

Uyduların Gözünden Dünya Belgesel



ÇOK YAKINDA








Gezegenin Kara Kutusu: Antarktika | TRT Belgesel

Yaklaşık 10.000 yıl önce sona eren buzul çağı boyunca dünyamızın %32 gibi devasa bir bölümü buzulların kontrolü altındaydı. Ancak son 10.000 yıldan itibaren dünyamızın günümüzdeki ikliminin hâkim olmasıyla şu anda buzullar, karalarımızın %10’unu kaplamış bulunuyor. Yine de bu oran küçük sayılmaz. Tam olarak bu oran, 15 milyon km2 gibi bir alana tekabül etmektedir

Deniz buzulları, Arktik okyanus yüzeyinde ve Antarktika kıtası çevresinde oluşan donmuş deniz suyudur. Buzullar gezegenimizin milyonlarca kilometrekarelik yüzeyini kaplarlar. Bu nedenle de çeşitli mikroorganizmalar, küçük kabuklular, deniz kuşları ve memeliler için çok önemli bir yaşam alanı sağlarlar. Deniz buzullarındaki gözlemlenen azalma, küresel iklimi ve ekosistemleri önemli ölçüde etkiliyor. Deniz buzullarının albedo değeri oldukça yüksektir. Bir başka deyişle yüzeye ulaşan güneş ışınlarının çoğunu geri yansıtır. Bu nedenle erime nedeniyle azalan buz örtüsü iklim sistemine giren daha fazla güneş enerjisine neden olur, bu da daha fazla ısınmaya ve daha çok erimeye neden olur.
INTERSTELLAR – Beautiful Space Orchestral Music Mix | Epic Inspirational Sci-Fi Music

Kayaçlar her yerde karşımıza çıkar çünkü Dünya’nın en dış katmanı yani yerkabuğu (litosfer) kayaçlardan oluşmuştur. Kayaçlar o kadar çok hayatımızın içinde ve onlara o kadar çok aşinayız ki nasıl oluştuklarına veya ne içerdiklerine dair soruları çoğu zaman es geçeriz. Kayaçları oluşturan mineraller Dünya’nın oluşumuyla birlikte oluşmaya başlamıştır, çeşitliliği ve sayısı da jeolojik evrimle birlikte değişmiş ve artmıştır. Kayaçlar ve mineraller jeolojik tarihin belgeleridir. Kayaç ve minerallerin insan evriminin her sürecinde bir anlamı ve kullanımı olmuştur. Bazı minerallerin güzelliği insanları hayran bırakır; onları süs veya takı eşyası yapımında kullanırız. Kayaçları ise yol ve bina yapımında veya başka amaçlarla kullanırız.
Kayaçlar katı haldeki çeşitli minerallerin bir araya gelip farklı şekillere dönüşmesiyle oluşan yapılardır. Mineraller ise doğal şekilde oluşmuş, belirli bir kimyasal bileşime sahip inorganik kristalleşmiş katı maddelerdir. Dünya üzerinde yaklaşık 5000 mineral çeşidi bulunur. Minerallerin fiziksel ve kimyasal özellikleri birbirinden farklıdır. Dünya’nın oluşumu sırasında ortaya çıkan ilk mineraller silisyum, oksijen, magnezyum, azot, demir gibi en yaygın elementlerden oluşmuşlardır. Kayaçları oluşturan minerallere ve içerdiği bileşenlere bakılarak yerkabuğunun jeolojik tarihi daha iyi anlaşılır. Kayaçları oluşturan mineraller çok farklı ve çeşitliliktedir. Mineraller çok çeşitli olduğu için minerallerin oluşturduğu kayaçlar da çok çeşitlidir.

Magmatik kayaçlar (Püskürük kayaçlar)
Dünya yüzeyinde çok yaygın olan kayaç türüdür. İngilizcede igneous denilir ve bu kelime Latincede ateş anlamına gelen ignis kelimesinden türetilmiştir. Magmanın yani yer altında erimiş halde bulunan kayaçların yükselip yerkabuğunun içerisine girerek soğuması ve katılaşması sonucu oluşur. Magmatik kayaçları silikat mineraller oluşturur. Bunlardan biri de granittir. Granitler yeryüzünde çok yaygındır ve hatta yeryüzünün temelini oluşturduğu söylenebilir. Granitin insanlar için vazgeçilmez bir kaynak olduğu bilinmektedir; yolların ve binaların yapımında parke ve bordür taşı olarak kullanılmaktadır. Granit kayalar çok eski olabilir. Avustralya’daki bazı granitlerin dört milyar yıldan daha eski olduğu tahmin edilmektedir.

Yer şekillerinin oluşum ve gelişiminde; yer hareketleri, iklim, zaman gibi faktörler yanında kayaçların özellikleri de etkili olur. Kayacın sertliği, aşınıma karşı direnci veya kolay aşınması, tabakalı yapıda olması, çatlaklar içermesi, su etkisi ile çözünebilmesi, suyu tutma kapasitesi diğer bir değişle geçirimliliği gibi özellikler farklı yer şekillerinin oluşumuna neden olmaktadır. Kuvars, bazalt, mermer dış kuvvetlerin aşındırmasına daha dayanıklıdır. Kum taşı ve tüfün aşınımı ise daha kolaydır. Kaya tuzu, kireç taşı, jips gibi kayaçlar su etkisiyle erir ve karstik şekilleri oluşturur. Kil taşının su geçirimliliği düşüktür ve heyelana yol açabilir, kum taşı ise geçirimli bir kayaçtır. Tortul kayaçlar ve şistler tabakalı yapısı ile yer şekillerinin oluşumuna etkide bulunur.

KAYALARIN ÇÖZÜLMESİ
Kayalar ve taşlar, dış olayların etkisi altında zamanla değişikliğe uğrayarak paslanmış, çürümüş gibi bir görünüm alır. Zamanla taşı oluşturan mineraller arasındaki bağ gevşer ve taş parçalara ayrılır, ufalanır. İşte, kayaların ve taşların uğradıkları bu değişikliklere çözülme denir. Kayaların yapısal değişikliğe uğraması iki şekilde gerçekleşir. Fiziksel (Mekanik) Çözülme Kayaların, kimyasal yapıları değişmeden, yalnızca fiziki yapılarında görülen parçalanma, ufalanma ve ayrışma olayıdır. Fiziksel çözülme, daha çok aşırı sıcaklık farkı görülen yerlerde, kayaların gündüzleri aşırı sıcaktan genişlemesi, geceleri de aşırı soğuktan dolayı büzülmesi sonucu gerçekleşir. Fiziksel çözülme, çöl, karasal, step, tundra gibi, aşırı sıcaklık farkı görülen iklimlerin etkili olduğu yerlerde daha kolay meydana gelir.
Kimyasal çözülme: Kayaları oluşturan unsurların eriyerek, kimyasal bileşimlerinin değişmesi sonucundaki parçalanma, ufalanma ve ayrışma olayıdır. Kimyasal çözülme, daha çok, sıcaklık farkının az olduğu sıcak ve nemli iklim bölgelerinde görülür. Ekvatoral, Muson, Okyanus ve Akdeniz iklimlerinin etkili olduğu yerlerde daha kolay meydana gelir.

Toprak: Yer kabuğunu oluşturan çeşitli kaya ve minerallerin fiziksel ve kimyasal yolla ayrışmasıyla meydana gelen, içinde son derece zengin flora, hayvan varlığı barındıran, içinde organik ve inorganik maddeler ile hava ve su bulunduran, Dünya’da karaların yüzeyini ince bir tabaka olarak örten bir yapıdır. Toprak başta bitkiler olmak üzere hayvanlar ve diğer canlılar için çok önemlidir. Dış kuvvetlerin etkisiyle meydana gelen aşınma ve birikme olayları taşların çözülerek parçalanmasına neden olmaktadır. Yer kabuğunu oluşturan taşların, çeşitle etkenler sonucunda fiziksel bütünlüklerini kaybetmesi veya kimyasal yapılarında değişimlerin oluşmasına çözünme (çözülme) denilmektedir. Taşların fiziksel etkiler sonucunda küçük parçalara ayrılmasına denir. Fiziksel çözülme, taşları oluşturan minerallerin kimyasal yapısında herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Bunu anlatırken genelde şöyle bir örnek veririm; kesme şekeri bir taş gibi düşünürsek bunu elimizle veya başka bir şeyle ezer veya parçalarsak bu fiziksel ufalanmaya örnek olur. Şekeri çay içine atarsak bu sefer kimyasal çözülmeye örnek teşkil eder. Kimyasal çözülmede su veya asit tarafından eritme söz konusudur.

Sıcaklık Farkı;
Gece ile gündüz, yaz mevsimi ile kış mevsimi arasındaki sıcaklık farklarının fazla olduğu yarı kurak ve kurak bölgelerde görülür. Bu tür çözülmeler Dünya’da daha çok çöllerde yaygındır. Gündüz ısınan kayaçlar genleşirken, gece sıcaklığın düşmesi aynı kayacın büzüşmesine neden olur. Yıllarca devam eden bu süreç sonucunda kayalar çatlayarak daha küçük parçalar halinde kum taneciklerine varan ebatlara kadar küçülür. Ülkemizde ise Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde yaygındır.

Taşların boşluklarındaki suların donması
Sıcaklığın çok zaman donma noktasına yakın olduğu ve yağışın yeterli olduğu yüksek dağlık bölgeler ve yüksek enlemlerde görülen çözülme şeklidir. Yağışlardan sonra taşların delik ,çatlak ve ince yarıklarına sular dolar. Sıcaklık donma noktasına kadar düşünce, taşın içine sızmış olan sular donar. Donan suyun hacmi genişlediği için basınç etkisiyle taşlar parçalanır ve çözülür.

Tuz çatlaması yolu ile fiziksel çözülme
Taşların tuzlu suları emmiş olduğu ve buharlaşmanın çok fazla olduğu çöl bölgelerinde görülür. Kurak bölgelerde buharlaşma ile kılcal taş çatlaklarından yeryüzüne yükselen tuzlu sular, yüzeye yaklaştıkça suyunu yitirir. Çatlakların kenarında tuz billurlaşması olur. Gece nemli geçerse, suyunu yitiren tuz billurları yeniden su çeker ve hacmi genişler. Basınç etkisiyle taşlar parçalanır ve çözülür.

Organik (Biyolojik) Çözülme
Taş boşluklarına giren bitkiler zamanla kalınlaşarak taşı çatlatır ve taşın parçalara ayrılmasına neden olur. Bitki köklerinden çıkan bitki öz suyu taşın içerisinde kimyasal çözülmeyi kolaylaştırır. Çok az görülen bir çözülme şeklidir. Aslında bazı kaynaklar bunu 3. bir çözülme şekli olarak ele alsalar da bunu bir yönüyle fiziksel diğer yönüyle kimyasal çözülmeye dahil edebiliriz. Ağaç köklerinin çatlaklara girerek zamanla büyümeleri ve kayaları çatlatmaları Fiziksel Çözülmeye, ağaç köklerindeki öz suyun (asitli su) kayaları eritmesi ise kimyasal Çözülmeye dahil edilebilir. Okutulan 10. sınıf ders kitabında da bu çözülme şekli ayrı olarak ele alınmamıştır.

ŞUBAT 2023

Yer kabuğunun hareketleriyle sonuçlanan bir süreçler dizisidir. Yer kabuğunda yaşanan alçalma ya da yükselme olayına epirojenez denir. Epirojenez ne demek? Sözlük anlamına baktığımızda ise; “ Yer kabuğundaki geniş alanlı yaylanma” hareketi “ tanımına rastlarız. Epirojenezin bir diğer anlamı kıta oluşumudur.
Farklı yoğunluktaki yer kabuğu parçaları manto üzerinde dengeli olarak dururlar, yer kabuğundaki herhangi bir noktada hareketlilik olması için izostatik dengenin bozulması gerekir. İzostatik denge; katı haldeki yer kabuğunun, sıvı haldeki manto üzerinde batmadan durmasıdır.
Kara ve denizlerde düşey doğrultudaki alçalma yükselme hareketlerine epirojenez denir. Başka bir ifade ile, yer kabuğunun geniş alanlı yaylanma hareketleridir. Yerkabuğu kalınlığı ve yoğunluğu oranında mantoya az veya çok batmış durumdadır ve mantonun üzerinde bir dengede durmaktadır. Bu dengeye izostatik denge denir.
İzostatik Dengeyi Bozan Olaylar Nelerdir?
Epirojenez olayının gerçekleşmesinin, izostatik dengesinin bozulmasına bağlı olduğunu, epirojenez nedir? Başlığında anlatmıştık. İzostatik dengeyi bozan olaylar nelerdir? İnceleyelim.
- İklimsel değişiklikler,
- Yeni bir dağ oluşum hareketi,
- Engebeli yerlerde fazla aşınma
- Karalarda aşınma, denizlerde fazla birikme olması
- Deniz çukurlarında fazla tortu oluşumu
Regrasyon ve Transgresyon Nedir?
Yer kabuğunda gerçekleşen hareketler hiçbir zaman birbirinizden bağımsız olarak hareket etmez. Mutlaka bir hareketin oluşumuyla, diğer hareket tetiklenir. Epirojenez nedir? Tanımında bahsettiğimiz hareket türü regrasyon ve transgresyon hareketlerine bağlıdır. Bu hareketlerden kısaca bahsedelim. Transgresyon ( Deniz ilerlemesi ): Buzul oluşumu, volkanik olaylar sonucunda ve dış kuvvetlerin taşıdığı materyallerin belirli noktalarda birikmesiyle, karanın ağırlaşıp çökmesine neden olur, kara çökerken deniz seviyesi yükselir. Transgresyon denilen bu olay sonucu, kıyıdaki alçak yerler denizin altında kalır. Karalar üzerindeki örtü buzullarının erimesi ve dış kuvvetlerin karaları aşındırarak denizlere taşıması sonucu, yer kabuğu hafifler ve yükselir. Bu olaya örnek olarak; İskandinav Yarımadasının oluşumu gösterilebilir.

Epirojenik hareketlere örnek olarak, İskandinav Yarımadası ve Kanada verilebilir. Buzul çağında buralarda 1 – 2 km kalınlığında bir buz tabakası vardı. Sonradan buzullar eriyince, karaların üzerindeki yük azaldı ve mağmaya doğru gömülen bu kara parçaları tekrar yükselmeye başladı. Bu yükselme, günümüzde de yavaş yavaş devam etmektedir.
Epirojenik hareketler, Türkiye’de de olmaktadır. Anadolu milyonlarca yıldır yükselmekte, buna karşılık (bilgi yelpazesi. com) Karadeniz ve Doğu Akdeniz havzaları çökmektedir. Buna bağlı olarak, Çukurova Havzası ile Ergene Ovası hızlı bir çökme içine girmişler ve tortulanma alanı olmuşlardır.

İÇ KUVVETLER
Gücünü ve enerjisini yerin derinliklerindeki mağmadan alan ve yerşekillerinin oluşumunda olumlu etkiler yapan kuvvetlere iç kuvvetler denir.
Yeryüzünde görülen şekil ve oluşumlara baktığımızda farklılıkların olduğunu görürüz. Bu farklılıkların oluşmasında etkili olan iç kuvvetlerin enerjisi mantodaki mağmadan gelmektedir.

DAĞ OLUŞUMU HAREKETLERİ (OROJENEZ)
1. KIVRILMA
Akarsular, rüzgarlar ve buzullar gibi dış kuvvetlerin aşındırdığı maddeler, yer kabuğunun büyük çukurluklarında biriktirilir. Bu çukurluklara jeosenklinal adı verilir. Yan basınçlara bağlı olarak esnek yapıdaki malzemenin kıvrılmasıyla oluşan dağlık kütledir. Jeosenklinallerde biriktirilen tortul maddeler, çeşitli yan basınçlara uğrarlarsa kıvrılarak deniz yüzeyine çıkarlar. Böylece yeryüzünün büyük kıvrım dağları oluşmuş olur. Avrupa’da Alp’ler, Asya’da Himalaya’lar, Türkiye’de Toros ve Kuzey Anadolu Dağları bu tür hareketlerle meydana gelmişlerdir.
KIRILMA
Orojenizin etkili olduğu yerlerde arazi esnek yapıda değilse, sertse yan basınçlara karşı koyamaz ve kırılır. Yer kabuğunun eskiden beri kara haline geçmiş, katılaşmış kısımları, yan basınçlara uğradığı zaman bükülüp katlanamazlar. Bu nedenle, bu gibi yerlerde kıvrılmalar yerine kırıklar meydana gelir. Kırıkların iki yanındaki kısım birbirine göre yer değiştirirse, bu özellikteki kırığa fay denir. Kırılma sonucunda yüksekte kalan kesimlere horst, alçakta kalan kesimlere de graben denir.
Türkiye’de, en yaygın horst ve graben sistemi Ege Bölgesi’nde bulunmaktadır. Not: Dünya’nın en uzun grabeni Afrika’nın güneyinden ülkemize kadar uzanan çöküntü alanıdır. 5000 km’den fazla olan bu kırık hattı ülkemize Hatay’dan giriş yapar ve Maraş çukurluğuna kadar uzanır.

Türkiye’deki Fay Hatları
Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF): Saroz Körfezi’nden başlar, Marmara Denizi, Sapanca Gölü, Adapazarı, Tosya ve Erzincan üzerinden Van Gölü kuzeyine kadar uzanır.
Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF): Hatay grabeninden başlar, K. Maraş, Adıyaman, Malatya ve Elazığ ovalarından geçerek Bingöl’e kadar sokulur.
Batı Anadolu Fay Hattı (BAF): Ege Bölgesi’nde, kuzeyden güneye doğru uzanan çok sayıdaki fay hatlarından oluşur.

2023
Depremleri Tahmin Etmek İçin Ne Yapabiliriz?
- Sismik aktiviteyi izlemek için çeşitli metotlar geliştirilmiştir. Sismograflar kullanılarak sismik aktivite izlenir. Küçük büyük bütün depremler kayıt altına alınır.
- Deprem öncesi hayvanlar garip davranışlar sergilemeye başlar. Ama bu her zaman olmaz. Dünyanın manyetik alanındaki değişimler izlenir.
- Ayrıca başka yollar da denenmiştir: Bulutlarda oluşan iyonları takip etmek, kayalardan sızan elektrik yüklü oksijeni takip etmek gibi…
Ancak bunların hepsi henüz emekleme aşamasında olan metotlar. Dikkate değer başarıya ulaşmış bir sistem henüz bulunamadı. Prof. Dr. Lokman Kuzu

En fazla insanın öldüğü deprem Ming hanedanlığı zamanında Çin’de yaşanmış. 23 Ocak 1556 tarihinde 8.0 ölçeğindeki deprem 830.000 insanın ölmesi ile sonuçlanmış. Richter ölçeğine göre ise en fazla 9.5 kaydedilmiş. Bu deprem Şili’de 1960’da olmuş. Sonrakiler sırayla Alaska 9.2 (1964), Sumatra 9.1 (2004), Japonya Sendai 9.1 (2011) şeklinde gidiyor. 1999 Marmara depremi sıralamada ilk 20’de yok.
Sendai depremi sonrası Japonya’ya gittim. Deprem çok bir şey yapmamıştı ama ardından gelen tsunami birçok yeri silip süpürdüğü gibi TEPCO (Tokyo Electrical Power Company)’ya ait bir nükleer reaktörü kısa devre yaptırmıştı. Bildiğim kadarıyla burası hâlâ kontrol altına alınamadı. İyonlaştıran radyasyon yayılımı devam ediyor. Zaten tarihte deprem kadar deprem sonrası çıkan olaylar da çok büyük etkilere sebep olmuştur. 1906 San Francisco depreminden sonra çıkan yangın çok büyük hasar vermişti. Sendai depreminde de tsunami çok zarar verdi.
Tarihte tsunami birçok defa yaşandı. 1755 Portekiz depreminden sonra Lizbon şehri sular altında kalmıştı. Şimdiye kadar kaydedilmiş en yüksek tsunami 52 metre civarındadır. Tsunami suyla doldurduğu yerlerden çekilirken birçok şeyi yutarak geri döner. Tsunami’nin etkisini azaltmak için erken uyarı sistemi geliştirilmiştir. Bu sistem tsunami yaşanabilecek bölgelere kuruluyor ve bilginin bir kısmı deniz su seviyesini ölçen uydulardan alınıyor.
Önümüzdeki 50 yıl içinde “Büyük Afet” olarak beklenen çok yıkıcı bir deprem Los Angeles ve San Francisco‘da olacak. Ayrıca Marmara depremi bekleniyor.

Depremler, çoğunlukla dünyanın çekirdeğindeki dinamik süreçlerin bir sonucudur. Dağlar ve tepeler de benzer süreçler sonucu oluşur. Plakalar birbirine girmeye başladığında yükselti oluşur. Bunlar yılda birkaç santimetre civarındadır. Milyon yıla vurulduğunda ortaya dağ sıraları ortaya çıkar. Bir insan ömrü için bu değişim çok çok küçüktür.
Tektonik plakaların birbirine girmesi ve kırılması sonucu ortaya çıkan enerji yeryüzünde depremler oluşturur. Bazen volkanik bir dağın patlaması sonucu deprem oluşur. Ama insanların oluşturduğu depremler de vardır. Maden ocağı veya tünel göçükleri, yer altında patlatılan atom bombası denemeleri böyledir.
Yer altında kayaçlar kırıldığı zaman ortaya çıkan enerji sismik dalga şeklinde yayılmaya başlar. Bu dalgalar saniyede 6-14 km hızla ilerler. Boylamasına giden bu dalgalara P dalgaları denir. Bunun yarı hızında S dalgaları vardır; dikey hareket eder ve sadece katı maddelerin içinden geçer. Bir de bu dalgaların haricinde Love ve Rayleigh dalgaları vardır. Depremlerde hissedilen dalgaların çoğu Rayleigh dalgalarıdır. Rayleigh dalgaları dikey eliptik hareket eder. Dünya üzerinde ateş çemberi (ring of fire) diye bilinen bir sınır vardır. Büyük okyanusun (Pacific Ocean) çevresindedir. Depremlerin %90’ı ve büyük depremlerin %81’i bu sınırlarda olur. Japonya, Alaska, Kalifornia, Meksika ve Şili bu sınırdadır.


Tektonik plakalar, okyanus litosferinden ve daha kalın kıtasal litosferden oluşur ve her biri kendine özgü bir kabukla kaplıdır. Yakınsak sınırlar boyunca, dalma veya bir diğerinin altında hareket eden bir plaka, alt olanı manto içine taşır; Kaybedilen malzeme, deniz tabanının yayılmasıyla farklı kenarlar boyunca yeni (okyanus) kabuğun oluşumu ile kabaca dengelenir. Bu şekilde, litosferin toplam yüzeyi aynı kalır. Levha tektoniğinin bu tahmini, konveyör bant prensibi olarak da adlandırılır. Prof. Dr. Bilsen Beşergil
Tektonik plakalar hareket edebilir çünkü Yer litosferinin altta yatan astenosferden daha fazla mekanik kuvveti vardır. Mantodaki yanal yoğunluk değişimleri konveksiyonla sonuçlanır (Yer’in katı mantosunun yavaş yavaş ilerleyen hareketi). Levha hareketinin, deniz tabanının hareketinin, topografideki varyasyonlar ve kabuktaki yoğunluk değişiklikleri nedeniyle yayılma sırtlarından uzağa hareketinin bir kombinasyonundan kaynaklandığı düşünülmektedir.
Dalma bölgelerinde, nispeten soğuk, yoğun okyanus kabuğu, bir manto hücresinin konveksiyon kolu üzerindeki mantoya çekilir veya aşağı doğru batar. Başka bir açıklama, Güneş ve Ay’ın gelgit kuvvetlerinin ürettiği farklı kuvvetlerde yatmaktadır. Bu faktörlerin her birinin ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerinin göreceli önemi belirsizdir ve hala tartışma konusudur.

Levha tektoniği, yedi büyük levhanın büyük ölçekli hareketini ve Yer litosferin daha fazla sayıda küçük levhasının hareketlerini tanımlayan bilimsel bir teoridir, çünkü Yer’de 3,3 ila 3,5 milyar yıl önce tektonik süreçler başladı. Model, 20. yüzyılın ilk on yıllarında geliştirilen bir fikir olan kıtasal sürüklenme kavramına dayanıyor. Jeorbilimsel topluluk, deniz tabanı yayılmasının 1950’lerin sonlarında ve 1960’ların başlarında onaylanmasının ardından plaka tektoniği teorisini kabul etti.
Bir gezegenin (kabuk ve üst manto) en katı dış kabuğu olan litosfer, tektonik plakalara bölünür. Yer litosferi, yedi veya sekiz ana plakadan (nasıl tanımlandıklarına bağlı olarak) ve birçok küçük plakadan oluşur. Plakaların buluştuğu yerde, göreli hareketleri sınır türünü belirler; yakınsak, ıraksak veya dönüşüm. Bu plaka sınırları (veya faylar) boyunca depremler, volkanik aktivite, dağ yapılanması ve okyanus hendeği oluşumu meydana gelir. Plakaların nispi hareketi tipik olarak yılda sıfır ila 100 mm arasında değişir.

