logo

Hastalık hissedilir de sağlık hissedilmez.

İÇİNDEKİLER

ALS hastalığı nedir? Belirtileri ve süreci

Lenfosit nedir? – Kan Uyuşmazlığı Nedir? Neden Olur? – Kan testi ile kanser tanısı konabilir mi? – Kadınlarda 20 Kanser Belirtisi – Akciğer Kanseri Nedir? Türleri Nedir? Evreleme Nedir? – Kansere Bağlı Gelişen Kalp Hastalıklarının Belirtileri – Kemoterapinin Kalp Üzerine Etkileri – Kadınlarda Akciğer Kanseri Belirtileri Nelerdir?

Bağırsak Florasının Önemi Nedir? – Bağırsak Sağlığı Neden Önemlidir? – Bağırsak Hastalıkları Nelerdir?

ALS hastalığı nedir? Belirtileri ve süreci

Amyotrofik lateral skleroz ya da ALS, esas olarak istemli kas hareketinin kontrolünden sorumlu sinir hücrelerinin hasarından kaynaklanan nadir bir nörolojik hastalık grubudur. İstemli kaslar çiğneme, yürüme ve konuşma gibi hareketlerin yapılmasında görevlidir. ALS hastalığı ilerleyicidir ve belirtiler zamanla kötüleşme eğilimi gösterir. Günümüzde, ALS hastalığının ilerleyişini durdurmak ya da tam tedavi sağlamak için herhangi bir tedavi seçeneği yoktur ancak bu konudaki araştırmalar devam etmektedir.

ALS belirtileri nelerdir?

ALS’nin başlangıç ​​belirtileri farklı hastalarda farklı şekillerde kendini gösterir. Birisi kalem ya da kahve fincanını tutmakta zorluk çekerken, bir başka kişi konuşma ile ilgili problem yaşayabilir. ALS tipik olarak kademeli bir şekilde ilerleyen bir hastalıktır.

ALS’de en sık olarak görülen erken belirtiler:

  • Yürürken tökezleme,
  • Eşyaları taşımada güçlük,
  • Konuşmada bozulma,
  • Yutma problemleri,
  • Kaslarda kramplar ve sertlik,
  • Başı dik tutmada güçlük çekme şekilde sıralanabilir. 

ALS ilk başlarda sadece bir eli etkileyebilir. Ya da sadece bir bacağınızda sorun yaşayabilirsiniz, bu da düz bir çizgide yürümeyi zorlaştırır. Zamanla, kontrol ettiğiniz kasların neredeyse tamamı hastalıktan etkisine girer. Kalp ve mesane kasları gibi bazı organlar ise tamamen sağlıklı kalır.

ALS kötüleştikçe, daha fazla kasta hastalık belirtileri görülmeye başlar. Hastalığın daha ileri belirtileri arasında:

  • Kaslarda ileri derecede güçsüzlük,
  • Kas kütlesinde azalma,
  • Çiğneme ve yutma problemlerinde artış gibi belirtiler bulunur.

ALS nedenleri nelerdir?

Hastalık, vakaların %5 ila 10’unda kalıtım yoluyla ebeveynlerden aktarılırken, diğerlerinin bilinen bir nedeni bulunamamaktadır. Bu grup hastalardaki olası nedenler;

Gen mutasyonu. Çeşitli genetik mutasyonlar kalıtsal olmayan ALS’ye yol açabilir, bu da kalıtsal olmayan formla neredeyse aynı belirtilere neden olur.

Kimyasal dengesizlik. ALS’li kişilerde beyinde bulunan ve kimyasal mesaj taşıma işlevi gören glutamat seviyelerinde yükseklik saptanmıştır. Aşırı glutamatın sinir hücrelerinde hasar oluşturduğu araştırmalar sonucunda saptanmıştır.

Düzensiz bağışıklık yanıtı. Bazen bir kişinin bağışıklık sistemi, vücudunun kendi normal hücrelerine saldırarak sinir hücrelerinin ölümüne yol açabilir.

Proteinlerin anormal birikimi. Sinir hücreleri içindeki bazı proteinlerin anormal formları hücre içerisinde tedrici olarak birikerek hücrelere zarar vermektedir. 

ALS tanısı nasıl konulur?

Hastalığın erken dönemde teşhis edilmesi zordur; çünkü belirtiler diğer bazı nörolojik hastalıkları taklit edebilir. Diğer durumları ekarte etmek için kullanılan bazı testler:

  • Elektromiyogram (EMG)
  • Sinir iletim çalışması
  • Manyetik rezonans görüntüleme (MRG)
  • Kan ve idrar testleri
  • Lomber ponksiyon (İğneyle belden girilip omurilikten sıvı alma işlemi)
  • Kas biyopsisi

ALS tedavi yöntemleri nelerdir?

Tedaviler hastalığın yaptığı hasarı düzeltemez; fakat belirtilerin ilerlemesini yavaşlatabilir, komplikasyonları önleyebilir ve hastayı daha rahat ve bağımsız hale getirebilir. Tedavi için birçok alanda eğitilmiş entegre bir doktor ve sağlık personeli ekibine ihtiyaç vardır. Bu hayatta kalma sürenizi uzatabilir ve yaşam kalitenizi artırabilir. Tedavide çeşitli ilaçlar, fizik tedavi ve rehabilitasyon, konuşma terapisi, beslenme takviyeleri, psikolojik ve sosyal destek tedavileri gibi yöntemler kullanılmaktadır.

ALS tedavisi için FDA tarafından onaylanan Riluzole ve Edaravone isimli iki farklı ilaç bulunmaktadır. Riluzole, bazı kişilerde hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaktadır. Bu etkisini ALS’li kişilerin beyninde sıklıkla yüksek seviyelerde bulunan glutamat isimli kimyasal bir habercinin seviyelerini azaltarak yapmaktadır. Riluzole, ağızdan hap şeklinde alınan bir ilaçtır. Edaravone ise hastaya damar yoluyla verilmekte olup ciddi yan etkiler yol açabilmektedir. Bu iki ilaca ek olarak kas krampları, kabızlık, yorgunluk, aşırı tükrük salgısı, uyku sorunları, depresyon gibi belirtileri hafifletmek için doktorunuz farklı ilaçlar önerebilir.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Sandıkçı / Nöroloji

Kadınlarda Akciğer Kanseri Belirtileri Nelerdir?

Akciğer kanseri belirtileri ve risk faktörleri kadınlar ve erkekler arasında benzerdir, fakat oranlar farklılık gösterir. 2020 Dünya Kanser İstatistikleri’ne göre akciğer kanseri, kadın ve erkeklerde en sık yaşam kaybına neden olan kanser olmaya devam ediyor; kansere bağlı tüm yaşam kayıplarının %18’i akciğer kanseri kaynaklıdır. ABD verilerine göre, akciğer kanseri oranları son 40 yıldır erkeklerde %35’e kadar gerilerken, kadınlarda %87 kadar artmıştır.

Kadınlar ve erkeklerde akciğer kanserinin belirtileri nelerdir?

Kadınlar ve erkekler akciğer kanserine dair çok benzer belirtiler gösterir.

Belirtiler şu şekildedir;

  • Nefes darlığı
  • Hırıltılı solunum
  • Ses kısıklığı
  • Yorgunluk
  • Kalıcı ve kötüleşen öksürük
  • Yutma güçlüğü
  • İştah kaybı
  • Kilo kaybı
  • Devam eden göğüs ağrısı
  • Kanlı öksürük
  • Tekrarlayan akciğer enfeksiyonları; zatürre veya bronşit

Kadınlar ve erkeklerde akciğer kanseri için risk faktörleri

Risk faktörleri de belirtiler gibi kadınlar ve erkeklerde benzerdir.

  • Sigara içmek
  • Sigara dumanına maruz kalmak
  • Asbest veya radona maruz kalmak
  • Ailede akciğer kanseri geçmişi
  • Akciğer kanseri de dahil olmak üzere akciğer rahatsızlığı geçirmiş olmak
  • Sağlıksız bir diyet

Sigara içmek ve sigara dumanına maruz kalmak, akciğer kanseri için en önemli risk faktörüdür.

Kadınlar ve erkekler arasında genetik ve hormonal farklılıklar

Torasik ve Kardiyovasküler Cerrahi Seminerlerinde yayınlanan bir 2014 araştırması, belli genlerin ve hormonların kadınlarda akciğer kanserine bağlı yaşam kaybı oranını artırdığını ileri sürmüştür.

Genetik

Araştırmacılar, kadınlar ve erkekler arasındaki akciğer kanseri oranlarının farklılık göstermesini açıklayabilen birkaç gen tanımlamıştır. Kişi bu genlerden bazılarını kalıtımla alabiliyorken, diğerlerini de tütüne maruz kalmak aktive eder.

KRAS:  

KRAS genindeki herhangi bir mutasyon kanserli tümörleri daha hızlı büyütebilir. Buradaki bir mutasyon ayrıca tümörlerin daha büyük olasılıkla metastaz yapmasına (yayılmasına) sebep olabilir. İncelemede, KRAS mutasyonlarının diğer hormonlar ile birlikte kadın cinsiyet hormonu olan östrojene maruz kaldıktan sonra akciğer kanserinin büyümesini daha agresif hale getirebileceği gösterilmiştir.

GRPR:

İnceleme, Gastrin Salgılayan Peptid Peseptör (GRPR) aktivitesini kanser hücre büyümesi ile ilişkilendirir. Bu reseptör kadınlarda daha aktiftir ve östrojene maruz kalmak reseptörün etkilerini artırabilir.

EGFR:

Epidermal Büyüme Faktörü (EGFR), akciğer kanseri olan kişilerde sıklıkla bulunan bir proteindir. EGFR’yi üreten gendeki mutasyonlar erkeklere oranla kadınlarda önemli derecede daha yaygındır. HER2, çoğu adenokarsinom vakasında bulunan EGFR gen gruplarının bir parçasıdır. HER2, akciğer kanseri olan kadınlar arasında daha olumsuz hayatta kalma oranları ile bağlantılıdır.

Hormonal farklılık: Östrojen

Östrojene uzun vadeli maruz kalmak akciğer kanseri riskini etkileyebilir. Östrojen seviyelerini etkileyebilecek faktörler şunlardır;

  • Varsa hamilelik sayısı
  • İlk adet-menstürasyon yaşı
  • Menopozun başladığı yaş

Araştırmacılar, kadınlar ve erkeklerden elde edilen akciğer kanseri hücreleri üzerinde östrojen reseptörleri buldu. Akciğer kanseri gelişimde genler ve hormonlar üzerine yapılan aynı 2014 incelemesi de östrojenin tümör hücrelerinin büyümesini teşvik ettiğini göstermiştir. Ayrıca inceleme tedavilerin kanser baskılayıcı etkilerinin, östrojeni bloke ettiğini kanıtlamıştır. 

Kadınlar ve erkeklerde akciğer kanserinin tedavisi

Öncelikle akciğer kanserinin doğru tedavisi kanserin tanıdaki evresine bağlıdır.

  • Erken evrede akciğer kanseri ameliyatı ilk akla gelen tedavi seçeneğidir. Bazı doktorlar hücrelerin kalmadığından emin olmak adına ameliyatı desteklemek için devamında kemoterapi, radyasyon tedavisi veya immünoterapi önerebilir.
  • Eğer akciğer kanseri önemli derecede yayılım göstermiş ise, ameliyat genellikle bir seçenek değildir. Bu evrede, doktor yaşam süresini uzatmak ve yaşam kalitesini artırmak için kemoterapi veya immünoterapi önerebilir.

Geleneksel olarak, kadın ve erkeklerdeki akciğer kanserini doktorların nasıl tedavi ettiğinde hiçbir farklılık yoktur. Ancak, akciğer kanserinin genetik ve hormonal yönlerini araştıran araştırmalar, erkeklere nazaran kadınlarda daha etkili olabilecek yeni tedavilere yol açmıştır. Ayrıca, belli genetik değişikliklerin ürünlerini (proteinleri ve reseptörleri) hedef alan ilaçların, sigara içmeyen akciğer kanserli kadınların tedavi edilmesinde daha etkili olabileceği görülmektedir.

Akciğer kanserinden sonra

Akciğer kanseri olumsuz prognoza (hastalığın seyri) sahip bir hastalık olarak bilinir. Kadınlar ve erkekler arasında belirtiler benzerken, kanser oranları ve kansere bağlı ölümler farklıdır. Bu hastalığın risklerini azaltacak daha çok araştırmaya ihtiyaç vardır.

Sonuç olarak, sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürmek ve tüm tütün ürünlerinden kaçınmak, herkes için akciğer kanseri geliştirme riskini azaltmaya yardımcı olur.

Prof. Dr. MUSTAFA ÖZDOĞAN

Chun C., Galan N. (2021, Feb 3). What are the signs of lung cancer in women? Medical News Today: https://www.medicalnewstoday.com adresinden alındı

Kanser ve Kalp Hastalıkları Arasındaki İlişki Nedir?

Kanser, kalp krizi başta olmak üzere çeşitli kalp rahatsızlıkları sonucu yaşam kaybı riskini artıran bir faktördür. Kanserin kendisi kadar uygulanan tedaviler de bu riski yükseltebilir. Kanser teşhisi konulduğu andan, hastalığın tedavisi bittiği, hatta sonrasına kadar kalp krizi geçirme riski yüksektir. Bu yüzden, özellikle kanser hastaları veya daha önce kanser tedavisi görmüş bireylerin, göğüs ağrısı gibi kalp krizi belirtisi olabilecek durumları görmezden gelmemeleri ve derhal tıbbi yardım almak için harekete geçmeleri hayati önem taşır. Kanser hastaları ve kanseri atlatmış bireylerin kalp krizi riski, genel topluma göre daha yüksek olabilmektedir. Bu durum, kanser hastalarını ve onların ailelerini tedirgin edebilir; ancak bu durumun farkında olmak ve bu riski yönetme yöntemlerini bilmek, kişilerin yaşam kalitesini artırabilir. Kanser teşhisi konulduğu andan, tedavi süresince ve hatta sonrasında kalp sağlığına dikkat etmek önemlidir.

Her ne kadar kanser hastaları ve tedavi görmüş bireyler yüksek kalp krizi riski taşıyor olsa da, bu durumdan korkmak yerine bilinçlenmek ve kalp sağlığını koruyacak adımlar atmak gereklidir. Kalp sağlığını korumak için düzenli kontrollerin ihmal edilmemesi, belirtilere dikkat edilmesi ve gerekli durumlarda hızlıca tıbbi yardım alınması, yaşamsal öneme sahiptir. Kısacası, kanser hastaları ve kanseri atlatanlar korkmamalı, fakat kalp sağlıklarına gereken önemi vermeli ve kontrollerini ihmal etmemelidirler.

Bilmek gerekir ki birçok kanser türünün ve kalp-damar hastalıklarının nedenleri ortaktır; sigara, obezite, hareketsiz yaşam, batı tarzı beslenme vb. Bu ortak risk faktörleri, kanser ve kalp hastalıkları arasındaki ilişkiyi açıklayabilir. Örneğin, sigara, akciğer kanseri ve kalp hastalığı için ortak bir risk faktörüdür. Ancak kanser tedavisinin kendisi de kalp hastalığı için bir faktörüdür. Bu nedenle kanser tasını almış bir kişinin sigarayı bırakması hem kanserin gidişatı hem de kalp-damar hastalığı riskinin azalmak için önemlidir.

Kanser Hastalarının Kalp Krizi Riski Nedir?

Yapılan çoğu çalışma, kanser ve kalp krizi arasında bir bağlantı olduğunu öne sürmektedir. Kalp-damar hastalığı, kalp krizi için önemli bir risktir ve kanser de kalp-damar hastalığı ile yüksek bir risk ilişkisine sahiptir. “Kalp krizi” terimi tıp dilinde “myokard enfarktüsü” veya “iskemik koroner olay”  gibi terimlerle de ifade edilmektedir. Ve bu ciddi durum, kalp-damar hastalıkları alt başlığında değerlendirilir. 

Kanser ve Kalp-Damar Hastalığı Riskine Dair Yapılan Bazı Araştırmalar

2017 yılında yapılan bir çalışma 6 aylık bir süre içinde kanser hastalarının kalp krizi riskinin, kanser olmayan hastalara göre daha fazla olduğunu gösterdi (sırasıyla %4,7 ve %2,2). Oran özellikle akciğer kanser hastalarında daha yüksekti (%8,3). Kanserin ileri evreleri ile de risk artmaktaydı. 2019 yılında ABD’de yapılan bir başka araştırmaya göre ise kanser hastalarının %10’undan fazlası kalp-damar hastalıklara bağlı olarak yaşamını kaybetmektedir. Çalışma, 1973 – 2012 yılları arasında, kanserli hastalar üzerinde yapıldı ve 28 farklı kanser çeşidi incelendi. 3,2 milyon kanser hastasının %38’i kanserden yaşamını yitirirken %11,3’ü kalp-damar hastalıktan hayatını kaybetti.

Kanser hastalarında, kalp-damar hastalıkları nedeniyle yaşamını yitirme riski aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

  • Akciğer kanseri olan hastaların riski en yüksektir.
  • 8 farklı kanser türünde de bu risk önemli bir boyuttadır.
  • 35 yaşından önce kanser teşhisi konulan bireylerde yaşam kaybı riski ciddi bir seviyededir.
  • Kanser teşhisi aldıktan sonraki bir yıl içinde, bu risk hayli yüksektir.

2020 yılında yapılan bir başka çalışmada da kanser tanısı alan genç hastalarda genel olarak riskin daha yüksek olduğunu gösteren benzer sonuçlar elde edildi. Ek olarak, kanserden kurtulan kişilerde kalp hastalığı riskinin, kalp krizi dahil olmak üzere zamanla da arttığı bulundu. Benzer bir çalışmada 2022 yılında, kanserden kurtulan yetişkinler üzerinde yapıldı ve bu kişilerin kalp-damar hastalık riskinde %42, kalp yetmezliği riskinde ise %52 artış görüldü.

Kanser Tedavisi ve Kalp Hastalıkları

Ne yazık ki bazı kanser türlerinde tedavi, kalp rahatsızlıklarını tetikleyebilmektedir veya temelde var olan bir kalp hastalığını gün yüzüne çıkartabilmektedir.

Özellikle kemoterapi gibi kanser tedavileri, doğrudan kalbi olumsuz etkileyebilir. Bazı ilaçlar da trombositlerin davranışlarını değiştirebilir ve kan pıhtısı oluşma riskini artırabilir.

Bazı cerrahi müdahaleler gibi girişimsel işlemler de kan pıhtısının riskine yol açarak kalp krizi veya pulmoner emboli gibi diğer sorunlara neden olabilir. Cerrahi işlemler her zaman kan pıhtısı oluşması açısından risk teşkil etmektedir, ki özellikle bu işlemler sonrasında hastalar uzun süre yatmak zorunda ise.

Bu tür riskler tıbbın her alanında bulunur ve her tedavi önerisi, bu risklerin olası yararlara kıyasla değerlendirildiği bir kar-zarar analizi içerir. Bir tedavi seçeneğine karar verirken, doktorlar ve hastaların birlikte, belirli tedavi seçeneklerinin faydalarını ve potansiyel komplikasyonları tartışması ve birlikte değerlendirmesi önemlidir. Tüm tıbbi işlemler, mevcut duruma bağlı olarak dikkatli bir şekilde planlanır ve uygulanır, böylece genel sağlık hedeflerine ulaşılabilmek için en iyi sonuçları elde etmek üzere olası riskler minimize edilir.

Kemoterapinin Kalp Üzerine Etkileri

Kemoterapi, kanseri tedavi etmek amaçlı kullanılsa da öte yandan kalbe zarar verebilir. Kalp hastalığı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi birçok kalp hastalığını riskini artırabilmektedir. Ne yazık ki kemoterapi, yalnızca vücutta bulunan kanser hücrelerini hedefe almaz. Kanser hücrelerinin yanı sıra kalp hücreleri dahil vücuttaki birçok sağlıklı hücreyi de yok etmektedir. Heart Matters adlı dergide yayımlanan bir makaleye göre, kemoterapi ilacı doksorubisin (adriamisin) kullanan 100 kişiden 7’sinde kalp yetmezliği gelişme riski vardır.

Akıllı / Hedefe Yönelik İlaçların Kalp Üzerine Etkileri

Meme kanserinde sık kullanılan bir akıllı ilaç olan trastuzumab etken maddeli Herceptin gibi hedefe yönelik terapiler, özellikle kalp yan etkisine neden olabilirler. Trastuzumab kullanımı, kalp yetmezliği ve sol ventrikül kasılma fonksiyonunun bozulmasına yol açabilir. Kardiyovasküler hastalık risk faktörleri, ileri yaş ve daha önce antrasiklin (adriamisin ve epirubisin) kemoterapileri ile tedavi, trastuzumabla tetiklenen kalp yan etkilerine yatkınlığı artırır, antrasiklin maruziyeti en önemli risk faktörüdür. Beta bloker ve anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörlerinin başlatılması trastuzumabla tetiklenen kalp yan etkilerini önleyebilir. Trastuzumabın yanı sıra diğer HER2 hedefli tedavilerin kalp yan etkileri oranları, önemli ölçüde daha düşük görünmektedir. Kardiyoloji takibi, genellikle tedavi süreci ve hastanın kişisel risk faktörlerine bağlıdır. Tipik olarak, aktif tedavi sırasında, her 3 ayda bir ekokardiyografi (EKO) önerilir, tedavi sonrası izlem 1 ila 5 yıl arasında değişebilir.

Kansere Bağlı Gelişen Kalp Hastalıklarının Belirtileri

Belirtiler olmaksızın da kalp hastalığına sahip olunabileceğini unutmamanın yanı sıra, kansere bağlı gelişen kalp rahatsızlıklarının belirtileri diğer türlere göre farklılık göstermez. Genel olarak, dikkat edilmesi gereken bazı belirtiler şunlardır:

  • Yüksek tansiyon
  • Yüksek kolesterol veya diyabet
  • Göğüs ağrısı
  • Nefes darlığı
  • Mide bulantısı
  • Kalp yanması
  • Göğüste sıkıntı (daralma) hisse

Kanser hastaları veya kanserde kurtulan kişilerin kalp hastalığı geçirme riski yüksek olduğundan, durumlarının değerlendirilmesi için mutlaka düzenli olarak bir kardiyoonkoloğa veya kardiyoloğa başvurmalıdır. Yukarıdaki belirtilerin yanı sıra dikkat etmesi gereken her bir unsur, bir uzman ile tartışılmalıdır. Ek olarak aşağıdaki sorunları yaşayan kişilerin de mutlaka bir uzmana gözükmeleri gerekmektedir:

  • Gelişen yeni kalp rahatsızlıkları
  • Kanser tedavisine bağlı gelişen yan etkiler
  • Diyabet gibi kalp hastalığı için risk teşkil eden yeni bir durum gelişmesi

Göğüs ağrısı, nefes darlığı veya diğer acil durumlarda derhal 112 aranmalı veya acil servislere başvurulmalıdır. Bu gibi durumlarda kesinlikle araba kullanılmamalıdır.

Kardiyoonkoloji, kanser tedavisi gören hastaların kalp sağlığına özel olarak odaklanan tıbbın bir alt dalıdır. Kanser tedavileri, özellikle belirli kemoterapi ilaçları ve radyasyon tedavisi, ciddi kalp ve damar yan etkilerine neden olabilir. Kardiyoonkoloji, bu riskleri en aza indirgemek, kalp sağlığını korumak ve kanser tedavisinin etkinliğini artırmak için stratejiler geliştirir. Kardiyoonkolog, kardiyoonkoloji alanında uzmanlaşmış bir kardiyoloji doktorudur.

Kansere Bağlı Gelişen Kalp Hastalığının Tedavisi ve Önlenmesi

Kanser tedavisi, hastanın kalp hastalığı, kalp krizi veya kan pıhtısı oluşturma riskine göre düzenlenmektedir. Kalp yetmezliği veya kalp krizi öyküsü olan kanser hastalarının tedavi seçenekleri, örneğin farklı bir kemoterapi ilacı ile değiştirilebilmektedir. Kalp krizi tedavisi, kişiden kişiye değişiklik gösterse de temelde amaç aynıdır. Kalbin kan pompalamasını kolaylaştırmak ve varsa pıhtıyı yoksa olası bir pıhtı oluşumunu engellemektir. Kalp krizine acil müdahalede şu uygulamalar yer alır: aspirin, klopidogrel gibi kan sulandırıcı ilaçlar, ağrı kesiciler, oksijen, koroner anjio ile balon veya stent yerleştirme ve tam tıkanmış koroner arterleri değiştirmek bypass cerrahisi.

Peki her kanser hastası kalp krizi riskini azaltmak için bir şey yapamaz mı? Elbette ki bu durumda kalp krizi riski tamamen ortadan kaldırılamasa da olabilecek en minimum düzeye indirilebilir. Kalp sağlığına dikkat eden yaşam tarzları riski azaltmaya yardımcı olacaktır;

  • Sigarayı bırakmak
  • Fiziksel olarak aktif olmak
  • Dengeli ve sağlıklı bir beslenme tarzı
  • Diğer kanser tedavi seçeneklerini değerlendirmek

Özetle Kanser ve Kalp Krizi Arasındaki İlişki

Kanser hastaları kalp-damar hastalıkları yönünden artan bir risk taşımaktadır. Bunun sebebi sadece kanser ve kanser tedavileri değil, bu iki hastalık grubunun ortak bir nedenler havuzuna sahip olmalarıdır. Bunun sonucu olarak kanser hastalarının %10’dan fazlası kalp-damar hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir.

Kanser hastaları kalp krizi riskinin farkında olmalı ve acil durumlarda tıbbi yardım almalıdır.

Araştırmalar, kanser hastalarının kalp krizi riskinin kanser olmayanlara göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Farklı kanser tedavileri, kalp üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir. Kanser tedavisi alırken kalp sağlığının gözetilmesi önemlidir. Kanser hastaları ve kanseri atlatan kişiler düzenli olarak kardiyolog ile görüşmelidir. Kalp hastalığına bağlı gelişen belirtiler hakkında bilgi sahibi olunmalı ve acil durumlarda hemen tıbbi yardım alınmalıdır. Kansere bağlı gelişen kalp hastalıklarının tedavisi, risk faktörlerine göre planlanır. Yaşam tarzı değişiklikleri, kalp krizi riskini azaltmaya yardımcı olacaktır.

PROF. DR. MUSTAFA ÖZDOĞAN

Akciğer Kanseri Ne Hızda Büyür? İkiye Katlanma ve Yayılma Süresi Kavramları

Akciğer kanserinin ne kadar hızlı büyüdüğünü ve ne kadar sürede yayıldığını merak eden pek çok kişi vardır. Bu aynı zamanda kanserin ne zaman oluşmaya başladığı sorusunu da gündeme getirir. Bu konu sadece bir matematik problemi değildir, zira akciğer kanserinin büyüme hızı, tedavi kararlarını ve hatta tedavi yaklaşımlarını etkileyebilir. İşte bu nedenle, genetik test sonuçlarını beklemek mi yoksa hemen tedaviye başlamak mı gerektiği, tespit edilen bir akciğer nodülünün izlenip beklenmesi mi yoksa hemen müdahale edilmesi mi gerektiği gibi sorular oldukça önemlidir. Bu makale, akciğer kanserinin büyüme ve yayılımı hakkında sıkça sorulan bu tür sorulara yanıt verirken büyüme hızından başka önemli faktörleri de ele alacaktır.

Her Kanser Farklıdır

Her birey farklı olduğu gibi, her kanser de farklıdır. Aynı tip ve evredeki iki akciğer kanseri bile moleküler seviyede oldukça farklı davranabilir. Her kanser aynı hızda büyümez ve eğer büyürse bile, ne kadar hızlı büyüyeceğini güvenilir bir şekilde tahmin etmeniz gerekir ve bu yeterli olmaz, daha fazla bilgiye ihtiyaç duyarsınız. Her tedavi kararı çoklu faktörlere dayanır.

Tanı ve tedavi başlangıcı arasındaki süre, sonuçları etkileyebilir. Bazı durumlarda, tedaviye hemen başlamak doğru seçim olmayabilir. Belirli bir gen mutasyonunun hedef alınabileceği durumlarda, test sonuçlarını 3-4 hafta beklemek daha iyi bir sonuç verebilir. Akciğer kanserinin büyüme hızını anlamak önemlidir, ancak bu tek başına yeterli olmayabilir. Kanserin nasıl büyüyeceği ve yayılacağına dair bilgi veren diğer faktörler de vardır, bunlardan biri de akciğer kanserinin alt türüdür.

Akciğer Kanseri Ne Kadar Hızlı Büyür?

Proliferasyon, akciğer kanseri hücrelerinin ne kadar hızlı büyüdüğünü tanımlar.

İkiye katlanma süresi, bir tümörün boyutunun ikiye katlanması için gereken zamandır.

İkiye katlanma süresi, kanserin ne kadar hızlı büyüyeceğini anlamanıza yardımcı olabilir. Genel olarak, akciğer kanserlerinin boyutları ortalama dört ila beş ayda iki katına çıkar. Bununla birlikte akciğer kanseri için ikiye katlanma süresinin en önemli belirleyicisi, tümörün küçük hücreli akciğer karsinomu (KHAK) veya küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK) olmasıdır diyebiliriz.

Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinin (KHDAK) İki Katına Çıkma Süresi

KHDAK’nin iki katına çıkma süresi, bazı faktörlere dayanarak değişiklik gösterebilir, örneğin:

  • Kanserin alt tipi: KHDAK’nin de kendi içinde en az 4 alt türü vardır:adenokarsinom, skuamöz (yassı hücreli) karsinom, büyük hücreli karsinom, NOS (not otherwise specified= başka türlü sınıflandırılamayan).
  • Var olan bir sigara içme geçmişi

Bir çalışma, tümör büyüme hızını incelemek için ortalama 25 gün arayla bilgisayarlı tomografi (BT) taramaları kullandı. Taramaların ardından hastaların tümörleri ameliyatla çıkarıldı.

Çalışma, tümör boyutunun ortalama iki katına çıkma süresinin 191 gün olduğunu buldu. Küçük hücreli dışı tümörler, küçük hücreli akciğer tümörlerinden önemli ölçüde daha yavaş büyüdü. Sigara içen kişilerdeki tümörler, hiç sigara içmeyenler ya da sigarayı bırakanlarda olduğundan daha hızlı iki katına çıktı.

İlginç bir bulgu, iki katına çıkma süresi 400 günden fazla olan tümörleri olan hastaların mutlaka daha iyi bir prognoza (hastalık gidişatına) sahip olmadığıydı. Bu tür tümörleri olan hastaların üçte birinde, kanser vücudun uzak kısımlarına yayılmıştı.

Başka bir çalışma daha BT ile tespit edilen akciğer kanserinin iki katına çıkma süresine baktı. Araştırmacılar, tümörleri üç kategoriye ayırdılar:

  • Hızlı büyüyen, iki katına çıkma süresi 183 günden az olanlar: %15.8
  • Tipik/normal, iki katına çıkma süresi 183 ila 365 gün olanlar: %36.5
  • Yavaş büyüyen, iki katına çıkma süresi 365 günün üzerinde olanlar: %47.6

Sonra bu iki katına çıkma sürelerini alt tiplerle karşılaştırdılar. Yavaş büyüyen grup içindeki hastaların %86.7’sinin akciğer adenokarsinom olarak adlandırılan alt tipi vardı. Bu alt tiplerdeki hastaların sadece %20’si hızlı iki katına çıkma grubundaydı.

Buna karşılık, hızlı büyüyen grup içerisindeki hastaların %60’ında akciğerin skuamöz hücreli karsinoması bulunmaktaydı. Yavaş büyüyen grup içerisinde ise bu alt tip sadece %3.3’ünde görüldü.

Akciğerin skuamöz hücreli karsinomasının büyüme hızı genellikle akciğer adenokarsinomasından daha hızlı olma eğilimindedir.

Araştırmalar ayrıca EGFR pozitif olan adenokarsinomların ikiye katlanma süresine de bakmıştır. Akciğer kanseri olan bu mutasyona sahip çoğu kişinin sigara içme geçmişi yoktur veya çok azdır. Bu çalışmalar karmaşık sonuçlar vermiştir, bazıları daha uzun bir ikiye katlanma süresi gösterirken, diğerleri göstermemiştir.

Küçük Hücreli Akciğer Kanserinin İkiye Katlanma Süresi

KHDAK’nin 4 evresi vardır, ancak küçük hücreli akciğer kanseri 2 evrede değerlendirilir:

  • toraksa (göğüs bölgesine) sınırlı evre ve
  • ileri (diğer vücut bölümlerine yayılmış) evre.

Küçük hücreli akciğer kanserinde ikiye katlanma süresi, KHDAK’deki kadar iyi incelenmemiştir. Hem hızlı olduğu hem de evreye bağlı olduğu görünmektedir.

2012 yılında yapılan bir çalışma, küçük hücreli akciğer kanseri olan kişilerde ilk BT görüntü taramalarına baktı. Ana tümör için ortalama ikiye katlanma süresi 70 gün ve etkilenen lenf düğümleri için 51.1 gündü. İkilenme süresi, ileri evre hastalıkta sınırlı evre hastalığa göre çok daha hızlıydı. İleri evre hastalığın ikilenme süresi 24 günken, sınırlı evre 97.6 gündü.

Büyüme Oranını Etkileyen Faktörler

Akciğer kanserinin büyüme oranını etkileyebilecek bir dizi faktör vardır, bunlar arasında:

  • Akciğer kanserinin ana türü (KHDAK ve KHAK) ve alt türü
  • Genetik mutasyonlar, örneğin EGFR
  • Sigara içme durumu
  • Erkekler ve kadınlar arasındaki farklar
  • Tümörün teşhisinde kullanılan teknikler

Farklı kanser alt tiplerinin farklı hızlarda büyüyebileceği görülmüştür. Sigara içme geçmişi gibi diğer faktörler de rol oynar.

İkilenme Sürelerine Dayalı Tahminler

Tümörün ikiye katlanma süresi, tümörün büyümesini tahmin etmek için kullanıldığında yararlıdır. Bir çalışma, ameliyat edilemeyen akciğer kanseri olan kişilerin tahmini yaşam sürelerine baktı. İkilenme süresinin, yaşam sürelerini tahmin etmek için kullanılabileceği bulundu.

Tedavi Almayan Bir Hasta için Tahminler

Araştırmacılar bazen bir kanser türü için ikiye katlanma süresine bakarlar ve bir kişinin tedavi olmadan ne kadar süreyle yaşayabileceğini tahmin etmeye çalışırlar. Genel olarak, mevcut modellerin bu soruyu doğru bir şekilde yanıtlamadığı düşünülmektedir.

Metastaz (Yayılma) Süresi

Hastalar ayrıca akciğer kanserinin vücudun diğer bölgelerine yayılmasının ne kadar sürdüğünü de bilmek isterler. Buna metastaz denir. Kansere bağlı yaşam kayıplarının %90’ı metastazlara bağlı olduğu için, bu önemli bir sorudur. Farklılıklar olsa da, neredeyse her tür akciğer kanserinin potansiyel olarak yayılabilme olasılığı olduğunu belirtmek önemlidir. Bunun istisnası, evre 0 akciğer kanseri veya invaziv olmayan karsinoma in situdur. Küçük hücreli akciğer kanseri çok erken yayılabilir. Hatta erken evrede küçük hücreli akciğer kanserleri beyne veya diğer organlara yayılabilir. KHAK’da sık olarak beyinle ilgili belirtiler hastalığın ilk belirtisidir.

Buna karşın, akciğerin skuamöz hücreli karsinomları, yayılmadan önce oldukça büyük olabilir. 8-10 cm boyuta ulaştığı halde metastaz yapmamış skuamöz hücreli akciğer karsinomları bilinmektedir.

Genel olarak, akciğer kanseri metastazlarının en yaygın yerleri şunlardır:

  • Kemik (%34.3)
  • Diğer akciğer (%32.1)
  • Beyin (%28.4)
  • Adrenal (böbrek üstü) bezler (%16.7)
  • Karaciğer (%13.4)

Büyüme Oranından Farklı Faktörler

Bir tümörün metastaz yapma (yayılma) ihtimali, genellikle büyüme hızından veya ikilenme süresinden farklı faktörlere bağlıdır.

Bir tümörün belirli bir boyuta ulaşması gerektiği ve öncelikle lenf düğümlerine, ardından oradan başka yerlere yayılacağı düşünülüyordu. Ancak artık bu durumun böyle olmadığını biliyoruz. Bunun yerine, tümörler yayılmalarına yardımcı olan belirli mutasyonlara sahip olabilir. Hız ayrıca, hücrelerin vücutta nasıl taşındığına/hareket ettiğine de bağlı olabilir.

Öncelikle, kanser hücrelerinin hem bulunduğu yerden hem bağışıklık sisteminden “kaçması” gerekiyor. Normal hücreler, kendileriini bir arada tutan moleküllere sahiptir. Kanser hücrelerindeki farklı mutasyonlar, onların daha kolay veya daha zor ayrılmasını sağlayabilir. Daha sonra kan, lenfatik sistem veya hava yolları aracılığıyla hareket etmeleri gerekiyor. Kanserin lenfatik sistem aracılığıyla yayılması daha uzun sürer. Ancak, kan dolaşımı, kanser hücrelerini vücudun diğer bölgelerinde çok daha hızlı “ekmek” için bir yol olabilir. Bazen bu, tümör bulunmadan çok önce bile olabilir. Çok erken evre KHAK’de bile tümör hücrelerinin kan dolaşımında bulunması yaygındır.

Yeni varış yeri olan bir konumda çoğu kanser hücreleri ölür. Büyümenin gerçekleşmesi için, hücrelerin bir kan kaynağına, yani anjiyogeneze ihtiyacı vardır. Ayrıca, bağışıklık sisteminin onlara saldırmaması için çevrenin değişmesi gerekmektedir. Bunu yapmak için, normal hücrelerle iletişim kurmaları gerekiyor. Bazı akciğer kanseri hücrelerinin, bu işlemleri daha kolay gerçekleştirmelerine izin veren mutasyonlar geliştirdikleri olabilir. Bu, hücrelerin vücudun diğer bölgelerinde yerleşmeyi önlemek için yollar bulmanın önemli olduğu anlamına gelir. Örneğin, erken evre meme kanserinde, bisfosfonatlar kanserin tekrarlama riskini azaltabilir. Bu ilaçlar, kemik mikro-çevresini değiştirerek çalışır. Kemik koruyucu olarak bilinen bu ilaçların etki mekanizması, kemik dokuya yeni gelen kanser hücrelerinin yerleşmesini önlemeye çalışmaktır.

Nüks (Tekrarlama) Süresi

Tanı anındaki bir tümörün boyutu ve pozitif lenf düğümlerinin sayısı, kanserin nüksetme (tekrarlama) olasılığı ile ilişkilidir. Ancak, bunlar tek tek kişilerde ne olacağını tahmin edemez. Yeni araştırmalar, bir tümörün parçalarındaki hücre çeşitliliği veya farklılıkların, onun nüksetme yeteneğini etkileyebileceğini bulmuştur.

Akciğer Kanseri Ne Zaman Başlar?

Birçok hasta, kanserlerinin ne zaman başladığını merak eder. Belki hayatlarının stresli bir dönemine ya da belirli bir kimyasal maruz kalma durumuna bağlı olarak kanserin oluştuğunu düşünüyor olabilirler. Ancak bu sorunun net bir yanıtı bulunmamaktadır. 2017 yılında gerçekleştirilen bir araştırma, akciğer kanserinin gelişiminin uzun bir süreç olabileceğini, belki de on yıllar alabileceğini belirtti. Bu durum, özellikle akciğer adenokarsinomları (akciğerin bezlerinden kaynaklanan bir kanser türü) için geçerli olabilir. Yani, bir akciğer kanseri, aslında hastanın kanser teşhisi almasından çok daha önce, belki de on yıllar önce başlamış olabilir. Bu nedenle, kanserin belirli bir olay veya döneme bağlanması genellikle zordur ve genellikle bir dizi faktörün etkileşimi söz konusudur.

Akciğer kanseri genellikle erken evrelerde herhangi bir belirti göstermez. Aksine, belirtiler genellikle kanser ilerledikçe ortaya çıkar. Bu, hastalığın genellikle ileri evrelerde tespit edildiği anlamına gelir. Erken evrelerde fark edilen akciğer kanseri genellikle rastgele bir bulgu olarak karşımıza çıkar veya başka bir durum için yapılan taramalar sırasında tespit edilir. Yüksek risk altındaki kişilerde, düşük dozlu bilgisayarlı tomografi (BT) taramaları, akciğer kanserini erken evrelerde tespit edebilir. Ancak, bu tür taramaların kullanılması için belirli risk faktörlerinin bulunması gerekmektedir.

Bu nedenle, akciğer kanseri teşhisi genellikle hastalığın ilerlemiş olduğu bir aşamada konulur ve bu durum tedavi seçeneklerini ve genel prognozu (hastalığın seyri) etkiler.

Sonuç olarak, akciğer kanserinin büyüme hızları çeşitli faktörlere bağlıdır ve her hastanın deneyimi farklı olacaktır. Akciğer kanseri tanısı alan hastaların, doktorlarıyla bu faktörleri ve büyüme hızının tedavi seçeneklerini nasıl etkileyebileceğini tartışmaları önemlidir. Örneğin, hızlı büyüyen bir tümör daha agresif bir tedavi yaklaşımı gerektirebilir, ancak yavaş büyüyen bir tümör için farklı bir yaklaşım daha uygun olabilir.

Özet

Akciğer kanserinin yayılma hızı her hastada farklıdır. İkiye katlanma süresi önemli bilgiler sağlayabilir, ancak büyüme hızını tahmin etmede tek belirleyici faktör bu değildir. Akciğer kanserinin farklı alt tipleri farklı hızlarda büyüyebilir. Büyüme hızları, genetik mutasyonlar ve sigara kullanma geçmişi gibi faktörlere de bağlı olabilir. Bazı kanser türleri vücudun uzak bölgelerine yayılmada daha başarılı olabilir. Akciğer kanseri, bir BT taraması ile erken yakalanabilir. Eğer sigara içtiğiniz için yüksek risk grubundaysanız, doktorunuzla akciğer kanseri taraması hakkında konuşun.

Son Bir Söz

Günümüzde, yeni teşhis konmuş hastalar tedaviye başlamadan önce genellikle genomik testler yapılmaktadır. Bu durum, bazen iki ila dört hafta sürebilen sonuçların beklenmesi sırasında kanserlerinin yayılacağı konusunda hastaların endişelenmesine neden olabilir. Hastalığın seyri veya bir kişinin hastalıkla nasıl başa çıktığı en önemli şeydir. En iyi tedavi seçeneklerini bilmeden hemen tedaviye başlamak bazen daha çok zarar verebilir.

Kanser tedavisi hızla değişiyor ve birçok yeni tedavi seçeneği mevcut. Bu nedenle güvendiğiniz bir doktor bulmak önemlidir. Hastalığınız hakkında bilgi edinmenin bir diğer yolu da, belirsizlikle yüzleşirken destek alabileceğiniz uzman veya bu deneyimi yaşamış kişilerle iletişime geçmektir.

PROF. DR. MUSTAFA ÖZDOĞAN

Kanserli bir kişinin yaşamının sonuna geldiğinin belirtileri ve hasta yakınları için öneriler

Kanser hastalarının son günlerinin belirtileri
Doğum, yaşam ve yaşamın sonunda ölüm, bir döngü olarak bu hayatın en doğal halidir. Bir başka deyişle, yaşam olduğu sürece ölüm de olacaktır. Bununla birlikte ölüme ve ölüm sürecine bakış inanç ve kültürlere göre değişiklikler göstermektedir. Birçok kültürde yaşamın sona ermesinin veya sevdiğinden ayrılmanın verdiği acıyla büyük üzüntüler ve yas görülürken, kimilerinde ise bu bitişin daha büyük bir doğuşun adımı olduğu inancı ağır basan duygudur. Her ne inançla olursa olsun, ölüm sürecinin zor yanları vardır. Bu yazıda, hem hastaların hem yakınlarının yaşamın sonuna kanser nedeniyle yaklaşırken karşılaşabileceği durumlar hakkında bilgi vermeyi ve önerilerle yardımcı olmayı hedefledik.
Yaşamın son döneminde vücut fonksiyonlarında olabilecek değişiklikler
Genellikle hasta yatar ve zayıfladığı için harekette zorlanır.
Hapları ve ilaçları yutma problemi yaşanır.
Fazla uyuşukluk hissedebilir.
Hasta zar zor uyuyabilir ve uyanması zorlaşabilir, uyumak çin ağrı kesicilere veya sakinleştiricilere ihtiyaç duyabilir.
Günlük aktivitelerin hemen hepsini yardımla yapmaya ihtiyaç duyar.
Gıda alımı azalır, genellikle gün boyunca çok az yiyecek ve sıvı alımıyla
Dikkat süresi kısalır, odaklanma sorunu yaşanır.
Aniden ellerin, kolların, bacakların veya yüzün kasılmaları görülebilir.
Zaman, mekan veya kişilerle ilgili kafa karışıklığı yaşayabilir.
İletişimde güçlük çekebilir.

Bu durumda refakatçinin yapabilecekleri

  • Hasta ağrı kesici hapları yutmakta zorlanırsa, deri üstüne uygulanan bant, deri altı iğne ve sıvı ağrı kesici ilaçlar hakkında bilgi alın.
  • Hasta yutma sorunu yaşıyorsa, katı gıdalar vermeyin.
  • Hastanın 1- 2 saat aralıkla dönmesine ve pozisyon değiştirmesine yardımcı olun.
  • Sakince ve sessiz konuşun. Hastayı korkutma şansını azaltmak için ani sesler veya hareketlerden kaçının.
  • Rahatlaması için baş, yüz ve vücuduna serin, nemli kompres uygulayın.

Bilinçte yaşanabilen değişiklikler (oryantasyon ve kooperasyon sorunları)

  • Gün boyunca daha fazla uyuyabilir.
  • Uykudan uyanmakta zorlanma yaşayabilir.
  • Zaman, mekan veya insanlarla ilgili karışıklık.
  • Huzursuzluk
  • Olaylar hakkında veya insanlarla ilgisiz şeyler konuşabilir
  • Delirium durumuna girebilir.

Bu durumda hastaya bakım veren kişi neler yapmalı?

  • Hastanızla ayıkken rahatlatıcı olabilecek zaman planlamanızı yapın.
  • Hasta çok huzursuzsa, ağrı olup olmadığını öğrenmeye çalışın. Gerektiğinde doktor veya hemşireyle görüşün.
  • Nazikçe dokunmak, okşamak, ellerini tutmak genellikle yararlıdır ve rahatlatıcıdır.
  • Hasta ile konuşurken, kendisine kim olduğunuzu ve günü, saati hatırlatın.
  • Ağrı kesicilerine devam edin.

Metabolizmada olası değişiklikler

  • Hastanın iştahı ve yemek ihtiyacı azalır.
  • Ağız kuruluğu yaşayabilir.
  • Vitaminler, hormon takviyeleri, kan basıncı ilaçları gibi ilaçlara ihtiyacı olmayabilir.

Bu durumda refakatçinin yapabilecekleri

  • Kurumayı önlemek için dudak nemlendiricisi ya da vazelin kullanın.
  • Bir kaşık kırılmış buz ya da meyvelerin suyu hastaların sıvı ihtiyacını karşılamaya yardımcı olabilir
  • Ağrı, mide bulantısı, ateş, nöbet ya da kaygı gibi şikayetleri hangi ilaçlarla hastayı rahatlatmayı öğrenmek için doktorunuzla konuşun.

Kan dolaşımı ve vücut ısısında olabilecek değişiklikler

  • Kan dolaşımının yavaşlamasıyla kollar ve bacaklar normalden soğuk olabilir.
  • Kollar, bacaklar, eller ve ayaklardaki deri rengi koyulaşabilir ya da leke olabilir.
  • Vücudun diğer alanlarında renk tonu koyulaşabilir veya soluklaşabilir.
  • Cilt soğuk ve kuru ya da tersi şekilde nemli hissedebilir.
  • Kalp hızı hızlı, yavaş veya düzensiz olabilir.
  • Kan basıncı düşebilir ve duyulması zorlaşır.

Bu durumda refakatçinin yapabilecekleri

  • Hastayı battaniye veya yorgan ile sıcak tutun.
  • Elektrikli battaniye ya da ısıtma ısıtıcı pedler vb. Kullanmayın.

Algıda olabilecek değişiklikler

  • Görüş bulanıklaşabilir veya loş görebilir.
  • Göz kapaklarını kapatmada sorun yaşayabilir.
  • İşitme azalabilir, ancak bazen hasta konuşamaz olsalar bile sizi duyabilir.

Bu durumda refakatçinin yapabilecekleri

  • Görme azalsa bile gündüz odanın ışık almasını gözetin.
  • Her zaman hastanın sizi duyabileceğini varsayın.
  • Konuşmaya devam edin ve rahatlatmak için hastaya dokunun.
  • Sevgi sözlerinizi duyma ve anlama şansı yüksektir.

Solunumda olabilecek değişiklikler

  • Nefes alış veriş hızlanabilir veya yavaşlayabilir.
  • Hasta nefes alırken hırpalanabilir.
  • Boyun kasları nefes alırken daralabilir.
  • Hasta, 10 ila 30 saniye kadar süreyle nefes alamayabilir.

Bu durumda refakatçinin yapabilecekleri

  • Hastayı sırt üstü veya hafifçe bir tarafa çevirin.
  • Hastanın kafasını kaldırmak biraz rahatlama sağlayabilir.
  • Hastanın kafasını ve göğsünü belli oranda kaldırmak için yastık kullanabilirsiniz.

Diğer değişiklikler

  • İdrar daha koyu hale gelebilir ve miktarı azalabilir.
  • Hasta idrar ve dışkı kontrolünü kaybedebilir.

Bu durumda refakatçinin yapabilecekleri

  • Hastanın altına tek kullanımlık su geçirmez ped örtün.
  • Hastanın idrarı için bez ya da sonda gibi hemşirenin önereceği bir yol kullanın.

Yaşam kaybının gerçekleştiğini gösteren işaretler

  • Solunum durur.
  • Kan basıncı alınamaz.
  • Nabız alınamaz, kalp atışı durur.
  • Gözlerin hareketi durur ve açık kalabilir.
  • Göz bebekleri parlak ışık altında bile büyük kalır.
  • Kaslar gevşediğinden bağırsakların veya mesanenin kontrolü kaybolabilir.

Bu durumda refakatçinin yapabilecekleri

Bunu farkettiğinizde bir süre yakınınızın yanında kalabilirsiniz. Bir şeyleri hemen yapmak için acele etmenize gerek yoktur. Hazır hissettiğinizde sağlık personeline ve yakınlarınıza bilgi veriniz.

Kanser tedavisinin en iyi şekilde yapılması, mümkün olan en iyi koşullarda bakımının sağlanması ve yaklaşık kalan yaşam sürelerini bilmek her hastanın hakkıdır. Hasta ve yakınlarının ölüme dair korkuları ve üzüntüleri nedeniyle doktorlar bunu büyük oranda dile getiremeyebiliyorlar. Sağlık hizmetlerini psikososyal destek dahil olmak üzere bütün olarak düşünüp hasta ve yakınlarıyla beraber bazen yardım almaları önerilmektedir. Bu sayede hastalar ve yakınları hayatlarını nasıl yaşamak istedikleri ve sonrasıyla ilgili bazı kritik kararlar alabilirler.

Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Mustafa ÖZDOĞAN

Kadınlarda 20 Kanser Belirtisi

Kanserden korunmak için sadece rutin testlere güvenmeyin. Unutmayın vücudunuzu sizden daha iyi kimse tanıyamaz. Eğer algılarınızı açık tutarsanız onun size verdiği tehlike sinyallerini kaçırmanız mümkün değil.

1. Hırlama ve nefes darlığı

Akciğer kanseri hastaları, bu hastalığın ilk belirtilerinden birinin nefes darlığı olduğunu söylüyorlar. Yaşam rutininizde hiçbir farklılık olmamasına rağmen, eğer birkaç merdiven çıktıktan sonra ya da yürürken tıkandığınızı fark ederseniz ve bu alışık olmadığınız, yeni bir durumsa alarma geçmekte fayda var.

2. Kronik öksürük ve göğüs ağrısı

Lösemi ve akciğer kanserinin de aralarında olduğu bazı kanser türleri kötü bir öksürüğü ya da bronşiti andıran semptomlara neden olabilir. Bazı akciğer hastaları omuza ya da kola doğru uzanan bir göğüs ağrısı yaşadıklarını da rapor etmişlerdir.

3. Sık ateşlenme ya da enfeksiyon

Bunlar kan hücrelerinde görülen ve kemik iliğinde başlayan löseminin erken dönem belirtileri olabilir. Lösemi, kemik iliğinin anormal kan hücreleri üretmesine neden olarak vücudun enfeksiyonla savaşma gücünü sekteye uğratır.

4. Yutkunma zorluğu

Yutkunma zorluğu genelde yemek borusu ya da gırtlak kanseri ile ilişkilendirilir, ve bazen de akciğer kanserinin erken belirtilerinden biridir.

5. Boyundaki lenf bezlerindeki şişlik ya da boyun ve koltukaltındaki kütleler

Şişkin, büyümüş lenf bezleri lenfatik sistemde bir sorun olduğunu işaret eder –ki bu da kanserin semptomlarından biri olabilir.

6. Kolayca morarma ve durmayan kanamalar

Bu semptom genelde plateletler ve kırmızı kan hücrelerinde anormal bir durum olduğunu işaret eder –ki bu da löseminin bir belirtisi olabilir. Zaman içinde lösemi hücreleri kırmızı kan hücrelerini ve plateletlerin fonksiyonları düzgün bir şekilde yerine getirmeyerini önleyerek kanın oksijen taşıma ve pıhtılaşma yeteneğini sekteye uğratır.

7. Güçsüzlük ve halsizlik

Genel bir halsizlik ve güçsüzlük, birçok farklı kanserin ilk işaretlerinden biri olabilir. Bu yüzden tabloyu -eğer varsa- farklı semptomlarla birlikte ele almanız gerekir. Ama bir nedeni olmadan kendinizi yorgun, halsiz hissediyorsanız ve ne kadar dinlenirseniz dinlenin, ne kadar uyursanız uyuyun bir türlü geçmiyorsa doktorunuza danışmakta fayda var.

8. Şişkinlik ve karın kısmından kilo alma

Yumurtalık kanseri teşhisi konmuş kadınların hemen hemen tamamı karın bölgesinde nedeni açıklanamayan ve bir anda ortaya çıkan bir şişkinlik yaşadıklarını ve ara ara ortaya çıkan bu durumun bazen uzun süre devam ettiğini belirtiyorlar.

9. Çabuk doyma ve yemek yiyememe

Yumurtalık kanserinin ilk belirtilerinden biri de çabuk doyma ve iştah kaybıdır. Hastalar, teşhis konmadan çok önce başlayan bir iştahsızlık problemi yaşadıklarını ve çok az yeseler bile kendilerini tok hissettiklerini bildirdiler.

10. Pelvis ve karında ağrı

Pelvis ve karın bölgesindeki ağrı ve kramplar, bazı durumlarda söz konusu semptomlara eşlik eden vücuttaki şişkinlik, genelde yumurtalık kanserinin erken dönem belirtilerindendir. Lösemi de dalakta şişkinliğe neden olarak karın bölgesinde ağrı ve kramplara yol açabilir.

11. Rektal kanama ya da dışkıda kan

Her ikisi de genelde kolon kanserini işaret eden belirtilerdir. Tuvalette kan görmek hiçbir şekilde hafife alınmaması gereken bir durumdur, böyle bir durumda hemen doktorunuzu arayın.

12. Açıklanamayan kilo kaybı

Kilo kaybı kolon ya da diğer sindirim sistemi kanserlerinin erken belirtilerinden biridir. Aynı zamanda, iştahınızı ve vücudun atıklardan arınma sürecini etkileyen karaciğere de yayılmış bir kanserin işareti olabilir.

13. Mide bulantısı ya da karın ağrısı

Karın krampları ya da sık sık mide bulantısı problemi yaşamak akla kolon kanseri olasılığını getirmeli.

14. Memede kızarıklık, hassasiyet ve şişlik

Bu semptomlar meme kanserini işaret ediyor olabilir. Memelerinizdeki açıklanamayan her değişiklikte alarma geçmeniz ve doktorunuzu aramanız gerektiğini unutmayın.

15. Meme uçlarındaki değişiklikler

Birçok kadın meme kanseri teşhisi konmadan önce meme uçlarında bazı değişiklikler gözlemlediklerini belirtiyorlar. Eğer meme ucunuzun düzleştiğini, içe ya da bir yana doğru fark ederseniz hemen bir uzmana başvurun.

16. Ağrılı ve ağır kanamalar ya da regl dönemleri arasında kanama

Birçok kadın bu semptomları rahim duvarı ya da rahim kanserinin ilk belirtileri olarak gözlemlediklerini belirtirler. Eğer regl dönmenizin normalden daha ağır geçmesinden ya da regl dönemi dışında da kanamalardan şikayetçiyseniz doktorunuzdan bir vajina ultrasonu yapmasını isteyin.

17. Yüzde şişkinlik

Bazı akciğer kanseri hastaları yüzlerinde şişkinlik ya da kızarıklık gibi belirtiler gözlemlediklerini belirtiyorlar. Küçük hücreli akciğer tümörleri genelde göğüsteki kan damarlarını bloke ederek, kanın yüz ve baş bölgesine rahatça akmasını önlerler. Ve bu durum yüzde şişkinlik ve kızarıklık olarak kendisini gösterir.

18. Ciltte iyileşmeyen, acı veren ve kolayca kanayan lezyonlar

Bu, farklı cilt kanserlerinden birinin erken dönem belirtilerinden biri olabilir. Vücudunuzu düzenli olarak inceleyerek görünümü değişen ben, leke ya da lezyonlara karşı her zaman tetikte olmakta fayda var.

19. Tırnak yapısındaki değişiklikler

Tırnaklarınızdaki açıklanamayan değişiklikler bazı kanserlerin ilk işaretlerinden biri olabilir. Tırnaktaki siyah ya da kahverengi bir çizgi ya da bir nokta cilt kanserini, tırnak uçlarının genişleyerek yuvarlaklaşması –ki bu durum tıpta çomaklaşma olarak bilinir- akciğer kanserinin erken belirtilerinden olabilir. Tırnak renginin soluklaşması ya da beyazlaşması ise akla karaciğer kanseri olasılığını getirmelidir.

20. Sırt ya da sırtın alt sağ bölgesindeki ağrılar

Birçok kanser hastası karaciğer kanserinin ilk belirtilerinden birinin bu olduğunu söylüyor. Meme kanseri de sık sık bir türlü geçmeyen sırt ağrıları ile ilişkilendiriliyor. Bu da kanserli kütlenin sırta doğru baskı yaptığı ya da kanserin omuriliğe ya da kaburgalara doğru yayıldığı durumlarda görülüyor.

Dr. Ümit Aktaş

En sık kullanılan tümör markerları (CEA, CA 125, CA 15.3, CA 19.9) Bu maddeler kanda, idrarda, dışkıda, vücut sıvılarında (“circulating tumor markers”) veya dokuda (“tissue tumor markers”) bulunan ve kanser varlığında miktarı yükselen biyolojik belirteçlerdir. Tümör markerları (-markır olarak okunur) kanserli dokunun kendisi veya normal hücreler tarafından üretilebilir. Pek çok kanser için çok sayıda tümör belirteci tanımlanmıştır. Her birinin kullanım alanı diğerinden farklıdır. Bazı markerlar tek bir kansere özgülse de çoğu farklı kanser tipleri ile de ilişkilidir.  İdeal marker küçük tümörlerde erken tanı koyabilecek kadar duyarlı ve o kanser tipine özgül olmalıdır. Ne yazık ki bu koşulları sağlayan ve ideal olarak tanımlanan bir marker henüz bulunmamaktadır.
Tümör markerları kanda, vücut sıvılarında ya da kanserli dokunun kendisinde bakılabilir. Dolaşımdaki tümör markerları (circulating tumor markers) en sık kanda bakılır. Bunun dışında idrarda ve vücut sıvılarında da ölçülebilir. (Ör: CEA, CA 15.3, CA 19.9, CA 125, kalsitonin, vb) Aslında klinikte en sık kullanılan markerlar bunlardır.
Kandaki tümör markerlarının yüksek çıkması ne anlama gelir? Herhangi bir markerın tek bir ölçümde yüksek çıkması çok belirleyici değildir. Belirli aralıklar ile farklı zamanlarda ölçüm yapılması ve bu sonuçların hastanın durumu, diğer test ve görüntüleme yöntemleri ile bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca markerın ne kadar sürede hangi ölçüde yükseldiği de önemlidir. Bu değerlendirmeyi hastayı takip eden hekim yapar.

Kanser tedavisi gören hastalar için durum ise hastaya ve hastalığa özel olarak değerlendirilmelidir ve bu değerlendirme sadece hastayı takip eden doktor tarafından yapılmalıdır. Hastanın kendisini veya sonuçlarını başka bir hasta ile kıyaslaması yanlış çıkarımlara neden olabilir. Hasta merak ettiklerini doktoruna sormalı ve ondan bilgi almalıdır.

Bazen sigara içen kişilerde, kanser olmayan iyi huylu durumlarda da markerlar yüksek bulunabilir. Böyle durumlarda kanser olup olmadığının belirlenmesi çok sayıda gereksiz testin yapılması, psikolojik, fizyolojik ve maddi yük ile sonuçlanır. Ayrıca kanser markerlarının normal bulunması kişide kanser olmadığının göstergesi değildir. Örneğin erken evre meme kanserinde pek çok hastanın CA 15.3 değerleri normal sınırlardadır.

Tümör markerları tedaviye yanıtı belirlemek, hastalığın seyrini takip etmek ya da tedaviyi seçmek gibi durumlarda başarılı şekilde kullanılmasına rağmen, tarama için yani kişinin kanser olup olmadığının saptanması için kullanılmaz. Kan testlerinde bir veya birden fazla markerın yüksek saptanması kişinin mutlaka kanser olduğu anlamına gelmez.

CEA (karsinoembriyonik antijen) (“carcinoembryonic antigen”) nedir? Anne karnındaki bebeğin mide bağırsak sistemi hücreleri üzerinde bulunan bir glikoproteindir. İnsan erişkin olunca bu maddenin kan düzeyleri çok düşük seviyelere inmektedir. Klinik pratikte en sık kullanılan markerdir. CEA özellikle kalın bağırsak kanserleriyle ilişkilidir. Kalın bağırsak kanseri dışında mide, pankreas, akciğer, tiroid medüller karsinomu gibi diğer kanser türlerinde de artabilir. İnflamatuar bağırsak hastalıkları (ülseratif kolit, Crohn hastalığı), pankreatit, siroz, sigara ve bazı iyi huylu tümörler de CEA yüksekliğine neden olabilen kanser dışı nedenlerdir.

CEA kanser tanısı konulmuş hastalarda prognozu (hastalığın gidişatını) tahmin etmek, tedaviye yanıtı takip etmek ve nüks olasılığını değerlendirmek için kullanılır. Tedavi sırasında dalgalanmalar olabilir. Bu nedenle ölçümlerin seri olarak yapılması ve diğer belirti ve tetkiklerle birlikte hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir.

CA 125 pankreas, rahim duvarı ve yumurtalık tüpü kanserinde, kalın bağırsak kanserlerinde, akciğer kanseri gibi diğer bazı kanserlerde yükselebilir. Ayrıca siroz, endometriozis (çikolata kistleri), konjestif kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, lupus gibi kanser dışı nedenlerde de artış görülebilir. CA 125 değerinin yüksek olması hastada kanser varlığı anlamına gelmediği gibi, normal olması da hastalık olmadığını anlamına gelmez. Bu nedenle testlerin belirli aralıklar ile tekrarlanması ve hastanın bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir.

CA125 özellikle yumurtalık kanseri hücrelerinin yüzeyinde bulunan bir glikoproteindir. Yumurtalık kanserinin tedavisi sonrasında tedaviye yanıtı değerlendirmek ve hastalığın nüks edip etmediğini belirlemek için kullanılır. Özellikle karın alt kısımdaki üreme organları kaynaklı olduğu düşünülen kitlelerin kötü veya iyi huylu olduğunun belirlenmesinde CA 125’ten faydalanılır. Ancak bu karar sadece CA 125 düzeyine bakarak verilmez.

CA 15-3 özellikle meme kanseri hücrelerinin yüzeyinde bulunan bir glikoproteindir. Meme kanserinde tümörün evresi ve boyutu ile orantılı olduğu bilinmektedir. Bu marker özellikle metastatik meme kanserinde tedaviye yanıtı değerlendirmek ve nüks takibi için kullanılır. Duyarlılığı düşük olduğu için meme kanseri taramasında kullanılmaz. Meme kanseri taramasında kullanılan şu anda kabul edilen altın standart yöntem mamografidir. CA 15-3 meme kanseri dışında akciğer, kalın bağırsak, pankreas, karaciğer, yumurtalık, rahim ağzı ve rahim duvarı kanserleri gibi diğer kanserlerde de yükselebilir. Siroz gibi kanser dışı nedenler de CA 15-3 yüksekliğine neden olabilir.

CA 19-9 özellikle pankreas ve safra yolları kanserleri ile ilişkili olan bir antijendir. Ayrıca kalın bağırsak, mide, akciğer, karaciğer, yemek borusu ve yumurtalık kanserlerinde de artış görülebilir. CA 19-9’un artmasına neden olan kanser dışı nedenler arasında karaciğer-safra yolları enfeksiyonları, siroz, zatürre (pnömoni), böbrek yetmezliği ve lupus sayılabilir. CA 19-9 diğer markerlardan farklı olarak bir tetrasakkarittir ve Lewis A antijenin (kan grubu antijeni) siyalikleşmiş formudur. Bu nedenle kanında A antijeni taşımayan kişilerde tümörler çok büyük olsa bile bu marker yükselmez. CA 19-9 pankreas kanserinde tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde ve hastalığın nüksünün takibinde kullanılmaktadır. Bazen pankreasta kitle saptanması durumunda kitlenin iyi huylu mu yoksa kötü huylu mu olduğunun belirlenmesinde faydalıdır.

ASCO (The American Society of Clinical Oncology) CA 19-9’un kanser taramasında kullanılmasını önermemektedir

 ProfDrDeniz Böler

Sağlıklı bireylerde güncel sağlık durumunun değerlendirilmesi ve olası hastalık risklerinin araştırılması, hasta bireylerde hastalığın durumunun ve seyrinin belirlenmesi için yapılabilen ve vücudu genel anlamda kontrolden geçirmek amacıyla uygulanan check up, dönemsel bir sağlık taramasıdır. Check up uygulamalarında vücut genel anlamda tümüyle kontrolden geçirilerek henüz gözle görülür veya hissedilir belirti vermemiş gizli hastalıkların tespit edilmesi amaçlanır. Bu nedenle kendine ve sağlığına gereken özeni gösteren her birey, düzenli olarak check up yaptırmalıdır. Özellikle kanser gibi sinsi ilerleyen ve son evrelerine kadar belirti vermeyen hastalıkların erken dönemde tespit edilebilmesi için bu uygulama çok önemlidir.

Check up uygulamalarında yapılan tarama ve testler, uygulamanın yaptırıldığı sağlık kuruluşuna göre farklılık gösterse de birbirine yakındır. Bu testler genel olarak kan, idrar ve dışkı testleri ile birtakım görüntüleme yöntemlerinden oluşur. Check up uygulamalarında yaygın olarak uygulanan testler şunlardır:

  • Doktor muayenesi
  • Tam kan sayımı
  • Kan şekeri testi
  • Karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri
  • Kan lipid ve kolesterol testleri
  • Hormon testleri
  • Vitamin ve mineral testleri
  • İdrar tahlili
  • Efor testi
  • EKG (Elektrokardiyogram)
  • Ultrasonografi
  • Röntgen

Check up uygulaması yaptıracak bireyler doktor tarafından aksi önerilmediği müddetçe sabah aç karnına sağlık kuruluşuna başvurmalıdır. Hamileler ve hamilelik şüphesi olanlar işlemlerin öncesinde doktorlarına mutlaka durumlarını bildirmelidir. Yapılan tetkiklerden doğru sonuçların elde edilebilmesi adına geçmiş 24 saat içerisinde alkol tüketiminin olmaması gerekir. Check up programınızın içeriğinde efor testi olması durumunda yanınızda spor ayakkabı ve spor kıyafet bulundurmalısınız. Uygulamaya gelirken daha önceden yaptırmış olduğunuz kan testleri, varsa ameliyat raporları ve tüm sağlık bilgilerinizi içeren bir dosyayı beraberinizde getirmeniz önerilir.

Check up çocukluk döneminden yaşlılığa kadar her yaşta uygulanabilen bir sağlık taramasıdır. Check up uygulamasının ne sıklıkta yapılması gerektiği yaşa ve sağlık durumuna göre değişkenlik gösterir. Sağlık durumunun kontrol altında tutulması, olası hastalık risklerinin ve mevcut hastalıkların tespit edilmesi amacıyla tüm sağlıklı bireylerin yılda bir kez check up yaptırması önerilir. 40 yaş üzerindeki bireylerde ise hastalık riski arttığından check up uygulaması en az 6 ayda bir yapılmalıdır. 40 yaşını geçkin bireylerde rutinde yapılan testlere ek olarak göz muayenesi, kalp ve damar sağlığına ilişkin tetkikler ve daha ileri düzeyde kanser taramalarının da uygulanması önerilir. Ailesinde kanser vakası bulunan kişiler için solunum fonksiyon testleri ve akciğer görüntülemesi, kadınlarda meme kanseri, rahim ağzı kanseri testleri; erkeklerde ise prostat kanseri testleri yapılmalıdır.

Eğer siz de sağlığınıza önem veriyor ve düzenli olarak kontrollerinizi yaptırmak istiyorsanız bir sağlık kuruluşuna başvurarak check up yaptırabilirsiniz. Sağlık taraması sonrasında doktorunuzun önerdiği sıklıkta check up uygulamasını tekrarlayarak olası bir hastalık durumunun erken teşhis edilmesini sağlayarak sağlığınızı koruyabilirsiniz. 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz. 

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Faruk Çiftçi

Kan Uyuşmazlığı Nedir? Neden Olur?

Anne adayı ve bebeğinin kanı arasında oluşan uyuşmazlığa kan uyuşmazlığı denir. Kan uyuşmazlığı iki farklı sebepten oluşabilir. İlki anne ve bebeğin kanındaki Rh proteini farklılığından oluşur. Anne kanının Rh negatif, bebeğin kanının Rh pozitif olması durumunda ortaya çıkar. Bir diğer uyuşmazlık çeşidi ise AB0 kan grupları farklılığı sebebiyle oluşan kan uyuşmazlığıdır. Bazı durumlarda bebeğin kanı anne kanına temas ederse AB0 kan grubu farklılığı sebepli kan uyuşmazlığı oluşur. Bu yazıda kan uyuşmazlığı nedir, nasıl olur, kan uyuşmazlığı iğnesi nedir ve evlilikte kan uyuşmazlığı gibi merak ettiğiniz soruların yanıtlarını bulabilirsiniz.

Kan Uyuşmazlığı Nedir?

Kanda bulunan Rh faktörü kırmızı kan hücrelerinin dışında ya da yüzeyinde bulunan bir proteindir. Kırmızı kan hücrelerinin esnekliğini ve şeklini korumaya yardımcı olur. Rh faktörü size anne ve babanızdan genetik olarak aktarılır. Kanın yapısında Rh faktörü varsa kişi Rh pozitiftir eğer yoksa Rh negatiftir. Anne kanının Rh negatif ve bebeğin Rh pozitif olması durumunda kan uyuşmazlığı oluşur. Annenin kanı bu Rh proteinini yabancı olarak algılar ve annenin bağışıklık sistemi Rh pozitif faktörüne karşı antikor üretir yani savunmaya geçer. Bu durum bebeğin sağlığı için ciddi sorunlara neden olur. Bu bağışıklık savunmasının oluşması çok yavaş gelişir ve ilk gebelikte nadiren sağlık sorunu oluşur. Kan uyuşmazlığı diğer oluşacak gebeliklerde ise ciddi sorunlara neden olabilir.

Kan Grubu Uyuşmazlığı Tedavi Edilebilir mi?

Kan grubu uyuşmazlığı hamilelikte erken tespit edilip tedavi edilebilir. Rh uyuşmazlığı tespit edildiği takdirde, gebeliğin 28. haftasında Rh immunglobulin tedavisi uygulanır. Kan uyuşmazlığı tespit edilmezse, bu durum bebeğin beyin hasarına neden olabilecek sarılık geliştirebilir. Sarılığın ciddi olumsuz sonuçları olabilse de, gelişen teknoloji ile tedavi edilebilen bir durumdur. Sarılığın en yaygın belirtileri cilt ve gözlerde sarımsı renk değişikliğidir ve tıbbi müdahale gerektirir. Hidrasyon ve fototerapi tedavisi ile sarılığa neden olan bilirubin dışarı atılır. Bir diğer kan uyuşmazlığı çeşidi ise AB0 kan gruplarından kaynaklanan uyuşmazlıktır. Kendi kan grubundan farklı kan takviyesi alan kişilerde ve farklı kan grubuna sahip anne ve bebekler arasında kan uyuşmazlığı olabilir. AB0 kan gruplarının farklılığından kaynaklı kan uyuşmazlığı oluştuğunda, Rh faktörlü kan uyuşmazlığındaki gibi anne karnında bebeğe erken müdahale yapılamaz.

Kan Uyuşmazlığı Nasıl Olur?

Kan uyuşmazlığının oluşması iki farklı şekilde olabilir. Bunlar Rh faktörü ve AB0 kan grubu uyuşmazlığıdır. Anne adayı kanının Rh negatif ve babanın kanının Rh pozitif olduğu durumda bebeğin kanı Rh pozitif olursa, Rh faktöründen kaynaklı kan uyuşmazlığı ortaya çıkar. Gebelik sürecinde anne ve bebeğin kanları birbirine temas etmez fakat bazı durumlardan sonra annenin vücudu Rh pozitif faktörüne karşı duyarlı olur. Vücutta antikor oluşumundan sonra anne kanı bebeğe geçerse, oluşan antikorlar kırmızı kan hücrelerini parçalamaya ve öldürmeye başlar. Bu durum sonrası bebeğin kalbi durabilir ya da başka hasarlar oluşabilir. Çoğunlukla ilk bebekte sorun oluşmasa bile sonradan doğan çocuklarda ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Anne vücudunun duyarlılaştığı durumlar şunlardır:

  • Kan transfüzyonu (kan nakli) yapılması
  • Daha önceden düşük olması
  • Dış gebelik oluşması
  • Daha önce doğum yapılmış olması
  • Amniyosentez, CVS gibi işlemlerin yapılması
  • Genelik sırasında kanama ile ilgili komplikasyonlar yaşanmış olması

Bebeğin kanının parçalanması sonucu bilirubin ortaya çıkar. Bilirubin miktarının fazla olması sarılığa neden olur. Yenidoğanlarda kan uyuşmazlığı sonucu sarılık hızla oluşur ve erken teşhis konulan bebekler yapılan tedaviyle pek sorun yaşamazlar.

Kan Uyuşmazlığında Kimler Risk Altındadır?

AB0 kan uyuşmazlığı farklı kan grupları arasında oluşur. Bazı kan grupları farklı kan grupları ile temas ettiklerinde antikor oluşturur. Kan transfüzyonu ve anne-bebek arasında AB0 kaynaklı kan uyuşmazlığı görülebilir.

  • Kan grubunuz A ise kanınızda B, AB kan grubuna karşı antikor vardır
  • Kan grubunuz B ise kanınızda A, AB kan grubuna karşı antikor bulunur
  • Kan grubunuz 0 ise genel vericisiniz demektir yani diğer gruplara karşı antikorunuz yoktur ve kan verme konusunda sorun yaşamazsınız
  • Kan grubunuz AB ise genel alıcı grubundasınız. Kanınız diğer kan gruplarına tepki göstermez, tüm kan gruplarından kan nakli alabilirsiniz

Bu yüzden kan nakli yapılmadan önce alıcı ve vericinin kan gruplarına bakılır. Eğer yanlış kan grubundan nakil yapılırsa, ateş titreme, bulantı, kusma, nefes almada zorluk, bel ağrısı ve çarpıntı gibi kısa sürede görülen etkiler oluşabilir

Kan Uyuşmazlığı Önlenebilir mi?

Gebelik sürecinde ise bebeğin kanının anneye geçmesi ile kan grubu farklılığından dolayı anne vücudunda antikor üretilebilir. Gebelikte anne ve baba adaylarının kan gruplarına bakılarak, kan uyuşmazlığı olup olmayacağı hakkında varsayımda bulunulabilir. Örneğin anne 0 baba ise A ya da B kan grubuna sahipse kan uyuşmazlığı gelişebilir. AB0 kan uyuşmazlığına gebeliklerde çok sık karşılaşılır. Bu uyuşmazlık türünde Rh uyuşmazlığındaki gibi erken önlem alma şansı yoktur ancak AB0 uyuşmazlığında görülen hemolitik hastalık, Rh uyuşmazlığındaki kadar ciddi sağlık sorunları oluşturmaz. Doğumdan sonra bebekler sarılık yönünden gözlem altında tutulur ve tedavi edilir.

Kan Uyuşmazlığı Testi

Kırmızı kan hücrelerinize saldıran antikorların tespitinde coombs testi denilen bir test kullanılır. Bu test, kan nakillerinden önce kanınızı taramak için veya anemi gibi kanla ilgili sağlık sorunlarınızın tespitinde kullanılır. Dolaylı coombs testi ve direkt coombs testi olarak iki tür coombs testi bulunur.Gebelikte oluşabilecek kan uyuşmazlığını tespit etmek için dolaylı coombs testi uygulanır.

Kan Uyuşmazlığı İğnesi

Kan uyuşmazlığının tedavisinde yapılacak en etkili yöntem kan uyuşmazlığı iğnesidir. Anti immunoglobulin adlı bu iğne gebeliğin 28. haftasında uygulanır. Bebeğin kanı Rh negatif ise doğumdan sonra ikinci bir doza ihtiyaç yoktur. Bebeğin kanının Rh pozitif faktörlü olması durumunda doğumdan sonraki 72 saat içinde, 2. doz iğne uygulanır. Rh immunglobulin iğnesi ile annenin bağışıklık sisteminin bebeğin vücudunda ciddi komplikasyonlara sebep olabilecek ya da daha sonraki gebeliklerde bebek sağlığı için risk oluşturacak antikor üretmesi engellenir. Bu etkisi ile bir aşı işlevi görür. Ayrıca hamilelik sırasında ve amniyosentez tarama testi sırasında kanama yaşadıysanız, kanınız doğmamış bebeğinizin kanıyla temas etmiş olabilir. Böyle bir durumda doktor kontrolünde immünglobulin iğnesi kullanabilirsiniz. Ek olarak Rh negatif kanlı kadınlarda başarısız doğum eyleminden sonra ya da gebeliğe müdahale olması durumunda immünglobulin ölçümü yaptırmak sağlık açısından çok önemlidir.

Evlilikte Kan Uyuşmazlığı

Evlenmeyi düşünen çiftlerin merak ettiği ve sık sık sorduğu sorular arasında kan uyuşmazlığı nedir, tedavisi var mıdır ve hangi kan gruplarında kan uyuşmazlığı riski vardır gibi sorular yer alır. Eşlerin kendisi için sorun olmasa da bebek sahibi olmak isteyen çiftler kan uyuşmazlığını bebeğin sağlığı için hafife almamalıdır. Bebek sahibi olmadan önce çiftler kan uyuşmazlığı olup olmayacağını tespit ettirmeli ve kan uyuşmazlığı varsa erken tedaviye başlamalıdırlar. Özetle denilebilir ki bebek sahibi olmak istiyorsanız, bebeğinizin sağlığı için gebelikten önce muayene olup bebeğinizde kan uyuşmazlığı olup olmayacağını öğrenebilirsiniz. Yapılacak erken teşhis ve tedavi ile daha sağlıklı bir gebelik süreci yaşayabilir ve sağlıklı bir bebeğe sahip olabilirsiniz.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

Lenfosit nedir?

satır arası


Dolaşım sisteminde doku ve organların beslenmesi, oksijenlenmesi, tuz ve su dengesinin korunması, hormonların taşınması gibi yaşamsal öneme sahip olan kan, vücut ısısının da dengede kalmasına yardımcı olur. Kan içeriğinde, oksijenin taşınmasını ve pıhtılaşmayı sağlayan hücrelerin yanı sıra farklı yağ türleri, mineral, enzim, protein, şeker, molekül savunma sistemi maddeleri ve metabolik atıklar gibi pek çok farklı madde de yer alır. Bunlardan biri de beyaz kan hücreleridir. Beyaz kan hücreleri (WBC, akyuvar, beyaz küre, lökosit), hastalık varlığında vücudun ilk savunmasını gerçekleştiren yapıdır. Hastalığın semptomatik bulguları henüz oluşmadan akyuvar hücreleri hızla çoğalır ve patojenlere karşı bir tür savunma hattı oluşturur. Beyaz kan hücrelerinin de 5 farklı tipi bulunur. Lenfositler (LYM) de bunlardan biridir. Üretildikten sonra ulaştığı bölgeye bağlı olarak farklı görevlere sahiptir. Bu bağlamda lenfositler, NK hücresi, B hücresi ve T hücresi olarak da tanımlanabilir. Rutin kan tahlilleri sonrasında hazırlanan raporda görülen lenfosit düşüklüğü ve yüksekliği konularına girmeden önce “Lenfosit nedir?” sorusunu yanıtlamak gerekir.
Lenfosit nedir?
Kemik iliği tarafından üretilen lenfositer (LYM), beyaz kan hücrelerinin (WBC) 5 farklı türünden biridir. Kemik iliğinde bulunan kök hücreler tarafından üretilen lenfositlerin temel görevi, vücuda giren virüs, bakteri, mantar ve parazitler gibi patojenleri ortadan kaldırır. Dolaşım sisteminde bulunan lenfositler, patojenleri ortadan kaldırmak için antikor üretir. Zararlı canlılar tarafından enfekte olan vücut hücreleri de yine lenfositler tarafından öldürülerek etkisiz hale getirilir. Ayrıca lenfositler, enfekte olan vücut hücrelerine karşı sağlıklı hücrelere bilgi gönderir. Tüm bu işlemler sonucunda var olan enfeksiyon ortadan kaldırılır. Sıklıkla merak edilen “Lenfosit ne demek?” sorusu bu şekilde yanıtlanabilir. Beyaz kan hücrelerinin bir türü olan lenfositlerin de NK, T ve B hücreleri olmak üzere 3 farklı alt türü bulunur. Bu hücre türlerinin de farklı görevleri bulunur. 

Farklı bir deyişle lenfositlerin bir türü olan B hücreleri, üretildiği bölgede kalır. Farklı antikor türlerine sahiptir ve gerekmedikçe sayıları sabit kalır. Toplam lenfosit miktarının yaklaşık olarak %10’unu oluşturan B hücreleri, vücut savunmasının önemli bir parçasıdır. Vücuda giren virüs, bakteri ve toksin gibi patojenleri kimyasallar ile işaretler. Ayrıca patojenlere saldırmak için antikor ve proteinler üretir. Kemik iliğinde üretilen B hücrelerinin, göğüste bulunan ve timüs adı verilen lenf bezine gitmesi ve bu bölgede olgunlaşması ile hücreler, T hücresi olarak adlandırılır. Lenfositlerin bir diğer türü olan T hücreleri, enfekte olan hücreyi bulmak ve yok etmekle görevlidir. B hücreleri ile iletişim halinde olan T hücreleri, toplam lenfosit miktarının yaklaşık olarak %80’ine sahiptir. T lenfosit hücreler, lenf bezleri başta olmak üzere, bademcik, bağırsak, dalak, lenfoid gibi bölgelere ulaşır.

T hücrelerinin temel görevi, vücutta bulunan yabancı organizmalara karşı diğer bağışıklık sistemi hücrelerini uyarmaktır. Bunun için lenfokin olarak adlandırılan kimyasalı salgılar ve bağışıklık sistemine ait hücrelerin, patojenlere saldırmasını sağlar. Lenfositlerin 3. ve son türü olan NK (natural killer, doğal öldürücü, doğal katil hücre) hücreleri ise sadece virüs ve tümör tarafından etkilenen vücut hücrelerini, sağlıklı hücrelere zarar vermeden öldürür. Farklı bir deyişle NK hücreleri, yabancı organizmalara direkt olarak saldırmak yerine bu organizmalar tarafından enfekte edilen vücut hücrelerine saldırır. NK hücreleri de toplam lenfosit miktarının yaklaşık %10’unu oluşturur.

T hücreleri ya da farklı bir deyişle T lenfositlerinin diğer bağışıklık hücrelerini uyarması bir dizi kimyasal reaksiyonla gerçekleşir. Sitokin adı verilen bu hücresel yanıt, T hücrelerinin yanı sıra mononükleer hücre türleri ve stroma hücreleri gibi farklı yapılardan da salınır. Vücutta bulunan grip, soğuk algınlığı ve COVID-19 gibi enfeksiyonların varlığında hızla sitokin salgılanarak bağışıklık sistemi hücreleri uyarılır. Son derece hızlı bir tepki olan sitokin üretiminin çok fazla olması durumunda sitokin fırtınası olarak bilinen durum ortaya çıkar. Sitokin fırtınası varlığında bağışıklık sistemi aşırı uyarılır. Bu da kişinin bağışıklık sisteminin kendi sağlıklı hücrelerini yok etmesine neden olarak toksik bir etki yaratır. Sitokin fırtınası, kişinin yaşamını tehlikeye atacak boyuta ulaşabilir.

Lenfosit normal değeri kaçtır?

Beyaz kan hücresinin bir türü olan lenfositler, virüs, bakteri ve diğer toksik maddeler ile savaşarak vücudun hastalıklara karşı savunmasında rol oynar. Kemik iliğinde üretilen lenfositlerin büyük bölümü kemik iliğinde üretildikten sonra lenf bezi, bademcik ve dalak gibi organlara yerleşir. Kan testlerinde LYM olarak görülen lenfosit düzeyi, yaşa göre farklılık gösterir. Ayrıca gebelerde de lenfosit değeri farklılaşır. Lenfosit normal değerinin yetişkinlerde 1000-4800 mcL, çocuklarda ise 3000-9500 mcL aralığında olması gerekir. Fakat ölçüm değerleri laboratuvarlar arasında farklılık gösterebilir.

Lenfosit düşüklüğü (Lenfopeni) nedir?

Tıp dilinde lenfopeni olarak tanımlanan lenfosit düşüklüğü, yapılan kan testinde lenfosit değerinin yetişkinlerde 1000 mcL, çocuklarda ise 3000 mcL değerinin altında olması olarak tanımlanabilir. Bağışıklık sisteminin zayıfladığının bir göstergesi olabilen LYM düşüklüğü, aynı zamanda yeterince lenfosit üretiminin gerçekleşmediğinin, lenfositlerin bir hastalık nedeniyle dalak veya lenf bezlerinde tutulduğunun ya da mevcut toksinlerin lenfositleri yok ettiğinin göstergesi olabilir.

Lenfosit düşüklüğü çoğunlukla belirtiye yol açmaz. Diğer bir deyişle lenfosit düşüklüğü genellikle yapılan kan testlerinde fark edilir. Ancak bazı vakalarda lenfosit düşüklüğüne bağlı olarak, yorgunluk, halsizlik, üşüme ateş, burun akması, eklem ağrısı, öksürük, döküntü, gece terlemesi ve kilo kaybı gibi semptomlar ortaya çıkabilir. Fakat bu belirtilerin pek çok farklı durumda da ortaya çıkabildiği unutulmamalıdır. Lenfosit düşüklüğüne yol açan etkenlerin başında hastalıklar gelir. Grip gibi enfeksiyon hastalıklarının yanı sıra, bazı kanser türleri ve AIDS gibi hastalıklar da lenfosit değerinin referans değerinin altında çıkmasına neden olabilir. Ayrıca, yetersiz beslenme, stres, kemoterapi ve kortizon gibi tedaviler de lenfosit düşüklüğüne neden olabilir. Lenfosit düşüklüğü genellikle var olan hastalığın tedavi edilmesiyle kendiliğinden iyileşse de ilaçlı olarak da kolay bir şekilde yapılabilir. Bunların yanı sıra, yağsız balık eti, süt ürünleri, C vitamin bakımından zengin meyveler de lenfosit düşüklüğünün giderilmesinde etkilidir. Ancak geçmeyen ya da tekrarlayan bazı lenfosit düşüklüğü vakalarında ileri tetkiklerin yapılması gerekebilir. “Lenfosit düşüklüğü nedir?” sorusu bu şekilde açıklanırken sıkça sorulan sorulardan biri de “Lenfosit yüksekliği nedir?” şeklindedir.

Lenfosit yüksekliği (Lenfositoz) nedir?

Tıp dilinde lenfositoz olarak adlandırılan lenfosit yüksekliği, yapılan kan testinde lenfosit değerinin yetişkinlerde 4800 mcL, çocuklarda ise 9500 mcL değerinin üzerinde olması olarak tanımlanabilir. Lenfosit yüksekliği büyük oranda var olan enfeksiyonlar sırasında artış gösterir. Vücut savunması için lenfosit sayısındaki artış normal kabul edilse de sürekli olarak lenfosit değerinin yüksek olması farklı hastalıklardan kaynaklanabilir. Kızamık, kabakulak, sarılık, tüberküloz, brusella, vaskülit ve AIDS gibi hastalıkların varlığında LYM artışı görülebilir.

LYM yüksekliği genellikle belirtiye yol açmaz. Lenfosit yüksekliği çoğunlukla yapılan kan tahlilinde fark edilir. Ancak pek çok hastalıkta görülen, halsizlik, ishal, mide bulantısı, kusma ve ateş gibi belirtiler lenfosit yüksekliği belirtileri olarak da sıralanabilir. Lenfosit yüksekliğinin tedavisi, genel olarak odak hastalığın tedavisiyle yapılır. Farklı bir deyişle, kişide var olan rahatsızlığın iyileştirilmesiyle lenfosit seviyesi, normal aralığa geriler. Ancak kişide herhangi bir hastalık olmaksızın, rutin testler sırasında ortaya çıkan lenfosit yüksekliği varlığında ek tetkikler yapılması gerekebilir.

Bebeklerde ve çocuklarda ise lenfosit değerinin yetişkinlere kıyasla daha yüksek olması normaldir. Bu durum çoğunlukla bebek ve çocukların bağışıklık sisteminin yeni gelişmeye başlamasından kaynaklanır. Lenfosit düzeyinin çocuklarda 9500 mcL, bebeklerde ise 11000 mcL değerinden yüksek olması durumda lenfosit yüksekliğinden bahsedilebilir. Ancak lenfosit değerinin bebek ve çocuklarda geçici olarak yükselmesi, yetişkinlerde olduğu gibi genellikle yakın zamanda geçirilen bir enfeksiyondan kaynaklanır. Ancak lenfosit yüksekliğinin devamlı olduğu durumlarda altta yatan sebep mutlaka araştırılmalıdır.

Eğer sizde de lenfosit yüksekliği ya da düşüklüğü varsa en yakın sağlık kuruluşuna başvurabilirsiniz. Sağlıklı günler dileriz.

Bağırsak Hastalıkları Nelerdir?

satır arası


İltihabi bağırsak hastalıkları, başta bağırsak olmak üzere sindirim organlarının uzun süre inflamasyona maruz kalması sonucu ortaya çıkar. Bu hastalıklar, ara ara alevlenme ve remisyona girme şeklinde ilerler. Uygun tedavi ile hastalığın ilerleyişini durdurmak ve hastalığa bağlı komplikasyonların gelişmesini önlemek mümkün olur.

İltihabi bağırsak hastalığı nedir?

İltihabı bağırsak hastalığı tanımı; başta bağırsaklar olmak üzere sindirim sisteminde kronik inflamasyon (iltihaplanma) sonucu ortaya çıkan hastalıklar için kullanılır. İltihabi bağırsak hastalıklarının en sık görülen iki tipi, ülseratif kolit ve Crohn hastalığıdır.

Ülseratif kolit; başlıca kalın bağırsak ve rektumu etkileyen bir rahatsızlıktır. Ülseratif kolitte, kalın bağırsağı döşeyen yüzeyel tabaka etkilenir ve bağırsak yüzeyinde ülser oluşumu gözlenir.

Crohn hastalığı; sindirim sisteminin herhangi bir bölgesini etkileyebilmek ile birlikte en sık ince bağırsak tutulumu yapar. Ülseratif kolitte bağırsağın sadece yüzey tabakası etkilenirken Crohn hastalığında daha derin dokular da etkilenebilir.

İltihabi bağırsak hastalıklarının belirtileri, hastalığın etkilediği bölgeye ve iltihaplanmanın derecesine göre farklılıklar gösterir. Bazı hastalar daha hafif semptomlar gösterilen bazı hastalar şiddetli belirtilere sahip olabilir. İltihabı bağırsak hastalıkları; belirtilerin şiddetlendiği alevlenme ve semptomların hafiflediği remisyon dönemleri ile seyredebilir. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığında sık görülen belirtiler:

  • İshal
  • Karın ağrısı
  • Gaitada (dışkıda) kan
  • Karın krampları
  • İştah kesilmesi
  • Yorgunluk, halsizlik
  • İstemsiz kilo kaybı

şeklinde sıralanabilir.

İltihabi bağırsak hastalıkları belirtilerinden bir ya da birkaçını gösteren, son zamanlarda bağırsak hareketlerinde değişim fark eden kişilerin; doktora başvurarak gerekli tetkikleri yaptırması faydalı olacaktır. İltihabi bağırsak hastalıkları çok ciddi sağlık problemlerine sebep olabileceğinden tanısı ve tedavisi atlanmaması gereken rahatsızlıklardır.

İltihabi bağırsak hastalıkları komplikasyonları nelerdir?

İltihabi bağırsak hastalıkları vücutta bazı istenmeyen etkilerin oluşmasına yol açabilir. Hem ülseratif kolit hem de Crohn hastalığında ortak olarak görülebilecek komplikasyonlar:

  • Kolon kanseri: Kalın bağırsağının büyük bir kısmı ülseratif kolit ya da Crohn hastalığından etkilenmiş hastalarda kolon kanseri gelişme riski artmıştır. İltihabi bağırsak kanseri tanısı alan hastalar, tanıdan 8-10 yıl sonra kolon kanseri açısından taranmaya başlanır. Taramaya başlama süresi hastanın; yaşı, ek hastalıkları, aile öyküsü gibi özelliklerine bağlı olarak değişebilir. Bu nedenle tanı alan hastalar, kolon kanseri taramasına ne zaman başlanacağı ile ilgili olarak doktoruyla görüşmelidir.
  • Cilt, göz ve eklem iltihaplanmaları: İltihabı bağırsak hastalıklarının alevlenme dönemlerinde artrit (eklem iltihabı), cilt lezyonları, üveit gibi rahatsızlıklar görülebilir.
  • İlaç yan etkileri: İltihabi bağırsak hastalıklarının tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar, kanser gelişimi açısından az da olsa risk taşıyabilir. Yine tedavide kullanılan kortikosteroidler; kemik erimesi, yüksek tansiyon gibi durumlara yol açabilir.
  • Primer Sklerozan Kolanjit: Karaciğer içinde yer alan safra kanallarının iltihaplanarak daraldığı bu durum, karaciğer fonksiyonlarında bozulmaya yol açabilir. Primer sklerozan kolanjit hastası kişilerde, iltihabi bağırsak hastalığı bulunma ihtimali yüksektir.
  • Pıhtı: İltihabi bağırsak hastalıkları, damar içinde kan pıhtısı oluşma riskini artırır.

Crohn hastalığına bağlı olarak oluşabilecek istenmeyen durumlar:

  • Bağırsak tıkanıklığı: Crohn hastalığı, bağırsak duvarının tüm katmanlarını etkileyebilir. Etkilenen kısımdaki bağırsak duvarı kalınlaşıp daralarak, sindirim materyallerinin bağırsak içerisindeki ilerleyişini engeller.
  • Malnütrisyon: Crohn hastaları; ishal, karın ağrısı ve krampları yüzünden yemek yemekte zorlanabilir. Ayrıca bağırsakta da besin emiliminde problemler meydana gelebilir. Bu durumlar hastada, vücudun ihtiyaç duyduğu gıdaların alınamamasına yol açar. Crohn hastalarında B12 vitamini ve demir eksikliğine bağlı anemi (kansızlık) gelişebilir.
  • Fistül oluşumu: Fistül, iki farklı vücut kısmı arasında anormal bir bağlantı oluşumu anlamına gelir. Crohn hastalığında, bağırsak duvarı tamamen iltihaplanarak başka organ duvarlarına kadar ilerleyip fistül oluşturabilir. En sık fistül oluşumu, anal (perianal) bölgede görülür. Fistül enfekte olarak abse halini alabilir.
  • Anal fissür: Crohn hastalarında, anüs çevresini döşeyen cilt yüzeyinde küçük bir yırtılma oluşabilir. Bu duruma anal fissür oluşumu adı verilir.

Ülseratif kolitte görülen komplikasyonlar:

  • Toksik megakolon: Ülseratif kolit hastalarında, kalın bağırsak aniden şişip genişleyerek toksik megakolon adı verilen tabloya neden olabilir.
  • Bağırsakta delinme (perforasyon): Bağırsak delinmesine toksik megakolon sebep olabileceği gibi perforasyon kendiliğinden de oluşabilir.
  • Aşırı sıvı kaybı: İshal nedeniyle vücuttan aşırı miktarda sıvı kaybedilmesi dehidratasyona yol açabilir.

İltihabi bağırsak hastalıkları neden olur?

İltihabı bağırsak hastalıklarının neden olduğu konusu henüz yeterince aydınlatılamamıştır. Uzmanlar; beslenme, genetik, stres ve çevresel etmenler gibi pek çok faktörün hastalık gelişiminde etkili olabileceğini düşünmektedir.

İltihabi bağırsak hastalıklarının gelişiminde bağışıklık sistemi de rol oynar. Normal şartlarda bağışıklık sistemi; tüm vücutta olduğu gibi sindirim sistemine giren zararlı bakteri, virüs, parazit gibi mikroorganizmaları tanır ve yok eder. Bu süreç esnasında bağırsakta, enfeksiyonla mücadele etmek için bağışıklık sistemi aracılığıyla iltihaplanma oluşur. Enfeksiyon durumu ortadan kalktığında iltihaplanma düzelir ve bağırsak eski haline geri döner. Sağlıklı kişilerde enfeksiyon süreci bu şekildedir. İltihabi bağırsak hastalığında, ortada bir enfeksiyon olmamasına rağmen bağırsakta iltihaplanma oluşur. Bağışıklık sistemi, vücudun kendi hücreleri olan sağlıklı bağırsak hücrelerine saldırır ve organ hasarına neden olur.

İltihabı bağırsak hastalıkları için risk oluşturan durumlar:

  • Yaş: Tanı alan hastalar genellikle 30 yaşından küçüktür. Ancak bazı kişilerde hastalık 50’li yaşlara kadar ortaya çıkmayabilir.
  • Aile öyküsü: Ebeveyn, kardeş, çocuk gibi birinci derece akrabalarında iltihabi bağırsak hastalığı bulunan kişilerde hastalık daha sık görülür.
  • Sigara: Sigara içmek, Crohn hastalığı gelişiminde en önemli kontrol edilebilir risk faktörüdür.
  • Non Steroidal Antiinflamatuar İlaçlar: İbuprofen, naproksen sodyum, diklofenak sodyum gibi etken maddeler içeren NSAİ grubu ilaçlar hem hastalık gelişimi hem de mevcut hastalığın ilerlemesi açısından risk oluşturur.

İltihabi bağırsak hastalıkları tanı ve tedavisi nasıldır?

Tanıda, belirti ve bulgulara neden olabilecek diğer rahatsızlıklar da göz önüne alınarak kapsamlı bir araştırma yapılır. Olası hastalıkların değerlendirilmesi için kan tahlili, gaita (dışkı) testleri uygulanır. Ülseratif kolit veya Crohn hastalığının sindirim organları üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi için endoskopi, kolonoskopi gibi yöntemler kullanılır. Endoskopik yöntemlerin uygulanamayacağı, bağırsak delinmesi (performasyonu) gibi durumları olan hastalarda; X,ray, BT, MR gibi görüntüleme yöntemlerinden faydalanılabilir.

İltihabi bağırsak hastalıklarının tedavisinde temel amaç; rahatsızlığa neden olan inflamasyonun (iltihaplanmanın) azaltılmasıdır. İltihaplanmanın azaltılması; hem belirti ve bulguların hafiflemesini hem de hastalığın uzun dönemde remisyona uğramasını sağlar. Bunların yanı sıra tedavi sayesinde hastalığa bağlı oluşabilecek komplikasyonların önüne geçilebilir.

Tedavide hem ilaç tedavisi hem de cerrahi yöntemler kullanılabilir.

İlaç tedavisinde;

  • İltihaplanmayı azaltmak adına kortikosteroid gibi antiinflamatuar ilaçlar
  • Bağışıklık yanıtını baskılamak için azotriopin, metotraksat benzeri ilaçlar
  • Hastalığa bağlı olarak enfeksiyon gelişmişse antibiyotikler kullanılabilir.

Hastanın durumuna bağlı olarak doktor; ishal önleyici, ağrı kesici ilaç ve vitamin takviyesi reçete edebilir.

İltihabi bağırsak hastalığına sahip hastalarda aşırı kilo kaybı görüldüğünde veya hastanın beslenmesi ciddi derecede bozulduğunda, hastaya beslenme desteği başlanması gündeme gelebilir. Hastaya tüp (enteral nütrisyon) ya da damar yolu aracılığıyla beslenmenin sağlandığı (parenteral nütrisyon) özel beslenme yöntemleri uygulanabilir. Bu sayede hem hastanın toparlanması hem de bağırsağın dinlendirilmesi sağlanır.

Ülseratif kolit ve Crohn hastalığının cerrahi tedavisinde, etkilenen bağırsak kısmının çıkarılması ve geriye kalan bağırsağın sağlıklı bir biçimde işlevini yerine getirmesi amaçlanır. Hastalığa bağlı olarak gelişen bağırsak tıkanıklığı gibi komplikasyonların tedavisi de cerrahi müdahale gerektirebilir. Ancak bu hastalıklarda cerrahi kesin çözüm sağlamaz. Ameliyat, hastanın genel durumunun daha iyi hale gelmesi ve olası komplikasyonların önüne geçmek için yapılır.

İltihabi bağırsak hastalığı şüphesi taşıyorsanız donanımlı bir sağlık merkezine başvurarak gerekli kontrollerinizi yaptırmalısınız. İltihabi bağırsak hastalığı tanısı almış kişilerin de en etkili tedavi yöntemlerini konuşmak ve hastalıkla ilgili ayrıntılı bilgi sahibi olmak için bir gastroenterologa başvurması faydalı olacaktır.

Sağlıklı günler dileriz.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

Bağırsak Florası Nedir? Nasıl Düzelir?

‘’Bağırsak florası nedir? Nasıl düzelir?’’ gibi soruların cevabından önce kişinin nasıl beslendiğinin farkında olması gerekir. Bazı mikroorganizmalar kişilerin sağlığına zarar verirken bir kısmı sindirim süreci için fayda sağlar ve hatta sağlıklı bir beden için gereklidir. Genellikle, zengin ve türlü bir bağırsak popülasyonu sağlıklı sayılabilir ve bağırsak florası, bağırsak içinde olan bu popülasyonların oluşturmuş olduğu topluluk olarak adlandırılır. Bağırsaklar ile alakalı her geçen gün daha fazla araştırma yapılmaktadır ve bağırsak sağlığı, insanların genel sağlığı için oldukça önemlidir. Bundan dolayı birçok rahatsızlığın sebebi bağırsak florasının bozulması ile bağlantılı olabilir, çünkü sağlıklı bağırsak aynı zamanda kuvvetli bir bağışıklık sistemi anlamı taşımaktadır. 
Bağırsak florası, bağırsak içinde lif gibi sindirilmeyen formların fermantasyonu için gereken miktarı sağlayan yararlı ve zararlı bütün bakterileri içeren topluluk olarak açıklanabilir. Bağırsakta bulunan bakterilerin seviyeleri türlü etkenlere bağlı şekilde değişmektedir. Değişikliklerin düzeylerine göre zarar veren mikroorganizmaların sayısı çoğalırsa sağlık problemlerine yol açabilir. Yarar sağlayan ve zarar veren bağırsak florası çeşitliliğine etki eden durumlar; annenin bağırsak florası, doğum, anne sütü tüketmek, antibiyotik kullanmak ve beslenme şekli gibi etkenleri içermektedir. 

Sağlıklı çalışmayan bağırsaklar; bitkinlik, akne, sivilce gibi cilt sorunları, kilo farklılıkları ve besin alerjisi gibi pek çok probleme neden olmaktadır. Kişilerin, günlük yaşamda atacağı bazı kolay adımları; mide, ruhsal durum ve genel sağlık üzerinde oldukça pozitif etkiler oluşturulabilir.

Bağırsak Sağlığı Neden Önemlidir?

Bağırsakların içinde bağırsak florası ismi verilen ve sayılamayacak kadar bakteriden oluşan bir yapı vardır, bu yapı içerisinde yararlı ve zararlı mikroorganizmalar birlikte bulunmaktadır. Hareket etmeme, sağlıklı beslenmeme, stres gibi sebepler mikroorganizmalar içindeki dengeyi bozar, yararlı bakterilerin eksilmesine, zarar veren bakterilerin de artmasına yol açar. Böylelikle, bağışıklık sistemi zayıflar ve birçok rahatsızlığın meydana gelmesine neden olur.
Bağırsaklarda 100-150 trilyon tane bakteri yaşamaktadır. Bizimle beraber yaşayan bu bakterilerden bir bölümü iyi, bir bölümü de kötü bakteri şeklinde nitelendirilir ve bütün hepsi bir uyum içindedir. Bu uyumun zarar görmesi, bağırsak sağlığının bozulması demektir. Bakterilerin dünyasına “mikrobiyota” ismi verilmektedir. Sağlıklı bir mikrobiyota beden fonksiyonunun iyi bir şekilde yaşamını sürdürmesi için önemlidir.  Antibiyotik ve gereksiz ilaç tüketimi, hareketsiz kalmak, obezite, sağlıklı beslenmeme, sigara tüketimi, alkol kullanımı, stres ve uyku problemleri bağırsak sağlığını kötü yönde etkilemektedir. Bilhassa antibiyotik ilaçlar, zarar veren bakterileri yok ederken bağırsakta bulunan sağlıklı bakterileri de yok eder. Böylelikle bağışıklık sitemi güçsüzleşir ve rahatsızlıklara yakalanma riski de çoğalır.

Bağırsak Florası Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Düzensiz flora içeren bir bağırsak, bedenin gıdaları almasını, kan şekeri düzenlemesini ve yağ depolama kapasitesini kötü yönde etkiler. Bağırsak sağlığı bozulduğu zaman bazı semptomlar oluşabilir. Bağırsak florası bozukluğu belirtileri şu şekildedir;

  • Mide ve bağırsakların rahatsızlanması
  • Uyku bozuklukları
  • Gaz, şişlik
  • Kabız olma
  • İshal

Gıda intoleransı, bazı besin çeşitlerini sindirmekte zorlanmanın bir sonucudur. Bu, bağışıklık sisteminin belirlenen besinlere vermiş olduğu reaksiyonun yol açtığı sebep besin alerjisi ile benzerlik göstermez. İnce bağırsakta yoğun bakteri oluşmasının yol açtığı emilim problemleri de kilo kaybetmeye sebep olur. Fayda sağlayan bakterilerin daha az düzeyleri, bedenin bağışıklık sistemi üzerinde etkili olabilir. Sağlıklı olmayan bağırsak belirtileri içinde gıda intoleransına karakterize şişkinlik, midenin bulanması, karında ağrı olması gibi semptomlar da bulunur.

Bağırsak Florası Bozukluğu Hangi Hastalıklara Yol Açar?

Bağırsak florası bozukluğu belirtisi göstermekte olan bireyler rahatsızlıklara ve öteki sağlık problemlerine karşı daha güçsüz kalabilirler. Bağırsak florası şeklinde de isimlendirilen bağırsak mikrobiyomunda gelişen farklılıklar, bağırsaklarda meydana gelen farklı organizmalar belirli seviyelerde olmadığı zaman gerçekleşir. Farklı bir neden ise, floranın türlü mekanizmalara sahip olması ya da üretimin farklılaşmış olmasıdır. Bağışıklık sistemi fazla uyaran aldığında kendisinden olanı yabancıdan ayırmakta zorlanır. Onu hasara uğratırken kendinden olana da zarar verir. Bunlar otoimmün hastalıklar olarak adlandırılmaktadır. Bundan dolayı bağırsak florası bozukluğunda bazı hastalıklar meydana gelir, bu hastalıkları şu şekilde sıralayabiliriz; 

  • Kalp rahatsızlıkları
  • Hormonal problemler
  • Devamlı yorgunluk hali
  • Allerjik rahatsızlıklar, KOAH
  • Cilt hastalıkları
  • Psikolojik hastalıklar
  • Baş ve kemik ağrıları
  • Obezite
  • Nörolojik rahatsızlıklar
  • Heiperaktivite ve dikkat eksikliği bozukluğu
  • Romatizmal rahatsızlıklar
  • Crohn rahatsızlığı
  • Sindirim sistemi hastalıkları

Bağırsak mikrobiyomu çeşitliliği kaybettiği zaman, kişinin kronik bir rahatsızlığa yakalanma tehlikesi çoğalabilir. Bağırsak florası bozukluğu semptomları, sindirim sistemi hastalıkları öncelikli olmak üzere, daha yoğun hastalanma ve tedavi zamanlarının uzaması şeklinde de kendini belli eder.

Bağırsak Florası Bozulması Hangi Ruhsal Hastalıklara Neden Olur?

Bağırsak florası bozulması sadece fiziksel hastalıklara neden olmaz. Bu bozulma kişilerin ruhsal sağlığını da olumsuz yönde etkilemektedir. İnsanların karın bölgesi yani bağırsaklar “Duygusal Beynimiz” olarak tanımlanabilir. Hisler karında oluşmaya başlar ve karın bölgesinde etkisini gösterir.

Pek çok bağırsak rahatsızlığı Psikosomatik hastalıklar içinde incelenmektedir. Yani Modern tıp alanında bağırsaklar ve mide kişinin psikolojik durumu ile karakterize olduğunu gözlemlemiştir. Psikolojik problemler ve hisler bilhassa iç dünyaya dönük kişilerde bedeni etkisi altına almaya başlar, birey hareketlerini ve hislerini kontrol altında tutmakta zorlanır. Kronik yorgunluk, istemsiz hareketler, uyku problemleri, karın ağrısı, ciltte lekelenmeler ya da benzer döküntüler, saçların erken yaşta beyazlaması ya da dökülmesi gibi semptomlar meydana gelebilir.

Korku, huzursuz hissetme, uyku problemleri ya da aksine fazla uyuma durumu, depresyon, apati, konsantre olmada güçlük çekme gibi nöropsikolojik hastalıklarda bağırsak disfonksiyonları asıl etken olmasa bile, katılımcı bir rol edinip tehlike durumu oluşturabilirler.

Bağırsak içindeki alan için önemli bir etken gıdaların geçiş zamanıdır. Dışkının geçiş zamanı ne kadar uzarsa o kadar fazla bozulma ve mayalanma oluşur. Sağlıklı beslenme türünde normal bir bağırsakta olağan geçiş zamanı 1 gün en fazla 36 saattir. Daha uzun geçiş zamanları tıkanmaya ve birikmelere ve zehirlenmelere yol açar. Psikolojik etkenler; isteksiz davranışlar, çevreye karşı duyarsızlık, kronik yorgunluk, başarı ve konsantrasyonda güçlük, depresyon meydana gelir.

Bağırsak Florası Nasıl Düzelir?

Yoğun olarak sorulan soruların başında “Bağırsak florası nasıl düzelir?” sorusudur. Bağırsak florasını düzenli hale getirmek, gün içinde gerçekleştirilmekte olan birçok alışkanlığı da değiştirmeyi gerektirir. Bundan dolayı bozulan bağırsak florasını düzenlemek için şunlar yapılabilir;

  • Yoğun stresten uzak durulmalı
  • Uykunun düzenli olmasına özen gösterilmeli
  • Yoga, meditasyon gibi hem stresi yönetmeye yardım eden etkinlikler yapılmalı 
  • Hareketsiz kalınmamalı, egzersizler yapılmalı
  • Beslenme şekli değiştirilmeli, fermente dilmiş besinler tüketilmeli
  • Yoğun antibiyotik kullanımına dikkat edilmeli
  • Günlük tüketilen su miktarına dikkat edilmeli
  • Bağırsak sağlığı için sigara bırakılmalı veya azaltılmalı
  • Bağırsak sağlığı için kafein ve alkol tüketimi azaltılmalı

Düzelmenin gerçekleşme zamanı, bireyin mikrobiyotasında gerçekleşen çeşitliliğin ne kadar eksildiği, neden azaldığı gibi etkenlere bağlı şekilde insandan insana farklılık gösterir. Genellikle bağırsaklara fayda sağlayan besinler sayesinde bağırsak florası düzenleme zamanı ilerler.

Bağırsak Florasını Düzenleyen Besinler Nelerdir?

Bağırsak mikrobiyotası ve besin alma durumu birbiri ile doğrudan bağlantılıdır. Tam tahıllı besinler, meyve ve sebze içerikli zengin bir beslenme planı, çok çeşitli bir bağırsak mikrobiyomunu desteklemektedir. Prebiyotik gıdalar, beden tarafından sindirimi sağlanmayan ve bağırsakta oluşan yararlı bakterilerin büyümesine ve sağlığına destek verir. Birçok besin, meyve, sebze ve tam tahıllı besinler doğal olarak prebiyotik lif içermektedir. Prebiyotik lif takviyeleri kısa zincirli yağ asidi üretme noktasında da katkı sağlar. Bu yağ asitleri, oldukça faydalı, kolon hücreleri için asıl gıda kaynağıdır. Prebiyotik lif bakımından zenginleştirilmiş gıdalar da insülin ve kolesterol seviyelerini azaltmada önemli rol edinebilir.

Bağırsak Florasını En Çok Neler Etkilemektedir?

Bağırsak florası anne karnından, gündelik zamanda tüketilmekte olan gıdaya kadar pek çok durumdan etkilenebilmektedir. Mikrobiyotayı etkisi altına alan durumların bazıları şu şekildedir;

  • Beslenme şekli
  • Patojenik mikroorganizmalara maruz kalma
  • Bireyin yaş
  • Antibiyotik ve farklı ilaçların kullanılması
  • Sigara ve alkol tüketimi
  • Hareketsiz kalmak
  • Bebeklik zamanında anne sütü tüketimi

İnsan sağlığında büyük önem taşıyan bağırsak mikrobiyotası, korunması ve çeşitlendirilmesi gereken bir topluluktur. Bağırsak florası bozukluğu belirtileri durumunda bir uzmana görünmek yararlı olabilir.

Sayfa içeriğinde yer alan bilgiler yalnızca bilgilendirme amaçlıdır. İlgili sayfada tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren öğeler yer almamaktadır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

NP İSTANBUL HASTAHANESİ

Adı kötü olsa da iyi huyluları sayesinde sağlığımızı koruyan bağırsak bakterilerinin genel sağlığımız hakkında ipucu verdiğini biliyor muydunuz?

Bakteri dengemiz sağlıklı bir sindirim sistemi için hayati önem taşır. Bakteriler, gıdaların vücutta parçalanmalarını kolaylaştırır ve zayıf sindirimden kaynaklanan rahatsızlıkları engeller. Bu rahatsızlıklar fermante edilmiş gıdaların oluşturduğu gaza bağlı olarak ortaya çıkar şişkinlik ve mide gazı olarak kendini gösterir. Vücudumuzdaki faydalı bakterilerin varlığı ve sağlıklı dengesi, fermantasyonu azaltır ve bu tür sorunların giderilmesini kolaylaştırır.

Probiyotikler kendimizi iyi hissetmemizi nasıl sağlarlar. Probiyotikler mikrobik gıdalar ve katkı maddeleridir. Bunlar bağırsak sistemimiz boyunca varolan bakterileri dengeler. En çok tanınan tür Laktobakteriler (üst bağırsakta yer alır) ve Bifidobacterilerdir (kalın bağırsağımızda yer alır). Bu bakterilerin 400 türü bulunur.

Bakteri dengemiz sağlıklı bir sindirim sistemi için hayati önem taşır. Bakteriler, gıdaların vücutta parçalanmalarını kolaylaştırır ve zayıf sindirimden kaynaklanan rahatsızlıkları engeller. Bu rahatsızlıklar fermante edilmiş gıdaların oluşturduğu gaza bağlı olarak ortaya çıkar şişkinlik ve mide gazı olarak kendini gösterir. Vücudumuzdaki faydalı bakterilerin varlığı ve sağlıklı dengesi, fermantasyonu azaltır ve bu tür sorunların giderilmesini kolaylaştırır.

Bizler gerek beslenmemizde gerekse bulunduğumuz ortamda devamlı olarak zararlı bakterilerin olumsuz etkilerine maruz kalırız. Genellikle bağırsak floramızda bulunan faydalı bakterilerin miktarı zararlı bakterilerle savaşmak ve hastalıklara karşı korunmak için yeterlidir. Ancak aşırı derecede sağlıksız gıda tüketimi, alkol, sigara, uyuşturucu alımı gibi nedenlerle bu denge bozulduğu zaman zararlı bakteriler bu savaştan galip çıkabilir. Bu durumun sonuçları çok çeşitlidir. Şişkinlik ve gazdan ishale veya kabızlığa kadar çeşitli rahatsızlıklar duyulabilir. Bağışıklık sistemimiz zayıflar ve ciddi hastalıklara karşı savunmasız kalırız. Antibiyotikler de bizim iç floramızı etkiler. Antibiyotikler bakteriyel enfeksiyonlara karşı etkilidir, ancak bakteriler arasında seçim yapmaz, zararlıları öldürürken faydalı olanları da yok ederler. Eğer faydalı bakterileri yerine koymazsak, zararlı olan türlerin vücut ortamımızda çoğalmaları riskiyle karşı karşıya kalırız.

Bakteri dengemiz bozulduğunda baş gösteren bir diğer ortak rahatsızlık ise bağırsak bozukluğu veya ishaldir. Bu, vücudun yabancı bakterilere karşı gösterdiği tepkinin bir sonucudur, vücut bunları atmak ister. Bu tür durumlarda ishal yaygın olmakla beraber kabızlık sorunu da yaşayabiliriz. Probiyotikler doğrudan zararlı bakteriyle mücadeleye geçer ve dengeyi korur. Faydalı bakterilerimiz aynı zamanda da ürettikleri besinlerle sağlığımızı güçlendirir. Bunlar vücudumuzun kolaylıkla sindirip alabileceği formdaki vitaminler, sağlıklı yağlar ve proteinlerdir. Bunların arasında yer alan B12 Vitamini ve folik asit günlük beslenme ihtiyacımızca katkı yapabilecek iki önemli besindir. Sağlıklı bir bağırsak florası bağışıklık sistemimizin en önemli faktörüdür. Bu yapı vücudumuzda yerleşmeye çalışan ve besinleri tüketen zararlı bakterilerle savaşır. Ayrıca aşırı miktarda zararlı bakterinin ve mayalı maddelerin artışını önler. Faydalı flora vücudumuzda pek çok enzim faaliyetini de harekete geçirir; bu faaliyetler de bağışıklık tepkimizi katalize eder.

Faydalı bakterilerimiz, sağlıklı beslenmemizde de büyük önem taşıyan meyveler, sebzeler ve bunların lifleri ile kuvvet bulurlar ve büyürler. Bu gıdaların yoğun olduğu bir beslenme düzeni ve hayvansal ve işlenmiş gıdaların mümkün olduğunca az tüketilmesi vücudumuzdaki optimal faydalı bakteri dengesinin sağlanmasına yardımcı olur.

Sağlığınız için, kendinizi sağlıklı bir bağırsak florası dengesi oluşturmaya odaklayın. Besleyici ve zengin lifli bir beslenme düzeni ve iyi cins probiyotiklerden oluşan düzenli tamamlayıcılarla sağlıklı bir hayat sürebilirsiniz. Vücutta uygun miktarda faydalı bakteri seviyesini korumak sindirimi iyileştirir, bağışıklık sistemini güçlendirir ve bütünsel sağlık üzerinde olumlu etkiler yapar.

Yaşlandıkça vücudumuzun iç dengesinde de değişiklikler olur. Bu denge bazı özel koşullar nedeniyle etkilenebilir ve vücudumuz zararlı bakterilere maruz kalır. Bu nedenle ihtiyaçlarınıza en uygun probiyotiği seçmek sağlıklı dengeyi geri kazanmanıza yardımcı olur. Örneğin bebekler, çocuklara özel Bifidus türüne ihtiyaç duyarlar. Ortam değişikliğinin neden olduğu bağırsak bozukluğu vakalarına maruz kalanlar ise daha geniş spektrumlu probiyotikleri daha yüksek dozlarda kullanarak fayda sağlayabilirler. 50 yaşın üzerindeki yetişkinlerde Bifidus doğal olarak azalır, bu nedenle günlük beslenmede bu bakteriyi alarak fayda sağlayabilirler.

Daha sağlıklı olmak ve sağlığınızı korumak için probiyotik tamamlayıcılar alabilirsiniz. Bunların içinde en iyileri, içeriğinde çok sayıda tür ihtiva eden geniş spektrumlu olanlardır. İçeriğinde bulunan bakterilerin miktarı probiyotiğin gücü ve etkinliği için de önemlidir. Laktobakteri ve Bifidus türlerinin iyi bir dengesi sindirim sisteminin tamamını destekler.

Comments are closed.