

Güven Kaybı

Aldatma; eşi olan bir insanın eşi dışında bir insanla girdiği cinsel veya duygusal bir ilişkiye aldatma deriz. Bu sorun özellikle evliliklerde çok büyük bir güven kaybı ve yıkıma yol açma potansiyeline sahiptir. Hukuken de boşanma sebebidir. Aldatma fiziksel ve duygusal aldatma olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel aldatma eş dışında bir insanla cinsel ilişkiye girmektir. duygusal aldatma ise eşi dışında bir insanla cinsel ilişkiye varmayan bir şekilde duygusal olarak yakınlaşmaktır. Doğrusu sağlıklı bir evlilik için her iki durum da sorundur ve eşler arasında başta güven kaybı olmak üzere çok yönlü sıkıntılar yaşanmasına yol açmaktadır.

Elbette ki kadınıyla erkeğiyle hiç bir eş aldatılmak istemez. Ancak evliliklerde aldatılmaya uğramamanın yolunun nelerden geçtiğini de kadınıyla erkeğiyle iyi bilmek gerekir. kaldı ki ülkemiz ve kültürümüzde insanlar evliliklerini eşlerini aldatmak için kurmazlar. Yola çıkar iken genelde niyetler iyidir. Ancak evlilikte yaşanan değişik uyumsuzluklar, sevgi aktarımındaki yetersizlikler, ilgi eksiklikleri uzun süre aşılmadığında ortaya çıkan psikolojik birikim insanlarda zaaf oluşmasına ve ilişkilerindeki eksikliği başkalarıyla tamamlamaya yönlendirmektedir.
Nikah akdiyle kurulan evlilik birlikteliği aslında bir güvence senedi değildir. Evlilik dediğimiz şey de insanları zaaflarından arındıran ve evliyalaştıran bir yaşam tarzı değildir. Önemli olan başta eş seçimini akılcı ve doğru yapmak, bu seçim esnasında denklikleri dikkate almak ve zamanın ruhuna uygun bir evlilik anlayışına sahip olarak evliliğe hazırlanmaktır. Nikah evliliğin sadece mukaveleye dönüşmüş halidir. Güvencesi değildir. Evlilik birlikteliğinin güvencesi ise eşlerin birbirlerinin beklentilerine cevap verebilmesidir.
Bizim kültürümüz cinselliği evliliğin içine yerleştirmiş olan bir kültürdür. Zaten evlilik de bizim kültürümüzde meşru cinsel doyum, meşru üreme ve kadın-erkek arasında tamamlayıcı işbirliği amacıyla yapılır. Bu nedenle evlilik ilişkilerinde sağlıklı bir cinsel yaşam ve sağlıklı bir duygusal bütünleşme fevkalade önemlidir. Evlilikte cinsel yaşamın sağlıklı olması kadın ve erkeğin ortak gayreti, anlayışı ve iş birliği ile sağlanır. Toplumsal olarak bu konudaki en önemli eksikliğimiz cinselliğin tabu olarak görülmesi ve bu konuda yeterli bilgiyle gençlerimizin donatılmaması sonucu ortaya çıkan cinsel cehalettir.
Özellikle kadınlarımız erkek cinselliğinin, erkeklerimiz kadın cinselliğinin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan evlenmekte, bu nedenle evliliklerdeki cinsel yaşamın oturması ya zaman almakta ya da gerçekleşmemektedir. Bir diğer eksiğimiz ise flört ve nişanlılık dönemindeki ilgi yoğunluğunun evlilikle birlikte kaybedilmesi, ilgisizlik sorunun ortaya çıkması ve bunun yarattığı duygusal kopukluklardır.

Kadınıyla erkeğiyle eşler hayat arkadaşları nezdinde değerli ve öncelikli olduklarını görmek ve hissetmek isterler. Aslında cinsel yaşamın sağlıklı gelişmesinde de ilgi, duygusal iletişim ve karşılıklı anlayış oldukça önemli bir role sahiptir. Tek taraflı olarak hiç bir evlilik ve o evlilikteki cinsel yaşam verimli bir noktaya ulaşamaz. Bu nedenle insanların evlilik ilişkilerini aynı çocukları gibi özenle ele almaları ve gözetmeleri önemlidir. Ülkemizde genellikle evlilik gerçekleşene kadar yoğun bir ilgi dönemi yaşanır, evlilik gerçekleştikten sonra ise ilişki güvenceye alındı zannedilerek gevşeme ve bencilleşmeler başlar.
İnsanlarımızın zihnindeki duvarlar bu konuların halen sağlıklı ele alınmasında maalesef engel teşkil etmeye devam ediyor. Bu nedenle de çözülebilecek iken bir çok evlilik ilişkisinde cinsel sorunlar yaşanıyor, utanma nedeniyle bu sorunların çözümü için zamanında adım atılamıyor ve eşler arasında sağlıklı bir iş birliği kurulamıyor.
Kadın ve erkeklerin evlilik ilişkisinde bakımlı olmaları, eşlerinin zevkleri ve beklentilerini gözetmeleri, ilişkilerinin kendileri odaklı olmadığı aksine bir paylaşım olduğunun bilincinde davranmaları önemli bir gerekliliktir. Aldatmalar çoğunlukla ya duygusal iletişimdeki yetersizlikler nedeniyle ya da cinsel paylaşımdaki halledilemeyen sorunlar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bir de insanlarımızda utanma duygularının yoğunluğu nedeniyle cinsel sorunlar noktasında yardım alma yönü zayıftır ve çok gecikmeli olarak profesyonel yardıma baş vurulmaktadır. Cinsellik insanlar için aslında bir ihtiyaçtan öte insanlığın var olması ile ilgili bir konudur. Zira üreme cinsel ilişki yoluyla sağlanmaktadır ve bu konunun ayıp olmaktan çıkarılması, bilincinin normalleştirilmesi gerekir. Ama toplum olarak halen o olgun noktaya maalesef ulaşamadık.

İnsan için her doyumsuzluk bir manüplasyon riskidir. Aç kalan çalar. Cinselikte de bu böyledir. Hele de günümüzdeki kentsel yaşamda, kitle iletişim araçları bu kadar gelişmiş ve yaygınlaşmış iken duygusal ve cinsel doyumsuzluklardan sadakat üretmek veya beklemek çok gerçekçi değildir. Öyleyse iş aldatma aldatılma karmaşasına varmadan bunun önlemleri alınmalıdır. Bu da duygusal konularda çiftlerin birbirleri ile samimi bir iletişim kurması ve duygusal yönden birbirlerini beslemesiyle, cinsel yönden ise gözetmesi ve mutlu etmesiyle mümkün olabilir. Sağlıklı bir evliliğin güvencesi de uyumlu bir cinsel yaşam ve doyurucu bir duygusal iletişimdir.

İnsan sevgisiz yaşayamaz. Cinselliksiz her şeyden önce üreyemez. Bu nedenle çiftlerin duygusal ve cinsel yönden birbirlerini doyurması hem evlilik kalitelerinin yükselmesinde, hem de aldatma ve aldatılma sorunlarının yaşanmamasında belirleyici olmaktadır. Unutmamak gerekir ki evlilik ilişkisi koşulsuz bir ilişki değildir. karşılıklılık ve gönüllülük esasıyla kurulur ve karşılıklılık ve gönüllülük esasıyla yürütülür. Ayrıca evliliklerde tek yönlü mutluluk anlayışı yoktur. Paylaşılan mutluluk anlayışı ve paylaşımların yarattığı mutluluktan beslenme vardır. Eşler bu konularda ilişkilerine önem vermeli ve birbirlerini gözetmelidir.
Bu konularda aslında çiftlerin yaşadığı sorunlar çoğunlukla yeterli iş birliği kuramamaları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Gerek duygusal iletişimdeki ve gerekse cinsel yaşamdaki sorunlar aslında büyük ölçüde çözülebilir sorunlardır. Üstelik uzman yardımı alındığı zaman da paylaşılan özel tüm mahalleye ilan edilmemekte, uzmanla paylaşanın arasında kalmaktadır. Hal böyle iken işi oluruna bırakmak, sorunu çözmek yerine biriktirmek, yerinde zamanında hal çaresi aramamak sık rastladığımız sorunlar silsilesidir.
Herkes sağlıklı bir evlilik ilişkisi olsun ister. Bunu ilk adımı bireyin önce ilişkisinin sağlıklılığı için kendi atması gereken adımları doğru bir şekilde atması sonra karşısındakinden beklemesidir. Atılacak adımlar sıraya konmamalı, paylaşma isteğinin önüne evliliklerde egolar geçmemelidir.
Psk. Namık Acar

Yapılan araştırmalara göre,
Yapılan araştırmalara göre, bugün yaklaşık erkeklerin % 40’ının kadınların ise % 20’sinin evlilikleri sürerken başka bir ilişki yaşadıkları tahmin edilmektedir. Aldatmanın genel tanımı ‘ iki kişi arasındaki sözleşmeyi bozan her tür davranış’ olarak yapılmaktadır. Bu alanda çalışan Frank Pitman kitabında aldatmayı ilişkinin ihanete uğraması olarak tanımlar. Evlilik yaşantısında çocuk kaybından sonra en stresli yaşam olayı olarak belirlenen aldatmanın yıkıcı etkisi sadece eşlerden birinin evlilik dışı cinsel ilişki yaşaması yüzünden değil, temelde yalan ve gizlilik yüzünden olduğu görülmektedir. Yalan ve yalanı gizlemek ‘eşi atlatmak için girilen kasıtlı bir çaba harcamak’ yıkıcı oluyor.

Aldatmanın Aldatılan Eş Üzerindeki Psikolojik Etkilerine baktığımızda şu şekilde özetlenebilir; öfke, güven kaybı, kişisel ve cinsel güvende azalma, öz-saygının hasar görmesi, terk edilme korkusu, bunaltıcı yoğun duygular, kontrol duygusu, adalet duygusu görülmektedir. Çiftler terapiye bu sorunla geldiklerinde, çoğunlukla büyük bir duygusal kargaşa yaşadıkları görülür. Eğer, çift birlikte bu sorunu aşmaya adarsa kendini terapi hem birey için hem de çift için bir dönüm noktası olabilmektedir. Çünkü bu onlara yeni gelişmelerin, anlayışların ve bağlılığın kapısını açar. Ancak ilişkinin tekrar inşası, iki kişilik bir iştir. Buradan her iki eşin de üstüne düşen görevler vardır. Bunu aldatılan eşin tek başına gerçekleştirmesi mümkün değildir. Yeniden inşanın gerçekleşmesi büyük ölçüde evlilik dışı ilişkisi olan eşin çabası ile paraleldir.
Çift, ilişkilerinde en çok zorlandığı, problem yaşadığı alanları bir uzmanla birlikte belirleyerek bunlar için destek alıp çözümler üretmelidir. Bu problem alanları; iletişim, karar alma, problem çözme, cinsellik, maddi konular, sosyallik, aile ilişkileri olabilir.
Naisa Psikoloji

sadakatsizlikten yalnızca aldatan eş sorumludur.
Evli insanların aldatmasının birçok nedeni vardır. Evli çiftlerin %40’ından fazlası, sadakatsizlikten etkilenir. Ancak bu yüksek yüzdeye rağmen, çoğu çift aldatmanın yanlış olduğunu söyleyecektir. Kişilik bozuklukları ve çocukluk çağı travmaları gibi bireysel risk faktörlerinin yanı sıra, sosyal medya ve sınır sorunları gibi etkenler, evlilik dışı ilişki ihtimalini artırabilir. Bu yazıda aldatmayla ilgili bir dizi risk faktörüne ve bazı nedenlere göz atacağız. Ancak bu arada altını çizmek isteriz ki; hiç kimse eşinin kendini aldatmasının sorumlusu değildir. İster yardım çığlığı olsun, ister bir intikam aracı olsun… Sebebine bakılmaksızın, sadakatsizlikten yalnızca aldatan eş sorumludur.
Cinsiyete Göre Farklılıklar
Evlilik dışı ilişki yaşamak konusunda hissedilen içsel tetikleyiciler, sıklıkla cinsiyete göre farklılık göstermektedir. Erkekler sevgilerini, daha fiziksel bir şekilde ifade ederler. Bu da seks ile bağlantılı yakınlığı, ilgiyi ve sevgiyi, erkekler için daha önemli hale getirmektedir. Bu yüzden, eşleriyle cinsel tatmin yaşayamazlarsa (örneğin, eşleri sık sık cinsel ilişkiyi reddederse), kendilerini reddedilmiş hissedip içerleyebilir ve kolayca “sevilmiyor” ve “istenmiyor” hissine kapılabilirler.
Kadınlar aldattıklarında, genellikle yaşadıkları duygusal boşluğu doldurmaya çalışıyorlardır. Eşiyle olan duygusal bağlarının zayıflaması, beğenilmemek, ilgi ve şefkat eksikliği gibi konulardan şikayet eden kadınlar ve evliliklerinde yeterince takdir görmediklerini ve/veya görmezden gelindiklerini hisseden kadınlar, eşlerinde bulamadıkları duygusal yakınlığı genellikle evlilik dışı bir ilişkide ararlar. Ayrıca kadınlar evlilik dışı ilişkiyi, daha çok evliliği bitirmek için “bir geçiş yolu” olarak da görebilmektedir.
Öte yandan bu, cinsel tatminsizliğin kadınlar için de birincil tetikleyici olmadığı anlamına gelmez. Araştırmalarda, evlilik dışı ilişki yaşayan hem erkekler hem de kadınlar, eşleriyle olan cinsel yaşamlarını iyileştirmeyi umduklarını söylemektedir. Erkeklerin veya kadınların evlilik dışı bir ilişkiye girmelerinin sayısız sebebi vardır. Öte yandan, bazı risk faktörleri sadakatsizlik ihtimalini artırabilmektedir.
1.Bireysel Risk Faktörleri
Bağımlılıklar: Bireyin alkol, uyuşturucu, kumar ya da başka bir şeye bağımlı olması belirgin bir risk faktörüdür. Örneğin alkollüyken, çekingenlik azalabileceği için, ayık olduğunda aldatmayı düşünmeyen bir kişi, bu çizgiyi kolaylıkla aşabilir.
Kişilik Bozuklukları ve Psikolojik Sorunlar: Narsistik veya anti-sosyal kişilik bozukluğu gibi bazı kişilik bozukluklarına sahip bireylerin aldatma olasılığı daha yüksektir. Narsistik kişilik bozukluğu olan insanlar için evlilik dışı bir ilişki, egosal tatmin ve bir “hak” duygusu olabilir. Genellikle eşlerine empati duymazlar ve bu nedenle eylemlerinin eşleri üzerindeki etkisini de umursamazlar.
İlişkilerde bağlılıktan kaçınma, yakınlık kuramama veya güvensizlik gibi bazı bağlanma sorunları olan bireylerin de aldatma eğilimleri olabilir. Ayrıca, düşük özsaygı ve özgüvensiz kişiler, aldatmayı kendi değerini kanıtlamak için bir yolu olarak görürlerse sadakatsizlik riski doğabilir.
Psikolojik Sorunlar: Bipolar bozukluk gibi bazı zihinsel rahatsızlıklar, sadakatsizlik için risk faktörüdür.
Çocukluk Çağı Travmaları: Çocukluk çağı travma öyküsü (fiziksel, cinsel veya duygusal istismar veya ihmal gibi) olan bir kişinin, (eğer travma rehabilite edilip çözümlenmezse) sadakatsizlik eğilimi riski olabilir.
Seks Bağımlılığı: Bir eşteki seks bağımlılığı, evlilikteki fiziksel yönden tatmin olmama ihtimalini arttırır ve başkalarına ilginin kaymasına sebep olur.

2.İlişkisel Risk Faktörleri
Evliliklerde ilişki sorunları, sadakatsizlik için bir risk oluşturabilir. Bunlardan bazıları:
- İletişim sorunları
- Duygusal ve/veya fiziksel bağın kopması
- Uyumsuzluk
- Fiziksel ve/veya duygusal istismar ya da ihmal
- Finansal zorluklar
- Saygı eksikliği

Aldatmanın Sebepleri
Bireysel veya ilişkisel risk faktörleri olsun veya olmasın, evliliklerde sadakatsizlik için bir takım olası sebep olabilir. Aslında bu sebeplerin çoğunun altında yatan iki ana unsur vardır;
Karşılanmayan İhtiyaçlar
Ana unsurlardan ilki, karşılanmayan ihtiyaçlardır. Evliliklerde eşler, birbirinin veya biri diğerinin ihtiyaçlarını karşılama konusunda yetersiz kalabilir. Ancak böyle durumlarda, çok yaygın görülen hata, aslında bu ihtiyaçların eşler arasında ifade edilmemiş olmasıdır. Unutmayın ki, kimse zihin okuyamaz. İhtiyaçlarını ifade etmek kişinin bireysel sorumluluğudur.
Sorunların Doğrudan Ele Alınmaması
Bir diğer unsur da; evlilikte sorunların doğrudan ele alınmamasıdır. Doğrudan iletişim kurup sorunları çözmek yerine, sorunlardan kaçmak ve/veya çatışmalardan kaçınmak, evliliğe bağlılıkta çok önemli bir unsurdur.
Aldatmanın birincil nedenlerinden bazıları:
Mutsuzluk / Memnuniyetsizlik: Evliliklerde, duygusal veya cinsel açıdan memnuniyetsizlik yaygın bir sorundur. Evlilik özen gerektirir. Birbirini duygusal ve cinsel yönden beslemeyen çiftler, sonunda ayrı düşebilir.
Takdir Edilmediğini Hissetmek: Değersiz hissetmek ve ihmal edilmek, her iki cinsiyette de aldatmalara yol açabilir. Bununla birlikte, gerçek bir ihmalden ziyade eşin gerçekçi olmayan beklentilerinin olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Bağlılık Eksikliği: İlişkilerine az bağlı kişilerin, aldatma ihtimali daha yüksektir.
Rutinleşme: Evliliklerinin rutin olduğunu düşünen erkeklerin ya da kadınların, yeni heyecanlar ve tutku arayışı sebebiyle sadakatsizlik olabilir.
Bazı insanlar, eşlerinin yerine geçecek birini bulmak yerine, evlilik dışı kaçamakların evliliklerini canlandırmanın bir yolu olduğunu iddia etmektedir. Ancak belki de bu belirtilen sebepler, evliliğin normal olan olgunlaşma sürecini anlama eksikliğidir.
Yukarıda belirtilen birincil nedenlere ek olarak, evlilik dışı bir ilişkiye yol açabilecek ikincil etkenler de vardır. Bunlardan bazıları:
İnternet / Sosyal Medya: İnternet ve sosyal medya üzerinden bir ilişkiye başlamak, özellikle de duygusal bir ilişkiye girmek, birçok aldatmaya ve boşanmaya konu olmaktadır. Sanal ilişki, iki kişi yüz yüze hiç tanışmasa bile hala aldatmadır.
Pornografi: Aldatmadaki rolü küçümsenmiş olsa da pornografi, evlilik için tehlike arz eder.
Eksiklik: Bir eşin evdeki ya da ilişkideki eksikliği, iki taraf için de aldatma riski taşır. Bu eksiklikler, yalnızlık duygusuna ve/veya duygusal içerlemeye neden olabilir.
Zayıf Sınırlar: Zayıf bireysel sınırlar veya diğer insanlara koyduğumuz sınırlar, sadakatsizlik olasılığını artırabilir. Örneğin, hayır demeyi zor bulan insanlar, ilk başta istedikleri şey bu olmasa da, kendilerini bir ilişki içinde bulabilirler.
Sadakatsizlik ile Başa Çıkmak
Altta yatan nedenden bağımsız olarak, bir eş aldattığında bu durum, evliliği mahvedebilir ya da evliliğin yeniden inşasına sebep olabilir. Sonuçları, çiftin bu sorunu nasıl ele alındığına bağlı olarak değişecektir. Bazen insanlar, eşlerinin aldattığından şüphelenebilir ancak elle tutulur kanıtları yoktur. Çiftlere göre ideal yaklaşım şekli değişiklik gösterir. Ancak genellikle bu konuya en iyi yaklaşım, doğrudan sormaktır. Doğrudan sorduğunuzda, evliliğe daha fazla zarar verip vermeyeceğinizi veya eşinizin doğru cevap verip vermeyeceğinden endişeliyseniz, belirgin işaretlere bakmak da iyi bir fikir olabilir. Bazı evliliklerde aldatma, sadece bir yardım çağrısıdır. Her iki tarafın da farkında olduğu ancak çözemediği sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmalarına giden keskin yoldur. Böyle durumlarda aldatan eş, asıl sorunu gün yüzüne çıkarmak için, genellikle yakalanmaya çalışır. Öte yandan eşler, sadakatsizliği mutsuz bir evliliği sonlandırmanın bir yolu olarak da görebilir ve/veya evliliklerinden çıkış stratejisi olarak kullanabilirler.

Aldatıldıysanız…
Aldatılmış olan sizseniz, eşinizin aldatma kararını vermesinden sizin sorumlu olmadığınızı anlamanız önemlidir. Onun davranışı yüzünden siz suçlanamazsınız. Bununla birlikte, siz ve eşiniz arasındaki dinamiklerin sizi bu noktaya nasıl yönlendirdiğini keşfetmek isteyebilirsiniz. Sadakatsizliğin daha derin meselelerin bir belirtisi olduğunu kabul etmek, ilişkinizde altta yatan sorunları düzeltmek ve yakınlaşmak için çiftlere ışık tutabilir. Ayrıca, eşinin kendisini aldattığını öğrenmeye verilen en yaygın tepki, kıskançlıktır. Çözümlenmemiş kıskançlık, eşinize içerlenip öfkelenmenize ve ona kinlenmenize yol açabilir. Bir deyişe göre: “Kin, kendi içtiğin, sonra da diğer kişinin ölmesini beklediğin bir zehir gibidir.” Bu sebeplerden, aldatılan ve incinen taraf siz olsanız bile, bir profesyonelle çalışmanız, bu durumla başa çıkmanız ve toparlanmanız için size çok yardımcı olabilir.

Reasons Why Married People Cheat (Sheri Stritof, Verywell Mind)
Sadakatsizliğin üstesinden gelmek
Bazı çiftler, yaşanan sadakatsizlikten sonra evliliklerine devam edebilir ve hatta evlilikleri eskisinden daha iyi olabilir. Bazıları ise devam edemeyip evliliklerini bitirebilirler. Elbette, evliliğin devam etmesinin tavsiye edilmediği durumlar da vardır. Aldatılan sizseniz, kıskançlık ve öfkeyle baş etmeye çalışırken sağlıklı düşünmeniz oldukça zor olabilir. Eşinizin evlilik dışı ilişkisinin, niteliklerine ve neden gerçekleştiğine eşinizin bakış açısıyla bakmadan önce, kendi bakış açınızla durumu analiz etmeniz ve kendi ihtiyaçlarınıza bakmanız önemlidir. Eğer aldatan kişi sizseniz ve evliliğinizi kurtarmayı umuyorsanız atabileceğiniz birkaç adım vardır. Her şeyden önce, aldatmayı ve yalan söylemeyi hemen bırakmanız ve davranışınızın mesuliyetini almanız gereklidir. Sabırlı olmanız ve eşinize alan/zaman tanımanız önemlidir. Ancak tam sorumluluğu almazsanız (eşinizi suçlayıp davranışınızı haklı çıkarmaya çalışırsanız) evliliğinizi kurtarma şansınız düşük olacaktır.
Her iki taraf için de bu durumu aşmak, olayın nedenlerine ve her iki insanın özellikleri gibi birçok faktöre bağlıdır. Her iki eşin de, gerçekten anlamak ve ilerlemek için birbirini dinlemesi çok önemlidir. Eşinizin güdüleri, düşünceleri ve duygularının, kendinizinkiyle aynı olduğunu varsaymak hata olur. Karşılıklı affetme kapasitesi ve güçlü bağlılık duyguları, sadakatsizliğin üstesinden gelmek ve tekrar denemek için asıl anahtarlardır. Sadakatsizliğin birçok olası nedeni vardır ve evlilik karmaşıktır. Ancak doğrudan konuşup iletişim kurmak, ihtiyaçlarınızı ifade etmek, affetmek ve günbegün evliliğiniz üzerinde çalışmak, evliliğinizi korumak için en iyi sigorta planıdır.
Çeviri: Yaşantı Psikoloji
Gereksiz bir acı

Kötü şeyler ve olumsuz sonuçlar beklemeyi durdurmak
Patolojik endişe, gereksiz bir acı kaynağı olmasının yanında anksiyeteyi de tetikleyen bir şeydir. Bundan dolayı beyninizi sakinleşip çözümlere odaklanmak, ve kötü şeyler ve olumsuz sonuçlar beklemeyi durdurmak üzerine eğitmeyi öğrenmelisiniz. Patolojik endişe içindeki oksijen yavaş yavaş tükenen bir odaya benzer. Çıkışı olmayan bir labitentte, pencereleri olmayan bir evde hapis kalırsınız. Bu, neden geri dönemeyeceğinizi anlamadan eğimli bir yerde yürümek gibidir. Tahmin edebileceğiniz üzere, bu psikolojik durum anksiyete bozukluklarının temelinde bulunan şeydir.
O zaman, bunu neden yapıyorsunuz? İnsan beyni bu kadar rahatsız edici durumların bir parçası olmak konusunda neden bu kadar istekli? Anlamanız gereken bir şey, endişenin gerçekten de bilişsel açıdan anksiyetenin bir bileşeni olduğudur. Bu anksiyeteyi besleyip bu kadar dirençli bir hale getiren şeydir. Aynı şekilde, göz ardı etmemeniz gereken bir diğer açı daha var: endişeler de korkulardan beslenir. İnsanlar, ne olacağından emin olmadıklarında endişelenme eğilimindedir. Kendilerine bir şeyin kötü gideceğini söylediklerinde, ya da bir problemi çözmeye teşebbüs ederken neredeyse her şeyden şüphe ederler. Bunların hepsinin arkasında olan şeyin olumsuzluk olduğu çıkarımında bulunabilirsiniz. Ancak bu yanlış olur, çünkü gerçekte olumsuzluğun arkasında da korkunun gölgesi bulunur.

Endişe patolojik hale geldiğinde bir zihinsel ıstıraba dönüşür. Bu psikolojik senaryoda da ne fikirler ne de arzular gelişebilir… umuttan bahsetmiyoruz bile. Bundan dolayı, bu tip zihinsel örgüleri deaktive edebilmek için ilk önce fark etmeniz gerekir.
“Üzerinde kontrolünüz olmayan şeyler hakkında endişelenmenin hiçbir mantığı yoktur çünkü bu konularda yapabileceğiniz herhangi bir şey yoktur, ve kontrol ettiğiniz şeyler hakkında da neden endişelenesiniz ki? Endişelenme eyleminin kendisi sizi hareketsiz halde tutar.” / Wayne W. Dyer
Neden Önemsiyoruz, ve Bunun Faydası Nedir?
Endişe normal bir psikolojik süreçtir. Amacı bir problemi, ne sebep ile olursa olsun iç rahatlığınızdan çalan bir şeyi, çözmektir. Bu bilişsel, duygusal ve psikofiziksel aktivasyon normal şartlarda sizi belirsizlik ve korkuları azaltıp bu durumu çözmeye yarayan başa çıkma stratejilerini uygulamaya iter.

Dr. Freeston ve takımının çalışmasına göre endişelerinizin çoğunun iki çıkış noktası vardır: Önemsersiniz, çünkü olumsuz bir olayın gerçekleşeceğini öngörürsünüz. Örneğin; insanları hayal kırıklığına uğratmaktan, beklediğiniz şeyleri başaramamaktan, sizin için anlamlı olan bir şeyi kaybetmekten ve belirli şeyleri belirli şekillerde yapmadığınız için suçluluk hissetmekten korkarsınız. Önemsemenizin ikinci sebebi ise son derece ilginçtir. Ortalamaya vurulduğunda, belirli şeyler hakkında “çok endişelenmenin” sizi sorumlu hale getirdiğine inanmaya başlamışsınızdır. Sanki belirli şeyler üzerinde düşünmeye uzun saatler adamak bir çözüm bulmanıza ve durumlar üzerinde daha fazla kontrole sahip olmanıza yardımcı olabilecekmiş gibi endişelenirsiniz. Gerçekte durum bu değildir, çünkü aşırı endişelenmenin aslında yaptığı şey anksiyetenizi beslemektir.

Aşırı endişe, patolojik endişeden kaynaklanır. Bunlar, aynı şeyler hakkında düşünmeyi ve olumsuz sonuçlara hazırlanmayı bırakamadığınız zihinsel durumlardır. Bu; sorunu çözmekten çok büyüten ve ayrıca duygusal huzursuzluğunuzu da yoğunlaştıran bir ruminasyon türüdür. Benzer şekilde, şundan bahsetmek de önemlidir: patolojik endişe, amigdalanız ile prefrontal korteksiniz arasında gerçekleşen ilginç bir geribesleme döngüsünden doğar. Amigdala, riskleri tespit edip beyne alarm mesajları göndermek üzere tasarlanmış bir bölgedir. Bu sinyal son derece spesifik duygusal durumlara dönüşen bir sinyaldir: korku ve acı. Bu durumlar var olduğunda da prefrontal korteksiniz mantıklı bir şekilde düşünemez ve endişelerinize refleksif bir şekilde daha doğru cevaplar veremez. Peki bu durumda ne yapabilirsiniz? Beyninizi besleyen patolojik endişe ve olumsuz enerjiyi azaltmanın bir yolu konuşmaktır. Sözlü stratejiler, sıkıntıyı azaltmak için duygusal boşalma mekanizmaları olarak çalışır.
Bundan dolayı; nasıl dinleyeceğini, anlayacağını ve yakın olacağını bilen biri ile bir diyalog sürdürün. Diğer insanlar ile konuştuğunuzda irrasyonel fikirlerinizi ve acınızı besleyen herhangi bir şeyi fark edebilir olacaksınız.

İkinci adım sakinleşmektir; çünkü bu şekilde duygularınızın dengelenmesi, zihninizin nefes alması ve fikirlerinizin akması daha kolaydır. Böylece ıstırap gücünü kaybedecektir. Bu içsel duruma ulaşmak için kullanabileceğiniz rahatlamak, yürüyüşe çıkmak, ve farkındalık stratejileri kullanmak gibi teknikler vardır. Üçüncü adım probleme takılmayı bırakıp çözümlere odaklanmaktır. Bu duruma nasıl geldiğiniz önemli değildir. Dolayısıyla, yapmanız gereken son şey neyin olup olamayacağını tahmin etmeye çalışmaktır. Elzem olan şey problemi objektif bir şekilde tanımlamak ve bununla başa çıkma stratejileri üzerine düşünmektir.
Üçüncü adım probleme takılmayı bırakıp çözümlere odaklanmaktır. Bu duruma nasıl geldiğiniz önemli değildir. Dolayısıyla, yapmanız gereken son şey neyin olup olamayacağını tahmin etmeye çalışmaktır. Elzem olan şey problemi objektif bir şekilde tanımlamak ve bununla başa çıkma stratejileri üzerine düşünmektir. Sonuç olarak, bir şeyi vurgulamak önemlidir: sürekli bir şekilde bir patolojik endişe durumuna maruz kaldığınızda bir profesyonele danışmalısınız. Değişmenize ve refahınızı arttırmanıza yardımcı olabilecek birçok etkili terapi vardır.
Boşanma

Beraberinde bir takım sancılar getireceği de muhakkaktır.
Evlilik bekarlığın çok dışında bir yaşamdır. Farklı bir anlayışla yaşanır ve her yaşam biçiminde olduğu gibi evlilik tipi yaşam biçiminde de o yaşamı bir süre yaşayanlarda o yaşam tarzına alışma söz konusu olur. Nasıl bekarlıktan evliliğe geçiş bir yaşamsal değişim ise evlilikten boşanarak tekrar bekarlığa geçiş de aynı şekilde alışkanlıkları yenilemek gereken bir yaşamsal değişim sürecidir. Beraberinde bir takım sancılar getireceği de muhakkaktır.
Evli çiftlerin müşterek yaşamlarını sürdüremedikleri takdirde tek yanlı veya birlikte karar alarak gerçekleştirdikleri evliliklerini noktalama işlemine “boşanma” diyoruz. Boşanma erkekler için de kadınlar için de içerisinde travmalar barındıran sıkıntılı bir süreçtir. Çünkü insanoğlu alışan bir varlıktır, alışkanlıklarından da vazgeçmede zorluklar yaşarlar. Evliliklerin bazıları pek mutlu yürümese de o evliliği yaşayan insanlarda evlilik tip yaşama karşı bir alışkanlık oluşturur. Boşanma bu alışkanlıkların tasfiye edilmesi ve yerine yeni bir yaşam biçiminin oturtulmasını gerektiren zorlukları beraberinde getirmektedir. Ayrıca boşanmaların yaşattığı psikolojik travmanın boşanan çiftin çocuklu veya çocuksuz olmasıyla da ilişkisi vardır. Nitekim çocuklu çiftlerin boşanmaları daha bir sıkıntılı oluyor, çiftlerin yanında aile parçalanması yaşayan çocuklarda da bazı psikolojik travmaların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Ülkemizde boşanmaların bir çok sebebe dayalı olarak ortaya çıktığı bir gerçek. Ama bunların ağır basanları uyumsuzluk ve çatışma, çözüm becerisinin eksikliği, paylaşamama ve iletişim kuramama, cinsel uyumsuzluklar, aile etkileri ve evliliği yaşayan insanların egoları oluyor. Evlilik normalde yaşamı paylaşmaya dayalı olduğundan aslında birey odaklı olmayan ve çift odaklı yaşanması gereken bir ilişki, bir yaşama biçimidir. Bu yaşama biçimini seçenlerin aslında daha evliliğin başından itibaren bu yaşam tarzının bir insanın bir insana hakim olması, onu yönetmesi ve o ilişkiye egemen olmasına dayalı yürüyemeyeceğini bilmesi gerekir. Çünkü kimse evleneyim derken kendisini bir başka insanın esareti altına aldırmaz, sevse bile buna sonuna kadar katlanamaz.

Boşanma biraz da çiftlerin mevcut problemlerini çözme iradesi göstermemesinden, kendisinde kusur aramasından, hep karşısındakini suçlayarak üste çıkmaya çalışmasından kaynaklanan çözümsüzlük birikiminin pik yapması sonrası yaşanmaktadır. Kolay kolay hiç bir çift boşanma noktasına gelmez. Mutlaka o ilişkinin boşanma aşamasına gelmesine kadarki süreçte oluşmuş bir sorunlar birikimi, bir çözüm bulamama birikimi ve bunların yarattığı bir sevgi kaybı süreci ve umudun yitirilmesi yaşanmaktadır.
Bir diğer önemli konu boşanmaya çiftin birlikte karar verip vermediğidir. Kaldı ki bütün boşanmalar her iki tarafın ortak kararıyla olmuyor. Bazen bir taraf aldığı boşanma kararını karşı tarafa dayatabiliyor. Çocuklu ailelerde çocukların ne olacağı, kimde kalacağı da ayrı bir sorun kaynağıdır. Tabiatıyla boşanma süreçleri ilişkideki her taraf ama özellikle kadınlar ve çocuklar açısından oldukça zorlu süreçlerdir. Toplumda da niye oldu, paylaşamadığınız ne vardı saygısız meraklar insanlar için ayrı yıpranma potansiyeli taşımaktadır.

Boşanma süreçlerini biz uzmanlar boşanma öncesi, boşanma esnası ve boşanma sonrası olmak üzere üç aşamada ele alırız. Boşanma öncesi genellikle güven ilişkisinin çöktüğü, sevginin tükendiği, çatışmanın yoğunlaştığı ve psikolojik yorgunluğun belirginleştiği bir dönem olarak yaşanmaktadır. Boşanma esnasının bizim ülkemizde en yaygın yaşanan sorunu haklı çıkma sevdasıdır. Genelde insanlar kendi hatalarıyla yüzleşmek yerine karşı tarafın hatalarına odaklanarak bu evrede aşırı savunma mekanizması kullanır ve bencilleşirler. Boşanma sonrası ise bir yandan aileye, öbür yandan topluma laf anlatma zorluklarıyla birlikte yeni bir yaşam kurmanın belirsizlikleri ve zorluklarıyla iç içe yaşanmaktadır. Yaşayanları da psikolojikman çok yıpratmakta ve zorlamaktadır.
Tüm bunlar yanında çekişmeli boşanmalar gerilimli, tartışmalı, hakaretli geçen süreçler olduğundan daha da bir sıkıntılı yaşanabilmektedir. Düne kadar aynı evi hatta aynı yatağı paylaşan insanların onca paylaştıklarını ve bu paylaşımlarının hatırını böylesine çabuk göz ardı etmeleri ayrı bir dikkat çekicilik taşımaktadır. Bu nedenle boşanma süreçleri ülkemizde genelde yoğun sıkıntılı bir süreç olarak yaşanır ve insanların psikolojik dünyasında ciddi yorulma ve problemlerin oluşmasına yol açar.
Bu dönemi yaşayan insanların yaşadığı psikolojik zorlanmalar onlarda boşanma sendromu, depresyon, kaygı bozukluğu, duygu durum bozukluğu gibi bazı psikolojik sorunların ortaya çımasına sıklıkla yol açabiliyor. Bu aslında üzerinde dikkatle durulması gereken bir durumdur. Çünkü boşanma sonrası insanların yeni bir hayata intibak etmeleri, bunu sağlayacak psikolojik gücü kendilerinde bulmaları ve çöküntüye uğramamaları son derecede önemlidir. Bu nedenle insanlar önce şunun farkında olmalıdır: Hiç bir ilişki hatta hayattaki hiç bir şey insanlara garanti belgesiyle sunulmaz. Bir yola çıkıldı mı o yolun varabileceği tüm sonuçlar aslında daha yolun başında olabilecek, yaşanabilecek seçenekler arasındadır.

Gönül her ne kadar her şeyin olabilecek en iyi şekilde yol almasını istese de bazen bu gerçekleşmeyebilir ve istenmeyen sonuçlar da gündeme gelebilir.kaldı ki evlilik bir başka insanla yaşamsal bir ortaklıktır. Neyin ne kadar,nasıl ve ne şekilde paylaşılabileceği aslında yaşanmadan ortaya çıkmayacaktır.Ama bizim insanlarımızda evlilik öylesine kutsanır ve üst seviye beklenti ve koşullanmalarla kurulur ki ortaya çıkabilecek olumsuzluklar hiç bir zaman hesaba katılmamıştır. şartlanma bu kadar pozitif olup yaşananlar da aksine negatif geliştiğinde ise insanlarda bir kabulenme ve hazmetme zorluğu ortaya çıkacağı aşikardır. Yaşananların merkezinde biraz da bu olasılıkların olumsuzlarına hiç kendini hazırlamama yatmaktadır.
Biz aslında ne kavuşmayı ne de ayrılmayı bilen bir toplum değiliz. Kadın ve erkeklerin birbirlerine ulaşırken kaybetmeme uğruna kullandıkları maskeler sağlıklı bir şekilde kavuşamamayı, eğitimli insanlar olsalar dahi ilişkileri yürümeyince medenice ayrılmayı beceremeyişleri ayrılmayı bilmediğimizi netçe ortaya koymaktadır. Hele şu haklı çıkma sevdası bitmiş bir ilişkide bile insanların yakasını bırakmamakta ve ilişkinin daha sorunlu nihayetlenmesine yol açmaktadır. Boşanma süreçleri içlerinde belirsizlikler de barındıran bir süreçtir ve belirsizlik insanlar açısından son derece sıkıntılı hatta yıpratıcıdır. Bundan sonrası ne olacak, neler yaşayacağım, nelerle karşılaşacağım sorularının karşılığı yoktur ve belirsizdir. Ülkemizde bu süreci kadınlar kültürümüz nedeniyle erkeklere oranla daha sıkıntılı ve buhranlı yaşarlar. Çünkü bir hanım açısından evlendikten sonra boşanıp aile evine dönmek pek kolay bir süreç değildir. Ayrıca her ailede boşanmayı saygıyla karşılama, evladına sahip çıkma duyarlılığı da yoktur. kaldı ki toplumumuzda boşanmış kadınlara olan bakış açısı da son derece saygısız ve anlayışsızdır.
Apar topar boşanma kararı vermek elbette doğru değildir. Önce çiftler kendi aralarında bir çözüm bulmaya çalışmalı ve sorunlarını çözebilmek için çaba sarfetmelidir. Olmadı bir evlilik terapistinden yardım alınmalıdır. O şekilde de çözülmezse o ilişkinin yürütülmesi için asgari şartların ortadan kalktığı düşünülmeli ve daha fazla da ayak direnmemelidir. Boşanma esnası ve sonrasında eğer psikolojik zorlanmalar ortaya çıkıyorsa o sürecin bir psikologtan yardım alınarak yönetilmesi hem hata yapma hem de psikolojik tükenmeye uğrama risklerinin ortadan kaldırılması için önemlidir.
Uzm. Psk. Namık Acar

Mutlu olmadığınızı bilmenin duygusu nedir?
Şu anda çalıştığınız işe girmek için heyecanlandığınız anı hatırlıyor musunuz? Ama şimdi, değişim ve başarı heyecanı yıprandı ve kendinizi işyerinde genel bir mutsuzluk durumunda buluyorsunuz. Neden mi işte mutsuzsunuz? Bunun birçok nedeni vardır. Başkaları veya kontrolünüz dışındaki şeyleri suçlamak kolaydır. Mazeretlerinizin altında yatan gerçek sebep nedir? Sadece mutlu olmadığınızı bilmenin duygusu nedir? Ve neden işi bırakmıyorsunuz? Bu her zaman işe yarar, değil mi? İşinizden hoşlanmıyorsunuz, işi bırakıp başka bir tane buluyorsunuz. Ama birkaç işten sonra, sorunun iş olmadığını görüyorsunuz, rüyalarınızı süsleyen hangi işi alırsanız alın, aynı noktaya geri dönüyorsunuz. Mutsuzluk.

Herkes patronlarını sevmez,
Patronun, kaderine karar veren bir yeteneksiz. Herkes patronlarını sevmez, hepimiz beceriksiz olmayan mükemmel patron hayal ederiz. Ama kimse mükemmel değil, hayalinizdeki patron bile… Patronunuz çalışma ortamınızı kontrol eder, işi organize eder, iş rolünüzü tanımlar ve destek ağınızdır. Bir sorunla karşılaşırsanız ona sorarsınız. Patronunuzla ilgili bir sorununuz varsa, sorumluluk alma ve onunla ilgili bir şeyler yapma zamanı geldi demektir. Patronunuzun davranışından siz sorumlusunuz ve ilerlemenizdeki reaksiyonlarınızı, eylemlerinizi ve tutumunuzu kontrol edebilirsiniz.
Her gün patronunuzdan nefret etmeyi taahhüt ederek ofise girerseniz, büyümeye veya çitleri kırmaya alan bulamazsınız. Bu işi yapmanın bir yolunu bulmaya karar vermelisiniz, işte mutluluğunuzu kontrol etmenize yardımcı olmak için yapabileceğiniz 3 şey:
- Sorunlarınızı patronunuzla tartışın ve her ikinizin birlikte çalışabileceği bir yol bulun. Birlikte çalışın ve birbirinizi rahatsız etmemeniz için bir plan oluşturun.
- Onlarla iletişim becerilerinizi geliştirin. Hepimiz farklı şekillerde iletişim kurarız, göz göze bakmanın bir yolunu bulmanız gerekir. Nasıl iletişim kurduklarını öğrenin ve bu şekilde iletişim kurmayı öğrenin, böylece size daha iyi yanıt verecekler, çünkü duyulduklarını ve anlaşıldıklarını hissedecekler.
- Adım atın. Patronunuzla akıl yürütemezseniz ve sizin düşünceleriniz kapatmaya devam ederse, etraflarında çalışmanın bir yolunu bulun, böylece onlara güvenmek zorunda kalmazsınız. Daha fazla sorumluluk alın.

Sevmediğimiz bir çok iş arkadaşlarımız var. Bizi hayal bile edemeyeceğimiz şekilde duvara doğru sürüyorlar. Mutluluğunuz ortamınıza bağlıdır ve haftanızın 40 saatini sizi mutlu etmeyen bir ortamda geçirirseniz, mutsuz olursunuz. İş arkadaşları bunun için büyük bir rol oynar, sosyal yaratıklar olarak sosyal etkileşime ihtiyaç duyarız ve iş arkadaşlarımızla yakınlaşarak sosyalleşmeye zorlanırız. Kendimizi iyi hissettirmeyen negatif insanlarla çevriliysek, mutsuzluk ve özgüvende bir düşüş olur. Bununla ilgili ne yapabiliriz? Sinir bozucu iş arkadaşlarıyla uğraşırken 2 seçeneğimiz var:
Onlar hakkındaki tutumunuzu değiştirin.İş arkadaşlarınızın sizi rahatsız eden şeylerin sadece kendi iç kararınızın yansımaları olduğunu anlayın. Örneğin, muhasebeden Ayşe çok fazla beyaz yalan söyler ve bu sizi çıldırtır. Bu, kontrol edebileceğiniz bir şey değil, yalan söyleme deneyimlerinizle ilgili bir sorundur. Eylemlerini (beyaz yalanlar) kontrol edemezsiniz, ancak reaksiyonlarınızı kontrol edebilirsiniz (çok belirgin göz yuvarlamanız ve yorumunuz). Onlara olumsuz cevap vermek yerine, anlatımı daha olumlu bir karara dönüştürün ve olumsuz olanı serbest bırakın. Kim olduğunu düşündüğünüzü tekrar yazın ve resmin diğer tarafını görün. Ayşe küçük beyaz bir yalan söylediğinde, başkasına daha iyi hissettirmek için nasıl yaptığını düşünün, kendine inanmasa bile, şefkatli ve iyiye odaklanın.
Onlardan kaçının. Bazı insanlar uyumsuzdur ve yardım edilemez. Eğer onları oldukları gibi kabul edemezseniz, ne pahasına olursa olsun onlardan kaçının. Bu kadar acı ve strese neden oluyorsa, etraflarında olmamanın bir yolunu bulun.
Yaptığınız İşe İnanmıyorsunuz
Bu, bir iş rolünden mutsuz olmanızın temel nedenlerinden biridir. İş rolünüz temel değerlerinizle uyuşmuyorsa, sefil olacaksınız. İnsanlara yardım etmeye değer veriyorsanız ve program kodlamasında çalışıyorsanız, değer problemi çözen birinin aksine mutlu olmak için mücadele edeceksiniz. Değerleriniz işinizle uyuşmuyorsa işinizin tadını çıkarmak imkansız değildir. Program kodlaması yaparak, iş arkadaşlarınız ya da projenizi kullanacak insanlar olsun, birisine yardım edersiniz. Perspektifinizi her zaman çevirebilirsiniz. Temel değerlerinizin ne olduğunu öğrenin ve sizi işinizi yapmaya yönlendiren motivasyonu değiştirerek iş rolünüze uymaları için bir yol bulun. Örneğin, insanlara yardım etmek veya problem çözmek gibi… Ve eğer yapamazsanız, belki de her zaman gizlice, derinden yapmak istediğiniz bir işte kariyer değişikliğini düşünmenin zamanı gelmiştir.
Aşırı Çalışıyorsunuz
Bir noktada, çatlarsınız, baskı ve stres fazla gelir; özellikle de kişisel hayatınızı bu artan iş yükünün üstesinden gelmeye çalışmak için feda ettiğinizde… Aşırı çalışıyorsanız, tükenmişliğin üstesinden gelmek için şunları yapmanız gerekir:
- Gereksiz yere yardım etmeyi bırakın , en azından çalıştığınızı hissedene kadar. Hayati önem taşıyan hiçbir şeye hayır demeye başlayın.
- İş yükünüzü otomatikleştirmenin veya azaltmanın bir yolunu bulun. Yetki verin, yeni personel alın, iş rolünüzün parçalarını otomatikleştirmek için programlara katılın.
- Zihinsel sağlığınızı takip edin, süreciniz ne olursa olsun, kontrol altında tutmak için gerekli şeyleri yaptığınızdan emin olun (veya bir süreç bulun ve uygulayın).
- Sınırları belirle. İş, hayatınız olmamalı, eğer 6’da saatinizi kapattığınızı söylüyorsanız, 6’da durursunuz. Sert sınırlar belirleyin çünkü teknolojik olarak ilerleyen bu modern dünya onları zorlayacaktır. İşinizi bitirdiğinizde, e-postalarınızı kontrol etmeyin.
İşyerinde Gerçekten Beklenmedik Hissediyorsunuz
İnsanlardaki temel itici unsurlardan biri, tanınma ve onaylanma ihtiyacıdır ve eğer olmazsa, mutsuz hissedersiniz. İş arkadaşlarınızdan ve patronlardan takdir almaya çalışabilirsiniz. Ancak bu asla göründüğü kadar tatmin edici değildir ve alınan doğrulama yeterince orijinal değildir, içi boş ve boş hissettirir.
Ofiste görmek istediğiniz değişiklik olun. Herkese takdir edildiğini göstermek için bir inisiyatif oluşturun, bahse girerim ki ofisinizin yarısı eşi görülmemiş hissediyor. Takdir ve şükran kültürüne başlayın, insanlara teşekkür etmeye ve sıkı çalışmalarını fark etmeye başlayın. Başkasının takdirini hissetmek için kendi yolunuzdan çıkın, ne kadar çok yaparsanız, ortamınız o kadar iyi olur. Her şeyde, Beklenti Tezahür’e eşittir. Herkese minnettar davranır. Çaba gösterirseniz, kesinlikle sizi takdir etmek için de çaba göstereceklerdir. Birisi bu zinciri başlatmalı, neden sen olmayasın?
Tüm bu sorunlar, işinizi bırakıp daha mutlu bir alan bularak da çözülebilir. Bazen işiniz berbat, patronunuz memnuniyetsiz, ne kadar olumlu olursanız olun takdir edilmezsiniz ve insanlar olumsuzdur. Maaşı da düşüktür. Bu durumda işinizi bırakıp, yeni iş ilanları bakmaya başlamalısınız.
İşinizden Nefret Ediyorsunuz Ama Bırakamıyorsanız Ne Yapmalısınız?
İş rolünüzden mutsuz olmak ve işinizden nefret etmek arasında bir fark vardır, bu da bırakmak istediğinizde çok daha zorlaşır. Herkes istediği zaman işini bırakamaz, hatta bazı tasarruflar gizlenmiş olsa bile, ödeyecek faturalarınız, sürdürülecek bir sosyal hayatınız (işten arta kalan!) ve size güvenen insanlar vardır. Ama işinizden nefret ediyorsunuz, sabah uyanıyorsunuz ve alternatif bir zaman çizelgesinde başka biri olarak uyanabilmeyi diliyorsunuz. İşte işinizden gerçekten nefret ettiğinizde ve bırakamadığınızda yapılacak en iyi 3 şey.
- İşletme içindeki departmanları veya iş rollerini değiştirin. Alışveriş yapın, size daha uygun veya gerçekten daha ilginç bulacağınız başka bir görev tanımı olup olmadığını araştırın.
- Tutumunu değiştir. Tutum realitenizi kontrol eder, uyanırsanız ve işten nefret ettiğinize karar verirseniz, iyi bir gün geçiremezsiniz. Zihniyetinizi negatiften minnettarlığa değiştirin. İşiniz için minnettar olduğunuz tüm nedenlerin bir listesini yapın, biraz zaman alabilir, ancak minnettar olduğunuz ne kadar çok şey bulursanız, o kadar kolay olacaktır.
- Diğer işler için başvurun , hali hazırda başka bir sağlam iş teklifiniz varsa işinizi bırakmanızı engelleyen hiçbir şey yoktur.
Hiçbir para akıl sağlığınız için mücadeleye değmez.
Mutluluğun tamamen sizin kontrolünüzde olduğunu unutmayın. Dışsal etkileri nasıl ele alacağınız, sizi aşağıya çekmesi, değersiz hissettirerek mutluluğunuza zarar vermeye çalışıyor olması tamamen size kalmış… İçinde bulunduğunuz ortamı, karşılaştığınız tavrı ve ne düşündüğünüzü kontrol edebilirsiniz. İşleri başka bir şekilde görmeyi öğrenmek için çaba gösterin çünkü bırakıp daha mutlu bir işte gitseniz bile, her şey her zaman “mükemmel” olmayacaktır.
Berrin Öz

Çalışma Ortamınızda Mutsuz musunuz?
Yaşamda sürekliliğimizi sağlayan, hayatımıza anlam katan bir alandır iş hayatı. Zamanımızın büyük çoğunluğu çalışarak geçer. Çalıştığımız mekân ise isteyerek veya istemeyerek içinde bulunduğumuz bir sosyal alandır. Çalışma alanı sadece maddi doyum sağlamaz; statü ve özgüven oluşturur, becerilerimize, kişiliğimize ve farkındalığımıza katkı sağlar, kimlik duygusu geliştirir.
Birey olarak bizim iş yerine katkımız ise sadece bedensel ya da zihinsel değildir. Eğitim durumumuz, iş deneyimimiz, yetkinlik ve bilgi birikimimiz iş bulmamızda öncelikli olsa da, iş yerine getirdiğimiz kişilik yapısı, değerlerimiz, sosyal becerilerimiz o iş yerinde ne kadar kalıcı ve mutlu olacağımızla ilişkilidir.
İşyerinde uyumlu, pozitif, sorumluluk bilinci olan, paylaşımcı, dikkatli, planlı, güvenilir, iletişim becerileri güçlü, çalışma arkadaşlarını motive edebilen bireylerle çalışmak o işyerindeki etkinliği, verimliliği, performansı önemli ölçüde etkiler. Ancak duygusal tutarsızlık, işbirliği ve paylaşımı sevmeme, bencillik, karamsar ve sürekli negatif bir kişiliğe sahip olma, dedikodu yapma, hem bireyin kendisini hem de diğer çalışma arkadaşlarını ve iş ortamını olumsuz etkiler.
Eğer iş ortamınızda mutlu olmadığınızı düşünüyorsanız aşağıdakilerden hangilerinin sizi rahatsız ettiğini düşünün ve gerekirse uzman desteği almayı lütfen ihmal etmeyin. Daha mutlu ve huzurlu bir iş ortamı için sorunlarımızın adını koymak, sonrasında ise çözüme odaklanmak gerekir.
• İş arkadaşlarımızla olumlu ilişkiler kuramamak
• Yeterince faydalı ve üretken olmadığını düşünmek
• Kendimizi çalıştığımız ortama veya kuruma ait hissetmemek
• Çalışma ortamında kendini değersiz ve pasif hissetmek
• Becerilerinizin ve yaratıcılığınızın iş ortamında görülmediğini veya takdir edilmediğini düşünmek
• Onaylanmamak
• İşletmenin amaç ve hedeflerine ulaşamayacağına inanmak
• Üstlerine veya astlarına karşı güvensizlik
• Hakkını alamadığını düşünmek
• Müşterilerle etkin ilişkiler ve iletişim kuramamak
• Diğer çalışanların kayırıldığına inanmak
• Yorgunluk, tükenmişlik
• İşe istemeyerek gitme
• Çalışanlarla bilgi alışverişinin, her türlü paylaşımın ve iletişim ağının zayıf olması
Uzman Psikolog/Pedagog Bahar Erden

Başarılı olmak için
Her çalışan, başarılı olmak için işini sevmesi gerektiğini bilir ve sevdiği bir işte çalışmak için çaba harcar. İş ararken sevdiği işleri ve bu tür işlerin bulunduğunu düşündüğü işletmeleri tercih eder. Eğer sevmediği bir işte çalışmak zorunda kalırsa bunu geçici bir süre için yaptığını düşünür, kendini işine adamaz ve kendince sevebileceği bir işi buluncaya kadar arayışlarını sürdürür. Çoğu insan; sıklıkla iş değiştirmesini, çalıştığı hemen her işte mutsuz olmasını ve istenen performansı bir türlü gösterememesini sevmediği işlerde çalışmak zorunda kalmasıyla açıklamaktadır.
İşiniz her zaman eğlenceli bir oyun olmayacak. Bir süre sonra ödüllendirici hale gelmediğinde, mutsuz hissedeceksiniz. İnsanlar ödüller ve eğlence konusunda gelişmiştir ve rekabete bayılırız. Çalışma ortamınızı eğlenceli ve ödüllendirici hale getirerek, işe gitmenin tadını çıkarmaya başlayacaksınız. İşinizi nasıl daha eğlenceli ve ödüllendirici hale getirebilirsiniz? Oynamak için kendinize oyunlar oluşturmayı deneyebilirsiniz iş arkadaşlarınızla dostça yarışmalar (isterseniz)!

İşleri yaşam amaçlarını gerçekleştirmek için bir araç olarak gören ve bu amaçlara ulaştıracak her ortamı ve olanağı değerli gören insanlar işlerinde kısa dönemli kazançların hesabını yapmazlar. Bir hesap, bir çıkar uğruna sevmek sevgiden çok bir ticari işlemdir, bir alışveriştir. Çalışma hayatında işlerini çok sevdiklerini söyleyen kişilerin çoğu gerçekte işi değil, parasal getirisini önemsemektedirler. Bu kişiler hesaplarına gelmediğinde işlerini çok kolay terk etmektedirler.
Bazıları, belki birilerine hoş görünmek, işe alınmak ya da yükseltilmek için işlerini çok sevdiklerini söylerler. Bunu bazen o kadar çok söylerler ki sonuçta kendileri de inanırlar. Bazıları da işlerini başkaları sevdiği ve kendisine de sevmesi gerektiğini söyledikleri için severler. Bu kişiler adeta başkalarının sevgisini ödünç alırlar. Başkalarının ilgisini ve sevgisini kazanmak ya da onların desteğini almak için işlerini çok sevdiklerini söylerler ya da sever gibi yaparlar. Sevmek insanın istemesi, karar vermesi ve kararlılık göstermesiyle geliştirilebilen bir duygudur. Bu duygu, başkasının istemesi ve karar vermesiyle ortaya çıkıyorsa son derece yüzeysel ve yapmacık bir sevgi olacaktır.
Bir insanın performansı şüphesiz o işle ilgili bilgi ve beceri sahibi olmasına, ne yapacağını bilmesine ve bu bildiğini uygulayabilmesine bağlıdır. Ancak bunlardan daha önemlisi, kişinin performansı işiyle ilgili olumlu tutum içinde olmasına, heves ve heyecan duymasına, kısaca işini sevmesine bağlı bulunmaktadır. İşini sevmeyen bir insan bildiğini ve yapabildiğini işine yansıtamayacak ve sonuçta başarılı olamayacaktır. İşini sevme konusunda ilginç olan bir durum çoğu insanın işini sevmenin gerçekte ne anlama geldiğini bilmediğidir. İşini sevmeyi, işten hoşlanmak, işyerinde iyi vakit geçirmek, keyif almak ve huzurlu olmak olarak düşünen çok kişi bulunmaktadır.

İşini sevmek işkolik olma anlamına gelmez. İşini ne için yaptığını, yaşamına ne tür değerler kattığını ve başkalarına ne tür faydalar yarattığını bilen insanlar bunu sağlıklı ve sürekli bir şekilde yapabilmek için işkolik olmamaları gerektiğini bilirler. İşkolikler, işlerini çok sevdikleri için değil doğru ve akıllı çalışmayı bilmedikleri için bu şekilde çalışırlar. İşini seven insanlar, kendilerini anlayan, yardımcı olan ve kendileri de işlerini severek yapan diğer insanları severler. Böyle bir ortamdaki sevgi, iş yaşamına anlam kazandıran, onu zenginleştiren, çalışmayı değerli ve anlamlı bir uğraşa dönüştüren ortak bir duygu yaratır. Bu duygu, iş tatminini ve performansı bir başka yaklaşımla ya da yöntemle sağlanabilecek düzeyden çok daha fazla yükseltir.
İşini gerçekten sevmek cesaret göstermeyi ve gerektiğinde mücadele etmeyi gerektirir. Zora gelemeyen, sıkıntıya girmek istemeyen, işi için zaman ve enerji harcamayı göze alamayan, risklere ve belirsizliklere katlanamayan ve gerektiğinde özveride bulunmayan insanlar sevdiklerini söyledikleri işlerini gerçekte sevmemektedirler. İşini gerçekten sevenler onun için hobilerine ve ailelerine ayırmaları gereken zamandan da vazgeçebilirler. Sağlıklarını bile bazen ikinci planda tutabilirler. Kişisel zevklerini ve gururlarını işlerinden daha önde görmezler. İşlerini; fiziksel, zihinsel ve duygusal bütünlük içinde severler. İşlerini yaparken fiziksel olarak daha canlı, zihinsel olarak daha berrak ve kıvrak ve duygusal olarak da daha doygun olurlar. İşlerinde bedensel yorgunluk, zihinsel durgunluk ya da duygusal bunalım yaşamazlar.
İsmet Barutcugil
Bazı insanlar

davranış değişikliği
UTANGAÇLIK BİR HASTALIK MIDIR?
Son yıllarda merak edilen konulardan birisi utangaçlığın bir hastalık olup olmadığı; utangaçlığın sosyal kaygı veya sosyal fobiyle aynı şekilde değerlendirilip değerlendirilmeyeceği. Bu konuda yapılan araştırmalara bakarak denilebilir ki aslında utangaçlık bir kişilik özelliği olarak görülmektedir ve doğuştan getirdiğimiz bazı eğilimlerle bazılarımız utangaçlığa yatkın olabilmekteyiz. Bu nedenle utangaçlığın bir pataloji olmadığını söyleyebiliriz. Öte yandan utangaçlık yaşayan kişiler çoğu zaman sosyal ortamlarda kaygı duyduğu için utangaçlığın sosyal kaygı olarak da değerlendirildiği göze çarpıyor. Bu noktada aslında iki kavramı aynı kefeye koymaktansa utangaçlığa sosyal ortamlarda kaygının eşlik ettiğini söylemek daha doğru olacaktır.
Yapılan araştırmalara göre utangaçlık yasayan bir kişi, çoğu zaman sosyal ortamlara girdiginde rahatsız olabiliyor, vücudu terleme, kızarma gibi fiziksel tepkiler verebiliyor, bu kaygıyı azaltmak için o ortamdan uzaklaşma veya o ortama hiç katılmama yolunu seçebiliyor. Bunun yanında utangaçlığın olumlu yönlerinin olduğu da biliniyor. Örneğin utanma duygusu kişinin sosyal normlara uygun davranmak için bir araç niteliği görebiliyor. Bunun yanında alçakgönüllülük de bu kişilerin özellikleri arasında gösteriliyor. Dolayısıyla utangaçlığı kişiye özgü bir özellik olarak görmekte, ancak getirdiği kaygı yoğun olduğunda bundan haberdar olup bu konuda bazı becerileri geliştirmek ve kaygıyı azaltmaya yönelik çalışmalar yapmak faydalı olabilir.
Yaşanan duygular ve kaçınma davranışları kişinin günlük yaşamını, performansını ve ilişkilerini olumsuz etkileyecek düzeye geldiğinde bunu önlemeye çalışmak için bir uzmandan yardım alınmasında fayda vardır. Uzman bu noktada önce kişinin yaşadığı sıkıntının nedenlerini ve türünü anlamaya çalışır, onun için en uygun müdahale planını çıkarır. Bazı insanlar çeşitli düşünce şekillerini değiştirmeye çalışarak, bazıları sosyal beceriler konusunda kendini geliştirerek, diğerleri ise daha fazla davranış değişikliği yaparak sorunlarının üstesinden gelebilir.

ERGENLİKTE DEPRESYON
Bilindiği gibi depresyon günümüzdeki en önemli ruhsal sorunlardan birisi. Dünyada çok fazla sayıda insanı etkileyen depresyon, ergenlik döneminde de yaygın olarak görülüyor. Ergenin mutsuzluk hali, bir şey yapmak istememesi, içine kapanması, yorgunluk hissi, yeme düzenindeki değişiklikler, motivasyon eksikliği, kendine karşı olumsuz duygular hissetmesi, yetersizlik hissi gibi pek çok şekilde kendini gösterebilen depresyon, uygun şekilde tedavi edilmediğinde yetişkinlikte de devam edebiliyor ve başka ruhsal sorunlara yol açabiliyor. Ancak burada kısa süreli üzüntü, içe kapanma, yalnızlık veya isteksizlik gibi durumları, depresif durumlardan ayırmak önemlidir. Bu nedenle ergenin gerçekten bir depresyon sorunu olup olmadığını anlamaya çalışmak, atılması gereken ilk adımdır.
Ergenin, yaşadıklarını kendi başına halledememesi ve duygu durumunun uzun sürmesi, bir uzmanın yardımına ihtiyacı olduğuna dair bilgi verebilir. Bu dönemde ona anlayış göstermek ve baskı kurarak ekstra stres faktörleri yüklememek önemlidir. Uzman, ergenin yaşantısını en iyi şekilde anlamaya çalışarak onun için uygun müdahale programını çıkartacaktır. Genelde depresyon tedavisinde psikoterapi ve gerekirse bir psikiyatristin önerisi doğrultusunda ilaç desteği kullanılmaktadır. Bazı durumlarda ise tek bir yöntem önerilebilir. Depresyonun özellikle ergenlikte kendiliğinden ortadan kaybolmasını beklemek çok doğru bir yaklaşım olmayabilir. Çünkü ergenin bu tarz bir durumla kendi kendine nasıl başa çıkacağını bilmesinin zor olması yanında, depresyon genelde etkili ve dikkatli bir psikoterapi süreci ile en iyi şekilde atlatılmaktadır. Dolayısıyla “nasıl olsa geçer” şeklinde olaya yaklaşmak, daha olumsuz sonuçlara yol açma riski taşır.
Korto Psikoloji

Utangaçlık (Shyness) “Başkaları ile olan ilişkileri sırasında duyulan ve doğal davranışları ketleyen rahatsız edici duygu” (Enç, 1980) tanımında da görüldüğü gibi, daha çok kişiler arası ilişkilerle ortaya çıkan bir durumdur. Utangaçlık, genel olarak, iki biçimde İncelenmektedir. Birinci biçimde, utangaçlık, kişinin içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak, ara sıra ortaya çıkan ve yaşanan bir durumdur. İkinci biçimde ise, geleneksel olarak, kişiliğin sürekli ve belirgin bir Özelliği biçiminde düşünülmüştür. Bugüne dek yapılan deneysel çalışmaların çoğunda da utangaçlık, “kişilik özelliği” açısından ele alınmaktadır. Bu konudaki ilk çalışmalar Cattel (1947) ve Guilford (1959) tarafından yapılmıştır (Akt: Smith,1986).
Utangaçlık ve bununla bağlantılı kişilik yapıları üzerine yapılan araştırmaların büyük bölümünde, utangaç olan kişiler, utangaç olmayan kişilerle karşılaştırma yoluna gidilmiştir (Goerin – Cutspec, 1989). Utangaçlık konusundaki çalışmalar daha çok davranışlar üzerinde odaklanmakla birlikte, bazı araştırmacılar “toplumsalkaygı” kavramını öne sürmüşlerdir. Çünkü, bireyin toplumsal güçlüklerinin nedenleri ne olursa olsun, bunlar genelde “kaygı” kavramı ile ilişkili bulunmuştur.
Toplumsal ortamlardan ve bu ortamlarda bir eylemi gerçekleştirme durumunda kalmaktan kaygılanma ve kaçınma biçiminde kendini gösteren toplumsal kaygı, toplumun değişik kesimlerinde önemli sorunlara ve güç kaybına yol açan yaygın ve ciddi bir sorundur. Toplumsal kaygı, 1980 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından ayrı bir ruhsal bozukluk olarak kabul edilmiştir. DSM IH’de, “kişinin başkaları tarafından inceleneceği ve utanç duyacağı şekilde davranma korkusu ile toplumsal durumlarda ısrarlı ve mantıksız bir biçimde korku duyma ve bu durumlardan ısrarlı bir biçimde kaçınma isteği olarak” tanımlanmıştır (DSM III, 1980). Burns (1988), toplumsal kaygıyı, “başkalarının önünde duyulan tedirginlik, başkalarının dikkatli inceleme ya da uyanlardan veya yalnızca varlıklarından tedirginlik ya da rahatsızlık duymak” olarak tanımlamaktadır (Akt; Crozier, 1990).
Toplumsal kaygı ile benzerlik gösteren bir başka kavram da, “sosyal fobi” (toplumsal yılgı)’dir. Sosyal fobide, kayı duyulan toplumsal durumlardan kaçınma tepkileri daha sık olup, yaşam üzerinde daha sınırlandırıcı bir etkiye sahiptir. DSM-III (1980), DSM III-R (1987) ve son olarak DSM-IV (1994)’te İse, toplumsal kaygı, ayrı bir bozukluk olarak tammlanmayıp, sosyal fobi ile birlikte aynı başlık altında verilmiştir (Akt: Eren, 1997).

Kişilik konusundaki son incelemeler, insan davranışlarının anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Kişilerarası iletişimi kolaylaştıran veya güçleştiren etmenler incelenen önemli konular arasındadır. Kişiliğin öznel yanı olan “benlik”, iletişimin merkezi, odak noktası olarak kabul edilebilir. . Bir anlamda iletişim, “ben”in başkalarına anlatılmasıdır. Benlik insanın kendi iç dünyasıyla ve başkalarıyla kurduğu iletişimin hem ürünü ve hem yaratıcısı olarak da düşünülebilir. Benlik kişiliğin dışarıya yansıyan, başkaları tarafından algılanan, çözülen, anlaşılan, değerlendirilen, yorumlanan yönü, aynı zamanda onun sözlü ve sözsüz iletişim biçimi ve özellikleridir (Köknel,1986) Kişilerarası ilişkileri etkileyen Önemli etmenlerden
birisi de, başkalarının bulunduğu yerde tedirginlik ve kısıtlanma duygusu olarak tanımlanabilecek olan “utangaçlık” (Smith, Briggs, 1986) dır. “Toplumsal etkileşimden kaçınmak, toplumsal konulara gereğince katılmakta başarısız olma eğilimi” (Pilkonis, 1977, Akt: GoeringCutspec, 1988), ya da “başkalarından çekinmek ya da onlarla iletişim kurmaktan kaçınmak yatkınlığı” (Mc Crosky ve Beatty 1986) olarak tanımlanan utangaçlık, çekingenlik ve iletişim kurma korkusu gibi farklı kavramlarla da incelenmeye çalışılmıştır.

Kişinin “Başkalarının yanında küçük düşeceği, sıkıntı ya da utanç duyacağı bir biçimde davranacağı korkusu”, sosyal fobi (sosyal kaygı bozukluğu) olarak tanımlanmaktadır (Köroğlu, 1996). Sosyal fobinin başlıca özelliği, utanç duyulabilecek toplumsal ortamlardan ya da bir eylemin gerçekleştirildiği durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duymaktır. Belli düzeyde toplumsal kaygı içeren utangaçlık, yaşam üzerindeki yaygın etkilere ve kararlı devamlılığa sahip toplumsal kaygıdan kesin olarak ayrılmaktadır (Esemenli, 1995).

Utangaçlık, güvensizlik sonucu ortaya çıkan, çocuk ve ergenlerde de sıklıkla görülen, çevreyle ilişki kurmamak için gerçeklerden kaçma, sıkılma, az konuşma biçiminde görülen bir savunma mekanizmasıdır (Köknel, 1981). Utangaçlığın, utanmanın bir görüntüsü olduğu konusunda görüşler de vardır (Tomkins, 1963, Lizard, 1977, Akt: Crozier, 1990).
Erikson’un kuramına göre 1-3 yaş arası, otonomi (Özerklik, bağımsızlık) isteğinin belirdiği dönemdir. Bu evrede, çocuk birbirine karşıt duygu ve eğilimler üzerinde giderek bir denge kurmayı, seçim yapabilmeyi ve istenç (irade) yetisini geliştirir. Kendi benliğine saygısını yitirmeden, kendi kendini denetleyebilme duygusundan iyi niyet ve onur duygusu doğar. Kendini denetleyebilme becerisinin eksikliği ve dışardan denetimlerin aşırılığı oranında ise, kuşku ve utanç duyguları yerleşir. Bu dönemde ana-baba ve çevresinin aşırı baskılı veya anlamsız engellemeleri sürdürülürse, çocuğun serbest seçim yapma duygusu geliştirilmemiş olur. Ayrıca, çocuğu sürekli suçlu hissettirmek de onun zamanla utanç içinde olmasına neden olur. Sonuçta aşırı bağımlı, aşırı boyun eğen, aşırı utangaç, kuşkulu ya da isyancı veya kararsız bir kişilik gelişir (Ekşi, 1990).

“Utangaç”, “sıkılgan” veya “çekingen” terimleri genellikle eş anlamda kullanılan sözcüklerdir. Oysa Çekingenlik (timidity) ‘‘Çoğu kimsenin ürkeklik duymadığı durumlar karşısında hafif korku ve ürkeklik duyma durumu” (Enç, 1980) olarak tanımlanmaktadır. Utangaçlık ve sıkılganlık arasındaki ayırım incelendiğinde^ sıkılganlığı, Assendorf’un (1984) “Bîr kimsenin başkalarının gözündeki İmajı İle, kendi standart imajı arasında farklılıklar görmesinin bir sonucu” olarak tanımladığı görülmektedir. Zimbardo (1977) ise, sıkılganlığı “Yeni insan ve durumlarla karşılaşıldığında birdenbire ortaya çıkan geçici duygusal tepki” (Akt: Crozier, 1990) olarak tanımlamıştır. Buna göre sıkılganlık olgusal bir durumdur ve bir aykırılıkla karşılaşıldığı zaman ortaya çıkmaktadır. Coopersmith de (1967), düşük düzeyde özsaygının, çoğu kez utangaçlıkla eş anlamında tutulduğunu öne sürmüştür.

Utangaçlık düzeyi yüksek
Zimbardo (1977), utangaçlığı, toplumsal bir rahatsızlık olarak nitelemektedir (Akt: Prisbell, 1985), Zimbardo ve Pilkonis gibi toplumsal etkenlere ağırlık veren Stanford araştırmacıları (1974 ve 1979), bireyin utangaçlık anlayışım, toplumsal beceri eksikliklerinin bir yansıması olmaktan çok, toplumla bütünleşme çabalarının etkisi altında kalan davranışlar olarak yorumlamışlardır. (Akt: Crozier, 1990). Bu konuda yapılan çalışmalar, utangaç kimselerin, kaygılanmadan davranış kısıtlanmasına kadar varan düşünce saplantıları ile belirginleştiklerini; bu kişilerin, başkalarının kendilerini olumsuz biçimde değerlendirdiklerini düşündüklerini; kişilerarast ilişkilerde ve fiziksel yönden kendilerini başkalarından daha az çekici bulduklarını; iletişim sırasında da gözlerini daha çok başka yerlere çevirdiklerini göstermektedir. Utangaçlık düzeyi yüksek olan bireylerin, kişilerarası ilişkilerinin daha az utangaç olanlara göre, daha kısıtlı olduğu görülmektedir, Utangaç kişiler, etkileşimden kaçınmaya çalıştıkları için, başkaları ile konuşmaktan Utangaçlık düzeyi yüksek olan bireylerin, kişilerarası ilişkilerinin daha az utangaç olanlara göre, daha kısıtlı olduğu görülmektedir, Utangaç kişiler, etkileşimden kaçınmaya çalıştıkları için, başkaları ile konuşmaktan “korkarlar” ve bu nedenle konuşmaya hiç girmemeyi yeğlerler. Utangaç kimselerin kendileri İle ilgili olarak doğru algılamalara sahip olmadıkları ve düşüncelerini karşısındaki kişilere açıklamakta güçlük çektikleri görülmektedir (Burch ve Hamr, 1995; Prisbell, 1985; Uzuka, 1994; Bell, 1995). Utangaçlık, Batı toplumlarında özellikle son yıllarda üzerinde oldukça fazla durulan bir konu olmuştur. Utangaçlık bizim toplumumuzda da, oldukça fazla görünmesine karşın bir sorun olarak görülmemekte; insan davranışının doğal bir yönü olarak kabul edilmektedir (Dilbaz; 1996), Hatta bu yön kadınlarda sevecenlik, duygululuk gibi, cinse özgü niteliklerden birisi olarak düşünülmektedir (Köknel, 1986).

Sürekli ve belirgin bir kişilik Özelliği olarak görülen utangaçlık yalnız bireyin kendisini etkileyen bir durum değil, toplumsal yansımaları açısından da derinlemesine inceleme gerektiren bir konudur. Çünkü, “utangaç” olarak nitelenen kişilerin başkaları İle iletişim kurmaları kısıtlı olduğu gibi bu kimseler toplumsal görevlerini yerine getirme bakımından da sınırlılık İçindedirler. Bu nedenle, utangaçlık, bir kişilik özelliği olarak ele alınacak bir konu değil, bir “kişilik sorunu” olarak incelenmesi daha doğru olacak bir konudur. Bu sonucun ele alınabilmesi ve düzeltici önlemlerin uygulanabilmesi için öncelikle utangaç kişilerin saptanması gerekir. Bunun için bir ölçek geliştirilmesi gereği duyulmuş ve bu incelemede kullanılan Utangaçlık Ölçeği oluşturulmuştur.
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi
neyin yapılıp neyin yapılamayacağı

var olanlarla sonuç elde edilemediyse
Belirsizlik her insanın yaşamının birçok döneminde defalarca yaşadığı bir histir. Ancak deprem ve salgın gibi bazı durumların insanları psikolojik olarak etkileme potansiyeli daha yüksektir. Birçok insan (hangi nedenle ortaya çıkmış olursa olsun) oluşan psikolojik etkiyi başarılı bir şekilde atlatırken bazı insanlar belirsizlik döneminde ya da sonrasında ciddi ruhsal sorunlar yaşarlar. Aşağıda belirsizlik sürecinden psikolojik olarak daha az etkilenmenin yolları tanımlanmaktadır:
Belirsizlikle baş etme becerileri edinme çabaları yaşamın her döneminde gösterilmelidir. Örneğin belirsizlikle baş etmede çok önemli bir etmen olan bilgilenmenin bile kendine özgü özellikleri vardır. Sağlık okuryazarlığı ve medya okuryazarlığı iyi gelişmemiş insanların edindiği bilgileri sağlıklı yorumlaması mümkün değildir.
Belirsizlik başladığında asıl yapılması gereken bireyin kendisinde zaten var olan güçlerini etkin ve etkili biçimde kullanmasıdır. Doğal olarak bir yandan da (özellikle var olanlarla sonuç elde edilemediyse) yeni beceriler denemek ve edinmeye çalışmak da gerekmektedir.
- Belirsizlikle baş etme bir stresle baş etme sürecidir. Bu nedenle stresle baş etme gücü kazanmak, neyin nasıl stres oluşturduğunu öğrenmek gerekmektedir. Ancak stres yaşamanın ve stresle baş etmenin kişiye özgü yönleri de dikkate alınmalıdır. Belirsizlik döneminde yaşanan stres için de her insan olağan zamanlarda kendisini ne rahatlatıyorsa, ne yatıştırıyorsa onları daha çok yapmalıdır. Fakat daha önce denemediği stresle baş etme yollarını da denemeyi ihmal etmemelidir.
- Belirsizlik ile mücadelede ‘belirleme’nin önemi çok vurgulanır. Oysa gerçek anlamda olacakları tümüyle belirlemek ve kontrol altına almak mümkün değildir. Asıl önemli olan belirlenebildiği kadarı ile yetinmek ve belirsizliği kabullenmek; başına gelecek olanla ile baş edebileceğine ve baş edemese bile yaşayacağı her türlü zorluğa katlanabileceğine inanmaktır.
- Belirsizlik dönemlerinde belirsiz olanlarla uğraşmak yerine belirlenebilen şeylerle uğraşmak daha yararlıdır. Gelecekle ilgili planlar yaparak onları gerçekleştirmeye çalışmak en kullanışlı yoldur. Kendini geliştirmek, yabancı dil öğrenmek, hobiler edinmek, dernek etkinliklerine katkıda bulunmak ve muhtaç insanların yaşamına dokunacak bir şeyler yapmak örnek olarak sayılabilir.
- Belirsizlikle her insanın aynı şekilde baş etmez. Belirsizlik kaygısı her bireyde çok farklı ruhsal dinamiklerle yaşanır. Bu çerçevede insanın kendini tanıması önemli bir konudur. Hissettiklerinin ve aklından geçen düşüncelerin kaynaklarını görebilmek baş etmeyi kolaylaştırmaktadır.
- Belirsizlik dönemlerinde bazı insanlar panik olurlar. Panik olmak ve yoğun kaygı ya da korku içinde olmak, olup biteni doğru değerlendirmeyi bozduğundan öncelikle bu ruhsal durumdan çıkmanın yolları bulunmalıdır. Böyle bir duygu hali içindeyken akla gelen değerlendirmelere değer verilmemelidir. Sakinleşmenin ve kendini yatıştırmanın bir yolu mutlaka bulunmalıdır. Gevşeme teknikleri ve dikkati başka konulara yönlendirmek en kolay uygulanabilecek yöntemlerdir.
- Belirsizlik süreci uzadıkça bazı kişilerde ‘ne olacaksa olsun artık‘ tarzında düşünme ortaya çıkabilmektedir. Özellikle tez canlı ve sabırsız insanların bu açıdan çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Belirsizlikle baş etmede sağlıklı düşünmeyi yitirmemek ve sabırlı davranmak önemli girişimlerdir.
- Salgın ve deprem gibi herkes için tehlike oluşturan durumlarda riskin yalnız kendi başına gelmediğini hissetmek de önemlidir. ‘Neden ben’ ya da ‘neden benim başıma geldi’ soruları bireyleri psikolojik olarak çok zorlayan ve yıpratıcı sorulardır.
- İnsanoğlu ‘adil dünya inancı’ ile yaşar. Bu çerçevede yaşadıklarının ya da yaşayabileceklerinin kendi yaptıkları ile ilişkili olabileceğini düşünmek kafa karıştırıcı ve bunaltıcı bir sonuç yaratır. ‘Adil dünya‘ inancının bir yanılsama olduğu unutulmamalıdır.
- Her insan belirsizliği kendine göre algılar ve yorumlar. İnsanoğlu tüm uyaranları olduğu gibi belirsizliği de nesnel biçimde algılayamaz. Değerlendirme tümüyle özneldir. O nedenle belirsizliği bir felaketmiş gibi algılama eğiliminde olanlar bu algılarını değiştirmek için çaba harcamalıdır.
- Belirsizliği aşmada kendini güven içinde hissetme çok önemli bir yer tutar. Kendini güven içinde hissetmeye katkı sağlayacağından belirsizlik dönemlerinde eş, dost, akraba, arkadaş ve yakınlarla iletişim içinde olunmalıdır. Ayrıca her fırsatta sosyal destek sistemini genişletmek ve güçlendirmek için çaba harcanmalıdır.
- Belirsizlik bireylerin kendi Dünya görüşüne daha sıkı sarılmasına neden olabilmektedir. Bu durumda birey karşı taraf olarak algıladığı gruplara karşı tahammülsüz davranabilmektedir. Bu yaklaşım birey için bir başa çıkma düzeneği işlevi görebilir ancak toplumsal huzuru bozabileceği de unutulmamalıdır. En çok toplumsal dayanışma gereksinimi içinde olunan bir dönemde daha hoşgörülü olunmalı ve tepkisel bir davranışlardan uzak durulmalıdır.
- Salgın ve deprem gibi çok yaygın etki yapan olayların getirdiği belirsizlik birçok insanın yaşam anlayışını değiştirir. Gelecekle ilgili planlarında değişiklikler yapmasına neden olur. Bu plan değişikliklerinin yaşama sevincini silip süpürmeyecek nitelikte olmasına dikkat edilmelidir.
- Belirsizlikleri aşmak ya da belirsizlikten daha az etkilenmek için birçok insan etkisi olmayan yöntemlere başvurmaktadır. Etkisiz yöntemleri ısrarla uygulamaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Etkisiz başa çıkma yollarına örnek olarak abartılı ve yineleyen tarzda güvence arayışına girme ve aşırı korunma davranışları gösterme sayılabilir. Salgın dönemlerinde etkili olduğu konusunda bilimsel veri olmayan ürünleri yaygın biçimde kullanmak da etkisiz yöntemlere diğer bir örnektir.
Prof. Dr. Erol Özmen
Çözülmemiş Geçmiş

O boşluk hissi. Tam orada, göğsünüzde ve henüz nasıl ortaya çıktığı konusunda emin değilsiniz. Bu bir üzüntü mü? Melankoli, can sıkıntısı olabilir mi? Her şeyden biraz olabilir. Bu şekilde hissetmek hiç de seyrek değildir. Başka biri buna farklı bir isim verebilirken, siz buna “boşlukta hissediyorum” diyebilirsiniz. En önemlisi bunun gerçek ve geçerli olmasıdır. Bu duygu çok yoğun olmasına rağmen yönetilebilir. Bu şekilde hissetmenin altında yatan şeyi keşfetmenin basit bir yolu olmayabilir. Fakat çözüm için mümkün olan ve tavsiye edilen bir yol elbette vardır. Boşlukta hissetmek birkaç gün sürebilir ve sonra kendi kendine çözülüp, yok olabilir. Başka zamanlarda, bu his iki hafta veya daha uzun sürebilir. Böyle bir durumda, ruh sağlığı uzmanından destek almanız, size yardım edebilir.
Neden boşlukta hissediyorum?
Boşlukta hissetmek bazen yalnızlık hissi olarak, bazen hayatınız ve hedeflerinizle ilgili kafa karışıklığı ya da hayatta bir şeyin peşinden koşmak için motivasyonunuzun eksikliği olarak kendini gösterebilir. Herkes, zaman zaman bu boşluğu kalbinde hissedebilir. Bu deneyimin, hormon seviyelerinde değişiklik, iş kaybı, ya da salgınla birlikte gelen zorunlu fiziksel mesafeyi içeren birçok nedeni olabilir. Hayatınıza ya da size yansıması olan herhangi bir yaşam aşaması ya da durumu da sizde geçici olarak boşluk hissine neden olabilir. Her durumda olmamasına rağmen, boşlukta hissetmek depresyon, bipolar bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi bazı ruh sağlığı durumlarının işaret olabilir. Yalnızca ruh sağlığı uzmanları durumunuza doğru tanıyı koyabilir.
Arada bir kişinin kendisiyle temasını kaybetmesi hiç de seyrek değildir. Kendinize dair iç görünüzün azlığı, boşluk hissinin uzamasına neden olabilir. Bazı insanlar buna “amaçsız yaşamak” der. Bu sizin, nasıl bir insan olduğunuza ya da nasıl biri olmak istediğinize dair netliğe sahip olmadığınız anlamına gelir. Ulaşmak için belirli bir hedef ya da hayallerinizin olmaması sizi boşlukta hissettirebilir. Kendinizle teması kesmek, tüketen bir ilişki ya da zahmetli iş gibi birçok durumdan meydana gelebilir.
Çözülmemiş Geçmiş Deneyimler
Bazen boşluk hissi, henüz keşfetmediğiniz uzun bir yas süreci ile birlikte olabilir. Mesela; çocukluğunuzda çözülmemiş acı veren deneyimler ya da aile üyeleriniz tarafından terkedilme hissi gibi. Uzun süredir bizimle olan duygularımızı açıkça konuşmadığımız ya da keşfetmediğimiz zaman, onlar kendilerini farklı yollarla gösterirler. Bu bunaltıcı ve acı verici gelse bile, yasınıza sebep olan geçmiş önemli olaylar hakkında konuşmak ve düşünmek onları işlemenize yardımcı olabilir. Bu olaylarla ilgili hislerinizin ne kadar güçlü olduğuna bağlı olarak, bu süreci ruh sağlığı uzmanıyla götürmeniz önemle tavsiye edilmektedir.

kendinizi terk etmek,
Kendinize İyi Bakmamak
Bazı insanlar için, başkalarına önem vermek ilk sırada gelir. Bu onların kendi ihtiyaçlarını uzun bir süre için bir kenara koymalarına ve dolayısıyla boşluk hissetmelerine neden olabilir. Başkalarını mutlu etmenin sizi mutlu ettiğini hissediyor olabilirsiniz de. Bu durumda bile, başkalarını desteklemek kendinizi desteklemekten ayrı değildir. Siz dahil herkes desteklenmek ve bakıma ihtiyaç duyar. Çoğu kez, sizin ihtiyaçlarınız yerine getirildiğinde başkalarına yarım etmek ve destek olmak için daha iyi donanmış hale gelirsiniz. Kuzey Carolina, Durham şehrinde, evlilik ve aile terapisti olan Kaitlyn Slight’ın açıkladığı gibi; kendinizi terk etmek, kendi istek ve ihtiyaçlarınızı dinlememek, sizi boşlukta hissettirebilir. Slight’ın dediği gibi, kendi ihtiyaçlarınızı umursamamak kaygı, suçluluk ve utanca yol açabilir. Bu belirtiler sizin “boşlukta hissediyorum” dediğiniz şeyin belirtileri olabilir. Sosyal medyada ne kadar zaman harcadığınız da sizin nasıl hissettiğinizi etkileyebilir ve boşluk hissinizi arttırabilir. Birçok örnekte görüldüğü gibi, sosyal medyada takip ettiğiniz hesaplar gerçekçi olmayan bir hayat şeklini ya da mükemmel yaşamları ve ya görünümleri sergileyebilir. Bu da sizin kendinizi diğerleriyle karşılaştırmanıza ve kaçınılmaz şekilde kendi hayatınızın üstünde durmanıza neden olabilir.
Önemli İlişkilere Sahip Olmamak
Yetişkin Gelişimini İnceleyen Harvard’da, yetişkin yaşamıyla ilgili yapılan en uzun çalışmalardan bir tanesinde; yakın ve iyi ilişkileri devam ettirmenin insan hayatının en önemli yanı olduğu bulunmuştur. Burada kastedilen; kaç tane ilişkiye sahip olduğunuz değil, bunun yerine ilişkilerinizin kalitesidir. Duygusal yakınlık, destek, aktif dinleme, eşlik etmek, bütün bunlar çok önemlidir. Bunlar hayatınızda eksik olduğunda, boşlukta ve yalnız hissetmenize neden olabilir.
Boşlukta Hissetmek Depresif Hissetmekle Aynı Mıdır? Depresyon aşağıdaki semptomları içeren bir ruh sağlığı durumudur;
• Azalmış enerji ve motivasyon
• Sürekli üzgün olmak
• Çaresizlik hissi
• Çok fazla ya da çok az uyumak
• Odaklanamamak
• Aktiviteler ya da insanlarla olmaktan zevk alamamak
• Suçluluk ve değersizlik hisleri

değişiklik hissettiyseniz
Boşlukta Hissetmeyi Nasıl Durdurursunuz?
Kendinizde bir değişiklik hissettiyseniz endişelenmiş olmanız doğaldır. Bu hissi fark etmek ve bunun nerden geldiğini anlamak iyi hissetmenin ilk adımıdır. Eğer boşlukta hissediyorsanız, bir ruh sağlığı profesyoneline görünmek size yardım edebilir. Terapistler, sizin duygularınızla çalışmanıza, hissizliğinizin nedenlerini ortaya çıkarmada, sizin için en iyi şekilde işe yarayacak yolları vurgulayarak size yardımcı olabilirler. Boşluk hissinizi durdurmak için yollar bulmak ona neden olan şeyi anlamaya bağlıdır. Örneğin; eğer travmadan sonra hissizlik hissederseniz, bu olayı işleme ve anlama ihtiyacı hissedebilirsiniz. Eğer uzun zamandır boşluk hissi içindeyseniz, psikoterapi sizi buraya getiren bazı nedenleri ortaya çıkarmada size yardım edebilir.

Suçluluğu hissetmek
Nazikçe Boşluk Hissini Kabullenme
“Eğer daha çok eksiklik gibi bir boşluk deneyimliyorsanız, onu kabul edin ve kendinize nazik olun.” der Eder. Verilen her saniyede yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızı hatırlayın. Suçluluğu hissetmek hiç de seyrek değildir. Fakat bu sizi yardım aramaktan alıkoyabilir. Önce kendi hisleriniz ve ihtiyaçlarınızı fark etmekle başlayın. Her ne kadar zor olsa bile, kendinizi ve hislerinizi reddetmekten kaçının. Eğer duygularınızın yaşadığınız kayıplarla bağlantılı olduğunu kabul ederseniz, yasınızı açık bir şekilde yaşamak için kendinize zaman ve alan tanıyabilirsiniz. Keder herkese farklı görünür ve herkes kederini farklı yaşar. Bunu yaşamanın doğru ya da yanlış yolu yoktur. Bir kere kaybınızı kabul ettiğinizde, kederin 5 aşamasından geçebilirsiniz. Belki, kaybınız hayatınızdan fiziksel ya da duygusal olarak birinin ayrılmasını içerebilir. Eder, geçmiş yaşantılarınızı ve bu hislerinizi keşfettiğinizde, kendinize şefkatli bir şekilde konuşmanızı tavsiye ediyor. Örneğin, kendinize şöyle diyebilirsiniz; “Bu kadar yalnız hissetmek zordu.” ya da “Haklısın, daha fazla sevgiye ihtiyacın duymuştun”
Her Gün Kendinize Zaman Ayırın
Bazen belirli aktivite ve olayları nasıl hissettiğiniz hakkında düşünmemeye çevirmek doğaldır. Mesela, arkadaşlarınızla dışarı çıkmaya ya da geceyi video oyunu oynamaya harcamaya meyilli hissedebilirsiniz. Slight, bu dürtüyle savaşmanızı ve bunun yerine kendinizle olmaya ve kendi içinize bakmaya zaman ayırmanızı öneriyor. “Bu içe bakma, kendi isteklerinizi, korkularınızı, ümitlerinizi, hayallerinizi keşfetmeyi içerebilir” der Slight. Farklı aktiviteler, her insanda farklı işe yarayacağından, meditasyon yapmak , yazı yazmak ya da egzersiz yapmayı kendinize odaklanmaya yardımcı olarak görebilirsiniz. “Bu ilk seferde sizi rahatsız hissettirebilir, fakat kendinize zaman ve enerji vermeyi, kendinize bakmayı daha fazla pratik ettikçe, o boşluk hissi daha az olacaktır” der Slight

Şu Anki Hislerinizi Keşfedin
Şu Anki Hislerinizi Keşfedin
Eder, kendinize 5 dakikalık bir zaman ayarlamanızı ve tam şu an ne hissettiğinizi fark etmenizi öneriyor. Eder’e göre; “Bu çok ciddi bir şey olmak zorunda değil”. Belki “sıkılmış”, “dikkati dağılmış” ya da “meraklı” yazmayı isteyebilirsiniz. Eğer duygularınıza isim bulmakta zorluk yaşıyorsanız, Google’ın “duygular listesi”ne bakmak işinize yarayabilir. Bu başınız ya da elleriniz gibi vücudunuzun bir bölümünü seçmenize de yardım edebilir. Eder, bundan sonra vücut ısısı, gerginlik ya da hareket gibi duyularının çeşitli kategorilerini incelemenizi tavsiye etmiştir. Bu egzersizleri her gün yapmanız, kendini daha derin ve uzun öz keşiflere açmana yardım eder.
Boşluk Hissiniz Keşfedin
Slight’a göre, günlük tutmak boşluk hissiniz üzerine çalışmak için size yardım edebilir. Kendisi, başlangıç olarak aşağıdaki soruları incelemenizi önermiştir:
• Kendimi yargılıyor ya da başkalarıyla mı kıyaslıyorum?
• Kendime pozitif şeyler söylüyor muyum? Yoksa başarısızlıklarımı fark etmeye ya da kendime isimler takmaya meyilli miyim?
• İlişkilerimde hislerimi önemsiyor muyum yoksa kendi hislerimi küçümsüyor muyum?
• Fiziksel ve sağlık ihtiyaçlarımın bakımıyla aktif olarak meşgul oluyor muyum?
• Davranış ya da bağımlılıklarıma hislerimden kaçmak için mi yöneliyorum?
• Yalnızca diğer insanların ya da bir diğer kişinin ihtiyaçlarına mı odaklanıyorum?
• Neyi ispatlamaya ya da kazanmaya çalışıyorum?
• Kendi kontrolüm dışında olan şeyler için kendimi suçlayıp, suçlu hissediyor muyum?
• Yakın arkadaşım ya da ailemdeki birine göstereceğim şefkati kendime gösteriyor muyum?
• Kararlarım konusunda kendimi ortaya koyup, kendi fikirlerime saygı gösteriyor muyum?
Başkalarıyla Bağlantıda Olun
Duygularınızla oturup onları keşfettikten sonra, bunu yapmayı diğerleriyle iletişim kurmak için yardımcı olarak kullanabilirsiniz. Özellikle, hisleriniz hakkında onlara güvenebiliyorsanız, arkadaş ya da ailenize ulaşmak sizi daha iyi hissettirebilir. Sosyal etkileşim, hobiler ve karşılıklı ilgileriniz aracılığıyla sevdiğiniz insanlarla düzenli olarak bağlantıda olmak, iyi bir fikir olabilir.
Depresyon ve keder bazen günlük öz bakımınızı ihmal etmenize neden olabilir. Bu utanılacak bir şey değildir. Fakat, öz bakım işleriyle meşgul olmanız daha iyi hissetmenize yardım edebilir. Bu öz bakım yararlı besinleri yemek, yeterli uyku uyumak, ve egzersiz yapmak gibi basit şeyleri içerebilir. Açlık ve yorgunluk bazen negatif duyguları şiddetlendirilebilir. Duygularınız için günlük tutmak, yeni hobi edinmek ya da yaratıcı ilgi alanı edinmek gibi pozitif yollar bulmayı düşünün. Farkındalık ve Yoga da, depresyon ve kaygı için sıklıkla önerilmektedir. Farkındalık uygulamalarını kullanarak hızlı meditasyon yapmayı, ya da 10 dakika Youtube’dan yoga çalışmayı düşünebilirsiniz. Sosyal medyada harcadığınız zamana bir sınır koymayı da isteyebilirsiniz. Bu sizi aşamalı olarak daha iyi hissettirir. Eğer bunu yapamaz ya da yapmazsanız, kendinize ekranda gördüğünüz şeyin herkes için ulaşılabilir bir hedef olmayabileceğini hatırlatmayı deneyin. Bunu gerçeklere dayanan değil, eğlenmek için bilim kurgu izlemek gibi görebilirsiniz.

Kendinizi Takdir Edin
Kendinizi Takdir Edin
Elinizdeki kaynaklarla yapabileceğinizin en iyisini yapıyorsunuz. Çocukken bile, bazı insanlar kendilerini acıdan korumak için yollar bulurlar. Bu yollardan biri duyguları bastırmak olabilir. Eder şöyle söyler; “Bu durumda, siz küçük ve güçsüzken işe yarayan çözüm yolunu bulmak için kendinize fırsat tanıyın. Hayatınızdaki olaylarla uğraşmak için bulduğunuz çözüm yolları için kendinizi takdir edin. Şimdi, Eder’in dediğine gibi; “bu hislerin ortaya çıkması için izin vermeyi düşün. Yetişmen gereken şeyler var. Eski hayatta kalma yollarını geçersiz kılmak için acele etmeye ihtiyacın yok.”
Ne Zaman Yardım Aramalısınız?
Bazen, boşlukta hissetmek stres verici düşüncelere daha fazla neden olabilir. Eğer sizde böyle bir durumda iseniz, Slight der ki; “Terapi almayı düşünmek yardım edebilir. Pozitif değişimleri nasıl uygulayacağınızla ilgili kendi kararlarınızı vermek için terapi almak sizi güçlendirmeye yardımcı olabilir. Eğer depresyon belirtilerini deneyimliyorsanız, günlük hayatınızda çalışamıyorsanız, ya da kendinize veya başkalarına zarar vermeyi düşünüyorsanız, ruh sağlığı uzmanı size yardım edebilir.

Kaynak:https://psychcentral.com/blog/stop-feeling-empty / Çeviren: Klinik. Psk. Feyza Topçu
Prof. Dr. Kemal SAYAR | Psikiyatrist & Psikoterapist
Hayatımızın herhangi bir evresinde

Anlaşılmadığımızı hissediyorsak,
Tanıdığım insanların neredeyse hepsi en az bir kere yalnız hissettiğinden bahsetmiştir. Burada tercih edilen yalnızlıktan değil, kişinin memnun olmadığı yalnızlık hissinden bahsetmek istiyorum. Dinlenmek, rahatlamak ya da keyif almak için kendimize vakit ayırmayı ve yalnız kalmayı tercih edebiliriz. Ancak bazen tercih etmediğimiz halde yalnız ve depresif hissedebiliriz. Yalnızlık hepimizin zaman zaman hissedebildiği ortak bir duygu olsa da farklı ortamlarda, farklı yoğunlukta yaşayabiliyoruz. Örneğin kalabalık bir arkadaş ortamında, partnerimizin yanında veya tek başımıza evdeyken derin bir yalnızlık duygusu içimizi kaplayabiliyor. Öyle ki bu his, fiziksel olarak birinin yanımızdaki varlığından bağımsız bir biçimde bizi etkileyebiliyor.
Varoluşçular doğamız gereği yalnız olduğumuzu söylerler. Bu nedenle yalnızlığı tamamen yok edemeyeceğimizi ama yalnızlığın getirdiği karanlık hisleri, anlamlı bağlar kurarak azaltabileceğimizi savunurlar. Ancak yalnızlık çok sık ve yoğun biçimde hissettiğimiz bir duygu haline geldiyse ve gittikçe artıyorsa, bunun başka bir nedeni olabilir. Hayatımızın herhangi bir noktasında ters giden ve halledilmemiş bir mesele yalnızlığımızı artırıyor olabilir. Örneğin;
Yalnız bırakıldığımız bir çocukluk yaşadıysak,
Hayatımızın herhangi bir evresinde terk edildiysek,
Bir grup tarafından dışlandıysak,
Yakınlarımız tarafından anlaşılmadığımızı hissediyorsak,
Yakınlık ve bağ kurmakta zorlanan bir örüntüye sahipsek,
İlişkilerde bağımlılık geliştirmeye yatkınlığımız varsa,
Geçmişte yaşadığımız bir kaybın etkisi hala devam ediyorsa,
Ve en önemlisi, kendimizle ilişkimiz yoksa ya da kendimizle kötü bir ilişkimiz varsa…
Bunlar gibi her birimizin yalnızlığını tetikleyen başka bir kök neden olabilir. Bu hissin hangi deneyimlerimizden miras kaldığını bulduğumuzda, yalnız kalmış tarafımızla bağ kurabiliriz. Ve o yanımızın dış dünyayla anlamlı ilişkiler kurması için çabalayabiliriz. Kendimizle, birileriyle ve bir şeylerle kurduğumuz bağları kuvvetlendirerek yalnızlık hissimizi azaltabiliriz. Siz kendinizle ve içinde yaşadığınız evrenle nasıl bağ kuruyorsunuz?
Psk. Dan. & Aile Dan. Nagehan BALCI