Sevmekten Korktuğunuzu Gösteren 5 Davranış
Sevmekten Korktuğunuzu Gösteren 5 Davranış Uzman psikolog doktor Lisa Firestone, Psychology Today dergisinde yayımlanan yazısında ”Sevgiden ve bağlanmaktan hepimiz biraz korkarız ve bu korku davranışlarımızı etkiler” diyor.
1-Kendinizi geri çekmek
İlişkilerinde sorun yaşayan birçok insan karşılarındakinin artık eskiden yaptığı güzel davranışları yapmadığını söyler. “Artık durduk yere gelip bana sarılmıyor” veya “Eskiden çok iyi bir dinleyiciydi” gibi, ilişkinin başlarında bulunan, ama zamanla kaybolmuş davranışlardan bahsedilir. İnsanlar ilişkide birbirlerine yaklaştıkça, yakınlıktan korkup kendilerini geri çekmeye eğilimlidir. Araya mesafe koymak için de, karşılarındakinin sevdiği bazı davranışları yapmayı bırakırlar.
Bu davranış genelde istemsiz yapılır, o yüzden fark etmesi zordur. Ama eğer hislerimizde değişiklik hissedersek, örneğin, eskiden karşımızdaki kişi için yapmayı sevdiğimiz bir şeyi yapmak artık bizi rahatsız ediyorsa, kendimizi geri çekip çekmediğimizi düşünmeliyiz. Görünüşümüze daha az önem vermeye başlayabiliriz, veya belki de işe giderken “Görüşürüz” demeyi veya işten dönüldüğünde birbirimizi sevgiyle karşılamayı bırakmış olabiliriz. Bu küçük ve büyük sevgi gösteren hareketleri bırakıp bırakmadığımıza dikkat etmeliyiz.
2-Hislerinizi kapatmak
Kendimizi geri çekmeye başlama sebeplerimizden biri de, daha önceki tecrübelerimizden oluşturduğumuz savunma sistemini kullanıp hislerimizi engellemektir. Örneğin, birine aşık olmaya başladığımızı fark edince, kendimize “Çok hızlı ilerliyoruz. Bunun sonunda üzüleceğim. Kimseye ihtiyacım yok. Bu ilişkiyi durdurmalıyım.” gibi cümleler kurarız, ve sonuç olarak kendimizi bizi mutlu eden bir olaydan uzaklaştırmış oluruz.
Savunma sistemimiz aktifken, kendimizi ilişkinin çok da önemli olmadığına ikna ederiz. Güzel anlardan kaçınırız, göz göze gelmemeye çalışırız ve karşımızdaki kişinin bize ilgi göstermesine izin vermeyiz. İltifatları yok sayar, güzel anlarda eleştiriler yapar ve karşımızdakini rahatsız eden konular açarız. Savunma sistemimiz bizi içe kapanık yapar ve soğuk davranmamıza sebep olur. Sevdiğimiz kişiyle iletişim kurmamamız için milyonlarca küçük sebep buluruz. Hislerimizi köreltir, karşımızdakinin duygularını önemsizleştiririz. Sonuç olarak da ilgimizi kaybeder ve karşımızdakini mutlu eden davranışlardan kaçınır hale geliriz. Beraber vakit geçirmeyi reddederiz, suçu hayat koşullarına atarız, ancak içten içe biliriz ki suç aslında bizdedir.
3-Aşırı eleştirel olmak
Hislerimizi kapatmanın daha aşırı bir yolu da, karşımızdaki kişinin sürekli olarak hatalarını görüp, eleştirmektir. Kendimizi de karşımızdakini de eleştiren iç sese boyun eğer, onun algımızı karartmasına izin veririz, ve sonuç olarak zihnimizde ilişkiyi, ilişkinin bozuk ve karanlık bir versiyonu olarak görmeye başlarız. En küçük şeylerden tartışma çıkarırız, masada bırakılan bardak, karşımızdakinin ricada bulunma şekli gibi. Hatta kısasa kısas mantığında, ne verdiğimizi ve ne aldığımızı hesaplayıp, ilişkiyi bir matematik problemi gibi görmeye bile başlayabiliriz.
Bu eleştirel iç ses, ayrıca seçiçi bir şekilde dinliyor da olabilir. Sadece negatif cümleleri duyup, kelimelerin anlamını değiştiriyor olabiliriz. Bu iç sesi dinleyip, eleştirmeye devam edersek, ilişkide mesafe koymuş oluruz. Sevdiğimiz kişinin neden kötü olduğuyla ilgili bir argüman hazırlayıp o kişiye duyduğumuz sevgiye zarar verebiliriz. Herkes hata yapar. Sevdiğimiz kişilerin zaman zaman bazı yanlış davranışları olması kaçınılmaz. Ama eğer kötümser davranıp onları oldukları kişi için sevmek yerine sürekli hatalarını görmeye başlarsak, karşımızdakini ve ilişkiyi yıpratırız.
4-Tartışma yaratmak
Tüm çiftler çözmesi zor bazı tartışmalar yaşar, bağımsız iki zihnin tam olarak uyuşması imkansızdır. Ancak bazen, hiçbir sebep yokken kavga çıkarıyor olabiliriz. Bu davranış tartışmalar çözmeye değil, yeni tartışmalar yaratmaya yarar. Örneğin, karşımızdakinin ekstra sevgi dolu davrandığı bir anda, öyle davranmadığı başka bir anı hatırlatıyor olabiliriz. Örneğin karşımızdaki kişi, “Bana karşı çok iyisin. Seninle olduğum için çok mutluyum.” gibi bir cümle kurduğunda, cevap olarak “Evet ama geçen sabah böyle düşünmüyordun, bana çok soğuk davranmıştın.” gibi bir cevap veriyorsak, karşımızdaki kişiyi kendimizden soğutup savunma moduna geçmesine sebep oluruz, ve aramızda bağlantı hissedebileceğimiz güzel bir an, birdenbire kavgaya dönüşür.
Sonuç olarak, bu negatif tepkilerin mantığını çözüp neden yapmak istediğimizi anlayarak, davranışlarımızın kötü yönde değişmesini engelleyebiliriz. Eğer istersek, çaba sarf ederek sevgiyi hayatımızda tutabiliriz.
5-Sevdiğiniz kişiye sevgisiz davranışlarda bulunmak
Birçok çift birbirlerini sevdiğini iddia ederken, aynı zamanda birbirlerine o kadar kötü davranıyorlar ki, birbirlerinden hoşlandıklarını düşünmek bile saçma olur. Sevgi dolu davranmadan sevdiğimizi iddia edemeyiz. Bazen çiftler birbirlerine sevgi gösterip doğal davranmak yerine, “ilişkide olma” algılarına göre davranışlar sergilemeye başlar. Bu olduktan sonra, iki birey arasındaki sevgi ve nazikliği hiçe sayıp, tek bir varlıkmış gibi hareket etmeye başlarlar. Bu sahte bağ kurulduktan sonra, gerçekten sevgimizi gösteren davranışları rutin haline gelmiş davranışlarla değiştiririz. Bunu engellemek için, birbirine bağlı iki varlık yerine, bağ kurmaya çalışan iki farklı birey olduğumu unutmamamız gerek. “Biz” olma isteğini bastırıp, “sen ve ben” olarak kalmalıyız.
AKTÜEL PSİKOLOJİ
Nasıl Âşık Olalım? | Doç. Dr. Mehmet Dinç
Brené Brown ile Savunmasız Kalarak Utancı Aşmanın ve Gerçek Bağlar Kurmanın Yolları
Hepimiz sosyal bir ortamda kendimizden çok fazla bahsettikten sonra ani bir pişmanlık ve utanç hissine kapılmışızdır veya ilişkilerde ilk defa “seni seviyorum” diyen kişi olmak herkes için göz korkutucudur. Aynı şekilde işten ayrılma konuşması yapmak, riskli bir mesaj atmak, duygularını itiraf etmek de… Tüm bu eylemler beraberinde korkuyu, utancı, pişmanlığı getirir. İnsan olmanın kaçınılmaz parçaları olan bu savunmasızlık anlarında maalesef çok başarılı değiliz. Peki, kendimizi güçsüz hissettiğimiz bu “zayıflık” anları aslında gücümüzün, yeterliliğimizin, mutluluğumuzun birer göstergesiyse? Bu alanda yürüttüğü çalışmalar ile dünya çapında ün kazanmış araştırmacı-hikaye anlatıcısı Brené Brown’a göre savunmasızlık içimizde keşfedilmeyi bekleyen özel bir güç. Peki, çevresini saran tüm korku ve utanç duygularına inat bu gücümüzü nasıl ortaya çıkarabiliriz? Aktif şekilde savunmasız kalarak ve savunmasız kalmayı öğrenerek!
Hayatımıza ne anlam katıyor?
Brown’un yürüttüğü tüm çalışmaların kesişiminde insan ilişkileri duruyor çünkü ona göre insanın dünyadaki varlığının nörobiyolojik düzeydeki tek amacı bağ kurabilmek. Hayatlarımıza, kurduğumuz ilişkiler anlam ve amaç katıyor. Çalışmaları esnasında konuştuğu kişilere bağ kurmanın, sevginin ne demek olduğunu soran Brown sıklıkla kalp kırıklığı, dışlanma, bağlanamama hikayeleri dinliyor. Bu da ona hepimizin çok ciddi bir bağlantısızlık sorunu yaşadığını gösteriyor. Peki doğamızın bir parçası olan bağ kurmayı, gerçek hayatta bu denli zorlayıcı kılan ne?
Gerçek bağlar kurmamızı ne engelliyor?
Brown, gerçek anlamda bağ kurmamızın önünde iki engelin olduğunu fark ediyor: Utanç ve korku. Bu iki duygunun zihnimizdeki, “Gerçek anlamda sevilmek, bağlanmak, ilişki kurmak için yeterince değerli miyim, sevilebilir miyim, gerçekten iyi biri miyim?” yankılanmaları, savunma duvarlarımızı kaldırmamıza neden oluyor. Bağlanmadan, sevmeden, aşık olmadan önce kendimizi tutmamıza neden oluyor. Peki, neredeyse her insanın hissettiği utanç ve korku duygusunu ne besliyor?
Utanç ve korkunun temelinde ne yatıyor?
Tüm bu utanç ve korkunun temelinde bize dayanılmaz gelen bir savunmasızlık hali yatıyor. Gerçek anlamda bağ kurabilmemizin tek şartının karşımızdaki kişiye gerçek yüzümüzü, olduğumuz gibi gösterebilmekten geçtiğini söyleyen Brown, savunmasızlığı sevginin birinci şartı yapıyor. Peki savunmasız kalmaktan bu denli korkarken bunu nasıl başaracağız? Bu sorunun cevabını ise çalışmalarına katılanlar arasında belirli bir öz değer seviyesine sahip olan, hayatlarında sevgi bulunduran, zengin ilişkilere sahip kişilerde arıyor.
Belirli bir öz değere sahip kişileri, öz güven ve sevgi edinmekte zorlanan kişilerden ayıran özellik ise şurada yatıyor: Belirli bir öz değere sahip kişiler, hayatta çok güçlü bağlar kurabiliyor, seviyor, sevilebiliyor ve mutlu olabiliyorlar çünkü tüm bunları hak ettiklerine tüm kalpleri ile inanıyorlar. Kendilerinin değerli olduğunu biliyorlar.
Tüm kalbi ile yaşayan insanların ortak noktaları ne?
Brown bu kişilere “whole-hearted” yani içten kişiler diyor. Peki tüm kalpleri ile yaşayan bu içten kişiler hangi özellikleri sayesinde savunmasız kalmaktan korkmuyor veya engelleyici bir utanç hissi hissetmiyor?
- İçten kişiler aynı zamanda cesaretli oluyor. Hata yapmaktan, mükemmel olmamaktan korkmuyorlar. Oldukları gibi, sadece kendileri olarak yaşamaya cesaretleri bulunuyor.
- İçten kişiler aynı zamanda şefkatli oluyor. İlk önce kendilerine daha sonra başkalarına karşı şefkatle, anlayışla yaklaşabiliyorlar.
- İçten kişiler gerçek anlamda bağ kurabiliyor çünkü kendilerini tanıttıkları kişi ile gerçek kimlikleri, otantik benlikleri aynı kişi oluyor. Olmaları gereken kişi olmak için uğraşmıyor ve kendileri olabiliyorlar.
- İçten kişiler için de savunmasız kalmak rahatsız edici hissettiriyor fakat onlar savunmasızlığı bir gereklilik olarak görüyor. İlk defa bir kişiye “seni seviyorum” demek, nasıl olacağını bilmeden bir işe veya ilişkiye başlamak için istekliler. Olayları kontrol edememeyi veya sonuçları tahmin edememeyi hayatın bir güzelliği olarak görüyorlar.
Savunmasız kalmak konusunda neden bu kadar zorluk çekiyoruz?
Savunmasızlık nasıl hem gerçek anlamda bağ kurmanın, aşkın, sevginin, yaratıcılığın, aidiyetin sırrı hem de korkunun, utancın ve düşük öz değerin de kaynağı olabiliyor? Brown’a göre ikinci durum savunmasızlığı uyuşturduğumuzda ortaya çıkıyor.
Birine duygularımızı söylemek, partnerimiz ile seksi başlatan kişi olmak, işten ayrılacağımızı söylemek, birini işten çıkarmak, doktorun ağzından çıkacak iyi cümleleri beklemek gibi küçük savunmasızlık anları ile dolu bir hayat yaşıyoruz. Savunmasız kalmak bize o kadar rahatsız edici geliyor ki bu anları hissetmemek, aksiyona geçmemek için elimizden geleni yapıyoruz. Sonucunda belki utancı, korkuyu, endişeyi hissetmiyoruz veya kendimizi ateşe atmıyoruz ama beraberinde sevgiyi, güveni, aidiyeti de hissedemiyoruz. Duyguların arasından birkaçını seçip onları susturmamız mümkün olmadığı için bir kere bu uyuşturma haline kapılırsak iyi-kötü her duygumuzu köreltiyoruz. Peki kendimizi nasıl bu denli uyuşuk hale getiriyoruz?
Brown’a göre savunmasızlığı 3 şekilde uyuşturuyoruz:
- Belirsiz olan her şeyi belirlemeye çalışıyoruz. Bu, “tayin etme, öngörme, bilme” dürtümüz kendini en iyi din ve politika konuşmalarında gösteriyor. Toplum giderek inancın, umudun, gizemin kaybolduğu sadece bir doğru ve bir yanlışın olduğu yöne doğru kayıyor.
- Her hatamızı mükemmelleştirmeye çalışıyoruz. Bu, kendini en iyi estetik müdahale endüstrisinde ve çocuklarımızı yetiştirme tarzımızda gösteriyor. İnsanların doğası gereği hata yapmaya, zorluk çekmeye yatkın olduğunu kabul edemiyoruz.
- Numara yapıyoruz. Kendi aksiyonlarımızın başka insanların hayatlarını etkilemediği düşüncesine inanarak yaşıyoruz. Hem özel hem de iş hayatımızda gözümüzü dış dünyaya kapıyor ve bencil aksiyonlar alıyoruz.
Utanç-savunmasızlık kısır döngüsünden nasıl çıkabiliriz?
Brené Brown’a göre bu uyuşukluk halinden çıkmanın yolu dayanılması çok zor olsa da savunmasızlığı kabul etmekten ve ona kucak açmaktan geçiyor. Tüm bu uyuşturma dürtülerimize rağmen şunları göz önünde bulundurmalıyız:
- Otantik kimliğimizi herkesin görmesine izin vermeliyiz.
- Hiçbir garantisi olmasa da tüm kalbimizle sevebilmeliyiz.
- Kendi duygularımızdan korktuğumuz dehşet anlarında, fazla düşünme ve endişeye kapılmadan şükran ve neşe duymalıyız. Bu duyguların bizim hayatta olduğumuzu gösterdiğini hatırlamalıyız.
- Belki de en önemlisi yeterli ve değerli olduğumuzu bilmeliyiz çünkü Brown’a göre ne zaman kendimizin değerli olduğunu bilirsek o zaman bağırmayı kesip dinlemeye başlıyor, kendimize ve diğerlerine karşı daha nazik oluyoruz.
LIVETOBLOOM