logo

Bugün Allah için ne yaptın

Kişinin Kendini Tanıması ve Kendisiyle Bağ Kurması | Konya Büyükşehir

İyiliğin Gücü

İnsan iyilikle ölçülür ve iyilik, varoluşun en önemli güç ve erdemlerindendir. İyilik, bütün değerleri savunan, koruyan ve destekleyen her şeydir. Değerler, insanı anlama çabasının en kadim ve en temel alanlarından biridir. Değerleri ve insanın değerlerle irtibatını anlamak ve aydınlatmak ve buradan yola çıkarak insana dair birtakım yorum ve değerlendirmelerde bulunmak, bütüncül ve berrak bir görüntü ortaya koymak, her zaman ve her zeminde ilgi çekici olmuştur. Zira değerler, insanla vardır ve insanla anlam kazanır. İnsan da değerleriyle anlaşılır.

İnsan hayatında bu kadar önemli olan değerler nedir o hâlde? Böylesine eski ve önemli bir konuda, herkesin beklentilerine karşılık veren kapsayıcı ve kuşatıcı bir tanım, tatmin edici ve kesin bir cevap bulunmamaktadır. Ancak yine de değerlerin, genellikle, insanların kendilerinde bulunmasını arzuladıkları, erişmek istedikleri; insanlara ve yaşadıkları hayata rehberlik eden; kimi zaman biri diğerinden daha önemli hâle gelen; ancak değişen durumlara bağlı olarak değişmeyen ve yok olmayan amaç ve hedefler olduğu ifade edilmektedir. Bu açıdan değerlerin, çoğu kere, kavramlar, normatif standartlar ve amaçlar ve eğilimler ve inançlarla bağlantısı vurgulanmaktadır. Değerlerin kaynağı olarak ise birey, toplum, kültür ve din gösterilmektedir.

Bir değer ve erdemlerin ürünü olarak iyilik, İslam düşünce geleneğinde, hayr, birr, ma’ruf, hasene, salih amel vb. gibi çok çeşitli kavramlarla ifade edilen geniş ve zengin bir anlam ufkuna sahiptir. Farklı anlamları da bulunmakla birlikte hayr, genellikle, “akıl, adalet, fazilet ve faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey”; birr, “her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık”; ma’ruf ise “gerek söz gerekse davranışla insanların iyilik ve mutluluğu, dirlik ve düzenliği için çalışmak” olarak tanımlanmaktadır. İnsan erdemlerle ve bu erdemler vasıtasıyla ortaya koyacağı eylemlerle yetkinleşir. İyilik de, bir duygu, tutum, davranış ve değer olarak dinî düşünce ve deneyimin içinde temel ve vazgeçilmez bir erdem olarak yer almıştır. Bunun içindir ki bütün dinler erdemli olmayı ısrarla tavsiye etmiş, peygamberler de o erdemleri bizzat yaşayarak insanlığa örnek olmuşlardır. Keza kötülük veya şer ve bundan kaynaklanan zarar, musibet, fitne, fesat, suizan, yalan, günah gibi tutum ve davranışlar da kesin bir dille yasaklanmış ve insanlar bu konuda uyarılmışlardır.

Yaratılış itibariyla karşıt eğilimlerin çatışma alanı olan insan nefsi, iyi güç ve yeteneklerle donanımlı olduğu gibi, kötülüğe sevk edici eğilim ve yönlendirmelere de açıktır. Kur’an’ın ifadesiyle, “Nefse ve onu dengeleyene, ona hem kötülüğü hem de kötülükten sakınmayı ilham edene and olsun ki nefsini arındıran kimse kurtuluşa erer. Nefsini kirletip günahlara boğan ise hüsrana uğrar.” Yani iyilik ve zıttı olan kötülük, dışarıdan dayatılan şeyler olmayıp, kökleri insanın içinde bulunan tercihlerdir. Bu durum, bir başka ayette, “Bununla birlikte ben nefsimi tamamen temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbim esirgeyip korumasa nefs insanı hep kötülüğe yöneltir.” şeklinde haber verilmektedir. Bu bakımdan insanın yeryüzü serüveni, iyilik ile kötülük veya hayır ile şer arasında gidip gelen bir tercih süreci olarak görülebilir. Bu tercih süreci, insanın tam ve eksiksiz olma, kendisiyle, diğer insanlarla, dünya ile ve nihayetinde Yaratan ile tam bir uyum içinde olma durumuna gelinceye kadar devam eder. Aliya İzzetbegoviç’in ifade ettiği gibi, insana bahşedilen bu tercih yeteneği, neticesi ne olursa olsun, kâinatta mümkün olan varoluşun en yüksek şeklidir.

İyilik, bütün erdemlerin zirvesidir. Ancak zirveye ulaşmak, uzun uğraşlar ve zahmetli çabalar sonucunda mümkün olabilir. Zira insanın etrafında pek çok engeller ve çeldiriciler mevcuttur. Kötülük daha çabuk yayılır, kötü örnekler daha kolayca benimsenebilir ve henüz eğilimleri arasında denge kuramamış insanlar kötü davranışlara çabucak yönelebilirler. Bunun için öncelikle iyiliği bilmek, onu kötülükten ayırmak ve iyiliğin kötülükle asla bir olamayacağını idrak etmek, ardından da kötülüğü iyilikle savmak, kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak ve iyiliklerin kötülükleri giderdiğinin farkında olmak gerekir. Kur’an-ı Kerim, bütün müminlerin özellikle bu bilinçte olmalarını ister ve Hz. Peygamber’in şahsında onlara iyiliğin, şefkat ve merhametin birleştirici gücü konusunda uyarılarda bulunur. “Allah’ın sana lütfettiği şefkat ve merhametten dolayı onlara yumuşak davrandın. Kaba ve katı yürekli olsaydın, onlara sert ve kırıcı davransaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…” İyilik yanı başımızdadır, elimizin altındadır, çok uzaklarda, doğuda veya batıda değildir. Ancak iyilik yapan insan kendini aşar ve kendi ötesindekilere ulaşır. Bunu yapamayanlar ise kendi içlerinde dönüp durur ve bir anlamda tıkanıp kalırlar.

İslam medeniyeti bir hayır veya iyilik, şefkat ve merhamet medeniyeti olarak tanımlanabilir. Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin iyi olma ve iyilik yapma doğrultusundaki ısrarlı ve kesin vurguları ve hayırda yarışma ilkesi, başlangıçtan itibaren Müslümanların, yaşadıkları her zaman ve mekânda çeşitli kurum ve kuruluşlar oluşturmalarına vesile olmuştur. Bu çerçevede vakıflar, şifahaneler, yetimhaneler, imarethaneler, aşevi, düşkünler evi, çocuk yurtları, cami, medrese, kervansaray, okul, sebil, köprü vs. gibi birçok eser tesis edilmiş, hayırda yarışma ilkesi işlevsel ve görünür hâle getirilmiştir.

İyilik, çok boyutlu ve çok yönlü bir eylemdir. Psikolojik, sosyolojik, siyasi ve iktisadi açıdan gelişim, değişim, etkileşim ve dönüşümlere yol açar. İyilik, ne şekilde olursa olsun iyilikte bulunan bireylerin sevgi, huzur, güven, şefkat, merhamet, diğerkâmlık ve adalet gibi olumlu ve yapıcı duygu ve yeteneklerini geliştirdiği gibi; kin, haset, fesat, kıskançlık, kibir, gurur, intikam ve zulüm gibi olumsuz ve yıkıcı duygularına da set çeker, bunların neşvünema bulmasına engel olur. Diğer taraftan iyilik, cesaret ve ümit gibi olumlu duyguların gelişmesine ve korkaklık, sefalet, sefahat, zillet, meskenet, yeis gibi olumsuz durumlarla baş etme ve onların üstesinden gelme iradesi geliştirmeye yardımcı olur. İyilik, empati yeteneğini de geliştirerek duyguların insanın kendi içine hapsolmasını önler ve başkalarını anlamaya ve bu sayede onlarla iletişime geçmeye, onların acı ve sıkıntılarını anlamaya önayak olur. İnanç ve ahlak bakımından bir yetkinleşme vesilesi olan iyilik, psikolojik bakımdan, hem iyilik yapan ve hem de iyilik yapılan açısından karşılıklı etkilere sahiptir. Diğer yandan iyilik, aynı toplumda yaşayan insanların birlik, bütünlük, yardımlaşma ve dayanışmalarına vesile olur. İstifçiliği, tekelciliği, dünyevileşmeyi, materyalizmi, meta sevgisini, tüketim çılgınlığını, güç ve iktidar hırsını engeller, mal ve paranın dolaşımını ve bu sayede toplumsal huzur, barış, paylaşım ve yardımlaşmayı temin eder. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin ortadan kalkmasına, sevgi, saygı, istikrar ve adaletin tesisine katkıda bulunur. İnsanı insanın kurdu değil, dostu yapar.

Günümüzde, iyiliğin de dâhil olduğu çeşitli erdemlerin, psikolojinin, klinik, sağlık, gelişim, sosyal ve özellikle din psikolojisi ve pozitif psikoloji gibi farklı alanlarınca artık daha fazla dikkate alındığı ve araştırma sonuçlarının, bu erdemlerin ruhsal, fiziksel ve kişiler arası ilişkilerdeki işlevleri açısından genel olarak olumlu etkilerde bulunduğuna işaret ettikleri görülmektedir. Bu çerçevede bir bütün olarak iyiliğin kişilik üzerindeki etkilerine ve hayattaki önemli işlevlerine ilişkin bulgulara ulaşılmıştır. Kısacası iyilik de dâhil olmak üzere bütün erdemlerin, sadece ayırıcı birer kişilik özelliği olmakla kalmayıp, aynı zamanda bunların hayatı ve kişiliği olumlu yönde biçimlendirdikleri söylenebilir.

Yaşanabilir bir dünya, ancak iyilikle mümkündür. Bütün insanlık iyilikte ısrar etmeli, onun sürekliliğini sağlamalı ve iyilikte uzlaşmalıdır. İyilik, başkasında var olmak, ötekine sevdalanmaktır. İyiliğin bulunmadığı, yani başkalarının göz ardı edildiği bir dünya, sadece kendine sevdalı ve kendi yoksul ve yoksun evreninde dönüp duran bencil, çıkarcı, hastalıklı ve antipatik bireyler üretir. Çağımızın nevrotik insanının ve gittikçe yaygınlaşmakta olan depresif ruh hâlinin şifası, iyilikten ve iyilik yapmaktan geçer. Yüzyılın vebası olarak görülen anlamsızlık, amaçsızlık ve boşluk duygusu ve bunların ortaya çıkardığı korku, kaygı, bulantı, öfke ve can sıkıntısı da ancak insanın kutsal ile kopardığı bağını tekrar kurması, manevî köklerine sarılması ve iyiliğin kaynağı olan Mutlak İyi’ye dönmesiyle aşılabilir. Hayatın belki de en önemli anlamı bu olmalıdır: kendini aşmak, kendi ötesine ulaşmak. Bu da ancak, bütün değerleri savunan, koruyan ve destekleyen iyilikle mümkün olabilir.

Prof. Dr. Ali Ulvi Mehmedoğlu / M.Ü. İlahiyat Fakültesi

Bir Kalbe Dokunmak…

Muhtaç olan her kalbe uzanmaktır, dokunmak. El olmaktır, yüreklere serpilen sevinç tohumlarını taşıyan. Bir yetimin saçını okşamaktır. Bir tas çorbansa içtiğin şu dünyada, onu da paylaşmaktır. Ve dokunmak, yardım eli olmaktır. Tebessümünse tek servetin, onu da cömertçe sunmaktır. Dokunmak…Keşfetmektir, sevgiye aç olan kalpleri…Dokunmak…Aç olan karınların, ekmek kokulu sevgisidir. Bayramlarda beklenen bir parça etin rüyasıdır dokunmak…Kulluğun en anlamlı hikayesidir. Ve bir lütuf değil, vazifedir dokunmak…Sonsuzluğa açılan sevap kapısıdır. Dokunmayı nasip eden Yaratana, vesile olan her şey için hamd gereklidir.

Adî b. Hâtim’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun! Bunu bulamayan ise en azından güzel sözle kendini korusun!”
(Buhari, Edeb, 34.)

Zorlu hicret yolculuğunun ardından Medine’deydi artık Allah Rasulü. Ranuna Vadisi’nde toplanan Müslümanlar, heyecanla bekledikleri peygamberlerinin önderliğinde ilk cuma namazını eda edeceklerdi. Hz. Peygamber kalabalığın arasında ayağa kalktı. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra “Ey insanlar, (ahirete gitmeden) önceden, kendiniz için bir şeyler gönderin.” diyerek hutbesine başladı. Kıyamet günü insanoğlunun Rabbinin huzuruna çıkınca yaşayacağı dehşeti ve tedirginliği anlattı. Ardından cehennemden bahsetti. Cehennem ateşini o an hissediyormuş gibi birkaç defa yüzünü sakındı ve şöyle dedi: “Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun! Bunu bulamayan ise en azından güzel sözle kendini korusun!” (Buhari, Edeb, 34; İbn Hişam, Siret, III, 30.)

Müslümanların imanları ile sınandıkları hicret sürecinin hemen akabinde Allah Rasulü’nün daha ilk hutbesinde ashabını sadaka vermeye teşvik etmesi anlamlıdır. Çünkü Allah’ın hoşnutluğunu kazanma vesilesi olan sadaka aynı zamanda imanın amele yansımasının, samimiyet ve dürüstlüğün en önemli göstergesidir. Rasulüllah’ın ifadesiyle “Sadaka, delildir.” (Müslim, Tahare, 1.) Kıyamet günü kişi malını nereye harcadığından sorguya çekildiğinde, sadakaları delil olarak bu soruya en güzel cevabı teşkil edecektir. Sadaka, nefsin arzu ettiği şeylerle kuşatılan cehenneme karşı kalkan; nefsin hoşlanmadığı şeylerle kuşatılan cennete ise vesiledir. Doymak bilmeyen nefsin engellemelerine rağmen paylaşmayı öğreterek insanı eğiten ve karşılık beklemeden yardım etme duygusunu pekiştiren en önemli amellerden biridir.

Peygamber Efendimiz her Müslümanın sadaka vermesi gerektiğini şöyle beyan eder: “Güneşin doğduğu her gün, insanın bütün eklemleri için sadaka vermesi gerekir.” (Müslim, Zekât, 56.) Buna göre Rabbimize şükür vesilesi olan sadaka, günlük hayatımızın her an içinde yer alması gereken bir sorumluluk olarak ağırlığını omuzlarımızda hissettirmektedir. Ancak burada her gün sadaka vermeye herkesin mali durumunun yetip yetmeyeceğine dair bir soru akla gelebilir. Bu durumda Allah Rasulü’nün konuyla ilgili diğer hadisleri göz önünde bulundurulacak olursa, sadakanın yalnızca maddi yardımları değil, her türlü hayırlı söz ve davranışı da içeren çok kapsamlı bir kavram olduğu ortaya çıkar.

Rasulüllah’ın nezdinde her iyilik bir sadakadır. (Buhari, Edeb, 33.) İnsanlara güler yüzlü davranmak, güzel söz söylemek, selam vermek, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak, misafire ikramda bulunmak, ilim öğrenmek ve ilmini Müslüman kardeşiyle paylaşmak, iki kişinin arasını düzeltmek, kaybolana yol göstermek, kötülükten uzak durmak, gelip geçerken insanlara zarar veren bir şeyi yoldan kaldırmak, ailesinin geçimini sağlamak, bir engelliye yardımcı olmak, meyvesinden faydalanılması için ağaç dikmek, su ikram etmek gibi davranışların hepsini sadaka olarak nitelendirir Hz. Peygamber. (bk. Buhari, Meğazi, 12; Müslim, Zekât, 55-56; Tirmizi, Birr, 36; İbn Mace, Sünnet, 20; İbn Hanbel, V, 285.) Hayır işleyip Allah’ın rızasına nail olmak isteyene hayır yollarının ne kadar çok ve kolay olduğuna dikkat çeker. Yarım hurmayı misal göstererek samimiyetle yapılan küçük bir yardımın bile cehennem ateşinden korunmaya vesile olacağını ifade eder. Zira Yüce Allah, sadakanın azlığı ya da çokluğundan ziyade gücü yettiğince, samimiyetle ve helal maldan verilmesine değer verir. Bu nedenle Allah Rasulü sadakanın az diye küçümsenmemesi gerektiğini, hayır namına yapılan sözlü ya da fiili her şeyin, en basitinden güzel bir sözün bile Allah katında değer bulacağını zikreder. Sadakaları kabul eden Allah’ın, lokma büyüklüğündeki bir sadakanın sevabını Uhut Dağı kadar büyütebileceği (Tirmizi, Zekât, 28.) örneğinden hareketle sırf az diye sadaka vermekten kaçınmanın isabetli bir tutum olmadığına vurgu yapar.

Sadaka hem dünyada hem de ahirette en değerli mükâfat olan Rabbimizin rızasını kazanmaya vesile olduğu gibi, insanoğlunun ahlaken gelişimini de sağlar. En kötü hastalıklarından biri olan cimriliği ve dünya malına düşkünlüğü yenmek onunla mümkündür. “Malım, malım!” diye hayıflanıp duran kimse unutmamalıdır ki insanın bu dünyada yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sadaka verip önceden ahirete gönderdiği dışında hiçbir kârı yoktur. (Müslim, Zühd, 3.) İhtiyaç sahibine yapılan yardım dışında her türlü iyi söz ve davranışı da kapsayan sadaka, dayanışma ve yardım duygularını pekiştirerek insanlar arası ilişkilerin gelişmesine katkı sağlar. Bu bağlamda kardeşine göstereceği güler yüz dahi olsa hiçbir iyiliği küçümsememek gerekir. (Müslim, Birr, 144.)

Rabbinin rızasını gözeten kimse iyilik yapmak istediği müddetçe kendisini hayra ulaştıracak birçok yol vardır. Bunlardan biri de sadakadır. Rasulüllah’ın belirttiği üzere her iyilik sadaka olduğuna göre, azlığı, küçüklüğü gibi türlü bahanelerle sadakanın ihmal edilmesi doğru değildir. Allah (c.c.) yapılan herhangi bir iyiliği zerre ağırlığınca da olsa görür ve karşılıksız bırakmayacağını vaat eder. (Zilzal, 99/7.) Ufacık bir yardımı bile esirgeyip iyiliğe engel olanların tutumlarını ise sert bir üslupla eleştirir. (Maun, 107/7.) Yapılan her iyiliğin sadaka yerine geçtiği bilinci içerisinde samimiyetle hareket edildiği takdirde; kişiyi her adımda cennete daha da yaklaştırıp cehennem ateşinden uzaklaştıran en ufak iyiliğin bile küçümsenmemesi gerekir.

Her İyilik Sadakadır / Hale ŞAHİN Diyanet İşleri Uzmanı

Vakit yatsı…. Gün çoktan öldü.. Güneş ışıklarını topladı.
Gece hükmediyor aleme.. Güneşin saltanatı bitti.
Işıklar tükendi ufuklarda.. Renkler ellerini çekti eşyadan
Gül soldu, gün soldu...Göğe yöneldi gözler

Hatırla ki sen de unutuşun kara gecesine yuvarlanacaksın
Bir adın kalacak geriye.. Bir mezar taşın hatırlayacak belki seni
Belki o da unutmuş olacak

Düşün ki , unutuşun koyu karanlığı çökmüş üzerine .Yokluğuna çoktan alışılmış. Unutuluşun hepten kanıksanmış. Özleyenin yok… Kimsenin özlediği değilsin artık.

Gece sabaha çok var, ışık uzaklarda yokluğun gecesinde adın bile unutulmuşken kimden medet umarsın sor kendine. Kim sana hayat vermişse, kurumuş kemikleri toplayıp diriltende O elbet

Hiç akşamı olmayan bir sabaha uyanmak üzere girdin ölümün gecesine,kendine söylesene,söyle kendine,söyle kendine ki çoklarının seni unuttuğu bu gece herkesi unutup Onu hatırla,Rabbini hatırla

Söyle kendine, söyle ki çoklarının ışıklara kanıp sahte renklerin kuyularına daldığı bu gece, Rabbini an, Rabbine kan, Rabbine uyan.

Şimdi Yatsı namazı vakti.

Ve gece karanlık elimizi koynumuza gönderir çaresiz, biçimler hükümsüz kalır renkler çaresiz, köşeler köşeye çekilir biçimsiz odalar sessiz sofalar ıssız, dünyadan yüz çevirir gözlerimiz perdeler kapanır şehre, içe döner bakışlar…. Bizi içimize gömer gözlerin perdeleri.

Kirpiklerin tene değdiği yerde, cılız bir çizgiye iner varlığımız mezar taşında olduğu gibi, unutulmuşluğu hatırlatır gece ve unuttuklarımız hatıra düşer hece hece, hani unutulanlar vardır ya yine de hatırlanırlar özlenirler.

Bir de öyle unutulanlar vardır ki, onların unutulduklarıda unutulmuştur, hatırlanmalarına sebep yoktur, onları hatırlayacaklarda yoktur yahut hatırlarında hatıraları yoktur, İşte böylece zevalin üzerimizdeki örtüsü kalınlaşır geceleri, kabrinde hiç özleyeni olmayan ölüler gibi eğler bizleri, toprağa sakladıklarımız gibi saklar bizi, gece kimine göre katran karası, kimine göre sonsuz aydınlıkların miracı, hiç bitmez sabahların duası ve sabah gelince yeniden, tenimize dokunur ötelerin hülyası, göğsümüze değer bir İsa nefhası, yeniden dirilir gibiyiz, unuttuğumuzu unuttuğumuzu hatırlarız yastığımızın kuytusunda, rüyalardan döneriz, yeniden yükleniriz hicranları, biriktirmeye başlarız yeniden lakin hala yırtıktır hayatın cepleri, ayaklarımızın ucuna döküldü zamanın parçaları.

Yüzünü toprağa sür şimdi evine dön, sılana koş. Sübhane rabbiye’l a’la, Sen varsın, Sen A’lasın ,eksiklikten uzaksın, noksanlıktan muallasın kusurdan mukaddessin.

Tövbe, insanı “insan” kılan, insanı içinden fetheden çok kuşatıcı bir amel… Tövbe ve kulluk şuuru arasındaki yakın ilişkidir ki, dini, hayatımızın tam da merkezine yerleştiren bir konu haline getiriyor. Bu durum aslında din olgusunu anlama biçimimizle yakından alakalı ve bir kısım doğru ölçülerle beslenmeye muhtaç. Çünkü Allah kul ilişkisinin merkezinde yaratana karşı acziyet duygusu ve kulluk bilinci yatıyor. Sokakta dolaşan için de kemale eren için de bu böyle. Bu nedenle tövbe, insanı “insan” kılan çok kuşatıcı bir amel. Nitekim tövbe, yapısı gereği ihlasla, samimiyetle yapılan bir iş. Samimiyet ise ibadetin temeli. Üstelik derin bir duygulanım ile başbaşa, insanı duygu dünyasının içine sokan, bizzat gönülle ve gönüllü yapılan bir iş. Kendi adımıza, kendimizin talip olduğu bir oluş. Yani insanı içinden fetheden bir amel, tövbe…

Böylesine bir ameli işleyen insanın harici motivasyonlara, dışarıdan gelecek pekiştirmelere, ikna edilmeye çok da ihtiyacı yok artık. Dolayısıyla tövbe etmek, Allah’ın (cc) kuldan istediği “kulluk” çizgisinde durmak demek. Yani, “talip olana” istediği şeyin verileceği bir “duruş” ve yer. Allah’ın (cc) kuldan istediği amelin ta kendisi…

Tövbe demek, süreklilik demek. Ama halk arasında yaygın bir kanaat olan, “Tövbe edersem, bir daha günah işlememeliyim.” anlamına gelen ama gerçekleştirilmesi zor bir süreklilikten ziyade, insana düştüğünde kalkmayı öğreten bir süreklilik. Yani usulünce “yuvarlanmayı” bilmek anlamında bir süreklilik… Amaç, kulluk düşüncesini, şuurunu, duruşunu kesintiye uğratmamak. Her ne halde olunursa olunsun… Tövbe etmek, hiç günah işleyememek anlamına gelseydi, bu ancak insanın tabir caizse robotlaştığını, insan olma imtiyaz ve melekelerinden sıyrıldığını gösterirdi. İnsan, melek olmadığına göre zaman zaman düştüğü hataların da kulluk ve terakki adına bir değeri olmalıydı. Zaten öyle de… Çünkü hatalar bazen insanda yeni idraklerin, yeni oluşların, yeni tekâmüllerin kapısı olabilir. Bir ölçü çerçevesinde, insanın düştüğü her hatalı durum bir günah olmadığı gibi, bazen psikolojik ihtiyaçların ve bilgi eksikliğinin insanı düşürdüğü, şartlardan kaynaklanan pek nazik durumlar da söz konusu olabilir. Üstelik her şey hata ya da amel eksikliğinden kaynaklanmayıp tam tersine, kendinde gördüğü varlık ve enaniyet, ibadetlerine rağmen hiç eksilmeyen bir insanda, pozitif anlamda bir değişimin en değiştirici başlangıcı olacaktır.

Yaptığı ibadetlere rağmen enaniyeti, egosu, tarzı, insan ilişkileri hiç değişmeyen bir insan, ibadetlerin ruhi besin değerinden yeterince yararlanamıyor demektir. Bu ise ciddi anlamda, bir şeylerin yolunda gitmediğinin ve farklı bir bakış açısıyla gerçekten değişmek gerektiğinin göstergesidir. Bu anlamda tövbe, inanan bir insan için Allah’la (cc) arasını açan şeyden, kendisini Allah’tan (cc) uzaklaştıran her ne ise kaçma ve uzaklaşma isteği olup insanın kendisiyle, hakiki ve manevi iç dünyasıyla, Allah’la (cc) barışması demektir. Akademik açıdan ise “Ey İman edenler, tövbe ediniz!” ayetini tefsirciler, içinde iki müjdeyi barındıran bir ayet olarak yorumlarlar. Birincisi, tövbe kapısının açık oluşu yani mümkün oluşu, ikincisi ise tövbenin kabul edileceği gerçeği… Tek başına bunlar bile, günümüz insanının tövbe etmek istemesine yetmeli değil mi?

Güzel Ahlak Ama Nasıl?

Ahlaken Hz. Peygamber (sav) Efendimiz gibi yaşayıp da çok sevilmeyen hiçbir kimse görmedim ben… O’nun gibi yaşayıp O’nun gibi düşünen, insan ilişkilerinde O’nun gibi olan her insanın tüm dünya toplumlarında sevgi, saygı ve kabul görmesi, İslam’ın fıtrat dini olmasının en büyük delilidir. Doğruluk, dürüstlük, tevazu, cömertlik, samimiyet, merhamet hep insanın ve insanlığın takdir ettiği en mühim güzel ahlaklar olmuştur ve olmaya devam edecektir. Hakikat, kitaplarda yazılı olarak da yerini almıştır ama gönüllerde ve davranışlarda yaşanması esastır. Bu yönüyle baktığımızda, insanın hakikati arayan derûni tarafının kâl’i değil, hâl’i öncelediğini görüyoruz. Hayatın pratiği içinde bunun ne kadar önemli olduğunu en iyi anlayacak toplumlar ise bu değerlerin hiç yaşanmadığı topluluklar yani bu değerlerin açlığını çeken ve yokluğundan en çok zarar gören toplumlardır. En önemlisi de bu değerlerin aşk ve iman düzeyinde kabul görmesi gereğidir. Düşünce sistematiği içinde “iman” olmazsa, bu değerleri toplumun ya da tarihin öngördüğü kuru bir kurumsal yapı ile yaşatmak ve insanlığın istifadesine sunmak büyük bir yalandır. Özellikle İslam’ın öngördüğü manada içinde iman olmayan Batı tipi kurumsal yapılarda, kısa sürede bu yapının içinin ne kadar boş olduğu anlaşılmış ve her geçen gün daha da anlaşılacaktır.

GÖNÜL DERGİSİ / Kulluğa Düşen Gölge Ümitsizlik / Dr. Alper Yücel Zorlu

Vakit akşam. Gün ölmek üzere. Güneş ışıklarını topluyor eşyanın üzerinden. Kızılca kıyameti kopuyor dünyanın. Kara kefenini giyiniyor gün. Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi yitiveriyor. Hatırla ki, senin de akşamın olacak bir gün. Ömrünün ışıkları solacak. Hayatının perdesi çekilecek. Senin de kıyametin kopacak.

Şimdi akşam. Ölmeden önce bil öleceğini ki, yaşatıldığını farkedesin. Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki, sen de şimdi herkesten ve her şeyden uzaklaşıp Rabbine yanaşasın. Seni sen yokken de bilen Rabbin, sen öldükten sonra da bilecek elbet.. Herkesin unuttuğu yerde seni bir O hatırlayacak. Hatırını yalnız O bilecek. Sen de O’nu an şimdi. Şimdi akşam namazı vakti…

Vakit ikindi. Gün ihtiyarladı. Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne. Zaman ırmağı ikindinin çağlayanından dökülüyor şimdi. Ayrılığı söylüyor hece hece. Hüzün renkli bulutlar sardı göğü. Güneşin saltanatı bitmek üzere. Zevale doğru akıyor ışıklar. Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun. Tenin soluyor. Gözlerinin feri çekiliyor. Yüzünü bu dünyadan çevirmeye hazırlıyorsun. Öbür kıyısındasın artık hayat nehrinin. Bundan sonra vaadi yok sana zamanın. Yokuş aşağı akıyor kalbin.

Vakit ikindi. Kalbini kanatıyor kuru gül yaprakları. Tutunacak dal arıyor gibisin zamana karşı. Zamanın hükmü ağırlaşıyor üzerinde. Gün daha kısa geliyor artık. “Yemin olsun ki ikindi vaktine. Hüsrandadır insan.” Şimdi anlıyorsun. Çünkü, yokuş aşağı akıyorsun. Dalından kopuyorsun. Hoyrat bir rüzgâr artık zaman. Geriye kalan ancak iman. Şimdi ikindi vakti. Secdeye koy alnını. Eğil Zamanın Sahibinin önünde. O’na konuş; dualarını fısılda. Sonsuzluğa tutun hece hece.

Vakit öğle. Gün ortası. Dünya telaşındasın. İşler yoğun. Yarım kalmış ne kadar iş var! Sanki sensiz yürümüyor hiçbir şey. Sanki sen olmasan işler hep yarım kalacak, belki hiç başlamayacak. Ne kadar çok vazgeçilmezin var! Ne kadar vazgeçilmezsin!

Oysa dünya seni pek umursamıyor. Sessizce akıp gitmede sonsuz uzayda.. Telaşlarına inat uzakta bir kelebek yavaş yavaş kozasından çıkmada. Ötelerde bir insan son nefesini vermekte sessizce.. Bir bebek ilk kez gülümsemekte annesine… Vakit öğle... O kadar gürültü var ki ortalıkta.. Kalbinin sesini duyamıyorsun bile. Ruhunun sonsuza uzanan emellerine kör olmak üzeresin. Telaşların arasından sıyrıl, ruhuna yer ayır. Ebedî sükûnete hazırla kendini. Kalbini sonsuzluğa bitiştir. Alnını secdeye değdir. Şimdi öğle namazı vakti!

Vakit seher… Ufukta günün kızıl çiçeği açmak üzere. Vaktin rahmine sabahın nutfesi düştü az önce. Gecenin toprağında saklı ışıktan tohumlar başlarını uzatıyor. Şimdi hatırla ki, sen de bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin. Unutulmuşluk toprağına gömülü bir tohumdun. Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin. Hatırla ki, unutulmuşluğun toprağında Rabbin seni unutmadı. Rabbin seni sahipsiz de bırakmadı. Rabbin seni yokluk gecesinden varlığın ufkuna eriştirdi. Taze bir bahar gibi gün yüzüne çıkardı bedenini. Ete kemiğe bürüdü ruhunu. Gülden tebessümler giydirdi yüzüne.

Şimdi seher vakti. Göz kapaklarının ardından kaç. Gafletin gecesinden uyan. Aç gözlerini sehere. Aç kalbini Rabbine. Uyan. Uyan, Uyan ve an seni hiç unutmayan Rabbini. Güneş ufukta yükselmeden, sen dualar ufkuna yüksel. Herkes unutsa bile seni unutmayan Rabbini herkesin O’nu unuttuğu anda ananlardan ol. Haydi kalk! Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin[asm]. Şimdi sabah! Şimdi sabah namazı vakti…

Öyle çok pazarlık ettim ki seninle, ey Rab’bim
Sen çağırınca, kendime ayırdığım vakitlerden çalındı sandım
Ezan okununca mesela
Sevdiklerimle geçirdiğim zamanların azalmasından kaygılandım
Vakit girince, içim cız etti hep
Odamdan uzaklaştım, bıraktım işimi, keyfimi bozdum
Öylece namaza durdum
Ayak diredim, “Az sonra kılsamda olur” dedim
Az sonralarım, çok sonralara döndü
Geç kaldım
Sonunda ayaklarımı sürüye sürüye vardım huzuruna
Pazarlığımı vaktin daralmışlığını bahane ederek
Yeniden ileri sürdüm
Kaçıyordu ya namaz, o yüzden çabucak kıldım
Hemen selam verdim, hemen kalktım, rahatladım
Oysa, rahatlığı sana borçluyum
Bunu biliyorum ama unutuyorum

Ağrımayan her bir dişim kadar huzur borçluyum sana
Tenimin acımayan her bir noktası kadar
Rahatlık borçluyum sana, kazara dişlerim ağrıyacak olsa
Her biri için harcıyacağım zaman senin
Tenim her noktasından yırtılacakmış gibi acıyacak olsa
Kendi kendime dar geleceğim huzursuz günler senin

Gafletin koynunda, özlemin yolunda
Gafletin koynunda, özlemin yolunda
Vuslatın sonunda pişmanım Allah’ım
Bir garip, kapında bekler, Allah’ım
Vuslatın sonunda pişmanım Allah’ım
Bir garip, kapında bekler, Allah’ım

Neyi kimden kaçırıyorum ki ben, ey Rab’bim?
Aldanıyorum, kendimi aldatıyorum
Bu kadarla kalsa iyi, gün oldu usandım
Sabırımı tükettim, tükendim
Kendime yontmaya heveslendim
Benden istediğin zamanı çok gördüm
Benden istediğini benim için istediğini bile bile
Huzurunda huzursuz durdum
Günümü delik deşik etmeni
İşimin arasına kesintiler sokmanı
Hayatımın ortasına duraklar koymanı
Uykumu bölmeni lüzumsuz gördüm
Beni bana bıraklarla durdum huzuruna
İçim başka bi’ yerlerin türküsünü söylerken
Ben seccademde belki sadece bedenimle mıhlı kaldım
Oysa sen, dilersen dar edebilirsin zamanı bana

Korkulu bir savaşın orta yerinde
Ateş ve kan kusan bombaların altında
Günümü de, işimi de, uykumu da hatta rüyalarımı da
Delik deşik etmelerini takdir edebilirdin
Düşmeyen bombalar kadar
Tenime uğramayan sancılar kadar
Yöreme uğramayan kaygılar kadar
Farkına varamadığım sessizlikler kadar
Genişlik borçluyum sana
Ben neyi kimden saklıyorum ki?

Öylesine bi’ pazarlık benimkisi
Tuhaf, anlamsız, ama pazarlık işte
Kendimi bir yere koyuyorum, seni bir başka yere
Kefenin birinde benim istediğim
Öbüründe senin dilediğin
Sanki benim istediğim senin dilediğinin dışındaymış gibi
Senin dilediğin benim isteklerimin aleyhineymiş gibi
Bi’ tür pazarlık yani, öyle içten pazarlık ki bu
Kendime bile söyleyemiyorum
İtiraf ediyorum, gözlerimle birlikte
Gönlümü de secdene kilitlemeye çok gördüm kendime
Kendimi sıfırlamayı secdede
Benliğimi hiçe indirmeyi beceremedim
Ensemde kaderin sıcacık nefesini hissedicek
O teslimiyetin vadisine bir türlü inemedim
Acelem vardı, anlımı koyduğum gibi kaldırdım seccadeden
Bütün benliğimle aşağı inemedim
İşim vardı, secdemi kısalttım
İşime zaman kazandım
Secdeye kalbimi de sığdırmaya çalışmadım

Uykum vardı, secdemi sığ bırakıp uykumu derinleştirdim
Ey Rab’bim, itirafımdır, şuracıkta söylüyorum
Bencilliğimi de sırtıma alıp rükularda eritemedim
Bedenim eğilirken huzurunda
Emrolunduğum gibi dosdoğru olmanın ağırlığını sırtıma almayı
Hep erteledim
Sırası değildi, hele dur, sonra da olurdu
Oysa, sen dileseydin
Sevdiğimin cılız nabızlarının eşliğinde
Loş ve neşesiz bir yoğun bakım odasında
Uykusuz, kaygılarla dolu, umutsuz
Çaresizlik içinde, ürpertiyle, korkuyla
Secdeden sakladığım gözümü, gönlümü
Bir mönitörün ekranına kilitleyebilirdin

Dileseydin, yeryüzünün sükunetini bir anda kesip
Küçücük bir duvar kıpırtısının gölgesinde
Mini mini bi’ sarsıntının beklentisi içinde
Secdene çok gördüğüm saçlarıma aklar düşürebilirdin
İçten pazarlık mı denir buna? Bilmem
Ben biliyorum, sen beni, benim bildiğimden daha iyi biliyorsun
Bir sen duydun beni ey Rab’bim, sırrımı bir sen bildin

Kendimi gereksiz görürken seccadenin üzerinde
Dudağım anlamına yetişemediğim kelimeler için oynarken
Sen beni söylediğimden fazlasıyla duydun
Söyleyemediğimi de, dile getiremediğimi de bildin
Ruhumu alıp uzaklara gittiğim halde
Bir bedenimi bıraktığım halde huzurunda
Kovmadın beni kapından
Yanında tuttun, yakınlığında tuttun, itirafımdır

Öyle anlatıldığı gibi özlemeyi beceremedim henüz namazı
Aradan çıkarmaya çalıştığım oldu
Geçiştirdim, bir sorundu, çözdüm, hallettim
Selam verip sonra yaşamaya başladım
Yaşamayı namazın içinde aramalıydım, ama olmadı işte
Kafa tuttum açıkça, ayak diredim, pazarlık ettim
Ama sen utandırmadın, yine, yine, yine huzuruna aldın beni
Her secdede, rahmetinle okşadın anlımı
Her rükuda aferinler fısıldadın gönlüme
Her vakit, yeni bir sayfanın aklığına çağırdın ruhumu
Yüzüme vurmadın, azarlamadın beni, aşağılamadın
Hepten umut kesmedin benden, yok saymadın, utandırmadın
Ey Rab’bim, benim içimin içini bilen Rab’bim
Pazarlık ettiğimi seninle, bir sen bildin
Kimselere söylemedim, bir sana açabilirim içimi
Bir sen ayıplamadın beni çünkü, ben böyleyim işte
Yine bana aitlerin hesabındayım
Oysa, her şey sana ait, ben bile bana ait değilken
Ben senden neyi sakınıyorum, ey Rab’bim?
Niyedir bu pazarlık? Nedendir? İşte böyle
İtirafımdır, kimseye söyleyemediğim
Kimselere diyemediğim, yalnız sana söylediğim
Öyle ya, başka kime söyliyim?
Başka kimin anlayışından medet umayım?
Ben böyleyim Rab’bim, dil sizin, çare sizin

SENAİ DEMİRCİ

SENAİ DEMİRCİ “SABAH NAMAZI”

Okuma Alışkanlığı Nasıl Kazanılır? | Psikolog Doç. Dr. Mehmet Dinç 

Doç. Dr. Mehmet Dinç – Öz’e Yolculuk 2023

Bakmak ve Görmek Arasındaki Sır! | Söz Medeniyeti | Bekir Develi & Hayati

Çocukluğumuz Anavatanımızdır | Söz Medeniyeti | Bekir Develi & Hayati İnanç 

Sıhhat Bulduran Seyahat | Söz Medeniyeti | Bekir Develi & Hayati İnanç

Deliller Şerefsizdir! | Söz Medeniyeti | Bekir Develi & Hayati İnanç 

İnsan Bu – Duamız Olmasa…

Ey inananlar! Zannın birçoğundan sakının. Kuşkusuz bazı zanlar günahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız, bir kısmınızın gıybetini yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Öyleyse Allah’a için takva sahibi olun. Kuşkusuz Allah, Tevbeleri Kabul Eden’dir, Rahmeti Kesintisiz’dir. / Hucurat 12

Haset eden kişiler, kendilerinde yeterli benlik saygısı ve özgüven hissi bulamadıklarında, başkalarının başarılarına karşı kıskançlık ve çekememezlik hissi duyabilirler.

“Zandan uzak durun. Zira zan, sözün en yalanıdır. Birbirinize kulak misafiri olmaya çalışmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.” (Müslim, Birr, 28)

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki bir kişi iyilik namına kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Nesâî, Îmân ve şerâiuh, 19)

“Bir kulun kalbinde iman ile haset bir arada bulunmaz.” (Nesâî, Cihâd, 8)

Allahım
Nimetinin zevalinden
Verdiğin afiyetin gidivermesinden
Musibetin birden bire gelivermesinden
Bütün gazabından
Sana sığınırım
Allah’ım uyduk biz ona hiç görmeden
İkl cihanda onu görmekle nimetlendir bizi
Sabit kıl kalbimizi Onun muhabbeti üzre
Daim kıl bizi Onun sünneti üzre
Kat bizi Onun ümmetine
Haşret bizi Onun kurtulmuş zümresi için
Doldur kalbimizi Onun muhabbetiyle

Ne atanın ne malın ne evladın fayda verdiği o günde
Seçilmişlerin varacağı havzına vardır.
Ve doyumsuz kasesinden içir bizi ve
Kolaylaştır onun haremini ziyareti bize
Ölümümüzden önce ,ve kabul buyur bizden
Dua ve tazarrumuzu Ya ERHAMERRAHİMİN

Yazın ortası, sıcağın ortası, imtihanın ortası kevserim ol
Selsebilim gölgem ol, serinletenim tesellim ol
Ferahlatanım, ve herkes beni bıraktığında ,ben beni bıraktığında Sen beni bırakma Rabbim.

Ey Rabbimiz bizi batıldan Hakka eylet. Bizi karanlıktan aydınlığa eriştir. Bizi ölümden ebediyete ulaştır. Selam sensin ,selam senden. Ya Rabbi Resulunun Aleyhisselativesselam yüzünün suyu hürmetine , Kerbela ‘da akan kan ayrılık gecesinden Ağlayan göz aşkının yolunda sürünen yüz dertlilerin Hazin gönlü ve canlara tesir eden yakarışlar hatırına Lütfunu bizimle beraber kıl ve muhafazanı bizden eksik etme Ya Rabbi

Ya Rab islam ehline yardımcı ol. Düşmanın elini bizden uzak tut. Günahımıza değil candan ve gönülden gelen ahımıza bak. Kuşat beni Rabbim, beni yanında tut. Kötülüğü benden uzak eyle. Kuşat beni Rabbim, ümidi kalbimde tut. Şüpheyi kalbimden uzak eyle. Kuşat beni Rabbim ışığı bana yakın tut. Karanlığı benden uzak eyle. Kuşat beni Rabbim, huzuru benimle bırak. Kötülüğü benden uzak tut.

Ya Rab kalplerimizi ilminle süsle. İbadetinle bütün azalarımızı güzelleştir, Takva ile keramete kavuştur. Allah’ım ben senden razı olarak, sende benden razı olarak. Al canımı, Ulu Allah’ım şu karanlık yolları bizi. Sana ulaştıran yollar et. İhtirasla kilitlenmiş kulları birbirini kucaklayan kullar et. Muhabbetin gönlümüzde hız olsun Önümüzde uçurumlar düz olsun Yolumuzda dikenleri güller et. Delaletle bırakıpta insanı yapma arzın en korkulu hayvanı. Unutturma doğruluğu, vicdanı Bizi sana layık olan kullar et. Benimle kal akşam vakti çöktüğünde, Karanlıklar derinleşirken Rabbim benimle kal, duy beni Rabbim kırık bir kalp en iyi parça. Allah’ım Selin bir kalple huzuruna çıkanlar hariç malın ve evladın Hiç bir yararının olmadığı o gün senden aman diliyorum.

Zalimin hasretle ellerini ısıracağı ve keşke ben Resulullah’a itaat yolunu tutsaydım diyeceği gün de senden aman diliyorum.

Günahkârların yüzlerinden tanınacağı, saçları ve ayaklarından tutulacağı o gün. Senden aman diliyorum.

Hiç kimsenin kimseye faydasının olmadığı hükmün yalnız Allah’a has olduğu o gün Senden aman diliyorum. Aman diliyorum Yarab. Yarab dilimi Sana yakarışın lezzeti, sözümü Senin hoşnutluğunun Serveti, varlığımı sonsuz lütfunun demeti eyle.

Ey Mevlam Sen bahşedensin ben ise dilenci; Dilenciye Bahşedenden başka kim merhamet eder ki.
Sahte yardımcılar tükenince ve huzur kaçınca yardımsızların yardımı Rabbim, benimle kal.

Zihnimle yaptığım zorbalık için ey Rabbim. Sözümle yaptığım zorbalık için ey Rabbim. Bedenimle yaptığım zorbalık için ey Rabbim. Senden af diliyorum bağışla beni, bağışla.

Kibirle dolaştırma beni, önyargılarla oynaştırma beni. Hayırların dostluğundan uzaklaştırma beni.

Allah’ım masumiyet perdesini yırtan günahlarımı affet.
Allah’ım bedbahtlıkların inişine sebep olan günahlarımı bağışla.
Allah’ım nimetlerini değiştiren günahlarımı affet.
Allah’ım duaların kabulünü engelleyen günahlarımı bağışla.
Allah’ım belalar getiren günahlarımı affet.
İşlediğim bütün günahları, yaptığım bütün hataları bağışla.
Zikrinle Sana yaklaşıyorum ve kendi hürmetine Senden şefkat diliyorum.

Cömertliğinden beni Kendine yaklaştırmanı diliyorum. Bana şükrü öğretmeni ve zikrini ilham etmeni diliyorum. Allah’ım Senden huzur, tevazu ve hûşu istiyorum. Ve bana müsamaha etmeni bana merhamet etmeni Ve bana verdiğine beni razı ve kanaatkar kılmanı Beni her durumda mütevazi eylemeni diliyorum.

Kurtar beni Ey Allah’ım. Çünkü sular canıma kadar girdi, feryadımdan yoruldum. Boğazım kurudu. Kurtar beni Ey Allah’ım, kurtar. Rabbimiz bizleri dua edememe illetinden koru Ve hepimizi rızana ve cemaline ermek dileğiyle korku ve ümitle Gece gündüz Sana dua edip yalvaran kullarından eyle.

Bütün ümitler sana bağlıdır, ümitsizliğe düşürme bizi,
Ümit ver hepimize, fazlından fazla fazla ver bize,
Ey biricik ümidimiz! Senin adaletindir güvendiğimiz,
Hiçbir hak senin yanında zayi olmaz, biliriz,
Hiçbir suçlu senin adaletinden kaçamaz, eminiz,
Zalimlerin katı kalplerine adaletinin korkusunu sal,
Ey adaletinden severek çekindiğimiz,
Bütün iyilikler sendendir biliriz, zillete düşürme bizi,
Perişan etme hiçbirimizi, iyilik ver bize, bolluk ver,
Hayır ver hepimize.

Ey keremini umduğumuz!
Affet bizi, bağışla biz isyankarları,
Affını umuyoruz, gufranını diliyoruz,
Ey bağışlamasını dilediğimiz! Sensiz sahibimiz,
Mülkündedir herşeyimiz, elimizde olanlar senin elinden,
Sahip olduklarımıza sen sahipsin, mülkünde yer ver bize,
Ey Biricik varisimiz! Saltanatın sınırsızdır senin,
Saltanatlar sensiz hükümsüzdür,
Sana kullukla sultan eyle bizi, Sana itaatle şereflendir hepimizi,
Hiç bitmeyen saltanatında ihya eyle bizi.
Ey biricik sultanımız! Gördüklerimiz hep seni gösterir,
Duyduklarımız hep senden söz eder, sevdiklerimiz hep seninle sevilir,
Gözümüzü senin ayetlerinle nurlandır, işitmemizi seni ananları duymakla güzelleştir,
Kalbimizi seni sevmekle sevindir, seni sevenleri sevmekle güzel eyle kalbimizi,
Ey biricik göz aydınlığımız! Rahmetin herşeyi kucaklamıştır senin,
Herşey her halinde her an, rahmetine muhtaç senin,
Rahmetini yay kalbimize, merhametini dokundur tenimize,
Şefkatinle ferahlık ver ruhumuza.
Ey rahmetini umduğumuz!

Gazabın haktır biliriz, isyanımız kızdırır cehennemin alevlerini,
Kahrına galip getir rahmetini, gazabını uzak eyle bizden,
Ey rahmetine sığındığımız! Herşeyin bilgisi senin yanında,
Olmuş olacak, gizli aşikar ne varsa hepsi senin ilminde,
Hiçbirşey meçhul değil sana, biliriz,
Bize eşyanın hakikatini bildir.
Ey bilmediğimizi bize bildirenimiz!
Sen ki nefsimize çekemeyeceği yükü yüklemezsin biliriz,
Herşeyin anahtarı senin yanında, zorluklarımızı lütfunla kolaylaştır,
Meşakkatlerimizi rahmetinle hafiflet, kederlerimizi şefkatinle gider,
Ey kederleri açıp, meşakkatleri kaldıran rabbimiz!

Sendendir bütün nurlar, nur ver bize, aydınlat ufkumuzu,
Ey NUR! Sensin nurları nurlandıran, sendendir ışık, sendendir gölge,
Gözaydınlığı ver bize, aydınlat aklımızı.
Ey NUR! Sensin nurları tasvir eyleyen, sendendir suret sendendir renk,
Yüzümüzü kara çıkarma, alnımızı ak eyle.
Ey NUR! Sensin nurları yaratan, sendendir bütün aydınlıklar, karanlıkta bırakma bizi, yolumuzu aydınlık eyle.
Ey NUR! Sensin Nurları takdir eyleyen,
Sendendir bütün sabahlar, nursuz bırakma bizi, gönlümüzü aydınlık eyle,
Ey NUR! Sensin nurların tekbirini gören, sendendir bütün aydınlanmalar,
Gölgede bırakma bizi, Nur’umuzu daim eyle.
Ey NUR! Sensin nurlardan önceki NUR, senin yaratmanla başlar bütün nurlar,
Yokluğun karanlığında bırakma bizi, başımızı Nur eyle.
Ey NUR! Sensin Nurlardan sonraki NUR, senin taktirinle tamam olur bütün nurlar,
Kabrin karanlığında bırakma bizi, sonumuzu Nur eyle. Ey NUR! Sensin nurlar üstündeki NUR, senin yüceltmenle yücedir bütün nurlar,
Semamızı Nursuz bırakma, üstümüze nur eyle.
Ey NUR! Sensin nurlara benzemeyen NUR, senin tecellilerinle aşinadır bütün nurlar bize,
Nur üstüne Nur ver bize, Nurumuzu Nur eyle.
Ey NUR! Seni kusurdan tenzih eder, noksanlıktan takdis ederiz,
Senden başka ilah yok ki bize medet eylesin,
Bir tek SENSİN, Bir tek Sensin kurtuluşumuz, Bir tek sensin sığındığımız,
İman ver bize, kurtuluş ver hepimize,
Bizi hiçliğin ateşinden kurtar,
Bizi senden uzaklığın cehenneminden al,
Ey Rabbimiz!..
Âmin

Senai Demirci-Bize Seni Sevecek Yürekler Ver

99 esma 99 dua Senai Demirci

4 Ayet 4 Psikolojik Çelişki | Dr. Senai Demirci ile Terapi Odası | 13.Bölüm

(Filistinli çocuklara sesleniyorum…)

Bakma sen… Yeryüzünün, fitneyle dolduğuna,
Cehâletin, bu kadar cesaret bulduğuna;
Bakma sen.. Zâlimlerin hükümrân olduğuna;
Firavunlar, Kârunlar, Berzah’ta beklemede
Hepsi hesap verecek, o Büyük Mahkeme’de…

Bakma sen.. Dalâletin îtibâr gördüğüne,
Zilletin, zirvelerde saltanat sürdüğüne,
Bakma sen.. Adâletin, yerde süründüğüne;
Bil ki; bütün deliller, Ukbâ’da beklemede,
Terazi çok hassastır, o Büyük Mahkeme’de…

Bakma sen.. Zorbaların, heybetli durduğuna,
Fâsıkların, şeytanla ittifak kurduğuna.
Bakma sen.. Ekranların ahlâkı vurduğuna;
Gör ki; bütün kâinat, sabırla beklemede,
Susanlar konuşacak, o Büyük Mahkeme’de…

Varsın olsun.. Çatıda, münâfıklar fırkası,
Çağdaşlık maskesinde, siyonizm markası.
Varsin olsun.. Dünyada, nâmertlerin arkasi;
Bütün şehit kanları, toprakta beklemede,
Boğacak gâfilleri, o Büyük Mahkeme’de…

Varsın olsun.. İslamı, yobazlığa yoranlar,
Müslümana mürteci, damgasını vuranlar,
Varsın olsun.. Üzülme, Hakk’a tuzak kuranlar;
Kıyamet buyruğunu, İsrafil beklemede,
Son hüküm Allah’ındır, o Büyük Mahkeme’de…

Varsa ki; Allah için, çektiğin zerre çile,
Getiriyorsan eğer, Hakk için hakki dile;
Ne çıkar.. Bütün dünya, seni hor görse bile;
Sana şâhitlik için, melekler beklemede;
Mazlumun âhı kalmaz, o Büyük Mahkeme’de…

CENGİZ NUMANOĞLU

Beşerin temeli, bir küçük cenin, Can vermeye gücü yetmez kimsenin, Kâinat denilen, dev değirmenin, Suyu nerden gelir, farkında mısın?

Yıldızlar bir adım yolundan şaşmaz.
Dağlar haddin bilir, denizler taşmaz.
Karıncanın yükü, boyunu aşmaz.
Bunca dengelerin, farkında mısın?

Bu dünya, uzunca bir yolun başı, O mezar dediğin, bir sınırtaşı, Ömür, iki günlük îman savaşı, Her an bitebilir, farkında mısın?

Senin sahibin var, yokluğa kanma,
Sana senden yakın, uzakta sanma,
O’na tüm kâinat, dar gelir amma,
Bir gönüle girer, farkında mısın?

Cehâlettir, O’nu inkâr nedeni, Ne mümkün görmemek, O var edeni, Beyin yönetirken, bütün bedeni, Beyni kim yönetir, farkında mısın?

Etrafına bir bak, gör nicesini,
Gel de çöz, şu insan bilmecesini,
Bazen, ömür bile, tek hecesini,
Çözmeye yetmiyor, farkında mısın?

Kimi, kibir denizinde boğulmuş, Kimi, minnet ile, kula eğilmiş, İnsan olabilmek, kolay değilmiş, O kutsal savaşın, farkında mısın?

Kimi, servetini, sefâya sermiş,
Kimi zekâtını, dürüstçe vermiş,
Kimi, bir lokmanın, şükrüne varmış,
Gerçek zenginlerin, farkında mısın?

Kimi, imân eden, kula çatarken, Korkulara düşer, güneş batarken, Kimi, ona buna, akıl satarken, Kendisi muhtaçtır, farkında mısın?

Kimi, şans ve talih peşinden gider,
Durmadan kadere sitemler eder,
Böylesi kullara, neylesin kader?
Ekmeden biçen yok, farkında mısın?

Ömürler, mevsimler gibi dönerler, Mumlar, yanar yanar, biter sönerler, Yapraklar, sararıp, yere inerler, Toprağa dönerler, farkında mısın?

”Aşk” sözcüğü, günümüzde karmaşa,
Aşklar var, bir gaflet, bir kara maşa,
Ama, bir aşk var ki; gelince başa,
Ölüm kavuşmaktır, farkında mısın?

İnsanlar, el ayak, kol, kafa, beden, Hiçbiri birine benzemez neden? Bir güç, bir irâde var ki, hükmeden, Dört yanını sarmış, farkında mısın?

Gece gündüz, boş hayaller kurarsın,
Kendi gafletine ortak ararsın,
Çıkmaz sokaklarda, adres sorarsın,
Oysa, adres sende, farkında mısın?

Yaşamak, kalbine korku salarken, Ümitsizlik batağına dalarken, Teselliyi, kadehlerde ararken, Seni Yaradanın, farkında mısın?

Nice güzel renkler, dünyayı sarmış,
Siyahın yanında, beyaz da varmış,
Parmakların, kalem tutar, yazarmış,
Elin, kolun varmış, farkında mısın?

Pembe beyaz açan bahar dalını, Mor dağların, yeşilini, alını, O kelebeklerin, ipek şalını, Gören gözün varmış, farkında mısın?

Sonsuzların bile, ömürleri var,
Sanma ki, saltanat, kurumaz pınar,
Mal, canın yongası olsa ne çıkar?
Gölgeler fânidir, farkında mısın?

Yorgun yüzlerdeki, derin izlerde, Sevgiye susamış, muhtaç gözlerde, Boğazlara düğümlenen sözlerde, Ne feryatlar gizli, farkında mısın?

İlaçtan çok, dost gerekir hastaya,
O dost yazılır, yüce listeye,
Bir gönül köprüsü, kuran ustaya,
Ücreti kim verir, farkında mısın?

Tatlı dil, güçlüdür, demir çelikten, Yılan bile duymuş, çıkmış delikten, İnsanlara özgü, bu incelikten, Kimler hisse almış, farkında mısın?

Namus şeref derler, elle tutulmaz,
Şan şöhretle, para pulla satılmaz,
Kumar çöplüğüne, asla atılmaz,
Atıp satanlar var, farkında mısın?

Eğer varsa kulda, vicdan yarası, Karışır, servetin akla karası, İnsan ömrü, iki nefes arası, Kaç adımlık yoldur, farkında mısın?

Sen, fakir arkadaş, düşünme derin,
Bin türlü derdi var, o zenginlerin,
Darılıp küstüğün, kendi kaderin,
Sana siper olmuş, farkında mısın?

Dinle ki, genç ana, bu sözler sana, Böyle yazdım diye, darılma bana, O yavrun sevgiden, şefkatten yana, Biraz aç görünür, farkında mısın?

Aklı tutsak eden, dar sınırları,
Geç de gör, âlemde nice sırları,
Yazan, yazmış amma, bu satırları,
Neden, niçin yazmış, farkında mısın?

CENGİZ NUMANOĞLU

“Daha Kur’an Ne Desin” – Prof. Dr. Mehmet Emin AY

Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size de merhamet edilsin! Araf 204

17.11.2023

Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında;
Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında.
Kalbin katı… Gözün kör… Başın kibir dağında
Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin,
Ey eşref-i mahlûkat! .. Daha Kur’ân ne desin! ..

Özgürce seçmen için, iki yoldan birini;
Apaçık bildiriyor, bütün ayetlerini.
Ya Peygamber, ya şeytan… Seç diyor rehberini;
Öyle seç ki; sırattan rüzgar gibi geçesin,
İlle şeytan diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Ya Cennet bahçesidir, ya ateştir o mezar,
Mekân var mı dünyada, öyle derin, öyle dar?
Hiçbir şey yakın değil, insana ölüm kadar.
Diyor ki; hesabı var, aldığın her nefesin;
Mezarlar konuşurken… Daha Kur’ân ne desin! ..

Malın, mülkün, şöhretin, dünyada herşeyin var;
Ya dünyadan Rabb’ine, götürecek neyin var?
Bana yeter diyorsan, şu üç günlük itibar;
Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin,
Bunlar masal diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Âyet diyor ki; eğer, dağa inseydi Kur’ân;
Paramparça olurdu.. Dağ, Allah korkusundan.
Hangi insan durup da, ibret almaz ki bundan?
Sen ki, bir dağ yanında, ne kadar da cücesin,
Haddini bilmen için.. Daha Kur’ân ne desin! ..

O münezzeh ruhundan, ruh vermekle insana;
Erişilmez bir şeref, bahşetti Allah sana,
Ne kadar sevdiğini, buradan anlasana!
Sen ki; taparcasına, kendine kul kölesin,
Nefsini put yapana.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Bir gün var ki; çok yakın, dağların yürüdüğü,
Göklerin, güneşleri önünde sürüdüğü,
Kâinatı toz duman, dehşetin bürüdüğü;
Kıyâmet senaryosu, oyun değil bilesin;

Hâlâ ürpermiyorsan.. Daha Kur’ân ne desin! ..

O büyük mahkemede, bütün diller susacak;
Konuşacak bu defa, göz, kulak, el, kol, bacak.
Uzuvlar birer birer, haramları kusacak;
Açılacak önünde, defterleri herkesin;
Kendine gelmen için.. Daha Kur’ân ne desin! ..

O gün, buyruk verenler, buyruğa baş eğecek,
Cehennem öfkesinden, köpürüp kükreyecek,
Ve doldun mu dedikçe, daha yok mu diyecek;
Yandıkça o deriler, değişecek bilesin;
Hâlâ secde yok ise.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Gör ki, dünya sırtında, nice insan taşıyor;
Kimi yaşarken ölmüş, kimi ölmüş yaşıyor.
Kimi Arş-ı Âlâ’ya dolu dizgin koşuyor;
İşte Cennet.. İşte sen.. Gayret et ki giresin;
Ey! Eşref-i mahlûkat! .. Daha Kur’ân ne desin! ..

CENGİZ NUMANOĞLU

Babam derdi ki yavrum! Küçüğü küçümseme;
Küçücük bir darbeden, kalp kırılır mı deme.
Orman nasıl yanarsa, bir kibriti çakmakla;
Hayırlar da kül olur, bil ki başa kakmakla…

Babam derdi ki yavrum! Kibir şeytana hastır,
Şeytanla dost olanın, âkibeti iflâstır.
Dünya hırsı doyurmaz, yedikçe aç kalırsın;
Kibirde yükselirsen, kabirde alçalırsın…

Babam derdi ki yavrum! Çürük tahta boyanmaz;
Boyansa da sıratta, ilk adıma dayanmaz.
Bil ki; o gün ameller, karşımızda duracak;
Önce kendi nefsimiz, bizden hesap soracak..

Babam derdi ki yavrum! Dostun postuna kanma,
Allah’tan başkasına, güvenip de yaslanma.
Var gününde sevilir, el üstünde olursun;
Dar gününde kendini, yapayalnız bulursun…

Babam derdi ki yavrum! Öfke kanla beslenir;
Şeytan âdemoğluna, “öldür! ” diye seslenir.
Vehimler, vesveseler, öfkeye katran döker,
Şeytan ancak, eûzu besmeleyle diz çöker…

Babam derdi ki yavrum! Kimseye sır yükleme,
Hiç kimseden sınırsız, bir sadâkat bekleme.
İnsan pervane gibi, rüzgâr bulunca döner,
Gündüz fener kesilir, gece olunca söner…

Babam derdi ki yavrum! Şükredip duruyorum.
Açgözlü insanlara, hep şunu soruyorum:
Bir avuç kara toprak, üç metre kefen için,
Cehenneme bu kadar, ısrarla talep niçin? ..

Babam derdi ki yavrum! İnsanoğlu savrulur,
Kalpler ancak Allah’ı, anmakla huzur bulur.
Makam, mevki, para, pul, insan olmaya yetmez,
İnsanda irfan yoksa, ceset beş para etmez…

Babam derdi ki yavrum! Borç insana tasmadır,
Kölelik fermanına, hem de mühür basmadır.
Fâizin güler yüzlü maskesine aldanma;
O şeytan sarmalına, düşen kurtulur sanma…

Babam derdi ki yavrum! İnsanoğlu nankördür,
Herkeste kusur görür, kendi nefsine kördür.
O kaskatı kalbini, tarife taşlar yetmez;
Allah affeder amma, insanoğlu affetmez (!) …

Babam derdi ki yavrum! Diplomalı câhiller;
Kur’ân’a kin üreten, bir zümreye dahiller.
Hiçbiri kurtulamaz, girdiği dar kafesten;
Ve hiçbiri utanmaz, tükettiği nefesten…

Babam derdi ki yavrum! Ölüm herkese yakın;
Onunla arkadaş ol, kaçmaya kalkma sakın.
Ölümle barışırsan, ömürle barışırsın;
Yoksa her türlü şerde, şeytanla yarışırsın…

Babam derdi ki yavrum! Rabb’inedir dönüşün;
Huzuruna çıkacak, yüzün var mı? Bir düşün.
Sırattan geçmek için, iki kanat gerekli;
Biri Kur’ân.. Biri de, düşünmektir sürekli…

Babam derdi ki yavrum! Dedikodu zillettir;
Dilden dile bulaşan, kronik bir illettir.
Kur’ân; uzaklaş diyor, gıybetin vahşetinden;
Çünkü insan tiksinir, ölmüş kardeş etinden…

Babam derdi ki yavrum! Dîne hurâfe katma;
Türbede mum yakıp da, şirki din diye satma.
Yanlarında dururken, Kur’ân gibi bir liman;
Gör ki; şirk denizinde, boğuluyor müslüman…

Babam derdi ki yavrum! Şerde hayır arama;
Unutma ki şeytanlar, bal dökerler harama.
İnsan nefsi zayıftır, aç gözlüdür.. Bilesin.
Sabrı silah eyle ki; ona gâlip gelesin…

Babam derdi ki yavrum! Bu yol hayat yoludur,
Tehlikeli virajlar, kavşaklarla doludur.
Dikkat et.. Kur’ân’daki kırmızı ışıklara,
Kazâ yaparsan eğer, suçu kendinde ara…

Babam derdi ki yavrum! Rabb’imiz lütufkârdır,
Her zorluğun sonunda, mutlak kolaylık vardır.
Ümitsizlik; şeytanın kurduğu bir tuzaktır,
Allah’a yaklaşanlar, tuzaklardan uzaktır…

Babam derdi ki yavrum! Kendini helâk etme;
Câhillerden yüz çevir, boşa nefes tüketme.
Çünkü canlı cesetler, ne görür, ne duyarlar;
Onlar, “çağdaş” putların, buyruğuna uyarlar…

Babam derdi ki yavrum! Kadere küsme sakın;
Bil ki; seni Yaratan, sana senden de yakın.
Ne gaflet, ne cehâlet, ne sefâlet kaderdir;
Allah ancak sabreden, kullarla beraberdir…

Babam derdi ki yavrum! Pişmanlık kurtuluştur;
Vicdanla yüzleşerek, yeniden varoluştur.
Pişmanlık; yanmak değil, yanınca sönmemektir,
Hakk yolundan bir daha, geriye dönmemektir…

Babam derdi ki yavrum! Sık gidersen dostuna;
Bir gün eşik dibinde, yer bulursun postuna.
Kendini bilmeyenin, bil ki dinmez gözyaşı;
Çünkü sonunda çatlar, dostun da sabırtaşı…

Babam derdi ki yavrum! Özgürlük zihindedir;
Aklı selim beyinler, zindanda da zindedir.
Nice köleler var ki; iffetin kalesidir,
Nice sultanlar var ki; nefsinin kölesidir…

Babam derdi ki yavrum! “Çağdaşlık” dedikleri;
Çürümüş bir ahlâkın, erozyon delikleri.
Moda sık sık değişen, bir hevâ dürtüsüdür;
Oysa hiç değişmeyen, iffetin örtüsüdür…

Babam derdi ki yavrum! Bilmeceler kolaydır;
Lâkin insanı çözmek, inanılmaz olaydır.
Kimi durur sınırda, kimi yıkar bendini,
Kimi pişer ateşte, kimi yakar kendini…

Babam derdi ki yavrum! Herşey açık bu dinde;
Şeytana dikkat diyor, yüzdoksan âyetinde.
Ne yazık ki; insanlar, bu çığlığı duymuyor;
Hayvanları ürküten, vahşetine doymuyor…

Babam derdi ki yavrum! İnsanoğlu aldanır;
Servetini gördükçe, kendini Kârun sanır.
Secde eder, tapınır, kotrasına jipine;
Bilmez ki; nice Kârun, girdi yerin dibine…

Babam derdi ki yavrum! Kürsülere boş çıkma;
Seni dinlemek için, koşup geleni sıkma.
Mikrofon buldum diye, uzatırsan sözünü;
Dinleyen önce esner, sonra yumar gözünü…

Babam derdi ki yavrum! Hayvanları yermeyin,
Onlar sözden anlamaz, ahlâk dersi vermeyin.
Edep, hayâ, haysiyet, ancak insanı bağlar,
Bu durum hayvanlara, özgürce (!) yaşam sağlar…

Babam derdi ki yavrum! Secde şuur demektir;
Şuur yoksa, ameller, beyhude bir emektir.
Nefsanî fırtınalar, îmânı söndürmesin,
Sen gafleti öldür ki, o seni öldürmesin…

Babam derdi ki yavrum! Zehirde bal arama;
Nefsin istese bile, dönüp bakma harama.
Zinâ câziptir.. Çeker yaklaşanı bir anda;
Ona yaklaşmak bile, yasaklanmış Kur’ân’da…

Babam derdi ki yavrum! Fitne katilden beter;
Bir fitne; yüzbinlerce, insan katline yeter.
Fitneler; toplumları önce kinle yoğurur;
Sonra da akıl dışı, katliamlar doğurur…

Babam derdi ki yavrum! Bütün dertler bir yana,
Kur’ân da, ümitsizlik haramdır müslümana.
Her çilenin bir ecri, gecenin fecri vardır;
İnsanın selâmeti, ancak sabrı kadardır.

CENGİZ NUMANOĞLU

Günlük hayatımızda Allah için terk ettiğimiz, yapmadığımız belli başlı olayları sayarak durduğumuz yeri belirlemeye çalışalım. Bakalım o günün zararla mı kapattık, kârla mı?

Bu gün Allah için hiç gıybet yapmadım.

Bu gün Allah için hiç yalan söylemedim.

Bu gün Allah için hiç trafikte gözü açıklık(!) yaparak kimsenin sırasını almadım.

Bu gün Allah için hiç Nam-ı Celil-i Subhani’yi gittiği her yere götüren Allah dostları hakkında suizanda bulunmadım.

Bu gün Allah için Müslümanlara zararları yüzyıllardır bilinen çevrelerle anlaşılmaz bir hırs ve çekememezlik yüzünden iş birliği yapmadım.

Dünya ve dünyalık için, mevki makam hırsıyla hiç kimseye iftira atmadım,

Bir tek gönlü bile kırmaktan yılandan akrepten çekindiğim gibi çekindim.

Bu gün Allah için hiç faize el uzatmadım.

Bu gün Allah için hiç yetim hakkı yemedim.

Bu gün Allah için hiç insanların ellerindeki avuçlarındakini “ortak olalım” diyerek alıp üzerine yatmadım.

Hiç şüphesiz bunların sayısını da çoğaltabiliriz. Günlük hayatımızı yaşarken az da olsa günaha karşı böyle mesafeli bir duruşla yaşamaya gayret edersek, zaten sonsuz merhamet sahibi Rabbi Rahimimiz de sevap yollarını kolaylaştıracaktır. Bir kere sevap yolu kolaylaşan insanın dünyası da ahireti de Allah’ın izniyle cennet asa baharlara dönecektir. Böyle insanlara bir de Cenab-ı Hakk’ın müjdesi var: “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 277)

İstikamet bu yönde olduktan sonra başkaları ne derse desinler, ne iftiralarda bulunurlarsa bulunsunlar, sizin bulunduğunuz ufku Kur’an bildiriyor. “Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” Yani Korkmayın, gevşemeyin, inanıyorsanız mutlaka üstünsünüz. Siz Allah’a hakkıyla itimat edin Allah, kendisine ve peygamberlerine düşman olanların hakkından gelecektir.

akit

Kalbini bağla ki, Hâkk kemendine,
Düşme, mahşer günü, yargı derdine,
Sen, kendi yargıcın, ol da kendine,

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Bir gönül kapısı, bulup çaldın mı?
Bir sevgi seline, boyca daldın mı?
Bir dosta bedelsiz, selâm saldın mı?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Seher vakti kalkıp, vecde daldın mı?
Nûrlar dağılırken, payın aldın mı?
Hâkk aşkına, kâlbi şâhid kıldın mı?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Bilmediğin, bilenlere sordun mu?
İlimle aranda, köprü kurdun mu?
Zarar ve kârını, hayra yordun mu?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Ezelî rızkına, râzı oldun mu?
Sabır sofrasında, lezzet buldun mu?
Îmânla şükredip, huzur doldun mu?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Gafleti, gayretle, yarıştırdın mı?
Alnını, secdeyle barıştırdın mı?
Bir akraba sorup, soruşturdun mu?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Kibir dağlarından, inip geldin mi?
Zorda kalmış, bir kişiyi bildin mi?
Sana borcu vardı, onu sildin mi?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Merhamette, Hâkk serveti buldun mu?
Komşu kederiyle, ortak oldun mu?
Bir yetimin, şefkâtiyle doldun mu?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Acılar görünmez, gözler baksa da,
Her ateş, düştüğü yeri yaksa da,
Hasta, bir dost bekler, ümit yoksa da,

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Gönül gözlerini, açıp baksana,
Veren, neler vermiş, dünyada sana,
O’na gönderdin mi, bir hamd ü senâ?

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Gramla yazılır, yaptığın hasat,
Bir zerre noksansız, çıkar yedi kat,
Tükenen her nefes, kaybolan fırsat,

De ki; Allah için, ne yaptın bugün? ..

Cengiz Numanoğlu

Comments are closed.