Isaac Newton – Marie Curie – James Clerk Maxwell – Ernest Rutherford – James Chadwick – Joseph John Thomson – Albert Einstein – Nikola Tesla
MART 2024
Nikola Tesla Kimdir?
Alternatif akımın mucidi ve elektrik kullanımının yaygınlaşmasında çok büyük rolu olan garip huylu bir bilim insanı…
1856 yılında Smiljan kasabasında doğdu. Bu kasaba şu an Hırvatistan sınırları içerisindedir. 5 çocuklu bir ailenin 4. çocuğuydu. 1862’te Gospic kentine taşındırlar. Bu kentte; Real Gymnasium (lise) okumaya başladı ve 4 yıllık liseyi 3 yılda tamamladı. 1875’te Avusturya Polytechnic Üniversitesine girdi. Buüniversitede elektrik mühendisliği üzerine eğitim görürken alternatif akım alanında çalışmalar gerçekleştirdi.
Avusturya Polytechnic Üniversitesinde fotoğrafik hafızası ve adını duyduğu herhangi bir nesnenin en ince ayrıntısına kadar tanımlaması ile ünlendi. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra Budapeşte’ye gitti ve burada 1881’de Ulusal Telefon Şirketinde baş mühendis olarak çalışmaya başladı. Ancak 1882’de Paris’e taşındı ve burada Edison Elektrik Şirketi’nde elektrik ekipmanları geliştirmek üzere çalışmaya başladı. Paris’te gösterdiği başarılardan sonra Thomas Edison, Nikola Tesla’yı New York’taki Edison Machine Works firmasına aldı.
Burada şirketin var olan doğru akım jeneratörlerini alternatif akıma dönüştürecek bir tasarım geliştirmesi istendi. Tesla zaten bu konu hakkında uzun zamandır çalışıyordu. Tesla’nın bir röportajında “bu çalışmayı tamamlarsa Edison’un 50.000 dolar ikramiye vereceğini” belirtti. Tesla çalışmasını tamamladı ve Edison’a sundu, ikramiyesini istedi. Edison ise şaka yaptığını söyleyerek parayı ödemedi. Bu olay üzerine Tesla Edison Machine Works‘ten ayrıldı.
1886’da kendi şirket olan Tesla Electric Light and Manufactoring‘i kurdu. İşte bu andan itibaren Edison-Tesla rekabeti başladı. 1887’de indüksiyon motorunu inşa etti ve 1888’de Amerika Elektrik Mühendisleri Enstitüsüne sundu. Bu başarısının ardından Westinghouse Electric and Manufactoring Şirketinin sahibi George Westinghouse ile ortak oldu. Çok fazlı elektrik sistemini geliştirmek üzere çalışmalara başladı. Bu sistem; elektrik akımını Edison’un doğru akım sistemlerinden çok daha uzağa aktarabiliyordu. O dönemlerde en büyük sorunlardan biri elektriği kayıp yaşamadan uzak mesafelere aktarmaktı. Westinghouse’un desteği ve Tesla’nın engin bilgisi sayesinde alternatif akım akımlar savaşını kazandı ve en çok kullanılan elektrik dağıtım sistemi oldu.
1899’da laboratuvarını Colorado Springs‘e taşıdı ve burada kablosuz aktarım üzerine farklı deneyler gerçekleştirdi. 1900 yılında 150.000 dolarlık fon buldu ve Wardenclyffe Kulesinin inşaatına başladı. Burayı Atlantik Okyanusunun ötesine kablosuz sinyal aktarabilen bir sistem olarak çalıştı ama proje tamamlanamadı. 1912’de yüksek voltajlı yüksek rezonanslı transformatörler kullanan devreler üzerindeki çalışmaları nedeniyle Nobel Fizik Ödülüne Aday gösterildi. 1917’de AIEE’nin en büyük ödülünü aldı: “Edison Madalyası”
3 defa Nobel Ödülüne aday gösterilen Tesla, ömrünün son yıllarına doğru maddi sıkıntılar yaşadı. Bu sıkıntıları atlatmak için Amerikan ordusuna “ölüm ışını” adı ile bilinen parçacık ışın silahı geliştirmeye çalıştı. Bu projeyi bitiremedi ve kendi köşesine çekildi. Bu süreçte bir çok teorik proje tasarladı ancak hiç birini üretmedi. Nikola Tesla 7 Ocak 1943‘te 86 yaşında, hayatının son 10 yılını geçirdiği New Yorker otelindeki odasında hayatını kaybetti.
Edison akkor telli ampulü yeni icat etmişti ve elektriğin aktarılması konusunda bir sistem geliştirmeye çalışıyordu ve Tesla’ dan bu konuda yardım istemiş, eğer sistemdeki sorunu çözebilirse büyük miktarda para vereceğini söylemiştir. Tesla sistemdeki sorunları çözerek Edison’u belki de milyon dolarlık bir masraftan kurtarmış ancak vaat edilen parayı hiçbir zaman alamamıştır.
Edison ölüm döşeğindeyken Tesla’yı af dilemek için yanına çağırtmış fakat Tesla vaktimi boş laflar dinleyerek geçireceğime, insanlık adına gerekli icatları bularak geçiririm diyerek Edison‘un son arzusunu yerine getirmemiş ve yanına gitmemiştir.
Ford ilk motorlu aracı ile gösteriş yaparken yanına giden Tesla bu kadar büyük bir motora gerek olmadığını anlatmış fakat Ford kendini fazla üstün gördüğü için Tesla’yı dinlememiş; bunun üzerine Tesla, ateşleme sistemini icat etmiş ve Ford’a bunu göstermek zorunda kalmıştır. Fakat her zaman olduğu gibi şanssızlığı burada da kendini göstermiş ve Ford, ateşleme sistemini kullanmak için patentini kendine almıştır.
1898’de, Madison Square Garden’da dünyaya ilk uzaktan kumandalı model botunu gösterir. Yani Tesla’ya uzaktan kumandalı uçaklar, arabalar ve botlar (ve hatta televizyonlar) için de teşekkür edebiliriz.
Amerikalılar savaş zamanında Alman denizaltılarını bulabilmek için Edison’dan yardım istemiş ve Tesla’nın önerisi olan “enerji dalgalarını kullanalım” fikrine Edison’un şiddetle karşı çıkması sebebiyle bugün “radar” dediğimiz aygıt 25 yıl geç keşfedilmiştir.
Nikola Tesla uzaydaki hayatın varlığı ile de yakından ilgilenmiş. Dünya’da ilk defa 1899 yılının Mart ayında kendi laboratuvarından uzaya ses dalgaları göndermiştir.
How It Works Koleksiyon Kitapları / Bilgi Bankası
Bu dünyada beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı.
Sakın sana kötüsün diyenlere aldırma. Bana da geri zekâlısın diyenler oldu. Ve ben atomu parçalayıp ellerine verdim.
Bir insanın zekası verdiği cevaplardan değil, sorduğu sorulardan anlaşılır.
Dünden ders alın. Bugünü yaşayın. Yarın için umutlu olun. En önemli şey sorgulamayı elden bırakmamaktır.
Ön yargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.
Mutlu olmak istiyorsan, bir amaca bağlan; insanlara ya da eşyalara değil.
Yüksek ruhlar, her zaman sıradan akılların şiddetli muhalefetleriyle karşılaşırlar.
Albert Einstein Bilmeniz Gerekenler Hakkında Kısaca
Ad – Soyad: Albert Einstein
Doğum Tarihi: 14 Mart 1879
Doğum Yeri: Ulm, Württemberg, Almanya
Ölüm Tarihi: 18 Nisan 1955
Ölüm Yeri: Princeton, New Jersey, Amerika
Albert Einstein (Doğum: 14 Mart 1879, Ulm, Württemberg, Almanya – Ölüm: 18 Nisan 1955, Princeton, New Jersey, ABD), Almanya doğumlu Yahudi teorik fizikçidir. Matematik ve fizik dallarındaki çalışmalarıyla ün salmış, özel genel görelilik teorilerini geliştirme çalışmalarıyla Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüştür. Einstein genellikle 20. yüzyılın en etkili fizikçisi olarak kabul edilmektedir.
Albert Einstein’ın çocukluğu ve eğitimi
Almanya’nın Ulm kentinde dünyaya gelen Einstein’ın ebeveynleri laik, orta sınıf Yahudilerdi. 1880 yazında ailesi buradan ayrılarak Münih’e taşındı. Babası Hermann Einstein, aslen bir kuş tüyü satıcısıydı ve Münih’e taşındıktan sonra amcası Jakob ile bir elektrik şirketi kurdular. Annesi Pauline Einstein, yetenekli bir piyanistti. Albert iki yaşındayken kız kardeşi Maja dünyaya gözlerini açtı.
Albert Einstein, okula başlamadan önce konuşmada zorluklar yaşamıştır ve bu durum ailesini kaygılandırarak doktora götürmüşlerdir. Dört beş yaşlarında hasta bir şekilde yatarken, babası Albert’in oyalanması ve neşelenmesi için ona manyetik bir pusula verdi. Küçük yaşlarda tanıştığı pusula dikkatini çekmiş ve kendisinde büyük bir merak uyandırmıştı.
Albert Einstein, Yahudi kökenli ancak dindar olmayan bir aileden geliyordu. Çocuklarının eğitimini daha çok düşünen anne ve baba Albert’i, evlerine yakın bir bölgede iyi eğitim verdiğini düşündükleri Katolik Hristiyan İlkokuluna yazdırdılar. Okuldaki sıkı disiplinden ve ezberci eğitim anlayışından rahatsız olan Einstein, yine de yüksek notlar almış ve sınıf atlamıştır.
Eğitimin yanında çocuklarının müzikle iç içe olmasını isteyen anne Pauline, Albert’i keman derslerine, Maja’yı ise piyona derslerine gönderdi. Albert Einstein altı yaşından on dört yaşına kadar keman derslerine devam etti ve özellikle Mozart, Beethoven sonatları çalmaktan çok keyif alıyordu.
Albert Einstein dokuz yaşındayken Katolik Hristiyan İlkokulundan ayrıldı ve yine bu şehirdeki Luitpold Gymnasium ortaokulunda eğitimine devam etti. Bu okulda Albert en çok Latince ve matematik derslerindeki mantığı seviyordu ve bu derslerden en yüksek notları alıyordu. Ancak bu okul, ilkokulda eğitim gördüğü okuldan daha sıkı bir disiplin anlayışına sahipti. Einstein burada öğretmenleri ile sürekli tartışıyordu ve öğretmenleri onun isyankar ve bağımsız kişiliğinden haz etmiyorlardı. Hatta bir öğretmen ona asla bir şey olamayacağını söyledi.
Einstein, hayatında şahit olduğu iki “harikanın” ilk yıllarını derinden etkilediğini yazardı. Bunlardan ilki, beş yaşında bir pusula ile karşılaşmasıydı. Görünmez güçlerin iğneyi saptırabileceği konusunda şaşkına dönmüştü. Bu, görünmez güçlere karşı ömür boyu sürecek bir hayranlığa yol açacaktır. İkinci ise, 12 yaşında “kutsal küçük geometri kitabı” olarak adlandırdığı, bir çırpıda bitirdiği bir geometri kitabı keşfettiğinde geldi.
Albert Einstein’ın üzerindeki bir diğer önemli etki, evlerine sık sık akşam yemeğine gelen Yahudi tıp öğrencisi olan Max Talmud (daha sonra Max Talmey) idi. Ailenin bu yemeği düzenlemesinde ki amaç, eski bir Yahudi geleneği olan yoksul bir öğrenciyi evinde yemeğe davet etmek içindi. Talmud’un her haftada bir akşam olmak üzere gerçekleştirdiği ziyaretler, Einstein on yaşındayken başladı ve beş yıl boyunca sürdü. Einstein, yemekte tanıştığı üniversite öğrencisi ile konuşmaktan hoşlanıyordu ve Talmud kısa bir sürede Einstein’ın sıradan bir çocuk olmadığını yaptıkları matematik, bilim ve felsefe sohbetlerinden anlamıştı. Albert on üç yaşına geldiğinde Talmud, ona Immanuel Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” kitabını getirdi. O küçük yaşında kitabı anlamakta hiç zorlanmayan Einstein, okulunda da sürekli Kant hakkında konuşmaya başladı. Daha sonrasında Talmod, Albert’e Öklid’in “Elemanlar” kitabını getirdi. Einstein kitaptaki problemleri çözmek ile kalmamış, alternatif ispatlar da bulmuştur.
Albert Einstein on bir yaşına geldiğinde evde din dersleri almaya başladı. Bu dönemde dine büyük bir şevk duymaya başladı. Dini şarkılar yazıyor, Yahudiler için helal olan gıdaları yiyordu. Ancak Einstein’ın dini şevki çok uzun süreli olmadı. Okuduğu bilim kitaplarının kutsal kitaplarla çeliştiğini gördü ve her çeşit otoriteye şüpheci bir tavır geliştirdi.
Ailesi, Einstein’ın problem çözme kapasitesinin farkına varmış ve amcası Jakob kendisine bir cebir kitabı vermişti. Bu kitap üzerinde de çalışmalar yapmaya başlayan Albert, en zor ve en karmaşık problemleri bile çözebiliyordu. Aynı yılın yazında Pisagor teoreminin tekrar bir ispatını yaptı. On altı yaşına geldiğinde integral ve diferansiyel hesaplamaları ile analitik geometriyi tek başına öğrenmişti.
Einstein’ın eğitim hayatı, babasının iş hayatında tekrarlanan başarısızlıkları yüzünden kesintiye uğradı. 1894 yılında Einstein’ın babası ve amcasının şirketi 14 yılın ardından iflas etti. İki aile birlikte İtalya‘ya giderek şanslarını orada denemek istedi.
Bu dönemde ailesi Albert’in Münih’te bir pansiyonda kalarak okulunu Gymnasium’da bitirmesini istemiştir. Bu sırada Einstein’ın liseyi bitirmesine daha üç yıl vardı. Münih’te geçirdiği altı aydan sonra psikolojik bunalım yaşadı. Ayrıca yaklaşan askeri görev beklentisiyle itilen Einstein, hemen aile hekiminden ailesinin yanında durmasına dair bir rapor aldı ve ailesine haber vermeden İtalya’ya gitti. Albert Einstein İtalya’ya geldiğinde eğitimini yarıda bırakmak istemedi. Ailesine, derslerine çalışarak İsviçre’deki Federal Politeknik Okulu’na gireceğini söyledi. Teknik okul kabul için bir lise diploması istemiyordu ancak kabul sınavlarının geçilmesi şartıydı. Normalde 18 yaşından küçük öğrenciler sınavlara giremiyordu fakat reşit olmayan Einstein’ın babasının özel izniyle sınavlara girmesine izin verilmişti.
Albert Einstein babasının tavsiyesi üzerine okulun mühendislik bölümüne başvurdu ancak kabul sınavındaki sayısal bölümlerden üstün dereceler alırken diğer bölümlerdeki eksikliklerinden dolayı başarısız oldu. Politeknik okulunun yöneticisi Einstein’ın potansiyelini gördü ve onun bir İsviçre lisesinde resmi eğitimini bitirmesi şartıyla bu okula tekrar başvurmasını tavsiye etti. Einstein’ın ailesi bu öneriyi kabul ederek onu İsviçre’nin Aarau kentinde Jost Winteler tarafından yönetilen Argovian Kanton Okulu’na kayıt yaptırdı. Bu sırada Almanya’da zorunlu askerlik görevi gelen Einstein, babasına Almanya vatandaşlığından çıkmak istediğini söyledi. Babası Einstein’ın bu isteğini onayladı ve gerekli işlemler yapıldı. 1896 yılında Almanya vatandaşlığından çıkan Einstein, 1901 yılına kadar İsviçre vatandaşlığını da almadı ve beş yıl boyunca hiç bir ülke vatandaşı olarak görünmedi.
Albert Einstein, Argovian Kanton Okulu’ndan lise diplomasını alarak Politeknik Okulu’nun yolunu tuttu. 18 yaşından altı ay küçük olmasına rağmen okul tarafından kabul edildi. Bu okulda ilgi alanı da olan fizik bölümüne girmeyi tercih etti. Dönemin ünlü matematikçileri ve profesörleri Adolf Hurwitz ve Hermann Minkowski Einstein’ın hocalarındandı. Einstein’ın çocukluktan beri süre gelen bir eğitim sistemi anlayışı vardı, eğer bir hocayı ya da konuyu sevmiyor ise o derse girmiyordu. Bu okulda gördüğü eğitim yılları boyunca ders notu tutmayan Einstein, hayatının sonuna kadar arkadaşı olan Marcel Grossman’ın büyük bir özveri ile tuttuğu ders notları sayesinde sınavlarda başarılı olmuştur.
Albert Einstein, okuldaki üçüncü senesinde, Profesör Heinrich Weber’in elektroteknik laboratuvarı dersini aldı. Ayrıca derste kendi tasarladığı deneyleri de yapıyordu. Laboratuvarda kendi çalışmalarını yapabilmek için girmediği çok ders olmuştu. Weber’in fizik konularındaki derslerini yetersiz bulan Einstein’ın bu dönemdeki davranışları ukala ve saygısız olarak nitelendiriliyordu.
Zürih’te geçirdiği eğitim hayatının yanı sıra, bir matematikçi olan Marcel Grossmann, uzay ve zaman hakkında uzun sohbetler yapmaktan keyif aldığı Michele Besso gibi sadık arkadaşlarıyla burada tanışmıştır. Ayrıca ileride eşi olacak Sırbistan’dan bir fizik öğrencisi olan Mileva Maric ile de burada tanıştı. Einstein ve Mileva çoğu zaman birlikte fizik çalışıyor, kitaplar inceliyorlardı. Üniversitenin son senesinde evlenmeye karar vermişlerdir.
Federal Politeknik Okulu’ndan 1900 yılında fizik diploması ile mezun oldu. Okulda akademisyen olarak kalarak bilimsel çalışmalarına burada devam etmek isteyen Einstein, öğrenciyken gösterdiği davranışlar nedeni ile uzun süre, bu okul dahil hiçbir akademik kurumdan olumlu cevap alamadı.
Albert Einstein’ın mezuniyetinden mucize yılına
1909 yılında mezun olan Einstein, hayatının en büyük krizlerinden biriyle karşı karşıya kaldı. Başvurduğu her akademik pozisyon için geri çevrildi. Daha sonra bu konu hakkındaki fikirlerini, “Weber benimle dürüst olmayan bir oyun oynamamış olsaydı, uzun zaman önce (bir iş) bulurdum” diyerek aktardı.
Tüm bu olayların yanı sıra, Einstein’ın Mileva Maric ile olan ilişkisi derinleşti ancak ailesi bu ilişkiye şiddetle karşı çıktı (Özellikle ailesi Doğu Ortodoks Hristiyan olduğu için). Ancak Einstein ailesine meydan okudu ve 1902 yılının Ocak ayında, Albert ve Maric’in kaderi bilinmeyen Lieserl adlı bir çocukları bile oldu (Genellikle kızın öldüğü ya da evlatlık verildiği düşünülmektedir). Mileva Maric, kızını ailesinin yanına, Novi Sad’a giderek dünyaya getirmiştir.
1902 yılında Einstein belki de hayatının en düşük noktasına ulaştı. Babasının işi iflas etti ve Mileva ile evlenemez, işsiz bir aileyi geçindiremezdi. Çaresiz ve işsiz olan Einstein, çocuklara ders veren düşük dereceli işlere girdi ancak bu işlerden bile kovuldu.
Albert Einstein’ın hayatının dönüm noktası sayılacak olay, eski bir sınıf arkadaşının babasının Bern’deki patent ofisinde müfettiş asistanı olarak çalışmaya başlamıştır. Bu işte çalıştığı süre boyunca, elektromanyetik cihazların patentini incelemiştir. Bu sıralarda, Einstein’ın babası ciddi bir şekilde hastalandı ve ölmeden hemen önce, oğlunun Maric ile evlenmesini kutsadı. Einstein, yıllarca babasının onun başarısız olduğunu düşünerek öldüğünü hatırlayarak büyük bir üzüntü yaşayacaktı.
İlk kez küçük ama istikrarlı bir gelirle Einstein, Maric ile evlenecek kadar kendine güveniyordu. Mileva ailesinin yanından Einstein’ın yanına geldi ve 6 Ocak 1903’te evlendiler. Bu evlilikten sırasıyla oğulları Hans Albert ve Eduard dünyaya geldi. Daha sonra kuzeni ile bir ilişkiye başlayan Einstein eşinden boşanarak, 1919 yılında ikinci evliliğini Elsa ile yapmıştır. Çiftin çocukları olmadı ancak Elsa’nın önceki evliliğinden olan iki kızı ile birlikte yaşamışlardır.
Albert Einstein’ın mucize yılı
Albert Einstein’ın kariyeri Annus Mirabillis (Mucize Yılı) olarak adlandırılan 1905 yılında en üst seviyeye çıktı. Bir yıl içerisinde Annalen der Physik dergisinde her biri modern fiziğin gidişatını değiştirecek dört makale yayınladı. Bu makaleler:
1- Einstein’ın fotoelektrik etkiyi açıklamak için kuantum teorisini ışığa uyguladığı “Über einen die Erzeugung und Verwandlung des Lichtes betreffenden heuristischen Gesichtspunkt” (“Işığın Üretimi ve Dönüşümüne İlişkin Sezgisel Bir Bakış Açısı Üzerine”) : Işık küçük paketler halinde – daha sonra fotonlar olarak adlandırılır- oluşursa, bir metaldeki elektronları kesin bir şekilde nakavt etmelidir.
2- “Über die von der molekularkinetischen Theorie der Wärme geforderte Bewegung von in ruhenden Flüssigkeiten suspendierten Teilchen” (“Moleküler-Kinetik Isı Teorisinin Gerektirdiği Durağan Sıvılarda Askıya Alınan Küçük Parçacıkların Hareketi Üzerine”) : Bu makale, Einstein’ın ilk önerdiği atomların varlığının deneysel kanıtı. Durgun suda asılı duran küçük parçacıkların Brown hareketi adı verilen hareketini analiz ederek, itişip kakışan atomların boyutunu ve Avogadro’nun sayısını hesaplayabildi (bkz: Avogadro Yasası).
3- “Zur Elektrodynamik bewegter Körper” (“Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği Üzerine”) : Einstein, matematiksel özel görelilik teorisini ortaya koydu.
4- “İst die Trägheit eines Körpers von seinem Energieinhalt abhängig?” (“Bir Cismin Eylemsizliği, Enerji İçeriğine Bağlı mıdır?”) : Görelilik teorisinin E = mc² denklemine yol açtığını gösteren, neredeyse sonradan akla gelen bir düşünce olarak sunulan bu makale, Güneş’in ve diğer yıldızların enerji kaynağını açıklayan ilk mekanizmayı sağladı.
Diğer bilim adamları, özellikle Henri Poincaré ve Hendrik Lorentz, özel görelilik teorisinin parçalarına sahipti, ancak tüm teoriyi bir araya getiren ve bunun evrensel bir doğa yasası olduğunu ilk fark eden Albert Einstein oldu. Einstein’ın Mileva’ya yazdığı bir özel mektupta “bizim teorimizden” söz etti ve bu, bazılarının onun görelilik teorisinin kurucularından biri olduğu yönünde spekülasyon yapmasına yol açtı.
19. yüzyılda fiziğin iki ayağı vardı: Newton’un hareket yasaları ve Maxwell’in ışık teorisi. Albert Einstein, bunların çelişki içinde olduğunu ve birinin düşmesi gerektiğini anlamakta yalnızdı.
Geriye dönüp bakıldığında, Einstein’ın patent ofisindeki işi onun için bir lütuftu. Patent başvurularını incelemeyi hemen bitirecek ve ona 16 yaşından beri takıntılı olan vizyonu hayal etmesi için zaman bırakacaktı: Bir ışık huzmesinin yanında yarışsaydınız ne olurdu?… Federal Politeknik Okulu’ndayken, James Clerk Maxwell’in ışığın doğasını tanımlayan denklemlerini incelemiş ve Maxwell’in kendisinin bilmediği bir gerçeği keşfetmişti; Ne kadar hızlı hareket edilirse edilsin ışığın hızının aynı kaldığı.. Ancak bu, Newton’un hareket yasalarını ihlal etmekteydi çünkü Isaac Newton’un teorisinde mutlak hız yoktu. Bu kavrayış, Einstein’ı görelilik ilkesini formüle etmeye yöneltti: “Işığın hızı, herhangi bir eylemsiz çerçevede (sürekli hareket eden çerçeve) sabittir.”
Albert Einstein’ın genel görelilik ve öğretmenlik kariyeri
İlk başta Albert Einstein’ın 1905 makaleleri fizik topluluğu tarafından göz ardı edildi. Bu durum yalnızca bir fizikçinin, belki de kendi kuşağının en etkili fizikçisi olan kuantum teorisinin kurucusu Max Planck’ın dikkatini çekmesinden sonra değişmeye başladı. Planck’ın övgü dolu yorumları ve yavaş yavaş teorilerini doğrulayan deneyleri sayesinde Einstein, Solvay Konferansları gibi uluslararası toplantılara ders vermeye davet edildi ve akademik dünyada hızla yükseldi.
Einstein’a Zürih Üniversitesi, Prag Üniversitesi, İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü ve son olarak 1913’ten 1933’e kadar Kaiser Wilhelm Fizik Enstitüsü’nün direktörlüğünü yaptığı Berlin Üniversitesi de dahil olmak üzere giderek daha prestijli kurumlarda bir dizi pozisyon teklif edildi.
1908 yılında oldukça büyük bir bilim adamı olarak tanınan Albert Einstein, Bern Üniversitesi’nde öğretmenlik yapmaya başladı. Ardından 1909 yılında patent ofisindeki işinden ve öğretmenlikten ayrılarak Zürih Üniversitesi’nde fizik doçentliğine başladı. 1911 yılında Prag’da bulunan Karl Ferdinand Üniversitesi’nde profesörlük unvanı aldı ve birkaç yıl sonra Almanya’ya dönerek Kaiser Willhelm Fizik Enstitüsü’nde yönetici ve Berlin Humboldt Üniversitesi’nde de profesör olarak görev aldı. Bu işlerinden sonraki yapacağı sözleşmelerde öğretmenlik görevlerini oldukça azaltan maddeler yer alıyordu.
Albert Einstein’ı 1905’ten 1915 yılına kadar tüketen derin düşüncelerden biri, kendi teorisindeki çok önemli bir kusurdu: Teorisinde yerçekimi veya ivmeden hiç bahsetmiyordu. Arkadaşı Paul Ehrenfest ilginç bir gerçeği fark etti. Bir disk dönüyorsa, çemberi merkezinden daha hızlı hareket eder ve bu nedenle (özel görelilik ile) çevresine yerleştirilen metre çubukları küçülmelidir. Bu, Öklid düzlem geometrisinin disk için başarısız olması gerektiği anlamına geliyordu. Önümüzdeki 10 yıl boyunca Einstein, uzay-zamanın eğriliği açısından bir yerçekimi teorisi formüle etmekle meşgul olacaktı. Einstein’a göre Newton’un yerçekimi kuvveti aslında daha derin bir gerçekliğin yan ürünüydü: uzay ve zamanın dokusunun bükülmesi.
Kasım 1915’te Einstein, başyapıtı olarak kabul ettiği genel görelilik kuramını nihayet tamamladı. 1915 yazında Einstein, Göttingen Üniversitesi’nde, birkaç gerekli matematiksel ayrıntıdan yoksun, genel göreliliğin tamamlanmamış bir versiyonunu tamamen açıklayan iki saatlik altı ders vermişti. Üniversitesindeki dersleri organize eden ve Einstein’la yazışmakta olan matematikçi David Hilbert, daha sonra bu ayrıntıları tamamladı ve Kasım ayında, Einstein’dan sadece beş gün önce, genel görelilik üzerine sanki teori onunmuş gibi bir makale sundu. Einstein hayrete düştü ve aralarında bir kırgınlık başladı. Ancak daha sonra farklılıklarını düzelterek arkadaş kaldılar. Einstein bir mektubunda Hilbert’a şöyle yazdı: “ Aramızda, nedenini daha fazla analiz etmek istemediğim kesin bir kızgınlık var. Onunla ilişkili acı hissine karşı ve tam bir başarı ile savaştım. Seni yine hiç bitmemiş bir nezaketle düşünüyorum ve aynısını benimle denemenizi rica ediyorum. Kendilerini bu perişan dünyadan bir şekilde kurtaran iki adamın birbirine zevk vermemesi nesnel olarak üzücü. “
Bugün fizikçiler, denklemlerin türetildiği eylemi Einstein-Hilbert eylemi olarak adlandırıyorlar, ancak teorinin kendisi yalnızca Einstein’a atfediliyor.
1916 yılında Alman Fizik Derneği’nin başkanı olan Albert Einstein, yeni görecelik kuramına göre başka bir yıldız ışığının güneş tarafından kırılacağını hesaplamıştır. Şöhreti sürekli artan Einstein’ın bir yandan evliliği parçalanıyordu. Sürekli olarak yoldaydı, uluslararası konferanslarda konuşuyordu ve görelilik düşüncesinde kayboldu. Eşi Mileva ile sık sık çocukları ve yetersiz mali durumları hakkında tartışıyorlardı. Evliliğinin biteceğine ikna olan Einstein, daha sonra evleneceği kuzeni Elsa ile bir ilişkiye başladı. Daha sonrasında karısı Mileva’dan boşandığında, eğer bir Nobel Ödülü kazanırsa alabileceği parayı ona vermeyi kabul etti.
Albert Einstein’ın 1911 yılında ortaya attığı genel görelilik kuramı, 1919 yılında Arthur Eddington’un güneş tutulması gözleminde doğrulanmış ve Einstein’ın ünü tüm dünyaya yayılmıştır. 1921 yılında “fotoelektrik etkisi” açıklaması ile Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. 1925 yılında da Royal Society tarafından verilen “Copley Medal” ödülünü almıştır.
Albert Einstein’ın şöhreti ve nobel ödülü
Albert Einstein’ın çalışması, I. Dünya Savaşı’ndan dolayı kesintiye uğradı. Ömür boyu pasifist olan Einstein, Almanya’nın savaşa girmesine karşı çıkan bir manifestoyu imzalayan, Almanya’daki dört entelektüelden yalnızca biriydi. Milliyetçiliği “insanlığın kızamıklığı” olarak adlandırdı. “Böyle bir zamanda insan ne kadar zavallı bir hayvan türüne ait olduğunu anlar” diye yazdı.
1918 yılının Kasım ayında savaştan sonra ortaya çıkan kaosta radikal öğrenciler, Berlin Üniversitesi’nin kontrolünü ele geçirdi ve kolej rektörünü, birkaç profesörü rehin aldı. Pek çok kişi, yetkilileri serbest bırakması için polisi aramanın trajik bir çatışmaya yol açacağından korktu. Albert Einstein, hem öğrenciler hem de öğretim üyeleri tarafından saygı gördüğü için bu krize aracılık edecek mantıklı bir adaydı. Bunun üzerine Einstein, Max Born ile birlikte sorunu çözen bir uzlaşmaya aracılık etti.
Savaştan sonra yaşanan bir diğer olay; Einstein’ın Güneş’in yakınında sapmış yıldız ışığı tahminini test etmek için iki keşif gezisi gönderildi. Biri Batı Afrika kıyılarındaki Principe adasına, diğeri ise 29 Mayıs 1919’daki güneş tutulmasını gözlemlemek için kuzey Brezilya’daki Sobral’a yelken açtı. Sonuçlar, 6 Kasım’da Kraliyet Cemiyeti ve Kraliyet Astronomi Cemiyeti’nin ortak toplantısında Londra’da açıklandı. Nobel ödüllü, Royal Society’nin başkanı J. J. Thomson, ” Bu sonuç münferit bir sonuç değil, bütün bir bilimsel fikirler kıtasıdır…. Bu, Newton’dan bu yana yerçekimi teorisi ile ilgili olarak elde edilen en önemli sonuçtur. Kendisiyle bu kadar yakından bağlantılı olan Cemiyetin bir toplantısında ilan edilmesi uygundur. ”
The Times of London’ın manşeti şöyleydi: “Bilimde Devrim—Evrenin Yeni Teorisi—Newton’un Fikirleri Devrildi—Önemli Açıklama—Uzay “Çarpıldı.” Hemen hemen Einstein, Isaac Newton’un halefi olarak dünyaca ünlü bir fizikçi oldu.
Albert Einstein’a dünyanın her yerinden, konuşması için davetler yağmaya başladı. 1921 yılında Einstein Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Japonya ve Fransa‘yı ziyaret ederek birkaç dünya turunun ilkine başlamış oldu. Gittiği her yerde binlerce insan vardı. Japonya’ya gitmek için yola çıktığında, görelilik teorilerinden ziyade “fotoelektrik etki” için Nobel Fizik Ödülü’nü aldığının haberi geldi. Einstein, kabul konuşması sırasında fotoelektrik etki yerine görelilik hakkında konuşarak izleyicileri şaşırttı.
Albert Einstein ayrıca yeni kozmoloji bilimini başlattı. Denklemleri evrenin dinamik olduğunu, genişlediğini veya daraldığını öngördü. Bu, evrenin statik olduğu yönündeki hakim görüşle çelişiyordu, bu yüzden gönülsüzce kendi evren modelini stabilize etmek için bir “kozmolojik terim” açığa çıkardı. 1929 yılında astronom Edwin Hubble, evrenin gerçekten genişlediğini gördü ve böylece Einstein’ın daha önceki çalışmalarını doğruladı. 1930 yılında Los Angeles yakınlarındaki Mount Wilson Gözlemevi’ni ziyaret eden Einstein, Hubble ile bir araya geldi ve kozmolojik sabiti “en büyük hatası” olarak ilan etti. Bununla birlikte, son uydu verileri, kozmolojik sabitin muhtemelen sıfır olmadığını, ancak aslında tüm evrenin madde-enerji içeriğine hakim olduğunu göstermiştir. Einstein’ın “gaf” görünüşe göre evrenin nihai kaderini belirlemektedir.
Kaliforniya ziyareti sırasında Einstein’dan City Lights filminin Hollywood’daki ilk gösterimi yapılırken komik aktör Charlie Chaplin’in yanında görünmesi istendi. 1931 yılında ilk gösterimde tanışan ikili arasında şöyle bir diyalog geçti:
Albert Einstein: “Sanatınızla ilgili en çok hayran olduğum şey sanatınızın evrenselliği; Bir kelime bile söylemiyorsunuz ve yine de bütün dünya sizi anlıyor. “
Charlie Chaplin: “Doğru” diye cevapladı ve ekledi, “Ama sizin şöhretiniz benimkinden çok daha büyük; Kimse sizi anlamadığı halde, bütün dünya size hayran.”
Albert Einstein, bu dönemde diğer etkili düşünürlerle de yazışmalara başladı. İnsanlığı savaş tehdidinden kurtarmanın yolları konusunda Sigmund Freud’la (ikisinin de zihinsel sorunları olan oğulları vardı) yazıştı. Hintli mistik Rabindranath Tagore ile bilincin varoluşu etkileyip etkilemediği sorusunu tartıştı. Bir gazeteci, “Onları bir arada görmek ilginçti: Bir düşünürün kafasına sahip şair Tagore ve bir şairin kafasına sahip düşünür Einstein. Bir gözlemciye sanki iki gezegen sohbet ediyormuş gibi geldi. ”
Einstein, nihai kanun koyucu olan bir “eski” olduğuna inandığını belirterek dini görüşlerini de netleştirdi. İnsan ilişkilerine müdahale eden kişisel bir Tanrı’ya inanmadığını, bunun yerine 17. yüzyıl Hollandalı Yahudi filozofu Benedict De Spinoza’nın Tanrı’sına, uyum ve güzellik Tanrısına inandığını yazdı. Görevinin, “Tanrı’nın zihnini okumasına” izin verecek bir ana teori formüle etmek olduğuna inanıyordu. Ben ateist değilim ve kendime panteist diyebileceğimi sanmıyorum. Pek çok farklı dilde kitaplarla dolu devasa bir kütüphaneye giren küçük bir çocuğun durumundayız… Çocuk, belli belirsiz kitapların dizilişindeki gizemli bir düzenden şüpheleniyor ama ne olduğunu bilmiyor. Bana öyle geliyor ki, en zeki insanın bile Tanrı’ya karşı tutumu budur. ”
Nazi tepkisi ve Albert Einstein’ın Amerika’ya gelişi
Kaçınılmaz bir son olarak, Albert Einstein’ın ünü ve teorilerinin büyük başarısı bir tepki yarattı. Einstein, 1933 yılının Nisan ayında Amerikan üniversitelerini ziyaret ederken, Alman hükümetinin (Naziler) Yahudileri öğretmenlik dahil bütün resmi konumlardan men ettiğini öğrendi.
Bundan bir ay sonra Yükselen Nazi hareketi görelilikte uygun bir hedef buldu, onu “Yahudi fiziği” olarak adlandırdı . Einstein’ı ve teorilerini kınamak için konferanslara ve kitap yakmalara sponsor oldu. Naziler, Einstein’ı kınamak için Nobel ödüllü Philipp Lenard ve Johannes Stark da dahil olmak üzere diğer fizikçileri görevlendirdi. Einstein’ın fikirlerine karşı olan 100 fizikçinin yazdığı bir kitap 1931 yılında yayınlandı. Einstein’dan pek çok bilim adamı tarafından bu görelilik suçlaması hakkında yorum yapması istendiğinde, Einstein, göreliliği yenmek için 100 bilim insanının sözüne gerek olmadığını, sadece bir gerçeğin yeterli olduğunu söyledi.
Tüm bu olanların üzerine, 1932 yılının Aralık ayında Einstein, Almanya’yı sonsuza dek terk etmeye karar verdi ve bir daha asla dönmeyeceğini söyledi. Einstein için hayatının tehlikede olduğu aşikar hale geldi. Bir Nazi örgütü, Einstein’ın resminin bulunduğu ve kapağında “Henüz Asılmamış” yazısının yer aldığı bir dergi yayınladı. Tehdit o kadar büyüktü ki, Einstein pasifist arkadaşlarıyla bölündü ve kendilerini Nazi saldırganlığına karşı silahlarla savunmanın haklı olduğunu söyledi. Einstein’a göre pasifizm mutlak bir kavram değil, tehdidin büyüklüğüne göre yeniden incelenmesi gereken bir kavramdı.
Albert Einstein, 1933 yılının Mart ayında Avrupa’ya döndüğünde birkaç ay Belçika’da konakladı, daha sonrasında geçici olarak İngiltere’de kaldı. Aynı yıl içinde Amerika Birleşik Devletlerine yerleşti ve Princeton, New Jersey’de, Institute for Advanced Study’de görev aldı ve burası kısa süre sonra dünyanın her yerinden fizikçiler için bir Mekke görevi gördü. 1955 yılındaki ölümüne kadar burada kalan Einstein, burada geçirdiği zamanlarda birleşik alan teorisi üzerine ve kuantum fiziğinin kabul görmüş yorumlarını çürütmeye çalıştı.
Albert Einstein’ın kişisel üzüntüleri, II. Dünya Savaşı ve Manhattan Projesi
1930’lu yıllar Albert Einstein için zorlu yıllardı. Oğlu Eduard’a 1930 yılında şizofreni teşhisi kondu ve bunun üzerine Einstein, zihinsel bir çöküntü yaşadı (Eduard hayatının geri kalan yıllarında hastanede kalacaktı). Einstein’ın genel göreliliğin gelişmesine yardımcı olan yakın arkadaşı fizikçi Paul Ehrenfest, 1933 yılında intihar etti ve Einstein’ın eşi Elsa 1936 yılında vefat etti.
Albert Einstein’ın kişisel üzüntülerinin yanı sıra korkunç bir şekilde, 1930’lu yılların sonlarında fizikçiler, E = mc² denkleminin bir atom bombasını mümkün kılıp kılmayacağını ciddi olarak düşünmeye başladılar. 1920 yılında Einstein’ın kendisi de bu olasılığı düşünmüştü ancak sonunda bu fikri reddetti. Ancak, atomun gücünü büyütmek için bir yöntem bulunursa bu denklemi açık bıraktı. Daha sonra 1938-1939’da Otto Hahn, Fritz Strassmann, Lise Meitner ve Otto Frisch, uranyum atomunun parçalanmasıyla çok büyük miktarda enerjinin serbest bırakılabileceğini gösterdi. Haber fizik camiasını oldukça heyecanlandırdı.
1939 yılında fizikçi Leo Szilard’ın da içinde bulunduğu bir grup Macar bilim adamı Nazilerin atom bombası araştırmaları konusunda Washington’u uyarmasına rağmen ciddiye alınmadı. 1936 yılının Temmuz ayında, İkinci Dünya Savaşı başlamadan birkaç ay önce ise, fizikçi Leo Szilard, Einstein’ın prestijini kullanarak, onu ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’e bir atom bombası geliştirmeye çağıran bir mektup göndermesi gerektiğine ikna etti. Einstein’ın rehberliğinde, Szilard 2 Ağustos’ta Einstein’ın imzaladığı bir mektup hazırladı ve belge, ekonomi danışmanlarından biri olan Alexander Sachs tarafından 11 Ekim’de Roosevelt’e teslim edildi. Roosevelt, 19 Ekim’de Einstein’a konuyu incelemek için Uranyum Komitesi’ni organize ettiğini bildiren bir cevap yazdı.
Bunun üzerine Başkan Roosevelt, kendilerinden önce Hitler’in atom bombasına sahip olmasını üstlenemezdi. Einstein’ın mektubu ve buluşmaları sonucu ABD bomba geliştirme yarışına girdi. Böylelikle, ABD savaş sırasında bombayı geliştirebilen tek ülke oldu.
Albert Einstein’a 1935 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kalıcı oturma izni verildi ve İsviçre vatandaşlığını korumayı seçmesine rağmen 1940 yılında Amerikan vatandaşı oldu. Savaş sırasında Einstein’ın meslektaşlarından, Manhattan Projesi için ilk atom bombasını geliştirmek üzere New Mexico, Los Alamos’un çöl kasabasına gitmeleri istendi. Denklemi ve tüm çabayı harekete geçiren adam olan Einstein’dan hiçbir zaman katılması istenmedi. Birkaç bini aşkın, gizliliği kaldırılmış çok sayıda Federal Soruşturma Bürosu (FBI) dosyası bunun nedenini ortaya şu sözlerle koyuyor: ABD hükümeti, Einstein’ın barış ve sosyalist örgütlerle ömür boyu sürecek bir birlikteliğinden korkuyordu. FBI direktörü J. Edgar Hoover, Einstein’ın Uzaylı Dışlama Yasası ile Amerika’nın dışında tutulmasını tavsiye edecek kadar ileri gitti, ancak bu tavsiye ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından reddedildi. Bunun yerine savaş sırasında, Einstein’dan ABD Donanmasının gelecekteki silah sistemleri için tasarımları değerlendirmesine yardım etmesi istendi. Einstein ayrıca paha biçilmez kişisel el yazmalarını açık artırmaya çıkararak savaş çabalarına yardımcı oldu. Özellikle, özel görelilik üzerine yazmış olduğu 1905 tarihli makalesinin el yazısının bir kopyası 6,5 milyon dolara satıldı. Şimdilerde bu yazı Kongre Kütüphanesi’nde bulunuyor.
Albert Einstein, Japonya’ya atom bombası atıldığı haberini duyduğunda tatildeydi. Atom bombasını kontrol altına almak için uluslararası bir çabanın parçası oldu ve Atom Bilimcileri Acil Durum Komitesi’ni kurdu.
Fizik topluluğu, bir hidrojen bombası inşa edip etmeme konusunda ikiye ayrıldı. Atom bombası projesinin yöneticisi J. Robert Oppenheimer’ın güvenlik yetkisi, solcu derneklerden şüphelenildiği için elinden alındı. Einstein, Oppenheimer’ı destekledi ve hidrojen bombasının geliştirilmesine karşı çıktı, bunun yerine nükleer teknolojinin yayılması üzerinde uluslararası kontroller talep etti. Einstein ayrıca savaş karşıtı faaliyetlere ve Afrikalı Amerikalıların medeni haklarını geliştirmeye giderek daha fazla ilgi duyuyordu. 1952’de İsrail başbakanı David Ben-Gurion, Einstein’a İsrail cumhurbaşkanlığı görevini teklif etti. Siyonist hareketin önde gelen isimlerinden Einstein, teklifi saygıyla reddetti.
Albert Einstein, ölümünden bir yıl önce – 1954 yılında- arkadaşı Linus Pauling’e şaşırtıcı olan şu sözleri söyledi: “Hayatımda tek bir büyük hata yaptım. Başkan Roosevelt’e atom bombası tavsiyesini yapmak. Ama yine de bir nedeni vardı. Almanların daha önce yapması tehlikesi”.
Albert Einstein’ın Ölümü ve Çalınan Beyni
Albert Einstein, 18 Nisan 1955 tarihinde iç kanama geçirerek hastaneye kaldırıldı. Ameliyat olması gereken Einstein, şu sözlerle ameliyatı reddetti: “İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir şekilde uzatmak tatsız. Ben payımı kullandım, şimdi gitme zamanı ve bunu zarif bir şekilde yapmak istiyorum”. 76 yaşında, Princeton Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu.
Einstein’ın otopsisi sırasında Princeton Hastanesi patoloğu Thomas Stoltz Harvey, Einstein’ın ölüm nedenini incelerken beyni kafatasından çıkardıktan sonra kendi kendine şu sözleri söyledi: “Bu dünyamız hakkında her şeyi değiştiren beyindir”. Bunun üzerine, Einstein’ın beynini alır ve bir kavanoza koyarak evine götürür. Albert’in cenazesi zaten yakılacağı için anlaşılmaz diye de rahattı. Gerçekten de öyle olur, ailesi cenazeyi teslim alır ve bir daha cenazeye bakılmadığı için anlaşılmaz ve yakılır. Harvey, bir yandan heyecanlıdır çünkü bu beyin üzerinde çalışmalar yaparak meşhur olma hayalleri vardı.
Beyin konusunda uzman olmayan Harvey, beynin bir kısmını beyinle uğraşan bir uzmana gönderdi ancak bu haber basına sızdı. Einstein’ın ailesi haberi gördü ve soluğu hastanede aldı. Aile gibi durumu yeni öğrenen hastane yönetimi buna rağmen beynin bilim için kullanılacağına söz verip, aileyi ikna ederler. Diğer yandan Harvey’e beyni aileye teslim etmesini isterler ancak Harvey kabul etmeyince, onu işinden kovarlar.
Harvey, daha sonra başka bir hastanede işe başlar ve bu hastanedeki bir teknisyenle birlikte beyni 240 parçaya böler. Kestiği bu parçaları dünyadaki bilim adamlarına incelemeleri için gönderir. Konuyu soranlara sürekli büyük bir buluşa imza atacağını söyleyen Harvey, 1985 yılına kadar Einstein’ın beynini evinde muhafaza etti. Artık yaşlanan Harvey, hayalleri gerçekleştiremeyeceğini anladığın da 55 yıl sonra, beynin büyük bölümünü, eski çalıştığı Princeton Hastanesi’nde bir doktora teslim etti. Ancak beynin bir kısmı hala evindeydi.
Einstein’ın beyni üzerine yapılan çalışmalar, boyut olarak normal bir insan beyni olsa da, Einstein’ın beyninde normal bir insana nazaran daha fazla glial hücre bulduğu yönündeydi. Harvey’in ölümünden 3 yıl sonra mirasçıları, beynin kalan kısımlarını ve Harvey’in çektiği fotoğrafları Ulusal Sağlık ve Tıp Müzesi’ne teslim eder. Beynin kalan kısımları, hala bu müzede sergilenmektedir.
Albert Einstein’ın Çalışmaları
- İzafiyet Teorisi – Özel Görelilik Kuramı
- Genel Görelilik Kuramı
- Kütle Enerjisi Denkliği
- Brown Hareketi ve İstatistiksel Fizik
- Fotoelektrik Etkisi
- Kuantum fiziği ve belirsizlik ilkesi
- Bose- Einstein İstatistikleri
- Kozmoloji
- Kara Delikler
- Adyabatik Prensip
- Fotonlar ve Enerji Kuantası
- Manhattan Projesi
- Einstein’ın Buzdolabı: Çalışmak için başka bir enerjiye ihtiyaç duymayan bir buzdolabı icat eden Einstein’ın bu buluşu, çok fazla bilinmemektedir.
Albert Einstein’ın Eserleri
KİTAP | MAKALE |
Görelilik; Özel ve Genel Kuram: Popüler Bir Yorum (1920) | Işığın Oluşumu ve Dönüşümü Üzerine Bir Görüş (1905) |
Görelilik’in Anlamı (1921) | Durağan Bir Sıvı İçindeki Asıltı Parçacıklarının Moleküler Kinetik Kuramı Çerçevesindeki Hareketleri Üzerine (1905) |
Tek Atomlu ideal Gazların Kuantum Kuramı (1924) | Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği (1905) |
Brown Hareketi Kuramı Üzerine Araştırmalar (1926) | Bir Cismin Eylemsizliği Enerji içeriğine Bağlı mıdır? (1905) |
Siyonizm Hakkında (1930) | Brown Hareketi Kuramı Üzerine (1906) |
Niçin Savaş (1933) | Işığın Salınımı ve Soğurumu Kuramı Üzerine (1906) |
Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler (1934) | Işınımın Planck Kuramı ve Özgül Isı Kuramı (1907) |
Felsefem (1934) | Bir Kütle Çekimi Kuramı ve Genelleştirilmiş Görelilik Kuramına Bir Gönderme (1913) |
Fiziğin Evrimi, Leopold Infield ile birlikte (1938) | Genel Görelilik Kuramı’nın Temelleri (1916) |
Otobiyografik Notlar, Denemeler (1949) | Işınımın Kuantum Kuramı (1917) |
Denemeler (1950) |
Albert Einstein Hakkında Az Bilinen Gerçekler
- Einstein geç konuşmaya başladı.
3 yaşına kadar konuşmaya dair bir eylem göstermeyen Einstein, konuşmaya başladığında da çok yavaş konuşuyordu. Konuşmasındaki bu problem, 9 yaşına kadar devam etti.
- Albert Einstein Yahudi asıllı Alman vatandaşı olarak dünyaya geldi.
1896 yılında Alman vatandaşlığını bırakan Einstein, 1901’de İsviçre vatandaşı, 1940 yılından dünyaya gözlerini kapatana kadar ise Amerikan vatandaşı olmuştur.
- Albert Einstein’ın en sevdiği bilim insanı Galileo Galilei idi.
- Einstein bazı şeyleri hatırlamakta zorlanıyordu.
Albert Einstein, telefon numaraları, tarihler ve isimleri hatırlamakta güçlük çekiyordu.
- Einstein yüzmeyi öğrenmedi ancak..
Yüzmeyi hiç öğrenmeyen Einstein, yelkenciliği severdi. Bu aktiviteyi hobi olarak devam ettirdi.
- Einstein, Atatürk’e bir mektup yazdı.
Einstein, Almanya’da Nazilerce bilim adamlarının çalışmalarına izin verilmeyen bilim adamı adına Mustafa Kemal Atatürk’e bir mektup yazmış ve onların çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerini istemiştir. Atatürk bu isteği kabul etmiş ve zor durumda olanlara çalışma imkanı tanımıştır.
- Albert Einstein atomu parçalamadı!
Einstein, atomu parçalamamış sadece atomun parçalanabileceği üzerine bir kuram geliştirmiştir. Bu kuram yapılan deneylerle ispatlanmıştır.
- İlk eşi olan Mileva Maric ile evlilik sözleşmesi yapmıştır.
Einstein’ın çalışmaları nedeniyle evliliği çalkantıdaydı. Ayrıldığı eşiyle aynı evi paylaşırken bir evlilik sözleşmesi yaptı. Sözleşmede; 3 öğün yemek vermek, çalışma masasına dokunmamak, gerekli olmadığı takdirde kişisel ilişkileri kesmek gibi maddeler yer almaktaydı.
- Einstein’ın dil çıkardığı meşhur fotoğrafının perde arkası şöyle;
Einstein’ın 72. doğum gününe özel verilen bir davette, bilim insanları ve arkadaşlarıyla Princeton Club’da buluşmuştur. Binadan yorgun bir şekilde ayrılırken son bir fotoğraf isteyen basın mensuplarına dil çıkararak poz vermiştir.
- Einstein, 1905 mucize yılını yaşarken sadece 26 yaşındaydı.
- Einstein’a Nobel Ödülü görelilik teorisi ile gelmedi.
Einstein’ın 1915 yılında yayınladığı görelilik teorisi, onun ustalığı olarak kabul edilse de, “Fotoelektrik etkisi” ile ödülü almaya hak kazanmıştır.
- Einstein’a İsrail cumhurbaşkanlığı teklif edildi.
1952 yılında İsrail başbakanı David Ben-Gurion, Einstein’a başkanlık teklifi sundu. Einstein bu teklifi nazikçe geri çevirerek politika ile ilgilenmek istemediğini söyledi.
- Einstein, bir buzdolabı icat etti.
Einstein ve eski öğrencisi Leó Szilárd tarafından ortak olarak icat edilen buzdolabı, sabit basınçta çalışıyor ve çalışması için sadece bir ısı kaynağı gerekiyordu.
- Albert Einstein’ın vasiyeti!
Einstein’ın 18 Mart 1955 tarihinde yazdığı vasiyeti üzerine, tüm mal varlığı Yahudi Üniversitesi’ne bağışlandı.
LEMON ACADEMY
Joseph John Thomson, 1856 yılında Manchester yakınlarında orta sınıf bir kitapçı ve yayıncının oğlu olarak doğdu. Ailesinin beklentilerine uygun olarak özel bir gündüz okulunda eğitim gördü.
Babası oğlunun bir mühendis olarak yetişmesini istiyordu; onun için bir çıraklık ayarladı. Ancak boşbir yer için beklerken Thomson, 14 gibi dikkat çekecek kadar erken bir yaşta Owen Kolejinde okumaya başladı.
Babası kısa bir süre sonra öldü. Çıraklık primini karşılayacak para yoktu ailede. Neyse ki Thomson, Owen Kolejinde öğrenimini sürdürebilmek üzere bir burs kazandı. Orada J.H. Poynting ve Sir Arthur Schuster gibi seçkin bilim adamlarının etkisine girdi. Schuster, iyonlaşma ve gazlardan elektrik geçirme konularında ilerleme kaydetmiş yetenekli bir deneyciydi.
1876’da Thomson Cambridge Trinity College’de matematik okumak üzere bir burs kazandı. Bir öğrenci olarak çok başarılı bir kariyere sahipti. 1881’de Kolejin üyeliğine seçildi. İlk çalışmaları, elektriksel olguların çeşitli mekanik modellerinin uygulanabilirliğini göstermek amacıyla biçimsel tekniklerden yararlanan matematiksel çalışmalardı. 1884’te çok az pratik deneyimi olmasına karşın, beklenmedik bir biçimde Deneysel Fizik Cavendish Laboratuarına, profesör unvanıyla, Rayleigb’ın halefi olarak seçildi. Aynı yıl Royal Society üyeliğine kabul edildi. Alman ve İngiliz düşünce okulları arasında süregiden uzun tartışma çerçevesinde gaz akışı üzerine çalışmaya koyuldu.
Almanlar esir-dalga kuramından, İngilizler ise tanecik modelinden yanaydılar. Bu tartışma onu elinizdeki metinde aktaracağımız deneylere yöneltti. ……. Thomson 1890’da Rosa Paget’le evlendi. Biri oğlan, biri kız iki çocukları oldu. Oğlan büyüyecek ve kendi kendini yetiştirerek önemli fizikçilerden G.P. Thomson olacaktı. Cavendish’teki hükümranlığı boyunca kendisine verilen “J.J.” adıyla Thomson, yalnızca kendi deneysel araştırmalarıyla uğraşmakla kalmayıp, sorumluğunu üstlendiği bilim adamı grupları tarafından yürütülen sistematik araştırma programlarına katkıda bulundu.
J.J.Thomson evinde Bursları finanse edebilmek için düzenlenen lS51 Sergisinin gelirlerinden yararlanmak ve mezun öğrencilerin araştırma programlarına kabul edilmelerini düzenleyen üniversite kurallarını yumuşatmak, Thomson’a güçlü bir araştırma okulu kurma olanağı verdi.
Okul yalnızca konusunda ilerlemekle kalmıyor, aynı zamanda Britanya İmparatorluğunun bürokratlarını da yetiştiriyordu. Bilimin örgütlenmesi Thomson’ı fazlasıyla ilgilendiriyordu. Bilimsel ve Endüstriyel Araştırmalar Bölümünün fonlar komitesinde ve bir üye olarak bölümün İstişare Heyetinde sekiz yıl boyunca çalıştı. Yatırım konularında özel bir yeteneği olduğu söylenir. Kişisel olarak hali vaktinin yerinde olduğundan da şüphe edilemez. Thomson koyu bir dindardı ve kiliseye düzenli olarak devam ederdi. Thomson, birçok açıdan İngiliz bilim hayatında Newton kadar belirleyici oldu.
Joseph John Thomson, 1906 yılında Nobel ödülünü kazandı.
1915’de 1920’ye kadar Birinci Dünya Savaşı boyunca etkinliklerini yöneterek Royal Society’e başkanlık etti. 1915’de Trinity College’in başına geçti. 1919’da yerini Ernest Rut herford’a bıraktı. Ancak aktif bilimsel çalışmasını sürdürdü. 1940’da öldü.
BİYOGRAFİ ARŞİVİ
James Chadwick
James Chadwick, 1932’de nötronu keşfetti ve 1935’te Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. 1.Dünya Savaşı’nın tamamı için bir Alman hapishane kampında düzenlenen İngiliz ekibinin, İngiltere ve Kanada’nın ABD’nin 2.Dünya Savaşı’nın dünyadaki ilk nükleer bombayı inşa etme çabalarını desteklediği Manhattan Projesi’nde liderliği gerçekleştirdi.
James Chadwick’in Erken Yaşamı ve Eğitimi
James Chadwick, 20 Ekim 1891’de İngiltere’nin İngiltere, Bollington kasabasında doğdu. 11 yaşındayken, James prestijli Manchester Grammar School’a girdi. Ne yazık ki, ailesi mütevazı okul ücretlerini karşılayamayacak kadar fakirdi. Bunun yerine James Chadwick, Manchester’ın Merkez Dilbilgisi Okulları’nda eğitim gördü. En sevdiği dersler matematik ve fizikti. 16 yaşında Manchester Victoria Üniversitesi’ne burs kazandı.
Üniversite Yılları
Chadwick üniversiteye 17 yaşındayken başladı. 19 yaşındayken fizik derecesinin son yılındaydı ve Ernest Rutherford’un laboratuvarında bir araştırma projesi üzerinde çalışıyordu. Rutherford, Chadwick’in üniversiteye başladığı yıl Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmıştı. Ödül Rutherford’un elementlerin parçalanması ve radyoaktif maddelerin kimyası ile ilgili araştırmaları için verildi. Chadwick projesini başarıyla yürüttü ve 1911’de fizikte birinci sınıf onur derecesi ile mezun oldu. Mali olarak üç yıl zor geçti – her zaman öğle yemeği yemedi, çünkü çok az parası vardı. Mezun olduktan sonra Chadwick, 21 yaşında 1912’de fizikte yüksek lisans derecesi verilene kadar Rutherford’un laboratuvarında çalışmaya devam etti.
Bir burs kazancı Hans Geiger’in laboratuvarında çalışmak için onu Berlin, Almanya’ya götürdü. Rutherford gibi, Geiger’in alanı da radyoaktivite idi – radyasyon seviyelerini tespit etmek için Geiger Sayacını icat etti. 1.Dünya Savaşı 1914’te Chadwick hala Berlin’deyken başladı. 1918’de savaş bitene kadar Berlin’in batısındaki bir kampta staj yaptı. 28 yaşında Chadwick 1919 yılında Ph.D. için çalışmaya başlamak üzere Ernest Rutherford’a katıldı. Rutherford şimdi ilk profesörü James Clerk Maxwell olan Cambridge Üniversitesi’nin prestijli Cavendish Laboratuvarı’ndan sorumluydu.
James Chadwick, Çekirdek ve Nötron
1923’te 32 yaşında Chadwick, Rutherford’un Cavendish Laboratuvarı Araştırma Müdür Yardımcısı oldu ve atom çekirdeği üzerinde çalışmaya devam etti. O günlerde, çoğu araştırmacı çekirdeğin içinde ve dışında elektron olduğuna inanıyordu. Örneğin, bir karbon atomunun çekirdeğinin 12 proton ve 6 elektron içerdiği düşünülüp ona +6 elektrik yükü verdi. Çekirdeğin etrafında dönen atomun toplam elektrik yükünün 0 olmasına neden olan 6 elektron daha olması gerekiyordu.
Rutherford, Chadwick ve diğerleri, yüksüz parçacıkların çekirdeğinde bulunma olasılığına inanıyorlardı. Boş zamanlarında, 1920’lerde Chadwick laboratuvarda bu nötr parçacıkları bulmak için çeşitli girişimlerde bulundu, ancak başarılı olamadı. Bununla birlikte, nötr bir parçacığın – nötronun varlığında giderek ikna olmuştu. Ancak, varlığını kanıtlamak için ihtiyaç duyduğu kanıtları elde edemedi.
Daha sonra, 1932’nin başında Chadwick, Frederic ve Irene Joliot-Curie‘nin Paris’te yaptıkları işleri öğrendi. Joliot-Curies, gama ışınları kullanarak bir mum örneğinden protonları çıkarmayı başardıklarına inanıyordu. Bu, gama ışınlarının bunu yapacak kadar güçlü olmadığını düşünen Chadwick için anlamlı değildi. Bununla birlikte, protonların onları çıkarmak için yeterli enerjiyle vurulduğuna dair kanıtlar ikna ediciydi. Gama ışını kaynağı radyoaktif element polonyumdur. Chadwick, protonların aradığı parçacık tarafından gerçekten vurulduğu sonucuna vardı: nötron. Heyecanla Cavendish laboratuvarında çalışmaya başladı. Polonyum‘u nötronların kaynağı olduğuna inandığı için balmumunu bombaladı. Protonlar balmumu tarafından serbest bırakıldı ve Chadwick, protonların davranışının ölçümlerini yaptı.
Protonlar, protona benzer bir kütleye sahip elektriksel olarak nötr parçacıklar tarafından vurulsaydı tam olarak yapmaları gerektiği gibi davrandılar. Chadwick nötronu keşfetmişti. İki hafta içinde prestijli bilim dergisi Nature’a bir Nötronun Olası Varlığını duyurmak için yazmıştı. Chadwick yeni bir temel parçacık keşfettiğini düşünmedi. Nötronun bir proton ve bir elektrondan oluşan karmaşık bir parçacık olduğuna inanıyordu. Alman fizikçi Werner Heisenberg, nötronun bir elektron-proton çifti olamayacağını ve aslında yeni bir temel parçacık olduğunu gösterdi. 1935’te James Chadwick, nötronu keşfettiği için Nobel Fizik Ödülü’nü aldı.
Yeni Elementler ve Nükleer Reaksiyonlar
Nötronun keşfi, bilimin seyrini önemli ölçüde değiştirdi, çünkü nötronlar atom çekirdeği ile çarpışabilirdi. Nötronların bazıları bir çekirdeğe gömülür ve kütlesini arttırır. Doğal Beta bozunması (bir atomun çekirdeğinden bir elektron emisyonu) nötronu protona dönüştürür.
Aynı zamanda nötronların, atomik fizyon olarak bilinen bir süreçte ağır atomları ayırmak için kullanılabileceği ve atom bombalarında veya nükleer santrallerde kullanılabilecek büyük miktarda enerji üretilebileceği anlamına geliyordu. Chadwick Liverpool için Cambridge’den ayrıldı. 1935 yılında, Nobel Ödülü verilmeden önce Chadwick, kabul ettiği Liverpool Üniversitesi’nde Lyon Jones Fizik Kürsüsü’ne teklif edildi. Yeni işine Nobel Ödülü’nü kazandığını duymadan bir ay önce başladı.
Liverpool’da bir nükleer fizik grubu kurdu. Grubun bir siklotron / parçacık hızlandırıcı / atom parçalayıcıya ihtiyacı vardı, ancak yeni üniversitesi bir tane alamadı. Chadwick, Nobel Ödülü parasının bir kısmını kullanarak kısmen finanse etti.
2. Dünya Savaşı ve Atom Bombası
2. Dünya Savaşı’nın ilk yılı olan 1939’da Chadwick’e İngiliz Hükümeti tarafından atom bombası yapılması istendi. Bunun mümkün olduğunu, ancak kolay olmayacağını söyledi. Bazı üniversitelerde ön araştırma başladı. Chadwick’in laboratuvarındaki çalışma koşulları çok zordu. Liverpool’daki mahalle hava saldırılarında Alman Hava Kuvvetleri tarafından sık sık saldırıya uğradı. Bombalamaya rağmen, 1941 baharında Chadwick’in araştırma grubu, nükleer patlama için kritik uranyum-235 kütlesinin yaklaşık 8 kilogram olduğunu keşfetti.
Chadwick, 1941 yazında İngiliz üniversitelerinde yapılan tüm atom bombası çalışmalarının bir özet raporunu yazdı. ABD’de Başkan Roosevelt 1941 sonbaharında raporu okudu ve ABD kendi atom bombası araştırmalarına milyonlarca dolar dökmeye başladı. Onlarla tanıştığında Chadwick, Amerikan temsilcilerine bombanın çalışacağından yüzde 90 emin olduğunu söyledi.
1943’ün sonlarında Chadwick, Manhattan Projesi’nin tesislerini görmek için ABD’ye gitti. Bomba için Amerika’nın tüm araştırma, veri ve üretim tesislerine erişime sahip dünyadaki sadece üç kişiden biriydi: diğer ikisi Amerikan Binbaşı General Leslie Groves, Manhattan Projesi Direktörü ve Groves’in komutasındaki ikinci, Tümgeneral Thomas Francis Farrell.
1944’ün başlarında, karısı ve çocukları Chadwick, Manhattan Projesi’nin ana araştırma merkezi olan Los Alamos’a taşındı. ABD ve İngiltere hükümetleri bombanın Japonya’ya karşı kullanılabileceğini kabul ettiğinde Chadwick vardı. Daha sonra, dünyanın ilk atom bombasının patlatıldığı 16 Temmuz 1945’te Trinity nükleer testine katıldı. 1945’te İngiliz Hükümeti savaş zamanı katkısı için onu şövalye etti ve Sir James Chadwick oldu. ABD Hükümeti, ona 1946’da Merit Madalyası verdi. James Chadwick, 24 Temmuz 1974’te 82 yaşında öldü.
NKFU – BİLGİ KAYNAĞINIZ
Ernest Rutherford , aynı zamanda Lord Rutherford ( İngiltere ; 30 Ağustos 1871 Brightwater – 19 Ekim 1937 , Cambridge ) olarak da bilinen Yeni Zelandalı bir fizikçiydi.
Kendisini radyoaktif parçacıkların çalışmasına adadı ve onları alfa (α), beta (β) ve gama (γ) olarak sınıflandırmayı başardı. Radyoaktiviteye elementlerin parçalanmasının eşlik ettiğini buldu ve bu ona 1908’de Nobel Kimya Ödülü’nü kazandırdı . Tüm pozitif yükün ve atomun neredeyse tüm kütlesinin toplandığı atom çekirdeğinin varlığını kanıtladığı bir atom modeli ona borçludur . Öğrencisinin işbirliğiyle ilk yapay dönüşümü gerçekleştirdi. Frederick Soddy (Soddy, kariyerinin ilerleyen dönemlerinde izotoplar üzerindeki çalışmaları nedeniyle 1921’de Nobel Kimya Ödülü’nü de aldı).
Hayatının ilk bölümünde kendini tamamen araştırmaya adadı ve ikinci yarısını nötronun keşfedildiği Cambridge’deki Cavendish Laboratuarlarını öğreterek ve yöneterek geçirdi. Bir çok öğrenci yetiştirmiştir bunların arasında Niels Bohr ve Otto Hahn’da yer almaktadır.
Hayatının İlk Yılları
İskoç asıllı babası James, bir çiftçi ve tamirciydi ve İngiltere’de doğan annesi Martha Thompson, evlenmeden önce göç etmiş bir öğretmendi. İkisi de çocuklarına iyi bir eğitim vermek ve eğitimlerine devam etmelerini sağlamak istiyordu.
Rutherford, merakı ve aritmetik yeteneği ile erkenden not edildi . Ailesi ve öğretmeni onu çok teşvik etti ve parlak bir öğrenci olduğu ortaya çıktı ve bu da üç yıl kaldığı Nelson Koleji’ne girmesine izin verdi. Ayrıca okulunda ona büyük bir popülerlik kazandıran harika ragbi nitelikleri vardı. Geçen yıl, Yeni Zelanda‘daki Üniversiteye, ragbi pratiğine devam ettiği ve bilim ve yansıma kulüplerine katıldığı Canterbury Koleji’ne girmesi sayesinde tüm derslerde birinci oldu.
Bu sıralarda Rutherford’un deney dehası olarak kendini göstermeye başladı: ilk araştırmaları, demirin yüksek frekanslar aracılığıyla manyetize edilebileceğini gösterdi ki bu başlı başına bir keşifti. Mükemmel akademik sonuçları, çalışmalarına ve araştırmalarına o Üniversitede toplam beş yıl devam etmesine izin verdi. Christchurch’ten mezun oldu ve kısa bir süre sonra Yeni Zelanda’nın matematik eğitimi alan tek bursunu kazandı ve geçen yılki masraflarını öğretmen olarak çalışarak karşıladı. Böylece matematik ve fizikte en iyi notlarla Master of Arts unvanını aldı.
1894’te, Cambridge’deki Cavendish Laboratories’de, 1895’ten itibaren elektronun kaşifi Joseph John Thomson’ın yönetiminde İngiltere’deki çalışmalarına devam etmesine izin veren Bachelor of Science unvanını aldı. Yurtdışından bu olasılığa ulaşan ilk öğrenciydi. Yeni Zelanda’dan ayrılmadan önce Christchurch’ten genç bir kadın olan Mary Newton ile nişanlandı. Cavendish Laboratories’de yıllar sonra Thomson’ın yerini alacaktı.
Cambridge, 1895-1898
İlk olarak, Hertz dalgaları ve onların uzak mesafelerdeki alımları üzerine araştırmalarına devam etti. Kraliyet Topluluğunun Felsefi İşlemlerinde yayınlanan Cambridge Fizik Topluluğuna çalışmalarının olağanüstü bir sunumunu yaptı, bu kadar genç bir araştırmacı için alışılmadık bir başarıydı ve bu onun ün kazanmasına yardımcı oldu. Aralık 1895’te Thomson ile X- ışınlarının bir gaz üzerindeki etkisi üzerine çalışmaya başladı . X-ışınlarının havayı iyonlaştırma özelliğine sahip olduğunu keşfettiler , çünkü hem pozitif hem de negatif çok sayıda yüklü parçacık ürettiğini ve bu parçacıkların nötr atomları oluşturmak üzere yeniden birleşebileceğini gösterebildiler. Rutherford, iyonların hızını ve yeniden birleşme oranlarını ölçmek için bir teknik icat etti . Bu işler onu şöhrete giden yolda iten şeydi.
Montreal, 1898-1907: radyoaktivite
Henri Becquerel o sıralarda ( 1896 ) uranyumun bilinmeyen bir radyasyon, “uranik radyasyon” yaydığını keşfetti. Bu radyasyonların havayı iyonize etme, uranyumu iki yüklü plaka arasına yerleştirme ve geçen akımı ölçme şeklini incelediği önemli bir belgedir. Böylece, uranyum örneklerini farklı kalınlıklarda metal levhalarla kaplayarak radyasyonun nüfuz etme gücünü inceledi. Levhaların kalınlığı arttıkça iyonlaşmanın hızla azalmaya başladığını, ancak belirli bir kalınlığın üzerinde daha zayıf bir şekilde azaldığını buldu. Bu nedenle, farklı nüfuz gücüne sahip oldukları için uranyumun iki farklı radyasyon yaydığını çıkardı. Daha az nüfuz eden radyasyona alfa radyasyonu ve daha fazla nüfuz eden (ve havadan geçtiği için mutlaka daha az iyonizasyon üreten) beta radyasyonu olarak adlandırdı.
1900’de Rutherford, Mary Newton ile evlendi. Bu evlilikten 1901 yılında tek kızları Eileen dünyaya geldi. Bu sıralarda, Rutherford toryumu inceler ve uranyumla aynı cihazı kullanarak, laboratuvarda bir kapı açmanın, sanki hava hareketleri deneyi bozabilirmiş gibi deneyi belirgin şekilde bozduğunu fark eder. Yakında toryumun, toryumu çevreleyen havayı soluduğu için, toryumun da radyoaktif bir yayılım yaydığı sonucuna varacak, bu havanın akımı toryumdan çok uzakta bile kolayca ilettiğini fark edecek.
Ayrıca, toryum dumanlarının yalnızca on dakika kadar radyoaktif kaldığını ve bunların nötr parçacıklar olduğunu belirtiyor. Radyoaktivitesi herhangi bir kimyasal reaksiyon veya koşullardaki (sıcaklık, elektrik alanı) değişikliklerle değişmez. Elektrotlar arasından geçen akım da azaldığı için bu parçacıkların radyoaktivitesinin katlanarak azaldığını da fark eder ve böylece 1900 yılında radyoaktif elementlerin periyodunu keşfeder . Montrealli kimyager Frederick Soddy’nin yardımıyla 1902’de toryum, yayılımlarının gerçekten radyoaktif atomlar olduğu, toryum olmadığı ve radyoaktiviteye elementlerin parçalanmasının eşlik ettiği sonucuna vardı .
Bu keşif, maddenin yok edilemezliği ilkesine çok inanmış olan kimyagerler arasında heyecan yarattı. Zamanın biliminin büyük bir kısmı bu konsepte dayanıyordu. Bu nedenle, bu keşif gerçek bir devrimi temsil ediyor. Ancak, Rutherford’un çalışmalarının kalitesi şüpheye yer bırakmadı. Marie Curie ile radyoaktivitenin numunelerde kütle kaybına neden olduğunu doğrulamış olmasına rağmen, Pierre Curie’nin bu fikri kabul etmesi iki yıl aldı . Pierre Curie, doğalarını değiştirmeden kilo verdiklerine inanıyordu.
Rutherford’un araştırması 1903’te Royal Society tarafından tanındı ve ona 1904’te Rumford Madalyası verildi . Araştırmalarının sonucunu 1904’te Radyoaktivite adlı bir kitapta özetledi ve burada radyoaktivitenin dış basınç ve sıcaklık koşullarından veya kimyasal reaksiyonlardan etkilenmediğini, ancak bir radyasyonunkinden daha büyük bir ısı emisyonu içerdiğini açıkladı. Kimyasal reaksiyon. Radyoaktif elementler yok olurken, farklı kimyasal özelliklere sahip yeni elementlerin üretildiğini de açıkladı.
Frederick Soddy ile birlikte, nükleer parçalanmadan kaynaklanan termal enerji emisyonunun, kimyasal bir reaksiyon tarafından üretilenden 20.000 ila 100.000 kat daha fazla olduğunu hesapladı. Ayrıca, böyle bir enerjinin güneş tarafından yayılan enerjiyi açıklayabileceği hipotezini başlattı. Eğer dünya (çekirdeği söz konusu olduğunda) sabit bir sıcaklığı koruyorsa, bunun şüphesiz içinde meydana gelen parçalanma reaksiyonlarından kaynaklandığına inanıyorlardı. Atomlarda depolanan bu büyük potansiyel enerji fikri, bir yıl sonra Albert Einstein kütle ve enerji arasındaki denkliği keşfettiğinde bir doğrulama ilkesi bulacaktır.
Radyoaktif elementlerle yapılan çok sayıda çalışma sayesinde, bunların iki tür radyasyon yaydığını gözlemledi. Alfa ışınları olarak adlandırdığı ilk radyasyon türü, oldukça enerjiktir ancak kısa bir menzile sahiptir ve çevre tarafından hızla emilir. İkinci tip radyasyon oldukça nüfuz edicidir ve beta ışınları dediği çok daha uzun bir menzile sahiptir. Elektrik ve manyetik alanları kullanarak bu ışınları analiz eder ve hızlarını, yüklerinin işaretini ve yük ile kütle arasındaki ilişkiyi çıkarır. Ayrıca, gama ışınları olarak adlandıracağı çok enerjik radyasyonun üçüncü bir türünü de bulur.
Manchester, 1907-1919 : Atom Çekirdeği
1907’de Hans Geiger ile birlikte çalıştığı Manchester Üniversitesi’nde profesör oldu . Bununla radyoaktif maddeler tarafından yayılan alfa parçacıklarının (gelecekteki Geiger sayacının prototipi ) tespit edilmesini sağlayan bir sayaç icat edecek, çünkü cihazda bulunan gazı iyonize ederek tespit edilebilecek bir deşarj üretiyorlar. Bu cihaz, Avogadro’nun sayısını çok doğrudan bir şekilde tahmin etmelerini sağlar : Radyumun parçalanma periyodunu bularak ve cihazlarını zaman başına parçalanma sayısını ölçmek için kullanarak. Bu şekilde numunede bulunan radyum atomlarının sayısını çıkardılar.
1908’de öğrencilerinden biri olan Thomas Royds ile birlikte , varsayılanı kesin olarak kanıtladı: alfa parçacıklarının helyum çekirdeği olduğunu . 5 6Aslında kanıtladıkları şey, bir kez yüklerinden kurtulduklarında, alfa parçacıklarının helyum atomları olduğudur. Bunu göstermek için, radyoaktif maddeyi alfa parçacıklarının etkili bir şekilde geçmesi için yeterince ince bir malzemede izole etti, ancak bunu yapmak için radyoaktif elementlerin her türlü “dökülmesini”, yani herhangi bir bozunma ürününü engeller. Ardından, numuneleri içeren kutunun etrafındaki gazı toplar ve spektrumunu analiz eder. Daha sonra büyük miktarda helyum bulur: alfa parçacıklarını oluşturan çekirdekler mevcut elektronları geri kazanmışlardır. Aynı yıl , 1908’deki çalışmaları nedeniyle Nobel Kimya Ödülü’nü kazandı . Bununla birlikte, kendisini temelde bir fizikçi olarak gördüğü için biraz sıkıntı çekecektir. En ünlü alıntılarından biri, kuşkusuz Fiziği diğer tüm bilimlerin üzerine yerleştiren “Bilim ya Fiziktir ya da Filatelidir” sözüdür.
1911’de atom çekirdeğini keşfederek bilime en büyük katkısını yapacak. Montreal’de, ince bir mika tabakasını alfa parçacıklarıyla bombardıman ederken, bu parçacıklarda bir sapmanın elde edildiğini gözlemlemişti. Geiger ve Marsden bu deneyleri altın folyo kullanarak daha dikkatli bir şekilde ele alırken , bazı alfa parçacıklarının 90 dereceden fazla saptığını buldular. Rutherford daha sonra, Geiger ve Marsden’in deneylerinin sonuçlarıyla karşı çıktıkları, atomun merkezinde neredeyse tüm kütle 7’yi içeren bir “çekirdek” olması gerektiği hipotezini kurdu.ve atomun tüm pozitif yükünü ve aslında elektronların atomun boyutunu belirlemesi gerektiğini. Bu gezegen modeli 1904’te bir Japon, Hantarō Nagaoka tarafından önerildi , ancak fark edilmedi. Bu durumda elektronların merkez çekirdeğin etrafında dönerek ışıma yapması ve dolayısıyla düşmesi gerektiğine itiraz edildi. Sonuçlar, bunun şüphesiz iyi bir model olduğunu gösterdi, çünkü alfa parçacıklarının difüzyon hızını, difüzyon açısının bir fonksiyonu ve atom çekirdeğinin boyutları için bir büyüklük sırası olarak doğru bir şekilde tahmin etmeyi mümkün kıldı.
1914’te I. Dünya Savaşı başlar ve Rutherford denizaltıları tespit etmek için akustik yöntemlere odaklanır. Savaştan sonra, 1919’da ilk yapay dönüşümünü gerçekleştirdi. Alfa parçacıklarının hidrojen bombardımanı tarafından üretilen protonları gözlemledikten sonra ( çinko sülfür kaplı ekranlarda ürettikleri titremeyi gözlemleyerek ) , aynı deneyi hava ile ve hatta daha fazlasını nitrojen ile yaparsa, bu titreşimlerin çoğunu aldığını fark eder. Bundan, nitrojen atomlarına çarpan alfa parçacıklarının bir proton ürettiğini, yani nitrojen çekirdeğinin alfa parçacığını emerek doğasını değiştirdiğini ve oksijene dönüştüğünü çıkarır. Rutherford, tarihteki ilk yapay dönüşümü ilk önce üretmişti. Bazıları onun amacına ulaşan ilk simyacı olduğuna inanıyor.
Cambridge, 1919-1937: Cavendish’teki altın çağ
Aynı yıl Cavendish laboratuvarında JJ Thomson’ın yerine geçerek yöneticisi oldu. Laboratuvar ve ayrıca Rutherford için altın çağın başlangıcıdır. O zamandan beri, nükleer fizik alanındaki araştırmalar üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur. Örneğin, Kraliyet Cemiyeti’ne verdiği bir derste , nötronun ve hidrojen ve helyum izotoplarının varlığından bahsetmiştir. Ve bunlar sizin yönetiminizde Cavendish laboratuvarında keşfedilecek. Nötronun kaşifi James Chadwick (bunun için 1932’de Nobel Ödülü), Rutherford’un gezegen modelinin kararsız olmadığını gösteren Niels Bohr ve Robert Oppenheimer (Atom bombasının babası olarak kabul edilen kişidir) , Rutherford’un zamanında laboratuvarda eğitim görmüş kişiler arasındadır. Rutherford’un öğrencisi olan Moseley, X-ışınlarının sapmasını kullanarak, atomların çekirdekte ne kadar pozitif yük varsa o kadar elektrona sahip olduğunu gösterdi ve bunun ardından elde ettiği sonuçların “Bohr ve Rutherford’un sezgilerini kuvvetle doğruladığını” gösterdi. John Cockcroft ve Ernest Walton, 1938’de bir parçacık hızlandırıcı kullanarak atomun parçalanmasını gösteren bir deney için Nobel Ödülü’nü aldı ve Edward Appleton da iyonosferin varlığını gösterdiği için 1947’de Nobel Ödülü’nü aldı.
NKFU – BİLGİ KAYNAĞINIZ
James Clerk Maxwell kimdir
Ad Soyad: James Clerk Maxwell Doğum Tarihi: 13 Haziran 1831 Nereli: Edinburgh İskoçya Meslekler: Fizikçi, Matematikçi, Mucit Ölüm Tarihi: 05 Kasım 1879
1861’de ilk renkli fotoğrafı basmıştır, radyoyu bulmuştur.
James Clerk Maxwell, 13 Haziran 1831 de İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da seçkin bir ailenin; avukat John Clerk Maxwell ve eşi Frances Maxwell’in çocuğu olarak doğdu. Middlebie kasabasında büyüdü. Babası Edinburg Kraliyet Akademisinin üyesiydi. Edinburgh Akademisi’ne okudu. James Clerk Maxwell Daha ondört yaşında iken, yetkin elips çizme yöntemine ilişkin matematiksel buluşu Edinburg Kraliyet Akademisinde görüşülerek ödüllendirilmiştir. Maxwell 1847’de akademiyi bırakıp Edinburgh Üniversitesi’nde okudu. Burada okurken iki bilimsel makale daha yayımladı. Maxwell,1850’de Cambridge Universite’sine geçti. Ve Universiteye bağlı Trinity College’dan matemetik dalında sınıf ikincisi olarak lisans diploması aldı. Cambridge’de okurken yayımladığı bir makalede esneklik kuramının aksiyomatik temellerini oluşturdu, geometrik optik alanındaki bir makalesiyle de ileride balık gözü merceğin bulunmasına yol açacak ilkeleri ortaya koydu.
1855’te Trinity College’da öğretim üyesi olanğının bozulması üzerine İskoçya’ya döndü. Ertesi yıl Aberdeen’deki Marischal College’da doğa felsefesi (İskoçya’da fizik halâ böyle anılır) profesörü oldu. 1860’ta Londra’daki King’s College’da doğa felsefesi profesörlüğü görevine geçti. Maxwell, 1861’de Royal Society’nin üyeliğine seçildi. Bilimsel araştırmaya daha çok zaman ayırabilmek amacıyla King’s College’daki görevinden ayrılarak İskoçya’daki malikhanesine çekilen Maxwell altı yıl boyunca elektromagnetizma kuramı üzerindeki ünlü yapıtını hazırladı. Maxwell o güne değin bulunmuş olan elektrik ve magnetizma yasalarını sistemli bir bütünlük içinde matematiksel bir yapıya kavuşturmuş, değişken elektrik ve magnetik alanların birbirlerinden ayrı olarak var olamayacağını göstermiş, ışığın da bir elektromagnetik dalga olduğunu belirleyerek elektrik, magnetizma ve optiği tek bir temele oturtmuştur.
1873’de yayımlanan Elektrik ve Manyetizma Üzerine inceleme adlı kitabında ortaya koyduğu denklemlerden, elektrik ve manyetik etkilerin uzayda ışık hızıyla yol aldığı sonucu da çıkmaktaydı.
Işık kimine göre dalgasal nitelikteydi, kimine göre parçacıklardan oluşmuştu. Maxwell ise ışığı uzayda dalgasal ilerleyen hızlı titreşimli bir elektro-manyetik alan diye niteliyordu.
Maxwell’in kuramsal olarak varsaydığı eletromagnetik dalgalar, onun ölümünden sekiz yıl sonra “Heinrich Hertz” tarfından laboratuvar koşullarında deneysel olarak belirlenir. Hertz’in düşük frekanslı radyo dalgaları ile Röntgen’in yüksek frekanslı X-ışınları Maxwell’in öndeyişini doğrulayan bulgulardır.
Elektromanyetik dalgaları ilk sezinleyen Faraday olmuştur. Ancak ışığın tüm özelliklerini bu dalgalarla açıklayan matematiksel kuramı Maxwell’e borçluyuz.
Maxwell’in bu amaçla formüle ettiği “vektör analizi” diye bilinen matematiksel teknik ile çok sayıda olayı kapsayan ve şimdi “Maxwell denklemleri” diye geçen dört denklem modern elektromanyetik kuramın özünü oluşturur. Maxwell denklemleri, James Clerk Maxwell‘ in toparladığı dört denklemli, elektrik ve manyetik özelliklerle bu alanların maddeyle etkileşimlerini açıklayan bir settir. Bu dört denklem sırasıyla, elektrik alanın elektrik yükler tarafından oluşturulduğunu (Gauss Yasası), manyetik alanın kaynağının, manyetik yükün olmadığını, yüklerin ve değişken elektrik alanların manyetik alan ürettiğini (Ampere-Maxwell Yasası) ve değişken manyetik alanın elektrik alan ürettiğini (Faraday’ ın İndüksiyon Yasası) gösterir.
Bilime en önemli katkısını oluşturan ‘Elektro Manyetik Alan’ a ilişkin çalışmalarını, 1867’den başlayarak ortaya koydu ve 1871’de “Elektrik ve Manyetizma” adlı en büyük yapıtı yayınlandı. Bu kitap; elektrik, manyetizma ve optik konularında tüm bilgileri içeriyordu. Clerk Maxwell’in çalışmaları bugün de kimliğini korumaktadır. Onun makro düzeydeki teorisi, Lorentz tarafından atom ve molekül düzeyine genişletilerek uygulanmıştır. Rölativite Teorisi bile Maxwell denklemlerini herhangi bir değişikliğe uğratmamıştır.
Yaşamı boyunca unvan ve ödül almamış olan Maxwell, kısa bir hastalık sonucunda 5 Kasım 1879 tarihinde öldü ve Iskoçya’da bulunan Parton köyündeki kilise bahçesinde toprağa verildi.
Tarihte iki Nobel Ödülüne birden sahip olan ilk bilim insanı Marie Curie kimdir?
Marie Curie, 7 Kasım 1867 tarihinde Polonya‘da doğdu. Kardeşleriyle birlikte annesinin müdürlük yaptığı yurtta kalıyordu. Ülkesindeki mevcut eğitim sistemi yüzünden kadınların üniversiteye gitmesi ya da teknik eğitim almaları için yurtdışına gitmeleri gerekmekteydi. Kardeşi Bronya ile para biriktirdiler.
1885 senesinde Bronya Sorbonne’da tıp eğitimi görmeye başladı. Mezuniyetinden sonra Marie’ye matematik ve fizik eğitimi alması için yardım etti. 1891senesinin Kasım’ında başladığı eğitiminde bir buçuk sene sonunda sınıfının birincisi olarak fizik diploması aldı. 1894 senesinde ise matematik alanında ikinci diplomasını aldı.
1896 senesinde öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra 1897 senesinde daha önce Henri Becquerel’in duyurduğu, uranyum tuzlarının yaydığı, sonraları radyoaktivite olarak adlandırılacak olan ışın üzerinde detaylı bir şekilde çalışmaya başladı.
1898 senesinin Temmuz’unda Curie, yeni radyoaktif bir element olan ve uranyumun radyoaktif bozunmasından ortaya çıkan polonyumu bulduğunu duyurdu.
Eylül 1898’de Fransız kimyacı Eugène-Anatole Demarçay’ın spektroskopi yöntemi ile tanımlanmasına yardım ettiği, doğal radyoaktif element radyumu duyurdular. 1904 senesinde doktorasını vererek Fransa’da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın oldu. Aynı sene radyoaktivite konusundaki araştırmalarından ötürü, kocası ve Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü’nü alarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu.
1911 senesinde ise radyum ve polonyumun keşfi ve araştırılmasındaki rolünden dolayı Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülen Marie, tarihte iki Nobel Ödülüne sahip ilk kişi oldu.
Halen 2 Nobel Ödülüne sahip tek kadındır. Bu dönemde laboratuvar çalışmaları sırasında maruz kaldığı aşırı radyasyondan dolayı hastalık yaşamaya başladı. 1934 sensesinde Fransa’da kan kanserinden öldü ve bu hastalığı da aşırı radyasyona maruz kalmasına bağlandı. Ölümünden sonra kendisine “Bilim İçin Ölen Kadın” denildi.
Marie’nin radyokaktivite çalışmalarından dolayı, radyokativite birimine “curie” denilmektedir.
SÖZLERİ:
Ben, bilimin yüksek bir güzelliği olduğunu düşünenler arasındayım.
Ben de Nobel gibi düşünüyorum: İnsanlık, yeni keşiflerden kötülüklerden çok iyilikler çıkaracaktır.
Hayatta hiçbir şeyden korkmayın yalnız; her şeyi anlamaya çalışın. Şimdi anlama zamanı, böylece daha az korkabiliriz.
İnsanlar konusunda daha az, fikirler konusunda daha çok meraklı olun.
Marie Curie’nin not defterleri o kadar çok radyasyona maruz kalmıştır ki, ancak kurşun kaplı bölmelerde muhafa edilip radyoaktif korunma malzemeleri ile incelenebilmektedir.
Isaac Newton; matematikçi, fizikçi, kimyacı, felsefeci ve ayrıca mucittir. Geçmiş tarihe baktığımızda adından en çok söz ettirenler arasında yer alan bir bilim adamı. Yerçekimi Kuvvet Kanunu ve Eylemsizlik Prensibi günümüze kadar taşındı. Bilim devrimini yapan ve birçok metoduyla tarihe adını yazan Isaac Newton (4 Ocak 1643 – 31 Mart 1727) İngiliz matematikçi, fizikçi, kimyacı, felsefeci ve mucittir. Tarih içerinde en çok adından söz ettiren bilim adamlarından birisidir.
Newton’un; doğmadan üç ay önce ölen babası çiftçi olarak sade bir insanmış. 12 yaşında Grantham’da King’s School’a kaydolan Newton; 1661 yılında okulu bitirmiştir. Cambridge Üniversitesin de olan Trinity Kolejin’e girerek Lisans derecesi alarak 1665 yılında bitirmiştir. Üniversitenin veba salgını nedeniyle kapatılması ile lisansüstü çalışmaları yarım kalmıştır. Veba salgınından korunmak için annesinin yaşadığı çiftliğe sığınan Newton; iki yıl kalarak en önemli buluşlarını bu süre içerisinde yapmaya başlamıştır. 1667 yılında Trinity kolejinde öğretim üyesi olarak görev alan Newton; beyaz ışıkta renkli bileşen ayırma, cisimlerin uzaklıklarının karesi ile ters oran taşıdıklarını ve integral ve diferansiyel hesaplar üzerinde çalışarak bunları ortaya çıkarmıştır. Çekingen olması nedeniyle birçok buluşunu yıllar sonra yayımlayan Newton; integral hesabını tam 38 yıl sonra yayınlamıştır.
Lisansüstü çalışmaları sonraki yıl tamamladıktan 1669 yılında 27 yaşında iken; Cambridge üniversitene matematik profesörü olarak atandı. Aynalı teleskobu 1671’de geliştiren Newton; 1672 de de Royal Society üyeliğine seçilerek unvanını artırdı. Renk olgusu üzerinde yaptığı bilimsel çalışması nedeniyle Robert Hooke’un eleştirilerine maruz kalan Newton; bilim dünyası ile ilişkisini bitirerek içine kapanmayı seçti. Optik konusunda 1675 de iki bildirisi yayınlandıktan sonra yeni tartışmalara hedef olmuş ve Hooke yayınlanan bildiride adı geçen bazı sonuçlarda kendi buluşu olduğunu iddia aderek Newton’u bunları kullanmakla suçlamıştır. Bu durum nedeniyle 1678 yılında büyük bir bunalım yaşayan Newton’un; ünlü matematikçi ve astronom olan yakın dostu Edmond Halley tarafından tekrar 6 yıl sonra bilim dünyasına geri dönüş yapmasını sağlamıştır.
Cambridge Üniversitesi nezninde Katolikliği egemen kılarak yaygınlaştırma direnişleri içerisinde ön saflarda yer alan Newton; kralın düşürülmesi ile 1689 yılında Üniversite de parlamento temsilciliğine seçilmiştir. John Locke ve Samuel Pepys’le olan yakın dostlukları 1693 yılında tekrar bunalıma girmesiyle bozulmuştur. İki yıl içerisinde ruhsal sağlığına tekrar kavuşan mucit; artık bilim dünyasına ilgisini kaybederek çalışmaları eskisi gibi yürütmemiştir. Fransız Bilimler Akademisi’nin yabancı üyeliğine 1699 yılında getirilmiş ve Royal Society’nin başkanlığına da 1703 yılında getirilmiştir.
Bilim adamlarının en önemlisi olarak kabul edilen ve büyüklerinden biri olan Newton; fizik ve matematik dallarlında önemli buluşlara imza atmış bir mucittir. Matematik dalında; (a+b)ª formülünün üstel bir seri olarak açılımını verme üzerine genel iki terim içeren teoremini bulmuştur. Mekanik alanda en büyük katkıyı gerçekleştiren Newton; Kepler yasaları ile ele alınan kütle yerçekimi yasasını ve merkezkaç kuvveti yasasını ortaya koymuştur. Newton hareket yasları olarak adlandırılan eylemsizlik ilkesi; kuvvetin kütleyle ivmenin çarpımına eşittir ifadesi içeren yasa ile etki ve tepkinin eşitliği de fiziğin en önemli yasaları olarak kabul görmüştür.
Newton; çalışmaları sırasında bazı hesapların içerisinde çıkamaması nedeni ile bazı varsayımlar öne sürmüş ve bu varsayımların yanlış olduğunu bilmesiyle beraber kullanmak zorunda kalmıştır. Sonraki yıllarda bu yasalarda bu hatalar belirlenmiş ama yaptığı devrim buluşlarının yanında pek üzerinde durulmamıştır.