logo

Dünya Edebiyatı

İÇİNDEKİLER

Iwan Sergejewitsch TurgenewGabriel García Márquez

İnsan Değişirse Dünya Değişir, Dünya Değişince İnsan

Saint Petersburg şehrinde 1899 yılında dünyaya gelmiştir. Liberal bir politikacı olan Vladimir Dmitriyeviç Nabokov ve soylu bir ailenin kızı olan Elena Ivanova’nın oğludur. Ailesi ona Vladimir Vladimoviç ismini uygun görmüştür. Beş kardeşin en büyüğü olan Nabokov, çocuk yaşta İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlamıştır. Ailesi içerisinde farklı diller konuşulduğu için bu dilleri hemen kavramıştır. Babası tarafından tutulan Rusça hocaları sayesinde genç yaştayken Rus yazarları okumaya ve bu sayede onları tanımaya başlamıştır. Tolstoy ve Çehov’un eserlerini orijinal dillerinde okuyarak büyük ilerlemeler kaydetmiştir.

En iyi okullarda derslere giren Vladimir, babasının çalışma disiplinini ve annesinin spiritüelliğini gündelik hayatına taşır. 1917 yılında Bolşevik İhtilali’nin baş göstermesi ile beraber ailesi ile Kırım’daki Yalta’ya taşınır. Oraya da Kızıl Ordu’nun gelmesi ile oradan ayrılarak İngiltere’ye giderek, Trinity College’da Slav Edebiyatı eğitimine başlar. 1922 yılında sürgün olarak yaşayan ailesinin yanına. Berlin’e döner. Bu dönemde babasını kaybeder. Siyasi olaylardan dolayı takma isim kullanarak çeşitli eserler kaleme alan yazar, geçimini sağlamak için tenis ve futbol koçluğu da yapar. Vera Slonim isimli Yahudi bir aileden gelen Rus kızı ile dünya evine giren Vladimir, 1926 yılında otobiyografi niteliği taşıyan Maşenka isimli eserini yayınlar. Yeni bir hayat kurmak amacı ile karısı ve küçük oğlunu Dimitri’yi alarak Paris’e yerleşir.

Fransa‘da yaşadığı bu süre boyunca dergiler için Rusça bulmacalar, satranç oyunları tasarlayarak geçimini sağlar. Başyapıt niteliğinde olan Bulantı adlı eserinin Fransa’da raflarda yerini almasından hemen sonra Nazi işgali başlamıştır. Burada da aradığı huzuru bulamayacağını anlayan Nabokov en sonunda dayanamayıp hayallerin ülkesi Amerika’ya taşınır.

Burada Harvard, Cornell gibi üniversitelerde dersler vermeye başlar. En önemli eserlerine burada imzayı atan yazar, Lolita ile yazarlık kariyerinde zirveyi yaşamıştır. Bir anda bir çok insanın ilgisini üstüne çeken yazar, Amerikan vatandaşı olmaya karar verir. Romanlarından elde ettiği kazanç sayesinde İsviçre’ye gitmeye karar verir. Burada bir otelin üst katında eşi ile birlikte ölünceye kadar yaşar. Eşi, çocuklarının annesi olmasının yanında, sekreteri, basın danışmanı, editörü olmuştur. 1967 yılında diğer büyük eseri olan ve 999 satırlık bir şiirden oluşan Solgun Ateş adlı eseri yayınlar.Vladimir Nabokov dünyanın tanıdığı ve beğenerek okuduğu Amerikalı bir yazar olarak, İsviçre’de hayata veda etmiştir.

Eserleri:
*Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı
*Lolita
*Pnin
*Solgun Ateş
*Ada ya da Arzu
*Saydam Şeyler
*Laura’nın Aslı

Taner Tunç

“Bir yazar bir şairin hassasiyetine ve bir bilim insanının hayal gücüne sahip olmalıdır.”

1 “Edebiyat bir türetmedir. Kurmaca ise hayal ürünü. Bir öyküyü doğru bir öykü olarak adlandırmak hem doğruluğa hem de sanata karşı bir hakarettir.”

2 “Bu bireysel bir tepkidir: Sakince oturmak ve yazmak, yazmak, yazmak ya da uzun uzun düşünmek. Bu ikisi aşağı yukarı aynı şey.”

3 “Yazarın değerlendirilebileceği üç farklı bakış açısı var: Bir hikâye anlatıcısı, bir öğretmen ya da bir büyücü olarak düşünülebilir. Büyük bir yazar bu üç kimliği kendinde barındırabilendir. Ama özellikle büyücü kimliği en ağır basandır ve onu iyi bir yazar yapandır. Büyük bir yazarın üç yönü (büyü, hikâye ve ders), birleşik ve eşsiz bir görkemin etkisinde harmanlanmaya meyillidir. Çünkü sanatın büyüsü, hikâyenin bütün kemiklerinde ve düşüncenin iliklerinde mevcuttur. Biz de büyük bir duygusal ve entelektüel zevkle sanatçının kartlardan kalesini inşa etmesini ve bu kart kalesinin nasıl çelikten ve camdan muhteşem bir kaleye dönüştüğünü izleriz.”  

4 “Düşünce yazıya aktarıldığında daha az kasvetli hale geliyor. Ama kanserli tümör gibi bazı düşünceler ifade edildiğinde, kesip atıldığında eski halinden daha kötü ve büyük bir hal alıyor.”

5 “Özgür bir ülkedeki hiçbir yazarın duyusal ya da duygusal olan arasındaki net çizgiye aldırış etmesi beklenmemeli. Bu mantık dışıdır. Ben dergilerde fotoğrafları yayınlanan ve üstadının kıkırdamasını provoke edecek kadar alçak ve posta müdürünün suratını asacak kadar yüksek boyun hattına sahip genç memeliler gibi poz verenlerin düşüncelerinin doğruluğuyla rekabet edemem, onlara ancak hayranlık duyarım.”

6 “Yazarın işi ana karakteri bir ağaca çıkarmak ve ağaçtayken de ona taş atmaktır.”

7 “Yazar kitabını yazarken bile, dengesiz beyinlerden aşırılan düzensiz parçaları bir araya getirmeye çalışırken kendi gezegeni hakkında ne kadar az bilgiye sahip olduğunun son derece acı bir şekilde farkındadır.”

8 “Yazmanın verdiği hazlar, okumanın verdiği hazlarla bire bir uyuşmaktadır.”

9 “Tıpkı yetenekli yazarlar ailesinin ulusal bariyerlerin ötesine geçmesi gibi, yetenekli okur da evrensel bir figüre dönüşür. Mekânsal ya da zamansal yasalara tabi olmaz. Sanatçıları, imparatorlar, diktatörler, rahipler, bağnazlar, kültürsüzler, siyasi ahlakçılar, polisler ve ukalalar tarafından yok edilmekten tekrar tekrar kurtaran kişi iyi, mükemmel okurdur. Bu okur belirli bir ulusa ya da sınıfa ait değildir. Hiçbir bilinç yöneticisi ya da kitap kulübü bu okurun ruhunu yönetemez. Kurmaca esere olan yaklaşımı, vasat okurları kendilerini bir karakterle ya da boş tanımlamalarla özdeştirmesine iten çocuksu duygular tarafından etkilenmez. İyi, takdire değer bir okur kendisini kitaptaki kızla ya da çocukla özdeşleştirmez. O kitapta tasarlanmış ve işlenmiş düşünceyle özdeşleştirir. Bir Rus romanında Rusya’yla ilgili bilgi aramaz, çünkü bilir ki Tolstoy ya da Çehov’un Rusyası tarihin bilindik Rusyası’na benzemez. O Rusya, bireysel dâhiler tarafından hayal edilmiş ve yaratılmış özel bir dünyadır. İyi okur genel düşüncelerle ilgilenmez, dikkatini belirli bir görüşe verir. Bir romanı ona bir grupla iyi anlaşması konusunda yardım ettiği için sevmez. Romanı sever çünkü o metnin her detayını özümser ve anlar, yazarın keyif alınması için yazdığı satırlardan keyif alır, içten içe ışık saçar. Büyük sanatçıların yarattığı karakterlerin, bu sanatçıların okurlarının hepsi mükemmeldir.”

10 “Meşhur olan Lolita, ben değilim. Ben adı telaffuz edilemeyen gizli, çok çok gizli romancıyım.”

11 “Mürekkep bir uyuşturucudur.”

12 “Ben bir dâhi gibi düşünür, seçkin bir yazar gibi yazar ve bir çocuk gibi konuşurum.”

13 “İyi, takdire değer bir okur kendisini kitaptaki kızla ya da çocukla özdeşleştirmez. O kitapta tasarlanmış ve işlenmiş düşünceyle özdeşleştirir.”

14 “Okurlar koyun değildir, her kalem onların beğenisini kazanmaz.”

15 “Lolita’nın anlamsız olduğunu söyleyen bazı kibar ruhlar var çünkü bu kitap onlara hiçbir şey öğretmiyor. Ben ne bir didaktik kurmaca okuru ne de yazarıyım. Benim için kurmaca bir eser ancak bana estetik mutluluk olarak adlandırdığım hissi yaşattığı sürece vardır. Bu his bir şekilde, bir yerde, sanatın (merak, hassasiyet, kibarlık ve coşku) norm olduğu diğer durumlarla bağlantıda olmanın hissidir.” 

16 “Varlık, büyük, gizli ve bitmemiş bir başyapıta verilen dipnotlar dizisidir.”

17 “Benim nefret ettiğim şeyler oldukça basit: Aptallık, baskı, suç, zalimlik ve sakin müzik. Zevklerim ise insanlığın bildiği en yoğun olanlardır: Yazmak ve kelebek avlamak.” 18 “Bir yazar bir şairin hassasiyetine ve bir bilim insanının hayal gücüne sahip olmalıdır.”

19 “Edebiyat, ‘kurt, kurt’ diye ağlayan oğlanın Neandertal ovasından yanında büyük gri kurduyla geldiği gün doğmadı. Edebiyat, ‘kurt, kurt’ diye ağlayan oğlanın yanında kurdunun olmadığı gün doğdu.”

20 “Sayfalar hâlâ boş ama görünmez bir mürekkeple yazılmış ve görünür olmak için çırpınan sözcüklerin mucizevi hissi orada duruyor.”  

Çeviren: Deniz Saldıran

Rougon ve Macquart ailelerinin beş kuşak boyunca yaşamını anlatan 20 kitaplık Les Rougon-Macquart: Histoire naturelle elsociale d’une famillesous !e Second Empire (Rougon-Macquart’lar: İkinci İmparatorluk Döneminde Bir Ailenin Doğal ve Toplumsal Tarihi) dizisiyle tanınır. Zola’nın romanlarının yanı sıra Alfred Dreyfus’ü savunan “J’accuse” (İtham Ediyorum) adlı denemesi de ünlüdür.

İnşaat mühendisi olan babası bir kanal projesi alınca 1842’de ailece Paris’ten Aix-en-Provence’a taşındılar. Babasının beş yıl sonra ansızın ölümü aileyi zor duruma düşürdü. Annesi kanal projesindeki haklarını aramak için 1857’de Paris’e dönünce Zola da onun yanına giderek Saint-Louis Lisesi’ni bitirdi, ama iki kez girdiği bakalorya sınavmda başarılı olamadı. Sonraki iki yılını çoğunlukla iş aramakla ve büyük bir yoksulluk içinde geçirdi. Söylentilere göre kişisel eşyalarını rehin vermişti ve karnını yakaladığı serçelerle doyuruyordu. Sonunda 1862’de Louis-Christophe-François Hachette’in yayınevinin satış bölümünde çalışmaya başladı, daha sonra reklam bölümüne geçti. Ek gelir elde etmek için çeşitli dergilere makaleler yazdı, ayrıca boş zamanlarında öykü yazmayı da sürdürdü. 1865’te kendi yaşamından yola çıkarak yazdığı, çirkinliklerin açıkça anlatıldığı ilk romanı La Confession de Claude’u (Claude’un İtirafları) yayımladı. Yapıt halkın ve polisin dikkatini çekti ve Hachette’in tepkisine yol açtı. Bunun üzerine Zola yayınevinden ayrılarak serbest gazetecilikle geçinmeye başladı.

1867’de, dehşet öğeleriyle dolu cinayet romanı Therese Raquin’i (Terez Raken, 1890, 1943/Therese Raquin, 1962, 1992) yayımladı. Bunu 1868’de kalıtım ilkelerini romana uyguladığı Madeleine Ferat izledi. 1868 sonbaharında Zola, Balzac’ın La Comedie humaine’ine benzer bir dizi roman yazmayı kararlaştırdı. Yazmaya başlamadan önce bütün diziyi tasarladığını söylemişse de gerçekte 10 romanlık bir dizi tasarlamış, yazmaya başlayınca bu sayı 20’ye yükselmişti.

Dizinin ilk kitabı La Fortune des Rougon (Rougon’ların Yükselişi, 1946) 1870’te tefrika edilmeye başladı, ama Fransız-Alman Savaşı nedeniyle yanda kaldı: 1871’de ise kitap olarak yayımlandı. Bunu beş yıl içinde beş kitap daha izledi. Satışları iyi olmakla birlikte bu altı roman fazla yankı uyandırmadı. 1877’de yayımlanan, alkolizmle ilgili L’Assommoir ise (Assommoir, 1942/Sen Bir Melektin, 1959/Meyhane. 1967, 1989) Zola’yı kitapları en çok satan yazarlar arasına soktu ve Fransa’nın en ünlü yazan yaptı. Sonraki romanlarından bazılarının satışı Assommoir’ı da aştı. Zola bu diziyi 1893’te tamamladı. Dizinin en ünlü romanları, bir fahişenin yaşamını konu alan Nana (1880; Nana, 1942,1984) ile madencilerin yaşam koşullarını anlatan Germinal‘dir (1885;Jerminal, 1941/Tohum Yeşerince, 1980/Germinal, 1984, 1992).

1860’lar ve 1870’lerde Cezanne ve Manet ile Monet, Degas ve Renoir gibi izlenimci ressamları savunan gazete makaleleri yazdı. Sanatla ilgili farklı kuramların tartışıldığı çevrelere katıldı. Buna karşılık, yaratıcı potansiyelini gerçekleştiremeyen ve bu nedenle de kendini asan bir ressamı konu aldığı L’Oeuvre (1886; Eser, 1945) adlı romanının yayımlanması başta Cezanne olmak üzere ressam dostlarıyla arasının açılmasına neden oldu. Zola 1870’le beş yıldır birlikte yaşadığı Gabrielle-Eleonore-Alexandrine Meley ile evlendi.

Doğalcılığın kurucusu ve en ünlü temsilcisi olarak sanatla ilgili görüşlerini açıklayan, Le Roman ecperimental (1880; Deneysel Roman) ve Les Romanciers naturalistes (1881; Doğalcı Romancılar) gibi incelemeler yayımladı. Doğalcılık iki bilimsel ilkenin edebiyata uygulanmasını içeriyordu: Belirlenimcilik ve deneyci yöntem. Ona göre insanın karakter, huy ve davranışını kalıtım, çevre ve içinde bulunduğu tarihsel an belirliyordu. Deneyci yöntem ise doğru ve kesin verilerin nesnel bir biçimde kaydım gerektiriyordu.

En karamsar ve açık sözlü romanlarından La Terre’in (1887; Toprak, 1946, 1992) yayımlanması üzerine genç kuşaktan beş yazarın Le Figaro gazetesinde sert eleştirilerine hedef oldu. Fransız hükümeti ile ordusunun Fransız-Alman Savaşı (1870-71) sırasındaki politika ve eylemlerini eleştiren romanı La Debâcle (1892; Çöküş) hem Fransızların hem de Almanların yoğun tepkileriyle karşılaştı. Bütün ününe karşın. 19 kez aday olduğu halde Academie Française’e üye seçilemedi.

Zola’nın girdiği tartışmalar içinde en ünlüsü Dreyfus Olayı’yla ilgiliydi. Fransız ordusu subaylarından Yahudi asıllı Alfred Dreyfus 1894’te vatana ihanetle yargılanmış ve suçlu bulunarak ömür boyu hapse mahkûm olmuştu. Bu olay, 12 yıl süren ve dönemin toplumsal-siyasal tarihinde derin iz bırakan bir tartışmaya yol açtı. Dreyfus’ün suçsuzluğuna inanan Zola 13 Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinde Fransız genelkurmayım suçlayan ve “J’accuse” sözleriyle başlayan bir açık mektup yayımladı. Bazı yüksek rütbeli subayların ve Savaş Dairesi’nin gerçekleri gizlediğini ileri sürdü. Zola, iftira etmekle suçlanarak yargılandı; suçlu bulununca, temyiz mahkemesinin kararını beklemeden Temmuz 1899’da İngiltere’ye kaçtı. Dreyfus Davası’na yeniden bakılacağını ve olasılıkla ilk kararın bozulacağını duyunca Haziran 1900’de Fransa’ya döndü. Zola’nın Dreyfus ile ilgili tartışmaya katılması, Fransa’da antisemitizmin ve militarizmin gerilemesine katkıda bulundu.

Zola’nın Les Trois Villes (1894-98; Üç Kent) ve Les Quatre Evangites (1899-1903; Dört İncil) adlı son iki roman dizisinin öncekiler kadar güçlü olmadığı genellikle kabul edilir. Bütün yaşamının ve yapıtlarının temelinde yatan değerler ise bir bakıma son dizisindeki romanların adlarına yansımıştır: Fecondite (1899; Döl Bereketi, 1945, 1992). Travail (1901; Emek, 1946, 1992), Verite (ös. 1903; Hakikat, 1929/Gerçek, 1965, 1989) ve yarım kalan Justice (Adalet).

Zola ve karısı 28 Eylül 1902’de Paris’teki evlerinde bacadaki bir tıkanıklık yüzünden uykuda karbon monoksit gazından zehirlendiler. Yardım geldiğinde Zola ölmüştü, karısı ise birkaç gün sonra iyileşti. (Günümüzde bile bacanın Dreyfus karşıtlarınca tıkandığına inananlar vardır.) Zola’nın cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı; 1908’de ise Pantheon’a nakledildi.

Zola’nın Türkçede yayımlanmış diğer eserleri:

  • La Curee (1872; Tazı Payı, 1941/Aşk Bitmesin, 1970/Oyun Bitti, 1976),
  • La Conguete de Plassans (1874; Plassans Papazı. 1944),
  • La Faute de l’abbe Mouret (1875; Rahip Mauret’nin Günahı. 1943).
  • Une Page d’amour (1878; Bir Aşk Sayfası. 1944, 1992/Bir Aşk Hikâyesi. 1968, 1990),
  • Au bonheur des dames (1883; Kadınların Saadeti, 1971/ Aşkların En Güzeli, 1971),
  • La Joie de vivre (1884; Yaşama Zevki, 1945/ Birleşen Ruhlar (1972),
  • Le Reve (1888; Hülya, 1945/Rüya, 1974),
  • La Bete humaine (1890; Beşerdeki İfrit, 1944/Hayvanlaşan İnsan, 1969),
  • L’Argent (1891; Para, 1947) ve
  • Le Docteur Pascal (1893; Doktor Pascal, 1943)

Değerlendirme

Zola’nın sanayi toplumunun yoğun hareketliliğini ve yabancılaşmasını şiirsel bir anlatımla sergilediği romanların çağdaş edebiyat üzerinde büyük etkisi olmuştur. Bu etki, örneğin varoluşçu roman kadar Fransa’daki yeni roman akımında da gözlenebilir. İçerdikleri görsellik ve hareket nedeniyle onun romanlarının sinemanın öncülü olduğu bile söylenmiştir.

Zola yalnızca Avrupa’nın en büyük romancılarından biri olarak değil, aynı zamanda gerçeğin ve adaletin savunucusu, yoksulların ve ezilenlerin yanında bir eylem adamı olarak da değerlendirilir. Gerçekten, Zola’nın yapıtlarının kalıcılığı, sanatsal niteliklerinin yanı sıra, toplumsal adaletsizliği açık bir biçimde sergilemesinden ve insanlığın durumunun bireysel ve kolektif eylemle düzeltilebileceğine olan sarsılmaz inanandan da kaynaklanır.

AnaBritannica – Turkedebiyati.org

İnsan üzüntülerini anlatarak başkasını memnun etmemeli.

Okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman ülke çıkarlarının değil kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaktır.

Bana sorarsanız eğer bu hayata ne yapmaya geldin diye size şunu söyleyeceğim Ben bu hayata sonuna kadar yüksek sesle yaşamak için geldim.

Erkeği erkek yapan kadındır.

Saygı olmayan yerde aşk da olmaz.

Dünyayı bir günde yıkıp yeni baştan yapamazsınız. Bir günde her şeyi değiştireceklerini söyleyenler ya şarlatan ya da alçaktırlar.

Politika palavradır!

Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramayacaktır.

Bir kişiye karşı yapılmış haksızlık bütün insanlığa karşı yapılmış haksızlık demektir.

Ben sözcükleri sevmem…İnsan birini sevdi mi, yapabileceği en iyi şey onu göstermektir.

Yalnız olmak daha iyidir anlaşmazlığa düşecek kimsen olmaz böylece.

Yeni bir keşif için, yeni yerler değil, yeni bir bakış açısı gerekir.

İnsan en çok kaçtığı şeyden asla kurtulamıyor.

Bir tek yaptıklarımızın bir anlamı vardı. Ne dediğimiz, ne düşündüğümüz hiç mi hiç önemli değildi.

Bizi mutlu kılan insanlara gönül borcu duymalıyız. Onlar, ruhlarımızı çiçeklendiren cennetlik bahçıvanlardır.

Hayatınızın üstünde hep bir gökyüzü parçası bulundurmaya çalışın.

Kederler, düşüncelere dönüştükleri anda bize acı çektirme güçlerini yitirirler.

Kitaplar sessizliğin çocukları ve yalnızlığın yapıtlarıdır.

Achille Adrien Proust ile Jeanne Clémence Weil’in oğulları, Valentin Louis Georges Eugène Marcel Proust 10 Temmuz 1871’de Paris’in güneyinde Auteuil’de büyük amcasının evinde dünyaya gelir. Babası ünlü bir patalog ve epidemi uzmanıdır, annesi ise Alsace’lı zengin Yahudi bir ailenin iyi eğitimli kızıdır. Kültürlü, varlıklı bir ailede mutlu bir çocukluk dönemi geçiren Marcel, 1881’de 10 yaşında bütün yaşamını etkileyecek ciddi bir astım nöbeti geçirir. Paris’teki Condorcet Lisesi’nde okur. Anne ve babası diplomat olmasını isteseler de, sağlık problemleri buna izin vermez.

1888 yılında dönemin ünlü fahişesi olan Laure Heyman’a platonik bir aşkla tutulur. Bu kadın daha sonra Swann’ın Bir Aşkı romanında Odette olarak karşılık bulur. Zaten onun hayatındaki birçok insan, eserlerinde farklı bir isimle roman kahramanına dönüşecektir.

1890 yılında Siyasal Bilimler Özel Okulu’na ve Paris Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. 1892 yılında lise arkadaşları ile birlikte Le Banquet adlı dergiyi kurar; daha sonra La Revue Verte, La Revue Lilas, La Revue Blanche adlı dergilerde ve Le Mensuel adlı gazetede yazıları yayımlanır. 1893 yılında Paul Valéry, Fernand Gregh, Léon Blum gibi isimlerin yer aldığı Kanaklar Akademisi diye adlandırılan topluluğu yönetir. Yine aynı yıl L’Indifférent (İlgisiz Adam) adlı öyküsünü yazar. İki yıl sonra La Vie Contempordine adlı dergide yayımlanacak bu metin, Un Amour de Swann (Swann’ın Bir Aşkı) adlı ünlü romanının ilk taslağı olarak kabul edilir. 1894 yılında Dreyfus olayı başladığında kardeşi ile Dreyfus yanlıları arasında yerini alır. 1895 yılında felsefe lisansını tamamlar; 1896 yılında ise Les Plaisirs et Les Jours (Hazlar ve Günler) adlı derlemesi yayımlanır.

“Hırs insanı şan ve şöhretten daha çok sarhoş eder; arzu her şeyi yeşertirken sahip oluş soldurur; hayatı yaşamaktansa düşlemek yeğdir; kaldı ki yaşamak da bir bakıma hayatı düşlemektir, ama hem gizemi hem de netliği azalmış bir düştür bu, geviş getiren hayvanların cılız bilincindeki dağınık düşlere benzer, karalık ve ağır bir düş.” (Hazlar ve Günler)

Proust, eğlenceye son derece düşkündür ve hiçbir zaman düzenli bir yaşamı olmaz. Babası onu çalışması konusunda sürekli uyarır. Marcel, onu mutlu etmek için Mazarine Kütüphanesi’nde gönüllü olarak çalışmaya başlar, ancak hastalık bahanesiyle uzun sürecek bir izne çıkar, 1900 yılında ise istifa ederek ayrılır.

Gündüzleri bitkin bir şekilde yatar; geceleri ise davetten davete koşar. Ancak eve döndükten sonra gördükleri, duydukları ve gözlemledikleri hakkında sayfalarca not tutar. Yeni tanıştığı insanlarla konuşurken uzun cümleler kurar ve konuştuğu kişilerden konuşulan konu hakkında ayrıntılı tasvirler yapmalarını ister.

Mason Currey’in yazdığı Günlük Ritüeller: Büyük Eserlerin Yaratıcıları Nasıl Çalışır adlı kitapta, Proust’un öğleden sonra üç, dört hatta bazen altı gibi kalkıp, önce kronik astımını rahatlatmak için bir tutam afyondan yapılan Legras tozunu yaktığı, ardından yardımcısı Celeste’in sert bir kahve ve kruvasan getirdiğini yazar. Yardımcısı daha sonra “Gün boyu sadece iki fincan cafe au lait içip iki kruvasan yiyerek yaşayan birini hiç duyma­dım. Hatta bazen sadece tek kruvasanla! Proust’un neredeyse hiçbir şey yemediğini söylemek abartı olmaz” diyecektir.

Proust, adından sıklıkla söz ettirecek yapıtını ise ailesini kaybettikten sonra yazmaya başlar. Ailesi ile yaşayan Proust’un ilk olarak ağabeyi evlenir ve taşınır. Daha sonra babasını kaybeder Proust, 1905 yılında 56 yaşındaki annesinin ölümüyle tam anlamıyla yıkılır. Annesine tutkuyla bağlı olan Proust’un sağlığı bozulur, bir kliniğine yatarak altı hafta tedavi görür. Sonrasında kendini yazmaya adar.

Proııst, bu mutsuz döneminde 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen A la Recherche du Temps Perdu (Kayıp Zamanın İzinde) adlı yapıtını kaleme alır. Söz konusu romanını yazmak için uzun yıllarını harcayan Proust, yayımcı bulma konusunda da büyük bir zorluk çekmesine karşın amacına ulaşır. Yazma ve basım sürecinde çok emek harcadığı bu yapıtı yedi ciltten oluşur: Du Côte de Chez Swann (Swann’ların Tarafı), Al ’Ombre des Jeunes Filles en Fleurs (Çiçek Açmış Kızların Gölgesinde), Le Côté de Guermantes (Guermantes Tarafı), Sodome et Gomorrhe (Sodom ve Gomorra), La Prisonnière (Mahpus), La Fugitive Albertine Disparue (Albertine Kayıp), Le Temps Retrouvé (Yakalanan Zaman).

Neredeyse beş yüze ulaşan karakter sayısı ve kapsadığı uzun zaman dilimi nedeniyle bu yapıt, yazın alanında köklü değişikliklere öncülük eder. Geçmiş ve şimdiki zaman ekseninde kurgulanan yapıtta biyografik unsurların yanı sıra, Proust’un aşk acısını, hayal kırıklıklarını ve duygu değişimlerini mecazi bir anlatımla dile getirmesi okurun ilgisini çeker, çünkü Proust için dilin niteliği herhangi bir ahlak ya da estetik sisteminden daha önemlidir. Zaten yapıtta yer alan bütün kişilerin kendilerine özgü dilleri vardır. Nitekim Proust’un dili, sayfalarca süren cümleleri, duygusal, ruhsal analizleri, yazarı ve söz konusu romanı özel kılar. O dönemde yaşanan toplumsal değişimlerin, burjuva sınıfının, eşcinselliğin konu edildiği, aşk ve kıskançlık gibi unsurlarla donatılan 4000 sayfalık bu başyapıt, bütün eser boyunca adı sadece birkaç kez geçen Marcel adlı bir kahramanın yazma serüveninin anlatısıdır.

Çeşitli sindirim sorunları nedeniyle günde bir öğünden fazla yiyemeyen, duyarlı bir deriye sahip, yüksekten korkan, çok yüksek sesle öksüren, pencerelerinin tüm perdeleri sımsıkı kapalı bir odada yataktan çıkmaya üşenen, kitabını genelde yattığı yerden yazan, günlük yaşantısının veya alışkanlıklarının değişmesine katlanamadığı için yolculuğa çıktığında mutlaka öleceğini düşünen Proust, garip arzuları nedeniyle gençliğinde flört sorunları yaşadığından aşkta daima karamsardır.

Hep evleneceğini söylediği halde hiç evlenmeyen, ama söylediğine göre en az on beş kez nişanlanan, arkadaşları tarafından anlaşılmadığını düşünen, buna rağmen son derece nazik davranan, yaşamı boyunca sadık kaldığı zevksiz mobilyaları, sürekli üşüdüğünden yaz aylarında bile akşam yemeklerinde palto giyen Proust, annesi öldüğünde “Yaşamım artık o biricik amacını, biricik tatlılığını ve biricik tesellisini yitirdi, anneciğim ölürken küçük Marcel’i de yanında götürdü” diyecek kadar düşkündü.

Stefan Zweig’ın, Marcel Proust’un Trajik Yaşamı adlı biyografik denemesinde yazdığı gibi, Proust hastalığı nedeniyle çocukluğunu yaşayamaz; buna karşılık daha küçük yaşlarda gözlemci olur. Her zaman uyanık olan gözleri etrafında olup bitenleri bir projektör gibi izlediği için, belleği, insan ilişkilerini algılama biçimine ve toplumsal yaşamdaki ayrıntılara benzersiz bir düzeyde yoğunlaşır. Kırılgan, her zaman tedirgin ve ölçüsüz derecede duyarlıdır. Tam bir doğa tutkunu olmasına rağmen, özellikle ilkbahar aylarında polenlere karşı olan alerjisi nedeniyle doğaya çıkması yasaktır. Bu hastalık seyahat etmesini büyük ölçüde engellediği için gidemeyeceği yerleri kitaplardan öğrenmek amacıyla durmaksızın kitap alır, okur.

Kaynak

Batı Kültür ve Edebiyatlarında Yüzyıl Dönümü, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Marcel Proust’ta Zaman, Marcel Proust: Günlük Ritüeli, Yaşamı ve Sinirbilimle İlişkisi, Proust’un Zamana Karşı Zaferi: Kayıp Zamanın İzinde, Proust’un Romanlarında Değişim ve Gerçeğin Keşfinde Zamanın Rolü

Marguez diyor ki: “Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır.”

Marguez’den Yaşam İçin 13 İfade

1. Seni sen olduğun için değil, senin yanında olduğum zaman ben olduğum için seviyorum.
2. Hiç kimse senin gözyaşlarını haketmez, onu hakeden seni asla ağlatmayacak olandır.
3. Birinin seni senin istediğin gibi sevmemesi onun seni tüm varlığıyla sevmediği anlamına gelmez.
4. Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır.
5. Birini özlemenin en kötü yolu, yanyana oturduğun halde onu hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir.
6. Üzüntülü olduğun zamnlarda bile gülümsemeyi asla bırakma, biri gülümsemene aşık olabilir.
7. Bu dünyada bir insan olabilirsin ama birisi için bir dünya olabilirsin
8. Zamanını seninle geçirmekle ilgilenmeyen biriyle zamanını harcama.
9. Belki de Allah doğru kişi ile karşılaşmadan önce yanlış insanlarla karşılaşmamızı istemiştir, böyle olunca minnettar olacağızdır.
10. Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse.
11. Seni kıracak insanlar her zaman olacaktır, öyleyse güvenmeye ihtiyacın var, sadece dikkatli ol.
12. Daha iyi bir insan ol ve yeni bir insanla karşılaşmadan o kişinin de senin kim olduğunu bildiğini ümit etmeden önce kendinin kim olduğunu bildiğinden emin ol.
13. Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler ummadığın zamanda olur.

Nobel edebiyat ödüllü yazarlardan olan Gabriel Garcia Márquez, büyülü gerçekçilik akımının önde gelen temsilcilerindendir. Dünya edebiyatının en yetkin kalemlerinden biri olan Márquez, ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ romanında büyülü gerçekçilik akımını ustaca kullanmıştır. Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Márquez, yazın hayatı boyunca dünya edebiyatına birçok eser bırakmıştır. 2014 yılında hayata gözlerini yuman Márquez’in hayatı edebiyatseverler tarafından merak ediliyor. Peki, Gabriel Garcia Márquez Kimdir? Gabriel Garcia Márquez’in eserleri nelerdir?

Gabriel Garcia Márquez’in Kariyeri

Yoksul bir ailede büyüyen Gabriel Garcia Márquez, uzun yıllar Roma ve Paris’te muhabirlik yaptı 1958 yılında doğduğu şehre dönen usta yazar, Caracas’a gazeteci olarak çalışmaya başladı. 1960 yılında ise Mexico’da senaryo yazarlığı ve gazetecik görevlerinde bulundu. Daha sonra yazın hayatına başlayan Márquez, ‘Kırmızı Pazartesi’ romanı ile Nobel Edebiyat Ödülü kazandı. Kariyeri boyunca birçok yapıtı kaleme alan usta yazarın en önemli kitabı ise Latin Amerika’da büyülü gerçekçilik olarak anılan akım ile ortaya koyduğu ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ isimli romanıdır.

1958 yılında Barcho Pardo ile dünyaevine giren Gabriel Garcia Márquez’in Rodrigo Garcia ve Gonzalo isminde iki çocuğu vardır.

Kolombiya doğumlu Gabriel Garcia Marquez, 6 Mart 1927 yılında dünyaya geldi. Lisans eğitimini Kolombiya Ulusal Üniversitesinde ve Cartagena Üniversitesinde hukuk ve gazetecilik bölümünde tamamladı.1973 yılında Barcelona’ya yerleşen ünlü yazar 17 Nisan 2014 yılında Meksika’da vefat etti.

Gabriel García Márquez Başlıca Yapıtları

  • Başkan Babamızın Sonbaharı, 1982.
  • Bir Kayıp Denizci, 1982.
  • Kırmızı Pazartesi, 1983.
  • Şer Saati, 1983.
  • Yaprak Fırtınası, 1983.
  • Yüzyıllık Yalnızlık, 1984.
  • Kolera Günlerinde Aşk, 1989.
  • Labirentindeki General, 1990.

Iwan Sergejewitsch Turgenew

Sevilmeden sevmekten daha feci bir şey yoktur.

Dünyada en iyi şey huzur içinde kalabilmektir.

Mutluluk bizim bulunmadığımız yerlerdedir.

İhtiyaç her şeyi öğretir, birçok şeylerden de vazgeçirir.

Öyle bir an gelir ki; bazı yolların dönüşü, bazı hataların özrü, bazı insanların anlamı olmaz. 

İradesi zayıf insanlar bir şeye kendiliklerinden son veremezler, bunun onun dışında oluşmasını beklerler.

İvan Sergeyeviç Turgenyev kimdir?

İvan Sergeyeviç Turgenyev, 9 Kasım 1818 tarihinde Rus İmparatorluğu‘nda dünyaya geldi. Babası soylu bir aileden olsa da, ilerleyen dönemlerde yoksullaşmış bir süvari albayıydı. Annesi ise, okumuş, genel kültür sahibi, eğitime fazlasıyla düşkün bir insandı. Malikanesindeki kölelere, bir suç işledikleri zaman acımasızca cezalar verir, yeri geldiği zaman kırbaçlatırdı. Turgenyev, daha genç yaşlarında gördüğü tüm bu acımasızlıklar sayesinde yavaş yavaş fikirlerini oturtmaya başlar. 

Ailesiyle birlikte 1827 senesinde Moskova’ya göçtükten sonra özel bir okulda eğitim görmeye başladı. Özel okuldaki eğitiminin yanı sıra, özel öğretmenlerden de dersler aldı. Çocuk yaşlarındayken Almanca, İngilizce ve Fransızca’yı anadil seviyesinde konuşmaya başlamıştır. 

İlerleyen dönemlerde Moskova ve Petersburg üniversitelerinde eğitim gören Turgenyev, Felsefe Fakültesi‘nden iyi dereceyle mezun oldu. 

Buradaki mezuniyetinin ardından Almanya’ya giden Turgenyev, burada da Berlin Üniversitesi‘nde okumaya başladı ve 4 sene burada kaldı. Burada kaldığı süre boyunca tarih, klasik filoloji dallarında çalışmalar yapmasının yanı sıra, Latince ve Yunanca öğrendi. Rusya’ya döndükten sonra bir sınava girerek profesör olmaya hak kazandı. 

1842 senesinde -ki bu sene Turgenyev için bir dönüm noktasıdır- meşhur Rus eleştirmen Belinski ile tanıştı. Belinski’nin ilişkili olduğu insanlar, toprak köleliğine karşı duran aydın kesimdir. O yüzden Turgenyev’in İlk yazınsal denemeleri dışında ilk ciddi çalışmaları 1842 senesine rastlar. Seçtiği yol; Puşkin’in ortaya attığı ve Gogol’un geliştirdiği gerçekçiliktir. Onu üne kavuşturan ilk yapıtı ise “Bir Avcının Notları” isimli yazı dizisidir. 1880 senesindeki baskısında bu kitap 25 öykü içerir. Öykülerin konuları; toprak ağası ve köylünün yaşayışı, içinde bulunduğu koşullardır.

1852 senesinde Gogol öldükten sonra bir yazı kaleme alan Turgenyev, yazısı sansürlendiği halde bir dergi tarafından yayınlanınca 1 ay hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra da yaklaşık bir sene polis gözetiminde yaşadı. 1855 senesinden sonra büyük romanlarını yayınlamaya başladı. Bu romanlarda tıpkı annesi gibi; kültürlü çiftlik sahiplerini canlandırır ve tümünde evrimci-liberal bir dünya görüşüne sahiptir. 1862 senesinde sonra yayınladığı her romanından sonra, bir eleştirmenin saldırısına maruz kalmıştır. Turgenyev, yaklaşık iki sene süren bir hastalıktan sonra 3 Eylül 1883 tarihinde Paris yakınlarındaki Bougival kasabasında hayatını kaybetti. Cenaze merasimi Petersburg’da yapıldı. Turgenyev’in en önemli eseri olarak görülen “Babalar ve Oğullar” Nihilizmin temel taşı sayılır. 

ESERLERİ : Bir Avcının Notları, Rudin, Asilzade Yuvası, Arefe, Babalar ve Oğullar, Tuğbay, Ham Toprak, Duman, Bozkırda Bir Kral Lear, İlk Aşk, Turgenyev’in Mektupları 

Comments are closed.