logo

Bazı insanlar yağmuru hisseder, diğerleri sadece ıslanır. 

Günümüzün hızla akıp giden temposunda zihinsel ve bedensel dengeyi korumak, hem sağlığımız hem de iç huzurumuz için büyük önem taşıyor. Zihin-beden bağlantısını güçlendiren meditasyon teknikleri, bu dengeyi sağlamaya yardımcı ve etkili araçlar olarak öne çıkıyor. Yazar, konuşmacı ve sinir bilimci Dr. Joe Dispenza’nın geliştirdiği özel bir teknik olan yürüyüş meditasyonu, hareketin fiziksel etkilerini meditasyonun zihinsel derinliğiyle birleştirerek bilinç düzeyinin ötesine geçmenize ve farkındalıkla dolu bir bakış açısı kazanmanıza yardımcı oluyor. Yürüyüş meditasyonu, size yalnızca içsel bir dinginlik sunmakla kalmıyor, aynı zamanda dayanıklılığınızı ve varmak istediğiniz noktaya ulaşma çabanızı destekliyor. 

Dr. Joe Dispenza, zihin-beden bağlantısı, meditasyon ve kişisel dönüşüm alanlarında sürdürdüğü etkili çalışmaları ile tanınan bir sinir bilimci, yazar ve eğitimcidir. Kayropraktik doktora derecesine sahipken kariyerini tamamen değiştiren bir kaza geçirmiştir. Bisiklet sürerken arkadan çarpan bir arabanın etkisiyle omurgasında tam altı kırık oluştuktan sonra kendi mucizevi iyileşmesini yaşayan Dr. Dispenza, bu deneyiminden sonra sinir bilim, epigenetik ve kuantum fiziğinin bir araya gelişini araştırmaya ve bu alanda uzman olmaya yönelmiştir. Birçok doktorun iyileşmesi için ameliyat önermesine rağmen Dr. Dispenza, bedenin kendi kendini iyileştirme gücüne inanarak ameliyat olmayı reddetmiş ve iyileşme sürecinde meditasyon çalışmalarına kendini adayarak, omurgasını zihninde tek tek yeniden yapılandırmıştır. Dr. Joe Dispenza’nın, birkaç ay içinde tamamen iyileşmesi ile sonuçlanan bu kişisel deneyimi, zihin-beden bağlantısı üzerine yaptığı çalışmaların temelini oluşturmuştur.

Dr. Dispenza, insanların eski alışkanlıklarını kırarak yeni nörolojik bağlantılar kurabileceğine ve kendilerini iyileştirmelerinin nasıl mümkün olabileceğine dair çalışmalarına hayatını adamıştır. Placebo Sensin, Doğaüstü Olmak gibi birçok kitabında, bilincin ve duyguların fiziksel dünyayı nasıl şekillendirdiğini detaylarıyla açıklamış ve kişisel dönüşümü deneyimlemek isteyenlere rehberlik etmiştir.

Yürüyüş meditasyonu ardındaki felsefe nedir?

Dr. Joe Dispenza’nın geliştirdiği yürüyüş meditasyonu, hareket ile bilinçli farkındalığı birleştirerek meditasyonu daha somut ve etkili bir hale getirmeyi amaçlar. Bu meditasyon, oturarak yapılan geleneksel meditasyonlardan farklı olarak bireyin çevresini fark etmesi, adımlarına, nefesine ve bedensel hislerine odaklanması üzerine kuruludur. Daha detaylı açıklamak gerekirse, bu tür farkındalıklı hareketler, düşünce ve duyguların beden üzerindeki etkisiyle beyinde yeni sinirsel yollar oluşturabilir ve böylece deneyimlerin kalıcı hale gelmesine katkı sağlayabilir.

Yürüyüş meditasyonunun arkasındaki temel felsefe, düşünce ve duyguların gerçekliği şekillendirdiği fikrine dayanır. Bu felsefe, Dr. Joe Dispenza’nın yıllar boyu süren zihin-beden bağlantısını anlama ve açıklama çabası ile desteklenir. Beynimiz düşüncelerimize göre yapılandırılabilir; yani belirli bir duygusal ya da zihinsel durumu sık sık deneyimlemek, bu durumu beyinde daha baskın hale getirerek kişiliğin bir parçası olarak kabul edilmesini sağlar. Yürüyüş meditasyonu, barındırdığı birçok tekniğin etkisiyle belirli bir zihinsel durumu bedensel bir deneyimle birleştirerek dönüştürmeyi hedefler.

Niyet ve görselleştirme

Her yürüyüş, neyi gerçekleştirmek ya da neyi yaşamak istediğinizi belirleyen bir niyetle başlar. Niyet, dikkat ve enerjiyi belli bir hedefe yönlendirerek, beyin üzerinde belirli sinirsel yolların oluşmasını sağlar. Beyin, belirli bir hedefe yönelik eylemleri algıladığında, nöronlar arasında yeni bağlantılar kurmaya başlar ve beynin bu becerisine nöroplastisite denir. Nöroplastisite, beynin esnekliğini ve kendini yeniden yapılandırabilme yeteneğini temsil eder.

Niyetin görselleştirme tekniği ile birleşmesi ise, beynin gelecekte gerçekleşmesi istenen bir durumu sanki halihazırda varmış gibi işlemeye başlamasına yardımcı olur. Beyin görüntüleri gerçeğe benzer bir şekilde işler, diğer bir deyişle bir şeyi hayal etmek ya da fiziksel olarak yapmak beyinde aynı etkiye sebep olur. Yürüyüş meditasyonu sırasında niyet, görsel ve hareket bir araya gelir. Bu da sinir ağlarının güçlenmesini ve beynin durumu gerçekleştirmesini sağlar.

Somutlaştırma

Somutlaştırma, değişimi yalnızca düşünce düzeyinde değil, bedensel düzeyde de hissetmeye olanak tanır. Bu sayede birey, arzuladığı zihinsel ya da duygusal durumu fiziksel bir deneyime dönüştürerek bedeni bu yeni duruma adapte edebilir. Bu süreçte beynin esnek yapısı sayesinde, belirli bir deneyim tekrar tekrar yaşanır ve daha kalıcı hale gelir. Yani, spesifik bir duygunun devamlı hissedilmesi, bu duyguyu hissetmekten sorumlu sinirsel yolların güçlenmesini sağlayarak beynin bu durumu yeni bir “referans noktası” olarak kabul etmesini sağlar.

Yürüyüş meditasyonu sırasında hareketin sürece dahil edilmesi, zihinsel ve bedensel deneyimin birleşmesini daha güçlü hale getirir. Fiziksel olarak adım atmak, sinirler arasındaki güçlü bağlantıyı destekler. Bu bağlantı, yürüyüş meditasyonu sırasında zihinsel durumların bedensel hislerle birleşerek bireyin tüm benliğinde yankı bulmasını sağlar. Bu sayede, zihinde canlandırılan olumlu duygular ve düşünceler bedende daha kalıcı bir hale gelir ve beyinde bu durumun yer bulmasına katkı sağlar.

Farkındalık ve mevcudiyet

Farkındalık ve mevcudiyet, bireyin bulunduğu anda tam anlamıyla var olmasını ve mevcut durumunu derinlemesine yaşamasını ifade eder. Yürüyüş meditasyonunda birey, her adıma, her nefese ve bedenindeki her hisse odaklanır. Bu da dikkatin sürekli olarak mevcut an üzerine yoğunlaşmasını sağlar. Yürüyüşün meditasyon pratiğine dahil edilmesi, dikkatin dağılmasını zorlaştırarak meditasyonun yalnızca zihinsel bir çaba değil, bedensel bir farkındalık deneyimi haline gelmesini de destekler.

Farkındalık sürecinde, geçmiş ya da gelecekle ilgili düşüncelerden uzaklaşılıp mevcut anın farkına varılır. Yürüyüş boyunca adımlara, nefese ve bedensel hislere odaklanmak, beynin geçmiş ya da geleceğe dair düşünceleri işleyen sinirsel aktivitesini azaltır. Bu durum ise, bireyin tam olarak o anda kalmasına ve zihinsel netlik kazanmasına olanak tanır. Yürüyüş meditasyonu sırasında fiziksel hareketle desteklenen bu farkındalık, zihinsel durumla bedensel deneyimi uyumlu hale getirir. Yani, arzulanan zihinsel durum sadece düşünce düzeyinde değil, bedensel olarak da deneyimlenir. Böylece kişi, yalnızca zihinsel bir huzur deneyimlemekle kalmaz, aynı zamanda bedensel bir rahatlama da yaşar. Bu süreç, zihinde ve bedende kademeli ve kalıcı bir değişim yaratır.

Yürüyüş meditasyonu kolektif düzeyde değişime katkı sağlar mı?

Yürüyüş meditasyonu, bireysel değişim alanından başlayarak daha büyük ve toplumsal bir dönüşüm için de tohumlar ekmeye yardımcı olabilir. Dr. Joe Dispenza’nın “Walk for the World” etkinliğinde öne sürdüğü gibi, dünya çapında bir iyileşme ihtiyacından bahsedilebilir. Dr. Dispenza, bu iyileşmenin, mevcut sorunları yaratan bilinç düzeyinin ötesinde, daha yüksek bir farkındalık seviyesinde başlaması gerektiğini öne sürer. Her birimiz, bireyselliğimizin ötesinde kolektif bir bütünün parçayız. Dolayısıyla, kendi enerjimizi dönüştürdüğümüzde, çevremizde de bu değişim dalgasını başlatabiliriz.

Yürüyüş meditasyonu, yalnızca kendi deneyimlerinize bağlı olanı dönüştürmeye yardımcı olmaz, aynı zamanda daha kolektif bir yapıya yönelik olumlu niyetler geliştirmeyi de teşvik eder. Yürüyüş meditasyonu boyunca, “değişimin enerjisiyle yürümek” bu anlamda büyük bir önem taşır. Bu sayede pratik sadece bireysel bir dönüşümle sınırlı kalmaz, aynı zamanda diğer insanları da bu değişim yolculuğuna katılmaya cesaretlendirir.

Kısacası, “Walk for the World” gibi etkinlikler, yürüyüş meditasyonunu toplumsal bir bilinç hareketine dönüştürerek bu deneyimi daha geniş bir kolektif alana yayar. Bireysel enerjilerin birleşimi, toplumsal bir bilinç yaratır ve geleceği hep birlikte yeniden inşa etmek için fırsat sunar. Geniş bir perspektiften bakıldığında, bu meditasyon pratiği, sadece beklemek yerine hem bireysel hem de kolektif değişimin sağlanmasına olanak tanır.

Livetobloom / ALEYNA TEPE

Duygular bize başkalarıyla ilişki kurma imkanını sağlar, ancak onları saklama eğilimindeyiz. 4 temel veya çok önemli duygu vardır (bazıları daha fazla olduğunu söylemektedir): hüzün, öfke, korku ve neşe. Bu grupta, pozitif olduğunu düşündüğümüz sadece bir tane duygu var. Ancak bu toplumun verdiği bir değerdir; doğal değildir. Böylece, duygularınızı serbest bırakmak istiyorsanız, negatif ile pozitif arasındaki ayrımı yapmak bir engel olabilir.

Savunmasız ve incindiğimiz zaman yaşadığımız deneyimlerden dolayı, gücümüzü yansıtarak üzüntümüzü gizlemeye başlarız. Öfkemizi ifade etmeyiz çünkü başkalarının onaylanmamasından korkarız. Neşemizi kontrol etmemize neden olan korkuyu saklarız, çünkü çoğu zaman, kendiliğinden duyguları ifade ederek kendimize dikkat çekmek istemeyiz.

“Şüphe, korku ve güvensizlikler, bizi doğamız gereği ifade etmemiz gereken şeyleri ifade etmekten alıkoyar.”

Yukarıda zikredilen durumlar, duygularınızı ve duygularınızın mesela zekaya göre önemini “hafife almanın” ürünüdür. Duyguların sizi zayıflattığını düşünebilirsiniz. Bunu her zaman düşünmek, duygularınızı bastırmak ve sorunlara yol açmaktan başka bir şey yapmaz.

Duygularınıza önem vermeyerek, hissetmek istemediğiniz her şeyi “yutmak” konusunda uzmanlaşırsınız. Ama bu uzun vadede kendinizi çok kötü hissettirecektir. Birikmiş duyguların idare edebileceğinden daha fazla olduğunu göreceksiniz. Kontrol için mücadele edecek ve boğulmaya başlayacaksınız. Bu duyguların sizi bir iş toplantısında bunaltmasını, en ufak bir sorunda patlamanıza neden olmasını mı istiyorsunuz? Aylardır içinizde beslediğiniz kıskançlık yüzünden bir arkadaşınıza öfkenizi haykırmak mı istiyorsunuz? Bu durumları daha önce yaşadıysanız veya bunlardan kaçınmak istiyorsanız – duygularınızı serbest bırakmak istiyorsanız – duygu yönetiminize yaklaşma şeklinizi değiştirme zamanı.

Belki de duygularınızı bir kez serbest bırakmaya çalıştınız ve korkunç bir suçluluk duygusuna kapıldınız. Bu, duygularınızı bilinçli olmadan ifade ettiğinizde olur. İyi hissettiklerimizi iletmemiz gerektiğini ve diğer kişiye saygı duymamız gerektiğini unutmayın. Duygularınızı o kadar çok bastırırsanız, kendiliğinden patlamaya başlarsınız. Bunu yaptığınızda acımanız olmaz, karşınıza kimin çıktığı fark etmez. Bu yüzden duygularınızı kendi şartlarınızda ve kontrolünüzde ifade etmek daha iyidir. Gözlerini açın ve önünüzdeki kişi ile empati kurun. Bu şekilde, durumu iyi bir şekilde nasıl yöneteceğinizi bilmediğiniz için onlara veya kendinize zarar vermekten kaçınacaksınız.

Duygularınızı kontrol dışı bırakmanın anahtarı, ihtiyacınız olduğunda kendinizi ifade etmektir. Ancak bu, herhangi bir durumda bunu yapabileceğiniz anlamına gelmez. Bir iş görüşmesinde veya benzer bir durumda, güçlü duygular ifade etmek uygun olmaz. Ancak bu durumlarda, bu duyguları uygun olan en kısa zamanda ifade ettiğinizden emin olmalısınız. Duygularınızı güvenle serbest bırakabileceğiniz yer neresi? İçinizdekileri ifade etmek için nerede kendinizi güvende hissediyorsunuz? Oraya gidin ve içinizi dökün. Öfke hissediyorsanız, bir yastı-a yumruk atın, bir topa vurun. Korkuyorsanız, titremekten çekinmeyin. Üzgünseniz ağlayın. Çığlık atmak istiyorsanız çığlık atın. İhtiyacınız varsa birinden size sarılmasını isteyin.

Duygular genellikle çok uzun sürmez. Neşeyi bir düşünün: geçicidir. Saatlerce sürmez. Ancak, bir duygu “normal” den daha uzun sürdüğünde, bir duygudan, duygusal bir durumdan bahsetmekten bahsederiz.

Örneğin, üzgün hissedebilirsiniz, ama bu üzüntü düşüncelerinizi üstlenmeye başlarsa ve siz yuvarlaklaşırsanız, endişeli hale gelirseniz, o duyguyu yakalarsınız ve onun doğal seyrini izlemesini engellersiniz. Duyguları ne zaman bırakmamız gerektiğini ayırt etmeyi öğrenmeliyiz. Güvensizliklerimiz, korkularımız ve inançlarımızla bu düşünceleri çok uzun süre beslememeye özen göstermeliyiz. Bazen, bir dağdan bir dağdan çıkarız.

Kendinizi sürekli olarak “ağlama” ya da “çok fazla gülüyorsun” ya da “bu kadar sinirlenme” dediğiniz bir ortamda bulursanız, kendinizi ifade etme hakkına sahip olduğunuzu bilin. Kendinize ve başkalarına saygı duyduğunuz için yapın bunu. Önemli olan şu ki, başkaları üzüldüğü için hissettiklerinizi ifade etmeyi bırakmazsınız. Toplum duygularımızı gizlememizi öğretmeye çalışsa da, bu sağlıklı bir seçim değildir. Duygularınızı ifade etmeniz gerekiyorsa, yapın. Bunda yanlış olan bir şey yok!

“Duygularınızı ifade ederken şunu unutmayın: kendinize zarar vermeyin, başkalarına zarar vermeyin.”

– Martha Sialer

Tüm hayatımız boyunca sürekli olarak duygularımızı ifade etmememiz söylenmiştir. Sonunda, söylemek ve ifade etmek istediğimiz her şeyi saklama alışkanlığımıza girmişizdir. Ve bu zararlı alışkanlıkla kendimizi incitiriz.

Başkaları üzülecek diye duygularımızın bizi zehirlemesine izin vermemeliyiz. Duygularımızı bastırmak, beynimizde daha sıkı bir yer edinmelerine, düşüncelerimize hâkim olmalarına ve gerekenden uzun süre devam etmelerine yol açar. Bütün bunlardan kaçınabiliriz. Duygularınızı serbest bırakın.

Psikolog Sergio De Dios González

Günümüz koşturması, iş temposu, sürekli artan bilgi yükü ve birden fazla role aynı anda adapte olma çabası, zihni fazlasıyla zorlayabiliyor. Birçok kişi için ise zihindeki bu zorlanma, düşünce dağınıklığı, odaklanma sorunu, motivasyon düşüklüğü ve yorgunluk gibi belirtilerle kendisini gösteriyor. Zihinsel netlik kazanmak, bu karmaşada kaybolmayı önleyerek daha verimli, sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürmenize nasıl yardımcı oluyor?

Zihinsel netlik nedir?

Zihinsel netlik, kişinin düşüncelerini berrak bir şekilde sürdürebilme, karmaşık durumları açıkça değerlendirebilme ve doğru kararlar alabilme yeteneğidir. Bu beceri, duygu ve düşüncelerin düzenlemesine, mevcut durumların daha net bir perspektiften değerlendirilmesine, böylece daha verimli ve üretken olunmasına katkı sağlar. Dolayısıyla, hem hayat kalitesini hem de bütünsel sağlığı etkiler.

Zihinsel netlik, bir çeşit zihinsel berraklıktır; karmaşık durumlarda dahi açık ve bilinçli düşünmeyi mümkün kılar. Bu durum, odaklanmayı artırmanın yanı sıra, iç huzuru sağlar ve duygusal olarak dengede kalmaya yardımcı olur. Zihinsel netlik kaybolduğunda ise, genellikle kafa karışıklığı, unutkanlık ya da motivasyon eksikliği gibi belirtiler ortaya çıkar. Bu durum genellikle yoğun stres, yetersiz uyku, sağlıksız beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite eksikliği ya da sürekli zihinsel yüke maruz kalma gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir.

  • Stres: Modern yaşamın getirdiği yoğun stres, zihinsel netliğin kaybolmasına yol açan en önemli faktörlerden biridir. Beyin stres altında olduğunda sürekli olarak tehlike ve sorunlara odaklanır. Bu da yaratıcı düşünme ve problem çözme becerisini zayıflatır. Yüksek stres, zihni yorar ve düşüncelerin daha karmaşık hale gelmesine neden olarak zihinsel bulanıklığı artırır.
  • Aşırı bilgi yükü: Günümüzde insanlar, her gün çok fazla bilgiye maruz kalıyor. Sosyal medya, haberler, e-postalar gibi her an ulaşılabilen kaynaklar, zihni sürekli meşgul ederek bilgi kirliliğine sebep oluyor. Beynin, bu sürekli bilgi akışını işlemekten yorgun düşmesi ise, dikkat dağınıklığı, zihinsel bulanıklık ve bilişsel zorlanmaları da beraberinde getiriyor.
  • Uyku eksikliği: Yetersiz uyku da zihinsel netliğin azalmasına sebep olan faktörlerden biridir. Uykusuzluk, beynin bilgileri işleme yeteneğini önemli ölçüde etkiler. Yeterli uyku alınmadığında, odaklanma, karar verme ve problem çözme becerileri zayıflar.
  • Beslenme: Beynin sağlıklı işleyebilmesi için ihtiyaç duyduğu besinleri yeterince almamak, zihinsel yorgunluğa ve performans düşüklüğüne neden olabilirken; şeker ve işlenmiş gıdaların fazla tüketimi, odaklanmayı olumsuz etkileyerek zihnin bulanmasına yol açabilir.

Zihinsel netliği olumsuz etkileyen bu faktörlerin etkisini azaltmak ve zihni dengede tutmak elbette mümkün. Ancak zihinsel netliğin aniden kazanılabilecek bir durum olmadığını unutmamak gerekir. Zihinsel netliği artırmak, zaman içinde oluşan, çaba ve özveri gerektiren bir süreçtir. Yine de doğru yöntemleri kullanarak zihinsel netliğinizi artırabilir ve daha dengeli bir duygu durumuna ulaşabilirsiniz.

Zihinsel netlik nasıl kazanılır?

Dengeli bir hayat, fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak dengede kalabilmeyi ifade eder. Bu dengenin sağlanmasında ise zihinsel netlik en önemli unsurlardan biridir. Zihinsel netlik, bir yandan hayatın her alanında daha bilinçli kararları teşvik ederken, diğer yandan iç huzuru koruyarak daha sağlıklı ilişkiler geliştirmeye de yardımcı olur. Dolayısıyla, rutinleri gözden geçirmek ve zihinsel netliği destekleyecek alışkanlıklar edinmek faydalı olabilir.

Uyku düzeninizi koruyun.

Düzenli uyku, zihinsel netlik sağlamak için oldukça önemlidir. Beyin, uyku sırasında, gün içinde edindiği bilgileri pekiştirir, toksinleri temizler ve hücreleri yeniler. Maruz kalınan bilgiler işlendiğinde ise zihinsel yük azalır ve zihinsel netlik sağlanır. Uyku kalitesini artırmak için düzenli bir uyku rutini oluşturmak, her gün aynı saatte uyuyup uyanmak, odanın serin, karanlık ve sessiz olması, kaliteli bir uyku sağlamak adına etkili olabilir. Bu sayede hem fiziksel hem de zihinsel olarak tazelenmiş bir şekilde uyanarak güne berrak bir zihinle başlayabilirsiniz.

Meditasyon ve mindfulness pratikleri yapın.

Konu zihinsel netliği artırmak olduğunda, meditasyon gibi farkındalık pratikleri oldukça etkilidir. Meditasyon, zihni sakinleştirerek odaklanma ve farkındalık becerilerini geliştirir. Günde 10-15 dakika meditasyon yapmak, stresi azaltır ve zihni berraklaştırır. Daha genel bir yerden, mindfulness ise, günlük yaşam aktivitelerini farkındalıkla deneyimlemeyi ve netliği korumayı sağlar. Örneğin yemek yerken sadece yemeğin tadını ve dokusunu hissetmek, zihni anda tutarak düşünce kalabalığını azaltır. Bu sayede zihin fazla yükle dolmaz, bilgileri işler ve netliği korur.

Sağlıklı beslenme alışkanlığı edinin.

Beyin sağlığını korumak ve net düşünmeyi sağlamak için doğru besinleri tüketmek de oldukça önemlidir. Örneğin, somon, ceviz ve chia tohumu gibi Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin gıdalar, beyin fonksiyonlarını destekler ve bilişsel işlevlerin güçlenmesine katkıda bulunur. Benzer şekilde, yaban mersini ve ıspanak gibi antioksidan açısından zengin yiyecekler, beyin hücrelerini koruyarak oksidatif stresin zararlarını önler. Bu gibi faydalı besinleri beslenme planınıza eklemenin yanı sıra, işlenmiş gıdalar ve rafine şeker tüketiminden kaçınmak, kan şekeri dalgalanmalarını önleyerek zihinsel netliği artırır.

Düzenli egzersiz yapın.

Fiziksel egzersiz, hem beden hem de beyin sağlığı üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Düzenli egzersiz yapmak, beyne giden kan akışını artırarak zihinsel netliği destekler. Özellikle aerobik egzersizler, hafıza ve öğrenme gibi bilişsel işlevleri iyileştirir. Koşu, yüzme ve bisiklet gibi aktiviteler, beyindeki oksijen miktarını artırarak daha net düşünmeyi sağlar. Öte yandan, yoga ve Tai Chi gibi esneklik ve dengeyi teşvik eden aktiviteler, zihin-beden bağlantısını güçlendirirken stresi azaltarak zihnin sakinleşmesine katkıda bulunur.

Tek bir işe odaklanın.

Aynı anda birden fazla iş yapmaya çalışmak, zihinsel netliği olumsuz etkilerken tek bir işe odaklanmak, daha verimli ve etkili çalışmayı sağlar. Günlük olarak yapılacak işler listesi hazırlamak ve bu işleri öncelik sırasına göre tamamlamak, odaklanmayı artırır. Zaman bloklama tekniği de bu konuda oldukça faydalıdır. Belirli saat dilimlerini tek bir işe ayırarak dikkati tamamen o göreve yönlendirmek, işlerin daha hızlı ve başarılı bir şekilde tamamlanmasına yardımcı olurken zihnin fazla yüklenmesini engelleyerek bulanıklığı önler.

Teknoloji molaları verin.

Sürekli teknolojik cihazlara maruz kalmak, zihinsel yükü artırarak net düşünmeyi zorlaştırabilir. Gün içinde kısa kısa teknoloji molaları vermek, zihnin dinlenmesi ve toparlanması için fırsat yaratır. Ek olarak, telefon bildirimleri ve ekran süresi de dikkatin dağılmasına, zihnin odağının aniden başka bir yöne kaymasına neden olur. Dolayısıyla, telefon ve bilgisayar bildirimlerini sınırlandırmak faydalı olabilir. Haftada bir gün ya da en azından birkaç saat dijital detoks yapmak, cihazlardan tamamen uzaklaşmak ve farkındalıklı zaman geçirmek, zihnin netlik kazanmasında etkili olabilir.

Nefes egzersizi yapın.

Nefes egzersizleri, stres seviyesini azaltarak zihinsel netliği artıran basit ama etkili pratiklerdir. Derin nefes almak, vücudu gevşetir ve zihni sakinleştirir. Burundan derin bir nefes alıp diyaframı kullanarak nefesi tutmak ve ardından yavaşça ağızdan vermek, stresi azaltmanın yanı sıra odaklanmayı da artırır. Nefes farkındalığıyla yapılan bu egzersizler, zihnin daha berrak ve odaklanmış bir halde kalmasına yardımcı olur.

Beyin egzersizi ile zihni canlı tutun.

Beyin de tıpkı vücut gibi egzersiz yapmaya ihtiyaç duyar. Beyni aktif tutmak, zihinsel netliği artırmak adına oldukça önemlidir. Sudoku, bulmaca ve satranç gibi zihinsel egzersizler, beyin hücrelerini zorlayarak bilişsel kapasiteyi artırır ve problem çözme becerilerini geliştirir. Bu tür faaliyetler, zihinsel esnekliği artırır ve yeni sinaptik bağlantıların oluşmasına yardımcı olur. Bu da daha net ve hızlı düşünmeyi sağlar.

ALEYNA TEPE / Livetobloom

Akış Hali (Flow State) Nedir ve Nasıl Sağlanır?

Günlük hayatın hızlı temposunu yakalamaya çalışırken aynı zamanda sürekli olarak üretkenliği artırmanın, yaratıcılığımızı kullanmanın ve tatmin duygusunu bulmanın yollarını arıyoruz. Tüm bunlara yetişmeye çalışırkense çoğu zaman akışın ritmini kaçırıyoruz. Arayış içinde olduğumuz tüm bu değerler aslında “akış hali” denen, derin odaklanma durumunda saklı. Hem psikolojik hem de hormonal etkilerle kendisini belli eden bu ruh hali, bireylerin en üst düzeyde performans göstermesini sağlıyor. Hormonların ve beynin işleyişinin akış hali deneyimini nasıl şekillendirdiğini ve hayatınızı geliştirmek için bu durumdan nasıl yararlanabileceğinizi sizin için araştırdık!

Akış hali nedir?

Akış hali, kendinizi tamamen yaptığınız şeye kaptırarak en iyi performansınızı sergilediğiniz, yüksek odaklanma gerektiren zihinsel bir durumdur. Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi tarafından ortaya konulan bu kavram, kişinin kendini bir aktiviteye adadığı, her adımı zahmetsizce ilerlettiği, kaygıdan uzak, keyifli bir süreç olarak tanımlanabilir. Csikszentmihalyi, 1970’lerde yaptığı araştırmalarda, insanların hayatlarındaki en yüksek mutluluk anlarının, tahmin edilenin aksine, çoğunlukla dinlenme anlarında değil, yoğun odaklanma ve zihinsel efor gerektiren aktiviteler sırasında ortaya çıktığını fark etmiştir. Spor yapma, enstrüman çalma ya da işe odaklanma gibi farklı aktivitelerde görülen bu durumun ana sebebi, bu aktiviteler esnasında tamamen anda kalarak ustalaşma ve kendini gerçekleştirme hissi yaşanmasıdır. Bu sürece “akış” denir çünkü süreç, farkındalık ve eylemin birleştiği, her şeyin uyum içinde aktığı bir deneyim sunar.

Akışta beyin ve beden bağlantısı

Beyin ve beden, akış halindeyken ideal performans durumunu desteklemek için özel bir fizyolojik dönüşümden geçer. Bu sırada beş ana hormon salgılanır: dopamin, endorfin, norepinefrin, serotonin ve anandamid.

  • Dopamin: Beynin ödül sistemiyle ilişkili bu hormon, motivasyonu artırır. Yaptığınız işi daha keyifli hale getirir. Başarı hissi, dopamin seviyenizi yükseltir ve motivasyonunuzu besler. Dopamin, ayrıca dikkat sürenizi artırarak göreve odaklanmanıza ve bu odağı sürdürmenize yardımcı olur.
  • Endorfin: Endorfinler, akış sırasında rahatlama sağlayan doğal kimyasallardır. Bu hormonlar beyinde ve sinir sisteminde ağrı gibi rahatsız edici durumları baskılar ve kendinizi iyi hissetmenize yol açar. Özellikle fiziksel aktivitelerle akış haline geçildiğinde, endorfin salgısı artar ve fiziksel çaba harcarken daha az yorulma hissi meydana gelir. Öte yandan endorfinler, rahatlama hissi yaratarak akış halinde “anda” kalmaya da yardımcı olur.
  • Norepinefrin: Norepinefrin, uyanıklık ve enerji seviyelerini artıran bir stres hormonudur. Akış halinde norepinefrin salgılanması, dikkatin keskinleşmesine ve enerji seviyesinin yükselmesine yardımcı olur. Norepinefrin, akış sırasında hem bedensel hem de zihinsel olarak tetikte kalmayı, böylece çevredeki uyaranlara hızlı bir şekilde tepki verebilmeyi sağlar.
  • Serotonin: Serotonin, mutluluk ve huzur hissi sağlayan bir hormondur. Bu hormonun salınımı, kendinizi sakin ve huzurlu hissetmenize, böylece kaygı ve stres seviyelerinizin azalmasına yardımcı olur. Akış halindeyken serotonin düzeyinin artması, daha rahat ve dengeli hissetmeyi sağlar. Bu da sürdürülebilir bir performans sergilenmesine katkıda bulunur.
  • Anandamid: Rahatlama hissini destekleyen anandamid, aynı zamanda yaratıcılığı da artıran bir hormondur. Beyni ve bedeni rahatlatıp stresi azaltarak yaratıcı düşünceyi destekler. Öte yandan, anandamid akış halinde kaygı ve gerginlik gibi duyguları bastırarak kendinizi daha özgür hissetmenize yardımcı olur. Yaratıcılığı tetikleyen bu hormon, özellikle sanatçılar, yazarlar ya da yaratıcı projeler üzerinde çalışan kişiler için akış deneyimini daha verimli hale getirir.

Kısacası, nörobilimsel açıdan, akış hali beyinde belirli bir iz bırakır. Akış sırasında beyin, salgılanan hormonların desteğiyle kendini gözlemleme ve eleştirme gibi üst düzey düşünme işlevlerinden uzaklaşır, duyusal işlemleme ve hareket gibi doğrudan işlevlere odaklanır. Bu durum, kendinizi daha az eleştirmenize ve dış etkenlerden bağımsız olarak işinize tamamen odaklanmanıza yardımcı olur. Beynin odağındaki bu değişim, yaptığınız işte daha özgür hissetmenizi ve daha akıcı bir deneyim yaşamanızı sağlar.

Akış hali nasıl sağlanır?

Akış hali, tamamen yaptığınız işe odaklandığınız, zaman ve mekan kavramını yitirdiğiniz ve kendinizi tam anlamıyla kaptırdığınız özel bir zihinsel durumdur. Ancak maalesef, bu durumun günlük yaşamda kendiliğinden ortaya çıkması nadirdir ve akışa ulaşmak belirli şartların sağlanmasını gerektirebilir. İşte, akış haline ulaşmanıza yardımcı olacak bazı ipuçları!

Yetenek ve aktivite dengesi.

Akış haline ulaşmanın önemli bir kritik faktörü, yapılan işin zorluk seviyesi ile yeteneklerinizin uyumlu olmasıdır. Eğer bir görev çok kolaysa sıkılabilir ve odaklanmakta zorlanabilirsiniz. Öte yandan, görev çok zorlayıcı ise stres ve kaygı hissi tetiklenerek akış deneyiminin oluşmasını engelleyebilir. Bu nedenle, yapılacak aktivitenin zorluk seviyesi, becerileriniz ve kaynaklarınızla tam olarak uyumlu bir dengede olmalıdır. Kaynaklarınızın elinizdeki görevi tamamlayacak kapasitede olduğuna inandığınızda, kendinizi daha öz güvenli ve kontrol altında hissederek akış haline daha kolay geçebilirsiniz.

Net hedefler ve anlık geri bildirim.

Akış durumuna geçmek için yapılan aktivitenin net hedeflere sahip olması önemlidir. Bu sayede, ne yapmanız gerektiği ya da başarıyı nasıl ölçeklendirebileceğiniz konusunda net bir anlayış sağlayabilirsiniz. Öte yandan hedeflerin net olması, kontrol hissini artırır ve neyi nasıl yapmanız gerektiğini açıkça anlamanızı sağlayarak sürece adaptasyonunuzu ve akış haline geçişinizi kolaylaştırır. Hedefler belirlendikten sonra bir diğer önemli konu ise bu hedeflere doğru ilerlerken anında geri bildirimler alabilmektir. Bu geri bildirimler, başarı hissini pekiştirerek motivasyonu artırır ve akış durumunun devamlılığını sağlar. Örneğin, bir tenisçi her başarılı vuruşunda ya da kaçırdığı her topta anında geri bildirim alır. Bu da odaklanmasını ve akış halini korumasını kolaylaştırır.

Günlük hayattan ayrışma ve tam odaklanma.

Akış haline geçişi sağlayan bir diğer önemli unsur, yapılan aktivitenin günlük yaşamdan ayrılan bir niteliğe sahip olmasıdır. Örneğin, spor yaparken giyilen özel kıyafetler ya da sanatla uğraşırken kullanılan özel araç gereçler, günlük rutininlerinizden uzaklaşarak yalnızca ana ve elinizdeki işe odaklanmanızı sağlar. Öte yandan, akış hali kendinizi derin bir şekilde işinize kaptırmanıza, bu sayede dış uyaranlardan ya da günlük yaşamın düşüncelerinden uzaklaşmanıza yardımcı olur. Zihinsel anlamda tam bir odaklanma hali yaşanır; yalnızca yapılan iş içinde “anda” olunur. Bu, akışın en önemli özelliklerinden biridir. Akışa geçmek için tüm dikkat dağıtıcı unsurların ortadan kaldırılması, göreve başlamadan önce kısa bir meditasyon ya da nefes pratiği faydalı olabilir.

Azalan öz farkındalık.

Akış durumunda, günlük kaygı ve düşüncelerden arınılmış, bir tür “kendinden geçme” hali yaşanır. Öz farkındalığın azalması, odaklanma kapasitenizi artırır; şüphe ve öz eleştiri düşünceleri ortadan kalkar. Bu sayede akış halini kamçılayacak olumsuz duygu ve düşüncelerden uzaklaşabilir ve yalnızca yaptığınız işe odaklanabilirsiniz. Anlık olarak, öz farkındalığın azalması, kendinizi çok daha özgür hissetmenize, yaratıcılığınızın artmasına ve kendinizi tamamen deneyime bırakmanıza yardımcı olur.

Zamanda kaybolma hissi.

Akış halinin bir diğer belirgin özelliği, zaman algısında yaşanan değişimdir. Akışa geçtiğinizde, zamanın nasıl geçtiğini anlamaz; saatlerin bir anda geçtiğini ya da dakikaların çok uzun sürdüğünü hissedebilirsiniz. Zamanın adeta durduğu ya da hızlandığı bu algı değişimi, zihnin tamamen anla bütünleştiğini ve başka bir şey düşünmediğini gösterir. Bu sayede, kendinizi tamamen ana kaptırarak akış deneyiminin derinliğini artırabilirsiniz.

Pratik ve deneyim.

Akış haline ulaşmak, yeteneklerinizin gelişmesine de bağlıdır. Belirli bir işi sık sık tekrar ederek ve pratik yaparak o işte ustalaşır, tüm detaylara hakim hale gelir ve akış haline daha kolay geçebilirsiniz. Öte yandan, pratik yapmak yalnızca yeteneklerinizi değil, aynı zamanda odaklanma kapasitenizi de güçlendirir. İşlerinizi odaklanarak doğal bir şekilde ve düşünmeden yapmaya başlarsınız. Bu sayede zihniniz ve bedeniniz uyum içinde çalışır, hareketler zahmetsiz hale gelir ve özgürleştiğiniz bir akış haline ulaşırsınız.

Akış hali, sadece geçici bir deneyim değildir; zorluklara, yaratıcılığa ve üretkenliğe yaklaşımınızı dönüştürebilecek güçlü bir zihinsel durumdur. Akışın nörokimyasal temelini anlamak ve onu destekleyecek koşulları aktif olarak yaratmak, bu duruma daha sık ulaşmanıza ve geniş kapsamlı faydalarından yararlanabilmenize yardımcı olur.

ALEYNA TEPE İPER / Livetobloom

Sevmekten Korktuğunuzu Gösteren 5 Davranış

Sevmekten Korktuğunuzu Gösteren 5 Davranış Uzman psikolog doktor Lisa Firestone, Psychology Today dergisinde yayımlanan yazısında ”Sevgiden ve bağlanmaktan hepimiz biraz korkarız ve bu korku davranışlarımızı etkiler” diyor.

1-Kendinizi geri çekmek

İlişkilerinde sorun yaşayan birçok insan karşılarındakinin artık eskiden yaptığı güzel davranışları yapmadığını söyler. “Artık durduk yere gelip bana sarılmıyor” veya “Eskiden çok iyi bir dinleyiciydi” gibi, ilişkinin başlarında bulunan, ama zamanla kaybolmuş davranışlardan bahsedilir. İnsanlar ilişkide birbirlerine yaklaştıkça, yakınlıktan korkup kendilerini geri çekmeye eğilimlidir. Araya mesafe koymak için de, karşılarındakinin sevdiği bazı davranışları yapmayı bırakırlar.

Bu davranış genelde istemsiz yapılır, o yüzden fark etmesi zordur. Ama eğer hislerimizde değişiklik hissedersek, örneğin, eskiden karşımızdaki kişi için yapmayı sevdiğimiz bir şeyi yapmak artık bizi rahatsız ediyorsa, kendimizi geri çekip çekmediğimizi düşünmeliyiz. Görünüşümüze daha az önem vermeye başlayabiliriz, veya belki de işe giderken “Görüşürüz” demeyi veya işten dönüldüğünde birbirimizi sevgiyle karşılamayı bırakmış olabiliriz. Bu küçük ve büyük sevgi gösteren hareketleri bırakıp bırakmadığımıza dikkat etmeliyiz.

2-Hislerinizi kapatmak

Kendimizi geri çekmeye başlama sebeplerimizden biri de, daha önceki tecrübelerimizden oluşturduğumuz savunma sistemini kullanıp hislerimizi engellemektir. Örneğin, birine aşık olmaya başladığımızı fark edince, kendimize “Çok hızlı ilerliyoruz. Bunun sonunda üzüleceğim. Kimseye ihtiyacım yok. Bu ilişkiyi durdurmalıyım.” gibi cümleler kurarız, ve sonuç olarak kendimizi bizi mutlu eden bir olaydan uzaklaştırmış oluruz.

Savunma sistemimiz aktifken, kendimizi ilişkinin çok da önemli olmadığına ikna ederiz. Güzel anlardan kaçınırız, göz göze gelmemeye çalışırız ve karşımızdaki kişinin bize ilgi göstermesine izin vermeyiz. İltifatları yok sayar, güzel anlarda eleştiriler yapar ve karşımızdakini rahatsız eden konular açarız. Savunma sistemimiz bizi içe kapanık yapar ve soğuk davranmamıza sebep olur. Sevdiğimiz kişiyle iletişim kurmamamız için milyonlarca küçük sebep buluruz. Hislerimizi köreltir, karşımızdakinin duygularını önemsizleştiririz. Sonuç olarak da ilgimizi kaybeder ve karşımızdakini mutlu eden davranışlardan kaçınır hale geliriz. Beraber vakit geçirmeyi reddederiz, suçu hayat koşullarına atarız, ancak içten içe biliriz ki suç aslında bizdedir.

3-Aşırı eleştirel olmak

Hislerimizi kapatmanın daha aşırı bir yolu da, karşımızdaki kişinin sürekli olarak hatalarını görüp, eleştirmektir. Kendimizi de karşımızdakini de eleştiren iç sese boyun eğer, onun algımızı karartmasına izin veririz, ve sonuç olarak zihnimizde ilişkiyi, ilişkinin bozuk ve karanlık bir versiyonu olarak görmeye başlarız. En küçük şeylerden tartışma çıkarırız, masada bırakılan bardak, karşımızdakinin ricada bulunma şekli gibi. Hatta kısasa kısas mantığında, ne verdiğimizi ve ne aldığımızı hesaplayıp, ilişkiyi bir matematik problemi gibi görmeye bile başlayabiliriz.

Bu eleştirel iç ses, ayrıca seçiçi bir şekilde dinliyor da olabilir. Sadece negatif cümleleri duyup, kelimelerin anlamını değiştiriyor olabiliriz. Bu iç sesi dinleyip, eleştirmeye devam edersek, ilişkide mesafe koymuş oluruz. Sevdiğimiz kişinin neden kötü olduğuyla ilgili bir argüman hazırlayıp o kişiye duyduğumuz sevgiye zarar verebiliriz. Herkes hata yapar. Sevdiğimiz kişilerin zaman zaman bazı yanlış davranışları olması kaçınılmaz. Ama eğer kötümser davranıp onları oldukları kişi için sevmek yerine sürekli hatalarını görmeye başlarsak, karşımızdakini ve ilişkiyi yıpratırız.

4-Tartışma yaratmak

Tüm çiftler çözmesi zor bazı tartışmalar yaşar, bağımsız iki zihnin tam olarak uyuşması imkansızdır. Ancak bazen, hiçbir sebep yokken kavga çıkarıyor olabiliriz. Bu davranış tartışmalar çözmeye değil, yeni tartışmalar yaratmaya yarar.  Örneğin, karşımızdakinin ekstra sevgi dolu davrandığı bir anda, öyle davranmadığı başka bir anı hatırlatıyor olabiliriz. Örneğin karşımızdaki kişi, “Bana karşı çok iyisin. Seninle olduğum için çok mutluyum.” gibi bir cümle kurduğunda, cevap olarak “Evet ama geçen sabah böyle düşünmüyordun, bana çok soğuk davranmıştın.” gibi bir cevap veriyorsak, karşımızdaki kişiyi kendimizden soğutup savunma moduna geçmesine sebep oluruz, ve aramızda bağlantı hissedebileceğimiz güzel bir an, birdenbire kavgaya dönüşür.

Sonuç olarak, bu negatif tepkilerin mantığını çözüp neden yapmak istediğimizi anlayarak, davranışlarımızın kötü yönde değişmesini engelleyebiliriz. Eğer istersek, çaba sarf ederek sevgiyi hayatımızda tutabiliriz.

5-Sevdiğiniz kişiye sevgisiz davranışlarda bulunmak

Birçok çift birbirlerini sevdiğini iddia ederken, aynı zamanda birbirlerine o kadar kötü davranıyorlar ki, birbirlerinden hoşlandıklarını düşünmek bile saçma olur. Sevgi dolu davranmadan sevdiğimizi iddia edemeyiz. Bazen çiftler birbirlerine sevgi gösterip doğal davranmak yerine, “ilişkide olma” algılarına göre davranışlar sergilemeye başlar. Bu olduktan sonra, iki birey arasındaki sevgi ve nazikliği hiçe sayıp, tek bir varlıkmış gibi hareket etmeye başlarlar. Bu sahte bağ kurulduktan sonra, gerçekten sevgimizi gösteren davranışları rutin haline gelmiş davranışlarla değiştiririz. Bunu engellemek için, birbirine bağlı iki varlık yerine, bağ kurmaya çalışan iki farklı birey olduğumu unutmamamız gerek. “Biz” olma isteğini bastırıp, “sen ve ben” olarak kalmalıyız.

AKTÜEL PSİKOLOJİ

Brené Brown ile Savunmasız Kalarak Utancı Aşmanın ve Gerçek Bağlar Kurmanın Yolları

Hepimiz sosyal bir ortamda kendimizden çok fazla bahsettikten sonra ani bir pişmanlık ve utanç hissine kapılmışızdır veya ilişkilerde ilk defa “seni seviyorum” diyen kişi olmak herkes için göz korkutucudur. Aynı şekilde işten ayrılma konuşması yapmak, riskli bir mesaj atmak, duygularını itiraf etmek de… Tüm bu eylemler beraberinde korkuyu, utancı, pişmanlığı getirir. İnsan olmanın kaçınılmaz parçaları olan bu savunmasızlık anlarında maalesef çok başarılı değiliz. Peki, kendimizi güçsüz hissettiğimiz bu “zayıflık” anları aslında gücümüzün, yeterliliğimizin, mutluluğumuzun birer göstergesiyse? Bu alanda yürüttüğü çalışmalar ile dünya çapında ün kazanmış araştırmacı-hikaye anlatıcısı Brené Brown’a göre savunmasızlık içimizde keşfedilmeyi bekleyen özel bir güç. Peki, çevresini saran tüm korku ve utanç duygularına inat bu gücümüzü nasıl ortaya çıkarabiliriz? Aktif şekilde savunmasız kalarak ve savunmasız kalmayı öğrenerek!

Hayatımıza ne anlam katıyor?

Brown’un yürüttüğü tüm çalışmaların kesişiminde insan ilişkileri duruyor çünkü ona göre insanın dünyadaki varlığının nörobiyolojik düzeydeki tek amacı bağ kurabilmek. Hayatlarımıza, kurduğumuz ilişkiler anlam ve amaç katıyor. Çalışmaları esnasında konuştuğu kişilere bağ kurmanın, sevginin ne demek olduğunu soran Brown sıklıkla kalp kırıklığı, dışlanma, bağlanamama hikayeleri dinliyor. Bu da ona hepimizin çok ciddi bir bağlantısızlık sorunu yaşadığını gösteriyor. Peki doğamızın bir parçası olan bağ kurmayı, gerçek hayatta bu denli zorlayıcı kılan ne?

Gerçek bağlar kurmamızı ne engelliyor?

Brown, gerçek anlamda bağ kurmamızın önünde iki engelin olduğunu fark ediyor: Utanç ve korku. Bu iki duygunun zihnimizdeki, “Gerçek anlamda sevilmek, bağlanmak, ilişki kurmak için yeterince değerli miyim, sevilebilir miyim, gerçekten iyi biri miyim?” yankılanmaları, savunma duvarlarımızı kaldırmamıza neden oluyor. Bağlanmadan, sevmeden, aşık olmadan önce kendimizi tutmamıza neden oluyor. Peki, neredeyse her insanın hissettiği utanç ve korku duygusunu ne besliyor?

Utanç ve korkunun temelinde ne yatıyor?

Tüm bu utanç ve korkunun temelinde bize dayanılmaz gelen bir savunmasızlık hali yatıyor. Gerçek anlamda bağ kurabilmemizin tek şartının karşımızdaki kişiye gerçek yüzümüzü, olduğumuz gibi gösterebilmekten geçtiğini söyleyen Brown, savunmasızlığı sevginin birinci şartı yapıyor. Peki savunmasız kalmaktan bu denli korkarken bunu nasıl başaracağız? Bu sorunun cevabını ise çalışmalarına katılanlar arasında belirli bir öz değer seviyesine sahip olan, hayatlarında sevgi bulunduran, zengin ilişkilere sahip kişilerde arıyor.

Belirli bir öz değere sahip kişileri, öz güven ve sevgi edinmekte zorlanan kişilerden ayıran özellik ise şurada yatıyor: Belirli bir öz değere sahip kişiler, hayatta çok güçlü bağlar kurabiliyor, seviyor, sevilebiliyor ve mutlu olabiliyorlar çünkü tüm bunları hak ettiklerine tüm kalpleri ile inanıyorlar. Kendilerinin değerli olduğunu biliyorlar.

Tüm kalbi ile yaşayan insanların ortak noktaları ne?

Brown bu kişilere “whole-hearted” yani içten kişiler diyor. Peki tüm kalpleri ile yaşayan bu içten kişiler hangi özellikleri sayesinde savunmasız kalmaktan korkmuyor veya engelleyici bir utanç hissi hissetmiyor?

  • İçten kişiler aynı zamanda cesaretli oluyor. Hata yapmaktan, mükemmel olmamaktan korkmuyorlar. Oldukları gibi, sadece kendileri olarak yaşamaya cesaretleri bulunuyor.
  • İçten kişiler aynı zamanda şefkatli oluyor. İlk önce kendilerine daha sonra başkalarına karşı şefkatle, anlayışla yaklaşabiliyorlar.
  • İçten kişiler gerçek anlamda bağ kurabiliyor çünkü kendilerini tanıttıkları kişi ile gerçek kimlikleri, otantik benlikleri aynı kişi oluyor. Olmaları gereken kişi olmak için uğraşmıyor ve kendileri olabiliyorlar.
  • İçten kişiler için de savunmasız kalmak rahatsız edici hissettiriyor fakat onlar savunmasızlığı bir gereklilik olarak görüyor. İlk defa bir kişiye “seni seviyorum” demek, nasıl olacağını bilmeden bir işe veya ilişkiye başlamak için istekliler. Olayları kontrol edememeyi veya sonuçları tahmin edememeyi hayatın bir güzelliği olarak görüyorlar.

Savunmasız kalmak konusunda neden bu kadar zorluk çekiyoruz?

Savunmasızlık nasıl hem gerçek anlamda bağ kurmanın, aşkın, sevginin, yaratıcılığın, aidiyetin sırrı hem de korkunun, utancın ve düşük öz değerin de kaynağı olabiliyor? Brown’a göre ikinci durum savunmasızlığı uyuşturduğumuzda ortaya çıkıyor.

Birine duygularımızı söylemek, partnerimiz ile seksi başlatan kişi olmak, işten ayrılacağımızı söylemek, birini işten çıkarmak, doktorun ağzından çıkacak iyi cümleleri beklemek gibi küçük savunmasızlık anları ile dolu bir hayat yaşıyoruz. Savunmasız kalmak bize o kadar rahatsız edici geliyor ki bu anları hissetmemek, aksiyona geçmemek için elimizden geleni yapıyoruz. Sonucunda belki utancı, korkuyu, endişeyi hissetmiyoruz veya kendimizi ateşe atmıyoruz ama beraberinde sevgiyi, güveni, aidiyeti de hissedemiyoruz. Duyguların arasından birkaçını seçip onları susturmamız mümkün olmadığı için bir kere bu uyuşturma haline kapılırsak iyi-kötü her duygumuzu köreltiyoruz. Peki kendimizi nasıl bu denli uyuşuk hale getiriyoruz?

Brown’a göre savunmasızlığı 3 şekilde uyuşturuyoruz:

  • Belirsiz olan her şeyi belirlemeye çalışıyoruz. Bu, “tayin etme, öngörme, bilme” dürtümüz kendini en iyi din ve politika konuşmalarında gösteriyor. Toplum giderek inancın, umudun, gizemin kaybolduğu sadece bir doğru ve bir yanlışın olduğu yöne doğru kayıyor.
  • Her hatamızı mükemmelleştirmeye çalışıyoruz. Bu, kendini en iyi estetik müdahale endüstrisinde ve çocuklarımızı yetiştirme tarzımızda gösteriyor. İnsanların doğası gereği hata yapmaya, zorluk çekmeye yatkın olduğunu kabul edemiyoruz.
  • Numara yapıyoruz. Kendi aksiyonlarımızın başka insanların hayatlarını etkilemediği düşüncesine inanarak yaşıyoruz. Hem özel hem de iş hayatımızda gözümüzü dış dünyaya kapıyor ve bencil aksiyonlar alıyoruz.

Utanç-savunmasızlık kısır döngüsünden nasıl çıkabiliriz?

Brené Brown’a göre bu uyuşukluk halinden çıkmanın yolu dayanılması çok zor olsa da savunmasızlığı kabul etmekten ve ona kucak açmaktan geçiyor. Tüm bu uyuşturma dürtülerimize rağmen şunları göz önünde bulundurmalıyız:

  • Otantik kimliğimizi herkesin görmesine izin vermeliyiz.
  • Hiçbir garantisi olmasa da tüm kalbimizle sevebilmeliyiz.
  • Kendi duygularımızdan korktuğumuz dehşet anlarında, fazla düşünme ve endişeye kapılmadan şükran ve neşe duymalıyız. Bu duyguların bizim hayatta olduğumuzu gösterdiğini hatırlamalıyız.
  • Belki de en önemlisi yeterli ve değerli olduğumuzu bilmeliyiz çünkü Brown’a göre ne zaman kendimizin değerli olduğunu bilirsek o zaman bağırmayı kesip dinlemeye başlıyor, kendimize ve diğerlerine karşı daha nazik oluyoruz.

LIVETOBLOOM

Comments are closed.