Rutin Neyi Öldürür | Dr. Mehmet Dinç
Nasıl mutlu olunur? | Dr. Gülseren Budayıcıoğlu | Dr. Artunç Kocabalkan
İÇİNDEKİLER
İnsanlar bazen sizi hayal kırıklığına uğratır. Size en yakın olan insanlar bazen olduğunu düşündüğünüz insanlar değildir. Bir açıdan, birini asla gerçekten tanıyamayacağınızı kabul etmek haricinde bir seçeneğiniz yokmuş gibi hissedebilirsiniz.
Bazı durumlarda, birini gerçekten tanımak basitçe mümkün değil diye bir karar vermiş olabilirsiniz. Bunun nedeni o kişinin sizin beklemediğiniz bir şekilde davranması (iyi veya kötü açıdan olabilir) ya da sizi hayal kırıklığına uğratmaları olabilir. Bu, başka insanlar söz konusu olduğunda hiçbir şeyi varsaymamanız gerektiğini düşünmenize sebep olabilir. Peki bu gerçekten doğru mudur?
İngiliz şair John Donne “Hiçbir insan sadece kendinden ibaret bir ada değildir” demiştir. Şairin kastettiği şey hepimizin bir gezegenin birer parçası olduğudur. Ancak, bunun böyle olmasını ne kadar istersek isteyelim, yakın olduğumuz insanlar her zaman bizim istediğimiz ya da beklediğimiz şekilde hareket etmezler.
Tahmin edilebilirlik çoğu insanı iyi hissettiren bir şeydir. Eğer birinden bir şey bekliyorsanız o kişinin o şeyi yapmasını umarsınız. Partnerinizin, ailenizin ya da arkadaşlarınızın spesifik durumlara spesifik şekillerde tepki vereceğini ve onlara her zaman güvenebileceğinizi varsaymak istersiniz.
“İnsanlar annelerinin onları doğurduğu günde ilk ve tek defa doğmazlar, hayat onları tekrar tekrar kendilerini doğurmaya zorlar.”
– Gabriel García Márquez
Birini Asla Gerçekten Tanıyamayacağınız Doğru Mudur?
Basit gerçek şudur ki, birini gerçekten tanımak mümkün değildir. En azından derinden, ve kendinizi onların zihinsel evrenine koyup yapacakları ve yapmayacakları şeyleri tam bir kesinlik ile tahmin edebileceğiniz kadar emin bir şekilde tanıyamazsınız. Ancak bu gerçeği kabul etmek endişelenmeniz için bir sebep olmak zorunda değildir. Kimsenin kendi dünyaları üzerinde mutlak kontrolü yoktur. Bu eşyalar için de, insanlar için de geçerlidir.
İnsanlar Değişebilir (ve Bazen Değişmeleri Gerekir)
Birini asla gerçekten tanıyamayacak olmanızın sebeplerinden birisi hepimizin değişme kapasitesi olmasıdır. Hepimiz yeni hayat amaçları belirlemeye, ilerlemeye, olgunlaşmaya ve hatta bazı kişilik özelliklerimizi değiştirmeye bile muktediriz. Ancak bu tartışma yaratan bir fikirdir çünkü birçok insan yetişkinlikte kişiliğin sabit hale geldiğini düşünür.
- Ancak, eğer bu fikri kabul ederseniz, bu fikir bir hayal kırıklığından diğerine geçmekten kaçınmanıza yardımcı olabilir. İnsanlar değişir çünkü hayattaki deneyimleriniz sizi değiştirebilir ve hayat bazen sizi bir şeyleri tekrar düşünmeniz ve hatta belki de kendinizi yeniden inşa etmeniz gereken durumlara koyabilir.
- Michigan Üniversitesinden Dr. Nathan W. Hudson’ın yürüttüğü çalışma gibi çalışmalar ortaya ilginç sonuçlar çıkarmıştır. Birçoğumuz kişiliklerimiz hakkında tamamen memnun hissetmeyiz. Bundan dolayı birçok insan gerçekte oldukları kişiyi cilalamak ister. Bu, daha iyi hissetmek için güvensizlikleriniz üzerine çalışmayı, kimliğinizi güçlendirmeyi ve belli özelliklerinizi değiştirmeyi içerir.
Bu değişim süreci çoğunlukla belirli insanları geride bırakmayı ya da size yakın olan insanları hayal kırıklığına uğratmayı içerebilir. Kendinizi gerçekleştirme yoluna çıktığınızda kararlarınız ile birkaç kişiyi şaşırtmanız kaçınılmazdır. Hatta kendinizi bile şaşırtabilirsiniz!
Birini Gerçekten Tanımak Mümkün Değildir Çünkü Onları Sadece Görmek İstediğiniz Şekilde Görürsünüz
İnsanların birini gerçekten tanımak mümkün değil diye şikayet etmesini sık sık duyarsınız. Bu genelde insanların karşılanmayan beklentiler dolayısıyla ortaya çıkan acı ve hayal kırıklığı yaşadıkları dönemlerde olur. Ancak gerçek şudur: hepimiz hata yaparız ve bunu durdurmak için yapabileceğiniz bir şey yoktur. Bir noktada, hepimiz bizi seven insanları hayal kırıklığına uğratır ya da beklemedikleri bir şekilde hareket ederiz.
Ancak burada hesaba katmanız gereken tek şey bu değildir. Bazı durumlarda, birini asla gerçekten tanıyamazsınız çünkü zihninizde önceden çizilmiş olan görüntüden başka herhangi bir görüntüye yer açmazsınız. Basitçe görmek istemediğiniz herhangi bir şeyi uzaklara itebilirsiniz.
Bazı insanlar gerçekten mutlak, gerçekçi olmayan bir mükemmellik imajı oluştururlar. Çok fazla şeyi varsayarlar. Bu da onların karşılarındaki insanı idealize edip sevdikleri bu kişiyi nasıl görmek istediklerine dair abartılı bir imaja maruz bırakmasına yol açar.
Sonuç Olarak
İnsan kişiliği alanında tanınmış bir uzman olan Lewis R. Goldberg eğer birinin hayatında nasıl hareket edeceği hakkında bir tahminde bulunmak istiyorsanız kişiliğin her zaman güvenilir ve katı bir yer olmadığını söyler. Bunu imkansız hale getiren farkına varmadığınız küçük noktalar, kontrolünüzün dışında olan görünmeyen değişkenler vardır.
Dolayısıyla evet, bu doğru: ne kadar yakın olursanız olun, birini asla gerçekten tanıyamazsınız. Elinizdeki en iyi seçenek onlara güvenmektir. Basitçe bu belirsizliği kabul etmek durumundasınız. Hepimizin bildiği üzere, bu dünyadaki hiçbir şey kesin değildir. Yapabileceğiniz en iyi şey anın tadını çıkarmak ve hayatın değişim, belirsizlik ve sürprizler ile eş anlamlı olduğunu kabul etmektir.
Psikolog Valeria Sabater
Az ya da çok, hepimiz zamanımızın çoğunu bir şeyler elde etmek için harcıyoruz. Para, aşk, güç, iyilik gibi şeyler… Ancak ne seçersek seçelim hakkımızda çok şey söylüyor.
Bana hayatta neye teslim olduğunu söyle, sana nasıl biri olduğunu söyleyeyim. Çünkü sizi bir kişi, bir insan, bir ruh olarak tanımlayan şeyler yalnızca bunlardır. Her gün yarattığınız dünyaya ait olan kişi. Gerçekten de, hayatta kendinizi neye teslim etmeyi seçerseniz seçin, sizi olduğunuz kişi yapar.
Etrafınızda kendinizi teslim etmeyi seçebileceğiniz o kadar çok şey var ki. Ancak, ne yazık ki, hepsi iyi değil. Örneğin, çevrenize yakından bakarsanız, aşk için, ailesi için, komşuları için her şeyden vazgeçmiş, aynı zamanda para, şöhret, hırs ve güç için her şeyden vazgeçmiş insanlar görürsünüz…
Gerçekten de, ne yazık ki günümüzde, kâr için kendini feda eden çok fazla insan var. Bu, sonuçların her zaman yöntemleri haklı çıkarmak zorunda olmadığı yol boyunca birçok masum insanı incittiği ve gerçeğinden bağımsızdır. Öte yandan, inandıkları için her şeyini veren insanlar vardır. İyiliğe, dayanışmaya, dostluğa, sevgiye, kardeşliğe, eşitliğe ve pozitif yelpazede daha sayısız niteliklere inanan insanlardır bunlar.
“İnsanlar şu ya da bu kişinin henüz kendini bulmadığını söylüyor. Ama benlik kişinin bulduğu bir şey değil, yarattığı bir şeydir.”
– Thomas Szasz
Aşağıda, muhtemelen kendi ortamınızda az ya da çok tanık olduğunuz bazı örnekler verilmiştir. İnsanlar olarak neden kendimizi teslim ettiğimiz şeye dönüştüğümüz konusunda size bir fikir vermeliler.
Kendini paraya teslim eden insanlar
Bunu yakın çevrenizde, arkadaşlarınız ve aileniz arasında veya belki medyada görmüş olabilirsiniz. Gerçekten de etrafımız tamamen paraya bağlı insanlarla çevrili. Hayattaki tek takıntısı servetlerini biriktirmek olan insanlar. Üstelik bunu, önlerine çıkan her kim ya da ne olursa olsun üzerine basarak yaparlar. Bu tür insanlardan ne pahasına olursa olsun kaçınmalısınız. Çünkü hedeflerine ulaşmak için hiçbir şeyden vazgeçmeyeceklerdir. Aslına bakarsanız, bu insanlar için, bu bir amaçtan daha fazlası, bir saplantıdır.
Kendini aşka teslim eden insanlar
Çevrenizdeki diğer insanlar kendilerini aşka teslim etmeye karar vermiş olabilir. Bu insanlar sevdikleri insanlar için her şeyi yaparlar. Özgür ruhludurlar, kibardırlar, her zaman destekleyicidirler ve saklayacak çok az şeyleri vardır. Ancak, kendilerini aşka teslim eden insanları tanımak çoğu zaman kolay değildir, çünkü bununla övünmezler. Aslında, alçakgönüllü, sessiz ve tedbirlidirler. Çok fazla konuşmazlar ve sadece işlerine bakmayı tercih ederler.
Kendini iktidara teslim eden insanlar
Bir de dünyada kendilerini tamamen iktidara teslim etmiş insanları da bulacaksınız. Gerçekten de tek ve en büyük hırsları her geçen gün daha önemli olmak ve akranlarının kaderini yönetme gücüne sahip olmaktır. Bu insanlar, genellikle kendilerini kontrol yoluyla ortaya koymaları gereken güvensiz insanlar oldukları için kolayca tanımlanabilirler. Aslında, çevrelerindeki her şeyin güvenilmez olduğunu düşünme eğilimindedirler. Dahası, hayal kırıklığına uğrarlar ve kontrolde olmadıkları takdirde her şeyin yıkılacağına inanırlar.
Kendini iyiliğe teslim eden insanlar
Öte yandan, hayatlarını başkalarına teslim etmeye karar vermiş sevecen insanlar da vardır. Bu insanlar kim olduğunuzu umursamazlar, karşılığında hiçbir şey istemeden ihtiyacınız olanı size verirler. Çünkü onlar böyledir. Aslında, yollarını kaybetmiş başkalarına kendilerinin küçük bir parçasını vermekten mutluluk duyarlar.
Bu insanlar dikkat çekmezler. Yine de, her zaman etraftadırlar, başkalarını biraz daha mutlu etmek için kendilerinden biraz sunarlar.
“Yıllarda dönüp geriye bakıp özdenetim, yargı, cömertlik ve bencillik konusunda geliştiğinizi fark etmekle karşılaştırılabilecek daha büyük bir tatmin olamaz.”
– Ella Wheeler Wilcox
Herkes bir şeye teslim olur
Er ya da geç, hepimiz hayatta yolumuzu bulur ve kendimizi neye teslim edeceğimize karar veririz. Maddi mülkler, aşırı hırslar, insanlar, yalanlar, aşk ve benzerlerine teslim oluruz. Bunlar sadece biz ilerledikçe, büyürken ve gelişirken seçtiğimiz yollardır. Ancak, her zaman kendinizi teslim ettiğiniz her şeye dönüştüğünüzü her zaman hatırlamalısınız. Bu nedenle, dikkatlice düşünmeli ve akıllıca seçmelisiniz. Çünkü seçiminizden sadece siz değil, hayatınızı paylaştığınız herkes etkilenecek.
Psikolog Gema Sánchez Cuevas.
Zor ulaşılan kadınların efsaneleri dünyanın dört bir yanında yaygındır. İnsanlar, erkeklerin sadece kendileri ile ilişki kurmayı kolay hale getirmeyen kadınlar ile gerçekten ilgilendiğini söylerler. Peki bu gerçekten doğru mudur? Zor ulaşılan kadınlar bir ilişkiye başlamanın önünde engeller oluşturma eğilimindedir. Geleneksel olarak, insanlar bu tutumun erkeklerin kadınlar ile daha çok ilgilenmesini sağladığını düşünür, yani “kolay” olan kadınlar erkekleri o kadar fazla çekmez. Öncelikle, aşkta ve ilişkilerde sabit olan kurallar olmadığını söylemeliyiz. Birine bunun neden gerçekleştiğine dair bir liste yapmadan aşık olursunuz. Ancak, flört etme aşamasında insanların sürekli tekrarladığı kalıplar da varmış gibi görünmektedir. Ve bu kalıplar, zor ulaşılan kadınlar erkekler için daha ilgi çekiciymiş gibi görünür ancak bu her koşulda gerçek değildir.
Bu konuda yapılmış araştırmalar bulunmaktadır. Birinin kalbini kazanmak için mükemmel yolları aramak yerine, uzmanlar insanların belirli uyaranlara nasıl tepki verdiğini ve ilişkilerin nasıl geliştiğini keşfetmektedir. Hadi uzmanların bu konuda neler söylediğine bir göz atalım.
“Bir erkeğin fantezisi bir kadının en iyi silahıdır.”
– Sophia Loren
Zor Ulaşılan Kadınlar Hakkında Eski Bir Deney
1973’te Wisconsin Üniversitesinden Dr. Elaine Walster bazı açılardan temel olan bir deney yapmıştır. Walster, erkeklerin zor ulaşılan kadınlara daha fazla çekilip çekilmediğini bilmek istemiştir. Walster ve iş arkadaşlarının yaptığı şey bir fahişe kiralamaktı, böylece bu konunun ayrıntılarını en temel durumlarda tanımlayabilme şansları olacaktı. Fahişeden rastgele bir şekilde bazı müşterileri ile daha isteksiz davranmasını, diğerleri ile ise daha sevecen hareket etmesini istediler.
Bu durumda, fahişe daha sevecen davrandığında erkeklerin onunla daha az ilgilendiğini keşfettiler. Hatta erkekler hemen ilgilerini kaybettiler. Bu deneyi bir çöpçatanlık ajansından kadınlarla tekrarladılar ve benzer sonuçlara ulaştılar. Tek fark, bu durumdaki erkeklerin seçici bir şekilde zor ulaşılan bir kadın rolü yapan, yani diğer erkekler ile beraber olmak konusunda isteksiz ancak onlarla beraber olmak konusunda son derece istekli olan kadınlar ile daha çok ilgilenmesiydi. Bu çalışmalar bu ince farkın zor ulaşılan kadınların cazibesini değiştirdiğini göstermektedir. İki bağlamda da kadınlar bazı erkeklere yaklaşmak açısından müsaitti. Bundan dolayı aradıkları şeylerin önüne engel koymaları mantıklı değildi.
Mücadele ve Arzu
Günümüzde toplum, bir şeye ulaşmak ne kadar zorsa o şeyin o kadar değerli olduğunu düşünür. Bu gerçek sosyal psikoloji tarafından da ortaya koyulmuştur: insanlar girmenin zor olduğu bir grubun bir parçası olmayı daha değerli görürler. Bazıları da erkeklerin zorluğu sevdiğini söyler. Sinirbilim kadınların da zorluklardan hoşlandığını söyler, çünkü zorluklar durumlara biraz ekstra heyecan katar. Elements Davranışsal Sağlık’ın başkan yardımcısı Dr. Robert Weiss hem kadınların hem de erkeklerin flört etme aşamasında potansiyel partnerlerine meydan okumak adına ayrıntılı stratejiler kullandığına işaret eder. Ancak, bu bahsi geçen stratejiler kadınlar ve erkeklerde farklıdır.
Genellikle kadınlar zor ulaşılan kadınlar olduklarını göstermek adına ilgisizmiş gibi davranmak, mesajlara saatler sonra yanıt vermek ve zaman zaman basitçe uygun olmadıklarını söylemek gibi davranışlar gösterirler. Diğer yandan, erkekler kadınları kıskandırmayı tercih eder.
Zor Ulaşılan Kadınlar
Eğer bir kişi uygun değil gibi görünüyorsa bu her zaman flört etmeye çalıştıkları anlamına gelmez. Bazen insanlar bu ilk flört etme aşamasında olayları daha zor hale getirmekten kaçınamazlar. Bu şekilde davranırlar çünkü güvensizdirler ve canlarının acıtılmasından korkarlar. Genellikle karşılarındaki insan bu davranışı fark eder ve uzak durmaya çalışır. Dahası, Deneysel Psikoloji Dergisi tarafından yayınlanmış bir araştırma zor ulaşılma paradigmasının sadece kişi halihazırda o kadın ile yakından ilgileniyorsa işe yaradığını göstermiştir. Kadın yakınlaşılması zor bir kadın olduğunda bu ilgiyi arttırabilir ama tam olarak yoktan var etmez.
Ancak, bazen önceden var olan bir ilgi söz konusu olmaz. Bu durumlarda ulaşılması zor biri olarak davranmak genellikle diğer kişinin motivasyonunu kırmaktadır. Kimse istediklerinden emin olmadıkları bir şey uğrunda ekstra efor harcamak istemez. Bu durumlarda ateşi yakan kıvılcım yakın ve uygun olmaktır.
Hem erkekler hem de kadınlarda, aşkın o meşhur parıltısını gözlerde görmek mümkündür. Hoşunuza giden ya da çekici bulduğunuz bir şey gördüğünüzde gözlerinizin içi parlar.
Ortalama bir erkeğin duygularını ifade etme konusunda kadınlara göre daha çekingen olduğunu hepimiz biliriz. Her ne kadar bu durum, daha önceki nesillerde olduğu kadar büyük bir sorun niteliği taşımasa da, duygusal dili kullanma anlamında hala oldukça beceriksiz olan çok sayıda erkek bulunduğunun altını çizmek gerekir. İşte bu durum, vücut dilini önemli yapan nedenlerden biridir. Vücut dili, karşı tarafın kelimelerle ifade edemediklerini anlamamıza yardımcı olur.
Gerçek şu ki, insanlar sürekli olarak birbirleri ile iletişim halindedirler. Bunu kimi zaman sözcüklerle, kimi zaman da başka yöntemler kullanarak yaparız. Aslında mimik ve jestlerine dikkat ederek bir kişinin sadece kelimelere döktüklerinden çok daha fazlasını anlama şansına sahip oluruz. Bu bağlamda, aşık bir erkeğin vücut dili garip ve pek alışılmamış çok farklı anlamlar ifade eder. Şimdi sizlerle bu dil ve anlattıklarına ilişkin detayları paylaşacağız.
Sözcüklerle ifade edilmeyen dil aslında çok daha içtendir. Ancak aynı zamanda, anlamaya çalışan kişiye bağlı olarak çoğu kez anlaşılması çok daha güçtür. Diğer taraftan, ne kadar yoğun yaşanırsa yaşansın aşk, konuşma becerilerimizi engelleyen ancak vücut dilimize herhangi bir etkisi olmayan duygulardan bir tanesidir. Aşık bir erkeğin vücut dilinin bize göstereceği işaretlerden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz.
“Adeta delirmişcesine abartılı bir biçimde aşık bir adamdan bahsettiğinizde, genellikle zavallı bir biçimde aşık olmuş bir adamdan bahsediyorsunuz demektir.”
– Noel Clarasó
Bakışlar Her Zaman Gerçeği Gösterir
Hem erkekler hem de kadınlarda, aşkın o meşhur parıltısını gözlerde görmek mümkündür. Hoşunuza giden ya da çekici bulduğunuz bir şey gördüğünüzde gözlerinizin içi parlar. İlginizi çeken şeye olan konsantrasyonunuz o denli yüksektir ki, bu durum gözyaşı torbalarınızın normalden daha fazla harekete geçmesine neden olur. İşte bu yüzden o eşsiz parlaklık ortaya çıkar.
Elbette gözlerle ilgili tek belirti bu değildir. Bir erkeğin aşık olduğunu ele veren en önemli vücut işaretlerinden biri de bakışlarıdır. Siz nereye giderseniz gidin bu bakışlar sizi takip eder. Uzaklaşıp gittiğinizde bu bakışlar sizi arar; kalabalığa karıştığınızda şaşkın bir hal alır. Bu bakış nereye giderseniz mutlaka hep sizin yanınızda olacaktır.
Bakışlarla ilgili bize çok önemli ipuçları veren bir özellik daha bulunmaktadır: sizin dudaklarınıza yönelen bakışlar. Konuşuyor olmanız ya da sessiz bir biçimde durmanız fark etmez. Aşık bir erkeğin vücut dili incelendiğinde, bu tür bakışlar aslında her şeyi açıklar niteliktedir.
Aşık Bir Erkeğin Yüzü, Vücut Dilinin Önemli Bir Parçasıdır
Bakışlara ek olarak, yüzünde bir erkeğin ilgisini gösteren daha farklı mimikler de bulunmaktadır. Örnek olarak kaşların yukarıya kaldırılması. Eğer sizinle birlikteyken kaşlarını normalden daha sık bir biçimde yukarıya doğru kaldırıyorsa şunu söylemek istiyordur: ilgimi çekiyorsun.
Aynı durum gülümseme için de geçerlidir. Aslında gülümsemek hem erkekler hem de kadınlar için aynı anlama gelen ortak bir harekettir. Bir insan aşık olduğunda, suratında istese de bir türlü silemediği o “aptalca” gülümseme belirir. Bu gülümseme anlık olarak beklenmedik bir biçimde ortaya çıkar ve sürekli olarak yüzünde kalır. Bu durum, yanında bulunan kişinin onun üzerinde yarattığı keyif hissinden doğar. Aynı zamanda o kişiyle birlikte olmanın getirdiği mutluluğun da bir tür ifadesidir.
Bunlara ek olarak, eğer bir erkek sizden hoşlanıyorsa, kendisi farkında olmadan sizin yaptığınız yüz mimiklerini taklit eder. Bu tür durumlarda, hayran olduğu şeyin taklit edilmesi ve bunun kendisi için bir referans olarak alınması gerektiğini düşünür. Kendisini sizinle tanımlama isteği nedeniyle de sizin yüzünüzdeki ifadelerin benzerlerini kendi yüzünde de ürettiğinin farkında olmayacaktır.
Açığa Çıkaran Diğer İfadeler
Bir erkek sizi çekici buluyorsa, kendi kişisel görünüşü ile ilgili bazı hareketleri istemsiz olarak yapar. Örnek olarak saçını düzeltir. Benzer şekilde bulunduğu ortama girdiğinizde farkında olmadan kravatını, ceketini ya da başka bir kıyafetini düzeltme eğilimde olacaktır. Bu tür tavırlar, size daha çekici görünmek için bir tür hazırlık çalışmalarıdır.
Diğer sık bir biçimde görülen jest ise ellerini beline dayayarak sanki sizi yönlendiriyor gibi bir tavır takınmasıdır. Bu davranış biçimi, bir şeye sahip olma dürtüsü ile yapılan eski tarz bir davranış olarak algılanabilir. Bir çiftin aşık olması açısından bakıldığında ise, bu tarz bir sahip olma niteliğinin daha az olduğunu söyleyebiliriz. Aslında oldukça erkeksi görünen bu jest, sizin belinize nazikçe dokunan bir el olma isteğini taşıdığını adeta ele vermektedir.
Fark edeceğiniz diğer bir detay, konuşurken size doğru eğilmesidir. Özellikle ilk buluşma anında eğer ayaktaysa omuzlarını geriye doğru atar, göğsünü dışarı doğru çıkarır ve dik bir şekilde durur. Bu duruş, güçlü olduğunu gösterme duruşudur. İstediği şeyi almak için harekete geçmeye hazırlandığını ifade eder. Eğer oturuyorsa, örnek olarak bir yemek masasındaysa, size bakmadığı zamanlarda kısa aralıklarla peçete ya da çatal bıçakla oynar.
Aşık bir erkeğin vücut dili, yukarıda sıraladığımız davranış, jest ve mimiklere büyük oranda uymaktadır. Bu davranışların ortaya koyduğu şeyler, çekici bulma, hayranlık duyma ve ilgisini uyandırma hisleridir. Sizi gerçek anlamda sevdiğini, sizin söylediklerinize önem verdiğinde, size her koşulda destek olduğunda ve ihtiyaç ve istekleriniz konusunda hassas davrandığında anlarsınız.
Karamsar insanlar genellikle yaşadığı olayların çoğunlukla olumsuz taraflarına odaklanma eğiliminde olur.
Bu insanlar başlarına gelen olaylardan kendilerini sorumlu tutarlar. Yaşadıkları olumsuz bir olay karşısında kendilerinin bir kabahati olduğunu sıklıkla düşünerek mutsuzluk, hayal kırıklığı, çaresizlik gibi olumsuz duygular hisseder. Bunun yanı sıra yaşadıkları olayların uzun süre devam edeceğini, kalıcı olacağını, etkilerinin kaybolmayacağına inanma eğiliminde olurlar. Bir başka deyişle, herhangi bir olumsuzluk ile karşılaştıklarında bu durumun devam edeceğine inanırlar. Dolayısıyla bu olayların veya olayların yarattığı olumsuz etkilerin değişmeyeceğine dair inançları oldukça kuvvetlidir. Bu kişilerde, kendi sebep olduğunu düşündüğü olumsuz durum, ne yaparsa yapsın üstesinden gelemeyeceğine dair yoğun inanç, bu olumsuzluğun hayatın tamamını etkileyeceğine dair endişe vardır.
Karamsar insanlar bu temel özelliklerinden dolayı genellikle stres, kaygı ve üzüntü duygularını yoğun olarak yaşarlar.
Hepimizin geleceğe dair çeşitli hayalleri, fikirleri ve planları vardır. Hepimiz geleceğe dair zihinsel senaryolar üretir zamanımızın bir kısmını bunları düşünerek harcarız. Karamsar insanların geleceğe dair bu zihinsel senaryoları genellikle umutsuz, korkutucu ve olumsuzdur. Çünkü bu kişilerde olumsuzlukları düşünmeye alışmış olan zihin neyin yanlış gidebileceğini düşünme eğilimde olur. Gelecek hakkında olası felaket senaryolarını düşünmek için çok fazla bilişsel enerji harcayan bireylerin depresif belirtiler gösterme eğilimi de daha fazladır.
Olumsuz beklentiler, depresif belirtilerin birçoğu ile yakından ilişkilidir. Karamsar kişiler, gelecekte onları bekleyen olumsuz deneyimlerin varlığını sıklıkla düşündükleri için çaresizlik, umutsuzluk, endişe duygularını yoğun olarak yaşar, üstesinden gelmek için yetersiz olduğunu düşünür.
Karamsar Değil, Gerçekçi Olmak
Yaşanılan olaylar karşısında karamsar olmak yoğun olumsuz duygular hissetmemize sebep olurken olayları salt iyimser bir bakış açısı ile değerlendirmek olası riskleri göz ardı etmemize neden olabilir. Ayrıca yalnızca olumlu taraflarına odaklanılan bir olayda beklenilen sonuç elde edilemediği zaman hayal kırıklığı yaşanabilir. Bu sebeple, iyimserlik de karamsarlık da olması gerektiğinden daha yoğun olduğunda yaşamda işlevsel bir halde olmamızı engelleyebilir. Gerçekçi davranmak ve gerçekçi değerlendirmeler yapmak var olan şartları olumlu ve olumsuz sonuçları ile birlikte rasyonel bir şekilde ele alıp her iki tarafına da kendimizi hazırlıklı hale getirmemizi sağlar. Çünkü yaşanılan bir olay karşısında olumsuz tarafları görmek bizi olası hayal kırıklıklarından korumakla beraber olumsuzluğa dair çözüm üretmemize de olanak sağlar.
Benzer şekilde, yaşanılan bir olay karşısında olayın olumlu taraflarını görmek çaba gösterme karşısında motivasyon hissetmemizi ve kendimizi toparlayabilme gücünü arttırmamızı sağlar. Bu sebeplerden ötürü, sağlıklı değerlendirmeler için her iki bakış açısını da dengeli bir şekilde hayatımızda bulundurmak faydalıdır. Gerçekçi bir yaklaşım, kişinin sorunlarının üstesinden gelmesi için bir çözüm üretmeye teşvik ederken karamsar bir yaklaşım ise çözümden daha uzak çaresizliği beraberinde getirebilir. Buna iş yerinde yapılacak olan zor bir mülakatı örnek verebiliriz.
Mülakatın çok zor koşulları olduğunu öğrenen ve daha karamsar düşünen bir kişi ne yaparsa yapsın mülakatta başarılı olamayacağını, çok çalışsa dahi mülakatın zorluğunun iyi bir sonucu elde etmesini engelleyeceğini düşünür. Fakat gerçekçi kişi, mülakatın zor olduğunu öğrendiğinde daha erken ve daha yoğun çalışması gerektiğini düşünerek bir çözüm yolu bulur kendine.
Neden Karamsar Biriyim?
Olaylara karşı bakış açımızdaki farklılıklar o olayları nasıl değerlendirdiğimiz ile ilgilidir. Yaşanılan olumsuz olayı, hedeflerine ulaşırken karşısına çıkan olağan bir engel olarak algılayan kişi karamsar bir çerçevede değerlendirmiyor. Yaşadığı olumsuzluğu istediği noktaya ulaşırken karşısına çıkan büyük bir engel ve aşılmaz bir sorun olarak gören kişi daha çok karamsar bir bakış açısı geliştirme eğiliminde oluyor.
Kısacası, karşılaşılan durumu nasıl algıladığımız o duruma verdiğimiz tepkiyi ve duygularımızı etkiliyor. Bu noktada, olaylar karşısında olumlu ve olumsuz bütün yönleri ele alan bir değerlendirme yapmak faydalı olabilir. Olumsuz gibi görünen bir durumdayken, bu konuda neyin iyi veya yararlı olduğunu bulmak oldukça zor görünebilir.
Baktığımız ve bulunduğumuz nokta olumsuzluklara odaklıyken olabilecek olumlu noktaları görmek zor olabilir. Fakat olumsuzlukların içindeyken tekrar olumsuzu düşünmek aslında yeniden aynı sorunu yaşamayı beraberinde getirir. Bu da sakinleşmemizi güçleştiren ve karamsarlığımızı besleyen bir sorun haline gelebilir.
YAŞANTI PSİKOLOJİ
Mutlu olmak için bir neden arayın.
Duygusal bağımlılık, bir kişinin başka bir kişiye duygusal olarak bağlı olduğu psikolojik bir durumdur. Bu durum hiçbir şekilde olumlu değildir. Neden kendiniz için bir karar veremiyorsunuz? Neden her şeyin sizin kontrolünüz altında olması gerekiyor ve bir şey elinizden kayıp gittiğinde dünyanız başınıza yıkılmış gibi hissediyorsunuz? Neden yalnız olamıyorsunuz? Bu ve benzeri sorular duygusal bağımlılık içerisinde olan insanlara sorabileceğimiz sorulardır.
“Özgürlük sorumluluk demektir; bu yüzden çoğu insan özgür olmaktan korkar.” -George Bernard Shaw-
Duygusal bağımlılık içinde olan insanlar aşağıdaki davranışları ve tutumları sergiler.
Duygusal bağımlılık içinde olan insanlar, kendilerini bırakıp başkaları için yaşar. Başkalarının verdikleri kararlara güvenirler, herkesin fikrini alıp, bu fikirlere kulak verir, kendilerine gerektiği kadar değer vermezler. Duygusal bağımlılık içindeki insanlar için diğerleri daha önemlidir. Her zaman “O benim yerimde olsaydı ne yapardı?”, “O olsa nasıl davranırdı?” gibi soruları kendilerine sorarlar. Kendileri için düşünmekten yoksundurlar. Güvensizlik
Gördüğümüz gibi, duygusal bağımlılığı olan biri, her zaman kendisinin adına başkaların karar vermesine ihtiyaç duyar. Bu olmadan yaşayamadıkları için, herkesi ve her şeyi kontrol altında tutabilmek için zamanla kontrolcü ve çıkarcı birine dönüşürler. Kimsenin kendilerini bırakmasına tahammülleri yoktur – yanlarında biri olmadan yapamazlar! Kontrolcülük
Duygusal bağımlılık duyan insanlar hayatla ve dünyayla tek başlarına yüzleşemezler. Başka birine duygusal bağımlılık duymadan nasıl yaşayacaklarını bildiklerinden bile emin değillerdir. Korkuları ve güvensizlikleri nedeniyle karar vermek onlar için imkansız hale gelir. Başlarını yaslayacak bir omuz olmadan yaşamak onları o kadar korkutur ve endişelendirir ki, her zaman o boşluğu dolduracak birini ararlar. Kendinden şüphe duyma
Duygusal bağımlılığın üstesinden nasıl gelinir?
Eğer birinin hayatımızın merkezi olduğunu, varlığımızın sebebi olduğunu ve onlar olmadan hayatla başa çıkamayacağımızı hissediyorsak ne yaparız? Duygusal bağımlılıktan kurtulmak mümkün müdür? Bu sorunun cevabı “Evet”tir. Öncelikle kendinize hayatınızın neden tek başına bir anlamı olmadığını düşündüğünüzü sorun. Kendinize güvenmeyi sizin için imkansız hale getiren ne? Yetersiz hissetmenize sebep olan şeyin ne olduğunu kendi içinizde arayın ve doğru olup olmadığını sorgulayın. Başkalarından daha az değerli değilsiniz. Duygusal bağımlılık duyan biri olarak, aklınıza “Bilmiyorum.”, “Yapamam.”, “O nasıl yapılacağını bilir.” gibi şeyler takılacaktır. Bu tür düşüncelere karşı direnin ve dayanıklı olun.
Kimse her şeyi bilmez, kimse her şeyin nasıl yapılacağını da bilemez. Ancak hepimizin yapabileceği bir şey var: Öğrenmek. Her küçük şey için yardım aramayın, başka insanlara bel bağlamayın. Bağımsız olmaya çalışın.
Şartlar bazen hepimizi zorlar, bu herkesin başına gelebilir! Önemli olan onları nasıl düzeltebileceğinizi bilmek, kendi başımıza onların üstesinden gelebilmektir. Özgüven sahibi olmak çok önemlidir. Her zaman başkalarının desteğine güvenemeyiz. Güçlü yanlarınızı tanıyın ve onları kullanın. Kendinizi daha değerli kılmak için güçlü yönlerinizi geliştirin ve kimseye bağlı olmayın.
Her gün mutlu olmak için bir neden arayın. Başkalarını rol modeliniz olarak görmeyi bırakın. Herkes benzersizdir. Siz hayatınızı benzersiz bir hale getirin. Direnin. Bu elbette zor ama imkansız değil. İlerlemeye devam edin. Her zaman güvenecek birini bulamayacaksınız ve o zaman geldiğinde dünyanız başınıza mı yıkılacak? Hayır. Siz güçlüsünüz, akıllısınız ve sorumluluk duygusuna sahipsiniz. Başka kimseye bakmanıza gerek yok. Hayatınızı sürdürmek için kimseye ihtiyacınız yok. Hayatınızı yaşayın, kendinize değer verin, benzersiz olun. Hayatınızın sizden başka kimseye bağlı olmasına izin vermeyin.
MUTSUZ VE HUZURSUZ
Genellikle mevcut işimizden memnun olmadığımızda, ayrılık yaşadığımızda, ilişkimiz iyi gitmediğinde, kariyer planlarımız hakkında kararsız kaldığımızda, genel olarak mutsuz ve huzursuz hissettiğimizde, maddi streslerle boğuştuğumuzda sorunun nerede olduğunu bulmak için profesyonel yardım alırız. Bu kimi zaman bir uzman kimi zaman da yaşam koçu olabilir. Çoğunlukla dış etken bir sorun ararız. Fakat değerimizi dış etkenden mi alıyoruz? Neşeli olmaya ve mutlu görünmeye çalışıp dışarıya yani çevremize çok mu odaklanıyoruz?
Mutluluğa ve mutlu olmaya odaklanan reklamlara doymuş durumdayız. Kıyafet, spor malzemeleri, makyaj, yiyecek- içecek (ayrıca sağlık sektöründe de) reklamlarında bolca duyarız: “Mutluluğu hedeflemeliyiz”, “Mutlu Olmaya Çalışmalıyız”. Acaba mutluluğumuzun dış etkenlere bağlı olduğunu ve dış etkenler ile ancak mutluluğa ulaşabileceğimize mi inanıyoruz?
Brene Brown, ‘’The Gifts of Imperfection’’ kitabında mutluluk ve neşenin ayrımını çok iyi aktarıyor. Mutluluğun elbette dış koşullara bağlı bir duygu olduğunu söylüyor. Bu yeni bir ev, yeni bir elbise, iş yerinde aldığınız terfi, yeni bir ilişki ve daha bir sürü şey olabilir. Tıpkı diğer duygular gibi mutluluk da dış olaylara ne şekilde bir tepki vermeyi seçtiğinize bağlı olarak gelir ve gider. Diğer taraftan Brene Brown neşeyi ise, çevrenizdeki akan hayatla aranızdaki içsel bağlantı olarak tanımlıyor. Bu bir duygu gibi dalgalanmalar yaşamaz; inşa edilir.
Şunu belirtmeliyiz ki, mutluluk hayatımızda iyi bir şeydir ve bu çok insani bir duygudur. Mutluluğu elbette ki aramalıyız, ama sadece yaşamınız hakkında iyi hissetmek için tek güvendiğiniz şey mutluluk mu olmalı? İçimizdeki neşeyi beslemeyi bırakıp dışsal mutluluklar arayarak, dışsal etkenlerin bize vereceği o “güce” güvenmeye başladığınız zaman bir bağımlılığa dönüşüyor: “Mutluluk bağımlılığı”
Tek bir dış faktör, mutluluğu uzun süre sürdüremez. Mutluluğun şiddeti sonunda eriyecektir. Eridiğinde ise duygu azalacak ve bu da bir tür düşüş yaratacak. Doğal olarak da böyle hissetmek istemezsiniz. Bu yüzden mutluluk verecek başka bir şey arayışına gireriz. İşte bu da döngüdür… Peki bu döngü kırılabilir mi?
Akıl ve Beden
Psikosomatik Bozukluklar: Günlük yaşamın stresinden kaynaklanan zihinsel bir bileşeni olan fiziksel hastalıklar olduğuna inanılmaktadır. Psikosomatik tıp, insan ve hayvanlarda bedensel süreçler ve yaşam kalitesi üzerindeki sosyal, psikolojik ve davranışsal faktörler arasındaki ilişkileri inceleyen disiplinlerarası bir tıp alanıdır. Psikosomatik Tıp: Psikiyatri ve nöroloji alanlarının alt uzmanlığı olarak kabul edilir. Tıbbi tedaviler ve psikoterapi, psikosomatik bozuklukları tedavi etmek için kullanılır.
Bir dereceye kadar, çoğu hastalık gerçekten psikosomatiktir; Bir insanın bedenini ve aklını içerirler. Her fiziksel hastalığın zihinsel bir yönü vardır. Bir kişinin reaksiyona girip hastalıkla baş etme şekli kişiden kişiye değişir. Bir sedef döküntüsü; örneğin, bazı insanları çok fazla rahatsız etmeyebilir. Yine de başka bir kişide vücudun aynı kısımlarını kaplayan döküntü, kendilerini depresif ve daha hasta hissetmelerini sağlayabilir.
Örneğin; zihinsel hastalıkları olan bazı insanlar fiziksel bakım sorunlarına neden olabilecek şekilde kendilerine bakamayabilir, uygun bir şekilde yemek yiyemez veya kendilerine bakmayabilir. ‘Psikosomatik bozukluk’ terimi; Bununla birlikte, temel olarak zihinsel faktörlerin neden olduğu ya da kötüleştiğine inanılan fiziksel bir hastalık anlamına gelir. Bazı fiziksel hastalıkların özellikle kaygı ve stres gibi zihinsel faktörler tarafından kötüleşmeye yatkın olduğu düşünülmektedir. Örnekler egzama, sedef hastalığı, yüksek tansiyon, ülser ve kalp hastalığını içerir. Hastalığın asıl fiziksel kısmının zihinsel faktörlerden etkilenebileceği düşünülmektedir.
Psikomatik Rahatsızlıkların Belirtileri
Birçok insan; Bununla birlikte, bu ve diğer fiziksel hastalıklar ile mevcut zihinsel durumlarının, fiziksel hastalıklarının herhangi bir zamanda ne kadar kötü olduğunu etkileyebileceğini söylüyorlar. Bazı insanlar zihinsel faktörlerin fiziksel semptomlara neden olduğu ancak fiziksel bir hastalığın bulunmadığı durumlarda psikosomatik bozukluk terimini de kullanırlar. Bir göğüs ağrısı; örneğin, stres kaynaklı olabilir ve fiziksel bir hastalık bulunmaz. Zihnin fiziksel semptomlara neden olabileceği iyi bilinmektedir. Fiziksel semptomlar, kişinin beyninden vücudunun farklı bölgelerine gönderilen sinirsel dürtü aktivitesinin artmasının yanı sıra, adrenalinin endişeli oldukları zaman kişinin kan dolaşımına salınmasından kaynaklanmaktadır. Psikosomatik hastalıkların çoğunu oluşturan somatoform bozuklukların tedavisi zor olabilir.
Bir kişinin semptomlarının fiziksel nedenlerini dışladıktan sonra, genellikle kişi ve doktoru arasında güvenilir ve destekleyici bir ilişki kurmaya odaklanır. Kişinin doktoru, tedavilerinin en önemli bölümlerinden biri olarak düzenli kontroller önerecektir. Psikoterapi; Özellikle bilişsel davranışçı terapi, kişinin fiziksel semptomlarına neden olan bazı psikolojik faktörlerin hafifletilmesinde etkili olabilir. Stres yönetim teknikleriyle stresi sağlıklı bir şekilde yönetmeyi öğrenmek, tedavinin bir parçası olabilir.
Depresyon gibi belirli bir zihinsel bozukluk tanımlanabiliyorsa, ilaç tedavisi de yardımcı olabilir. Bilişsel davranışçı terapi çabalarına rağmen bir somatoform bozukluk belirtileri devam edebilir. Bu olduğunda, tedavi semptomatik rahatlama sağlamayı ve insanların yaşamlarını yaşamalarına yardımcı olmayı amaçlayabilir. Yorgunluk, baş ağrısı veya sindirim sorunları gibi semptomlardan kurtulmak için ilaçlar uygulanabilir. İlaçlar; ancak, her durumda gerekli olmayabilir.
Uzman Klinik Psikolog Deniz Akıncı
Zihin ve beden her zaman karşılıklı etkileşim içindedir. Beyin fizyolojik olarak bütün organların merkezi kontrolünü sağlayan organdır, bu sebeple zihnimizde oluşan bir rahatsızlığın fiziksel bir bozukluğa dönüşmesi kaçınılmazdır. Zihinden bedene uzanan bu büyük sistem kişinin “iyi olma hali” üzerinde çok büyük söz hakkına sahiptir. Psikosomatik rahatsızlıklar psikolojik sebeplerden dolayı bedenimizde kendini gösteren bozukluklardır. Beynimizin içinde bizi rahatsız eden, stres ve ruhsal sıkıntıların bedenen dışavurumudur. Bu rahatsızlıklar fizyolojik açıdan açıklanamaz ve çözümlenemezler çünkü asıl çözülmesi gereken problem zihnimizdedir. Bir bakıma zihnimiz bedenimizi kullanarak bizimle iletişim kurmaya çalışıyordur. Kısaca, psikosomatik bozukluklar, fiziksel bozukluklardan farklı olarak herhangi bir organın işlev bozukluğuna bağlı olarak değil, duygu durum bozukluklarının bir uzantısı olarak ortaya çıkar. Bu bozukluklar zihnimizin bedenimiz üzerinde ne kadar güce sahip olabileceğinin kanıtıdır.
Bilinç Dışı ve Psikosomatik Rahatsızlıkların Bağlantısı Nedir?
Bilinç dışımızda yer alan, ifade edilmeyen, bastırılan duygular er ya da geç gün yüzüne çıkmak ister. “Başa çıkılamaz” duygular zihne ağır geldiğinde bilinçsizce bedene yönlendirilir ve somatik rahatsızlıklar bu şekilde ortaya çıkar bu sayede bilinç dışımızın fiziksel sağlığımız üzerinde büyük söz hakkına sahip olduğunu söyleyebiliriz. “Bedeniniz içeride bir şeylerin doğru gitmediğini size haber verir fakat siz bunun farkında olmazsınız.” (Suzanne O’Sullivan)
Psikosomatik Rahatsızlıklar Neden Ortaya Çıkar?
Bu rahatsızlığın sebepleri arasında başta stres ve strese dayalı psikolojik çöküntüleri, beraberinde genetik faktörleri, çocukluk travmalarını, depresyonu, anksiyete bozukluklarını ve kişilik özelliklerini sayabiliriz. Kişi stres ve zorluklarla başa çıkabilme kuvvetinde değilse, beden var olan strese uyum sağlamak amacıyla somatik rahatsızlıklar oluşturabilir.
Psikosomatik Rahatsızlıklar Nelerdir?
Somatizasyon hakkında en yaygın şikayetler baş, mide ve sırt ağrılarıdır bunlarla beraber yorgunluk, bitkinlik, denge sorunları, görme bozuklukları, kas ağrıları, cilt hastalıkları, saç dökülmesi, nefes darlığı gibi şikayetler de görülebilir. Nefes darlığı anksiyetenin en sık karşılaşılan belirtisidir ve nefes darlığı zihnimizde olan anskiyeteden kaynaklanan rahatsız edici duygu, düşünce ve fikirlerin bedenimize yansıma şekillerinden biridir.
Psikosomatik Rahatsızlıklar Nasıl Tedavi Edilir?
Zihinsel bozukluklar, bastırılmış duygular, sarsıntılar fiziksel rahatsızlıklara dönüşebiliyorsa aynı zihin daha iyi olmaya da yönlendirilebilir. Psikosomatik rahatsızlıklarda birçok tedavi yöntemi kullanılabilir. Tedavi aşamasında hem bedensel hem zihinsel bulguların değerlendirilmesi gereklidir. Danışanların fiziksel tedavinin dışında psikolojik tedaviler görmeleri önemlidir. Bireysel ve grup psikoterapileri iç görü kazandırıcı ve destekleyici tedavi yöntemlerindendir. Bilişsel davranışsal terapi ile danışanlara zihinlerinin nasıl çalıştığını anlatarak duygu durumlarını nasıl kontrol edebileceklerini, problemleriyle baş etmenin yeni yolları gösterilir. EMDR ve psikanaliz de iyi sonuç gösterebilecek tedavi yöntemlerinin arasındadır.
Panik Atak Nedir?
Panik Atak Nedir? Birden meydana gelen ani korku ve gerilme olayıdır. Beyin içinde bir korku kuşatması durumu da diyebiliriz. Algıladığımız bir tehlikeye karşı gösterilen bir tepkidir. Ağırlıklı olarak soğuk soğuk terleme, kalp atışları artması, ve vücutta bazı değişimler gözlemlenebilmektedir. Panik sorunu yaşayanlar için çok problemli bir evre olan panik bozukluk nöbetleri, içerisinde endişe, yoğun bir korku ve ağır hüzün gibi duyguları aynı anda barındırmaktadır. Bu evrede sorunu olan kişiler panik bozukluk nasıl geçer sorusunun arayışına girmektedir.
Kişiye aniden gelen terleme çarpıntı gibi durumların sonucundaki insanlar, panik bozukluğu krizi geçirmektedir. Atak ile birlikte kişiler kontrolden çıkar ve dışarıdan bakıldığında her şeyin yolunda olmadığı gözle görülebilir. Aynı zamanda atak geçiren insanlar, nefes almakta zorlanma, bir çok korkuyu aynı anda yaşama ve saldırganlık gibi davranışlar gösterebilir.
Endişe, yoğun bir korkuyla beliren rahatsızlık
Endişe, yoğun bir korkuyla beliren rahatsızlık geçiren kişiyi bu anlamda zor duruma sokan sorunun adı olarak tanımlayabiliriz. Psikolojik bedensel faktörü olmasıyla birlikte herhangi konuda ölümle alakalı yoğun endişeler yaşatmaktadır. Panik bozukluk danışanın diğer sağlık problemlerinin yanında geçmişte yaşanan kötü, olumsuz olaylara dayanmaktadır. Kriz anını bir bardağın taşma anı gibi tanımlayabiliriz çünkü geçmiş yaşantımız boyunca problemleri biriktirir ve biriktiririz en sonunda artık bünyemiz kaldıramadığında bardağın suyun dolup taşırmasına benzer bedenimiz alarm verir.
Panik atak geçiren insan genellikle rahatsızlığı bedensel bir şey olarak tarif eder. Nefesim daralıyor, göğsüm sıkışıyor, kalp krizi geçiriyorum sanki, ölmek üzereyim gibi benzer yakınmalarla hastaneye başvurulur. Atakların ne olduğunu bilmeyince yeni atakları beklemeye başlarsınız ve kendinizi eve kapatırsınız, hastane bahçesinde beklemeyi uygun görürsünüz.
Panik atak yaşayanların anlattıkları yaşam hikayelerinde bayılacak gibi olma hissi, kalp krizi geçiriyorum zannetme, çarpıntı, boğazda yumru hissi oluşması, nefes darlığı yaşama, el ve ayaklarda terleme, titreme nöbeti, vücutta ve yüzde uyuşma panik atağın belirtileri ve sebepleri arasında yer almaktadır.
Panik Bozukluk Başlangıcı
Panik atak başlangıç aşamasında bedeninde soğuk soğuk terleme olur, güm güm diye kalbinde atımlar başlar, mideniz bulanır, başınız dönüyor benzer sersemlikle ataklar başlamış olur. Yaşadığınız durum nedeniyle büyük korkuya kapılırsınız, kalp krizi geçiriyorum sanki öleceğim şikayetleri başlar. Yaşanılan korku 5-10 dakika içerisinde beyin içinde doruk noktaya ulaşır. Bu süreçte endişeye kapılmadan tek yapmanız gereken sakin kalmaya çalışmaktır. Bu yaşanılan olaylar vücudun yoğun bir korkuya karşılık meydana gelen tepkinin doğal parçasıdır. Ataklar gündüz olabiliyorken gece uyku sırasın dada olabilmektedir. Gece uykusundan uyanan kişiler telaş içerisinde evin içerisinde dolanmaya başlar. Gece nöbetleri oluştuğunda panik şiddeti belirsiz olabilir.
Panik Atağı Ne Tetikler?
Panik sorununu tetikleyen yiyecek ve içecekler şu şekilde sıralanabilir gazlı kola, gazoz ve kafeinli içecekler çay, kahve vb.. içecekler bu sorunu tetiklemektedir. Rahatsızlıktan kurtulmak isteyen bir kişi öncelikle sorunu kabul etmeli ve panik krizi anında yaptığı işe bırakmayarak paniğe kapılmamalıdır. Bu anlamda bu yazıyı okuyan danışan panik atağı tetikleyen yiyecek, içeceklere dikkat ederlerse her seferinde bir atak oluşmasını önleyebilirler.
Erkeklere oranla kadınlarda daha fazla
Panik Krizi Ne Kadar Sürer?
Bir kriz Yaklaşık 15 saniye sürer fakat panik bozukluk yaşayan kişiler bundan 10 – 30 dakika aralığında etkilenmektedirler. Bazı durumlarda saatler boyunca etkisini hissedenlerde olmaktadır. Panik atak nöbeti erkeklere oranla kadınlarda daha fazla görülmektedir. Panik bozukluğu insan yaşamında en sıkıntılı, korkutucu ve endişe verici deneyimlerden biridir. Pek çok insan hayatı boyunca birkaç kez bu sorunla karşılaşmaktadır. Çoğu bu sorunu yaşayan insanlar kendilerini kapana kısılmış hissettiklerini belirtmektedir. Atak çoğunlukla açık bir alanda ayrıca tehlikeli olay karşısında kaçamama olduğunda meydana gelmektedir.
Panik Bozukluk Bedensel Belirtileri
- Nefes: Nefes alıp verirken soluğumuz kesiliyormuş olur. Bununla beraber derin derin nefes alıp vermeler başlar ve göğüs kafesinizde ğöğüs ağrısı meydana gelir ayrıca göğüste sıkıntı hissine kapılır nöbeti geçiren kişi.
- Kalp: Hızlı hızlı atmaya başlar hatta atımlarını hisseder ve sanki bir atak geçiriyormuş hisseder sorunu olan insan. Öyleki kendini hastanenin acil servislerine atmakta çareyi arar. Hastanede yapılan incelemede kriz değil diyerek hasta evine yollanır.
- Kan basıncı artması: Kalbin hızlı atmasıyla kaslara bol miktarda kan pompalanır bu sebeplede ateş basması, terleme ve panik atak titreme şeklinde etkiler meydana gelir.
- Elde ayakta uyuşma: Elle ve ayakta uyuşma derimize daha az kan pompalanması sonucu oluşmaktadır.
- Sindirim sistemi : Sindirim sistemimizede daha az kan pompalanması sonucu karın ağrısı ve mide bulantısı hissedilmektedir.
- Sersemlik hissi: Derin derin nefes alındığında oksijen miktarı artar, karbondioksit azalır bu durumda beyine giden kan sirkülasyonu değişir. Kendimizi, çevremizi değişmiş, tuhaf ve değişik hissederiz bu sonuçlar eyvah kontrolü kayıp ediyorum korkusunun gelişmesine neden olur.
Panik Ataklardan Kurtulmanın Yolları
- Diyet yapıyorken düzensiz beslenme sonucu kan şekeri düşmesindede oluşabilir bundan dolayı diyet sırasında aç kalmamaya çalışıp sık sık az az yiyerek sorun aşılabilir.
- Stres altında durum oluşursa kan şekeri değişmesi durumu bu durumda stresi azaltacak nefes egzersizleri sakinleşmenizi faydalı olabilecektir.
- Sindirim sistemindeki sorunlar sebep olabilir bundan dolayı doktor gözetiminde sindirim sistemini düzenleyici panik bozukluk ilaçları kullanılabilir.
- Panik atak sebepleri; alkol, uyuşturucu, gazlı içecekler, sigara kullanımınıza dikkat etmek gerekir
- Atak tetiklendiği diğer bir durumda görme, işitme, denge zorlukları stres düzeyini artırarak sorun yaşamanıza neden olabilir.
- Astım, bronşit vb. hastalıkların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da panik rahatsızlığının oluşmasını sağlamaktadır. Panik ataklardan kurtulmanın yolları içinde anlatılan konulara dikkat edilerek rahatsızlığı kendi başına yenebilirsiniz.
Panik atak nedenleri endişe içinde korku seviyesinin artmasıyla meydana gelmektedir. Yoğun bir korku oluşmasıyla birlikte sempatik sistem devreye girer, sempatik sistem nedir merak ederseniz bedenimizin tehlikeye karşı verdiği sinyal şeklinde tarif edebiliriz. Özetle sempatik sistem korkuya karşı vücudumuzu savaşmak yada kaçmaya hazırlayan sistemdir.
Ölüm Korkusu
Panik atak süresi 15 saniyeye yakın kısa süredir aslında bu durumu hissettiğinde yaptığın işe devam edip geçeceğini bilmen çok önemlidir. Panik atağı ansızın ortaya çıkar sonra krizin şiddeti giderek artar ve 10 ya da 30 dakika arasında olur sonra kendiliğinden geçer. Panik atak öldürür mü en sık sorulan sorulardan biridir. Yeme, içme kültürüne bağlı beslenme alışkanlıkları değiştirerek atakların sayıları azaltılabilir. Kalp çarpıntısı, terleme, tansiyon, ateş basması ve nefes darlığı, göğüs ağırısı panik bozuluk belirtileri olarak ölüm korkusu yaşayabilirsiniz. Panik bozukluk öldürmez aslında bunlar hormonların fizyolojik etkilerindedir ve bu belirtiler beyinde ciddi hastalık algılanır eğer siz endişenizi kontrol edebilir ve korku seviyesini yükseltmezseniz krizden 15 saniye sonunda geçirebilirsiniz.
Danışanı korkuya ve dehşete düşüren depresyon alt katmanıdır. Panik krizi sırasında hastanın vücudunda, soğuk soğuk terleme, göğüste baskı, kalpte çarpıntılar, ellerde titreme, nefes alıp vermekte güçlük ellerde soğukluk olması değişimleri gözlemlenir. Çoğunlukla ilk defa bu panik krizi yaşayan hastalar, ölüm korkusuna kapılır ve bu yoğun korku krizin şiddetini iki katına çıkarır.
Panik atak titreme nasıl geçer?
Panik krizi anında kişinin yanında birisi varsa onu sakinleştirmesi ve ölmeyeceği konusunda telkin etmesi gerekmektedir. Eğer hasta yalnızsa kendi kendine ölmeyeceğini ve geçici durum olduğunu düşünmesi, o anda her ne yapıyorsa mevcut işini yapmalı böylece krizin daha kolay atlatmış olacaktır.
Tedavilerde ilaç kullanımıyla da ataklar baskılanabilmektedir. İlaçları krizlerin şiddetine göre değişmektedir. Kişinin sadece psikolojik panik yerine nöroloji, endokrinoloji, akciğer hastalığıyla alakalı olduğu da başka sorunlarda olabilir. Bu noktada biyolojik rahatsızlıkları şüphesi olan kişiler ilk adım hastanelerde gerekli fizyolojik ve biyolojik muayenelerini olduktan sonra psikologların ve psikiyatriksilerin kliniklere gitmesi uygun olmaktadır.
Zihinsel sorunlarımız, biyolojik rahatsızlıklarımız ihmal edilmemesi gereken durumdur. Psikoterapiler esnasında kesinlikle alkolden, uyuşturucudan uzak durulması gerekmektedir. Aynı zamanda hiçbir şekilde stresten ve günlük yaşamın problemlerinden dolayı üzüntüye kapılmamak, danışanın sakin kalması terapi sürecindeki en önemli faktörlerden biridir.
Terapilerde başarı gösteren ve rahatsızlığı atlatan kişiler, tedavi sonrasında da hayatlarının geri kalanında daha dikkatli ve stresten uzak yaşam sürmeleri gerekmektedir. Bu ataklar sırasında yaşadığı travmaları ve krizleri aklından çıkarıp rahatsızlıktan doğacak yeni soruna olanak vermemeleri gerekmektedir. Bu noktada rahatsızlığı atlatamayan danışanlar, psikoterapistle görüşmeye tekrar katılmalıdırlar.
Psikoeren – Panik Atak Terapi Merkezi,
Belirtiler hızla ortaya çıkıyor
Belirtiler hızla ortaya çıkıyor: Göğsünüzün sıkıştığını hissediyorsunuz, kalp atış hızınız fırlıyor ve terlemeye başlıyorsunuz. Bu endişe verici bir senaryo ve zihniniz neler olduğunu anlamaya çalışıyor. Kalp krizi mi? Yoksa panik atak mı? Aradaki farkı söylemek genellikle zor olabilir.
Her iki olay da ciddidir ve uygun tedaviyi alabilmeniz için hangisini yaşadığınızı bilmek önemlidir.
Kalp krizi genellikle kalbe kan sağlayan ve kalbi besleyen bir atardamarın tıkanması nedeniyle olur. Yaygın kalp krizi belirtileri şunları içerir:
- Göğüs ağrısı veya basıncı.
- Kalp çarpıntısı ya da çarpma.
- Baş dönmesi veya baygınlık hissi.
- Soğuk terleme veya
- Çene, boyun, kollar, omuzlar veya sırt gibi vücudun üst kısmında ağrı veya rahatsızlık.
- Nefes darlığı.
- Mide bulantısı ya da kusma.
- Yaklaşan kıyamet hissi.
Kalp krizi yaşamı tehdit edebilir, bu nedenle semptomların geçip geçmediğini görmek için beklemeyin. Kalp krizi belirtileriniz varsa derhal tıbbi yardım alın.
Panik ataklar, ezici bir korku veya endişenin ani bir saldırısıdır. Panik ataklar yaşamı tehdit etmez, ancak yaşam kalitenize ve zihinsel sağlığınıza zarar verirler. Düzenli veya sık panik ataklar geçiren kişilerde panik bozukluğu, bir tür anksiyete bozukluğu olabilir. Ancak panik bozukluğu ttanısı almamış olsa bile herkesin başına izole bir panik atak gelebilir. Panik atak belirtileri şunları içerir:
- Ani güçlü kaygı ve korku duyguları.
- Göğüs ağrısı.
- Nefes almada güçlük.
- Yaklaşan kıyamet hissi.
- Kalp çarpıntısı.
- Titreme
- Halsizlik veya baş dönmesi.
- Mide ağrısı veya mide bulantısı.
Bu iki durumun semptomları endişe verici derecede benzer olabilir. Onları birbirinden ayırabilmeniz için temel farklılıklar şunlardır:
Ağrının yeri? Hem panik ataklar hem de kalp krizi göğüs rahatsızlığına neden olur, ancak bir fark vardır. Kalp krizi ile ağrı kol, çene veya boyun gibi diğer bölgelere yayılıyorken, Panik atakta ise, ağrı genellikle göğüste kalır.
Göğüs ağrısı nasıl hissediliyor? Kalp krizi şöyle hissettiriyor:
- Göğüste basınç hissi.
- Sıkışma hissi veya sanki göğsünüze bir fil oturmuş
- Mide ekşimesi gibi ağrı veya yanma hissi.
Panik atak şöyle hissettiriyor:
- Keskin veya sapan ağrı (kalp krizi için tipik değildir).
- Tanımlanması zor olan kalp atışı veya göğüste rahatsızlık hissi.
Tetikleyiciler nelerdir?
Kalp krizi , panik atakta bulunmayan bir işaret olan fiziksel zorlanma veya efordan sonra olma eğilimindedir . Yürüyüş sonrası veya bir merdiven çıktıktan sonra kalp krizi geçirebilirsiniz ancak,egzersizden sonra duygusal bir stres tetikleyicisi olmadıkça panik atak geçirmezsiniz. Peki ya semptomlar sizi geceleri vurursa? Hem panik atak hem de kalp krizi sizi uykudan uyandırabilir. Ancak önemli bir fark var: Gece vakti veya gece panik atak geçiren kişilerde genellikle gündüz panik atakları da olur. Bu nedenle, göğüs ağrısı veya diğer semptomlarla uyanırsanız ve panik atak geçmişiniz yoksa, bu bir kalp krizi belirtisi olabilir.
Ne kadar devam eder?
Panik atak semptomları birkaç dakika veya bir saat kadar sürer. Ardından semptomlar kaybolur ve kendinizi daha iyi hissedersiniz. Ama kalp krizi geçiriyor iseniz bu belirtiler geçmeyecektir. Kalp krizinin ağrı ve semptomları devam edebilir veya daha iyi ve kötüye gittiği dalgalar halinde gelebilir. Kalp krizi, ağrı ölçeğinde 9 veya 10 gibi şiddetli göğüs ağrısına neden olabilir. Daha sonra ağrı tekrar kötüleşmeden önce 3 veya 4’e gerileyebilir ancak tamamen ortadan kalkmayacaktır.
Panik atağın kalp krizine neden olma olasılığı düşüktür, ancak mümkündür. Duygusal stres her iki durumda da rol oynar. Hem panik atak hem de kalp krizi, stresli bir durum sırasında veya sonrasında ortaya çıkabilir. Ancak çoğu zaman insanlar duygusal strese tepki olarak kalp krizi yerine panik atak geçirir. Anksiyete, depresyon veya kronik stres yaşayan kişilerde kalp problemleri riski daha yüksek olabilir. Kronik stres, kalp krizi ve felç riskini artıran yüksek tansiyona neden olabilir.
Doç. Dr. Ahmet Arnaz
Somatik Semptom Bozukluğu
Somatik Semptom Bozukluğu (SSB), kişilerin yorgunluk ya da ağrı gibi fiziksel belirtiler karşısında aşırı endişe duyduğunda ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Kişi günlük yaşamına etki eden bu belirtilerle ilgili olarak yoğun şekilde duygu ve düşünce besleyerek, aşırı davranışlar gösterir. SSB’li bir kişi aslında bu belirtileri taklit etmez. Yani acısı ve diğer sorunlar gerçektir. Bu durum tıbbi problemden de kaynaklanabilir. Ancak bu durum genellikle fiziksel bir nedene bağlı değildir. Burada asıl sorun semptomlara karşı gösterilen aşırı tepki ve davranışlardır.
Somatik Semptom Bozukluğu Nedir?
Eski Yunancada “Beden” anlamına gelen soma, somatik yani bedensel birtakım şikâyetlerin ve belirtilerin söz konusu olduğu bir grup ruhsal hastalığı kapsar. Somatik semptom rahatsızlıklarında muayene ve tetkikler yapılmasına rağmen kişide açıklanabilecek herhangi bir bedensel hastalık bulunamaması ya da hastalık teşhis edilse dahi, kişinin şikayetleri ile örtüşmemesi halinde tanımlanır. Yapılan araştırmalara göre somatik semptom grubu hastalıkların yaygınlığı %1 kadar azdır. Fakat Türkiye’de bu oranın kültürel faktörler gereği daha fazla olduğu düşünülmektedir.
Somatik semptom bozukluklarında duygu durum ve kaygı bozukluklarına sık sık rastlanmaktadır. Çoğunlukla ergenlik döneminde ilk belirtilere rastlanan bu rahatsızlıkta, birinci dereceden akraba olan kimselerde tanı alma sıklığı da %22 oranındadır. Bununla beraber kadınlarda SSB hastalığına erkeklere kıyasla daha sık karşılaşılmaktadır.
SSB hastalığına sahip kişiler genetik etmenlere ya da çevresel faktörlere bağlı olarak genellikle karamsardırlar. Bu kişiler bu durumların gerçek olmadığı düşüncesine girip daha da sıkıntılı bir hale bürünebilirler bu yüzden bir uzman psikiyatristten destek almaları çok önemlidir. Ayrıca bu kişilere SSB tanısı konabilmesi için belirtilerin iş, aile, sosyal çevre, okul gibi yaşam alanlarını ve ilişkilerini etkiliyor olması gerekmektedir.
Rahatsızlığın oluşum nedeni halen bilinmemektedir.
Somatik semptom bozukluğu, genellikle 30 yaşından önce başlar. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülen bu rahatsızlığın oluşum nedeni halen bilinmemektedir. Ancak bazı faktörlerin bu durumu tetiklediği düşünülmektedir. Şöyle ki:
- Olumsuz bir kişiliğe ve bakış açısına sahip olmak,
- Acı ya da diğer duygulara karşı hem fiziksel hem de duygusal olarak aşırı duyarlı olmak,
- Yetiştirilmeden kaynaklı faktörler,
- Genetik faktörler, olarak sıralanabilir. Geçmişinde fiziksel ya da cinsel istismar olan kişilerin bu rahatsızlığa yakalanma olasılığı çok yüksektir.
Somatik semptom bozukluğu olan kişilerin geçmişinde kötü bir olay yaşamaları ve bununla baş etmeye çalışırken daha da kötüye gitmeleri mümkündür. Bu yüzden uzun süre devam eden olumsuz durumların iyi analiz edilmesi ve mutlaka uzman bir doktordan bu konuda destek alınması gerekmektedir.
Bu rahatsızlık genel olarak anksiyete bozukluğuna da benzer. Ankisiyete de, hasta olma ya da ciddi bir rahatsızlık geçirme konusunda aşırı endişe duyulur. Bir noktadan sonra kişiler hasta olacaklarını beklerler. Ancak SSB’den farklı olarak fiziksel bir belirti ya yoktur ya da çok az görülür.
Somatik Semptom Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?
Somatik Semptom Bozukluğu olan kişiler; ağrı, nefes darlığı ve güçsüzlük gibi fiziksel belirtilere takıntılıdırlar. Teşhis edilmiş hiçbir tıbbi rahatsızlık olmamasına ya da doktorun semptomlardan sorumlu hiçbir sağlık sorunu bulunmadığına dair güvence vermiş olmasına rağmen, kişiler buna inanmaz. Hatta doktorun ve çevredekilerin semptomların gerçek olmadığına inandıklarını düşünüp büyük stres altına bile girebilirler. Somatik semptom bozukluğunun temel sebebi psikolojik kaynaklıdır. Kişi bu rahatsızlıkta fiziksel bazı acılar çektiğini düşünüp farklı branşlardan destek alabilir fakat bu durumlarda genellikle problem fiziksel değil psikolojik olduğundan genel branş doktorları böyle hastaları psikiyatriste yönlendirirler. Somatik semptom bozukluğunun temel belirtisi, fiziksel belirtilerin aslında sahip olunmayan bir tıbbi duruma bağlı olduğu olan inançtır. Hastadan hastaya belirtiler değişmektedir. Ancak genel belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
- Bilinen herhangi bir tıbbi rahatsızlıkla alakası olmayan semptomlar
- Bilinen bir tıbbi rahatsızlıkla alakalı olan ancak olması gerekenden çok daha aşırı olan semptomlar
- Olası bir hastalık hakkında sürekli ve yoğun bir endişe duyulması
- Normal fiziksel belirtilerin hastalık belirtileri olduğunun düşünülmesi
- Hapşırma, burun akması gibi durumlar karşısında bile çok ciddi şekilde endişelenmek
- Doktorun uygun tedavi vermediğine inanmak
- Fiziksel aktivitelerin vücuda zarar vereceğinden endişelenmek
- Olası bir hastalığın herhangi bir belirtisine karşı sürekli tekrar ve tekrar muayene olmak
- Tıbbi tedaviye cevap vermemek
- Verilen ilaçların yan etkilerine karşı aşırı hassas olmak
- Genellikle SSB’li hastalar gerçekten bir rahatsızlıkları olduğunu düşünürler. Bu nedenle de SSB’yi tedavi gerektiren gerçek bir tıbbi durumdan ayırt etmek zor olur
Gülümseyen depresyon
Gülümseyen depresyon(Atipik depresyon), kişinin içinde fırtınalar kopmasına rağmen dışarıya karşı mutlu görünme çabasıdır.
Moral bozukluğu yaşayan veya yapılan şeyden zevk almayan kişi, dışarıya karşı bu durumu belli etmez. Gülümseyen depresyon (atipik depresyon) için, en yakın anlamı taşıyan ve benzerlik gösteren atipik depresyon terimi kullanılmaktadır. Gülümseyen depresyon (atipik depresyon) içinde olan kişi; günlük hayatlarında, etraftaki insanlara karşı bir maske takar fakat iç dünyalarında, umutsuz ve yitik hissederler hatta bunların hepsine son vermeyi bile düşünebilirler.
Gününde olmamak, üzüntü yaşamak, başına bir şey gelince sıkıntılar yaşamak gibi duygular son derece normaldir ve zaman zaman herkesin yaşadığı duygulardır. Kişinin yaşadığı duygularla depresyon denilebilmesi için en az iki hafta sürmesi gerekmektedir.
Gülümseyen depresyon(Atipik depresyon) belirtilerini kişi içerisinde yoğun olarak normal depresyon gibi yaşamaktadır. Gülümseyen depresyon (atipik depresyon) belirtilerine bakıldığında genel anlamda kişi hayattan zevk almaz.
- Gülümseyen depresyon (atipik depresyon) normal depresyonun yani majör depresyonun bir alt dalı olarak litaratürde geçmektedir. Bu durum bazen normal depresyon ile karıştırabilmektedir o yüzden tanının konulmasını geciktirebilir.
- Kişide yoğun bir şekilde hayattan zevk almama ve umuzsuzluk gibi düşünceler ve hisler hakimdir. Olumlu olan duygularında bile kişi anlık bir mutluluk yaşar fakat bu durum geçici olur
- Kişi istediği çevrede sevdikleriyle birlikte vakit geçirse bile anlık neşelenebilir fakat o ortamdan gidince çökkünlük durumu yaşar.
- Yeme ve iştahta artış gözlemlenebilir.
- Aşırı uyku isteği olur
- Kişide kol ve bacaklarda kronik hale gelen ağrılar hissedilebilir.
- Kişi normal zamanlarında da çok alınganlık gösterebilir normal bir olay karşısında.
- Gülümseyen depresyon (atipik depresyon) da kişi terapi ve ilaç desteği ile birlikte tedavi edilebilir. Bu sebeple tanının net konulması için uzman bir hekime başvurmakta fayda vardır.
Gülümseyen Depresyon (Atipik Depresyon) tedavisi terapi ve ilaç desteği ile birlikte sürdürebilir. Bu tedavi planına psikiyatri uzmanı karar verir ve hastanın durumuna uygun olan şekilde tedavi planlamasını yapar.
- Tedavinin yapılabilmesi için öncelikle doğru tanının konulması gerekmektedir.
- Tedavisiz kalınan süre boyunca maalesef depresyon derinleşmekte ve tedavisini daha da zorlaştırmaktadır.
- Hastanın durumuna göre ilaç ve doz ayarlamaları yapılır. Bunun için de kişiye belirli testler yapılması gerekmektedir.
- Hasta tedavi boyunca ilaç desteğinin yanında gerekli görüldüğü sürece terapilerle de destek erilerek mevcut hastalığın iyileştirilmesi sağlanır.
- Hekim karar vermedikçe bu tarz durumlarda ilaç kendiliğinden kesinlikle kesilmemelidir bu durum mevcut hastalığı daha da kötüleştirebilir.
İlgili sayfada tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren öğeler yer almamaktadır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz. NP Tıp Merkezi, Psikiyatri
Yaygın Anksiyete Bozukluğu
Korku, kaygı, stres ve gerginlik herkesin yaşadığı duygulardır. Korkmak tehlike tehdidine karşı normal bir tepkidir. Gerçek olabilecek tehlikede korkunun bizi uyarma ve koruma işlevi vardır. Bazen korkular güvenli durumlarda da söz konusu olabilir. Korkuların bu durumda bir faydası yoktur. Bu korkular yoğun ve uzun süre söz konusu olduğu zaman, rahatsız edici olabilir.
İnsan sadece korku duygularından değil, bu korku ile birlikte baş gösteren (fiziksel) belirtilerden de rahatsız olabilir. Bunun yanı sıra korku şikayetleri olan kişiler, sebebi olmamasına rağmen başlarına gelebilecek bin bir türlü şey hakkında tasalanırlar.
Ekonomik durum, muhtemel iş yükümlülükleri, sağlık sorunları, çocukların yaşayabileceği olaylar, ev işleri, onarımlar, randevulara yetişememe gibi günlük konularla ilgili olarak aşırı/ölçüsüz bir endişe ve kuruntular sıklıkla görülmektedir. Ortada bunun için hiçbir neden yokken bin bir türlü konu hakkında endişelenirler.
Örneğin hepsi sağlıklı olmasına rağmen eşinin, ve çocuklarının sağlıkları hakkında; evleri iyi ve ödenebilir durumdayken ev bark hakkında; kaygı duyabilirler.
Kişiler bu korkulardan ve evhamlardan dolayı kendilerine olan güvenleri kaybolduğu ve bitkin düştükleri için çeşitli durumlardan kaçınırlar. Belirgin bir sebebi olmadan tasalanarak korku şikayetleri ve fiziksel belirtiler altı aydan fazla bir süre boyunca neredeyse sürekli mevcut olup, günlük hayatı engellediği veya rahatsızlık verdiği durumda yaygın anksiyete bozukluğundan bahsedilir.
Anksiyete Kaygı Belirtileri
Yaygın anksiyete bozukluğunun en önemli belirtisi belirgin bir sebebi olmadan sürekli korku ve heyecan şikayetlerinin olmasıdır. Kişiler tasalanmayı bırakamazlar. Buna hakim olamazlar. Bazen de en azından en kötü duruma hazırlıklı olacaklarını ve gelecekte sorunlarıyla daha iyi baş edebileceklerini düşündükleri için tasalanırlar. Yine başkaları ise tasalanarak delirmekten korkar. Yaygın anksiyete bozukluğu olan birçok kişi endişelerini çoğaltan durum ve ortamlardan kaçınır. Örneğin eşinin eve gelişi hakkında endişelenmeyi önlemek için, hasta çoğu zaman eşinin nerede olduğu ve eve saat kaçta geleceğini öğrenmek için ofisi arar.
Yaygın anksiyete bozuklugununda sıklıkla sanki fiziksel bir hastalık varmışçasına kendini gösteren bazı bedensel belirtiler eşlik eder. Bu belirtiler: nedensiz yorgunluk, başağrısı ve kas ağrıları, yutma güçlüğü, ağızda kuruma, titreme ve seyirmeler, terleme, tahammülsüzlük, bulantı, sersemlik hissi, sıcak basması gibi fiziksel yakınmalardır. Şikayetler her gün mevcut olsa da, her hasta her gün aynı derecede rahatsız olmaz. Korkuların ciddiyeti değişken olabilir. Bazen bu belirgin bir sebebi olmadan gerçekleşir. Şikayetlerin stresli yaşam deneyimlerinde kötüleşmesi veya dikkat dağıtıldığında iyileşmesi de mümkündür.
Anksiyete Kaygı Etkileri
Kişide bu anksiyete bozukluğunun söz konusu olmasının sadece kişinin kendisi için değil, eşi ve aile fertleri için de çok olumsuz etkileri vardır. Bu rahatsızlığı olan kişilerin korku şikayetlerinden dolayı evde ve işteki işlevleri sağlıklı kişilerinkinden daha kötüdür. Bu hastalık yüzünden ilişkiler içinde gerginlikler yaşandığı sıkça görülmektedir. Örneğin hasta aksi takdirde durmadan tasalanmaya devam ettiği için sürekli rahatlatılmak istemesi durumunda bu söz konusu olabilir. Hasta sürekli aile ferdinin nerede olduğunu ve saat kaçta eve geleceğini öğrenmek için telefon açtığı durumda eşi veya çocukları kendilerinin sürekli kontrol ediliyormuş gibi hissedebilir. Bazen kişi işini artık yapamadığından hasta kalır. Bu örneğin uyku bozukluğu ve çok tasalanma yüzünden bitkin olmasından olabilir.
Yaygın anksiyete bozukluğunda birçok fiziksel belirtiler oluşabildiğinden, olası fiziksel bir nedenden şüphelenilir ve bunun için de söz konusu kişi muayene için başvurur. Kişi kendini başkalarından sağlıksız hissettiği için sağlık bakımı hizmetlerinden de daha fazla yararlanır. Bazı durumlarda yaygın anksiyete bozukluğu teşhisi konulmadan önce kişi şikayetlerinden dolayı çeşitli tıp uzmanlarına sevk edilmiş olur. Bunlar örneğin bir kardiyolog, dahiliye uzmanı, nörolog veya KBB uzmanı olabilir. Bu uzmanlarca fiziksel şikayetler için bir açıklama bulunamaz. Söz konusu hastalar birçok konu hakkında endişe duydukları için “mızmız” olarak görülebildiklerinden, başkaları kendileri ile görüşmez ve bu şekilde sosyal bir izolasyon oluşur.
Yaygın anksiyete bozukluğu iyi şekilde tedavi edilebilmektedir. Belirtilere ve hastalığın ciddiyetine bağlı olarak tedavi, bilişsel davranış terapisi, ilaçlar veya her ikisinin bir kombinasyonundan oluşmaktadır. Bilişsel davranış terapisinin amacı tasalanma davranışıyla başa çıkmak ve olumsuz düşünceleri değiştirmeyi öğrenmektir. Bunun haricinde kişi günlük durum ve ortamlarda kendini aktif şekilde rahatlatmayı ve kaçınmanın üstesinden gelmeyi öğrenebilir. Tedavi sayesinde korku, fiziksel şikayet, tasalanma ve ayrıca kaçınma davranışı azalır.
Madalyon Psikiyatri Merkezi
Bipolar bozukluk, ağır depresyon atağı (major depresyon): Depresyon ataklarının ve mani ataklarının farklı zamanlarda ortaya çıktığı durumdur. Bipolar duygudurum bozukluğu yaşam sürecinde bazen birbiri ardına eklenen bazen ise yıllar sürebilen aralıklarla tekrarlayan mani ve depresyon ataklarını tarif eder. Her yaşta ortaya çıkabilir. Genel kabul olarak sadece tekrarlayan mani ataklarıyla seyreden bir bozukluk olmadığı, şiddeti düşük olsa da aralarda depresyon ataklarının bulunması gerektiği düşünülür.
Manik-depresif psikoz olarak da bilinen bipolar bozukluk, kişinin yaşam kalitesinde oldukça ciddi sorunlara yol açabilen, gerek akademik hayatta gerekse kişiler arası iletişim alanında büyük zorluklara neden olan, son derece ciddi bir ruh sağlığı hastalığıdır. Psikiyatrik hastalıklar kişide uzun vadede hem zihinsel hem fiziksel açıdan işlev kaybına neden olur ve bipolar bozukluk tüm dünyada işlev kaybına yol açan hastalıklar arasında altıncı sırada yer alır. Son derece ciddi seyreden ve erişkin nüfusunda %6 görülme sıklığına sahip olan bu bozukluğun doğru şekilde tanılanması ve etkin tedavi sürecinin hastalığa bağlı işlev kaybı ortaya çıkmadan önce başlatılması son derece önemlidir. Bipolar bozukluk tablosu özellikle minör depresif bozuklukla sık karıştırılır ve bu durum tanı almayı geciktirerek hastalığın kontrolünü zorlaştırır. Bu nedenle hastalığı doğru şekilde tanımlayabilmek için bipolar bozukluk nedir, nasıl tedavi edilir gibi sorulara ek olarak bipolar bozuklukta ayırıcı tanı nedir ve minör depresyon ile farkları nelerdir gibi önemli soruların da cevaplanması gerekir.
Bipolar bozukluk, iki farklı hastalık dönemiyle karakterize, ilerleyen iki uçlu bir ruhsal bozukluktur ve eski adıyla manik-depresif hastalık olarak bilinir. Kişinin duygu durumu coşkunluk veya taşkınlık olarak adlandırılan manik dönem ile çökkünlük olarak tanımlanan depresif dönem arasında, iki uçta değişkenlik gösterir. Bu dönemler aralıklı olarak yatışıp daha sonra tekrar alevlenebilir ancak hastalığa ait dönemlerin birbirini takip etmesi, tanı için önemli kriterlerden biridir. Belli bir süre manik duygu durumunda olan hasta daha sonra hastalığın yatışması ile birlikte haftalarca hatta aylarca hiçbir belirti göstermeyip tamamen normal ruh haline dönebilir. Ancak hastalığın yeniden alevlenmesi ile depresif dönem başlar ve kişi belirli bir süre boyunca mutsuz, karamsar, kaygılı bir duygu durumun içerisinde olur.
Yaklaşık olarak 20-25 yaşlarında başlayan bu uzun soluklu duygu durumu değişiklikleri, kişinin günlük yaşama uyum sağlamasını, iş ve akademik alanda başarılı olmasını ve kişiler arası iletişimi sorunsuz biçimde sürdürmesini fazlasıyla zorlaştırır. Hastalığın ortaya çıkışından büyük oranda genetik faktörler sorumlu tutulur ancak beyinde salgılanan bazı kimyasal bileşiklerle ilişkili nörolojik problemler de bipolar bozukluğa yol açabilir.
Bipolar Bozukluk Belirtileri Nelerdir?
Bipolar bozuklukla ilgili en önemli belirti, hastanın sergilediği manik tablodur ve hastalığın çekirdek özelliği olarak kabul edilen bu durum; kesin tanı koyabilmek için gereklidir.
MANİK DÖNEM BELİRTİLERİ
- Enerji ve motor hareket düzeyinde artış
- Uyku ihtiyacında belirgin azalma hatta uyku gerekliliğini inkar etme
- Yaygın dikkat dağınıklığı
- Özgüven düzeyinde artış ve kendini olduğundan çok daha büyük görme
- Keyif veren veya riskli olan davranışlara karşı dürtüsellik artışı (Çok fazla alışveriş yapmak, aşırı hızlı araba kullanmak gibi)
Manik dönemdeki bu enerji artışı, kişinin bu dönemde kendini son derece verimli, aktif ve ruhsal açıdan son derece iyi hissetmesini sağlayabilir. Bu durum kişinin tedavi ihtiyacını fark etmesini geciktirir ve dolayısıyla tanı almayı zorlaştırır. Depresif dönemde ise manik dönemin neredeyse tam olarak tersi yaşanır ve kişiler genellikle bu dönemde depresyon şikayeti ile hekime başvurur. Minör depresyon ile manik-depresif bozukluk arasındaki farkları saptayabilmek oldukça zordur ancak hastalığın doğru şekilde tanı alması ve erken dönemde tedavi edilmesi için kritik önem taşır.
DEPRESİF DÖNEM BELİRTİLERİ
- Enerji düzeyinde belirgin azalma
- Uyku ihtiyacında artış ve yorgun uyanma
- Özgüven kaybı ve değersizlik hissi
- Karamsarlık, umutsuzluk
- Eskiden keyif alınan etkinliklerden keyif alamama hali
- İştah düzeyinde belirgin artış veya azalma
- Açıklanamayan fiziksel ağrılar
- Ölüm ve intihar düşünceleri
Tüm bunlar depresyon durumunda ortaya çıkan yaygın belirtilerdir ancak bipolar bozukluk tanısı için yeterli değildir. Bipolar bozukluk tanısının doğru şekilde konulabilmesi için depresyon şikayeti ile başvuran her hasta, detaylı olarak değerlendirilmelidir.
Bipolar Bozukluk Tanısı Nasıl Konur?
Bipolar bozukluk, kişinin hemen her alanda işlevselliğini bozan, oldukça ciddi ek sağlık sorunlarına yol açabilen ve intihar riskini büyük oranda artıran, kronik bir ruh sağlığı hastalığıdır. Hastaların büyük çoğunluğu başlangıçta depresyon tanısı alır ve buna yönelik tedavi girişimleri uygulanır. Ancak bu tedaviler hastalığın seyrini kötü etkileyebileceği gibi kişinin tedaviye uyumunu zorlaştırır. Bu nedenle özellikle depresif duygu durumu şikayeti ile başvuran kişiler bipolar bozukluk tanısı için gerekli ölçütler açısından ayrıntılı değerlendirilmelidir.
Tanı için en gerekli kriter, manik dönem varlığıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre manik dönem en az bir hafta süren veya hastaneye yatmayı gerektiren; normal dışı ve devamlı coşkunluk hissi içeren duygu durumu olarak tanımlanır. Kişinin bu tanıma uygun en az bir dönem geçirmiş olması bipolar bozukluk tanısı için yeterlidir. Manik dönemde kişi, her zamankinden daha konuşkan olur ancak bununla birlikte dikkat dağınıklığı yaşadığı için konuşmayı sürdürmede zorlanır.
Bipolar bozukluk belirtileri ile ilgili en önemli özelliklerden biri de hastalığa ait bulguların mevsimsellik göstermesidir. Hastalar genellikle ilkbahar ve yaz aylarında manik dönem yaşarken kış aylarında depresif duygu durumuna sahip olurlar. Özellikle ilkbahar mevsiminden yaz aylarına geçiş döneminde manik bulgular artış gösterir. Bu süreç, hastalığın alevlenmesi açısından en riskli dönem olarak kabul edilir. Bipolar tanısı almış kişilerin yaklaşık olarak %25’i ilkbaharın son günleri ile yazın ilk günleri arasında kötüleşir ve dürtüsellik artışı, öfke patlamaları, saldırganlık yönelimi ve intihar eğiliminde artış gibi davranışlar sergiler. Bipolar bozukluk tanısı koyarken, hastaya ve hastalığa ait tüm bu davranışsal özellikler göz önünde bulundurulur.
Bipolar Bozukluk Tedavisi
Bipolar bozukluğun ilk on yıllık sürecinde yaşanan hastalık dönemi sayısı ortalama 4’tür. Manik dönem yaklaşık birkaç ay sürerken depresyon dönemi 6 aydan fazla devam edebilir. Ataklar arası dönemde birçok kişi, normal duygu durumuna geri döner ve bu süreçte günlük yaşam aktivitelerinde herhangi bir aksaklık görülmez. Ancak kişilerin bu süreçte de hekim tarafından planlanmış olan tedaviye belirtildiği şekilde devam etmesi gerekir. Aksi takdirde atak dönemleri daha sık tekrarlayarak hastalığın seyrini kötüleştirebilir.
Bipolar bozukluk tedavisinin temelinde ilaç tedavileri ile eş zamanlı olarak planlanan psikoterapi uygulamaları yer alır. İki tedavi seçeneği de tek başına yeterli değildir dolayısıyla hastaya en yararlı tedavi planının hekim ve hasta tarafından ortaklaşa hazırlanması gerekir.
Sağlıklı yaşam alışkanlıklarının geliştirilmesi, psikiyatrik hastalıkların tedavisinde son derece önemli bir yere sahiptir. Düzenli uyku ve egzersiz alışkanlıkları kişiyi hem fiziksel hem de ruhsal açıdan güçlendirirken belirli rutinlerin oluşturulması, özellikle bu tür psikiyatrik hastalıkların seyrini oldukça iyileştirir. Bipolar bozukluk tanısı almış kişilerin aynı saatlerde uyuyup uyanması, kahvaltı, öğle ve akşam yemeği öğünlerini her gün aynı saatte olacak şekilde planlaması, günün belirli saatlerinde belirli aktiviteleri yapmaya özen göstermesi tavsiye edilir. Bununla birlikte alkol ve madde kullanımından uzak durmak hem fiziksel sağlığı sürdürmek hem de zihinsel ve ruhsal pek çok hastalıktan korunmak için önemlidir. Özellikle psikiyatrik hastalık tanısı almış kişilerin alkol tüketimini sınırlandırması, uyuşturucu ve benzeri madde kullanımından kesin olarak kaçınması gerekir.
Bu ve bunun gibi daha pek çok koruyucu tedavi yöntemini hekim ile birlikte planlamak gerektiğini göz önünde bulundurun ve kontrollerinizi ihmal etmeyin.
Psikiyatri Uzmanı Uzm. Dr. Semiha Tufan VM Medical Park
Depresif dönemler sırasında, bipolar bozukluk (BB) ve majör depresif bozukluğu (MDB) ayırt etmek zor olabilir. Yanlış tanı, etkili tedavide gecikmeye ve yanlış tedaviye maruz kalmaya neden olabilir. BB’da daha sık görülen hastalık özellikleri arasında psikomotor yavaşlama veya ajitasyon, kognitif bozukluk, duygudurum değişkenliği, psikoz olabilir. Ayrıca peripartum dönemde başlangıç ve hastalığın başlangıcında erken yaş yer alabilir, ancak hiçbiri bipolar bir tanıyı garanti etmek için yeterli değildir. Mevcut veya geçmiş manik veya hipomanik semptomlar için dikkatli, sistematik bir değerlendirme doğru tanıya olanak sağlamaktadır.
Klinik olarak farklı olmasına rağmen, bipolar depresyon ve daha spesifik olarak, bipolar tip 2’nin (BP-2) depresif fazının MDB’den ayırt edilmesinin özellikle zor olduğu kanıtlanmıştır. BP-2 hastalarının çoğu hipomanik olmaktan çok depresyondayken tedavi için başvurmaları BP-2’yi kesitsel olarak ayırt etmenin zor olması şaşırtıcı değildir. Genel olarak bakıldığında, BB’da, manik / hipomanik atakların tedavi edilmesine ve önlenmesine dikkat edilirken, MDB tedavisi yalnızca depresif semptomlara ve depresyonun önlenmesine odaklanılıyor. Duygudurum dönemlerinin başlangıcı ne kadar erken ise bipolar bir seyir için endişe o kadar büyük olmalıdır. Duygudurum bozukluklarının cinsiyet dağılımı aynı zamanda MDB ve BB arasında bir fark alanını temsil eder.
MDB’un BP-2’den farklılaşması özellikle anlamlı olabilir, çünkü kadınlar bu bozuklukları erkeklerden daha sık yaşarlar. Bir çalışma, panik benzeri “öfke nöbetleri” şeklindeki sinirliliğin BB’de unipolar depresyondan daha sık görüldüğünü öne sürdü. Atipik nörovejetatif semptomlar (hipersomni ve hiperfaji) BD-2 depresif dönemlerinde daha yaygın olabilir. Başka bir çalışma, BD-2 hastalarının MDB ile karşılaştırıldığında daha yaygın intihar eğilimi ve daha yüksek düzeyde psikomotor huzursuzluk ve ajitasyona sahip olduğunu göstermiştir.
Prof Dr.Kemal ARIKAN
Tekrarlayıcı depresif bozukluk: Tekrarlayan depresyon ataklarının görüldüğü durumdur. Bu bozukluklarda atakların belli bir süreyi kapsaması gerekir; ataklar günlük ya da haftalık hızlı duygusal değişiklikleri tarif etmek için kullanılmaz. Kısa süreli, ani duygusal değişiklikler daha çok anksiyete bozukluklarının bir belirtisi olarak düşünülmelidir. Depresyon ve tekrarlayıcı depresif bozukluk, adından da anlaşılacağı gibi mani dönemi içermeyen, depresyon ataklarıyla devam eden bir süreçtir.
Depresyon (çökkünlük) insanın duygudurum hallerinden biridir (bakınız; merak ettikleriniz=>depresyon). Belirli bir dereceye kadar normal kabul edilebilecek bu ruh hali, süresi uzadıkça ve şiddeti arttıkça bir hastalık haline gelir. Ne zamandır olduğuna, çökkünlüğün derecesine ve başka ek belirtilerin varlığına göre, “major depresif bozukluk”, “minör depresif bozukluk”, “kısa depresif bozukluk” vd. gibi isimler alır. Ama hepsinin ortak noktası çökkün duygudurumun artık sağlıklı yaşam sürmeye izin vermemesidir.
Hasta, yaşamdan eskisi kadar keyif almıyor, hobilerini yapmak istemiyor, mesleğini gerektiği gibi yapamıyordur. İnsanlarla görüşmek, bir yerlere gitmek, hatta en basit şeyleri yapmak bile artık çok zor gelir olmuştur. Uykusu bozulmuş, iştahı ve cinsel isteği azalmıştır. Kendini halsiz, bitkin hissetmektedir. Hem hiç bir şey yapmak istemiyor hem de yapacak gücü kendinde bulamıyordur. Geçmişte yaptığı hataları sorguluyor, şimdiki yaşamının ne kadar olumsuz olduğunu ve gelecekte de bu sorunlarının düzelme umudu olmadığını düşünüyordur. Hemen her şey ile ilgili kötümser ve karamsardır. Bu mutsuzluğu, durgunluğu dışarıdan da fark edilir derecededir.
Depresif ruh hali derinleştikçe bu şikayetlerin ve düşüncelerin olumsuzluk derecesi de artar, tablo “hafif” depresif bozukluktan “çok ağır” depresif bozukluğa doğru ilerleyebilir. Hastalığın ciddiyeti arttıkça hastaneye yatarak tedavi gerekebilir, çünkü kendine bakım önemli derecede azalmış ve intihar riski artmıştır.
Depresif bozukluklar olumsuz bir yaşam olayına bağlı olabileceği gibi ortada görünür bir sorun yok iken de meydana gelebilir. Yapılan araştırmalarda depresyon ile bazı biyolojik etkenler arasında güçlü bağlantılar ortaya konmuştur. Örneğin, sinir sistemindeki serotonin, noradrenalin gibi kimyasal maddelerin verimsiz işlev görmesi, bazı hormonal anormallikler gibi. Yani bazı bireyler biyolojik özellikleri nedeniyle depresif bozukluk geçirmeye yatkındırlar. Bu nedenle ilaç tedavilerinin depresyonun ortadan kaldırılmasında önemli yararları vardır.
Bunun yanı sıra bazı kişiler mevsimlere bağlı olarak da depresif ruh haline girebilirler. Özellikle kış yaklaştıkça daha moralsiz, durgun, isteksiz olurlar. Hemen herkeste belli bir derece olabilen bu değişiklikler bazı bireylerde çok belirgin olur (“mevsimsel depresyon”) ve tedavi gerektirir. Gene bir çok yeni annenin doğum sonrası yaşadığı “annelik hüznü” denilen tablo, bazı kadınlarda daha şiddetli yaşanır (“doğum sonrası depresyon”) ve hem annenin hem de bebeğin sağlığı için zaman kaybedilmeden tedavisi gerekir.
Bazı bireyler ise kişilik yapıları gereği depresif bozukluk geliştirmeye daha meyillidirler. Başkaları için çok zorlanmadan başa çıkılabilecek yaşam sorunları onlar için aşılması çok güç engeller olarak yaşanabilir. Kişilik özelliklerinin yeterince güçlü olmaması ve savunma mekanizmalarının immatür (olgun olmayan) olması onların kolaylıkla depresif duyduruma girmelerine neden olur. Bu bireylerin tedavisinde ilaçların yanı sıra psikoterapinin mutlaka yer alması gerekir.
Depresif bozukluk genellikle tekrarlayan ataklarla seyreden bir hastalıktır, bu nedenle tedavi ile atağın iyileştirilmesinin yanı sıra atakların tekrarlamasının da önüne geçmek gerekir. Depresif bozukluk tedavisinde ilaç tedavileri ve psikoterapiler etkinliği kanıtlanmış tedavi yöntemleridir. Çok ciddi ve hemen sonuç alınması gereken hallerde (ciddi intihar girişimi, doğum sonrası ciddi depresyon, psikotik özellikli depresyon gibi) hastane şartlarında yapılacak elektrokonvüzif tedavi (EKT; şok tedavisi) ye başvurulabilir. İlaçlar kesildikten sonra da iyilik halinin sürmesi ve hastalığın tekrarlama riskinin azalması için antidepresan ilaçların düzenli olarak en az 8-10 ay kullanılmaları gerekir. Çünkü ancak bu sürenin sonunda ilaçlar gen düzeyinde etki gösterebilir. Tedavinin kalıcılığı için bu gen düzeyinde etki gereklidir. İlaçların daha erken kesilmesi durumunda bu etki oluşmayacak ve büyük ihtimalle hastalık tekrarlayacaktır.
Depresif bozukluk tedavisinde ve hastalığın tekrarlamasının önlenmesinde çeşitli psikoterapi türlerinin (bilişsel-davranışçı psikoterapi, destekleyici psikoterapi, psikodinamik psikoterapi) etkinliği gösterilmiştir. Tablonun ağırlığına ve hastanın özelliklerine göre uygun psikoterapi türü seçilir.
Doç. Dr. Ozan Pazvantoğlu
Sık döngülü duygudurum bozukluğu ve distimi: Günlük hayata yayılmış, uzun süren ve neredeyse sürekli etkisi altında olunan bozukluklar olarak düşünülebilir. İnatçı duygudurum bozuklukları olarak kabul edilen distimi, klinik belirtileri silik ancak varlığını hep hissettiren hafif bir depresyon halinin çok uzun süre boyunca devam ettiği bir bozukluktur. Sık döngülü duygudurum bozukluğu ise haftalık ya da birkaç haftalık duygudurum değişikliği periyotlarının sürekli devam ettiği bir durum olarak düşünülebilir. Burada da duygudurum değişiklikleri varlığını hissettirmekle birlikte klinik belirtiler silik ve düşük şiddette seyreder.
Duygu durum bozukluğu günlük yaşamı olumsuz etkilemeye başlarsa bir rahatsızlık olarak dikkate alınmalıdır. İnsanların yaşamlarında ani duygu değişimleri normal olarak kabul edilir. (Duygu durum bozukluğu diğer adıyla Amerika Psikiyatri Derneği tarafından ‘Duygulanım (Affektif) Bozuklukları olarak tanımlanmaktadır.) Duygu bozukluğu teşhisi konulabilmesi için yaşanan duygu değişimlerinin uzun süre devam etmesi gerekir. Çünkü her insan hayatında duyguların inişli çıkışlı zamanları olur. Ayrıca bu rahatsızlık kişinin iş, aile ve sosyal hayatını olumsuz şekilde etkiler. İnsan duyguları neşe, hüzün, öfke gibi çok çeşitlidir. Duygu durum rahatsızlığı olan kişilerde ise bu duygular olaylar karşısında şartlara uygun olmayan şekilde ortaya çıkar. Rahatsızlığı yaşayan kişiler aşırı üzüntü, aşırı neşe veya her ikisini birden yaşar. Olaylar karşısında duygulanmaları abartılıdır.
Duygu durum bozuklukları genetik, çevresel ve başka faktörlerin etkisiyle ortaya çıkabilir. Genel olarak bu rahatsızlığa sebep olan faktörleri şöyle sıralayabiliriz: Ailede duygu durum rahatsızlığı yaşamış kişilerin olması, kişinin bu hastalığa yakalanma riskini artırır. Kişinin büyüdüğü ortamda maruz kaldığı travmalar, anne ve babanın çocuğa karşı ilgisizliği kişilik bozukluğuna sebep olur. Fiziksel bir hastalık sonucu kullanılan ilaçlar kişide bağımlılığa sebep olabilir ve bu bağımlılığın bir sonucu olarak da duygularda kontrol edilemeyen değişiklikler görülür.
Duygu durum bozukluğu, rahatsızlığın türüne göre farklı semptomlar gösterebilir. Fakat duygu durum bozukluğu belirtisi olarak görülen durumlar genel olarak şu şekilde sıralanabilir:
● Neredeyse her gün duyulan üzüntü hali
● Yoğun şekilde hissedilen mutluluk
● Çaresizlik hissi
● Hayattan zevk almama
● Aşırı yeme ya da iştahsızlık
● Halsizlik
● Aşırı derecede uyku ya da hiç uyuyamama
● Konsantrasyon eksikliği
● Ölüm veya intihar düşüncesinden sıyrılamama
● Hızlı konuşma
● Sinirli ve huzursuz olma
● Çok fazla aktivite yapma isteği ve aşırı derecede para harcama
● Kendine güvenmeme ve karar verme konusunda sorun yaşama
● Karşısındakini anlamada güçlük çekme
Doç. Dr. Murat ERDEM
Borderline kişilik bozukluğu: Stabil olmayan duygulanım-davranış, nesne ilişkileri, kendilik duyguları ile karakterizedir. Göklere çıkarma ve yerin dibine arasında gelip giden tutarsız kişiler arası ilişki, sürekli tutarsı olan benlik ve kimlik algısı, kendisine zarar verme olasılığı yüksek olan dürtüsellik, yineleyen intihar girişimleri, duygudurumda belirgin tepkisellik ve affektif instabilite,kendini sürekli boşlukta hissetme, uygunsuz ve kontrol altında tutamadığı öfke stresle gelip geçici paranoid düşünce ya da ağır dissosiyatif belirtiler…
Borderline bozukluğu, kişinin düşünme ve hissetme şeklini etkileyen, günlük hayatında sorunlara neden olan ruhsal bir sağlık sorunudur. Bu kişiler, ilişkilerinde süreklilik sağlayamazlar, kimlik karmaşası yaşayabilir, iş seçimi, arkadaş seçimi gibi konularda sorunlar yaşarlar. Terk edilmekten korkar ve yalnız kalmaya tahammül edemezler. Gereksiz ve çok para harcama, rastgele cinsel ilişki, uyuşturucu kullanımı, tehlikeli araba kullanma, tıkınırcasına yemek yeme, borderline hastalarında görülebilen bazı belirtilerdir. Tekrarlayan intihar tehditleri ve hatta girişimleri, kendine zarar verici davranışlar da diğer önemli belirtilerdir. Borderline hastalığı, genellikle ergenlik sonrası başlar ve erişkinlikte şiddetlenir ancak yaş ilerledikçe etkileri azalır. Günümüzde kesin tedavisi vardır.
Borderline nedir? (Sınır Kişilik Bozukluğu) günümüzde yaygın görülen ruhsal bozukluklardan birisidir. Duygu, düşünce ve davranışlardaki gelgitlerle kendisini gösteren bozukluk, kişinin özel, iş ve sosyal hayatında sorun yaşamasına, uyum bozukluğu göstermesine neden olur. Toplum tarafından çok bilinmese de, depresyon, intihar, kendini yaralama ve madde kullanımı gibi sonuçları nedeniyle giderek daha fazla gündeme gelmektedir.
Borderline nedenleri. Borderline kişilik bozukluğunun tek bir nedeni yoktur. Hastalık çoğunlukla birkaç faktörün kombinasyonundan kaynaklanır. Borderline hastalığına neden olabilecek faktörler:
Genetik: Ebeveynlerinizden miras aldığınız genler sizi borderline geliştirmeye karşı daha savunmasız hale getirebilir. İkizlerle yapılan bir çalışmaya göre ikizlerden birinde borderline teşhis edildiyse, diğerinde de 2/3 oranında görülme olasılığı olduğu saptanmıştır. Ancak yine de henüz borderline ve genler arasındaki ilişki tam olarak kanıtlanamamıştır.
Beyin kimyasalları ile ilgili sorun: Birçok borderline hastasının beynindeki nörotransmiterlerde, özellikle serotonin seviyelerinde yanlış bir şey olduğu düşünülmektedir. Nörotransmiterler, beyin hücreleri arasında sinyal iletimi için kullanılan “haberci kimyasallar”dır. Değişen serotonin seviyeleri, depresyon, saldırganlık ve yıkıcı dürtüyü kontrol etmenin zorluğu ile ilişkilendirilmiştir.
Beyin gelişimi ile ilgili sorun: Borderline hastalarının beyinleri MRG ile incelendiğinde birçok hastada beynin üç bölümünün beklenenden daha küçük olduğu veya olağandışı aktivite seviyelerine sahip olduğu görülmüştür. Bu parçalar:
- Amigdala: Özellikle korku, saldırganlık ve endişe gibi “olumsuz” duyguları düzenlemede önemli bir rol oynar.
- Hipokampus: davranışları ve kendini kontrol etmeyi düzenlemeye yardım eder
- Orbitofrontal korteks: Beynin planlama ve karar verme ile ilgili olan kısmıdır.
Beynin bu kısımlarındaki problemler borderline semptomlarına ve kişinin yakın ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşamasına neden olabilir.
Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde bazı çevresel faktörler yaygın olarak görülmektedir:
- Duygusal, fiziksel veya cinsel taciz mağduru olmak
- Çocukken kronik korku ya da sıkıntıya maruz kalmak
- Ebeveynler tarafından ihmal edilmek
- Bipolar bozukluk, içki ya da uyuşturucu sorunu olan başka bir aile bireyiyle birlikte büyümek
- Bir ebeveyni kaybetmek
Bir kişinin ebeveynleri ve ailesiyle olan ilişkisi, o kişinin dünyayı nasıl gördüğü ve diğer insanlar hakkında neye inandığı üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Çözülmemiş korku, öfke ve çocukluktan kaynaklanan problemler, çeşitli çarpık yetişkin düşünce kalıplarına neden olabilir. Örneğin:
- Başkalarını idealleştirmek
- Başkalarının ona ebeveynlik etmesini beklemek
- Başkalarının ona zorbalık edeceğini düşünmek
- Diğer insanlar yetişkinmiş, o da çocukmuş gibi davranmak.
Borderline belirtileri
- Diğer insanlara karşı duyguları dikkat çekici düzeyde değişkenlik gösterir
- Duyguları kararsızdır; tutkulu sevgiden hor gören bir öfkeye doğru yer değiştirebilir
- Kumar oynamak, risk almak, dikkatsiz araba kullanmak
- Güvenli olmayan seks, aşırı para harcamak,
- Aşırı içki tüketmek, uyuşturucu kullanmak,
- Aniden iyi bir işten ayrılmak veya olumlu bir ilişkiyi birden bitirmek
- Kendine zarar veren ve riskli davranışlarda bulunabilir
- Çabuk sinirlenirler, hemen küsebilirler
- Aşağılayıcı ve alaycı olabilirler
- Uyumlu bir benlik duygusu geliştiremezler
- Meslek seçiminde sorun yaşarlar
- Sadakat duyguları zayıftır
- Yalnızlığa katlanamazlar, yoğun bir terk edilme korkusu yaşarlar
- Kronik depresyon ve boşluk duygusu yaşarlar
- Çok sık intihar duygusuna kapılırlar
- Stres dönemlerinde sık sık paranoya ve gerçeklikle temas kaybı yaşarlar
Borderline kişilik bozukluğu çoğunlukla başka akıl hastalıkları ile birlikte görülür. Bu hastalıkların semptomları borderline kişilik bozukluğu semptomlarıyla örtüşüyorsa, teşhis ve dolasıyla tedavi zorlaşabilir. Örneğin, borderline kişilik bozukluğu olan bir kişinin ayrıca depresyon, bipolar bozukluk, anksiyete bozuklukları, madde kullanım bozuklukları veya yeme bozuklukları belirtileri yaşama olasılığı daha yüksektir. Bu sebeple teşhis yapılırken semptomları doğru ayırdetmek çok önemlidir. Tanı genellikle 40 yaşından önce hastalar iş, evlilik ve diğer seçimler için girişimde bulundukları zaman konur ve yaşam döngülerinin normal dönemlerinde anlamak mümkün olmaz.
- Hastalığın teşhisi için öncelikli olarak uzman psikolog ya da psikiyatr hastayla yaşadığı semptomlarla ilgili kapsamlı bir görüşme yapar ve çeşitli testler uygular.
- Diğer olası semptom nedenlerinin ekarte edilmesine yardımcı olabilecek dikkatli ve kapsamlı bir tıbbi muayene yapılır.
- Ailenin tıbbi geçmişinde herhangi bir akıl hastalığı öyküsü olup olmadığı araştırılır.
- Doğum öyküsünden başlayarak çocukluk, ergenlik yaşantıları, meslek ve iş hayatındaki çatışmalar, evlilik ve ilişki öyküsü, anne-baba ve çevreyle ilişkiler, ilgi ve hobiler, kültürel ve dini faktörler ve cinsel yaşam ile ilgili konular görüşmenin gelişimsel ve sosyal öykü kısmıdır. Motor etkinlik, konuşma, duygudurum, duygulanım, düşünce içeriği, düşünce süreci, algı bozuklukları ruhsal durum muayenesinde ele alınan temel işlevlerdir. Bu sayede organik ve psikolojik zeminli ruhsal sorunlar, hastaneye yatma ihtiyacı olup olmadığı, intihar riski gibi birçok probleme isabetle yaklaşılabilir. Ayrıca genetik ve biyolojik özellikler de gözden kaçırılmamış olur.
- Son olarak da kişinin toplumsal uyumunda, düzenli iş tutabilmesinde, ilişkilerinde süreklilik sağlayabilmesinde önemli bozulmaların uzun süre bulunması durumunda bir kişilik bozukluğundan bahsedilebilir.
Borderline hastaları ne tür sorunlar yaşar?
Sınır kişilikler insan ilişkilerinde tartışmacı, huzursuz ve iğneleyicidirler. İlişki içinde oldukları insanlarla yükseklere çıkarma ve yerin dibine batırma duyguları arasında değişen genellikle fırtınalı ve geçici bir dizi yoğun bire bir ilişkiler kurma eğilimindedirler.
Zorlayıcı bir tarzda sosyal olma ihtiyacı hissederler. Her zaman özel bir ilgi ve dikkat isterler. Terkedilmekten korktukları için genellikle terk ederler. Bazen de aksine yakın ilişki içinde oldukları insanların gözündeki değerlerini anlamak için çılgınca denilebilecek riskli davranışlar gösterebilirler.
Tüm bu belirtiler arasında durağan olmayan ve yoğun yakın ilişkiler kritik bir özellik olarak görülür. Çocukluk dönemlerinde yaşadıkları cinsel ve duygusal kötü muamelenin ilerleyen yaşlarda da tekrar etmesi, korunmasız ve sadece karşı tarafın isteklerine tabi olan bir cinsel davranış göstermeleri olasıdır.
Borderline ve depresyon
Sınır kişilik bozukluğu ergenlik döneminde başlar ve kadınlarda erkeklerden daha çok görülür. Bu hastalara aynı zamanda depresyon gibi duygudurum hastalıkları da eşlik edebilir. Sınır durum hastalığına sahip kişilerin depresyonu klasik duygu durum hastalığından farklıdır. Bu hastalarda somatik şikayetler, suçluluk, umutsuzluk ve sıkıntı daha az görülür. Bu hastalar kronik depresif ve azimli birer bağımlıdırlar. Sürekli olarak bir duygusal hastalıktan diğerine geçerler. Daima huzursuz bir heyecan hissederler. İçlerinde dayanılmaz bir boşluk duyguları vardır.
Borderline kişilik bozukluğu ve güven duygusu
Sınır kişilik bozukluğu olan kişiler ilişkilerinde ve duygu durumlarında durağan olmayış sergilerler, Duyguları kararsızdır ve beklenmedik biçimde oynayabilir. Özellikle de öfkeye dönüşebilir. Sınır kişiliklerin iyi ve kötü olarak iki kutuplu bir bakış açıları vardır. İnsanlar ya iyi ya da kötüdürler ya da öyle duygusal iniş çıkışlar yaşarlar ki aynı gün içinde bile aynı insanı bir iyi bir kötü olarak niteleyebilirler. İnsanların iyi ve kötü özelliklerini bir araya getirmede başarısız olurlar. Sınır kişilikler kendilerini de dünyayı da siyah-beyaz olarak tanımladıklarından diğer kişilerin ve kendi benliklerinin birbirine zıt özelliklerini anlamada yetersiz kalırlar. Yapılan vak’a incelemeleri sınır kişiliklerin genel olarak annelerinden çok az düzeyde bakım aldıklarını göstermektedir. Ayrıca çocukluktaki şiddetli, travmatize edici istismar yaşantıları da ilişkilerini zorlaştırmakta sağlıklı güvene dayalı ilişki geliştirmelerini engellemektedir.
Borderline ve şizofreni
Borderline hastalığının teşhisindeki zorluklardan biri de şizofreni ile benzer belirtiler göstermesidir. Ancak, şizofreni hastalarının psikolojik ve ilişkisel deneyimleri, borderline hastalarınınkinden farklıdır. Genel olarak, şizofreni hastalarının öz benlik duygusuyla daha fazla problemi vardır. Borderline hastalarına göre daha sık çoklu kişilik ve geri çekilme sorunu yaşarlar. Şizofreni hastalarının çoğunda halüsinasyon atakları görülür. İşitsel halüsinasyon atakları nedeniyle gerçek insanlardan uzaklaşırlar.
Borderline hastaları da aralıklı olarak halüsinasyonlar yaşayabilir. Ancak, bu halüsilasyonlar genellikle şizofreni hastalarının yaşadığı kadar etkili ve müdahaleci değildir. Borderline hastalarının duygusal deneyimleri şizofreni hastalarınınki kadar yıkıcı derecede acı verici değildir.
Borderline ve şizofreni hastalarının genel duygusal ve psikolojik deneyimlerindeki farklılıklar, tedavide de farklılık oluşmasına neden olur.
Borderline kişilik bozukluğu ve bipolar bozukluk
Bazen borderline ile bipolar bozukluk birbirine karışabilir çünkü yoğun duygusal tepkiler, depresyon ve dürtüsel davranış gibi benzer semptomlara sahiptirler. Bununla birlikte, aslında farklı tedavi seçenekleri olan iki farklı durumdur. Borderline kişilik bozukluğu, hastanın koşulsuz olarak insanlardan farklı hissetmesini, düşünmesini, ilişki kurmasını ve davranmasını sağlayan bir tür kişilik bozukluğudur. Bipolar bozukluk ise, ciddi duygudurum değişikliklerine neden olabilecek bir hastalık kategorisi olan bir tür duygudurum bozukluğudur.
Borderline kişilik bozukluğunun tedavisi zor olabilir. En iyi ilacı ve doğru terapisti bulmak zaman alabilir, bu yüzden denemeye devam etmek çok önemlidir. Bipolar bozukluk tedavisinde ise genel olarak, ilaç ve psikoterapi kombinasyonu son derece etkili olmaktadır. Kendi kendine hastalık yönetimi ve tamamlayıcı tıp teknikleri gibi ek araçlar da semptomları azaltmaya ve genel ruh sağlığını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Etkili tedavi ile, bipolar kişiler sıklıkla herhangi bir semptom yaşamadan hayatlarına devam edebilirler.
Borderline hastaları ve bipolar bozukluğu olan kişiler genel popülasyona göre daha fazla intihar riski taşır.
Borderline hastalarına öneriler
- Hastalığınızın sebeplerini ve tedavi yöntemlerini araştırın.
- Öfke patlamalarına veya fevri davranışlara yol açan tetikleyicileri öğrenin.
- Doktorunuzun yardımıyla, stresli durumlarda ne yapacağınıza dair bir plan oluşturun.
- Sorunlarınızı daha iyi anlamaları ve sizi desteklemeleri için yakınlarınızı da tedavi planınıza dâhil edin.
- Borderline kişilik bozukluğuna sahip diğer bireylerle iletişime geçin
- Eskiden düşünülenin aksine hastalığınızın tedavi edilebilir olduğunu unutmayın. Düzenli ve uzun süreli terapiyle iyileşebilirsiniz. Sabırlı olun.
- Bu alanda tecrübeli bir hekim tercih edin ve sık hekim değiştirmeyin.
Uzm. Psk. Şeyda Kara
Referanslar: 1- Borderline Personality Disorder, 2- Symptoms of Borderline Personality Disorder, 3- Causes of BPD
Çekingen kişilik bozukluğu: Yaygın- yetersizlik duyguları, sosyal inhibisyon ve eleştirilmeye aşırı duyarlılık ile karakterizedir. Sevildiğinden emin olmadıkça insanlarla ilişkiye girmek istememe, toplumsal durumlarda eleştirileceği düşünceleri, mahcup düşme korkusuyla yakın ilişkiye girmek istememe, kişisel girişimlerde bulunmak istememe.
Çekingen Kişilik Bozukluğu Nedir
Çekingen kişilik bozukluğu, aşırı utangaçlık, yetmeme korkusu ve reddedilmeye karşı aşırı hassaslık olarak karakterize edilir. Toplum içinde yanlış bir şey yapmaktan veya olumsuz değerlendirilmekten korkan, utangaç kişilerdir. Güven eksikliği ve yetersizlik hissi yaşarlar. Bu tip kişiler diğer kişilere göre kendilerini aşağıda görürler. Bu kişiler için kayıplar ve reddedilme duygusu çok acı vereceğinden bazen yakın ilişkileri tümüyle reddederler. Çok az arkadaşları vardır ve bu kişilere aşırı derecede bağlıdırlar. Acı çekmekten, reddedilmekten, başarısız olmaktan korktukları için yalnız kalmayı tercih ederler. Bu durum iş yaşamlarını da olumsuz yönde etkiler. Mesleki anlamda yükselebilecekleri sosyal durumları reddederler, bu sebepten dolayı mesleki olarak alt kademelerde yer alırlar. Çekingen kişilik bozukluğu ve çekingen kişilik özellikleri olan kişilerde öne çıkan özellikler aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
Pasiftirler ve edilgendirler: Zaten pek az olan arkadaşlık ve sevgili ilişkilerinde kabullenen ve uyum sağlayan edilgen bir tutum sergilerler. İsteklerini ifade etmekte oldukça çekingen davranırlar. Olumsuz herhangi bir tepki alacakları kaygısı ile kendilerine yapılanlara ve söylenenlere karşılık veremezler.
Reddedilmeye aşırı duyarlıdırlar: Reddedilmemek için ne gerekiyorsa yaparlar. Bu uğurda kendilerinden kolaylıkla tavizler verirler. Reddedilme durumunu yaşamamak için en çok başvurdukları yol reddedilme olasılığı olan ortamlara girmemektir.
Arkadaşlarına aşırı bağlıdırlar: Az sayıda arkadaşları vardır ve onlara abartılı biçimde bağlılık ve bağımlılık gösterirler. Bunun nedeni, onlar tarafından reddedilmeye ve onları kaybetmeye ilişkin aşırı korku ve onlar olmazsa başka kimseyi bulamayacak kadar yetersiz ve aciz olduklarına dair derin inançlarıdır.
Kariyerlerinde ilerleyemezler: Kendilerini o kadar güvensiz hissederler ki becerilerini ve kapasitelerini kullanmaya cesaret edemezler, hatta hiçbir güçlü yönleri olduğuna inanmazlar. Kendilerini ifade etmede o kadar yetersiz olduklarına inanırlar ki, kariyerlerinde ilerlemek için gerekli olan ilişkileri kuramazlar. Genellikle işe girdiklerindeki pozisyonlarda senelerce ya da işten ayrılıncaya kadar kalmak zorunda kalırlar. Kariyerlerinde ilerleme fikri onları son derece korkutan bir düşüncedir. İlerlemek için adım atamadıkları ve girişimlerde bulunamadıkları gibi aslında yoğun korkuları nedeniyle ilerlemek de istemezler.
Doç. Dr. Adnan Çoban
Bağımlı kişilik bozukluğu:Aşırı bir korunma, bakılma, desteklenme gereksinimi ile karakterizedir. Gündelik kararlar almada başkalarının desteği ve onayına ihtiyaç duyma,desteğini yitireceği düşüncesi ile başkalarının görüşüne katılmadığını söyleyememe, başkalarının desteğini almak için hoşuna gitmediği işleri dahi yapabilme, tek başına kaldığında rahatsız olma, ayakları üstünde kalamayacağı duyguları, birinin yakınlığı ve desteğini kaybedince yoğun sıkıntıya girme veya hemen yakın desteğini alabileceği başka birini arama, yaşamının çoğu alanında sorumluluk almak için başkalarına gereksinim duyma, gerçekçi olmayan terke edileceği, yalnız başına kalacağı korkuları…
İnsanlardan destek ve onay almaya aşırı duyarlılık, yaşamları ile ilgili karar alma durumlarında sorumluluk duygusunun yarattığı kaygı ile başa çıkma zorlukları bağımlı kişilik bozukluğunun belirtilerindendir. Bağımlı kişilik örgütlenmesine sahip kişiler yaşamlarında başkalarının varlığı olmadığında hayatlarını sürdürmenin çok zor olduğuna inanırlar. Bu nedenle ilişkilerine bağımlı hale gelirler. Genellikle karamsarlık ve şüphe içindedirler. Kendi yeteneklerini küçümseme eğilimindedirler. Bu nedenle yapılan eleştirileri kendi değersizlikleri ile bağlantılama eğilimindedirler.
Diğer bağımlı kişilik bozukluğu belirtileri;
-Karar verme durumlarında sorumluluk almaktan kaçınma eğilimleri vardır. Verilecek kararın sorumluluğu kaygılarının artmasına neden olur. Başkalarından tavsiye alma ve güvende hissetmek için yoğun çaba sarf ederler. Bu nedenle yaşamlarındaki önemli konular için başkalarının sorumluluk almasını isterler.
-Yakın bir ilişki sona erdiğinde veya sona erme sürecine girdiğinde yeni bir ilişki arayışına girerler.
-Kendine güven sorunları nedeniyle kendi başına bir işi başlatma problemleri vardır. Görev ve sorumluluk içeren işlerde kendi yeteneklerinden şüphe durmaya meyillidirler.
-Destek ve onay kaybı korkusu nedeniyle hayır demek, kendini ifade etmekle ilgili zorluklar.
-Yalnızlık hissetikleri durumlarda aşırı rahatsızlık gösterirler.
-İnsanların kendisine yönelik zarar verici davranışlarını tolere etme eğilimi.
-Eleştiriye karşı aşırı duyarlılık. Tartışma ve eleştiriler kendilerini oldukça zorlar.
Bağımlı özelliklere sahip bireyler sorunu çözmek yerine sorunun kaynağından uzaklaşma yaklaşımı içindedirler. Bu nedenle suçlayıcı yaklaşımları sık sık görülür. Karşısındakinin de kendisinin benzeri duygu ve düşüncelere sahip olduğuna inanır. Bu inancın etkisiyle insanlarla ilişkilerini organize etmeye çalışır. İnsanların kendisine bağımlığını sıklıkla kontrol etme eğilimi vardır. Yukarıda bahsettiğimiz bu belirtiler iş, sosyal yaşam ve hayatın diğer alanlarında bozulmaya neden olur. Bağımlı kişilik bozukluğu, kaygı bozukluğu, depresyon, fobiler, madde kullanım bozukluğu, panik zoukluk gibi psikolojik problemlerin gelişimine zemin oluşturur. Yalnız kalmamak için suistimal içeren ilişkileri sürdürebilirler. Buda özsaygılarının zedelenmesine neden olur. Bu zedeleyici sonuçları nedeniyle erken fark edilmesi ve psikolojik desteğe başlanması oldukça önemlidir. Bu kişilik özelliklerin gelişiminde aşırı korumacı ve otoriter ebeveyn yaklaşımlarının etkisi önemsenmektedir. Çocukluk çağında yaşanan ayrılma kaygısı, kronik rahatsızlıklar da zemin oluşumuna katkıda bulunabilir.
Uzman Psikolog Zehra Erol
Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu: Aşırı mükemmeliyetçilik, düzenlilik, kendini ve başkalarını denetleme, aşırı kuralcılıkla karakterizedir. İşleri bitirmesini geciktirecek veya imkansız bırakacak kadar ayrıntılarla uğraşma, işin bitirilmesini zorlaştıracak katı kurallar koyarak mükemmeliyetçilik gösterme, kendisinin istediği gibi yapmayacaklarını düşündüğünden işleri başkasına yaptırmama, dinlenmeye, arkadaş-ailesine vakit ayırmayacak kadar işlere adama, ahlak-doruluk değerlerine gereğinden fazla önem verme, esneklik göstermeme (kültürel-dinsel özelliklerden beklenmeyen), değersiz şeyleri elden çıkaramama, cimrilik, katı ve inatçılık).
Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu (OKKB), kişinin kendini tüketecek kadar mükemmeliyetçi olmasına ve hem kendini hem de başkalarını kontrol ihtiyacı duymasına neden olan bir zihinsel bozukluktur. OKKB’si olan insanların, kurallara uymak konusunda takıntıları olduğu gibi, asla sapmadıkları ahlaki ve etik kurallara da uyma takıntıları vardır. Başka bir deyişle onlar, her zaman doğru ve haklı olduklarını düşünürler. OKKB olan kişilerin insan ilişkileri, olumsuz yönde etkilenebilir. Bu rahatsızlığı olan bireyler, terapi görmeleri halinde yaşam kalitelerini artırabilirler. Ancak, bu kişiler genellikle kendilerinde bir sorun olduğunu nadiren algılarlar.
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu’nun Belirtileri. Genellikle OKKB’li kişiler, aşağıdaki kişilik özelliklerinden bazılarına sahiptirler:
- Listeler yapma konusunda aşırı takıntı hali (genellikle küçük detaylara kadar listeler yaparlar)
- Aşırı mükemmeliyetçilikleri yüzünden, bir işin ayrıntılarıyla uğraşmaktan, onu tamamlayamamak
- Birlikte çalıştıkları kişi, işleri tam olarak istedikleri gibi yapmayı kabul etmedikçe, görevleri devretme veya paylaşma konusunda isteksizlik
- Kişisel ahlaki ve etik kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmak ve başkalarını anlamak için toleranslarının çok az olması
- Genellikle tutumlu ve hatta cimri olmak
- Bir şeyleri atmayı reddederek istifleme davranışları sergilemek
Bir terapistin, kişiye OKKB tanısı koyması için bu belirtilerin hepsini göstermesi gerekmez. Bununla birlikte, OKKB’li bir kişi genellikle bu davranışlardan bazılarına sahip olur ve semptomları genellikle sosyal yaşamlarını, kariyerlerini ve aile ilişkilerini bozar. OKKB’li kişilerle çalışmak ya da ilişki kurmak son derece zor olabilir. Çünkü genellikle her şeyi sadece kendi bakış açıları ile görürler. Ayrıca, kendi bakış açılarının en doğru yol olduğuna inandıklarından, başka birinin bakış açısını anlayamazlar. Bu kişilik özellikleri, kişinin sevdiklerinin ve/ya partnerlerinin bir problemi olduğunu fark etmelerini zorlaştırır. Bunun yerine, herkes onun kurallarına uysa, hayatlarındaki her şeyin iyi ve doğru olacağını düşünürler ve sürekli ifade ederler.
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu Sebepleri. OKKB’ye neyin neden olduğunu tam olarak bilinmemektedir. Ancak, bazı teoriler vardır:
- OKKB gelişiminde, genetik faktörler rol oynayabilir. Herhangi bir kişinin, OKKB’si olan yakın bir aile üyesi varsa, kendisinin de OKKB olma olasılığı daha yüksektir.
- Kişi, aşırı kontrolcü veya koruyucu ebeveynlerin bakımında bir çocukluk geçirmiş olabilir. Bazı terapistler, OKKB’yi kişinin duygularıyla baş edebilmek için kullandığı bir “başa çıkma mekanizması” olarak görmektedir.
- Ebeveynleri tarafından yeterince ilgi görmeyen ya da terk edilen kişilerde de OKKB riski artabilir.
Öte yandan, kişi yukarıdaki faktörlerden herhangi biri olmadan da OKKB’ye sahip olabilir.
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu Tanısı
Terapistler, OKKB’yi bir “kişilik bozukluğu” olarak sınıflandırırlar. Kişilik bozuklukları, bir kişinin sosyal ve çalışma hayatını etkileyebilecek türden davranış bozukluklarıdır. Bir kişilik bozukluğu, genç yaşta gelişir ve yetişkinlikte sabitlenerek devam eder. Bir terapist, kişinin OKKB olup olmadığını anlamak için; onunla ve yakın aile bireyleri (ya da sevdikleri) ile kişisel hayatı, sosyal ilişkileri ve günlük aktiviteleri hakkında konuşarak, kişinin sergilediği davranışların OKKB’nin davranışlarıyla uyumlu olup olmadığını değerlendirerek bu tanıyı koyabilir.
OKKB İlişkileri Nasıl Etkiler?
OKKB’si olan bir kişiyle yaşayanların, genellikle zorlayıcı bir ilişkileri vardır. Aile üyeleri, OKKB’li kişinin beklentilerini karşılayamıyormuş gibi hissederek, sürekli eleştiriye maruz kalırlar. İş arkadaşları, OKKB’li bir kişiyle çalışmakta zorluk çekebilirler. OKKB’li bir kişi genellikle kendi başına çok iyi çalışır, ancak bir ekip veya takım ile çalışmakta zorlanabilirler. İş arkadaşları, OKKB’li kişiyi çok katı ve eleştirici bulabilirler. Bu durum, bazen iş kayıplarına yol açabilir.
OKKB ile Başa Çıkma Yolları
OKKB’li kişi, davranışlarının katı olarak tanımasına yardımcı olabilecek, “Bilişsel davranışçı terapi”(BDT) yaklaşımı ile çalışan, bir terapistten yardım isteyebilir. Ayrıca, başkalarıyla ilişkilerini iyileştirip geliştirmelerine yardımcı olabilecek davranışları terapist ile beraber tanımlamak önemlidir.
OKKB’li bir kişi, bazen ilaçlardan yararlanabilir. OKKB’li kişinin kurallar ve düzen konularındaki sabitliğinin azaltmasına yardımcı olmak için doktorlar genellikle “seçici serotonin geri alım inhibitörleri(SSGI)” reçete ederler. SSGI’lar, beyindeki serotonin seviyelerini arttırarak, ruh halleri, duyguları ve uyku kalitesi üzerinde olumlu bir etkiye sahiptirler.
Meditasyon, derin nefes ve/ya gevşeme teknikleri gibi farkındalık uygulamalarının hepsi, kişinin OKKB ve benzeri davranışlarda bulunmalarına neden olan stres seviyelerini azaltmasına yardımcı olacaktır.
OKKB’li insanlar, kendilerini bir sorun olarak görmezler. Bu yüzden onları, terapi görmeye ikna etmek zor olabilir. Bununla birlikte, eğer bu durum işlerine ve/ya şahsi yaşamlarına sekte vurmaya başlarsa, çare aramaya daha istekli olabilirler. Biraz zaman ve terapi ile OKKB’li birçok insan, değişim için motivasyonu bulabilirler. Ancak, kendinizin ya da yakınınızın OKKB ile ilgili bir problemi olduğunu ve terapi görmesi gerektiğini anlamak bazen zordur. Bu durumda dikkat edilmesi gereken işaretlerden bazıları şunlardır:
- Kişi, sürekli olarak “benim yolum doğru yol” veya “bu şekilde olmadıkça hiçbir şey doğru değil” diye düşünüyorsa.
- Başkaları tarafından, çok inatçı, katı ve/ya aşırı mükemmeliyetçi oldukları söyleniyorsa.
- Sürekli olarak, işyerindeki diğer insanlarla çatışmalar veya problemler yaşayıp insanların işleri doğru şekilde yapmadığını düşünüyorsa.
- Kurallarına veya süreçlerine karşı çıkıldığında, kişi öfkelenip duygusal kargaşa yaşıyorsa.
OKKB ve OKB Arasındaki Farklar
OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) ile OKKB(Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu) farklı zihinsel bozukluk tanılarıdır. OKB(Obsesif Kompulsif Bozukluk), bir kişinin kontrol edemediği ancak sürekli tekrarlama dürtüsü hissettiği düşünce ve davranışlarla baş etmeye çalıştığı bir durumdur. Obsesyonlar(takıntılar); kişinin zihninde oluşan ve üzücü duyguları tetikleyen, istenmeyen düşünceler, görüntüler veya dürtülerdir. Kompulsiyonlar(zorlantılar) ise, kişinin bu takıntılardan ve yarattığı sıkıntıdan kurtulmak için yaptığı davranışlardır.
OKB’de Yaygın Görülen Takıntılar:
1. Bulaşma
- Vücut sıvıları (örnekler: idrar, dışkı)
- Mikroplar / hastalıklar (örnekler: uçuk, HIV)
- Çevresel kirleticiler (örnekler: asbest, radyasyon)
- Ev kimyasalları (örnekler: temizleyiciler, kir çözücüler)
- Toz / kir
2. Kontrolü kaybetmek
- Kendine zarar verme dürtüsüyle hareket etme korkusu
- Başkalarına zarar verme dürtüsüyle hareket etme korkusu
- Zihnindeki şiddet veya korkunç görüntülerden korkmak
- Müstehcen veya hakaret içeren sözcükleri ağzından kaçırma korkusu
- Bir şeyleri çalma(hırsızlık yapma) korkusu
3. Zarar Verme
- Korkunç bir şeyden sorumlu olma korkusu (örnekler: yangın, hırsızlık)
- Yeterince dikkatli olmayıp başkalarına zarar verme korkusu (örnek: birisinin kayıp zarar görmesine neden olabilecek bir şeyleri yere düşürmek)
4. İstenmeyen Cinsel Düşünceler
- Yasak veya sapkın cinsel düşünceler veya görüntüler
- Başkaları hakkında, yasaklanmış veya sapkın cinsel dürtüler
- Eşcinsellik hakkında saplantılar
- Çocuk veya ensest içeren cinsel takıntılar
- Başkalarına karşı saldırgan cinsel davranışlar hakkında takıntılar
5. Dini Takıntılar (Ahlaksızlık)
- Tanrı’yı gücendirme korkusu veya dine küfür etme korkusu
- Doğru / yanlış veya ahlaklı olmak ile ilgili aşırı endişe
6. Diğer Takıntılar
- Fiziksel bir hastalığa yakalanma korkusu (bulaşma olmaksızın, örneğin kanser)
- Şanslı/şanssız sayılar ya da renkler ile ilgili batıl inançlı fikirler ve takıntılar
7. Mükemmeliyetçilik ile ilgili takıntılar
- Eşitlik veya kesinlik hakkında aşırı endişe
- Bilmeniz veya hatırlamanız gerekirse diye aşırı endişe
- Bir şeyleri atarken, önemli bilgileri unutma veya kaybetme korkusu
- Bir şeyleri tutmaya veya atmaya karar verememek
- Bir şeyleri kaybetme korkusu
OKB’de Yaygın Kompulsiyonlar
1. Yıkama ve temizleme
- Ellerin aşırı veya belirli bir şekilde yıkanması
- Aşırı duş, banyo, diş fırçalama, kişisel bakım veya tuvalet rutinleri
- Ev eşyalarını veya diğer nesneleri aşırı temizleme
- Atık maddelerle teması önlemek veya ortadan kaldırmak için başka şeyleri aşırı yapmak
2. Kontrol etme
- Başkalarına zarar vermediğini ve/ya vermeyeceğini kontrol etmek
- Kendine zarar vermediğini ve/ya vermeyeceğini kontrol etmek
- Korkunç bir şeyin olmamasını kontrol etmek
- Hata yapıp yapmadığını kontrol etme
- Fiziksel durumun veya vücudun bazı kısımlarını kontrol etmek
3. Tekrarlamalar
- Tekrar okuma veya yeniden yazma
- Rutin aktivitelerin tekrarlanması (örnekler: kapıdan girip çıkmak, araca inip binmek)
- Vücut hareketlerini tekrarlamak (örnekler: dokunma, göz kırma)
- “Katsayılarla” tekrarlanan faaliyetler (örneğin: üç sayısının “iyi”, “doğru”, “güvenli” bir sayı olduğuna inanıp bir işi üç kez yapmak)
4. Zihinsel Kompulsiyonlar
- Gelebilecek zararları önlemek için, olayları zihinsel olarak tekrar tekrar gözden geçirmek(başkalarına ve/ya kendine gelebilecek korkunç sonuçları önlemek için)
- Doğabilecek zararları önlemek için dua etmek (başkalarına ve/ya kendine gelebilecek korkunç sonuçları önlemek için)
- “İyi”, “doğru” veya “güvenli” bir sayıda bitirebilmek için, bir şeyleri yaparken saymak
- “İptal etme” veya “geri alma” (örnek: “kötü” bir kelimeyi iptal etmek için “iyi” bir kelime söyleyip durumu değiştirdiğine inanmak)
Yaşantı Psikoloji
Histriyonik kişilik bozukluğu: Aşırı bir duygusallık ve dikkat çekme isteği ile belirlidir. İlgi odağı olmayınca rahatsız olma, cinsel yönden ayartıcı davranışlar sergileme, hızlı değişen duygulanım, ilgiyi çekmek için fizik görünümünü kullanma, gösterişli, yapmacık davranma, duygularını aşırı abartılı gösterme, telkine yatkınlık, başkalarından ve olaylardan çabuk etkilenme.
Histrionik kişilik bozukluğu, uzun süredir devam eden ilgi arama davranışı ve aşırı duygusallık ile karakterizedir. Histrionik kişilik bozukluğu olan biri, herhangi bir grup insanda dikkat merkezi olmak ister ve olmadıklarında kendilerini rahatsız hissederler. Genellikle canlı, ilginç ve bazen dramatik olsa da, insanlar yalnızca kendilerine odaklanmadıkların da güçlük çekerler. Bu bozukluğu olan kişilerin sığ olduğu algılanabilir ve kendilerine dikkat çekmek için cinsel olarak baştan çıkarıcı veya kışkırtıcı davranışlarda bulunabilirler. Bu bozukluğu olan bireyler genellikle aynı cinsiyetten arkadaşlarla ilişkilerini zayıflatır, çünkü cinsel olarak kışkırtıcı kişiler arası tarzları arkadaşlarının ilişkileri için bir tehdit gibi görünebilir. Bu kişiler aynı zamanda sürekli ilgi talepleriyle arkadaşlarını yabancılaştırabilirler. İlgi odağı olmadıklarında sık sık depresyona girerler ve üzülürler.
Histrionik kişilik bozukluğu olan insanlar yenilik, uyarma ve heyecandan kaçınırlar ve olağan rutinlerinden sıkılma eğilimi gösterirler. Bu bireyler çoğu zaman gecikmeli memnuniyet içeren durumlara karşı hoşgörüsüz ya da huzursuz olurlar ve eylemleri genellikle hemen memnuniyet elde etmeye yönlendirilir. Her zaman büyük bir coşku ile bir iş ya da proje başlatsalar da, ilgileri hızla düşebilir. Bir kişilik bozukluğu, bireyin kültürünün normundan sapan kalıcı bir içsel deneyim ve davranış biçimidir. Kalıcı model çok çeşitli kişisel ve sosyal durumlar için esnek ve yaygındır. Genellikle sosyal, iş ya da diğer işleyiş alanlarında ciddi sıkıntılara ya da bozulmalara yol açar. Model stabil ve uzun sürelidir ve başlangıcı erken yetişkinlik veya ergenliğe kadar izlenebilir.
Histrionik kişilik bozukluğu tanısı için belirtilerden beşi veya daha fazlası mevcut olmalıdır. Öz-merkezlilik, ilgi merkezi olmadığında rahatsız hissedilme, sürekli güvence veya onay almak, uygunsuz bir şekilde baştan çıkarıcı görünüm veya davranış, diğerlerine sığ görünen duygusal durumları hızla değiştiren, son derece izlenimci ve belirsiz olan konuşma, fiziksel görünümle aşırı derecede ilgilenme ve kendine dikkat çekmek için fiziksel görünüm kullanma, görüşler diğer insanlar tarafından kolayca etkilenir, ancak ayrıntılarla desteklenmesi zordur, abartılı duygu göstergelerine sahip aşırı dramatik, ilişkilerin gerçekte olduklarından daha samimi olduğuna inanma eğilimi. Bu semptomların bir bozukluk olarak kabul edilmesi için, bir bireyde önemli bir bozulma veya sıkıntıya neden olması gerekir.
Bu hastalığın nedeni bilinmemektedir, ancak çocukluk olayları ve genetiğin her ikisi de rol oynayabilir. Kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür, ancak bazıları kadınlarda sadece daha sık tanı konulduğunu düşünür, çünkü dikkat arama ve cinsel yönelim, kadınlar için erkeklerden daha az sosyal olarak kabul edilebilir. Tedavi için altta yatan çatışmalara odaklanan psikodinamik psikoterapi denenebilir. Terapist, hastaları davranış yerine konuşmaya teşvik ederek başlayabilir ve böylece hastalar kendilerini daha az dramatik bir şekilde anlayabilir ve başkalarıyla iletişim kurabilirler. Daha sonra, terapist, hastaların kendi histrionik davranışlarının, başkalarının dikkatini çekmenin ve özgüvenlerini yönetmenin uyumsuz bir yolu olduğunu anlamalarına yardımcı olabilir. Bu hastalıklarda profesyonel psikologlara başvurmanızı tavsiye etmekteyiz.
Uzman Klinik Psikolog Deniz Akıncı
Narsisistik kişilik bozukluğu: yaygın bir üstünlük ve değerli olma duygusu, beğenilme gereksinimi, empati yapmama ile karakterlidir. Çok önemli olduğu duygusu, sınırsız başarı, güç vb üzerine düşlemler, beğenilmek isteme, haka kazandığı duygusu, kendi çıkarına göre hareket etme, küstah-kendini beğenmiş davranış ve konuşmalar, başkalarını kıskanma ya da başkalarının kendini kıskandığına inanma.
Narsisistik kişilik bozukluğu, uzun zamandır süren bir ihtişam paterni (fantezi ya da fiili davranışta), hayranlık uyandırıcı bir ihtiyaç ve genellikle başkalarına karşı tamamen empati eksikliği ile karakterize edilir. Bu bozukluğu olan insanlar genellikle herkesin hayatında ve tanıştıkları herkes için birincil öneme sahip olduklarına inanmaktadır. Bu davranış biçimi, 16. yüzyıl İngiltere’sindeki bir kral için uygun olsa da, bugün çoğu sıradan insan için genellikle uygun görülmemektedir. Narsisistik kişilik bozukluğu olan insanlar genellikle züppe, küçümseyici veya koruyucu davranışlar sergilerler. Örneğin, bu bozukluğu olan bir kişi sakar bir garsonun “edepsizliği” veya “aptallığı” hakkında şikayette bulunabilir veya hekimin küçümseyen bir değerlendirmesi ile tıbbi bir değerlendirme yapabilir. Uzman olmayan terimlerle, bu bozukluğu olan bir kişi basitçe “narsist” veya “narsisizm” olarak tanımlanabilir. Bu terimlerin her ikisi de genellikle narsisistik kişilik bozukluğu olan birini ifade eder.
Bir kişilik bozukluğu, bireyin kültürünün normundan sapan kalıcı bir içsel deneyim ve davranış biçimidir. Genellikle sosyal, iş ya da diğer işleyiş alanlarında ciddi sıkıntılara ya da bozulmalara yol açar. Model stabil ve uzun sürelidir ve başlangıcı erken yetişkinlik veya ergenliğe kadar izlenebilir. Bir kişinin narsisistik kişilik bozukluğu tanısı alabilmesi için belirtileri karşılaması gerekir. Görkemli bir özeleştirme duygusuna sahiptir (örneğin, başarıları ve yetenekleri abartır, orantılı kazanımlar olmadan üstün olarak kabul edilmesini bekler), sınırsız başarı, güç, parlaklık, güzellik ya da ideal aşk fantezileriyle meşgul olması, aşırı hayranlık duyması, empati eksikliği, genellikle başkalarını kıskanıyor veya başkalarının onu kıskandığına inanıyor, düzenli olarak kibirli, kibirli davranış veya tutumları göstermektedir.
Kişilik bozuklukları uzun süredir devam eden ve kalıcı davranış kalıplarını tanımladığından, en sık erişkinlik döneminde teşhis edilir. Çocukluk veya ergenlik çağında teşhis konması nadirdir, çünkü bir çocuk veya genç sürekli gelişim, kişilik değişiklikleri ve olgunlaşma altındadır. Bununla birlikte, bir çocuk veya gençlikte teşhis edilirse, özelliklerin en az 1 yıl boyunca mevcut olması gerekir. Narsisistik kişilik bozukluğu erkeklerde kadınlardan daha yaygındır ve araştırmaya göre genel nüfusun yaklaşık yüzde 6’sında meydana geldiği düşünülmektedir. Çoğu kişilik bozukluğu gibi, narsisistik kişilik bozukluğu da yaşla birlikte şiddetli olarak azalmakta ve çoğu insan 40’lı veya 50’li yaşlarda en aşırı semptomlardan birkaçını yaşayabilmektedir. Narsisistik kişilik bozukluğu tedavisi, konuşma terapisi (psikoterapi) etrafında odaklanır.
Narsisistik kişilik bozukluğunun tedavisi tipik olarak, bu tür kişilik bozukluğunun tedavisinde tecrübesi olan bir terapist ile uzun süreli psikoterapiyi içerir. Özel rahatsız edici ve zayıflatıcı semptomlara yardımcı olmak için ilaçlar da verilebilir. Narsisistik kişilik bozukluğunun tedavisi zor olabilir, çünkü bu durumu olan insanlar, sorunları ve kırılganlıkları kabul etmelerini zorlaştıran çok büyük bir ihtiyat ve savunuculuk sergilerler. Bireysel ve grup psikoterapisi narsisistik kişilik bozukluğu olan kişilere diğerleriyle daha sağlıklı ve şefkatli bir şekilde ilişki kurmalarında yardımcı olabilir. Mentalizasyona dayalı terapi, aktarım odaklı psikoterapi ve şema odaklı psikoterapinin, narsisistik kişilik bozukluğunu tedavi etmenin etkili bir yolu olduğu öne sürülmüştür. Bu konuda psikologa başvurmanız tedavinin hızlanması için bir adımdır.
Uzman Klinik Psikolog Deniz Akıncı
Antisosyal kişilik bozukluğu: Antisosyal davranışlar vardır. Hukukla başı derde girecek davranışlar, yalan söyleme, dürtüsellik, yineleyen kavga-saldırganlık, insanların güvenliğini umursamama, yaptıklarından vicdan azabı çekmeme, bir işi sürekli götürememe/mali sorumsuzluk.
“Antisosyal kişilik bozukluğu(ASKB), çocukluktan ya da ergenlik döneminin ilk yıllarından başlayarak, başkalarının haklarını saymama ve başkalarının haklarına tecavüz etme davranışları ile kendini gösteren, psikopatlık, sosyopatlık ya da dissosyal kişilik bozukluğu olarak da adlandırılan yaygın bir örüntüdür”(Özdemir ve ark.2010). ASKB gösteren kişilerde empati kabiliyeti gelişmemiştir. Oldukça kontrolsüz, sosyal ilişkilerde başarısız ve sorumsuz davranan kişiler olarak tanımlanırlar. Onbeş yaşından önce evden kaçma, kavga başlatma, silah kullanma, yangın çıkarma, başkalarına ait şeylere isteyerek zarar verme, yalana başvurma ve çalma gibi davranışlar gösteren çocuklar antisosyal kişilik bozukluğu için risk grubunu oluşturur. Daha erişkinlikte ise bir işi sürekli götürememe, sık sık tutuklanma, borçlarını ödememe ya da çocuklarına bakmama, geleceği düşünmeme, bir yıldan daha uzun süreli tek eşli ilişkiyi sürdürememe, vicdan azabı çekmeme gibi özellikler gösterirler.
Antisosyal kişilik bozukluğunu ortaya çıkartan nedenler üzerine yapılan araştırmalara baktığımızda, psiko-sosyal ve biyolojik nedenler karşımıza çıkmaktadır. Genel literatürde psiko-sosyal nedenler üzerine yapılan araştırmalara ileve çocukluk yaşantılarıni içerir. Türk örneklemde yapılan bir araştırma genel literatürü desteklemektedir ki şiddete dönük suç işleyen antisosyal bireylerde, ailenin eğitim ve ekonomik düzeyinin düşük, aile bağlarının ve aile ilişkisinin zayıf olduğu saptanmıştır. Ayrıca aile bireylerinde şiddet, ağır cezalandırmalar, ihmal, ve işlenmiş suçlar bulunduğu, suç işleme yaşlarının ise 16 ve altı olduğu ve askerlik görevlerinde önemli disiplin sorunları yaşadıkları saptanmıştır.
Biyolojik nedenlere baktığımızda, ASKB olan bireylerde kaygı olmaması ile ilgili, uyarılma sisteminde bir bozukluk olduğu konusunda veriler vardır. Sağlıklı insanlar bir şeyleri yapmamayı klasik koşullanma ile öğrenebiliyor verdikleri tepkiler ve korkular sonrası. Ama eğer bu insanlarda tepki o kadar olamıyorsa veya eşik çok yüksekse, o tepkiyi vermek için olayların boyutunun büyük olması gerekiyorsa öğrenmek de o kadar zorlaşıyor. Genel literatüre baktığımızda, işlenen suç ne denli ciddi ve suç işleyen ne kadar genç ise biyolojik katkıların o denli güçlü olduğunu görüyoruz. Genetik çalışmalar ikiz, aile ve evlatlık çalışmalarında hem ASKB, hem de suçluluk için güçlü genetik yatkınlık göstermiş. Olumsuz aile ortamının da ASKB’nun biyolojik yatkinligini tetikleyen bir stress kaynağı olabileceği üzerinde evlatlık çalışmaları yapılmış(Barlow&Durand,2009).
Sinir sistemine baktığımızda beynin executive fonksiyonlarında ,özellikle temporal ve frontal lobe yapısında ve işleyişinde, tıbbi rahatsızlıklara, kimyasal zehirlenmelere, ve genetik anormalliklere bağlı kusurlar bulunmus. Bunun etkilediği eylemler ise konsantrasyon, soyut sebep-sonuç çıkarma, planlama, amaç-hedef oluşturma, öz farkındalık, niyet edilmiş eylemleri başlatabilmek, ve düşük sözlü zeka.
ASKB olanlar çoğunlukla tedavi arayışına girmezler. Tanı da zaten genelde ruhsal gözleme göre değil, öyküye göre konulur. Genellikle evlilik sorunları, hukuksal meseleler, madde kötüye kullanımı sebebi ile terapiye zorla getirilirler. Hem tedavi hem de terapotik uyuşma kurmak son derece zordur. Terapinin etkinliği ümit verici değildir. Psikoterapinin amacı öfke ve düşüncesiz davranışlar üzerinde kontrol sağlamak, bunun sonucu olarak öfke yönetimi gibi spesifik davranışlara odaklanmak, alternatif başetme stratejileri geliştirmek, başkaları üzerindeki davranışlarının neticesini gözönüne alarak kişinin empati yeteneğini arttırmaktır. ASKB hakkında daha fazla yazılacak bilimsel veriler var. Ancak tüm detaylara girmek yerine, geçtiğimiz hafta kişilik bozukluklarından bahsettiğim için bunlarla ilgili yüzeysel bilgi vermek istedim. Merak edenler için literatür taraması yapmalarını ya da bilimsel dergileri takip etmelerini öneririm.
Uzman Psikolog / Bahar Erden
Şizotipal kişilik bozukluğu: Bilişsel-algısal çarpıklıklar ve davranış gariplikleri vardır. Telepati, gaipten haber vb kültürel değerle uyumlu olmayan acayip inanışlar, referans fikirler, acayip düşünüş ve konuşma tipi, kuşkuculuk, uygunsuz-kısıtlı duygulanım, acayip algısal yaşantılar, yakın arkadaş yokluğu.
Şizotipal kişilik bozukluğu, insanlarla yakın ilişki kurmaktan rahatsız olma, sıra dışı davranışların görülmesi, algıda farklılıklar gibi durumlarla ortaya çıkan bir kişilik bozukluğudur. Fakat gerçeği değerlendirme konusunda bozuk davranışlar görülmez. Toplumda görülme sıklığı %3 civarındadır. Bu bozukluğa sahip bireyler, olaylardan çok basit sonuçlar çıkartabilirler. Bilhassa, büyülerle ilgili düşüncelere çok meraklıdırlar. Falcılar, cinler gibi kişilerle haşır neşir olan veya bu işlerle uğraşan kişilerin birçoğu bu kişilik bozukluğundan muzdariptir. Bu kişilerin birçoğu, cinlerle ilişkileri olduğunu iddia eder. Sokakta yürürken onlara biri bakarsa, o kişinin bir cin olduğunu düşünürler. Fakat bu durumlarının sebebi genel olarak gerçeği değerlendirmelerinin bozulması değil de, referans fikirlerdir.
Alışılmışın dışında sıra dışı davranışlar sergilerler. Bazı yönlerden paranoid kişilik bozukluğuna benzerler. Şizoit kişilik bozukluğuna da yakın yönleri vardır. Fakat öteki insanlarla bir araya gelmekten kaçınma davranışının sebebi çekingenlik değil, diğer insanların kendilerine zarar geleceği düşüncesidir. Bu kişilerde çok sık görülmese de bazen gerçeği değerlendirme bozuklukları da görülebilir. Şüpheci veya büyüsel düşünceler bu kişilerde çok sık şekilde görülür.
Şizotipal Kişilik Bozukluğu Belirtileri Bu kişilerde en sık karşılaşılan belirtilerden birisi referans düşüncelerdir. Bu kişiler, her konuşmanın kendisi ile ilgili olduğunu veya kendilerine bir gönderme olduğunu düşünür. Konuşmalara gerçekte olmayan anlamlar yüklerler. Garip inançları ve büyüsel fikirler olur. Başlarına gelenleri garip şekilde yorumlar ve bunlara inanırlar.
Konuşmaları anlamsız ama garip biçime aşırı ayrıntılıdır. Konudan konuya atlayarak konuşurlar. Aynı şeyleri sık sık tekrar ederler. Konuşmalarından karşıdaki kişiler genelde hiçbir şey anlamaz. Anlaşılmadığı söylense bile, aynı şekilde konuşmaya devam ederler. Aşina oldukları sosyal ortamlarda bile aşırı kaygı sorunu yaşarlar. Hatta yakın oldukları kişiler karşısında bile kaygılanırlar. Bu yüzden sık sık ortamı terk etmeyi düşünürler. Bedensel illüzyonlar hissedebilirler. Şizotipal kişilik bozukluğuna sahip kişiler kollarında, ya da bacaklarında, yüzlerinde böcekler yürüyormuş gibi hissedebilirler veya bir organlarının büyüdüğünü, şeklinin bozulduğunu hisseder ve buna inanırlar.
Şizotipal Kişilik Bozukluğu Tedavisi
Bu hastalar, kişilik bozukluğu olan birçok kişi gibi, çok nadir şekilde psikolog ya da psikiyatriste tedavi olmak için başvururlar. Terapiye başvurmaları genelde aile ya da arkadaş zoruyla olur. Fakat bir kere tedaviye başlarlarsa, insanlarla daha iyi ilişki kurabilmek için pozitif tutumlar alırlar. Kendilerini izole etmeye zorlamazlar. Tam tersine, insanların kendilerine karşı negatif yaklaşımları yüzünden insanlardan uzakta dururlar. Bu yüzden, insanlarla iyi ilişkiler kurabileceklerini hissettikleri bir anda, bu ortamda durmaktan memnun olabilirler.
Bazı durumlarda, tedavi amaçlı ilaç da kullanılabilmektedir. İlaç tedavisi hastalığın kendisinden çok, saldırganlık veya depresif hal gibi bazı semptomların tedavisi amaçlı kullanılır. Hastalık eğer çok ilerlemişse, hastaneye yatmak gerekebilir, böylece doktorlar hasta ile daha rahat iletişim kurarak, korkularının daha rahat üstesinden gelmesini sağlayabilirler. Psikoterapi de mutlaka kullanılmalıdır. Zira kişiliğin düzgün gelişiminde psikoterapi çok faydalı olabilmektedir.
Şizoid kişilik bozukluğu: sosyal izolasyon ve duygusal küntlük vardır. Yakın arkadaş yoktur, ailesi de dahil yakın ilişkilere girmek istemez, başkalarının övgü ve eleştirilerine ilgisiz görünür, hemen hiçbir şeyden zevk almaz, cinsel deneyime ilgisi hemen hiç yoktur, duygusal soğukluk vardır.
Şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler sürekli olarak sosyal aktivitelerden ve yeni insanlarla tanışmaktan kaçınırlar. Diğer kişilerle iletişim kurmaktan kaçındıkları için, anlamlı ilişkiler içine giremez ve yalnız kalırlar. Duygularını ya hiç göstermezler ya da çok yüzeysel duygular yansıtırlar. Dışarıda olan ve normalde bir insanı duygusal olarak etkilemesi beklenen olaylara karşı çok ilgisizmiş gibi görünürler. Duygusal alanda tepkisiz, ilgisiz, soğukturlar. Hâlbuki içlerinde çok derin duygulara ve hassaslığa ihtiyaçları olabilir. Ayrıca, eleştirilere karşı tepkisizdirler. Yalnız kalmayı tercih ederler, sürekli hayal kurarlar. Özellikle yakın ilişkiler kurmaktan kaçınırlar ancak bunun ihtiyacını ya arka planda ya da farkında olarak yoğun bir şekilde hissederler. Yakın bir ilişkiye ihtiyaçları olmadığını iddia edebilirler. Yakın ilişki içine girdiklerinde yoğun sıkıntı, boğuluyormuş hissi yaşarlar ve uzaklaşma ihtiyacı içine girerler. Karşı taraf ayrılıkla ilgili üzüntü yaşarken çok soğukkanlı ve hissiz görünebilirler. Bu rahatsızlığa yol açan en büyük etkenin erken dönem çocuklukta yaşanan anne ihmali olduğu yönünde klinik gözlemler vardır.
Şizoid kişilik bozukluğu olan insanların sosyal ortamlardan kaçınmalarının dinamiği, sosyal fobisi olan kişilerinkinden çok farklıdır. Sosyal fobisi olan kişiler ilişki kurmaya bilinçli bir şekilde ihtiyaç duyarlar ve ihtiyaç duyduklarını bilirler, ancak kaygıları nedeniyle bunu yapamazlar ya da yaptıklarında çok zorlanırlar. Şizoid kişilik bozukluğu ve şüpheci kişilik özellikleri olan kişilerde belirgin durumlar şöyle özetlenebilir:
Yalnız olmayı tercih ederler: Yalnız kalma ihtiyacını çok hissederler. Yalnız olduklarında kısmen rahatlarlar ancak bu durum yalnız başına her zaman iyi hissettikleri ve iyi vakit geçirdikleri anlamına gelmez. Başkaları ile duygusal paylaşım yaşama arzuları vardır ancak bu durum o kadar kaygı ve sıkıntı yaratır ki yalnız kaldıklarında kendilerini rahatlamış hissederler. Ancak bir süre sonra bu yalnızlığın sonucu olarak boşluk duygusuna kapılabilirler, kimse tarafından sevilmediklerini düşünebilirler ve hiçbir çıkış olmadığını hissedip intihar etmeye teşebbüs edebilirler.
Duygusuz görünürler: Etraflarında olup biten durumlardan ve kendi yaşadıkları olumsuzluklardan hiç etkilenmiyormuş gibi görünürler. O esnada hiçbir duygu belirtisi göstermeyebilirler ve/veya hissetmeyebilirler. Ancak bu durum, sonrasında yoğun bunaltılar yaşamayacakları anlamına gelmez.
Empatik değildirler: Karşısındaki kişinin duygularına karşı duyarsızdırlar; bu durum karşısındaki kişileri çileden çıkartacak, hatta kendileri ile ilgili bir sorun olduğunu düşünmelerini sağlayacak kadar ileri boyutta olabilir.
Paranoid kişilik bozukluğu: Temel özelliği yaygın bir kuşkuculuk ve başkalarına güvensizliktir (kendisinin sömürüldüğü, hakkının yendiği, eşinin/iş arkadaşlarının sdaakatsizliği, söylediklerinin alyhinde kullanacağı, kin duyma vb ile kendisini gösterir). Hezeyan yoktur.
Paranoid kişilik bozukluğu genel tanımı ile kişinin diğer kişilere aşırı derecede nedensiz ve süreklilik arz eden bir şekilde şüpheci ve güvensiz yaklaşımıdır. Kişinin günlük yaşamını etkiliyorsa, sorumluluklarını engelliyorsa ve sık sık tekrar ediyorsa bu teşhis konabilir. Bu kişiler, genellikle şüpheci ve öfkeli yaklaşımlarından ötürü yakın ilişkiler kuramazlar. Kuşkucu, gergin, alıngan kişilerdir. Diğer kişilerin onlar hakkında kötü düşünceler beslediğini düşündükleri için yalnız kalmayı tercih ederler. Bu kişilerde başkalarına soğuk, mesafeli duran, çabuk eleştiren, eleştiri kaldıramayan özellikleri belirgindir. Eşleri ve sevgililerinin sadakatsizliği ile ilgili kuşkulara kapılırlar.
Bu rahatsızlığa sahip kişiler, çevresindeki insanlar üzerinde aşırı kontrol sağlama gereksinimi duyarlar; bunu yapamadıklarında şüphecilikleri artar ve öfkelenirler. İşbirlikçi bir yapıya sahip değildirler, katıdırlar, eleştireldirler fakat eleştirilmeyi kabullenmezler.
Genellikle içlerinde kendilerini aşırı derecede büyük görme fantezileri vardır; bunun dışa vurumu karşısındaki kişilere, özellikle ilişki içinde bulundukları ve iletişim kurmak zorunda oldukları insanlara baskın ve eleştirel bir tutum sergilemeleri şeklinde görülür. Aşağılandıklarına ve kullanıldıklarına inandıklarından kendilerini değersiz hissettikleri için bu durumu aşırı büyüklük fantezileri ve bu fantezilerin dışa vurumu ile telafi etmeye çalışırlar. Paranoid kişilik bozukluğu ve şüpheci kişilik özellikleri olan kişilerde belirgin durumlar şunlardır:
Kullanıldıklarını ve Aşağılandıklarını Düşünürler: Belirli kişiler tarafından ya da iletişim geçtikleri bir çok insanla kurdukları ilişkilerde karşı tarafın herhangi olumsuz bir tutumu, tavrı, ya da sözünü aşağılama ve tehdit olarak algılama eğilimleri vardır. Birisinin yararına, kendi istekleri ile dahi bir şey yaptıklarında kullanıldıklarını ve karşıdaki kişinin kendilerinden faydalandığını hissederler.
Etraflarındaki İnsanların Güvenilir Olmadığına İnanırlar: Toplumun ve arkadaş gruplarının güvenilir olmadıklarına ve her an kendilerine bir zarar vereceklerine inanırlar. Ağır kişilik bozukluğu söz konusu ise kimsenin yanında güvende hissedemeyeceklerini hissederler. Bu durum, kişilik bozukluğu olmayıp kişide bir kişilik özelliği olarak varsa insanlara ve onların davranışlarına şüpheci ve temkinli yaklaşma gerekliliği hissedilir. Bu his insanların çoğuna genellenmez ve çok şiddetli hissedilmez.
Sırlarını, Duygularını ve Sıkıntılarını Açamazlar: Aşırı ketumdurlar, kendileri ile ilgili mevzuları paylaşmaktan korkarlar ve genellikle paylaşmazlar. Eğer bir başkasına sırrını vermişler ise ya da iç dünyaları ile ilgili bir şey paylaşmışlarsa, açıldıkları kişinin bunu sağda solda konuştuğunu düşünürler ve çevrelerindeki diğer insanlarda bunun delilini ararlar. Bu bilginin art niyetli kullanılacağını düşünürler. Yanlarından biri geçerken selam vermek için gülümsediğinde bunun altında paylaştığı konu ile ilgili gizli bir mana ararlar.
Olaylarda ve Yorumlarda Gizli Anlamlar Ararlar: Yaşanan bir olay ya da söylenen bir söz kendileri ile ilgili olmadığı halde kendilerine yönelik bir imada bulunulduğundan şüphe ederler. Konuştuğu kişinin söylediklerinin genelinde ya da sadece bir kelimede gizli anlamlar ararlar. Kimse onların yararı ve çıkarı doğrultusunda bir şey söylemiyordur; onlar için, karşısındaki kişinin söylediğinin arkasında mutlaka gizli bir mana vardır.
Aile ve Akrabalar Onlar İçin Vefasız Kişilerdir: En yakınlarında olan insanların yaptıkları olumlu yaklaşım ve tutumları görmezler; bu insanlarla ilgili en ufak bir sorun olduğunda dahi onları vefasızlıkla suçlarlar.
Doç. Dr. Adnan Çoban