


“İş Yerinden Soğutan Nedenler”in bir diğeri de takdirsizlik. Bazı insanları mutlu etmek zordur. Bazılarını ise imkansız! Konu iş hayatı olunca bu durum içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Ne yaparsanız yapın, ne kadar başarılı işlere imza atarsanız atın, sarf ettiğiniz çaba ya da ortaya koyduğunuz performans için herhangi bir olumlu reaksiyon alamadığınızda, kıdem ve mevkiniz ne olursa olsun motivasyon kaybı yaşarsınız. Ast konumunda çalışanlar içinse durum biraz daha hassas ve kritiktir. Potansiyelini ispat etmek ve bir adım öne çıkmak için efor sarf eden bir çalışanı görmezden gelmek, yakaladığı başarılara zaten göreviymiş gibi görmek; personelin önce özgüvenini kıracak, ardında da o personelde “Zaten ne yaparsam yapayım yöneticimi memnun edemiyorum” algısına neden olacaktır. Bu da çalışanı kurumdan soğutacaktır. / Elif İrem YAVUZER

YAKALADIĞI BAŞARILARA
Bir başka yöntem olarak da, İK departmanı; belli zamanlarda, personellerle birebir görüşmeler yaparak personellerin kuruma ya da kurum şartlarına ilişkin talep, öneri ve şikayetlerini dinler. Sonra da bunları ilgili kişi ya da birime raporlar. Bu tarz iletişim ağlarının kurulmadığı örgütlerde çalışanlar, yaşadıkları birkaç sorundan sonra muhatap bulamadıkları düşüncesine kapılacak ve daha fazla ciddiye alınmak için farklı arayışlara gireceklerdir.
Gerçek Olduğu Halde Değilmiş Gibi Hissettirilen Mazeretler. İş Yerinden Soğutan bir diğer neden bahanelerdir. Farz edin ki bir annesiniz. Bebeğiniz bütün gece ateşler içinde yandı. Hastaneydi, acil servisti derken sabaha karşı eve vardınız. Yaşadığınız psikolojik yıpranmanın yanında, fiziksel olarak da bitmiş durumdasınız. Yöneticinize durumu bildirip, ertesi gün kendiniz ve en çok da bebeğiniz için izin istemeyi düşünüyorsunuz. Fakat bir taraftan da içiniz içinizi yiyor. Kendi kendinize şöyle bir düşünceye kapılıyorsunuz; “Mesaj mı atsam yoksa direkt arasam mı?” Çünkü, karşınızda sizi sürekli kontrol etmeye çalışan, açığınız varmış gibi davranan, her hareketinizi defalarca sorgulayan, sunduğunuz sebepleri bahane olarak yorumlayan bir yönetici var. Bu durumun bir adım sonrasını tahmin etmek çok da zor değil aslında; verimli, işini severek yapan bir personeli; bahaneler sunarak işini aksatan bir personel haline getirmek…

İnsanı iş yerinden hatta iş hayatından soğutan en önemli nedenlerden biri de gelişime kapalı pozisyonlardır. İş hayatımız boyunca tüm zorluklara katlanmamızın temelde iki nedeni vardır. Birincisi ekonomik sebeplerdir. Diğeri ise kariyer hedefleridir. Öncelikli olarak, hayatımızı idame ettirmek, ihtiyaçlarımızı karşılamak gibi sebeplerle çalışırız. Bir alt sırada yıllar yılı kendimize yaptığımız yatırımların, sosyal olarak karşılığı vardır. Her iki durumda da çalışanın tek bir gayesi bulunmaktadır: İlerlemek (Terfi almak.)
Bir çalışan, maaşına aldığı ufacık bir zam oranının verdiği motivasyon duygusunun bir benzerini, takdir görmek, yükselmek, terfi almak gibi durumlarda da hisseder. Çalıştığı pozisyonda takdir görmek ve o pozisyonda ilerleyeceğine dair teşvik edilmek çalışanın kendini iyi hissetmesine ve kuruma daha da bağlanmasına yardımcı olur. Bunun tam tersi bir durumda ise, boşa kürek çektiği duygusuna kapılan çalışan kendini yiyip bitirmekle kalmayacaktır. O iş yerine karşı bir soğukluk hissedecektir.

Gelişime kapalı pozisyonlar..
Bir departmanın personeli 17:30’da tüm iş yükünü bitirmiş çay kahve içebiliyor hale gelirken, bir diğer departmanda mesai saati bittiği halde personelin iş yükü bitmiyorsa bazı şeyler ters gidiyor demektir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında; adaletli bir iş yükü dağılımı olmadığı anlaşılır. Bu durumun sonucunda fazla mesai yapan çalışan; diğer departmanlardaki arkadaşları rahat bir şekilde molalarını kullanabilirken, kendisi işlerin arasına sıkışmış hisseder. Bu şekilde mesai yapan personel bir süre sonra kullanıldığını hissetmekle kalmayıp, kendisine yeterince değer verilmediğini ve hatta aptal yerine konduğu kanısına varacaktır. Böyle olunca da farklı arayışlara girişecektir.


Ortak bir paydada buluşmak, aynı değerleri savunmak, takım çalışması, dayanışma kavramları; gruplaşma ile karıştırılmamalıdır. Aynı değerler doğrultusunda, fikir birliği yakalamak, pozitif aksiyonlar almaya olanak tanırken, kurum içerisinde gruplaşma ve ilişki çatışmalarının varlığı; kaosa, karmaşaya ve sağlıklı iletişim ağının parçalanmasına sebep olur. Bütün bunlar işine ve kurumuna bağlı çalışan bir personelin, kendisini iş yerinden soyutlamasına ve bu personelin zamanla merkezden uzaklaşmasına zemin hazırlar

İş yerinden soğutan nedenlerin başında zor insanlar vardır. Aslında zor insanlar hayatın her alanında var. Ama konu iş hayatı olunca, konu biraz daha ehemmiyet kazanıyor. Hatta bu duruma ilişkin yüzlerce içerik bulunmakta. Öte yandan kurumlarda ve kişisel gelişim atölyelerinde bu ve benzeri konularda bir çok eğitim verilmekte. Örneğin internete girip, “Zor insanlarla baş etme yolları” ya da “Zor yöneticilerle çalışma teknikleri” gibi aramalar yaparak sayısız eğitim içeriği ya da makale bulabilirsiniz. Tüm bunlar bize şunu anlatıyor; birçok çalışan, zor yöneticilerden muzdarip. Günümüzde pek çok çalışan, birlikte mesai yaptığı yöneticisiyle ilgili nezaketsiz tavırlardan ve agresif çalışma koşullarından şikayetçidir. Bu durum çalışanların hem kurum kültürüne olan saygısını hem de kuruma olan bağlılığını ciddi derecede sarsmakta. Bu arada yapılan araştırmalara göre, bu şartlar altında zamanla özgüvenini ve öz saygısını kaybeden personeller; işinden ve kurumundan soğuyup o şirketten uzaklaşıyor.

İş ortamı, en çok zaman geçirdiğimiz ve günün en verimli saatlerini harcadığımız alanlardır. Karşılığı para kazanmak bile olsa, hayatımız boyunca yaptığımız en büyük fedakarlık bir iş yerinde çalışıyor olmaktır. Peki bu alan istediğimiz gibi olmadığında ne olur?

22.11.2022
Makine ve tezgahların koruyucu sistemlerinin bulunmaması yanında, amacı dışında ve kapasitelerinin üzerinde kullanılması, bakım ve kontrollerinin zamanında ve gereğince yapılmaması güvensiz koşulların oluşmasına neden olmaktadır. Makine ve tezgahların yerleşim düzeninde, ham maddelerin ve üretilen ürünlerin depolama, istifleme, yükleme ve taşınmasında yapılan yanlışlıklar ve noksanlıklar ile genelde iş yeri düzensizliği güvensiz durumların oluşmasını doğurmaktadır.
İş yerlerindeki olumsuz fiziksel ve kimyasal etmenlerin oluşturduğu çevre koşulları çalışan insana etkileri nedeniyle güvensiz davranışların oluşmasına kaynaklık ettiği gibi iş yerlerindeki güvensiz koşullarında başında gelmektedir. Üretimde kullanılan teknolojinin niteliği güvensiz durumların başlıca nedenleri arasında bulunmaktadır. Geri ve eski teknoloji ile üretim yapan iş yerlerinde iş kazalarının yoğunlaştığı görülmektedir. İş yerlerindeki güvensiz koşulların nedenlerini oluşturan geri ve eski teknolojiye dayalı olarak kurulan iş yerlerinde, kuruluşta var olan güvensiz durumlar ve sağlıksız koşulların sonradan düzeltilmesi ve iş güvenliğinin sağlanması güç ve pahalı olmaktadır. Böylece sağlıksız ve güvensiz koşulları içeren iş yerleri kurulduğunda genellikle bu olumsuz koşulların sürüp gittiği ve bu niteliklerdeki iş yerlerinde iş kazalarının önemli boyutlara ulaştığı görülmektedir.

Üretim sürecine katılan insanın yapmakla görevli olduğu işi, onun fiziksel güç ve zihinsel kapasitesinin üstünde düzenlenmişse, iş düzeni insanın dalgınlık ve dikkatsizliğine neden olacak şekilde tekdüze özellikler gösteriyorsa ya da yapılan işin gerektirdiği ölçüde besin enerjisi sağlanamadığından organik bir zorlanma söz konusu ise, güvensiz davranışların ortaya çıkması ve iş kazalarının oluşması kaçınılmaz olacaktır.
Güvensiz davranışlar insanın fizyolojik ve psikolojik yapısı ile çevre koşullarından kaynaklanmaktadır. Çalışan insanda genetik bozukluklar, organik yıpranmalar, ergonomik düzen yetersizlikleri ve sağlıksız çevre koşulları güvensiz davranışların nedenlerini oluşturmaktadır. Denge duygusunun az olması, kas gücünün ve bazı beden kısımlarının iyi gelişmemiş olması veya bazı uzuvların dengesiz gelişmesi ya da çeşitli hastalıklar sonucu çalışma yaşamına gelinceye kadar insanın yıpranmış olmasından dolayı yetenek azlığı, el becerisi yetersizliği, sinir sistemi ile yönetilen bütün beden hareketlerinin akıcı çalışmasını engelleyen hatalar ve eksiklikler güvensiz davranışların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Üretim sürecinde çeşitli alet ve araçlar kullanan, ölçme, kontrol, düzenleme ve düzeltme işlevlerini yerine getiren insan, sürekli algılama ve tepki verme durumundadır. Bu nedenle çalışan insanın merkezi sinir sisteminin ve duyu organlarının uyanık olması, söz konusu işlevleri yerine getirebilecek yetenekte olması gereklidir. İnsanın doğal yapısı gereği bu yeteneklerin belli ölçülerin ve sınırların ötesine geçmesi olanaklı değildir. İnsanın bedensel ve zihinsel gücünü dikkate almadan iş yükünün düzenlenmesi ve çalışma hızının saptanması sonucunda insanın makine ile uyumlu bir şekilde çalışması olumsuz yönde etkilenmekte ve güvensiz davranışlar ortaya çıkmaktadır.

Güvensiz davranışların yanı sıra iş kazalarının birinci dereceden genel nedenlerini oluşturan temel etkenlerden biri de iş yerlerindeki güvensiz koşullardır. İş yerindeki güvensiz durumlar; üretim sürecinde kullanılan teknolojinin ve üretim araçlarının niteliğinden, iş düzensizliğine, bakım ve kontrollerin noksanlığından denetim ve yönetim hatalarına, depolama ve istifleme yanlışlıklarından sağlıksız çevre koşullarına kadar birçok etkenden dolayı ortaya çıkmaktadır. Üretim sürecinde kullanılan her türlü alet, araç ve makine, çalışan insanın yeteneklerine uygun nitelikte değilse, makine ve tezgahların koruyucuları bulunmuyorsa, göstergeleri kolay okunur ve anlaşılır özellikler taşımıyorsa, kumanda mekanizmaları güvenli ve kolay kullanılamıyorsa, bakım ve kontrolleri zamanında ve gereği gibi yapılmıyorsa, amacı dışında ve kapasiteleri üzerinde kullanılıyorsa güvensiz koşulların ortaya çıkması ve iş kazalarının oluşması kaçınılmaz olmaktadır.
İşi bilinçsiz yapmak,
Dalgınlık ve dikkatsizlik
Makina koruyucularını çıkarmak
Tehlikeli hızla çalışmak
Görevi dışında iş yapmak
İş disiplinine uymamak
İşe uygun makina kullanmamak
Yetkisiz ve izinsiz olarak tehlikeli bölgede bulunmak
Kişisel koruyucuları kullanmamak
Ehil olmayan kişilerin makineleri kullanmaları
İnsanın yapmakla yükümlü olduğu iş için gerekli ve yeterli eğitim görmemiş ya da yeterli beceri ve deneyim kazanmamış olması, yaptığı işin çalışana pis, zor ya da sevimsiz görünmesi ve çalışanın kişilik özellikleri dikkate alınmadan kendisine iş verilmesi nedeniyle işe uygun işçi ya da işçiye uygun iş düzeni kurulmamış olması güvensiz davranışlara kaynaklık etmekte ve iş kazası nedenlerini ortaya çıkarmaktadır.


İş kazalarının istatistiksel yaklaşımlar ile incelenmesi ve bu şekilde kayıt altına alınması sonraki süreçlerde bu alanın gelişimi ile alakalı fikir oluşturması açısından son derece önemlidir. Kapsamlı olarak yapılan araştırmalarda ve zamana dayalı olarak tutulan istatistiklerde ne kadar sürede ne kadar iş kazası ile karşılaşıldığının bilinmesi, iş güvenliği alanında yapılacak yenileme çalışmalarının istikametini belirlemesi açısından gereklidir.
Kişisel koruyucu donanımları kullanmamak.
Dikkatsiz bir şekilde iş sürdürmek.
Sinirli, uykulu ve hasta hallerde iş sürdürmek.
Çalışma ortamını düzenli tutmamak.
Çalışma ortamında uygun olmayan davranışlar sergilemek.
Öncelikle işçilerin bilinçsiz bir şekilde iş sürdürmesi işçileri kazalara karşı korunaksız bir hale getirmektedir. Böylelikle gelişen iş kazalarında yaralanma olasılığı çok yüksektir.

Bu yüzden iş sağlığı ve güvenliği alanında yapılacak en önemli çalışmaların başında risk analizi ve risk değerlendirmesi yer almaktadır. Bu analiz ve değerlendirme sonucunda oluşturulan acil durum eylem planında iş kazaları ve olası meslek hastalıklarına karşı alınacak önleyici tedbirlerin içeriği belirlenmektedir. Özellikle kayıtlı çalışanların karşılaştıkları iş kazalarında önceden iş sağlığı ve güvenliği olarak herhangi bir önlem alınmamış olması çok daha farklı büyüklükteki sonuçlara neden olabilmektedir. Bu yüzden 2020 yılının Temmuz ayı itibariyle tehlike sınıfı ne olursa olsun tüm işyerlerine iş güvenliği hizmeti alma zorunluluğu getirilmiştir.

İş Güvenliği Uzmanlığı, işyerlerinin faaliyet gösterdiği çalışma sahalarında, çalışma esnasında kullanılan metot, çalışma koşulları ve iş esnasında kullandıkları ekipman ve teçhizatların incelenmesi ve çalışanlar açısından risk unsuru oluşturabilecek durumların raporlanarak işletme yönetimlerine bildirilmesi, verilen raporlara rağmen yapılan denetimlerde gerekli önlem ve tedbirlerin alınmaması durumunda ise gerekli işlemlerin yapılması amacıyla bu durumu bakanlığa bildirmek ile görevlidirler. İş Güvenliği uzmanları tarafından yapılan incelemelerde işçilerin hayatlarını tehlikeye atacak durum ve şartların tespitinde işveren ile birlikte hareket ederek bu olumsuz durumun ortanda kaldırılana del çalışmaya ara verilmesini sağlama yetkisi bulunuyor. İş Güvenliği uzmanları bu görevlerine ek olarak çalışma alanlarının her noktasında iş sağlığı ve güvenliği konusunda inceleme ve araştırma yapma, incelemeler ile ilgili gerekli olan bilgi ve belgelere ulaşma ve çalışanlarla görüşmek suretiyle onların iş ortamı ile ilgili görüş ve düşüncelerini öğrenmek olarak tanımlanıyor. Diğer yandan hasta veya ruh hali işe elverişli olmayan işçilere izin vererek çalışmamasını sağlamak veya uygun bir işe yöneltmek iş kazalarını en aza indirilmesi noktasında alınması gereken önlemler arasında yer almaktadır. İş Kazalarını En Aza İndirmek İçin Yapılması Gerekenler:
Belirli kriterleri karşılayan sanayi sınıfında ki işletmelerde osgb, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin uygulanması zorunlu olan en önemli etkendir. İşçilerin çalışma ortamlarının güvenli bir şekilde tasarlanarak düzenlenmesi. Kişisel koruyucu donanımların takılması. Cihazların koruyucu donanımlarının sökülmemesi. İşyerinde bulunan işyeri hekimi, işyeri hemşiresi veya iş güvenliği uzmanı tarafından eğitimler düzenlenerek işçilere sunulması.

İş güvenliği uzmanlığı ve sağlığı konusunda son dönemlerde ülkemizde yoğun bir şekilde üzerinde çalışma yürütülen konuların başında geliyor. Geçmişte iş yeri kazaları ve bu kazalar sonucunda gerçekleşen ölüm ve yaralanmalar ülkemizde sıklıkla yaşanmaktaydı. Özellikle yasal anlamdaki boşluklardan dolayı denetim ve cezalar gerektiğini gibi uygulanamaması en önemli eksiklik olarak görülüyordu.

İş kazaları genellikle çalışma ortamı koşullarından, yönetim hatalarından, zamanında ve yeterli bakım yapılmamasından, insan faktörlerinin gözardı edilmesinden, yeterli ve uygun eğitim verilmemesinden, denetim eksikliğinden veya bu etkenlerin birkaçı ya da tamamının birbiri ile etkileşmemesi sonucu ortaya çıkar. Ancak, iş kazalarının oluşmasına neden olan etkenlerin tümü temel iki etkene indirgenebilir. Bunlar işyerlerindeki güvensiz durumlar ile çalışanların yaptığı güvensiz davranışlardır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23. maddesinde “Herkesin kendi özgür seçimiyle belirlediği işyerinde, adil ve elverişli çalışma koşullarında çalışma hakkı vardır” deniliyor. Bu da bize kanunlarla desteklenen iş sağlığı ve güvenliğinin çalışanlar açısından bir hak olmanın yanı sıra çalışma yaşamının en temel unsurlarından biri olduğunu gösteriyor. İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin tüm göstergeler, temel insan hakları, çalışma yaşamı ve ülkelerin gelişmişliklerine ilişkin önemli göstergeler sunuyor.



Güvenlik önlemleri: Bunun için olay yerini belli eden üçgen reflektörler konulabilir. Meraklı kişiler olay yerinden uzaklaştırılır. Aracın kontağı kapatılır. Hasta/yaralının hareket etmesi önlenir. Bildirme: En hızlı şekilde XXX aranır. Hızlıca bilgi verilir.
- İsim, telefon numarası
- Açık adres, etrafındaki yerler
- Olayın tanımı, nasıl olduğu
- Hasta/yaralı sayısı ve durumu
- Yapılan ilk yardım müdahalesi
- Acil yardım merkezinden ‘tamam’ duymadan telefonu kapatmamak gerekir.

Trafik kazaları gün geçtikçe çoğalmaktadır. Büyük şehirlerde her gün trafik kazası yaşanmaktadır. Konforlu ve keyifli bir yolculuğun tanımı kişiden kişiye göre değişir. Sürücülerin hiçbir zaman ‘çok iyi sürücüyüm, gözüm kapalı bile giderim.’ Gibi bir düşüncede olmamaları gerekir. Bu durum hayatlarına mal olabilir. Ya hayatlarını kaybeder ya da bir başkasının ölümüne sebep olabilirler. Bir başka seçenek de vücutlarında kalıcı hasarlar bırakabilirler. Mutlaka her araçta bir ilk yardım çantası bulunmalıdır. Kurallara uyulmalı, yolculuk sırasında hayat kurtarıcı emniyet kemeri mutlaka takılmalıdır.
Bir trafik kazasıyla karşılaştığımızda öncelikle soğukkanlı olmalıyız. Tıbbi müdahaleye kadar hayat kurtarmak adına temel ilk yardım kursu eğitimleri de alınabilir. Fakat bu konuda çok dikkatli olunmalıdır. Yanlış veya eksik yapılan ilk yardım uygulaması yaralının can kaybına neden olabilmektedir. Eğer ilk yardım bilginiz yoksa kesinlikle yaralıyı araçtan kurtarmaya veya müdahale etmeye kalkışmayınız. Soğukkanlı olunmalı, heyecan yapılmamalıdır. Önce kendi can güvenliğimizi sağlamalıyız. Daha sonrasında olay yeri ve yaralının güvenliğini sağlamalıyız.


Malfetti’e göre, gençlerin alkollüyken de araç kullanmalarına yol açan faktörler şunlardır:
1.Bireyin alkollüyken, sarhoş olduğunun farkında olmaması
2.Alkolün etkisini tahmin edememesi
3.Alkollüyken de güvenli bir şekilde araba kullanılabilir gibi savunma mekanizmalarını kullanması.
4.Gençler arasında alkollü araç kullanmanın eğlence, özgürlük, yaşıtları tarafından kabul edilme gibi olumlu etkileri olduğu yolunda yaygın bir inancın bulunmasıdır.

Bu faktörler yollardaki tehlikenin artmasına, trafik ihlallerine, ölümlere, yaralanmalara vb. neden olmaktadır. Türkiye’de alkollü içki etkisinde araç kullanmak suçtur. Buna karşın ülkemizde alkollü içki etkisinde araç kullanılması sanıldığından daha yaygındır. Hemen hiç kimse gittiği bir lokantada, bir arkadaş evinde içki içtiği için arabasını kullanmaktan vazgeçmemektedir. Çok içkili olduğu halde arabasını kullanan hatta kendisini uyaran arkadaşına “Ne o yoksa korkuyor musun?” diye karşılık veren kişilerin sayısı az değildir (Yılmaz, 1996). Aslında sorun da buradan kaynaklanmaktadır. Alkollü kişinin kendine güveni artmakta, buna karşılık dikkati azalmakta ve refleksleri zayıflamaktadır. Araştırmalara göre erkekler, kadınlara göre sarhoşken araba kullanmaya daha fazla eğilimlidirler. 18-25 yaş grubundaki gençler daha çok trafik kazası yapmalarına rağmen bu gruptakilerin sarhoşken kaza yapma oranları diğer yaş grubundaki insanlardan daha yüksek değildir. Öte yandan 60 yaşın üzerinde alkollü araç kullananların sayısı bir hayli düşüktür. Resmi kayıtlara geçen sarhoşken kaza vakaları, toplam kaza vakalarının %15’ini oluşturmaktadır. Bu konuda yapılmış araştırmaların pek çoğu, kandaki alkol düzeyi ile kaza arasında nedensel bir ilişki olduğunu göstermektedir (Got, 1989).

Ross’un (1993) yaptığı araştırma sonuçlarına göre de alkol kullanımının ölümcül trafik kazalarına yol açtığı bulunmuştur. Henderson’a (1987) göre, alkollü sürücüler yüzünden her yirmi dakikada bir ölümcül kazalar olmaktadır (Akt. Little ve Clontz, 1994). Miller ve Bilincoe’nun (1994) yaptıkları araştırmaya göre, tüm motorlu taşıtların üçte birinden fazlası, alkollü araç kullanan şöförlerin yol açtığı kazalarda parçalanmaktadır. Aberg’e (1993) göre, alkollü olarak araç kullanan sürücüler trafikte büyük bir risk yaratmaktadırlar. İsveç’te alkollü araç kullanan sürücülerin oranı yalnızca %1 olmasına rağmen kaza yapan sürücülerin %6 ile %11’inin kaza anında alkollü oldukları belirlenmiştir.
Özetle, alkollü olarak araba kullanma ile yollarda meydana gelen ölümler arasında sıkı bir ilişki vardır. (Akt. Huxley ve Chesterton, 1971). Yılmaz’a (1996) göre de alkol ve trafik kazaları arasında önemli bir ilişki vardır. Bu ilişkinin acı sonuçları, neredeyse her gün günlük gazetelerin sayfalarında görülmektedir. “Sarhoş sürücü can aldı”, “Sarhoş sürücü otomobiliyle evin çatısına uçtu”, “Alkollü araç kullanmanın acı faturası: 4 ölü, 2 yaralı”, “Düğün sonrası otomobil köprüden uçtu.” Bu başlıklar altındaki haberlerde, çoğunlukla gecenin geç saatlerinde içkilerin bolca içildiği bir yemekten, bir toplantıdan, bir düğünden sonra kullanılan araç ile yapılan kazanın öyküsü anlatılır. Little ve Clontz’a (1994) göre alkollü araba kullanmaktan kaynaklanan kazalarda ölüm oranı onbeş ile yirmidört yaş arası gençlerde son derece yüksektir.

Böylece, alkollü araç kullananlar yollarda tehdit unsuru oluşturmaktadırlar. Alkollün sürücüler üzerindeki olumsuz etkileri alkollü sürücülerin trafik kazaları yapmasına neden olmaktadır. Aşağıda bu konuyla ilgili görüşlere yer verilmiştir. Trafik Kazaları ve Alkollü Sürücüler Arasındaki İlişki Selzer ve Vinokur’a (1974) göre, tehlikeli bir şekilde araba kullanmak, alkolün etkisiyle öfkenin dışa vurumudur. Alkoliklerin, intihara eğilimli oldukları bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, alkolikler, zaman zaman kendi araçlarını bir intihar aracı olarak kullanmaktadırlar. O halde, alkoliklerin yaptığı kazalar, genellikle intihar düşüncesiyle kazalardır. Aşırı alkollüyken araba kullanmak, trafik kazalarına neden olmaktadır. Bunun yanı sıra alkollü olarak araba kullanmak, şiddeti, anti-sosyal davranışı, öfkeyi, paranoid duyguları, ölüm ya da öldürme isteğini de beraberinde getirebilmektedir.
Bazı ülkelerde trafik kazalarının %30-40’inin nedeni alkoldür (Pelkin ve Landzhev, 1977). Alkol almış sürücünün sürücülük yeteneğinin alkolün etkisi sonucu olumsuz olarak etkilendiği bilimsel olarak ispat edilmiştir. Küçük dozlarda kullanıldığında, insanlar sabırsız, haddini bilmez olmakta ve reflekslerin yavaşlamasıyla zihinsel faaliyetler bozulmaktadır. Alkollün fazlası ise bireye aşırı güven verdiğinden, aşırı alkol alan kişiler, kusursuz oldukları sanısıyla kusur yapmaktadırlar. Bir duble bira ya da 60 cm3 viski ya da rakı alanlarda yarım saat araba kullanamayacak kadar denge kusuru olmaktadır. Fazla alkol gözde kararmaya neden olmakta, dikkat, düşünme ve karar gücünü bozmaktadır. Alkol miktarı arttıkça kandaki oksijen azalmakta ve beyin ihtiyacı olan oksijeni temin edemediği için işlevlerini yavaş yavaş kaybetmeye başlamaktadır. Alkol etkisi ile kişi saldırgan olmakta, bazen de uyku hali ve uyuşukluk başlayarak kurallara uymamakta ve fren, vites ve direksiyonu zamanında gereğince kullanamaz duruma gelmektedir. Hız tahminleri ve hız karşılaştırmaları azalma tutkusu başlamakta, mesafe tahmini sıfıra inmektedir.

Bir taraftan sayısı ve hızı artan araçlar yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası olurken, diğer taraftan birçok insanın yaşamına son vermekte, onları sakatlamakta ya da maddi zararlara neden olmaktadır. Trafik kazaları, dünyanın temel ve Türkiye’nin ise en başta gelen ve çözümü zor sorunlarından biri olduğu için incelenmesi ve çözüm yolları bulunması gerekmektedir. Trafik kazalarının basta gelen nedenlerinden biri alkol kullanımıdır. Alkollü olarak araba kullanma, büyük ölçüde alkol bağımlılığından kaynaklanan bir semptom olarak kabul edilmektedir. Bu yazıda daha çok alkollü araç kullanma ile trafik arasındaki ilişkiler üzerinde durulmuştur. Alkolün Sürücüler Üzerindeki Etkileri Son yıllarda sürücülerin içki kullanması belirgin olarak artmıştır. Alkol ve Trafik Psikolojisi Uzm. Psk. Hatice Singir Karaçanta

Araştırmalar 30 km/s hızla çarpmanın araç içerisinde bulunanların vücuduna etkisi 1.kattan düşmeye, 90 km/s hızla çarpmanın ise 10.kattan düşmeye eşdeğer olduğunu göstermektedir. Yine araştırmalar bırakın yüksek hızları, 80 km/s hızla giden bir araçta yolculuk yapanların olası bir kazada ölme ihtimalleri, 30 km/s hızla giden araçtakilere oranla 20 kat daha fazla olduğunu göstermektedir.
Hız arttıkça sürücünün trafik çevresini algılama düzeyi yavaşlar. Göz 190 ile 200 derecelik bir alanı algılar. Ancak araç kullanırken görme Açısı hız ile ters orantılıdır. Örneğin 35 km/s hızla görme açısı 104 derece iken, hızı 130 km/s’ te çıkardığımızda bu Açı 30 dereceye düşer.

Emniyet kemeri kullanmıyorsanız, vücudunuz aracın hızıyla yol almaya devam eder. Ta ki direksiyon, ön Cam veya torpido sizi durduruncaya kadar. İşte benzer durumlarda ikinci bir çarpışmadan korunmak istiyorsanız bunun tek yolu emniyet kemeri kullanmaktır. Trafik literatüründe 30 km/s hızla meydana gelen çarpışmalarda oluşan hasar 1 birim olarak tanımlanırken, 50 km/s hızla meydana gelen çarpışmalarda bu hasarın 9 kat arttığı bilinmektedir. Emniyet kemeri; araç içinde meydana gelen ölümleri %45, ağır yaralanmaları %50 oranında azaltmaktadır. Ölümle olan yaralanmalar incelendiğinde baş boyun yaralanmalarının %37, omurga, göğüs yaralanmalarının %8 oranında olduğu görülmektedir.

UNUTMA
Trafik Kazalarından Korunma Yolları:
a) Alkollü araç kullanmayınız,
b) Emniyet kemerinizi mutlaka takınız,
c) Araç kullanırken dikkatinizi dağıtmayınız,
d) Hız limitlerine uyunuz,
e) Far ayarlarınızı kontrol ediniz,
f) Tehlikeli sürüş ve yakın takipten kaçınınız,
g) Bisiklet ve motosiklet kullanırken kaskınızı takınız,
h) Karşıdan karşıya geçerken geçiş kurallarına ve ışıklara riayet ediniz,
i) Kavşaklarda durunuz, tehlikeli yerlerde sollama yapmayınız,
j) Acelelikten kaçınınız,
k) Trafikte dikkatli ve hoşgörülü olunuz.



Taşıtların kazalardaki etkisi, türleri, taşıma kapasiteleri, taşınan eşyaya uygunluk derecesi, yükleme şekli, rengi gibi fiziksel nitelikleri ile, fren, ışık sistemleri, direksiyon, ön düzen, tekerlek vb. teknik nitelikleri olmak üzere iki grupta değerlendirilebilir. Araçların bu fiziksel ve teknik özellikleri ile kazaları önlemede ve zararı en aza indirmede etkili olacakları yapılan bir çok çalışmayla kanıtlanmıştır.


Ülkemizde, kazanın oluşumunda yaklaşık %99 oranında sürücü-yaya-yolcu olarak insanın en büyük paya sahip olduğu, geriye kalan faktörlerin küçük değerler aldığı görülmektedir. Fakat şu göz ardı edilmemelidir ki kazaların oluşumda ana unsur insan olarak görülmesine rağmen, araç, yol ve çevre gibi diğer etkenlerde insanların bu duruma gelmelerinde etkilidirler. Yani sorun bir bütünün içerisinde saklıdır. Trafik kazalarını oluşturan temel unsurların başında gelen insan; sürücü, yaya ve yolcu olarak yolu kullanmakta ve trafiğe katılmaktadır . Öyleyse trafik güvenliğinde de insan faktörü ön plana çıkmaktadır. Trafik güvenliğini sağlamada insanların uyması gereken bazı kurallar vardır. Öncelikle sürücü olarak insan, kendi fiziksel ve ruhsal şartları ile, aracının teknik ve fiziksel şartları ile yeterli olarak trafiğe çıkmalı, trafik durumuna, trafik kurallarına uymalı, emniyet kemerini takmalı, alkol, uyuşturucu vb. gibi maddeleri kullanmamalı ve trafik de azami dikkatli olmalıdır. Benzer şekilde yolcu ve yaya olarak insan, trafik durumuna , trafik kurallarına göre hareket etmeli, dikkatli olmalı ve trafik güvenliği için gerekli hususları yerine getirmelidir.

Trafik kazalarına yol açan sebepleri; taşıma ortamı, karayolu yapısı, trafik yönetimi,denetimi ve uygulamaya ilişkin hususlar, taşıt ve trafik şartları, sürücü-yaya-yolcu olarak yolu kullananların davranışları, çevre şartları, sosyal, kültürel ve hukuksal sebepler olarak sıralayabiliriz. Bu sebepleri genelleştirecek olursak, kaza oluşumuna sebebiyet veren faktörler; insan, araç, yol ve çevre olarak gösterilebilir. Bu dört ana etkenin kullanım etkinliğine bağlı olarak ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar yani kazalar, insanlar ve ülke ekonomisinde ciddi kayıplara neden olmaktadır.

Günümüzde tüm dünya ülkelerinde trafik güvenliği sorunu en ön sıralarda yer almaktadır. Gelişmiş ülkelerde dahi trafik kazaları tam olarak önlenememiş fakat kazaların ve ortaya çıkardığı sorunların azaltılması yönünde büyük aşamalar kaydedilmiştir. Bugüne kadar yapılan bütün çalışmalara rağmen, ülkemiz, trafik güvenliği açısından oldukça geri kalmış ülkeler arasındadır. Bilindiği gibi, yol güvenliğinin en önemli ölçütü trafik kazalarıdır ve bu açıdan bakıldığında istenilen seviyelere ulaşamadığımız açıkça görülmektedir. Bunun da en önemli sebebi, karayolu güvenliğinin sağlanması için ulaşılması istenen hedeflerin tam ve doğru olarak belirlenememesi, konuya çözüm getirmesi gereken kurum ve kuruluş sayısının çok fazla olması ve bunlar arasında bir yetki karmaşasının bulunması, yasal düzenlemelerde ve bunların uygulanmasında karşılaşılan eksikliklerin zamanında giderilmemesi ve her şeyden önce ulaştırma sistemleri arasında dengeli bir paylaşımın bulunmamasıdır.

İnsanoğlunun yeryüzünde varolmasıyla başlayan “güvenlik” sorunu, günümüze kadar çeşitli evrelerden geçerek, farklı boyutlara ulaşmıştır. Diğer canlılardan her yönüyle farklı olarak dünyaya gelen insanoğlunun can ve mal güvenliği, tarih boyunca önemsenmiş ve çeşitli önlemler alınmaya çalışılmıştır. İlk çağda bireysel olarak kendi güvenliğini sağlamak için bir takım ilkel tedbirler geliştiren insanoğlu, zaman içerisinde, daha toplumsal ve sistematik düşünme yolunda, gelişen teknolojinin de katkılarıyla beraber, farklı önlemlere başvurmuştur. Bireyin can, mal ve hizmet güvenliğinin önemi ve korunması amacıyla, çeşitli evrelerden geçerek, bugünkü çağdaş boyutuna ulaşmıştır. Arş.Gör., KTÜ, İnşaat Mühendisliği, Ulaştırma Anabilim Dalı,Trabzon

Gelişme sürecinde olan ülkemiz, bu süreç içerisinde nüfusun ve buna bağlı olarak da yaşamsal faaliyetlerin artışı dolayısıyla ulaştırma hizmetlerini her geçen gün daha fazla kullanma gereksinimi duymaktadır. Ülkemiz, kara, hava, deniz ve raylı ulaşım sistemleri içerisinde, ulaştırma ve taşıma hizmetlerinde en büyük payı karayollarına vermektedir. İstatistikler çerçevesinde bu pay yaklaşık %95 seviyesine ulaşmakta ve diğer sistemlerin çok önüne geçmektedir. Karayolunun ulaştırma sistemleri içerisinde çok tercih edilmesi, artan trafik yoğunluğu ile kaza sayısını da arttırarak olumsuz bir sonuç ortaya çıkarmaktadır.
Bu durum ülkemizin hem maddi hem de manevi kayıplar vermesine neden olmakta, dolayısıyla karayoluna verilecek önemin ilk sıralara taşınması gerekliliğini doğurmaktadır. Bu aşamada yapılacak en faydalı şeyin, karayolu güvenliğinin karayolu yapısı ve çevresi ile birlikte bir sistem düşüncesi içerisinde, planlı bir şekilde değerlendirilmesi olduğu açıktır. Sistem bilinci çerçevesinde, karayoluyla ilgili denetim birimlerinin kendi kontrollerini yaparak, öncelikle uygun arazi kullanımının, sonrasında ise buna bağlı olarak gerekli ulaşım düzeninin planlaması yapılmalıdır. Bu şekilde yapılacak ulaştırma planı içerisinde karayolu güvenlik sistemi geliştirilip, kontrollü ve koordineli çalıştırılarak yoğun olarak tercih edilen karayolu taşımacılığının olumsuz sonuçlarının önüne geçilebilecek ve kayıplar en aza indirilebilecektir.
