logo

Dünya ve yaşam

İÇİNDEKİLER

BİLGİ: AFRİKA

DÜNYANIN EN GÜVENLİ ŞEHİRLERİ

1-  North Battleford – Saskatchewan (CSI Puanı: 372) 2- Thompson – Manitoba (CSI Puanı: 333) 3- Wetaskiwin Alberta – (CSI Puanı: 258) 4- Prince Albert – Saskatchewan (CSI Puanı: 251) 5- Portage la Prairie – Manitoba (CSI Puanı: 231) 6- Red Deer – Alberta (CSI Puanı: 222) 7- Williams Lake – British Columbia (CSI Puanı: 219) 8- Quesnel – British Columbia (CSI Puanı: 214) 9- Langley – British Columbia (CSI Puanı: 187) 10- Prince George – British Columbia (CSI Puanı: 175)

ABD’DE YAŞANILMASI ZOR EN KÖTÜ ŞEHİRLER NERELERİDİR?

DETROIT: Amerika Birleşik Devletlerinin en kötü şehri ünvanını yıllardır elinden bırakmayan ve Michigan eyaletinde bulunan şehirdir. ABD’de araba sektörünün gelişmesinde büyük önem taşıyan, bir zamanlar 1 milyon 800 binden fazla nüfusu olan fakat son zamanlarda sadece 700,000 nüfus ile, suç oranlarının yüksek olduğu ve bir çok kişinin yaşamaktan çekindiği bir şehirdir. 2015-2018 yıllarında büyük şirketlerin tekrar yatırım yaptığı fakat gelişmenin uzun zaman sonra olacağı tahmin edilen, yaşanılması en zor ve kötü şehirler listesinde birinci sıradadır.

FLINT: Hem Michigan eyaleti hemde Amerika Birleşik Devletleri genelinde en tehlikeli yaşam yeri olarak bilinen Flint, aile ve öğrenci yaşamı için oldukça zor bir sehirdir. %44.5 nüfusunun açlık sınırında yaşadığı bu şehirde, neredeyse her gün büyük ölçekte suç oranları yaşanmaktadır. İşsizlik rakamları ise ulusal rakamın iki katından fazla olup olup, %9.8 ile yüksek bir rakam içermektedir.

 ST. LOUIS: ST. Louis, Missouri eyaletinde en kötü şehir olarak bilinen ve ABD genelinde en kötü üçüncü şehir ünvanına sahiptir.%23.8 açlık sınırının altında yaşayan nüfusu olan ST. Louis, suç oranı yüksekliği ile de yaşanılacak en zor şehir olarak bilinmektedir.

MEMPHIS: Memphis şehri finansal açıdan büyük zorluklar yaşadığı için durumu iç açıcı olmamakla birlikte, çok fazla da suç oranına sahiptir. %26.9 nüfusunun açlık sınırında yaşadığı bilinmekte ve yüksek suç oranlarından dolayı nüfusu gittikçe azalmaktadır. FedeX firmasının en büyük havayolu taşıma alanı bu şehirde olup, şehre birazda olsa finansal olumlu katkıda bulunmaktadır.

CLEVELAND: Amerika Birleşik Devletlerinde en pahalı şehirlerden biri olarak bilinen Cleveland, Ohio eyaletindedir. İşsizlik durumunun en yüksek ikinci şehirlerden biri olan Cleveland, yaşam şartlarının en zor olduğu şehir olarak hâlen durumunu korumaktadır. Genel olarak suç oranı en yüksek şehir olarak da ün salmıştır.

WILMINGTON, DELAWARE: Delaware, Wilmington eyaletinde bulunan ve gelir seviyesi çok düşük, fakat yaşam masraflarının çok yüksek olduğu bir sehirdir. Kazancın-harcamaya oranı %17 kadar farklılık göstermekte ve geçimi oldukça zorlaştırmaktadır. Suç oranından çok, yaşam şartlarının güç olmasından dolayı az bir nüfusa sahiptir.

MILWAUKEE, WISCONSIN: Her 4 kişiden birinin açlık sınırının altında yaşadığı Milwaukee, Wisconsin eyaletine bağlı bir bölgedir. Gelir durumu bu kadar düşük olan bir çok bölgede, suç oranı genellikle çok fazladır ve Milwaukee’de bu kaderi yaşayan bir sehirdir. Ulusal suç oranına kıyasla 5 kat fazla suçun işlendiği, en tehlikeli bölge olarak hâla günümüzde yerini almaktadır.

COMPTON, CALIFORNIA: Çok büyük bir nüfus çoğunluğunun ulusal açlık sınırının altında yaşadığı Compton, ABD’de meşhur Kaliforniya bölgesinde bulunmaktadır. Ulusal işsizlik % 4.9 olan ABD’de, Compton bölgesi %8.2 işsiz nüfus oranıyla üst sıralardadır. Bölgede bulunan işlerinde iyi maaşlar ödememesinden dolayı, Compton’dan genel olarak suç oranları çok yüksektir. Genel eğitim seviyesi ise %8.1 oranı kadar düşüktür. 

STOCKTON, CALIFORNIA: Amerika Birleşik Devletlerinde en çok işsiz kesimin bulunduğu yer olarak bilinen Stockton, Kaliforniya eyaletinde bulunmaktadır. ABD yıllık işsizlik oranı %4.9 olarak bilinirken, Stocktonda ki işsizlik oranı %8,7’dir. Bulunduğu eyalette ortalama gelirin 67,739 dolar olduğu alanda, Stockton’da ki gelir durumu 49,271 dolar kadar düşük olarak belirtilmektedir.

TOLEDO, OHIO: ABD’de en tehlikeli şehirlerden biri olarak bilinen Toledo, genel Amerika geneline kıyasla yaklaşık 3 kat daha fazla ileri seviye de suç işlenen bölge olarak bilinmektedir. Genel ABDi’de ki ev fiyatları 205,000 dolar iken, Toledo bölgesi 79,100 dolar civarındadır. Suç oranı yüksek olan bu bölgede, aile yerleşimleri çok tercih edilmemektedir. 

Nüfusu 1 milyonun üzerinde olan 579 şehir merkezini terör, öldürülme, yaralama gasp ve hırsızlık gibi güvenlik tehdidine maruz kalma durumlarına göre sıralayan “Şehirlerin Risk ve Güvenlik Endeksi” adlı rapor yayımlandı. En riskli 100 şehirden 62’sine ev sahipliği yapan Latin Amerika dünyanın suç merkezi olarak tanımlandı.

DÜNYANIN EN TEHLİKELİ ŞEHİRLERİNİN ÜÇTE BİRİ LATİN AMERİKA’DA

Sivil toplum örgütü CCSPJP’nin ‘şiddet raporu’na göre, dünyanın en tehlikeli 50 şehrinden 40’ı Latin Amerika’da bulunuyor. Meksika merkezli Güvenlik, Adalet ve Barış Konseyi (CCSPJP) adlı sivil toplum örgütü, 2020 yılı şiddet raporunu açıkladı. Buna göre dünyanın en tehlikeli 50 şehrinden 40’ı Latin Amerika’da bulunuyor. Sıralama her 100 bin kişiye düşen kasıtlı insan öldürme sayısına karşılık gelen ‘cinayet oranı’ hesabına göre yapılıyor. Cinayet oranı en yüksek olan ülkeler sıralamasında 2017’den bu yana ilk sırada yer alan Meksika, bu yıl da listede birinci. Amerika’nın Sesi’nin aktardığı rapora göre, dünyanın en tehlikeli şehri her 100 bin kişide 109,38 cinayet oranıyla Celaya.Uzmanlar, Celaya’daki cinayetlerin daha çok Jalisco Nueva Generacion ve Santa Rosa de Lima adlı suç kartelleri arasındaki uyuşturucu pazarını ele geçirmek için yapılan savaşlardan kaynaklandığını belirtiyor

Son 20 yılda şiddet vakalarında 2 milyon 500 bin kişinin cinayet sonucu hayatını kaybettiği bölgede, bu durumun temel sebepleri arasında gelir eşitsizliği, işsizlik, eğitimdeki kalitesizlik, otorite zayıflığı, adalet sistemindeki sorunlar, rüşvet ve yolsuzluk, çarpık kentleşme, anlaşmazlıkları şiddetle çözme kültürü ve organize suç örgütleri sayısındaki artış gibi sorunlar gösteriliyor. Cinayet oranı ortalaması 67,09 olan Meksika’yı listede 11 şehri bulunan Brezilya izlerken, son yılların en ağır sosyo-ekonomik krizlerinden birini yaşayan Venezuela’nın ilk ellide 5 şehri bulunuyor. Raporda Kolombiya ve Honduras’tan ikişer ve Porto Riko’dan bir şehir bulunuyor. Listede ABD’den beş ve Jamaika’dan da bir şehir olduğu göz önünde bulundurulduğunda dünyanın en tehlikeli 50 şehrinin 46’sının Amerika kıtasında bulunması dikkat çekiyor. Listede yer alan ABD kentleri şunlar: St. Louis, Baltimore, New Orleans, Memphis ve Detroit. Raporda toplamda 64 milyonu aşkın kişinin yaşadığı 50 şehirde geçen yıl işlenen cinayet sayısının 33 binden fazla olduğu belirtiliyor.

YAHYA KARA

Grönland, Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde, 2.166.086 km² ile kuzey kutbundaki en büyük buz örtüsüyle kaplı, Danimarka Krallığı’na bağlı özerk bir bölgedir. Kanada Arktik Adaları’nın doğusunda, Arktik ve Atlantik okyanusları arasında yer alan dünyanın en büyük adasıdır. Grönland, jeopolitik olarak Avrupa’nın bir parçasıdır. Ülkenin başkenti ve en büyük şehri Nuuk’tur. Fizyografik olarak Kuzey Amerika kıtasının bir parçası olmasına rağmen Grönland, 986’dan başlayarak bin yıldan fazla bir süredir siyâsî ve kültürel olarak Avrupa (özellikle sömürge güçleri olan Norveç ve Danimarka) ile ilişkilendirilmiştir. Sakinlerinin çoğunun ataları Alaska’dan Kuzey Kanada’ya göç eden ve 13. yüzyılda yavaş yavaş adaya yerleşmeye başlayan İnuitlerdir.

Adanın sahilleri hariç her tarafı 3 km kalınlığına varan bir buz tabakasıyla kaplı olup buzun tabanı deniz seviyesinin altındadır. Adanın %81’i buzullarla kaplıdır. Adanın kuzeyinde Arktik Okyanusu (Arktik Deniz), güneydoğusunda İzlanda ve Danimarka Boğazı, batısında Kanada’nın Ellesmere Adası ve Baffin Körfezi yer alır. Ayrıca kimsenin yaşamadığı Hans Adası ile Kanada ile sınıra sahiptir. Grönland, yüzölçümü açısından dünyanın en büyük adasıdır. Küresel ısınma sebebiyle adanın buzla kaplı kısımları buzların erimesinden dolayı azalmaktadır. Özellikle 21. yüzyıl itibarıyla buzulların erimesi bilim çevrelerinin beklediğinden fazla hızlanmıştır. Daha önce benzeri kayıtlara geçmemiş biçimde 2012 yılında Grönland adasındaki yıllık buz kaybının, 2003 yılına kıyasla yaklaşık dört kat oranında arttığı bir erime durumu olmuştur.

Grönland’da yaşayan nüfus 57.500 civarındadır. Nüfusun büyük bölümü batı kıyısındaki küçük kasabalarda ve şehirlerde yaşar. Grönland’ın buzullarla kaplı orta kesimlerinde insan yaşamaz. Ülkenin temel geçim kaynağı avcılık ve balıkçılıktır. Ülke toprakları çoğunlukla buzullarla kaplı olduğundan tarıma elverişsizdir. Sadece güneyinde küçük bir alanda patates ekilir. Tarım ürünleri çoğunlukla Danimarka’dan getirilir ve fiyatları Danimarka’ya göre pahalıdır. Genellikle en ucuz ürünler alkollü içeceklerdir. Ülkede su, buzdağlarından elde edilir. Onun dışında doğal su kaynakları yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla suyun da büyük bir bölümü Danimarka’dan getirilir.

Tarihi: 900 yılında Gunnbjorn Ulfsson Grönland’ı keşfetmiştir. 986 yılında ise Kızıl Erik, Grönland’da bir Viking sömürgesi kurdu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD tarafından işgal edilmiş, daha sonra tekrar Danimarka’ya verilmiştir. Bu sırada, 1943 yılında da ABD tarafından Amerikan Hava Kuvvetleri’nin kullanması için Thule Hava Üssü inşaa edilmiştir. 1985 yılında AB’den ayrılmıştır. 11 Haziran 2022’de Danimarka ve Kanada hükûmetleri, 17 yıllık müzakerelerin ardından Hans Adası’nı ikiye bölmeyi kabul etti. Anlaşma, Kanada, Danimarka, Grönland ve Nunavut parlamentolarının her birinin onaylamak için oy kullanmasından sonra yürürlüğe girdi. Bununla, Kanada ve Danimarka (Grönland), adanın merkezine yakın kuzeyden güneye uzanan adanın yüzeyindeki bir çatlağı izleyen 1280 m’lik bir uluslararası kara sınırına sahip olacak.

VİKİPEDİ

KANADA

Yüzölçümüne göre nüfusun pek az olduğu Kanada’da km2 başına sadece üç kişi düşer. Bu seyrek nüfusun ülke yüzeyinde dağılışı da çok düzensizdir ve yoğunluğun daha çok güney sınırı yakınlarında arttığı görülür; kuzey kesimler ise son derece tenhadır. Ülkede konuşulan resmî diller İngilizce ve Fransızca’dır. Nüfusun yarıya yakını Katolik’tir (% 46,5); ikinci sırayı Protestanlar alır (% 41,2). Müslümanların günümüzdeki oranı % 0,4’tür; fakat bu oran giderek artmaktadır.

Sadece Kızılderililer’in yaşadığı Kanada’ya Avrupalı beyaz olarak ilk önce IX-X. yüzyıllarda İzlanda ve Grönland’dan bazı göçmenler gelmişse de bunlar yerleştikleri kuzey kıyılarında zamanla yok olmuşlardır. Daha sonraki gelişler ise coğrafî keşifler döneminde İngiltere adına seyahat eden (1497-1498) İtalyan denizcisi Giovanni Coboto (Jean Cobot) ve Fransa Kralı I. François’nın görevlendirdiği İtalyan Giovanni da Verrazzano ile (1524) Fransız Jacques Cartier’nin (1534-1536; 1541-1542) keşif seyahatlerinden sonra gerçekleşmiştir. XVII. yüzyılın başlarında Kanada’nın doğu bölgelerini hâkimiyetleri altına aldıklarını ilân eden Fransızlar bu topraklara Yeni Fransa adını verdiler ve 1608’de Québec’i kurdular. Başlangıçta küçük bir kürk ticaret merkezi olan Québec, aynı zamanda Kızılderililer’i hıristiyanlaştırmaya çalışan misyonerlerin de merkeziydi. Fakat Fransız nüfusu Fransa yöneticilerinin göçmenliği özendirmesine rağmen yerlilerin düşmanca tutumları ve dondurucu soğuklar gibi etkenler yüzünden bir türlü artmadı. Québec 1629’da, güneyde sömürge idareleri kuran İngilizler’in eline geçtiyse de üç yıl sonra Saint-Germainen-Laye Antlaşması ile geri verildi. Bu istikrarsız durum otuz yıl kadar devam etti. XIV. Louis Yeni Fransa’ya büyük ilgi gösterdi ve önce Batı Hindistan Şirketi’ni kurup (1664) arkasından yerlilere karşı savaşmak üzere bir alay asker gönderdi. XIV. Louis’nin tayin ettiği ilk yönetici Jean Talon (1665-1672) Fransa’dan genç kız ve bekâr kadınlar getirterek yeni yerleşmeleri teşvik etti; tarımı, balıkçılığı ve çeşitli zanaatları canlandırdı. Onun kurduğu yönetim devamlı bir gelişme gösterdi, ekonomi güçlendi ve coğrafî keşiflerin hızlanması sonucu ülke toprakları genişledi. Fakat bu durum İngiltere ile Fransa’yı karşı karşıya getirdi ve gerek Avrupa’da gerekse Kuzey Amerika’da cereyan eden uzun savaşlar sonunda nüfusu ancak 50.000’e çıkmış olan Yeni Fransa, güneyindeki İngiltere’nin 1 milyonu aşkın nüfuslu on üç sömürge idaresi karşısında yenildi ve 1763 Paris Antlaşması ile İngilizler’in eline geçti. Yeni Fransa’nın Québec hariç bütün toprakları İngiliz eyaletleri arasında paylaştırıldı; yalnız Québec başlı başına bir eyalet olarak Fransız ahalisinin elinde bırakıldı ve daha sonra buraya din (Katolik), dil (Fransızca) ve hukuk (Fransız hukuku) özgürlüğü tanındı (1774). 1791’de İngiltere Parlamentosu’nun kabul ettiği bir kanunla bölge, İngilizler’in çoğunlukta olduğu Yukarı Kanada ve Fransızlar’ın çoğunlukta olduğu Aşağı Kanada adlarıyla ikiye ayrıldı. Ancak 1841’de yeniden birleştirilerek tek bir koloni haline getirildi.

RECEP ŞENTÜRK

Kanada Kuzey Amerika’da bir ülkedir. On eyalet ve üç bölgeden oluşan ülke, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na ve kuzeyde Arktik Okyanusu’na kadar 9,98 milyon km²’lik bir alanı kaplar. Bu özelliğiyle yüzölçümü bakımından dünyanın Rusya’dan sonra en büyük 2. ülkesidir. Kanada, sınırları içinde en çok göl bulunduran ülkedir, bir milyondan fazla göl bulunmaktadır. Kanada’nın güney ve batıda Birleşik Devletler ile olan sınırı 8.891 km ile dünyanın en uzun kara sınırıdır. Ayrıca Kanada, 200.000 km den fazla bir mesafe ile dünyanın en uzun sahil şeridine sahiptir. Kanada’nın topraklarında çoğunlukla ormanlar ve bunun yanı sıra Rocky Dağları’ndaki tundra hakimdir. Nüfusun beşte dördü güney sınırına yakın yaşamaktadır. Kanada’nın başkenti Ottawa; en büyük üç şehri Toronto, Montreal ve Vancouver’dır.

Kanada, Aborjinlerin binlerce yıldır yaşadığı bir alan oldu. 16. yüzyıldan itibaren Britanyalı ve Fransız keşif seferleriyle Atlantik kıyısında ilk koloniler kurulmaya başladı. Birçok savaşın ardından Fransa 1763’te Kuzey Amerika’daki sömürgelerinin neredeyse tümünü terk etti. 1867’de Britanya Kuzey Amerikası’nın üç kolonisi birleşerek bir konfederasyon oluşturdular. Böylece Kanada dört eyaletten oluşan bir federal dominyon olarak kurulmuş oldu. Bu olay dominyon topraklarının genişlemesi ve yeni eyalet ve bölgelerin eklenmesi ile Kanada’nın Birleşik Krallık’tan özerkleşmesi sürecini başlattı. 1931 Westminster Yasası ile genişletilen özerklik, Britanya Parlamentosu’na yasal bağlılığı sonlandıran 1982 Kanada Yasası ile pekiştirildi.

Kanada’da en az 10.000 yıl boyunca İlk Halklar olarak tanınan yerliler yaşamıştır. Avrupalılar tarafından ilk ziyaret 1000 yılı civarında, kısa bir süreliğine Newfoundland’e yerleşen Vikingler tarafından yapılmıştır. Kolonici Avrupalılar, 16. yüzyılın sonu 17. yüzyılın başı gibi Kanada’ya geldi.1763’te Yedi Yıl Savaşı’ndan sonra Fransa, Karayip Adaları’nı tutup Kuzey Amerikan kolonisi Yeni Fransa’yı Büyük Britanya’ya bırakmaya karar verdi. Amerikan Devrimi’nden sonra Büyük Britanya’ya sadık olanlar Kanada’ya yerleştiler.

VİKİPEDİ

AMERİKA

Kuruluşundan bu yana geçen yaklaşık 200 yıl içindeki hızlı nüfus artışını, bu süre içinde doğumlarla meydana gelen tabii artışla açıklamaya imkân yoktur. Ülkede nüfus artışının asıl sebebi, uzun bir süre devam eden göçler olmuştur. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1777’den 1830 yılına kadar gelen göçmen sayısının yarım milyon kadar olduğu sanılmaktadır. Buna karşılık, bu dönemi takip eden yetmiş yılda 20 milyona yakın, 1900-1914 arasında 12 milyon, daha sonraki tarihlerde ise her yıl yarım milyonla 1 milyon arasında değişen sayılarda göçmen ülkeye girmiştir. Savaşlar, iktisadî buhran, işsizlik, siyasî ilticalar her yıl gelen göçmen sayısındaki dalgalanmaların başlıca sebepleridir. Göçmen sayısını etkileyen faktörlerden biri de alınacak göçmen adedini belirleyen kotalardır. Kota kanununun çıkarılmasındaki başlıca sebepler göçleri azaltmak, kuzeyli ırkların göçünü desteklemek ve bu suretle ülkenin dil ve kültür birliğini korumaktır. 1890’dan önceki göçler daha çok İngiltere, İrlanda, İskandinavya ve Almanya’dan olduğu halde, 1890-1915 arasında Doğu ve Güney Avrupa ülkelerinden gelenler çoğunluğu oluşturmuştur. Bunun bir sonucu olarak 1920 yılında nüfusun ancak % 50’si Amerika’da doğmuş ve bu kültürle yetişmiş insanlardan, % 35’i ise dili ve kültürü farklı yeni göçmenlerden meydana geliyordu. Kota kanunu bu sakıncalı durumu düzeltmek, kökenleri ve kültürleri çok farklı olan ve daha çok, topluca belli bölgelerde yaşama temayülü gösteren bu milyonlarca insanı Anglosakson kültür potası içinde özümlemek için çıkarılmıştır.

Nüfusun en büyük kısmını (202 milyondan çoğu) Avrupa kökenli Amerikalılar oluşturur. Sayıca onları zenciler, Latin Amerikalılar, Amerika’nın asıl yerlileri, Çinliler, Japonlar, Hintliler, Koreliler ve Vietnamlılar ile daha küçük sayıdaki diğer topluluklar takip eder. Esir tüccarlarının Afrika’dan getirdikleri ve genellikle yarısı hayatını yolda kaybeden zencilerin ilk kafilesi ülkeye 1619’da sokulmuş, bunu özellikle XVIII. yüzyılda yüz binlercesi takip etmiştir. Ülkedeki zenci sayısı 1790’da 760.000 dolayında iken 1850’de 3,6 milyona, 1930’da 12 milyona, 1970’lerde 23 milyona yükselmiştir. Başlangıçta çoğunlukla ülkenin güneyinde bulunan zenciler, kölelikten kurtuldukları iç savaştan sonra diğer bölgelere de yayılmışlardır. Yüksek doğum oranı sayesinde hızla artan zenci nüfusu bu sebeple beyaz nüfustan daha genç bir yapıya sahiptir.

Din. Birleşik Devletler halkı din bakımından da çeşitlilik göstermektedir. Nüfusun büyük kısmını birçok mezheplere ayrılmış olan hıristiyanlar oluşturmuş; bunların 77 milyon kadarı Protestan, 52 milyondan çoğu Katolik, 4 milyon kadarı da Ortodoks’tur. Mûsevîler’in sayısı 5,7 milyon, müslümanların sayısı ise 8 milyon dolayındadır ve önemli bir kısmını Türkler’le Osmanlı Devleti’nin topraklarından göç etmiş eski Osmanlı vatandaşları meydana getirir.

SIRRI ERİNÇ

Amerika Birleşik Devletleri (ABD; İngilizce: United States of America, USA), Birleşik Devletler (BD; İngilizce: United States, US) veya resmî olmayan ismiyle Amerika (İngilizce: America), orta Kuzey Amerika’da, Kanada ve Meksika arasında bulunan,[a] elli eyalet ve bir federal bölgeden oluşan, federal anayasal cumhuriyet ile yönetilen bir ülkedir. Dünya’nın, 9,8 milyon km2 (3,8 milyon sq mi) yüz ölçümü ile karasal alan bakımından dördüncü, toplam alan bakımındansa üçüncü en büyük ülkesi ve 331 milyonu aşan nüfusu ile de en kalabalık üçüncü ülkesidir.

Paleo-Kızılderililer, en az 12 bin yıl önce Sibirya üzerinden Kuzey Amerika ana karasına göç ettiler ve 16. yüzyıla gelindiğinde ise Avrupa kolonizasyonu ile karşı karşıya kaldılar. Birleşik Devletler, Doğu Kıyısı boyunca kurulan On Üç Koloni ittifakından doğdu. Büyük Britanya ile vergilendirme ve temsil edilme konusundaki anlaşmazlıklar, bağımsızlığı sağlayan Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na (1775-1783) yol açtı. 18. yüzyılın sonlarında ABD, Kuzey Amerika’da hızlı bir şekilde genişlemeye başladı. Ülke; savaşlar, Yerli Amerikalıların yerlerinden edilmesi ve yeni eyaletlerin federasyona kabulü gibi yollarla kademeli olarak yeni bölgeler elde etti. 1848’de Birleşik Devletler, kıtanın bir ucundan diğer ucuna kadar yayılmış hâldeydi. Güney eyaletlerinde 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar köleliğin yasal olması, Amerikan İç Savaşı’na zemin hazırladı ve kölelik tüm ülkede yasaklandı. İspanyol-Amerikan Savaşı (1898) ve I. Dünya Savaşı (1914-1918), ABD’nin dünya gücü olacağının sinyallerini verdi ve II. Dünya Savaşı’nda (1939-1945) ise bunu gerçekleştirdi.

Kuzey Amerika’nın ilk sakinlerinin en az 12.000 yıl önce Bering Köprüsü yoluyla Sibirya’dan göçle geldikleri genel olarak kabul edilmiştir; ancak, bazı kanıtlar daha da erken bir yerleşim tarihini göstermektedir. MÖ 11.000 yılı civarında ortaya çıkan Clovis kültürünün, Amerika’daki insan yerleşiminin ilk dalgasını temsil ettiğine inanılıyor. Bu, muhtemelen Kuzey Amerika’ya doğru gerçekleşen üç büyük göç dalgasından ilkiydi; Daha sonraki göç dalgaları ile günümüz Atabaskların, Aleutların ve Eskimoların ataları bölgeye geldi.

Amerika’nın 1492’de Avrupalılar tarafından keşfinden sonra İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, buradaki yerli halkların aleyhine toprak sahibi oldular. Avrupalılar, Amerika’daki topraklarını genişlettikten sonra, İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden göçmenler alıp buralara yerleştirerek koloniler kurdular.

Avrupalı yerleşimleri

New England kıyılarının Vikingler tarafından çok erken dönemlerde kolonize edildiği iddiası ihtilaflıdır. Avrupalıların Amerika Birleşik Devletleri’ne ilk belgelenmiş varışları, 1513’te Florida’ya ilk seferini yapan Juan Ponce de León gibi İspanyol konkistadorlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Daha önce, Christopher Columbus, 1493 yolculuğunda Porto Riko’ya inmişti ve San Juan, on yıl sonra İspanyollar tarafından kolonize edildi. İspanyollar, Florida ve New Mexico’da genellikle ülkenin en eski şehri olarak kabul edilen Saint Augustine ve Santa Fe gibi ilk yerleşim yerlerini kurdular. Fransızlar, özellikle New Orleans olmak üzere Mississippi Nehri boyunca kendi yerleşimlerini kurdular. Fransızlar, özellikle New Orleans olmak üzere Mississippi Nehri boyunca kendi yerleşimlerini kurdular. Kuzey Amerika’nın doğu kıyısının İngilizler tarafından başarılı kolonizasyonu, 1607’de Jamestown’daki Virginia Kolonisi ve 1620’de Plymouth’daki Pilgrimler kolonisi ile başladı.

Kolonizasyonun ilk zamanlarında, birçok Avrupalı yerleşimci yiyecek kıtlığına, hastalığa ve Yerli Amerikalıların saldırılarına maruz kaldı. Yerli Amerikalılar da komşu kabileler ve Avrupalı yerleşimcilerle sık sık savaş halindeydi. Ancak birçok durumda, yerliler ve yerleşimciler birbirlerine bağımlı hale geldi. Yerleşimciler yiyecek ve hayvan eti, yerliler ise silahlar, aletler ve diğer Avrupa malları karşılığında ticaret yaptı. Yerliler birçok yerleşimciye mısır, fasulye ve diğer gıda maddelerini yetiştirmeyi öğretti. Avrupalı misyonerler ve diğerleri, Yerli Amerikalıları “uygarlaştırmanın” önemli olduğunu hissettiler ve onları Avrupa tarım uygulamalarını ve yaşam tarzlarını benimsemeye çağırdılar. Ancak, Kuzey Amerika’da artan Avrupa kolonizasyonu ile Yerli Amerikalılar yerlerinden edildi ve sıklıkla öldürüldü. Amerika’nın yerli nüfusu, Avrupa’nın gelişinden sonra çeşitli nedenlerle başta çiçek hastalığı ve kızamık gibi hastalıklar olmak üzere azaldı.

Avrupalı yerleşimciler ayrıca Atlas Okyanusu’ndaki köle ticareti yoluyla Afrikalı kölelerin Kolonik Amerika’ya kaçakçılığına başladı. Tropikal hastalıkların daha düşük prevalansı ve daha iyi tedavi nedeniyle, kölelerin Kuzey Amerika’da Güney Amerika’dan çok daha yüksek bir yaşam beklentisi vardı ve bu da sayılarında hızlı bir artışa yol açtı. Koloni toplumu, köleliğin dini ve ahlaki sonuçları konusunda büyük ölçüde bölünmüştü ve birkaç koloni, uygulamanın hem aleyhinde hem de lehinde yasalar çıkardı. Bununla birlikte, 18. yüzyılın başında, Afrikalı köleler, özellikle Amerika’nın güneyinde, tarım isçiliği olarak Avrupalı senetli kölelerin yerini almıştı.

VİKİPEDİ

KÜBA

Küba, resmî olarak Küba Cumhuriyeti Karayiplerde bir ada ülkesi. Küba, Isla de la Juventud ve birçok takımadaların yanı sıra, başlıca Küba adasından oluşur. Havana, Küba’nın en büyük şehri ve ülkenin başkentidir. Santiago de Cuba ikinci en büyük şehirdir. Küba’nın kuzeyinde Birleşik Devletler (150 km uzaklıkta) ve Bahamalar, batısında Meksika, güneyinde Cayman Adaları ve Jamaika ve güneydoğusundaki Haiti ve Dominik Cumhuriyetine kadar uzanır.

28 Ekim 1492’de, Kristof Kolomb karaya çıktı ve şu an Küba’ya ait olan adada İspanya Krallığı için hak iddia etti. Küba, 1898’de biten İspanya-Amerika Savaşına kadar İspanya’nın bir toprağı olarak kaldı ve 1902’de Birleşik Devletler’den resmi bağımsızlık kazandı.

Küba 11 milyonu aşkın insanın yurdudur ve Karayipler’de en geniş yüzölçümüne sahip olmanın yanı sıra en kalabalık ada milletidir. Ada, etrafındaki sular tarafından ılıklaştırılmış bir tropikal iklime sahiptir. Aynı zamanda Karayip Denizi’nin sıcak suları ve adanın Meksika Körfezi’nin karşısında olması adayı kasırgalara açık hale getirmiştir. 1232.5 km uzunluğundaki Küba Adası yeryüzündeki en büyük 13. adadır.

Sömürge Dönemi

Kristof Kolomb’un birinci yolculuğunda keşfederek (28 Ekim 1492) İspanyol toprağı ilan ettiği Küba’da ilk kalıcı yerleşim 1511’de kuruldu. Sömürgecilerin baskı ve sömürüsü, salgın hastalıklar, açlık ve göçler yerli nüfusunu 5 bine kadar düşürdü. 18. yüzyıla girilirken bölgede sağlanan barış ve düzenle birlikte sömürgenin nüfusu 50 bine ulaştı. İspanya’dan düzenli gemi seferlerinin başlaması Havana’nın ticari ve stratejik önemini artırdı. Bu arada hayvancılığın, tütün ve şeker kamışı üretiminin artırılması ve iş gücü için Afrika’dan çok sayıda köle getirilmesi adada köklü bir değişim yarattı. 1865’te köle ticaretinin sona ermesiyle ortaya çıkan işgücü açığını kapatmak için adaya sözleşmeli işçi olarak Meksika yerlileri ve Çinliler getirilmeye başladı

JAMAİKA

Kristof Kolomb, Jamaika’ya 5 Mayıs 1494 yılında ulaştı ve adayı “gözlerin gördüğü en güzel ada” olarak tarif etti. Adaya Santiago adını verdi ancak adanın yerlilerce kullanılan adı Xaymaca, Jamaica şeklinde kullanılmaya devam etti. Adaya yerleşen İspanyol sömürgeciler yerli Taino halkını neredeyse tamamen yok etti. Adalar 1655 yılında İngiliz işgaline uğradı ve kolonileştirildi. İspanyolların bir kısmı kaçtı, kaçmayanlar İngilizler tarafından uzaklaştırıldı. İngiliz sömürgeciler çok az sayıdaydı ancak şeker üretiminde çalıştırmak üzere, çok sayıda Afrikalı köle getirdiler. Günümüzde de Jamaika halkının büyük çoğunluğu Afrika kökenlidir. Jamaika 1962’de Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını kazandı ancak İngiliz Milletler Cemiyetinin üyesi olarak kaldı.

Demografi: 2.9 milyon kişilik Jamaika nüfusunun büyük bir kısmını (y. %92) Afrika kökenli siyahiler oluşturur. İngilizce resmî dildir ancak halkın büyük çoğunluğu İngilizce bazlı bir kreyol dil olan Jamaika Patoisi konuşmaktadır.

HAİTİ

Haiti ya da resmî adıyla Haiti Cumhuriyeti, Amerika’da Karayip Denizi’nde bir ada ülkesidir. Küba’nın doğusunda yer alan Hispaniola adasını Dominik Cumhuriyeti ile paylaşır ve adanın batı kısımdadır. Yüzölçümü 27.750 km² olan ülkenin nüfusu 10 milyon (2009), başkenti Port-au-Prince’tir. Eski bir Fransız sömürgesi olan Haiti, Kuzey ve Güney Amerika’da, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra bağımsızlığını ilân eden ikinci ülkedir. Buna karşılık, bugün Batı Yarımkürenin en fakir ülkesidir ve yönetiminde bir anarşi durumu hâlen devam etmektedir.

DOMİNİK CUMHURİYETİ

Dominik Cumhuriyeti (İspanyolca República Dominicana, okunuşu ‘Republika Dominikana’), Karayiplerdeki Hispanyola adasında yer alan bir ülkedir. Hispanyola, Porto Riko’nun batısında, Küba ve Jamaika’nın doğusunda yer alır. Venezuela ile deniz sınırı vardır. Adanın batı kısmında Haiti bulunur. Dominik Cumhuriyeti Avrupalıların Amerika kıtalarında ilk oluşturdukları yerleşimdir. Başkenti, Santo Domingo da Amerika’lardaki ilk sömürge başkentiydi. Bağımsızlığının büyük bir bölümünde ülkede siyasi buhran yaşanmış, halkı temsil etmeyen ve baskıcı pek çok hükûmet tarafından idare edilmiştir. 1961’de diktatör Rafael Leonidas Trujillo Molina’nın ölümünden sonra Dominik Cumhuriyeti temsili demokrasiye geçmiştir.

PORTO RİKO

Porto Riko ya da resmî adıyla Porto Riko Topluluğu (İspanyolca: Estado Libre Asociado de Puerto Rico, İngilizce: The Commonwealth of Puerto Rico), ABD’ye bağlı, içişlerinde bağımsız özerk bölgedir. Karayipler denizinin kuzeydoğusunda Dominik Cumhuriyeti’nin doğusundadır. Adı İspanyolcada zengin liman anlamına gelir. Porto Riko, Büyük Antiller’in en küçük adası olup, Porto Riko ana adası yanı sıra Mona, Vieques, Culebra gibi adacıklardan oluşur. Mona adası, insanların sürekli kaldığı bir ada değildir. Daha çok Porto Riko doğal kaynaklar kuruluşunun çalışanlarınca ya da özel izinle adaya çıkan doğa gezginlerince kullanılır.

Tarihçe: Askerî tarihi İspanyol istilacıların yerli halk Tainolara saldırdıkları 16. yüzyıla kadar uzanır. Halk, istilacı İngiliz, Fransız ve Almanlara karşı kendilerini savundukları dört yüzyıl boyunca İspanyol İmparatorluğu tarafından yönetildi. Ada İspanyol – Amerikan Savaşı boyunca Amerika Birleşik Devletleri tarafından işgal edildi ve İspanya resmî olarak savaşı sona erdiren 1898 Paris Antlaşması gereği ülkeyi terk etti. Şu an, ülke iç işlerinde bağımsız dış işlerinde Amerika Birleşik Devletleri’ne bağlıdır. Bu nedenle de, ülkede ABD doları kullanılır, halk ABD pasaportuna sahiptir ve ABD sosyal sigorta kurumuna dâhildir. Bununla birlikte, Porto Riko, ABD başkanlık seçimlerine katılmadığı gibi vergiler iç yönetim tarafından toplanır. Porto Riko’ya gidebilmek için ABD vizesi gereklidir.

MEKSİKA

Tam adı Meksika Birleşik Devletleri olan Meksika’nın sekiz bin yıl öncesine dayanan tarihinde Olmek, Toltek, Teotihuakan, Zapotek, Maya ve Aztek uygarlıkları bulunur. 1810’da bağımsızlığına kavuşan Meksika günümüzde dünyada en çok İspanyolca konuşulan ülkedir. Aynı zamanda yüzölçümü açısından dünyanın en büyük on beşinci, nüfus açısından da onuncu ülkesidir.

Meksika, Kuzey Amerika kıtasının güneyinde (Orta Amerika’da) yer alır. Batısında Kaliforniya Körfezi ile Büyük Okyanus, doğusunda da Meksika Körfezi bulunur. Kuzeyde ABD ile güneyde de Belize ve Guatemala ile komşudur. Ortalama rakımı 1.111 metredir. Kuzey Amerika levhası ile Pasifik Levhası’nın kesiştiği sınırda Meksika’nın batı kıyıları yer alır. Bu nedenle batı bölgesi dışında oldukça dağlıktır. Ülkenin kuzeybatısında ABD ile paylaştığı 260 bin kilometrekarelik Sonora Çölü bulunur. Güney sınırına yakın bölgelerdeyse tropikal yağmur ormanları vardır. Böyle değişik coğrafi bölgeleri olan Meksika biyoçeşitlilik (canlı çeşitliliği) açısından dünyanın en zengin 4. ülkesidir. Yeryüzündeki canlı türlerinin yüzde 10-12’si burada yaşar. / Kumbara Bilgi

Kuzeyde Amerika Birleşik Devletleri; güney ve batıda Büyük Okyanusu; güneydoğuda Guatemala, Belize ve Karayip Denizi; doğuda ise Meksika Körfezi ile komşudur. 1.972.550 km² yüzölçümü ile Amerika kıtasındaki altıncı, dünyada ise 13. en büyük bağımsız ülke konumundadır.

Kolomb öncesi Meksika; Olmek, Toltek, Teotihuacan, Zapotek, Maya ve Aztek başta olmak üzere çeşitli gelişmiş Mezoamerikan uygarlıklara ev sahipliği yapmaktaydı. 1519’da İspanyol İmparatorluğu’nun, Yeni İspanya adıyla hüküm sürmeye başladığı Tenochtitlan’daki merkezinden başlayarak bölgeyi fethetme ve kolonileştirme faaliyetleri 1521’de tamamlandı. Üç yüz yıl kadar İspanyol kolonisi olan bölge, 1821’de koloninin zaferiyle sonuçlanan Meksika Bağımsızlık Savaşı sonrasında Meksika adıyla bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlık sonrası dönem ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklarla geçti. 1846-48 yılları arasındaki Meksika-Amerika Savaşı sonrasında, ülke topraklarının üçte birine denk gelen kuzeydeki bölgelerden çekilmek ve buraları Amerika Birleşik Devletleri’ne bırakmak zorunda kaldı. Ülke, 19. yüzyıl boyunca Birinci Fransa-Meksika Savaşı, Meksika’ya Fransız müdahalesi, Reform Savaşı, iki farklı dönemde imparatorluk ve bir diktatörlük gördü. 1910’da gerçekleştirilen Meksika Devrimi ile diktatörlük rejimine son verildiği ve günümüzde de yürürlükte olan 1917 Anayasası oluşturularak ülke yönetimi günümüzdeki hâlini aldı.

İspanyol işgali öncesi dönem: Orta Meksika’da, Olmekler ve daha sonra gelişen Aztekler, özellikle Yucatan Yarımadasında ve Meksika´nın güney bölgesiyle Guatemala ve Belize de var olmuş Mayalar, Meksika’nın önemli İspanyol işgali öncesi uygarlıklarıdır. İspanyol işgali: 1519 yılında, Meksika’nın yerli uygarlıkları İspanya tarafından işgal edildi. İki sene sonra 1521’de Aztek başkenti olan Tenochtitlan işgal edildi. Francisco Hernández de Córdoba, 1517 senesinde Güney Meksika kıyılarını araştırdı, onu 1518’de Juan de Grijalva izledi.

Erken dönem Conquistador’larının en önemlisi, 1519 yılında yerli bir kıyı yerleşimi olan “Puerto de la Villa Rica de la Vera Cruz”dan ülkeye giren Hernán Cortés’di. Burası günümüzün Veracruz şehridir.

VİKİPEDİ

PANAMA

NİKARAGUA

Nikaragua veya resmî adıyla Nikaragua Cumhuriyeti (İspanyolca: República de Nicaragua), 129.495 km²’lik yüz ölçümüyle Orta Amerika kıstağının en büyük ülkesidir. Ülke, kuzeyde Honduras, güneyde Kosta Rika ile komşudur. Ülkenin batısı Büyük Okyanus, doğusu ise Karayip Denizi ile çevrilidir. 11 ile 14 derece kuzey enlemleri arasında bulunan Nikaragua’nın başkenti Managua’dır. Nüfusun yaklaşık beşte biri bu kentte yaşamaktadır.

Christopher Columbus tarafından 1502 yılında Nikaragua kıyıları keşfedildiğinde ülkede Miskitolar gibi birçok yerli kabile vardı. Konkistador Francisco Hernández de Córdoba Garanada ve Léon’de 1524’te bir yerleşme merkezleri kurdu. 17. ve 18. yüzyıllarda İspanyollar Nikaragua’nın büyük bölümünü sömürge hâline getirmişlerdir. 1821’de bağımsızlığını kazanan Nikaragua, bir süre Meksika ile daha sonra Orta Amerika Birleşik Devletleri ile birleşti. Nihayet 1838’de bağımsız ayrı bir cumhuriyet oldu.

HONDURAS

Honduras, Orta Amerika’da bir demokratik cumhuriyettir. Britanya Hondurası’ndan (yani Belize) farklı olarak İspanyol Hondurası olarak da bilinir. Batısında Guatemala, güneybatısında El Salvador, güneydoğusunda Nikaragua bulunur. Nüfusu 6,7 milyona varan Honduras’ta kilometrekareye 60 kişi düşmektedir. Halkın yarısından çoğu kırsal (%53) alanda yaşamaktadır fakat 1998’deki Mitch kasırgasının ardından şehre göçte artış gözlenmiştir. Honduras tarihinde İspanyol tesiri büyüktür. Uzun yıllar İspanyolların ticari dominyonu olarak kalan Honduras, bağımsızlığını kazandıktan sonra da kargaşa bitmemiştir. Bağımsızlıktan sonra El Salvador ile savaş durumuna gelen Honduras, bu olaydan dolayı ekonomik açıdan büyük kayıplar yaşamıştır. 

Honduras halkı kökenlerine göre üç ana gruba ayrılır: ladinos: Maya soyundan gelirler ve halkın %90’ını oluştururlar. garífuna: Siyah tenli Karayip bölgesi insanlarıdırlar. Nüfusun %2’sini (180.000) oluştururlar. indígenas: (yerliler)

El Salvador, Orta Amerika’da yer alan yaklaşık 6,9 milyonluk nüfusa sahip bir ülkedir. Ülke, batıda Guatemala’ya, kuzey ve doğuda Honduras’a komşudur. Güneyinde Büyük Okyanus bulunur. El Salvador, Amerika anakarasının nüfus yoğunluğu en fazla olan ülkesidir (özellikle başkent, San Salvador) ve ayrıca bölgenin en sanayileşmiş ülkesidir.Resmi adı El Salvador Cumhuriyeti’dir. Ülkenin adı olan “Salvador” İsa peygambere atfen “Kurtarıcı” anlamına gelen İspanyolca karşılığından gelmektedir ve toprakları İspanyol himayesi öncesinde Cuscatlán diye adlandırılmıştır.

İspanyol kâşif Pedro de Alvarado 1524 yılında Meksika’dan yola çıkarak El Salvador adını verdiği yere geldiğinde, burada yerliler yaşıyordu. İspanya, El Salvador ile birlikte etrafındaki birçok ülkeyi 300 sene boyunca işgal etti.

1821 yılına kadar Guatemala’ya bağlı bir eyalet olan ülke, buradaki İspanyol yönetiminin sona ermesinden sonra 1823 yılında Orta Amerika Federasyonu içerisinde bulunan bir ülke oldu. Federasyonun 1840’ta dağılmasından sonra 30 Ocak 1841’de bağımsızlığını ilân etti. 1970’li yıllarda sağ ve sol çatışmalarına sahne olan ülke, 1979 yılında cuntacıların iktidara gelmesi ile duruldu. Cunta bazı reformları başlattı fakat şiddet tırmanmaya devam etti. 1981’de Marksist gerillalara karşı ABD yardım yolladı.

GUATEMALA

Guatemala Cumhuriyeti, kısaca Guatemala (İspanyolca: República de Guatemala), Orta Amerika’da Kıstas bölgesinde bir ülkedir. Kuzeyde Meksika, doğuda Belize ve Honduras, güneyde ise El Salvador’la komşudur. Ayrıca doğuda Karayip Denizi’ne, batıda Büyük Okyanus’a kıyısı vardır. Başkenti Guatemala’dır. 372 Havalimanı bulunmaktadır.

Toplumsal yapı:

Nüfusun yarısından fazlası Ladinolar denen ve Avrupalı (İspanyol) karışımıdır. Geri kalan kesimi ise Guatemala Kızılderilileridir. Halkın çoğunluğu Hıristiyanlığın Katolik mezhebine bağlıdır ve İspanyolca konuşmaktadır.

VİKİPEDİ

BREZİLYA – ARJANTİN – PERU – KOLOMBİYA – ŞİLİ – VENEZUELA – GUYANA – BOLİVYA – EKVATOR – URUGUAY – SURİNAM – PARAGUAY

Güney Amerika Kızılderilileri (İspanyolca Indios «Hintler»), Güney Amerika kıtasındaki farklı dil ailelerinde toplanan yerli Kızılderili halklarıdır. Kızılderililerin baskın olduğu iki ülke Bolivya (% 55) ile Peru’dur (% 45). Beyazlar ile karışmış melez Kızılderililere Mestizo adı verilir ve Mestizolar Paraguay (% 93,3), Venezuela (% 69), Kolombiya (% 60) ve Ekvador’da (% 55) çoğunluğu oluştururken, Bolivya (% 30) ile Peru’da (% 37) ise Kızılderililerden sonra ikinci sıradadır.

En iyi bilinenleri arasında Keçuvalar, Aymaralar, Tupiler, Guaraniler ve Mapuçeler sayılabilir. Tarihteki İnka uygarlığını kuranlar Keçualardır. Güney Amerika Kızılderili dilleri içinde en yoğun kullanılanları Keçuaca ile Aymaracadır. Paraguay’da Guaranicenin İspanyolca ile karışık kullanımı yaygındır.

Ülkelerine göre Kızılderililer

VİKİPEDİ

Bugünkü Güney Amerika nüfusu, yıllık %0,72 artış oranıyla 440.932.659‘dir.

Güney Amerika, yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük dördüncü, nüfus bakımından ise en büyük beşinci kıtasıdır. Yaklaşık 17.824.370 km2lik alanı ile dünya topraklarının %3,5’ini kapsamaktadır.

Güney Amerika’da MÖ 16.500 yıllarına kadar dayanan bir insan varlığının bulunduğu, arkeolojik kazılarla doğrulanmıştır. Amazon Ormanları’nda ise MÖ 10.000 yıllarında kalıcı bir nüfusun bulunduğu düşünülmektedir. Bu nüfusun avcılık, toplayıcılık ve tarımla uğraştığına dair kanıtlar bulunmuştur. Norte Chico, Canari, Chibca, Chachapoya, Chavin, Moçe, İnka, Aravak ve Karib gibi topluluklar bölgenin keşfedilmesine kadar çeşitli medeniyetler kurmuştur.

İspanya ve Portekiz’in yaptığı keşiflerle bölgede yayılmaya başlamasının ardından, bu medeniyetler zamanla yok olmuştur. 1500 yılından itibaren Orta Amerika ve Kolombiya’da İspanya’nın, Brezilya’da ise Portekiz’in kontrolünde sömürge yönetimleri kurulmuştur. İngiltere, Fransa ve Hollanda’nın Guyanalar’a yerleşmeye başlamasıyla, Güney Amerika neredeyse tamamen sömürge haline getirilmiştir.

1808 yılında Simon Bolivar’ın liderliğinde bir araya gelmeye başlayan yurtseverler, Güney Amerika’daki ülkelerin bağımsızlığını sağlamak amacıyla İspanya’ya karşı büyük bir savaş başlatmışlardır. 25 yıl süren mücadelenin ardından, İspanya ve Portekiz’in bölgeden çekilmesiyle sonuçlanan savaş, yerini bağımsızlığını ilan eden ülkeler arasındaki rekabete bırakmıştır. Güney Amerika’nın büyük ölçüde bölünmesine neden olan savaşlar, uzun bir süre boyunca devam etmiştir.

I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı’na askeri anlamda katılım gösteren tek Güney Amerika ülkesi olan Brezilya, Birleşik Krallık ve Fransa’nın deniz kuvvetlerine destek göndermiştir.

ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki artan rekabetin etkisiyle başlayan Soğuk Savaş, Güney Amerika’yı şiddetli bir şekilde etkilemiştir. Kolombiya ve Peru başta olmak üzere birçok ülkede, Marksizm-Leninizm’i benimseyen ve Doğu Bloku tarafından desteklenen gruplar ortaya çıkmıştır. Arjantin ve Birleşik Krallık arasında gerçekleşen Falkland Savaşı da, Soğuk Savaş sırasında Güney Amerika’da gerçekleşen olaylar arasında yer almaktadır.

1990 yılından sonra Soğuk Savaş’ın etkileri giderek azalmış, kıta çapında bir demokratikleşme süreci başlamıştır. Brezilya ve Arjantin’de ekonomik büyümenin yavaşlaması, sanayi üretiminin azalması, işsizliğin artması gibi durumlara bağlı olarak krizler yaşanmıştır. 21. yüzyıl sosyalizminin gelişmesiyle Venezuela, Bolivya ve Peru’da ise sol görüşlü iktidarlar güç kazanmıştır.

Vikipedi

Brezilya, dünyanın hem yüz ölçümü hem de nüfus açısından en büyük 5. ülkesidir. Aynı zamanda Güney Amerika kıtasının da nüfusu en çok olan ülkesidir -öyle ki Brezilya’nın nüfusu, Güney Amerika kıtasındaki diğer ülkelerin toplamından daha fazladır. Üç yüz yıl kadar Portekizlilerce yönetilen ve 1822’de bağımsızlığını kazanan Brezilya’nın adı “Brazil ağacı ülkesi”nin kısaltmasıdır.

Brezilya bayrağında yeşil fon üzerinde sarı bir elmas vardır. Yeşil ve sarı Portekizlilerin Brezilya’yı yönettiği dönemdeki Braganza-Habsburg hanedanını simgeler. Sarı aynı zamanda ülkenin madenlerini ve yeşil de ülkenin yağmur ormanlarını simgeler. Ortadaki lacivert dairenin içinde ulusal slogan ve yıldızlar bulunur. Lacivert dairenin üzerindeki yıldızlar Brezilya Cumhuriyeti’nin kurulduğu 15 Kasım 1889 sabahında gökyüzündeki takımyıldızlardır. Bu 27 yıldız aynı zamanda ülkenin 27 eyaletini simgeler. Ülkenin sloganı olan “Ordem e Progresso”, “düzen ve ilerleme” anlamına gelir.

Brezilya’nın faunası ve florası olağanüstüdür. Dünyadaki canlı türlerinin yüzde 10’una ev sahipliği yaptığı tahmin edilir. Endonezya’dan sonra en çok endemik tür bulunan ülke Brezilya’dır. 55 bin tür bitki vardır (dünya birincisi) ve bunların 16 bin 500 kadarı endemiktir.

Resmi adı Peru Cumhuriyeti olan Peru, Brezilya ve Arjantin’den sonra Güney Amerika kıtasının üçüncü büyük ülkesidir. Ülkenin Brezilya, Bolivya, Kolombiya, Şili ve Ekvator ile sınırları vardır. Peru’da Amazon yağmur ormanının bir bölümü, Atacama çölü ve And Dağları gibi birbirinden çok farklı coğrafi bölgeler bulunur. Ülkenin batısında da Büyük Okyanus yer alır. Patatesin ve alpakanın anavatanı Peru’nun renkli bir tarihi vardır. Yenidünya’nın (Kuzey ve Güney Amerika kıtalarına verilen isim) en büyük imparatorluğu İnka İmparatorluğu, Peru’da kuruldu.

1824’te benimsenmiş ve 1950’de bugünkü halini almış olan Peru bayrağı üç eşit düşey şeritten oluşur. Ortadaki şerit beyaz ve yanlardakiler de kırmızıdır. Kırmızı şeritler bağımsızlık için verilen mücadeleyi, ortadaki beyaz şerit de barışı simgeler.

Peru, Güney Amerika kıtasında yer alır. Brezilya, Bolivya, Kolombiya, Şili ve Ekvator ile sınırları vardır. Batısında Büyük Okyanus yer alır. Dünyanın en çok su taşıyan ırmağı Amazon’un kaynağı Peru Andları’ndadır. Andlardan dolayı Peru yüksek bir ülkedir. Ortalama rakım 1.555 metredir.

Peru, tam tektonik Nazca Levhası’nın Güney Amerika Levhası’nın altına girdiği yerde bulunur. And sıradağları da bu nedenle oluşmuştur. Bu bölge Büyük Okyanusu bir anlamda kuşatan Ateş Çemberi’nin bir parçasıdır ve dünyanın tektonik ve volkanik olarak en aktif bölgelerinden biridir.

1438’de kurulan İnka İmparatorluğu Yenidünya’daki (Kuzey ve Güney Amerika’daki) en büyük imparatorluktur. Maçu Piçu, İmparatorluğu’n en önemli yerleşimlerinden biriydi. 1450’de kurulan kent, yaklaşık yüz yıl sonra İspanyol istilası sırasında terk edildi. İnkaların Kayıp Kenti olarak anılan Maçu Piçu’yu 1911’de Hiram Bingham III keşfetti. Maçu Piçu, 1983’te UNESCO Dünya Mirası Sahası olarak Kabul edildi. 2007’de internet üzerinden dünya çapında yapılan bir oylamayla Dünyanın Yeni 7 Harikası’ndan biri seçildi.

Kumbara Dergisi

Venezuela, resmî adıyla Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti, Güney Amerika’nın kuzey kıyısında yer alan bir ülkedir. Kuzeyde Karayip Denizi, doğuda Guyana, güneyde Brezilya ve batıda Kolombiya ile çevrilidir. Venezuela hükûmeti Guyana’nın üçte ikisini oluşturan Guayana Esequiba bölgesinde hak iddia etmektedir. Karayip Denizi’nde birçok ada ve adacığa sahiptir. Ayrıca Küçük Antiller adaları olan Hollanda Krallığı’na bağlı Aruba ve Curaçao ülkeleri, Hollanda’ya bağlı Bonaire ile Trinidad ve Tobago ada devletçikleri de Venezuela açıklarında bulunur. Yüzölçümü 916,445 km2, nüfusu yaklaşık 28 milyondur. Başkenti ve en büyük metropolü Caracas’tır.

Venezuela 23 eyalet ve Başkent Bölgesi ile adaları içeren federal bağımlılıklardan oluşan ve başkanlık sistemi ile yönetilen bir federal cumhuriyettir. Venezuelalıların büyük çoğunluğu ülkenin kuzeyindeki büyük şehirlerde yaşamaktadır, bu da Venezuela’yı Latin Amerika’da şehirleşme oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri yapmaktadır.

Venezuela toprakları yerli halkların direnişine rağmen 1522’de İspanya tarafından sömürgeleştirildi. 1811’de İspanya’dan bağımsızlık ilan eden ilk bölge oldu. Bir süre Kolombiya Cumhuriyeti’nin (Büyük Kolombiya) bir parçası olarak kaldıktan sonra 1830’da ayrılarak tam bağımsız bir ülke oldu. 19. yüzyılda otokrat yönetimler ve siyasi kargaşa ile çalkalanan ülke 20. yüzyıl ortalarına kadar askeri diktatörlüklerce yönetildi. 1958’den itibaren hükûmetler demokratik yollarla göreve geldiler, bulunduğu bölge düşünüldüğünde Venezuela bir istisnaydı.

İspanyolların Güney Amerika’da ilk sürekli yerleşimlerinden biridir. Başarısız birkaç ayaklanmadan sonra ülke, sonunda İspanya’dan bağımsızlığını ünlü Simón Bolívar önderliğinde 1821’de kazanmıştır. Bağımsızlığının ilk yıllarında şimdiki Kolombiya, Panama ile Ekvador’la birlikte Büyük Kolombiya’nın bir parçasını oluşturan Venezuela, 1830 yılında bu birlikten ayrılmıştır.

VİKİPEDİA

Ekvador (İspanyolca: Ecuador), ya da resmî adıyla Ekvador Cumhuriyeti (İspanyolca: República del Ecuador), Güney Amerika’da temsilî demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyettir. Kuzeyde Kolombiya, doğu ve güneyde Peru ile komşudur ve batısında Büyük Okyanus vardır. Anakaradan 965 kilometre batıda, Büyük Okyanus’ta bulunan Galapagos Adaları da ülkenin sınırları dâhilindedir. Adını aldığı ekvatorla ülke ikiye bölünmüştür.

Günümüzün Ekvador toprakları, bir zamanlar 15. yüzyılda yavaş yavaş İnka İmparatorluğu’na dahil olan çeşitli Yerli gruplara ev sahipliği yapıyordu. Bölge, 16. yüzyılda İspanyol İmparatorluğu tarafından sömürgeleştirildi ve 1830’da kendi egemen devleti olarak ortaya çıktığı Büyük Kolombiya’nın bir parçası olarak 1820’de bağımsızlığını kazandı.

Ekvador devleti, temsili bir demokratik cumhuriyettir ve ekonomisi büyük ölçüde petrol ve tarım ürünleri gibi emtia ihracatına bağımlı olan gelişmekte olan bir ülkedir. Demokratik bir başkanlık cumhuriyeti olarak yönetilir. Ülke, Birleşmiş Milletler, Amerikan Devletleri Örgütü, Mercosur, PROSUR ve Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucu üyesidir.

Ülkenin adı coğrafî bir terim olan ekvator’dan ve topraklarının tamamı Büyük Kolombiya’nın bir parçasıyken ülkenin çoğunluğunun bağlı bulunduğu Ekvator Departmanı’ndan gelir. Ekvator çizgisi ülkenin sınırlarından geçer.

İspanya hâkimiyetinin ardından Quito on bin kişinin yaşadığı bir şehirdi. 10 Ağustos 1809 yılında Quito’da, Carlos Montúfar, Eugenio Espejo ve Piskopos Cuero y Caicedo liderliği altında İspanya’dan bağımsızlık için halkın talebi olmuştur. Ekvador, aynı zamanda İspanya’dan ayrılmak için ilk çağrıyı yapan Latin Amerika ülkesidir. 9 Ekim 1820’de Guayaquil, bağımsızlığını kazanan ilk Ekvador şehridir. 24 Mayıs 1822’de Mareşal Antonio José de Sucre komutasındaki Ekvador ordusu, Quito yakınlarındaki Pichincha Savaşı’nda İspanya’yı mağlup ederek bağımsızlığını elde etmiştir.

Vikipedi

Uruguay, resmî adıyla Uruguay Doğu Cumhuriyeti (İspanyolca: República Oriental del Uruguay), Güney Amerika’nın güneydoğusunda bulunan ülkedir. Batı ve güney batısında Arjantin, kuzeyi ve kuzeydoğusunda Brezilya bulunan ülke yaklaşık 176.000 kilometrekarelik bir alana sahiptir. Coğrafi olarak Surinam’dan sonra Güney Amerika’ın en küçük ülkesidir. Nüfusu 3,51 milyon olan Uruguay’da, başkent Montevideo yaklaşık 1,8 milyon kişiye ev sahipliği yapmaktadır.

Uruguay, Portekiz ile İspanya ve daha sonra Arjantin ve Brezilya arasında dört yönlü bir mücadelenin ardından 1811 ve 1828 yılları arasında bağımsızlığını kazandı. Ülke günümüzde İGE, GSYİH büyümesi, inovasyon ve altyapı açısından Arjantin ve Şili’den sonra kıtadaki en iyi üçüncü ülkedir. Kürtaj, eşcinsel evliliği, esrar üretimini, satışını ve tüketimini yasallaştırma politikasını kabul eden, dünyada sosyal açıdan en ilerici olan ülkelerden biri olarak kabul edilir.

Uruguay, 1516 yılında İspanyol Juan Diaz de Solis tarafından keşfedilmiştir. Ülke halkını o zamanlar Çarrua yerlileri meydana getiriyordu. 1624’ten itibaren İspanyollar ülkeye yerleşmeye başladı. 18. yüzyılda Uruguay İspanya’nın Rio de la Plata genel valiliğine bağlandı. 1811’de Josè Gervasio Artigos liderliğinde bağımsızlık hareketleri başladı. 25 Ağustos 1828’de Uruguay bağımsızlığını elde etti. Bundan sonra ülkede Coloradolar (İspanyolca kırmızı renk) olarak bilinen liberaller ve Blancolar (İspanyolca beyaz) olarak bilinen muhafazakarlar arasında siyasi çekişme başladı. Colorado-Blanco çatışması ülkeyi 1839-1851 yılları arasında iç savaşa sürükledi. 1852’de Coloradolar iktidarı ele geçirdiler. Uruguay 1865-1870 yıllarında Paraguay’a karşı Brezilya ve Arjantin’le ittifak yaparak kanlı bir savaşa girdi. Paraguay’ın yenilmesi ile Uruguay’ın kontrolü Coloradolara kaldı.

Paraguay Cumhuriyeti, Güney Amerika’da bir ülkedir.[4] Denize kıyısı olmayan ülke, güneyi ile güneybatısında Arjantin, kuzeyi ile kuzeydoğusunda Brezilya, kuzeybatısında ise Bolivya ile çevrelenmiştir. Paraguay adı, Guarani dilindeki “para” (bu yaka) ile “guay” (ırmak) sözcüklerinin birleşiminden gelir. Her ne kadar Guarani’ler “Paraguay” adını, bugünkü başkent Asuncion için kullanmışlarsa da, bölgeyi ele geçiren İspanyollar, bu adı bütün bölgeyi tanımlamak için kullanmışlardır.

Yaklaşık 300 yıl boyunca İspanyol İmparatorluğu’nun bir parçası olan ülke, 19. yüzyılın başlarında Bask kökenli soylu bir İspanyol aileden gelen Simón Bolívar’ın başlattığı devrim hareketi ile 1811 yılında bağımsızlığına kavuştu. 1862’de Carlos Antonio Lopez’in ölümü üzerine iktidara gelen oğlu Francisco Solano López, Güney Amerika halklarının makus bir talihi olsa gerek, ordunun da desteği ile ülkede tam bir diktatörlük kurdu.

Paraguay, 1864 yılında “Üçlü İttifak Savaşı” olarak adlandırılan Brezilya, Arjantin ve Uruguay koalisyonuyla çok kanlı ve uzun bir süre devam edecek olan bir savaşa girdi. Savaş diktatör López’in öldürülmesi ile 1870 yılında sona erdiğinde Paraguay’ın toprak ve insan kaybı sayıları inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Yapılan barış antlaşması ile ülkenin yaklaşık 170.000 kilometre karelik arazisi Brezilya ve Arjantin arasında paylaştırıldı. Ayrıca Paraguay devleti bu ülkelere yüklü bir savaş tazminatı ödemek zorunda kalıyordu.

VİKİPEDİ

Bolivya ya da resmî adıyla Bolivya Çokuluslu Devleti (İspanyolca: Estado Plurinacional de Bolivia) bir Güney Amerika ülkesidir. Başkenti Sucre olup; La Paz, Cochabamba, Santa Cruz, Potosi diğer önemli şehirlerinden birkaçıdır. Ülke İspanyol sömürgeciliği döneminde Yukarı Peru olarak adlandırılan bu bölgeye daha sonra Güney Amerika’yı İspanyol boyunduruğundan kurtaran Simón Bolívar’ın anısına Bolivya (Bolivar’ın ülkesi) ismi verilmiştir.

Bolivya, 1809 yılında İspanya’ya karşı bağımsızlığını ilan etmesine karşın, İspanyol askerlerin ülkeden kovulması çok daha sonra, ancak 1825 yılında gerçekleştirilebildi. Bağımsızlık sonrası Bolivya’daki siyasal yaşam sık sık kesintiye uğramıştır. Ülke ulusal bağımsızlığını kazandığı 1825 yılından günümüze değin 180’e yakın darbe, ondan fazla değişik anayasa ve seksen civarında cumhurbaşkanı gördü. Cumhurbaşkanlarından bazıları yönetimi kan dökerek ele geçirdiler ve yine aynı şekilde kaybettiler. Altı cumhurbaşkanı görev başındayken öldürüldü.

Bolivya’nın komşularıyla, özellikle Şili ve Paraguay ile olan ilişkileri istikrarsız olmuştur. 1879 yılında müttefiki Peru ile birlikte, sınır anlaşmazlıkları yaşadığı güçlü komşusu Şili’ye saldırdı. Ancak 1883’te biten Pasifik Savaşı, Bolivya için tam bir yıkım oldu. Pasifik Okyanusu bölgesindeki kıyı şeridini Şili’ye kaptıran Bolivya’nın okyanus ile olan bağlantısı kesildi ve ülke bir kara devletine dönüştü. Bolivya halkı bu savaşın sonuçlarını bugün bile unutabilmiş değildir. Ülke yine bir sınır sorunu yüzünden 1932 yılında komşusu Paraguay ile savaşa tutuştu. Chaco Savaşı olarak adlandırılan bu savaş 1935 yılında, Paraguay’ın zaferi ve sınır sorununun çözülmesini sağlayan bir barış antlaşmasının imzalanması ile sona erdiğinde, Bolivya tartışmalı bölgenin ancak yüzde yirmi beşini (%25) topraklarına katabildi.

1966 senesinde Ernesto Che Guevara önderliğinde ve Küba desteğiyle başlatılan Bolivya devrim hareketinde, Guevara’nın yaklaşık elli kişiden oluşan ve ELN (İspanyolca: Ejército de Liberación Nacional de Bolivia, Türkçe: Bolivya Ulusal Kurtuluş Ordusu) adı altında eylem yapan gerilla kuvveti iyi donatılmıştı ve dağlık Camri bölgesinde Bolivya düzenli ordusuna karşı bazı başarılar elde etti. Eylül’de ise ordu iki gerilla grubunu ve liderlerden birini öldürmeyi başardı. Daha sonraları gittikçe başarısızlığa doğru giden bu devrim girişimi, 9 Ekim 1967’da La Higuera’da Che’nin öldürülmesiyle son buldu. Ama Che’nin Bolivya’da öldürülmesi bir sempatinin oluşmasına neden oldu. Bunun sonucu olarak Sosyalizme Doğru Hareket Partisi’nin günümüzde iktidar olmasını sağladı.

VİKİPEDİ

Kolombiya (İspanyolca: Bu ses hakkındaColombia (yardım·bilgi)), resmî adıyla Kolombiya Cumhuriyeti (İspanyolca: Bu ses hakkındaRepública de Colombia (yardım·bilgi)), Güney Amerika’da yer alan ve Kuzey Amerika’da adaları bulunan bir ülkedir. Kuzeybatıda Panama, kuzeyde Karayip Denizi, doğuda Venezuela ve Brezilya, güneyde Ekvador ve Peru ve batıda Büyük Okyanus ile çevrilidir. Yüz ölçümüne göre Güney Amerika’nın 4., dünyanın ise 26. en geniş ülkesidir. Ülke 32 departman ve aynı zamanda en büyük şehir olan Bogotá Başkent Bölgesi’ne ayrılmıştır.

Nüfusu 50 milyonun üzerinde olan Kolombiya dil ve etnisite bakımından dünyanın en çeşitli ülkelerinden biridir. İspanyolca konuşan ülkeler arasında, Meksika’dan sonra en kalabalık ikinci ülkedir. Yerli uygarlıklar, Avrupalı yerleşimciler, Afrikalı köleler ile Avrupa ve Orta Doğu’dan gelen göçmenler, ülkenin zengin kültürel mirasının kaynaklarını oluşturur. Ülkenin nüfus merkezleri And Dağları ve Karayip kıyısında yoğunlaşmıştır.

Günümüz Kolombiya topraklarında insan yaşamına dair en eski kanıtlar MÖ 12.000’e aittir. Çipça (Muisca), Quimbaya ve Tairona gibi yerli kültürler bölgede bilinen en eski uygarlıklardır. İspanyollar 1499’da La Guajira’ya ayak basarak sömürgeleştirme sürecini başlattılar. 16. yüzyıla dek bölgenin çeşitli kısımları sömürgeleştirildi ve Santafé de Bogotá başkentli Yeni Granada Krallığı kuruldu. 1810’da Yeni Granada Birleşik İlleri adıyla İspanyol İmparatorluğu’ndan bağımsızlık ilan edildi. Ülkede önceleri Granada Konfederasyonu (1858) ve Kolombiya Birleşik Devletleri (1863) gibi federal yönetimler denendi ancak bu yönetimler uzun süreli olmadı ve 1886’da Kolombiya Cumhuriyeti kuruldu. Panama’nın 1903’te ayrılmasıyla Kolombiya bugünkü sınırlarına ulaştı. 1960’larda ülkede düşük yoğunluklu silahlı çatışmalar ve politik şiddet artış gösterdi ve 1990’larda zirveye ulaştı. 2005’ten itibaren güvenlik, istikrar ve hukukun üstünlüğü alanlarında ilerlemeler sağlandı, aynı zamanda eşi görülmemiş bir ekonomik büyüme ve kalkınma dönemi yaşandı.

Kolombiya, Brezilya’nın ardından dünyanın en yüksek biyoçeşitlilik seviyesine sahip ikinci ülkesidir. Ülke toprakları Amazon yağmur ormanları, dağlık alanlar, otlaklar ve çöller gibi birçok farklı bölge içerir. Güney Amerika’da Atlas ve Pasifik okyanuslarının ikisine de kıyısı bulunan tek ülkedir. Kolombiya, bir bölgesel güçtür ve Güney Amerika’nın en büyük üçüncü ekonomisine sahiptir. Kahve, çiçek, zümrüt, kömür ve petrol endüstrileri, Kolombiya ekonomisinin başlıca sektörleridir. Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Amerikan Devletleri Örgütü, Pasifik İttifakı ve And Topluluğu üyesidir. Ayrıca NATO’nun küresel ortaklarındandır.

VİKİPEDİ

Surinam’ın bilinen ilk sakinleri Kızılderililer’dir. Surinam sahilleri 1499’da İspanyol denizcisi Alonso de Ojeda tarafından keşfedildi; ancak İspanyollar’ın burayı ele geçirmesi yaklaşık bir asır sonra gerçekleşti (1593) ve hâkimiyetleri fazla uzun sürmedi. 1616’dan itibaren bölgede Hollanda, 1651’den sonra da İngiltere yerleşim merkezleri kurmaya başladı. Bu iki devlet arasında bölgeyi ele geçirmek ve sömürgeleştirmek için çıkan savaş sonunda İngiltere, Breda Antlaşması’yla (1667) New Amsterdam’a (New York) karşılık Surinam’daki haklarını Hollanda’ya bıraktı. 1680’lerde kurulan şeker kamışı ve kahve plantasyonlarında çalıştırılmak üzere Afrika’dan XIX. yüzyıla kadar sayısı 250.000’i bulan köleler, 1863’te kölelik kaldırılınca aynı iş için bu defa Hindistan ve Cava’dan çalışmak zorunda bırakılmış yerli işçiler getirildi; bu işçiler zamanla çalıştıkları topraklara yerleştiler. 1922’de Surinam’ın statüsü değiştirilerek bir sömürge iken Hollanda Krallığı’na doğrudan bağlı bir deniz aşırı eyalet haline getirildi. 1954’te Hollanda Guyanası denilen bu eyalete iç işlerinde bağımsızlık, 25 Ekim 1975’te tam bağımsızlık tanındı ve parlamenter bir cumhuriyet kuruldu.

Şubat 1980’de askerî bir darbeyle hükümet devrildi, anayasa askıya alındı. 1982 yılında askerî otoriteler önde gelen on beş muhalefet liderini tutuklatıp öldürtünce Hollanda ve Amerika Birleşik Devletleri, sivil bir hükümet kuruluncaya kadar yapmakta oldukları yardımı kestiklerini ilân ettiler. Kasım 1987’de yapılan seçimlerle askerî yönetime son verildi ve aynı günlerde hazırlanan yeni bir anayasa referandumla kabul edildi. 1990 yılı sonlarında ordu yeni bir darbeyle yönetime el koyduysa da dış baskılar yüzünden Mayıs 1991’de genel seçimlere gitmek zorunda kaldı. Hiçbir parti gerekli çoğunluğu sağlayamadığından bir koalisyon hükümeti kuruldu ve Birleşik Halk Meclisi, Ronald Venetiaan’ı başkanlığa seçti. Ardından yapılan seçimlerle de ülke hep koalisyon hükümetleri tarafından yönetildi. 1996 seçiminde muhalif liderlerden Jules Wijdenbosch başkanlığa seçildiyse de 2000 seçimlerinde Ronald Venetiaan tekrar başkanlık koltuğuna oturdu ve 2005 seçimlerinde de seçilmeyi başardı.

ÜLKEDE İSLÂMİYET

Surinam’da kölelik diğer Hollanda kolonilerinde olduğu gibi ancak 1863 yılında kaldırıldı ve bu tarihe kadar müslüman köleler birçok defa ayaklandı. Bu ayaklanmaların en başarılı olanları Senegal doğumlu Arabî ve Zemzem isimli kölelerin önderliğinde gerçekleşenlerdir. Zemzem 1761’de Hollandalılar’ı kendileriyle barış imzalamaya mecbur bıraktı. Bu başarısıyla ele geçirdiği bölge hâlâ onun soyundan gelen kişiler tarafından yönetilmektedir. Köleliğin kaldırılmasından sonra Hollandalılar şeker kamışı plantasyonlarında zorunlu işçi çalıştırmaya başladılar. Bunun için Surinam’a 1873’ten 1916’ya kadar çoğu Endonezya’dan olmak üzere diğer sömürgelerinden yaklaşık 34.000 işçi getirdiler. Bunların 6000’i müslümandı ve kendilerine çok sert davranılıyordu. Kötü hayat şartları zorunlu çalışmanın kaldırıldığı 1922 yılından sonra artarak devam etti. Bu müslümanlar, 1927’den itibaren Hollanda tebaası ve 1954’ten beri özgür bir ülkenin vatandaşı olarak rahata kavuştular.

Bugün söz konusu müslümanların torunları her iş dalında temsil edilmekte ve tarım ekonomisinde toprak sahibi ve hayvan yetiştiricisi, ticaret, endüstri ve taşımacılık sektörlerinde iş veren, ayrıca ülkenin idarî ve siyasî yönetiminde yetkili kişi sıfatıyla en iyi pozisyonlarda görülebilmektedir. Eski köle ve işçilerden oluşan müslüman toplumunun bu derece hızla yükselmesini ülkede zorunlu iyi bir eğitim sisteminin bulunması sağladı. Evlilik hukukunda 1940 yılına kadar özellikle boşanma konusunda bir müslüman için çok zor uygulamaların yer aldığı Hollanda medenî hukuku geçerliydi. Dinî nikâhı tanımayan bu hukuk sisteminden dolayı bazı yıllarda müslüman çocuklarının % 90’ından fazlası gayri meşrû kabul edildi. Bu problemleri ortadan kaldırmak amacıyla 1940 yılından itibaren yeni kanunlar hazırlanırken Doğu gelenekleri daha çok göz önünde tutularak bir yandan Hindular ve müslümanlar için özel evlilik düzenlemeleri yapılır, nikâh akidleri yerel ya da bir Doğu dilinde (Hintçe, Urduca, Malayca, Cavaca, Arapça) kaleme alınırken bir yandan da müslümanların tabutsuz gömülmesine izin verildi.

Kuzeyden Atlas Okyanusu, güneyden Brezilya, batıdan Guyana ve doğudan Fransız Guyanası ile çevrili olan ülkenin resmî adı Surinam Cumhuriyeti (Repupliek Suriname; eski adı Hollanda Guyanası), resmî dili Felemenkçe, yüzölçümü 163.270 km2, nüfusu 492.829 (2004), başşehri Paramaribo’dur (242.946); nüfusu 100.000’i aşan başka şehri yoktur.

HALİL KURT

Kuzeyden Atlas Okyanusu, doğudan Surinam (eski Hollanda Guyanası), güneyden ve güneybatıdan Brezilya, batıdan Venezuela ile çevrili olan ülkenin resmî adı Guyana Kooperatif Cumhuriyeti’dir (Co-operative Republic of Guyana). Yüzölçümü 214.970 km2, nüfusu 2012 tahminlerine göre 799.500, başşehri Georgetown’dır (235.000 nüfus); nüfusu 100.000’i aşan başka şehri yoktur.

Eski adı Britanya Guyanası olan Guyana’da ilk yerleşimin 35.000 yıl önce Kuzey Amerika’ya Asya’dan gelen gruplar tarafından gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir. Bu ilk yerleşimciler Guyana’nın içinde bulunduğu bölgede yerleştiler. Amerindian adı verilen Guyana yerlileri Güney Amerika’da büyük medeniyetlerin teşekkül ettiği Antik dönemde de basit bir hayat tarzı sürdürüyorlardı. Avrupalılar tarafından keşfedildiği dönemde Guyana yerlileri sahil bölgesinde Arawaklar ve iç bölgelerde Caribler olarak iki gruptan oluşmaktaydı. Bölgenin ismi olan Guyana yerli dilinde “sular bölgesi” anlamına gelir.

Cristof Colomb’un bölgeye yaptığı üçüncü keşif seyahati esnasında 1498’de keşfedilen Guyana’ya yerleşen ilk Avrupalılar 1616’da burada bir ticaret kolonisi kuran Hollandalılar’dır. Yerlilerle ticaret yapmayı amaçlayan Hollandalılar zamanla iç bölgelerde de yerleşim kurdular. İspanyollar’ın da üzerinde hak iddia ettiği Guyana 1648 Munster Antlaşması’yla resmen Hollanda’ya bağlandı. Guyana’da Hollandalılar döneminde kahve, şeker kamışı ve pamuk tarımının gelişmesi karşısında yerli iş gücü yetersiz kaldı. Ülkeyi yöneten Hollanda Batı Hindistan Şirketi XVII. yüzyılın ortalarından itibaren Afrika’dan köle getirmeye başladı. Guyana ekonomisinde önemli bir yeri olan Afrikalı köleler gayri insanî çalışma şartları yüzünden sık sık isyan ettiler. Günümüzde Guyana’nın millî kahramanlarından kabul edilen Cuffy yönetimindeki 1763 köle isyanı sonunda Avrupalılar’ın büyük kısmı Guyana’yı terketmek zorunda kaldı. Bu isyan ancak Fransız ve İngilizler’in yardımıyla bastırılabildi.

Yeni yerleşimcilere ihtiyaç duyan Hollandalılar 1746’dan itibaren Guyana’ya İngilizler’in yerleşmesine izin verdiler. 1760’ta bölgede çoğunluğu ele geçiren İngilizler, Hollanda Batı Hindistan Şirketi’nin 1770’lerdeki idarî reformları sebebiyle artan masrafları karşılamak üzere vergileri arttırması yüzünden Hollandalılar’a karşı 1781’de savaş başlatarak Berbice, Essequibo ve Demerara’yı ele geçirdiler. Günümüzde başşehir olan Georgetown’da Saint George Kalesi’ni inşa ettiler. Ancak kısa süre sonra Hollandalılar’la ittifak yapan Fransızlar bu şehirleri geri alıp iki yıl boyunca hâkimiyet kurdular. Hollandalılar 1784’te bölgeyi yine ele geçirdi. 1792’de Hollanda Batı Hindistan Şirketi’nin Guyana üzerindeki imtiyazı Hollanda hükümeti tarafından kaldırıldı ve koloni doğrudan Hollanda hükümetine bağlandı (Demerara ve Essequibo Birleşik Kolonisi). Berbice ayrı bir koloni olarak kaldı. İngilizler, 1796’da Hollanda kolonilerine düzenledikleri seferle bölgeyi kansız bir şekilde ele geçirdiler. 1802 yılında tekrar Hollanda kontrolüne geçen bölge 1814 Londra Konvansiyonu ile İngiliz yönetimine verildi. 1831’de Demerara ve Essequibo Birleşik Kolonisi ile Berbice birleştirilerek İngiliz Guyanası oluşturuldu ve bu yönetim Guyana’da 1966’da bağımsızlığa kadar sürdü.

1834’te köleliğin yasaklanması üzerine köleler eski sahiplerinin yanında maaşla çalışmaya başladılar.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hindistan’dan çok sayıda tarım işçisi getirildi. 1905’te çıkan Ruimveldt işçi isyanı İngiliz birlikleri tarafından bastırıldı. 1928’de kabul edilen yeni anayasayla ülke vali yönetiminde bir İngiliz kolonisi haline getirildi. 1930’lardaki “büyük buhran” Guyana’yı da etkiledi. Ülkenin en önemli gelir kaynakları olan şeker, pirinç ve boksit fiyatlarının düşmesi Guyana’da işsizlik ve fakirliğin artmasına yol açtı, bu sebeple pek çok isyan çıktı. İngiliz yönetimi bu isyanları önlemek için çeşitli reform kararları aldıysa da bunların çoğu uygulanamadı.

ÜLKEDE İSLÂMİYET

Müslümanlık ülkeye ilk defa Afrika kökenli kölelerle girmişse de bunların büyük bir kısmı hıristiyanlaştırılmış veya Afrika’ya göç etmiştir. 1838’den itibaren Guyana’ya getirilen Güney Asyalılar ülkede İslâmiyet’in yaygınlaşmasına vesile oldu. 1917 yılına kadar 250.000’den fazla Hint kökenli işçi Guyana’ya getirildi. Bunlar arasındaki müslümanlar Guyana’da ilk camiyi ve Urduca eğitim verilen ilk İslâmî okulu 1865’te inşa ettiler. Ülkede İslâmiyet Hinduizm’le birlikte bağımsızlıktan sonra resmen tanındı. Müslümanların büyük kısmı Sünnî’dir. Guyana’da müslümanların kurduğu pek çok sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. 1935’te ülkede Ahmediyye’nin yayılmasını önlemek amacıyla ilk İslâmî teşkilât olan The United Sadr Islamic Anjuman kuruldu. 1972’de bu teşkilât biri hükümet yanlısı, diğeri muhalifi olmak üzere ikiye bölündü. Teşkilâtın ülke çapında 120’den fazla kurumu bulunmaktadır. 1973’te ülkedeki bütün müslümanları içine alan The General Congress of Islamic Brotherhood teşkil edildi. 1978’den beri faaliyet gösteren Guyana Islamic Trust özellikle İslâmî eğitim alanında uzmanlaşmıştır. Guyana İslâm Enstitüsü ve İslâm Okulu bu teşkilât tarafından işletilmektedir.

CENGİZ TOMAR

Arjantin adı Latince “gümüş” anlamındaki “argentum” (İspanyolca “plata”) kelimesine dayanır. Bölgeye gelen ilk Avrupalılar olan İspanyollar, ülke topraklarının büyük gümüş rezervlerine sahip olduğuna inandıklarından buraya la Plata ismini verdiler. Arjantin’de ilk yerleşimin varlığını gösteren kayıtlar milâttan önce 10.000 yılına kadar uzanır. Milâttan sonra 850’den itibaren bölgede müstahkem yerleşim yerleri inşa edildi. XVI. yüzyılın ilk yıllarında Avrupalılar’ın ülkeye gelmesinden önce bu topraklardaki yerli halkın nüfusunun 500.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. İspanyollar’ın ülkeye gelişlerinde muhtemelen ilk karşılaştıkları halk Pampa bölgesindeki göçebe Kuerandí topluluklarıydı.

1516’da İspanyol kraliyet donanmasındaki denizci Juan Diaz de Solis, Uzakdoğu’ya yönelik keşif seyahatinde Plate nehri kıyılarında karaya çıktı. Ancak onun ve tayfalarının çoğunun yerliler tarafından öldürülmesi bu topraklara ilk yabancı yerleşimini engelledi. 1536’da yine İspanyol Krallığı’na mensup denizci Pedro de Mendoza günümüzde Buenos Aires’in bulunduğu yerde, arkadaşları ise 1537’de Asuncion’da birer İspanyol kolonisi kurdular. Bunu ardından kurulan diğer yerleşim yerleri izledi. Yerlilerin direnciyle karşılaşıp bir süre geri çekilen İspanyollar daha sonra tekrar hamle yaparak 1580’de Buenos Aires’i yeniden inşa ettiler. Buenos Aires ve çevresi XVIII. yüzyılın sonlarına kadar İspanyollar’ın Peru genel valiliğine bağlı olarak yönetildi. XVIII. yüzyılla birlikte İspanyol Bourbon monarşisi bölgenin idarî, iktisadî ve askerî politikalarını değiştiren bir dizi yeni kararları (Bourbon reformları) uygulamaya koydu. 1776’dan itibaren İspanyol Krallığı, Arjantin ve çevresindeki topraklarını Peru genel valiliğinden ayırıp yeni kurduğu Rio de la Plata genel valiliğine bağladı. Buenos Aires bu valiliğin merkezi oldu.

XIX. yüzyıl başlarında Arjantin burjuvası İspanya’ya bağlılık hususunda anlaşmazlığa düştü. 1816’da İspanyol sömürgeciliğine karşı başlatılan eylemler neticesinde Buenos Aires’te 9 Temmuz 1816’da Rio de la Plata birleşik eyaletleri adıyla bağımsız bir devlet ilân edildi. Buna rağmen ülke içinde eyaletler arasındaki çatışmalar 1861’de merkezî güçler duruma hâkim oluncaya kadar sürdü. 1862’de Buenos Aires Valisi Bartolomé Mitre, Arjantin Cumhuriyeti adıyla kurulan devletin ilk başkanı oldu. XIX. yüzyılın sonlarında Avrupalılar’ın Arjantin tarımsal kaynaklarına olan ilgisi yatırımların ve kitlesel göçlerin yolunu açtı. 1870-1929 yılları arasında Arjantin’e her ülkeden büyük göçler başladı. Göç yoğunluğu özellikle Avrupa’yı büyük krize sürükleyen I. Dünya Savaşı’nın ardından daha da arttı. Bu yıllarda ülkeye 6 milyon civarında göçmen geldi. Ekonomik gelişmeler neticesinde Arjantin 1920’lerin sonunda dünyanın yedinci en zengin ülkesi oldu.

ÜLKEDE İSLÂMİYET

XVI. yüzyılda Endülüs’ü terketmek zorunda kalan müslümanlardan bazı kafileler Latin Amerika’ya yerleşen ilk müslüman grubu teşkil eder. Ancak yerli halkın baskısıyla bu ilk müslümanların zaman içinde ya geri döndükleri veya dinlerini değiştirdikleri tahmin edilmektedir. Arjantin’de asıl müslüman varlığı XIX. yüzyılın ortalarında Arap göçleriyle başladı. Daha çok yeni iş imkânları bulmak amacıyla Lübnan ve Suriye’den göç edenlerle birlikte Arjantin’e gelen ilk müslüman göçmenler bu ülkeye yerleştiler. 1870-1926 yıllarında Osmanlı topraklarından çeşitli din ve mezheplere mensup birçok topluluk Arjantin’e göç etti. Arjantin’e giden müslümanların çoğu Arap kökenli olmasına rağmen Osmanlı Devleti vatandaşı sayıldıklarından Türk (Turco) ismiyle tanındılar. Osmanlı topraklarından yola çıkan ilk göçmenler 1872’de bölgeye ulaştılar. Arjantin raporlarında ilk kayıtlı göçmenlerin ise 1887’de Buenos Aires’e gelen on yedi Osmanlı vatandaşı olduğu belirtilir. 1899’da ilk defa Arap adı resmî kayıtlarda görülmeye başlandı. Böylece 1876-1899 yıllarında Osmanlı Devleti’nden Arjantin’e 10.000 civarında insan göç etmiş oldu. 1914 yılına gelindiğinde Arjantin’e göç yoluyla giden Osmanlı vatandaşlarının sayısı 116.133’e ulaştı. XX. yüzyılda da ülkeye göç akını sürdü. Son büyük göç dalgası, 1950’lerde 100.000’in üzerinde Suriye ve Lübnan kökenli göçmenin gitmesiyle gerçekleşti. Ancak bunların % 70’i hıristiyandı. 1960 nüfus sayımına göre Arap göçmenlerin sadece onda birinin müslüman olduğu görüldü. 1990’larda Afrikalı müslümanların göçüyle de Buenos Aires’in çehresi değişmeye başladı.

Göçmenler ilk dönemden itibaren yabancı kültüre uyum sağlamaya çalıştılar. Ancak hıristiyanlarla yapılan evlilikler müslüman nüfusun oranını düşürdü. Ayrıca İslâmî gelenek ve kurallardan uzaklaşan müslümanlar ciddi bir asimilasyonla karşı karşıya kaldı. 1940’lı yıllara gelindiğinde ikinci kuşağın çoğu Arapça konuşmayı bile unutmuştu. Üçüncü kuşakta Arapça bilme oranı ise yüzde onlara kadar düştü. Buna rağmen müslüman göçmenler millî gelenekleri sürdürmek için kurdukları birliklerle kendilerini korumaya çalıştılar. Arjantin’de Sünnî ve Şiî mezheplerine mensup müslümanların sayısı 1947’de 18.764 iken bu sayı 2014’te 900.000’i aştı. Buenos Aires’te üçüncü büyük etnik grubu Araplar teşkil eder. Bunların bir kısmı müslümandır. Şehirde bir müslüman mezarlığı bulunmaktadır. Buenos Aires eyaletine bağlı La Angelita şehri ülkede en çok müslümanın yaşadığı yerdir.

RIZA KURTULUŞ

Şili (İspanyolca: Bu ses hakkındaChile (yardım·bilgi)), resmî adıyla Şili Cumhuriyeti, Güney Amerika’da bir ülkedir. Doğuda And Dağları ile batıda Büyük Okyanus arasında ince uzun bir şerit şeklindedir. Yüzölçümü 756.096 km² ve nüfusu 2017 itibarıyla 17,5 milyondur. Başkenti ve en büyük şehri Santiago, resmî dili İspanyolcadır.

Şili kuzeyde Peru, kuzeydoğuda Bolivya, doğuda Arjantin ve güneyde Drake Boğazı ile sınırlandırılmıştır. Okyanusya’daki Juan Fernández, Isla Salas y Gómez, Desventuradas ve Paskalya adaları Şili’ye bağlıdır. Ayrıca Şili Antarktika Bölgesi adı altında Antarktika’nın 1,25 milyon km²’lik bölümünde hak iddia etmektedir.

İspanya 16. yüzyıl ortalarında İnka egemenliğini sonlandırarak bölgeyi ele geçirdi ve kolonileştirdi, ancak bugün ülkenin güney-orta bölümünde yaşayan Mapuçeleri köleleştirmeyi başaramadı. 1818’de İspanya’dan bağımsızlığını ilan eden Şili, 1830’larda görece istikrarlı otoriter bir cumhuriyete dönüştü. 1880’lerde Mapuçe direnişinin kırılması ve Pasifik Savaşı’nda (1879-83) Bolivya ve Peru’nun yenilmesi 19. yüzyılda toprak ve ekonomi bakımından büyük genişlemelere yol açtı. 1960’lı ve 70’li yıllarda Şili sert siyasî kutuplaşma ve kargaşa dönemine girdi. Gerilim demokratik yollarla iktidara gelen Salvador Allende’nin sol hükûmetinin 1973’te bir askerî darbeyle devrilmesiyle sonuçlandı ve ülke 16 yıl boyunca 3000’den fazla ölü veya kayıptan sorumlu olan Augusto Pinochet’nin sağ askerî diktatörlüğüyle yönetildi. Rejim 1988 yılında yapılan bir referandumun ardından 1990’da sona erdi ve merkez sol koalisyon 2010 yılına kadar iktidarda kaldı.

Şili, Dünya Bankası tarafından yüksek gelirli bir ülke olarak tanımlanmaktadır ve yaşam kalitesi üst düzeydedir. Güney Amerika’nın sosyoekonomik açıdan en istikrarlı ve müreffeh ülkelerinden biridir; rekabetçi ekonomi, kişi başına gelir, küreselleşme, barışçıllık, ekonomik özgürlük ve düşük yolsuzluk algısı sıralamalarında Latin Amerika ülkeleri arasında lider konumundadır. Ayrıca sürdürülebilir devlet ve demokratik gelişmişlik alanlarında bölgesinde üst sıralardadır.[8] Kanada’nın ardından Amerika kıtasının en düşük cinayet oranlarına sahiptir. Şili Birleşmiş Milletler, Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu ve Pasifik İttifakı’nın kurucu üyesidir, 2010 yılında da OECD’ye katılmıştır.

VİKİPEDİ

Bugünkü Afrika nüfusu, yıllık %2,338 artış oranıyla 1.469.988.845‘dir.

Afrika (İngilizce: Africa, Fransızca: Afrique, Arapça: أفريقيا), yüzölçümü ve nüfus yoğunluğu açısından dünyanın en büyük ikinci kıtasıdır. Kendisine bitişik kabul edilen adalar ile birlikte 30,8 milyon km²’lik alanı ile dünya yüzölçümünün %6’sını ve dünya üzerindeki toprakların %24,4’ünü kapsar. 1 milyar kişilik nüfusuyla dünya nüfusunun %15’ini barındırır. Afrika, kuzeyde Akdeniz, güneyde Hint Okyanusu, batıda Atlas Okyanusu, doğuda Sina Yarımadası, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı ile çevrelenmiştir. Madagaskar’ı ve çeşitli takımadaları bünyesinde barındırır. Kıtada 54 adet diplomatik olarak tanınmış bağımsız devlet, dokuz bölge ve 3 adet de sınırlı tanınmış devlet bulunur.

Tüm kıtalar arasında en fazla genç nüfus Afrika’da bulunmaktadır. Afrikalıların %50’si 19 yaşının altındadır. Cezayir yüzölçümü olarak Afrikanın en büyük ülkesiyken, nüfus anlamında en büyük ülke ise Nijerya’dır. Özellikle Doğu Afrika’nın, insanoğlunun başlangıç noktası olduğu kabul edilir.

Yanlış Biliyormuşuz! Afrika’yla İlgili Doğru Olduğu Düşünülen 15 Yanlış Bilgi

Birçok insan eğer Afrika’ya giderse, kabileleri, sokakların ortasında kükreyen yabani hayvanları, kirli yolları ve üst üste yapılmış evleri görebileceğine inanıyor. Sizin için hazırladığımız bu içerikte, Afrika hakkında doğru olduğunu düşündüğünüz birçok bilginin aslında farklı olduğunu ve Afrika’nın gerçekte ne kadar eşsiz ve güzel bir kıta olduğunu göreceksiniz,

15. “Afrika teknik açıdan hiçbir ilerleme göstermemiştir.”

Afrika’nın orta çağda yaşamadığını göz önüne alırsak, tabii ki ilerleme göstermiştir. Afrikalıların %90’ının cep telefonu var. Yeni uygulamalar ve cihazlar yaratacak programcıları da var. Örneğin, yerel geliştiriciler, çiftçiler için bir hizmet geliştirmişler, bu hizmet sayesinde sürülerini hastalıklara yakalanmadan nasıl yetiştirebileceklerini öğreniyorlar. Bunun dışında, büyük makine ve otomobil üretimi konusunda da oldukça gelişmiş düzeydeler.

14. “Afrika sıcak bir çöldür.”

Afrika denildiğinde akıllara ilk gelen görüntü sıcaktan yanıp kavrulan çöller olsa da bu büyük bir yanılgı. Afrika’nın büyük bir kısmı tropikal ormanlardan oluşuyor. Genel sıcaklık ise 21 dereceyi geçmiyor.

13. “Afrika’da sadece koyu tenli insanlar yaşar.”

Afrika’da sadece koyu tenli insanların yaşadığı tabii ki bir hikaye. Gerçek ise kıta, farklı renklerden ve farklı kültürlerden bir milyardan fazla insana ev sahipliği yapıyor.

12. “Afrika yabani hayvanlarla doludur.”

Televizyonlardan gördüğümüz kadarıyla Afrika’da yabani hayvanlar sokaklarda başı boş gezinerek insanlara saldırıyor ama gerçekte birçok safari turu zararlı yılan ve böceklerin kış uykusunda olduğu kış aylarında gerçekleşiyor. Vahşi hayvanlara gelince, onların da büyük bir kısmı milli parklarda yaşıyor. İnsanlara saldırma durumları ise genellikle avlanmaya çalıştıkları zaman kendilerini koruma içgüdüleriyle oluyor.

11. “Afrika’daki suç oranı çok yüksek.”

Afrika’daki suç oranı oldukça yüksek olduğu için turistlerin her zaman oluşabilecek tehlikelere karşı kendilerini korumaları gerektiği düşünülüyor ama bu da büyük bir aldatmaca. Gerçek şu ki Afrika’da turizm oldukça gelişmiş ve Afrika ülkeleri turistler için vazgeçilmez ve popüler bir rota haline geliyor. Sadece Güney Afrika her yıl 1 buçuk milyon turist ağırlıyor.

10. “Afrika’nın kültürel mirasa dair bir şeyi yok.”

Aslında Afrika sahip olduğu birçok eski bina ve diğer anıtlar sayesinde ‘medeniyetin beşiği’ olmayı hak ediyor. Örneğin, Kenya 200’den fazla mimari anıta sahip. Buna ek olarak Afrika’da devlet tarafından desteklenen çok fazla sayıda değişik müze var.

9. “Afrika yoksulluk sınırının altında yaşıyor.”

Yoksulluk sınırının altında yaşayan bazı ülkeler tabii ki var ama bunlar düşünülenden çok daha az sayıda. Genel olarak Afrika ülkelerinin ekonomik durumu diğer gelişmiş ülkelerden farklı değil. Aynı zamanda, bu ülkeler turist çekip etkileyebilmek amacıyla yüksek konforlu otellere sahip.

8. “Afrika tehlikeli yaygın hastalıklarla dolu.”

Medya sürekli Afrika’daki ölümcül hastalıklardan bahsetse bile gerçek şu ki Ebola hastalığı bütün bir kıtayı kaplamıyor sadece Sierra Leone ve çevrelerinde görülüyor. İkinci çok konuşulan hastalık ise sıtma. Sıtma bulaştıran sinekler etrafta geziyor tabii ki ama siz temel güvenlik kurallarını takip ettiğiniz sürece hiçbir tehlikesi yok.

7. “Afrikalılar kulübelerde yaşıyor.”

Bütün Afrika tabii ki kulübede yaşamıyor. Afrika’da birçok yüksek bina, gökdelen, iş merkezi görmek mümkün. Gelişmiş mimari ve altyapı sayesinde Afrika şehirleri gerçekten yenilikçi. Buşmanlar gibi bazı kabileler kulübede yaşıyor ama sayıları oldukça az.

6. “Afrika’da Afrikalı dili konuşuluyor.”

Afrika dili diye bir dil henüz yok. Kabilelerin kullandıkları kendilerine özgü olan diller ise neredeyse yok olmaz üzere. Afrika’da konuşulan diller ise İngilizce, Fransızca, Almanca ve Portekizce. Bu dillerin yayılmasında etkili olan şey ise öncelikli olarak televizyon ve internet. (???)

Afrika dünyada en çok Fransızca konuşan nüfusa sahip olan kıtadır. Fransızca Afrika’ya Fransa ve Belçika’dan sömürgeleştirme ile gelmiştir.

5. “Afrika’da gıda eksikliği çok fazla.”

Afrika’da büyük miktarda açlık olduğu haberi tamamen yanlış. Evet yiyecek eksikliği bazı bölgelerde var ama tamamında değil. Dünyada bulunan en zengin toprakların neredeyse çeyreği Afrika’da bulunuyor. Turistik bölgelerde yiyecek problemi çekilmiyor.

Gerçekler söylenmeyince:(

4. “Afrika’da açık tenli insanlar sevilmiyor.”

Bu bilgi köleliğin olduğu zamanlardan geliyor ama doğru değil. Beyaz ve siyah ayrımı bugün de var ama açık ten rengi sayısı yerel halkın içerisinde oldukça fazla, bu durum herhangi bir saldırıya sebep olmuyor. Turizmin geliştiği bölgelerde yerel halk gelen misafirleri kültürleri ve ırkları fark etmeksizin iyi ağırlamak için elinden geleni yapıyor.

3. “Afrika zalimler tarafından yönetiliyor.”

Afrika’daki politik rejimin askeri diktatörler tarafından sağlandığı ise doğru olduğu düşünülen yanlışlardan bir tanesi. Gerçek ise şu, Afrika’da birden fazla farklı politik rejim var. Örneğin, Gana ve Senegal’de demokrasi oldukça gelişmiş. Tabii ki Afrika’yı diğer Avrupa ülkeleriyle bir tutamayız ama bütün bir kıtanın totaliter rejim altında yaşadığını düşünmek de büyük bir hata.

2. “Afrika’da içme suyu bulamazsınız.”

Afrika’da temiz su kıtlığı problemi var ama bütün bir kıtayı etkilemiyor. Turistik bölgelerde bu durum bir problem değil, istediğiniz zaman bir şişe temiz su ve diğer popüler içecekleri satın alabilirsiniz.

1. “Afrika’da otostop çekemezsiniz.”

Avrupa ve Amerika seyahatleri genellikle otostop çekilerek yapılıyor ama Afrika’da bunun yapılamayacağına dair bir inanç var. Aslında Afrika’da bir araba yakalamak gelişmiş ülkelere göre çok daha kolay. Düşünülmesi gereken tek nokta ise bindiğiniz araba sizden bir ödeme beklemediği için yolculuk koşullarını sizin için iyileştirmeyebilir.

Amy Santiago

Fransa, İngiltere’nin ardından dünyanın en büyük 2’nci sömürge imparatorluğuydu. Tunus’tan Togo’ya, Mali’den Kamerun’a birçok Afrika ülkesi Fransa’nın sömürgesiydi. Senegal, Fildişi Sahili ve Benin de, Fransa’nın köle ticaret merkezleriydi.

Afrika etnik, kültür ve dil olarak çok büyük bir çeşitliliğe ev sahipliği yapar. 19. yüzyıl sonlarında Avrupa ülkeleri tarafından sömürge haline getirilmiştir. Afrika’nın modern devletleri 20. yüzyıldaki dekolonizasyon sürecinden sonra ortaya çıkmıştır.

Afrika’nın sömürgeleştirilmesi, 15. yüzyılda köle ticareti ile başlamış ve uzun yıllar sürmüştür.

17. yüzyıldan itibaren Afrika kıtasının birçok yerinde sömürge oluşturmaya başlayan Hollanda; Fildişi Sahili, Gana, Güney Afrika, Angola, Namibya ve Senegal‘de birçok koloni kurdu.

Almanya. Almanya 1884’ten 1. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Afrika kıtasında Alman Güneybatı Afrikası (Bugünkü Namibya), Alman Doğu Afrikası (Ruanda, Burundi, Tanzanya), Togoland (Togo) ve Kamerun bölgelerini sömürge altında tuttu.

Belçika, 1865-1909 arasında tahtta oturan Kral 2. Leopold döneminde bugün Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) olan orta Afrika ülkesinde sömürge yönetimi kurdu.

Dünya’da 1960-70’lerde sömürgecilik sona ermesine karşın eskiden sömürge olan ülkeler günümüzde hâlâ güçlü Batı etkisi altındadırlar. Devam eden bu Batı etkisi yeni sömürgecilik şeklinde adlandırılmaktadır.

1. DÜNYANIN EN ESKİ YERLEŞİM YERİ

Çok sayıda paleoantropolog, Afrka’nın dünyadaki en eski yerleşim bölgesi olduğunu savunuyor. Milyonlarca yıl öncesine ait fosil ve insan kalıntılarından yola çıkarak bu görüşü savunan bilim insanlarına göre ilk insan türleri, Afrika’dan dünyanın diğer bölgelerine göç ediyor ve böylece diğer kıtalarda da insan yaşamı başlıyor.

2. NAZAR İNANCI AFRİKA GENELİNDE YAYGIN

Türk kültüründe ve hatta dünyanın birçok bölgesinde kendine yer bulan “nazar” kavramının Afrika’da da karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. Afrika’da yaygın olarak bilinen ve inanılan çok sayıda batıl inançtan biri olan nazar, tıpkı bizim kültürümüzdeki gibi kötü olaylara zemin hazırlayan bir enerji olarak tanımlanıyor.

Afrika’da hastalıklara, ölümlere, maddi kayıplara ve daha birçok olumsuz şeye neden olduğuna inanılan nazardan korunmak için birtakım tedbirlere de başvuruluyor. Örneğin evlerin kapılarına, kıyafetlere, hatta eşyalara nazar boncuğu takmak veya Hz. Fatma’nın elini sembolize eden objeler asmak, kıta genelinde yaygın olarak başvurulan geleneksel tedbirlerden.

3. 54 ÜLKEYE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR

Afrika kıtası üzerinde 54 farklı ülke bulunuyor. Ayrıca Batı Sahra’da bir de özerk olmayan, yani yönetimi kendi elinde bulundurmayan bir bölge yer alıyor. 30.065.00 km²’lik yüzölçümü ile dünyadaki tüm kara parçalarının %20’sine tek başına sahip olan Afrika’da bu kadar fazla sayıda ülke bulunmasına ise şaşmamak gerek

4. EN KALABALIK 2. KITA

Afrika, dünyanın en büyük kıtalarından biri olmakla birlikte 2016 yılı verilerine göre 1 milyar 216 milyonluk nüfusuyla Asya’dan sonra en kalabalık 2. kıta konumunda. Afrika hakkında bu bilgi, dünya nüfusunun yaklaşık %16’sının Afrika kıtasında yaşadığını gösteriyor.

5. 2 BİNDEN FAZLA DİL KONUŞULUYOR

Afrika’nın bu kadar kalabalık olması, bu kadar fazla ülkeye ev sahipliği yapması, aynı zamanda çok sayıda dilin konuşulduğu anlamına da geliyor. Her ne kadar halk arasında Afrika’da yalnızca Afrika dilinin konuşulduğu gibi yanlış bir kanı olsa da kıta genelinde 2 binin üzerinde dilde konuşuluyor. Bu diller arasında en yaygın konuşulanı ise Arapça olarak karşımıza çıkıyor.

6. DÜNYANIN EN YOKSUL KITASI

Afrika hakkında bilgi içeren yazımızda belki tahmin etmesi pek de güç olmayan bu maddeye göre Afrika, dünyanın maddi açıdan en yoksul kıtası. Filmlerden, kitaplardan, televizyon programlarından, tarih derslerinden görmüş olsak bile Afrika’daki yoksulluğun boyutlarını anlayabilmek ne yazık ki pek mümkün değil. Diğer yandan yardımlaşma ve dayanışma kültürüne kökten bağlı olan ülkemizde Afrika’daki yoksulluğu ortadan kaldırabilmek adına hem bireysel hem de kitlesel anlamda destek veriliyor. Bu doğrultuda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ın gerçekleştirdiği Afrika ziyaretleri, iki farklı kıtada yaşayan insanların birbirleri ile ilişkilerinin gelişmesi açısından oldukça önemli adımlardan.

Emine Erdoğan himayesinde hayata geçirilen Afrika Evi projesi de söz konusu ziyaretlerin en güzel sonuçlarından. Afrika Evi, Afrika’da zorlu şartlar altında yaşayan kadınların el emeği, göz nuru ürünlerini satışa sunabildikleri ve bu ürünlerden gelir elde ettikleri bir pazar olarak tanımlanabilir.

7. EN YAYGIN DİN: İSLAM

İnsan popülasyonunun çok yüksek olmasından dolayı kıtada çok farklı inanç ve dinler söz konusu. Bunların içinde en baskın olanı ise İslam dini. Afrika kıtasının en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip ülkeler ise Mısır ve Nijerya olarak karşımıza çıkıyor.

8. HEM BAŞLANGIÇ MERİDYENİ HEM EKVATOR ÇİZGİSİ GEÇEN TEK KITA

Afrka hakkında bilgiler listemizin en ilginç detaylarından birine geliyoruz. Coğrafi konumu itibarıyla hem 0 derece boylamın (başlangıç meridyeni) hem de 0 derece enlemin (ekvator çizgisi) kestiği tek kıta, Afrika kıtasıdır. Bu durum Afrika’yı doğal olarak dünyanın en merkezi konumdaki kıtası haline getirmektedir.

9. DÜNYANIN EN UZUN KARA HAYVANI AFRİKA’DA YAŞIYOR

Safari gezileri ile vahşi yaşamı keşfetmek için mükemmel bir ortam sunan Afrika’nın zürafaların anavatanı olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Her ne kadar hayvanat bahçelerinde zürafaları yakından görme imkanı sunuluyor olsa da aslında bu canlıların doğal ortamının Afrika otlakları olduğu sonucuna ulaşabiliriz.

10. DÜNYANIN EN BÜYÜK KARA HAYVANI DA AFRİKA’DA YAŞIYOR

Afrika, zürafalar ile benzer şekilde fillerin de anavatanı. Ancak elbette bu topraklar yalnızca bu iki hayvan türüne yaşam alanı sunmuyor. Afrika’nın dört bir yanı antilop, babun, bufalo, çita, leopar, aslan, devekuşu, sırtlan, su aygırı, gergedan, zebra, akbaba gibi sayısız vahşi hayvan türü ile dolu.

11. GÖZ KAMAŞTIRAN PEMBE BİR GÖLE SAHİP

Muhteşem bir doğa harikası olan Retba Gölü, Senegal’de bulunuyor ve pembe rengi ile ilk kez görenleri şaşkına çeviriyor. Mükemmel fotoğraf kareleri elde etmek için güzel bir ortam sunan Retba Gölü’nün bu ilgi çeken görüntüsünün nedeni ise içerisinde bulunan Dunaliella Salina adlı su yosunu. Aynı zamanda yüksek oranda tuz içeren Retba Gölü, tuz endüstrisine de katkı sağlamaktadır.

12. EN YÜKSEK SICAKLIKLAR AFRİKA’DA ÖLÇÜLÜYOR

Kar yüzeyinin büyük bir kısmı çöllerden oluşan Afrika kıtası, dünyanın en yüksek sıcaklıkları ile karşılaşmaktadır. Ancak yıl boyu ölçülen sıcaklıklar elbette kıtanın bölgesinden bölgesine değişiklik gösterebilmektedir. Yine de gerek yağmur ormanlarının olduğu alanları, gerek savanaları, gerekse de çölleri ile Afrika’yı genel olarak sıcak iklim özellikleri ile karakterize edebilmek mümkün.

13. DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇÖLÜ AFRİKA’DA BULUNUYOR

Afrika’nın büyük bir kısmı çöllerle kaplı olduğu gibi dünyanın en büyük çölü olan Sahra Çölü de Afrika’da bulunuyor. Kıtanın kuzeyinde bulunan Sahra Çölü, 8,6 milyon km² büyüklüğü ile ABD’den daha büyük bir alana sahip.

14. KITANIN BÜYÜK BİR KISMI SÖMÜRGE HALİNE GETİRİLMİŞTİR

Sömürgecilik, Afrika’nın yüzyıllardır en büyük sorunu. 15. yüzyılda köle ticareti ile başlamış ve günümüzde olan sömürgecilik, Afrika’yı insanlığın ve umutların tükenmekte olduğu bir yer haline getirmiştir. Öte yandan Afrika toplumlarının kalkınması, iş gücünün karşılığının alınabilmesi ve emek sömürüsünün sona ermesi için mücadele eden çok sayıda insan, sivil toplum örgütü, kamu/özel kurum ve kuruluşların da dikkate değer çabaları olduğunu belirtmekte yarar var.

15. TARIM İÇİN ELVERİŞLİ TOPRAK YOK DENECEK KADAR AZ

Afrika hakkında bilgi içeriği niteliği taşıması amacıyla hazırladığımız listemizin son başlığı ise Afrika’nın neden dünyanın en yoksul kıtası haline geldiğini bizlere daha net bir şekilde açıklıyor. Nüfusun yaklaşık %70’inin gelir kaynağı olmasına karşın özellikle kuraklık zamanlarında tarım için elverişli toprak bulabilmenin zorlaşması, Afrika halklarının ciddi zorluklar yaşamasına yol açıyor.

SABAH

Afrika’da din, kendisini Hristiyanlık, İslam’ın ve daha az ölçüde de olsa geleneksel Afrika dinlerinin varlığıyla gösterir. Hristiyan veya İslam cemaatlerinde, dini inançlar bazen geleneksel dinlerin inançları ve uygulamaları ile senkretizm ile karakterizedir.

Güney Afrika’daki başlıca inançlar Hristiyanlık, İslamiyet, Hinduizm, Afrika’nın geleneksel dinleri ve Museviliktir. Bu dinlerin çoğunu, Avrupalılar ve diğer yabancı göçmenler getirdiler. Geleneksel Afrika Dini çok popülerdir; buraya Kuzey ve Batı Afrikalı atalarımızla gelmiştir.

Geleneksel Afrika Dinleri’nin çoğunda, rahipler veya papazlar gibi ruhani liderler vardır. Bu lider, topluluğun manevi ve dinî olarak hayatta kalabilmesi için gereklidir. Zulu kültüründe, iyileştirmekten ve ‘gaipten haberler vermekten’ sorumlu mistikler ve sangomalar vardır.

İnanç, dünyada milyonlarca insanın yaşamındaki önemli bir parçadır. Her gün binlerce Afrikalı, Hristiyanlığa geçiyor ve Nijerya’da her ay yaklaşık 20 yeni dinî mezhep veya grup ortaya çıkıyor. Dünyanın her yerinde on milyondan fazla Musevi her hafta Şabat Günü adetini yerine getiriyor ve milyonlarca Müslüman hac görevi için her yıl Ortadoğu’daki Mekke’yi ziyaret ediyor. Bunu yapıyorlar çünkü onların belirli dinî inanışları var ve inançları hayatlarına yön veriyor.

Birçok farklı din var ve bunlardan bazıları, kendi hikâyelerini anlatarak ve prensiplerini öğreterek binlerce yıldır bağlılıklarını yerine getirmektedirler. İnsanlar, varoluşlarından bu yana “Dünya nereden geldi?”, “Neden buradayız?”, “Kötü şeyler neden iyi insanların başına gelir?”, “Öldüğümüzde bize ne olacak?” gibi sorulara yanıt bulmak için dinlere başvurmaktadırlar.

Güney Afrika’ya insan, kültür ve dini çeşitliliğinden dolayı “gökkuşağı ulusu“ denilmektedir. İnsanlar birçok manevi geleneği ve dinî inancı takip ediyorlar. Güney Afrika‘da inanç özgürlüğü anayasa tarafından korunmaktadır. Herkes, istediği inancı takip etmekte veya hiçbirini takip etmemekte özgürdür.

İnsanlar, ayrıca farklı spritüal ayinleri öğrenmeye ve saygı duymaya özendiriliyorlar. Bu, demokrasinin bir parçasıdır. Güney Afrika’daki başlıca inançlar Hristiyanlık, İslamiyet, Hinduizm, Afrika’nın geleneksel dinleri ve Museviliktir. Bu dinlerin çoğunu, Avrupalılar ve diğer yabancı göçmenler getirdiler. Geleneksel Afrika Dini çok popülerdir; buraya Kuzey ve Batı Afrikalı atalarımızla gelmiştir. Genellikle Afrika dini, Hristiyanlık ve İslamiyet öğeleriyle birleştirilmektedir. En önemlisi ise, yeni Güney Afrika dini ve tinselliğinin, geçmişte olduğu gibi insanları bölmekten ziyade, daha büyük bir anlayış ve ahenk yaratmasıdır.

Bantu dili konuşan insanlar, Güney Afrika’ya Batı ve Orta Afrika’dan taşındılar ve kendileriyle beraber dinlerini ve geleneklerini de getirdiler.

Güney Afrika’da yaşayan ‘geleneksel’ grupların çoğu, buraya yaklaşık 1500 yıl önce Batı ve Orta Afrika’dan gelmişlerdir. Bunların çoğu, Bantu dili konuşan insanlardı ve birçok Güney Afrikalı’nın, özellikle de Zulu ve Xhosa gibi Nguni gruplarının atalarıydı. Geleneksel Afrika Dini sözlü geleneklere dayanmaktadır ki bu; temel değerlerin ve yaşam biçiminin yaşlı nesilden genç nesle geçtiği anlamına gelmektedir. Bu gelenekler dinî kurallar değillerdir ancak hikâyelerle, mitlerle ve masallarla devam etmiş kültürel bir kimliktir. Bu gelenekler, bir nesilden sonrakine geçmiştir. Yaşlılar ise nihai otoritelerdir ve tamamen güvenilirdirler.

Bu Dinin Takipçileri Neye İnanıyorlar?

Geleneksel Afrika Dini’nde, topluluk bir insanın hayatının en önemli parçasıdır. Bu topluluk, aynı gelenekleri hatırlayan ve paylaşan insanlardan oluşur. Birey, yalnızca toplum içinde var olur ve toplumdan ayrılmak bazen ölümden bile kötüdür. İnançlı birinin ailesi uzakta yaşıyor olsa dahi o kişinin üzerinde hâlâ etkileri bulunur. Din, çoğu Afrika toplumunda ahlaki düzeni de desteklemektedir. Bu, toplulukta bir güvenlik ve nizam duygusu yaratır. Takipçiler, atalarının ruhlarının rehberliğine inanırlar.

Geleneksel Afrika Dinleri’nin çoğunda, rahipler veya papazlar gibi ruhani liderler vardır. Bu kişi, topluluğun manevi ve dinî olarak hayatta kalabilmesi için gereklidir. Zulu kültüründe, iyileştirmekten ve ‘gaipten haberler vermekten’ sorumlu mistikler ve sangomalar vardır –bir çeşit falcılık ve rehberlik. Bu geleneksel şifacılar, ataları tarafından çağrılmalıdır. Sıkı bir eğitimden geçerler; şifa vermek ve benzer şeyler için otların kullanımı, nerede olduğu bilinmeyen kayıp objeleri bulmak için mistik beceriler de dahil olmak üzere çokça beceri edinirler.

Geleneksel Afrika Dini ataların, düğün, doğum ve ölüm gibi önemli olayların yanı sıra bir iş bulma ve üniversiteyi bitirme gibi daha az önem arz eden olayların da parçası olduğu bir yaşam biçimidir. Bu etkinlikler sırasında genellikle atalara şeref, memnuniyet ve teşekkürler sunulur. Bir inek, koyun veya tavuk kurban edilir ve atalar; sunulanları almak ve toplananları kutsamak için çağrılır.

Yüce Tanrı’yı Geleneksel Afrika Dini tanımış olsa da, takipçiler yeterince layık olduklarını düşünmedikleri için doğrudan O’na ibadet etmezler. Bu sebepten ötürü atalarından kendi adlarına iletişim kurmalarını isterler. Yüce Varlık, tüm topluluğu tehdit edebilecek kuraklık veya salgın gibi büyük sıkıntı ve ihtiyaçlar yaşandığı zamanlarda çağrılır. Yüce Varlık, insanlar ve çevreleri arasındaki bağlantının kendisidir.

Ataya İbadet

Ataya ibadet ve inanış, yaşlılara olan inanç ve saygının bir uzantısıdır. Geleneksel Afrika Dini takipçileri, atalarının yaşayan akrabalarıyla ruhani bir bağ kurduğuna inanmaktadır. Ataların ruhlarının çoğu genelde iyi ve naziktirler. Ataların ruhları tarafından yapılan tek olumsuz eylem, insanlara yanlış yola girdiklerini uyarmak maksadıyla küçük hastalıklar bulaştırmalarıdır. Bu mutsuz ataları memnun etmek içinse genellikle bira ve et sunulur.

Çevirmen: Cemal Özer

Dünya nüfusu sürekli artış gösterirken bu oranlar doğum, ölüm ve göç edenlerin sayısına göre farklılık gösteriyor. Worldometers’in internet sitesinde yer alan bilgilere göre 2023 yılında dünya nüfusu 7 milyar 924 milyon kişi olarak kaydedildi.

BM Nüfus Fonu, dünya nüfusuna ilişkin yeni bir rapor yayımladı. Rapora göre, Hindistan’ın nüfusu 2023 yılı ortalarında 1.4286 milyara ulaşarak Çin’in 1.4257 milyarlık nüfusunu geride bırakacak.

8 milyara ulaşan dünya nüfusunun yüzde 49.7‘si kadın. Ancak istatistikler kadınların pek çok konuda söz sahibi olmadığını gösteriyor

BM nüfus tahminlerine göre 2022’de en fazla nüfusa sahip ülke 1 milyar 425 milyon 887 bin 337 kişi ile Çin olurken, bu ülkeyi 1 milyar 417 milyon 173 bin 173 kişi ile Hindistan, 338 milyon 289 bin 857 kişi ile ABD izledi. Bu 3 ülke dünya toplam nüfusunun yüzde 39,9’unu oluşturdu.

Türkiye, 85 milyon 279 bin 553 kişi nüfusu ile nüfus büyüklüğüne göre 194 ülke arasında 18. sırada yer alırken, dünya toplam nüfusunun %1,1’ini oluşturdu.

Dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’in nüfusu, 1061 yılından bu yana ilk kez gerileyerek 1 milyar 411 milyon 800 bine düştü. Ancak BM’nin 2100 tahminlerine göre bu eğilim Çin’e mahsus değil, birçok Avrupa ve Asya ülkesinde nüfus kaybı yaşanacak. Dünyanın en yüksek nüfusa sahip ülkesi Çin’in nüfusu dün açıklanan resmi verilere göre 1061 yılından bu yana ilk kez gerileyerek 1 milyar 411 milyon 800 bine düştü. Ancak nüfusu azalan tek ülke Çin değil. Birleşmiş Milletler’in temmuz ayında yayınlanan 2100 yılı tahminlerine göre Avrupa’da ve Asya’da birçok ülkenin nüfusu önümüzdeki yıllarda azalma eğilimine girecek. Birçok ülkede nüfus azalmaya başladı bile.

Nüfusu azalan ülkeler hangileri?

Nüfusu 10 milyonun üzerindeki sekiz ülkenin popülasyonu son on yıldır azalıyor. Bu ülkeler İtalya, Portekiz, Polonya, Romanya, Yunanistan ve Ukrayna. Ukrayna’nın nüfusunda Rusya’nın 24 Şubat 2022’de başlattığı savaş sonrasında hızlı bir düşüş görüldü.

Bu ülkelerde yaşanan nüfus kaybının farklı sebepleri var. Ancak ortak nokta, düşük doğurganlık hızı; yani kadınların önceki ortalamadan daha az çocuk sahibi olması. 

Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade ediyor. Dünya Bankası verilerine göre, Güney ve Doğu Avrupa ülkelerinde doğurganlık hızı kadın başına 1,2 ila 1,6 olarak kaydedildi. Oysa nüfusun sabit kalması için doğurganlık hızının kadın başına 2 çocuk olması gerekiyor.

Buna ek olarak, Polonya, Romanya ve Yunanistan’dan göç yaşanıyor,  yani daha fazla kişi ülkeden ayrılarak yurt dışında yaşamaya gidiyor.

Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade ediyor. Dünya Bankası verilerine göre, Güney ve Doğu Avrupa ülkelerinde doğurganlık hızı kadın başına 1,2 ila 1,6 olarak kaydedildi. Oysa nüfusun sabit kalması için doğurganlık hızının kadın başına 2 çocuk olması gerekiyor.

Buna ek olarak, Polonya, Romanya ve Yunanistan’dan göç yaşanıyor,  yani daha fazla kişi ülkeden ayrılarak yurt dışında yaşamaya gidiyor.

Avrupa dışına bakıldığında, Japonya da nüfusun azaldığı ülkelerden. Bu daha çok doğurganlık hızının kadın başına 1,3 olmasından ve düşük göçten kaynaklanıyor. Japonya’nın nüfusu 2011 ve 2021 yılları arasında 3 milyondan fazla azaldı.

Nüfustaki azalış Ortadoğu ülkesi Suriye için de geçerli. Suriye’de popülasyon on yılı aşkın süre devam eden iç savaştan etkilendi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre çatışmalarda 606 bin erkek, kadın ve çocuk yaşamını yitirdi. Yaşanan can kaybının yanı sıra milyonlarca kişi başka ülkelere mülteci olarak kaçtı.

EURONEWS

Türkiye, Romanya’nın da gerisine düşerek üçüncü sıraya geriledi. Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade ediyor. Türkiye’de toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 çocuk iken bu sayı 2021 yılında 1,70 çocuk olarak gerçekleşti.

Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (AB) Eurostat ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre AB üyesi 27 ülkede toplam doğurganlık hızları incelendiğinde, 2020 yılında en yüksek toplam doğurganlık hızına sahip ülke 1,83 çocuk ile Fransa oldu. En düşük toplam doğurganlık hızına sahip ülke ise 1,13 çocuk ile Malta oldu. Toplam doğurganlık hızı 2020 yılında 1,76 olan Türkiye, Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında 3. sırada yer aldı. AB ortalaması ise 1,5’de kaldı.

Diğer bazı ülkelerdeki toplam doğurganlık hızı şöyle: Danimarka 1,68; Belçika 1,55; Hollanda 1,54; Almanya 1,53; Portekiz 1,4; Yunanistan 1,39 ve İspanya 1,19.

Türkiye 2020 yılına kadar toplam doğurganlık hızında genel olarak Avrupa ülkeleri içinde en üst sıradaydı.

Öte yandan, Türkiye’de toplam doğurganlık hızı son yıllarda düşüş eğiliminde. 2001 yılında 2,38 olan hız 2021’de 1,7’ye kadar düştü.

Kaynak: Eurostat / euronews

The Lancet tıp dergisinde yayınlanan yeni bir araştırmaya göre, Avrupa Birliği nüfusu tahmin edilenden milyonlarca kişi daha fazla azalacak. Hindistan, Nijerya, Çin, ABD ve Pakistan ise dünyanın en yüksek nüfus oranına sahip olacak. Avrupa Birliği nüfusu tahmin edilenden milyonlarca kişi daha fazla azalacak. Hindistan, Nijerya, Çin, ABD ve Pakistan ise dünyanın en yüksek nüfus oranlarına sahip olacak.

The Lancet tıp dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma, Avrupa’nın gelecekteki demografik yapısına dair ipuçları verdi. Çalışmada, daha önce Birleşmiş Milletler’in (BM) öngörüsünün aksine, Birlik nüfusunun yüzyılın sonunda keskin bir şekilde 308 milyona düşeceği söylendi.

AB nüfusu yüzyılın sonunda BM’nin tahmininden daha fazla düşecek

Oysa BM, bugün 447 milyon olan bloktaki kişi sayısının 2070 yılına gelindiğinde yüzde 5 azalarak 424 milyona, 2100’e kadar ise 365 milyona düşeceğini tahmin etmişti.

AB üyesi 27 ülkenin toplam nüfusu hali hazırda düştü

Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) da geçtiğimiz haftalarda AB ülkelerinin 1 Ocak 2020 tarihindeki nüfus verilerini yayımladı. Buna göre, 2019 yılı başında 513,5 milyon olan AB üyesi 28 ülkenin toplam nüfusu, 2020’de İngiltere’nin birlikten ayrılması ile gerileyerek, 2020’de 447 milyona indi.

Doğurganlık oranı neden düşüyor?

The Lancet dergisinin araştırmasında ilgi çeken tahminlerden biri de AB’de kadın başına ortalama çocuk sayısının düşeceği öngörüsü oldu. Araştırmaya göre bu düşüşe farklı nedenler eklendi. Küresel doğurganlık oranları hali hazırda 1960’lardan bu yana düşüşte.

Dünyadaki yaşam koşullarının nasıl değiştiğini gösteren araştırma ve verileri sunan çevrim içi Our World In Data’ya göre doğurganlıktaki düşüşte 3 faktör etken rol oynuyor;

  • Kadınların eğitime erişiminin ve işgücü piyasasına katılımının artması
  • Çocuk ölümlerinin azalması
  • Çocuk yetiştirmenin artan maliyeti

Yeni yayınlanan çalışmanın yazarları ise bu maddelere birini daha ekliyor; Eğitimsel kazanım ve doğum kontrolüne erişim. Eurostat’a göre de AB’nin 27 ülkesindeki kadınlar artık küçük yaşlarda çocuk sahibi olmaktansa beklemeyi tercih ediyor. Bu da biyolojik düzeyde olası çocuk sayısını azaltıyor. Çalışmanın sonucuna göre 2100’e kadar, 27 AB ülkesinden 21’inin nüfusunda azalma olacak. Hatta, İspanya, İtalya, Bulgaristan, Letonya, Portekiz, Romanya ve Slovakya’nın nüfusu muhtemelen 2100’e kadar neredeyse yarı yarıya azalacak.

Doğurganlık oranları neden önemlidir?

Doğurganlık oranlarının, ülke sakinlerinin siyasi ve ekonomik yaşamı üzerinde büyük etkisi var. Çünkü oranlar, çalışma çağındaki bireylerin sayısını belirliyor. Bu analizler siyasi liderler için de son derece önemli. Rakamlar, altyapı, iş yaratma, gıda üretimi ve konut konularında yarının ihtiyaçlarını değerlendirmelerine yardımcı oluyor. Son çalışma da birçok ulusun çalışma çağındaki nüfusunun tahmin edilmesinde kullanıldı.

Hindistan, Nijerya, Çin, ABD ve Pakistan dünyanın en yüksek nüfus oranına sahip olacak

Mesela araştırmanın sonucuna göre küresel olarak Hindistan, Nijerya, Çin, ABD ve Pakistan’ın 2100 yılında dünyanın en yüksek nüfus oranına sahip olacağı tahmin ediliyor. Aynı zamanda Afrika ülkelerinde de nüfusun artmaya devam edeceği ve en genç kıta olmayı sürdüreceği söyleniyor.

İklim krizi de demografik yapıda belirleyici olacak

Araştırmacılar, temsil ettiği “zorluklar” nedeniyle iklim krizine yönelik beklentileri bir faktör olarak araştırmaya dahil etmemeyi seçmiş. Ancak, deniz seviyesinin yükselmesi, aşırı hava olayları, çevresel bozulma gibi nedenlerin, doğurganlık ve ölüm üzerinde direkt etkisi olacağı gibi, insanları göç etmeye de zorlanmasının muhtemel olduğunu söylüyor.

Basra Körfezi kıyısında yer alan şehrin nüfusu 900.000 civarındadır. 1971 yılında başkent olan Abu Dabi petrol gelirleri sayesinde günümüzde modern bir şehir haline gelmiştir. Yeryüzündeki petrol rezervleri bakımından en şanslı şehirler arasındadır.

Doha, Qatar (Katar)’ın başkenti ve en büyük şehri. Ülkenin doğusundaki Basra Körfezi kıyısında yer alıyor. Ülke nüfusunun % 40’ı Doha şehir merkezi ve banliyölerinde yaşıyor. Şehir aynı zamanda ülkenin ekonomik merkezi ve Katar’ın 7 belediyesinden biri. Orta Doğu’da misafirperverlikte birinci sıradadır. Katar, dünyanın en güvenli ülkelerini gösteren Global Barış Endeksi NUMBEO’ya (en düşük suç endeksi) göre 153 ülke arasında 2. sıradadır. Dünyada yaşamak için en güvenli ülkeler arasında yer almaktadır.

Tayvan’ın başkenti olan Taipei, ülkenin en kalabalık kentleri arasında olup önemli bir kültürel merkezdir. Taipei, dünyanın dört bir yanından çok sayıda insan çekmektedir. Taipei’nin mistik tapınakları, önemli müzeleri, gökdelenlerden oluşan şehir merkezi, harika doğa alanları pek çok turistin ilgi odağıdır.

Palmiyeli kumsalları, mütevazı atmosferi ve eski Arabistan ruhu Ajman’ı tercih edilen bir yer kılmaktadır. Kumlu plajları, mangrov ormanları, çöl tepeleri ile birlikte çok çeşitli doğal yaşamıyla dikkat çeken Ajman, olağanüstü olarak nitelenen misafirperverliği ile de ziyaretçilerine hoş bir deneyim yaşatmaktadır.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin üçüncü büyük kenti Sharjah, 7000 yıl önceye uzanan tarihi ile bölgenin ticaret ve kültür merkezi konumunda. Arapçada “güneşin doğduğu yer” anlamına gelen Sharjah, 18. yüzyıldan bu yana Kasımi Hanedanlığı tarafından yönetiliyor. Hem Basra Körfezi’ne hem Umman Körfezi’ne kıyısı bulunan tek emirlik konumunda olan kent, farklı bir kültürle tanışmak isteyenler için eşsiz fırsatlar sunuyor. Arkeoloji, bilim ve İslami sanat müzeleriyle ziyaretçilerin ilgisini çeken Sharjah, camileri ve kapalı çarşıları ile de görülmeye değer bir kent.

Quebec City, ziyaretçilerine kıtadan ayrılmaksızın Fransa’nın tadını çıkarma imkânı sunan, büyüleyici bir destinasyondur. Haute-Ville’in (Yukarı Şehir) ve Basse-Ville’in (Aşağı Şehir) Arnavut kaldırımlı sokaklarında turlarken bir fırın veya pastaneye uğrayarak bir kruvasan veya krep yiyin.

Dubai, çölde bir vaha misali gökdelenleri, görkemli binaları, lüks ve konforu ile Arap Yarımadası’nda kurulmuş bir emirliktir. Birleşik Arap Emirliklerine bağlı 7 emirlikten biri olan Dubai aynı zamanda gelişimi, zenginliğiyle en tanınmış olanıdır.

İspanya’nın kuzeyinde, özerk Bask Bölgesi’nde bulunan San Sebastián, Baskça adıyla Donostia; Atlas Okyanusu kıyılarındaki en güzel şehirlerden biridir. Doğal güzellikleri, tarihi yapıları, eşsiz mimarisi ve yemek kültürüyle tanınan şehir, Avrupa sosyetesinin de en çok tercih ettiği tatil yerlerinden biridir.

Bern İsviçre’nin başkenti ve ülkenin de dördüncü büyük şehridir. Albert Einstein hayatının önemli bir dönemini Bern’de geçirmiştir, şehirde kendi adına bir müzesi bulunur. Dünyada yaşam kalitesi en yüksek 10 şehirden biri olarak bilinir. Almancanın hakim olduğu bu şehrin kökenleri 1900’lü yılların başına dayanır

ÜST ÜSTE BEŞİNCİ KEZ SEÇİLDİ Şehirlerle ilgili yaptığı araştırmalarla tanınan Numbeo şirketi, 2020 yılında dünyanın en güvenli şehirlerini açıkladı. Listede Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi üst üste beşinci kez ilk sırada yer alırken Türkiye’den Eskişehir ilk 10’da yer alarak en güvenli 8’nci şehir oldu.

Orta Anadolu’nun batıya açılan kapısı olarak tanımlanan Eskişehir; ulaşım kolaylığı, enerji olanakları, uygun tarımsal yapısı ve zengin maden kaynaklarının yanı sıra sanayide de oldukça gelişmiş illerden birisidir.

Bir ziyaretçi için Eskişehir ile ilgili en önemli avantajlardan biri, bir öğrenci şehri olan Eskişehir’de, her saat ulaşım seçeneğinin bulunabilmesi ve ulaşım araçlarının uygun fiyatlı olmasıdır. Eskişehir’de, araba kiralama ve taksi ile seyahat etmek de oldukça ekonomik olmaktadır.

Almanya’nın en güçlü üretim gücüne sahip olan Münih, düşük işsizlik oranı ile de oldukça göç alan bir şehirdir. Bugün bildiğimiz en önemli dünya markaları olan BMW, Siemens, MAN, Allianz Sigorta gibi birçok marka Münih’te bulunmaktadır. Ayrıca yazılım, servis hizmetleri, biyoteknoloji alanda da Münih başı çekmektedir.

Zürih, İsviçre’nin en büyük kentidir. Ayrıca İsviçre’nin kültürel ve ekonomik başkentidir. İşlek bir şehir oluşu çoğu insanın Zürih’i İsviçre’nin başkenti olarak bilmesine yol açmaktadır. Turistler tarafından ülkemizin başkenti nasıl İstanbul sanılıyorsa Zürih için de aynı durum geçerlidir.

Trondheim yüksek bir kültürel mirasa sahiptir. Küçük sınırları olan bir şehir gibi görünse de barındırdığı miraslar Norveç’in kuruluşuna kadar gitmektedir. Müzik, sanat, kültür, alternatif siyaset, gece hayatı ve doğasıyla Kuzey Avrupa’nın en heyecan verici şehirlerinden biridir.

Maskat, Umman Sultanlığı’nın başkenti ve en büyük şehri. Arabistan yarımadasının güneydoğu sahilinde olup eskiden beri denizcilikle uğraşan Umman halkının başlıca ticaret limanıdır. 2014 yılı verilerine göre şehrin toplam nüfusu 1.208.114 olup bu nüfusun 464.236’sı Ummanlıdır.

Tartu, Estonya’nın ikinci büyük şehri ve entelektüel merkezi. 1632 yılına kadar uzanan bir üniversite şehri olarak hizmet veren Tartu, uluslararası öğrencilerin gelişmesi için canlı ve canlı bir eğitimin yanı sıra yüksek kaliteli ve tanınmış bir eğitim biçimi sunma konusunda yüzyıllara dayanan bir deneyime sahiptir.

Den Haag adıyla da bilinir. Ülkenin başkenti Amsterdam’a 45 dakikalık bir mesafede bulunan Lahey küçük ve modern bir şehirdir. Hükümet, parlamento, bakanlıklar, yüksek mahkeme ve devlet konseyi Lahey’de yer alır. Lahey, nüfus yoğunluğu bakımından Hollanda’nın Amsterdam ve Rotterdam’dan sonraki en büyük üçüncü şehirdir.

Hong Kong’un az vergilendirme ve serbest ticaret ile nitelenen büyük bir kapitalist hizmet ekonomisi vardır. Para birimi, Hong Kong doları da dünyada en çok işlem gören 8. para birimidir. Hong Kong, dünyada en yoğun oranda ultra yüksek net değerli bireyin oturduğu şehirdir. Bir buçuk asırlık İngiliz hâkimiyetinden sonra, iki ülke arasında imzalanan sözleşmeyle 1997 yılında Çin’e devredilen Hong Kong, özel idari bölge olarak yönetilmektedir ve bağımsız bir devlet statüsünde değildir. Bununla birlikte bölgenin ayrı bir yasama, yürütme ve yargı sistemi bulunmaktadır.

Basel, İsviçre’nin Zürih ve Cenevre’den sonra üçüncü en kalabalık şehridir. İçinden Rhein Nehri geçen bir Avrupa şehridir. Basel, ülkenin kuzeyinde, Fransa ve Almanya sınırında bulunur. 180 bin kişinin yaşadığı Basel’e yaz aylarında ve önemli etkinliklerin gerçekleştiği dönemlerde yerli-yabancı 1 milyon turist gelir.

Şehrin ortalama güneş ışığı oranı yılda 2700 saattir. Erivan’ın her yerinde, kışlar ağır kar yağışı ve donla çok sert, yazlar ise genellikle çok sıcak geçer (sıcaklık 35°C’e, Ağrı Dağı ovasında 40°C’a bile ulaşabilir). Ağır yaz fırtınaları nedeniyle Erivan’da az yağmur yağmaktadır (yılda 318mm).

Slovenya’nın başkenti ve gelişmiş şehri olan Ljubljana, yemyeşil görünümü ile kendine hayran bırakan bir coğrafyaya sahip. 2016 senesinde European Green Capital Ödülünü almaya hak kazanan bu kent, yeşilliği ve doğal alanlarıyla görenleri mest ediyor.

Groningen 1000 yıla yaklaşık tarihi, doğası ve kültürüyle Hollanda’nın en eski ve en turistik şehirlerinden biridir. Kuzey Denizi’nin kıyısında yer alan şehir birçok kanala, nehre ve parka sahiptir. Bunların yanında tarihî mimari yapılarıyla da bir hayli ziyaretçi çekmektedir.

Zagreb, Hırvatistan’ın başkenti ve ülkenin en kalabalık kentidir. Hırvatistan’ın kalabalık olmasına rağmen sakin şehri Zagreb; Avrupa devletleri içerisinde en fazla yeşil alana sahip başkenttir. Düzenli ve planlı bir şehir olan Zagreb’in nüfusunun çoğunu Hırvatlar oluşturur.

Cluj-Napoca Transilvanya’nın resmi olmayan başkentidir ve (muhtemelen) burada vampir bulamayacaksınız ama şatoları, kaleleri, botanik bahçelerini, müzeleri ve parkları gezebilirsiniz. Cluj-Napoca’da hem geleneksel hem de ilerlemeci, canlı bir sanat atmosferi vardır.

Nüfusu 31 Ağustos 2017 tarihi itibarıyla 230.537 olup Finlandiya’nın Büyük Helsinki dışında bulunan en büyük şehridir. Tampere, ülkenin sanayi merkezi olup başta kerestecilik, bilişim ve havacılık gibi sanayi dalları yer almaktadır. Ayrıca büyük tiyatro ve arenaları ile kültür ve turizm alanında da oldukça gelişmiştir.

Hollanda’nın güneyinde yer alan şehir önemli bir sanayi merkezidir. Philips fabrikaları bu şehirde kurulmuş ve dünyaya buradan yayılmıştır. Konferans merkezi olarak kurulan ve modern mimarisi ile ünlü Evoluon binası bu şehirde bulunmaktadır.

Irvine şehri, Amerika Birleşik Devletleri’nin en güvenilir ve güzel şehirlerinden biridir. Filmlere ve müziklere konu olan Kaliforniya eyaletinde Orange Country bölgesinde yer almaktadır. Şehir birçok dünyaca ünlü üniversiteye de ev sahipliği yaptığı için şehir de öğrenci nüfusu oldukça fazladır.

Kanada’nın en güzel eyaletlerinden biri ve en önemli turistik yerlerden biri olan British Columbia, Kuzey Amerika’daki son gerçek vahşi ülkelerden bazılarını ve en heyecan verici şehirlerden bazılarını sunuyor. 4,5 milyondan fazla nüfusa sahip olan sakinlerin çoğu Vancouver ve başkent Victoria’da yaşama eğilimindedir. 

Stavanger, Norveç’in 4. büyük şehridir. Nüfusu 117.157’dir (1 Mart 2007 itibariyle). Norveçin petrol merkezi olarak bilinir. Sahip olduğu liman bölgedeki en önemli limanlardandır. Limanın yakınında tarihi bir konserveleme müzesi bulunmaktadır. Bu müze, eskiden dünyanın her köşesine sardalya konservesi üreten bir fabrika olmasından dolayı önem taşır. Ayrıca Stavanger’de NATO’ya ait bir Müşterek Harp Merkezi bulunmaktadır. Stavanger, Liverpool’la beraber 2008 Avrupa Kültür Başkenti’dir

Reykjavik, İzlanda‘nın başkenti. Yeryüzünde kutup bölgesine en yakın başkenttir. Önemli bir balıkçılık bölgesidir. İzlanda nüfusunun yarısı bu şehirde yaşar. Reykjavik şehri, İzlanda’nın başkenti ve aynı zamanda nüfusun yarısının yaşadığı bir kentidir. Ülkenin en büyük şehri ve kutuplara DÜnyada en yakın şehirdir. Kış aylarında ne kadar soğuk olduğunu anlatmak imkansızdır. Aşırı derecede soğuk olan bu şehirde yaşayan insanlar geçimlerini balıkçıklık ile sağlamaktadırlar. Türkiye’den ise bu kente ziyaretçi olarak gidenler genellikle yaz aylarında giderler. Fakat çok az sayıda insanın buraya uğradığını belirtmekte fayda vardır. Son olarak ev boyalarının rengarenk olduğunu belirtmekte fayda var.

Chiang Mai’de ne kadar kalınacağı konusuna gelirsek, aslında bu tamamen burada gerçekleştirmek istediğiniz aktivitelere bağlı. Şayet klasik bir turist gibi takılacaksanız ve 300 tapınak gezecek kadar bu işle kafayı bozmadıysanız aslında şehir 2-3 günde kolaylıkla gezilir.

1919’da Sırpların işgal ettiği Temeşvar, Trianon Antlaşması’yla (1920) Romanya‘ya bırakıldı. Romanya cumhurbaşkanı Nikolay Çavuşesku’nun Aralık 1989’da devrilmesiyle sonuçlanan ilk olaylar Temeşvar’da başladı. 2016 yılında, 2021 Avrupa Kültür Başkenti seçildi.

Tallinn, Estonya‘nın başkenti ve ana liman kentidir. Estonya’nın kuzeyinde, Baltık Denizi’nin Finlandiya Koyu kıyısında, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’nin 80 kilometre güneyinde yer alan Tallinn’in nüfusu 2022 itibarı ile 437.811’dir. Tallinn, aynı zamanda Estonya’nın temel finans, sanayi ve kültür merkezidir.

Tōkyō, “Doğunun Başkenti”) veya resmî adıyla Tokyo Metropolü (東京都; Tōkyō-to), Japonya‘nın başkenti ve prefektörlüklerinden biridir. Japonya’nın başkenti ve en kalabalık şehri olan Tokyo, merkezinde 12 milyon insana ev sahipliği yaparak dünyanın en büyük metropolleri arasında yer alır. Tokyo bölgesinde ise 35 milyon insan yaşar. Tarihi uzun yıllar öncesine dayanan Tokyo, yaşamın en pahalı olduğu şehirlerden biridir.

Seoul; başkent) veya resmî adıyla Özel Seul Şehri (Korece: 서울특별시, hanja: 서울特別市, Gözden Geçirilmiş Latinceleştirme: Seoul Teukbyeolsi), Güney Kore‘nin başkenti ve en büyük şehridir. Dünyanın en kalabalık 13. şehri Seul’un şehir merkezinin nüfusu 10 milyonun üstündedir (2009). Her köşesinde tarihin derinden izlerini gözler önüne seren Seul, gelenekselliğin ve teknolojinin harmanladığı çok özel bir Doğu Asya şehri. Bu özel şehir dinamik yapısıyla mutlaka görmeniz gereken yerler arasında bulunuyor. 

Başkenti. Çek Cumhuriyeti‘nin başkenti Prag, aynı zamanda ülkenin en büyük kenti ve en turistik bölgesidir. Prag tarihi dokusu, kültür merkezleri, doğal güzellikleri ve bunlara ilaveten modern cazibe merkezleri ile oldukça ilgi çeken, hakkındaki bilgiler merak edilen şehirlerden birisidir. 

Aalborg (veya Ålborg), Danimarka’nın Kuzey Danimarka Bölgesi’nde yer alan bir şehirdir. Danimarka’nın dördüncü büyük şehridir.

Helsinki (İsveççe: Helsingfors), Finlandiya‘nın başkenti ve en büyük şehridir. Şehir, Finlandiya’nın güneyinde Finlandiya Körfezi’nin kıyısında yer almaktadır. Şehrin nüfusu 2016 yılı itibari ile 642.045 olup metropol alanının nüfusu ise 1.47 milyondur.

Kanberra, Avustralya‘nın başkenti ve denizden uzak en büyük, Avustralya’da tüm şehirler içinde de sekizinci büyük şehridir. Canberra. Canberra, ülkenin başkenti olup stratejik ve diplomatik olarak Sydney ve Melbourne arasında konumlanmıştır. Avustralya federal hükümetine ev sahipliği yapan kentin oldukça kolejli bir havası vardır ve yollarda arabalardan çok bisikletler bulunur. Aslında Canberra bisiklete binmek için ideal bir yerdir.

Rijeka, Hırvatistan‘ın Primorje-Gorski Kotar Bölgesinin merkezidir. Rijeka, Hırvatistan’ın kültürü ve doğal güzellikleriyle akıllara gelen ve en büyük üçüncü şehridir. Rijeka gezilecek yerler listesinin duraklarından biri olan Trsat Kalesi, Orta Çağ’dan izler taşıyan etkileyici bir yapıdır. Ayrıca Zurkovo Plajı ve Rijeka Tiyatro Parkı, kentte mutlaka gidilmesi gereken yerlerdendir.

Oakville, Kanada’nın Ontario eyaletinde bulunan bir şehirdir. Şehir, Ontario Gölü’nün kıyısında yer almakta olup Büyük Toronto’nun bir parçasıdır. Yüzölçümü 138.89 km² olan kentin nüfusu 2016 yılı itibarı ile 193.832’dir.

Bergen, tarihsel ismiyle Bjørgvin, Norveç‘in güneybatı kıyısında Hordaland eyaletine bağlı ve Norveç’in en büyük ikinci şehridir. 2019 sayımlarına göre nüfusu 283.929 kişidir. Bergen, Norveç’in en büyük ikinci şehri olan Bergen Bergenshalvøyen yarımadasında 465 kilometrekarelik bir alanı kaplar.

Tarihî şehir, Vistül Irmağı’nın Wawel Tepesi’nin ayağında Küçük Polonya‘nın (Małopolska) güneyinde kalmaktadır. Küçük Polonya Voyvodası’nın (Województwo małopolskie) da 1 Ocak 1999’dan beri başkentidir. Eskiden Kraków Voyvodası’nın başkentiydi.

Graz (Osmanlıca: Graç), Avusturya‘nın Steiermark eyaletinin başkenti ve Steiermark’ın en büyük şehri, Viyana’dan sonra ülkenin en büyük ikinci şehridir.

Ülkenin başkenti olarak Tiflis’in statüsü, Gürcistan Anayasası’nın (1995) 10. Maddesi ve Gürcistan’ın Başkenti Tiflis Yasası (20 Şubat 1998) ile tanımlanmıştır. Tiflis, Tiflis Şehir Meclisi (Sakrebulo) ve Tiflis Belediye Binası (Meria) tarafından yönetilmektedir.

Avrupa birliğinin en güzel ve dikkat çeken şehirlerinden olan Varşova doğal güzellikleriyle de dikkat çekmektedir. Polonya’nın da başkenti durumunda olan Varşova her yıl yüz binlerce turiste ev sahipliği yapar. Nüfusu 550 bin kişi olan Varşova Türkiye ile 1991 senesinden beri kardeş şehirdir.

Mangalore Hindistan’ın Karnataka eyaletinde bulunmaktadır. Bir liman kenti olan Mangalore, Arap Denizi kıyısında bulunmaktadır. Mangalore, Hindistan’ın en temiz şehri olmasıyla dikkat çekmektedir. Önemli bir iş merkezidir ve göz alıcı plajlara, limanlara sahiptir. Karnataka eyaletinin gelişmekte olan şehirlerinden biridir. Kateelu, Bantwal ve Ullal bölgeleri Mangalore’ye komşu konumdadırlar. Bu şehir, yüzyıllık tapınakları, plajları ve yeşilin her tonunu barındıran parkları ile göz kamaştıran bir şehirdir. Pilikula Parkı ve Panambur Plajı Mangalore’nin doğal güzelliğini yansıtan ünlü yerlerdir. Hindistan tarihinde büyük önem taşıyan Mangalore, geçmişte Rashtrakutas ve Chalukyas gibi birçok hanedan tarafından yönetilmiştir. Nüfusu, 2011 yılı sayımlarına göre 485 bine yaklaşmıştır. Mangalore, Gizli Güzellik ve Saklı Cennet takma adları ile de anılmaktadır. Ekonomisini ticaret merkezi ve liman kenti olması sağlamaktadır. Mangalore’de resmi dil Hintçedir, yaygın olarak İngilizce de konuşulmaktadır.

Brno (Almanca: Brünn), Çekya’nın en büyük ikinci kentidir. Güney Moravya ili ile Brno ilçesinin merkezidir. Tarihsel Moravya’nın eski başkentidir.

Lozan (Lausanne), İsviçre‘de, Fransızca konuşulan “Suisse Romande” veya “Romandie“ kısmında olup Vaud kantonunun başkentidir ve aynı zamanda “District de Lausanne” merkezidir. Lozan Cenevre Gölü kıyısındadır.

Utrecht, Hollanda‘nın Utrecht eyaletinin eyalet merkezi ve en kalabalık şehri. Şehir belediye statüsündedir. Nüfusu 330.772 (2014 sayımına göre) kişidir ve Hollanda’nın dördüncü büyük şehridir.

Wroclaw, Polonya’nın dördüncü büyük şehri ve Aşağı Silezya Voyvodalığı’nın başkentidir. İlk olarak Orta Çağ’da birkaç adanın üzerine inşa edilmiş olan şehir, hâlâ pek çok sevimli köprüye ve hoş bir mimariye sahiptir. Rengarenk binalarla çevrili Rynek (merkezî meydan), şehrin en popüler adreslerinden biridir.

1/50

Comments are closed.