logo

Bir ara insanları anladığımı sandım, sonra sandığımı anladım..

İLİŞKİDE DÜRÜSTLÜK

İNSANLARI ANLAMAK

Evlilik sadece nikah günü imza atmak değildir. İşte asıl süreç buradan başlar. Bazı evlilikler kısa süre içinde biterken bazıları da uzun yıllar sorunsuz şekilde devam eder. Aşk ve saygının bir arada yer aldığı evlilikler uzun süre devam eder. Evliliği devam ettirmek değil, sağlıklı bir evlilik sürdürmek asıl önemli olandır. Bunu başaranlar mutlu bir aile olabilirler. İşte merak edenler için sağlıklı evlilik konusunda bazı bilgiler;

  • Çiftler Duygusal Olarak Yakın Olmalıdır

Evliliğinizdeki samimiyet, birbirinize daha yakın olmanıza yardımcı olacaktır. Samimiyet her zaman cinsellikle ilgili değildir. Ayrıca duygusal yakınlık da olmalıdır. Eşinizin duygularını veya düşüncelerini paylaşabilmesi için güvenli bir alan yaratmaya çalışmalısınız. Bu süre zarfında eşinizin yargılandığını hissetmesine neden olmayın. Duygusal ve fiziksel yakınlık bir evlilik için yararlıdır. Her samimiyet türünün ne zaman uygun ve gerekli olduğunu bilmeniz gerekir.

  • Ortak Tutkular Olmalıdır

Çiftler, bazı ortak ilgi alanlarına sahip olduklarında sağlıklı bir evlilik ortaya çıkar. Eşinizin sevdiği her aktiviteyi mutlaka sevmeniz gerekmiyor. Yine de ortak ilgi alanlarına sahip olmak, birlikte anlamlı zaman geçirmenizi sağlayacaktır. Birlikte yeni yemekler yemekten veya gezmekten keyif alabilirsiniz. Birlikte yapmaktan zevk aldığınız bir aktivite bulmaya çalışın.

  • Çiftler Birbirini Dinler ve İletişim Kurarlar

Eşinizi dinlemek ve konuşmak sağlıklı bir evlilik için çok önemlidir. Sevdiklerinizin ne hissettiğini veya düşündüğünü bildiğinizi sanmamalısınız. Bazen eşinizi dinlemek size çok şey kazandırır. Dinleme ve duyma arasında bir fark vardır. Eşinizin iletişim kurduğunu nasıl duyacağınızı öğrenmek için odaklanmalısınız. Evliliğinizde iletişimi geliştirmek için çevrimiçi kurslar veya atölye çalışmaları alabilirsiniz. Etkili iletişim kurmak size ve eşinize fayda sağlayacaktır.

  • Finansal Planlamalar Yapılır

Birçok insan yaptıkları farklı alışverişler hakkında eşlerine yalan söyleme eğilimindedir. Ancak para sorunları evlilikleri hızlı bir şekilde olumsuz yönde etkileyebilir. Para insanların savaşmasının ana nedenlerinden biri olmaktadır. Evli bir çift olarak mali durumunuzu tartışmak için zaman ayırmalısınız. Belirli finansal temel kurallar hakkında konuşun ve karar verin. Eğer yapabiliyorsanız, evlenmeden önce bunları tartışın. Herhangi bir sorunu önceden çözmek daha sağlıklı bir ilişki temeli oluşturacaktır.

  • Eşler Birlikte Kaliteli Zaman Geçirir

Evli bir çiftin iyi bir şekilde bağlı kalabilmeleri için birlikte zaman geçirmeleri gerekecektir. Düzenli randevu geceleri ve hafta sonu kaçamakları planlamaya çalışın. Bu sayede daha fazla konuşma ve sahip olduğunuz sorunları tartışma şansınız olacak. Birlikte kaliteli zaman geçirmeden haftalar geçirirseniz, ilişkinizdeki gerginliği hissetmeye başlayacaksınız. Yakınlaştığınız gecelerinizi korumak için gerekli planlamaları her zaman yapın.

  • Sorunları Hızlı Bir Şekilde Çözerler

Çoğu ilişkinin belirli bir çatışma seviyesi vardır. Çatışma yoğunlaşabilir ve insanlar duygusal veya hatta fiziksel olarak güvensiz hissedebilirler. Sorunları hemen çözün. Sorunun ne olduğunu anlayın ve bunları bir ekip olarak nasıl çözebileceğiniz hakkında konuşun. Evlilik danışmanlığına başvurabilirsiniz. Danışman size çatışmayla başa çıkmanın veya başa çıkmanın farklı yollarını öğretecektir.

  • Sağlıklı Bir Evlilikte Saygı Vardır

Çiftler yavaş yavaş birbirlerine saygı duymayı bırakır ve kötü alışkanlıklar geliştirebilirler. Çöküntüler ve eleştirel yorumlar bir ilişkiye hızlı bir şekilde zarar verir. Eşinize her zaman kendinize davranılmasını istediğiniz gibi davrandığınızdan emin olun. Eşinize iltifat ederek veya sürekli teşekkür ederek eşinizi teşvik edin. Şikayet etmeye yönelik bir tavır takınırsanız aynı sözleri size söylerlerse nasıl hissedeceğinizi düşünün.

  • Çiftler Her Zaman Birbirine Karşı Naziktir

Çoğu ilişkinin başlangıcında, insanlar olumlu özelliklere odaklanır. Zamanla eşinize bakışınız değişebilir. Belki de başlangıçta nazik olan taraflar zamanla bu özelliklerini yitiriyorlar. Eşinize karşı şüphe duymadığınızdan, ona güvendiğinizden ve eleştirel olmadığınızdan emin olun. Kocanız veya karınız hakkında sevdiğiniz her şeyin bir listesini yapın. Bu liste sevdikleriniz için minnettar kalmanıza yardımcı olacaktır.

  • Önce Kendinizi Tanımalısınız

Kendini keşfetme üzerinde çalışın. Birçok partner kendileri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan ilişkilere girer. Sonuç olarak eşleri hakkında bilgi edinmekte de zorluk çekebilirler. Kendiniz hakkında bilgi edinmek, sizi bir birey ve bir partner olarak geliştirecektir. Ne kadar süredir birlikte olursanız olun, onun hakkında öğrenebileceğiniz her zaman daha fazla şey vardır. Bu nedenle işe önce kendinizden başlayın.

Çok güzel hayallerle, mutlu olma beklentisi ile başlar evlilikler ancak bir kısmı hayallerine ulaşamadan biter. Günümüzde her 4-5 evlilikten biri boşanma ile sonuçlanıyor. Çiftler boşanma aşamasına birden bire gelmiyor. Çiftleri bitiş aşamasına getiren birçok neden var. En sık karşılaşılan nedenlerden bahsetmek istiyorum.

1.Evlilikleri yıpratan en önemli sorunlardan birisi kadın-erkek farklılıklarını bilmemek, Kadın ve erkek çok farklı yaratılmış, farklı özelliklere ve ihtiyaçlara sahiptirler. Bu farklılıklar bilinmediğinde, ihtiyaçların karşılanması da mümkün olmamakta ve çiftler birbirine kırılıp, öfkelenip, hırçınlaşıyor ve uzaklaşmaktadır. Kadınların ve erkeklerin temel ihtiyaçlarını şöyle sıralayabiliriz.

Kadının ihtiyaçları;

1.Dinlenmek, anlaşılmak ve Sorunlarda iletişim halinde olmak ister.

2.İlgi görmek ister.

3. Birlikte vakit geçirmek, yakın olmak ister. Eşinden yeteri kadar ilgi görmeyen, ihmal edilen kadın değersizlik duygusuna kapılır, kırılır ve uzaklaşır. Hırçınlaşan bireyler her fırsatta tartışır, birbirinin canını yakar, yıkıcı tutumlar sergilerler.

Erkeğin ihtiyaçları;

1.Kadın kadar yakın olmayı sevmez. Bazen yalnız kalmak ister. Yalnızlık ihtiyacına saygı duyulmasını bekler.

2.Sorunları kendi içinde çözmek ister, çözerken de eşinden uzaklaşır yalnız kalmak ister. Bu ihtiyacı bilmeyen hanımlar ‘’Eşim sorunlarını benimle paylaşmıyor çünkü; bana değer vermiyor ‘’şeklinde yanlış bir inanca kapılır ve uzaklaşır.

3. Güçlü olmak; güçlü, yeterli olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardır. Onları güçlü hissettirmenin yolu yaptığı olumlu davranışları takdir etmektir. Erkeği güçsüz, yetersiz hissettiren tutumları: Onlara annelik yapmaya çalışmak, sürekli davranışlarına müdahale etmek, yönlendirmeye çalışmak. Bu müdahaleler karşısında erkek inatlaşır, güçsüz –eksik hisseder öfkelenir ve uzaklaşır.

2. İletişim sorunları; Her zaman haklı olmaya çalışmak, ilişkilerde sorunu çözmeye değil de haklı olamaya çalışmak en büyük yanlışlardan biridir. Bir sorunla karşılaşınca birbirlerini karşılarına alıyorlar. Oysaki birbirlerini karşılarına almak yerine, el ele verip problemi karşılarına alır, birlikte çözüm üretmeye çalışırlarsa çözeceklerdir. Birbirlerini küçümsemek, aşağılamak, lakaplar takmak saygıyı sarsan tutumlardır. Saygının sarsılması ilişkiyi ayakta tutan temel unsurların en önemlilerinden birisidir. Birbirini dinlememek, anlamaya çalışmamak, Eşi konuşurken onu dinlemek ve anlamaya çalışmak yerine, ‘’ Ben kendimi nasıl savunurum’’ ,hesabını yapmak iletişimi engelleyen sorunlardandır. Bu durumda çiftlerin birbirini anlaması ve anlaşması mümkün olmamaktadır. Sonuç ; sağlıklı iletişimin olmadığı ortamlarda duygu –düşünceler paylaşılamaz-anlaşılamaz, bağlar kopar sonuç olarak çiftler birbirine karşı yabancılaşır, uzaklaşır.

3.Heyecanın bitmesi-Monotonlaşma Evlilikte heyecanın bitmemesi için sürekli emek vermek gerekir. Bu heyecan bir ateş gibidir ateşin sönmemesi için sürekli odun atmak gerektiği gibi çiftlerin de birlikte sürekli odun atması ateşi söndürmemesi, yani çaba sarf etmesi gerekir. Peki nasıl? Baş başa zaman geçirmeyi ihmal etmemek, sürprizler, birlikte sosyal faaliyetler, kısa geziler-tatiller, yemek, kahve vb. gibi kendi ilgi alanlarına göre birlikte keyifli zaman geçirme olanaklarını keşfetmek.

4.Aldatma-Cinsel Sorunlar Cinsel sorunlar boşanma nedenleri arasında ilk sıralarda yer alır. Çiftler bu konuda yardım almaktan çekinirler, yıllarca cinsel sorunlarla birlikte yaşamaya devam ederler. Genellikle bu sorunlar şiddetli geçimsizliğe yol açar, çok sert tartışmalara ve yetersizlik duygusuna sebep olur. Beklentileri eşleri tarafından karşılanmayan çiftler aldatmaya yönelebiliyor maalesef…

Kıskançlık aşkın koruyucusu olarak düşünülse de çoğu zaman ilişkiler üzerinde yıkıcı bir etkisi olur ve kıskanan kişiye dayanılmaz bir acı verebilir. Aslında kıskanmak, insanın doğasında var olan bir duygudur. Kaybedilmek istenmeyen bir kişinin ya da ilişkinin elden gideceği sanısıyla ortaya çıkan, kişiye ciddi bir bunaltı ve sıkıntı verebilen karmaşık bir ruhsal yaşantıdır.

Kıskançlık üzerine araştırmalar yapmış psikologların üzerinde fikir birliğine vardığı tanım ise, değer verilen biriyle kurulmuş olan ilişkinin tehlikeye girdiğini düşünme ya da gerçekten bozulmasıyla ortaya çıkan öfke, mutsuzluk ve korku duygularıyla kendini gösteren bir duygu durumudur.

Aşırıya kaçmadığında kıskançlığın normal olduğunu ve diğer kişiye verilen değeri gösterdiğini söyleyebiliriz. Ancak aşırıya kaçtığında bir sevgi belirtisi olmanın aksine evliliklerde ve yakın ilişkilerde ciddi problemlerin yaşanmasına yol açan bir durum haline gelmektedir. Günümüzde bir çok evli çiftin kıskançlık sebebiyle şiddetli tartışmalar yaşadığını veya evliliklerini sonlandırma kararı aldıklarını bilmekteyiz: Evlilik terapistleri ile yapılan bir araştırmada psikoterapiye başvuran çiftlerin 3’te 1’inin ana sorununun kıskançlık olduğu ortaya çıkmıştır.

Kıskançlık doğuştan mıdır?

Psikolojik problemlerin neredeyse tümü için kaynağında hem biyolojik hem de çevresel faktörlerin bulunduğunu söyleyebiliriz. Kıskançlıkta da genetik olarak aktarılan endişeli ve kaygılı kişilik yapısının yanında, diğer insanlara güvenme ya da sürekli kuşku duymayı öğrenme etkili faktörler olarak öne çıkmaktadır. Yani genetik olarak aktarılan kıskançlığa yatkınlık, yaşanılan olaylardan ve çevreden öğrenilenlerden etkilenerek ortaya çıkar, ardından da kuvvetlenerek devam edebilir. Kişinin geçmiş yaşantılarının bu noktada oldukça etkili olduğunu söylemek gerekir. Geçmişte aldatılma, kendisine yalan söylenilmesi gibi durumlarla karşılaşan insanlar, gerçekte hiçbir sebep olmadığı halde aşırı kıskançlık yaşayabilir ve bu duyguyla başa çıkmada güçlük yaşayabilirler.

Aşırı koruyucu ve kollayıcı anne-babaların çocuklarında, strese karşı dayanıksızlık, özgüven eksikliği ve kıskançlıkla başa çıkmada güçlük görülebilir. Kendine güvensiz ve değersizlik duygusu yaşayan çocuklar, kıskançlıklarını abartılı yollarla ifade edeceklerdir. Bu duyguları besleyen ve çok sık yapılan hatalardan birisi de çocuğun kardeşleri ve arkadaşları ile sürekli karşılaştırılması, yarıştırılmasıdır. Ayrıca eleştirmek, söylediklerini anlamaya çalışmaktan çok yargılamak çocuğun duygularını uygun yollarla ifade etmesini engelleyecektir.

Kıskançlığın belirtileri nelerdir?

  • Partnerinin kendisine olan ilgisinin azaldığından ya da aldatacağından aşırı derecede korkma
  • Partnerini güvenilir olmamakla suçlama ve bunu takıntılı bir şekilde düşünme
  • Bir aldatılma ya da ayrılığı engellemek için partnerini aşırı derecede kısıtlama
  • Partnerinin sürekli nerede olduğunu ve ne yaptığını kontrol etme
  • Duygusal dalgalanmalar, depresyon ya da sürekli yaşanan huzursuzluk hali
  • Öfke patlamaları
  • Saldırganlık ve şiddet eğilimi
  • Uyku bozukluğu, iştahta değişikler, nefes darlığı, kalp çarpıntısı, baş ağrısı gibi fiziksel belirtiler.

Kıskançlık kadın ve erkekte farklılık gösterir mi?

Araştırmalar bize kıskançlığın nedenlerinin kadınlarda ve erkeklerde farklı olmadığını, sadece kıskançlığın yaşanma şeklinin ve sonrasında ortaya çıkan davranışların farklılaştığını göstermektedir. Kadınların kıskançlığı daha fazla duygusal seviyede, erkeklerin ise daha fazla fiziksel dışavurum ile yaşadığını söyleyebiliriz. Buna göre aşırı derecede kıskanç bir kadın, depresyonun ve aşırı kaygının eşlik ettiği duygusal dalgalanmalar, ağlama nöbetleri, eşini sürekli kontrol etme gibi belirtiler yaşarken; erkekler daha fazla öfke patlaması, partnerini takip etme, fiziksel şiddete başvurma gibi belirtiler göstermektedir.

Hiç kıskanmamak mümkün müdür?

Kıskanmak kuşkusuz insanoğlunun doğasında var olan bir duygudur. Ancak yaşamı olumsuz etkileyecek seviyeye geldiğinde veya tamamen yersiz bir şekilde ortaya çıktığında problem olarak düşünülür. Oysa ki aşırı kıskançlık engellenebilir ve psikoterapi ile önlenebilir bir durumdur. Kıskanan kişinin iç dünyasından, yaşanan olaylara yaptığı abartılı ya da yanlış yorumlardan, yani bir takım düşünce hatalarından kaynaklanmaktadır. Psikoterapi sürecinde kişinin geçmişte ve şimdi yaşadığı olaylara yaptığı bu tür hatalı yorumların nasıl düzeltilebileceği kişiye öğretilmektedir.

Kıskanç kişi neler yapar?

Kıskançlık yaşayan kişilerde aşağıdaki davranışların bir ya da birkaç tanesinin ortaya çıktığını gözleriz:

  • Herhangi bir nedeni olmadan partnerini suçlar
  • Nerede, kimlerle, nasıl vakit geçirdiğini aşırı derecede sorgular
  • Partnerini takip eder
  • Telefonunu, bilgisayarını karıştırarak ipucu yakalamaya çalışır
  • Partnerinin arkadaşlarından, çevresinden gizlice bilgi edinmeye çalışır
  • Yersiz bir şekilde suçlamalarda bulunur
  • Gün içerisinde sürekli aldatılmayla ilgili düşünceleriyle meşgul olur
  • Endişeleri sebebiyle uykusunda ve iştahında düzensizlikler ortaya çıkar
  • Öfke patlamaları olur
  • Ağlama nöbetleri olur

Kimler daha fazla kıskanır?

Uzun yıllardır psikologlar kimlerin daha fazla kıskanç olduğuna ilişkin araştırmalar yapmış ve en etkili faktörlerin şunlar olduğu sonucuna varmıştır:

  • Düşük benlik saygısı
  • Genetik yatkınlık: Kaygıya duyarlı ve duygusal dalgalanmalara yatkın olma
  • Bağımlı kişilik yapısı
  • Düşük özgüven: Partneri için yeteri kadar iyi olmadığını düşünme
  • Kaygılı bağlanma stili: Her türlü kişisel ilişkide beğenilmeme, dışlanılma ve terk edilme korkusu yaşama
  • Zihinsel alışkanlıklar: Yeterince kanıt olmadan, sadece hislerden ya da başkalarının yaşadığı örneklerden yola çıkarak sonuçlara varma ve bu sonuçların kesin doğru olduğuna inanma

Özellikle düşük benlik saygısına ve düşük özgüvene sahip insanların kıskançlığa daha yatkın olduğunu söyleyebiliriz. Kendisini yeterince iyi görmeme sonucunda terk edilme ya da beğenilmeme, aldatılmama korkuları çok daha kolay ortaya çıkmaktadır. Ayrıca diğerlerinin onayı olmadan karar alamayan, hata yapmaktan çekinen insanlarda da kıskançlık daha sık görülmektedir. Son olarak olabilecek kötü olaylardan sürekli endişelen kaygılı kişiler de kıskançlıktan muzdarip olmaktadır.

Kıskançlık hangi durumlarda problem haline geliyor?

Patolojik kıskançlıkta, normal kıskançlıktan farklı olarak gördüğümüz farklar şunlardır:

  • Kişinin gününün büyük çoğunluğunu bu konuyla uğraşarak geçirmesi
  • Partnerini yersiz bir şekilde suçlaması
  • Kıskançlıkla ilgili konular gündeme geldiğinde öfke patlaması, ağlama nöbeti gibi aşırı tepkilerinin olması
  • Kendisini rahatlatmak için aşırı bir kontrol çabası içerisinde olması ve sürekli partnerinin davranışlarını sorgulaması
  • Aksi kanıtlandığı halde düşüncelerinden, şüphelerinden vazgeçmemesi
  • Sevildiğini ve beğenildiğini sürekli onaylatmaya çalışması

Kıskançlığı tetikleyebilen psikolojik ve organik hastalıklar var mıdır?

Bazı psikiyatrik rahatsızlıklar gerçekdışı inançlarla birlikte aşırı kıskançlığa sebep olabilmektedir. Bipolar bozukluk (manik-depresif bozukluk), şizofreni, hezeyanlı bozukluk gibi rahatsızlıkların alevlenme dönemlerinde gerçekte kişinin kıskanmasını gerektirecek herhangi bir olay olmadığı halde, rahatsızlığın etkisiyle aşırı bir kıskançlık gözlenebilir. Bu tür durumlarda vakit kaybetmeden bir psikiyatri uzmanına başvurmak gerekmektedir.

Aşırı derecede yaşanan kıskançlık psikiyatrik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Yüksek düzeyde yaşanan stres, korku ve kaygılar sonucunda depresyon, panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif-kompülsif bozukluk gibi rahatsızlıklar tetiklenebilir ve tedavi edilmemesi durumunda uzun süre devam edebilir.

Kıskançlığı yoğun yaşayan kişilerin günlük yaşantısını olumsuz etkileyen örnekler nelerdir?

Klinik tecrübelerimde kıskançlığın yol açtığı olumsuz durumların oldukça çeşitli ve yıpratıcı olduğunu gözlemleyebiliyorum. Kıskançlık yaşayan kişi şüphelerinin doğruluğunu kanıtlamak adına dedektif tutma, evinin her köşesine güvenlik kamerası yerleştirme, pahalı teknolojik ekipmanlar alma gibi aşırı çabalara girerek büyük miktarlarda maddi kayıplara uğrayabiliyorlar. Ayrıca günlerinin çoğunu bu konuyla uğraşarak geçirmeleri işlerini yapmalarına engel olduğu için iş kaybı ya da kendi işleriyse iflas etme gibi durumlarla karşılaşabiliyorlar.

Öte yandan öfkesini kontrol etmekte güçlük yaşayan kişiler maalesef yaralama, hatta öldürme gibi hem kendisine hem de çevresine ciddi zararlar verecek davranışlar sergileyebiliyorlar.

Son olarak aşırı kıskançlığın yol açtığı anlaşmazlıklar, süregiden tartışmalar sonucunda evliliklerin sona erdiğini de eklememiz gerekiyor.

Patolojik kıskançlık kişinin yaşadığı ikili ilişkileri nasıl etkiler?

Patolojik kıskançlığın bir sonucu olarak kişi çevresindeki insanlara güvenmekte sorun yaşayacak ve giderek yalnızlaşmaya başlayacaktır. Diğer insanlara sürekli kuşkuyla yaklaşan bir kişinin kendi duygu ve düşüncelerini daha çok kendisine saklamayı tercih etmesi, diğerleri tarafından da daha az tercih edilmesine yol açacaktır. Sonuç olarak yalnız kalan kişi, diğerlerine güven duyabileceği sosyal ortamlardan da giderek uzaklaşacak ve mutluluğa ulaşması çok zorlaşacaktır.

Aşırı boyutlarda kıskançlık, yaşayan kişinin evliliğinden ya da ilişkisinden aldığı keyfi ve doyumu azaltacak, iş ve aile hayatını olumsuz etkileyerek çatışmalara yol açacak, mutsuz, huzursuz, keyifsiz ve kaygılı bir ruh haline bürünmesine neden olacaktır. Kıskançlığın yarattığı bu sorunları yaşamaktansa çözüm için destek almanın çok daha kolay ve etkili bir yol olduğunu bilmenizde yarar var. Günümüzde modern psikoterapiler ile aşırı kıskançlığın önüne geçilebilmekte ve gelecekte tekrarlaması önlenebilmektedir.

Aşırı kıskançlık kişinin kendisini daha mutsuz, huzursuz, kaygılı, öfkeli hissetmesine yol açar. Kendisini, çevresini ve geleceğini daha karamsar bir bakış açısıyla değerlendirir. Aynı zamanda hem kendi yeteneklerini ve başarılarını küçümser ya da görmezden gelir, hem de çevresindekilerine kuşkuyla yaklaşarak güvensizlik yaşar. Tüm bunların sonucu olarak da aile ve iş hayatı ile kişisel ilişkilerinde problemler yaşaması kaçınılmaz hale gelir.

Kıskanç kişiler ne zaman doktora başvururlar?

Patolojik kıskançlık yaşayan kişilerin içerisinde bulundukları durumun abartılı ya da zarar verici olduğunun ne kadar farkında oldukları doktor/psikolog başvurularını etkilemektedir. Ancak kişisel tecrübelerimden yola çıkarak kıskançlık yaşayan kişinin çoğunlukla kendi isteğiyle değil, yakınlarının zorlamasıyla başvuruda bulunduğunu söyleyebilirim. Kişi her ne kadar kendisi de ciddi derecede sıkıntı yaşamaktaysa da, yakınları bu kıskançlığın etkisini daha yıkıcı bir şekilde deneyimlediklerinden ve normal olmadığını değerlendirebildiklerinden bir uzmanın yardımının gerekli olduğu sonucuna varabiliyorlar.

Kıskanç bir eşiniz varsa bunları yapmalısınız:

  • Karşı saldırıya geçerek, onu yaptıklarından dolayı suçlamayın. Sizin üste çıkmaya çalışarak bir şeyleri gizlediğinizi düşünebilir. Onu anlamaya çalıştığınızı ancak gerçekte olanların farklı olduğunu sakince anlatın.
  • Onun kıskançlığından çekinerek yaptıklarınızı gizlemeyin. Eninde sonunda öğrenecek ve bunları kanıt olarak yorumlayacaktır. Bunun yerine gizli saklı bir şeyler yapmak istemediğinizi anlatın.
  • Kıskançlık karşısında yaşadığınız duyguları gizleyerek iletişim kurmaktan kaçmayın. Sizin uzaklaştığınızı görmek, onun kuşkularını besleyecektir. Hislerinizi açıkça paylaşın.
  • Unutmayın, anlatmazsanız anlamaz!
  • Onun yanında üstü kapalı konuşmalardan, imalardan kaçının.
  • Onun size ne kadar değer verdiğini anladığınızı gösterin ve siz de verdiğiniz değeri göstermeye çalışın.
  • Kıskançlığın ilişkinize zarar vermesini istemediğinizi ve bir uzman yardımının etkili olabileceğini anlatın.
  • Çift terapisinin faydalarından ve kıskançlığın üstesinden gelinebildiğinden bahseden yazıları okumasını sağlayın.

Kıskançlığı törpülemek için kişinin kendi kendine yapabileceği şeyler var mıdır?

Kıskançlık yaşayan biriyseniz şunları deneyebilirsiniz, ancak unutmayın ki bu sorunun üstesinden bir uzman yardımıyla gelmek çok daha etkili bir yoldur.

  • Kıskançlığa yol açan takıntılı düşüncelerinize inanmayın çünkü gerçekliği ciddi bir şekilde çarpıtırlar. Dikkatinizi başka bir işe, uğraşıya vermeye çalışın.
  • Düşüncelerinizin doğru olmadığına dair nasıl kanıtlarınız olduğunu ya da yaşananların farklı bir şekilde nasıl açıklanabileceğini kendinize sorun.
  • Kıskançlığınızla ilgili eşinizin/partnerinizin düşüncelerinin neler olduğunu sakince ve sonuna kadar dinleyin.
  • Eşinize/partnerinize duygularınızı (şüphelerinizden çok duygularınızı) açın. Yaşadığınız üzüntü, kaygı, endişe neyse bunu sakince açıklayın.
  • Eğer konu açıldığında öfkeleniyorsanız ertelemeyi ve sakinleştikten sonra konuşmayı deneyin.
  • Asla ama asla şiddet uygulamayın. Öfkenizi kontrol edemiyorsanız mutlaka bir doktora görünmelisiniz.
  • Günlük hayatınız, iş yaşamınız, sağlınız etkileniyorsa yine mutlaka bir doktora başvurun.

Patolojik kıskançlığın tedavisi var mıdır?

Patolojik kıskançlığın günümüzde etkili bir şekilde tedavisi yapılmaktadır. Özetle etkili tedavileri iki kategoriye ayırabiliriz:

1- İlaç tedavisi: Hem kıskançlıkla beraber ortaya çıkan depresyon, anksiyete gibi psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde hem de kıskançlığa yol açabilen psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde etkili bir yoldur.

2- Psikoterapiler: Günümüzde patolojik kıskançlığın tedavisinde etkili olan birden fazla psikoterapi yöntemi kullanılmaktadır. Bilişsel-davranışçı terapiler kıskançlığı ortaya çıkaran ve sürmesinde etkili olan düşünce hatalarının belirlenmesi ve yeniden yapılandırılması konsunda oldukça etkili bir çözüm seçeneğidir. Ayrıca şema terapi çocukluk çağından itibaren oluşan ve kişiliğin oluşmasında etkili olan temel düşünce kalıplarının ortaya çıkarılmasında ve yeniden düzenlenmesinde etkili sonular vermektedir. Bireysel terapilerin yanında farklı ekollerden beslenebilen çift terapileri de kıskançlığa birlikte çözüm bulabilmek adına yine işe yarayan çözümler sunmaktadır.

Sahip olduğunuz hastalıklara kulak verin, bunlar vücudunuzun size bir mesajı olabilir. Bazen yaşadığınız duygusal tıkanmalar fiziksel sağlığınıza etki ederek yanlış yönde olduğunuzu anlatmaya çalışabilir.  Hayatı bir bütün olarak yaşayabilmek için hem vücudunuzun ve hem de duygularınızın bir olup size anlatmaya çalıştığı şeylere kulak vermeniz gerekir.

Deneyimleriniz, düşüncelerinizin filtrelerinden geçerek şekillenir. Duygularınızın çoğu işte tam da burada doğar. Sahip olduğunuz bilgiler doğru şekilde ve uygun yöntemler kullanılarak analiz edildiğinde pozitif bir deneyime dönüşürler. Ancak bilgileriniz dahilindeki düşünceler yanlış bir kullanımla büyük negatiflikler yaratabilir. Bunun sonucunda oluşan duygusal tıkanıklık ise, fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkların kapınızı çalmasına neden olabilir.

Gerçek devrim, kendi içinizde başlar.

Canını acıtan şeyi söyle, ben de sana ne söylemen gerektiğini söyleyeyim

Vücudunuz, düşündüğünüzden çok daha sistemetik ve akıllıdır. Hatta ona kulak verirseniz  sizinle net bir şekilde iletişime geçtiğine bile şahit olabilirsiniz. Ne kadar çok dinler ve anlarsanız, rahatsızlıklarınıza kendi içinizde çok basit çözüm yöntemleri de yaratabilirsiniz. Vücudunuzun sinyal verdiği her bir bölge, size anlatmaya çalıştığı duygusal bir mesajdır. Tıbbi çalışmalar,  engel yaratan duyguların tanımlanması sonucunda fiziksel rahatsızlıkların önüne geçilebileceğini kanıtladı.

Örneğin boyun ağrılarınız şimdiye dek söylemeye cesaret gösteremediğiniz şeyleri, ayak bileğinizde yoğunlaşan ağrılar gerçekleri kabul etme konusunda gösterdiğiniz direncin göstergeleri olabiliyorken, mide problemleriniz ise içinde bulunduğunuz yaşam şartlarının sizde yarattığı sorunları veya bazı durumlarla baş etmede yetersiz kaldığınızı anlatıyor olabilir.

Duyguların vücut üzerinde toplandığı başka önemli bir bölge ise sırtınızdır. Uzmanlara gore, sırtınızın alt bölgesindeki sorunlar genellikle ekonomik endişelerinizin ya da ihtiyaç duyduğunuz desteğin eksikliğini hissetmenizden kaynaklanıyor olabilir. Sırtın üst bölgelerinde meydana gelen ağrılar ise, kabul edemediğiniz konular ile ilgili size mesaj vermek istiyor olabilir.

Uyluk ağrılarınız, başkalarının sizden beklentilerini işaret edebilir. Diz rahatsızlıklarınız ise, gururunuz ile doğrudan ilişkili olabilir. Alın ağrıları veya acıları dünya ile yüzleşmenizle ilgiliyken, kalp sorunları hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde temel duygusal sorunlarınızı referans alıyor.

Söyleyemedikleriniz, hayal kırıklıklarına dönüşür.

Kızgınlık hissi ve fiziksel hastalıklar

Yaşadığınız hayat çok basit bir deyişle duygusal durumunuzun bir aynasıdır. Zihniniz barış, uyum ve denge ile doluyken hayatınızın bunun aksi bir akışta olması beklenemez. Veya dengesizlik, huzursuzluk, olumsuz düşünceler, intikam gibi duygular kafanızın içinde dönüp dolaşıyorken hayatınızın dengeli ve huzurlu bir akış içerisinde olması beklenemez. Bu olumsuz duygular elbette vücudunuzun bir parçasından size bir uyarı mesajı göndermek isteyecektir.

Kızgın duyguları içinizde biriktirdikçe  nefret ile dolabilirsiniz. Nefret kadar yoğun derecede olumsuzluk barındıran duygular ise hayatınız ve ilişkileriniz üzerinde size çok büyük zorluklar yaratır ve hatta bir süre sonra kişisel ilişkilerinizi yürütmenizi imkansız hale gelir. Ayrıca kin ve öfke hisleri bağışıklık sisteminizi de etkileyecektir. Yani öfke ve kinle geçirdiğiniz zamanlar size grip ve zona gibi fiziksel rahatsızlıklar şeklinde geri dönebilir.

Kanada Concordia Üniversitesi’nden Carsten Wrosh’un, insanların hayatlarındaki öfke durumları ve hayat kalitesi arasındaki ilişkiye yönelik gerçekleştirdiği analiz çalışmasında, öfke ya da kronik kızgınlık sahibi kişilerin bazı kalp problemleri ile karşılaşma ihtimallerinin diğerlerine göre çok daha yüksek olduğunu gösterdi. Kendinizi öfke, kızgınlık gibi olumsuz duygularla fazla meşgul ettiğinizde, vücudunuzda biyolojik düzensizlik baş gösterebilir; bu durum da metabolizmanızın düzgün çalışmasını engelleyecek olan birçok fizyolojik problemi beraberinde getirebilir.

Düşündüğünüzün veya hissettiğinizin aksi yönünde bir davranış sergilediğinizde reddedilmekten, terk edilmekten, eleştirilmekten veya yargılanmaktan daha fazla çekinir hale gelirsiniz. Bu da kendi içinizdeki tutarlılığı kaybetmenize neden olur. Bu, hiçbir zaman değişmeyecek bir gerçektir; kişi verebileceği en büyük zararı duygusal olarak yalnızca kendine verebilir. Duygusal zararlar da nihayetinde fizyolojik sorunlara dönüşecektir.

Dile getiremedikleriniz, henüz çözümleyemediklerinizdir.

Zamanla, gerçek aşkın bedeninizle değil, ruhunuzla yapıldığını anlarsınız. Gerçek aşk, vücudunuzun ötesine geçen ve iki zihni birleştiren gerçek bir tutku. Duygularınızı, kesinliklerinizi ve hislerinizi birleştirir. Birlikte dans ediyorsunuzdur. Derinin bir insandaki en önemli  organ olduğu söylenir. Gerçekten de, hayatta kalmak için dokunulmaya ihtiyacımız var. Aslında bazen bir duyguyu bir araya getirebilen binlerce duyu alıcısını harekete geçirmek için bir dokunuş yeterlidir. Bununla birlikte, gerçek aşkla, teninize gömülü duyumların senfonisi her zaman yeterli değildir. Daha fazla istiyorsunuz.

“Ay, cildinizin astarında yaşar.”

-Pablo Neruda-

En iyi aşk hikayeleri genellikle kitaplarda görünmez. Sadece sizin görebileceğiniz görünmez mürekkeple teninize yazılmıştır. Gölgelerde vücudunuzun şeklini çizen o bilge parmakların uçlarıyla dövülmüşler. Ruhunuzu uyandıran ve onlarınkine göre şekillendiren, size hayatınıza gerçek bir anlam veren kişi.

Dış görünüşten daha fazlasına bakın

Birlikte olabileceğiniz birini bulmak kolay değil. Duygularınızı, değerlerinizi, hislerinizi paylaştığınız kişi. Ancak, onları bulduğunuzda, her şey bir anda yerine oturur ve uyumlu hale gelir ve doldurulacak boş alan kalmaz. Ruhunuz ilham alıyor ve kalbiniz uzun kış uykusundan uyanıyor, tam da asla sevilmeyeceğinizi düşündüğünüz anda.

Çünkü korkakça aşklardan bıktığınız bir zaman gelir. Hiçbir şeyi riske atmayanlardan ve yaz sonunda fırtına gibi ölenlerden. Tutku, vaat ve okşamalarla dolu gecelere rağmen, yanınızda boş bir yastıktan başka bir şey bırakmayanlar. Sizi sadece gözyaşlarınız ve kırılan hayallerinizin külleriyle baş başa bırakanlar. Ancak eninde sonunda öğrenirsiniz. Kırılan parçalarınızı toplar ve öz sevgiyle yeniden birleştirirsiniz. “Beni bir daha asla incitmeyecekler” mantrasını kendinize tekrarlıyorsunuz. Üstelik en iyi sevgilinin, teninizin ötesine bakma ve hatta duygusal olarak önünüzde soyunma cesaretine sahip olan kişi olduğunu öğrenirsiniz.

Aşkın gerçek kimyası

Aşkın gerçek kimyası, kafanızın tam ortasında mevcuttur. Aslında, neredeyse üçüncü bir göz gibidir. Büyülü ve muazzam derecede güçlü bir hormonun salgılandığı hipofiz bezidir: oksitosin. Beyninizin en saf, en uyumlu içgüdülerinizi yöneten bir duyular ve nörotransmitterler seli olduğu her an cinsel bir karşılaşma yaşayabilirsiniz. Bununla birlikte, oksitosin ancak seks tam ve gerçek bir şekilde zevk alındığında ortaya çıkar. Bu hormon sizde bakım ve koruma ihtiyacını ateşler. Sizi sevgi, duygu ve tüm korkularınızın ve belirsizliklerinizin söndüğü kalıcı bir bağ yaratmayı amaçlayan daha akıllı bir tutkuyla besler. Nitekim araştırmalar, bu sihirli formül ortaya çıktığında orgazmların çok daha yoğun olduğu gerçeğini desteklemektedir.

Benzersiz bir dil

İlginç bir şekilde, zamanla çift olmayı bırakıp sevgili olarak kalan bazı çiftler var. Artık günlük yaşamlarında ortak hiçbir şeyleri yoktur ve birbirleri hakkında hiçbir yanılsamaları yoktur. Ancak, örtülerin altında büyülü bir şey yaşarlar ve aynı fantastik dili konuşmaya devam ederler.

Gerçek aşk iki kişinin kalbinde ve ruhunda yaşar. Derinin ötesine geçer ve yalnızca en bilge aşıkların anlayabileceği bir dil konuşur.

Bununla birlikte, bu tür durumlar vedalaşmanın sadece bir başlangıcıdır. Aslında, bunlar yalnızca oksitosin tarafından üretilen bağlanmanın belirli izleri kaldığı için gerçekleşir. Ancak, daha önce çok fazla sıcaklık sunan bir şenlik ateşinin korları gibi yavaş yavaş sönecek. Cinselliğin kuşkusuz anlaşılması gereken kendine özgü bir dili vardır. Ayrıca, herkes aynı şeyleri aramaz. Kalıcı bağlantıların veya taahhütlerin olmadığı bu ten tene karşılaşmaları tercih edenler var. Şüphesiz bunlar, hayal kırıklığına yer olmaması için olası bir ilişkinin başlangıcından itibaren her zaman açıklığa kavuşturulması gereken hususlardır.

Özlem, Fransızcada nostalji anlamında olup sözlük anlamı olarak geçmiş bir çağa, geçmişteki yaşama duyulan aşırı sevgi ve özlem anlamına gelir. Farsçada; Hasret, özleyiş, özleme, nedâmet, pişman olma anlamı da taşır. Psikoloji penceresinden bakıldığında geçmişe duyulan özlem, kişi sürekli özlem duyuyor hale geldiğinde bir hastalık olarak kabul edilir. Uykuya dalmakta güçlük çektiğinizde, içinizin sıkıldığını hissettiğinizde veya düşüncelere dalmışken, kendinizi eski mahalle komşularınızı, çocukluğunuzu ya da üniversite yıllarında bir hafta sonunu yeniden yaşarken buluyorsanız, bu alışılmadık bir durum olmamakla birlikte, olumsuz duygulara sürükleniyorsunuz diyebiliriz.

Hatta çoğu kez geçmişin o anlarını düşündüğünüzde gözyaşı bile döküyor olabilirsiniz. Evet nostaljik duygular insanın varoluş bütünlüğünü besler, fakat bazı insanlar bu durumu abarttıklarında şimdiki anın veriminden mahrum kalabiliyor diyor psikoloji… Aynı görüşler “geçmişe özlem” duymayı “daha fazla değişikliğe karşı bir tampon oluşturma çabası” olarak da tanımlıyor. Tabii burada kastedilen “eski dönemlerdeki günlere geri dönmek değil”, toplumun büyük kesimlerinin gerisinde kaldığını hissettiği hızlı bir sosyo-politik değişim sürecini durdurma arzusu olarak da yorumluyorlar.

Çocukluk arkadaşlarından artık kullanılmayan şekerlemelere kadar her şey nostalji duygusu uyandırır. Bunların hepsi bu duygunun akıl sağlığımıza nasıl etki ettiği sorusunu doğuruyor. Uzmanlar, bu durumun iki ucu keskin bir kılıç olabileceğini söylüyor. Psikiyatrist ve yazar Carole Lieberman: “Nostalji, bize geçmişin en iyi kısımlarını hatırlatarak toplumun raydan çıkmasını engeller.” diyor.

Ben geçmişe özleme farklı pencereden bakmak istiyorum. Evet bu durum sürekli ve psikiyatrik sorunlara yol açacak ve sizin yaşam kalitenizi bozacak düzeye varırsa belki nostaljik hastalık olarak kabul edilebilir.

Diğer taraftan, sürekli geçmişe dönme isteği veya geçmişe özlem bir hastalık veya takıntı olmadığı gibi yaşlılık belirtisi de değildir. Hemen her yaştan insana sirayet edebilecek olağan bir durumdur. Ancak bu isteğin derininde hayatla ilgili çok önemli bir gerçeklik var. 

Veya günümüzde bozulmuş sosyal hayatın, ilişkilerin, menfaat üzerine kurulu düzenin, dağılmış aile yapısının, anlamını yitirme ile karşı karşıya kalan özel günlerin, geçmiş bayramların güzelliklerinin istediğimiz düzeyde olmadığı için mi özlüyoruz? Ya da çocuklarımız büyüyüp yuvadan uçtuklarından dolayı, yanımızda geçen çocukluk günlerini mi özlüyoruz? Geceleri hastada olsa sabaha kadar başında kalmaya razı olmak adına olsa da misk gibi kokan bebeklik hallerini, temiz duygularını,

Garip bir çelişki değil mi, bir yandan bilim ve teknolojide bu kadar büyük gelişmeler yaşanırken bir yandan da geçmişe duyulan özlemin artıyor olması. Evet, teknoloji çok gelişti. Her istediğimiz bilgiye rahatlıkla ulaşabiliyoruz ama teknoloji yeni hastalıkları beraberinde getirdi, literatürümüze yeni kelimeler, hastalıklar listesine yeni tanılar eklettirdi. Gelişen teknoloji sanal âlemde başta gençler olmak üzere hepimiz için yeni bir dünya oluşturdu. Daracık, samimiyetin olmadığı, her ilişkinin karşılıklı menfaatler üzerine kurulduğu, dolandırıcılığın, meşru olmayan bütün tuzakların kurulduğu bir dünya. İşte bu dünyada manevi değerlerin tamamen deforme edilmesi, maddi anlamdaki mutluluğumuz grafik gibi belirli bir değere kadar pik veya diğer anlamıyla doyum noktasına ulaştığından mutluluğumuzda belirli bir noktaya kadar devam etmektedir.

Geçmişe özlem yerine geçmişten ders alarak geleceği doğru inşa etmek anlamında yol gösterici olabilir mi?  Evet, belki bu soruya tatmin edici bir cevap bulursak mümkün olabilir. Zaten amaç, her anlamda geçmişin iyi ve kötü yönlerinden ders alarak günümüzü veya geleceğimizi iyi bir temel üzerine inşa etmek değil midir?

Geçmişin güzelliklerinin, gelecek günlerimizi süslemesi dileğiyle…

Yaptığımız en büyük hatalardan biri de hatalarımızdan daima bir şeyler öğrendiğimizi varsaymamızdır. Hiç kimse hata yapmaktan hoşlanmaz zamanını, enerjisini veya parasını kaybetmek istemez. Bu yüzden yapmamamızı istediğimiz şeylerden bir şeyler öğrenmek için çaba sarf etmeliyiz. İşlevsel felsefenin ve pragmatist felsefenin babası John Dewey, bu noktayı açıkça ortaya koydu:

“Gerçekten düşünen kişi, başarısızlıklarından, başarılarından olduğu kadar çok şey öğrenir.”

Hatalarından ders almak otomatik olarak gerçekleşmez .Düşünme ve yansıtma gerektirir. İşte yirmili yaşlarımda yaptığım hatalardan öğrendiğim dersler üzerine düşüncelerim.

  1. Her şeyi bildiğinizi sanmaktan vazgeçin.

Her defasında sizden daha zeki insanları dinlemiyorsanız, akıllı görünmek istediğinizde veya her şeyi bildiğinizi düşündüğünüzde, aptal oluyorsunuz. Egonuzu yana doğru hareket ettirmenin ve hayatın başkalarını etkilemekten ibaret olmadığını anlamanın zamanı geldi. Bazı şeylere ulaşmak istiyorsan, mütevazı olman gerekir.

  1. Mutsuzluğunuz İçin İnsanları Suçlama

Çocukken başkalarının sorumluluğu altındasınızdır. Bu ebeveynleriniz, kardeşleriniz, aile üyeleriniz, koruyucu ebeveynler veya sorumluluk alan başka herhangi bir kişi olabilir. Bu nedenle, sizden birisinin sorumlu olduğunu varsayarsınız. Ama bu doğru değil. Büyüdüğünde, kendinden sorumlusun. Bu yüzden mutsuz olduğunuz zaman başkalarını suçlamak yerine, çözüm arayın.

  1. Aslında Çok Zamanınız Yok

Gençken, sonsuz bir zaman denizine sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz. İstediğin her şeyi yapabilirsin. Sonra gözünü açıp kapatıyorsunuz ve otuzuncu doğum gününü kutluyorsunuz.Zamanı dikkatli kullanmak kendinize yapacağınız en güzel iyilik.

  1. Muhtemelen Düşündüğün Kadar Müthiş Değilsin

Her zaman senden daha iyi görünen, daha havalı, daha zeki, daha güçlü ya da adını sen koy. Her zaman bu saydıklarımız olacaktır. Öyleyse harika olduğunu düşünmeyi bırak. Çünkü bu ifade kendini başkalarıyla karşılaştırdığın anlamına geliyor. Sadece kendin ol ve kendini başkalarıyla kıyaslama.

  1. Öğrenmeyi Asla Bırakma

Öğrenmeyi ve kendini geliştirmeyi bıraktığında; kendine en büyük kötülüğü yapıyorsun. Üniversiteden çıktığında ya da işi başlayınca öğrenmeyi bırakırsan iki yıl sonra kendimi sıkışmış ve yetersiz hissetmen çok normal.Her gün bir şeyler öğrenmek için kendini zorla. İyileşmiyorsan daha kötüye gidiyorsun.

  1. Zor Şeyler Yapmak Size Daha Fazla Zevk Verir

Zor işleri yapmak hayatınıza, zamanınıza, enerjinize ve paranıza daha fazla geri dönüş sağlayacaktır. Çok çaba gerektiren bir şey yaptığınızda, kendinizi iyi hissedersiniz. Yorgun olduğunuzda ve spor salonuna sıkı bir çalışma için hâlâ giderken, rakipsiz bir başarı ve gurur duygusu hissedersiniz.

  1. Küçük Kararlar Büyük Çıktılara Yol Açıyor

Bugün “uyumak, fazla uyumak fena fikir değil,” değil mi? Bugün antrenmanını atlamanı kimse umursamıyor, değil mi? Son paranla bir alışverişe çıkmak harika bir teklif, değil mi? Cevap hayır, hayır, hayır ve yaşamınız üzerinde hiçbir etkisi olmadığını düşündüğünüz diğer küçük kararların hepsine HAYIR . Gerçek şu ki, hayatınız küçük kararlarınızın sonucudur.

“Sen, her gün yaptığın şeysin.”

Bu, bugün hayatınızı değiştirebileceğiniz anlamına gelir . Peki ya hata yapmaya devam edersen? Kim umursar ki? Her zaman hatalarından bir şeyler öğreneceğinden emin ol.

Network Okulu

Sevdiğimiz birini kaybetmek son derece acı veren bir deneyimdir. Bu olay, bir gün hepimizin başına gelecek olsa da, tüm insanlığın bu acı ile başa çıkacak gereksinimlere sahip olduğunu söyleyemeyiz. Bazen bu süreç kronik ve ciddi bir sorun haline gelebilir. Araştırmacılar, bu tür kronik bir sorunun, bir kişinin yas dönemindeyken % 10 ila 20 oranında meydana geldiğini tahmin ediyor. Bu vakalar için, farklı araştırmalarla desteklenen ve bizlere acıdan kurtulmak için yardımcı olabilecek farklı teknikler de vardır.

Bugün, teknikler arasından yönlendirilmiş keder hakkında konuşacağız. Bununla birlikte, konuya giriş yapmadan önce, normal üzüntüyü, patolojik kederden ayırmamız gerekir. Sorduğumuz soru şu: ne dereceye kadar acı çekmek normaldir?

Yas ya da keder, fiziksel, duygusal ve sosyal boyutta ortaya çıkan bir dizi tepkidir. Bunlar, değer verilen ve önemli birini kaybı ile tetiklenir; bizim durumumuzda, sevilen birinin ölümü ile.Semptomlar, yoğunluk ve süre bazında değişiklik gösterir. Bazı durumlarda ömür boyu sürer. Her durumda, bunun, başlangıç için, ayarlanabilir (yani iyi) bir tepki olduğunu unutmayın. Keder, üzüntü ve kaygı en sık görülen duygulardır. Yalnız olma korkusu da yaygındır. Ayrıca, bireyin kendini suçlu hissetmesi ve çevreye karşı ilgisiz bir hale bürünmesi de olasıdır. Bu belirtiler normaldir, ancak altı aydan bir yıla kadar ortadan kaybolmaları gerekir.

Duygusal tepkiler, çok daha yoğun bir seviyeye çıkarsa, günlük yaşamı kalitesi düşmeye başlar. Ve bir yıldan uzun sürecek olursa, patolojik keder dediğimiz durumdan muzdarip olabilirsiniz. Burada, halüsinasyonlar veya intihar düşünceleri gibi, olağan dışı keder belirtileri ortaya çıkar. Patolojik keder, genellikle karmaşık bir yapı içerisinde hareket eder ve başka davranışlara da neden olabilir. Bunlara, bireyin kendini  sosyal çevresinden bilinçli olarak koparması, kendine bakmaması veya zararlı madde kullanımı dahildir. İşte o zaman, keder terapisi ve profesyonel yardım gibi seçenekleri düşünmeliyiz.

Keder tedavisi: iyileştirici stratejiler

Uzmanlar, patolojik kederin tedavisinde hem bireysel hem de grup terapisi uygular. Bazı durumlarda, her ikisini de kullanmak daha etkili sonuçlar verebilir. Tedavi, bireylere, çektikleri acı ile başa çıkacak yollar sunarken, aynı zamanda, sosyal açıdan yalnızlıklarını da sona erdirmek için destek olmaktadır.

Her iki durumda da, keder terapisinin asıl amacı, vefat eden kişiyi unutturmak değil, yas tutma sürecinin kimyasını değiştirerek; merhumun hatırasının bir engel yaratmamasını sağlamaktır. Bu nedenle, bu terapinin temel hedefleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Merhum ile ilgili olarak duyguların ve anıların ifade edilmesini kolaylaştırın. Genellikle kişi ne hissettiğini veya ne düşündüğünü  kelimelere dökmeye çalışmaz. Bu durum da, kaybın üstesinden gelmeyi zorlaştırır.
  • Merhumun vefatına neden olan sebepleri konuşun. Meydana gelen ölümün nedenine göre (intihar, beklenmedik bir kaza, terör saldırısı vs.) hissedilen acı, daha da derinlere batabilir. Bu konuda konuşmak, bireyin kendini yalnızlaştırma çalışmalarını engelleyip, durumun gerçekliğinin kabulü kolaylaştıracaktır.
  • Günlük sorunları çözmek ve normal günlük yaşama uyum sağlamak için terapiyi, hastanın hayatının merkezine alın. Küçük, günlük adımlar büyük sonuçlara temel hazırlayabilir.
  • Hastayı geleceğe doğru yönlendirmeye çalışın, günlük yerine getirilmesi gereken işleri azar azar hayatına aktarmaya bakın. Bu durum, hastaya, her şeye rağmen bazı şeylerin hala iyi gittiğini hissettirir.

Psikolog Judith Francisco

Bir ilişkiyi dünyaya getirmek kolay bir süreç değildir; emek ve zaman ister. Onu büyütmek ise özen ve özveri gerektirir. Bunun için insan, ilişkisini dünyanın tüm kötülüklerinden korumak ister. Ancak bazen beklentiler karşı tarafınkilerle çakışır. Peki, böyle bir zamanda ne yapmak gerekir? 

Böyle zamanlarda, insan kendini bir yol ayrımında bulur. Ya adı belli olmayan yola sapacak ve bu çatışmayı içine atacaktır ya da tabelada gördüğü ‘dürüstlük’ ibaresini takip edecektir. Teoride rahat gözüken dürüstlük yolu, pratikte insanı düşündürebilir.

Karşı Taraf Kırılmasın Diye Dürüstlükten Kaçınılır

Dürüstlüğü zorlaştıran en önemli etkenlerden biri karşı tarafın vereceği tepkinin bilinmez olmasıdır. İnsan belki karşı tarafı kırmaktan belki de kaybetmekten çekindiği için bazı gerçekleri saklamanın daha doğru olacağına inanabilir. Ancak, en basit gündelik isteklerden en yoğun yaşanan duygulara kadar insan, içinde tutmaya yatkın bir varlık değildir. Her şeyi paylaşarak anlamlandırır ve deneyimler. Bu sebepten dolayı, içine attıkları zamanla yoluna çıkar ve ilişkilerini tıkar. Oysa karşı tarafın tepkisinin olumsuz olma ihtimalini göze alarak gerçeği paylaşmak insanı rahatlatır.

Kendinden Emin Olunmadığında Dürüstlükten Kaçınılır

Dürüst olmak da zorlanılmasının bir diğer nedeni, savunma mekanizmalarının devre dışı kalmasıdır. İnsan dürüstçe aklındakini paylaştığında kendini savunmak yerine açıkça anlatmak durumunda kalabilir. Bu da sinir, hırçınlık, çekip gitmek, yatıp uyumak gibi zor duygularla baş ederken kullanılan taktikleri bir kenara bırakmak ve durumla yüzleşmek demektir. Böyle zamanlarda, insan savunmasız hissetmemek için kendinden emin olmalıdır. Ne istediğini ve hissettiğini bilen kişi, karşı tarafın tepkisi ne olursa olsun sarsılmaz. Sonuçta, her paylaşılanın hoşgörü ile karşılanmayacağı en dürüst gerçektir. Her insan farklıdır ve bambaşka değer yargılarına sahiptir. İtirafı, karşı tarafın hemen kabullenmesi ve anlaması beklenmemelidir.

Dürüst Davranmayan Kişi Kendini Huzursuz Hisseder

Dürüst olmak ya da olmamak arasında bir tercih yapılması gerektiğinde ilişkilerin dürüstlük temeli ile inşa edildiklerinde daha sağlam olacakları unutulmamalıdır. Dürüst davranmayan kişi kendini huzursuz ve diken üstünde hisseder. Ortada saklanan bir gerçek ve bunun her an ortaya çıkma ihtimali vardır. Bu gerginlik ilişkiye yansır. Yetersiz sebeplerden kavgalar ve tartışmalar yaşanır. Karşı taraf ne olduğundan habersiz, artık eşini ya da sevgilisini anlayamadığını düşünür. Bu da ilişkide yabancılaşmaya ve uzaklaşmaya yol açar.

İlişkide Dürüst Olmanın Artıları

İlişkide problemleri aşmanın yolu, düşünce ve duyguları dürüstçe paylaşmaktır. Bunun yanı sıra ilişkisinde dürüst olan insan, kendine karşı da dürüst davranmış olur. Duygularına sahip çıkar ve çözümü doğru hedefte arar.

İlişkilerde dürüstlük, güçlü bir iletişimi beraberinde getirir. Çiftlerin en çok şikayet ettikleri konulardan biri, birbirlerini anlamamalarıdır. Bunun sebebi iletişimin yerini çatışmanın almasıdır. Önemli olan, insanın dürüstçe kendi yaşadığını ve hissettiğini aktarmasıdır. Böylelikle doğrudan suçlamaya maruz kalmayan karşı taraf da sakince dinleyebilir ve anlayabilir.

– Dürüstlük kriterleri, kişilere ve şartlara göre ilişkiye özel belirlenir. Ancak, ortak paydada buluşmak dürüstlüğün dayanılmaz hafifliğini yaşatır. Aslında dürüstlük kısa vadede karşı tarafı incitecek bile olsa, uzun vadede ilişkinin sağlıklı ilerlemesini ve daha olumsuz sonuçlardan korunmasını sağlar. Konuşulmayan her duygu, kırgınlık, sır ve üzüntü, zamanla insanın içinde birikir ve öngörülemez bir sona varabilir. Oysa hisler ve düşünceler yaşandıkça paylaşıldığında, hem paylaşan rahatlar hem de dinleyen karşısındakini daha doğru anlar. 

Uzm. Klinik Psikolog Şeyma Çavuşoğlu 

Sevgiliden ayrılmak herkesin bildiği üzere çok zordur. Araştırmacılara göre bir bağımlılığın üstesinden gelmekle ya da ölümün ardından yas tutmakla karşılaştırılabilir ancak fişin ne zaman çekileceğini bilmek de başlı başına zorlu bir mesele olabilir. Biriyle ister birkaç yıl ister birkaç ay birlikte olun, romantik bir partnerle bağları ne zaman keseceğinizi bulmaya çalışmak her zaman zordur. Ya pişman olursanız? Ya karşıdaki korkunç bir tepki gösterirse? Dahası, ara verme ihtiyacıyla tamamen ayrılma ihtiyacı arasındaki farkı nasıl ayırt edebilirsiniz?

Çocuklar ya da ortak arkadaşlar gibi başka kişiler de dahil olduğunda ilişkiyi bitirmek iyice karmaşıklaşır. Ancak kendinizi giderek daha bezgin ve yılmış hissediyorsanız ya da partnerinizle aslında sandığınız kadar da uyumlu olmadığınızı fark ettiyseniz, ayrılmak ikiniz için de doğru karar olabilir.

İşte ilişki psikologlarının ve uzmanlarının saptadığı, ilişkiyi bitirme zamanının geldiğini gösteren 8 işaret.

1. Her konuşma olumsuz

İlişki uzmanı James Preece, partnerinizle çekişmeli herhangi bir konu hakkında tartışmadan konuşamıyorsanız bunun ilişkiden çıkmaya dair büyük bir uyarı olabileceğini belirtiyor. Preece, “Öfke ve olumsuzluk, partnerinizle aranızdaki köklü sorunlara işaret eder ve işlerin nihayetinde çok zarar verici hale döneceği anlamına gelebilir” diye ekliyor.

Hem sizin hem de onun iyiliği için ilişkiyi ondan önce bitirmek isteyebilirsiniz.

2. Fiziksel, cinsel, sözlü ve/veya duygusal taciz yaşıyorsunuz

İlişki psikologu ve koçu Madeleine Mason Roantree, ilişkinizde herhangi bir şekilde tacize maruz kalıyorsanız, bunun ilişkiyi bitirmeniz gerektiğine dair açık bir uyarı olduğunu söylüyor.

Mason Roantree, “Birini öfke anında sözlü olarak yanlışlıkla incittiğiniz tek seferlik bir dargınlıktan bahsetmiyoruz (ki bu tür hadiselerin de ele alınması gerekir). Daha sık, özellikle sistematik olarak ortaya çıkan kötü davranıştan, bu davranışın kişinin karakterini ve kendi duygularıyla dürtülerini kontrol etmedeki dirayet eksikliğini yansıtmasından bahsediyorum” diye açıklıyor.

Roantree, kendinizi bir partnerin kötü davranışını belki arkadaşlarınıza ya da aile üyelerinize karşı mazur gösterirken buluyorsanız, bunun ilişkinizin toksik hale geldiğine işaret edebileceğini sözlerine ekliyor.

Bunun ayrılmanız için bariz bir işaret olduğunu söyleyebilirim.

3. Onun önceliği olmaktan çıkmışsınız

Preece, çiftlerin birbirlerine zaman ayırmak istemesi ve bunun angarya olmaması gerektiğini söylüyor. “Öyleyse, partneriniz arkadaşlarıyla dışarıda içmeyi ya da sizi görmek ve sizle vakit geçirmekten başka herhangi bir şey yapmayı tercih ediyorsa, bunun nedenini sorgulamalısınız” diyor.

Elinize geçen tek şey neden sizinle zaman geçirmediğine dair bahanelerse, size sevildiğinizi hissettirecek başka birini bulma zamanı. Hayat çok kısa.

4. Her zaman temkinli davranmak zorunda hissediyorsunuz

İlişkide güzel anlar olsa da kendiniz gibi olamadığınızı hissettiğiniz zamanlar olabilir. Mason Roantree bunun sona yaklaşan ilişkilerde yaygın olduğunu belirtiyor.

Sürekli partnerinizin ruh halini izliyorsanız ve onun üzülme, kızma ya da şiddet gösterme riskini en aza indirecek şekilde davranıyorsanız, ilişkide bir şeylerin temelden yanlış olduğunu anlarsınız.

Partnerinizi mutlu etmek için sevdiğiniz şeyleri yapmayı bile bırakabilirsiniz. Mason Roantree, “Farkında bile olmadan onun değişkenliği ya da öngörülemezliği sizi kontrol ediyor” diye ekliyor.

5. Artık hiç eğlencesi kalmadı

İlişkiler bazen sıradanlaşsa da aynı zamanda eğlenceli olmalı. Preece, en azından devam edeceklerse böyle olması gerektiğini söylüyor. “Partnerinizin alışkanlıklarından ve garip davranışlarından dolayı kolayca hüsrana uğruyor ya da sıkılıyorsanız, o zaman sadece zamanınızı boşa harcıyorsunuzdur” diye açıklıyor.

İlişkiler hem rahat hem de heyecan verici olmalı. Partnerinizle zaman geçirdiğiniz için mutlu olmalısınız. Bunu isteksizce yapıyorsanız, ya rutini değiştirmeniz ya da birbirinizi kırmadan ilişkiyi bitirmeniz gerekir.

6. Uyumsuz yaşam tarzlarınız ve değerleriniz var

Bazı çiftler arasında dağlar kadar fark olsa da harika bir ilişkileri vardır. Mason Roantree, diğerleri içinse farklılıkların fazla büyük olabileceğini ve gerçekten böylesine büyük fedakarlıklar yapmak isteyip istemediğinizi kendinize sormanız gerektiğini ifade ediyor.

Büyük farklılık örnekleri arasında çocuk istemek, aileye yakın ya da uzak yaşamak ve dört yılda bir taşınılan ‘köksüz’ bir yaşam tarzına karşı öngörülebilir, istikrarlı bir ev ortamına sahip olmak konusunda çelişkili görüşlerin bulunması yer alıyor.

Partnerinizle farklı hobilere sahip olmak mutlak bir vazgeçme nedeni olmasa da yukarıda bahsedilen temel meselelerde aynı fikirde olmamak birbiriniz için doğru kişi olmadığınıza dair açık bir işaret olabilir.

7. Arkadaşlarınız ve aileniz partnerinizden hoşlanmıyor

Preece, partnerinizi ne kadar severseniz sevin etrafınızdaki herkes farklı düşünüyorsa bunun önemli bir tehlike işareti olabileceğine işaret ediyor. “Birini sevdiğinizde ya da ona körkütük aşık olduğunuzda, bazı şeyleri gözden kaçırmak ve kötü davranışa göz yummak kolaylaşabilir” diyor.

Sizi destekleyen çevreniz, duygusal olarak dahil olmadığı için sizden çok daha fazlasını görebilir.
İlişkisi olan iki kişi dışında kimse o ilişkide olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmese de en yakınınızdaki kişiler partnerinizin sorunlu olduğunu düşünüyorsa, onların söyleyeceklerini dinlemelisiniz. Sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyor olabilirler. 

8. Hala birliktesiniz çünkü bu yalnız olmaktan daha kolay

Preece, yeniden başlamak zorunda kalma düşüncesinin bazen mutsuz çiftleri ayrılmaktan alıkoyabileceğini söylüyor. “Bu, ‘Tanıdığın düşman tanımadığın dosttan yeğdir’ düşüncesi, başka biriyle nihai mutluluğunuzu geciktiriyor olabilir” diye açıklıyor.

Sadece kendinizi kötü ya da kör topal ilerleyen bir ilişkiden kurtardığınızda, sizin için çok daha iyi, daha heyecan verici ve anlamlı bir ilişkinin oralarda bir yerlerde olduğunu fark edeceksiniz.

Olivia Petter Yaşam Tarzı Yazarı / Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu

Bazı Vedalar Daha İyidir

İlişkilerde veda etmek belki de en zorlandığımız kısım. Bir noktada yaşanmışlıklar, süreç söz konusu bir noktada veda bizim için çok zor oluyor. Peki neden bu kadar zorlanıyoruz?

Vedalar her zaman zordur, bizi etkiler. Bir ilişki bazen iyiyken biter bazen de gerçekten kopması gerekiyordur. Vedalar, alışılmış, sevilmiş ve yaşanılmışlığa yapılan bir hoşça kal demek. İnsan psikolojisini nasıl etkilemesin? Özellikle toksik ilişkilerde kopmak çok zordur, partnerimiz bizim bir parçamız olmuştur sanki. Bu tarz ilişkilerde bağımlılıkta çok yüksek olduğu için vedası her zaman zor olur. Psikolojik olarak ise en çok depresyona neden olabilir. Her birimizin kişilik özelliği farklı olduğu için vedaya vereceğimiz tepkilerde farklı olur. Kişilik özelliklerimiz dışında yaşadıklarımız, insanlarla iletişimimizde farklıdır. Bunlar da vedaları zorlaştırır.

Veda bazen gereken durumdur, ilişki içinde bunu anlayamasak da bazı ilişkiler birlikteyken bize zarar verir. Özellikle son dönemde duyduğumuz toksik ilişkilerde vedalar çok daha zor bir hal almakta, ilişkiler ve vedalar her zaman bizi daha kötü noktalara çeker. Bitişi zor olan her şey bizi daha kötüye götürebilir. Bazı aşklar vardır ki vedası daha iyidir, her bitiş yeni bir başlangıçtır. Vedalardan sonra yaşanan duygular aslında çok normaldir, bizim bunlarla nasıl baş ettiğimiz çok önemli Bitişi de başlangıcı gibi olursa çok daha iyi olur, bazen bitişler ok çok acıtıyor.

Gizem Aksümer

Sizi mutlu eden bir şeyi geride bırakmak çok zordur. Bir bölümü kapatmak çok zordur. Bir daha hiç görmeyeceğinizi bilerek veda etmek çok acı verebilir.

İstediğiniz ancak sizde kalmaması gerektiğini bildiğiniz bir şeyden ayrılmak sizi çok incitebilir. Bazen sayfayı çevirmeniz ve o bölümü bitirmeniz gerekir. Ben de çok iyi bilirim. İşinizi değiştirmek, arkadaşınızı kaybetmek, eve fazla kişi sığmadığından evi değiştirmek zorunda kalırsınız. Bir sayfayı kapatırız, onunla vedalaşırız ve sonra başka bir sayfa açar, onda karşımıza çıkan yeniliklere merhaba deriz.

Hayatınıza yeni bölümler ekleyebilirsiniz ancak yazmaya devam etmek için temiz sayfalara ihtiyacınız var. O eski bilindik bölümün sona ermesi gerekiyor ancak o hala orada duruyor olacak. İzleri yeni sayfalara da yansıyacak. Neden o bölümleri tamamen kapatmanız gerektiğini anlarsanız her şey mantıklı görünecek. Eğer geçmişi geçmişte bırakırsanız her şeyin bir anlamı olacak.

Vedalaşmak kolay değil. Ancak bir kez acının üstesinden gelirseniz, karşınıza çıkabilecek yeni zorluklara hazır olacaksınız. Bazen bir şeyi kaybetmenin verdiği acı, onu ekstra bir yük olarak sürekli omuzlarınızda taşımanın verdiği acıdan daha sağlıklıdır.

Veda ettikten sonra, gelen boşluk hissi

Bunu açıklamak kolay değil ama büyük ihtimalle herkes anlar. Çünkü her birimiz öyle ya da böyle bir şekilde bu deneyimi yaşamışızdır. Arkasında doldurulması çok zor bir boşluk bırakan vedalar vardır. Belki bir daha hiçbir zaman o boşluğu doldurmayacaksınız. Bilinmezle yüzleşmek, konfor alanınızdan ayrılmak ve bir sayfayı kapatmak çok zordur. Çünkü yeni bir sayfa açmanız gerektiğini fark etmek de zorlu bir şeydir.

Bir boşluk hissi yaşayacaksınız, doğru. Çünkü kaybın sebep olacağı acı gerçektir. ve o acıyı halının altına süpürmeye çalışmak ileride daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına neden olacaktır. O boşlukla başa çıkabilmek ve bir sayfayı kapamanızın zamanı geldiğinde bunu fark etmek için veda etmeyi öğrenmek zorundasınız. Şu anda size acı veriyor olabilir ancak bu acı zamanla geçecek. Veda etmenin büyüsünü genellikle hemen fark etmezsiniz. Ancak sonrasında başınıza gelen her şeyde o büyüyü hissedeceksiniz. İnanın bana dünyalar kadar ihtimalin kapıları size açılacak. Yaralarınızın kapanmasının ardından ise daha pek çok güzellik sizi bekliyor olacak. Veda etmenin büyüsü genellikle ardından başka bir şeye merhaba demekte yatar.

Eğer boşlukla başa çıkmayı öğrenirseniz, eğer onu gereksiz yere büyütmezseniz ve eğer ona gereken alanı tanırsanız… İçinizden ağlamak geldiğinde ağlar, yaralarınızın iyileşmesi için kendinize zaman tanırsanız, işte o zaman bunların ardından geleceklere hazır olacaksınız. Veda etmek çok zordur ancak bir kere bunu yapmayı başarırsanız, iyileşeceksiniz ve kendi başınızın çaresine bakmayı öğreneceksiniz. Veda etmeyi öğrenmek, büyümeyi öğrenmek demektir.

İlerlemek için veda etmek zorundasınız

İlerlemeye devam etmek için veda etmek zorundasınız; yeni bir bölüme başlamak için diğerini sonlandırmak zorundasınız. Artık yeni bir başlangıç yapmanızın zamanı gelmiş olabilir. Dünya durup dinlenmez ve siz de onun bir parçasısınız.

Hayat yolculuğundaki sadık arkadaşınız korku, sizin için tanıdık olan şeylere yapışıp kalmanıza sebep olur. Çünkü size tanıdık olmayan şeyden korkarsınız. Ancak korkuyu yenecek güce sahipsiniz.

Geriye baktığınızda hayatınızın ne kadar değiştiğini göreceksiniz. Siz bile, şimdiye kadar elde ettiğiniz bilgi birikimiyle, bugün geldiğiniz noktayı tam olarak tahmin edemezdiniz. Verdiğiniz kararlar nedeniyle bugün olduğunuz yere ulaştınız. Bu kararlardan biri de veda etme kararınızdı.

Nasıl yapabileceğinizi öğrenme zamanı. Yeni şeyleri, bir vedadan sonra gelecek merhabanın nasıl bir şey olacağını hayal etmek zordur. Kolay bir şey değildir ancak kesinlikle iyi bir şeydir. Veda etmek çok zordur ama yeniliğin büyüsünü unutmayın.

“Veda ettiler ve vedalarında aynı zamanda bir hoşgeldin vardı.”

– Mario Benedetti

ADRİANA DİEZ

‘Ev alma komşu al’ diyen ve misafiri seven bir milletiz ama içinde bulunduğumuz teknolojik çağ, birçok konuda olduğu gibi komşularımızla olan ilişkilerimizi de fazlasıyla değiştirdi

Bugün günlük yaşamımıza şöyle bir baktığımızda, çok şeyin değiştiğini görüyoruz. İnsan ilişkileri de öyle. Akşam misafirlikleri, komşuluk ilişkileri büyük kentlerde, neredeyse bitme noktasına gelmiş gibi görünüyor. Halbuki, eskiden öyle miydi? O günleri şöyle bir hatırlayalım. Özellikle komşuluk ilişkileri, yalnız Antalya’da değil, tüm Türkiye’de ayrı bir önem taşırdı. ‘Ev alma, komşu al’ sözünün büyük bir önemi vardı. Komşuluk her şeyin başıydı. Evleneceği kızı bile kendi görmeden, komşusuna seçtirirdi. “Komşum uygun gördü ise, bana da uygundur” derdi. Her gün bir komşuya gitmek adetti. Erzaklar alınır; oraya öyle gidilirdi. Orada hep birlikte yemekler pişirilir, sohbet edilir, oyunlar oynanır, iş, nakış, dikiş, biçki yapılırdı. Akşam üzeri de tekrar evlere dönülürdü. Bazı akşamlar da “Sıra Gezmeleri”ne gidilirdi.

‘AHRETLIK’ DOSTLUKLAR
Misafiri bugün genellikle olduğu gibi, hazır alınmış yiyeceklerle ağırlamak ayıptı. Haberli gelmiş misafirine, çayın yanında çarşıdan satın alınmış pasta türü yiyecek ikram eden kadının misafirine önem vermediği, zahmet etmeye değer bulmadığı sonucu çıkarılırdı. Bir de o zamanlar her kadının sıkı-fıkı olduğu, bütün sırlarını hiç çekinmeden açtığı muhakkak bir kadın arkadaşı olurdu. Birbirlerine hediyeler verirler; zor günlerinde birbirlerine yardımcı olurlar; birbirlerini başkalarına karşı savunurlardı. Bu öyle bir dostluk idi ki, aralarındaki bu sevginin hiç bitmesini istemedikleri gibi, ölümden sonra da devam etmesini arzuladıkları için birbirlerine isimleri ile hitap etmek yerine, birbirlerini “ahretlik” olarak çağırırlardı.

ARTIK UMURSAMAZLIK VAR
O zamanlar çoraplarda ve giysilerde naylon karışımı olmadığı için, özellikle erkek pantolonları ile çoraplar çok dayanıksız olur; birkaç aylık giymeden sonra, pantolonların kıçları veya dizleri aşınır ve muhakkak yama gerektirdi. O zamanlar her erkeğin bir günlük pantolonu, bir de bayramlık giysisi olurdu. Özellikle taban ve topuk kısımları delinen çoraplar, ev hanımları tarafından büyük bir beceri ile yamalanırdı. Kadınların kocalarına yaptıkları sitem veya bir naz vardı ki, bunu da eşarp çatkısı ile ifade ederlerdi. Başı çok ağrıyan kadınlar veya akşam evine geç dönen kocasına yorgunluğunu, üzüntüsünü belli etmek veya nazlanmak amacıyla, eşarbı kat kat yapar, alınlarından sıkıca geçirip ensede düğümlerlerdi. Buna ‘çatkı’ denir ki bu kocasına veya çevreye ‘başım çatlayacak gibi ağrıyor’ mesajını verirdi. Eve geç gelen koca, karısının başında çatkıyı görünce ne demek olduğunu anlar. Anlar ya, artık yapacak bir şey de kalmamıştır. Kocanın o durumda yapacağı şey ‘ekmek parası için nelere katlandığı’ türünden her zamanki savunmalardı. Özetle, yalnız Antalya’da değil, her yerde komşuluk ilişkileri günden güne, umursamazlığa dönüşüyor. Bana da, eski o güzel günleri hatırlatmak görevi düşüyor.

SAYGI VE SEVGİ VARDI
O zamanlar mahallede bilgi ve görgüleri ile ünlenmiş ve genellikle yaşlı kadınlara, mahalle kadınları tarafından büyük saygı gösterilirdi. Herhangi bir sorun veya hastalıkta onların bilgilerine başvurulur, yardımları istenirdi. Bu kadınlar da bu yardımları hiçbir karşılık beklemeden, fakat büyük bir gurur içinde yerine getirirlerdi. Bu kadınlar, ayrıca karıkoca arasındaki anlaşmazlıklarda da arabuluculuk yaparlardı.

MİSAFİRLİKTE BİLE İŞ YAPILIRDI
KADINLAR o zamanlar, herhangi bir işte çalışmadıkları için, yalnızca ev işleri ve çocuklarının bakımları ile ilgilenirlerdi. Haftanın belirli bir gününü çamaşır yıkamaya, bir gününü yırtık yamamaya, bir gününü özel yemeklerin hazırlanmasına ve bir gününü de misafir gezmesine ayırırlardı. Genellikle öğle sonralarında yapılan bu misafir gezmelerinde, evlerinde bitiremedikleri işlerini de yanlarına alırlardı. Böylece misafirlikte hem hoş-sohbet ederler, hem de bir taraftan ellerindeki işleri yaparlardı.

KÜÇÜK BİNALARDAN DEV APARTMANLARA
HER evin bahçesinde havuzu vardı. Sokaktan geçen arıklardaki su, her evin avlusundaki bu havuzlara akar, yıkanmada, bahçelerin sulanmasında ve temizlikte kullanılırdı. Çamaşır, bulaşık yıkanır, evdeki tahta tabanlar da bu sularla temizlenir, sarı tahta boyaları ile boyanırdı. Karpuzlar soğusun diye bu havuzlara atılırdı. Çocuklar oyun sırasında susadıklarında; arık kenarlarına yüzükoyun yatarak, bu sulardan içerlerdi. İçerlerdi ama, hiç de hastalık olmazdı. Çünkü hiç kimse sulara çer-çöpünü atmazdı. Artık birkaç ailenin birlikte yaşadığı büyük evler kalmadı. İnsanlar, onlarca ailenin birlikte yaşadığı, fakat genellikle birbirleri ile görüşmediği, apartmanlarda yaşamaya başladı. Herkes plastik beyaz panjurların arkasına ‘hapsoldu’ adeta. Apartmanda bir kavga çıksa, kimse kimseyi kavgadan vazgeçirmeye çalışmıyor. Apartmana bir ambulans yaklaşsa; n’olmuş diye, kimse komşuna artık koşturmuyor. Olayı, sadece sessizce uzaktan izlemeyi tercih ediyor. Komşuluk ilişkisi şimdi, yalnızca apartman çatılarındaki ‘günısı kollektörleri’ arasında kaldı.

SABAH / HÜSEYİN CİMRİN

Bir İnsanı En İyi Nasıl Tanırsınız ?

Dönem dönem kendimizi bile tanıyamadığımızı düşünürsek, hayatımıza giren başka bir insanı tanımak, onun bize gelecekte  zarar verip veremeyeceğini tahmin edebilmek tabi ki çok zordur. Ancak kapsamlı bir analiz yapılırsa öngörülebilir bazı sonuçlarla fikir sahibi olmamız mümkündür. Bu noktada yapılan en büyük hatalardan biri, karşımızdaki kişinin yalnızca bize karşı olan düşünce ve davranışlarını göz önünde bulundurarak onu tanıyabileceğimizi düşünmektir. Bir kişiyi tanıyabilmek için bir çok ipucu veren, kendiniz gözlemleyebileceğiniz o kadar çok yer var ki, belki de en son bakılacak şey size karşı olan davranışları olacaktır.

Bir insanın karakterini anlayabilmek için öncelikle onun sizin dışınızdaki insanlarla olan ilişkilerine bakmalısınız. Bir gün sizin de onun ailesi olabileceğinizi düşünerek, ailesiyle olan ilişkisini, birbirlerine karşı tutumlarını dikkatlice incelemelisiniz. Arkadaş çevresi, onların nasıl insanlar olduğu ve yine aralarındaki iletişim dilleri size bir çok ipucu verecektir. Sosyoekonomik olarak kendisinden alt seviyede olan insanlara karşı nasıl bir tutum içinde olduğunu incelerseniz, onun değer yargılarına karşı fikriniz olur. Bunların yanında, bir kişinin günlük hayatında ne sıklıkta ve ne boyutta öfkelendiği önemlidir. Çünkü birini yeni tanımaya başladığınız zamanlarda size gösterdiği öfke patlamaları, ilerleyen zamanlarda daha da artarak size zarar verebilir.

Bir kişinin hayata karşı bakış açısı, onu tanımaya yardımcı olur, mesela sürekli şikayet eden biriyse, muhtemelen en başta kendini sevmiyor ve şikayet ettikleriyle besleniyordur, dolayısıyla hayatının her yerinde her zaman şikayet etmeye devam edecektir. Tam tersi olumsuzlukları olumluya çevirebiliyorsa bir insan, bu onun mutlu olma çabasını ve iyimserliğini gösterir. 

Yaptığınız tüm analizler sonucunda çıkardığınız sonuçlar çok büyük ihtimalle karşınızdaki kişinin değişmeyecek karakteristik özellikleridir. Bunları olduğu gibi kabul etmeli ve kişiyi bu gerçeklikle görmelisiniz. Gördüğünüz tüm olumsuzluklara bir şekilde bahaneler bularak olumlu hale çevirirseniz, tanımak istediğiniz kişiyi değil de gerçekte olmayan ancak sizin olmasını istediğiniz kişiyi tanımış olursunuz. Bütün bu kontrolleri yaptıktan sonra yanılma payını da göz önünde bulundurarak, karşınızdaki insanı iyisiyle kötüsüyle hayatınızda tutmak ya da tutmama kararı tamamen size ait.

Kimlik Psikoloji

İnsanları nasıl tanırız. İnsan sosyal bir varlıktır. Bu sebepten dolayı karşı tarafı tanımak için birçok yöntem kullanmak durumunda kalırız. İnsanları nasıl tanırız. Doğru söyleyip söylemediklerini nasıl analiz ederiz gibi sorular her zaman ilgi çekici olmuştur. İnsanları nasıl tanırız sorusu aynı zamanda gereksiz pişmanlık yaşamamak için ön bilgi oluşması ve tedbirli olmak açısından da önem arz eder.

Söylediklerinden çok davranışlarına yansıttıklarına bakınız.

Eğer çiçekleri çok seviyorum diyen bir insan evinde çiçekleri kuruysa samimiyetine inanmayın.

Davranışlarıyla sözleri birbiriyle uyuşmuyorsa en tehlikeli tiple karşı karşı karşıyasınız demektir.

İnsanları en iyi şekilde tanımak için;

1-Söylemlerden çok davranışlarına bakınız. 2-Kendisine, ailesine, çevresine bakış açısını gözlemleyin. 3-Hayalini sorunuz. Hayaller insanın ruhuna açılan kapılardır. 4-Günlük hayatta nelerle meşguliyet var onları takip ediniz. Burada en önemli etken meşguliyetlerdir.

Meşguliyetler bir insanın ruhunun aynasıdır.

Sürekli olarak ilgilendiği alanları öğrenerek veya gözlemleyerek bir insanı kolayca tanıyabilirsiniz., Bir insana kendini anlat demek yerine gözlemleyerek analiz etmek daha mantıklı olacaktır. Gereksiz pişmanlık yaşamamak adına gözlemlediğiniz bilgilere göre hareket etmek sizin açınızdan daha iyi olacaktır. Bu makaleyi okuyorsanız daha iyi analiz etmek için, kendinizi geliştirmek için okuduğunuzdan şüphem yok.

O halde yukarıda belirttiğim gibi insanları tanımak için söylemlerinden çok davranışlarına ve meşguliyetlerine dikkat etmeniz gerektiğini anlamış oldunuz. Bunlar dışında en kolay anlayabileceğiniz durumlarda biriside arkadaş çevresini öğrenmektir.

‘’bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyebilirim’’ sözü tarihin her devrinde geçerliliğini devam ettirmiştir.

İnsan ruhuna en yakın olan kişileri seçer. Arkadaşlarının ortak özellikleri, ilgi alanları bir insanı tanımanın en kolay yöntemleridir.

Bunlar dışında beden hareketlerini gözlemleyerek bir çıkarım sağlayabilirsiniz.

Beden dili ruhun yansımasıdır. Çünkü beden ruhun hissettiklerini fiziksel dünyaya taşır.

Çökük omuzla öz güven düşüklüğünü temsil edebilir. Burada çıkarım yapmak için hem beden dilini hem de beden diliyle birlikte uyumunu gözlemlemelisiniz. Tutarsız olan insanlar televizyon ekranında görüntüden sonra gelen ses gibi olurlar. Eğer birisi konuşurken beden dili farklı bir durum ima ediyorsa yine bir sorun var demektir. Eğer çok gergin, sinirli, suçlayıcı, benmerkezci konuşuyorsa yine şüpheli durumlardır. İnsanları nasıl tanırız sorusuna genel olarak en etkili analizler bu yöndedir. Her insanda bir olmasa da birçok insan beden diliyle, davranışlarla kendisini ele verir.

Bir insanı tanımadan ya da güvenmeden önce en etkili silah zamana bırakıp, onu gözlemlemektir.

Gözlemlemek sizlere en etkili çözümleri sunacak düğümleri çözecektir. Unutmayın ki gereksiz pişmanlıkların en büyük nedeni hızlı güvenmek, tanımadan beklenti içerisine girmektir.

Burada belirleyici gücün sizde olduğunu unutmayın.

Pozitif Kişisel Gelişim

İLK MEKTUP

Daniela Darcourt – Catarsis Mixtape (Full Album)

Karol G Mix 2023 Éxitos ❤️ Las Mejores Canciones de Karol G

Gülden Karaböcek & Ferdi Tayfur – Karışık

Secme qemli Turk damar Mahnilar

Karşılıksız sevgi, yarattığı bitmek tükenmek bilmez bir beklentiyle yaşamı acı verici bir hale getirebilir. Sevmekten vazgeçmeye çalışmaksa çoğu zaman nafile bir çabadır. Sevgi üzerine çalışmaları bulunan Toronto Üniversitesi’nden sosyal bilimci Alexandra Gustafson, Psyche’deki yazısında sevgiye yönelik tutumlarımızdaki bazı değişikliklerle karşılıksız sevginin kalp kıran bir durum olmaktan çıkabileceğini anlatıyor. Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Birini karşılıksız sevdiyseniz, sevdiğinizle gelecek ümidi olmadan yaşamanın gerçekten acı bir tecrübe olduğunu bilirsiniz. Birini sevdiğimizde, genellikle karşımızdakinin de bizi sevmesi yönünde derin bir arzu duyarız. Aksi takdirde canımız yanar. Böyle durumlarda, onları sevmediğimizi, onları sevmekten vazgeçebileceğimizi, hatta onları hiçbir zaman sevmemiş olduğumuzu düşünmeye çalışırız. Yaşamamış olsanız bile, bunun getirdiği ıstırabı hayal edebilirsiniz.

İnsanların, sevgilerine karşılık alamamaları durumunun üstesinden gelmek için her türlü tekniği kullanmasına şaşmamalı. George Eliot’ın 1876 tarihli Daniel Deronda adlı romanında Rex Gascoigne, Gwendolen Harleth tarafından reddedildikten sonra babasına İngiltere’den Kanada’ya kaçmasına izin vermesi için yalvarır. Ben de bir keresinde Toronto’da yaşadığım kalp kırıklığının ardından Kanada’nın Rocky Dağlarına kaçmayı istemiştim. (…) Arkadaşlar da bir sürü tavsiye verir bu gibi durumlarda. Ancak karşılıksız sevenler bilir ki bu dostça öğütler kuşkusuz iyi niyetlidir, ama kişiyi yanlış yönlendirir. Önerilen çareler, hayal kırıklığının verdiği acıdan kurtulmak için bize zaman ve fırsat tanısa da sevmekten vazgeçmemizi sağlamayacaktır.

Neden mi? Çünkü sevmeyi bırakmanın daha iyi olacağı gerçeği, sevmekten vazgeçmek için tek başına yeterli değildir. Sevginin akıl dışı doğası ve yapısı göz önüne alındığında, bunu durdurmaya yönelik sağduyulu nedenler, sadece hedefi gözden kaçırır. Ancak durum büsbütün vahim değildir. Karşılıksız sevgi acı olsa da ona karşı tutumunuzu değiştirirseniz, tatlı değil ama buruk hale gelebilir.

Akılcı sevgi, nedenlerle meşrulaştırılan sevgidir: Örneğin, Leo Tolstoy’un Anna Karenina karakterinin, çekici, kararlı ve nazik olması sebebiyle Kont Vronsky’yi sevdiğini düşünebiliriz. Buna karşılık akıl dışı sevgi, bu tür gerekçelerle meşrulaştırılamayan sevgidir.

Sevginin akıl dışı olduğuna inanmama neden olan birçok sebep söz konusu. Bunlardan biri, sevgi üzerine çalışan filozofların ‘seçicilik problemi’ olarak adlandırdığı bir bilmecedir. Şöyle ki: Sevginin akılcı olduğu ve insanları çekicilikleri, kararlılıkları ve nezaketleri nedeniyle sevdiğimiz doğruysa, belirli bir çekici kişiyi neden diğerinden daha çok sevmemiz gerektiği açık değildir. Her türden insan çekici, sebatkâr ve nazik olabilir. O zaman neden Vronsky?

Filozof Niko Kolodny gibi bazı yorumcular, seçicilik problemini çözen ve sevgi için akılcı bir neden sağlayanın, bir ilişkinin ortak geçmiş olduğuna inanırlar. Sonuçta, dünyada pek çok çekici insan olsa da Anna’yı Moskova tren istasyonunda karşılayan yalnızca Kont Vronsky’ydi. Ancak karşılıksız sevgi söz konusu olduğunda, bunun doğruluğundan şüphe duymak için güçlü bir neden vardır. Ne de olsa karşılıksız sevgi bazen ilk görüşte filizlenmez mi ya da yakındaki bir yabancıya karşı zamanla gelişmez mi? Bir ilişkinin yokluğunda sevgi mümkünse, ilişki onun nedeni olamaz.

Bu yüzden sevginin akıl dışı olduğunu söylüyorum. Sonuç olarak, kalbi kırık bir sevenin hayatına devam etmesi pragmatik anlamda gerçekten ‘daha iyi’ olsa da, bu daha yüksek düzeydeki sebep, bizi yolumuza devam etmeye gerçekten ikna etmeyecektir. Sevgi, gerekçelerle haklı çıkarılan veya geri döndürülen türden bir şey değildir. Bazıları ‘ama ya bu sevgi zarar veriyorsa’ diye sorabilir? Sevmek, karşılıksız sevene acı veriyorsa, bu, şüphesiz sevmeyi bırakmaları için bir sebeptir. (…) Ama bir kez daha tekrarlıyorum, sevgi, bu da dahil sebeplere bağlı bir şey değildir. Bir zamanlar sevmiş olan William Shakespeare’e göre birini ‘kıyametin eşiğine kadar’ sevebiliriz. Charles Dickens’ın 1859 tarihli İki Şehrin Hikâyesi romanındaki Sydney Carton karakterinin Lucie Manette’e olan sevgisini düşünün: Lucie başka birini sevse de adam, Lucie’nin sevdiği adamın giyotindeki yerini alarak onun uğruna ölür. Bu şekilde, sevgiyi sadece akıl dışı değil, koşulsuz olarak da düşünebiliriz.

Karşılıksız sevenlerdenseniz ve sevginizin akıl dışı ve koşulsuz olduğuna, bu nedenle de akılcı veya kasıtlı olarak önceki hale dönmeye karşı bağışık olduğuna dair argümanlarıma ikna olduysanız, sıkıntınız nüksedebilir. Lütfen korkmayın, çünkü sizi bu açmaza götürecek zorlayıcı nedenler olduğunun farkındayım (Burada bir partnerin manipülasyon aracı olarak sevgiyi esirgediği kötü niyetli ilişkilerden bahsetmiyorum).

Karşılıksız sevginin çok acı verici olabileceğini daha önce söylemiştim ve bunun arkasındayım. Bağışlayın, ama şunu da söylemeliyim: Bu bir işkence ise işkencenin en yüce ve en üstün türüdür. Üstün bir işkence de katlanılmaya değer. Karşılıksız sevenin, sevgisinin bitmesini bu kadar sabırsızca istemesine gerek yoktur. Bunun yerine, ne kadar sürerse sürsün, sevgiyi kucaklayabilirler. Karşılıksız da olsa sevginizi kucaklarsanız, sizi incitmeyebilir.

Sevgiyi kucaklamak ne demektir? Sevginin kendisi akıl dışı olsa da bazı nedenlerden dolayı ona karşı belirli tutumlar almamız makuldür. Sevgimizi reddetmek içimizde bir tür çatlağa neden olabilir; sevgimizi onaylamıyoruz, ama yine de sevmekten kendimizi alamıyoruz. Bu, nihai acı deneyimimize katkıda bulunan bir tür yabancılaşmayla sonuçlanır. Bunun yerine olumlayıcı bir tavrı benimseyebiliyorsanız, kendinizle çelişmenize gerek yoktur. Karşılıksız sevgiyi ‘kucaklamak’ ile kastettiğim bu: Kendinize, ‘Seviyorum ve bunda bir sorun yok’ diyerek olumlayıcı bir tavır takının.

Karşılıksız sevginizi kucaklamak için sağduyulu nedenlerin ‘yanlış türden’ nedenler olduğundan endişe duyabilirsiniz. ‘Sevgimi kucaklamam benim için daha iyi olur’ fikri, size bunu gerçekten yapmak için doğru bir sebep vermez. Anlaşılır bir şekilde, belirli tutumları benimsemenin belirli inançları gerektirdiğini düşünebilirsiniz. Örneğin, sevmekte bir sorun olmadığına gerçekten inanmıyorsanız, sevginize yönelik olumlayıcı bir tutumda olmanız mümkün değildir. Neyse ki karşılıksız sevginizi kucaklamanız için güçlü, sağduyulu olmayan bir neden sunabilirim: Bu yüce bir şeydir.”

Alexandra Gustafson, sevginin akıl dışı olması ve bizim buna muktedir olmamızın sevinilecek bir şey olduğunu vurguluyor:

“Küçük, ürkek yaratıklar olsak da sonsuza en yakın olabileceğimiz akıl dışı, koşulsuz sevgiye muktediriz. 1790 tarihli üçüncü Eleştiri eserini romantik olmakla suçlayan yegâne felsefecilerden biri olmama rağmen Immanuel Kant’ın matematiksel yüceliğine benzer bir şey düşünüyorum. Kant’ın deyişiyle bu kadar uçsuz bucaksız, çok güçlü, kontrolümüzün ötesinde olan bir şeyi, aklın ötesinde ve üstünde hissetmeye muktedir olduğumuz gerçeği, ‘her duyu standardını aşan bir yetiye işaret eder’.

Sevmek, duyunun hatta aklın kapasitesinin ötesinde bir kapasite sergilemektir. Sahip olduğumuz duygu derinliği, insanlığımızın nihai ifadesidir ve karşısındaki görece çaresizliğimiz belki de bizi insan yapan şeyin özüdür. W.H. Auden’in yazdığı gibi: ‘Eşit sevgi olamazsa / Daha fazla seven ben olayım.’ Ancak sevgi matematiksel olarak yüceyse, sadece mecazi olarak öyledir; yüce olması için kesinlikle matematiksel ya da dinamik olması gerekmez. Ne de olsa Kant için yüce olan, eşiğin ötesine bakmaya, düşünülebilir dünyanın ötesine bakmaya en yakın olandır.

Bu nedenle sevgi yüce olarak görülür, çünkü ya tam olarak anlamlandıramadığımız bir şeydir ya da en azından buna işaret eder. Nasıl da sevginin nedenlerini aradığımıza bir bakın. Makul olabilmesi için sevginin akılcı olmasını istiyoruz. Oysa sevgi, anlamlandırma stratejilerinize meydan okur; bir seçim değildir ama yine de yaparsınız, sadece öylesine başınıza gelmez. (…) Sevgiyle ilgili deneyimimiz ve onu analiz etme girişimlerimiz, belki de pratik aklın sınırlarının dışında bir benliğe dair açıklama sunabileceğimize en yakın şeydir. Sevgi, düşünebilirliğin en dış sınırındadır. Bu nedenle yücedir, çünkü bize duyular üstü bir bakış sağlar.”

Alexandra Gustafson, karşılıksız olan da dahil sevginin olağanüstü olduğunu söylüyor:

“Öfkeye, acıya ve kedere dayanabilir, her şeye rağmen direnebilir, en beklenmedik yer ve zamanlarda var olabilir. Sevdiğinizin sizi sevmemesi canınızı acıtsa da rahat olun; severek Kant’ın eşiğinin ötesine bakıyorsunuz. Ürkütücü olsa da bu eşikten kaçınmak durumunda değilsiniz. Bunun yerine, uçuruma huşu ile bakın ve yakınlığın tadını çıkarın. Bu iddia kimilerini nihai olarak tatmin etmese de bir merhemden daha fazlasıdır. Romantik ya da başka türlü, karşılıklı ya da karşılıksız sevgi yücedir ve kucaklanmaya değerdir; çünkü seven olarak sizde eşsiz ve asil bir kapasite ortaya çıkarır.”

FİKİR TURU

İnsanları anlama becerisi, insanın sahip olabileceği en büyük değerlerden biri olup, başarılı insanların temel özelliklerindendir. Gerek aile içi eşler arası, gerekse diğer insanlarla olan sosyal ilişkilerdeki zıtlaşma ve çekişmelerin ana sebebi bireylerin birbirini anlamamasından kaynaklanmaktadır. İnsanların iletişimde karşıdan istedikleri, sözlerinin dinlenmesi, saygı görmeleri ve anlaşılmalarıdır.

Başkalarını anlama ”ben” yerine ”biz” diyebildiğimizde, her şeyi affedebilme yetisi kazandığımızda ve karşı tarafın gözüyle dünyaya bakabildiğimizde gerçekleşir. Biz olabilmekte herkesin kendine has özellikleri olduğunu kabul edip, bunlara saygı göstermekle olur. Diğer insanların farklılıklarını takdir etmeyi öğrendikçe iletişim becerilerinizin arttığını gözlemleyebilirsiniz. İnsanları tanımaya başladıkça da umutlar, korkular, sevinçler, üzüntüler, kaygılar gibi birçok ortak yönünüz olduğunu göreceksiniz.

İnsanların isteklerini ve gereksinimlerini bilirseniz, onları anlamanız kolaylaşır. İnsanların temel ihtiyaçlarından birisi başkaları tarafından önemsenmektir. Karşınızdaki kim olursa olsun onu önemseyin. İnsanlar sevilmek ister. Etkili bir insan olmak için insanları sevin. Herkesin dostluğa, yüceltilmeye ve yardıma ihtiyacı vardır. Her şeyi kendi başına yapmaya kalkışmak başarıyı düşürür. Başkalarına karşı verici olmak, gereğinde yardım isteyebilmek bir meziyettir ve sizi yüceltir.

Karşıdakine özel biri olduğunu hissettirin. Onları cesaretlendirin ve motive edin.

İnsanlara yardım edin. Verici olmak her zaman size kazandırır, her zaman verdiğinizden daha fazlasını alırsınız. Size minnettar kalan, değerli ve özel olduğunu hisseden kişi bunu göstermekten geri kalmayacaktır. Başkalarını anlama becerisi genel olarak bir seçimdir. Bazı insanlarda bu doğuştan bir yetenek ve içgüdü meselesi olsa da, her insan başkalarını anlama, motive etme ve etkileme becerisini kazanabilir.

Bu beceriyi kazanmak öncelikle herhangi bir durumu karşınızdaki insanın bakış açısıyla değerlendirmeye bağlıdır. Bu sayede hayatı tamamen yeni bir açıdan görürsünüz. Kişisel duyarlılık da, insanları anlamak için gerekli olan bir özelliktir. Küçük veya büyük, karşınızdakinin sorununu hissederek, yumuşak bir kalple yaklaşmak birçok problemi aşmaya yardımcı olacaktır.

İnsanlar genellikle görmek istediklerini görür, duymak istediklerini duyarlar. Önyargılarınızdan sıyrılarak kişiler hakkında olumlu düşünürseniz, onlar üzerinde iyi bir etki bırakırsınız. Bir işi yapmayan kişiyi tembel diye damgalamadan, meşgul olabileceğini düşünmek, bir işi ağır yapan kişiyi yavaş ve uyuşuk olarak görmek yerine titiz çalıştığını düşünmek, her zaman artı puan kazandıracaktır.

İnsanları etkilemek için, onların gereksinimlerini ortaya çıkarın ve o şeye sahip olmalarına katkıda bulunun. Onları bu şekilde motive ettiğiniz takdirde hayatlarında etkili olmanızı sağlayabilirsiniz. İnsanları anlamak, etkili bir insan olmak ve insanlar üzerinde olumlu etki bırakmak için, onların arasına karışmalı ve gerçekten hayatlarına dahil olmalısınız. Hayattaki en büyük manevi tatmin ve başarı duygusu başkalarına yarar sağlamaktır. İnsanları anlamaya çalışın, onları anladıkça ve kendilerini geliştirmelerine yardım ettikçe iç huzurunuzu sağlayacaksınız.

Tüm insanların birbirini anlaması dileklerimizle!…. / Uz. Dr. Emine Filiz ULUHAN

Beklemeyi öğren; ama vaktinden önce geleceklere de hazırlıklı ol.
Cesur ol; ama cahil cesaretine kapılma.
Çalışkan ol; ama karınca gibi kendin için değil, arı gibi herkes için çalış.
Dürüst ol; ama önce kendine karşı.
Ele güne güven; ama sonuna kadar değil.

Fikirlerini söyle; ama doğru zamanı kolla.
Gerçekçi ol; ama hayalleri de ihmal etme.
Her türlü görüşe kulak ver; ama hepsine gönlünü verme.
Işık alan bir odan olsun; ama vakti gelince gecenin de içeri girmesine izin ver.
İstediğini düşün; ama her düşündüğünü söyleme.

Keşke deme; ama geçmişteki hatalarını da es geçme.
Laf ebesi olma; ama yeri gelince taşı gediğine oturtmaktan çekinme.
Meleklere güven; şeytanın ayak seslerine de kulak ver.

Neşeli ol; ama kendini neşeye kaptırma.
Olumsuz düşünme; ama yağmur bulutları yaklaşıyorsa, dışarıya şemsiyesiz çıkma.
Özel olduğunu bil; ama bu konuda yalnız olmadığını da unutma.
Para kazan; ama kaybetmenin kaçınılmazlığına da kendini alıştır.
Rahatına düşkün ol; ama başkalarını rahatsız etmeden.
Sözlerine dikkat et; ama gözlerinin söylediklerini saklayamayacağını unutma.
Şiir yaz; ama şair olma hevesiyle değil.
Tutkulu ol; ama tutkunun seni ezmesine izin verme.
Uyumlu ol; ama gönlüne ve aklına uygun bulduklarına karşı.
Ümidini koru; ama her güzele ümit bağlama.
Vaktini iyi kullan; ama aklını daha fazla…
Yaşlanmaktan korkma; ama yüreğin hep genç kalsın.
Zekanı geliştir ve ona güven; ama onunla övünme.

Riya ile paranın padişahı değiliz biz. Parçalanmış gönül hırkalarını yamar giyeriz biz. Arkadaşlarla ağlar arkadaşlarla güleriz biz.

Borçlar, düşüncelerle ödenmez. Balzac

Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir.

Evlilik, ”ben” diye değil, ”biz” diye düşünüp hayata bakabilmektir.

Kimse bıraktığın yerde beklemez.

“Kötülükten nefret etmeyi öğrenin. Kötü ve zalim olan insanlardan uzak durun.“

Paran varsa insanlar seni tanır; Paran yoksa sen insanları tanırsın..

Resim, dili olmayan bir şiir; şiir de kör bir resimdir. Leonardo da Vinci

Bir gün bakıyorsun bütün hayatın değişmiş ama aldırış etmiyorsun. Belki de böylesi daha iyi olacak diye düşünüp susuyorsun. İşte o zaman tükendiğini anlıyorsun. Tükendim.

“Anımsamak bir tür buluşmadır. Unutmak ise bir tür özgürlüktür.” – Halil Cibran

Boşuna yorulma gönül, sadece sevmek yetmiyor.

Ve bazen de; seninle konuşmak iyi geldi, diyebileceğin birisi olmalı.

BANA YAŞAMI ÖĞRETEN HARFLER

Comments are closed.