logo

Etrafında kalabalıklar olsa da yalnızlığa sahip olabilirsiniz.

İÇİNDEKİLER

Yüksek İşlevli Depresyon Nedir? / Yardım İstemek Zor Geldiğinde

Geçmişi Geçmişte Bırakmak – Zayıf Bağların Gücü

Yeni Teknolojiler Beynin Çalışmasını Etkiliyor mu? – Eko-Anksiyete: İklim Değişikliğinin Bir Sonucu

Anksiyeteyi Azaltmak İçin Topraklama Tekniği – Acıyı Yönetmek İçin Sarkaç Tekniği

Maçoluk Erkeklere Zarar Veriyor – Mitlerin Ötesinde: Hassas Erkekler

Torunlarıyla İlgilenen Büyükanne ve Büyükbabalar Onların Ruhunda İz Bırakır – Kanguru Aile Büyükleri: Aile ve İşi Uzlaştırmanın Anahtarı – Büyükanne ve Büyükbabalarımızın Sevgiye ve Sabra İhtiyacı Var – Köle Aile Büyükleri Sendromu

Daha iyi sohbet için yedi ipucu – Aile Kavgaları: Neden Olur? – Güven Kaybı – Aldatma ve Aldatılma – Evlilikte Sadakatsizlik Nedenleri ve Riskler – Patolojik Endişe – Semptomları ve Tedavisi – Boşanma Sonrası Depresyonlar

İş Yeri̇nde Mutsuz Olmanızın Nedenleri̇ – Çalışma Ortamınızdan Memnun musunuz? – İşinizi Gerçekten Seviyor musunuz?

UTANGAÇLIK BİR HASTALIK MIDIR?

Belirsizlikle Başa Çıkma – Kendini Boşlukta Hissetmek Nedir?

Bir görev ya da bir proje üzerinde çalışırken çok hevesli olduğunuz halde onu mahvedecek bir şey yaptığınız oldu mu? Kendinizi sabote etmenize neden olan bazı zihinsel hatalar vardır ve bunu fark ettiğinizde artık çok geçtir. Bu hatalar, her şeyi yok eden bir yangın gibi hareket eder ve şaşkın, bitkin ve çoğu zaman üzgün hissetmenize neden olur.

Kendini sabotaj kavramının kökenleri hümanist psikolojiye dayanmaktadır. İstediğin bir şeyi elde etmene ya da başarmana kendi kendine engel olmak anlamına gelir. Çoğu zaman farkında olmasanız da yaptıklarınız istenmeyen sonuçlar doğurma eğiliminde olabilir.

Kendini sabotaj, amacı yaralanma, başarısızlık ve hayalleri parçalamak olan bir dizi davranışı içerir. İstediğinizi kaybetmenize neden olur. Kaygı, hüsran ya da üzüntü gibi yoğun olumsuz değerlik duyguları aracılığıyla deneyimlersiniz.

Kendini sabotaj, kararlarınızı sabote eden zihinsel bir hatadır ama aynı zamanda bir savunma mekanizması da olabilir. Örneğin, her zaman acı verici durumlarla sonuçlanan birçok ilişkiniz olduysa, bir sonraki ilişkinizi kendi kendinize sabote edebilirsiniz. Gerçekte, bilinçsiz de olsa amacınız, tekrar bu kadar çok acı çekmekten kaçınmaktır. Şimdi, kendi kendini sabote edebileceğiniz bazı farklı yolları açıklayacağız.

Kendini Sabotaja Neden Olan Zihinsel Hatalar

Sizi bu şekilde davranmaya iten davranışları veya kararları belirlemeye başladığınızda, kendinizi sabote etme tuzağından kaçınmaya başlayabilirsiniz. Yani, bilinçaltınızın hedeflerinize ulaşmanıza engel olabileceğini fark ettiğinizde, durumu düzeltmeye çalışabilirsiniz. Bu nedenle gelin kendinizi sabote ettiğiniz birkaç durumu inceleyelim.

Yardım Almaktan Kaçınma

En çok ihtiyacınız olduğu anda yardımdan kaçınmak sizi sıkıntılı bir duruma sokabilir. Bu duruş genellikle gurur veya utanç gibi duygularla desteklenir. Bununla birlikte, bazı durumlarda başa çıkma kapasiteniz yetersiz kalabileceğinden yardım istemek önemlidir.

Örneğin, takılıp kaldığınız ve hüsrana uğradığınız zamanlar vardır. Böylece, dışarıdan yardımın sizi motive etmesine izin vermek, değerli bir destekleme görevi görebilir. Yardım istemek, kesinlikle gerekli olan, doğası gereği insani bir eylemdir.

Duyguları Bastırma

Bastırma, belirli bir duyguyu hissetmekten kaçındığınızda ortaya çıkar. Kendinizi, kendinizin önemli bir parçasından, duygusal benliğinizden uzaklaştırmanıza neden olan zihinsel bir hatadır. Bir duyguyu bastırmak, ortadan kaybolmak şöyle dursun, gelecekte daha yoğun bir şekilde yeniden ortaya çıkacağı anlamına gelir. Bir şey sizi sinirlendiriyorsa, elde ettiğiniz sonuç muhtemelen istediğinizden çok uzaktır. Ancak duygular, olağanüstü bilgi araçlarıdır. Bu nedenle, yaptıklarınızı değiştirmek için size verdikleri bilgileri kullanabilirsiniz.

Sınır Belirleyememek

“Sana hayır, bana evet demeliyim.”  Diğer insanlarla sınırlar belirlemek, onlara ne istediğinizi ve arzuladığınızı ve aynı zamanda sizi neyin incittiğini söylemektir aslında. İlişkilerinizde sınırlar olmadığında hoş olmayan durumlar ortaya çıkabilir.

Bunun nedeni, diğer kişinin, davranışlarını size uyarlamasına izin verecek bilgiye sahip olmamasıdır. Sınırları belirlemenin en uygun yolu açık iletişimdir. Sakin, düşünceli ve düşmanca olmaktan uzak bir diyalog ile karşınızdaki kişiye gerçekte nelerden hoşlandığınızı ve hoşlanmadığınızı ifade edebilirsiniz.

Olumsuz İçsel Konuşmalar

Olumsuz konuşmaların etkileri gerçekten çok derine inebilir. Örneğin, kendinize başkaları için yeterince iyi değilim, daha iyisini yapmalıydım gibi yaralayıcı şeyler söyleyebilirsiniz. Kendinizle konuşma şeklinizin, kendinizle ilgili sahip olduğunuz kavram üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu hatırlamalısınız. Bu konuşmalar benlik saygınıza zarar verir. Bu nedenle olumsuz içsel konuşmalar yerine, olumlamalar kullanmanız gerekir. Örneğin, iyi yaptım, gerçekten zordu ama başardım. Bu tür ifadeler, kendinize şefkat göstermenize yardımcı olur. Bu, güçlü yönlerinize odaklanmanız için kendinize bakış şeklinizi eğitmenizi sağlar.

Değişime Direnmek

Değişim hayatın bir parçasıdır. Değişimi reddetmek, yolunuza engeller koymak ve kendinizi sabote etmek demektir. Bazen uyum sağlamak zordur, çünkü enerjinizi tüketir ve korku ve paniğe kapılmanıza neden olabilir. Ancak, yüzleşmekten kaçındığınız her şeyi giderek daha fazla büyür.

Değişimle birlikte hareket etmek için önce onu kabul etmek gereklidir. Değişimi kabul etmek, onu kucaklamak demektir. Korksan bile kabul etmelisin. Kaçınmayı bırakmalı, değişikliğin yüzüne doğrudan bakıp “Devam etme zamanı” demelisin. Değişen realitenizle bilinçli bir konumdan temas kurmak demektir. Başka bir deyişle, değişimin yaşamın içsel bir parçası olduğunu bilmektir. Bu tür zihinsel hatalar sık ​​görülür ve ilerlemenizi engellerse işlevsiz hale gelebilirler. Ancak, onları tanımlamayı başarırsanız, çok geç olmadan düzeltebilirsiniz. Böylece kendini sabotaj tehlikesini önlemiş olursunuz.

DERYA ÖTE / Koçluk Danışmanlık Akademisi 

Aile içi sağlıklı iletişime sahip olmak oldukça önemlidir. Pek çok çalışma, aile ilişkilerinin ruh sağlığımız üzerinde hem kısa hem de uzun vadeli etkileri olabileceğini, hem destek hem de stres kaynakları sağlayabildiğini göstermiştir.

Aile üyeleriyle aynı evi paylaşıyorsanız, genellikle sahip olduğunuz alan veya mesafeyi elde etmeniz zor olabilir. Öte yandan, onlardan uzakta yaşıyorsanız, yalnızca telefon veya görüntülü aramalar yoluyla iletişim kurmak, bağlı hissetmenizi zorlaştırabilir. Durumunuz ne olursa olsun bazı şeylere dikkat ederek aile ilişkilerinizi geliştirebilirsiniz.

Nasıl İletişim Kurmayı Seçtiğinizin Farkında Olun

Birbirimizi göremediğimiz veya duyamadığımız zaman çeviride kaybolan tavırlarımızda ve ifadelerimizde pek çok ince ipucu vardır. Kısa mesajlar veya uygulama mesajları o kadar kişisel değildir ve teknolojiden daha az anlayan bazı aile üyeleri için daha fazla strese neden olabilir. Yapabildiğiniz zaman yüz yüze iletişim kurmak ve yapamadığınız zaman görüntülü veya telefon görüşmesi yoluyla iletişim kurmak, bir metin veya e-posta göndermekten daha bağlı hissetmenize yardımcı olacaktır.

Dinlemek İçin Zaman Ayırın

Herkesin onu dinleyecek birine ihtiyacı vardır ve size en yakın olanların yanında olmak önemlidir. Görüşlerinizi veya tavsiyelerinizi sunmak için aile üyelerinize sözünüzü kesmeden konuşmalarına müsaade edin. İnsanların bir şeyleri düzeltme eğilimi vardır, ancak diğerlerinin duyulduğunu ve anlaşıldığını hissetmesi için genellikle sizin dinlemeniz daha önemlidir.

Kendi İletişim Becerilerinizi Değerlendirin

Kendi iletişim tarzlarımızı anlayarak, insanların neden bize bu şekilde tepki verdiklerini daha iyi anlayabilir ve ardından kendi istek ve ihtiyaçlarımızı daha iyi iletmek için çalışabiliriz. Kendi iletişim biçiminizi geliştirerek aile içi sağlıklı iletişim elde edebilmek için kendinizi güçlendirirsiniz.

Herhangi Bir Varsayımda Bulunmamaya Çalışın

Varsayımlarda bulunmak geri tepebilir. Bu nedenle her şeyi mümkün olduğunca açıklığa kavuşturmak ve daha kapsamlı bir şekilde gözden geçirmek en iyisidir. Aile içi sağlıklı iletişimi gerçekleştirmek için aile üyelerinin zihnini okumaya çalışmaktan vazgeçin ve gerçekten olanı anlamak için sorular sorun.

Aile Üyelerinin Ruh Sağlığını Kontrol Edin

Aile içi sağlıklı iletişimin anahtarı en başta aile üyelerinin sağlıklı olmasıdır. Ailenizdeki diğer kişilerin ruh sağlığını ne kadar sık ​​kontrol ederseniz, onların da sizi kontrol etmesi o kadar kolay olur. Aynı zamanda hayatlarındaki diğer insanlarla ruh sağlığı hakkında konuşmak kendilerini daha rahat hissetmelerine yardımcı olabilir. Daha ciddi bir şeyler dönüyor gibi görünüyorsa doğrudan sorabilirsin, “Son zamanlarda çok fazla yatakta kaldığını ve arkadaşlarının aramalarını görmezden geldiğini fark ettim, moralin bozuk mu?”

Sıcak, Teşvik Edici Olun Ve Minnettarlığınızı İfade Edin

Mümkün olduğunca nazik ve medeni olmaya çalışın. Bir sohbete hüsran veya öfke getirirseniz, muhtemelen size geri yansıtılacaktır. Saygı ve nezaket göstererek havayı ayarlarsanız, onu geri almaya da daha yatkın olursunuz. Bazen “Bugün temizlik yaptığını fark ettim, ev harika görünüyor” veya “Bu akşam yemeğini topladığın için teşekkür ederim” gibi basit bir şey ilişkinizde büyük yol kat etmenize yardımcı olabilir.

Sorunları Birlikte Çözün Ve Aynı Sayfada Olduğunuzdan Emin Olun

Herhangi bir sorunla uğraşırken herkesin dâhil olduğunu hissetmesi önemlidir. İlgili kişilerden bilgi aldığınızdan emin olun ve herkesin memnun olacağı bir çözüm bulmak için birlikte çalışın.

Doğru Anı Seçmeye Çalışın

Konuşmak için potansiyel olarak çekişmeli bir konu varsa, konuyu açmadan önce birkaç dakika kesintisiz bir fırsat yakalayana kadar bekleyin. Doğal olarak iyi bir zaman gelmeyecek gibi görünüyorsa, bir toplantı için yaptığınız gibi biraz zaman ayırın.

Hepinizin Keyif Alabileceği Aktiviteler Yaparak Birlikte Zaman Geçirin

Ailece eğlenceli veya rahatlatıcı bir şeyler yapmak için zaman ayırdığınızdan emin olun. Kahkaha genellikle en iyi ilaçtır. Komik bir film izlemeyi ya da doğa yürüyüşüne çıkmayı, bir soy ağacını bir araya getirmeyi ya da dondurma ya da hepinizin sevdiği bir şey yemek için dışarı çıkmayı deneyin.

Kendi Öz Bakımınızla Model Olun

Akıl sağlığınızla nasıl ilgileneceğiniz ve ilişkilerinizi nasıl geliştireceğiniz konusunda örnek olmak, çevrenizdeki insanlara da aynı şeyi yapabileceklerini göstermenize yardımcı olacaktır. Aile stresinden kurtulmak ve kendi ruh sağlığınızı yönetmek için biraz kendinize zaman ayırın. Bazen yeterli alana sahip olabilmek için net ve tutarlı sınırlar belirlemeniz gerekir. Biri kısa yürüyüşlere çıkmak gibi dışarıda, diğeri ise dizi/film izlemek gibi içeride olacak şekilde birkaç sağlıklı kaçış noktasına sahip olmak iyidir.

Sağlıksız İlişkileri Ve Kontrol Edemediğiniz Şeyleri Fark Edin

Aile üyelerimizi her zaman etkileyemeyiz veya yaptıklarını değiştiremeyiz, ancak tepkilerimizi kontrol edebiliriz. Bu bazen göze garip gelebilir, ancak çok fazla strese neden olan ve değişmek için çaba göstermeyen aile üyeleriyle teması en aza indirmeniz veya kesmeniz gerekebilir. Aile içi sağlıklı iletişiminizi geliştirmek için yardım almak da iyi bir seçenektir. Çaresiz kaldığınızı hissettiğinizde bir profesyonele danışmaktan çekinmeyin.

Derya Öte / Aile İçi Sağlıklı İletişim

Yardım istemek bazen biraz zorlayıcı olabilir. Akıl sağlığınızla ilgili destek istemek korkutucu gelebilir. Kendinizi anlatmaya başladığınızda kişilerin nasıl tepki verecekleri, ne söyleyecekleri veya konuşmadan sonra kendinizi daha iyi hissedip hissetmeyeceğiniz konusunda endişelenebilirsiniz. Gerçekten de, yardım almadan önce endişe duymanız, avuçlarınızın terlemesi ve midenizin bulanması normaldir. Ancak zor bir durumla mücadele ederken yardım istemek karanlık anlarınıza ışık tutacaktır.

Yardıma İhtiyacınız Olduğunu Nasıl Anlarsınız?

Hepimiz değişim ve yaşam olayları ile farklı şekilde başa çıkarken, ruh sağlığınız için destek alma zamanının geldiğini gösteren uyarı işaretleri var.

  • Üzgün ​​veya depresif hissetmek
  • Sosyal olarak geri çekilme
  • Stresle baş edememe
  • Konsantrasyon sorunları
  • Paranoya veya halüsinasyonlar
  • Cinsel dürtüdeki değişiklikler
  • İntihar düşünceleri ve fikirleri
  • Başa çıkmak için uyuşturucu veya alkol kullanmak
  • Aşırı korkular, suçlu veya değersiz hissetme
  • Önemli yüksek ve düşük ruh hali değişiklikleri
  • Beslenme alışkanlıklarında önemli değişiklikler
  • Uyumada zorluk veya aşırı yorgunluk
  • Bir zamanlar neşe getiren faaliyetlere ilgi eksikliği
  • Çalışmak veya sorumluluklarını sürdürmek için mücadele etmek

Yardım İstemek Zor Geldiğinde Endişelerimizi Nasıl Aşabiliriz?

Yardıma ihtiyacımız olduğunda, insanların bize yardım etmek istemediklerini varsayabiliriz. Ya duygularımızın çok fazla olduğunu düşünürüz ya da başkalarının küçük bir sorun olarak algılayacağı bir şeyden şikâyet ettiğimiz için endişeleniriz. Durum ne olursa olsun, bu sınırlayıcı zihniyeti aşmanıza ve hak ettiğiniz desteği almanıza yardımcı olacak birkaç ipucundan bahsedelim.

Yazarak alıştırma yapın

Pratik yapmak mükemmelleştirir. Kendinizi inanılmaz derecede endişeli hissetseniz bile, oturun ve söylemek istediklerinizi yazın. Bazen kişiye söylemek istediklerinizi kendi evinizin rahatlığında yazarak pratik yapmak, doğrudan onunla konuşmaktan daha kolay ve daha az korkutucudur. Aynı zamanda acıyı yansıtmak, düşüncelerinizi toplamak, yeni bakış açıları keşfetmek ve bunalımı azaltmak için bir fırsat sağlayacaktır.

Güvendiğiniz birini seçin

Akıl sağlığı mücadelelerinizi tartışmak, samimi ve son derece savunmasız bir tartışmadır. Bu nedenle yanında rahat hissettiğin birini ve yanında kendini seçmek istersiniz. Birçoğu için bu bir aile üyesi veya arkadaş olabilir, ancak yakın çevrenizden biri olması gerekmez. Aynı zamanda bir terapist veya yaşam koçu da olabilir. Önemli olan, destekleyici, güvenilir, yargılayıcı olmayan ve sizin çıkarlarınızı yürekten düşünen birini seçmektir.

Zihniyetinizi değiştirin

Yardım istemekte zorlanmamızın bir nedeni, zihniyetimizdir. Desteğe ihtiyaç duymanın bir zayıflık işareti olduğunu düşünebiliriz. Aslında duygularınız konusunda açık olmak, gücün, duygusal düzenlemenin ve öz farkındalığın bir işaretidir. Duygularımızı bastırırsak, daha düşmanca, tepkisel, endişeli ve daha sonraki sonuçlara karşı savunmasız hale geliriz. Yine de bir destek sistemine ihtiyacımız olduğunu kabul etmek, duygusal dayanıklılığımızı, özgüvenimizi ve başa çıkma becerilerimizi geliştirir. Sonuç olarak, kırılganlıkta bir güç olduğunu unutmayın.

Örnekler verin

Herkes zor konuşmalarda yön bulma konusunda eğitimli değildir veya acıyı hafifletmek için tam olarak ne söyleyeceğini bilemez. Bu nedenle, siz ve destek sisteminiz için tartışmaya yardımcı olmanın en iyi yollarından biri, nasıl hissettiğinize dair örnekler vermektir. Örneğin, kendinizi depresyonda hissediyorsanız, bunun hayatınızı nasıl etkilediğini açıklayın. Veya sizde yankı uyandıran bir kitaba, filme veya şova atıfta bulunun.

Sizin için en uygun yöntem ne olursa olsun, bunaltıcılığı azaltacak ve dinleyen tarafın neler olduğunu daha iyi anlamasına yardımcı olacaktır. Ayrıca, her şeyi çözmüş olmanıza gerek olmadığını da unutmayın. Neye ihtiyacım olduğunu bilmiyorum ama şu anda gerçekten canım yanıyor. Benim için orada olabilir misin? Sadece bu cümleyi dile getirmek, zihinsel karmaşa ve mücadele döneminde aşılmaz bir rahatlama sağlayabilir.

Yardım Alacağınız Yeri ve Zamanı Seçin

Özellikle son derece kişisel bir şey paylaşırken harika bir zaman olmayabilir. Ancak süreci kolaylaştırmak için mücadele ettiğinizde nasıl yardım isteyeceğinize dair ipuçları var. Örneğin, destek sisteminizle oturmadan önce sizin için rahat olan bir zaman ve yer seçin. Belki evinizde veya sevdiğiniz birinin yanında konuşurken kendinizi daha güvende ve güvende hissediyorsunuz. Veya belki de doğada sakin bir ortamı tercih edersiniz. Seçim sizin ve sizi en çok neyin rahatlattığını düşünmek kaygıyı azaltacaktır.

Profesyonel Yardım için Randevu Alın

Yardım istemenin birkaç yolu vardır. Profesyonel yardım almak duygularınızla başa çıkmanıza ve bir krize dönüşmeden önce başa çıkmanıza yardımcı olacak harika bir önleyici tedbir olabilir. Bir yaşam koçu içinizde neler olup bittiğini anlamanıza, başa çıkma mekanizmalarını anlamanıza ve hissettiğiniz duyguları yönetmek için stratejiler öğrenmenize yardımcı olur.

Derya Öte / Yardım İstemek Zor Geldiğinde Ne Yapabiliriz?

2024

Yüksek işlevli depresyon terimi popüler kültürde oldukça sık kullanılsa da, yüksek işlevli depresyon klinik bir bozukluk değildir ve DSM-5 (klinik bozuklukların teşhisi için en yaygın kullanılan ve yerleşik psikiyatri el kitabı) tarafından ayrı bir depresyon biçimi olarak tanınmaz.

Resmi bir tanım olmamasına rağmen, birçok uzman, terimin kalıcı depresif bozukluğa tam olarak uymayan kişiler için yüksek işlevli depresyon teriminin uygun olabileceğini düşünmüştür. Yüksek işleyen depresyon genellikle, kronik olarak depresyon semptomlarından mustarip olan, ancak yine de normal günlük işleyişini sürdürebilen bir kişiyi tanımlamak için kullanılır. Yüksek işlevli depresyon, depresyondan büyük ölçüde kurtulmuş, ancak hala daha hafif devam eden semptomlarla uğraşan birine atıfta bulunmak için de kullanılabilir.

Yüksek İşlevli Depresyonun Belirtileri Nelerdir?

Yüksek işlevli depresyon diğer depresyon biçimleriyle birçok semptomu paylaşır, ancak şiddeti ve kalıcılığı bakımından farklılık gösterir. Bu semptomlar şunları içerir:

  • Uzun süreli üzüntü veya boşluk duyguları
  • Konsantre olamama
  • Enerji eksikliği.
  • Diyet ve egzersizdeki değişiklikler (genellikle yetersiz veya aşırı yeme).
  • Uyku düzenindeki değişiklikler (çok uyumak veya yetersiz uyumak).
  • Özgüven düşüklüğü

Neden Yüksek İşlevli Depresyon Terimi Kullanılıyor?

Yüksek işlevli depresyon gibi terimlerin kullanılması, mevcut ruh sağlığı damgasını hem sorgulayabilir hem de güçlendirebilir. Ne yazık ki, birçok insan bilinçsiz önyargılara sahiptir ve depresyonla mücadele eden kişilerin nasıl konuşacağı, davranacağı veya görüneceği konusunda yanlış klişelere inanır. İnsanlar depresyonla ilgili deneyimleri hakkında konuşmaya başladıkça bu durum yavaş yavaş değişiyor. Bununla birlikte, depresyonla uğraşan birçok kişi, ağırlığı ve olumsuz çağrışımları nedeniyle majör depresyon teriminden kaçınabiliyor.

Bazı kişiler için kendini yüksek işlevli olarak etiketlemek yardımcı olabilir çünkü bu, iyileşmelerinde kaydettikleri önemli ilerlemeyi hatırlatır. Semptomlarının şiddeti azaldıkça, kendilerini majör depresif bozukluk tanısıyla eskisi kadar güçlü bir şekilde özdeşleştiremeyebilirler ve “yüksek işlevli depresyona” geçişin büyüme, ilerleme ve iyileşme duygularını aşılayarak depresyonlarını daha fazla kontrol altında hissetmelerini sağladığını görebilirler. .

Depresyonu olan birini tanımlamak için yüksek işlevsellik terimini kullanmak, kişilerin depresyonla savaşırken neler başarabileceğini çevreleyen olumsuz klişelere aykırıdır. Bununla birlikte, depresyonu olan bazı kişilerin düşük işlevli olduğu anlamına da gelebilir. Bu nedenle, yüksek işlevli depresyon terimi, mevcut klişelere meydan okuyan, ancak aynı zamanda yüksek işlevli kategorisine girmeyen depresyonlu kişiler için muhtemelen daha fazla kafa karışıklığına ve damgalanmaya yol açan iki ucu keskin bir kılıçtır.

Yüksek İşlevli Depresyon ile Nasıl Başa Çıkılabilir?

Yüksek işlevli depresyon ile ilişkili hafif ancak kalıcı semptomları iyileştirmek için birlikte kullanabileceğimiz çeşitli kendi kendine yardım teknikleri vardır.

  • Düzenli egzersiz yapmak
  • Gerçekçi iyileşme beklentileri belirlemek
  • Alkol ve sigara kullanımından kaçınmak
  • Sağlıklı beslenmek
  • Hobiler Edinmek

Tüm depresyon biçimlerinin dikkatimizi hak ettiğini ve profesyonel tedavi ve destek gerektirdiğini unutmamak önemlidir.

Kendimizi yüksek işlevli olarak etiketlemeyi yararlı bulsak da, bu, deneyimlediğimiz düşünce ve duyguların önemini ve potansiyel ciddiyetini küçümsememiz gerektiği anlamına gelmez.

Yüksek işlevli depresyonun yine de kronik bir depresyon biçimi olduğunu kabul etmek önemlidir, bu nedenle majör depresif bozukluktan daha az ciddi görünse de, bir gecede iyileşmeyi bekleyebileceğimiz bir şey değildir. Uygun bir destek, iyi öz bakım ve sıkı çalışma, herhangi bir şiddetteki depresyon için iyileşme yolunda devam etmenin anahtarıdır.

Farklı depresyon türleri benzersiz şekillerde ortaya çıksa da, hepsiyle başa çıkmak çok zor olabilir ve özellikle tedavi edilmediğinde günlük yaşamımızı büyük ölçüde etkiler. Yardım almak için asla çok geç değildir. Hafif veya şiddetli, herhangi bir kalıcı depresyon belirtisi ciddiye alınmalıdır. Henüz bir teşhis almadıysanız ancak bir tür depresyonla uğraşıyor olabileceğinizden şüpheleniyorsanız, bunu bir kenara itmeyin ve harekete geçmeden daha iyi olacağını ummayın.

Bu, özellikle yüksek işlevli depresyon için geçerlidir. Hala sosyal olarak veya işte çalışabiliyorsanız, semptomlarınızı göz ardı etmek size kolay gelebilir. Ancak yüksek işlevli depresyon belirtileri yine de ciddidir ve hayatınızı etkileyebilir. Neyse ki, ruh sağlığınızı büyük ölçüde iyileştirmek için atılabilecek adımlar var. Ailenize ve arkadaşlarınıza ulaşmak iyi bir başlangıç ​​noktasıdır. Ayrıca, iyileşme yolunda size rehberlik edecek birçok profesyonel hizmet mevcuttur. Hayat kalitenizi geliştirmek için yaşam danışmanlığı veya yaşam koçluğu hizmetlerinden yararlanabilirsiniz.

Derya Öte / Yüksek İşlevli Depresyon Nedir?

Zayıf Bağların Gücünü Keşfedin

Zayıf bağlarla, çok az etkileşim ve duygusal yakınlık vardır. Ancak en yakın arkadaş çevrenizin sunabileceğinden daha zengin ve heterojen bakış açıları ve fırsatlar sunarlar. Sosyal ilişkileriniz en değerli varlıklarınızdan biridir. Gerçekten de, ilişki içinde olduğunuz insanlar size bağ, sevgi, destek ve güvenlik sağlar. Ayrıca, onları yanınızda bulundurmak zihinsel ve fiziksel sağlığınızı korumanıza yardımcı olur. Sosyal çevrenizden bahsederken muhtemelen eşinizi, ailenizi veya en yakın arkadaşlarınızı düşünürsünüz. Ancak, size en az yakın olanların size daha büyük yaşam fırsatları açabileceğini biliyor muydunuz? Bu yazıda, zayıf bağların gücünü keşfedeceğiz.

Bazı bireyler doğal olarak dışa dönük, açık ve iletişimseldir. Her türlü insanla ve her türlü ortamda ilişki kurmaktan zevk alırlar. Bu sayede çok sayıda bağlantıya sahip olma eğilimindedirler. Öte yandan, büyük duygusal bağlarla derin ve anlamlı ilişkilere değer veren ve öncelik verenler de var. Zayıf bağlar, seyrek temas ve düşük duygusal katılım ile karakterize edilir. Hiçbir seçenek diğerinden üstün değildir ve yaptığınız seçimlerle hangi yolu seçerseniz seçin, sorun değil. Bununla birlikte, eski türden insanların belirli bir avantajı olması mümkündür

Zayıf bağlar

Zayıf bağlar teorisi,1973’te Amerikalı sosyolog Mark Granovetter tarafından önerildi. Bu model ile yazar, mikro düzeydeki (bireyler arasındaki) etkileşimlerin makro düzeydeki (toplumlardaki) kalıplarla nasıl ilişkili olduğunu açıklamayı amaçlamıştır. Bu birlikteliğin ana aracı olarak zayıf bağlara işaret etti. Ancak, zayıf bağ tam olarak nedir?

Kişisel ilişkilerinize bir göz atarsanız, hepsinin aynı olmadığını fark edeceksiniz. Aslında, birkaç yönden farklılık gösterirler. Her şey ne kadar güçlü veya zayıf olduklarına bağlıdır.

  • Paylaştığınız süre. Gününüzün ne kadarını onlarla birlikte olmaya ve onlarla ilişki kurmaya adadınız?
  • Duygusal yoğunluk. Karşılıklı kişisel katılımın derecesi. Örneğin, sizi en iyi arkadaşınıza bağlayan duygular, bir iş arkadaşınıza karşı duyduğunuzdan çok daha yoğundur.
  • Samimiyet veya karşılıklı güven. Bu, kendini açıklamaya dayalı olarak inşa edilmiştir. Başka bir deyişle, onlarla ne kadar çok şey paylaştığınız ve onlara ne kadar yakın hissettiğiniz. Dahası, savunmasızlığınızı onlara gösterecek kadar güvende olup olmadığınız.
  • Karşılıklı hizmetler Maddi veya manevi düzeyde onlarla karşılıklı olarak ne kadar katkıda bulunduğunuz. Örneğin iyilikler, duygusal destek, refakat, yardım veya herhangi bir rehberlik bir ilişkinin sizin için ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Dolayısıyla zayıf bağlar, bu özelliklerin düşük seviyelerde bulunduğu bağlar olarak tanımlanabilir. Aslında, aranızda bir ilişki var, ancak etkileşim özellikle sık, derin veya anlamlı değil ve duygusal katılımınız minimum düzeyde. Bu kategoride tanıdıklar, komşular, meslektaşları buluyoruz.

Zayıf bağlarınızın gücü sizi ileriye taşır

Size en yakın olanların size en fazla desteği vermesini bekleyebilirsiniz çünkü onların, sizin daha az bağlı olduğunuz kişilere göre bunu yapmaya daha istekli olacaklarını varsayarsınız. Bununla birlikte, zayıf bağlar teorisi, iki kişi arasındaki bağ ne kadar güçlüyse, arkadaşlık ağlarının örtüşme olasılığının o kadar yüksek olduğunu öne sürer. Başka bir deyişle, size en yakın olanlar da muhtemelen birbirleriyle yakından bağlantılı olacaktır. Bu sadece aynı arkadaş veya aile grubunun parçası oldukları için değil. Aslında onları tanıştırmış olsanız bile aralarında bir yakınlık oluşması ve bir bağ oluşması muhtemeldir. Bu, hepinizin bir parçası olduğunuz, ancak dışarıdan gelenleri dışladığınız ortak bir alan yaratır.

Öte yandan zayıf bağlarla bu olmaz. Örneğin, birkaç komşunuzun veya akranınızın birbirini tanıma ve derin bir düzeyde bağlantı kurma olasılığı çok daha düşüktür. Ancak, sizi en yakın çekirdeğinizinkinden farklı, size çeşitli şekillerde fayda sağlayabilecek başka gerçekliklerle bağlayabilenler bu insanlardır.

Bakış açınızı genişletirler

Zayıf bağ kurduğunuz kişiler size yeni bilgiler sağlayabilir ve böylece ufkunuzu açabilir. Aksine, size en yakın olanlar genellikle fikirlerinizi, bakış açılarınızı ve yaşam deneyimlerinizi paylaşırlar. Bu, yalnızca sizin gibi düşünenlerle ilgilendiğiniz ve yalnızca sizin gibi düşünenlerle etkileşim kurduğunuz anlamına gelen onaylayıcı bir önyargı benimsemenize yol açabilir. Tanıdıklarınız farklı fikirlere katkıda bulunur. Sadece onlar değil, çevreleri de sizi besliyor, zenginleştiriyor ve yeni bakış açıları kazanmanıza yardımcı oluyor. Bu nedenle, daha empatik ve hoşgörülü olmanıza yardımcı olabilirler.

Size hareketlilik ve fırsatlar sunuyorlar

İster bir iş arıyor, ister işletmeniz için yatırımcı arıyor olun veya dairenizi satmaya çalışıyor olun, bu zayıf bağlar bireysel fırsatlarınız için kritik öneme sahiptir. Aslında, size en az yakın olanlar, daha fazla kişiye ulaşmak için iletmek istediğiniz bilgilerin aracı olabilir. Ayrıca sosyal çevrenizin dışında ihtiyaç duyabileceğiniz bilgileri size göndermekten de sorumludurlar. Örneğin, komşunuz size tanımadığınız kişileri işe alan bir şirket önerebilir. Ya da bir meslektaşınız sizi sosyal çevrelerindeki bir yatırımcıyla tanıştırabilir ve uzaktaki bir arkadaşınız dairenizi satın almak isteyen birini tanıyor olabilir. Yalnızca kendi iç çevrenizde kalsaydınız, bu fırsatları hiç duymazdınız.

Toplulukla bütünleşmenizi teşvik ederler

Maddi düzlemin ötesinde, daha az yakın ilişkiler kurmak, refahınızı ve psikolojik sağlığınızı da destekler. Sosyal bir varlık olarak, topluluğunuza entegre olmanız ve onun bir parçası olduğunuzu ve diğerleriyle bağlantılı olduğunuzu hissetmeniz gerekir. Komşularınız ve tanıdıklarınızla paylaşmak , bir aidiyet duygusu ile bir amaç ve işbirliği duygusunu destekler. Aslına bakarsanız bu o kadar önemlidir ki, bağımlılık yapıcı davranışlara kapılma riskinizi bile azaltabilir.

Sosyal uyumu teşvik ederler

Son olarak, zayıf bağlar bizi bir toplum olarak birleştirir. Gerçekten de onlar olmasaydı, farklı ve ayrı gruplardan başka bir şey olmazdık. Örneğin, işini değiştiren bir kişi, iki çalışma ortamı (önceki ve şimdiki) arasındaki bağlantıyı temsil eder. Sonuç olarak, paylaşılmak üzere gelen fikir ve bilgileri aktarabilir ve nihayetinde çalıştıkları sektörü geliştirebilirler. Aynı şekilde, bir parçası olduğunuz farklı insan grupları arasında da bilgi ve fikir aktarıcısısınız. Böylece, belirli bir sosyal hareketin veya ideoloji değişikliğinin desteklenmesine katkıda bulunabilirsiniz. Sadece kapalı bir çekirdekte kalsaydınız bu olmazdı.

Zayıf bağlarınızı besleyin

Yukarıdakilerin ışığında, zayıf bağların hem bireysel hem de sosyal olarak gerçekten güçlü ve alakalı olduğu açıktır. Bu nedenle, kendinizi başkalarıyla paylaşmakta tereddüt ediyorsanız veya daha az derin ve yoğun ilişkilerin size hiçbir katkısı olmadığını düşünüyorsanız, onları düzgün bir şekilde geliştirirseniz önünüze çıkabilecek fırsatları hatırlayın.

Psikolog Elena Sanz

“Birçoğumuz zaman zaman geçmişe takılıp kalıyoruz ve bu yüzden önümüze bakamıyoruz. Hayat devam ederken ve yeni şeyler yaşarken bazen eskiye sarılmak kolay gelir. Önemli nokta ise geçmişte yaşadıklarımızın şimdiki ve gelecekteki hayatımızı etkilemeyeceğinden emin olmaktır. Bu yüzden geçmişten kurtulmanın yollarını öğrenmek sizin için iyi gelebilir.”

Kötüleri de iyiler gibi hatırlayın

Her şeyi berbatmış gibi hatırlama eğilimindeyiz. Örneğin, geçmişte başarısız bir ilişki yaşadıysanız geçmişe dönüp ilişkiye dair iyi şeyleri ve güzel anıları düşünmeye başlayabilirsiniz. Geçmişi bırakmanın en iyi yollarından biri kötüyü de iyiler kadar hatırlamaktır.

Her şeyin bir başka nedeni olduğunu düşünün

“Bir kapı kapandığında diğeri açılır” sözünü mutlaka duymuşsunuzdur. Belki geçmişte ailenizden birini kaybettiniz ve bu da en iyi arkadaşınızla ya da kocanızla tanıştığınız şehre taşınmanıza sebep oldu. Ya da belki de geçmişte bir işten ayrıldınız ve bu da şu an çok mutlu olduğunuz yeni kariyer hayatınıza sebep oldu. Her kara bulutun bir gün ışığı vardır, mutlaka aramalısınız!

Sosyal medyadaki arkadaşlarınızı kontrol edin

Geçmişi unutmak, sosyal medya ile oldukça zor bir hal aldı. Normalde unutulabilecek insanlar veya ilişkiler, sosyal medyanıza kabul ettiğiniz anda gittiğiniz her yerde sizinle beraber oluyorlar. Önünüze yaptıkları ve fotoğrafları düştükçe hatırlıyorsunuz. Geçmişte yaşamanıza sebep olan tüm tanıdıklarınızı hesaplarınızdan çıkarın.

Hayatınızı tekrar yoluna sokun

Birçok kişinin geçmişe takılı kalmasının sebebi şu anki hayatlarından memnun olmamalarıdır. Yaşadığınız kötü bir olay okulu bitirmenize mi engel oldu? Şimdi tekrar sınavlara kaydolmaya başlayın. Etrafta oturmak ve geçmişi düşünmek sizi mutlu etmeyecek. Geri dönüp yaptığınız hataları düzeltemezsiniz, sadece onlardan bir şeyler öğrenmiş olursunuz. O hatayı düzeltmiş olmazsınız.

Yaratıcı olun

Bazı insanların size nasıl davrandığı, yaşamınızda hangi olayların yeniden yaşanmasını veya geri gelmesini istediğinizle ilgili hislerinizi yazın. Bunları yazmak, kendinizi daha iyi hissettirecek hatta o sürekli düşündüğünüz şeyi neden bırakmanız gerektiğini size hatırlatacaktır. Geçmişi düşünürken yapılan en sağlıksız şey ‘’ya öyle olsaydı’’ gibi düşüncelere kapılmaktır. Geçmiş bitti ve bunu ‘’ya…’’ diye düşünmek sadece kendinize zarar vermenize neden olacaktır. Farklı bir karar vermenin veya başınıza gelen bir olayı durdurmanın sizin için daha iyi olup olmayacağını asla bilemezsiniz. Bulunduğunuz yerin olabileceğiniz en iyi yer olduğuna inanın.

Affetmeye istekli olun

Geçmişinizden bir şeyleri affetmeyi öğrenmedikçe asla gerçekten mutlu olamayacaksınız. Bazı durumlarda size kötü şeyler yaşatanlardan intikam ve karma olmasını dileyebilirsiniz. Ancak, bu şekilde düşünerek sadece kendinize zarar veriyorsunuz. Sonunda sadece hak ettiğini yaşadığını düşünüp bir başkası için mutlu olabildiğinizde, kendiniz için de mutlu olabilirsiniz. Geçmişimizi asla tamamen unutmayacağız. Geçmiş,şu an olduğumuz kişiyi yarattı ve ders çıkarmamız gereken deneyimler yaşattı. İstediğimiz zaman anılarla hatırlayabiliriz fakat unutmayın ki geçmişte yaşamak kimse için iyi olmayacaktır. 

Yeni Teknolojiler Beynin Çalışmasını Etkiliyor mu?

Yeni teknolojilerin beynin çalışmasına hiç etki etmediğini düşünmek saçma olurdu. Hatta, bilgisayarlar ve adı üstünde “akıllı telefonlar” beynin çeşitli işlevlerinin uzantılarıdır. Bu cihazlar, bizim üstün olan becerilerimizi daha kolay yaşamamızı sağlamak için tasarlanmıştır. Benzer şekilde, yeni teknolojilerle karşılaşmamız, birçok aktiviteyi yaparken düşündüğümüz şeyleri de değiştirmiştir. Tıpkı Homo sapienlerin ellerini kullanmayı öğrenmesinin beyinlerinde değişime yol açması gibi, bugün biz de bazı işleri yapma şeklimize göre değişmekteyiz.

Şimdiye kadar, beyinde radikal değişimler olduğuna dair bir çalışma yapılmamıştır. Bu olanlar, sadece küçük değişimlerdir. Peki ya bu bizi nereye götürecek? Bunu henüz biz de bilmiyoruz. Bildiğimiz şey ise, bazı becerilerimizi kaybederken bazı yeni beceriler kazandığımız.

Teknoloji hiçbir şey değildir. Asıl önemli olan insanlara inanmanız, onların iyi ve akıllı olduğunu görmeniz ve eğer onlara gerekli araçları verirseniz harikalar yaratacaklarını bilmenizdir.”

– Steve Jobs

Ezberlemekten aratmaya: yeni teknolojilerin etkisi

Yeni teknolojiler hayatımıza girmeden önce hafızamızı çok daha fazla kullanıyorduk, çünkü eskiden bir şeyleri sonradan bulmak için not alsak dahi, bilgiye şu an olduğu kadar hızlı erişimimiz yoktu. Kendimize notlar, telefon rehberleri ve hatta bazı bilgileri daha kolay hatırlayabilmek için özel ipuçları hazırlıyorduk.

Yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla birlikte hafıza önemini kaybetmeye başladı. Çünkü dolaşan çevrimiçi bilginin miktarı gerçekten çok fazla ve yorucu. Hiçbir hafıza, bu kadar bilgiyi sürekli bir şekilde muhafaza edemez. Yani, hafızamız da değişti. İnsanlar artık hatırlayacağı verileri seçiyor. Aynı şekilde, geçmişte sahip olduğumuz hafızaya sahip değiliz ya da artık hafızamıza eskisi gibi güvenemiyoruz.

Bunun sonucunda, ihtiyacımız olan bilgiyi aramak için daha fazla beceri geliştiriyoruz. Yeni teknolojilerle ilk karşılaşmamız kafa karışıklığına sebep oldu. Birçok insan cevabını istediği sorular için nereye bakacağını başta bilemedi. Bu şimdi geçmişte kalan bir durum. Şimdi, veri araştırma için daha fazla beceriye sahibiz ve bu verinin geçerli olup olmadığını da daha kısa sürede anlayabiliyoruz.

Video oyunları ve çevresel vizyon

Video oyunlarının takıntılı davranışlara yol açtığı, beynimize çok az katkısı olduğu ve hatta insanları hasta ettiği yönünde birçok tartışma vardır. Ayrıca, video oyunu oynayanların gerçeklik hissini kaybettiği ve kendilerini dünyadan izole ettikleri de düşünülmektedir. Her ne kadar bu durumlar aşırıya kaçıldığında doğru olabilse de video oyunlarının zihnimizi test etmek için ilginç kaynaklar olduğu da doğrudur. Örneğin, bu oyunlar sayesinde, çevresel vizyonumuzun duyarlılığını geliştirebiliriz. Bu durum, özellikle savaş oyunları için geçerlidir.

Görsel sistemin gözümüzü bir şeye dikerek odaklanmamızı sağlayan ve onu tüm detaylarıyla incelememizi sağlayan bir merkez odağı vardır. Aynı zamanda, çevredeki bazı detayları alan ve çeper denilen bir bölge daha vardır. Savaş oyunlarında, düşmanlar çok çeşitli açılardan üzerimize gelebileceği için daha geniş bir alana odaklanmak zorunda kalırız.

Mobil cihazlar ve sosyal ağlar

Cep telefonlarının kullanım oranı son on yılda katlanarak arttı. Bu cihazları vücudunun bir parçası gibi kullanmayan insanların sayısı çok azdır. Bu cihazlar ve sosyal ağlar sayesinde birçok mesaj, veri ve her türlü bilgi alışverişi yapılmaktadır. Bu kavram üzerinde çalışan bazı araştırmacılar, cep telefonu kullanan insanlarda beynin eli kontrol eden bölümünde değişiklik olduğunu öne sürmektedir. Son zamanlarda yeni telefonlarda baş parmağın kullanımının artmasıyla birlikte beynin bunu kontrol eden bölgesi büyük oranda gelişmiştir.

Sosyal ağlar konusunda ise hala birçok konu gizemini korumaktadır. Hiç kimse artık başkalarıyla iletişime geçme ve davranış şekillerimizin değiştiğini inkar edemez. Bu tabi ki, beyinde bazı işlevlerin değişimini de beraberinde getirmiştir. Bununla beraber, şimdiye kadar bu değişimler henüz saptanmamıştır. İnsanlarla iletişime geçme ve sosyalleşme alışkanlıklarımız değişiyor ve biz bu değişimlerin sonuçlarını hayal bile edemiyoruz. Şüphesiz ki, yeni teknolojiler yaşama şeklimizi çok büyük oranda değiştirdi. Uygarlıktaki tüm diğer değişimler gibi, bu da geri alınamaz gibi gözüküyor. Tabi ki, yeni gelen ya da eksilen şeyler olacaktır. Yeni teknolojiler, insan beyninde yeni bir başlangıcı temsil ediyor. Şimdi biz de bunu keşfetmeli ve potansiyelini tamamen kullanmaya çalışmalıyız.

Psikolog Gema Sánchez Cuevas

İklim değişikliği ile ilgili endişeli misiniz? Bu konuda bilgi almak sizin çok fazla strese girmenize mi neden oluyor? O zaman eko-anksiyete denen şeyden muzdarip olabilirsiniz. 

İklim krizi bir gerçek: kutuplar erimekte ve insanlar dünyanın ekosistemlerini sürekli değiştirip yok ettikçe tehdit altında kalmaya devam eden milyonlarca tür var. Bundan dolayı, eko-anksiyete bu konuyu gerçekten önemseyenler için bir nevi normal hale gelmiş durumda. Dahası, belirli kaynakların kontrolü konusunda çatışmalar ve kıtlıkları konusunda da endişeler var. Bu konuda endişelenmek insanları farklı şekillerde etkiliyor, ancak bazı insanlar için bu çok derin olabiliyor ve hayatlarını büyük ölçüde etkileyebiliyor. Bu insanlar büyük ihtimalle eko-anksiyete denen durumdan muzdaripler.

İklim anksiyetesi olarak da bilinen bu kavram kronik çevresel yıkım korkusunu isimlendirme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. İklim değişikliği ve bunun doğa üzerindeki sonuçları ile ilgili endişe kesinlikle insanların günlük endişelerine ekleyebilecekleri başka bir stres kaynağıdır.

Eko-Anksiyete Durumundan Muzdarip Olmanızın İki Olası Nedeni

Eko-anksiyete iki sebepten dolayı gerçekleşir. Bir yandan, bunun nedeni bir kişinin kökeninin olduğu yeri bırakmak zorunda kalması olabilir. Diğer yandan ise, bu durum kişinin psikolojik rahatsızlığa yol açacak kadar gelişmiş bir çevre bilincine sahip olmasının bir sonucu olabilir.

Kayıp Toprak

Avrupa Birliği tarafından yayınlanan bir rapora göre yaklaşık 26 milyon insan meteorolojik felaketlerden etkilenmektedir: bunların arasında seller, yağmurlar, yangınlar ya da her yıl tekrarlayan şiddetli fırtınalar bulunuyor. Bundan dolayı, söz konusu olaylar dolayısıyla belirli bölgelerde yaşayan insanlar göç etmek zorunda kalıyorlar. Örneğin, Tuvalu ya da Kiribati gibi adalarda yaşayan her on kişiden biri iklim mültecisi haline geliyor.

Bu hem doğa kaynaklı olan, hem de insan yaratımı olan çevresel değişikliklerden dolayı da biyo çeşitliliğin büyük bir kısmı yok oluyor ve belirli bölgelerin kaynakları tükeniyor. Bundan dolayı, bu tür bölgelerde ikamet etmek giderek zorlaşıyor, ve hatta imkansız hale geliyor. Öyle ki, Birleşmiş Milletler yaklaşık 1500 milyon insanın hayatta kalmaları için yer değiştirmek zorunda kalacaklarını tahmin ediyor.

İnsanların ikamet ettikleri yeri değiştirmek zorunda kaldıklarında yaşadıkları değişikliklerin yanı sıra, zorla göç edenler topraklarının ve çevrelerinin tahrip olduğunu da görmek zorunda kalıyor. Bu da büyük endişelere ve hayal kırıklıklarına yol açabiliyor.

Eko-Anksiyete Temel Olarak Yüksek Çevre Bilincine Bağlıdır

Doğaya bağlı olan ve doğanın bilincinde olan insanlar duygusal sıkıntı çekerler. Bu genellikle kendi bireysel eylemlerinin gücünün sınırlı olması dolayısıyla gerçekleşen bir hayal kırıklığı hissi ile birlikte gelir. Bu nedenler, bazı insanlar insanların gezegende neden olduğu etkilerden dolayı gerçekten acı çekmektedir.

Bunun bir örneği bunun gençler üzerindeki etkisidir. Oxford’dan bir klinik psikolog pek çok 8-12 yaş arası çocuğun eko-anksiyete yaşamakta olduğunu belirlemiştir. Bunun nedeni çocukların bu iklim değişikliklerinden insanların sorumlu olduğunu anlama ve fark etme olasılıklarının daha yüksek olmasıdır. Bundan dolayı yetişkinlere karşı kızgınlık gibi duygular yaşarlar, çünkü yetişkinler bu etkiyi, hayal kırıklığını, korkuyu ve kederi azaltma becerisine sahiptirler.

Benzer şekilde, çevre bilimcilerin ne kadar geniş ölçüde etkilendiği de çarpıcıdır. Bu bağlamda, Joe Duggan 2104 yılında bilim insanları için bir anket başlatmıştır. Buradaki amaç onların iklim değişikliğinin kendilerini nasıl hissetmelerine neden olduğu sorusunu cevaplamalarıdır.

Sonuçlar aynı şeyi daha da fazla göstermiştir. Bilim insanlarının pek çoğu umutsuz, korkmuş, çaresiz ve endişeli hissetmektedir. Hatta, İngiliz bilim insanları yakın zamanda Science dergisinde bir mektup yayınlamışlardır. Bu mektubun içerisinde çalışmalarının olumsuz sonuçları ile daha iyi bir şekilde başa çıkabilmek üzere psikolojik yardım talep etmişlerdir.

Eko-Anksiyetenin Bazı Sonuçları

İklim değişikliğinin eko-anksiyete haricinde pek çok sonucu vardır. Psikolojik yönlere odaklanılırsa, bu farklılıklar insanların iyiliğini etkileyen fizyolojik değişikliklere yol açabilir. İnsanların en temel fizyolojik süreçleri – mesela uyumak ve yemek yemek – doğadan büyük bir ölçüde etkilenmektedir.

Güneş ışığı ve sıcaklık sirkadiyen ritimleri etkiler ve örneğin sağlığınızı ve ruh halinizi etkileyen nörotransmitterleri düzenler. Bundan dolayı, ortamdaki radikal değişiklikler vücudunuzun dengesini pek çok düzeyde tehlike altında bırakır.

Ayrıca, doğal afetler ve yüksek sıcaklıklar anksiyete ve duygudurum bozuklukları gibi psikolojik hastalıklar ile de yakından ilişkilidir. Örneğin, küresel sıcaklıklardaki yükseliş halihazırda ruh sağlığı üzerinde sonuçlar göstermektedir. Dahası, Nature tarafından yayınlanan bir araştırma, bu yükselişin intihar oranlarında da büyük bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. Başka bir çalışma sıcaklıklar fırladığında pesimizmin arttığını ortaya koymuştur.

Ne Yapılmalı?

Bu sorunu, ve kendi rahatsızlığınızı azaltmak için bu üç basit aksiyonu gerçekleştirmek sizin elinizdedir:

  • Ne yiyeceğinize, nasıl seyahat edeceğinize ve neyi nereden satın alacağınıza karar verirken iklim değişikliği ile ilgili düşünün:
  • Arkadaşlarınızla iklim değişikliği hakkında konuşun. Dünyayı değiştiremeyebilirsiniz, ancak kendi yakın grubunuzda farkındalık yaratmak büyük bir fark yaratabilir. 
  • Siyasi düzlemde hangi önlemlerin alındığını ve ilgili partilerin ne önerdiğini bilin, ve buna göre oy verin.

Uzmanlar, bu durum ile karşılaşıldığında psikolojik dayanıklılık mekanizmalarının teşvik edilmesini tavsiye etmektedir. (Hemen harekete geçmedikçe, bu değişmeyecektir.) Diğer bir deyişle, problemi çok boyutlu bir durum olarak anlamalısınız.

Bundan dolayı, eko-anksiyeteyi azaltmak için en iyi önlem kendinizi iyi bir şekilde bilgilendirmek ve güçlendirmektir. Her insan çözümün bir parçası olma fırsatına sahip olmalıdır.

Psikolog María Vélez

Topraklama ile ilgili en iyi şey basit olmasıdır. Kendinizi neredeyse her zaman, her yerde topraklayabilirsiniz ve bu kaygıyı azaltmak için harika bir araçtır.

Topraklama tekniği çok basit bir gevşeme egzersizidir. Çok fazla stres veya anksiyeteyi azaltmak istiyorsanız özellikle size iyi gelir. Adından da anlaşılacağı gibi, egzersiz, Dünya ile gerçek ve mecazi bir şekilde bağlantı kurmayı içerir. Bu metot, gerginliği azaltmaya yardımcı olur fakat aynı zamanda kafanız karışıkken, korkmuş ya da üzgün hissediyorsanız ya da ortada tehlike ya da kayıp gibi duygularınızı açıklayacak bir olay yokken de oldukça faydalıdır.

Kaliforniya Üniversitesindeki araştırmacılar tarafından yapılan bir araştırma, topraklamanın faydalarını desteklemektedir. Fiziksel bir perspektiften bakınca, topraklama iltihabı azaltır, bağışıklık sistemini güçlendirir ve canlılık ve zindelik hissini geliştirir. Oldukça güzel, değil mi? Daha fazla uzatmadan, bu tekniğin ne olduğunu görelim.

“Kişinin içinde bilinmesi ve sahip çıkılması gereken bir sakinlik merkezi vardır. Eğer o merkezi kaybederseniz, gerilirsiniz ve dağılmaya başlarsınız. Bu merkezin tam bir yeri yoktur, yine de vücudunuzda bu merkezle ilişkili bazı bölgeler bulunur.”

– Joseph Campbell

Klasik topraklama tekniği

Topraklamanın farklı versiyonları olduğundan bahsetmek önemli, ancak “orijinal” versiyonu, doğa ile doğrudan bir karşılaşmayı içerir. Sahil boyunca ya da ormanda yürürken kendinizi daha huzurlu hissediyorsanız, kendiliğinden topraklama yaparsınız. Topraklama, karmaşık kuralları olan gizemli bir ritüel değildir. Her şey kendinizi doğal bir çevreye saklamakla ilgilidir. Bu basit egzersizi yapmak için çoraplarınızı ve ayakkabılarınızı çıkararak başlayın. Ardından çimen, kum veya kayaların olduğu bir yerde yürüyün. Ayaklarınızı incitebileceğiniz bir yerde yürümediğinizden emin olmanız çok önemlidir.

Yapmanız gereken tek şey, on dakika boyunca durmadan yürümek. Ayak tabanınızda hissettiğiniz hislere odaklanın. Yavaş nefes almaya çalışın. İdeal olarak, bu egzersizi açık havada yapmalısınız, çünkü en fazla faydayı o zaman alırsınız.

Peki bu basit uygulamanın faydaları nelerdir? Konuyla ilgili yapılan araştırmalara göre cildinizin yeryüzüne direkt teması oldukça rahatlatıcıdır. Ek olarak, düz olmayan bir yüzeyde yürümek bir tür doğal masajdır. Bunu savunanlar, bu egzersizin merkezinize dönmenize yardımcı olduğuna inanıyor.

Alternatif topraklama teknikleri

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, bu egzersizin birden fazla versiyonu bulunur. Bir diğer popüler versiyon, bir çeşit “farkındalıklı” versiyondur. Bunda da yalın ayak olmalısınız, fakat bu versiyonda ayağınızı yere sağlam basabileceğiniz bir sandalyede oturarak başlarsınız. Normal bir şekilde nefes alın. Zamanla nefes alıp vermenizi derinleştirin. Bu pozisyonda birkaç dakika geçtikten sonra, nefesinizin derin ve eşit olduğundan emin olduktan sonra, tüm dikkatinizi ayak tabanlarınıza odaklayın. Tüm hisleri fark etmeye çalışın: zeminin dokusu, ayaklarınızın sıcaklığı vb…

Ayaklarınıza ve nefes almanıza farkındalığınızı vermek için üç dakika yeterlidir. Tüm bu odaklanma ve konsantrasyonu ayaklarınıza getirmek, sizi buraya ve şimdiye sıkıca bağlar. Sanki anksiyetenize bir parantez açarsınız ve kendinize bir anlık ara verme fırsatı verirsiniz. Bu egzersiz kısa olabilir, ancak sonrasında kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz.

Üçüncü versiyon

Farkındalığı içeren, başka bir temelleme türü daha vardır. Çoğu insan buna 5-4-3-2-1 topraklama tekniği diyor. Kendinizi bunalmış veya kontrolden çıkmış hissettiğiniz zamanlar için mükemmel ve basit bir egzersizdir.

Birkaç derin nefes alarak başlayın. Ardından, etrafınızda görebileceğiniz beş şeyi adlandırın. Herhangi bir şey olabilir, yanlış cevap yok. Sonra, gözlerinizi kapatın ve çevrenizde dokunabileceğiniz dört şeyi kabul edin. Sonra duyabileceğiniz üç şeyi, koklayabileceğiniz iki şeyi ve tadabileceğiniz bir şeyi kabul edin. Her birine zihninizde zaman ayırın. İşte bu kadar!

Bu mini terapi seansı sizi Dünya’ya ve şimdiki ana geri getirmek için mükemmeldir. Anksiyete, zihniniz tehdit olarak algıladığı bir geleceğe projeksiyon yaptığında ortaya çıkar. Bu uygulama ve benzerleri, sizi ana geri getirir ve huzursuzluğu ve yarışan bir zihni ortadan kaldırır. Gördüğünüz gibi, üç topraklama tekniği de çok basittir. Sonuç olarak, rahatlamanız gereken her yerde bunları yapabilirsiniz. Hiçbiri çok uzun sürmez, ancak ruh halinizde dünya kadar fark yaratabilirler. 

duygusal şok yaşadığınızda,

Şiddetli bir duygusal şok yaşadığınızda, kafanız karışabilir ve felç olabilirsiniz. Topraklama tekniği, stabilize olmanıza ve şimdiye dönmenize yardımcı olabilir.

Hiç gerçeklikten kopmuş gibi görünecek kadar yoğun bir stres yaşadınız mı? İçsel deneyimleriniz tarafından, anda kalamayacağınızı hissettiğiniz ölçüde bir çekilme hissidir bu. Topraklama tekniği bu durumlarda yardımcı olabilir. Şiddetli bir duygusal şok yaşadığınızda, zihniniz acı çekmenizi önlemek için çeşitli savunma mekanizmalarını harekete geçirir. Ancak bunlar normal çalışmanızı da engelleyebilir. Bu, topraklama tekniğinin yararlı olabileceği zamandır.

Birçok insan hayatlarının bir noktasında duyarsızlaşma ve derealizasyon yaşar. Bunlar algıdaki değişikliklerdir. Koşullar sizi bunalttığında ya kendinizden ya da çevrenizden uzaklaşmanıza neden olurlar.

Genellikle, bu tür bir deneyim birkaç dakikadan uzun sürmez. Bununla birlikte, çok sık meydana geldiklerinde veya aşırı uzun sürdüklerinde, sizi son derece rahatsız hissettirebilirler. “Şimdiye ve buraya” dönebilmek, bu tatsız anlardan kaçmanızı sağlayan şeydir.

Topraklama

Topraklama, bir kişi duygusal olarak bunalmış hissettiğinde kullanılan basit bir prosedürdür. Aslında, karşı karşıya kaldıkları travma dikkatlerini o kadar fazla üzerine toplarlar ki felç olmuş hissederler. Topraklamanın temel amacı gerçeğe dönüştür. Yani, hastanın dikkatini şimdiki zamana ve nötr veya tehdit edici olmayan uyaranlara döndürmektir.

Bu prosedür, travmatik bir olay yaşamış insanlarla ilgilenirken psikolojik ilk yardımda kullanılır. Bununla birlikte, koşulların çok travmatik olmadığı ancak yine de duygusal olarak yoğun olduğu daha günlük durumlarda da yararlıdır. Örneğin, birinin dengesini bozan veya endişelendiren bir haber aldığında.

Ne zaman kullanılmalıdır?

Bir kişinin kendini dengelemek için dışarıdan yardıma ihtiyacı olup olmadığını söyleyen bazı ipuçları var. İşaretlerden bazıları aşağıdaki gibidir:

  • Dikkatleri dağınık veya kaybolmuş görünürler. Ayrıca, sorulan sorulara veya dikkatlerini çekmeye yönelik çağrılara yanıt vermezler.
  • Kararsız veya düzensiz davranışlar sergilerler.
  • Duygusal tepkileri yoğun ve kontrolsüzdür. Örneğin, kontrolsüz bir şekilde ağlarlar ya da saldırgandırlar ya da nefes almakta güçlük çekerler.
  • Öznel düzeyde, kendilerini gerçeklikten uzaklaştırırlar. Aslında, bir film izliyormuş ya da dünyayı karartılmış bir camdan görüyormuş gibi hissederler.

Topraklama tekniği nasıl kullanılır

Topraklama tekniğini uygulamak için kişinin kendisini düzenlemesini sağlamaya çalışmalısınız. Yavaş ve derin nefes almalarını isteyin. Bu onların ruh hallerini ve fizyolojik duyumlarını yatıştırır. Daha sonra bazı temel sorular sorabilirsiniz. Bu onların oryantasyon seviyelerini kontrol etmenizi sağlar ve onları şimdiki zamana geri getirmeye yardımcı olur. Onlara isimlerini veya ne olduğunu bilip bilmediklerini sormak iyi bir başlangıç noktasıdır.

Kişinin kaygısını artırmayacak şekilde gerçeğe dönmesi gerekir. Bunu başarmak için, onlardan aşağıdaki görevlerden bazılarını gerçekleştirmelerini isteyebilirsiniz:

  • Yakın çevrelerini nesnel olarak tanımlayın.
  • Onlara herhangi bir sıkıntı yaratmayan, görebildikleri beş nesne söyleyin.
  • Algılayabilecekleri beş nötr sesi listeleyin.
  • Onları endişelendirmeyen bazı farklı duyumları tanımlayın.

Stresli durumlarla başa çıkmak için topraklama kullanma

Kendinizi stresli hissediyorsanız, felç edici boyutta olmadığı sürece topraklamayı da kullanabilirsiniz. Bu şekilde, duyularınızı kullanarak gerçeklikle yeniden bağlantı kurabilirsiniz. Yukarıda bahsettiğimiz tekniklerin yanı sıra başkalarını da deneyebilirsiniz. Örneğin, elinizde bir buz küpü tutun, çimlerde çıplak ayakla yürüyün veya yakındaki bir nesneye davul çalar gibi vurun. Bu aktiviteler, vücudunuzu şimdiki zamanla yeniden bağlamanıza, kaygıyı azaltmanıza ve kontrolü yeniden kazanmanıza olanak tanır. Yine de her zaman olduğu gibi belirtiler düzelmezse profesyonel yardım alın.

Psikolog Elena Sanz

Travmanın ıstırabı sadece zihninize yerleşmekle kalmaz, aynı zamanda bedeninize de damgasını vurur. Bu tür ıstırabı ele almanın bir yolu, kökleri somatik terapide olan bir araçtır. Burada daha fazlasını öğrenin.

Her gün kendinizi sürekli olarak “Güçlü olmalıyım” veya “Bunu halletmeliyim” derken bulabilirsiniz. Bunun nedeni, sürekli olarak en derin psikolojik katmanlarınızdan güç ve cesaret almaya çalışmanızdır. Ancak bunu yaparak duygularınızı da bastırmış olursunuz. Her şeyle başa çıkmak ve ilerlemek için üzüntünüzü ve endişenizi bastırırsınız. İnsanlar olarak hayatta kalmaya programlandık ama mutlu olmaya çok değil. Aslında beynimiz her zaman savaşmaya, engelleri aşmaya ve ne pahasına olursa olsun acıdan kaçınmaya öncelik verir. Bu, zorlu duygularınızı yönetmenin sizin için neden bu kadar zor olduğunu açıklıyor. Doğru anlamadığınız ve düzenlemediğiniz için, sayısız fiziksel rahatsızlık hissi şeklinde tezahür eden türlerdir.

Sıkıntınızı somatize ederseniz, çözülmemiş bir travma yaşarsınız. Acı, sıklıkla panik atak, çarpıntı, baş dönmesi, baş ağrısı ve kas-iskelet ağrısı şeklinde kendini gösterir. Psikolojik etkilerden bahsetmiyorum bile. Aslında, iyileşmemiş yaraların güçlü iplerini çözmek kolay değildir.

Uygulayabileceğiniz bir psikolojik kaynak, somatik terapiye dayalı bir tekniktir. Aslında bu büyüleyici araç sayesinde vücudunuzdaki ıstırabın yükünden kurtulabilirsiniz.

Pendülasyon, somatik deneyim terapisi bağlamında Peter Levine tarafından geliştirilmiş bir tekniktir.

Sarkaç tekniği

Sarkaçlama tekniği, Dr. Peter E. Levine tarafından somatik deneyim terapisi bağlamında geliştirilmiş bir kaynaktır. Levine, travmanın araştırılmasına ve tedavisine en çok katkıda bulunan tıp ve psikoloji figürlerinden biridir. Healing Trauma (2008) ve Trauma and Memory (2015) gibi kitapları oldukça başarılı iki eseridir. Dr. Levine, NASA için bir stres danışmanıydı. Bununla birlikte, duygusal acıyı ele alan çok sayıda klinik merkezdeki çalışmaları ile daha ünlüdür. Aslında, Kudüs İbrani Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmaya göre, onun somatik deneyime ilişkin terapötik modeli, travma sonrası stresin tedavisi için etkili bir kaynaktır.

Travma ile başa çıkma yaklaşımı beden farkındalığına dayanmaktadır. Acı, ıstırap ve duygusal rahatsızlığımızın farkında olmanın ve bunları yansıtmanın yeterli olmadığını iddia ediyor. Bunun nedeni, travmanın vücutta yerleşik kalması, gerginliğe, panik ataklara, uyku sorunlarına vb. neden olmasıdır.

Sarkaç tekniğinin amacı, donmuş enerjiyi serbest bırakmak ve kanalize etmektir.

“Travma, onu başlatan olayda değil, sinir sistemimizde bulunur.”

-Peter A. Levine-

Sarkaç tekniğinin amacı

Sarkaçlama tekniği, bireyi ıstırap durumundan homeostaz veya sakinlik noktasına götürmeyi amaçlar. Bununla birlikte, amacı sadece stresi azaltmak veya içsel bir rahatlama durumuna ulaşmak değildir. Bir rahatlama kaynağı değil, psikolojik travmanın iyileşmesidir. Bu nedenle, beden ve zihin arasındaki yakın bağı aklımızda tutmalıyız.

Amacı, bizi saran zor duygulara odaklanmak, onlara tahammül etmeyi öğrenmek, onları yıkmak ve sonra yavaş yavaş serbest bırakmaktır. Dr. Levine, acele etmeden hassas hareket edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Merkezi sinir sistemini hiperaktive eden her damla duygusal acı, onu iyileştirmek için temas ettirilmelidir. Bu, psikolojik travmanın yoğunlaşmasını önler.

Nasıl yapılır

Travmadan kaynaklanan ıstırabınızı günlük olarak belirli zihinsel şemalar, ilişkili duygular ve söz konusu psiko-duygusal durumdan kaynaklanan bazı bedensel bağıntılarla beslersiniz. Vücudunuz ağrıyor çünkü merkezi sinir sisteminiz sizi hareketsiz kılıyor. Bunun nedeni, yaşanmış deneyimlerinizin etkisinde kalmasıdır. Dahası, zihniniz geçmiş bir deneyime takılıp kalmış durumda.

Sarkaç tekniği, tüm negatif enerjinizi aşırı heyecandan sakinliğe “taşımayı” amaçlar. Acıdan rahatlamaya. Bir güvenlik durumuna getirmek için tehdidin fizyolojisini düzenlemeyi ima eder. Bu süreç kolay değil ama travmanızla başa çıkmak için zihninizi, beyninizi ve bedeninizi eğitmeye çalışmalısınız.

Bu nasıl çalışır:

1. Acı hissettiğinizde, ona yer vermeye çalışın ve tahammül edin

Bazen bir hatıra gelir aklınıza. Sizi boğan ve felç eden ıstırap ve acının acısını içinizde harekete geçiren belirli bir uyaran, deneyim veya durum olabilir. Sarkaç tekniğinin ilk aşaması, duygusal acınızla temasa geçmenizi ve onu tanımlamanızı gerektirir:

  • Acıyı nerede hissediyorsunuz? Göğsünüzde mi yoksa midenizde mi? Nefes almanızı zorlaştırıyor mu? Bunu tanımlayın.
  • Eğer ıstırabın sizi bunalttığını hissediyorsanız, acının sadece küçük bir kısmına odaklanın. Fikir şu, bu rahatsızlığı yönetebilirsiniz, dolayısıyla sizi bunaltmaz ve üzerinde çalışabilirsiniz.
  • Kendinizi propriyosepsiyon, kinestetik deneyimler ve her türlü öznel algı ile tanıştırın. Ne de olsa, travma genellikle koku, tat, ses vb. gibi birçok fiziksel anı ile ilişkilendirilir.

2. Vücudunuzda ağrısız alanlar arayın

Artık vücudunuzun rahatsızlık, gerginlik ya da ağrı tarafından tutulan bölgeleriyle temas kurdunuz, size herhangi bir soruna neden olmayan, sakin ve gevşemiş bölgelerin farkına varın. Örneğin, belki karnınızın bir kısmı ağrımıyor veya belki elleriniz, alnınız veya boynunuzda ağrı yok.

Bu uyumlu bölgeleri aramak için vücudunuzu tarayın ve o duyguya odaklanın. Bulamıyorsanız, küçük parmağınıza odaklanın. Bu alanda hiçbir şey sizi incitmez veya rahatsız etmez ve her şey sakindir.

3. Sarkaç: acıdan sakinliğe geçiş

Sarkaç tekniğinin son aşaması en ilginç olanıdır. Dikkatinizi gergin ve ağrılı bölgelerden vücudunuzun gevşemiş bölgelerine çevirmeyi içerir. Acıdan sakinliğe, kaygı ve ıstırabın hakim olduğu bir göğüs veya mideden bedeninizin daha uyumlu bölgelerine geçmelisiniz.

Neredeyse farkında olmadan, zorlu duygularınıza karşı çok daha hoşgörülü olacaksınız. Travmanız, sizi geride tutan ve bloke eden duygusal enerjiyi çözecek ve serbest bırakacaktır.

Utanç, korku veya aşağılanma gibi duygular, orijinal travma ile ilişkili durumlardır. Merkezi sinir sisteminde yıllarca enerji şeklinde kalırlar.

Çözüm

Peter A. Levine’e göre, hepimiz etkinleştirebileceğimiz doğuştan gelen iyileştirici güçlere sahibiz. Aslında belirttiğimiz gibi mutlu olmaya değil hayatta kalmaya programlanmış olsak da dirençlilik aynı zamanda insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Ve somatik terapiye göre, iyileşmek için, dikkatimizi sadece zihnimize vererek kendimizi bedenlerimizden söküp atabiliriz.

Sarkaç, bir boyuttan diğerine geçmek, bir sabit noktadan diğerine hareket etmek ve bunun tersi anlamına gelir. Bu durumda, zihniniz duygusal acıya yavaş ve sakin bir şekilde tahammül etmelidir. Bunu yapmak için, dikkatinizi vücudunuzun haritasına vererek onu savunmaya geçmeyi bırakmaya ikna etmeniz gerektiğini unutmayın. Son olarak, sizi korumak için her zaman tetikte ve seferber olan bedensel reaksiyonları devre dışı bırakmalısınız. Vücudunuzu ve beyninizi güvende olduğuna ikna etmelisiniz.

Psikolog Valeria Sabater

Maçoluk, erkeklerin kadınlardan farklı olduğunu ve bu farklılığın onları kadınlardan üstün kıldığına dair bir ideolojik fikirdir. Çok abartılı bir düşünce biçimi gibi görünse de, bugünün dünyasındaki en yaygın inançlardan biridir. Aslında, birçok kurum ve geleneğin bir parçası olduğu çok açık bir gerçektir. Ama maçoluk, erkekleri de incitebilir. Bu düşünce tarzı sadece düşüncelerde kalmıyor. Aynı zamanda birçok maço veya cinsiyetçi davranışların da kaynağı oluyor. Bu fikri içselleştirmiş insanlar, farkında olmasalar bile, bir kadın veya bir erkeğin önünde farklı davranırlar. Kadınlara karşı daha korumacı veya ‘babacan’ olma eğilimindedirler, fakat “erkeksi” olarak nitelendirdikleri özellikleri içeren görevlerden kadınları uzak tutarlar. Örneğin, bunlar güç gerektiren veya tipik veya geleneksel dişil rollerine uymayan faaliyetler olabilir.

Kadınlar için kullanma kılavuzu

Maçoluk, kadınlar için sayısız dezavantaj yaratır ve yaşamın tüm yönlerini etkiler. Emek alanında kadınlar, “kolektif bilinç ve bilinçaltı” nın kendilerinden beklediği hal ve hareketlere uymayan işlere ulaşmak için daha az fırsata sahiptir. Büyük sorumluluk gerektiren bir pozisyonuna ulaşmak için daha az fırsata sahiptirler. Ayrıca, maaşları genellikle eşit pozisyondaki erkeklerden daha düşüktür. Bütün bunlar iş yeri tacizini bile içermez. . .

Daha kişisel bir nokta olarak, kadınların fiziksel görünümleri söz konusu olduğunda çok sayıda “gereksinimi” karşılaması gerekir. Zayıf olmalı, düz veya eğri olmamalıdırlar. Çok fazla olmamak kaydıyla makyaj yapmalılar. Kadınlar birbiri ile iyi eşleşen şık kıyafetler giymeli; ama ya da abartılı olmamalıdır. Ayrıca pürüzsüz bir cilde sahip olmalıdırlar. Cinsel tarafta ise, kadınların itaatkâr olmaları istenir. Prensini bekleyen prensesin klasik kabullenişi ya da değişmeye çalışan asi çocuğa aşık olan itaatkar ve söz dinleye bir öğrenci misali. Bunlar kolektif hayal gücünü oluşturan romantikleştirilmiş görüntülerdir. Kızlar erkekler tarafından takip edilmek için beklemek zorundadırlar, ancak ilk girişimlerini, ne kadar isteseler de, kabul edemezler. Aksi halde, “kolay lokma” olarak görünebilir.

Erkekler için kullanma kılavuzu

Her ne kadar çelişkili görünse de, maçoluk da erkeklere de zarar verir. Bu şekilde düşünme ve ilişkili eylemler de bulunmak, erkekler için olumsuz sonuçlara yol açar. Bu sonuçlar, karşı-sezgisel veya maskelenmiş görünümlerinden dolayı fark edilmeden gözden kaçabilir ama bunları aşağıda tartışacağız. İş yerinde, erkekler genellikle daha fazla kazanıyor ve bazı pozisyonlar için daha kolay bir şekilde işe alınıyor olsa da, göz önünde bulundurulmayan bir durum var. Genellikle kadınlarla (hemşirelik, uçuş görevlisi, sekreter) ilişkilendirilen işler, erkeklerin elde etmeleri için daha zordur ve “kadın” işine sahip oldukları için meslektaşları tarafından alay konusu haline gelebilirler. Erkekler aynı zamanda daha fazla fiziksel güç gerektiren işleri yapıyorlar. Bu, maçoluğun insana zarar vermesinin bir yoludur.

Kişisel alanda, erkeklere yönelik daha çok talep vardır. Standartlar, kadınların talep ettiği kadar yüksek olmasa da, erkekler de sosyal ve kamusal imajları konusunda endişelenmelidir. Erkekler, genellikle üçgen bir vücut ve spor salonunda saatlerce harcayarak, ‘güvenilir’ imgesi olduklarının altını çizmelidirler. Erkekler “baba göbeği vücutlarına” sahip olmaktan kaçınmalıdır. Cinsiyet ile ilgili olarak, erkeğin rolü geleneksel olarak baskın ve atılgan olur. Onlar ya yakışıklı prense ya da sebepsiz isyankarlardır. İnisiyatif almak ve sevdikleri kadınların peşine düşmek zorunda olan erkeklerdir. Elbette, hanımefendinin onurunu savunmalı ve onları her zaman korumalıdır. Dahası, erkekler akranları arasında öne çıkmalı ve lider olmalıdır. Maçoluğun bu başka yönü de erkeklere zarar veriyor.

Erkekler için gerçeklik

Söylendiği gibi, erkekler lider olmalıdır. Bununla birlikte, en “maço” davranışları genellikle en riskli olanlardır. Bir liderlik rolünü üstlenerek savaşmak zorunda kalabilirler ya da herkesi kontrol altında tuttuğunu kanıtlamak için iyiliklerini tehlikeye atan şeyleri veya maçoluk standartlarına dayanmak zorunda kalabilirler. Diğer risk davranışları uyuşturucu kullanımı ve kumar oynamayı içerir. Erkekler uyuşturucu kullanmak için akran baskısını daha fazla yaşamakta ve kadınlardan daha fazla dayanıklılık göstermeleri gerekmektedir. Aslında, kendi aşağılayıcı etiketi olmayanlardır. Bu risk davranışlarının tehlikesini gördüğümüz en zorlayıcı koşullardan biri savaştır. Bir ülke savaşı ilan ettiğinde, cepheye gelen askerlerin çoğu erkektir. Askerlik hizmeti, erkeklere çoğu zaman en tehlikeli ya da zorlu görevleri yapmak için sık sık istekli olmalarını gerektirir.

Tarif edilen tüm durumlar, en son ve en trajik sonucunu doğurur; maçoluğun ölümünü.  Erkekler ortalama olarak kadınlardan en az altı yıl önce ölmektedir. Machismo erkeklere zarar veriyor. Teoride erkekleri ayrıcalıklı bir duruma sokan şey, hem kadınları hem de erkekleri öldürüyor. Cinsiyetçiliğin, erkeklerin sağlığı üzerindeki yıpranmasını teşvik ettiği birçok riskli davranışı içinde barındırıyor. Neden olduklarını anlamadıkları halde yaşlandıkça sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyorlar.

Psikolog Roberto Muelas Lobato

Erkekler de kadınlar gibi hassastır. Bundan dolayı, böylesi bir hassasiyet gayet normaldir. Hassasiyetleri sayesinde yeni bakış açılarını kabullenebilir ve kendileriyle, diğerleriyle ve doğayla yeni bağlantılar kurabilirler. Hassas erkekler ile ilgili pek çok mit bulunuyor. Bundan dolayı aşırı ilgi çeken bu konu, artık farklı bakış açılarından tekrar tekrar irdelenebiliyor. Başlamadan önce, özellikle farklı kültürlerde en çok kabul gören klişelerin ne olduğu ve kültürel görecilik üzerine bir tartışma yapma niyetinde olmadığımızı belirtelim. Burada yapmaya çalıştığımız şey, sosyal bağlamda maskülenlikle ilgili nasıl bir dönüş yaşandığını ön plana çıkarmak. Son yıllarda, maskülenlik bazı açılardan hassasiyetle ilişkilendirilmeye başladı. Bunun çıkış noktası da Batı kültüründeki bazı mitler. Sonuçta hassasiyet herkesin doğasında var. Bundan dolayı, hassasiyetinin farkına varıp bunu kabullenmeyen bir erkek, maskülenliğini de tamamıyla kabul edemez.

“Hassas Erkekler” Derken Neden Söz Ediliyor?

Oxford Sözlüğü hassasiyeti “insanların hislerini anlayabilme yetisi” olarak tanımlıyor. Peki ama “hassas erkekler” derken neden söz ediyoruz? Bu sorunun cevabı yukarıdaki tanımla aynı. Herkesin bir empati kapasitesi var ve hepimiz insanların hislerini anlayabiliyoruz. Fakat çoğu kültürde erkeklerin bu özellikten yoksun olduğu yönünde inanışlar bulunuyor. Bu kültürlere göre, maskülenlik ve güç kavramları hassasiyet ve duygularla yan yana düşünülemiyor.

Bundan dolayı tarih boyunca erkekler; nasıl bir ortamda büyüdükleri göz ardı edilerek, sahip oldukları fiziksel güç yüzünden koruyucu rolünü üstlenmek zorunda kalmışlardır. Bunun yanında erkekler örneğin, çeşitli kültürlerde cinsellik ve paranın güç sembolü haline geldiği bir ortamda barınmaya çalışmaktadırlar. Böylesi bir ortamda da hislerini açık yaşayan erkekler zayıf olarak addedilirler.

Fakat yine bazı kültürlerde bu konuda bir dönüşüm de yaşanmıyor değil. Artık gün geçtikçe çok daha fazla erkek hassasiyetleriyle kucaklaşabiliyor, duygusal ve şefkatli yanlarıyla barışabiliyorlar. Bunun tek yolu erkeklerin hassas yanlarını sahiplenebilmeleri ve güç konusundaki güvensizlik hislerini dönüştürebilmeleri. Tabii, hassasiyet daha dün bulunmuş bir kavram değil. Cinsiyet ya da tür fark etmeksizin herkesin özünde olan bir özellik. Hayatta kalabilmek için kendimizi korumaya ihtiyacı duyuyoruz. Burada sorun bazı kültürlerde hassasiyetin yalnızca kadınlara özgü bir özellik olarak düşünülmesiyle başlıyor.

Maço Erkekler ve Hassas Erkekler

Çocuklar yetiştirilirken bazı önemli cümleler sarf edilir. Bu cümleler kişiliğimizi şekillendiren cümlelerdir. Bunlar doğru olmaları itibarıyla varoluşsal sorunlara yol açabilir. Fakat bir noktaya kadar doğru ya da sorunlu sözlerdir.

“Erkekler ağlamaz.”, “Oyuncak bebekler kızlar içindir.”, “Kız gibi ağlıyorsun.”, “Kadınlar iyi erkeklerden hoşlanmazlar, onların hoşuna giden kötü erkeklerdir.” ya da “Erkekler bebeğin altını değiştirmezler.” gibi cümleler bahsettiğimiz mitlerden yalnızca bazıları. Bu cümleler erkekleri duygusal taraflarından uzaklaşmaya iten cümlelerdir. Bu bağlamda, bilişsel psikoloji düşüncelerimizin nesilden nesle aktarıldığını öne sürer. Psikanaliz de tam tersi, bu mitlerin bilinçaltında işleyen mekanizmalarla varlığını sürdürdüğünü iddia eder.

Bundan ötürü, her erkeğin kendi yolunu çizmeye hakkı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Bunun sonucunda erkekler duygusal evrenlerinde daha derin yolculuklara çıkmayı hak ederler. Maçoluktan hassasiyete doğru ilerleyebilen bu yolculukta, erkek kendiyle, çevresiyle ve doğayla daha derin ilişkiler kurabilir.

Bu bilgiler ışığında, hassas erkeklerin “eksik” bir yanları olmadığının altını çizmeliyiz. Kültür dahilinde çizilen erkeklik sınırlarını takip etmek yerine, erkekler duygusal alanlarında özgürce hareket edebilmeliler. Bundan dolayı da hassasiyetin onlara sunduğu imkanların tadını çıkarabilmeliler.

“İçinde bulundukları durum erkekleri şekillendirmez, erkekler içinde bulundukları durumu şekillendirirler.”

– Frederick William Robertson

Hassas Erkeklerin Özellikleri

  • Öncelikle, hassas olmanın onları “daha az erkek” yapmadığının bilincinde olurlar.
  • İlişkilerinde karşılarındaki insana yönelirler.
  • Hassas erkekler anlayışlıdır.
  • Önsezilere değer verirler.
  • Duygularını göz ardı etmezler.
  • Hassas erkekler spontane davranırlar.
  • Daha “maskülen” olmak için erkekliklerini kanıtlamak zorunda olmadıklarını bilirler.
  • İçlerine daha çok ışık tutarlar.
  • Hassas erkekler duygularını kontrol edebilirler.

Sosyal, kültürel ve ailevi olarak dayatılanlardan kendimizi ayrı tutmak pek kolay olmasa da, erkeklerin de hassas oldukları bir gerçek. Hatta günümüzde erkekler şefkatli taraflarını daha çok ön plana çıkarıyorlar. Bu erkekliğin her zaman diğer erkekler tarafından dayatılmadığını da belirtelim. Kadınlar da bu konuda en az erkekler kadar pay sahibi. Bundan dolayı kadınlar da erkekler de, erkeklere duygusal bir dünyanın kapılarını kapatan sınırları ortadan kaldırmak için birlikte çalışmalılar. Bu durumu değiştirmek için harekete geçmeliler.

Erkeklerde Hassasiyetin Faydaları

Hassasiyetin de erkekliğin bir parçası olduğunu kabul etmenin pek çok faydası bulunuyor:

  • Empati. Hassas erkekler kendilerini karşılarındakinin yerine koyabilirler.
  • Merhamet. Diğerlerinin acılarını anlayabilir, bunun üstesinden gelinmesi için ellerini taşın altına koyabilirler.
  • Ruhsal gelişim. Maneviyatlarıyla bir bağ kurabilirler.
  • Kendini bilme. Kendilerinin, kendi dünyalarının bilincinde olurlar.
  • Kendinin farkında olma. Duygusal taraflarını kullanarak amaçlarına giden yolda yürüyebilirler.
  • Sosyal zeka. Empati sayesinde daha güçlü ilişkiler kurabildikleri için diğerleriyle daha iyi anlaşabilirler.

Erkeklerin hassasiyeti artık kabul görmüş olsa da, onların hassas yanlarını göstermelerinin yine de pek kolay olmadığını belirtmek zorundayız. Walter Riso’ya göre, bazı erkekler “gey” olarak yaftalanmaktan korktukları için ağlamazlar. Erkeklerin kendine yetmesi gerektiği mitine inandıkları için yardım isteyemez ve acı çekmeye devam ederler. Bundan dolayı, erkeklerin hassas yanları ile kucaklaşmaları için yapmaları gereken ilk şey onlardan beklenenleri bir kenara bırakmak. Böylece inandırıldıkları olumsuz cümleleri ya da mitleri de geçmişe gömebilirler. Erkeklerde hassasiyet olan bir şey, hayatın bir gerçeği. Duygusal dünyalarına dokunabilmek her erkek için çok kolay olmasa da, bunu başarırlarsa bambaşka bir pencereden dünyaya bakabilir ve yeni bağlantılar kurabilirler.

Psikolog María Alejandra Castro Arbeláez

Bazı insanlar, hayatımızda ve kişisel gelişimimizde son derece önemli bir yere sahiptir. Büyükanne ve büyükbabalar işte bu insanlar arasındadır. Bize eşsiz, sevgi dolu ve unutulmaz bir yuva sunarlar.

Anlayış dolu bakışları ve kendimiz olmamıza izin veren rahat tavırlarıyla, nesillerin birliğini temsil ederler. Onlarla birlikte neşe, eğlence ve şefkat dolu anılar yaratırız. Beklenmedik olaylarla dolu hikayeler, rüzgarda savrulan beyaz saçları ve yürürken güneşe bakan gözleri, ellerinin sıcaklığı, hep sevgi ve anlayış doludur.

En büyük ve en güzel armağanları: paylaştıkları sırlar, küçük detaylar, adanmışlıkları, saygı ve koşulsuz destekleriyle torunlarının kalplerinde silinmez bir duygusal iz bırakan kökler.

Büyükanne ve babalar, sevgide doktora yapmıştır

Büyükanne ve büyükbabaların eğitim tarzı, çocuklar için büyük faydalar getirir. Neden mi? Torunlarıyla ilgilenen büyük anne ve babalar, şu gibi muhteşem dersler verirler:

  • Yürüyüş yapmak, bitkilerle ilgilenmek, yemek yapmak gibi hobiler vs.
  • Aile gelenekleri ve hikayeler: çocuklar büyük anne ve babalarının da bir zamanlar çocuk olduğunu öğrenince çok şaşırırlar.
  • Güzellik ve ders dolu şarkılar, oyunlar ve hikayeler.

Diğer yandan, hem ailesel konumları hem de edindikleri tecrübeler, son derece pozitif bir büyütme tarzını garanti eder.

Büyükanne ve babalar, günlük hayatlarında daha sabırlı ve stressizdir. Bu sayede çocuklara daha şefkatli davranır ve empati kurarak torunlarını dinler, böylece duygusal ilgisini gösterir.

Duygusal iletişim sayesinde çocuklar, büyük anne ve babalarının onları anne babalarından daha iyi anladığını hisseder. Torunları sayesinde kendi çocuklarını büyütürken yaptıkları hataları düzeltirler ve dolayısıyla, belli şeyler konusunda ebeveynlik vizyonlarını yenilemiş olurlar. Aynı zamanda büyükanne ve babalar, çocuklara daha az eleştirel yaklaşır ve iyi şeylere odaklanarak çocuğun zayıf yanlarını değil güçlü yönlerini desteklemeyi bilirler. Büyükanne ve babaların eğitim tarzının bir diğer güzel yanı da torunlarına anne babalarından bağımsız olmalarında yardımcı olarak farklı yaş gruplarıyla sosyalleşmelerini sağlamaktır.

Çoğu zaman büyükanne ve babalar, çocukların avukatı gibi davranır ve ebeveynler ile çocukların birlikte yaşamasına ve iletişim kurmasına engel teşkil eden karmaşık durumlar ve duyguları geçerli kılacak bir köprü görevi görürler. Boşanma gibi kriz ve ayrılık durumlarında büyük anne ve babalar, torunlar için vazgeçilmez bir duygusal destek sağlar. Unutmayın, büyük anne ve babalar torunlarının kalbinde iz bırakmakla kalmaz, torunları da onlara sonsuz bir hayat, neşe ve destek sağlar. Büyükanne ve babalar için torunlarına bakmak, bu muhteşem ve karşılıksız sevgi ile masumluk sayesinde dünyayı yeniden keşfetmek demektir.

Bazen ebeveynler, büyükanne ve babaların çocuklara diledikleri her şeyi verip kendilerine bir şey söylemeyerek ilgi odağı hâline geldiklerini düşünebilir. Fakat aslında bu hiç de doğru değildir. Zira çocuğun hayatında herkesin kendi yeri ve rolü vardır. Çocuklar büyük anne babalarını, büyük anne ve babaları oldukları için değil, istedikleri şeyleri verdikleri için sever diye düşünebilirsiniz ama gerçekte torunlar, büyük büyükanne ve babalarıyla geçen akşamları temsil ettikleri güzel değerler nedeniyle severler.

Bunun yanında dedelerimiz ve ninelerimiz, kuralları sevgi, ilgi ve şefkatle uygular. Çünkü her detay ve anı hatırlayışları, çocukluğumuzu eşsiz ve özel bir yer hâline getirir. Çünkü onlar asla tahtından indirilmeyecek krallardır. Büyük anne ve babalar, çocuklarını öyle çok severler ki bunu mümkün olan her şekilde gösterirler. Mutfaktaki marifetleriyle, hediye ve tatlılarla, öpücükleriyle ve torunları hiçbir şeyden mahrum olmasın diye verdikleri harçlıklarla, kendilerini her yerde evde hissetmelerini sağlayan ilgi ve dikkatle. Çocuklar bu sonsuz cömertliği, çok büyük bir şefkatle algılar. büyük anne ve babalarını özlediklerinde, çocuklar onların verdiği çikolataları değil ifade ettikleri anlamı özlerler: büyük anne ve babalarıyla konuşmayı, onların cesaretlendirici, sevgi ve bilgelik dolu sözlerini duymayı özlerler.

Ne de olsa büyük anne ve babalar, torunlarının en büyük hayranlarıdır ve onların dayanıklılığını, yeteneklerini, kararlılık ve zaferlerini en çok güçlendiren kişilerdir. Ve hiç kimse torunlarının kararlı tavrını, en sevdikleri şarkıları, tutkuyla ışıldayan gözlerini büyük anne ve babalardan daha iyi anlayamaz.

Hiç kimse çocuklara, büyük anne ve babaları kadar şefkatle bakamaz. Yine hiç kimse geçen yıllara ve şekil bulan izlere onlar kadar şaşıramaz.

Dolayısıyla, büyük anne ve babaların sevgisi neşe ve amaç dolu saf sevgiyi yansıtır. Çocuklar için muhteşem bir bağlılık oluşturarak her zaman anlaması kolay olmayan ama kesinlikle tarifsiz ve eşsiz bir şekilde onları korur. İşte bu yüzden torunlarıyla ilgilenen büyük anne ve babalar onların ruhunda silinmez bir iz ve harika bir duygusal miras bırakır.

Kanguru aile büyükleri toplum için temeldir. Okul kapıları ve şehir parklarında sıklıkla gördüğümüz bir manzaradır. Ebeveynler çalışırken torunlarına her gün saatlerce bakarlar. Böylece, neredeyse farkında olmadan, evdeki ana eğitimciler olurlar. 50 ila 70 yaşları arasındaki her altı kişiden biri, torunlarına düzenli olarak bakar. Bu kişilerin yarısı, IMSERSO’nun 2010 Yaşlılar Raporuna göre, her gün, günde 12 saatten fazla torunlarına bakıyor. Aileyi ve iş hayatını uzlaştırmanın imkansızlığı, maddi kaynak eksikliği ve çocukların duygusal güvenliği, ailelerin çocuk bakımı konusunda en önemli destek ağı olarak aile büyüklerine güvenmesine neden oldu.

Kadınların kendilerini kanıtlamaları ve elbette iç ekonomiyi iyileştirmeleri için iş yerine etkili biçimde dahil edilmesi, ailelerde en genç üyelere yönelik ihtiyaçlar doğurmuştur. Böylece, aile büyükleri torunlarının duygusal ve kişisel gelişiminde ana figür haline geldi. Aile büyükleri kendilerini çocuğun kendi ebeveynleriyle aynı seviyede ya da daha da yüksek bir seviyede görüyorlar.

21. yüzyılın kanguru aile büyükleri bir önceki dönemlere kıyasla daha farklı bir rolü temsil eder. Bakıcı ve eğitimci olarak aile büyüğü figürü tarih boyunca mevcuttu, ancak günümüzün toplumunun talepleri bize aile büyüklerinin oynadığı rolü yeniden düşündürüyor. Artan ortalama yaşam süresi ve aktif yaşlanma programları, yaşlılarımızın daha iyi bir yaşam kalitesine sahip oldukları anlamına gelir. Torunlarına bakmak için daha fazla zaman ayırabilirler. Modern tıp, daha uzun ve daha iyi yaşamamız gerektiği fikrine sahiptir. 100 yaşına ulaşmakla ilgili değil, yaşam kalitesini kaybetmeden yaşlanmakla ilgilidir.

Birçok ailenin yaşadığı ekonomik zorluklar, aile büyüklerine asıl bakıcılar olarak bakıldığında da temel bir referans olmuştur. Kanguru ebeveynler, ekonomik olarak avantajlı bir alternatif sunar; çünkü birçok ebeveyn, bir anaokuluna veya çocuklarına bakmak için bir dadıya ödeme yapamaz. Aile büyükleri torunlarına saatlerce bakabilir ve kapanış saati veya takvim uygulamazlar. Bu ebeveynlerin rahat hissetmelerini sağlar.

Kadınların iş gücüne katılması

Geçtiğimiz yıllar boyunca, toplumumuz aile içi görev dağılımını önemli ölçüde değiştirdi. Her iki ebeveyn de ev dışında çalışır ve aile ile iş hayatını uzlaştırma zorluğu artar. Bu nedenle, mümkün olduğu her an aile büyükleri çocukların bakımına alternatif olarak kullanılır.

“Aile büyükleri torunları için harika anılar yaratan sihirbazlardır.”

– Anonim

Kanguru aile büyükleri: Değerli bir ortaklık

Aile büyükleri, torunlarını duygusal olarak desteklemektedir. Aralarındaki duygusal ve duyuşsal bağlar çok önemlidir, ortak aktiviteler ve ilişkisel memnuniyet duyguları sonucunda ortaya çıkar. Aile büyükleri, aktif olmaları için onları cesaretlendiren, onları dinleyen ve onlara eşlik eden birisine sahip olmaktan mutlu olur. Aynı şekilde, torunların aile büyüklerine hitap ederken kullandıkları şefkat, güvenlerini ve özsaygılarını pekiştiriyor. Çocuklar, aile büyüklerinin şefkatini ve yakınlığını algılar ve böylece güven bağları oluşturur. Sonuç olarak, destek arayışı için ve kaygı anlarında aile büyüklerine giderler. Bu anlamda, aile büyüklerinin sağladığı tecrübe ve paha biçilmez bilgi, çocuklar için büyüklere saygı, değerler, nesiller arası oyunlar ve sevgiyi içeren bir “yaşam okulu” yaratır.

Kanguru aile büyüklerini kötüye kullanmamak için birlikte yaşama kuralları

  • Çocuk yetiştirme konusunda sınırlar koyun. Aile büyükleri torunlarını yetiştirilişine katkıda bulunabilir ve onları eğitebilir, ancak ebeveynlerin rollerini ve işlevlerini aşmamalıdırlar.
  • Her aile üyesinin boş zamanına ve mutluluğuna saygı gösterin. Yaşlılar da kendi alanlarına sahip olmalı ve çocuk bakımı ile sınırlı olmayan çeşitli aktivitelerde bulunmalıdır.
  • Yardımları için minnettar olun. Onların desteği olmadan, evi düzenlemek oldukça zor olurdu.

Aile büyüklerinin torunlarının yetişmesinde bugünlerde çok aktif bir rol oynadıkları görülüyor. Onların yardımı ebeveynler için paha biçilmezdir. Sadece torunlarına bakmakla kalmıyorlar, aynı zamanda onları eğitiyorlar ve tüm kalpleriyle seviyorlar. Dolayısıyla, bir toplum olarak onlara borçluyuz.

“Elbette, yaşamdaki en tatmin edici deneyimlerden ikisi, torun ya da aile büyüğü olmaktır.”

– Donald A. Norberg

Psikolog María Prieto

Büyükanne ve büyükbabalarımız bir zamanlar sahip oldukları enerjiye artık sahip olmayabilirler. Hareket etmek onlara zor gelebilir. Kim olduğunuzu hatırlamayabilirler. Ara sıra sizinle konuşurken sesleri kesilebilir. Ya da, günlük hayatlarındaki hiçbir şeyi olumlu tarafından görmedikleri için sinirinizi bozabilirler. Bu böyle olabilir ve belki olması gereken de budur. Büyükanne ve büyükbabalarımızın bizim anlayamadığımız ihtiyaçları var. Aslında biz gençler için, yaşlıların isteklerinin altında yatan mantık ve kelimelerinde gördüğümüz “gizli bencillik” bizi sorumluluktan kurtarabilir. Ancak, yaşlıları kişiliksizleştiren ve insanlıklarını çalan bir çağda yaşadığımızı söyleyebiliriz. Dile getirdikleri endişeler genellikle kendi kimliklerini yeniden doğrulama ihtiyaçlarından doğar.

Aile büyükleriniz sizi rahatsız ettiğinde şunu hatırlayın…

Aile büyükleriniz sizi rahatsız ettiğinde, hayatlarının tamamen başkalarının kararlarına bağlı olduğu bir döneminde olduklarını ve karar verme haklarını kullandıklarını hatırlayın. Yavaş yürüdükleri için onlara olan sabrınızın azalmasına izin vermeyin. Söylemek istediklerini açıklamak için bağırırlarsa, ağlarlarsa veya yaklaşık 20 kere aynı şeyden bahsederlerse rahatsız olmayın.

Yaşlıların konuşmalarına sabretmekte zorlandığınızda, anlattığı bu hikayeleri son kez dinliyor olabileceğinizi unutmayın. Yaşlılıklarında onları sevin ve onlara ihtiyaç duydukları şeyleri verin. Ne kadar yavaş yürüdükleri fark etmez. Sizin desteğinize, ilginize ve sevginize ihtiyaçları var.

“Yaşların ilerlediği ve üst üste bindiği ve doğal düzenin artık anlamlı gelmediği zamanlarda, ailelerin tarihinde kırılmalar her zaman olur. Bu, çocuğun kendi babasının babası haline geldiği zamanlardır.

Bu, babanın giderek yaşlandığı ve bir sisin içinde ilerler gibi ağır ağır koşmaya başladığı zamanlardır. Yavaşça ve herhangi bir kesinlik olmadan. Küçükken elinizi sımsıkı tutan ebeveynlerinizden biri artık yalnız kalmak istemediğinde. Bunlar, bir zamanlar oldukça katı ve üstün olan babanın güçsüzleşmeye başladığı ve ayağa kalkarken bile nefesini kontrol etmesi gereken zamanlardır.

Bunlar, bir zamanlar kuralları belirleyen ve emirler veren babanın yalnızca iç çektiği, sızlandığı ve ona artık çok uzak görünen pencereleri ve kapıları aradığı zamanlardır. Bu, eskiden istekli ve gayretli olan ebeveynlerin kıyafetlerini tek başlarına giyemedikleri ve ilaçlarını almayı hatırlayamadıkları zamanlardır.

Ve biz, çocukları olarak, bu hayattan sorumlu olduğumuzu kabul etmekten başka bir şey yapmayacağız. Bize babalık yapmış olan bu hayat, artık huzur içinde ölmek için bize bağlı.”

– Fabricio Carpinejar

Büyükanne ve büyükbabalarımız çocuklar gibi değildir

İnsanlar, sabır, dikkat, ilgi ve anlayış gerektirdikleri için, yaşlıların “çocuk gibi” olduğunu söyler. Bazı zamanlarda anaç bir şekilde dikkatimize ve korumamıza ihtiyaç duyabilirler. Ancak, bu onlarla çocuklarla konuşur gibi konuşmamızı gerektirmez. Onlara hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi davranamayız, çünkü bahsettiğimiz kişilerin hayatla ilgili inanılmaz derecede zengin hikayeleri var. Onlarla dilinizi basitleştirip çocuksu bir sesle konuşmak ya da karar verme yeteneklerini dikkate almamak yanlış bir davranış biçimidir. Yaşlılara çocukmuş gibi davranmak ve konuşmak, sizi onlara yaklaşmaktan ve aranızdaki iletişiminizi güçlendirmekten çok uzaklaştırır; yalnızca görmezden gelmenize ve vazgeçmenize sebep olur.

Yani, büyükanne ve büyükbabalarımız  çocuk olmadıkları için  onlara çocuk gibi davranmamıza da ihtiyaçları yoktur. Yaşları ve sahip oldukları hastalıklar nedeniyle, yaşlıların birlikte yaşamak zorunda oldukları sınırları vardır. Doğal davranmak, yaşlıların meziyetlerinin farkına varabilmelerini, aynı zamanda da sınırlarını kabul edebilmelerini sağlar.

Yaşlıların suistimal edildiğinin farkına varmak önemlidir ve bu biz inanmak istemesek de yaygın yaşanan bir şeydir. Ne yazık ki, fiziksel ve psikolojik şiddet, genellikle yaşlılarla birincil bakıcıları arasındaki ilişkiyi betimler.

Günlük hayatlarındaki konularda kendi kararlarını vermelerine izin vermemek, desteklerini reddetmek, onlara olması gerekenden fazla veya az ilaç vermek, onları yalnız bırakmak ve duygusal veya fiziksel olarak suistimal etmek, kötü muamelenin en yaygın biçimleridir.

Sonsuz sevgi ve ilgi, yaşlılarla ilgilenmenin anahtarlarıdır

Yaşlıların bakımı çok yorucu görünüyor olsa da, bu mutsuzluğun ve yorgunluğun tutmamız gereken yasın bir parçası olduğunu unutmamalıyız. Bu, ruhumuzun onlara ait olan bir parçasına veda etmenin doğal bir sürecidir. Onlarla birlikte, başka hiç kimseyle paylaşmadığımız her şey de kaybolacak ve bazı anlara tanık olmuş kişi artık hayatta olmayacak. Kuşkusuz, bu hayatın bize sunduğu bir fırsat olarak çokça içsel çalışma gerektiriyor. Biz de bu fırsatı kaçırmamalıyız.

Büyükanne ve büyükbabalarımızın ihtiyaç duydukları şey, ölçüsüz ilgi ve sonsuz sabırdır. İlgi ve sabır, yaşlılarla ilgilenmek için temel bileşenlerdir. Her ikisi de, kaybettikleri yetenekleri için duydukları üzüntülerini dindirmek ve hayata edecekleri veda için gereklidir.

Son zamanlarda aile yapısında meydana gelen değişiklikler, birçok yaşlı insanı etkileyen bir fenomenin ortaya çıkmasına sebep oldu: köle aile büyükleri sendromu.

Bir noktaya kadar, köle aile büyükleri sendromunun İspanya’da ortaya çıkışının sebebi aile yapısında son yıllarda ortaya çıkan değişikliklerdir. Bu bağlamdaki önemli noktalardan bazıları kadınların iş dünyasına katılım oranındaki yükselme ve ortalama beklenen yaşam süresindeki artıştır. Bunlardan dolayı, tam zamanlı olarak torunlarına bakan yaşlı insan sayısında bir artış yaşanmıştır. Bu durum bir dereceye kadar iş ve aile hayatı arasında bir denge kurulmasına olanak sağlar.

Ama, bunun sınırı nerede çizilmelidir? Aile büyüklerinizin sınırlarına nasıl saygı göstereceğinizi bilmeniz gerekmektedir. Aynı şekilde, onların çoktan ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamış, üstlerine düşeni yapmış olduklarını da unutmamanız gerekir. Emeklilik, bir özgürleşme anı olmalıdır. Bu dönem özellikle dinlenmenin ve hayattan zevk almanın zamanıdır. Böylece, iş ile dolu bir hayattan sonra, sonunda tatil yapmak ve hobilerinizle ilgilenmek için zaman ayırabileceğinizi kutlarsınız. Peki, şimdi yaşanan şey nedir?

Colubi ve Sancho’ya göre, köle aile büyükleri sendromu yaşlı insanlarda sosyal değişiklikler dolayısıyla ortaya çıkan bir set psikolojik ve fiziksel semptoma yol açar. Bu semptomların farklı seviyelerdeki farklı neticeleri vardır ve fiziksel seviyede başlarlar.

Ödün vermek ve aile büyüklerinin ailedeki rolü

Aile büyüklerinin ailedeki rolü ne kadar önemlidir? Son yıllarda yaşanan çalkantılı zamanlara bakıldığında, yaşlıların desteği çok mühimdir. Yaşlılar özellikle krizin aileler üzerindeki sosyal etkisini hafifleterek bizlere yardımcı olurlar. Bunu şu spesifik yollarla yaparlar:

  • Finansal destek: Birçok aile büyüğü, hem kendi çocuklarını, hem de torunlarını desteklemeye ‘zorlanmıştır’. İspanyol ekonomik krizinden dolayı birçok yaşlı insan geniş ailelerinin harcamaları ve ihtiyaçlarını üstlerine almıştır.
  • Torunlarına bakmak: Ebeveynler uzun saatler boyunca çalıştığı için, şimdilerde aile büyükleri torunlarıyla ilgilenmekten sorumlu hale gelmiş durumda. Onları okul sonrası aktivitelerine, doktor randevularına, oyun oynamaya ve diğer şeylere götürüyorlar. Birçok durumda, aile büyüklerinin desteği olmadan bu şeylerin hepsini yapmak imkansız olurdu. Bu şekilde, ebeveynlerin iş hayatlarından feragat etmeden bir aile sahibi olmaları kolaylaşmıştır.
  • Ev işlerine yardım etmek: Yemek yapmak, temizlik ve diğer tüm ev işleri. Öncelerde, çoğu aile onlara ev işlerinde yardımcı olması için birine para vermeyi karşılayabilirlerdi. Ancak, kriz aile ekonomilerini de etkilemeye başladı. Bu da, aile büyüklerinin çocuklarını destekleyebilmek için bütün bu şeylerle ilgilenmesini gerekli hale getirdi.

“Önemli ne kadar yaşlı olduğunuz değil, yaşlılığınızın nasıl olduğudur.”

– Jules Renard

Birçok durumda, yukarıdaki şeylerin hepsi aile büyüklerinin üstüne aşırı yüklenildiği bir dinamik oluşmasına yol açtı. Bu da, köle aile büyükleri sendromu dediğimiz şey ile sonuçlandı. Bunu aklımızda tuttuğumuzda görüyoruz ki nasıl sınır çizeceğimizi öğrenmek ve istismar noktasına gelmemek son derece önemlidir.

Köle aile büyükleri sendromu semptomları

“En başta herkes için işe yarayan, terapötik ve rahatlatıcı gibi görünen bir fikir, sonrasında birçok durumda aile büyüklerinin rolünü köleliğin modern bir versiyonuna dönüştürüyor, insanlar duygusal bağları tarafından oldukları yere zincirleniyor.”

– Soldevilla

Diğer yandan, köle aile büyükleri sendromu bu düzenleme doğru bir şekilde yapıldığında ortaya çıkan menfaatleri dikkate almıyor. Torunları ile ilgilenmek büyükanne ve büyükbabaların torunları ile olan bağını güçlendirdiği gibi diğer farklı faydalar da sağlıyor:

  • Büyükanne ve büyükbabalar rollerinden keyif alıyor.
  • Torunlarıyla daha çok zaman geçirebiliyorlar.
  • Çoğu durumda iki taraf da mutlu oluyor.
  • Büyükanne ve büyükbabalar normalden daha hareketli oluyor.
  • Böylesi hem büyükanne ve büyükbabalar için, hem de torunlar için daha güvenli.

Ama, eğer iki taraf da sınırlarını çizmezse, bir sürü sakınca ve negatif efekt de ortaya çıkabiliyor. Eğer durum buysa, köle aile büyükleri sendromu söz konusu demektir.

  • Tükenmişlik
  • Stres
  • Yardım etmek zorunda hissetmek
  • Sosyal hayatta ve boş zaman seviyesinde azalış
  • Sağlığın kötüye gitmesi
  • Aile kavgaları

Sınırlar ve plan yapmak

Hatırlamalısınız ki, aile büyükleriniz kendileri ebeveyn iken sahip oldukları enerji ve kapasiteye artık sahip değiller. Yaşlılıkta, fiziksel kısıtlamalar ortaya çıkabilir. Bundan dolayı, sınır çizmek şarttır.

Aynı şekilde, büyükanne veya büyükbabanın çocuklardan uzakta da zaman geçirebileceği bir rutin kurmalısınız. Diğer bir deyişle, büyükanne ve büyükbabalar da kendi ilgileri olan insanlardır. Çoğu durumda da, bu ilgiler sadece kendilerine değil torunlarına da fayda sağlar. Onların arzularını, gelecek planlarını ve tercih ettikleri şeyleri de hesaba katmalısınız. Onların fikirleri, her zaman gerçeğe uyarlanmış olmayabilse de, hep deneyim ile desteklenecektir. Bu özellikle insani durumlar söz konusu olduğunda geçerlidir, çünkü genelde bu durumlar çok değişmez. Her halükarda, torunları ile ilgilenmek için hayatlarından vazgeçmek zorunda hissetmemeliler. Bunlardan dolayı, iyi bir plan yapmak ve sorumlulukların bölünmesi elzemdir. Ebeveynlerin hayatlarını sadece gerekli olduğunda, veya onlar isterse, büyükanne ve büyükbabalara bel bağlayacakları bir plan ile düzenlemelerine izin vermek son derece önemlidir. Büyükanne ve büyükbabalar olsalar da, rollerini nasıl yerine getireceklerine karar verme hakkına sahip olan kişiler onlardır.

Elena Garcia

Eşlerimiz, ailemiz ve hatta iş arkadaşlarımızla ilişkilerimizde işlerin nasıl olduğu ile bizim nasıl olmasını istediğimiz arasında boşluklar olabilir. İşte onlara hitap etmenin bir yolu.

33 yaşındaki kızım ve ben Missoula’nın Montana tepelerinde birlikte yürüyorduk. Temiz, soğuk ve berrak bir öğleden sonraydı. Eşim ve ben, kızımı, kocasını ve iki yaşındaki oğullarını yeni evlerinde ziyaret ediyorduk. Onlar önceki bir buçuk yılı Kuzey Kaliforniya’daki evimizde yaşayarak geçirmişlerdi. Yan yana yürüyebileceğimiz kadar geniş olan bir patikada yürürken, kızımın bana ve annesine bir miktar öfke hissettiğine dair güçlü bir duyguya kapıldım. Birkaç ay önce, bizimle yaşadıkları süre boyunca bazı ciddi iletişim eksiklikleri ve yanlış anlaşılmalar olmuştu. O zamanlar, bir ömür boyu süren duyguları, onu hayal kırıklığına uğratan aile dinamiklerini, hazmetmekte olduğunu dile getirmişti. Bir noktada, çocukluğundaki rolünün, ebeveynleri ve ağabeyinin işini kolaylaştırmak için ailedeki zorlukları düzeltmek olduğunu hissettiğini söyledi.

Şimdi yetişkin biri ve küçük bir çocuğun annesi olarak, bu örüntüyü değiştirmek istiyordu. Geçmişten gelen acı verici duygularını iyileştirmeye ve onları kendi iyi oluşunu arttırmak ve daha sağlıklı aile ilişkileri yaratmak için dönüştürmeye çalışıyordu. Yürüdüğümüz patika üzerinde doğal bir durak noktasına geldik. Karla kaplı dağların manzarası muhteşemdi. Durduğumuzda dönüp ona sordum: “Nasıl gidiyoruz?”

Düşüncelerini ve hissettiklerini daha iyi anlamak istedim. Özellikle, onun deneyimi ve benim deneyimim arasındaki farklılıkları ve ilişkimizde nasıl daha fazla uyum bulabileceğimiz konusunda daha fazla netlik istedim. Eşlerimiz, çocuklarımız ve ebeveynlerimizle yakın ilişkilerimizde, bir şeylerin gerçekte nasıl olduğu ile nasıl olmasını istediğimiz arasında boşluklar olabilir. Kendi deneyimlerimiz, duygularımız ve ihtiyaçlarımız ile başkalarının deneyimleri, duyguları ve ihtiyaçları arasında ince veya çok da ince olmayan farklar olabilir.

Bazen tek seçeneğimiz pes etmek ve işleri daha da kötüleştirmemek için hiçbir şey yapmamak veya söylememekmiş gibi geliyor. Kaygının hüküm sürmesine izin vermemizde, birbirimizi gerçekten dinlemeyi bırakmamızda ve en iyi ihtimalle bir ilişkiye koşullu bağlılığımızı vermemizde şaşılacak bir şey var mı? Başka bir yol daha var, o da benim “boşluklara dikkat et” dediğim uygulama. Bu, boşluklardan veya neden oldukları rahatsızlıktan kaçınmamak anlamına gelir; onları merak etmeyi, hikayelerinizi bırakmayı ve daha yakından dinlemeyi gerektirir. Boşluklar ve rahatsızlıklar er ya da geç ortaya çıkacaktır ve bunları ele almanın ve ilişkilerimizi geliştirmenin usta ve etkili yolları vardır.

Boşluğu kapatmak için ipuçları: Bana göre, ilişkilerdeki boşluklara dikkat etme pratiği söz konusu olduğunda, en önemli iki kelime kızıma sorduğum kelimelerdir: “Nasıl gidiyoruz?”

Bazen, herhangi bir ilişkinin durumunu değerlendirmek ve keşfetmek için gereken tek şey budur. “Nasıl gidiyoruz?” sorusu eşimizle, çocuklarımızla, ebeveynlerimizle, arkadaşlarımızla sohbet başlatmak için kullanılabilir.

Özellikle sevdiğimiz insanlar söz konusu olduğunda, bu iki kelime o sevginin niteliğini keşfetmek için bir araçtır. Merak ettiğimiz için soruyoruz. Diğer kişinin deneyimlerini ve kendilerini nerede uyumlu ve uyumsuz hissettiklerini, boşlukları nasıl ortadan kaldırabileceğimize veya daraltabileceğimize dair ne düşündüklerini bilmek istiyoruz. Karşımızdakine onunla ilgilenme şeklimizi neyin iyileştirebileceğini soruyoruz. Bu sorgulamanın kendisi, ilişkiye olan bağlılığımızın bir ifadesi ve ortak değerleri kapsamak için arzumuzdur. Bu soruyu nasıl sorduğumuz, nasıl cevaplanacağı ve onu takip eden konuşmada büyük bir fark yaratır. “Nasıl gidiyoruz?” sohbetine başlarken, aşağıdakileri aklınızda tutmaya çalışın.


1. Hikayeye son vermeye hazır olun. Önemli konuşmalar yapmadan önce, halihazırda üzgün, endişeli veya bir şeye kızgın olup olmadığınızı fark edin ve bunu merak edin. Cevabı zaten bildiğinizi mi düşünüyorsunuz ve bu nedenle soru daha çok bir şeyin eksik veya yanlış olduğunu kabul ettiğinize dair bir beyan mı? Soru gerçekten de diğer kişiden ihtiyacınız olan şeyi istemenin bir girişi mi? Konuşmadan önce, diğer kişinin ne söyleyeceğine dair ne düşündüğünüzü, beklediğinizi veya varsaydığınızı fark edin. Olaylarla ilgili kendi yorumunuzu belirleyin. Sonra konuşma başladığında hikayenize son verin.

2. Meraklı olun, öfkeli değil. Gerçek bir merak ve açıklık ruhuyla soruyu sorun. Soruyu sorduktan sonra, yalnızca diğer kişinin hikayesini anlamakla ilgilenin. Diğer kişinin bakış açısını ve deneyimlerini dinlemeye hazır olun ve şaşırmaya istekli olun. Tepkisellikten kaçınmaya çalışın. Birisi o anda tepki vermenize neden olan bir şey söylerse, nefes alın ve söyleyeceklerini dinlemek ve gerçekten duymak için bunu bir kenara bırakın.

3. Ni̇yetleri̇ni̇zle beden dilini uyumlu hale geti̇ri̇n. Bu açıklığı sözlerimizle olduğu kadar ses tonumuz ve beden dilimizle de iletiyoruz. Sesimiz ve tutumumuz şüphe, endişe veya savunmacılık mı yoksa şefkat, saygı ve gerçek bir sohbet etme isteği mi yansıtıyor? Korkular yokmuş gibi davranamayız, ancak bağımızı geliştirmek için önemsediğimizi ifade etme konusundaki temel motivasyonumuzu sözsüz olarak da iletebiliriz.

4. Anlamak için dinleyin. Soruyu sormaktaki iyi niyetimiz yeterli değildir. O anda en önemli işimiz dinlemek. Önyargılı fikirler olmadan gerçekten dinlemeyi keşfedin. Yalnızca muhteva için değil, aynı zamanda duygular için, uyum eksikliği için ve bununla birlikte sorunları beraber çözme olasılıkları ve yolları için dinlemeyi deneyin.

5. Boşluklara dikkat edin. Tabii ki, diğer kişinin nasıl tepki vereceği, büyük ölçüde açıklık, mevcudiyet ve beceri gerektirebilecek olan sonraki konuşmayı belirleyecektir. Karşımızdaki kişinin söylediği şeye yanıtımız, sürekli açıklık, güven, şefkat, netlik, dürüstlük ve bütünlük gerektirecektir. Konuşurken, ilişki deneyiminiz ile sağlıklı bir ilişkinin neye benzediği ve nasıl hissettirdiği konusundaki vizyonunuz veya arzunuz arasındaki boşluğu açıklığa kavuşturun. Problemi tanımladığı için bu bile tek başına yararlıdır.

6. Net bir vizyon geliştirin. Sizin ve başkalarının sağlıklı ve şefkatli bir ilişkiyi nasıl algıladığına dair idealleri nedir? Bir iş yeri bağlamında, bu daha çok yeterlilik ve üretkenliğin yanı sıra güven ve bağlantı ile ilgili olabilir. Onların veya ekibinizin başarmaya çalıştığı şey için ideal olan nedir? Cevapları, ortak hedefler ve bunlara ulaşmak için belirlediğiniz boşlukları nasıl kapatacağınızla ilgili daha fazla tartışmak için tohum olarak kullanın. Sorunlara, suçlamak için değil, her ikinizin de onları düzeltmek adına neler yapabileceğinizi keşfetmek için odaklanın, küçük çaplı bile olsa, bu bir büyüme duygusunu besleyecektir.

7. Beklemeyin. Kiminle konuşmanız gerektiğini biliyorsanız, beklemeyin. Birinin bir sorunu olup olmadığından emin değilseniz, beklemeyin. Her şey “iyi” görünüyorsa, bunu doğrulayın. “Nasıl gidiyoruz?” diye sormak için beklemeyin ve “hikayenizin” herkesinkiyle aynı olduğundan emin olun.
Bu basit soru işinizi, ilişkilerinizi ve hayatınızı değiştirebilir.

Kızımla yaptığım konuşma kolay değildi. Hislerinin yoğunluğu beni şaşırttı, ama bir yandan da şaşırmadım. Bu olumsuz duyguların çoğunun benimle hiçbir ilgisi olmadığını keşfettim. Taze bir anne olarak kendini bitkin hissediyordu. Missoula’da yeni bir hayat kurarken, büyük bir geçiş sürecinde mücadele ediyordu. Ayrıca güvenimizi yeniden inşa etmek ve daha kolay, daha sevgi dolu bir bağ kurmak istemişti. Bu önemli bir konuşmaydı. Çocuklarımla olan ilişkim kelimelerin ötesinde önemli ve anlamlıdır benim için. Yapılacak daha çok iş, edilecek daha çok sohbet, geliştirilecek daha çok dinleme ve anlama olduğunu bilerek derin bir bağlantı duygusuyla oradan ayrıldım.

Marc Lesser

Çeviren: Klinik Psikolog Aslıhan ERDAL

Prof. Dr. KEMAL SAYAR

Kardeşler, anne babalar, babaanne, anneanne ve dedeler, amcalar, çocuklar… Her zaman birbirini yanlış şekilde anlama eğiliminde olan ve birbirlerine içerlemiş gibi görünen aile üyeleri vardır. Nesilden nesile aktarılan bu uyumsuzluğun arkasında ne var?

Kendinizi hiç ailenizin neden kavga ettiğini sorgularken buldunuz mu? Birbirine tahammül edemeyen kardeşleriniz, çocuklarıyla konuşmayan dedeleriniz, neredeyse hiç göremediğiniz amcalarınız var mı? Aslına bakarsanız, aile kavgaları yaygın bir durumdur. Aileler aynı kanı ve genetik kodu paylaşırlar, ancak aynı zamanda birçok anlaşmazlığı da paylaşırlar.

Her evin kendi dünyası olduğu doğrudur. Ayrıca her soy ağacında, hem gövdede hem de köklerde kırık dallar, sorunlu figürler, iyileşmeyen yaralar vardır. Aslında her şeyin hem eski hem de yeni nesiller üzerinde bir etkisi var.

Elbette kendi yetişkin hayatınızı ailenizden uzaklaştırıyorsunuz ama sizi ona bağlayan ipler var. Genetik bir miras, duygusal bir miras ve bazen kurbanı olduğunuz görünmez kalıplar içinizde bütünleşir.

Ayrıca nesiller arası yaraları da miras alıyorsunuz. Geçmiş travmalar, şiddet veya istismar gibi faktörler, parçası olduğunuz o küçük sosyal çekirdekte hala belirgindir.

Aileniz neden kavga ediyor? Nedenler ve tetikleyiciler

Bazen kendinizi acı verici olduğu kadar karmaşık bir dinamiğin içinde görebilirsiniz. Gerçekten de, çekirdek ailelerde (ebeveynler ve çocuklar tarafından oluşturulanlar), tartışmalar ve farklılıklar yaygındır. Bazen bu, geniş aileye de uzanır (büyükanne ve büyükbaba, amcalar, kuzenler, vb.).

Toplantılar, sonu her zaman kötü görünen mayın tarlaları olabilir. İster anne tarafı, ister baba tarafı, hepimiz zaman zaman kendimizi bu tür durumlarla karşı karşıya bulabiliriz. Neden hep kavga ediyorlar, neden diye kendimize sorduğumuz, hatırlayabildiğimiz kadarıyla sadece anlaşmazlıklar ve gergin anlar görüyoruz. Bu nesiller arası çatışmalara tanık olduğunuz bir bağlamda büyüdüyseniz, muhtemelen sonsuza kadar onlar tarafından işaretleneceksiniz. Belki de büyükanne ve büyükbabanızdan birini tanımıyorsunuz çünkü babanız veya anneniz onlarla konuşmadı. Ya da amcalarınız arasında birbirinize atılan acımasız sözler ve sitemlerle ilgili kötü anılarınız var.

Tüm bu tür dinamikler aşınır, Ayrıca, kenarda kalmak genellikle zordur. Ancak, bu kavgalar neden oluyor? Nereden geliyorlar?

Çözümlenmemiş nesiller arası travma

Howard Stein, Oklahoma Üniversitesi’nde (ABD) bir tarihçi ve fahri profesördür. Sıklıkla, aile geçmişimizin bir noktasında birisinin travmatik bir olay yaşadığını öne sürüyor. Örneğin, şiddetli ölümler, afetler, kazalar, tecavüzler, saldırılar vb. Bununla birlikte, bu olumsuz olayların her zaman yeterince üstesinden gelinemez. Durgunlaşan ve toplu olarak bir nesilden diğerine geçen ‘kısa devreli’ ağrı türleridir. Bazen acı, öfkeye dönüşür. Bu, bir şekilde, çocukların yetiştirilmesini belirler; eksiklikler, hoşnutsuzluklar ve çözülmemiş anlaşmazlıklarla dolup taşar.

Bu, acının donup kalmasına ve çözülmekten çok aileye yayılarak aralarında gerilime neden olabilir.

Aile kavgaları

Çocukluğunuzdan beri kendinize ailenizin neden kavga ettiğini soruyorsanız, belki de kökeninde geçmişte barındırılan ve üstesinden gelinemeyen kinler yatmaktadır. Amcalarınız arasındaki sessiz acılarda ve anne babanız ve büyükanne ve büyükbabanız arasındaki anlaşmazlıklarda kendilerini gösterirler. Bu şekilde, dargınlık, geniş ailenizdeki bağlardan geçer.

Gurur affetmeyi engeller. Bu, gerilimlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bununla birlikte, tartışmalarla sonuçlanan nahoş sözler ve incitici yorumlar geliyor. Hope Üniversitesi, Michigan (ABD) tarafından yürütülen bir araştırma, kızgınlığın ilişkileri etkili bir şekilde çarpıttığını ve onları sorunlu hale getirdiğini ileri sürüyor. Ayrıca, bu duygunun sağlık üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu biliyoruz.

Kalıtsal agresif kalıplar

İstismar, saldırganlık ve şiddet içeren davranışlar gibi faktörler, ailenizin neden kavga ettiğinin başka bir açıklaması olabilir. Bunlar bazen nesilden nesile geçebilen unsurlardır. Örneğin, ebeveynleri tarafından istismara uğrayan çocuklar, aynı davranışı partnerleri veya kendi çocukları ile tekrarlayabilir ve böylece aynı acı çekme dinamiğini sürdürebilir. Barselona Üniversitesi (İspanya) tarafından yürütülen bir araştırma, şiddetin sosyal, eğitimsel ve kültürel gibi birçok faktöre bağlı olmasına rağmen biyolojik ve genetik yönleri olduğunu göstermektedir; göz ardı edilmemelidir.

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile saldırgan davranış arasında bir ilişki olduğu keşfedildi. Bu, ebeveynlerden çocuklara aktarılabilen bir şeydir. Ayrıca, genellikle majör depresyona yol açar. Bu nedenle birçok durumda aile içi çatışmaların, tartışmaların, gerilimlerin ve sürekli azarlamaların arkasında psikolojik bir rahatsızlık yatıyor olabilir. Bu da tedavi edilebileceğini gösteriyor. Burada listelenen her faktör terapi yoluyla ele alınabilir. Bildiğimiz gibi, aileler bazen acılarla dolu olabilir. Bu, özellikle geçmişlerini iyileştirmemişlerse ve dünden bugüne açık kalan yaralarla uğraşmışlarsa belirgindir. Tüm aile üyelerinin iyiliğini koşullandıran yaralardır.

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile saldırgan davranış arasında bir ilişki olduğu keşfedildi. Bu, ebeveynlerden çocuklara aktarılabilen bir şeydir. Ayrıca, genellikle majör depresyona yol açar. Bu nedenle birçok durumda aile içi çatışmaların, tartışmaların, gerilimlerin ve sürekli azarlamaların arkasında psikolojik bir rahatsızlık yatıyor olabilir. Bu da tedavi edilebileceğini gösteriyor.

Burada listelenen her faktör terapi yoluyla ele alınabilir. Bildiğimiz gibi, aileler bazen acılarla dolu olabilir. Bu, özellikle geçmişlerini iyileştirmemişlerse ve dünden bugüne açık kalan yaralarla uğraşmışlarsa belirgindir. Tüm aile üyelerinin iyiliğini koşullandıran yaralardır.

Psikolog Valeria Sabeter

Güven Kaybı

 Önemli olan başta eş seçimini akılcı ve doğru yapmak,

Aldatma; eşi olan bir insanın eşi dışında bir insanla girdiği cinsel veya duygusal bir ilişkiye aldatma deriz. Bu sorun özellikle evliliklerde çok büyük bir güven kaybı ve yıkıma yol açma potansiyeline sahiptir. Hukuken de boşanma sebebidir. Aldatma fiziksel ve duygusal aldatma olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel aldatma eş dışında bir insanla cinsel ilişkiye girmektir. duygusal aldatma ise eşi dışında bir insanla cinsel ilişkiye varmayan bir şekilde duygusal olarak yakınlaşmaktır. Doğrusu sağlıklı bir evlilik için her iki durum da sorundur ve eşler arasında başta güven kaybı olmak üzere çok yönlü sıkıntılar yaşanmasına yol açmaktadır.

Elbette ki kadınıyla erkeğiyle hiç bir eş aldatılmak istemez. Ancak evliliklerde aldatılmaya uğramamanın yolunun nelerden geçtiğini de kadınıyla erkeğiyle iyi bilmek gerekir. kaldı ki ülkemiz ve kültürümüzde insanlar evliliklerini eşlerini aldatmak için kurmazlar. Yola çıkar iken genelde niyetler iyidir. Ancak evlilikte yaşanan değişik uyumsuzluklar, sevgi aktarımındaki yetersizlikler, ilgi eksiklikleri uzun süre aşılmadığında ortaya çıkan psikolojik birikim insanlarda zaaf oluşmasına ve ilişkilerindeki eksikliği başkalarıyla tamamlamaya yönlendirmektedir.

Nikah akdiyle kurulan evlilik birlikteliği aslında bir güvence senedi değildir. Evlilik dediğimiz şey de insanları zaaflarından arındıran ve evliyalaştıran bir yaşam tarzı değildir. Önemli olan başta eş seçimini akılcı ve doğru yapmak, bu seçim esnasında denklikleri dikkate almak ve zamanın ruhuna uygun bir evlilik anlayışına sahip olarak evliliğe hazırlanmaktır. Nikah evliliğin sadece mukaveleye dönüşmüş halidir. Güvencesi değildir. Evlilik birlikteliğinin güvencesi ise eşlerin birbirlerinin beklentilerine cevap verebilmesidir.

Bizim kültürümüz cinselliği evliliğin içine yerleştirmiş olan bir kültürdür. Zaten evlilik de bizim kültürümüzde meşru cinsel doyum, meşru üreme ve kadın-erkek arasında tamamlayıcı işbirliği amacıyla yapılır. Bu nedenle evlilik ilişkilerinde sağlıklı bir cinsel yaşam ve sağlıklı bir duygusal bütünleşme fevkalade önemlidir. Evlilikte cinsel yaşamın sağlıklı olması kadın ve erkeğin ortak gayreti, anlayışı ve iş birliği ile sağlanır. Toplumsal olarak bu konudaki en önemli eksikliğimiz cinselliğin tabu olarak görülmesi ve bu konuda yeterli bilgiyle gençlerimizin donatılmaması sonucu ortaya çıkan cinsel cehalettir.

Özellikle kadınlarımız erkek cinselliğinin, erkeklerimiz kadın cinselliğinin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan evlenmekte, bu nedenle evliliklerdeki cinsel yaşamın oturması ya zaman almakta ya da gerçekleşmemektedir. Bir diğer eksiğimiz ise flört ve nişanlılık dönemindeki ilgi yoğunluğunun evlilikle birlikte kaybedilmesi, ilgisizlik sorunun ortaya çıkması ve bunun yarattığı duygusal kopukluklardır.

Kadınıyla erkeğiyle eşler hayat arkadaşları nezdinde değerli ve öncelikli olduklarını görmek ve hissetmek isterler. Aslında cinsel yaşamın sağlıklı gelişmesinde de ilgi, duygusal iletişim ve karşılıklı anlayış oldukça önemli bir role sahiptir. Tek taraflı olarak hiç bir evlilik ve o evlilikteki cinsel yaşam verimli bir noktaya ulaşamaz. Bu nedenle insanların evlilik ilişkilerini aynı çocukları gibi özenle ele almaları ve gözetmeleri önemlidir. Ülkemizde genellikle evlilik gerçekleşene kadar yoğun bir ilgi dönemi yaşanır, evlilik gerçekleştikten sonra ise ilişki güvenceye alındı zannedilerek gevşeme ve bencilleşmeler başlar.

İnsanlarımızın zihnindeki duvarlar bu konuların halen sağlıklı ele alınmasında maalesef engel teşkil etmeye devam ediyor. Bu nedenle de çözülebilecek iken bir çok evlilik ilişkisinde cinsel sorunlar yaşanıyor, utanma nedeniyle bu sorunların çözümü için zamanında adım atılamıyor ve eşler arasında sağlıklı bir iş birliği kurulamıyor.

Kadın ve erkeklerin evlilik ilişkisinde bakımlı olmaları, eşlerinin zevkleri ve beklentilerini gözetmeleri, ilişkilerinin kendileri odaklı olmadığı aksine bir paylaşım olduğunun bilincinde davranmaları önemli bir gerekliliktir. Aldatmalar çoğunlukla ya duygusal iletişimdeki yetersizlikler nedeniyle ya da cinsel paylaşımdaki halledilemeyen sorunlar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bir de insanlarımızda utanma duygularının yoğunluğu nedeniyle cinsel sorunlar noktasında yardım alma yönü zayıftır ve çok gecikmeli olarak profesyonel yardıma baş vurulmaktadır. Cinsellik insanlar için aslında bir ihtiyaçtan öte insanlığın var olması ile ilgili bir konudur. Zira üreme cinsel ilişki yoluyla sağlanmaktadır ve bu konunun ayıp olmaktan çıkarılması, bilincinin normalleştirilmesi gerekir. Ama toplum olarak halen o olgun noktaya maalesef ulaşamadık.

İnsan için her doyumsuzluk bir manüplasyon riskidir. Aç kalan çalar. Cinselikte de bu böyledir. Hele de günümüzdeki kentsel yaşamda, kitle iletişim araçları bu kadar gelişmiş ve yaygınlaşmış iken duygusal ve cinsel doyumsuzluklardan sadakat üretmek veya beklemek çok gerçekçi değildir. Öyleyse iş aldatma aldatılma karmaşasına varmadan bunun önlemleri alınmalıdır. Bu da duygusal konularda çiftlerin birbirleri ile samimi bir iletişim kurması ve duygusal yönden birbirlerini beslemesiyle, cinsel yönden ise gözetmesi ve mutlu etmesiyle mümkün olabilir. Sağlıklı bir evliliğin güvencesi de uyumlu bir cinsel yaşam ve doyurucu bir duygusal iletişimdir.

İnsan sevgisiz yaşayamaz. Cinselliksiz her şeyden önce üreyemez. Bu nedenle çiftlerin duygusal ve cinsel yönden birbirlerini doyurması hem evlilik kalitelerinin yükselmesinde, hem de aldatma ve aldatılma sorunlarının yaşanmamasında belirleyici olmaktadır. Unutmamak gerekir ki evlilik ilişkisi koşulsuz bir ilişki değildir. karşılıklılık ve gönüllülük esasıyla kurulur ve karşılıklılık ve gönüllülük esasıyla yürütülür. Ayrıca evliliklerde tek yönlü mutluluk anlayışı yoktur. Paylaşılan mutluluk anlayışı ve paylaşımların yarattığı mutluluktan beslenme vardır. Eşler bu konularda ilişkilerine önem vermeli ve birbirlerini gözetmelidir.

Bu konularda aslında çiftlerin yaşadığı sorunlar çoğunlukla yeterli iş birliği kuramamaları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Gerek duygusal iletişimdeki ve gerekse cinsel yaşamdaki sorunlar aslında büyük ölçüde çözülebilir sorunlardır. Üstelik uzman yardımı alındığı zaman da paylaşılan özel tüm mahalleye ilan edilmemekte, uzmanla paylaşanın arasında kalmaktadır. Hal böyle iken işi oluruna bırakmak, sorunu çözmek yerine biriktirmek, yerinde zamanında hal çaresi aramamak sık rastladığımız sorunlar silsilesidir.

Herkes sağlıklı bir evlilik ilişkisi olsun ister. Bunu ilk adımı bireyin önce ilişkisinin sağlıklılığı için kendi atması gereken adımları doğru bir şekilde atması sonra karşısındakinden beklemesidir. Atılacak adımlar sıraya konmamalı, paylaşma isteğinin önüne evliliklerde egolar geçmemelidir.

Psk. Namık Acar

Yapılan araştırmalara göre,

Yapılan araştırmalara göre, bugün yaklaşık erkeklerin % 40’ının kadınların ise % 20’sinin evlilikleri sürerken başka bir ilişki yaşadıkları tahmin edilmektedir. Aldatmanın genel tanımı ‘ iki kişi arasındaki sözleşmeyi bozan her tür davranış’ olarak yapılmaktadır. Bu alanda çalışan Frank Pitman kitabında aldatmayı ilişkinin ihanete uğraması olarak tanımlar. Evlilik yaşantısında çocuk kaybından sonra en stresli yaşam olayı olarak belirlenen aldatmanın yıkıcı etkisi sadece eşlerden birinin evlilik dışı cinsel ilişki yaşaması yüzünden değil, temelde yalan ve gizlilik yüzünden olduğu görülmektedir. Yalan ve yalanı gizlemek ‘eşi atlatmak için girilen kasıtlı bir çaba harcamak’ yıkıcı oluyor.

Aldatmanın Aldatılan Eş Üzerindeki Psikolojik Etkilerine baktığımızda şu şekilde özetlenebilir; öfke, güven kaybı, kişisel ve cinsel güvende azalma, öz-saygının hasar görmesi, terk edilme korkusu, bunaltıcı yoğun duygular, kontrol duygusu, adalet duygusu görülmektedir. Çiftler terapiye bu sorunla geldiklerinde, çoğunlukla büyük bir duygusal kargaşa yaşadıkları görülür. Eğer, çift birlikte bu sorunu aşmaya adarsa kendini terapi hem birey için hem de çift için bir dönüm noktası olabilmektedir. Çünkü bu onlara yeni gelişmelerin, anlayışların ve bağlılığın kapısını açar. Ancak ilişkinin tekrar inşası, iki kişilik bir iştir. Buradan her iki eşin de üstüne düşen görevler vardır. Bunu aldatılan eşin tek başına gerçekleştirmesi mümkün değildir. Yeniden inşanın gerçekleşmesi büyük ölçüde evlilik dışı ilişkisi olan eşin çabası ile paraleldir.

Çift, ilişkilerinde en çok zorlandığı, problem yaşadığı alanları bir uzmanla birlikte belirleyerek bunlar için destek alıp çözümler üretmelidir. Bu problem alanları; iletişim, karar alma, problem çözme, cinsellik, maddi konular, sosyallik, aile ilişkileri olabilir.

Naisa Psikoloji

sadakatsizlikten yalnızca aldatan eş sorumludur.

Evli insanların aldatmasının birçok nedeni vardır. Evli çiftlerin %40’ından fazlası, sadakatsizlikten etkilenir. Ancak bu yüksek yüzdeye rağmen, çoğu çift aldatmanın yanlış olduğunu söyleyecektir. Kişilik bozuklukları ve çocukluk çağı travmaları gibi bireysel risk faktörlerinin yanı sıra, sosyal medya ve sınır sorunları gibi etkenler, evlilik dışı ilişki ihtimalini artırabilir. Bu yazıda aldatmayla ilgili bir dizi risk faktörüne ve bazı nedenlere göz atacağız. Ancak bu arada altını çizmek isteriz ki; hiç kimse eşinin kendini aldatmasının sorumlusu değildir. İster yardım çığlığı olsun, ister bir intikam aracı olsun… Sebebine bakılmaksızın, sadakatsizlikten yalnızca aldatan eş sorumludur.

Cinsiyete Göre Farklılıklar

Evlilik dışı ilişki yaşamak konusunda hissedilen içsel tetikleyiciler, sıklıkla cinsiyete göre farklılık göstermektedir. Erkekler sevgilerini, daha fiziksel bir şekilde ifade ederler. Bu da seks ile bağlantılı yakınlığı, ilgiyi ve sevgiyi, erkekler için daha önemli hale getirmektedir. Bu yüzden, eşleriyle cinsel tatmin yaşayamazlarsa (örneğin, eşleri sık sık cinsel ilişkiyi reddederse), kendilerini reddedilmiş hissedip içerleyebilir ve kolayca “sevilmiyor” ve “istenmiyor” hissine kapılabilirler.

Kadınlar aldattıklarında, genellikle yaşadıkları duygusal boşluğu doldurmaya çalışıyorlardır. Eşiyle olan duygusal bağlarının zayıflaması, beğenilmemek, ilgi ve şefkat eksikliği gibi konulardan şikayet eden kadınlar ve evliliklerinde yeterince takdir görmediklerini ve/veya görmezden gelindiklerini hisseden kadınlar, eşlerinde bulamadıkları duygusal yakınlığı genellikle evlilik dışı bir ilişkide ararlar. Ayrıca kadınlar evlilik dışı ilişkiyi, daha çok evliliği bitirmek için “bir geçiş yolu” olarak da görebilmektedir.

Öte yandan bu, cinsel tatminsizliğin kadınlar için de birincil tetikleyici olmadığı anlamına gelmez. Araştırmalarda, evlilik dışı ilişki yaşayan hem erkekler hem de kadınlar, eşleriyle olan cinsel yaşamlarını iyileştirmeyi umduklarını söylemektedir. Erkeklerin veya kadınların evlilik dışı bir ilişkiye girmelerinin sayısız sebebi vardır. Öte yandan, bazı risk faktörleri sadakatsizlik ihtimalini artırabilmektedir.

1.Bireysel Risk Faktörleri

Bağımlılıklar: Bireyin alkol, uyuşturucu, kumar ya da başka bir şeye bağımlı olması belirgin bir risk faktörüdür. Örneğin alkollüyken, çekingenlik azalabileceği için, ayık olduğunda aldatmayı düşünmeyen bir kişi, bu çizgiyi kolaylıkla aşabilir.

Kişilik Bozuklukları ve Psikolojik Sorunlar: Narsistik veya anti-sosyal kişilik bozukluğu gibi bazı kişilik bozukluklarına sahip bireylerin aldatma olasılığı daha yüksektir. Narsistik kişilik bozukluğu olan insanlar için evlilik dışı bir ilişki, egosal tatmin ve bir “hak” duygusu olabilir. Genellikle eşlerine empati duymazlar ve bu nedenle eylemlerinin eşleri üzerindeki etkisini de umursamazlar.

İlişkilerde bağlılıktan kaçınma, yakınlık kuramama veya güvensizlik gibi bazı bağlanma sorunları olan bireylerin de aldatma eğilimleri olabilir. Ayrıca, düşük özsaygı ve özgüvensiz kişiler, aldatmayı kendi değerini kanıtlamak için bir yolu olarak görürlerse sadakatsizlik riski doğabilir.

Psikolojik Sorunlar: Bipolar bozukluk gibi bazı zihinsel rahatsızlıklar, sadakatsizlik için risk faktörüdür.

Çocukluk Çağı Travmaları: Çocukluk çağı travma öyküsü (fiziksel, cinsel veya duygusal istismar veya ihmal gibi) olan bir kişinin, (eğer travma rehabilite edilip çözümlenmezse) sadakatsizlik eğilimi riski olabilir.

Seks Bağımlılığı: Bir eşteki seks bağımlılığı, evlilikteki fiziksel yönden tatmin olmama ihtimalini arttırır ve başkalarına ilginin kaymasına sebep olur.

2.İlişkisel Risk Faktörleri

Evliliklerde ilişki sorunları, sadakatsizlik için bir risk oluşturabilir. Bunlardan bazıları:

  • İletişim sorunları
  • Duygusal ve/veya fiziksel bağın kopması
  • Uyumsuzluk
  • Fiziksel ve/veya duygusal istismar ya da ihmal
  • Finansal zorluklar
  • Saygı eksikliği

Aldatmanın Sebepleri

Bireysel veya ilişkisel risk faktörleri olsun veya olmasın, evliliklerde sadakatsizlik için bir takım olası sebep olabilir. Aslında bu sebeplerin çoğunun altında yatan iki ana unsur vardır;

Karşılanmayan İhtiyaçlar

Ana unsurlardan ilki, karşılanmayan ihtiyaçlardır. Evliliklerde eşler, birbirinin veya biri diğerinin ihtiyaçlarını karşılama konusunda yetersiz kalabilir. Ancak böyle durumlarda, çok yaygın görülen hata, aslında bu ihtiyaçların eşler arasında ifade edilmemiş olmasıdır. Unutmayın ki, kimse zihin okuyamaz. İhtiyaçlarını ifade etmek kişinin bireysel sorumluluğudur.

Sorunların Doğrudan Ele Alınmaması

Bir diğer unsur da; evlilikte sorunların doğrudan ele alınmamasıdır. Doğrudan iletişim kurup sorunları çözmek yerine, sorunlardan kaçmak ve/veya çatışmalardan kaçınmak, evliliğe bağlılıkta çok önemli bir unsurdur.

Aldatmanın birincil nedenlerinden bazıları:

Mutsuzluk / Memnuniyetsizlik: Evliliklerde, duygusal veya cinsel açıdan memnuniyetsizlik yaygın bir sorundur. Evlilik özen gerektirir. Birbirini duygusal ve cinsel yönden beslemeyen çiftler, sonunda ayrı düşebilir.

Takdir Edilmediğini Hissetmek: Değersiz hissetmek ve ihmal edilmek, her iki cinsiyette de aldatmalara yol açabilir. Bununla birlikte, gerçek bir ihmalden ziyade eşin gerçekçi olmayan beklentilerinin olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Bağlılık Eksikliği: İlişkilerine az bağlı kişilerin, aldatma ihtimali daha yüksektir.

Rutinleşme: Evliliklerinin rutin olduğunu düşünen erkeklerin ya da kadınların, yeni heyecanlar ve tutku arayışı sebebiyle sadakatsizlik olabilir.

Bazı insanlar, eşlerinin yerine geçecek birini bulmak yerine, evlilik dışı kaçamakların evliliklerini canlandırmanın bir yolu olduğunu iddia etmektedir. Ancak belki de bu belirtilen sebepler, evliliğin normal olan olgunlaşma sürecini anlama eksikliğidir.

Yukarıda belirtilen birincil nedenlere ek olarak, evlilik dışı bir ilişkiye yol açabilecek ikincil etkenler de vardır. Bunlardan bazıları:

İnternet / Sosyal Medya: İnternet ve sosyal medya üzerinden bir ilişkiye başlamak, özellikle de duygusal bir ilişkiye girmek, birçok aldatmaya ve boşanmaya konu olmaktadır. Sanal ilişki, iki kişi yüz yüze hiç tanışmasa bile hala aldatmadır.

Pornografi: Aldatmadaki rolü küçümsenmiş olsa da pornografi, evlilik için tehlike arz eder.

Eksiklik: Bir eşin evdeki ya da ilişkideki eksikliği, iki taraf için de aldatma riski taşır. Bu eksiklikler, yalnızlık duygusuna ve/veya duygusal içerlemeye neden olabilir.

Zayıf Sınırlar: Zayıf bireysel sınırlar veya diğer insanlara koyduğumuz sınırlar, sadakatsizlik olasılığını artırabilir. Örneğin, hayır demeyi zor bulan insanlar, ilk başta istedikleri şey bu olmasa da, kendilerini bir ilişki içinde bulabilirler.

Sadakatsizlik ile Başa Çıkmak

Altta yatan nedenden bağımsız olarak, bir eş aldattığında bu durum, evliliği mahvedebilir ya da evliliğin yeniden inşasına sebep olabilir. Sonuçları, çiftin bu sorunu nasıl ele alındığına bağlı olarak değişecektir. Bazen insanlar, eşlerinin aldattığından şüphelenebilir ancak elle tutulur kanıtları yoktur. Çiftlere göre ideal yaklaşım şekli değişiklik gösterir. Ancak genellikle bu konuya en iyi yaklaşım, doğrudan sormaktır. Doğrudan sorduğunuzda, evliliğe daha fazla zarar verip vermeyeceğinizi veya eşinizin doğru cevap verip vermeyeceğinden endişeliyseniz, belirgin işaretlere bakmak da iyi bir fikir olabilir. Bazı evliliklerde aldatma, sadece bir yardım çağrısıdır. Her iki tarafın da farkında olduğu ancak çözemediği sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmalarına giden keskin yoldur. Böyle durumlarda aldatan eş, asıl sorunu gün yüzüne çıkarmak için, genellikle yakalanmaya çalışır. Öte yandan eşler, sadakatsizliği mutsuz bir evliliği sonlandırmanın bir yolu olarak da görebilir ve/veya evliliklerinden çıkış stratejisi olarak kullanabilirler.

Aldatıldıysanız…

Aldatılmış olan sizseniz, eşinizin aldatma kararını vermesinden sizin sorumlu olmadığınızı anlamanız önemlidir. Onun davranışı yüzünden siz suçlanamazsınız. Bununla birlikte, siz ve eşiniz arasındaki dinamiklerin sizi bu noktaya nasıl yönlendirdiğini keşfetmek isteyebilirsiniz. Sadakatsizliğin daha derin meselelerin bir belirtisi olduğunu kabul etmek, ilişkinizde altta yatan sorunları düzeltmek ve yakınlaşmak için çiftlere ışık tutabilir. Ayrıca, eşinin kendisini aldattığını öğrenmeye verilen en yaygın tepki, kıskançlıktır. Çözümlenmemiş kıskançlık, eşinize içerlenip öfkelenmenize ve ona kinlenmenize yol açabilir. Bir deyişe göre: “Kin, kendi içtiğin, sonra da diğer kişinin ölmesini beklediğin bir zehir gibidir.” Bu sebeplerden, aldatılan ve incinen taraf siz olsanız bile, bir profesyonelle çalışmanız, bu durumla başa çıkmanız ve toparlanmanız için size çok yardımcı olabilir.

Reasons Why Married People Cheat (Sheri Stritof, Verywell Mind)

Sadakatsizliğin üstesinden gelmek

Bazı çiftler, yaşanan sadakatsizlikten sonra evliliklerine devam edebilir ve hatta evlilikleri eskisinden daha iyi olabilir. Bazıları ise devam edemeyip evliliklerini bitirebilirler. Elbette, evliliğin devam etmesinin tavsiye edilmediği durumlar da vardır. Aldatılan sizseniz, kıskançlık ve öfkeyle baş etmeye çalışırken sağlıklı düşünmeniz oldukça zor olabilir. Eşinizin evlilik dışı ilişkisinin, niteliklerine ve neden gerçekleştiğine eşinizin bakış açısıyla bakmadan önce, kendi bakış açınızla durumu analiz etmeniz ve kendi ihtiyaçlarınıza bakmanız önemlidir. Eğer aldatan kişi sizseniz ve evliliğinizi kurtarmayı umuyorsanız atabileceğiniz birkaç adım vardır. Her şeyden önce, aldatmayı ve yalan söylemeyi hemen bırakmanız ve davranışınızın mesuliyetini almanız gereklidir. Sabırlı olmanız ve eşinize alan/zaman tanımanız önemlidir. Ancak tam sorumluluğu almazsanız (eşinizi suçlayıp davranışınızı haklı çıkarmaya çalışırsanız) evliliğinizi kurtarma şansınız düşük olacaktır.

Her iki taraf için de bu durumu aşmak, olayın nedenlerine ve her iki insanın özellikleri gibi birçok faktöre bağlıdır. Her iki eşin de, gerçekten anlamak ve ilerlemek için birbirini dinlemesi çok önemlidir. Eşinizin güdüleri, düşünceleri ve duygularının, kendinizinkiyle aynı olduğunu varsaymak hata olur. Karşılıklı affetme kapasitesi ve güçlü bağlılık duyguları, sadakatsizliğin üstesinden gelmek ve tekrar denemek için asıl anahtarlardır. Sadakatsizliğin birçok olası nedeni vardır ve evlilik karmaşıktır. Ancak doğrudan konuşup iletişim kurmak, ihtiyaçlarınızı ifade etmek, affetmek ve günbegün evliliğiniz üzerinde çalışmak, evliliğinizi korumak için en iyi sigorta planıdır.

Çeviri: Yaşantı Psikoloji

 Gereksiz bir acı 

Kötü şeyler ve olumsuz sonuçlar beklemeyi durdurmak

Patolojik endişe, gereksiz bir acı kaynağı olmasının yanında anksiyeteyi de tetikleyen bir şeydir. Bundan dolayı beyninizi sakinleşip çözümlere odaklanmak, ve kötü şeyler ve olumsuz sonuçlar beklemeyi durdurmak üzerine eğitmeyi öğrenmelisiniz. Patolojik endişe içindeki oksijen yavaş yavaş tükenen bir odaya benzer. Çıkışı olmayan bir labitentte, pencereleri olmayan bir evde hapis kalırsınız. Bu, neden geri dönemeyeceğinizi anlamadan eğimli bir yerde yürümek gibidir. Tahmin edebileceğiniz üzere, bu psikolojik durum anksiyete bozukluklarının temelinde bulunan şeydir.

O zaman, bunu neden yapıyorsunuz? İnsan beyni bu kadar rahatsız edici durumların bir parçası olmak konusunda neden bu kadar istekli? Anlamanız gereken bir şey, endişenin gerçekten de bilişsel açıdan anksiyetenin bir bileşeni olduğudur. Bu anksiyeteyi besleyip bu kadar dirençli bir hale getiren şeydir. Aynı şekilde, göz ardı etmemeniz gereken bir diğer açı daha var: endişeler de korkulardan beslenir. İnsanlar, ne olacağından emin olmadıklarında endişelenme eğilimindedir. Kendilerine bir şeyin kötü gideceğini söylediklerinde, ya da bir problemi çözmeye teşebbüs ederken neredeyse her şeyden şüphe ederler. Bunların hepsinin arkasında olan şeyin olumsuzluk olduğu çıkarımında bulunabilirsiniz. Ancak bu yanlış olur, çünkü gerçekte olumsuzluğun arkasında da korkunun gölgesi bulunur.

Endişe patolojik hale geldiğinde bir zihinsel ıstıraba dönüşür. Bu psikolojik senaryoda da ne fikirler ne de arzular gelişebilir… umuttan bahsetmiyoruz bile. Bundan dolayı, bu tip zihinsel örgüleri deaktive edebilmek için ilk önce fark etmeniz gerekir.

“Üzerinde kontrolünüz olmayan şeyler hakkında endişelenmenin hiçbir mantığı yoktur çünkü bu konularda yapabileceğiniz herhangi bir şey yoktur, ve kontrol ettiğiniz şeyler hakkında da neden endişelenesiniz ki? Endişelenme eyleminin kendisi sizi hareketsiz halde tutar.” / Wayne W. Dyer

Neden Önemsiyoruz, ve Bunun Faydası Nedir?

Endişe normal bir psikolojik süreçtir. Amacı bir problemi, ne sebep ile olursa olsun iç rahatlığınızdan çalan bir şeyi, çözmektir. Bu bilişsel, duygusal ve psikofiziksel aktivasyon normal şartlarda sizi belirsizlik ve korkuları azaltıp bu durumu çözmeye yarayan başa çıkma stratejilerini uygulamaya iter.

Dr. Freeston ve takımının çalışmasına göre endişelerinizin çoğunun iki çıkış noktası vardır: Önemsersiniz, çünkü olumsuz bir olayın gerçekleşeceğini öngörürsünüz. Örneğin; insanları hayal kırıklığına uğratmaktan, beklediğiniz şeyleri başaramamaktan, sizin için anlamlı olan bir şeyi kaybetmekten ve belirli şeyleri belirli şekillerde yapmadığınız için suçluluk hissetmekten korkarsınız. Önemsemenizin ikinci sebebi ise son derece ilginçtir. Ortalamaya vurulduğunda, belirli şeyler hakkında “çok endişelenmenin” sizi sorumlu hale getirdiğine inanmaya başlamışsınızdır. Sanki belirli şeyler üzerinde düşünmeye uzun saatler adamak bir çözüm bulmanıza ve durumlar üzerinde daha fazla kontrole sahip olmanıza yardımcı olabilecekmiş gibi endişelenirsiniz. Gerçekte durum bu değildir, çünkü aşırı endişelenmenin aslında yaptığı şey anksiyetenizi beslemektir.

Aşırı endişe, patolojik endişeden kaynaklanır. Bunlar, aynı şeyler hakkında düşünmeyi ve olumsuz sonuçlara hazırlanmayı bırakamadığınız zihinsel durumlardır. Bu; sorunu çözmekten çok büyüten ve ayrıca duygusal huzursuzluğunuzu da yoğunlaştıran bir ruminasyon türüdür. Benzer şekilde, şundan bahsetmek de önemlidir: patolojik endişe, amigdalanız ile prefrontal korteksiniz arasında gerçekleşen ilginç bir geribesleme döngüsünden doğar. Amigdala, riskleri tespit edip beyne alarm mesajları göndermek üzere tasarlanmış bir bölgedir. Bu sinyal son derece spesifik duygusal durumlara dönüşen bir sinyaldir: korku ve acı. Bu durumlar var olduğunda da prefrontal korteksiniz mantıklı bir şekilde düşünemez ve endişelerinize refleksif bir şekilde daha doğru cevaplar veremez. Peki bu durumda ne yapabilirsiniz? Beyninizi besleyen patolojik endişe ve olumsuz enerjiyi azaltmanın bir yolu konuşmaktır. Sözlü stratejiler, sıkıntıyı azaltmak için duygusal boşalma mekanizmaları olarak çalışır.

Bundan dolayı; nasıl dinleyeceğini, anlayacağını ve yakın olacağını bilen biri ile bir diyalog sürdürün. Diğer insanlar ile konuştuğunuzda irrasyonel fikirlerinizi ve acınızı besleyen herhangi bir şeyi fark edebilir olacaksınız.

İkinci adım sakinleşmektir; çünkü bu şekilde duygularınızın dengelenmesi, zihninizin nefes alması ve fikirlerinizin akması daha kolaydır. Böylece ıstırap gücünü kaybedecektir. Bu içsel duruma ulaşmak için kullanabileceğiniz rahatlamak, yürüyüşe çıkmak, ve farkındalık stratejileri kullanmak gibi teknikler vardır. Üçüncü adım probleme takılmayı bırakıp çözümlere odaklanmaktır. Bu duruma nasıl geldiğiniz önemli değildir. Dolayısıyla, yapmanız gereken son şey neyin olup olamayacağını tahmin etmeye çalışmaktır. Elzem olan şey problemi objektif bir şekilde tanımlamak ve bununla başa çıkma stratejileri üzerine düşünmektir.

Üçüncü adım probleme takılmayı bırakıp çözümlere odaklanmaktır. Bu duruma nasıl geldiğiniz önemli değildir. Dolayısıyla, yapmanız gereken son şey neyin olup olamayacağını tahmin etmeye çalışmaktır. Elzem olan şey problemi objektif bir şekilde tanımlamak ve bununla başa çıkma stratejileri üzerine düşünmektir. Sonuç olarak, bir şeyi vurgulamak önemlidir: sürekli bir şekilde bir patolojik endişe durumuna maruz kaldığınızda bir profesyonele danışmalısınız. Değişmenize ve refahınızı arttırmanıza yardımcı olabilecek birçok etkili terapi vardır.

Giovanni Marradi – The Flower Smell Collection

Boşanma

Beraberinde bir takım sancılar getireceği de muhakkaktır.

Evlilik bekarlığın çok dışında bir yaşamdır. Farklı bir anlayışla yaşanır ve her yaşam biçiminde olduğu gibi evlilik tipi yaşam biçiminde de o yaşamı bir süre yaşayanlarda o yaşam tarzına alışma söz konusu olur. Nasıl bekarlıktan evliliğe geçiş bir yaşamsal değişim ise evlilikten boşanarak tekrar bekarlığa geçiş de aynı şekilde alışkanlıkları yenilemek gereken bir yaşamsal değişim sürecidir. Beraberinde bir takım sancılar getireceği de muhakkaktır.

Evli çiftlerin müşterek yaşamlarını sürdüremedikleri takdirde tek yanlı veya birlikte karar alarak gerçekleştirdikleri evliliklerini noktalama işlemine “boşanma” diyoruz. Boşanma erkekler için de kadınlar için de içerisinde travmalar barındıran sıkıntılı bir süreçtir. Çünkü insanoğlu alışan bir varlıktır, alışkanlıklarından da vazgeçmede zorluklar yaşarlar. Evliliklerin bazıları pek mutlu yürümese de o evliliği yaşayan insanlarda evlilik tip yaşama karşı bir alışkanlık oluşturur. Boşanma bu alışkanlıkların tasfiye edilmesi ve yerine yeni bir yaşam biçiminin oturtulmasını gerektiren zorlukları beraberinde getirmektedir. Ayrıca boşanmaların yaşattığı psikolojik travmanın boşanan çiftin çocuklu veya çocuksuz olmasıyla da ilişkisi vardır. Nitekim çocuklu çiftlerin boşanmaları daha bir sıkıntılı oluyor, çiftlerin yanında aile parçalanması yaşayan çocuklarda da bazı psikolojik travmaların ortaya çıkmasına neden oluyor.

Ülkemizde boşanmaların bir çok sebebe dayalı olarak ortaya çıktığı bir gerçek. Ama bunların ağır basanları uyumsuzluk ve çatışma, çözüm becerisinin eksikliği, paylaşamama ve iletişim kuramama, cinsel uyumsuzluklar, aile etkileri ve evliliği yaşayan insanların egoları oluyor. Evlilik normalde yaşamı paylaşmaya dayalı olduğundan aslında birey odaklı olmayan ve çift odaklı yaşanması gereken bir ilişki, bir yaşama biçimidir. Bu yaşama biçimini seçenlerin aslında daha evliliğin başından itibaren bu yaşam tarzının bir insanın bir insana hakim olması, onu yönetmesi ve o ilişkiye egemen olmasına dayalı yürüyemeyeceğini bilmesi gerekir. Çünkü kimse evleneyim derken kendisini bir başka insanın esareti altına aldırmaz, sevse bile buna sonuna kadar katlanamaz.

Boşanma biraz da çiftlerin mevcut problemlerini çözme iradesi göstermemesinden, kendisinde kusur aramasından, hep karşısındakini suçlayarak üste çıkmaya çalışmasından kaynaklanan çözümsüzlük birikiminin pik yapması sonrası yaşanmaktadır. Kolay kolay hiç bir çift boşanma noktasına gelmez. Mutlaka o ilişkinin boşanma aşamasına gelmesine kadarki süreçte oluşmuş bir sorunlar birikimi, bir çözüm bulamama birikimi ve bunların yarattığı bir sevgi kaybı süreci ve umudun yitirilmesi yaşanmaktadır.

Bir diğer önemli konu boşanmaya çiftin birlikte karar verip vermediğidir. Kaldı ki bütün boşanmalar her iki tarafın ortak kararıyla olmuyor. Bazen bir taraf aldığı boşanma kararını karşı tarafa dayatabiliyor. Çocuklu ailelerde çocukların ne olacağı, kimde kalacağı da ayrı bir sorun kaynağıdır. Tabiatıyla boşanma süreçleri ilişkideki her taraf ama özellikle kadınlar ve çocuklar açısından oldukça zorlu süreçlerdir. Toplumda da niye oldu, paylaşamadığınız ne vardı saygısız meraklar insanlar için ayrı yıpranma potansiyeli taşımaktadır.

Boşanma süreçlerini biz uzmanlar boşanma öncesi, boşanma esnası ve boşanma sonrası olmak üzere üç aşamada ele alırız. Boşanma öncesi genellikle güven ilişkisinin çöktüğü, sevginin tükendiği, çatışmanın yoğunlaştığı ve psikolojik yorgunluğun belirginleştiği bir dönem olarak yaşanmaktadır. Boşanma esnasının bizim ülkemizde en yaygın yaşanan sorunu haklı çıkma sevdasıdır. Genelde insanlar kendi hatalarıyla yüzleşmek yerine karşı tarafın hatalarına odaklanarak bu evrede aşırı savunma mekanizması kullanır ve bencilleşirler. Boşanma sonrası ise bir yandan aileye, öbür yandan topluma laf anlatma zorluklarıyla birlikte yeni bir yaşam kurmanın belirsizlikleri ve zorluklarıyla iç içe yaşanmaktadır. Yaşayanları da psikolojikman çok yıpratmakta ve zorlamaktadır.

Tüm bunlar yanında çekişmeli boşanmalar gerilimli, tartışmalı, hakaretli geçen süreçler olduğundan daha da bir sıkıntılı yaşanabilmektedir. Düne kadar aynı evi hatta aynı yatağı paylaşan insanların onca paylaştıklarını ve bu paylaşımlarının hatırını böylesine çabuk göz ardı etmeleri ayrı bir dikkat çekicilik taşımaktadır. Bu nedenle boşanma süreçleri ülkemizde genelde yoğun sıkıntılı bir süreç olarak yaşanır ve insanların psikolojik dünyasında ciddi yorulma ve problemlerin oluşmasına yol açar.

Bu dönemi yaşayan insanların yaşadığı psikolojik zorlanmalar onlarda boşanma sendromu, depresyon, kaygı bozukluğu, duygu durum bozukluğu gibi bazı psikolojik sorunların ortaya çımasına sıklıkla yol açabiliyor. Bu aslında üzerinde dikkatle durulması gereken bir durumdur. Çünkü boşanma sonrası insanların yeni bir hayata intibak etmeleri, bunu sağlayacak psikolojik gücü kendilerinde bulmaları ve çöküntüye uğramamaları son derecede önemlidir. Bu nedenle insanlar önce şunun farkında olmalıdır: Hiç bir ilişki hatta hayattaki hiç bir şey insanlara garanti belgesiyle sunulmaz. Bir yola çıkıldı mı o yolun varabileceği tüm sonuçlar aslında daha yolun başında olabilecek, yaşanabilecek seçenekler arasındadır.

Gönül her ne kadar her şeyin olabilecek en iyi şekilde yol almasını istese de bazen bu gerçekleşmeyebilir ve istenmeyen sonuçlar da gündeme gelebilir.kaldı ki evlilik bir başka insanla yaşamsal bir ortaklıktır. Neyin ne kadar,nasıl ve ne şekilde paylaşılabileceği aslında yaşanmadan ortaya çıkmayacaktır.Ama bizim insanlarımızda evlilik öylesine kutsanır ve üst seviye beklenti ve koşullanmalarla kurulur ki ortaya çıkabilecek olumsuzluklar hiç bir zaman hesaba katılmamıştır. şartlanma bu kadar pozitif olup yaşananlar da aksine negatif geliştiğinde ise insanlarda bir kabulenme ve hazmetme zorluğu ortaya çıkacağı aşikardır. Yaşananların merkezinde biraz da bu olasılıkların olumsuzlarına hiç kendini hazırlamama yatmaktadır.

Biz aslında ne kavuşmayı ne de ayrılmayı bilen bir toplum değiliz. Kadın ve erkeklerin birbirlerine ulaşırken kaybetmeme uğruna kullandıkları maskeler sağlıklı bir şekilde kavuşamamayı, eğitimli insanlar olsalar dahi ilişkileri yürümeyince medenice ayrılmayı beceremeyişleri ayrılmayı bilmediğimizi netçe ortaya koymaktadır. Hele şu haklı çıkma sevdası bitmiş bir ilişkide bile insanların yakasını bırakmamakta ve ilişkinin daha sorunlu nihayetlenmesine yol açmaktadır. Boşanma süreçleri içlerinde belirsizlikler de barındıran bir süreçtir ve belirsizlik insanlar açısından son derece sıkıntılı hatta yıpratıcıdır. Bundan sonrası ne olacak, neler yaşayacağım, nelerle karşılaşacağım sorularının karşılığı yoktur ve belirsizdir. Ülkemizde bu süreci kadınlar kültürümüz nedeniyle erkeklere oranla daha sıkıntılı ve buhranlı yaşarlar. Çünkü bir hanım açısından evlendikten sonra boşanıp aile evine dönmek pek kolay bir süreç değildir. Ayrıca her ailede boşanmayı saygıyla karşılama, evladına sahip çıkma duyarlılığı da yoktur. kaldı ki toplumumuzda boşanmış kadınlara olan bakış açısı da son derece saygısız ve anlayışsızdır.

Apar topar boşanma kararı vermek elbette doğru değildir. Önce çiftler kendi aralarında bir çözüm bulmaya çalışmalı ve sorunlarını çözebilmek için çaba sarfetmelidir. Olmadı bir evlilik terapistinden yardım alınmalıdır. O şekilde de çözülmezse o ilişkinin yürütülmesi için asgari şartların ortadan kalktığı düşünülmeli ve daha fazla da ayak direnmemelidir. Boşanma esnası ve sonrasında eğer psikolojik zorlanmalar ortaya çıkıyorsa o sürecin bir psikologtan yardım alınarak yönetilmesi hem hata yapma hem de psikolojik tükenmeye uğrama risklerinin ortadan kaldırılması için önemlidir.

Uzm. PskNamık Acar 

arbeits welt

Mutlu olmadığınızı bilmenin duygusu nedir?

Şu anda çalıştığınız işe girmek için heyecanlandığınız anı hatırlıyor musunuz? Ama şimdi, değişim ve başarı heyecanı yıprandı ve kendinizi işyerinde genel bir mutsuzluk durumunda buluyorsunuz. Neden mi işte mutsuzsunuz? Bunun birçok nedeni vardır. Başkaları veya kontrolünüz dışındaki şeyleri suçlamak kolaydır. Mazeretlerinizin altında yatan gerçek sebep nedir? Sadece mutlu olmadığınızı bilmenin duygusu nedir? Ve neden işi bırakmıyorsunuz? Bu her zaman işe yarar, değil mi? İşinizden hoşlanmıyorsunuz, işi bırakıp başka bir tane buluyorsunuz. Ama birkaç işten sonra, sorunun iş olmadığını görüyorsunuz, rüyalarınızı süsleyen hangi işi alırsanız alın, aynı noktaya geri dönüyorsunuz. Mutsuzluk.

Herkes patronlarını sevmez,

Patronun, kaderine karar veren bir yeteneksiz. Herkes patronlarını sevmez, hepimiz beceriksiz olmayan mükemmel patron hayal ederiz. Ama kimse mükemmel değil, hayalinizdeki patron bile… Patronunuz çalışma ortamınızı kontrol eder, işi organize eder, iş rolünüzü tanımlar ve destek ağınızdır. Bir sorunla karşılaşırsanız ona sorarsınız. Patronunuzla ilgili bir sorununuz varsa, sorumluluk alma ve onunla ilgili bir şeyler yapma zamanı geldi demektir. Patronunuzun davranışından siz sorumlusunuz ve ilerlemenizdeki reaksiyonlarınızı, eylemlerinizi ve tutumunuzu kontrol edebilirsiniz.

Her gün patronunuzdan nefret etmeyi taahhüt ederek ofise girerseniz, büyümeye veya çitleri kırmaya alan bulamazsınız. Bu işi yapmanın bir yolunu bulmaya karar vermelisiniz, işte mutluluğunuzu kontrol etmenize yardımcı olmak için yapabileceğiniz 3 şey:

  • Sorunlarınızı patronunuzla tartışın ve her ikinizin birlikte çalışabileceği bir yol bulun. Birlikte çalışın ve birbirinizi rahatsız etmemeniz için bir plan oluşturun.
  • Onlarla iletişim becerilerinizi geliştirin. Hepimiz farklı şekillerde iletişim kurarız, göz göze bakmanın bir yolunu bulmanız gerekir. Nasıl iletişim kurduklarını öğrenin ve bu şekilde iletişim kurmayı öğrenin, böylece size daha iyi yanıt verecekler, çünkü duyulduklarını ve anlaşıldıklarını hissedecekler.
  • Adım atın. Patronunuzla akıl yürütemezseniz ve sizin düşünceleriniz kapatmaya devam ederse, etraflarında çalışmanın bir yolunu bulun, böylece onlara güvenmek zorunda kalmazsınız. Daha fazla sorumluluk alın.

Sevmediğimiz bir çok iş arkadaşlarımız var. Bizi hayal bile edemeyeceğimiz şekilde duvara doğru sürüyorlar. Mutluluğunuz ortamınıza bağlıdır ve haftanızın 40 saatini sizi mutlu etmeyen bir ortamda geçirirseniz, mutsuz olursunuz. İş arkadaşları bunun için büyük bir rol oynar, sosyal yaratıklar olarak sosyal etkileşime ihtiyaç duyarız ve iş arkadaşlarımızla yakınlaşarak sosyalleşmeye zorlanırız. Kendimizi iyi hissettirmeyen negatif insanlarla çevriliysek, mutsuzluk ve özgüvende bir düşüş olur. Bununla ilgili ne yapabiliriz? Sinir bozucu iş arkadaşlarıyla uğraşırken 2 seçeneğimiz var:

Onlar hakkındaki tutumunuzu değiştirin.İş arkadaşlarınızın sizi rahatsız eden şeylerin sadece kendi iç kararınızın yansımaları olduğunu anlayın. Örneğin, muhasebeden Ayşe çok fazla beyaz yalan söyler ve bu sizi çıldırtır. Bu, kontrol edebileceğiniz bir şey değil, yalan söyleme deneyimlerinizle ilgili bir sorundur. Eylemlerini (beyaz yalanlar) kontrol edemezsiniz, ancak reaksiyonlarınızı kontrol edebilirsiniz (çok belirgin göz yuvarlamanız ve yorumunuz). Onlara olumsuz cevap vermek yerine, anlatımı daha olumlu bir karara dönüştürün ve olumsuz olanı serbest bırakın. Kim olduğunu düşündüğünüzü tekrar yazın ve resmin diğer tarafını görün. Ayşe küçük beyaz bir yalan söylediğinde, başkasına daha iyi hissettirmek için nasıl yaptığını düşünün, kendine inanmasa bile, şefkatli ve iyiye odaklanın.

Onlardan kaçının. Bazı insanlar uyumsuzdur ve yardım edilemez. Eğer onları oldukları gibi kabul edemezseniz, ne pahasına olursa olsun onlardan kaçının. Bu kadar acı ve strese neden oluyorsa, etraflarında olmamanın bir yolunu bulun.

Yaptığınız İşe İnanmıyorsunuz

Bu, bir iş rolünden mutsuz olmanızın temel nedenlerinden biridir. İş rolünüz temel değerlerinizle uyuşmuyorsa, sefil olacaksınız. İnsanlara yardım etmeye değer veriyorsanız ve program kodlamasında çalışıyorsanız, değer problemi çözen birinin aksine mutlu olmak için mücadele edeceksiniz. Değerleriniz işinizle uyuşmuyorsa işinizin tadını çıkarmak imkansız değildir. Program kodlaması yaparak, iş arkadaşlarınız ya da projenizi kullanacak insanlar olsun, birisine yardım edersiniz. Perspektifinizi her zaman çevirebilirsiniz. Temel değerlerinizin ne olduğunu öğrenin ve sizi işinizi yapmaya yönlendiren motivasyonu değiştirerek iş rolünüze uymaları için bir yol bulun. Örneğin, insanlara yardım etmek veya problem çözmek gibi… Ve eğer yapamazsanız, belki de her zaman gizlice, derinden yapmak istediğiniz bir işte kariyer değişikliğini düşünmenin zamanı gelmiştir.

Aşırı Çalışıyorsunuz

Bir noktada, çatlarsınız, baskı ve stres fazla gelir; özellikle de kişisel hayatınızı bu artan iş yükünün üstesinden gelmeye çalışmak için feda ettiğinizde… Aşırı çalışıyorsanız, tükenmişliğin üstesinden gelmek için şunları yapmanız gerekir:

  • Gereksiz yere yardım etmeyi bırakın , en azından çalıştığınızı hissedene kadar. Hayati önem taşıyan hiçbir şeye hayır demeye başlayın.
  • İş yükünüzü otomatikleştirmenin veya azaltmanın bir yolunu bulun. Yetki verin, yeni personel alın, iş rolünüzün parçalarını otomatikleştirmek için programlara katılın.
  • Zihinsel sağlığınızı takip edin, süreciniz ne olursa olsun, kontrol altında tutmak için gerekli şeyleri yaptığınızdan emin olun (veya bir süreç bulun ve uygulayın).
  • Sınırları belirle. İş, hayatınız olmamalı, eğer 6’da saatinizi kapattığınızı söylüyorsanız, 6’da durursunuz. Sert sınırlar belirleyin çünkü teknolojik olarak ilerleyen bu modern dünya onları zorlayacaktır. İşinizi bitirdiğinizde, e-postalarınızı kontrol etmeyin.

İşyerinde Gerçekten Beklenmedik Hissediyorsunuz

İnsanlardaki temel itici unsurlardan biri, tanınma ve onaylanma ihtiyacıdır ve eğer olmazsa, mutsuz hissedersiniz. İş arkadaşlarınızdan ve patronlardan takdir almaya çalışabilirsiniz. Ancak bu asla göründüğü kadar tatmin edici değildir ve alınan doğrulama yeterince orijinal değildir, içi boş ve boş hissettirir.

Ofiste görmek istediğiniz değişiklik olun. Herkese takdir edildiğini göstermek için bir inisiyatif oluşturun, bahse girerim ki ofisinizin yarısı eşi görülmemiş hissediyor. Takdir ve şükran kültürüne başlayın, insanlara teşekkür etmeye ve sıkı çalışmalarını fark etmeye başlayın. Başkasının takdirini hissetmek için kendi yolunuzdan çıkın, ne kadar çok yaparsanız, ortamınız o kadar iyi olur. Her şeyde, Beklenti Tezahür’e eşittir. Herkese minnettar davranır. Çaba gösterirseniz, kesinlikle sizi takdir etmek için de çaba göstereceklerdir. Birisi bu zinciri başlatmalı, neden sen olmayasın?

Tüm bu sorunlar, işinizi bırakıp daha mutlu bir alan bularak da çözülebilir. Bazen işiniz berbat, patronunuz memnuniyetsiz, ne kadar olumlu olursanız olun takdir edilmezsiniz ve insanlar olumsuzdur. Maaşı da düşüktür. Bu durumda işinizi bırakıp, yeni iş ilanları bakmaya başlamalısınız.

İşinizden Nefret Ediyorsunuz Ama Bırakamıyorsanız Ne Yapmalısınız?

İş rolünüzden mutsuz olmak ve işinizden nefret etmek arasında bir fark vardır, bu da bırakmak istediğinizde çok daha zorlaşır. Herkes istediği zaman işini bırakamaz, hatta bazı tasarruflar gizlenmiş olsa bile, ödeyecek faturalarınız, sürdürülecek bir sosyal hayatınız (işten arta kalan!) ve size güvenen insanlar vardır. Ama işinizden nefret ediyorsunuz, sabah uyanıyorsunuz ve alternatif bir zaman çizelgesinde başka biri olarak uyanabilmeyi diliyorsunuz. İşte işinizden gerçekten nefret ettiğinizde ve bırakamadığınızda yapılacak en iyi 3 şey.

  1. İşletme içindeki departmanları veya iş rollerini değiştirin. Alışveriş yapın, size daha uygun veya gerçekten daha ilginç bulacağınız başka bir görev tanımı olup olmadığını araştırın.
  2. Tutumunu değiştir. Tutum realitenizi kontrol eder, uyanırsanız ve işten nefret ettiğinize karar verirseniz, iyi bir gün geçiremezsiniz. Zihniyetinizi negatiften minnettarlığa değiştirin. İşiniz için minnettar olduğunuz tüm nedenlerin bir listesini yapın, biraz zaman alabilir, ancak minnettar olduğunuz ne kadar çok şey bulursanız, o kadar kolay olacaktır.
  3. Diğer işler için başvurun , hali hazırda başka bir sağlam iş teklifiniz varsa işinizi bırakmanızı engelleyen hiçbir şey yoktur.

Hiçbir para akıl sağlığınız için mücadeleye değmez.

Mutluluğun tamamen sizin kontrolünüzde olduğunu unutmayın. Dışsal etkileri nasıl ele alacağınız, sizi aşağıya çekmesi, değersiz hissettirerek mutluluğunuza zarar vermeye çalışıyor olması tamamen size kalmış… İçinde bulunduğunuz ortamı, karşılaştığınız tavrı ve ne düşündüğünüzü kontrol edebilirsiniz. İşleri başka bir şekilde görmeyi öğrenmek için çaba gösterin çünkü bırakıp daha mutlu bir işte gitseniz bile, her şey her zaman “mükemmel” olmayacaktır.

Berrin Öz

Çalışma Ortamınızda Mutsuz musunuz?

Yaşamda sürekliliğimizi sağlayan, hayatımıza anlam katan bir alandır iş hayatı. Zamanımızın büyük çoğunluğu çalışarak geçer. Çalıştığımız mekân ise isteyerek veya istemeyerek içinde bulunduğumuz bir sosyal alandır. Çalışma alanı sadece maddi doyum sağlamaz; statü ve özgüven oluşturur,  becerilerimize, kişiliğimize ve farkındalığımıza katkı sağlar, kimlik duygusu geliştirir. 

Birey olarak bizim iş yerine katkımız ise sadece bedensel ya da zihinsel değildir. Eğitim durumumuz, iş deneyimimiz, yetkinlik ve bilgi birikimimiz iş bulmamızda öncelikli olsa da, iş yerine getirdiğimiz kişilik yapısı, değerlerimiz, sosyal becerilerimiz o iş yerinde ne kadar kalıcı ve mutlu olacağımızla ilişkilidir.

İşyerinde uyumlu, pozitif, sorumluluk bilinci olan, paylaşımcı, dikkatli, planlı, güvenilir, iletişim becerileri güçlü, çalışma arkadaşlarını motive edebilen bireylerle çalışmak o işyerindeki etkinliği, verimliliği, performansı önemli ölçüde etkiler. Ancak duygusal tutarsızlık, işbirliği ve paylaşımı sevmeme, bencillik, karamsar ve sürekli negatif bir kişiliğe sahip olma, dedikodu yapma, hem bireyin kendisini hem de diğer çalışma arkadaşlarını ve iş ortamını olumsuz etkiler. 

Eğer iş ortamınızda mutlu olmadığınızı düşünüyorsanız aşağıdakilerden hangilerinin sizi rahatsız ettiğini düşünün ve gerekirse uzman desteği almayı lütfen ihmal etmeyin. Daha mutlu ve huzurlu bir iş ortamı için sorunlarımızın adını koymak, sonrasında ise çözüme odaklanmak gerekir. 

• İş arkadaşlarımızla olumlu ilişkiler kuramamak
• Yeterince faydalı ve üretken olmadığını düşünmek
• Kendimizi çalıştığımız ortama veya kuruma ait hissetmemek
• Çalışma ortamında kendini değersiz ve pasif hissetmek
• Becerilerinizin ve yaratıcılığınızın iş ortamında görülmediğini veya takdir edilmediğini düşünmek
• Onaylanmamak
• İşletmenin amaç ve hedeflerine ulaşamayacağına inanmak
• Üstlerine veya astlarına karşı güvensizlik
• Hakkını alamadığını düşünmek
• Müşterilerle etkin ilişkiler ve iletişim kuramamak
• Diğer çalışanların kayırıldığına inanmak
• Yorgunluk, tükenmişlik
• İşe istemeyerek gitme
• Çalışanlarla bilgi alışverişinin, her türlü paylaşımın ve iletişim ağının zayıf olması

Uzman Psikolog/Pedagog Bahar Erden

Başarılı olmak için 

Her çalışan, başarılı olmak için işini sevmesi gerektiğini bilir ve sevdiği bir işte çalışmak için çaba harcar. İş ararken sevdiği işleri ve bu tür işlerin bulunduğunu düşündüğü işletmeleri tercih eder. Eğer sevmediği bir işte çalışmak zorunda kalırsa bunu geçici bir süre için yaptığını düşünür, kendini işine adamaz ve kendince sevebileceği bir işi buluncaya kadar arayışlarını sürdürür. Çoğu insan; sıklıkla iş değiştirmesini, çalıştığı hemen her işte mutsuz olmasını ve istenen performansı bir türlü gösterememesini sevmediği işlerde çalışmak zorunda kalmasıyla açıklamaktadır.

İşiniz her zaman eğlenceli bir oyun olmayacak. Bir süre sonra ödüllendirici hale gelmediğinde, mutsuz hissedeceksiniz. İnsanlar ödüller ve eğlence konusunda gelişmiştir ve rekabete bayılırız. Çalışma ortamınızı eğlenceli ve ödüllendirici hale getirerek, işe gitmenin tadını çıkarmaya başlayacaksınız. İşinizi nasıl daha eğlenceli ve ödüllendirici hale getirebilirsiniz? Oynamak için kendinize oyunlar oluşturmayı deneyebilirsiniz iş arkadaşlarınızla dostça yarışmalar (isterseniz)!

İşleri yaşam amaçlarını gerçekleştirmek için bir araç olarak gören ve bu amaçlara ulaştıracak her ortamı ve olanağı değerli gören insanlar işlerinde kısa dönemli kazançların hesabını yapmazlar. Bir hesap, bir çıkar uğruna sevmek sevgiden çok bir ticari işlemdir, bir alışveriştir. Çalışma hayatında işlerini çok sevdiklerini söyleyen kişilerin çoğu gerçekte işi değil, parasal getirisini önemsemektedirler. Bu kişiler hesaplarına gelmediğinde işlerini çok kolay terk etmektedirler.

Bazıları, belki birilerine hoş görünmek, işe alınmak ya da yükseltilmek için işlerini çok sevdiklerini söylerler. Bunu bazen o kadar çok söylerler ki sonuçta kendileri de inanırlar. Bazıları da işlerini başkaları sevdiği ve kendisine de sevmesi gerektiğini söyledikleri için severler. Bu kişiler adeta başkalarının sevgisini ödünç alırlar. Başkalarının ilgisini ve sevgisini kazanmak ya da onların desteğini almak için işlerini çok sevdiklerini söylerler ya da sever gibi yaparlar. Sevmek insanın istemesi, karar vermesi ve kararlılık göstermesiyle geliştirilebilen bir duygudur. Bu duygu, başkasının istemesi ve karar vermesiyle ortaya çıkıyorsa son derece yüzeysel ve yapmacık bir sevgi olacaktır.

Bir insanın performansı şüphesiz o işle ilgili bilgi ve beceri sahibi olmasına, ne yapacağını bilmesine ve bu bildiğini uygulayabilmesine bağlıdır. Ancak bunlardan daha önemlisi, kişinin performansı işiyle ilgili olumlu tutum içinde olmasına, heves ve heyecan duymasına, kısaca işini sevmesine bağlı bulunmaktadır. İşini sevmeyen bir insan bildiğini ve yapabildiğini işine yansıtamayacak ve sonuçta başarılı olamayacaktır. İşini sevme konusunda ilginç olan bir durum çoğu insanın işini sevmenin gerçekte ne anlama geldiğini bilmediğidir. İşini sevmeyi, işten hoşlanmak, işyerinde iyi vakit geçirmek, keyif almak ve huzurlu olmak olarak düşünen çok kişi bulunmaktadır.

İşini sevmek işkolik olma anlamına gelmez. İşini ne için yaptığını, yaşamına ne tür değerler kattığını ve başkalarına ne tür faydalar yarattığını bilen insanlar bunu sağlıklı ve sürekli bir şekilde yapabilmek için işkolik olmamaları gerektiğini bilirler. İşkolikler, işlerini çok sevdikleri için değil doğru ve akıllı çalışmayı bilmedikleri için bu şekilde çalışırlar. İşini seven insanlar, kendilerini anlayan, yardımcı olan ve kendileri de işlerini severek yapan diğer insanları severler. Böyle bir ortamdaki sevgi, iş yaşamına anlam kazandıran, onu zenginleştiren, çalışmayı değerli ve anlamlı bir uğraşa dönüştüren ortak bir duygu yaratır. Bu duygu, iş tatminini ve performansı bir başka yaklaşımla ya da yöntemle sağlanabilecek düzeyden çok daha fazla yükseltir.

İşini gerçekten sevmek cesaret göstermeyi ve gerektiğinde mücadele etmeyi gerektirir. Zora gelemeyen, sıkıntıya girmek istemeyen, işi için zaman ve enerji harcamayı göze alamayan, risklere ve belirsizliklere katlanamayan ve gerektiğinde özveride bulunmayan insanlar sevdiklerini söyledikleri işlerini gerçekte sevmemektedirler. İşini gerçekten sevenler onun için hobilerine ve ailelerine ayırmaları gereken zamandan da vazgeçebilirler. Sağlıklarını bile bazen ikinci planda tutabilirler. Kişisel zevklerini ve gururlarını işlerinden daha önde görmezler. İşlerini; fiziksel, zihinsel ve duygusal bütünlük içinde severler. İşlerini yaparken fiziksel olarak daha canlı, zihinsel olarak daha berrak ve kıvrak ve duygusal olarak da daha doygun olurlar. İşlerinde bedensel yorgunluk, zihinsel durgunluk ya da duygusal bunalım yaşamazlar.

İsmet Barutcugil

Bazı insanlar

davranış değişikliği

UTANGAÇLIK BİR HASTALIK MIDIR?

Son yıllarda merak edilen konulardan birisi utangaçlığın bir hastalık olup olmadığı; utangaçlığın sosyal kaygı veya sosyal fobiyle aynı şekilde değerlendirilip değerlendirilmeyeceği. Bu konuda yapılan araştırmalara bakarak denilebilir ki aslında utangaçlık bir kişilik özelliği olarak görülmektedir ve doğuştan getirdiğimiz bazı eğilimlerle bazılarımız utangaçlığa yatkın olabilmekteyiz. Bu nedenle utangaçlığın bir pataloji olmadığını söyleyebiliriz. Öte yandan utangaçlık yaşayan kişiler çoğu zaman sosyal ortamlarda kaygı duyduğu için utangaçlığın sosyal kaygı olarak da değerlendirildiği göze çarpıyor. Bu noktada aslında iki kavramı aynı kefeye koymaktansa utangaçlığa sosyal ortamlarda kaygının eşlik ettiğini söylemek daha doğru olacaktır.

Yapılan araştırmalara göre utangaçlık yasayan bir kişi, çoğu zaman sosyal ortamlara girdiginde rahatsız olabiliyor, vücudu terleme, kızarma gibi fiziksel tepkiler verebiliyor, bu kaygıyı azaltmak için o ortamdan uzaklaşma veya o ortama hiç katılmama yolunu seçebiliyor. Bunun yanında utangaçlığın olumlu yönlerinin olduğu da biliniyor. Örneğin utanma duygusu kişinin sosyal normlara uygun davranmak için bir araç niteliği görebiliyor. Bunun yanında alçakgönüllülük de bu kişilerin özellikleri arasında gösteriliyor. Dolayısıyla utangaçlığı kişiye özgü bir özellik olarak görmekte, ancak getirdiği kaygı yoğun olduğunda bundan haberdar olup bu konuda bazı becerileri geliştirmek ve kaygıyı azaltmaya yönelik çalışmalar yapmak faydalı olabilir. 

Yaşanan duygular ve kaçınma davranışları kişinin günlük yaşamını, performansını ve ilişkilerini olumsuz etkileyecek düzeye geldiğinde bunu önlemeye çalışmak için bir uzmandan yardım alınmasında fayda vardır. Uzman bu noktada önce kişinin yaşadığı sıkıntının nedenlerini ve türünü anlamaya çalışır, onun için en uygun müdahale planını çıkarır. Bazı insanlar çeşitli düşünce şekillerini değiştirmeye çalışarak, bazıları sosyal beceriler konusunda kendini geliştirerek, diğerleri ise daha fazla davranış değişikliği yaparak sorunlarının üstesinden gelebilir.

ERGENLİKTE DEPRESYON

Bilindiği gibi depresyon günümüzdeki en önemli ruhsal sorunlardan birisi. Dünyada çok fazla sayıda insanı etkileyen depresyon, ergenlik döneminde de yaygın olarak görülüyor. Ergenin mutsuzluk hali, bir şey yapmak istememesi, içine kapanması, yorgunluk hissi, yeme düzenindeki değişiklikler, motivasyon eksikliği, kendine karşı olumsuz duygular hissetmesi, yetersizlik hissi gibi pek çok şekilde kendini gösterebilen depresyon, uygun şekilde tedavi edilmediğinde yetişkinlikte de devam edebiliyor ve başka ruhsal sorunlara yol açabiliyor. Ancak burada kısa süreli üzüntü, içe kapanma, yalnızlık veya isteksizlik gibi durumları, depresif durumlardan ayırmak önemlidir. Bu nedenle ergenin gerçekten bir depresyon sorunu olup olmadığını anlamaya çalışmak, atılması gereken ilk adımdır.

Ergenin, yaşadıklarını kendi başına halledememesi ve duygu durumunun uzun sürmesi, bir uzmanın yardımına ihtiyacı olduğuna dair bilgi verebilir. Bu dönemde ona anlayış göstermek ve baskı kurarak ekstra stres faktörleri yüklememek önemlidir. Uzman, ergenin yaşantısını en iyi şekilde anlamaya çalışarak onun için uygun müdahale programını çıkartacaktır. Genelde depresyon tedavisinde psikoterapi ve gerekirse bir psikiyatristin önerisi doğrultusunda ilaç desteği kullanılmaktadır. Bazı durumlarda ise tek bir yöntem önerilebilir. Depresyonun özellikle ergenlikte kendiliğinden ortadan kaybolmasını beklemek çok doğru bir yaklaşım olmayabilir. Çünkü ergenin bu tarz bir durumla kendi kendine nasıl başa çıkacağını bilmesinin zor olması yanında, depresyon genelde etkili ve dikkatli bir psikoterapi süreci ile en iyi şekilde atlatılmaktadır. Dolayısıyla “nasıl olsa geçer” şeklinde olaya yaklaşmak, daha olumsuz sonuçlara yol açma riski taşır.

Korto Psikoloji

Best Romantic Love Melodies By Piano – Aranjuez Collection

Utangaçlık (Shyness) “Başkaları ile olan ilişkileri sırasında duyulan ve doğal davranışları ketleyen rahatsız edici duygu” (Enç, 1980) tanımında da görüldüğü gibi, daha çok kişiler arası ilişkilerle ortaya çıkan bir durumdur. Utangaçlık, genel olarak, iki biçimde İncelenmektedir. Birinci biçimde, utangaçlık, kişinin içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak, ara sıra ortaya çıkan ve yaşanan bir durumdur. İkinci biçimde ise, geleneksel olarak, kişiliğin sürekli ve belirgin bir Özelliği biçiminde düşünülmüştür. Bugüne dek yapılan deneysel çalışmaların çoğunda da utangaçlık, “kişilik özelliği” açısından ele alınmaktadır. Bu konudaki ilk çalışmalar Cattel (1947) ve Guilford (1959) tarafından yapılmıştır (Akt: Smith,1986).

Utangaçlık ve bununla bağlantılı kişilik yapıları üzerine yapılan araştırmaların büyük bölümünde, utangaç olan kişiler, utangaç olmayan kişilerle karşılaştırma yoluna gidilmiştir (Goerin – Cutspec, 1989). Utangaçlık konusundaki çalışmalar daha çok davranışlar üzerinde odaklanmakla birlikte, bazı araştırmacılar “toplumsalkaygı” kavramını öne sürmüşlerdir. Çünkü, bireyin toplumsal güçlüklerinin nedenleri ne olursa olsun, bunlar genelde “kaygı” kavramı ile ilişkili bulunmuştur.

Toplumsal ortamlardan ve bu ortamlarda bir eylemi gerçekleştirme durumunda kalmaktan kaygılanma ve kaçınma biçiminde kendini gösteren toplumsal kaygı, toplumun değişik kesimlerinde önemli sorunlara ve güç kaybına yol açan yaygın ve ciddi bir sorundur. Toplumsal kaygı, 1980 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından ayrı bir ruhsal bozukluk olarak kabul edilmiştir. DSM IH’de, “kişinin başkaları tarafından inceleneceği ve utanç duyacağı şekilde davranma korkusu ile toplumsal durumlarda ısrarlı ve mantıksız bir biçimde korku duyma ve bu durumlardan ısrarlı bir biçimde kaçınma isteği olarak” tanımlanmıştır (DSM III, 1980). Burns (1988), toplumsal kaygıyı, “başkalarının önünde duyulan tedirginlik, başkalarının dikkatli inceleme ya da uyanlardan veya yalnızca varlıklarından tedirginlik ya da rahatsızlık duymak” olarak tanımlamaktadır (Akt; Crozier, 1990).

Toplumsal kaygı ile benzerlik gösteren bir başka kavram da, “sosyal fobi” (toplumsal yılgı)’dir. Sosyal fobide, kayı duyulan toplumsal durumlardan kaçınma tepkileri daha sık olup, yaşam üzerinde daha sınırlandırıcı bir etkiye sahiptir. DSM-III (1980), DSM III-R (1987) ve son olarak DSM-IV (1994)’te İse, toplumsal kaygı, ayrı bir bozukluk olarak tammlanmayıp, sosyal fobi ile birlikte aynı başlık altında verilmiştir (Akt: Eren, 1997).

Kişilik konusundaki son incelemeler, insan davranışlarının anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Kişilerarası iletişimi kolaylaştıran veya güçleştiren etmenler incelenen önemli konular arasındadır. Kişiliğin öznel yanı olan “benlik”, iletişimin merkezi, odak noktası olarak kabul edilebilir. . Bir anlamda iletişim, “ben”in başkalarına anlatılmasıdır. Benlik insanın kendi iç dünyasıyla ve başkalarıyla kurduğu iletişimin hem ürünü ve hem yaratıcısı olarak da düşünülebilir. Benlik kişiliğin dışarıya yansıyan, başkaları tarafından algılanan, çözülen, anlaşılan, değerlendirilen, yorumlanan yönü, aynı zamanda onun sözlü ve sözsüz iletişim biçimi ve özellikleridir (Köknel,1986) Kişilerarası ilişkileri etkileyen Önemli etmenlerden
birisi de, başkalarının bulunduğu yerde tedirginlik ve kısıtlanma duygusu olarak tanımlanabilecek olan “utangaçlık” (Smith, Briggs, 1986) dır. “Toplumsal etkileşimden kaçınmak, toplumsal konulara gereğince katılmakta başarısız olma eğilimi” (Pilkonis, 1977, Akt: GoeringCutspec, 1988), ya da “başkalarından çekinmek ya da onlarla iletişim kurmaktan kaçınmak yatkınlığı” (Mc Crosky ve Beatty 1986) olarak tanımlanan utangaçlık, çekingenlik ve iletişim kurma korkusu gibi farklı kavramlarla da incelenmeye çalışılmıştır.

Kişinin “Başkalarının yanında küçük düşeceği, sıkıntı ya da utanç duyacağı bir biçimde davranacağı korkusu”, sosyal fobi (sosyal kaygı bozukluğu) olarak tanımlanmaktadır (Köroğlu, 1996). Sosyal fobinin başlıca özelliği, utanç duyulabilecek toplumsal ortamlardan ya da bir eylemin gerçekleştirildiği durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duymaktır. Belli düzeyde toplumsal kaygı içeren utangaçlık, yaşam üzerindeki yaygın etkilere ve kararlı devamlılığa sahip toplumsal kaygıdan kesin olarak ayrılmaktadır (Esemenli, 1995).

Utangaçlık, güvensizlik sonucu ortaya çıkan, çocuk ve ergenlerde de sıklıkla görülen, çevreyle ilişki kurmamak için gerçeklerden kaçma, sıkılma, az konuşma biçiminde görülen bir savunma mekanizmasıdır (Köknel, 1981). Utangaçlığın, utanmanın bir görüntüsü olduğu konusunda görüşler de vardır (Tomkins, 1963, Lizard, 1977, Akt: Crozier, 1990).

Erikson’un kuramına göre 1-3 yaş arası, otonomi (Özerklik, bağımsızlık) isteğinin belirdiği dönemdir. Bu evrede, çocuk birbirine karşıt duygu ve eğilimler üzerinde giderek bir denge kurmayı, seçim yapabilmeyi ve istenç (irade) yetisini geliştirir. Kendi benliğine saygısını yitirmeden, kendi kendini denetleyebilme duygusundan iyi niyet ve onur duygusu doğar. Kendini denetleyebilme becerisinin eksikliği ve dışardan denetimlerin aşırılığı oranında ise, kuşku ve utanç duyguları yerleşir. Bu dönemde ana-baba ve çevresinin aşırı baskılı veya anlamsız engellemeleri sürdürülürse, çocuğun serbest seçim yapma duygusu geliştirilmemiş olur. Ayrıca, çocuğu sürekli suçlu hissettirmek de onun zamanla utanç içinde olmasına neden olur. Sonuçta aşırı bağımlı, aşırı boyun eğen, aşırı utangaç, kuşkulu ya da isyancı veya kararsız bir kişilik gelişir (Ekşi, 1990).

“Utangaç”, “sıkılgan” veya “çekingen” terimleri genellikle eş anlamda kullanılan sözcüklerdir. Oysa Çekingenlik (timidity) ‘‘Çoğu kimsenin ürkeklik duymadığı durumlar karşısında hafif korku ve ürkeklik duyma durumu” (Enç, 1980) olarak tanımlanmaktadır. Utangaçlık ve sıkılganlık arasındaki ayırım incelendiğinde^ sıkılganlığı, Assendorf’un (1984) “Bîr kimsenin başkalarının gözündeki İmajı İle, kendi standart imajı arasında farklılıklar görmesinin bir sonucu” olarak tanımladığı görülmektedir. Zimbardo (1977) ise, sıkılganlığı “Yeni insan ve durumlarla karşılaşıldığında birdenbire ortaya çıkan geçici duygusal tepki” (Akt: Crozier, 1990) olarak tanımlamıştır. Buna göre sıkılganlık olgusal bir durumdur ve bir aykırılıkla karşılaşıldığı zaman ortaya çıkmaktadır. Coopersmith de (1967), düşük düzeyde özsaygının, çoğu kez utangaçlıkla eş anlamında tutulduğunu öne sürmüştür.

 Utangaçlık düzeyi yüksek

Zimbardo (1977), utangaçlığı, toplumsal bir rahatsızlık olarak nitelemektedir (Akt: Prisbell, 1985), Zimbardo ve Pilkonis gibi toplumsal etkenlere ağırlık veren Stanford araştırmacıları (1974 ve 1979), bireyin utangaçlık anlayışım, toplumsal beceri eksikliklerinin bir yansıması olmaktan çok, toplumla bütünleşme çabalarının etkisi altında kalan davranışlar olarak yorumlamışlardır. (Akt: Crozier, 1990). Bu konuda yapılan çalışmalar, utangaç kimselerin, kaygılanmadan davranış kısıtlanmasına kadar varan düşünce saplantıları ile belirginleştiklerini; bu kişilerin, başkalarının kendilerini olumsuz biçimde değerlendirdiklerini düşündüklerini; kişilerarast ilişkilerde ve fiziksel yönden kendilerini başkalarından daha az çekici bulduklarını; iletişim sırasında da gözlerini daha çok başka yerlere çevirdiklerini göstermektedir. Utangaçlık düzeyi yüksek olan bireylerin, kişilerarası ilişkilerinin daha az utangaç olanlara göre, daha kısıtlı olduğu görülmektedir, Utangaç kişiler, etkileşimden kaçınmaya çalıştıkları için, başkaları ile konuşmaktan Utangaçlık düzeyi yüksek olan bireylerin, kişilerarası ilişkilerinin daha az utangaç olanlara göre, daha kısıtlı olduğu görülmektedir, Utangaç kişiler, etkileşimden kaçınmaya çalıştıkları için, başkaları ile konuşmaktan “korkarlar” ve bu nedenle konuşmaya hiç girmemeyi yeğlerler. Utangaç kimselerin kendileri İle ilgili olarak doğru algılamalara sahip olmadıkları ve düşüncelerini karşısındaki kişilere açıklamakta güçlük çektikleri görülmektedir (Burch ve Hamr, 1995; Prisbell, 1985; Uzuka, 1994; Bell, 1995). Utangaçlık, Batı toplumlarında özellikle son yıllarda üzerinde oldukça fazla durulan bir konu olmuştur. Utangaçlık bizim toplumumuzda da, oldukça fazla görünmesine karşın bir sorun olarak görülmemekte; insan davranışının doğal bir yönü olarak kabul edilmektedir (Dilbaz; 1996), Hatta bu yön kadınlarda sevecenlik, duygululuk gibi, cinse özgü niteliklerden birisi olarak düşünülmektedir (Köknel, 1986).

Sürekli ve belirgin bir kişilik Özelliği olarak görülen utangaçlık yalnız bireyin kendisini etkileyen bir durum değil, toplumsal yansımaları açısından da derinlemesine inceleme gerektiren bir konudur. Çünkü, “utangaç” olarak nitelenen kişilerin başkaları İle iletişim kurmaları kısıtlı olduğu gibi bu kimseler toplumsal görevlerini yerine getirme bakımından da sınırlılık İçindedirler. Bu nedenle, utangaçlık, bir kişilik özelliği olarak ele alınacak bir konu değil, bir “kişilik sorunu” olarak incelenmesi daha doğru olacak bir konudur. Bu sonucun ele alınabilmesi ve düzeltici önlemlerin uygulanabilmesi için öncelikle utangaç kişilerin saptanması gerekir. Bunun için bir ölçek geliştirilmesi gereği duyulmuş ve bu incelemede kullanılan Utangaçlık Ölçeği oluşturulmuştur.

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi

neyin yapılıp neyin yapılamayacağı 

 var olanlarla sonuç elde edilemediyse

Belirsizlik her insanın yaşamının birçok döneminde defalarca yaşadığı bir histir. Ancak deprem ve salgın gibi bazı durumların insanları psikolojik olarak etkileme potansiyeli daha yüksektir. Birçok insan (hangi nedenle ortaya çıkmış olursa olsun) oluşan psikolojik etkiyi başarılı bir şekilde atlatırken bazı insanlar belirsizlik döneminde ya da sonrasında ciddi ruhsal sorunlar yaşarlar. Aşağıda belirsizlik sürecinden psikolojik olarak daha az etkilenmenin yolları tanımlanmaktadır:

Belirsizlikle baş etme becerileri edinme çabaları yaşamın her döneminde gösterilmelidir. Örneğin belirsizlikle baş etmede çok önemli bir etmen olan bilgilenmenin bile kendine özgü özellikleri vardır. Sağlık okuryazarlığı ve medya okuryazarlığı iyi gelişmemiş insanların edindiği bilgileri sağlıklı yorumlaması mümkün değildir.

Belirsizlik başladığında asıl yapılması gereken bireyin kendisinde zaten var olan güçlerini etkin ve etkili biçimde kullanmasıdır. Doğal olarak bir yandan da (özellikle var olanlarla sonuç elde edilemediyse) yeni beceriler denemek ve edinmeye çalışmak da gerekmektedir.

  • Belirsizlikle baş etme bir stresle baş etme sürecidir. Bu nedenle stresle baş etme gücü kazanmak, neyin nasıl stres oluşturduğunu öğrenmek gerekmektedir. Ancak stres yaşamanın ve stresle baş etmenin kişiye özgü yönleri de dikkate alınmalıdır. Belirsizlik döneminde yaşanan stres için de her insan olağan zamanlarda  kendisini ne rahatlatıyorsa, ne yatıştırıyorsa onları daha çok yapmalıdır. Fakat daha önce denemediği stresle baş etme yollarını da denemeyi ihmal etmemelidir.
  • Belirsizlik ile mücadelede ‘belirleme’nin önemi çok vurgulanır. Oysa gerçek anlamda olacakları tümüyle belirlemek ve kontrol altına almak mümkün değildir. Asıl önemli olan belirlenebildiği kadarı ile yetinmek ve belirsizliği kabullenmek; başına gelecek olanla ile baş edebileceğine ve baş edemese bile yaşayacağı her türlü zorluğa katlanabileceğine inanmaktır.
  • Belirsizlik dönemlerinde belirsiz olanlarla uğraşmak yerine belirlenebilen şeylerle uğraşmak daha yararlıdır. Gelecekle ilgili planlar yaparak onları gerçekleştirmeye çalışmak en kullanışlı yoldur. Kendini geliştirmek, yabancı dil öğrenmek, hobiler edinmek, dernek etkinliklerine katkıda bulunmak ve muhtaç insanların yaşamına dokunacak bir şeyler yapmak örnek olarak sayılabilir.
  • Belirsizlikle her insanın aynı şekilde baş etmez. Belirsizlik kaygısı her bireyde çok farklı ruhsal dinamiklerle yaşanır. Bu çerçevede insanın kendini tanıması önemli bir konudur. Hissettiklerinin ve aklından geçen düşüncelerin kaynaklarını görebilmek baş etmeyi kolaylaştırmaktadır.
  • Belirsizlik dönemlerinde bazı insanlar panik olurlar. Panik olmak ve yoğun kaygı ya da korku içinde olmak, olup biteni doğru değerlendirmeyi bozduğundan öncelikle bu ruhsal durumdan çıkmanın yolları bulunmalıdır. Böyle bir duygu hali içindeyken akla gelen değerlendirmelere değer verilmemelidir. Sakinleşmenin ve kendini yatıştırmanın bir yolu mutlaka bulunmalıdır. Gevşeme teknikleri ve dikkati başka konulara yönlendirmek en kolay uygulanabilecek yöntemlerdir.
  • Belirsizlik süreci uzadıkça bazı kişilerde ‘ne olacaksa olsun artık‘ tarzında düşünme ortaya çıkabilmektedir. Özellikle tez canlı ve sabırsız insanların bu açıdan çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Belirsizlikle baş etmede sağlıklı düşünmeyi yitirmemek ve sabırlı davranmak önemli girişimlerdir. 
  • Salgın ve deprem gibi herkes için tehlike oluşturan durumlarda riskin yalnız kendi başına gelmediğini hissetmek de önemlidir. ‘Neden ben’ ya da ‘neden benim başıma geldi’ soruları bireyleri psikolojik olarak çok zorlayan ve yıpratıcı sorulardır.
  • İnsanoğlu ‘adil dünya inancı’ ile yaşar. Bu çerçevede yaşadıklarının ya da yaşayabileceklerinin kendi yaptıkları ile ilişkili olabileceğini düşünmek kafa karıştırıcı ve bunaltıcı bir sonuç yaratır. ‘Adil dünya‘ inancının bir yanılsama olduğu unutulmamalıdır.
  • Her insan belirsizliği kendine göre algılar ve yorumlar. İnsanoğlu tüm uyaranları olduğu gibi belirsizliği de nesnel biçimde algılayamaz. Değerlendirme tümüyle özneldir. O nedenle belirsizliği bir felaketmiş gibi algılama eğiliminde olanlar bu algılarını değiştirmek için çaba harcamalıdır.
  • Belirsizliği aşmada kendini güven içinde hissetme çok önemli bir yer tutar.  Kendini güven içinde hissetmeye katkı sağlayacağından belirsizlik dönemlerinde eş, dost, akraba, arkadaş ve yakınlarla iletişim içinde olunmalıdır. Ayrıca her fırsatta sosyal destek sistemini genişletmek ve güçlendirmek için çaba harcanmalıdır.
  • Belirsizlik bireylerin kendi Dünya görüşüne daha sıkı sarılmasına neden olabilmektedir. Bu durumda birey karşı taraf olarak algıladığı gruplara karşı tahammülsüz davranabilmektedir. Bu yaklaşım birey için bir başa çıkma düzeneği işlevi görebilir ancak toplumsal huzuru bozabileceği de unutulmamalıdır. En çok toplumsal dayanışma gereksinimi içinde olunan bir dönemde daha hoşgörülü olunmalı ve tepkisel bir davranışlardan uzak durulmalıdır.
  • Salgın ve deprem gibi çok yaygın etki yapan olayların getirdiği belirsizlik birçok insanın yaşam anlayışını değiştirir. Gelecekle ilgili planlarında değişiklikler yapmasına neden olur. Bu plan değişikliklerinin yaşama sevincini silip süpürmeyecek nitelikte olmasına dikkat edilmelidir.
  • Belirsizlikleri aşmak ya da belirsizlikten daha az etkilenmek için birçok insan etkisi olmayan yöntemlere başvurmaktadır. Etkisiz yöntemleri ısrarla uygulamaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Etkisiz başa çıkma yollarına örnek olarak abartılı ve yineleyen tarzda güvence arayışına girme ve aşırı korunma davranışları gösterme sayılabilir. Salgın dönemlerinde etkili olduğu konusunda bilimsel veri olmayan ürünleri yaygın biçimde kullanmak da etkisiz yöntemlere diğer bir örnektir.

Prof. Dr. Erol Özmen

Çözülmemiş Geçmiş 

Sürekli üzgün olmak…

O boşluk hissi. Tam orada, göğsünüzde ve henüz nasıl ortaya çıktığı konusunda emin değilsiniz. Bu bir üzüntü mü? Melankoli, can sıkıntısı olabilir mi? Her şeyden biraz olabilir. Bu şekilde hissetmek hiç de seyrek değildir. Başka biri buna farklı bir isim verebilirken, siz buna “boşlukta hissediyorum” diyebilirsiniz. En önemlisi bunun gerçek ve geçerli olmasıdır. Bu duygu çok yoğun olmasına rağmen yönetilebilir. Bu şekilde hissetmenin altında yatan şeyi keşfetmenin basit bir yolu olmayabilir. Fakat çözüm için mümkün olan ve tavsiye edilen bir yol elbette vardır. Boşlukta hissetmek birkaç gün sürebilir ve sonra kendi kendine çözülüp, yok olabilir. Başka zamanlarda, bu his iki hafta veya daha uzun sürebilir. Böyle bir durumda, ruh sağlığı uzmanından destek almanız, size yardım edebilir. 

Neden boşlukta hissediyorum? 

Boşlukta hissetmek bazen yalnızlık hissi olarak, bazen hayatınız ve hedeflerinizle ilgili kafa karışıklığı ya da hayatta bir şeyin peşinden koşmak için motivasyonunuzun eksikliği olarak kendini gösterebilir. Herkes, zaman zaman bu boşluğu kalbinde hissedebilir. Bu deneyimin, hormon seviyelerinde değişiklik, iş kaybı, ya da salgınla birlikte gelen zorunlu fiziksel mesafeyi içeren birçok nedeni olabilir. Hayatınıza ya da size yansıması olan herhangi bir yaşam aşaması ya da durumu da sizde geçici olarak boşluk hissine neden olabilir. Her durumda olmamasına rağmen, boşlukta hissetmek depresyon, bipolar bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi bazı ruh sağlığı durumlarının işaret olabilir. Yalnızca ruh sağlığı uzmanları durumunuza doğru tanıyı koyabilir.

Arada bir kişinin kendisiyle temasını kaybetmesi hiç de seyrek değildir. Kendinize dair iç görünüzün azlığı, boşluk hissinin uzamasına neden olabilir. Bazı insanlar buna “amaçsız yaşamak” der. Bu sizin, nasıl bir insan olduğunuza ya da nasıl biri olmak istediğinize dair netliğe sahip olmadığınız anlamına gelir. Ulaşmak için belirli bir hedef ya da hayallerinizin olmaması sizi boşlukta hissettirebilir. Kendinizle teması kesmek, tüketen bir ilişki ya da zahmetli iş gibi birçok durumdan meydana gelebilir.

Çözülmemiş Geçmiş Deneyimler

Bazen boşluk hissi, henüz keşfetmediğiniz uzun bir yas süreci ile birlikte olabilir. Mesela; çocukluğunuzda çözülmemiş acı veren deneyimler ya da aile üyeleriniz tarafından terkedilme hissi gibi. Uzun süredir bizimle olan duygularımızı açıkça konuşmadığımız ya da keşfetmediğimiz zaman, onlar kendilerini farklı yollarla gösterirler. Bu bunaltıcı ve acı verici gelse bile, yasınıza sebep olan geçmiş önemli olaylar hakkında konuşmak ve düşünmek onları işlemenize yardımcı olabilir. Bu olaylarla ilgili hislerinizin ne kadar güçlü olduğuna bağlı olarak, bu süreci ruh sağlığı uzmanıyla götürmeniz önemle tavsiye edilmektedir.

kendinizi terk etmek,

Kendinize İyi Bakmamak

Bazı insanlar için, başkalarına önem vermek ilk sırada gelir. Bu onların kendi ihtiyaçlarını uzun bir süre için bir kenara koymalarına ve dolayısıyla boşluk hissetmelerine neden olabilir. Başkalarını mutlu etmenin sizi mutlu ettiğini hissediyor olabilirsiniz de. Bu durumda bile, başkalarını desteklemek kendinizi desteklemekten ayrı değildir. Siz dahil herkes desteklenmek ve bakıma ihtiyaç duyar. Çoğu kez, sizin ihtiyaçlarınız yerine getirildiğinde başkalarına yarım etmek ve destek olmak için daha iyi donanmış hale gelirsiniz. Kuzey Carolina, Durham şehrinde, evlilik ve aile terapisti olan Kaitlyn Slight’ın açıkladığı gibi; kendinizi terk etmek, kendi istek ve ihtiyaçlarınızı dinlememek, sizi boşlukta hissettirebilir. Slight’ın dediği gibi, kendi ihtiyaçlarınızı umursamamak kaygı, suçluluk ve utanca yol açabilir. Bu belirtiler sizin “boşlukta hissediyorum” dediğiniz şeyin belirtileri olabilir. Sosyal medyada ne kadar zaman harcadığınız da sizin nasıl hissettiğinizi etkileyebilir ve boşluk hissinizi arttırabilir. Birçok örnekte görüldüğü gibi, sosyal medyada takip ettiğiniz hesaplar gerçekçi olmayan bir hayat şeklini ya da mükemmel yaşamları ve ya görünümleri sergileyebilir. Bu da sizin kendinizi diğerleriyle karşılaştırmanıza ve kaçınılmaz şekilde kendi hayatınızın üstünde durmanıza neden olabilir.

Önemli İlişkilere Sahip Olmamak

Yetişkin Gelişimini İnceleyen Harvard’da, yetişkin yaşamıyla ilgili yapılan en uzun çalışmalardan bir tanesinde; yakın ve iyi ilişkileri devam ettirmenin insan hayatının en önemli yanı olduğu bulunmuştur. Burada kastedilen; kaç tane ilişkiye sahip olduğunuz değil, bunun yerine ilişkilerinizin kalitesidir. Duygusal yakınlık, destek, aktif dinleme, eşlik etmek, bütün bunlar çok önemlidir. Bunlar hayatınızda eksik olduğunda, boşlukta ve yalnız hissetmenize neden olabilir.

Boşlukta Hissetmek Depresif Hissetmekle Aynı Mıdır? Depresyon aşağıdaki semptomları içeren bir ruh sağlığı durumudur;

• Azalmış enerji ve motivasyon
• Sürekli üzgün olmak
• Çaresizlik hissi
• Çok fazla ya da çok az uyumak
• Odaklanamamak
• Aktiviteler ya da insanlarla olmaktan zevk alamamak
• Suçluluk ve değersizlik hisleri

 değişiklik hissettiyseniz 

Boşlukta Hissetmeyi Nasıl Durdurursunuz?

Kendinizde bir değişiklik hissettiyseniz endişelenmiş olmanız doğaldır. Bu hissi fark etmek ve bunun nerden geldiğini anlamak iyi hissetmenin ilk adımıdır. Eğer boşlukta hissediyorsanız, bir ruh sağlığı profesyoneline görünmek size yardım edebilir. Terapistler, sizin duygularınızla çalışmanıza, hissizliğinizin nedenlerini ortaya çıkarmada, sizin için en iyi şekilde işe yarayacak yolları vurgulayarak size yardımcı olabilirler. Boşluk hissinizi durdurmak için yollar bulmak ona neden olan şeyi anlamaya bağlıdır. Örneğin; eğer travmadan sonra hissizlik hissederseniz, bu olayı işleme ve anlama ihtiyacı hissedebilirsiniz. Eğer uzun zamandır boşluk hissi içindeyseniz, psikoterapi sizi buraya getiren bazı nedenleri ortaya çıkarmada size yardım edebilir.

Suçluluğu hissetmek

Nazikçe Boşluk Hissini Kabullenme

“Eğer daha çok eksiklik gibi bir boşluk deneyimliyorsanız, onu kabul edin ve kendinize nazik olun.” der Eder. Verilen her saniyede yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızı hatırlayın. Suçluluğu hissetmek hiç de seyrek değildir. Fakat bu sizi yardım aramaktan alıkoyabilir. Önce kendi hisleriniz ve ihtiyaçlarınızı fark etmekle başlayın. Her ne kadar zor olsa bile, kendinizi ve hislerinizi reddetmekten kaçının. Eğer duygularınızın yaşadığınız kayıplarla bağlantılı olduğunu kabul ederseniz, yasınızı açık bir şekilde yaşamak için kendinize zaman ve alan tanıyabilirsiniz. Keder herkese farklı görünür ve herkes kederini farklı yaşar. Bunu yaşamanın doğru ya da yanlış yolu yoktur. Bir kere kaybınızı kabul ettiğinizde, kederin 5 aşamasından geçebilirsiniz. Belki, kaybınız hayatınızdan fiziksel ya da duygusal olarak birinin ayrılmasını içerebilir. Eder, geçmiş yaşantılarınızı ve bu hislerinizi keşfettiğinizde, kendinize şefkatli bir şekilde konuşmanızı tavsiye ediyor. Örneğin, kendinize şöyle diyebilirsiniz; “Bu kadar yalnız hissetmek zordu.” ya da “Haklısın, daha fazla sevgiye ihtiyacın duymuştun”

Her Gün Kendinize Zaman Ayırın

Bazen belirli aktivite ve olayları nasıl hissettiğiniz hakkında düşünmemeye çevirmek doğaldır. Mesela, arkadaşlarınızla dışarı çıkmaya ya da geceyi video oyunu oynamaya harcamaya meyilli hissedebilirsiniz. Slight, bu dürtüyle savaşmanızı ve bunun yerine kendinizle olmaya ve kendi içinize bakmaya zaman ayırmanızı öneriyor. “Bu içe bakma, kendi isteklerinizi, korkularınızı, ümitlerinizi, hayallerinizi keşfetmeyi içerebilir” der Slight. Farklı aktiviteler, her insanda farklı işe yarayacağından,  meditasyon yapmak , yazı yazmak ya da egzersiz yapmayı kendinize odaklanmaya yardımcı olarak görebilirsiniz. “Bu ilk seferde sizi rahatsız hissettirebilir, fakat kendinize zaman ve enerji vermeyi, kendinize bakmayı daha fazla pratik ettikçe, o boşluk hissi daha az olacaktır” der Slight

Şu Anki Hislerinizi Keşfedin

Şu Anki Hislerinizi Keşfedin

Eder, kendinize 5 dakikalık bir zaman ayarlamanızı ve tam şu an ne hissettiğinizi fark etmenizi öneriyor. Eder’e göre; “Bu çok ciddi bir şey olmak zorunda değil”. Belki “sıkılmış”, “dikkati dağılmış” ya da “meraklı” yazmayı isteyebilirsiniz. Eğer duygularınıza isim bulmakta zorluk yaşıyorsanız, Google’ın “duygular listesi”ne bakmak işinize yarayabilir. Bu başınız ya da elleriniz gibi vücudunuzun bir bölümünü seçmenize de yardım edebilir. Eder, bundan sonra vücut ısısı, gerginlik ya da hareket gibi duyularının çeşitli kategorilerini incelemenizi tavsiye etmiştir. Bu egzersizleri her gün yapmanız, kendini daha derin ve uzun öz keşiflere açmana yardım eder.   

Boşluk Hissiniz Keşfedin

Slight’a göre, günlük tutmak boşluk hissiniz üzerine çalışmak için size yardım edebilir. Kendisi, başlangıç olarak aşağıdaki soruları incelemenizi önermiştir: 

• Kendimi yargılıyor ya da başkalarıyla mı kıyaslıyorum?
• Kendime pozitif şeyler söylüyor muyum? Yoksa başarısızlıklarımı fark etmeye ya da kendime isimler takmaya meyilli miyim?
• İlişkilerimde hislerimi önemsiyor muyum yoksa kendi hislerimi küçümsüyor muyum?
• Fiziksel ve sağlık ihtiyaçlarımın bakımıyla aktif olarak meşgul oluyor muyum?
• Davranış ya da bağımlılıklarıma hislerimden kaçmak için mi yöneliyorum?
• Yalnızca diğer insanların ya da bir diğer kişinin ihtiyaçlarına mı odaklanıyorum?
• Neyi ispatlamaya ya da kazanmaya çalışıyorum?
• Kendi kontrolüm dışında olan şeyler için kendimi suçlayıp, suçlu hissediyor muyum?
• Yakın arkadaşım ya da ailemdeki birine göstereceğim şefkati kendime gösteriyor muyum?
• Kararlarım konusunda kendimi ortaya koyup, kendi fikirlerime saygı gösteriyor muyum?

Başkalarıyla Bağlantıda Olun

Duygularınızla oturup onları keşfettikten sonra, bunu yapmayı diğerleriyle iletişim kurmak için yardımcı olarak kullanabilirsiniz. Özellikle, hisleriniz hakkında onlara güvenebiliyorsanız, arkadaş ya da ailenize ulaşmak sizi daha iyi hissettirebilir. Sosyal etkileşim, hobiler ve karşılıklı ilgileriniz aracılığıyla sevdiğiniz insanlarla düzenli olarak bağlantıda olmak, iyi bir fikir olabilir.

Depresyon ve keder bazen günlük öz bakımınızı ihmal etmenize neden olabilir. Bu utanılacak bir şey değildir. Fakat, öz bakım işleriyle meşgul olmanız daha iyi hissetmenize yardım edebilir. Bu öz bakım yararlı besinleri yemek, yeterli uyku uyumak, ve egzersiz yapmak gibi basit şeyleri içerebilir. Açlık ve yorgunluk bazen negatif duyguları şiddetlendirilebilir. Duygularınız için günlük tutmak, yeni hobi edinmek ya da yaratıcı ilgi alanı edinmek gibi pozitif yollar bulmayı düşünün. Farkındalık ve Yoga da, depresyon ve kaygı için sıklıkla önerilmektedir. Farkındalık uygulamalarını kullanarak hızlı meditasyon yapmayı, ya da 10 dakika Youtube’dan yoga çalışmayı düşünebilirsiniz. Sosyal medyada harcadığınız zamana bir sınır koymayı da isteyebilirsiniz. Bu sizi aşamalı olarak daha iyi hissettirir. Eğer bunu yapamaz ya da yapmazsanız, kendinize ekranda gördüğünüz şeyin herkes için ulaşılabilir bir hedef olmayabileceğini hatırlatmayı deneyin. Bunu gerçeklere dayanan değil, eğlenmek için bilim kurgu izlemek gibi görebilirsiniz.

Kendinizi Takdir Edin

Kendinizi Takdir Edin

Elinizdeki kaynaklarla yapabileceğinizin en iyisini yapıyorsunuz. Çocukken bile, bazı insanlar kendilerini acıdan korumak için yollar bulurlar. Bu yollardan biri duyguları bastırmak olabilir. Eder şöyle söyler; “Bu durumda, siz küçük ve güçsüzken işe yarayan çözüm yolunu bulmak için kendinize fırsat tanıyın. Hayatınızdaki olaylarla uğraşmak için bulduğunuz çözüm yolları için kendinizi takdir edin. Şimdi, Eder’in dediğine gibi; “bu hislerin ortaya çıkması için izin vermeyi düşün. Yetişmen gereken şeyler var. Eski hayatta kalma yollarını geçersiz kılmak için acele etmeye ihtiyacın yok.”

Ne Zaman Yardım Aramalısınız?

Bazen, boşlukta hissetmek stres verici düşüncelere daha fazla neden olabilir. Eğer sizde böyle bir durumda iseniz, Slight der ki; “Terapi almayı düşünmek yardım edebilir. Pozitif değişimleri nasıl uygulayacağınızla ilgili kendi kararlarınızı vermek için terapi almak sizi güçlendirmeye yardımcı olabilir. Eğer depresyon belirtilerini deneyimliyorsanız, günlük hayatınızda çalışamıyorsanız, ya da kendinize veya başkalarına zarar vermeyi düşünüyorsanız, ruh sağlığı uzmanı size yardım edebilir.

Kaynak:https://psychcentral.com/blog/stop-feeling-empty / Çeviren: Klinik. Psk. Feyza Topçu

Prof. Dr. Kemal SAYAR | Psikiyatrist & Psikoterapist

Hayatımızın herhangi bir evresinde

Anlaşılmadığımızı hissediyorsak,

Tanıdığım insanların neredeyse hepsi en az bir kere yalnız hissettiğinden bahsetmiştir. Burada tercih edilen yalnızlıktan değil, kişinin memnun olmadığı yalnızlık hissinden bahsetmek istiyorum. Dinlenmek, rahatlamak ya da keyif almak için kendimize vakit ayırmayı ve yalnız kalmayı tercih edebiliriz. Ancak bazen tercih etmediğimiz halde yalnız ve depresif hissedebiliriz. Yalnızlık hepimizin zaman zaman hissedebildiği ortak bir duygu olsa da farklı ortamlarda, farklı yoğunlukta yaşayabiliyoruz. Örneğin kalabalık bir arkadaş ortamında, partnerimizin yanında veya tek başımıza evdeyken derin bir yalnızlık duygusu içimizi kaplayabiliyor. Öyle ki bu his, fiziksel olarak birinin yanımızdaki varlığından bağımsız bir biçimde bizi etkileyebiliyor.

Varoluşçular doğamız gereği yalnız olduğumuzu söylerler. Bu nedenle yalnızlığı tamamen yok edemeyeceğimizi ama yalnızlığın getirdiği karanlık hisleri, anlamlı bağlar kurarak azaltabileceğimizi savunurlar. Ancak yalnızlık çok sık ve yoğun biçimde hissettiğimiz bir duygu haline geldiyse ve gittikçe artıyorsa, bunun başka bir nedeni olabilir. Hayatımızın herhangi bir noktasında ters giden ve halledilmemiş bir mesele yalnızlığımızı artırıyor olabilir. Örneğin;

Yalnız bırakıldığımız bir çocukluk yaşadıysak,

Hayatımızın herhangi bir evresinde terk edildiysek,

Bir grup tarafından dışlandıysak,

Yakınlarımız tarafından anlaşılmadığımızı hissediyorsak,

Yakınlık ve bağ kurmakta zorlanan bir örüntüye sahipsek,

İlişkilerde bağımlılık geliştirmeye yatkınlığımız varsa,

Geçmişte yaşadığımız bir kaybın etkisi hala devam ediyorsa,

Ve en önemlisi, kendimizle ilişkimiz yoksa ya da kendimizle kötü bir ilişkimiz varsa…

Bunlar gibi her birimizin yalnızlığını tetikleyen başka bir kök neden olabilir. Bu hissin hangi deneyimlerimizden miras kaldığını bulduğumuzda, yalnız kalmış tarafımızla bağ kurabiliriz. Ve o yanımızın dış dünyayla anlamlı ilişkiler kurması için çabalayabiliriz. Kendimizle, birileriyle ve bir şeylerle kurduğumuz bağları kuvvetlendirerek yalnızlık hissimizi azaltabiliriz. Siz kendinizle ve içinde yaşadığınız evrenle nasıl bağ kuruyorsunuz?

Psk. Dan. & Aile Dan. Nagehan BALCI

Comments are closed.