)” yenilikçi laboratuvar tekniklerinin ve biyoinformatik hesaplama gücünün kombinasyonuna dayanır.
Klinik genetik, kalıtsal bir hastalığı teşhis etmek için DNA değişimlerini tanımlamaya ve genetik kökenli muhtemel fenotipleri açıklamaya dayanır. Giderek artan şekilde tıbbi onkoloji, somatik değişimleri veya tümörlere özgü dizileme değişimlerini tanımlamak için sekanslamayı kullanır. Somatik değişimlerin varlığı veya yokluğu klinisyenlere hastalığın seyri hakkında bilgi verebilir ve hatta tanıya yardımcı olabilir. Ayrıca, somatik değişimlerin belirlenmesi, birçok ilacın bu spesifik değişimlere, genlere veya metabolik yollara yönelik olması nedeniyle tedavi seçeneklerini önemli derecede etkiler.

Çok çeşitli programatik dillerin uyguladığı matematiksel ve istatistiksel yöntemleri kullanan biyoinformatik; biyolojik bilgileri moleküler, hücresel ve genomik düzeyde düzenler, analiz eder ve yorumlar. Yeni nesil dizileme ve biyoinformatiğin birleşik gücü teşhis, tıbbi tedavi ve epidemiyolojik araştırmalar için hayati öneme sahiptir. Yakın gelecekte genetiğin sınırlarını zorlamaya ve klinik testleri dönüştürmeye devam edecek. Biyoinformatik algoritmalar ve veriler, biyolojide eyleme dönüştürülebilir bilgi sağlamaktadır. Bu bilgi küçük gen panellerinden tamamlanmış tüm genom analizlerine ilerlemektedir. Bu ilerlemelerle birlikte, analitik açıklamaları sağlayan yazılım ve sistemler gelişmiş biyoinformatik için artan bir ihtiyaç söz konusudur. Şimdi genetik test laboratuvarlarının önemli bir parçası haline gelmiştir.


