logo

Hayata karşı ilk küskünlüğümüz, yanımızda sandığımız kişileri, karşımızda görmemizle başlar. 

Yanında olduğum zaman değerimi bilmezsen, değerimi bildiğin gün beni yanında bulamazsın. Necip Fazıl Kısakürek

Yalnızlık iyi mi kötü mü?

Minnettarlığı Uygulamanın 8 Basit Yolu

Kendin Olabilmenin İlk Kuralı

İyi Niyetin Suistimaline Dur Diyebilmenin Yolları

Bir kral, soğuk bir kış gecesi nöbet tutan askere sorar: “Üşümüyor musun?” Asker cevap verir: “Ben alışkınım kralım.” Kral: “Olsun, sana sıcak tutacak kıyafetler getirmelerini emredeceğim.” der. Ancak kral, emir vermeyi unutur. Sabah nöbet yerinde askerin donmuş cesedi bulunur. Duvarda bir yazı vardır: “Kralım ben soğuğa alışıktım. Beni soğuk değil, sizin vaadiniz öldürdü.” Asker, elbise beklentisine girdiği için normalde dayanabildiği soğuğa karşı yenik düşmüştür. Beklentiyle ilgili güzel bir hikâye…

Her insan hayatında çeşitli beklentiler içinde olur. Eşlerden, çocuklardan, komşulardan, iş arkadaşlarından, sokakta karşılaşılan insanlardan hep bir şeyler beklenilir. Beklentiye girmek normal midir, hangi beklenti sağlıklıdır, hangisi sakıncalıdır? Günlük hayattaki bazı beklentilerimize bir bakalım. “Eşim anlayışlı olsun, bana yardım etsin, çocuklarla ilgilensin, annem sevdiğim yemekleri yapsın, çocuğum odasını toplasın, iş arkadaşlarım bana karşı nazik olsun, yolda karşılaştığım insanlar kaba davranmasın, trafikte bana yol versinler, çok değer verdiğim arkadaşım benim ona verdiğim değer kadar bana değer versin, hatta daha fazla değer versin…” Örnekleri çoğaltabiliriz. Aslında olağan gibi görünen bu beklentiler doğru yönetilmediğinde kişinin ve çevresindekilerin hayatını zehir edecek bir hale dönüşebilir.

İnsanın eşinden yardım ve ilgi beklemesi, diğer insanlardan nezaket beklemesi elbette normaldir ancak bu beklenti, kişinin neyi, nasıl istediği ve karşı tarafın bunu nasıl anlayıp yorumladığına bağlı olarak değişiklik gösterir. Örneğin, anne çocuğunun odasını toplamasını ve temizlemesini ister. Çocuğunun tertipli, düzenli biri olmasını umar. Yetişkinin algıladığı düzen ve temizlik anlayışı ile çocuğun algıladığı temizlik anlayışı arasında fark vardır. Annenin beklentisini karşılamayan bir temizlik, anne ile çocuk arasında çatışmaya neden olacaktır. İstediği standartlarda yapılmadığında da anne temizliği kendisi yapacak; bunun sonucunda hem çocuk sorumluluk alamayacak hem de anne daha fazla yorulacaktır.

Bazı insanlar vardır ki her şey kendi istedikleri gibi olsun, dünya onların etrafında dönsün, herkes onun beklentilerine cevap versin, tüm işlerini başkası yapsın isterler. İstekleri olmadığında, beklentileri karşılanmadığında da mazlum rolünü oynarlar. Hz. Ali’nin (r.anh) “İnsan insana muhtaçtır.” sözünü yanlış okuyoruz! Kendi işlerimizi her zaman birileri yapsın, bizim sorumluluklarımızı üstlensin diye bekliyoruz. Her şey istediğimiz çizgide dursun istiyoruz. Beklentilerimiz karşılanmadığında da kırılan, incinen taraf oluyoruz. Bu açıdan bakıldığında kırılmak, gücenmek ne kadar yersiz görünüyor! Ancak bu duyguyu yaşayan kişi duruma objektif bakamadığı için kırılmaya hakkı olduğunu zannediyor. Çevresindekileri, en sevdiği kişileri de duygu sömürüsüyle manipüle etmekten geri durmuyor.

Evine misafir gelen bir kişi düşünelim. Evin hanımı misafirlerine her türlü izzet-i ikramda bulunur, onlarla hoşça zaman geçirir. Onları en iyi şekilde ağırlar. Bu kişi, davet ettiği arkadaşlarının evine gittiğinde kendisine de aynı muamelenin yapılması beklentisine girer. Ancak ev sahibi bu beklentiyi karşılamadıysa o kişi kendi içinde söylenmeye başlar: “Ben onları en iyi şekilde misafir ettim, rahat etmelerini sağladım ama benim ayağıma bir terlik bile vermediler. Ben onları yemeğe davet ettim, onlar sadece çay ikram ettiler. Ben özenerek tatlı yaptım, onlar pastaneden aldıkları kuru pastaları önüme koydular…” Kişi, niyetinin ne olduğunu ölçüp tartmalı. Eğer kendini yüceltmek, övünmek, yaptıklarıyla ön plana çıkmak veya aynı karşılığı görmek için misafirine ikramda bulunmuşsa girilen beklentiler yoğun ve yıkıcı duygulara dönüşebilmektedir. Beklentilerin sonunda bizi öfke ve hayal kırıklığı karşılamaktadır.

Şu soruyu kendimize sorarak başlayalım: “Ben kimden, ne bekliyorum?” “Beklentilerim makul seviyede mi yoksa abartıyor muyum?” “Karşımdaki insan, benim beklentilerimi anlıyor mu ve karşılayacak güce sahip mi?” Bir örnek verelim. Yeni evli bir çift düşünün. Hanımefendi eşi ile gezmek, yeni yerler keşfetmek, dışarıda birlikte zaman geçirmek, yeni tatlar denemek istiyor. Ancak beyefendi evde olmayı, sakince kafa dinlemeyi ve film izlemeyi seviyor; ayrıca sürekli harcama yapmaktan da kaçınıyor. Bu iki zıt durum bir süre sonra problem olarak patlak verecektir. 

Sürekli organizasyon yapan kadın, bir kere de kendisi söylemeden eşinin plan yapmasını isteyecektir. Ancak adam dışarıya çıkmak istemediği için, sırf eşinin gönlü olsun diye çıktığından kendiliğinden bu organizasyonu düşünemeyecektir. Her ikisi de isteklerinde haklı mıdır? Evet haklıdır çünkü herkesin eğlence/sevdikleriyle vakit geçirme anlayışı farklıdır. Hayattaki amaçları ve beklentileri birbirleriyle aynı olamayabilir. Burada çiftlerin kendilerini sorgulaması gerekir. Beklentiler karşılıklı olarak giderilemiyorsa, bir taraf hep alttan alıyor ve hep karşı tarafın istediği oluyorsa orada sağlıklı bir iletişimden bahsedemeyiz. Çünkü bir taraf hep diken üstündedir, eşini kırmamak/üzmemek için her şeye “evet” diyen taraftır. Her iki taraf da hem eşlerinin isteğini göz önünde bulundurarak hem de onların kişisel zamanlarına saygı göstererek/kendi kişisel zamanlarını önemseyerek bu ilişkiyi başarılı bir şekilde sürdürebilirler.

Bazen beklentilerimiz gayet makul olduğu halde insanların basit beklentilerimizi bile karşılayamadığını görüyoruz. Burada karşı tarafa beklentimizi açık bir şekilde anlatıyor olabilmemiz önemli. İnsanların aklımızı okumalarını, istek ve ihtiyaçlarımızı biz söylemeden, gözümüze bakarak anlamalarını bekliyoruz. Ancak bu, zaman isteyen bir süreçtir. Özellikle yeni arkadaşlıklarda veya evliliklerin başında kimsenin karşı taraftan böyle bir beklentisinin olmaması gerekir. Zira sonu hayal kırıklığı, suskunluk veya öfke patlamaları şeklinde olacaktır. Açıkça beklentilerimizi söylememize rağmen yine yapmıyorsa ne olacak? Burada da karşımızdakinin duygularını ve düşüncelerini anlamaya çalışacağız. Neden yapmıyor? Bir bildiği mi var, yoksa önemsemediği için mi?.. Size makul bir açıklama sunuyor mu? Bu ikisini iyi ayırt edip ona uygun tepki verilmelidir.

Beklentiyi etkileyen birçok etmen vardır. Yaşanılan çevre, kültür, bireysel farklılıklar, yetiştirilme tarzı, yaşanılan koşulların etkisi, geleceğe yönelik istekler, medya ve sosyal medyanın etkisi sayılabilir. Özellikle son zamanlarda sosyal medyada yapılan paylaşımlar, kişilerin kendi hayatlarıyla izledikleri hayatları kıyaslamalarına ve kendi hayatlarını sorgulamalarına neden olmaktadır. “Onun eşi yapmış, sen de yap! Onlar yapıyor, biz neden yapmıyoruz?” tarzı sorgulamalar ilişkileri ve hayatı zedeleyici olabilmektedir. Bu nedenle sosyal medyanın gösterişli ve aldatıcı dünyasına kapılmadan, hayattan ve kişilerden beklentileri makul tutmak önemlidir.

Anadolu’da erkek evlada daha çok değer verilmesinin sebeplerinden birisi de yaşlandıkları zaman kendilerine erkek evladın bakacağı düşüncesidir. Bu beklenti hem erkek evladın omuzlarında gereksiz yüke sebep olmaktadır hem de ebeveynler bu beklentileri karşılanmadığında gönül kırıklığı yaşamaktadır. Erkek evlat da olsa kız evlat da olsa merhamet sahibi, ahlaki değerlere önem veren çocuklar yetiştirmek daha kıymetli değil midir? Merhametten yoksun bir evlat anne ve babasına ne kadar değer verip yaşlılıklarında hürmet gösterir ki!.. Yaşanmış bir örnek vermek istiyorum. 1970’li yıllarda bir ailenin kız çocukları oluyor. Erkek bekleyen baba, eşine küsüp evi terk ediyor ve bir ay eve gelmiyor, sırf erkek çocuğu olmadığı için. Birkaç yıl sonra erkek çocukları da oluyor. Baba yaşlanıp da bakıma muhtaç hale geldiğinde ona erkek evladı değil, kız evladı bakıyor ve son nefesine kadar onun gönlünü hoş etmeye çalışıyor. Dünyaya gelen bebek kız olduğu için evi terk eden baba umduğu bakımı, ilgiyi ve hürmeti kızından görüyor. Ne kadar ibretlik bir hikâye, değil mi?

Günlük hayatta çoğu zaman bir karşılık bekleyerek hareket ediyoruz. “Patronumla iyi geçineyim ki izin istediğimde bana izin versin.” “Eşime güzel yemekler yapıyım da istediğim bileziği alsın.” “Arkadaşlarla aramı iyi tutayım ki paraya sıkıştığımda bana yardımları olsun.” “Sadaka kutusuna para atıyım da benim hakkımda insanlar iyi düşünsün.” “İnsanlara yardım edeyim, sürekli onların zor zamanında yanlarında bulunayım ki benim ne kadar cesaretli ve mert olduğum konuşulsun.”

“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikâhlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11) hadis-i şerifinde de belirtildiği gibi neyi, ne niyetle yaparsak karşımıza o çıkar. Bazen yaptıklarımızın sonu hüsranla sonuçlanır. İnsanların gözüne girmek için, onay görmek için her işe koşturan biri insanların memnuniyeti ile her zaman karşılaşamayacaktır. Çünkü insanoğlu ayette belirtildiği üzere nankördür. Rabbine karşı bile nankör olan insan, başkalarına karşı mı nankör olmayacak! Yaptığımız işi başkaları için yaptığımızda, beklediğimiz karşılığı göremeyeceğiz. Bu durumda o işlere/davranışlara devam edebilir miyiz? “Ben yıllardır çalıştım, saçımı süpürge ettim. Herkesin zor zamanında yardımlarına koştum. Kıymetimi bildiler mi? Benim onlara yaptıklarımı onların biri bile bana yapmadı. Ben de bundan sonra hiçbir şey yapmayacağım.” deyip kabuğuna çekilen, hayata ve insanlara küsen kişilerin yapmaları gereken ilk şey davranışlarını ve niyetlerini sorgulamaktır. Bu kişinin sürekli herkesin işine koşması, onlara yardımcı olması, kendinden ödün verip başkalarına öncelik vermesi Allah rızası ve iyilikseverlikten ziyade var olma çabası, insanlardan değer görme ve takdir edilme beklentisi olabilir. Kendi değerini bilen bir insan izzet-i nefs sahibidir ve herkesin kendisini kullanmasına fırsat vermez. Her işe koşarak da kendine zulmetmez. Herkesin her işine koşmanın onlara iyilik olmadığını, aksine en büyük kötülüğü yaptığını bilir.

Zira başkalarının yapması gereken işleri yüklenmek, o kişinin hayat içinde mücadele etmesine, öğrenmesine fırsat vermemek demektir. Bu nedenle insanın izzet-i nefs sahibi olması, kendi değerinin farkında olup kimsenin koltuk değnekliğini yapmaması gerekir. Buradan “Kimseye yardım edilmemeli, herkes kendi başının çaresine bakmalı.” yorumu anlaşılmasın. Elbette iyilik yapacağız, yardıma ihtiyacı olan kişilerin imdadına koşacağız. Ancak bunu yaparken karşılık beklemeden, sadece Allah’ın rızasını gözeterek yapacağız. “Rabbim ben bu işi sadece Senin hoşnut olman için, benden razı olman için yapıyorum.” diye temiz niyetlerle adım atacağız. Yoksa insanları memnun etmek zor. İnsanların beklentilerini karşıladığımızda, bu onlara yeterli gelmeyecek. Daha büyük istek ve beklentilerle karşımıza çıkacaklar. İnsanoğlu doyumsuzdur. Her şeye rağmen insanlara yardımdan uzak durmamalı ve kendimizi de yıpratmamalıyız. Niyetimizi her zaman tazeleyip insanlara Allah’ın rızasını kazanma mantığında yaklaşmalıyız.

İyilik yapmaya devam edeceğiz. Yapılan o kadar iyiliğin boşa gitmemesi için niyet ağacının kökünü Allah’ın rızasına bağlayacağız. Eğer yaptığımız işleri önce Allah’ın rızasını kazanma niyeti ile yapıyorsak kazançlıyız demektir. “İyilik yap, denize at; balık bilmezse Halık bilir.” diye dillerde dolaşan atasözü durumu çok güzel özetlemektedir.

Uçuk beklentilerle hem kendi hayatımızı hem de sevdiklerimizin hayatını zorlaştırmanın bir anlamı olmadığını, sıfır beklentiyi yakalamaya çalışmak için gayret etmek gerektiğini belirtelim. Aynı şekilde insanların beklentilerini de doğru okuyup uygun tepkiler vermek ve kendimizi yıpratmamak gerektiğini de unutmayalım.

Beklentiye Girmeden Yaşamak Mümkün mü? / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

GÖNÜL DERGİSİ

Yıllar önce, cep telefonları sadece arama yapmak ve mesajlaşmak için kullanılırdı. Ancak şimdi, bu cihazlar sürekli elimizde, gözümüzün önünde ve kafamızın içinde. Akıllı telefonlar artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Peki ama bu durum beyin sağlığımız için ne anlama geliyor?

Akıllı telefonlar ve depresyon ilişkisini anlamak

Sosyal medya, bildirimler, uygulamalar… Tüm bu dijital içerikler, bizi gerçekten mutlu mu ediyor, yoksa depresyona mı sürüklüyor? Akıllı telefonlarla gelen sonsuz erişilebilirlik, başkalarının hayatlarını gözlemlememizi ve kendimizi sürekli onlarla kıyaslamamızı sağlıyor. Bu durum, özellikle gençler arasında özgüven eksikliği ve depresyon riskini artırıyor. Bir üniversite öğrencisi, her gün en popüler influencerların Instagram sayfalarını takip ediyor. Bu durum, kendi yaşamını yetersiz hissetmesine ve mutsuzluk duygularına yol açıyor. Kendini sürekli başkalarıyla kıyaslayarak hayatından memnuniyetsizlik hissediyor.

Uykusuzluk: Akıllı telefonların göz ardı edilen etkisi

Gece geç saatlere kadar süren sosyal medya gezintileri, diziler, ilginç ve komik videolar… Tüm bunlar, mavi ışığın zararlı etkileri nedeniyle uyku düzenimizi bozuyor. Yeterli uyku alamamak hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımız için ciddi sonuçlar doğurabilir. Her gün sabah 8’de işbaşı yapmak zorunda kalan Ayşe Hanım, işten sonra rahatlamak için gece geç saatlere kadar film izliyor. Sabahları yorgun kalkıyor ve gün içinde gerekli enerjiyi bulamıyor. Bu durum, iş performansını ve genel yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor.

Akıllı telefonlar ve demans: Unutkanlığa davetiye çıkarıyor mu?

Her bilgiye anında ulaşmamızı sağlayan akıllı telefonlar, hafızamızı kullanma ihtiyacını giderek azaltıyor. Bu durum, uzun vadede bilişsel yeteneklerimizin zayıflamasına neden olabilir.

Yol bulma, basit hesaplamalar gibi günlük aktiviteleri bile artık akıllı telefonlarımıza havale ediyoruz.

Bir emekli, yeni bir restoranın adresini bulmak için eskiden harita kullanırdı, şimdi ise doğrudan telefonuna başvuruyor. Bu, onun navigasyon yeteneğini zamanla zayıflatıyor ve hafıza becerilerine bağımlı hale getiriyor.

ProfDrDerya Uludüz / Zihnimizin gizli düşmanları: Cep telefonları

2004 yılında Facebook hayatımıza girdiği günden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ardından Twitter ve Instagram devreye girdi ve bizi teknolojiye öylesine bağladı ki kendine özgü hastalıklar türetti. Bunların en başında da depresyon geliyor, hatta kaygı bozukluğu dediğimiz anksiyete, kalitesiz uyku, özgüven eksikliği, dikkatsizlik ve hiperaktivite de sosyal medyanın psikolojik sonuçlarından. Yaşanan siber zorbalık, fotoğraflara yapılan ve kişileri adeta ‘linç’ eden yorumlar da cabası. Sosyal medyayı tamamen çıkarmak mümkün olmasa da en azından biz fark etmeden neden olduğu ‘yalnızlığımızı’ gidermek mümkün. Bunla ilgili enteresan araştırmalar da var.

Amerika’da üniversite öğrencileri üzerinde bir araştırma yapıldı, öğrencilerin bir kısmı sosyal medya kullanımına devam ederken gözlemlendi. Diğer gruptaki öğrenciler ise sosyal medya kullanımları 30 dakika azalttı. Çalışma sonunda, sosyal medya kullanımını azaltan öğrencilerin, daha az depresyon, anksiyete, özgüven sorunu ve yalnızlık hissettiği görüldü. Üstelik kendilerini daha iyi hissetmeleri için ekstra herhangi bir şey yapmalarına gerek kalmadı.

Sosyal medya nasıl depresyona neden oluyor?

2014 yılında yapılan epidemiyolojik bir araştırmada ise sosyal medya kullanımı ile depresyon, kaygı ve algılanan sosyal izolasyon arasındaki ilişkiye bakıldı. ABD’deki 19 ila 32 yaş arasındaki bin 700’den fazla genç yetişkin araştırma sürecinde incelendi ve sosyal medya kullanımı ile depresyon arasındaki ilişki bulundu. Araştırma sonucuna göre çalışmaya katılanlardan majör depresyon belirtileri gösterenlerin kendilerini başkalarıyla karşılaştırmak, kötü göründüğünü düşündüğü fotoğrafların paylaşılmasından endişe duymak gibi davranışlarda bulunduğu tespit edildi.

Ödüller ve depresyon

Beynimizde bir ödül mekanizması var. Bu mekanizmanın işleyişine göre beyin herhangi bir ‘ödül’ ile karşılaştığında dopamin dediğimiz hormonu salgılamaya başlıyor. Mesela sosyal medyada beğeni ya da güzel yorum almak, kumarda kazanmak, alkol alınca mutlu olmak gibi etkenler ile dopamin salgılanabiliyor. Kişiler bir süre sonra dopaminin devamlı salgılanması için kendilerine ödül veren eylemi bilinçsizce daha fazla yapmaya başlıyor. Yani sosyal medyada daha fazla takılıyor, daha fazla alkol alıyor.

Tabii sosyal medya ile uyuşturucunun etkisi aynı değil ancak emojiler, ‘kalpler’ arkadaş çevresi tarafından devamlı beğeniliyor ve kabul görüyor olmak gibi pozitif sosyal uyaranlar da dopamin salgılanmasına neden oluyor. Bu da devamlı kişilerin aynı hareketi tekrarlamasını sağlıyor.

FOMO ve anksiyete

Sosyal medya ve cep telefonundan uzak kalan insanlar araştırmalara göre kaygı yaşıyor. Bu kaygıya İngilizce’de FOMO deniliyor yani ‘Fear of missing out’. Türkçe’ye çevirirsek: Fırsat kaçırma korkusu. Son yıllarda sosyal medyanın insanlarda yarattığı en büyük kaygılardan biri bu. Sosyal medyada görünmediğinde ya da saatler geçirerek herkesi takip etmediğinde bir şeyler kaçırdığı hissine kapılan insanlar anksiyete yaşıyor. Ayrıca sosyal medyayı az kullandığınızda beğeniler ve güzel yorumlardan mahrum kalmak da dopaminin daha az salgılanmasına, bu da bir çeşit ‘yoksunluk’ hissetmenize ve depresif bir duygu durumuna neden oluyor. Bağımlılık tedavilerinin bu denli zor olmalarının en önemli sebebi dopamin hormonundan mahrum kalmanın kişide yarattığı bu mutluluk.

Bağımlılıktan nasıl kurtulacağız?

Peki, biz bu bağımlılıktan kendi başımıza nasıl kurtulacağız?

Bakış açınızı değiştirin

Sosyal medya uygulamalarının hepsi kar hedefleyen ve bunu insanları tüketime yönlendirerek yapan uygulamalar. Siz vakit geçirdikçe karşınıza çeşitli reklamlar çıkar ve üye sayısı arttıkça uygulamalara para kazandırırsınız. Yani sizin harcadığınız vakit başkaları için nakittir.

Dopaminin yarattığı kölelikten kurtulun

Dopamin hormonunu ve işleyişini anlattık. Ancak bu bağımlılıkları aşmanın en iyi yolu yerine başka bir şey koymak. Örneğin spor yaparak da dopamin salgılayabilirsiniz. Telefon kullanımınızı sınırlandırdığını süreçte açık havada yürüyüşler deneyin. Kış aylarında ise evde yapabileceğiniz sporları uygulayın. Yoga ve meditasyon hem ruhsal olarak zihninizin dinginleşmesine yardımcı olacak hem de bir uğraşı yaratacaktır.

Bildirimlerinizi kapatın

Sadece uzak durmaya çalışmak yeterli bir şey değil. Sosyal medyanın uyaranlarından kendinizi uzaklaştırmak için bildirimlerinizi kapatın. Örneğin sadece whatsapp bildirimleriniz açık kalsın ancak whatsapp’ta yer alan gereksiz grup konuşmaları sessize alın. Size ulaşması gereken insanlar arayacaktır. Kaçırma korkusu yaşadığınız anları fark edin ve kendinize telkinde bulunun.

Hobiler… Hobiler… Hobiler…

Hobilerin faydasını her zaman söylüyoruz. Fiziki, zihinsel ya da ruhsal açıdan gelişim sağlayan her türlü hobi hayatınıza olumlu katkıda bulunacaktır. Kitap okumak, yapboz yapmak, resim yapmak, arkadaşlarınızla vakit geçirmek ya da size özel olarak işe yarayacak her ne olursa koyacağınız her türlü yeni alışkanlık sizi geliştirecek ve sosyal medyanın sahte kalabalığından gerçek dostluklara sizi sevk edecektir.

Uyarı veren uygulamalar edinin

Uygulamada geçirdiğiniz vakitleri, başka bir uygulama ile ölçebilirsiniz. Geliştirilen bazı uygulamalar, gün içinde bir sayaç gibi sosyal medya platformlarından ne kadar vakit geçirdiğinizi söylüyor. Bu oranı her gün biraz daha azaltmayı hedefleyebilirsiniz.

Zaman mühendisliği yapın

Kendi zamanınızı yönetmeyi öğrenin. Bunu sadece sosyal medya için değil her şey için yapın. Trafik, uzun çalışma saatleri içinde planlı yaşamak sizi stresten uzaklaştırır ve kendinize ayıracağınız vakti arttırır. Buna bir çeşit ‘zaman mühendisliği’ adını verebiliriz. Akıllı telefonunuzu elinize alacağınız saatleri planlayın. Mesela saat 3’te 10 dakika bakılacak gibi. Bunun dışında, özellikle evinizde teknolojik aletlerin giremeyeceği bir alan oluşturmak ve bu alanda vakit geçirmek, bağımlılığınızdan kurtulmanıza yardımcı olacak. Araştırmalar, meditasyon, yoga, ibadet veya zihin dinlendirici herhangi bir uygulamanın, beyin ödül merkezini dengeleyebileceğini gösteriyor. Bu teknoloji yasaklı alanları, zihin sakinleştirme egzersizleri için kullanabilirsiniz.

Ruhun yaşlanmasını durdurmak sağlıklı ve huzurlu yaşlanmanın önemli bir parçası. Ruhumuz bazen 18 yaşında da yaşlanabiliyorken 80 yaşında bedenine direnerek dans pistinin en hareketlisi olmayı da sağlayabilir. Yani önemli olan ruhun ‘ihtiyarlamasını’ önlemek.

Yaşanan tecrübeler her ne kadar ruhu olgunlaştırsa da olaylara bakış açısı, kişilik yapısı, sosyal ilişkiler kişilerin ruh sağlığını korumada önemli etkenler.

Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hali olarak tanımlıyor. Ülkelerde ise gelişmişlik düzeyi arttıkça ruh sağlığına yapılan vurgu da artıyor. Peki, iyi baktığınızı varsaydığımız bedeninizin yanında ruhunuz ne durumda? Ruhu beslemek için neler yapmalıyız?

Bundan sadece 100 yıl önce atalarımız doğdukları topraklardan mecbur kalmadıkça ayrılmıyor, aynı insanlarla yaşlanıyor ve aynı topraklarda ölüyordu. Pazartesi sendromu, hafta sonu tatili yoktu çünkü hayatın akışını doğanın kanunları belirliyordu. İnsanoğlu doğadan daha üstün olduğu yanılgısına henüz düşmemişti. Toprağa emek veriyor, çalışıyor, bedenen yoruluyordu dolayısıyla günlük kaygıları da yiyecek bulmak ile sınırlıydı ve bizden çok çok daha az stres hormonlarına maruz kalıyorlardı. Aslında belki de bunun 2 önemli nedeni vardı.

Öncelikle kariyer, para kazanmak, bir ev borcu ödemek gibi yoğun yaşamsal stresler yoktu. Yani toplumun bize biçtiği roller ve statü baskıları yoktu. İkincisi ise insan doğa ile uyum içindeydi. Toprakla, güneşle temas etmenin, yeşile, maviye yani kısacası doğaya ve doğal güzelliklere bakmanın insan ruh sağlığı üstünde olumlu etkisi bilimsel olarak da var olan bir gerçek. Ancak şimdi bir tutam yeşil görebilmek için hafta sonları erkenden kalkıp, kilometrelerce yol gidip, belirlenmiş ve sınırlanmış mekânlarda, bir sürü para ödemek zorundayız. Çünkü özellikle de büyük metropollerde doğayı kirlettik.

RUHUMUZ NASIL GENÇ KALACAK?

Gelişmiş ülkelerde özellikle de yaşlılarda intihar oranlarının artması, yalnızlık, arkadaşlık ve akrabalık ilişkilerinin olmayışı ve kopuşu ciddi anlamda tehlike barındırıyor. Japonya ve İskandinav ülkelerinden bazıları bu soruna çözüm arıyor. Bunların nedenlerini bulmak elbette çok kolay ama sorunları çözmek zor. Bizim gibi ülkelerde ise hala bu aile bağlarının güçlü olması sosyal desteği arttırdığı için ayakta kalmak ve ruh sağlığını koruyarak yaşlanmak aslında daha kolay. Ancak bıkkınlık, sosyal anlamda kendini izole etmek, uzaklaşmak hatta bir anlamda ‘ölümü bekleme’ psikolojisi bizde de çok yaygın. Peki, neler yapmalıyız?

1. PSİKOLOJİK OLARAK ESNEK OLUN

Psikolojide ‘resilience’ diye bir kavram var. Kelime Türkçede esneklik ve toparlanma anlamına geliyor. Travmatik, zorlayıcı ya da uzun süreli strese neden olan durumlar karşısında ruh sağlığını korumayı başaran ya da daha rahat atlatabilenlerde görülen bir özellik. Bazı insanlar doğuştan olayları kabullenerek birer tecrübe olarak görebiliyor. Her zaman çözüme odaklı yaşıyor ve sorunların geçici olduğuna dair inanç besliyor. İnsan psikolojisi de aslında vücudumuzdan farksızdır. Vücudumuza ne alır, ne yersek onu biçeriz. Psikolojimizde de hangi inancı beslersek o taraf güçlenir ve galip gelir. Dolayısıyla pozitif tarafı beslemek ve yaşananları tecrübe olarak görmek bize olgunluk katar. Ama başımıza gelen her olaya ‘talihsizlik’ olarak bakar ve kendimizi şanssız görürsek buna olan inancımız güçlenir. Resilience dediğimiz psikolojik esneklik de öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir şeydir.

2. AKTİF OLUN VE SİZ DE BAŞKALARINA YARDIM EDİN

Stresle başa çıkabilen, iş ve okul hayatında daha başarılı olan herkeste bulunan ortak bir özellik var. Hepsinin de yapmaktan keyif aldığı bir hobisi ve becerisi var. Herhangi bir becerinizin olmaması imkânsız. Edineceğiniz tüm beceriler masraflı ve çok harcama yapacağınız şeyler olmak zorunda da değil. Yeter ki siz isteyin. Hiçbir şey yapamıyorsanız bir koroya katılın. En azından sosyalleşmiş olursunuz. Bunu kendiniz için yaparken, siz de başkaları için bir şeyler yapmaya devam edebilirsiniz. Torun bakmak, komşulara yardım etmek, ihtiyacı olan çocuklar için örgü örmek de birer seçenek. Diğer insanların faydası için bir şey yapıyor olmak size kendinizi iyi hissettirecektir.

3. BAĞLARINIZI KOPARMAYIN

İlkokul arkadaşıyla hiç kopmadan görüşebilmek 50 yaşında zor olabilir ancak yine de eski arkadaşlarınızla bağlarınızı koparmayın. Bu yeni arkadaşlar edinemeyeceğiniz anlamına gelmiyor ama eski dostlarınız geçmiş tecrübelerinizi bildiği için hangi duygular içerisinde olduğunuzu ve sizi anlaması kolaydır. Arkadaşlık bağlarınızı evlilik, iş değiştirme hatta ülke değiştirme durumunda dahi koparmayın. Bu bağlar sizi her zaman duygusal olarak besleyecektir.

4. ÇÖZÜM ODAKLI OLUN

Hayatta başarılı insanlarda belki en sık rastlanan özelliklerden biri çözüm odaklı olmaktır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre 2012 yılında 804 bin insan intihar ederek hayatını kaybetti. Araştırmalara göre intihar eğilimi ile duygusal zekâ arasında yakın bir ilişki var. Ancak duygusal zekâ geliştirilebilir bir şeydir. ‘Pozitif düşün, evrene iyi enerji ver’ tavsiyeleri gerçekçi bulduğumuz ve etkili tavsiyeler değil. Kast ettiğimiz şey gerçekçi bir iyimserlik ile çözümü mümkün kılmak için çabalama eğilimi. Bu özellik ruh sağlığını korumada ve yaşlılıkta ruhumuzu ‘diri’ tutacak özelliklerden bir tanesi.

İnsanlarla uzun bir süre yaşayamıyorum. Sonsuzluğun payından, bana biraz yalnızlık gerek. Albert Camus

Yalnızlık iyi mi kötü mü?

Burada temel mesele hangi yalnızlıktan bahsettiğimizdir. Aslında düzenli sosyal ilişkileriniz var ama yalnızlığa mahkûm olmayıp onu kendiniz tercih ediyorsanız yalnızlık iyidir.

Yalnızlık ne zaman iyi gelir?

Eğer yalnızlık sizin tercihiniz is eve tek başına olmaktan zevk alıyorsanız geçici süre yalnızlık iyi gelecektir. Tek başınıza kalabiliyorsanız yalnızlık yıkıcı değil yapıcıdır.

Yaratıcılığınızı artırır; düşünme, gözlem yapma, beyni sakinleştirme, daha mantıklı düşünme, olayları objektif görebilme becerisi sağlar.

Karmaşadan uzaklaşan beyin sakinleşir, dinlenir ve mutlu olur. Olaylara karşı daha sakin tepkiler vermenizi sağlar. Size sakinleştirir.

Stres hormonu kortizolü azaltarak daha derin ve kaliteli uyumanızı sağlar.

Zoraki yalnızlık zarar verebilir

Yalnızlık eğer sizin tercihiniz değilse ya da tercihiniz olsa bile uzun sürüyorsa zararları başlar. Strese bağlı enflamasyon proteinlerinde artışa neden olarak DM, Alzheimer gibi kronik hastalıklara zemin hazırlar.

İletişimden yoksun kalan beynin elektrik aksamı yavaşlamaya ve ileti kapasitesi azalmaya başlar. Sosyalleşemeyen beyin hormonları yeterince salgılayamaz, oksitosin ve serotonin daha az salgılanır. Beyin bir süre sonra küser ve iyice sosyal izolasyon başlar. Bu da sinir hücrelerinin erken ölümüne yol açarak hafıza sorunlarını başlatır.

Yalnızlığın zararları neler?

Yalnız kalan beyin stres hormonu üretir, kronik stres ortamı gibi davranır ve bağışıklığı olumsuz etkiler. Kronik inflamasyon proteinlerinin artmasına yol açar. Bu da depresyon, anksiyete, yaşamdan zevk almama, çaresizlik huzursuzluk, özgüven eksikliğine neden olur.

Terk edilmişlik hissi, değersizlik, dışlanmışlık, umutsuzluk, kaygı melankolik ruh hali gelişir.

Sosyal medya ya da kötü alışkanlıklara bağımlılık artar.

Yalnız kalmama çabası ile yanlış ilişkiler yanlış arkadaşlıklar kurulabilir; ruhsal ve fiziksel yıkımı tetikleyebilir.

Kötü beslenme alışkanlıkları, aşırı yeme, obezite, uyku düzeninde bozulma başlar.

Yalnızlık inflamasyonu, stres hormonunu ve kan basıncını artırarak erken ölüm riskini %30 artırıyor, intihar riskini artırıyor. Kalp krizi riskini %29, beyin felcini %33 artırabiliyor. Günde yarım paket sigara içmekten daha ağır sağlık sorunlarına neden olduğu çalışmalarda bildiriliyor.

Etrafta konuşacak kimsenin kalmadığını, seni kimsenin anlamadığını, koca dünyada tek başına kaldığınızı düşündüğünüz zamanlar olabilir. Bir kafeye bile giderken yalnız gitmekten çekindiğimiz etrafımızdaki insanların bizi yalnız ve sorunlu görmesini istemediğimiz olmuştur. Yalnızlık çağımızın en büyük ruhsal ve fiziksel sağlık sorunlarından biri. Öyle ki bazı ülkelerde yalnızlık bakanlıkları bile kuruluyor. Peki yalnızlık bu kadar kötü bir durum mu?

Yalnızlık gerçekten kötü bir durum mu?

Eğer ‘kendi başınıza var olabilme’ beceriniz güçlü ise, yani tek başınıza yaptığınız aktivitelerle mutlu iseniz yalnızlık zararlı değil tersine yararlı ve üretici olabiliyor. Yalnızlık bazen ihtiyaç, bazen tercih bazen de zorunluluktan kaynaklanıyor. Aslında bu bakımdan hem özgürlüğü ve huzuru hem de mutsuzluğu ve çaresizliği içerebiliyor. Konu yalnızlığı nasıl yaşadığımız, onu tercih edip etmediğimiz ve pozitif açıdan değerlendirip değerlendiremediğimizle alakalı.

Yalnızlık ihtiyaç ya da bir tercih olduğunda geçici bir süre iyidir ama bu durum uzun sürdüğünde ya da zorunluluk haline geldiğinde sorunları da beraberinde getiriyor.

Bazen kalitesiz yüzeyel yapmacık ilişkiler içinde çok arkadaşınız var gibi görünse de ruhunuz tatmin olmadığı için, yeterli ilgi ve desteği görmediğiniz için kalabalık içinde bile yalnız hissedebilirsiniz. Duygu ve düşüncelerinize destek olacak, size her halinizle kabul edip eleştirmeyen, arkanızdan konuşmayan insanlar etrafınızda yoksa kendinizi desteksiz, çaresiz, dışlanmış ve mutsuz hissedebilirsiniz.

Çok fazla dışa dönük kişiler kolayca arkadaşlıklar kurar ama dostluk için zaman gereklidir, çok fazla içe dönük utangaç insanlar da dostluklar kurmaktan çekindikleri için yalnız hissedeler. Aslında ortada durmak her zaman iyidir, yani biraz mesafeli olarak ilişkilere başlamak kendi doğrularınıza yakın hissettiklerinizle ilişkiyi daha ilerleterek doğru arkadaş ve dostluklara ulaşmak en mantıklısıdır.

Bazen yalnızlık ciddi bir ihtiyaçtır. Kafa dinlemek, sakinleşmek, düşünceleri yavaşlatmak, kendini anlamak ve kendine dönmenin bir yoludur yalnızlık. Eğer bu sizin tercihiniz değilse o zaman sıkıntılı bir süreç olacaktır.

Öncelikle işe yalnızlığın kötü anormal bir durum olmadığını anlayarak başlamak gerekiyor. Herkes hayatında zaman zaman yalnızdır, sosyal medyada gülen eğlenen gerçek olmayan hayatlar yaşayan çoğu insana aldanmayın. Etrafınızda çok kalabalık olması yalnız olmadığınız anlamına gelmiyor. Yalnızlık sadece sorunlu insanların başına gelen bir durum da değildir. Aslında insanlar yalnız kaldıkça daha çok kendine dönüyor daha çok bilgeliğe ulaşıyor. Yalnızlık zihnimize ruhumuza iyi de gelebiliyor.

Ne zamanlar yalnız hissediyoruz?

Kendimizi özellikle ne zamanlar yalnız hissettiğimizi anlamak önemli. Yoğun çalışırken gün içinde yalnızlık hissetmeyebilirsiniz ama geceleri, hafta sonları bu durum size rahatsız ediyor olabilir. Önceden bu günler için hazırlıklarınızı yapın, örneğin akraba anne baba kardeşlerinizle iletişime geçin, kurslara hobilere zaman ayırın. Böyle hissettiğiniz zamanlarda arayabileceğiniz insanların listesini çıkarın.

Yalnızlığın tercih olup olmaması önemli

Kendini yalnız tanımlayan kişilerin birçoğu aslında insan seçiyorlar ve etraflarında birlikte olabilecekleri kişileri sıklıkla göremiyorlar. Daha çok onun derdini iyice dinleyebilen, ya da onu eğlendirecek kişilere ulaşma ihtiyacı hissediyorlar. Oysa bir liste yaptığınızda o kadar da yalnız olmadığınızı göreceksiniz.

Yalnızlığın hissettirdikleri

Yalnızlığın size hissettirdiklerine karşı bilinç altınıza vereceğiniz cevaplarınız olsun. Bilincinizde ne düşünürseniz bilinçaltınız duygularınızı ona göre yönlendirir. Eğer siz yalnızken ‘ben sorunlu bir insanım, ondan hep yalnızım hep de yalnız kalacağım’ gibi düşüncelere kapılırsanız bilinç altınıza bu mesaj iletildiğinde mutsuz ve kötü hissedersiniz. Bu otomatik negatif düşüncelerden kurtulmanın en iyi yolu bu düşüncelere cevap verebilmek ve tersine olumlu düşünceler ile bilinç altını yönlendirmektir.

Yalnızlığınızın nedeni yoğunluk olabilir

Bazen yalnızlığımızın altında yatan neden aşırı yoğunluğumuz olabilir. Dostluk arkadaşlıklar karşılıklıdır. Sizin onlara ihtiyacınız olduğu kadar onların da size ihtiyacı olacağını aradıklarında ulaşmak istediklerini unutmayın. Siz çok yoğun ve ulaşılması zor iseniz bir süre sonra arkadaşlarınız da yerinizi başka arkadaşlıklarla dolduracaktır. Tek taraflı düşünmeyin, iş yoğunluğunuzu bir tarafa bırakın ve arkadaşlıklarınız için emek verin.

İletişim listesi oluşturun

Eski okul arkadaşlarınızı, akrabalarınızı düşünün potansiyel iletişime geçebileceğiniz listesi oluşturun. Mümkün olduğunca sosyal aktivitelere katılmaya çalışın, tembelliği bırakıp kendinizi dışarı atın.

Yalnızlık, bağımlılığınız olabilir

Yoğun tempoda çalışanlar eve gelip uzanmak, TV seyretmek, sosyal medyada vakit geçirmek isterler ve bu bir süre sonra alışkanlık haline döner. Hatta bağımlılık haline bile gelebilir. TV, sosyal medya bağımlılığı ve kısır döngüsünden kendinizi kurtarmaya çalışın. Dışarı çıkıp açık hava etkinlikleri en iyi yöntemdir. Mahallenizi keşfetmekle işe başlayın mesela.

Kendinize ilgi alanları edinin

Hobiler edinmek, evcil hayvan beslemek, blog yazmak, günlük tutmak en güzel yalnızlıktan kurtulmak yollarıdır.

İlişkinizde duyulmadığınızı hissediyorsanız, yeni araştırmalar bunun nedenini gösteriyor.

  • Yeni araştırmalar, insanların bilinçsiz “partner tutumlarının” davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını etkilediğini gösteriyor.
  • “Otomatik ortak tutumları”, çözülmemiş çatışmaların, başlangıçtaki olumluluğa rağmen zamanla tutumları aşındırdığı anlamına gelir.
  • Araştırmacılar sözsüz davranışlarınızın farkında olmanızı öneriyor: gülümsemek, eğilmek veya dokunmak.

Çift iletişimi söz konusu olduğunda, iyi bir ilişkiyi teşvik edebilecek temel özelliklerden biri, partnerinizin sizi yalnızca duymakla kalmayıp dinlediği hissidir. Ancak bazen denklemin dinleme kısmının kaybolduğunu hissedersiniz.

Bunu partnerinizin gözlerinde görebilirsiniz. Gece geç saatlerde yaptığınız sohbetlerde gün içinde başınıza gelenleri anlatırken boş bakışlar ne yazık ki çok belirgindir. Partnerinizin yaptığınız veya söylediğiniz herhangi bir şeyi kaydedip kaydet . Bu olumlu çağrışımları oluşturun. Otomatik tutumlar kısmen sizinle hoş olmayan deneyimler (yani çatışma) arasındaki ilişkiler yoluyla ortaya çıkar. Yanlışlıkla bu talihsiz ilişkilerden birini yaratmış olabilirsiniz. Belki de günlük deneyimlerinizi, partnerinizin sizi dışladığı durumu yeniden anlatırken, diğer insanlara karşı biraz fazla şüphecilik veya eleştiri var. Sinirlendiğiniz insanlara karşı öfkenizi boşaltmak rahatlatıcı olabilir, ancak partneriniz yalnızca sorunlar hakkında bir şeyler duymak istemiyorsa bu durum geri tepebilir.

  1. Sözsüz davranışlarınızı kontrol edin. Hollandalı yazarlar, beden dilinin partnerinizin size nasıl tepki vereceğine önemli bir katkı sağladığına dair kanıtlardan bahsediyor. Gülümsemek, partnerinize doğru eğilmek ve dokunmak, sözleriniz dışında başlı başına güçlü olabilir.
  2. Bazı şeyleri fazla düşünmeyin. Faure’un araştırması, tamamen mantığa aykırı görünebilecek bir şekilde, daha az düşünen insanların , partnerlerinin ihlallerine karşı daha bağışlayıcı olabildiklerini gösterdi . Olumlu duyguların yerleşmesine izin verdiğiniz için “otomatik pilotta koşmanın” iyi olabileceği yer burasıdır. Partnerinizin sizi gerçekten dinleyip dinlemediği konusunda çok fazla endişelenmek, istemeden de olsa olumsuz bir vücut dili ortaya çıkarabilir.
  3. Bağlanma sorunlarınız üzerinde çalışın . Partneriniz düşündüğünüzden daha fazla dinliyor olabilir. Yazarların belirttiği gibi, “Romantik bir partnerle olan erken deneyimler ve özellikle de güven içerenler, otomatik partner tutumlarını daha güçlü bir şekilde belirler.” Bu temel güven duygusundan yoksun olduğunuz için birisinin sizi dinlemediğinden sürekli şüphelenmek, bir tür şüphecilik olarak ortaya çıkabilir ve bu da kendi başına partnerinizin sizinle kurduğu olumsuz ilişkileri şiddetlendirebilir.
  4. Daha az öngörülebilir olun. Sonsuz tekrara düşmemek ve her fırsatta aynı konuşma konusunu yeniden ele almak için zamanınızı birlikte karıştırın. Karşılıklı olarak keyifli aktiviteler aracılığıyla bu hoş ilişkilerden bazılarını kurmanın yollarını bulun; bunlar yeni ve daha ilgi çekici konuşma konuları haline gelebilir.

Bu Beş Adımı Uygulamaya Geçirmek: Dikkat Edilmesi Gerekenler

Bu beş öneriyi akılda tutarak, tüm bu öz incelemenin, partnerinizin stresiyle meşgul olduğu ihtimaline karşı sizi kör edebileceğini belirtmek yine de önemlidir . Gününüzün tüm (mutsuz) olaylarını çok detaylı bir şekilde anlatıyorsunuz, ancak belki de ara verip partnerinizin gününün nasıl geçtiğini kontrol etmeye değer. Onlara araya girme şansı verin ve ardından beden dili ve duyarlı sorular aracılığıyla partnerinizin söylediklerinin sizin için önemli olduğunu gösterin. “Neden beni dinlemiyorsun?” diye sormak yerine. örneğin, “Bütün bunlar sana nasıl hissettirdi?” diye sorun.

Öte yandan kendinizi fazla üzmemek de önemlidir. Her ne kadar bu önerilerin odak noktası, partnerinizin otomatik partner tutumlarında daha olumlu çağrışımlar yaratabileceğiniz yollar olsa da, özeleştiri yapmak yalnızca geriliminizi artırabilir ve en sonunda ilişkinizin kalitesini tüketmeye başlayabilir. Sesini duyurmak istiyorsun ama partnerinin seninle yarı yolda buluşmaya istekli olması da önemli. Bu fikirlerin bazılarını partnerinizle paylaşmak, mükemmel bir onarıcı diyaloğu teşvik edebilir.

Özetlemek gerekirse , duyulmama hissi izole edici ve üzücü olabilir. Partnerinizle olumlu ilişkiler kurmaya çalışarak, her ikinizin de etkileşimlerinizi gerçek iki yönlü sokaklara dönüştürme olasılığınız artacaktır.

Partnerinizin Sizi Dinlememesinin 5 Nedeni / Psikolog Begüm

Ne için minnettarsın?

ANAHTAR NOKTALARI

  • Minnettarlık, beynin olumsuzluk eğ YU87ilimini ortadan kaldırmak için güçlü bir araçtır.
  • Yılın sonu, neye minnettar olduğunuzu düşünmek için harika bir zaman olabilir.
  • Basit şükran uygulamaları arasında şükran günlüğü tutmayı ve teşekkür kartları ve e-postalar yazmayı içerir.

Yıl sonu yaklaşırken son 12 ayı düşünmek, aileniz ve arkadaşlarınızla bir araya gelmek ve neye minnettar olduğunuzu düşünmek için harika bir zaman olabilir. Yapılması harika bir şey ve şükran duymanın fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlığınız üzerindeki yararları hakkında ilgi çekici bir vücut araştırması var .

Minnettarlığın Kanıtlanmış Faydaları

Minnettarlığın kanıtlanmış faydalarından biri, dayanıklılığın geliştirilmesinde önemli bir faktör olmasıdır . Araştırmacı ve yazar Shawn Achor, dayanıklılığın nasıl dayandığınızla değil, nasıl yeniden şarj olduğunuzla ilgili olduğunu açıklıyor. Dayanıklılık, stresli olsalar bile olayları adım adım karşılama ve son derece zorlu durum ve görevlerde bile enerjinizi sürdürebilme yeteneğidir . Dayanıklılık sağlığınız için çok önemlidir çünkü tükenmişliği önlemenin ve kendinize gerçekten gelişme şansı vermenin en önemli yollarından biridir. Dayanıklılık seviyeleriniz, minnettarlığın devreye girdiği iyimserlik gibi niteliklerle beslenir .

Minnettarlık, beyninizin yerleşik olumsuzluk önyargısını , yani beyninizin yaşamınızda meydana gelen olumsuz şeylere uyum sağlama ve onlara tutunma eğilimini ortadan kaldırmanın en güçlü aracıdır. Olumsuz geri bildirimleri, eleştirileri, yaptığınız hataları veya utanç verici anları hatırlama olasılığınızın, tüm olumlu geri bildirimlerden ve hayatınızda doğru yaptığınız şeylerden çok daha fazla olduğunu fark etmiş olabilirsiniz. Minnettarlığın bunu ortadan kaldırmaya yardımcı olmasının yolu, aktif olarak minnettar olduğunuz şeye odaklanmayı seçtiğinizde, beyninizin aslında deneyimi yeniden yaşamasıdır, bu da onu olumlu bir duruma sokar.

Achor’un araştırmasına göre pozitif durumdaki beynin negatif, nötr veya stresli duruma göre çok daha iyi performans gösterdiğini biliyoruz. Zekanız yükselir , yaratıcılığınız artar ve enerji seviyeniz yükselir. Aslında tüm iş sonuçlarının iyileştiği tespit edildi. Pozitif durumdaki beyniniz, negatif, nötr veya stresli durumdaki beyninizden %31 daha üretkendir. Avantajları önemlidir.

Minnettarlığı Uygulamanın 8 Basit Yolu

Minnettarlığın gerçek gücü tutarlı ve düzenli bir uygulama yaptığınızda yaşanır. Araştırmalar, eğer art arda 21 gün boyunca şükran pratiği yapabilirseniz, beyninizi, dünyayı olumsuz değil, önce olumlu için tarama modelini korumak üzere yeniden eğitmek için yeterli olduğunu gösteriyor.

Daha önce hiç şükran pratiği yapmadıysanız veya bazı şeyleri nasıl değiştirebileceğinize dair fikir edinmek istiyorsanız, minnettarlığın faydalarını günlük olarak ortaya çıkarmanın sekiz basit yolunu burada bulabilirsiniz:

  • Uyanın ve sabah ilk iş olarak minnettar olduğunuz bir şeyi kabul edin.
  • O gün için minnettar olduğunuz bir şeyi yemek masasında ailenizle paylaşın.
  • Yatağınızın yanında bir şükran günlüğü tutun ve her gün minnettar olduğunuz üç şeyi ve bunların sizin için neden anlamlı olduğunu yazın.
  • Bir şükran kavanozu başlatın, ardından minnettar olduğunuz bir anı bir kağıda yazın ve onu istediğiniz sıklıkta kavanoza atın. Kavanoz dolduğunda tüm notları okuyabilir ve özel anları yeniden yaşayabilirsiniz.
  • Her gün bir arkadaşınıza minnettar olduğunuz veya takdir ettiğiniz bir şeyle ilgili mesaj gönderin.
  • Birkaç teşekkür kartı satın alın ve hayatınızda yakın zamanda sizin için bir şeyler yapan ve henüz teşekkür etmemiş olabileceğiniz birine yazın.
  • Sabah ilk iş olarak hiçbir şeyden haberi olmayan bir meslektaşınıza bir şükran e-postası gönderin.
  • Hayatınızda olumlu etkisi olan birine bir şükran mektubu yazın. Yapabiliyorsanız, onlarla şahsen buluşmayı ayarlayın ve mektubu onlara yüksek sesle okuyarak minnettarlığınızı şahsen ifade edin. Bu şükran ziyareti olarak bilinir . Pozitif psikolojinin kurucusu Martin Seligman’a göre mutluluk refah seviyenizi geliştirecek en etkili pozitif müdahaledir.Hayatınıza minnettarlığı katmanın pek çok yolu var ve her zaman olduğu gibi anahtar, size iyi hissettiren bir şey bulmaktır.

Psikolog Begüm / Minnettarlığı Uygulamanın 8 Basit Yolu

Kendin Olabilmenin İlk Kuralı: Kendi Gerçekliğini Kabul Et

Gerçekliğini Kabul Et

Kendin olmak, pek çok kişinin ulaşmak istediği fakat zaman zaman zorlandığı bir hedeftir. Ancak kendin olabilmenin ilk ve en önemli kuralı kendi gerçekliğinizi, yani sizin kim olduğunuzu kabul etmektir. Bu blog yazısında, kendini kabul etmenin önemi ve nasıl başarılacağı üzerine odaklanacağız.

Kendi Gerçekliğini Kabul Etmenin Gücü

Kendi gerçekliğinizi kabul etmek, dünyanın size sunduğu koşullar içinde özgün birey olmanın temel taşıdır. İnsanın kendisini tam olarak ifade edebilmesi, öncelikle kendi iç dünyasını anlamasıyla başlar. Kendini bilmek ve kabul etmek ise kişisel özgürlüğün ve özgünlüğün kapısını aralar.

Neden Kendi Gerçekliğini Kabul Etmek Zordur?

  • Sosyal Baskılar: Toplumun beklentileri ve normları, bireyin kendi gerçekliğini göz ardı etmesine neden olabilir.
  • Korkular: Başarısızlık, reddedilme veya yargılanma korkusu, insanları gerçek benliklerini saklamaya iter.
  • Öz-Bilinç Eksikliği: Kendini tanıma ve içsel bir farkındalık eksikliği, kişinin gerçekliğini kabul etmesini engeller.

Kendi Gerçekliğini Kabul Etmek İçin Atılacak Adımlar

1. Kendini Tanıma

  • İç Gözlem: Düzenli meditasyon ve mindfulness pratikleri, kendiniz hakkında daha fazla farkındalık geliştirmenizi sağlar.
  • Yazma: Düşüncelerinizi, hislerinizi ve deneyimlerinizi yazmak, kendinizle ilgili derin bir anlayış geliştirmenize yardımcı olur.

2. Kendini Sevme

  • Olumlu Öz-Konuşma: Kendinize karşı nazik olun ve kendi hakkınızda olumlu konuşun.
  • Öz-Şefkat: Kendinize karşı anlayışlı ve şefkatli olun, hata yapmaya izin verin.

3. Kendini İfade Etme

  • Sanat ve Yaratıcılık: Kendinizi ifade etmenin yaratıcı yollarını bulun. Resim, müzik, yazı veya dans bu konuda araç olabilir.
  • Sosyal İfade: Kendi görüşlerinizi, düşüncelerinizi ve değerlerinizi diğerleriyle paylaşmaktan korkmayın.

4. Sosyal Beklentilerden Uzaklaşma

  • Kişisel Değerler: Toplumsal beklentiler yerine kişisel değerlerinizi önceliklendirin.
  • Hayır Diyebilme: Sizin için doğru olmayan şeylere hayır diyebilme gücünü bulun.

5. Korkularla Yüzleşme

  • Risk Alma: Kendi gerçekliğinizi kabul etmek ve ifade etmek için riskler almaktan çekinmeyin.
  • Küçük Adımlar: Korkularınızı aşmak için küçük adımlar atın ve her adımda özgüveninizi inşa edin.

Kendi gerçekliğinizi kabul ettiğinizde, hem kişisel hem de profesyonel yaşamda otantik bir yol izlemeye başlarsınız. Özgüveniniz artar, ilişkileriniz daha anlamlı ve doyumlu hale gelir ve yaşamınız daha tatmin edici bir yöne doğru ilerler.Kendin olabilmenin ilk kuralı, şüphesiz ki kendi gerçekliğinizi kabul etmektir. Bu yolculuk kolay olmayabilir, ancak kendini keşfetme ve kabul etme serüveni, yaşamın en değerli ve ödüllendirici süreçlerinden biridir. Kendinizle olan bu içsel diyaloğu geliştirdikçe, dış dünya ile olan etkileşiminiz de daha otantik ve güçlü olacaktır. Kendi gerçekliğinizi kabul edin ve hayatın sizi kendi özgün hikayenizde serbest bırakmasına izin verin.

Kendin Olabilmenin İlk Kuralı / Psikolog Selen

Geceleri daha hüzünlü hissetmemizin birkaç olası nedeni vardır:

  1. Duygusal İşleme ve Yansıtma: Geceleri, gün boyunca yaşadığımız olayları düşünme ve işleme fırsatı buluruz. Bu süreç, özellikle zor veya stresli olaylar söz konusu olduğunda, hüzünlü duyguları tetikleyebilir.
  2. Yalnızlık ve İzolasyon: İnsanlar genellikle geceleri daha yalnız hissederler. Günlük aktivitelerin ve sosyal etkileşimlerin azalması, bazı insanlarda izolasyon ve hüzün duygularını artırabilir.
  3. Melankolik Atmosfer: Gecenin sessizliği ve karanlığı, bazen melankolik bir atmosfer yaratabilir. Bu atmosfer, hüzünlü veya nostaljik duyguları tetikleyebilir.
  4. Biyolojik Ritimler: Vücudumuzun biyolojik saati (sirkadiyen ritim), duygularımızı da etkileyebilir. Bazı insanlar gece saatlerinde daha duygusal veya hassas olabilirler.
  5. Meditatif ve İçsel Durum: Geceleri, dış dünyadan daha az uyarana maruz kalırız, bu da daha içsel ve meditatif bir duruma yol açabilir. Bu durum, kişisel sorunlar ve duygular üzerine daha fazla düşünmeye neden olabilir.

Bu faktörlerin her biri, insanların neden geceleri daha hüzünlü hissedebileceklerini açıklamada rol oynayabilir. Bununla birlikte, bu durum kişiden kişiye değişiklik gösterebilir ve bazı insanlar geceleri daha mutlu veya rahat hissedebilirler.

Neden Geceleri Daha Hüzünlüyüz ? / TERAPİ EVRENİ

İyi niyet, toplumsal ilişkilerin temel yapı taşlarından biridir ve güven, dostluk, aşk gibi değerlerin varlığı için şarttır. Ancak bazen, saf duygularımız ve yardımsever yaklaşımlarımız, beklenmedik şekillerde suistimal edilebilir. Bu durumda “İnsanlar neden beni önemsemiyor?” sorusu kaçınılmaz olarak akıllara gelir. İyi niyetinizin suistimal edildiğini hissettiğiniz anlarla nasıl başa çıkacağınıza dair stratejileri keşfetmek için bu yazıyı kaleme aldım.

İyi Niyetin Kötüye Kullanımı

İyi niyetinizin suistimal edilmesi, çeşitli şekillerde karşınıza çıkabilir: Üzerinizdeki yükün artması, sürekli olarak başkalarının sorunlarına çözüm bulmaya çalışmak, maddi veya duygusal olarak sömürülmek gibi. Peki, bu duruma nasıl geldiniz? İyi niyetin kötüye kullanılmasına yol açan bazı etmenler şunlar olabilir:

  • Aşırı Yardımseverlik: Her zaman yardım etmeye hazır olmak, bazen kişilerin bu durumu fırsata çevirmesine yol açabilir.
  • Sınır Koyma Güçlüğü: Hayır demekte zorlanmak, başkalarının sizi istedikleri gibi yönlendirmelerine olanak tanır.
  • Kendini Değerli Hissetme İhtiyacı: İyi niyetinizi sergileyerek değer kazandığınızı düşünmek, manipülatif kişilere açık kapı bırakabilir.

İyi Niyetinizin Değerini Korumanın Yolları

. Sınırlarınızı Belirleyin
Her ilişkide sınırların net bir şekilde belirlenmesi gerekir. Hayır demeyi öğrenmek, sağlıklı ilişkilerin temelidir. Kendi sınırlarınızın farkında olun ve bu sınırları aşan durumlarda kararlılıkla hayır diyebilin.

. Değerinizin Farkında Olun
Kendinize olan saygınızı koruyun ve başkalarına değerinizi anlatın. Kendinizi olduğunuz gibi değerli hissetmek, başkalarının sizi nasıl gördüğünden bağımsızdır.

. Yardımseverliği Dozunda Tutun
Yardım etmek güzeldir, ancak kendi kaynaklarınızı (zaman, enerji, para) tükenene dek kullanmamak önemlidir. Yardımın da bir ölçüsü olduğunu unutmayın.

. İyi Niyetin Karşılıklı Olmasını Bekleyin
İlişkilerde alışveriş dengeli olmalıdır. Eğer sürekli olarak veren taraf sizseniz, bu dengesizliği gidermek için adım atmalısınız.

. İlişkilerinizi Değerlendirin
Sürekli olarak sizden faydalanmaya çalışan kişilerle olan ilişkilerinizi gözden geçirin. Sağlıklı ilişkiler karşılıklı destek ve anlayış üzerine kurulur.

. Profesyonel Yardım Alın
Eğer kendinizi sürekli olarak kötüye kullanılmış hissediyorsanız, bir terapistten yardım almak duygusal olarak güçlenmenize yardımcı olabilir.

İyi niyet, dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapar, ancak korunmadığı zaman zarar görebilir. Başkalarının iyi niyetinizi suistimal etmesine izin vermek, ne yazık ki zamanla sizi tükenmiş ve değersiz hissettirebilir. Unutmayın ki her insan, kendi duygularını, enerjisini ve kaynaklarını korumayı hak eder. Kendinize olan saygınızı artırmak ve sağlıklı sınırlar koymak, iyi niyetinizi korumanın en iyi yoludur. Kendinize karşı nazik olun ve siz de en az diğerleri kadar değerli olduğunuzu unutmayın. Bu bilinçle, hayatınızdaki insanların sizi daha fazla önemsemesini sağlayacak sağlam temeller atabilirsiniz.

İyi Niyetin Suistimaline Dur Diyebilmenin Yolları / Psikolog Selen

NEDEN YALNIZ KALINIR VE İLİŞKİLER YÜRÜYEMEZ?

Belki anlamlı bir ilişkinin dışında olmak ve  durmadan flört etmek istiyordur. Belki de kendine tam anlamıyla uyan biriyle tanışmamıştır. Açıkçası bekar kadın ve erkeklerin neden bekar olduğunun bir kalıbı yoktur bu yazının amacı da bunu bir kalıba oturtmak değil. Ancak özellikle neden hala bekar olduğuna cevap arayan insanlar için bazı şaşırtıcı araştırma sonuçlarını paylaşmak istedim.

Bizler aslında romantik ilişkilerimizde düşündüğümüzden çok daha fazla etkiye sahibiz. Büyük bir ölçüde içinde yaşadığımız dünyayı kendimiz yaratırız ve bunu nadiren bilinçli yaparız.  Oysa ki olaylara bir mağdur dürbününden bakmak yerine hayat hedeflerimizin üzerindeki etkiyi kendi elimize alabiliriz. “Neyi yapamayacağımızı”  fark etmeye ve “neyi kontrol altına alabilceğimize” odaklanmalıyız.  Başkalarının bitmek tükenmek bilmeyen fikirleri, kendi yaşam deneyimlerini bizimle paylaşmaları ve olaylara verdikleri tepkiler bizi etkileyebilir, özellikle negatif tepkiler. Yani aşk arayan biri için aslında yüzleşmesi gereken bir çok durum vardır ve yalnız olmalarının yüzlerce cevabı olabilir.  Bende burada araştırmalarda öne çıkan bu duruma etki edebilecek bazı durumlardan bahsedeceğim. Savunmalar, yanıltan cazibe, yakınlık korkusu, zor beğenme, düşük özgüven, rekabet korkusu,   izolasyon ve rutin gibi sekiz özelliğin yalnızlık ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir.

SAVUNMALAR

Birçok insan kişiler arası ilişkilerinde incinmiş olabilir.  Acı deneyimler yaşamış olmak, kişinin tüm riskler için bir savunma duvarı inşa etmesine neden olabilir. Bu süreç romantik bir ilişki kurmaya başlamasından çok önce işlemeye başlar aslında. Çocukluğumuzdaki yaralayıcı deneyimler ya da dinamikler bizim yetişkinlikte  duvarlar örmemize ya da  dünyayı negatif bir filtre aracılığı ile algılamamıza neden olabilir. Bu uyarlamalar giderek kendimizi korumamıza ve kapatmamıza neden olabilir. Bunun sonuncunda yetişkinlikte kurduğumuz ilişkilerde haddinden fazla savunmasız hissetmemize ya da doğru insanla olmaktan kendimizi alı koymamıza neden olabilir.

Örneğin ihmalkar ve ya soğuk ebeveynler ya da bakıcılar tarafından büyütüldüyseniz kimsenin sevgisine güvenmeme duygusu geliştirebilirsiniz. Sizin geçmiş dinamiklerinizi yeniden canlandıran insanlar yerine size çok fazla ilgi gösteren insanlara karşı şüphe duyabilirsiniz. Çünkü ilgisizlik sizin tanıdık olduğunuz bir modeldir. Daha sonra size uzak duran ya da mesafe koyan bir partnere yönelebilirsiniz. Bu tarz savunmalarınızı fark etmek her zaman kolay değildir. Sonuç olarak, bizler yalnızlığımız konusunda dış güçleri suçlama eğilimindeyizdir ve bu konuda düşündüğümüzden daha fazla rolümüz olduğunu fark etmeye açık değilizdir.

ALDATAN/ SAĞLIKSIZ CAZİBE

Savunmalarımız devreye girdiği zaman bizler idealize ilişki ve eşlerden daha uzakta partnerler seçme eğiliminde oluruz. Duygusal olarak uygun olmayan bir kişiyi seçerek yetersiz bir ilişki başlatabiliriz. Bu süreç büyük ölçüde bilinçsiz işlediğinden, ilişkinin başarısızlığını partere yükleme eğiliminde olabiliriz. Aslında bilinçsizce bu deseni arayıp bulanın ve sürekli bunu tekrarlayarak kendini üzen ve harap edenin biz olduğumuzu fark etmeyiz.

Peki neden bunu yapıyoruz? Bunun cevabı oldukça karmaşıktır ve kendi gömülü korkularımıza bağlıdır. Çocukluk deneyimlerimizde aileden ve çevreden görerek bir ilişki modeli/desenini içselleştiririz. Bir çok insan kendilerine ait uzun süredir geliştirdikleri düşünceleri pekiştirmek ve çocukluklarındaki olumsuzlukları tekrarlamak için o yönde ilişkileri arayıp bulmada bilinçdışı bir motivasyona sahiptir. Bu belki eski kalıpları kırabilmek adına hoş olabilir ama aynı zamanda kaygı yaratıp garip uzaylı ve yalnız gibi hissetmemize de neden olabilir.

Bu korkular bizi potansiyel ilişkiden uzak tutmakta ya da uygun olmayan insanlarla ilişki kurmaya itmektedir çünkü acıda olsa kendimiz hakkındaki olumsuz duygulara ve olumsuz geçmişe daha tanıdığınızdır ve bunları pekiştirecek insanlar ararız.

YAKINLIK KORKUSU

Çoğumuz sevgi dolu bir partner bulmak isteriz fakat “gerçek sevgi deneyimi”, erken çocukluk döneminden beri hayatta kalma mekanizması olarak hizmet etmiş fantezilerimizi bozar. Uzakta durmak ve sevgilinin eylemlerini suçlamak ve cezalandırmak kişinin benlik imajını korur ve kaygıyı azaltır. Biz gerçekten karşımızdaki kişiyle mutlu bir ilişkide bulunmak istediğimizi söyleriz fakat birinin bizi haddinden fazla sevmesi geçmiş deneyimlerimizle örtüşmeyebilir ve bizde tanınmadık bir kaygı oluşturabilir. Mutlu bir ilişkide bulunmak isteğimizi söyleriz ama bunun yerine eleştirel davranarak ya da kötü davranışlarda bulunarak karşı tarafı cezalandırır ve ilişkilerimizi bilinç dışından gelen itkiyle bozarız. Bazı insanlar için yakınlık kaygı vericidir ve  yakınlığı belli bir miktarda tolere edebilirler ve başkalarının hayatlarına girmelerini aslında farkında olmadıkları çeşitli savunmalarla engellerler. Aslında daha derinde istediğimizi söylediğimiz aşkı istemiyoruzdur ve tüm bunlar büyüzden gerçekleşiyordur.

ZOR BEĞENME

Savunmalarımız sıklıkla bizi seçici ve yargılayıcı olma duygusu içine sokar. Bu genellikle yaşanmış kötü deneyimlerin, reddedilmenin ve birisi tarafından aldatılmanın doğurduğu duygulardır. Kadınlar genellikle “tüm erkekler aynı”, “dışarda erkek yok” ya da “tüm iyi erkekler alınmış” gibi düşüncelere sahiptir. Erkeklerde “kadınlara güven olmaz” ya da “kadınlar çıkar sağlamak için benimle birlikte” gibi söylemlerde bulunur. Bu yapıdaki kişilerin, partnerlerinden genellikle gerçekci olmayan istekleri vardır ya da karşılaştığı andan itibaren karşıdakinin zayıf noktalarını belirlemeye başlıyordur. Karşıdakine bir şans vermeden önce onlara şüpheci ve eleştirel gözlerle bakıyor ve iyi olma ihtimali yok ediyordur. Biriyle flört ederken uzun vadede onu nasıl mutlu edeceğine odaklanmak yerine bunu bir hesaplaşma, çekişme ve yanlışlarını bulma işine döndürüyor olabilir.

Bazen insanlar karşıdakini nazik, komik, akıllı görmesine rağmen benimle çok ilgili diyerek, karşı tarafın uzun uğraşlarına rağmen onları hayatlarına almazlar. Savunma olarak da bana çok muhtaç ve herhangi bir şekilde onu incitmek istemiyorum diyebilirler. Karşıdakinin onu cezbetmediğini savunabilirler. Kendi için çizdiği erkeği tanımladığında güvenilmez ve duygusal olarak uzak insanları tarif ettiğini görebiliriz. Aslında karşı koymak yerine şans vermeyi denese belkide bu çok muhtaç kişinin sürprizlerinden, ortak zevklerinden hoşlanacak ve anlamlı bir ilişki içinde gerçek aşkı bulacaktır. Bu tarz karşı çıkmaların çeşitlerini çoğaltabiliriz.

Aslında kendilerini şuan içinde oldukları durumdan çok daha yaşamaya değer ilişkiler içine sokabilirler. Bizler bazen ironik bir şekilde bize ilgi duyan insanlara güvenmeme eğilimdeyizdir. Ama onlara bir şans verirsek belkide gerçekten bize değer verdiklerini ve mutlu ettiklerini göreceğizdir.

Klinik Psikolog Nihan Dikme

ULAŞILMAZ PARTNERLER

Peki, bir kişinin duygusal olarak ulaşılmaz olduğunu nasıl anlayabiliriz?

  • Bağlanma korkusu olan ve geçmiş ilişkilerinde bağlanma problemi yaşayan,
  • İlişkide ilerlemeyi engelleyen,
  • Duygusal yakınlık kuramayan ve yaşanan çatışmaları ele almaktan kaçınan,
  • Duygusal ya da ruhsal yakınlık yerine cinselliği ön planda tutan,
  • Alkol, uyuşturucu madde ya da seks bağımlılığı olabilen,
  • Uzak mesafeli ilişkileri tercih eden, mesajlaşmaktan ya da iletişim kurmaktan kaçınan ve arkadaş ve ailesiyle partnerini tanıştırmak istemeyen,
  • Belli zamanlarda ortadan kaybolan,
  • Davranış ve sözleri tutarsız olan, verdikleri sözleri tutmayan,
  • Sorularınıza açık ve net cevaplar vermekten kaçınan,
  • Başkalarıyla flörtleşen,
  • Kendini beğenmiş birisinin kişilik özellikleri olan,
  • Partnerinin ihtiyaçlarına kulak asmayan

kişilerin duygusal olarak ulaşılmaz olduğunu, ilişkilerde bu davranışların uzun vadede ilişki doyumunu azaltacağı ve sağlıksız ilişkilere sebep olacağı söylenebilir. Elbette bu davranışların nedenini anlamak için konuşmaya çalışmak ve bu davranışların tekrar edip etmediğine bakmak gerekir. Ama böyle kişilerle girilen ilişkilerde tüm çabalara rağmen değişmeyenler için “zamanla/evlenince düzelir” umuduna kapılmak zamanla kişiyi olumsuz yönde etkileyebilir. Diğer yandan bazı kişiler böyle ulaşılmaz insanlardan hoşlanırlar. Böyle bir hoşlanma uzun süreli ilişkiler kurma açısından ikilem ve çatışma yaratabilir. Eğer böyle bir durum varsa kişi neden ulaşılmaz partnerlerden hoşlandığını anlamaya çalışmalıdır.

Klinik Psikolog Şeyma Kama

Bu yazının amacı bilgilendirmektir. Size yakın bulduğunuz durumlar kendinizi anlamanızı ve ilişkiniz üzerinde düşünmenizi kolaylaştırabilir. Anlamak ise sorunları tanımlamanın ve çözmenin ilk adımıdır. Eğer eşinizle ciddi sorunlar yaşıyor ve bunları aşamıyorsanız, kendinizi ya da ilişkinizi daha iyi anlamak için bir terapiste başvurunuz.

Olumsuz Duygularda Şiddetlenme

İlişkilerinde sorun yaşayan çiftlerle çalıştığımızda en öne çıkan durum duygularının yoğunlaşmış olması ve kişilerde tükenmenin ortaya çıkmasıdır. Mutsuzluk, üzüntü, kızgınlık, çaresizlik hisleri yoğunlaşmıştır. Hatta bu duygular o kadar etkin hale gelmiştir ki kişi tamamıyla bu duyguların denetiminde hareket ediyordur. Bu duygular, ilişkiye yeni olumsuzluklar yüklediğinden ilişkiyi bir kısır döngü içine sokarlar. İlişkinin gidişinin bozulmasının yanında ilişkiden alınan keyif, doyum ve mutluluğun da yok olmasına neden olurlar.

Bozulan ilişkilerde öfke şiddetlenince ortaya suçlama ve aşağılama çıkar ya da tam tersine suçlamalar ve aşağılamalar öfkeyi şiddetlendirir. Sorun yaşayan çiftlerin birbirlerini suçlama eğilimleri güçlüdür. Terapiye geldiklerinde, zamanlarının çoğunu diğerini suçlamak ve ona kızmak ile geçirirler. Hatta bazen yalnızca eşlerini suçlamak ve onların ne kadar kötü ve zalim olduklarını, kendilerinin ne kadar haklı olduklarını göstermek için terapiste başvuran çiftler vardır. Suçlama ve sürekli olarak diğerinin değişmesi gerektiğini düşünme çözüme giden yolu tıkar. Suçlanan, aşağılanan ve saldırılan kişi dirençlerini ve savunmalarını güçlendirir. Dirençlerin ve savunmaların güçlenmesi esnekliği ve çözüm üzerine düşünmeyi bozar. İlişki yine bir kısır döngüye girer ya da donar.

Çalıştığımız çiftlerde haksızlığa uğramış olma, hak ettiği ilgiyi ve teşekkürü bulamama duygularının özellikle kadınlarda yoğun olduğunu sıklıkla görürüz.

Öfkenin, aşağılamanın ve kızgınlığın yoğun olduğu bir ilişkide haksızlığa uğrama, incinme, mutsuzluk ve üzüntü yaşanacaktır. Böyle duygular, intikam alma arzusunu yeşertir ve benzerlerini karşısındakine yaşatma isteği güçlenir. Böyle durumlarda affetmekte ve öfkesini dindirmekte güçlük yaşayan çiftler tekrar tekrar benzer durumların içine girme konusunda ustalaşırlar. Bu konudaki hırsları, her sorun yaşadıklarında ilişkilerinin daha da geriye gittiğini görmelerini engelleyebilir.

Bazı çiftler de sorunlu ilişkiler yaşamaktan ve bunu sürdürmekten keyif alırlar. Kavga, dövüş, öfke olmazsa rahat edemezler. Hatta bazen, ters bir biçimde, kavga ve tartışma sevginin ifadesinin ve çiftin birbiriyle ilgilenmesinin bir yolu haline gelir. Sevgiyi alamadıklarını hisseden kişiler, öfke ile ilgiyi üstlerine çekme konusunda kendilerini geliştirebilirler. Suçlamayı ve eleştirmeyi sevenlerin karşısında günah keçisi olmayı çok iyi beceren kişiler vardır.

Olumlu Duygularda Azalma

İlişki sorunlarında öfke, mutsuzluk ya da ihmal, sevginin hissedilmesini güçleştirir. Çiftler birbirlerini sevdiklerini unutmaya başlarlar. Sevginin ifade ediliş yolları gittikçe azalır. Bunun azalması ilişkinin beslenmesini bozar. Sorunlu ilişkilerde sevginin ifadesinin yanında normal ifade ve konuşma yolları da azalır. İletişim en az düzeye iner ve çiftler yalnızca yaşamın sürmesi için gerekenler üzerinde konuşmaya başlar. Bu çiftler sanki aralarında hiçbir ilişki ve sevgi yaşanmamışçasına davranmaya başlarlar. Sorunlar arttıkça olumlu anıların ve yaşantıların gittikçe unutulduğu, ilişki içinde hiç anımsanmadığı ve konuşulmadığı görülür.

İlişki, güven hissedilen bir alan değil korku ve huzursuzluk yaşanan bir ortama dönüşür.

Geçmişinize Bir Bakın ve Karşılaştırın

Bazen geçmişten gelen sorunlar ilişkilerde olumlu ya da geçmişe göre farklı yaşantıların ortaya çıkmasını engeller. İnsanoğlu her yeni karşılaştığı durumu öncekilerden öğrendikleri ile yorumlar. Çift ilişkileri de daha önce yaşanan ya da gözlemlenen çift ilişkilerine göre değerlendirilir ve biçimlendirilir. Yoğun duyguların yaşanmış olduğu, önemli zamanlarda birlikte olunan ya da uzun süre devam etmiş ilişkiler insanda derin izler bırakırlar. Daha sonraki ilişkiler bu izlerin içinden akarlar. Bu açıdan en önemli ilişkiler aile içinde yaşananlardır. Anne-çocuk, baba-çocuk, kardeş-kardeş arasında yaşanan ilişkiler, ergenlik dönemindeki ilişkiler, en sık karşılaşılan önemli ilişkiler arasındadırlar. İnsan için tanık olduğu durumlar da önemlidir. Özellikle anne-baba ilişkisi gibi uzun süre tanıklık edilmiş bir ilişki kişinin ilişkiler konusundaki düşüncelerini belirleyici bir rol taşır.

Eğer bir kişinin geçmişinde yaşadığı ilişkilerde sıkıntılar ve sorunlar varsa ya da böyle sorunlu bir ilişkiye uzun süre tanık olmuşsa, zaman içinde sevgilisini ya da eşini benzer bir durumun içine sokabilir. Örneğin alkolik ve yetersiz gördüğü babasının annesi ile yaşadığı sorunlara tanık olan ve bu sorunlarda etkin bir biçimde rol alarak babası ile mücadele etmiş bir kadın kocası ile benzer sorunlar yaşayabilir. Geçmişte yaşadığı sıkıntılarda annesi ile özdeşleşmiş ve onun yapmadıklarını yapmayı kendine görev edinmiş olabilir. Tanıştıklarında ve çıktıkları sıralarda çok hoş gördüğü ve aşık olduğu adam evlendikten sonra gözünde yetersiz bir koca haline gelebilir. Çocukluğunda üstlendiği rolü ve yaşadığı travmaları eşiyle tekrarlamaya devam edebilir.

Güven vermeyen ve baskıcı bir babası, kontrolcü ve aşırı koruyucu bir annesi olan bir adam ebeveynlerinden öğrendiği güvensizliği eşine kolayca yansıtabilir ve sürekli olarak onu kontrol etmeyi kendine görev edinebilir. Eşini kardeşi gibi görme ve kardeşi gibiymişçesine davranma durumları da sıktır. Böyle ilişkilerde rekabet, kıskançlık ve didişme ile sık karşılaşılır.

İnsanın bilinçdışı olayları çok farklı biçimlerde ve mantık dışı bir biçimde yorumlayabilir. Örneğin bir kadın, anne-babası erkek çocuk istediği için erkeksi bir gelişim gösterebilir. Aktif, girişken, öne çıkan, delikanlı ya da erkek Fatma halleriyle kadınsı bir edilgenlikten ve uyarıcılıktan kaçınabilir. Böyle bir kadın kocasıyla sanki onun erkek arkadaşıymış gibi ilişki kurabilir ve rekabet edebilir.

Cinsel Yaşam

Geçmişteki akrabalık ilişkilerinin bilinçdışı bir biçimde çiftin ilişkisine egemen olması ensest sorunlarını beraberinde getirir. Akrabalık ilişkilerinde cinsellik yasaklandığı ve bastırıldığı için çiftin ilişkisindeki cinsellik de azalır. Kocasını, babası, oğlu ya da abisi gibi, karısını annesi ya da kız kardeşi gibi gören bir kişi ona karşı cinsel arzu hissedememeye başlar. Bu durumların gelişmesi aileye bir bebek katılması ile alevlenebilir.

Bir çiftin ilişkisinde cinselliğin baskılanması ilişkinin hazzını ve doyumunu ketleyecektir. Ayrıca böyle çiftler bilinçdışı olarak cinsellikten kaçınmak için sürekli kavga ederek cinsellikten uzak durmayı başarırlar.

Toplumumuzda birçok çiftin cinsel yaşamı evlilikle başlamaktadır. Eşler arasındaki ilişkinin önemli bir ögesi olan cinsel yaşam iyi gittiğinde ilişkiyi olgunlaştıran, kötü gittiğinde ise ilişkiyi gerileten bir faktöre dönüşebilir. Cinsel yaşamın derinleşmesi ve kalitesinin artması için etkin bir öğrenme sürecine ve eşler arasında iyi bir iletişime ihtiyaç duyulur. Günümüzde hem bu konudaki yayınlar hem de bu konu üzerine çalışan terapistlerin sayısı artmaktadır. Ama iletişim ve bir ilişkiyi geliştirebilme konuları ihmal edilebilmektedir.

İlişkideki Baskılar

Aileler, toplumumuzda çiftlerin ilişkisine kolaylıkla karışırlar. Bu karışma, sınırları yıktığında çiftler çocuksulaşır ve iki erişkin olarak ilişkilerini sürdüremez olurlar. İlişkilere karışan ailenin çocuğu, eşi tarafından bir erişkin gibi algılanamayınca karı-koca ilişkisinin dengesi bozulur. Çiftler birbirlerine saygılarını yitirmeye başlarlar.

İş yaşamı, çalışan çiftler üzerinde baskı yaratabilir. Yoğun iş saatleri ilişkileri gerileyebilir. Titiz, çalışmayı ve işlerini çok seven kişilerde böyle bir durumla sık karşılaşırız. İş yaşamının yoğunluğu kişinin kendisi ve eşi ile ilgili sorunlarından kaçış için iyi bir bahane de olur.

Çocuk sahibi olma, ilişkilerin dinamiklerini derinden etkiler. Çocukların aileye katılması ile dengeler değişir ve yeni yaşam biçimine uyum zaman alabilir. İlk çocuk, çifti anne-baba haline getireceğinden ve rollerde değişiklik olacağından çiftin ilişkisinde önemli bir aşamadır. Anne-baba olan çiftin karı-koca ilişkisinin biçimi de değişir. Toplumumuzda kötü giden ilişkileri çocuk sahibi olarak iyileştirme hayali ile sık karşılaşırız. Kadınlar, uzaklaşan eşlerini çocuk sahibi olarak yanlarında tutabileceklerini düşünürler. Ama ne yazık ki bu taktik genelde işe yaramaz. İlişkinin stresini arttırır.

Ayrılık Korkusu

Ayrılmaktan korkan ve bağlanma konusunda kaygılar yaşayan kişiler eşlerine çok sıkı bağlanabilirler. Çiftler böyle bağlanmaları sıklıkla aşk olarak tanımlar. Ama ne yazık ki bu aşk değildir ve zaman geçtikçe durumun farkına varılır. Ayrılık korkusu bir bağımlılık yaratır ve boğucu bir hal alabilir. Ayrılık ve kaybetme korkusu ile hareket eden eş diğerine yüklenecektir. Bu yüklenme ilişkinin kalitesini değil çatışmalarını arttırır.

İlişkiyi Unutma

İlişkiler, canlıdır. Bu nedenle beslenme, bakım ve ilgi isterler. İlişkiler bir bahçe gibi, yeterince ilgilenilmediğinde bazı çiçekler kurur, sevilen çiçeklerin yerini yaban otları ve sarmaşıklar alır, görüntüsü bozulur ve içinde olmak keyif vermez. Hatta bazen içine girmek bile güçleşebilir. Bazen ilişkilerde yaşanan uzun süreli sorunlar ilişkiyi öldürür ya da ilişkinin artık ölmüş olduğunu gösterir. Ölmüş ilişkileri canlandırmak mümkün değildir. Ölen bir ilişkiyi gömmek ve yaşama yeni ilişkilerle devam etmek zamanı geldiğinde bunu yapmak kolay olmayabilir. Ayrılmak, bunun üzüntüsüne ve acısına katlanmak bazı insanlara çok zor gelmektedir.

Narsist ve histerik kişiler kuru fasülye ve pilav gibi birbirlerini tamamlarlar. Narsist erkek görünüşte dışarıya yansıttığı olumlu, özgüvenli kendilik algısına tezat olarak dışarıdan da çok fazla beğeni ve takdir görme isteğiyle yanıp tutuşur. Genelde toplumda karizmatik kişiler olarak tanımlanırlar. Zayıf, haset, aşağılık kompleksi içeren kırılgan ve güvensiz yapılarını dış görünüşlerine ve giyimlerine de aşırı özen göstererek maskelerler. Sahte ve yüzeysel karizmatik yapılarıyla içlerindeki zayıf güvensiz çocuğu saklamaktır asıl amaçları.

İkili duygusal ilişkilerinde ve sosyal ilişkilerinde karşısındakileri sömürme, manipüle etme, değersizleştirme eylemleriyle ve böylece de onay ihtiyacı içinde olan histerik yapıları kendilerine bağımlı kılma yoluna giderler….Evet narsist yapı bağımlı kişilikleri sever. Narsistik kişilik bozukluğu olan insanlar kendilerini diğer insanlardan üstün görürler ve başkasını överken bile aşağılama eğilimleri vardır, ki narsist karşısındaki kişiyi övüyorsa da sadece o anlıktır ya da uzun vadeli menfaatlerini hesaba katmıştır bile. 

Bu insanlar asalak olma ve karşısındaki kişileri duygusal ve maddi olarak sömürme üzerine bir yaşam biçimi geliştirmişlerdir işte bu yüzden kadın kurbanlarını , histerik veya bağımlı, maddi ve statüsel olarak kullanabilecekleri özgüvensiz onaya ve ilgiye muhtaç kişilerden seçerler. Çünkü histrionik kişilik bozukluğu olan bir kadının beğenilme arzusuyla vereceği imtiyazlar asalak erkeğimizin gözlerini bin kilometre öteden bile kamaştırmaktadır. 

Ve böylece de kadınımızın beğenilme açlığıyla onay mercii olarak seçtiği narsist prensle  ilişkisi başlamış olur. Buna karşın yapılan araştırmalarda partnerlerden herhangi birinde bir kişilik bozukluğu yoksa kişinin narsistle birlikte geçireceği süre ortalama dört ay civarındadır, fakat iki tarafta da birbirini tamamlayan bir patoloji var ise, iki ileri bir geri bu ilişkimsi durum, dramatik bir tiyatro oyunu gibi histerik kadının narsist tarafından asla doyurulmayacak olan onay ihtiyacıyla sürer gider. Çünkü narsist erkek özde zayıf kişiliğini “kimseye ait olamayan” şeklinde etiketlemiştir bir kere ve karşı taraf da bu söylemi terse çevirmek için çabalamaya ve özveride bulunmaya aday  ( kurban) dır…
 

Histerik kadın özgüvensiz yapısını, mutlu abartılı, flörtöz, sıcakkanlı sahte görünümüyle kamufle etmeye çalışırken, kolay etkilenen ve telkine yatkın yapılarıyla narsistin tüm manipülatif eylemlerinin nesnesi olmaya hazırdır aslında. Ve sonuç olarak kuru fasulye pilavsız narsist de şakşakçısız kalmayacaktır, ta ki kadın tarafın tükenip vereceği bir şey kalmayana kadar ya da dışarıdaki sağlıklı  ilişkilerle kendi ilişkisinin sağlamasını yaparak hastalıklı bir ilişki yaşadığını fark ederek çıkış yolu arayarak, yardım alması gerektiğini  düşündüğü ana kadar. 

Narsist beyleri biraz daha tanıyalım ; kırılgan benlik algılarını güçlü bir maskeyle gizliyorlar. Neden ?: çünkü sağlam bir kendilik algıları yok, zamanında aile tarafından o sağlıklı geri bildirimler ve yerinde onaylar verilmemiş çocuğa, bunun sonucu olarak da oluşamamış sağlam bir kişilik algısı ; jöle kıvamında yaşamaktansa o da yapmış afilli bir maske kendine ve  yaşamaya çalışıyor alkışlarla. Ne kadar ihtiyacı varsa onaya, o kadar parıltılı jan janlı maskesi ve statüsü sadece, bu kadar basit durum. Buradaki önemli ayrım şudur : narsist bir kişiliğin size olan aşağılayıcı, sömürücü ve doyurucu olmayan tavrını normalleştiriyorsanız ve bunu hak ettiğinizi düşünüyorsanız ya da bir türlü zararlarına rağmen ilişkinizden kopamıyorsanız eğer, kendinizde de bir sorun olabileceğini düşünmeniz gerekmektedir. Konu bu kadar net :Narsist sevgiliniz tedaviyi kabul ediyor mu? etmiyorsa siz ilişkiyi bitirmelisiniz, bitiremiyorsanız siz bir psikoterapistten destek almalısınız ; neden hala bile isteye acı çektiğiniz bir ortamda bulunmayı seçtiğinizi çözümlemelisiniz.

Bir de film önerelim konumuzla ilgili : “Gaslight “ George Cukor tarafından yönetilen 1944 ABD filmi. Psikolojik manipülasyon yöntemi olan “gaslighting” teriminin isim babası film olur kendisi. İyi seyirler…

Nilgün Saltaş Psikoloji, Aile Danışmanlığı Uzm. Kl. Psk.

Onu görmeden yapamamak. O olmadığında yemekten içmekten kesilmek. Geceleri onu düşünmekten uyuyamamak. Sanki her an elinden kayıp gidecekmiş gibi endişelenmek. O giderse ben ne yaparım diye tasalanmak. Bir an yüz çevirmesin diye kendini hırpalamak. Delicesine paralanmak…

Aşka düşmüş insanın yaşadığı duygulardan bazıları bunlar. Birçok insan hayatının bir döneminde bu duyguları yaşar. Yaşaması da gerekir. Aşk olgunlaştırır, ayrılık da ilişki seviyesini belirler. Her bir aşk macerası bir sonraki ilişkinin daha sağlıklı olması için yaşanmış bir tecrübedir.

Aşk bir ilişkinin çocukluk çağı gibidir de. Bir insan hayata heyecanla başlar. Duygu dünyası fantezilerle ve hayallerle süslenir. Ama olgunlaştıkça ve tecrübelendikçe bu çocuksu duyguların yerini üretme, paylaşma, ahlak gibi değerler alır. Arada çocuksulaşır ama olguncasına. Bir birine âşık iki insanın yaşadığı ilk dönem yani aşk dönemi çocukluk dönemi gibidir. Heyecanlı, fırtınalı ve coşkulu geçer. Ama sonra sevgi, güven ve saygı gibi sağlam duyguların yaşandığı dönem gelir. Eğer bu döneme geçilebilirse ilişki kalıcı ve doyurucu olur. Aksi taktirde aşkta fiske olmuş bir ilişki halini alır. Gelişimini tamamlayamamış bir çocuk gibi olgunlaşamaz. Olgunlaşamayan bir ilişki ya biter ya da hastalıklı bir aşka dönüşür.

ayrılık sonrası 

Hastalıklı aşk, eskilerin tabiriyle “marazi aşk”, “takıntılı aşk”, “patolojik aşk” veya “narsisistik (bencil) aşk” diye de adlandırılır. Burada aşık ilişkiyi bir benlik mücadelesine dönüştürür. Onun için maşuk benliğini besleyen bir nesnedir. O olmazsa yaşayamaz, o olmazsa mutlu olamaz, o olmazsa kendini güçlü hissedemez. Bu korku ve tutku aşıkın samimiyetini bozar. Ya her şeyi alttan alan, her şeye acı çektiği halde katlanan ya da karşısındakini aşırı kontrol eden, bunaltan bir kişi haline gelir. Karşısındaki için çok şey yaptığını zanneder, ama asıl gayesi benliğini kurtarmaktır. Hani ilahi aşkla mecazi aşk arasındaki fark nedir diye sorulur ya. İşte budur. İlahi aşkta benlik git gide yok olur, mecazi aşkta ise bir balon misali git gide şişer, devasa boyutlara ulaşır. Doyurulamaz ve tatmin edilemez olur. Birliktelik artık katlanılamaz hal alır. Maşuk kaçmaya başlar. Her fırsatta kavgalar olur. Defalarca ayrılmalar ve birleşmeler olur. Artık hiçbir zaman eski tat yakalanamaz. Tılsım bozulmuştur bir kere. İlişki gangrene olmuştur. Birinden birini kesip atmanız gerekir. Yani en büyük çare ayrılıktır.

Aşk hastalığının altında birçok sebep yatabilir. Bazı taşkınlık tabloları kendisini hastalıklı aşk şeklinde gösterebilir. Klinik deneyimlerimiz aşk hastalıklarının altından azımsanmayacak derecede taşkınlık hastalığının yattığını göstermektedir. Takıntı hastalığının bazıları aşk takıntısı şeklinde ortaya çıkabilir. Depresyon benliği zayıflattığı için patolojik aşka sebep olabilir. Bağımlı, takıntılı, narsisistik, sınır kişilikler de takıntılı aşk yaşamaya meyillidirler. Bazı insanlarda ayrılmayı birinin kaybı gibi değerlendirmeden dolayı patolojik yas reaksiyonu gelişebilir.

Böyle bir aşk eğer ayrılık sonrası bir ay içinde git gide azalıp geçiyorsa bir sorun yoktur. Tabi ki aşık olduğu birinden ayrılan bir insan üzülecektir, ağlayacaktır, sıkıntı duyacaktır, özleyecektir. Ama bunların makul bir sürede geçmesi gerekir. Geçmiyor ve kördüğüm halini alıyorsa altında bir psikiyatrik durumun olduğunu düşünmek gerekir. Bu durumda yapılması gereken bir uzmana danışıp yardım almaktır.

DOÇ. DR. ADNAN ÇOBAN PSİKİYATRİST-PSİKOTERAPİST

Kişinin ilişkilerinde tekrar tekrar yaşadığı, çözüm bulamadığı aynı sorunlar mevcut ise, sebebi geçmişte ya da çocukluktaki olumsuz ilişki örüntülerini şu anki ilişkisinde başarıyla sonlandırma isteğinden kaynaklı olabilir. Buradaki asıl sorun mutlu final sahnesi yaşamak için seçilen partnerin, geçmişteki olumsuz örüntülerin başrolündeki kişilere benzer karakterler olarak seçilmesidir. Peki bu sorunlu ilişki modellerinin etkileri nelerdir; kişinin çocukluk döneminde travmatik deneyimler, ihmal ve istismar varsa, yeterince sevgi ve güven alamamışsa, ebeveynleriyle sağlıklı güvenli bir bağlanma yaşamadıysa sonraki ilişkisinin şeklini bu olumsuzluklar belirler…

Travmatik geçmişe sahip kişiler zamanında edinemedikleri sevgiyi, güveni, aidiyet duygusunu yetişkinlik yıllarındaki ilişkilerinde giderme yolunu seçerler…Fakat bunu yaparken seçtikleri kişilerin çoğunlukla sağlıksız ebeveyn modellerini yansıtan benzer karakter olduğunu görüyoruz. Buradaki asıl amaç, geçmişteki  aynı senaryoyu tekrar yaşayıp eksik kalan güven ve sevgi ihtiyacını gidererek bu sefer mutlu sona kavuşma isteğidir yani aslında var olmayan bir yapıyı oldurtma yanılsamasıdır. 

Örneğin ilgisiz, sorumsuz, alkolik bir babaya sahip kız çocuğu sonrasında partner olarak aynı babasına benzer bir yapıyı seçebilir ve bu durum ona çok normal gelir, çünkü geçmişteki ilişki şeması da aynı örüntüyü içerdiğinden başka türlüsünü düşünüp sağlamasını yapamaz. Her türlü sağlıksız gidişatı normalleştirerek çocukluğunda edinemediği eksiklikleri aynı modeldeki bu partneriyle giderebileceğini düşünür. Ancak böylece huzura ereceği yanılsamasıyla hatta karşısındaki kişiye bağımlı hale de gelebilir, şöyle ki ; ilişkisine haddinden fazla duygusal yatırım yapar, karşılık almadan verir, sosyalliğini kısıtlar, benliğinden vazgeçer, varlığını partneriyle özdeşleştirir ve o olmasa kendisinin de yok olacağı sanrılarıyla daha fazla ödün vermeye devam eder ve onsuz yaşayamaz gibi hissetmeye başlar , bunun adına da sevgi veya aşk der…! 

Kaybetme ve yalnız kalma korkusuyla partnerinin özgürlüğünü kısıtlar, aşırı kontrolcü davranır ; geç açılan bir telefonda bile , sağlıklı benlik algısı gelişmediğinden kaybetme korkusu tetiklenerek panik yaşar ve gitgide karşısındaki kişinin özel alanlarına daha fazla hakim olma çabasına girer… ve bu güvenme isteği asla doymayacaktır sınırı yoktur , o güven tatmini bu şekilde asla sağlanamayacaktır…İstediği karşılığı alamadığında çeşitli duygusal ya da fiziksel tehdit içeren söylemlerle manipülasyon yoluna gider, böylece de partnerinin özgür iradesini işlevsiz hale getirmeye çalışabilir.

Eğer partneri bu gidişatın normal olmadığını anlayacak sağlıklı bir benlik algısına sahip ise o ilişkide varolmayı seçmeyecek ve sonlandıracaktır… Ayrıca bu tip ilişkilerde benliğinden vazgeçen taraf istismara açık hale de gelir, ilişki kurduğu kişi narsist ve empatiden yoksun bir yapıya sahipse verilen özverilerin sonu gelmez, duygusal hatta fiziksel şiddete uzanabilecek bir yol açılmış olur.

Fakat kişiler ilişkiyi sonlandırmaz durumu rasyonalize ederek savunma mekanizmalarını devreye sokar; “Aslında beni seviyor…Sevgisini böyle ifade ediyor … Hata bende, biraz daha özverili olmalıyım..” gibi düşüncelerle patolojiyi mantığa bürür ve yaşadığı durumun değerlendirmesini yapmaktan kaçınır…çünkü tekbaşınalığını yaşayabileceği sağlıklı güçlü bir benlik algısı yoktur bu yüzden yalnız kalınca varolamayacağı korkusuyla yaşantısını sorgulamadan kabullenir. Böyle bir ilişki devam ediyorsa partnerde de patolojik bir geçmiş hikaye aramak yerinde olacaktır.Çünkü sağlıklı bir birey bu tarz bir ilişkideki anormalliği farkederek orada bulunmayı seçmezken ,iki tarafta da biribirini tamamlayan geçmişten gelen sağlıksız ilişki örüntüleri varsa; inişli çıkışlı, bir küs bir barışık ızdıraplı bir şekilde aşklarını! sürdürürler…

Örneğin bağımlı kişinin erkek partnerinin zihnindeki ilk kadın anne modeli; edilgen, kendini savunamayan, ödün verici yapıdaysa şu anki ilişkide bulunduğu kadın tarafından da bu özellikler yansıtıldığı için ilişkinin doğası böyle olarak kabul edilir… Peki nasıl baş edilir…ilk önce kişi sağlıklı ilişkileri referans alarak durumunun sağlamasını yapmalıdır , sağlıksız bir ilişki yaşadığını kabul etmelidir, sorunun çözülebileceğini kontrolün kendinde olduğunu farkederek destek almayı seçmelidir. Bağımlı bir yapıyla birlikte olan kişi ise  partnerini terapiye ikna ederek sağlıklı bir şekilde ilişkiyi sonlandırma ya da sürdürme yoluna gitmelidir.

NOT : Yazının konusuna uygun bir de film önerim var;  1992 yapımı Roman Polanski’nin yönettiği ” Bitter Moon”. Bu sefer izlerken senaryodaki  ilişkileri bir de karakterlerin geçmişi ışığında değerlendirelim. İyi seyirler…

Nilgün Saltaş Psikoloji, Aile Danışmanlığı Uzm. Kl. Psk.

İlişki Problemleri (Sorunları)

Her ilişkide irili ufaklı problemler olabilir. İnsan zihni, bir sorunla karşılaştığında bir şeylerin ters gittiğini düşünmeye meyilli olsa da ilişkilerimizde sorunların olması ilişkinin sağlıksız olduğu anlamına gelmez. İlişkinin tarafları ortadaki sorunlara rasyonel yaklaştığı ve onları birlikte çözmek istedikleri sürece ilişki sağlıklı bir şekilde devam eder.

İlişki dediğimizde aklımıza ilk romantik ilişkiler gelir. Romantik ilişkilerde partnerlerle yaşanan sorunlar, çoğu zaman diğer ilişkilerdeki problemlere göre daha üzücü veya rahatsız edicidir. Elbette, bu kişiden kişiye göre değişir. Kimilerinin aile veya arkadaşlık ilişkilerinde yaşadığı problemler hayatlarında daha fazla yer kaplayabilir.

Kişiler arası farklılıkları da göz önünde bulundurduğumuzda ilişki dediğimiz genel bir başlık altında arkadaşlık, aile ve romantik ilişkilerden bahsetmek, yeri geldiğinde spesifik olarak bunlar üzerinden konuşmak yerinde olacaktır. Madem her ilişki problemi çok kötüye işaret değil ve sayısız ilişki türü içerisinde problemlerin de bir yeri var. Öyleyse ilişkilerin tanımını ve ilişki problemlerinin türlerini birlikte keşfedelim.

İlişki Nedir?

İlişki iki ya da daha fazla kişi arasında gelişen duygusal, fiziksel, sosyal ve maddi paylaşımların olduğu bir dinamik olarak adlandırılabilir. İlişkiler sürekli olarak değişen ve etkileşimli doğaları itibariyle dinamiktir.

Hayattaki birçok değişim ve gelişim, insanlarda yarattığı etkilerin yanı sıra insanların arasında gelişen dinamik bir yapıyı da oldukça yakından ilgilendirir ve etkiler. Kontrol edemediğimiz değişimler söz konusu olduğunda ilişkiler de bundan payını alarak çeşitli konularda olumsuz etkilenmeye başlar.

İlişki problemlerinin ortaya çıkabileceği birçok alan vardır:

  • İletişim Problemleri
  • Esnek Olmama Problemli
  • İlişki İçinde Yardımlaşmamak
  • Saygı Problemi
  • Özel Alanlar Yaratma Problemi
  • Cinsellik ve Yakınlık Kurma Problemi
  • Güven Eksikliği
  • Tarafların Kişisel Sorunları
  • Problemi Reddetme Sorunu

İlişkide İletişim Problemleri

İlişkilerde yaşanan problemlerin kendini ilk gösterdiği alanlardan biri iletişimdir. Çünkü aslında iki insan arasındaki ilişkiyi oluşturan şey en başta kurdukları iletişim ve aralarında geliştirdikleri duygusal ve fiziksel birçok öğeyi de barındıran iletişim dilleri ve biçimleridir.

Etkili iletişim kurabilmek; ilişki içindeki kişilerin birbirini ve kendilerini tanıması, kelimeleri doğru ve etkin kullanabilmesi, empati ve hoşgörü sahibi olması, eleştiriye açık ve önyargısız yaklaşabilme yetisine sahip olması ve sözel dilin yanı sıra beden dilini de iyi kullanabilmesi gibi önemli birçok unsuru içermektedir.

Bu durumda ilişki dinamiğinde yer alan bireylerin etkili iletişim kurmaması, birçok şeyi etkili iletişim kurarak çözmek yerine karşı tarafın anlamasını beklemesi, duygu ve düşüncelerinde dürüst olmaması, konuşmadan önce düşünmemesi, iyi bir dinleyici olmaması gibi sebeplerle iletişim problemleri yaşaması olasıdır.

İletişim problemlerinin bir diğer sebebi de aslında ilişkinin içinde olan problemlerle ilgili yapıcı olmak yerine yıkıcı ve oldukça olumsuz ifadeler kullanarak suçlayıcı davranmak olabilir.

Bir sorun yaşadığınız zaman aşağıdaki yaklaşımları sergilemek sorunu çözmek yerine, daha da çözülemez ve karmaşık bir hale getirecektir:

  • “Bu durumdan veya bu davranıştan rahatsız oluyorum.” yerine “Senden rahatsız oluyorum.” demek
  • Ortadaki problemi ve problemin uyandırdığı duygu ve düşünceleri yapıcı bir şekilde paylaşmak yerine direkt olarak iletişimi keserek tavır almak
  • Bir sorun olduğunda her iki tarafın da yaşanan probleme katkı sağladığını düşünmek yerine suçlayıcı davranmak
  • “Her ikimiz de hatalıyız ve sorunumu birlikte çözelim.” diye iş birliğine girmek yerine “Haydi, sen hatalısın ve sorunları çözmelisin.” gibi bir yaklaşım sergilemek

Bu yanlış yaklaşımlarla sorunun üzerine yeni sorunlar ekleyebilirsiniz. İki kişi arasında basit bedensel ve duygusal ifadelerle sözlü ya da sözsüz iletişim ilişkiyi kurtarabileceği gibi kötüleştirebiliyor da.

İlişkide Esnek Olmama

İletişim sorunlarının kendini göstermesi için aslında bir altyapıya ihtiyaç vardır. Kişilerin karşı tarafın beklenti ve isteklerinin tam karşısında durması ve kendi beklenti ve isteklerinden hatta belki kurallarından ve prensiplerinden ödün vermiyor olmasıdır.

Her zaman romantik ilişkilerde, arkadaşlık ve aile ilişkilerinde birbirimizle aynı fikirde olmak ve hayata aynı pencereden bakmak zorunda değiliz. Ancak, ilişki içinde olduğumuz insana verdiğimiz değer doğrultusunda esnek davranmak, ilişkimizi daha sağlıklı bir noktada tutmak için önem arz eder fakat, insanlar çoğu zaman kendi çıkarlarını korumaya odaklanırlar. Yani, esnek davranmazlar. Esnek ve çıkar çatışmasının olduğu noktada işbirliği içinde olmak, ilişki içindeki tarafların problemlerini azaltacak bir davranış şekli olabilir.

İlişki İçinde Yardımlaşmamak

Hayatta her insanın yetişmesi gereken birçok iş var. Özellikle günümüzde ev, iş ve ilişkiler arasında gidip gelmekten insanlar hobilerine bile vakit ayıramayacak yoğunluk halindeler. İçinde olduğumuz ilişki içinde de yardımlaşmamak hem ilişki için hem de bireysel yaşantılarımız için tehdit edici bir unsur haline geliyor.

Örneğin bir evlilik ilişkisinde eşlerin her ikisinin de çalıştığı durumda bireyler, ev işleri konusunda yardımlaşmalı ve birbirlerinin yükünü hafifletmelidir. İletişim ve esneklikte olduğu gibi yardımlaşma konusunda da kendimizden fedakârlık yaparak çıkar çatışmasına düşmemek, karşı tarafın da insan olduğunu ve bazı konulara yetişemeyeceğinin farkında olarak hareket etmek gerekir. Bunun göz önünde bulundurulmuyor olması, sorunları da beraberinde getirecektir. Sonuçta hayatta birbirimizden yardım almayacaksak neden sosyal varlıklarız ve neden ortak bir hayat inşa etmek konusunda bu kadar ısrarcıyız?

İlişkide Saygı Problemi

İlişkilerimizi genel olarak sevgi üzerine inşa ediyoruz. Tanıştığımızda veya birlikte vakit geçirmeye başladığımızda iki kişi arasında oluşan olumlu duyguların başında sevgi ve hoşlanma gibi duygular geliyor. Hatta, romantik ilişkileri düşündüğümüzde aşk gibi yoğun bir duygu kümesi söz konusu olduğunda olumlu duyguların tavan yaptığını ve hiçbir olumsuz özelliği göz önünde bile bulundurmadığımızı bilirsiniz.

Birbirimizi çok seviyor olmamız, birbirimizle vakit geçirmekten ve bir arada olmaktan büyük bir mutluluk ve heyecan duyuyor olmamız birbirimize saygı göstermemizi gerektirir mi? Gerektirmez ama sebep olabilir. Birbirini çok yakından tanıyan ve seven insanlar, birbirlerinin görüşlerine, yaptıklarına veya tercihlerine karışmakta ve müdahale etmekte kendilerini daha rahat hissedebilirler. Bu davranışlar da bir noktada karşı tarafın seçimlerine saygı duymamayı beraberinde getirir.

Saygı duymak demek, ortak noktalarda buluşmamak ve gerektiğinde birbirimizin görüşlerini almamak demek değildir. Saygı duymak ve saygıyı göstermek, karşı tarafın sınırları olabileceğini kabul etmekle başlar. Ancak, insanlar bir ilişki içerisinde olduklarında çoğu sınırın ortadan kalktığını ve bir bütün haline geldiklerini düşünebilirler. Bunun çok da sağlıklı bir patern olmadığını ve ilişkide problemlere sebep olabileceğini göz önünde bulundurmak önemlidir.

İlişkide Özel Alanlar Yaratma Problemi

Aslında günümüzde bu problem, saygı duymama konusuyla eş değer olarak ilerlemektedir. Saygı duymadığımız noktada birbirimizin sınırlarına ve hatta özel alanlarına girmekteyiz.

Kabul etmeliyiz, bir romantik partneriniz olduğunda veya dünyadaki en iyi ve en yakın arkadaşınız söz konusu olduğunda onlar farklı bedenlerde bir kişi haline gelmiyoruz. Her insanın özel alana ihtiyacı vardır.

Yalnız vakit geçirmeye, yakın ilişki içinde olduğu kişi dışında başka insanlarla görüşmeye, farklı aktiviteler yapmaya, yaşanan her şeyi tek tek anlatıp paylaşmamaya ve bazı şeyleri kendine saklamaya ihtiyacı olabilir. Özel alanların neler olduğu konusunda uzunca bir liste oluşturabiliriz, aslında herkes için değişen bir yapısı da vardır ama bütün özel alanlar konusunda ortak olan şey, aslında herkesin buna ihtiyacı olduğudur.

İlişki içinde olduğunuz kişilerle birbirinize özel alanlar tanımıyorsanız ya da tarafların kendine oluşturduğu özel alanlara müdahale ediyorsanız ve her zaman bir şeyleri birlikte yapmak zorunda hissediyorsanız; özel alan yaratmakla ilgili bir problem yaşıyor olabilirsiniz. Bu da bir ilişki problemi olarak ilerleyen zamanlarda olumsuz sonuçlara sebebiyet verebilir.

İlişkide Cinsellik ve Yakınlık Kurma Problemi

Romantik ilişkilerde cinsellik ve tüm ilişkilerde yakınlık önemli bir konudur. Romantik ilişkilerde cinsellikle ilgili birçok kuralın yazılıp çizildiğini duymuş olabilirsiniz. Haftada şu kadar cinsellik yaşamalısınız, orgazm olmalısınız, fanteziler kurmalısınız gibi kalıplar size de tanıdık geliyor olabilir.

Tüm çiftler aynı sayıda ve aynı sürede cinsellik yaşamak zorunda olmadığı gibi benzer şekilde de cinsellik yaşamak zorunda değildir. Ancak, burada en önemli konu partnerlerin birbirlerine olan uyumudur.

Cinsellik konusunda ilgi, beklenti ve istekler uyuştuğu, uyuşmasa bile karşılıklı olarak neye ihtiyaç duyduğunuz konusunda iletişim kurup birbirinizin memnuniyetini ön plana aldığınız bir noktada sağlıklı bir cinsellikten bahsediyor olabiliriz. Aksi halde, ilişkide cinsellik konusu da bir problem haline gelebilir.

Romantik ilişkiler ve diğer tüm ilişki çeşitlerinde de yakınlık kurmak ve yakın temas halinde olduğunu karşılıklı olarak birbirine yansıtmak önemli bir konu olarak karşımıza çıkar. Yakınlık kurmanın anlamı herkes için farklıdır, yine bu konuda aile veya arkadaşlık ilişkisi içinde olduğunuz kişilerle benzer yakınlık kurma anlayışına sahip olmanız, illa aynı şeylerden hoşlanmasanız bile birbirinizi neye ihtiyacı olduğunu anlayarak buna uygun davranmanız, ilişkileri daha sağlıklı bir hale taşıyacaktır.

İlişkide Güven Eksikliği

Tüm ilişkilerde güven, olmazsa olmaz olarak görülen parametrelerden biridir. İlişkilere başladığımızda güvenmek için karşımızdaki insanları tanımamız ve tanıma sürecinin verdiği bilgilerle kişiye dair belli başlı tahminlerimizin oluşması gerekir. Eğer ilişki ilerlediğinde güven aşamasında hala bir sıkıntı varsa göz önünde bulundurulması gereken iki unsur vardır:

  • İnsanlara güvenmekte zorluk mu yaşıyorsunuz?
  • Karşınızdaki insan güven verme konusunda zorluk mu yaşıyor?

Aslında her iki durumda da tarafların her ikisini de ilgilendiren bir problem söz konusudur. Size sizinle ilgili güven olmadığı halde güvenmeyen bir kişi de ilişkiyi kötü etkileyebilir veya karşı tarafa hak ettiği güven ortamını sağlamıyor ve tetikte olmasını sağlıyor olmanız da olumsuz bir durumdur. Güvenle ilgili konular, taraflar arasında bir uzlaşmaya varılarak ya da bir destek alınarak çözüme götürülmesi gereken ciddi bir konudur.

İlişkide Tarafların Kişisel Sorunları

İlişki problemleri yalnızca ilişkinin içinde meydana gelmez. Bireylerin kendi hayatında kişisel sorunları da olabilir. Kişisel sorunların yarattığı bireysel zorlanmalar sebebiyle bu sorunlar ilişki içerisinde de problemlere sebebiyet verebilir. Eğer, ilişkiyi ciddi boyutta etkileyen bir durum mevcutsa ilişkileriniz içerisinde arkadaşlarınızdan, partnerinizden veya ailenizden destek almakla birlikte uzman desteği almak da sağlıklı bir ilişki kurabilmek için önem taşımaktadır.

İlişkide Problemi Reddetme Sorunu

Aslında maddelerle sıralanan bütün problemler ilişki içerisinde değerlendirildiğinde kendi içlerinde alt maddelere ayrılabilir ve çeşitlendirilebilir. Ancak, en büyük problemlerden bir tanesi, yaşanan tüm sorunlara rağmen bunları kabul etmemek, reddetmektir. Problem olduğunu kabul etmeksizin bu konuda çalışmak ve düzeltmek için uğraşmak da söz konusu olmayacaktır.

İlişki Problemlerinin Çözümü

Yukarıda bahsettiğimiz problemlerin hepsinde belirli çözüm yöntemleri sunmak mümkündür. Örneğin iletişim problemleri yaşıyorsanız etkili iletişim kurmak için kendinizi geliştirirsiniz ve karşı tarafla sorunları konuşmayı tercih edersiniz veya bir uzmandan yardım alırsınız. Ancak bir problem olmadığını düşündüğünüzde çözüm için alan açmak veya çözüm aramak da mümkün olmayacağı gibi çözülebilecek sorunlar, daha fazla olumsuz etkileyerek ilişkilerinizi çıkmaza sokabilir.

Bu durumu ilişkiyi yaşayan kişiler fark etmiyorsa belki yakınları fark edip uyarılarda bulunacak veya dikkatlerini bu konu üzerine çekecektir. Bu uyarılara kulak vermek ve harekete geçmek en faydalı yoldur diyebiliriz çünkü psikoterapi bile kendi isteğiyle gelen bireylerle başlanabilecek bir ilişki iken, ikili ilişkilerde çözüme yönelik bir istek ve çaba olmadan problemler de varlıklarını orada sürdürmeye devam edeceklerdir.

Hiwell

Comments are closed.