logo

Her zaman pozitif olmak zorunda değilsiniz.

Sınır Koyamamanın Nedenleri ve Çözümleri – İlişkilerde Sınır Koymak

Maneviyat şemsiyesi altında ruhun anlam arayışı | Prof. Dr. Kemal Sayar

İÇİNDEKİLER

TERKEDİLME KORKUSU – SORUNLARI / DİŞİL ENERJİ

HER ZAMAN POZİTİF DÜŞÜNMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ

İŞİN DELİSİ OLMAK

DEĞERSİZLİK DUYGUSU

Kişisel Gelişim / HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN YAPILACAKLAR

PROBLEM ÇÖZMEDE USTALAŞIN

İnsan bilgileri ile düşünür, algıları ile yaşar!

KİŞİLİK TİPLERİ

Sadakatsizlik, bir ilişkide iki partner arasındaki güvenin sarsılmasına neden olan ciddi bir sorundur. Bu, fiziksel veya duygusal bir bağlantının, ilişki dışında biriyle kurulması şeklinde ortaya çıkabilir. Sadakatsizliğin altında yatan sebepler çeşitlidir ve genellikle ilişkideki memnuniyetsizlik, iletişim eksikliği, cinsel doyumsuzluk veya kişisel tatminsizlik gibi faktörlerden kaynaklanır. Bazen de bireyin kendi içsel çatışmaları ve kişisel problemleri, sadakatsizliğe yol açabilir. Bu durum, ilişkideki her iki taraf için de derin yaralar açabilir ve uzun süreli güven kaybına neden olabilir.

Sadakatsizlikle başa çıkmak ve ilişkiyi onarmak için açık iletişim ve dürüstlük şarttır. Partnerler, yaşanan olayı tam anlamıyla kavrayabilmek ve ilişkilerini daha sağlıklı bir temele oturtabilmek için duygularını ifade etmeli ve birbirlerini anlamaya çalışmalıdır. Profesyonel bir psikolog veya psikiyatrist yardımı almak da, bu süreçte oldukça etkili olabilir. Sadakatsizlik sonrası güveni yeniden inşa etmek zaman alabilir ve her iki partnerin de bu süreçte sabırlı ve anlayışlı olması gerekir. İlişkide sadakati ve güveni yeniden tesis etmek, her iki tarafın da üzerinde çalışması gereken bir süreçtir ve bu süreçte karşılıklı saygı ve bağlılık önemlidir.

Sadakatsizlik: Nedir ve Neden Olur?

Sadakatsizlik, bir ilişkide bir partnerin diğerine olan bağlılık ve sadakat sözünü bozarak başka bir kişiyle duygusal veya fiziksel anlamda yakınlaşması durumudur. Bu durum genellikle ilişkide yaşanan memnuniyetsizlik, duygusal veya fiziksel uzaklık, iletişim eksikliği, özgüven sorunları ve cinsel doyumsuzluk gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişir. Sadakatsizlik, ilişkinin temelinde yatan güven duygusunu zedeler ve çiftler arasındaki bağı koparabilir. İlişkideki bu tür bir kriz, çiftlerin birbirlerine olan inançlarını sarsar ve ilişkinin geleceği konusunda ciddi soru işaretleri yaratır.

İlişkideki Memnuniyetsizlik

İlişkideki memnuniyetsizlik, sadakatsizliğe yol açan önemli faktörlerden biridir. Partnerlerden biri veya her ikisi, ilişkiden aldıkları hazzı yitirdiğinde, bu durum onları başka yerlerde tatmin aramaya itebilir. Uzun süreli memnuniyetsizlik, duygusal boşluklara ve ilişkideki bağın zayıflamasına yol açabilir. Bu durum, sadakatsizliğin ortaya çıkması için uygun bir ortam yaratır ve ilişkinin temelini sarsar.

Duygusal ve Fiziksel Uzaklık

Duygusal ve fiziksel uzaklık, sadakatsizliğe yol açabilecek başka bir önemli faktördür. Çiftler arasında oluşan bu uzaklık, iletişim eksikliği ve anlayışsızlıkla birleştiğinde, bir partnerin dışarıda duygusal veya fiziksel tatmin aramasına neden olabilir. Bu durum, ilişkideki bağlılığı ve sadakati zayıflatarak, sadakatsizlik eğilimini artırır.

İletişim Eksikliği

Açık ve sağlıklı iletişim, herhangi bir ilişkinin temel taşlarından biridir. İletişim eksikliği, yanlış anlamalara, beklentilerin karşılanmamasına ve duygusal yabancılaşmaya yol açabilir. Bu da sadakatsizliğin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir. Çiftler, duygusal ihtiyaçlarını ve beklentilerini açıkça ifade etmeli ve birbirlerini anlamak için çaba göstermelidir.

Özgüven Sorunları ve Kendini Kanıtlama İhtiyacı

Bazı insanlar, özgüven eksikliklerini gidermek ve kendilerini daha değerli hissetmek için dışarıdan onay ve takdir arayışına girebilir. Bu durum, sadakatsizliğe neden olabilir, çünkü birey, ilişki dışında başkalarının ilgisini çekerek kendini daha iyi hissetmeye çalışır. Bu durum, ilişki üzerinde ciddi zararlar verebilir ve partnerler arasındaki güveni sarsabilir.

Cinsel Doyumsuzluk

Cinsel doyumsuzluk da sadakatsizliğe neden olan önemli faktörlerden biridir. Partnerlerden biri cinsel ihtiyaçlarının karşılanmadığını hissettiğinde, bu ihtiyaçları dışarıda aramaya başlayabilir. Cinsel tatmin, çiftler arasındaki duygusal bağı güçlendirir ve ilişkinin sağlıklı yürümesine katkıda bulunur. Bu nedenle, çiftlerin cinsel yaşamlarını canlı tutmaları ve birbirlerinin ihtiyaçlarına duyarlı olmaları önemlidir.

Sadakatsizliğin İlişki Üzerindeki Etkileri

Sadakatsizlik, ilişki üzerinde derin ve kalıcı etkilere sahip olabilir. Bu olumsuz etkiler, güven kaybı, duygusal yara ve travma, ilişkinin sonlanma riski ve ortak yaşamın zedelenmesi şeklinde kendini gösterebilir.

Güven Kaybı

Sadakatsizlik sonrasında, aldatılan partnerde ciddi bir güven kaybı yaşanabilir. Bu güven kaybı, ilişkinin temelini oluşturan duygusal bağın zedelenmesine yol açar ve ilişkinin devamını zorlaştırabilir. Güvenin yeniden inşa edilmesi zaman alır ve her iki partnerin de bu sürece katkıda bulunmaya istekli olması gerekir.

Duygusal Yara ve Travma

Aldatma olayı, aldatılan partner üzerinde duygusal yara ve travmaya neden olabilir. Bu durum, öz saygı kaybı, depresyon ve anksiyete gibi ciddi duygusal sorunlara yol açabilir. Aldatılan kişi, ilişkideki güveni yeniden kazanmak ve duygusal olarak iyileşmek için profesyonel yardım almayı düşünebilir.

İlişkinin Sonlanma Riski

Sadakatsizlik, ilişkinin sona ermesine neden olabilir. Çiftler, bu tür bir krizi aşmak için çaba gösterse bile, bazen ilişki artık sürdürülemez hale gelebilir. İlişkinin devamı, her iki partnerin de ilişkiyi sürdürme ve onarmaya yönelik kararlı bir çaba göstermesine bağlıdır.

Ortak Yaşamın Zedelenmesi

Sadakatsizlik, çiftler arasındaki ortak yaşamı da zedeler. Bu, özellikle evli çiftler ve çocukları olan aileler için geçerlidir. Sadakatsizlik sonrası, aile yapısı zarar görebilir ve çocuklar bu durumdan olumsuz etkilenebilir. Bu nedenle, sadakatsizlik sonrasında aile içi ilişkilerin onarılması ve çocukların duygusal ihtiyaçlarının gözetilmesi önemlidir.

Sadakatsizliği Önleme Yolları

Sadakatsizliği önlemek, ilişkinin sağlıklı ve mutlu bir şekilde devam etmesi için kritik öneme sahiptir. Bu, açık ve dürüst iletişim, duygusal bağlılığı güçlendirmek, cinsel hayatı canlı tutmak ve ilişki için zaman ayırmak gibi çeşitli stratejilerle mümkündür.

Açık ve Dürüst İletişim

Açık ve dürüst iletişim, sadakatsizliği önlemenin anahtarıdır. Partnerler, duygusal ihtiyaçlarını, beklentilerini ve endişelerini açıkça ifade etmeli ve birbirlerini anlamak için çaba göstermelidir. Bu, yanlış anlamaları önler, duygusal bağı güçlendirir ve ilişkinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkıda bulunur.

Duygusal Bağlılığı Güçlendirmek

Duygusal bağlılığı güçlendirmek, partnerler arasında güçlü bir bağ oluşturur ve sadakatsizliği önler. Bu, düzenli olarak kaliteli zaman geçirmek, birbirlerini desteklemek ve birbirlerinin duygusal ihtiyaçlarını anlamakla mümkündür. Duygusal bağlılık, ilişkinin temelini oluşturur ve çiftleri bir arada tutar.

Cinsel Hayatı Canlı Tutmak

Cinsel yaşamı canlı ve tatmin edici tutmak, partnerlerin ihtiyaçlarının karşılandığı ve mutlu oldukları bir ortam yaratır. Bu, düzenli ve tatmin edici bir cinsel ilişki sürdürmek ve cinsel ihtiyaçlar konusunda açık iletişim kurmakla mümkündür. Cinsel tatmin, ilişkinin genel sağlığını olumlu yönde etkiler ve sadakatsizliği önler.

İlişki İçin Zaman Ayırmak

İlişki için zaman ayırmak, partnerler arasındaki bağı güçlendirir ve ilişkiyi canlı tutar. Bu, birlikte aktiviteler yapmak, birbirlerine özel zaman ayırmak ve birbirlerinin hayatlarına dahil olmakla mümkündür. Zaman ayırmak, ilişkinin önemli olduğunu gösterir ve partnerler arasındaki bağlılığı artırır.

Sadakatsizlik Sonrası İyileşme Süreci

Sadakatsizlik sonrası iyileşme süreci, bireylerin ve ilişkinin zarar görmüş yapısını onarmak için gereklidir. Bu süreç, duygusal yaraların sarılmasını, güvenin yeniden inşa edilmesini ve ilişkinin sağlıklı bir temel üzerine kurulmasını içerir. Her iki partnerin de bu sürece aktif olarak katılması ve iyileşmeye yönelik bir taahhütte bulunması önemlidir. Bu süreç, zaman alıcı ve zorlayıcı olabilir, ancak doğru destek ve kaynaklarla başarılı bir şekilde tamamlanabilir.

Güveni Yeniden İnşa Etmek

Güveni yeniden inşa etmek, sadakatsizlik sonrası iyileşme sürecinin en önemli yönlerinden biridir. Bu süreç, açık iletişim, şeffaflık ve sürekli bir bağlılık gerektirir. Her iki partnerin de bu sürece katılması ve güveni yeniden kazanmak için gereken adımları atmaya istekli olmaları önemlidir. Güvenin yeniden inşa edilmesi zaman alır ve sabır gerektirir.

Affetmek ve İlerlemek

Affetmek, iyileşme sürecinde kritik bir adımdır. Aldatılan partner, yaşananları affetmeyi seçebilir ve ilişkide ilerlemeye karar verebilir. Bu, duygusal olarak zorlayıcı bir süreç olabilir, ancak affetmek bireyin kendi iç huzurunu bulmasına ve ilişkinin yeniden kurulmasına yardımcı olabilir. İlerlemek, geçmişin üzerine bir çizgi çekmek ve ilişkiyi daha sağlıklı bir temel üzerine kurmak anlamına gelir.

Kendi Duygusal Sağlığınızı İhmal Etmemek

Sadakatsizlik sonrası iyileşme sürecinde kendi duygusal sağlığınıza özen göstermek önemlidir. Bu, kendi ihtiyaçlarınıza dikkat etmek, duygusal destek aramak ve gerekirse profesyonel yardım almaktan çekinmemek anlamına gelir. Kendi duygusal sağlığınızı ihmal etmek, iyileşme sürecini daha da zorlaştırabilir ve ilişkinin yeniden kurulmasını engelleyebilir.

İlişkide Sadakati Sürdürmek

İlişkide sadakati sürdürmek, ilişkinin sağlıklı ve mutlu bir şekilde devam etmesi için kritik öneme sahiptir. Bu, karşılıklı saygı, anlayış, duygusal bağlılık ve ilişkiye sürekli yatırım yapmak gibi çeşitli faktörlere bağlıdır.

Karşılıklı Saygı ve Anlayış

Karşılıklı saygı ve anlayış, ilişkide sadakati sürdürmenin temel taşlarından biridir. Partnerler birbirlerinin duygularına, ihtiyaçlarına ve sınırlarına saygı göstermeli ve birbirlerini anlamak için çaba göstermelidir. Bu, ilişkide güçlü bir bağ oluşturur ve sadakati pekiştirir.

Duygusal Olarak Birbirine Bağlı Kalmak

Duygusal olarak birbirine bağlı kalmak, ilişkide sadakati sürdürmenin önemli bir yönüdür. Partnerler, birbirlerine duygusal destek sağlamalı, iyi zamanlarda ve kötü zamanlarda birbirlerinin yanında olmalıdır. Bu, ilişkide güveni ve bağlılığı güçlendirir.

İlişkiye Yatırım Yapmak

İlişkiye sürekli yatırım yapmak, ilişkinin canlı ve tatmin edici kalmasını sağlar. Bu, kaliteli zaman geçirmek, birbirlerinin ihtiyaçlarına dikkat etmek ve ilişkiyi geliştirmek için çaba göstermek anlamına gelir. Yatırım yapmak, ilişkinin önemini gösterir ve sadakati destekler.

Güveni Korumak için Çaba Sarfetmek

Güveni korumak için sürekli çaba sarfetmek, ilişkide sadakati sürdürmenin kritik bir yönüdür. Bu, açık iletişim, dürüstlük ve güveni zedeleyebilecek durumlardan kaçınmak anlamına gelir. Güveni korumak, ilişkide sağlıklı ve mutlu bir atmosfer yaratır ve sadakati pekiştirir.

Psikolog Line

Cinsel isteksizlik, bireyin cinsel ilişkiye karşı ilgi veya arzu duymaması durumudur ve birçok farklı faktörden kaynaklanabilir. Fiziksel nedenler arasında hormonal değişiklikler, bazı ilaçların yan etkileri, kronik hastalıklar veya yorgunluk sayılabilir. Öte yandan, psikolojik faktörler de önemli bir rol oynar. Depresyon, anksiyete, stres, geçmişte yaşanmış travmatik cinsel deneyimler veya ilişkideki problemler cinsel isteksizliğe yol açabilir. Ayrıca, bireyin kendi cinsellik algısı, eğitim ve kültürel faktörler de cinsel arzunun azalmasına neden olabilir.

Cinsel isteksizliğin tedavisi, altta yatan nedenlere bağlı olarak değişiklik gösterir. Eğer fiziksel bir sağlık sorunu söz konusuysa, ilgili tıbbi tedavi uygulanabilir. Hormonal dengesizlikler için hormon tedavileri, bazı ilaçların yan etkileri için ise ilaç değişikliği önerilebilir. Psikolojik faktörlerin etkili olduğu durumlarda, bireysel veya çift terapisi faydalı olabilir. Terapide, cinsel isteksizliğe yol açan duygusal sorunların ve ilişki dinamiklerinin anlaşılması ve çözülmesi amaçlanır. Ayrıca, cinsel eğitim ve danışmanlık da cinsel arzuyu artırmada yardımcı olabilir. Her durumda, profesyonel bir psikiyatri uzmanının rehberliği ve önerileri esastır.

Hormonal Düzensizlikler ve Cinsel İsteksizlik

Hormonlar, cinsel isteği büyük ölçüde etkileyen kimyasallardır. Özellikle testosteron ve östrojen düzeylerindeki değişimler, hem erkeklerde hem de kadınlarda cinsel arzuyu etkileyebilir. Menopoz, andropoz gibi yaşa bağlı hormonal değişiklikler ya da tiroid problemleri gibi sağlık sorunları cinsel isteksizliğe yol açabilir. Hormon replasman terapileri ve ilgili tedaviler, bu durumun yönetiminde etkili olabilir.

Kronik Hastalıkların Etkisi

Kronik hastalıklar, özellikle diyabet, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon ve nörolojik hastalıklar cinsel işlevi ve isteği olumsuz etkileyebilir. Bu hastalıklar kan dolaşımını, sinir sistemi işlevlerini ve genel enerji düzeylerini etkileyerek cinsel isteği azaltabilir. Uygun tıbbi tedavi ve yaşam tarzı değişiklikleri bu etkilerin üstesinden gelmede yardımcı olabilir.

İlaç Yan Etkileri ve Cinsel İşlev

Bazı ilaçlar, özellikle antidepresanlar, antihipertansifler ve bazı hormon ilaçları, cinsel isteği ve işlevi etkileyebilir. Bu ilaçların yan etkileri arasında cinsel arzuda azalma, ereksiyon sorunları veya orgazm güçlüğü bulunabilir. İlaç dozajının ayarlanması veya alternatif tedavilere geçiş, bu yan etkileri azaltmada etkili olabilir.

Yorgunluk ve Fiziksel Sağlık Sorunları

Genel sağlık durumu ve yorgunluk da cinsel isteği etkileyebilir. Uyku eksikliği, aşırı iş yükü ve fiziksel tükenmişlik cinsel arzuyu azaltabilir. Düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme ve yeterli uyku, genel sağlığı ve dolayısıyla cinsel isteği iyileştirmede önemli rol oynar.

Psikolojik ve Duygusal Faktörler

Depresyon ve Anksiyetenin Rolü

Depresyon ve anksiyete, cinsel isteksizliğin en yaygın psikolojik nedenlerindendir. Bu durumlar, cinsel dürtüleri azaltabilir, cinsel aktiviteye karşı ilgisizlik yaratabilir. Psikolojik tedavi yöntemleri, ilaçlar ve terapi, bu durumların üstesinden gelmede yardımcı olabilir.

Geçmişteki Cinsel Travmalar

Cinsel taciz veya saldırı gibi travmatik deneyimler, cinsel isteksizliğe neden olabilir. Bu tür deneyimler duygusal ve psikolojik yaralar bırakabilir, cinselliğe karşı isteksizlik veya korku yaratabilir. Profesyonel yardım ve terapi, bu tür travmaların üstesinden gelmede önemli bir adımdır.

Özgüven ve Beden İmgesi Sorunları

Düşük özgüven ve olumsuz beden imgesi, cinsel isteği olumsuz etkileyebilir. Kendi vücuduna karşı olumsuz duygular besleyen kişiler, cinsel ilişkiden kaçınabilir veya bu durumdan keyif alamayabilir. Özgüvenin artırılması ve beden imgesi sorunlarının ele alınması bu durumu iyileştirebilir.

Stres ve Günlük Yaşamın Etkileri

Yoğun iş hayatı, finansal sorunlar veya ailevi yükümlülükler gibi stres yaratan durumlar cinsel isteği azaltabilir. Stres yönetimi teknikleri, zaman yönetimi ve rahatlama yöntemleri, bu tür etkileri hafifletmede yardımcı olabilir.

İlişki İçi İletişim ve Çatışmalar

İlişki içinde yaşanan iletişim sorunları ve çatışmalar, cinsel isteksizliğin önemli nedenlerinden biri olabilir. İletişim eksikliği, yanlış anlamalar, güven sorunları ve çözümlenmemiş çatışmalar, partnerler arasındaki duygusal ve cinsel yakınlığı olumsuz etkileyebilir. Bu sorunların çözümü için çift terapisi ve etkin iletişim tekniklerinin öğrenilmesi büyük önem taşır.

Partnerler Arası Duygusal Uzaklık

Cinsel isteksizlik bazen partnerler arasında duygusal bağın zayıflamasından kaynaklanabilir. Duygusal bağın eksikliği, cinsel çekim ve arzuyu azaltabilir. Bu durumda, duygusal bağları güçlendirecek aktiviteler, kaliteli zaman geçirmek ve birbirine karşı anlayışlı olmak önemlidir.

Sosyal ve Kültürel Baskılar

Toplumsal ve kültürel normlar, bireylerin cinsel isteklerini ve ifadelerini etkileyebilir. Cinsel tabular, katı ahlaki kurallar veya cinsellik hakkındaki yanlış inançlar bireylerin cinsel arzularını bastırabilir. Bu tür sosyal ve kültürel baskılarla başa çıkmak için cinsel eğitim ve farkındalık artırıcı çalışmalar önem taşır.

Eğitim ve Cinsel Bilinç

Cinsel eğitimin eksikliği veya yanlış bilgiler, cinsel isteksizliğe yol açabilir. Cinsellik hakkında doğru ve açık bilgilendirme, cinsel sağlık konusunda farkındalığı artırır ve bireylerin cinsel yaşamlarını daha sağlıklı bir şekilde yönetmelerine yardımcı olur.

Cinsel İsteksizlik ve Yaşam Tarzı

Beslenme ve Fiziksel Aktivite

Sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivite, genel sağlık durumunu ve dolayısıyla cinsel sağlığı iyileştirebilir. Dengeli bir diyet ve egzersiz, enerji seviyesini artırabilir ve cinsel arzuyu güçlendirebilir.

Alkol ve Madde Kullanımı

Aşırı alkol ve madde kullanımı, cinsel işlevi ve arzuyu olumsuz etkileyebilir. Alkol ve bazı maddeler, cinsel performansı düşürebilir ve cinsel isteksizliğe yol açabilir. Bu alışkanlıkların kontrol altına alınması, cinsel sağlığın iyileştirilmesinde önemli bir adımdır.

Uyku Kalitesi ve Dinlenme

Yeterli ve kaliteli uyku, cinsel sağlık için hayati öneme sahiptir. Uykusuzluk ve yetersiz dinlenme, hormon dengesini bozabilir ve cinsel isteği azaltabilir. İyi bir uyku düzeni ve yeterli dinlenme, cinsel işlevi olumlu yönde etkileyebilir.

Psikolog Line

Yükseklik Korkusu(Akrofobi) Nedir, Nasıl Tedavi Edilir?

Yükseklik korkusu, bilimsel adıyla akrofobi, bireyin yüksek yerlerde bulunduğunda aşırı derecede kaygı, korku veya rahatsızlık hissetmesi durumudur. Bu korku, genellikle mantıksız ve orantısızdır; yani kişinin bulunduğu yükseklikteki gerçek düşme riski, hissettiği korkunun şiddetiyle uyumlu değildir. Akrofobi, sadece yüksek yerlerde değil, bazen bu yerlerin sadece düşüncesiyle bile tetiklenebilir. Fiziksel belirtiler arasında baş dönmesi, terleme, çarpıntı, mide bulantısı ve titreme yer alabilir. Akrofobisi olan kişiler, bu korkularını fark ederek kaçınma davranışları sergileyebilirler, bu da günlük yaşamlarını ve işlerini olumsuz etkileyebilir.

Akrofobinin tedavisi genellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT) yöntemleriyle yapılır. BDT, korku ile ilişkili düşünce ve inançları sorgulamayı ve değiştirmeyi hedefler. Maruz bırakma terapisi, akrofobinin tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir BDT tekniğidir. Bu yaklaşımda, kişi kontrollü ve aşamalı bir şekilde yükseklikle ilgili durumlarla karşı karşıya bırakılır. Bu süreçte, kişi, korkularını yönetmeyi ve tepkilerini kontrol etmeyi öğrenir. Ayrıca, bazı durumlarda ilaç tedavisi de destekleyici olarak kullanılabilir, özellikle anksiyete ve panik atak semptomlarının hafifletilmesi için. Önemli olan, bir sağlık profesyoneli ile çalışarak, kişinin ihtiyaçlarına ve durumuna uygun bir tedavi planının oluşturulmasıdır.

Akrofobi (Yükseklik Korkusu) Nedir?

Akrofobi, yüksek yerlerde bulunma durumunda aşırı korku ve kaygı hissetme durumu olarak tanımlanabilir. Bu, genellikle mantıksız ve orantısız bir şekilde yoğunlaşan bir korkudur ve kişinin günlük yaşamını olumsuz etkileyebilir. Yüksek bir binanın tepesinde, bir köprüde veya hatta bir merdivenin üst basamağında bile hissedilebilen bu korku, kişinin normal yaşamını sürdürmesini zorlaştırabilir.

Akrofobinin Belirtileri ve Tanımlanması

Akrofobinin temel belirtileri arasında baş dönmesi, terleme, mide bulantısı, çarpıntı ve panik ataklar yer alır. Kişiler, yükseklikten düşme korkusuyla aşırı tedirginlik yaşayabilir ve bu durumdan kaçınma davranışı sergileyebilirler. Bu korku, güvenli bir ortamda bile yoğun bir endişe duygusu yaratabilir ve kişinin o anki durumunu mantıklı bir şekilde değerlendirmesini engelleyebilir.

Psikolojik ve Fizyolojik Nedenlerin Anlaşılması

Akrofobinin sebepleri çeşitlidir ve geçmişte yaşanan travmatik deneyimler, ailede benzer korkuların varlığı veya bazı biyolojik faktörler olabilir. Ayrıca, yükseklikle ilgili kötü bir deneyim, bu korkunun gelişiminde etkili olabilir. Beyindeki korku ve kaygı ile ilgili bölgelerin aşırı aktif olması veya belirli kimyasal dengesizlikler de akrofobiye katkıda bulunabilir.

Akrofobinin Etkileri: Günlük Yaşam ve Psikolojik Sağlık

Akrofobi, kişinin sosyal ve mesleki yaşamını ciddi şekilde etkileyebilir. Yükseklikle ilgili durumlardan kaçınma, kişinin yaşam seçeneklerini ve fırsatlarını sınırlayabilir. Örneğin, bir akrofobi hastası, yüksek katlı bir ofiste çalışmayı reddedebilir veya bazı sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınabilir.

Sosyal ve Mesleki Hayatta Karşılaşılan Zorluklar

Yükseklik korkusu olan bireyler, iş veya sosyal etkinliklerde sınırlamalarla karşılaşabilirler. Bu durum, mesleki gelişimlerini engelleyebilir ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, bu korku nedeniyle insanlar seyahat etmekten, bazı spor aktivitelerine katılmaktan veya yüksek yerlere çıkmayı gerektiren diğer faaliyetlerden kaçınabilirler.

Akrofobinin Yaşam Kalitesi Üzerindeki Etkileri

Akrofobi, genel yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilir. Sürekli kaygı ve korku hali, bireyin ruh halini, sağlığını ve genel mutluluğunu etkileyebilir. Uzun süreli stres ve kaygı, uyku problemleri, depresyon ve diğer psikolojik sorunlara yol açabilir.

Akrofobi Teşhisi: Psikologların Rolü

Akrofobi teşhisi genellikle detaylı bir psikolojik değerlendirme ile yapılır. Psikologlar, kişinin korkularını, kaygı düzeylerini ve kaçınma davranışlarını değerlendirerek bu durumun günlük yaşamlarını nasıl etkilediğini anlamaya çalışırlar.

Akrofobi Teşhis Sürecinde Dikkat Edilmesi Gerekenler

Teşhis sürecinde psikologlar, akrofobinin altında yatan sebepleri ve tetikleyicileri anlamaya çalışır. Ayrıca, bireyin geçmiş deneyimleri, aile öyküsü ve genel sağlık durumu da dikkate alınır. Bu süreç, kişiye özgü bir tedavi planının hazırlanması için kritik öneme sahiptir.

Akrofobi Olan Bireylerle İletişim Kurma Yöntemleri

Psikologlar, akrofobi olan bireylerle empatik ve destekleyici bir iletişim kurmayı hedefler. Korkularını ifade etmeleri için güvenli bir ortam sağlamak, tedavi sürecinin başarısında önemli bir rol oynar. Terapistler, hastalarının korkularını anlamak ve onlarla yüzleşmelerine yardımcı olacak stratejiler geliştirmek için çalışırlar.

Akrofobi Tedavisi: Psikologlar İçin Yaklaşımlar

Akrofobi tedavisinde psikologlar, çeşitli terapi yöntemleri kullanarak hastalarının korkularını aşmalarına yardımcı olurlar. Bu tedaviler, kişiyi korkusunu yönetmeye ve normal yaşamına geri dönmeye teşvik eder.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Uygulamaları

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), akrofobi tedavisinde etkili bir yöntemdir. Bu terapi, hastaların korku ile ilişkili olumsuz düşünce ve inançlarını tanımlamalarına ve bunları daha gerçekçi ve yardımcı düşüncelerle değiştirmelerine yardımcı olur. Psikologlar, hastalarını akrofobinin temelinde yatan düşünceleri sorgulamaya ve alternatif düşünce biçimlerini benimsemeye teşvik eder.

Maruz Bırakma Terapisinin Adımları ve Uygulanışı

Maruz bırakma terapisi, akrofobi hastalarını yavaş yavaş ve kontrollü bir şekilde korkularının nesnesiyle (yani yüksekliklerle) karşı karşıya getirir. Bu yaklaşım, kişinin korkuyla yüzleşmesini ve zamanla bu korkuya karşı duyarlılığının azalmasını sağlar. Terapi, genellikle düşük seviyede başlar ve giderek artan zorluk dereceleri içerir.

Akrofobiye Yönelik Destekleyici Tedavi Yöntemleri

Akrofobinin tedavisinde psikoterapi yanında, bazı destekleyici yöntemler de kullanılabilir. Bunlar, kişinin günlük yaşamında korku ile başa çıkmasına yardımcı olur.

İlaç Tedavisinin Rolü ve Psikolojik Destekle Birleştirilmesi

Bazı durumlarda, anksiyete ve panik atak semptomlarının hafifletilmesi için ilaç tedavisi gerekebilir. Antidepresanlar ve anksiyolitikler gibi ilaçlar, psikoterapi ile birlikte kullanılarak tedavinin etkinliğini artırabilir. Ancak, ilaç kullanımı her zaman bir sağlık profesyoneli tarafından kontrol edilmelidir.

Günlük Yaşamda Başa Çıkma Stratejileri ve Öz-Yardım Teknikleri

Psikologlar, akrofobi hastalarına günlük yaşamlarında korkularını yönetmelerine yardımcı olacak başa çıkma stratejileri öğretir. Bu teknikler arasında derin nefes alma, gevşeme teknikleri ve olumlu kendini telkin bulunur. Ayrıca, korkularıyla yüzleşmelerine yardımcı olacak günlük egzersizler ve aktiviteler de önerilebilir.

Psikolog Line

Hepimiz zaman zaman “çocuk gibi davrandım”, “kendimi kaybettim ve nasıl oldu anlamadım”, “şu an hatırladığımda çok saçma geldi, nasıl yapmışım?” gibi cümleler kurmuşuzdur. Bu cümlelerin ortak bir özelliği var; duygular oldukça yoğun ve mantık ise oldukça geri planda. Yani çocuk mod’larımız! (yan’larımız) Çocuk modlarında olduğumuz zaman kendimizi tam bir yetişkin gibi hissetmeyiz. Bu modlar, kişinin ihtiyaçlarının dikkate alınmadığını düşünmesiyle ortaya çıkmaktadır.

Yetişkinlerin içindeki çocuk modlarını tanımak için, öncelikle etrafımızdaki çocukları hatırlayalım. Çocukları bilirsiniz; mutlu olunca zıplar, üzülünce ağlar. Dolayısıyla herduyguyu yoğun yaşarlar ve mantıklı düşünme becerileri daha düşüktür. Peki yetişkinler çocuk modlarında davranırsa ne olur ? Sorunları tıpkı bir çocuk gibi çözemezler ve rahatsızlık verici duyguları yoğun hissederler. Öyleyse yetişkinlerin içindeki bazı çocuk modlarını ve nereden geldiklerini tanıyarak çocuk yanlarımızı sağlıklı yetişkin perspektifinden yatıştırabilir ve daha iyi hissedebiliriz.

Öncelikle hatırlayalım ve zihnimizi geçmişe yollayalım. Çocukken istenmeyen bir durum karşısında önce ne yapardınız? Ağlar mıydınız, bağırır ve kızar mıydınız ya da dürtüsel bir şekilde istediğiniz şey hemen olsun mu isterdiniz? Çocukken gösterdiğimiz davranış şekli, yetişkin yaşamımızdaki belirgin çocuk modu olarak karşımıza çıkabilir

1-İncinmiş Çocuk Modu

İncinmiş çocuk modu, çocuk ve gençlik döneminde ebeveyni tarafından terk edilmiş, dışlanmış, değersiz ve sevilmemiş hissettirilmiş, yakınlarının ölümüne şahit olmuş, sevgi ve güven gibi önemli duygusal ihtiyaçların karşılanmadığı bir çocukluk döneminin sonucunda yetişkin yaşamında ortaya çıkabilir. Çocukken utanç, yalnızlık, korku, mutsuzluk, acı verici duygularla birlikte seyreden mod “incinmiş çocuk modu” dur. Yetişkin yaşamında ise, değersizlik ve sevilmeme hissi, güven sorunu, reddedilme ya da terk edilme endişeleriyle kendini gösterir.

İncinmiş çocuk moduna girdiğimizi nasıl anlarız? Örneğin, sinemaya davet ettiğiniz arkadaşınız gelemeyeceğini belirttiğinde, hızlı ve yoğun şekilde değersiz, önemsiz ve reddedilmiş hissettiniz ve bu durumu arkadaşınız tarafından istenmediğiniz şeklinde yorumladınız. İşte bu, incinmiş çocuk modu! Bu moddayken, gerçeği mantıklı şekilde değerlendirmede o an yetersiz kalarak arkadaşının işi olabileceği gerçeğini yok sayıp kendi değersizliğiniz şeklinde yanlış yorumlama eğiliminde olabilirsiniz.

2-Öfkeli Çocuk Modu

Merkezde kızgınlık, öfke, hiddet gibi yoğun duygular vardır. Kişi ihtiyaçlarını uygunsuz ve kontrolsüz şekilde ifade etmektedir. Öfke duygusu normal bir duygu olsa da, öfkeli çocuk modundayken öfkeyi kontrol etmek ve mantıklı davranmak zorlaşabilir. Kişi hakkının yenmesi, önemsiz ve değersiz hissetme vb. duygular sonucunda yoğun bir kızgınlık ile tepki vererek kontrolü kaybedebilir.

3-Dürtüsel Çocuk Modu

Dürtüsel çocuk modunda, bir şeye sahip olmak ya da bir şeyi kesinlikle yapmak isteme dürtüsü oldukça ön plandadır. Kişi dürtüsel çocuk modunda olduğu zaman, öfkeli çocuk moduna benzer şekilde kendini kontrol etmekte zorlanarak haz ve arzularına yenik düşebilir. Sorumluluk ve disiplin anlamında sınırlarını bilemez. Örneğin, borcu çok fazla olmasına rağmen içindeki dürtüsel çocuk daha fazla harcama yapmasına yol açabilir.

Peki Ne Yapacağız?

Önce içinizde çocuk modlarını tanımalı ve isimlendirmelisiniz. Yoğun ve rahatsızlık verici duyguları hissettiğiniz zaman, “şuan hangi moddayım, ne hissediyorum, bedenim nasıl, bu duyguları çocukken nerede öğrendim?” gibi soruları kendinize yönelterek, tepki vermeden önce kendinizi izlemelisiniz. Böylece duyguları sahnede yoğun yaşamakta olan tiyatrocu olmaktan uzaklaşıp perde arkasından kendinizi izleyerek kontrol etmeyi öğrenebilirsiniz.

Psikolog Nagihan Kutlu

2024

Dişil enerji, başkalarıyla duygusal olarak bağ kurmamızı ve zevk almamızı sağlar. Dişil enerji, tıpkı eril enerji gibi hepimizin içinde yaşar. Bu bir cinsiyet sorunu değil. Her iki enerji de, hepimizin sahip olduğu ve her zaman ifade etmemize ve bundan yararlanmamıza izin vermediğimiz arketipler, özellikler ve tutumlardır. Ancak, hayatımızın ve ilişkilerimizin uyumlu olmasını istiyorsak, bu iki tamamlayıcı eğilimi kabul etmeli ve ikisini de reddetmemeliyiz.

Sosyal düzeyde, dişil enerji genellikle devalüe edilir. Gerçekten de, kadınlık, yumuşaklık ve duygularla bağlantılı her şey hafife alınma eğilimindedir. Aslında, tezahürlerinin gülünç ve önemsiz olarak görülme eğilimi vardır. Öte yandan, eril enerji, yararlı olmasına rağmen, tamamlayıcısı olmadan dengesiz olan aşırı teşvik edilir.

Dişil enerji

Dişil enerji varlık, duygu ve akışla bağlantılıdır. İnce, yumuşak ve sevgi dolu. Duygusal ifade, işbirliği ve duygusal beslenme ile yakından ilgilidir. Böylece sağlıklı dişil enerjiye sahip bir kişi aşağıdaki davranışları sergileme eğiliminde olacaktır:

  • Başkalarını memnun etmeye veya sorunlarını çözmeye gerek duymadan kendilerini oldukları gibi gösterme güvenine sahiptirler. Sadece ‘var olmanın’ sevgi almak için yeterli olduğunu bilirler.
  • Duygularıyla temas halindedirler, onları nasıl tanımlayacaklarını bilirler ve onları hissetmek için kendilerine izin verirler. Ayrıca, kendilerini korkmadan ifade ederler. Bu, savunmasız olmaktan mutlu oldukları ve başkalarının duygularını nasıl karşılayacaklarını ve kabul edeceklerini bildikleri anlamına gelir.
  • Esnektirler ve ortam ve koşullarla birlikte akarlar. Başkalarına baskı yapmazlar, zamanlarını yapmaya adadıkları şeyde zevk ve kendini gerçekleştirme ararlar.
  • Hepimizin birbirine bağımlı varlıklar olduğumuzun farkındalar. Bu, diğer insanlarla işbirliği yapmaktan ve bağ kurmaktan korkmadıkları anlamına gelir. Aslında, sosyal ilişkilerini takdir eder, geliştirir ve beslerler ve değişimi teşvik ederler.

Öte yandan, eril enerji yapmak ve vermekle bağlantılıdır. Rekabet ve bireysellik üzerine odaklanmıştır. Bu insanlar kararlı ve sağlamdır. Gerçekten de, daha yüksek düzeyde eril enerjiye sahip insanlar, hedefleri nasıl belirleyeceklerini ve bu hedeflere ulaşmak için nasıl çalışacaklarını bilirler. Başarıya ve üretkenliğe odaklıdırlar. Sosyal düzeyde aranan ve teşvik edilen bu tür özelliklerdir. Yine de, eril enerji hedeflerimizi gerçekleştirmemize, ilerlememize ve sağlam olmamıza yardımcı olsa da, bu onun karşıtını reddetmemiz gerektiği anlamına gelmez.

Dişil enerjinizi reddettiğinizin işaretleri

Kural olarak, her birimizde bu iki enerjiden biri baskındır (erkek veya kadın olmanız fark etmez). Dişil enerjinizi reddettiğinizin bazı işaretleri:

1. Diğer kadınlarla pek iyi anlaşamıyorsunuz

Başka kadınlarla ilişki kurmak sizin için zor olabilir. Onlarla bağlantınız varsa, bunun nedeni genellikle rekabet, ve kıskançlıktır. karşılıklı destekten değildir. Dişil enerjinizi reddediyorsanız, annenizle karmaşık bir ilişkiniz olabilir. Ayrıca, muhtemelen arkadaşlarınızın erkek olmasını tercih ediyorsunuz.

2. Kendinizi diğerlerinden farklılaştırmaya çalışıyorsunuz

Dişil enerjinizi reddediyorsanız, kadınlıkla ilgili basmakalıp her şeyi reddedebilirsiniz. Örneğin, pembe renkten nefret ediyor, makyaj yapmayı reddediyor veya ‘kız gibi’ etkinliklere katılmaktan hoşlanmıyorsunuz (hala gençliğinizdeyseniz). Açıktır ki, yukarıdakilerin tümü toplumsal bir inşadır ve başlı başına kadınlara ait değildir. Bununla birlikte, bunu belirgin bir şekilde reddetmek, kendinizi diğer kadınlardan ayırmanın bir yolu olabilir. Belki de kadınsı olanı yanlış, erkeksi olanı doğru olarak görüyorsunuz. Sonuç olarak, aşağılık ve gülünç bulduğunuz dişil özü reddediyorsunuz. Öte yandan, tavrınız sadece kendi kişisel tercihlerinizin bir yansıması olabilir.

3. İltifatları veya yardımları kabul etmekte zorlanıyorsunuz

Bir iltifatı veya bir iyiliği kabul etmekte zorlanıyor musunuz? Başkalarının sizinle ilgilenmesine veya size yardım etmesine izin vermekte zorlanıyor musunuz? Bu, dişil enerjinizi iyileştirmeniz gerektiğini gösterebilir. Bu size oluyorsa, muhtemelen kendinizi başkalarına vermeye kendini adamış, dengesiz ve adaletsiz ilişkiler kuran gerçekten yardımsever ve kararlı bir insansınız.

4. Zevk almanıza izin vermiyorsunuz

Zevk, dişil enerjinin son derece tipik bir özelliğidir. Yine de, belki de üretken olmaya, kendinizi zorlamaya ve giderek daha çok çalışmaya odaklandığınız için inkar ediyorsunuz. Durum böyleyse, kendinize ara vermemiş olursunuz (bu sizi işe yaramaz hissettirir) ve yaptığınız işten keyif almanın sizin hakkınız olduğunu düşünmüyorsunuz.

5. Duygusal yakınlıktan korkuyorsunuz

Duygusal dünya karmaşıklaşıyor, sizi bunaltıyor ve kendinizi rahatsız hissetmenize neden oluyor. Aslında, duygularınızı tanıyamaz, anlayamaz veya yönetemezsiniz. Ayrıca, bunları ifade etmekte zorlanıyorsunuz ve kendinizi iyi hissetmediğinizde saklanma eğilimindesiniz. Çünkü savunmasız olmak ve diğer insanlara bağımlı olmak sizi korkutuyor ve bir zayıflık gibi görünüyor. Ayrıca, başkalarının duygularını kabul etmekte ve onaylamakta zorlanıyorsunuz. Gerçekten de, başkalarının yoğunluğu ve duygusallığı sizi rahatsız ediyor. Bu nedenle, onları beslemek ve rahatlatmak yerine duygularını en aza indirme eğilimindesiniz.

6. Katı, acımasız ve rekabetçisiniz

Hayatınız için sabit hedefler ve katı planlar çiziyorsunuz ve bunlara ulaşmak için yorulmadan sebat ediyorsunuz. Ancak, yön değişikliklerini veya aksilikleri kabul etmekte zorlanıyorsunuz. Ayrıca, yardım istemeniz son derece zordur.

Dişil enerji geçerli ve gereklidir

Yukarıdakilerden herhangi biriyle özdeşleştiyseniz, dişil enerjinizle uzlaşmanız gerekebilir. Bunu yaparak stres seviyenizi düşürecek, günlük hayatınızdan daha çok keyif alacaksınız ve ilişkileriniz daha akıcı ve tatmin edici olacak. Son olarak, hepimizin yönlendirilmeye, hedeflere ve kararlılığa ihtiyacı var, aynı zamanda desteğe, işbirliğine ve duygusallığa da ihtiyacımız var. Kendinizi bu iki yönden hiçbirinden mahrum etmediğinizden emin olun.

Psikolog Elena Sanz

Terk Edilme Korkusu Nedir?

Terk edilme korkusu olan insanlar, en genel tanımıyla kendilerine en yakın olanlar tarafından bırakılacakları endişesiyle mücadele eder. Bazı kaygılar yaşam boyunca normal olsa da terk edilmeyle ilgili süregelen, zayıflatıcı korkular yıkıcı olabilir. Bu endişeler sadece bir stres kaynağı olmakla kalmaz, aynı zamanda tatmin edici ve sağlıklı bir ilişki kurmayı neredeyse imkansız hale getirebilir. Terk edilme kaygısı olan biri kendini güvensiz hissedebilir ve sevilmeyi hak ettiğine inanmakta zorlanabilir. Bazen terk edilme korkuları o kadar bunaltıcı olabilir ki, incinmekten kaçınmak için bir ilişkiyi bitirmeyi seçerler.

Terk edilme sorunları acı verici olsa da, korkularınızı kabul etmek ve nedenlerini belirlemek iyileşmenize ve bunlarla başa çıkmanıza yardımcı olabilir. Siz veya sevdiğiniz biri bu korkuyla mücadele ediyorsa, terk edilme sorunlarının belirtilerini öğrenmek, atılacak ilk adım olabilir. 

Terk Edilme Korkusu Nedir?

Kişilerarası ilişkiler, duygusal refahımız için çok önemlidir. Başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler, bizi yalnız kalmaktan alıkoyan bir sosyal ve duygusal destek kaynağı olabilir. Bununla birlikte, bir kişi terk edilme korkusuna sahip olduğunda, reddedilme veya geride bırakılma korkusu, başkalarıyla yakın ilişkiler kurmayı zorlaştırabilir. Terk edilme sorunları, bir fobi veya bir tür kaygı olabilen yalnızlık korkusundan kaynaklanır. Bu sorunlar ilişkilerinizi etkileyebilir ve genellikle çocuklukta yaşanan bir kayıptan kaynaklanır. Kaybı terk etme sorunlarına dönüştüren diğer faktörler arasında çevresel ve tıbbi faktörler, genetik ve beyin kimyası sayılabilir.

Erken çocukluk deneyimleri, yetişkin olduğunuzda terk edilme sorunlarının gelişmesine en büyük katkıyı sağlar. Travmatik olay, boşanma veya ölüm nedeniyle bir ebeveynin kaybını veya çocukken yeterli fiziksel veya duygusal bakım alamamayı içerebilir. Duygusal terk, ebeveynler aşağıdaki maddeleri yaptığında meydana gelir:

  • Çocuklarının kendilerini duygusal olarak ifade etmelerine izin vermemek
  • Çocuklarıyla alay etmek
  • Çocuklarına “mükemmel” olmaları için çok fazla baskı yapmak
  • Çocuklarına yaşıtları gibi davranmak

Bir ebeveyn veya bakıcı çocuğa tutarlı sıcak veya özenli etkileşimler sağlamadığında, onları kronik stres ve korku hissetmesine neden olduğunda, terk etme sorunları ortaya çıkar. Bir çocuğun gelişimi sırasında meydana gelen deneyimler genellikle yetişkinliğe kadar devam eder. Bu nedenle, yaşlandıkça terk edilme sorunları daha yaygın hale gelir ve ilişkilerinizi etkileyebilir.

Bağlanma Stilleri

Uzmanlar, erken yaşta kurduğumuz ilişkilerin yetişkin olarak başkalarıyla nasıl bağlantı kurduğumuzu etkilediğini söylüyor. Çocuklar bakıcılarına bağımlıdır ve bu insanların ihtiyaçlarını karşılama biçimleri, sonunda başkalarına nasıl bağlanabileceklerini şekillendirir. Dört bağlanma stili şunlardır:

  • Güvenli Bağlanma: Bir çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçları karşılandığında, ilişkilerde kendini güvende hissetmeyi öğrenir. Güvenli bağlanma stiline sahip kişiler, başkalarına kolayca güvenebilir ve iletişim kurabilir.
  • Endişeli Bağlanma: İhmal edilen çocuklar, sevgi ve destek sağlamak için başkalarına güvenemeyeceklerini hissederek büyürler. Kaygılı bir bağlılığı olan biri başkalarına yapışabilir veya sürekli güvence isteyebilir.
  • Kaçınan Bağlanma: Bazı bakıcılar bir çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılar, ancak duygusal destek sağlamaz. Kaçınan bağlanma stiline sahip kişiler, fiziksel yakınlıktan rahatsız olabilir ve duygularını ifade etmekte zorlanabilirler.
  • Düzensiz (veya korkak-kaçınan) Bağlanma: Bakıcılarından korkan çocuklar düzensiz bir bağlanma stili geliştirebilirler. Bu bağlanma stiline sahip yetişkinler yakın ilişkiler isterler, ancak duygusal yakınlıktan korkarlar.

Terk Edilme Sorunlarının İşaretleri

Terk edilme sorunları nelerdir ve bunları nasıl tanıyabilirsiniz? Terk edilme korkusu olan tüm insanlar, başkalarının onları terk edeceğinden endişelenir, ancak korkularına farklı şekillerde tepki verebilirler. Terk edilme sorunlarının farklı belirtilerini tanımak, korkularınızla başa çıkmanıza veya başkalarını desteklemenize yardımcı olabilir.

Endişe

Terk edilme kaygısı, insanları sürekli sıkıntı duygularıyla baş başa bırakabilir. Birisi bir ilişkide kendini güvende hissetmiyorsa, bu onları zorlayabilir ve yanlış bir şeylerin belirtilerini aramasına neden olabilir. Terk edilme sorunlarıyla ilgili kaygısı olan pek çok kişi, eşlerinden uzakta zaman geçirdiklerinde yoğun ayrılık kaygısıyla mücadele edecektir.

Güvensizlik

Güçlü bir terk edilme korkusu başkalarına güvenmeyi zorlaştırabilir. Terk edilme sorunları olan biri, genellikle kıskanç olur veya partnerinin kendisine söylediği her şeyi sorgulayabilir. Güven sorunları, bir kişinin partnerinin davranışlarını nasıl gördüğünü şekillendirebilir ve değişken ilişkilere yol açabilir.

Karşılıklı Bağımlılık

Terk edilme sorunları olan birçok insan, başkalarının kendilerine yakın olmak istemeyeceğinden korkar. Bu, reddedilmekten kaçınmak için insanları memnun eden davranışlarda bulunmalarına yol açar. Bağımlı insanlar, kendi ihtiyaçlarını görmezden gelebilir ve eşlerinin yanında değilken kendilerini güvensiz hissedebilirler.

Duyguları düzenleyememe

Araştırmalar, duyguları düzenlemenin kaçınma ve bağlanma kaygısı olan insanlar için zor olabileceğini gösteriyor. İnsanlar genellikle kontrol edilmesi zor olabilecek yoğun olumsuz duygular yaşarlar. Bu ruh hali değişimleri çok üzücü olabilir ve sıklıkla tartışmalara yol açabilir.

Sağlıksız ilişkilerde kalmak

Terk edilme sorunları, kişinin insanları kendinden uzaklaştırmasına neden olabilir, ancak bunun tam tersi bir etkisi de olabilir. Terk edilme korkusu olan biri, sağlıksız bir ilişkide kötü muamele görse bile eşinden ayrılmayı reddedebilir. Başka birini bulamayacaklarından korkabilirler veya daha iyi muameleyi hak etmediklerine inanabilirler.

Aşırı düşünme ve sürekli şüphe

Terk edilme veya reddedilme olasılığını saplantı haline getirme alışkanlığı, kişinin daha başlamadan, onu önlemek için planlar yapmasına neden olabilir. Bir kişi, partnerinden haber alamadığında önceki diyalogların anlamları üzerine kafa yoruyorsa, eşinden haber alamadığında onu tekrar tekrar arıyorsa veya mesaj atıyorsa, sadakatsizlikten şüpheleniyorsa, öfke patlamaları yaşıyorsa veya planlardaki belirli değişikliklere aşırı tepki veriyorsa ortada bir sorun olduğunu söylemek yanlış olmaz. 

İlişkilerde öfke ve tutarsızlık

Terk edilme sorunları tipik olarak, bir kişinin gerçekten istediği sonuçları kontrol edememe, bir eşin ayrılmasını engelleyememe veya kendinizi veya başkalarını zarar görmekten koruyamama gücünü elinden alan travmatik bir durum tarafından üretilir. Göz ardı edilirse, bu temel durumlar yıllar sonra dahi öfkeyi ateşleyebilir. İnsanlar, kendilerine o zamanı hatırlatan durumlarda kolayca tetiklenebilirler. Şiddet ve öfke, ilk olayda mümkün olmayan şekillerde, şimdi başkalarını kontrol etmeye çalışmak için kullanılabilir. Öfke patlamaları sevilen birine, kişinin kendisine yönlendirilebilir veya belirli fiziksel veya davranışsal ifadelerle açığa çıkabilir – örneğin, birinin onları reddettiği düşüncesiyle yüksek oranda tetiklendiğinde bir duvarı yumruklamak.

Bağlılık sorunları

Terk edilme sorunları bağlılık sorunları olarak ortaya çıkabilir, yani bir kişi uzun vadeli veya duygusal bir ilişkiye tam olarak bağlı kalamaz. Bağlılıktan kaçınmak, bir kişiyle çok sayıda bireysel ilişki veya tekrarlanan ilişki gibi görünebilir, ancak ilişkiye isim koymak gibi net beklentiler yoktur.

Hızlı bağlanmak

Belki de beklenmedik bir şekilde, terk edilme sorunlarının bir işareti de yeni insanlara çok çabuk bağlanmak olabilir. Genellikle terk edilme sorunlarıyla bağlantılı olan bağlanma sorunları olan bir kişi, karşısındaki kişiyi çok iyi tanımasa bile, duygusal olarak büyük bir bağ geliştirebilir.  Terk edilme sorunları olan insanlar, kendilerini terk etmelerinin kaçınılmaz olduğunu düşündükleri için, ilişkinin devam eden evrimine güvenmezler ve mümkün olan en kısa sürede derin ilişkilere girmek için acele edebilirler. 

Reddedilmeyi kabul edememe

Bu davranış basit bir inkarın ötesine geçebilir. Bu kişiler reddedildiklerine inanmayabilirler ve ilişkiye tutunmaya çalışabilirler veya kişiyi ilişkide kalmaya ikna etmeye veya manipüle etmeye çalışabilirler. Unutmamak gerekir ki kişinin artık sürdürmek istemediği bir ilişkiden çıkmasını engellemek bir tür istismardır.

Depresif davranışlar veya epizodlar

Terk edilme korkusu dayanılmaz hale geldiğinde, zihinsel sağlık kırılmalarına ve fiziksel zarara yol açabilir. Terk edilme sorunlarının temel nedeni travma ise, anıları tetikleyen veya bu kalıpları çoğaltan bölümler derin üzüntü ve depreyona neden olabilir.

İstismar, taciz veya şiddet

Nadir durumlarda, terk edilme sorunlarıyla uğraşan bir kişinin, terk edildiğini düşündükleri veya olma ihtimalinin yüksek olduğu durumlarda, duygusal, sözlü veya fiziksel şiddete bile yol açabileceği bilinir. Bir hayvana, çocuğa, ebeveyne, eşe, iş arkadaşına veya sevilen birine yönelik manipülasyon, takip, taciz veya istismar, bir kişi başka bir kişiyi kontrol etmek için büyük çaba sarf ettiğinde ortaya çıkabilir.

Terk Edilme Sorunlarına Neden Olan Nedir?

Korkularımız bazen mantıksız görünebilir, ancak bunlar algılanan tehlikelere karşı doğal bir tepkidir. Terk edilme korkuları genellikle derin, acı veren kişisel deneyimlere dayanır. Terk edilme korkusu insanları birçok yönden etkileyebilir ve çeşitli nedenleri vardır.

Travma/geçmiş deneyimler

Terk travması, travmatik veya üzücü bir olaya tepki olarak ortaya çıkabilir. Bir ilişki aniden veya üzücü bir şekilde sona erdiğinde, gelecekteki ilişkilerde kaygıya neden olabilir. Aldatma, boşanma, ihmal veya istismar ve bir eşin ölümü terk edilme korkusuna neden olabilir.

Çocukluktan kalan bağlar

Çocuklukta oluşturduğumuz bağlar, yetişkin olarak ilişkilere bakışımızı şekillendirir. Birisi duygusal ihmal, şiddet veya istismar gibi çocukluk çağı travması yaşarsa, gelecekteki ilişkilerinde kendilerini güvende hissetmelerinin zor olabileceği mantıklıdır. Araştırmalar ayrıca, boşanma, hapsedilme veya ölümle ebeveynlerinden ayrılmaları durumunda çocukların terk sorunları geliştirebileceğini de doğrulamaktadır.

Sağlıksız ilişkiler

Bazıları için, istismar vakalarında veya ilişki sona erdikten sonra bile bir ilişkinin sağlıksız olduğunu anlamak zor olabilir. Geçmişteki bir partner – hatta birincil bakıcı – yıldırma, sahtekârlık, manipülasyon, gaslighting veya duygusal ihmal gibi zararlı davranışlarda bulunursa, bu davranışları gelecekteki ilişkilerde görmeyi bekleyebilirsiniz. Sağlıksız bir ilişkiden sonra çözülmemiş terk etme sorunları, gelecekteki partnerler için zorlayıcı olabilir. 

Ölüm

Sevilen birinin ölümü derin ve kalıcı keder ve acıya neden olabilir. Bu tür bir kaybı yaşadıktan sonra, başkalarını kaybetmekten korkmak yaygın olabilir. Ölüm aniyse, terk edilme korkusu özellikle yoğun olabilir.

Karşılanmayan duygusal ihtiyaçlar

Sağlıklı kalmak için hepimizin temel şeylere – yemek, uyku ve barınma – ihtiyacımız var, ama aynı zamanda duygusal ihtiyaçlarımız da var. Bu ihtiyaçlar karşılandığında mutlu ve memnun oluruz, ancak bunlar ihmal edildiğinde stresli, hüsrana uğramış veya sevilmemiş hissedebiliriz. Bir bakıcı veya romantik bir partner, duygusal ihtiyaçlarını tekrar tekrar karşılayamadığında, kişi terk edilme sorunları yaşayabilir.

Terk Edilme Sorunlarıyla Nasıl Başa Çıkılır?

Terk edilme sorunlarının nasıl iyileştirileceğini öğrenmek zor olabilir, ancak başa çıkma tekniklerini öğrenmek mümkündür. Doğru araçlarla, sağlıklı, olumlu ilişkiler geliştirip zorlukların üstesinden gelebilirsiniz.

Bağlanma stilinizi belirleyin

Çocukluk döneminde bağlanma stilleri geliştiririz, ancak ortaya çıkan beklentiler, yetişkinliğe girdikten çok sonra yaşamımız boyunca insanlara nasıl tepki vereceğimizi etkileyebilir. Bağlanma tarzınızı belirlemek, korkularınız hakkında size fikir verebilir ve davranışlarınızdan daha fazla haberdar olmanızı sağlayabilir. Zamanla, başkalarıyla daha sağlıklı bir şekilde bağlantı kurmayı öğrenebilirsiniz.

Kendinizi keşfedin

Terk edilmekten korkan insanların utanması yaygın olsa da, korkularınız üzerine düşünmek onları yönetmeyi kolaylaştırabilir. Bu korkular genellikle derinlere kök salmıştır ve onları görmezden gelirseniz ortadan kaybolmaları pek olası değildir. Duygularınızla yüzleşmek, hayatınızda olumlu değişiklikler yapmanıza yardımcı olabilir.

Terapide yardım isteyin

Terk edilme sorunları karmaşıktır ve kendi başınıza kontrol etmeniz zor olabilir. Bir terapistin yardımıyla korkularınız ve bunların nereden kaynaklandığı hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Yaşadığınız terk edilme sorunlarına neyin sebep olduğunu anlamaya başlayacaksınız, böylece geçmişten gelen acınızı işlemeye başlayabilir ve şimdi ve gelecekte daha sağlıklı ilişkiler kurabilirsiniz.

Bir ruh sağlığı uzmanına ulaşmaktan çekinmeyin. Terapi, terk edilmeyle ilgili korkularınızla başa çıkmanız için ihtiyaç duyduğunuz araçları sağlayabilir ve bunların günlük yaşamınız üzerindeki etkilerini en aza indirebilir.

Terk Edilme Sorunları Olan Birine Nasıl Yardım Edilir?

Terk edilme korkusu olan bir kişiyi desteklemek zor olabilir. Sorun hakkında konuşma çabalarını eleştiri olarak algılayabilir veya partnerlerinin ayrılacağı endişesi yaşayabilirler. Sonuç olarak, bu konudaki konuşmalara sabır ve empati ile yaklaşmak önemlidir.

Başka birinin terk edilme korkusundan bahsederken şunları deneyin:

  • Bol miktarda güvence sunun.
  • Onlara ve korkularının mutluluklarını nasıl etkilediğine odaklanın.
  • Endişe ve sevgiyi ifade edin.
  • Bu tartışmaya açıklarsa neyin yardımcı olabileceğini tartışın.
  • Konuşma boyunca sakin ve tutarlı olun.

“Terk edilme sorunları” teriminden kaçınmak yararlı olabilir. Bu terimin olumsuz bir çağrışımı olabilir ve kişide bir sorun olduğu fikrini pekiştirebilir. Kaygıyı tetiklemekten kaçınmak için şunları yapmayın:

  • Kişiyi korkularından dolayı suçlamak veya eleştirmek
  • Destek sunmadan değiştirmelerini talep etmek
  • Yardım istemezlerse ayrılmakla tehdit etmek gibi ültimatomlar vermek

Terk edilme korkusu olan çocuklar şunlardan yararlanabilir:

  • Bakıcılardan tutarlı güvence ve dikkat
  • Şefkat ve nezaket
  • Düzenli bir günlük rutin, çünkü bu hayatı daha öngörülebilir ve güven verici hale getirebilir
  • Duyguları hakkında konuşmalarına izin veren düzenli kontroller

Zorlayıcı davranışların genellikle duygusal kargaşanın bir ifadesi olduğunu unutmayın. Bir bakıcı, çocuğu şiddetli kaygı yaşıyorsa veya güven kazanmıyorsa bir çocuk psikoloğuna danışmak isteyebilir.

Terk Edilme Sorunları Olan Biriyle İlişki Kurmak: Ne Beklemeli?

Sevdiğiniz insanları kaybetmekten korkmak alışılmadık bir durum olmasa da, terk edilme sorunları olan insanlar yoğun bir yakınlık korkusuyla mücadele edebilir, terk edilmelerinden veya hayatlarındaki insanlar tarafından reddedilmesinden korkarlar. Bu korkular, başkalarına güvenmelerini veya bir partnerin duygularının samimi olduğuna inanmalarını zorlaştırabilir. Terk edilme sorunları olan bazı insanlar, yalnız kalmaktan korkarlar, bu da onları sağlıksız bir ilişki içine hapsedebilir.

İnsanlar çeşitli nedenlerle terk edilme sorunları geliştirebilir. Bazen kaygı çocukluk travmasından kaynaklanırken, diğerleri yetişkin yaşamlarında travmatik olaylar yaşamış olabilir. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek, terk edilme sorunları olan birine nasıl yardım edeceğinizi öğretebilir, böylece onlara iletişim, dürüstlük, online terapi ve daha fazlası için ihtiyaç duydukları desteği sağlayabilirsiniz. Onlara desteğinizi sağlamak, sağlıklı bir ilişki kurmalarına ve sürdürmelerine yardımcı olacaktır.

Neden Böyle Hissettiklerini Anlayın

Terk edilme korkusu sağlıksız davranışlara yol açabilir. Terk edilme sorunları olan birinin kıskançlıkla mücadele etmesi, sürekli güvence istemesi veya reddedilmekten kaçınmak için partnerini uzaklaştırması alışılmadık bir durum değildir. Bu duygular, bir ilişkide kendilerini güvende hissetmelerini veya partnerlerine güvenmelerini zorlaştırabilir.

Bunların nereden geldiklerini anladığınızda, bunun gerçekten sizinle ilgili olmadığını anlamak daha kolay olacaktır. Muhtemelen eşiniz için daha fazla şefkat duymaya başlayacaksınız. Bu nedenle, terk edilme sorunları olan birini nasıl seveceğinizi öğrenmenin bir parçası, eşinizin korkularının nedeninin siz olmadığınızı kabul etmektir. Araştırmalar, ciddi terk edilme sorunları olan birçok insanın duygusal veya fiziksel ihmal gibi ciddi travmalar yaşadığını gösteriyor. Partnerinizin davranışlarının, şu anda yaptığınız hiçbir şeye değil, geçmişteki incinmeye bir tepki olabileceğini aklınızdan çıkarmayın.

Destekleyici bir partnerle bile, terk edilme sorunlarının üstesinden gelmek zor olabilir. Partnerinizin korkularını kişisel algılamayın ve onlara mantıksız olduklarını söylemekten kaçının. Bunun yerine, daha sağlıklı bir ilişki kurmaya çalışabilmeniz için onları korkuları hakkında konuşmaya nazikçe teşvik edin.

İletişim Kurun ve Sabırlı Davranın

İletişim, herhangi bir ilişki için hayati öneme sahiptir, ancak özellikle terk edilme sorunları olan biriyle çıkarken önemlidir. Partnerinize karşı açık ve dürüst olduğunuzda, güven inşa edebilir ve kendilerini daha güvende hissetmelerine yardımcı olabilirsiniz. Tutarlı iletişim sadece ilişkinizi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda duygusal sağlığınızı da iyileştirebilir.

İletişim iki yönlü bir yol olsa da, duygularını sizinle tartışması için eşinize baskı yapmamaya çalışın. Terk edilme korkusu olan birçok insan korunur ve ördükleri duvarları yıkmak zaman alabilir. Kendi duygularınızı paylaşmaya odaklanın ve eşinize, konuşmak isterlerse veya ihtiyaç duyarlarsa dinlemek için her zaman orada olduğunuzu bildirin.

Bir erkek arkadaşı desteklemeye çalışıyor veya terk edilme sorunları olan bir kadını nasıl seveceğinizi öğrenmek istiyorsanız, sabır çok önemlidir. İletişim, ilişkinizi bir gecede dönüştürmez, ancak zamanla olumlu bir etkisi olabilir. Partnerinize karşı açık ve dürüst olmaya devam edin ve onlara size güvenmenin sorun olmadığını gösterin.

Dürüst Olun

Romantik bir partnere yalan söylemek aslında o kadar da nadir rastlanan bir durum değil. 2017 yılında yapılan bir ankete katılanların %79’u en az bir kez partnerlerine yalan söylediğini belirtti. Yine de, terk edilme sorunları olan birine nasıl yardım edeceğinizi öğrenmeye çalışıyorsanız, trendleri değiştirmeye ve gerçeğe bağlı kalmaya çalışın.

Yalanlar her zaman birilerini aldatmakla ilgili değildir. Bazen, duygularını korumak için eşinize yalan söyleme eğiliminde olabilirsiniz. Küçük beyaz yalanların zararsız görünebilir ancak terk etme sorunları olan biri için küçük bir yalana tanık olmak bile en derin korkularının doğrulanması gibidir ve daha büyük güven sorunlarına yol açabilir.

Ayrıca ihmal yalanlarından kaçınmaya çalışmalısınız. Duygularınızı bastırırsanız, eşiniz onlara söylemediğiniz şeyler konusunda endişelenebilir. Olumlu ve olumsuz duygular konusunda dürüst olmak, güvenli bir ilişki kurmanıza yardımcı olabilir.

Kendinizi Kanıtlamaya Hazır Olun

Destekleyici ve sevgi dolu bir ilişki içinde olsalar bile, terk edilme sorunları olan birinin reddedilme korkusunu aşması zor olabilir. Bazen, eşinizin sürekli olarak duygularınızdan şüphe ettiğini veya gerçekten umursamadığınıza dair kanıt aradığını hissedebilirsiniz. Bu, özellikle ilişkiye çok fazla zaman ve enerji harcamışsanız, sinir bozucu ve incitici olabilir.

Terk edilme sorunları olan birini nasıl seveceğinizi öğrenmiş olabilirsiniz, ancak bu her zaman eşinizin duygularınızın samimi olduğuna gerçekten inanabileceği anlamına gelmez. Terk edilme korkuları genellikle geçmişteki incinmelerden kaynaklanır ve eşinizin deneyimleri onda güven sorunları yaratmış olabilir. Partneriniz, kendisini korumaya çalışmak için sizden uzaklaşma ihtiyacı bile hissedebilir.

Her bir terk etme korkusu üzerinde çalışmak, kendinizi kanıtlamanızı gerektirecektir. Partnerinize, geçmişteki ilişkilerinden veya geçmişte onları inciten diğer insanlardan farklı olduğunuzu sürekli olarak göstermeniz gerekecek. Partneriniz duygularınızı sorguladığında bunu kişisel algılamamaya çalışın ve korkularının sizin bir yansımanız olmadığını kendinize hatırlatın.

Sağlıksız Davranışlardan Kaçının ve Onları Düzeltmeye Çalışmayın

Terk edilme sorunları olan biriyle çıkarken, ilişki kaygılarından sorumlu olduğunuzu hissetmek kolaydır. Partneriniz sizi kaybetmekten korkabilir, ancak bu, eğer takılırsanız onları iyileştireceğiniz anlamına gelmez. Partnerinizi düzeltmeye çalışmak yerine sağlıklı bir ilişki kurmaya odaklanmalısınız. Zor olabilse de, sağlıklı ilişki sınırlarını belirlemek önemlidir. Partnerinizi endişelendirse veya üzse bile, kendi başınıza veya arkadaşlarınızla vakit geçirmekten korkmayın. Onun için hayatınızı durdurmanız kısa vadede kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayabilir, ancak uzun vadede ikinize de zarar verebilir.

Değer verdiğiniz insanlara yardım etmek istemeniz normaldir, ancak terk edilme sorunları olan bir kadını veya terk edilme korkusuyla mücadele eden bir erkeği nasıl seveceğinizi bilseniz bile, sevginiz onların korkularını yok etmeyecektir. Partneriniz için yapabileceğiniz en iyi şey, onu sağlıklı bir şekilde desteklemektir.

Terapiyi Düşünün

Partnerinizin sorunlarını ortadan kaldıramazsınız, ancak ihtiyaç duydukları yardımı almaya teşvik edebilirsiniz. Terapi, terk sorunları olan kişilerin terk travmalarını işlemeye başlamalarına, olumsuz düşünce kalıplarını yeniden çerçevelemelerine ve sağlıklı başa çıkma stratejileri geliştirmelerine yardımcı olabilir. Gerçekten daha sağlıklı bir ilişki kurmak veya kolaylaştırıcı davranışları değiştirmek istiyorsanız, bireysel veya çift danışmanlığı da düşünebilirsiniz. Bir danışman size ve eşinize rehberlik ve destek sağlarken ilişki sorunlarınız üzerinde çalışmanıza yardımcı olabilir.

Terk Sorunlarına Yönelik Tedaviler ve Başa Çıkma Yöntemleri

Uzmanlar, terk sorunlarını tedavi etmek için standart bir yöntem olmadığını söylüyor. Bunun yerine, tedavinin ana hedefleri “bağlanmayı güçlendirmek için birincil bakıcı ile istikrarlı bir ortam ve olumlu deneyimler oluşturmak” olmalıdır. Terk edilme korkusunu tedavi etmek için aşağıdaki terapötik yaklaşımlar önerilmektedir:

  • Bağlanma temelli terapi: Bağlanma temelli terapi, kaygı ve depresyon gibi zihinsel sağlık koşullarıyla mücadeleyi ele almak için güçlü, destekleyici bir danışan – terapist bağı kullanır. Bu terapinin, bağlanma sorunlarını çözmek için kısıtlamalar gibi geleneksel olmayan yöntemler kullanan bağlanma terapisi adı verilen güvenli olmayan bir uygulamayla karıştırılmaması gerektiğini unutmayın. 
  • Davranışçı terapi: Davranışsal terapi, zihinsel sağlık semptomlarını hafifletmek veya ortadan kaldırmak için sağlıksız davranış kalıplarını ortadan kaldırmaya odaklanan bir tür konuşma terapisidir.
  • Bilişsel davranışçı terapi: Bilişsel-davranışçı terapi (BDT), olumsuz düşünce ve davranış kalıplarını seçmeye ve bunları olumlu fikir ve eylemlerle değiştirmeye odaklanır.
  • Oyun terapisi: Oyun terapisi, duyguları keşfetmeye ve problem çözmeye giden bir yol olarak çocukların psikoterapi seanslarına oyuncaklar veya aktiviteler getirir.
  • Psikodinamik terapi: Psikodinamik terapi, bireyleri öz farkındalığı artırarak ve geçmişin mevcut ruhlarını nasıl etkileyebileceğini anlayarak geçmiş deneyimlere dayanan sağlıksız bilinçli ve bilinçsiz düşünceleri tanımaya ve çözmeye teşvik eder.
  • Psikoeğitim: Psikoeğitimde, bir terapist, katılımı ve terapötik başarıyı teşvik etmenin bir yolu olarak tanı ve tedavi planı hakkındaki bilgileri paylaşarak hastayı tedavisine dahil eder. Hastalığın farklı yönleri ve bakım yöntemi hakkında bilgi sağlamak için genellikle BDT, grup terapisi ve eğitimi içerir.

Uzmanlar, terk edilme sorunlarının belirti ve semptomları bireyin günlük işleyişini etkilemeye veya sosyal, akademik veya profesyonel olarak yeteneklerini etkilemeye başladığında, muhtemelen profesyonel yardım alma zamanının geldiğini söylüyor. Siz veya sevilen biri, “yüksek düzeyde denetim gerektiren şiddetli patlamalar veya yabancılara aşırı aşinalık gibi güvenlik endişeleri” varsa, hemen şimdi uzman bir psikologla görüşmeye başlayabilirsiniz!

Terk Edilme Sorunlarının Uzun Vadeli Etkileri Nelerdir?

Terk edilme sorunlarına ne sebep olursa olsun, bu korkuların bir kişinin hayatında dramatik ve kalıcı bir etkisi olabilir. Aslında o kadar zarar verici olabilirler ki, yapılan araştırmalarda, terk edilmekten korkmayı öğrenen kişilerin hayatlarının ileriki dönemlerinde ruh sağlığı sorunları geliştirme olasılıklarının daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu korkular ruh hali değişimlerine, kaygıya ve depresyona yol açabilir ve birinin kendilerini olumlu bir ışık altında görmesini zorlaştırabilir.

Terk edilme sorunları kişilerarası ilişkilere de müdahale edebilir. Terk edilmekten korkan insanlar genellikle güven sorunları yaşar ve şüpheli veya kıskanç olabilir. Bazıları karşılıklı bağımlılıkla mücadele edebilir, bazıları ise kendini ilişkiden geri çekebilir veya sabote edebilir.

Terk edilme sorunları çocukluk çağı travmalarıyla yakından bağlantılı olduğundan, çocukluk travmasının uzun vadeli etkileri üzerine yapılan araştırmalar, terk sorunları olanlar için de geçerli olabilir. Bu konularda en çok başvurulan çalışmalardan biri, olumsuz çocukluk deneyimlerinin uzun vadeli etkileri üzerine bir çalışmadır. Bu çalışma, bu travmatik çocukluk deneyimlerini bildiren kişilerde şu durumlar olduğunu bulmuştur;

  • Kanser, diyabet, otoimmün durumlar, obezite ve kalp hastalığı gibi bir dizi kronik sağlık sorunu için daha yüksek risk altındadır
  • Depresyon ve intiharın yanı sıra anksiyete, TSSB, bağımlılık ve herhangi bir zihinsel sağlık durumu geliştirme riski daha yüksektir
  • Kişilik bozuklukları veya sınırda, narsistik veya antisosyal özellikler geliştirme riskinde artış vardır
  • Daha zayıf dikkat süreleri, hafıza ve öğrenme becerileri dahil olmak üzere gecikmiş gelişim belirtileri gösterme olasılığı daha yüksektir
  • Kişilerarası ilişkilerinde sorun ve zorluklar yaşama olasılığı daha yüksektir
  • Duyguları düzenleme ve kontrol etme, kendini yatıştırma ve sağlıklı iletişim ve baş etme becerilerini kullanma konusunda daha az yeteneklidir

Psikolog Eren Artun Ergül

Alışveriş Bağımlılığı, Onyomani

Bir maddenin ya da bir davranışın olumsuz sonuçlarına rağmen ısrarla devam ettirilmesine “bağımlılık” denir. Terim olarak bağımlılık, madde ile sınırlandırılmış olsa da artık günümüzde birçok davranışın bağımlılığa yol açtığı yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır.

Özellikle internet kullanımı, video oyunları, kumar ve alışveriş gibi davranışların bağımlılığa yol açtığı görülmektedir. Bu yazımızda alışveriş bağımlılığına değineceğiz. Alışveriş, gündelik yaşamın bir ihtiyacı gibi değerlendirilse de anlık istek ve hazlarla yapılan ihtiyaç dışı alışverişler bir bağımlılık biçimidir. Alışveriş yapmak, mutluluğu sağlayan serotonin hormonunu artırır. Bu nedenle kişi, alışveriş yaptıktan sonra kendini iyi hisseder ancak bir süre sonra bu davranışlarından suçluluk ve pişmanlık duymaya başlar. Günümüzde sık karşılaşılan alışveriş bağımlılığı ciddi bir psikolojik rahatsızlıktır.

1980’li yıllardan itibaren birçok araştırmaya konu olan alışveriş bağımlılığı ilk olarak 1915 yılında Emil Kreapelin tarafından tanımlanmıştır. Alışveriş bağımlılığı bir diğer adıyla onyomani, Yunanca satış anlamına gelen “onios” ve çılgınlık anlamını taşıyan “mania” kelimelerinin birleşimiyle oluşmuştur. Alışveriş bağımlılığında takıntılı ve dürtüsel bir davranış örüntüsü mevcuttur. Genellikle ihtiyaç dışı ve kontrolsüz bir şekilde alışveriş yapma isteği ve aşırı para harcamayla ilgili yoğun zihinsel meşguliyet vardır. Özellikle kendini yalnız, mutsuz, kaygılı, engellenmiş ve kötü hissettiği zaman depresyona neden olabilecek etkenlerden dolayı para harcama isteğinde artış olur ve harcamaya başladıktan sonra kendini durduramaz. Sadece alışveriş yapınca rahatlamış, mutlu ve güçlü hissetmeye başlar. Bu iyi oluş hali kişinin kendini diğerlerinden üstün görmesine neden olur.

Zamanla harcanan para miktarı artmaya başlar. Bu durum kişinin aile ve yakın çevresini psikolojik ve ekonomik açıdan olumsuz yönde etkiler. Hatta aşırı alışveriş yapma davranışları çevresindekilerden olumsuz eleştiriler almasına yol açar. Satın alınan ürünler ile harcanan para miktarını saklama ve kredi kartı borçlarını ödemekte zorlanma gibi durumlar nedeniyle ailesi ve çevresiyle sorunlar yaşamaya başlar.

Günümüzde alışveriş bağımlılığının toplumun ne kadar kesimini etkilediği net olarak bilinmiyor. Çünkü birçok insan alışveriş bağımlılığını bir sorun olarak görmüyor ve psikolojik yardım almıyor. Genellikle kadınların erkeklere oranla daha fazla alışveriş bağımlılığına sahip olduğu düşünülmektedir. Fakat günümüzde alışveriş bağımlılığına sahip olan erkeklerin sayısı da az değildir. Çünkü gelişen teknoloji ve pazarlama teknikleri kadınların olduğu kadar erkeklerin de ilgisini çekmektedir. Erkekler özellikle elektronik, cep telefonu, saat ve otomobil vb. gibi diğer insanlar tarafından dikkat çekebilecek ürünlere daha çok harcama yapmaktadır. Kadınlar ise ayakkabı, çanta, giyim ve kozmetik ürünlerine yoğun harcama yapmaktadır.

Aslında tüm alışveriş bağımlılarının ortak özellikleri duygusal boşluklarını doldurma ihtiyacı aramak, rutin yaşamdan uzaklaşma isteği duymak ve kendisiyle ilgili gerçeklerle yüzleşmemek için alışverişe yönelmektedirler.

Alışveriş bağımlılığının yaygın görülen nedenleri;

*Düşük benlik saygısı.
*Sosyal statü beklentisi.
*Endişe, kaygı ve takıntılarla birlikte yaşanan olumsuz duyguları bastırma.
*Duygusal boşluk hissini bastırma.
*İnternet kullanımının artması.
*Zorlayıcı biriktirme davranışları.
*İndirimi kaçırma korkusu.
*Diğerleriyle rekabet hissi ( daha kalitelisini ya da daha fazlasını ucuza aldım hissi).
*Plansız satın alma eylemleri.
*Bazı psikolojik rahatsızlıklar (dürtü kontrol bozuklukları, depresyon ve kişilik bozuklukları vb.) şeklindedir.

Yukarıdaki gözlenen belirtiler kişiden kişiye değişime uğramakla beraber sık görülen alışveriş bağımlılığı nedenleridir. Tüm bunların yanı sıra aile yaşamı, sosyal çevrenin önemi, kredi kartı kullanımının teşviki ve gelişen pazarlama imkanları gibi diğer faktörleri de göz önünde bulundurmak gerekir.

Alışveriş bağımlılığı tedavi edilmesi gereken ciddi bir psikolojik rahatsızlıktır. Alışverişe çıkmadan önce ihtiyaç planlamasının yapılması ve liste dışında bir şey alınmaması önerilir. Açlık, uykusuzluk ve yoğun olumsuz duygular içerisindeyken alışverişe çıkılmaması, alışverişlerin kredi kartı yerine nakit ödemelerle yapılması, telefona gelen indirim ve kampanya haberlerini okumamak ve ihtiyaç olmadığı halde beğenilen bir ürünü satın almadan önce bir süre ertelemek gibi davranışlar alışveriş bağımlılarının bireysel olarak yapabilecekleri arasındadır. Tüm bunlara rağmen kişi, satın alma davranışını kontrol etmekte güçlük yaşamaya devam ediyorsa psikolojik destek alınması önerilir. Tedavide, alışveriş bağımlılığına sebep olan nedenlerin araştırılması, farkındalığın artırılması ve kişinin iyi oluş halini destekleyecek başka aktivitelere yönelmesi desteklenir.

Psikoterapiyle beraber hekimin uygun gördüğü vakalarda ilaç desteğiyle birlikte devam edilebilir.

Psikolog Funda Buharalı

Sanal Para Bağımlılığı

Günümüzde internet kullanımının artmasıyla birlikte hayatımıza yeni kavramlar ve uygulamalar girmiştir. Geleneksel birçok şeyin değişmesiyle alternatif ödeme yöntemleri oluşturulmuş ve para soyutlaşmıştır. Sanal para bağımlılığı da bir bağımlılık türü olarak psikoloji/psikiyatri literatüründe yerini almıştır.

Dijital ve sanal para kullanımı artmıştır. Sanal paranın bir örneği olan en popüler e-para birimi Bitcoindir. Merkezi bir otoriteye bağlı olmayan bu sanal paralarda yasal bir denetim yoktur. Günün her anında kolayca ulaşabilen ve gelişmeleri takip edilebilen Bitcoin, insanlarda merak uyandırmakta ve bağımlılığa neden olmaktadır.

Son yıllarda ülkemizde de adını sıkça duyduğumuz ve her yaştan bireyin telefonlarına rahatlıkla indirdiği coin uygulamaları gençler ve yetişkinler arasında sıkça kullanılmaktadır. Sanal para uygulamaları gençler arasında bir oyun gibi algılanmakta ve dürtü kontrol bozukluğuna neden olmaktadır. Kolay yoldan para kazanma düşüncesiyle tembelleşen, üretmeden tüketim odaklı bir nesil ve çevresiyle uyum sorunları yaşayan bireyler haline geleceklerdir. Bu nedenle ergenlerin psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir.

Özellikle tüm kumar bağımlılıklarında olduğu gibi “bu sefer son, tüm kaybettiklerimi kazanacağım ve bir daha oynamayacağım” düşüncesi sanal para bağımlılığında da mevcuttur.

Kazanma duygusu beyinde dopamin hormonunu tetiklemektedir. Dopamin hormonu doğrudan ödül ile ilişkili olduğu için kişiyi haz arayışına itmektedir. Kısa sürede elde edilen yüksek kazançlar beyinde hızlı ve yüksek dopamin hormonu salgılanmasına yol açar. Bu nedenle kolay yoldan zengin olma hayaliyle hipnotik bir etki yaratarak kişiyi bağımlılığa sürüklemektedir.

Kumar boyutunun bir başka versiyonu olarak karşımıza çıkan sanal para bağımlılığı, paralarının tekrar artacağı düşüncesiyle insanlarda olumlu beklenti yaratarak yatırımcılarının maddi kayıp yaşamaktan korkmalarını engellemektedir. Kazandıkça daha çok kumar oynayanlar gibi haz almakta ve kişi sanal para birimine bağımlı hale gelmektedir.

Kazanç elde edildikten sonra kişi hep kazanacağını düşünür ve bu beklentiyle beraber yaşanan kayıplar kişide hayal kırıklığına yol açmaktadır.Kaybettiklerini telafi etmek ve yeniden kazanma hırsıyla daha fazla zaman harcamaya başlar, daha fazla para ile yatırım yapmaya çalışır ve işlevsellikte bozulmalar yaşar. Suçluluk ve pişmanlık duyguları artar ardından bu duygular depresyon ve anksiyete bozukluklarına dönüşür. Hatta ciddi kayıplar kişiyi intihara sürükleyebilir. Bu nedenle bağımlılıklar aile yaşantısını, sosyal hayatı, iş yaşamını ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.

Sanal para ile ilgilenen her kişiye bağımlıdır demek doğru değildir. Bağımlı olarak kabul edebilmemiz için birtakım belirtilerin görülmesi gerekir.

Sanal Para Bağımlılığında Belirtiler :

*Para ticareti yapmak için fazla miktarda para harcanmaya başlandıysa,
*Kişinin günlük yaşamını olumsuz yönde etkiliyorsa,
*Para takibi yapmak için ciddi bir zaman harcanıyorsa,
*Para takibini azalttığı zaman ya da durdurduğu zaman huzursuzluk başlıyorsa,
*Geçirilen zaman ya da kaybedilen para ile ilgili yalan söyleme davranışı varsa,
*Para ile ilgilendiği için uykusuz kalmaya başladıysa,
*Kendine ait olmayan paraları kullanıyorsa,
*Yaptığı hobi ve aktiviteler değişmeye başladıysa,
*Bırakmak istemesine rağmen bırakamıyorsa sanal para bağımlılığından söz edebiliriz.

Yukarıdaki maddelerin birçoğuna evet yanıtı veriyorsanız psikolojik destek almanız önerilir.

Tedavi:

Bu tür yatırımlarla ilgilenen kişilerin ailelerinin de çok dikkatli olması gerekir. Kişi kendini durduramıyor ve maddi kayıpları büyümeye devam ediyorsa, aile bireylerinin de katılımıyla birlikte psikolojik destek alınması önerilir. Psikoterapi ve hekimin ihtiyaç duyması halinde ilaç desteği uygulanır. Her türlü sanal para uygulamalarından uzak tutulması gerekir. Bunun yerine başka uğraş alanları oluşturmak, yeni hobilerle uğraşması ve aktivitelere katılması sağlanabilir. Aile bireylerinin ve çevrenin desteği tedavide çok önemlidir.

Psikolog Funda Buharalı

Evet, her zaman pozitif düşünmek zorunda değilsiniz! Ve dolayısıyla da her zaman pozitif duyguları da hissetmek zorunda değilsiniz! Kimi zaman ruhunuzun pozitif duygu ve düşüncelerle yoğrulabilmesi için, negatif duygu ve düşüncelerimizi de tanımak, onlarla da yaşamayı bilmek ve onlardan kaçmamayı da öğrenmek gerekiyor. Nitekim bu şekilde yaşamayı öğrenmek, psikolojimize, ruh sağlığımıza daha iyi gelecektir.

Televizyonlardan, kimi kişisel gelişim-ki bazısı kişisel gerileyiş-kitaplarından, gazetelerden, sosyal medyadan, aile bireylerinden, büyüklerimizden vs. vs. gerek direkt, bazen de subliminal mesajlarla daima pozitif düşünmemiz gerektiği vurgulanmakla kalmayıp, bunun mutlu olmak için zorunluluk olduğuna dikkat çekiliyor!

Bu algı ve dayatma son derece yanlış ve hatalı. Mutlu olmanın, iyi hissetmenin temel koşulu pozitif düşünmekten geçmez. Aksine duygularımızı tanımaktan, onları nasıl kontrol edebileceğini bilmekten geçer. Bir bireyin her zaman mutlu olmasının imkânsız olduğunu, kişisel, mesleki ve aile yaşantımızda olumsuz duygu ve düşüncelerin var olabileceğini, bunlara da ihtiyacımızın olduğunu bilmek bizi daha da rahatlatacak ve tüm duygularımızı sevmemize katkı sağlayacaktır.

Zihnimize yerleştirilmeye çalışılan “sürekli olumlu düşün” “pozitif düşünmeliyim” “negatifliğe yer yok” “olumsuz düşünceleri kafadan silme yöntemleri” “olumsuz düşüncelerden kurtulmak” “negatif düşüncelerle başa çıkmanın bilmem kaç yolu”gibi düşünce kalıpları, sanılanın aksine bireyi rahatlatmadığı gibi strese sokuyor! Hatta ileri boyutunda anksiyete bozukluğuna da neden olabilme ihtimalini doğuracaktır.

Evet, hayata olumlu bir perspektiften bakmak bizi daha dinamik, daha sağlıklı ve daha mutlu kılacaktır. Bu noktada herhangi bir kuşku yok. Kastettiğim durum “pozitif düşünmeyin” algısı asla değildir. Pozitif düşünmenin yolunun, negatif düşünmekten tamamen kaçınmak değil, negatif düşüncelere ait duyguları tanımak ve onlara vereceğimiz tepki ve anlamı nasıl değiştirebileceğimizi öğrenmekten geçebileceğini vurguluyorum. Patolojik durumlar için durum biraz daha farklı olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu durumda da profesyonel ruh sağlığı çalışanlarına danışalım lütfen.

Olumsuz herhangi bir durum yaşadığınız zaman doğal olarak, vücut ve ruh refleksif bir davranış sergileyerek bu doğrultuda reaksiyon verecektir. Üzgün hissedecek, demoralize olacak, mutsuz hissedeceğiz. Ki bu çok doğal. Bunları yaşamalı, realitelerde kaçmamalıyız. Çünkü bu duygulardan kaçmak, üstünü kapatmaya ya da örtmeye çalışmak bir çözüm değil, süspanse aracı olacaktır. Ve sonrasında daha rahatsız edici bir şekilde ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla da o an negatif düşünmemiz, negatif duygular yaşamamız gerekiyorsa mutlaka yaşamalıyız. Bu, sonraki yaşantımız için gerekli ve ruh sağlığımız için elzemdir.

“Bitirilmemiş işler”eninde sonunda kendini tekrar gösterecek ve gün yüzüne çıkacaktır. Tekrar tekrar bu sorunsal döngüyü yaşamamak adına negatif duygulardan kaçmamalı, zamanında hangi duygular gerekiyorsa yaşamalı, sonraki yaşantımıza minimum zararla devam etmeliyiz. Geçenlerde ulusal çapta herkes tarafından bilinen bir gazetede şu korkunç başlığı gördüm: “Her olumsuz düşünce bedende bir hastalık yaratır.” Yahu arkadaş böylesi absürt bir bakış açısı olabilir mi? Bu yazı başlığını atan kişinin bilgilerine baktım; yaşam koçu, hayat koçu, bilmem ne koçu… Diye gidiyor. Yani psikoloji üzerine herhangi bir lisansa, yüksek lisansa ya da doktoraya sahip değil! Yanlış yönlendirmeleri de kaçınılmaz. Lütfen itibar etmeyiniz. Bir an önce ruh sağlığı meslek yasasının çıkmasının ne kadar elzem olduğunu bir kez daha bu vesile ile vurgulamak istiyorum.

Negatif duygu ve düşünceleri tanımak, onlardan kaçınmamaktaki amaç bu duyguların bize vereceği anlamı ve tepkiyi değiştirmektir. Negatif duygu ve düşünceleri protesto etmek, kaçınmak, sövmek, lanetlemek bizi mutlu etmeyeceği gibi pozitif de düşündürmeyecektir. Olumsuz otomatik düşünceleri tanımak, farkına varıp yönetmek bizi daha mutlu hissettirecektir emin olun.

Ezcümle; duygular bir bütündür. Ve hepsinin birbirine ihtiyacı vardır. Birbirinden bağımsız düşünülemez. Işığı asıl var eden, anlamlı kılan karanlıktır. Doğal olarak mutluluğa hayat veren de ara ara bizler de oluşan negatif hislerdir. Onlardan kaçmak yerine yüzleşmek ve onlara vereceğimiz tepki ve anlamı değiştirmek gerekiyor. Bu noktada da işin içinden çıkılmaz hissettiğinizde, ihtiyaç hissetmeniz halinde profesyonel ruh sağlığı uzmanlarına başvurmaktan lütfen çekinmeyin.

Uzm. Kl. Psk. Hüseyin Berken Binay

Dünya üzerinde yaşayan biz insanların en önemli ortak özelliklerinden bir tanesi sevgi duyduğu varlığa veya olguya doğru yönelmesi, sevmediği varlıktan veya olgudan uzaklaşmasıdır. Hayatta, bu özelliğimizin örnekleri çok fazladır. Misal sevmediğiniz bir insanla karşılaşsanız, hızlı bir şekilde oradan uzaklaşmak ister “Ne işi var bunun şimdi burada?” diye içinizden sitem edersiniz. Aynı şekilde sevmediğiniz bir işi, eylemi yapmak istemez ve oradan uzaklaşmak istersiniz. Ancak bu iki örnek durumun tam tersi durumunda ise çok daha farklı davranırdınız. Mesela sevdiğiniz insanla karşılaşsanız, bir anda mutlu olur ve ona sarılmak isterdiniz. Yani aslında bizler daima sevdiğimiz ne ise ona doğru yönelme, sevmediğimizden uzaklaşma eğilimindeyizdir.

Hayat içerisinde, dünya düzenimiz bize kalsa ve istediğimiz her eylemi yapmakta özgür olsak eminim ki sadece sevdiğimiz, haz aldığımız işleri yapmaya yönelirdik. Ancak şöyle bir gerçek var ki hayat, mutlak anlamda bizlerin isteklerine göre şekillenmez. Öyle ki hayatta sevmediğimiz, istemediğimiz halde birçok eylemi mecburen yaparız. Hayatın koşulları bizleri yapmaktan hoşlanmadığımız, sevmeyerekten yaptığımız işleri de yapmaya zorlamaktadır. Bunun en bariz örneği; sevmediğimiz, hiçbir şekilde haz almadığımız işlerde para kazanmak için çalışmamızdır.

Günümüzde binlerce insan; sevmediği, herhangi bir hedefinin olmadığı, sadece para kazanma maksadıyla farklı farklı işlerde çalışmaktadır. Bu insanlar çalıştıkları işlerde arzu duymadan çalıştıkları için “işinin delisi” sıfatına uygun değillerdir. Nitekim işinin delisi diyeceğimiz türdeki insanların ortak özelliği: İşlerini arzu duyaraktan yapmalarıdır. Yaptıkları işi arzu duyaraktan yaptıkları için bu insanlar, işlerinde gerçek anlamda başarılıdırlar. Çünkü bir işi, eylemi yapmaktan haz alınıyorsa o işin daha fazla derinliklerine girilebilir ve o iş üzerinde daha çok çalışılabilir.

Bir işin derinliklerine girildikçe o iş hakkında daha fazla öznel bilgiye sahip olunulur. Aynı şekilde, bir üzerinde daha fazla çalışıldıkça o işte hata yapma oranı da artar. Hata yapılma oranı artıkça daha fazla hata yapılır ve neticede doğruya bilgiye ulaşılır. Bu da kişinin o iş üzerindeki öznel bilgisini tekrardan artırır. Herhangi bir alanda öznel bilgi artmaya başladıkça maddi ve manevi anlamdaki kazançlar da artmaya başlar ve en nihayetinde o alanda başarıya ulaşılır. Buradan anlayacağınız üzere bir iş dalında başarılı olmak ile o işe karşı arzu sahibi olmak arasında sıkı sıkıya bir bağlantı vardır. Hatta şunu açıkça söyleyebilirim ki başarı için en temel koşul; arzudur. Arzu olmadan başarı gerçekleşmez.

Peki arzu olmadan başarı neden gerçekleşmez? İnsan sevmediği, işinin delisi olmadığı bir işte başarılı olamaz mı?

Sevilmeden Yapılan Bir İşte Neden Başarılı Olunmaz?

Hayat içerisinde insanın bir iş, eylemde başarılı olabilmesi için gerçekleştirmesi gereken en önemli koşul: Çalışmadır. Evet başarının en temel sırrı, bu kadar basit ve görünürdür. Ancak, toplum tarafından bu basit gerçek çoğu zaman fark edilmez. Bu yüzden ben “çalışma” eylemini “Farkına varılmayan güç” olarak nitelendiriyorum. İnsanlar, çalışma eyleminin gerçek başarıyı doğuracağını göremiyorlar veya görmek istemiyorlar; çünkü çalışma eylemi, insan nefsine ağır gelen bir eylemdir. Ve bu yüzden birçok insan çalışma eyleminin başarıyı nasıl doğurduğunu anlayamaz. Bunun sebebi ise insanların, gerçek zor olduğu için gerçeğe odaklanmak istememelerinden kaynaklanır.

İnsanlar genellikle kolaya kaçmanın peşindedirler. Günümüz dünyasında bu iddaamı tescilleyecek birçok örnek vardır. Bu örneklerden bir tanesini sizinle paylaşmam gerekirse, mesela kişisel gelişim kitaplarında, sürekli olaraktan verilen bir telkinden örnek vereyim; “Zengin mi olmak istiyorsunuz? O zaman geçin aynanın karşısına ve zenginlik olumlaması yapın! Evren size istediğiniz o zenginliği gönderecektir.”

Burada verilen bu telkini iyi inceleyen ve şunun farkına varmaya çalışın: Bu telkin, insanın nefsine ne kadar da hoş gelen bir telkin demi? Nitekim bu telkin kesinlikle kişiyi çalışmaya, mücadeleye teşvik etmemektedir. Sadece kişiye evinden telkin yapmasını ve bu doğrultuda oturduğu yerden zengin olmasını tavsiyesi etmektedir. Ve zaten günümüz dünyasında kişisel gelişim kitaplarının bu kadar fazla talep görmesindeki temel neden de budur. Çünkü çoğu insan gerçeklerden ziyade, nefsinin hoşnut olacağı söylemleri duymak istemektedir.

Eğer siz insanlara “Bakın sevgili arkadaşlar zenginlik dünya üzerinde herkesin istediği ancak bedelleri büyük olan, kazanması mücadele gerektirenden bir varlıktır.” derseniz bu gerçek telkininiz birçok insanın hoşuna gitmeyecektir. Ancak cümlelerinizi süsleyerekten “Zenginlik için aynanın karşısında günde 10 dk’lık  ‘ben zenginim’ olumlalaması yapmanız yeterli” derseniz bu gerçekte işe yaramayacak telkininiz birçok insan tarafından kabul edilecektir. Çünkü gerçekleştirmesi çok basit! İşte kişisel gelişim kitaplarının bir çoğuda bunu yapmaktadır. Ve bu sebepten ötürü çok fazla talep görmektedirler.

Bu hayatta herhangi bir işte başarılı olmak istiyorsanız, ilk olaraktan “çalışma” eylemini kabul etmeli ve işinizin üzerinde sürekli olaraktan, disiplinli bir şekilde uzun süre çalışmalısınız. İşte bu noktada, işiniz üzerinde uzun süre, disiplinli bir şekilde çalışabilmeniz için yaptığınız işi gerçek anlamda sevmeniz, arzu duymanız gerekir. Başka türlü, sevmediğiniz bir iş üzerinde uzun süre, disiplinli bir şekilde çalışamazsınız. Sevilmeden yapılan bir işte de başarılı olunamamasının nedeni budur.

Ayrıca herhangi bir kurum, kuruluşta yüksek mevkilere gelmiş insanları inceleyin. Bu insanları incelemeniz sonucunda fark edeceğiniz en önemli ortak özellik: Bu insanların işlerinin delisi oldukları olacaktır. Ve onlar bu özellikleri sayesinde çalıştıkları işlerde en yüksek mevkiye gelebilmişlerdir. Çünkü yukarıda dediğim gibi bir iş üzerinde fazla mesai yapmaya başladıkça o iş üzerinde öznel bilgi artamaya başlar. Öznel bilgi artmaya başladıkça ise kişinin maddi ve manevi kazançları artmaya başlar. Neticede bunlar başarıyı doğurur.

Severekten Yapacağınız Bir İş En Büyük Huzur Kaynağınız Olur

Bu hayattaki en büyük nimetlerden bir tanesi kişinin severekten yapabileceği bir işe sahip olması ve hayatını o iş üzerinden idame ettirmesidir. Öyle ki kişinin severekten yaptığı bir işe sahip olması demek “Off yarın iş var, çalışmak istemiyorum, bıktımmmm” gibi sürekli var olan ve var olacak olan sitemlerden kurtulması ve işine severekten gitmesi demektir. Sadece bu durum bile kişinin başına gelebilecek en güzel şeylerden birisidir; çünkü belirli bir yaştan sonra birey için iş hayatı sürekli var olacak ve hayatının büyük bölümünü kaplayacaktır. Bu doğrultuda şunu da söyleyebilirim ki bu hayatta bir insanın başına gelebilecek en kötü olaylardan bir tanesi “zorunlu olaraktan sevmediği bir işte çalışmaktır.” Nitekim insan sevmediği işte;

  • Huzurlu değildir.
  • O iş doğrultusunda herhangi bir hedefi yoktur.
  • Kronik olarak strese maruz kalır.
  • Vs.

Kişinin sevmediği bir işte çalışması sonucu oluşan bu ve benzeri sonuçların hepsi, farklı farlı sorunları da doğurmaya başlar. Mesela kişinin çalıştığı işte bir hedefi olmadığı için, amaçsızlık tüm hayatına yayılır. Aynı şekilde huzursuzluk ve stres de kişiyi depresifliği sürükler. Netice itibari ile kişi, elindeki en değerli varlığı olan zamanını sadece para kazanmak için çöp eder ve en kötüsü de birçok fırsatı “çalışmaktan zamanı olmadığı” için kaybeder. Mesela severekten yapabileceği bir iş bulma fırsatını! Ve daha birçok şeyi. İşte bu yüzden diyorum ki “Sevilmeyen bir işte çalışmak” kişinin başına gelebilecek en kötü olaylardan bir tanesidir.

Peki ne yapmak gerekir? Tabii ki de severekten yapabileceğiniz bir işte çalışmanız gerekmektedir. Ancak asıl sıkıntı olan nokta burasıdır. Çünkü birçok insan “Sevdiğim işi nasıl bulacağım?” sorusuna cevap bulamamaktadır.

İnsanın hayatındaki en değerli varlığı şüphesiz ki sağlıktır. Sağlığın olmadığı bir vücutta, huzur ve mutlulukta olmaz. Sağlık bizlerin yaşam kalitesi için çok ama çok önemlidir. Ancak sağlık kavramını sadece fiziksel sağlık bakımından dar bir bakış açısı ile düşünmemeliyiz; çünkü bizler insanınız, bizlerin bir de psikolojik  sağlığı vardır. Hayatınız içerisinde “fiziksel hastalıkların temel sebebi; ruhsal hastalıklardan kaynaklanır.” tarzında bir sürü cümle duymuşsunuzdur. Aynı şekilde fiziksel hastalıkların iyileşebilmesi için  “morelinizi yüksek tutmalısınız.” tarzında cümleler de kurulur. 

Bu cümlelerden anlamamız gereken nokta:  İnsan ilk olarak psikolojik olarak hastalanır, ardından bu psikolojik hastalık neticesinde fiziksel hastalığa yakalanır. Bu bağlantı son derece  doğrudur. Bu yüzden, hayatımızda  psikolojik sağlığımıza önem vermemiz gerekir. Psikolojik sağlığımızın yerinde olabilmesi için ise ilk olarak kendimize değer vermemiz gerekir. Çünkü değer duygusunun, hayatımıza etkisi çok ama çok büyüktür. 

Değersizlik duygusu: kişinin kendisini toplum içerisinde veya içsel olarak önemsiz görmesi, genel olarak varlığının bir değer taşımadığı inancına sahip olmasıdır. Değersizlik hissini yaşayan bir birey, kendisini bilinçaltı düzeyde toplumdaki diğer insanlardan daha aşağıda görmektedir.

Değersizlik duygusu hakkında fark etmeniz gereken en önemli nokta: Değersizlik duygusu yaşayan bir kişinin, kendisini diğer insanlardan daha aşağıda görmesidir! Bakın sadece bu bilgi bile bizlere değersizlik duygusunun bir insanda  oluşturacağı diğer psikolojik  sıkıntıları gösterir;  mesela kendisini diğer insanlardan aşağıda gören bir kişi için “Diğer insanların kendisi ve davranışları hakkındaki düşüncelerini çok önemser.”

Peki  Neden?  Çünkü diğer insanları kendisinden daha üstün görmektedir.  Kendisinden üstün gördüğü insanların düşünceleri ise doğal olaraktan önemli hale gelir. Diğer insanların kendisinden üstün gördüğü için davranışlarını, insanların düşüncelerine göre şekillendiren, yani insanlar ne der? Düşüncesi ile hareket eden bir kişinin  yaşayacağı sorun: rezil olma korkusudur. Rezil olma korkusunun aşırı dozda yaşanması neticesinde ise “sosyal fobi” dediğimiz psikolojik hastalık ortaya çıkar. Sosyal fobi hastalığını yaşayan bir kişi ise depresyona daha rahat girer ve kendisini konfor alanından dışarı çıkaramaz.

Değersizlik duygusunun oluşturduğu diğer zincirleme problemleri fark ettiniz mi? Değersizlik duygusunun oluşturduğu problemler bu kadar da değil; insanların sosyal ilişkilerinde hayır diyememesinin, kendilerinden taviz vermesinin, özel ilişkilerinde  ilişki bağımlısı bir insan haline gelmelerinin temel sebebi: Değersizlik duygusu yaşamalarıdır.

Bu durumların değersizlik duygusu ile olan ilişkisini açıklayacak olursak, ilk olarak şunu anlamalıyız: 

  • İnsan kendisini değerli hissetmiyorsa, kendisini değerli hissedebilmek için çevresinden sevgi ve ilgi bekler! 
  • Eğer insan kendisini değerli hissediyorsa dışarıdan sevgi beklemez! 

Kendisini değersiz hissettiği için hayatında dışarıdan sevgi bekleyen ve  beklediği sevgiyi bulan bir kişi, o sevgiyi kaybetmemek için elinden geleni yapar; mesela bu kişiye bir arkadaşı bir şeyler yapalım dediği zaman, bu kişi istemese bile büyük ihtimalle evet der. Neden? Çünkü hayır derse, arkadaşının onu terk edebileceğini, onunla konuşmayacağını düşünür.

Değersizlik duygusunun oluşturduğu bir diğer sorun da “mükemmeliyetçi hedeflerdir.” Mükemmeliyetçi hedeflerin oluşmasındaki temel sebep; kişi, kendisini olduğu hali ile değersiz görmesi ve neticesinde diğer insanlardan değer göremediği için, değer görebilmek için kendisine ulaşılması zor hedefler koymasıdır. Yani kişi burada “Ben şuan ki halimle değersizim ama büyük bir iş adamı olursam değerli olurum ve insanlar bana değer göstermeye başlar.” şeklinde düşünür. Bir nevi değer görebilmek için kendisine çok büyük hedefler koyar. Ancak kendisini değerli hisseden bir insan “değer görücem” diye ulaşılması zor hedefler koymaz. Zaten  kendisini değerli hissetmektedir ne gerek var ki? Kısacası, değersizlik duygusu hayatımızda yaşadığımız diğer sorunların temel sebebidir.  

Değersizlik Duygusu Nasıl Oluşur?

Değersizlik şeması, kişinin  çocukluk yıllarında yaşadığı, olumsuz olaylar neticesinde oluşur.  Oluşmasındaki en temel etkenler ise:

  • Kişinin çocukluk yıllarında eleştiriye maruz kalması
  • Diğer insanlar ile kıyaslanması
  • Ailesi tarafından değer görmemesi, şeklinde sıralanabilir.

Değersizlik duygusunun bir çocuk da oluşabilmesi için bu 3 etken yeterlidir. Mesela 4 yaşındaki bir çocuk, aile içerisinde kardeşlerine gösterilen değerden daha az değer alıyor ise “Demek ki ben değersizim” demeye başlar ve çocuk farkında olmadan, bilinçaltı zihnine değersizlik tohumlarını atar. Burada dikkat etmemiz gereken nokta: Aile 4 yaşındaki bu çocuğa yeterince değer vermediyse, bu çocuk gerçekten değersiz mi oluyor?   Tabi ki de hayır, değersiz olmuyor ancak çocuğun bilinçli zihni gelişemediği için bu şekilde düşünmüyor, olayı görüyor ve olaydan bir sonuç çıkartıyor; diyor ki “Bana değer vermediklerine göre ben değersizim” şeklinde kendisine zarar verecek düşünceler oluşturuyor.

Aynı şekilde, çocukluk yıllarında diğer kardeşleri, kuzenleri  ile kıyaslanmış  ve neticesinde eleştiriye maruz kalmış bir çocuk bilinçaltı düzeyde  “Onlar benden daha değerli” demeye başlar. 

Bu cümlede bir nevi “Ben değersizim” anlamına gelir. Burada çocuk yine farkında olmadan, bilinçaltı zihnine değersizlik tohumları atmıştır. Çünkü bilinçli zihin, çocuklarda  tam anlamı ile gelişemediği için 0 – 7 yaş arasındaki çocukların muhakeme yeteneği çok düşüktür. 

Yani  bu yaş aralığındaki çocuklar düşünemezler. Herhangi bir olayı görürler ve olayda gördüklerini direkt olarak bilinçaltı zihnine kodlarlar.

Mesela  bir  çocuk ailesi tarafından sevilmiyor ise  çocuk hemen “Demek ki beni sevmiyorlar, o zaman ben değersiz bir insanım.” düşüncesini oluşturur. Yani  küçük bir çocuk en sade şekli ile olayları görür ve olaylardan, düşünceler oluşturur.

Ancak çocukların muhakeme edemeden  oluşturduğu düşünceler gerçekleri yansıtmaz.  Dört yaşındaki  bir çocuk ailesi tarafından değer görmediği için “Ben değersizim” düşüncesini oluşturur, burada çocuğun oluşturduğu düşünce yanlıştır. Çocuk değersiz falan değildir.  Buradaki doğru  düşünce, çocuğun anne ve babasının cahil  olduğudur; ancak çocuk bunu anlayamaz, kendisini değersiz zanneder.

Toplumumuzda değersizlik duygusunu oluşturan 3 etken de çocuklar üzerinde uygulanır. Yani bizim toplumumuzda, aile geleneklerimizde “çocuğa değer verme” davranışı pek fazla görülmez; çünkü  “Çocuğuna yüz verirsen, başına çıkar.” gibi anlamsız inançlar mevcuttur. 

Aileler çocukları şımarmasın diye onlara karşı hiçbir şekilde sevgilerini göstermezler (!) Bu durum gerçekten çok üzücü; nitekim küçük bir çocuğun  manevi anlamda ailesinden istekleri çok temel düzeydedir. Bu istekler değer görmek ve onaylanmaktır.

Bu kadar basit olan istekleri bile aileler inançları yüzünden gerçekleştiremiyorlar. Toplumumuzda  meşhur olan bir diğer davranış özelliği ise eleştirmektir.  Bu konuda dünya ülkeleri arasında 1.ci sırada olabiliriz; çünkü yelpazemiz çok geniş:  Üç yaşındaki bir çocuğu da eleştirecek potansiyelimiz var, yüz yaşındaki adamı da eleştirecek potansiyelimiz var; emin olun,  beynimizin bir bölümü sadece eleştirmek üzerine çalışıyor. 

İnsanların eksikliklerini, hatalarını, başarısızlıkların, başarılarını, davranışlarını  kısacası her şeylerini eleştiriyoruz.  Tabi ki bu eleştirilerden küçük çocuklar da yeterince nasibini alıyor.

Sürekli eleştiriye maruz kalan bir çocukta değer duygusunun ve özgüven duygusunun oluşması imkansızdır. Bu kadar açık  ve net.  Çünkü sürekli eleştiriye maruz kalan bir çocuğun zihni  “Ben yapamıyorum, ben beceriksizim, ben değersizim, ben yeteneksizim” gibi kendisine zarar verecek olan inançları oluşturur. Oluşan bu inançlar neticesinde ise  çocukta değerlilik duygusu ve özgüven duygusu oluşmaz.

Bu alt başlıktan anlamanız gereken en önemli nokta: Evdeki küçük çocuğunuza sevginizi göstermeniz gerektiğidir. Çünkü o çocuğun benlik duygusunun yüksek olabilmesi için sizden gelecek olan sevgiye çok ihtiyacı vardır. Unutmayın ki küçük bir çocuğun manevi istekleri çok temel düzeydedir. Bunlar: değer görmek ve onaylanmaktır.

Değersiz Görülme Korkusu

Değersizlik duygusunun insanlara yaşatacağı bir diğer semptom: değersiz görülme korkusudur.  Bu korkunun çalışma işleyişi; kişinin kendisini değersiz görmesinden başlar ve kişi  kendi değerini,  diğer insanların kendisine verdiği değer ölçüsünde  şekillendirir. Neticesinde ise “insanlar beni değersiz görebilir” şeklinde korkuları oluşur. 

Bu korkuda  aslında kişinin kendi kendine yetememe durumu vardır. Yani  kişi şu şekilde düşünür “Bana  çevremdeki insanlar değer veriyorsa değerliyimdir, değer vermiyorlar ise değersizimdir.” şeklinde düşünür. Bu düşünce doğrultusunda ise kişi değersiz görülme korkusu yaşa; çünkü yeni tanıştığı veya çevresinde sürekli var olan insanlar onu sevmez ise “kendisinin değersiz bir insan olduğu” kanısına kapılmaktadır. Ancak kendisini değerli hisseden bir insan, değersiz görülme korkusu yaşamaz. Neden yaşasın ki? Çünkü zaten kendisini değerli hissetmektedir, diğer insanların onu değerli bir insan olarak görmesi veya değersiz bir insan olarak görmesi  neticesinde  kendisini değerli hisseden insanda bir duygu durumu değişmeyecek ki. Onu değersiz görenleri umursamayıp devam edecek, üzerine düşünmeyecektir bile.  Ancak kendisini değersiz hisseden bir insan, kendisini değerli hissedebilmek için  çevresinden alacağı tepkilere çok önem verir.

Eğer çevresi onu değersiz görürse  kendisinin değersiz bir insan olacağı kanısına varacak, değerli görürler ise kendisinin değerli bir insan olacağı kanısına varacaktır. Bu yüzden kendisini değersiz hisseden insanlar toplum içerisinde değersiz görülme korkusunu çok şiddetli yaşarlar. Değersiz görülmekten korktukları için  oldukları gibi davranmayabilirler. Nitekim kendilerini doğal halleri ile değersiz görürler ve doğal davranırlar ise  toplum tarafından da “değersiz görülürüm korkusunu ” yaşadıkları  için doğal bir şekilde değil de yapmacık davranırlar. Çevrenizde sizde görmüşsünüzdür: Bir ortamda, güzel bir kız gelince  konuşma şeklini, kullandığı kelimeleri vs. değiştiren insanları. Bu insanların bir anda kendilerini değiştirmelerindeki temel sebep; Kendilerini doğal halleri ile değersiz görmeleridir.

Kendilerini doğal halleri ile değersiz gördükleri için karşı tarafın onların doğal hallerinde değersiz görmelerinden korkarlar. Neticede ise  bir anda konuşma şekillerini, kurduğu cümleleri değiştirirler.  İşte bu durum bir insanın başına gelebilecek en kötü durumlardan birisidir;

İNSAN’N KENDİSİNİ OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEMESİ VE KENDİSİNİ SEVMEMESİ

Kendisini değerli hissedebilmek için kendisini toplumun vicdanına bırakmış bir insan hayat içerisinde hiçbir zaman güç sahibi olamaz;  çünkü toplumdan değer görücem diye kendi davranışlarını, düşüncelerini bile yönetemeyen bir kişinin güç kazanması pek olası bir şey değildir. 

Bu yüzden sağlıklı bir psikoloji ve güç kazanmak için en temel düzeyde kendinizi olduğunuz haliniz ile kabul edin ve kendinize değer verin.  Sizin değerli bir insan olabilmeniz için hiçbir şey yapmanıza gerek yok, insan olmanız bile sizin değerli bir varlık  olduğunuzun  en büyük kanıtıdır.

Unutmayın ki  sizin değerinizi hiç kimse belirleyemez  kimse de  öyle bir yetki yoktur; İnsan kendi değerini sadece kendisi belirler!

Değersizlik Duygusu Nasıl Yenilir? Değersizlik Duygusunu Yenme

Hayatınızdaki diğer insanların davranışları sizin değerinizi belirleyemez ! İster anneniz olsun, ister babanız olsun, ister sevgiliniz olsun fark etmez. Bu hayatta insanların size karşı davranışları, sizin değerinizi belirlemez. Sizi değerinizi ancak siz belirlersiniz. Değersizlik duygusu ile mücadele edebilmeniz için ilk olarak bu gerçeği kabul etmelisiniz.  Hayatınızda “Bir kişi bana değer vermiyorsa, bu benim değersiz olduğum anlamına gelmez” düşüncesinin bilincinde olun.

Bir anne bebeğine değer vermiyorsa, o bebek için “değersiz bir bebektir” diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. Aynı durum sizin içinde geçerli arkadaşlarınız, sevgiliniz, aileniz  size değer vermedi diye siz değersiz bir insan olmazsınız . Sadece siz kendinizi değersiz hissettiğiniz için “ben değersizim” inancını yaşarsınız. Ancak dışarından gelen davranışların sizin değerinizi belirlemediği inancını içselleştirirseniz, size karşı yapılan olumsuz davranışlarda “Ben değersizim” inancını yaşamazsınız  söz konusu olmaz.

Kendiniz İle Barışın

Kendinizi değersiz hissetmenizin panzehiri, kendinizi  olduğunuz gibi kabul etmenizdir.  Daha doğrusu  kendinizi, olduğunuz doğal haliniz ile değerli görmeye başlamanızdır. İnsanlar çok büyük paralar, başarılar kazandıktan sonra değer duygusunu  kazanabileceklerini zannediyorlar. Ancak kişinin kendisini değerli hissetmesi  bambaşka bir olaydır. Bu hayatta hiçbir varlığa sahip olmadığı halde kendisini değerli hisseden insanlar var.  Kişinin kendisini değerli hissedebilmesi için, kendisini olduğu hali ile değerli bir insan olarak görmesi  gerekir.

Duygularınızı Bastırmayın! Benlik Duygunuzu Ortaya Koyun!

Özdeğer duygusu yüksek insanların  ortak özelliklerinden bir tanesi; içlerinden geldikleri gibi davranmaları, yaşadıkları duyguları bastırmamalarıdır.  Özdeğer duygusu yüksek insanların bu davranışları sergileyebilmelerinin temel nedeni; herhangi bir kaybetme korkularının olmamasından kaynaklanır.  Yani  değerlilik duygusu yüksek bir  insan,  dışarıdan ona verilen sevgiyi kaybetmekten korkmaz. Kaybetmekten korkmayan bir insan ise  içinden geldiği gibi davranır; benlik duygusunu bastırmaz.

Ancak kendisini değerli hissetmeyen bir kişi, dışarıdan aldığı sevgiye çok önem verir ve  aldığı sevgiyi  kaybetmekten korkar. Dışarıdan aldığı sevgiyi kaybetmekten korkan insan ise içinden geldiği gibi davranamaz;  çünkü içinden geldiği gibi davranır ise karşı taraf  özdeğeri düşük insanla konuşmayı kesebilir ve konuşmayı keser ise özdeğer düşük ise dışarıdan aldığı sevgiyi artık alamaz.

İnsanlar ilişkilerinde, karşı taraftan aldıkları değeri kaybetmemek için kendilerinden taviz veriyor, haklı oldukları halde özür diliyor, içlerinden geldikleri gibi hareket etmiyorlar. Neticesinde ise değersizlik duygusunu yaşamaya devam ediyorlar; çünkü dışarıdan aldığınız değerlilik hissi geçicidir. Çevrenizdeki insanlar bugün hayatınızda varken, yarın hayatınızdan bir çırpıda çıkarlar.  Bu yüzden kişi “Hayatının merkezine kendisini koyarak” hareket etmeli  ve kendi değerini kendisinde aramalıdır.

Özdeğer duygunuzun artığını hissetmek istiyorsanız, hayatınız içerisinde  duygularınızı bastırmadan hareket edin.  Karşınızdaki insan,  yaptığı davranışlar ile canınızı sıkıyorsa bana bu şekilde davranma demeyi bilin.  İlişkilerinizde yapmak istemediğiniz eylemlerde ” hayır ” demesini bilin,  haklı olduğunuz durumlarda haksızmış gibi özür dilemeyi bırakın.  Davranışlarınızı bu şekilde düzenlemeniz neticesinde, özdeğer duygunuzun artığını hissedeceksiniz.

Çevrenizden Onay Aramayı Bırakın!

İnsanlar beni bu şekilde beğenir mi? 

İnsanlar ne der? Bu şekilde demi davranmalıyım? gibi sorular ile kafanızı meşgul etmeyi bırakın. Kendinizi değerli hissedebilmenizin bir diğer yöntemi, kendi duygularınıza göre hareket etmektir. Yani hayatınız içerisinde kendi iç sesinizi ön plana çıkarmaktır.

Kendilerini değersiz hisseden insanlar, diğer insanları bilinçaltı düzeyde kendilerinden üstün gördükleri için onların düşüncelerine çok önem verirler. Diğer insanların düşüncelerine çok önem verdikleri için ise “İnsanlar ne der?” düşüncesine hareket ederler. İnsanlar ne der ? düşüncesine göre hareket etmeleri neticesinde ise kendi benlik duygularını geliştiremezler. Ancak bu düşüncenin tam zıttı “Ben ne isterim?” düşüncesine göre hareket etmek ise içinizdeki benlik duygusunu geliştirir. Bu yüzden, hayatınızda davranışlarınızı şekillendirirken ilk olarak “Kendi düşüncelerinizi ” ön planda tutun. “Ben ne isterim?” düşüncesi ile hareket edin.

Bu Duyguyu Nerede Yaşadığınızın Farkına Varın ve Davranışlarınızı Değiştirmeye Çalışın

Değersizlik duygusu nasıl geçer? sorusuna verilecek en önemli cevaplardan birisi de: Bu duyguyu yaşadığınız yerleri keşfetmeniz ve bu duyguyu yaşadığınız andaki sergilediğiniz davranışların tam tersini sergilemek olacaktır.  Değersizlik duygusunu hayatınızın her alanında yaşayabileceğiniz gibi hayatınızda sadece belirli alanlarda da yaşayabilirsiniz. 

Mesela erkek ortamında kendisini değersiz hissetmeyen bir kişi, kızların olduğu bir ortamda kendisini değersiz hissedebilir.  Burada bu hissin nerede yaşandığı pek önemli değildir. Önemli olan  değersizlik duygusunun  hissedildiği bir  anda sergilenen davranışları tam tersine, çevirmektir.

Mesela değersizlik duygusu  yaşadığınız bir anda, bulunduğunuz ortamı terk ediyorsanız, tam tersini yapın ve  o ortamda kalın.  Değersizlik duygusu yaşadığınız  bir anda sessiz kalmayı tercih ediyorsanız, tam tersini yapın ve konuşmaya başlayın.

Unutmayın ki  sergilediğimiz yeni davranışlar, yeni düşünceler ve yeni duygular oluşturur. Oluşan yeni düşünceler ve yeni duygular neticesinde ise değişim başlar.

Meydan Okuma Terapisini Uygulayın!

Meydan Okuma Terapisi demek, sizin itaatkar davranıp hissedeceğiniz durumlara gireceğiniz insanlarla sosyal etkileşime girmeniz demektir. Meydan okuma, “düşmanca” olmak zorunda değildir, küçük bir kendini tanıtma kadar basit olabilir. Aşağılık duygusu hisseden insanlar bilinçaltında, tanımadıkları insanların kendilerinden daha “yukarıda” olduklarını hissederler. Bu nedenle yabancı birine merhaba bile demeye çekinirler.

Meydan okuma terapisine örnek vermek gerekirse; her hafta bilinçaltı düzeyde kendinizden yüksekte gördüğünüz 7 insanın yanına gidip kendinizi tanıtmanızdır . Kızları kendinden üstün görüyorsan o zaman git ve kendini 7 farklı kıza tanıt veya kendinden yaşça büyükleri kendinden büyük görüyorsan gidip kendini onlara tanıt.

Meydan okuma terapisinin anahtarı, konuşmada karşı tarafla eşit seviyede olduğunuzu kendini iç dünyanıza tekrarlayıp hissetmektir. Özdeğer duygusunu artırabilmenin en önemli adımlarından birisi de hayatın içine girmek  ve “meydan okuma terapisini” uygulamaktır.

Mutluluğu zevk peşinde koşmak, sürekli neşelenmek ve eğlenmek olarak algılayanlar var. Aslında pozitif psikoloji çalışmaları bize neşenin mutluluk olmadığını öğretti. Mutluluk hissi iç mutluluk-huzur hissiyle yakından ilgili.

Neşe sürdürülebilir olmadığı için bitiyor 

Bunlar iyicil ve kötücül duygulardır. Kin, öfke, nefret, kıskançlık ve düşmanlık olarak adlandırılan karanlığın beş atlısı dediğimiz duygular var. Bu duygular geçici süreliğine, bazı tehlikelerden korunmak için geçerli olabilir ama bu sürekli devam ederse otomatik sinir sistemimizde sempatik aktivasyon oluşuyor. Vücut stres hormonları salgılıyor. Neşe, sevinç, ümit, huzur gibi duygular beyinde mutluluk hormonu salgılatan duygulardır. Mutluluktan ne anlıyoruz? Bazıları mutluluk dendiği zaman sadece neşeyi anlıyor. Zevk peşinde koşmayı mutluluk olarak algılayanlar var. Batı felsefesi bize bunu öğretiyor. Sürekli neşelenmeyi, eğlenmeyi, bazıları bunu mutluluk olarak algılıyor. Son yıllarda aslında pozitif psikoloji çalışmaları bize neşenin mutluluk olmadığını öğretti. Neşe, dış nedenlerle oluyor ve sürdürülebilir olmadığı için bitiyor. Bir şeyi elde edince mutlu oluyorsun ama asıl mutluluk iç nedenlere bağlıdır. Mutluluk hissi, iç mutluluk-huzur hissiyle yakından ilgili. Geçici değil, daha sürdürülebilir oluyor

Otantik mutluluk saf ve halis mutluluktur 

Otantik mutluluk, saf, halis mutluluktur. Kişi zindanda da olsa saray da olsa mutlu olmayı başarabiliyorsa bu mutluluk, sürdürülebilir mutluluk oluyor. Bunun içinde haz ve aynı zamanda dinginlik de var. Bu tarz mutluluk sinir sistemimize en iyi gelen mutluluktur. Burada parasempatik sinir sistemimiz çalışıyor ve kişiye ‘sakin ol, her şey kontrol altında, her şey yolunda gidiyor’ diyor. Bu tarz mutluluklar vücudumuzdaki stres oranını azaltıyor.

Mutluluk kontrol edilebilen strestir 

Mutluluk kontrol edilebilen strestir. Bisiklet kullanmak gibi, hareket halinde mutlu olmaktır. Hareket halinde ilerleyebilmek, işini yaparken mutlu olabilmektir. Sıfır stres mutlu olmak demek değildir. Sadece eğlenerek mutlu olmak, hedonistik bir mutluluk anlayışıdır. Hedonistik mutluluk anlayışında zevklerinin peşinde koşarken, hoşuna giden şeyi yaparken mutlu olursun. Hoşuna gitmeyen her şeyde stresten kaçmak hedonistik mutluluktur. Ama realistik mutluluk herhangi bir stresle karşılaştığın zaman bunu mutluluk olacak şeklide anlamlandırmaktır. Kişi böyle durumlarda en zor olayda bile ümitsizliğe düşmeden toparlayabilir, mutlu olmayı başarabilir. Mutluluk, kişinin tamamen bakış açısıyla ilgili. Kendi mutluluk tanımımızı doğru yapabilmemiz gerekiyor.

Yakınmacılık mutluluğun düşmanı 

Şikâyet etmedikleri zaman kendilerini güvende hissetmiyorlar. Bu kişiler, doyumsuz, küçük şeylerle mutlu olmayı başaramayan, sahip oldukları şeyin kıymetini bilemeyen ve hep olumsuz odaklı bakan kişilerdir. Böyle bir anne 97 alan çocuğuna neden 100 almadın der. Bu tarz kişiler, insanın enerjisini de çalan kişilerdir ve onlarla ilişki kurmak özel bir yöntem gerektirir. Yakınmacılık, mutluluğun en büyük düşmanlarından birisidir. Bu kişiler, olumsuz düşünce kalıplarından beslenir, hep karamsar senaryolar yazarlar. Kendilerini ancak yakınmacılıkla güvende hissediyorlar, mutlu olmuyorlar ama kendilerini bu şekilde ayakta tutuyorlar. Bu kişilere iyi tarafı görmeleri öğretilebilirse, olumlu veya olumsuzu birlikte görecekler. Kişinin olumlu yönü görmeyi öğrenmesi, olumlu odaklı yaşamaları gerekir. Böyle kişilerin yaşam felsefesini oluşturan kalıp yargıları vardır. Terapilerde bu düşünce kalıplarını değiştirmenin yöntemleri var ve bu kişilere onları öğretmeye çalışıyoruz.

Duygu yönetimi öğrenilebiliyor 

“Mutluluğun birinci şartı öz bilinç, ikinci şartı öz yönetimdir. Kişinin kendi duygularını yönetebilmesi, negatif ve pozitif duygularını idare edebilmesi lazım. Araba kullanmayı öğrenir gibi, duygu yönetimini öğrenmek gerekiyor. Ondan sonra empati kurma, ilişki yönetimi ve sosyal bilinç geliyor. Bunları öğrenebilirse duygusal enerjisini yönetmeyi öğreniyor. Bunları yapan insan hem mutlu hem de üretken olabilir. Mutlu olmak hep tatilde gibi yaşamak, her şeyden elini ayağını çekmek değil. Amaçsız yaşamak da insanı mutsuz ediyor.

İnsan psikolojik olarak mutluluğu arıyor 

Mutluluk tamamen renkli bir gölge gibi. Yakalamaya çalışırsanız kaçar, işinizi yaparsanız ve akışa bırakırsanız peşinizden gelir. Mutluluk da böyledir. Hedeflediğiniz ve oluşturmaya çalıştığınız zaman kaçıyor. İş yaparken akış duygusu denilen bir duygu var. İnsan işe kendini kaptırınca geçen saatin farkına bile varmaz. Bu kimse zaten mutluluğu yakalamıştır. Zevk alarak yapacağı bir işi olan kimse onu devam ettirmeli. Önüne bir engel çıktığında ne yapacak? Böyle zamanlarda kaygı yükseliyor ama problem çözme yöntemleri var. Muhtemel çözüm yollarını sıralayıp birine karar vermeli ve o kararda sabit kalmalı. Mutluluğu hislerimizle değil, aklımızla elde edebiliyoruz. Akıl yürütme yöntemleriyle önem ve öncelik sıralaması yapıyoruz.

Dünya yerine kendinizi değiştirin! 

Analoji, insanın sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmesini sağlıyor. Dünyayı değiştirmek yerine kendinizi değiştirmeye bakın. İnsanlar hep başkalarını değiştirmeye çalışıyor. Egosu yüksek kişiler herkesi ve her şeyi değiştirmeye çalışır. Bu da mümkün değildir ve sonucunda stres yükselir. Bu tarz kişiler aynı zamanda kontrol duygusu yüksek kişilerdir. Mutluluğu elde edebilmek için kendimize SWOT analizi yapalım. Güçlü ve zayıf yönlerimizi belirleyelim. İmkânlarımızı ve fırsatlarımızı belirleyelim. Kişi, yol haritasını buna göre çizmeli, bir bilenden yardım almalı. Bu konuda özellikle pozitif psikoloji insana yol gösteriyor. Pozitif psikoloji polyannacılık değildir. Olumlu ve olumsuzu düşünüp, olumluya odaklı düşünmemiz gerekiyor.

Modern beklenti düzeyi yükseldi 

Modern insanda beklenti düzeyi çok yükseldi. Biz kendimize hiç kıyafet almasak, şu anda dolabımızdaki kıyafetler bize 10 yıl yeter. Ama insan takdir edilme, övgü arzusuyla bunları sürekli değiştiriyor. Temel ihtiyaçtan fazlası alışveriş davranışına etki ediyor. Tüketim ekonomisi üzerine giden kapitalist sistem, üretimi, tüketimi arttırarak yapıyor. Maddi refah seviyesini arttırdı ama sürekli kazan tüket çarkıyla yoksulluk da arttı. İnsan, birçok şeyi varken aslında hep borç içinde yaşıyor.

İnsan rutin işini yaparken de mutlu olabilmeyi başarmalı 

İnsanlar bu dönemde beklentilerini mecburen aşağıya çekti. Yetinme duygusunu öğrendik. İnsana en çok hata yaptıran duygu doyumsuzluk, kişinin açgözlülüğü ve daha fazlasını istemesidir. Hak duygusunu sadece kendine yönelik düşünmesi bir çeşit narsizmdir. Modernizm narsizmi teşvik ediyor. Kapital sistem üretimi artırmak için hep daha fazlasına yönlendiriyor. Kişi, istek ve ihtiyaç dengesini kurmalı. Küçük şeylerle yetinebilmeli, asgari yaşamayı öğrenmeli. Arada bir sınırını zorlayabilir ama hızlı yaşantı tarzındaki yaşam felsefesi insanın hem biyolojik hem psikolojik doğasına aykırı. İnsan, rutin işini yaparken mutlu olmayı başarabilmeli. Rutin dışına çıkarak mutlu olmayı öğreten bir felsefe herkese hitap etmiyor. İnsanı en çok mutlu eden güven ilişkisidir.

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Kader deyince, sizin aklınıza da, yaşayışımızla ilgisini kaybetmiş, gecemizi gündüzümüzü ciddiye almayan, ne çektiğimizi unutmuş, ilgisiz ve duyarsız, değiştirilemez ve dokunulmaz kalın ve koyu yazılar geliyor mu? Böylesine uzak ve ilgisiz bir kader, haliyle “kötü” oluyor, “zalım felek” diye anılabiliyor. Üzerimize bir kâbus fotoğrafı gibi iliştiriyoruz kaderi. Bizi biçimden biçime sokuyor, bize format atıyor, bizi oradan oraya sürüklüyor ama biz ona hiç itiraz edemiyoruz, tek satırını değiştiremiyoruz.

Bu yüzden, hep kadere karşı direndiğimizi iddia ediyoruz. Yazgımıza karşı çıkıyoruz kendimizce. “Kırışıklık kaderin olmasın!” diyebiliyoruz meselâ. Sanki -bir şekilde olacaksa- kırışıksız halimizi kaderden kaçırıyormuşuz gibi. Ya da “Düş yakamdan ey kader!” dercesine ilgisizliğe mahkûm edildiğimizi varsayıyoruz. Başına acılar üşüşmüş bir kız çocuğuna bakıp “ah kadersizim!” deyiveriyoruz. Belki de “Ne halin varsa gör!” vurdumduymazlığı ile yazgımızla boğuşmaya terk edildiğimizi düşünüyoruz. Hapse düşmüşsek, “kader mahkûmu” sayıyoruz kendimizi. Madalya alanın kaderle işi yok sanki… Şampiyon olanlar kadere rağmen şampiyon oluyor gibi. “Kaderin hükmü” değil altın madalyalar. Başarıdan başarıya koşan kaderini bozuyor, yazgısının kara kutusunu parçalıyor sanki. Dik duranlar alın yazısını siliyor. Burnunun doğrusuna giden, inatçı, vurdumduymaz, aldırışsız, acımaz, kara gözlüklü bir adam gibi hayal ediyoruz kaderi. Tekdüze davranışlar, muhataplarını sıradanlaştırmalar… Detayları önemsememeler. Durup da bakmaz bir çocuğun gözlerinin içine… Paçalarını sıyırıp da ayağını sulara sokmaz kader… Büyük işlerin adamı, ince işlerden habersiz… Ara sıra geri dönüp de el sallamaz ardı sıra bakana… Siyah takım elbiseli. Kopkoyu camlı bir arabasıyla kalabalığı dağıtır gibi.

Kader, yapıp ettiklerimizi de edemediklerimizi de, elimizden gelenleri de gelmeyenleri de, kazandıklarımızı da kaybettiklerimizi de hep birlikte kuşatan, sarıp sarmalayan şeffaf bir örtüdür oysa. Kader de bizimle birlikte nefes alıp veriyor. Göğsümüzün iniş kalkışlarına eşlik ediyor. Kalbimizin kıpırtılarınca kıpırdıyor. Eğiliyor gözlerimizin içine. Parmak uçlarımıza kadar dokunuyor. Elini omzumuza koyuyor usulca. Yokuşlarda bizimle birlikte yoruluyor. Ter döküyor yanı başımızda. Kalabalıkta gelip buluyor bizi. Kuyrukta beklerken yanaşıyor yanımıza. Ayağımız kaydığında o da kanıyor günaha. Parmakları sızlıyor bizimle birlikte. Soğukta kartopu oynuyoruz çocukça. Bizimle acıkıyor, bizimle susuyor. Seviniyor yarım çiğnenmiş çikletimizi yeniden bulduğumuzda.

Yo, yo, öyle uzak değil bize kader. Öyle habersiz geçmiyor yanımızdan. Öyle kaygısız değil dertlerimize. Güneş ne kadar uzak görünür bize. Oysa, göz bebeklerimizin tâ içine sızmaktadır, tenimizin her noktasına dokunmaktadır. Güneş ne kadar kaygısız durur kederlerimize. Oysa, her ışıltısı sevinç bahşeder gönlümüze, göğsümüze. Ne kadar da küçümser gibidir hayatımızı güneş. Oysa, her köşeye, her kıvrıma, her gölgeliğe ve aydınlığa sarılıverir. Sıcacık. “Bu kadar!” dediğimiz her köşede bekler bizi kader. Nefeslerimizi kesen “Buraya kadar!”ların eşiğinde tebessümle bakar bize kader.

Kaderden ayıracağımız/ayıklayabileceğimiz bir şey yok ki… Kaderin bize ilgisiz kaldığı bir an yok ki.. Dediği gibi şairin: “Kader beyaz kağıda sütle yazılmış yazı/Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı.” (Necip Fazıl) Beyaz kâğıt ne kadar canlı ve somutsa elimizde, “sütle yazılan yazı” o kadar taze, o kadar sıcacık. Beyazlarımızın hepsi sütün içine akıyor. Süt, beyazlarımızın hepsini içinde ağırlıyor.

Kırışıksızlık kaderden kaçırılmış bir şey değildir meselâ. Kırışıklığı düzeltecek ilaç bulma becerisi de kaderin içinde. Herkese rağmen sivrilip ayakta durmak da, direnip sağ kalmak da kaderin hükmüne dahil. Şampiyon da mahkûm kadar “kader mahkûmu”. “Kitabın anası benim yanımda” diyor Rabbimiz. “Dilediğimi değiştiririm, dilediğimi sabit bırakırım.” Hakkımızda, kaderimizi bile değiştirebilir sandığımız bir kaderin takdir edilmesi ne kadar sabitse, değiştiremeyeceğimizi sandığımız sabit kaderlerimizin de değiştirilebilirliği o kadar sabit. Sabit olan O’nun dilemesiyle değişebilir; değişebilen O’nun dilemesiyle sabitleşebilir. Ne olursa olsun, hep O’nun dileme sınırları içinde yürüyoruz. Yazgının anası, kaderin aslı O’nun dilemesidir. Olan olmuşsa, O’nun dilediğidir. Olmamışsa, O’nun neyi dilediğini bilemeyiz. Dilemesini bekleriz. Öyleyse, ne unutulduk, ne gözden çıkarıldık ne de bir yazının soğukluğuna mahkûm edildik. Kader hep bizimle akıyor. Bizimle yazılıyor. Bize O’nun dilediği kendi dilediğimizce yazılıyor.

DR. SENAİ DEMİRCİ

HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN YAPILACAKLAR

Kural 1: Asla kendinden şüphe etme… Sen ne hissediyorsan o her zaman yalnız senin için doğrudur. Dünyadaki bütün insanlar toplansa ve sana aksini söylese bile senin hissettiklerin senin için doğrudur. Onlar farklı hissedebilir, farklı düşünebilir ama bu senin hissettiklerinin yanlış olduğunu göstermez, sadece onlardan farklı olduğunu gösterir. Sezgilerini dinlemeyi öğren, kendine güven, hata yapmaktan korkma, hata yap ve düzelt.

Kural 2: Asla farklı olduğun için utanma. Eğer çevrende senin gibi düşünen, seni anlayan insanlar yoksa o zaman çirkin ördek yavrusu hikâyesini hatırla… Muhtemelen sen yanlış yerde, yanlış insanlarla birlikte olduğun için seni anlamıyorlardır. O halde hedefin, ait olduğun yeri bulmak olmalıdır. Asla muhteşem bir kuğu olduğun gerçeğini unutma ve ördek olmak için uğraşma.

Kural 3: Geçmişte yaptıkların için pişmanlık duyma. Yaşadıklarının senin için önemli bir ders olduğunu kendine hatırlat. Bu tecrübe ile aldığın bilgiyi özenle incele, olayda yaptığın hataları ve yeniden aynı durumda olsan nasıl davranacağını iyice düşün ve gelecek olaylar için kendini hazırla. Kırılan vazo tamir edilemez ama gelecekte başka vazoların kırılması önlenebilir.

Kural 4: Mümkün olduğunca kimsenin senin adına karar vermesine izin verme ama başkalarının haklı olabileceğini de unutma. Bu hayat senin ve istediğin gibi yaşamaya hakkın var, fakat başkalarını dinle ve onların bakış açısını anlamaya çalış.

Kural 5: Ailen dışındaki insanlarla ilişkilerinde, asla kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atma ve kendini hayallerle kandırma. Her zaman ama her zaman önce sen gelmelisin. Asla başka insanlar üzülmesin diye kendini üzmeyi tercih etme. Sen kaldırabiliyorsan, onlarda kaldırabilir. Karşındaki insan senin mutluluğunu düşünmüyorsa ve senin üzülmene yol açıyorsa, o zaman o insan sana değer vermiyor demektir. Bu kişileri değiştireceğini ya da sana zamanla önem vereceğini düşünme. Sana karşılıksız sevgi veren ve senin için her şeyi göze alabilecek tek insanlar ailendir.

Kural 6: Asla kaybetmekten korkarak, sırf inanmak istediğin için karşındaki insanın sevgi sözcüklerine inanma. Sevgi insanın kalbindedir, gözlerindedir, davranışlarındadır, ses tonundadır, sana verdiği önemde ve değerdedir, senin için yaptığı fedakârlıklardadır. İnsanlar çok kısa zamanda sevgi sözcüklerini umarsızca dağıtmaya başlarlar. Bunları dinle ama gerçek sevgiyi karşındakinin davranışlarına bakarak bul. İnanmak istediğin için değil, gerçek olduğu için karşındaki insanın sözlerine inan.

Kural 7: Her zaman ama her zaman, mutlaka kalbini dinle. Hayatta senin için neyin doğru olduğunu bir tek içindeki ses söyleyebilir. Dolayısıyla içindeki sesle konuşmayı öğren. Her gün kendinle kalmak için zaman ayır ve kalbini dinle. Başka şekilde hissetmek için ikna etmeye değil, gerçekten ne hissettiğini bulabilmek için dinlemeye çalış. Bazen içindeki ses sana çok zor geleni yapmanı söyleyebilir ya da duymak istemediklerini söyleyebilir. Korkma ve içindeki sesi dinlemeye devam et.

Kural 8: Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran. Kendini sev, şefkatle yaklaş. Yanlış yaptığında acımasızca kendini eleştirip üzme… Aksine başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini söyle. Üzgün olduğunda, kırıldığında, acı çektiğinde, mutsuz hissettiğinde kendine özen göster, tıpkı hasta bakar gibi kendine bakım uygula. Yapmaktan hoşlandığın aktivitelerle meşgul ol ve bu durumdan çıkarak kimsenin seni incitmesine, üzmesine izin vermeyeceğini göster.

Kural 9: Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu asla unutma ve bedel ödemekten istemediğin için kendini boşlukta bırakma. Örneğin bir insanı incitmişsen, ödeyeceğin bedel o insanın güvenini yitirmektir. Eğer seni sevmeyen biriyle birlikteysen, yalnız kalmaktan korkup ilişkini sürdürme, çünkü bunun bedeli sevgisiz bir hapiste yaşamaktır. Eğer farklı olmaktan korkuyorsan ve başka insanları taklit edip onlar gibi olmaya çalışıyorsan, ödeyeceğin bedel kendine olan saygını yitirmek olacaktır. Diğer taraftan bazen kendin gibi olmanın bedelinin de yalnız kalmak olduğunu unutma. O halde yaşamda her zaman bir bedel ödeyeceğini hatırla. Bir adım atmadan önce mutlaka ödeyeceğin bedeli bil ve kazanacaklarına değip değmediğine bakarak kararlarını ver.

Kural 10: İnsanlara karşı nazik ve sevecen ol, ne olursa olsun asla bir başka insanı kırmak için konuşma, bilinçli olarak üzmeye çalışma ve kendi acını hafifletmek için bir başkasını yaralama.

Kural 11: Hayatta en büyük dostun sen olabileceğin gibi hayattaki en büyük düşmanın gene sen olabilirsin. Seçimini yap ve kendin için dostun mu yoksa düşmanın mı olacağına karar ver. Yaşamdaki tüm acıları atlatabilirsin, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen kötü alışkanlıklarını bırakabilir ve her zaman yeniden başlayabilirsin. İstersen kendine yeni bir hayat kurabilirsin. Eğer sen kendinin dostu olabilirsen.

Kural 12: Asla tecrübe kazanmaktan kaçma… Ne kadar zor olursa olsun, yeniden ayağa kalk ve yola devam et. Hayatı öğrenmek için o tecrübelere ihtiyacın var. Kalbin aşk acısı ile yaralanmış ise, sonsuza kadar kendini aşka kapatma. Ruhun insanların acımasızlığı ile incinmiş ise, hayata küsüp kendini karanlık bir dünyada yaşamaya zorlama. Bedenin çok büyük acılar çekmişse, kendini uyuşturup bırakma. Unutma bilge insan hayatı yaşayandır. Cesur insan korkusuzca devam edebilendir. Kahraman insan tüm acılarına rağmen yenilmeyendir.

DR. İLHAMİ PEKTAŞ

Hem işte hem de özel hayatımızda mutlu ve başarılı olmaya çalışmak bazen bizi yorgun düşürebilir. Bunun ana nedenlerinden biri, iş ve özel hayat dengemizi bir türlü kuramamamızdır. İş ve özel hayat arasındaki dengeyi kuramadığımızda, işimize çok fazla zaman ayırır, eşimize, çocuklarımıza, ailemize ve sevdiklerimize ihmal edilmiş hissettirebiliriz. Aynı zamanda kendimize zaman ayıramadığımız için bir süre sonra yönetemediğimiz stres, tıbbi bir nedeni olmayan fiziksel ağrılar, karmaşık duygular ve tükenmişlik hissi ile baş başa kalabiliriz. 

Sağlıklı ve Mutlu Bir Hayat İçin İş ve Özel Hayat Dengesini Sağlayın!

Sadece kendiniz için izin alın!

En son ne zaman acil bir iş, önceden planlanmış bir tatil ya da aktivite dışında, sadece kendiniz için izin kullandınız? Yıllık izninizden bir günü sadece kendinize ayırmak için kullanın. Bu izin gününde kesinlikle işle ilgili konularla ilgilenmeyin. İş yerinden izin aldığınız gün, gerçekten sevdiğiniz aktiveler için zaman harcayın.

Çalışmadığınız zamanlar için kaygılanmayın!

Birçok çalışan, girişimci, iş yer sahipleri, liderler ve yöneticiler, çalışmadıkları zaman işlerin kötüye gideceğine inanırlar. İşe gitmedikleri bir günde, işi düşünmedikleri bir zamanda mutlaka başarısız olacaklarını düşünerek kaygılanırlar. Bu durumu siz de yaşıyorsanız, gerçek dışı bir korkuya sahip olduğunuza emin olabilirsiniz. Sadece bir gün işe gitmediniz diye işiniz başarısızlığa uğramaz, kariyeriniz yerle bir olmaz.

Günlük işlerinizi önceliğine göre sıralayın!

İş ve özel hayatı dengelemek için yapmanız gereken ilk şey zaman yönetimidir. Zamanı doğru yönetmek, var olan vaktinizi çarçur etmemek için yapılacak işlerinizi listeleyin. Bu adımdan sonra işlerinizi öncelik sırasına göre dizin. Hangi iş daha önemli ve acil ise bu işi yaparak güne başlayın. Böylece gününüzün kalan vakitleri daha kolay ve acil olmayan işleri tamamlayabilir, iş yükünüzü azaltarak özel hayatınıza zaman ayırabilirsiniz.

Sahip olduklarını için şükretmeyi unutmayın!

Günlük hayat içerisinde bazen öyle yoğun oluruz, öylesine koştururuz ki sahip olduğumuz hayatın farkına varmayız. Aslında arada sırada bir adım geriye çekilip sahip olduklarımıza dışarıdan bakmamızda fayda vardır. Her gün durup şükretmek, bize kendimizi iyi hissettirecek, olumlu bir yaklaşıma sahip olarak hem işimize hem de özel hayatımıza hak ettiği değeri vermemizi sağlayacaktır.

Hayır demeyi öğrenin!

İnsanların her isteğine evet demek, iş yerindeki her sorunu çözmeye çalışmak, sorumluluğumuz olmayan şeylerde bile öne çıkmak bizi iyi bir çalışan yapmaz. Sadece sürekli meşgul ve çok yorgun olmamıza neden olur. Herkese evet dediğimizde kendimizi altından kalkamayacağımız birçok sorumluluğu sırtlanmış bir vaziyette bulabiliriz. Bu nedenle hayır demeyi öğrenin. Gerekmedikçe sorumluluk üstlenmeyin. Bir hayatınız olduğunu kendinize hatırlatın.

Eğlenceli bir uğraş edinin!

Geçtiğimiz bir ayı gözden geçirin. Neşeli ve eğlenceli bir uğraş için ne kadar zaman harcadınız? Bazen hayatımızın içinde öyle bir savruluruz ki, eğlenmeyi unutabiliriz. Kimlerle ve ne ile uğraşırken keyif alıyorsunuz? Bu konu üstüne düşünün ve sizi mutlu eden aktiviteleri listeleyin. Eğer aklınıza hali hazırda bir aktivite gelmiyorsa ilginizi çeken ve sizi heyecanlandıran bir hobiyi düşünüp bu konuda harekete geçin. İş dışında size keyif veren bir aktivite ile ilgilenmenin, bu konuda kendinizi geliştirmenin, hem işinize hem de özel hayatınıza katkı sağlayacağını unutmayın. İşinizden bambaşka alanlarda yaşayacağınız yepyeni deneyimlerin sizi geliştireceğini, yaratıcılığınız ve üretkenliğiniz üstünde pozitif etkide bulunacağını hatırlayın.

En son ne zaman acil bir iş, önceden planlanmış bir tatil ya da aktivite dışında, sadece kendiniz için izin kullandınız? Yıllık izninizden bir günü sadece kendinize ayırmak için kullanın. Bu izin gününde kesinlikle işle ilgili konularla ilgilenmeyin. İş yerinden izin aldığınız gün, gerçekten sevdiğiniz aktiveler için zaman harcayın.

Birçok çalışan, girişimci, iş yer sahipleri, liderler ve yöneticiler, çalışmadıkları zaman işlerin kötüye gideceğine inanırlar. İşe gitmedikleri bir günde, işi düşünmedikleri bir zamanda mutlaka başarısız olacaklarını düşünerek kaygılanırlar. Bu durumu siz de yaşıyorsanız, gerçek dışı bir korkuya sahip olduğunuza emin olabilirsiniz. Sadece bir gün işe gitmediniz diye işiniz başarısızlığa uğramaz, kariyeriniz yerle bir olmaz.

İş ve özel hayatı dengelemek için yapmanız gereken ilk şey zaman yönetimidir. Zamanı doğru yönetmek, var olan vaktinizi çarçur etmemek için yapılacak işlerinizi listeleyin. Bu adımdan sonra işlerinizi öncelik sırasına göre dizin. Hangi iş daha önemli ve acil ise bu işi yaparak güne başlayın. Böylece gününüzün kalan vakitleri daha kolay ve acil olmayan işleri tamamlayabilir, iş yükünüzü azaltarak özel hayatınıza zaman ayırabilirsiniz.

Günlük hayat içerisinde bazen öyle yoğun oluruz, öylesine koştururuz ki sahip olduğumuz hayatın farkına varmayız. Aslında arada sırada bir adım geriye çekilip sahip olduklarımıza dışarıdan bakmamızda fayda vardır. Her gün durup şükretmek, bize kendimizi iyi hissettirecek, olumlu bir yaklaşıma sahip olarak hem işimize hem de özel hayatımıza hak ettiği değeri vermemizi sağlayacaktır.

İnsanların her isteğine evet demek, iş yerindeki her sorunu çözmeye çalışmak, sorumluluğumuz olmayan şeylerde bile öne çıkmak bizi iyi bir çalışan yapmaz. Sadece sürekli meşgul ve çok yorgun olmamıza neden olur. Herkese evet dediğimizde kendimizi altından kalkamayacağımız birçok sorumluluğu sırtlanmış bir vaziyette bulabiliriz. Bu nedenle hayır demeyi öğrenin. Gerekmedikçe sorumluluk üstlenmeyin. Bir hayatınız olduğunu kendinize hatırlatın.

Geçtiğimiz bir ayı gözden geçirin. Neşeli ve eğlenceli bir uğraş için ne kadar zaman harcadınız? Bazen hayatımızın içinde öyle bir savruluruz ki, eğlenmeyi unutabiliriz. Kimlerle ve ne ile uğraşırken keyif alıyorsunuz? Bu konu üstüne düşünün ve sizi mutlu eden aktiviteleri listeleyin. Eğer aklınıza hali hazırda bir aktivite gelmiyorsa ilginizi çeken ve sizi heyecanlandıran bir hobiyi düşünüp bu konuda harekete geçin. İş dışında size keyif veren bir aktivite ile ilgilenmenin, bu konuda kendinizi geliştirmenin, hem işinize hem de özel hayatınıza katkı sağlayacağını unutmayın. İşinizden bambaşka alanlarda yaşayacağınız yepyeni deneyimlerin sizi geliştireceğini, yaratıcılığınız ve üretkenliğiniz üstünde pozitif etkide bulunacağını hatırlayın.

Birden çok şeyle uğraşmak, planlamak ya da düşünmek kafa karışıklığına neden olur. İşteyseniz işinizle ilgili görevlerinizle ve yapmanız gerekenlerle meşgul olun. Evdeyseniz de işle ilgili şeyleri evinize taşımayın. İşi evinize, evi işinize taşımanız hem veriminizin düşmesine hem yorgunluğa hem de mutsuz olmanıza neden olur.

Sürekli koşturuyor, bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyor, işlere yetişememe paniği yaşıyor ve hatta bu yazı tam bana göre ama öyle meşgulüm ki okuyacak vaktim bile yok diyorsanız şimdi derin bir nefes alın! Elinizdeki işi bırakıp yazıyı okuyamaya başlayın. Çünkü şu anda yaşadığınız koşturmayı sonsuza dek sürdürmenize imkan yok!

Günümüzde birçok insan birden çok işi üzerine alarak büyük bir koşturmanın içine giriyor. Aciliyet hastalığı adı da verilen bu durumda kişiler zamanın sürekli daraldığını ve hiçbir işi yapamayacaklarını düşünüyor. Bu durumdan muzdarip kişiler, sürekli bir şekilde daha fazla işi tamamlama, daha fazla aktiviteye katılma zorunluluğunun yanı sıra hep daha az zamana sahip olmak durumuyla baş başa kalıyor.

Sürekli meşgul ve koşturma halinde olan kişiler daha hızlı düşünüyor, daha hızlı konuşuyor ve daha hızlı harekete geçiyor. Bir anda birden çok işi yürüten bu kişiler sürekli saatleriyle yarışıyor ve işlerin tamamlanması için üzerlerinde büyük bir baskı hissediyor. En ufak bir pürüzde ciddi tepkiler veren bu kişiler, etrafımızda sıkça rastlayabileceğimiz kişiler arasında yer alıyor. Özellikle yöneticiler ve müdürlerin büyük bir kısmı zamana karşı yarışan bu kişiler arasında bulunuyor.

Sürekli koşturmaya ve yetişmeye çalışmaya neler sebep oluyor?

Sürekli koşturan kişilerin takvimlerinde neredeyse hiç boş zaman olmuyor. Tutarlı ve sıkı bir şekilde çalışan bu kişiler kendi limitlerini ve neleri üstlenebileceklerini bilmeden takvimlerini yapılacak işlerle dolduruyorlar. Zamanları yetmeyecek bile olsa alışkanlıkları gereği olmayan zamanlarına da işler koymaya devam ediyorlar.

Ayrıca sürekli bağlantı halinde olmak ve olan bitenden haberdar olmak isteği de bu kişileri fazlasıyla zorluyor. Olan biteni kaçırma korkusuyla hareket etmeye devam ediyorlar. Bu nedenle zamanları olmasa bile kimseye hayır diyemiyor, verilen hiçbir görevi reddedemiyorlar.

Bu durum ve panik haline bir süre sonra alışan kişiler, sürekli meşguliyet ve koşturmanın kendileri üzerinde yarattığı hasarı da anlayamıyorlar.

Sürekli koşturmanın ve paniğin etkileri nelerdir?

Sürekli meşgul olarak koşturan kişiler aslında kendilerine de yaptıkları işlere de zarar veriyor. Durup düşünme becerisini kaybediyorlar ve daha az verimli olmaya başlıyorlar. İşlerinde hatalar ortaya çıkmaya başlıyor. Büyük resmi görme yetenekleri ve işlerinin kaliteleri azalıyor.

Ayrıca sürekli iş yetiştirme sorumluluğu altında geçen zamanlar kişinin üzerinde ciddi bir stres yaratıyor. Bu stres sonucu kortizol hormonu ortaya çıkıyor. Sağlık sorunlarına neden olan bu hormonal değişimler kişinin depresyon yaşamasına neden olabiliyor. Ayrıca kişilerin sürekli meşguliyetleri, ilişkilerini de yıpratıyor. Zamanını iyi yönetemeyen ve altından kalkamayacağı sözler veren kişiler, sevdiklerine vakit ayırmakta zorlanıyorlar. Yetiştiremedikleri işleri eve ve özel hayatlarına taşımak zorunda kalıyorlar. Akılları sürekli işte olduğu için kendilerini hep yorgun, endişeli ve tetikte hissediyorlar. Bu da ikili ilişkilerinde düşüncesiz bir şekilde davranmalarına sebep olabiliyor.

Sürekli koşturmaktan nasıl kurtulabiliriz?

Sürekli koşturmak ve zamanla yarışmak sizin parçanız olduysa ilk önce bir an tüm işleri bir kenara bırakıp durun.

Üzerinize aldığınız sorumlulukları, birbiriyle çakıştığı halde reddedemediğiniz görüşmeleri, sizi zorlayan işleri sınıflandırın. Önceliklerinizi belirleyin ve sorumluluklarınızın hangilerinden vazgeçebileceğinizi görmeye çalışın.

Bir kişi sizden zıplamanızı istese “Ne kadar yukarı” mı dersiniz? Yoksa “neden” diye mi sorarsınız? Bir iş size verildiği zaman bu işi sorgulayın. Sizin yapmanız neden önemli, bu işi yapmanız size ve kariyerinize nasıl bir etkide bulunacak? Bu soruları sorarak hangi işe hayır hangi işe evet demeniz gerektiğini anlayabilirsiniz.

Bir anda birden çok işi halletmekten vazgeçin. Birçok işi bir anda yönetmek kulağa iyi gelse de aslında bu işlerin hiçbirini tam anlamıyla ve hakkını vererek yapmadığınızı bilmeniz gerek.

Başkaları üstüne düşeni yerine getirmediği için koşturuyorsanız buna izin vermeyin. Başkalarının işlerini üstlenerek ne kendinize ne de karşınızdaki kişiye iyilik yapmıyorsunuz. Bunu unutmayın!

Hafızamızı iyileştirmenin, iş yaşamımızdan özel hayatımıza dek birçok alanda bize faydası bulunur. Ancak, bir tıkla istediğimiz her şeye ve her bilgiye ulaşabildiğimiz teknoloji dünyasında, hafızalarımızı ve zihnimizi verimli bir şekilde kullanamıyoruz. Hafızamız zayıflıyor, öğrendiklerimizi çabuk unutuyoruz.

– Hafızanızı kuvvetlendirmek için, bir şeyi öğrenirken sağ elinizi yumruk haline getirerek sıkın. Hatırlamanız gerektiğinde ise sol yumruğunuzu sıkmayı deneyin. Kulağa ne kadar ilginç gelse de yapılan bir çalışma, kısa süreli hafızada bu yöntemin etkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmada sadece sağ elini kullanan deneklerde pozitif sonuçlar alındığını eklememiz gerek.

– Kokulardan yardım almak hafızamızı canlandırmak için önemli ve ilginç bir ipucu olacaktır. Örneğin yeni bir konuyu öğrenirken, bir kitap okurken bulunduğunuz alana spesifik bir parfüm ya da oda kokusu sıkın. Aynı kokuyu, bu bilgileri kullanacağınız konuşma, sunum ya da sınavda da kullanarak hafızanızı canlandırabilirsiniz.

– Sakız çiğnemeyi sever misiniz? Eğer cevabınız evet ise hafızanızı canlandırmak için sakızın faydalı bir yöntem olduğunu bilmek sizi mutlu edecektir. Uzmanlar, sakız çiğnemenin hafızayı canlandırmasını iki şekilde açıklar. İlk teori, sakız çiğnemenin bu alandaki kan akışını hızlandırarak beyin aktivitesini artırmasıdır. Diğer teoriye göre ise bir şeyleri öğrenirken sakız çiğnemek, daha sonra bu öğrendiklerimizi hatırlamak istediğimiz de tıpkı koku gibi bize yardımcı olur.

– Ezber yaparken ya da bir konu üstünde çalışırken, melodilerin gücünü kullanmayı ihmal etmeyin. Özellikle güftesi bulunmayan klasik eserlerin melodileri ile birlikte bir şeyleri öğrenmek ve daha sonra hatırlamak kolaylaşacaktır.

– Sınavınıza ya da sunumunuza son bir gece çalışıp sabahlayanlardansanız size kötü bir haberimiz var. Yapılan araştırmalar, tek seferde uzun çalışmalardansa, kısa süreli ve uzun zamana yayılan çalışmaların hafızamızda daha çok yer ettiğini gösteriyor. Bu nedenle sınav öncesi sabahlamak yerine, sınavınızın ya da sunumunuzun olduğu güne dek, düzenli olarak kısa çalışmalar yapmaya gayret edin.

– Egzersiz hayatımızın her alanına pozitif etki sağladığı gibi hafızamıza da oldukça faydalı. Yapılan çalışmalar, düzenli egzersizin beynimizi ve bilişsel işlevlerimizi iyileştirdiğini, hafızamız üstünde olumlu etki sağladığını gösteriyor. Birçok yazar ve düşünürün uzun yürüyüşler yaptığı da yadsınamaz bir gerçek.

– Alkol kullanma alışkanlığınız varsa, özellikle uzun süreli ve aşırı alkol tüketiminin beyninize verdiği zararın farkına varın. Alkol kullanımından uzak kalmaya çalışarak zihninizi genç tutmaya gayret edin.

– Bağlantı kurarak öğrenmek, öğrendiğiniz şeyin hafızanızda yer etmesine ve uzun yıllar boyunca bu bilgiye ulaşmanıza neden olur. Örneğin, bir dil öğreniyorsanız, bir sözcüğü hatırlamak için bu sözcüğe benzeyen ana dilinizdeki bir kelimeyi düşünün. Sözcüklerdeki sesleri, kendi dilinizde ve anlam olarak size anımsamanızı sağlayacak kelimelere benzetmek, ilk başlarda zor gelse de bir süre sonra bunu eğlenceli ve vazgeçilmez bulacaksınız.

– Rakamları hatırlamakta zorlananlardansanız, rakamları bir arada ya da ayrı ayrı, sizin için anlam taşıyan parçalara bölün. Örneğin 1981809018 numarasını ezberlemek için, kardeşinizin doğduğu yıl olarak 1981’i, çocukluğunuzun geçtiği yıllar olarak 80’i, gençliğinizin geçtiği yıllar olarak 90’ı ve gençliğiniz için 18 yaşınızı anımsayarak bu rakamı kolayca aklınızda tutabilirsiniz.

– Yazmak ve yazarak öğrenmek bilinen en eski hafıza yöntemlerinden biridir. Çünkü bir bilgiyi yazdığınız zaman beyninizin birden çok bölgesi çalışır ve aynı bilgi beyninizde birden çok yerde saklanır. Bu da sizin istediğiniz bilgiye daha kolay ulaşmanıza neden olacaktır.

PSİKON Sağlık ve Psikolojik Danışmanlık

Akıllı Telefonunuzu Akıllıca Kullanmanın Yolları

Akıllı telefonlar hayatımızı kolaylaştırdıkları gibi zamanımızı ve enerjimizi kolaylıkla çalabilen aygıtlardır. Bazen hiç farkına varmadan saatlerimizi telefon başında kaybeder, kendimizi günlük hedeflerimizin çok uzağında bulabiliriz. Oysa akıllı telefonlar bize sosyal medyada zaman öldürmekten çok daha fazlasını vadeder. Peki akıllı telefonları gerçekten akıllıca kullanmanın yolları nelerdir? Bu yazıda akıllı telefonları kullanırken dikkat edilmesi gerekenleri ve akıllı telefonla yapılabilecek üretken aktiviteleri bir araya getirdik.

1. Bildirimleri Kapatın
Akıllı telefonlar, dikkatimizi dağıtan başlıca unsurlardan biri haline geldi. Bu durumun önüne geçmek için çalışma saatleri belirleyin. Örneğin elinizdeki işi bitirmek için kendinize 45 dakika süre tanıyın. Bu 45 dakika içinde çalan telefonlara, sosyal medyadan, e postalardan gelen bildirimlere uzak kalın. Bunun için bildirimlerinizi kapatmak oldukça faydalı ve pratik bir yöntemdir.

2. Gereksiz Uygulamaları Silin
Akıllı telefonlar için geliştirilen uygulamalar ardı arkası görünmeyen bir zenginlik. Bu zengin seçenekler arasında kaybolmak da bir o kadar kolay. Telefonunuzda en çok zamanınızı çalan uygulamalar için kullanımınızı sınırlandırın ya da daha iyisi bu uygulamaları telefonunuzdan silin.

3. Yeni Bir Dil Öğrenin
Telefon uygulamalarından bahsetmişken, bir sırada beklerken, trafikte sıkışmışken geçen zamanı doğru alana yönlendirmek için faydalı uygulamaları kullanmaktan çekinmeyin. Örneğin yeni bir dil öğrenmek ya da bir dilde uzmanlaşmak için bu uygulamalardan destek alabilirsiniz. Her gün birkaç kelime öğrenmek sizi ilk başlarda tatmin etmese de aradan birkaç ay geçtikten sonra, hiç bilmediğiniz bir dil hakkında ne kadar çok öğrendiğinizi görüp şaşıracaksınız.

4. Bağış Yapın
Bazı akıllı telefon uygulamaları sadece birkaç tık ile ihtiyaç sahibi insanlara, hayvanlara ya da çevre projelerine destek olmanızı sağlar. Bu uygulamaları telefonunuza indirerek bu projelere destek olun. Ayrıca sosyal medyanızı da işe dahil ederek, projelerin duyulmasına ve projelerin desteğinin artmasına da yardımcı olabilirsiniz.

5. Gelişiminizi Takip Edin
Uygulama seçenekleri arasında koyduğunuz hedefleri takip eden ve günlük hedefiniz için sizi uyaran birçok uygulama mevcut. Örneğin her gün 50 sayfa kitap okuma hedefiniz için sizi her gün uyaracak , ay sonunda yaşadığınız gelişimi analiz edecek uygulamalardan birini seçerek hem motive olabilir hem de gelişiminizi takip edebilirsiniz.

6. Sağlıklı Yaşamı Seçin
Birçok sağlık uygulaması, günlük adımlarınızdan içtiğiniz suya, uyku saatlerinizden aldığınız gıdalara kadar size yol gösteriyor. Bu uygulamalar yaptıklarınızı takip ederken, sağlıklı seçimler yapmanız için sizi teşvik ediyor. Aldığınız kalori miktarını hesaplamaktan, bir haftalık egzersiz programlarına dek birçok kullanım olanağı bu uygulamalarla cebinize taşınıyor.

7. Kütüphanenizi Yanınızda Taşıyın
Akıllı telefon ve tabletlerin ekran yeteneklerinin iyileşmesiyle artık elektronik kitap okumak için elektronik okuyuculara mahkum değilsiniz. Birçok büyük ekranlı ve doğru ışığı taşıyan telefonda rahatlıkla kitaplarını okuyabilir, kütüphanenizi cebinizde taşıyabilirsiniz.

8. Bilginizi Zenginleştirin
İnternet kuşkusuz tahmininizden çok daha fazla bilgiye aynı anda ulaşabileceğiniz bir mecra. Bu avantajı kullanarak her gün farklı bir konuda podcast dinleyebilir, daha önce hiçbir eğitiminiz ve fikriniz olmayan konularda giriş seviyesindeki dersler sayesinde birçok bilgiye sahip olabilirsiniz.

9. Resim Yapın
Akıllı telefonlardaki uygulamalar size resim yapma, çizim ile kendinizi ifade etmek için ciddi bir olanak sunar. Bu olanağın yanı sıra internetteki çizim derslerini izleyerek basit resimler yapabilir, sanat yoluyla duygu ve düşüncelerinizi ifade edebilirsiniz.

10. Müziği Hissedin
Akıllı telefonlarla istediğiniz şarkıyı istediğiniz an dinlemek çok güzel. Peki ya nota öğrenmek ve çalmak desek? Akıllı telefon uygulamaları ile piyano gibi enstrümanları dokunmatik ekran üzerinden çalabilir, müziğin farklı türleriyle tanışıp, müzik bilginizi zenginleştirebilirsiniz.

PSİKON Sağlık ve Psikolojik Danışmanlık 

Günümüzde işimizdeki başarımızı etkileyen en önemli faktörler arasında yaratıcılık da yer alıyor. Becerilerimizin ve çalışkanlığımızın yanı sıra, sıra dışı fikirlerimiz, olayları başka bir perspektiften ele almamız hangi sektörde çalışırsak çalışalım bizi başarıya taşıyor. 

1. Yürüyüşe Çıkın
2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, insanlar yürüyerek düşündüklerinde, oturup düşünürken olduğundan çok daha yaratıcı düşünceler ortaya koyuyor. Düzenli fiziksel aktivitenin kişinin bilişsel işlevlerini iyileştirdiği ve koruduğu ise yapılan diğer çalışmaların sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumdan da anlaşılacağı üzere, yürümek ve düzenli egzersiz yapmak, beynimizin çalışma biçimini güçlendirmek ve çeşitlendirmek için oldukça kolay bir yöntem.

2. Kendinizi Ödüllendirirken Dikkatli Olun
Kendimizi ödüllendirmek, yaratıcılığımızı artırmak için iyi bir yol olarak görülebilir. Ancak yapılan bir çalışmada fazla gerekçelendirme etkisi olarak adlandırılan bir duruma rastlanmıştır. Bu çalışmada çocuklar 3 gruba ayrılmış, ilk gruba resim yapmaları sonucunda ödüllendirilecekleri, ikinci gruba ise resim yaparlarsa onları bir sürpriz beklendiği söylenmiştir. Üçüncü gruba ise herhangi bir ödülden bahsedilmemiştir. Bu çalışmanın sonucunda ilk grubun yaratıcılığı %10 artarken diğer iki grup, %18 – 19 arasında bir artış ortaya koymuştur. İçsel motivasyonumuz yüksekken, dış motivasyonun devreye girmesi, ters bir tepki yaratabilir. Bu nedenle kendimize ödül verirken bu durumu göz önüne almak önemlidir.

3. Psikolojik Bir Uzaklık Yaratın
Çalışmalarımızda yaratıcılık anlamında bir probleme rastladığımızda genellikle bir mola vermemiz önerilir. Ancak araştırmacılar, kişinin yaratıcı problemi ile arasına bir uzaklık koyduğunda, doğru çözümler bulabildiğini ortaya koymuştur. Siz de yaratıcılıkla ilgili sorunlar yaşadığınızda zihninizde bu problemin sizden uzak olduğunu ve bulunduğunuz lokasyonla bağlantısı olmadığını canlandırın.

4. İlham Alın
Çevremizde bulunanlar, etrafımızı sarıp sarmalayan atmosfer yaratıcı süreçlerde pozitif bir rol oynar. Etrafınızı size ilham veren ve motive eden şeylerle doldurun. Ofisinizi, çalışma odanızı size farklı kapılar açan ve ilahıyla çalışmaya, üretmeye teşvik eden görseller, sözler ve eserlerle doldurun.

5. Hayal Kurun
Günümüzde zihnimizi meşgul edecek ve dikkatimizi dağıtacak onlarca faktör yer alıyor. Oyunlar, web siteleri, telefon uygulamaları ve çok daha fazlası, kendi kendimize kalmamızı ve sıkılmamızı etkiliyor. Ancak yapılan bir araştırmaya göre sıkılan kişiler, rahat hisseden ve zihni meşgul kişilerden çok daha yaratıcı çözümler ortaya koymuşlardır. Sıkılmak hayal kurma becerimizi iyileştirir ve hayal kurmak da yaratıcılık seviyemizi artırır.

6. Baştan Başlayın
Yapılan çalışmalarda, yaratıcı kimselerin bir problemle karşılaştıklarında ellerindeki iş ya da projeye en baştan baktıkları gözlenmiştir. Problemle uğraşmak yerine geriye doğru bir adım atarak, işlerini ilk başlangıç noktasından itibaren yeniden ele alırlar. Konsepti anlamaya çalışarak, probleme farklı bir açıdan bakmaya gayret ederler.

7. Duygularınıza Gem Vurmayın
Yaratıcılık söz konusu olduğunda duygularımız bizim için en önemli etken faktörlerden biridir. 2007 yılında yapılan bir çalışmaya göre, sadece pozitif değil, negatif duygularımız ne kadar güçlü olursa, yaratıcılığımız da o kadar artmaktadır. Negatif duygularla karşılaştığımızda kendimizi kötü ruh halimizin ellerine teslim etmemek için duygularımıza gem vurmak yerine, bu güçlü duygudan aldığımız enerjiyi, problemimize ve projemize yansıtmamız, şaşırtıcı sonuçlar almamızı sağlayacaktır.

8. Mavi Rengi Sevin
Renklerin psikoloji üstündeki etkileri uzun zamandır bilinmektedir. Farklı renkler duygularımız, ruh halimiz ve davranışlarımız üstünde farklı etkilere sahiptir. 2009 yılında yapılan bir çalışmaya göre mavi renk, kişilerin daha yaratıcı çalışmalar ortaya koymasına neden olmaktadır. Kişinin sıra dışı düşünmesini sağlamakta ve kişinin yeni deneyimler konusunda cesaretini artırmaktadır.

Renklerin psikoloji üstündeki etkileri uzun zamandır bilinmektedir. Farklı renkler duygularımız, ruh halimiz ve davranışlarımız üstünde farklı etkilere sahiptir. 2009 yılında yapılan bir çalışmaya göre mavi renk, kişilerin daha yaratıcı çalışmalar ortaya koymasına neden olmaktadır. Kişinin sıra dışı düşünmesini sağlamakta ve kişinin yeni deneyimler konusunda cesaretini artırmaktadır.

Yaratıcılık söz konusu olduğunda duygularımız bizim için en önemli etken faktörlerden biridir. 2007 yılında yapılan bir çalışmaya göre, sadece pozitif değil, negatif duygularımız ne kadar güçlü olursa, yaratıcılığımız da o kadar artmaktadır. Negatif duygularla karşılaştığımızda kendimizi kötü ruh halimizin ellerine teslim etmemek için duygularımıza gem vurmak yerine, bu güçlü duygudan aldığımız enerjiyi, problemimize ve projemize yansıtmamız, şaşırtıcı sonuçlar almamızı sağlayacaktır.

Yapılan çalışmalarda, yaratıcı kimselerin bir problemle karşılaştıklarında ellerindeki iş ya da projeye en baştan baktıkları gözlenmiştir. Problemle uğraşmak yerine geriye doğru bir adım atarak, işlerini ilk başlangıç noktasından itibaren yeniden ele alırlar. Konsepti anlamaya çalışarak, probleme farklı bir açıdan bakmaya gayret ederler.

Günümüzde zihnimizi meşgul edecek ve dikkatimizi dağıtacak onlarca faktör yer alıyor. Oyunlar, web siteleri, telefon uygulamaları ve çok daha fazlası, kendi kendimize kalmamızı ve sıkılmamızı etkiliyor. Ancak yapılan bir araştırmaya göre sıkılan kişiler, rahat hisseden ve zihni meşgul kişilerden çok daha yaratıcı çözümler ortaya koymuşlardır. Sıkılmak hayal kurma becerimizi iyileştirir ve hayal kurmak da yaratıcılık seviyemizi artırır.

Birçok lider ve yönetici, çalışanların kendilerini mutlu, güvende hissettikleri bir ortamda çalışmasını ister. Verimli ve etkin çalışmalarını desteklemek için daha az müdahalede bulunmayı tercih eder. Bu nedenle onları eleştirirken daha dikkatli davranmak isteyebilir. Ancak bazı durumlarda çalışanları ciddi olarak eleştirmek gerekebilir.

Bir çalışanın işle ilgili bağlarının zayıflamasının birden çok nedeni olabilir. Eğer onun bu davranışının altındaki nedeni öğrenmek ve motive olmasını sağlamak istiyorsanız; “Son zamanlarda biraz dikkatinin dağınık olduğunu ve motivasyonunun düştüğünü gözlemliyorum. İş yerinde geliştirmek istediğin becerilerin ya da katılmak istediğin bir proje var mı? Uygun bir zamanda bu konuda birebir görüşelim.” diyerek çalışanınızın hem problemini anlayıp hem de onu motive edebilirsiniz.

Çalışanınız gerçekçi hedefler belirlemediği için hayal kırıklığına uğramış olabilir. Eğer çalışanınızın gelecekteki çalışmaları için cesaretinin kırılmasını istemiyorsanız ona gelecekteki hedeflerini daha iyi ve akıllıca tanımlaması için; “Çalışmaların çok iyi. Tüm hedeflerine ulaşamasan da birçok şeyi tamamlamış olman harika. Ancak gelecekte büyük hedeflerinin sayısını azaltıp, küçük hedefleri de göz önüne alırsan ortaya çıkacak sonuçlar seni de beni de daha memnun edecektir.”

Çalışanınız kendini ve yeteneklerini ortaya koyamıyor, gerektiğinde işi başlatma konusunda eksik davranıyorsa, onun kendini güvende hissetmesi ve harekete geçmesi için; “Projelerde seni etkin bir şekilde görev alırken görmüyorum. Senin bir projede liderlik yapmanı görmeyi çok isterim. Projeyi yürütürken nasıl bir yol izlemek istediğini konuşmak istersen ben hep buradayım.” diyerek çalışanınızın güvenini artırabilir, cesaretle işe girişmesini sağlayabilirsiniz.

Her iş yerinde anlaşamayan kişiler olabilir. Çalışanlardan biri diğerine kaba davranıyorsa bu durumu çözmek için; “İş arkadaşın bugünkü davranışınla ilgili sıkıntı yaşadığını belirtti. Ben bir de seninle konuşmak istedim. Büyük ihtimalle aranızda bir yanlış anlaşılma yaşandı ama tam olarak ne olduğunu anlatırsan bir arada daha kolay çalışabiliriz.” diyerek hem açık bir iletişimin yolunu açarsınız hem de çalışanınızın davranışlarının farkında olduğunuzu belirtirsiniz.

Çalışanınız bir hata yaptığında bunu görmezden gelmek istemezsiniz. Ancak ona azap çektirmek yerine hatalarından öğrenmesini sağlamak için; “Hata yüzünden üzüldüğünün farkındayım. Sence bu sonuçtan ne yapsaydık kurtulabilirdik? Bu durumdan nasıl bir ders çıkarabileceğimizi düşünelim ve tekrar oluşmamasını sağlayalım.” cümlesiyle onun hatasından öğrenerek eğitimine katkıda bulunmasını sağlayabilirsiniz.

Problem için bulduğunuz ve uygulamaya koyduğunuz fikir, gerçekten işe yarıyor mu? Bunun için süreç boyunca değerlendirmelerinize devam edin. Eğer düşündüğünüz etki ortaya çıkmıyorsa, bunun nedenlerini ve nerede yanlış yaptığınızı araştırın. Süreci iyileştirmek için hangi adımları atmanız gerektiğini bulun ve uygulayın.

Problem için bulduğunuz çözüm önerisini değerlendirdikten sonra sıra planlamaya gelir. Çözüm önerinizi en iyi hangi şekilde uygulamaya koyacağınızı detaylı bir şekilde planlayın. Uygulama sırasında kimlerin hangi görevleri yapacağını tanımlayın ve uygulamaya başlayın.

Zihnimiz fikir üretirken onları aynı anda değerlendiremeyebilir. Bu nedenle topladığınız tüm çözüm önerilerini değerlendirmeye başlayın. Önceliği çözüm önerisinin yaratacağı etkiye verin. Ardından çözüm önerisinin karmaşık olup olmadığını değerlendirin. Yani bu çözüm önerisi için harcayacağınız zaman ve para, alacağınız etkiye değiyor mu? Bunu değerlendirin.

Sorularınızı sordunuz ve birden çok ana faktör ile karşılaştınız. Bu ana faktörleri ortadan kaldırmak için beyin fırtınası yapın. Sunulabilecek bütün çözümleri listeleyin. Gerekirse doğru isimleri de dahil ederek bir toplantı yapın ve var olan problemin çözülmesi için onların da beyin fırtınasına katılmasını sağlayın. Olabildiğince çok düşünün ve olabildiğince çok fikir üretin.

Problemi belirlemek denince hepimiz bunun kolay olduğunu düşünürüz. Halbuki problemi belirlemek düşündüğümüz kadar kolay değildir. Bir problemin ortaya çıkmasında bazen onlarca neden etkendir. Doğru soruları sormayı, yaşadığını problemin temelinde ne yattığını öğrenmeyi bilmek önem taşır. Usta bir problem çözücü problemin altındaki nedeni bulmak için yüzlerce soru sorar ve görünen problemi değil esas problemi belirler.

Masa başında çalışmanın da kendine özgü bazı zorlukları var. Uzun süre sabit durmanın fiziksel ve psikolojik etkileri hem yaşam standardını, hem de iş kalitesini etkileyebiliyor. Ofiste verimli çalışmak için öncelikle iş kültürünüzü ve yaşam tarzınızı genel olarak gözden geçirmeniz gerekiyor. Ofis ortamında diğer insanlarla düzenli iletişim söz konusu ise örneğin kulaklığınızı takarak kendinizi müzikle soyutlamanız zor olacaktır. Düzenli çalışmak, üzerinizdeki rutin işleri yerine getirmek ve acil işleri yetiştirmek için adapte olmakta zorlanıyor ve genel anlamda konsantrasyon sorunları yaşıyorsanız, ofiste verimli çalışmak için bazı tedbirler almanız gerekiyor. Daha işe yeni başlamışken kendinizi yorgun hissediyor, fincanlar dolusu kahve içmek de sizi kendinize getirmeye yaramıyorsa doktora görünmeden önce yapmanız gerekenleri bir gözden geçirmenizde fayda var.

İş yaparken en dikkat dağıtıcı faktörler arasında gürültü herkes için başı çeker. Bulunduğunuz ortamda başkaları da çalışıyorsa veya gürültülü bir caddeye bakıyorsanız, konsantrasyonunuz açısından tedbir almak şart demektir. Özellikle açık ofis düzeni olan ortamlarda diğer insanların gürültüsünden kendini soyutlamak için kulaklık takarak müzik sesiyle kendini soyutlamak yaygın bir yöntem. Fakat ne yazık ki bunun da yorucu ve dikkat dağıtan etkileri var. Kulaklıktan başka çareniz yoksa, uzun süreli kullanımlarda fiziksel rahatsızlık vermeyen ve terletmeyen bir kulaklık satın almalısınız. Hatta gürültü engelleyici (noise-cancelling) özellikli kulaklıkları tercih edebilirsiniz. Bu kulaklıkları kullanırken, müzik açmadan da gürültüden belli seviye bir kaçınma elde edebilirsiniz

Masaüstü bilgisayarda mecburiyet olan ayrı klavye ve fare kullanımı, dizüstü bilgisayar kullanlar arasında da giderek yaygınlaşıyor. Rahat kullanım açısından oldukça makul bir çözüm. Uzun kullanımlarda dizüstülerin klavye ve fareleri özellikle bileklerde pek çok rahatsızlığa sebep olabiliyor. Dizüstünüzü yükseltici ile görüş hizanıza getirdiğinizde harici klavye ve fare zaten zorunlu hale geliyor. Bunu yaparken tercihinizi ergonomik modellerden yana kullanın. Klavyenin ön kısmında bileğinizi koyabileceğiniz bir boş alan bırakılmış olması önemli. Kullanım sırasında elleriniz doğal pozisyonunu korumalı. Mümkün olduğunca kullandığınız yazılımların ve işletim sisteminin klavye kısayollarını öğrenin ki fareye daha az işiniz düşsün. Sık sık fare klavye arasında elinizin dolaşması sizi ekstra yoracaktır. Arada parmak ve bileğiniz için de egzersizi ihmal etmeyin.

Düzensizlik motivasyonu daima olumsuz etkiler. Bu yüzden masanızın üzerinin ve bilgisayarınızın masaüstü düzeninin karışık olmamasına özen gösterin. Çalışmanızı bölmemesi için ekranınızda çok sayıda pencerenin açık olmaması da önemli. Özellikle bildirimlerle dikkatinizi dağıtacak sosyal medya hesaplarınız göz önünden uzak olsun. Tek bir paylaşıma bakayım dediğinizde kendinizi onlarca dakika sosyal medyada dolanır halde bulabilirsiniz. Bu ayarları hem bilgisayar, hem de telefon için geçerli hale getirin.

İnsanlarla iletişim kurarak çalışmak ve molaları bu şekilde değerlendirmek de bir başka motivasyon artırıcı teknik. Ruh halinizi olumlu yönde değiştirecek şekilde insanlarla iletişim kurmayı deneyin. Fakat bunu yaparken teknoloji kullanmak yerine yüz yüze konuşmayı deneyin. Günde birkaç defa oturduğunuz yerden kalkıp birkaç dakika dolaşmak, ofis arkadaşlarınızla laflamak, bir fincan kahve hazırlamak kesinlikle zihninizi canlandıracaktır. Zaten çalışırken fazlasıyla teknolojiyle içli dışlı olduğunuz için, kendinizi açmak ve iletişim kurmak için teknolojiyi bir kenara itip canlı ve dokunabildiğiniz yöntemleri tercih edin.

Verimli çalışmak ve konsantrasyon için tüm tavsiyeleri belli periyotlarda kontrol etmek ve tekrarlamak önem taşıyor. Bunlar arasında mola vermek, sağlığınız ve uzun süre verimli çalışmanız açısından değerli bir başlık. Kısa molalar iş veriminizi artıracaktır. Zaman yöntemi için farklı teknikler kullanabilirsiniz. Pomodoro Tekniği bunlardan biri. 25 dakikalık küçük çalışma dilimleri ve küçük 5 dakikalık molaları olan bu tekniği kullanmak için yardımcı yazılım ve telefon uygulamaları bulunuyor. Bu 5 dakikalık aralıklarda sosyal medyaya veya Whatsapp gibi sohbet uygulamalarına girmek yerine basit egzersizlerle kan dolaşımınızı hızlandırmak, nefes egzersizi yapmak, su içmek, dolaşmak ve pencereden temiz hava almak çok daha faydalı olacaktır. 4 periyotluk dilimlerden sonra daha uzun bir mola verebilirsiniz. Bu uzun molada da yanınıza telefon almadan dışarı çıkıp bir tur atabilirsiniz.

Pek çok araştırmaya göre çalışan insanların enerjisinin en düşük evresi, saat 14:00 civarı oluyor. Elbette çalışma sisteminize göre saat de değişiyor olabilir. Mesainizin ortalarında en düşük seviyeye gerileyen enerjinizi artırmak ve vücudunuzu canlandırmak için koltuğunuzda otururken bazı egzersizler yapabilirsiniz. Çalışma sırasında, belli aralıklarla koltukta olabildiğince dik oturup kaburgalarınızı kaldırmanız ve boynunuzun düz olduğundan emin olmanız için çenenizi hafifçe aşağı eğmeniz de uzmanlar tarafından öneriliyor.

Kendinize, zamanınıza ve emeğinize hak ettiği değeri gösterebilirsiniz.

  • E postalarınızı öğlen saatlerine dek kontrol etmeyin. Böylece günün ilk saatlerindeki yüksek enerjinizi sadece projenize ayırabilirsiniz.
  • Şartların olgunlaşmasını beklemekten vazgeçin. Beklemek korkularınızı beslerken harekete geçmek enerjinizi ve girişimciliğinizi pozitif yönde etkiler.
  • Büyük hedeflerin enerjinizi yükselteceğini unutmayın. Kendinize büyük hedefler koyun ve her sabah 5 dakikalığına bu hedefleri düşünün.
  • Karmaşa tüm enerjinizi yok eder. Bu nedenle masanızı ve ofisinizi karmaşadan kurtarın. Sadeleşin ve odaklanın.
  • TV’den kurtulun. İster satın, ister bir yere kaldırın ama projenize ve başarınıza vereceğiniz enerjiyi TV’ye harcamayın.
  • Hayatınızdaki tüm enerjiyi çekip alan kişilerden, ortamlardan ve olaylardan uzaklaşın.
  • Toplantılardan olabildiğince kaçının. Toplantılar çok gerekmedikçe var olan enerjinizi ve zamanınızı tüketir. Erken kalkın. Bu alışkanlıkla birlikte günlük rutin oluşturarak bu rutine uymayı öğrenin.
  • Her şeye evet demekten vazgeçin. Hayır demeyi öğrenin, gerektiğinde işleri başkalarına devrederek kendiniz için gerekli zamanı yaratın.
  • Bir anda birkaç iş birden yapmayın. Aynı anda birkaç işi yapmanın kişilerin zeka seviyesini düşürdüğünü hatırlayın ve tek seferde tek bir işe odaklanın.
  • Çalışırken 90 dakikalık bloklar halinde çalışın. Her seferinde 10 dakika mola alarak kendinizi dinlendirin ve enerjinizi geri kazanın.
  • Yapılacaklar listesi kadar yapılmayacaklar listesine de ihtiyaç duyuyorsunuz. Sizi ve verimliliğinizi baltalayan şeyleri alt alta yazın ve bunları yapmayın.
  • Spor yapın. Hafif ya da ağır, dışarıda ya da içeride, sizin için hangisi uygunsa o şekilde bir egzersiz planına sadık kalın. Fiziksel sağlığınızın ruhsal ve zihinsel sağlığınızla bağlantılı olduğunu unutmayın.
  • Bol su için. Böylece enerjinizin yükseleceğini bilin.
  • Zamanınızı boşa harcadığınız şeyleri analiz edin. Trafikte geçirdiğiniz zamanları, dinlenebilir dersler ile doldurun. Market ya da sinema gibi aktiviteler için haftanın en sakin zamanlarını kollayın. Zamanınızı iyi yönetin.

İş dünyası bizden sürekli üretken, çalışkan ve motive olmamızı bekler. Başarı için bu özelliklere sahip olmamız ve maksimum seviyede bu özelliklerimizi sergilememiz gerekir. Ancak sürekli motive olmak ve üretken ve çalışkan bir şekilde çalışarak potansiyelimizi tam olarak yansıtmamız mümkün değildir. Hem özel hayatımızdaki gelişmeler hem de iş yerindeki bazı problemler bizim motivasyonumuzu kaybetmemize neden olabilir.

Çok meşgulüm cümlesi bugünlerde birçok profesyonelden duymaya alıştığımız bir cümle. Kişiler sürekli meşgul olduklarında ve yapılacaklar listeleri asla sonlanmadığında kendilerini daha başarılı ve üretken görüyorlar. Ancak işin aslı bu sürekli meşguliyet hali sizi fazlasıyla tüketiyor ve motivasyonunuz kayboluyor. Övünerek bahsedilen yapılacaklar listeleri uzadıkça uzuyor, masadaki işler biriktikçe birikiyor. Bu durumdan kurtulmak için yapılacak ilk şey, işleri öncelik sırasına göre sınıflandırmak ve acil olmayan işlerden kurtulmaktır. Başkalarının yapması gereken işleri yapmayı kabulleniyorsanız bundan vazgeçmek de atılması gereken bir diğer adımdır. Zorunda olmaktan vazgeçin ve tercih ediyorum demeye başlayın. Gereksiz iş yükü ile karşılaştığınızda hayır demeyi bilin.

Bir işi tamamlarken irade elbette çok önemlidir. Ancak büyük projeler ve hedefler söz konusuysa sadece iradenize ve isteğinize güvenmek sizi yolda bırakacaktır. İradenizin ve isteğinizin yeterli olacağını düşünmek sizi planlama yapmadan yola koyulmaya iter. Planlaması yapılmamış işler de maalesef birçok problemle karşılaşır ve motivasyonunuzun düşmesine neden olur. Bu durumlarda mutlaka küçük ve üretken alışkanlıklar kazanmaya çalışın. İstemenin başarmak için yeterli olmadığını, alışkanlıklarınızın sizi başarıya taşıyacağını bilin. Örneğin büyük bir raporlama yapacaksanız ya da bir yazı hazırlayacaksanız ilk önce ilk cümleyi yazın. Bu sizin için küçük adımlarla büyük projeleri bitirmek için bir yol açacaktır. Küçük adımlar sizi hedefinize ulaştıracaktır.

İş yeri sadece işle haşır neşir olduğumuz bir yer değildir. İnsanların büyük bir kısmı iş yerlerine karşı duygusal olarak herhangi bir bağ hissetmemektedir. Bu da bu kişilerin aidiyetlerini, motivasyonlarını ve performanslarını olumsuz yönde etkilemektedir. Öncelikle iş yerinde en az evinizde ve özel hayatınızda olduğu kadar vakit geçirdiğinizi unutmayın. Sosyal ihtiyaçlarınızın iş yerinde de devam ettiğinin farkına varın. İş yerinde sosyal bağlar kurmak için toplantılara 5 dakika önce gidip biraz havadan sudan sohbet edin, iş arkadaşlarınızla daha yakın ilişkiler kurmak için sohbetlerde, etkinliklerde ve toplantılarda daha girişken olun.

Problem için bulduğunuz ve uygulamaya koyduğunuz fikir, gerçekten işe yarıyor mu? Bunun için süreç boyunca değerlendirmelerinize devam edin. Eğer düşündüğünüz etki ortaya çıkmıyorsa, bunun nedenlerini ve nerede yanlış yaptığınızı araştırın. Süreci iyileştirmek için hangi adımları atmanız gerektiğini bulun ve uygulayın.

Problem için bulduğunuz çözüm önerisini değerlendirdikten sonra sıra planlamaya gelir. Çözüm önerinizi en iyi hangi şekilde uygulamaya koyacağınızı detaylı bir şekilde planlayın. Uygulama sırasında kimlerin hangi görevleri yapacağını tanımlayın ve uygulamaya başlayın.

Zihnimiz fikir üretirken onları aynı anda değerlendiremeyebilir. Bu nedenle topladığınız tüm çözüm önerilerini değerlendirmeye başlayın. Önceliği çözüm önerisinin yaratacağı etkiye verin. Ardından çözüm önerisinin karmaşık olup olmadığını değerlendirin. Yani bu çözüm önerisi için harcayacağınız zaman ve para, alacağınız etkiye değiyor mu? Bunu değerlendirin.

Sorularınızı sordunuz ve birden çok ana faktör ile karşılaştınız. Bu ana faktörleri ortadan kaldırmak için beyin fırtınası yapın. Sunulabilecek bütün çözümleri listeleyin. Gerekirse doğru isimleri de dahil ederek bir toplantı yapın ve var olan problemin çözülmesi için onların da beyin fırtınasına katılmasını sağlayın. Olabildiğince çok düşünün ve olabildiğince çok fikir üretin.

Problemi belirlemek denince hepimiz bunun kolay olduğunu düşünürüz. Halbuki problemi belirlemek düşündüğümüz kadar kolay değildir. Bir problemin ortaya çıkmasında bazen onlarca neden etkendir. Doğru soruları sormayı, yaşadığını problemin temelinde ne yattığını öğrenmeyi bilmek önem taşır. Usta bir problem çözücü problemin altındaki nedeni bulmak için yüzlerce soru sorar ve görünen problemi değil esas problemi belirler.

Kariyer planınızı değiştirmek büyük bir tecrübe ve yetenek birikimini ardınızda bırakmak demektir. Ancak bu sıfırdan başlamanız gerektiği anlamına gelmez. Kendinizdeki yetenekleri ve tecrübeleri sıralayın. Yeni başlayacağınız kariyer yolunda bu tecrübe ve becerilerin size nasıl yardımcı olacağı üzerine düşünün ve gerçekçi bir yaklaşımla bu değerleri yeni kariyerinize yönlendirin. Bu size hem avantaj sağlayacak hem de kendinizi güçlü hissetmenize yardımcı olacaktır.

Üniversiteye hazırlık, lisans ve hatta yüksek lisans yılları, işe alınma heyecanları, geceler boyu çalışma ve daha sayılamayacak fedakarlık göstererek geldiğiniz noktada mesleğinizi bırakmak ve kendinize yeni bir kariyer yolu çizmek oldukça zorlayıcı olabilir. Ancak mesleğinizi kesinlikle bırakmak konusunda kararlıysanız kendinizi cesaretlendirin. Kariyer yolunu değiştirmiş ve başarılı olmuş kişilerden ilham alın.

Her şeyden önce yanlış meslek seçtiğinize nasıl karar verdiğinizi sorgulayın! Sizi mutsuz eden, her gün mesainin bitmesini iple çektiren şey gerçekten mesleğiniz mi yoksa içinde bulunduğunuz çalışma ortamı mı? Belki mesleğiniz sizi cezbediyor ama iş arkadaşlarınız, patron ve yöneticileriniz mesleğinizi yapmayı istememenize neden oluyor olabilir. Bu konuda kendinizi sorgulayın ve net cevaplar alana dek yeni bir kariyer planı yapmamaya çalışın. Farklı çalışma ortamları ya da iş fırsatlarını araştırarak yıllarınızı verdiğiniz mesleğinize devam edip mutlu olmanızın mümkün olduğunu unutmayın.

Psikologların bir kısmı, karakterin 5 temel boyutu olduğuna inanır. Bu 5 kişilik boyutu; dışadönüklük, uysallık, açıklık, dürüstlük ve nevrotiklik olarak sıralanır. Büyük ya da küçük fark etmez, şirket ve kurumlarda çalışanları yakında tanımak ve hem zayıf hem de güçlü olduğu yönleri bilmek yöneticilerin işlerini kolaylaştırır.

Açıklık özelliğine sahip kişiler dünya ve diğer kişiler hakkında bitmek tükenmez bir meraka sahiptir. Yeni şeyler öğrenmekten ve yeni şeyler denemekten zevk alırlar. Bu kişiler daha maceracı ve yaratıcıdır. Yeni şeylere açıktırlar, zorlu mücadeleleri severler.

Dürüstlük özelliğine sahip kişiler düşünceli davranışlara sahiptirler. Kendilerini kontrol edebilir, hedefe yönelik çalışırlar. Planlama ve organize olma konularında iyidirler. Hazırlanma süreçleri için zaman harcarlar. Önemli işleri hemen tamamlarlar, detaylara önem gösterir ve program yapmaktan keyif alırlar.

Dışadönüklük özelliğine sahip kişiler, sosyal, konuşkan ve girişken olurlar. Dikkat odağı olmaktan hoşlanır, sohbetleri başlatır, yeni kişilerle tanışmaktan keyif alır, arkadaş ve tanıdıklardan oluşan geniş bir çevreye sahip olurlar. İnsanların çevresindeyken enerji dolu olurlar ve bazen de düşünmeden konuşabilirler.

Uysallık özelliğine sahip kişiler, güven, kibarlık, şefkat gibi özellikler taşırlar. Diğer kişiler hakkında iyi birer gözlemcidirler. Başkalarını önemserler, başkaları için empati göstermekte güçlüdürler, kişilerin mutluluğuna katkı vermeyi sever, ihtiyacı olanlara yardımcı olmaktan zevk alırlar.

Nevrotik özelliklere sahip kişiler, kötü ruhsal durum, üzüntü, duygusal dengesizlikle öne çıkarlar. Bu kişiler sürekli stres yaşar, farklı konular üzerinde endişeler taşır, çabuk üzülür, ruh hali değişiklikleri yaşar, kaygılı hisseder ve stresli olaylar sonrası toparlanmakta güçlük çekerler.

Toplum olarak dışa dönük olmayı daha iyi bir özellik olarak değerlendirme eğilimimiz var. Ama bu doğru bir yaklaşım değil. Farklılıklar illa üstün olan bir tarafı beraberinde getirmez. İçe dönük biriyle birlikteyseniz onu yargılayıp değiştirmeye çalışmak yerine onun size artılar katmasına izin verebilirsiniz. O size daha çok kendinize dönmeyi ve sakin olmayı öğretebilir ve siz de ona daha maceracı olmayı ve yeni şeyler denemeyi öğretebilirsiniz. Böylece ilişkinizde güzel bir denge yakalarsınız. İçine kapanık insanlar bazen yalnız kalmaya ihtiyaç duyabilirler. İnsan içinde olmak onları yorabilir ve onlara fazla gelebilir. Bu nedenle yalnız kalıp deşarj olmak isteyebilirler. Bu sizi sevmedikleri veya değer vermedikleri için değildir, o yüzden eğer yalnız kalmak isterlerse konuyu kişisel algılamayın ve onlara ihtiyaç duydukları zamanı verin.

İçe dönük insanlar sessizliği sever. Bu nedenle eğer eşiniz sessizse bunu kızgınlık, mutsuzluk veya hevessizlik olarak düşünmeyin. İçe dönük insanlar kendilerinden dışa dönük insanlar kadar kolay bahsedemezler. Ve durup dururken konuyu kendileri açıp bir şeyler anlatmaktan çekinebilirler. Ama soru sorulduğunda daha rahat cevap verirler. Bu nedenle onlara kendileri hakkında soru sormaya özen gösterin. İçe dönük insanların da dışa dönük insanların da güçlü olduğu noktalar vardır. Mesela içe dönük sevgiliniz tek başınayken kendini yalnız ve mutsuz hissetmiyorsa bu bir artıdır ve bu özelliğini övebilirsiniz.

Dışa dönük bir kişi, davranış biçimleri ve karakteristik ilgileri olarak dışa, başkalarına ve fiziksel ortama yönelen bir kişidir. Aynı zamanda girişkendir, faaldir ve aklına eseni yapar. İçe dönük kişi ise, kendi düşünce ve duygularına yöneliktir, ilgileri pratik olmaktan ziyade teoriktir. Jung’a göre bunlar belli iki kişilik tipidir yani bir insan ya dışa dönük olur ya da içe dönük olur; ancak geniş gruplara uygulanan psikolojik testlerde, sürekli bir dışa dönüklük veya içe dönüklük boyutu ortaya çıkmamakta olup, çoğu kişi bu iki tipin ortasında bir yer almaktadır.

İçedönük Duygusal Tip: Müzisyenler. Bu tipe de kadınlar arasında sık rastlanır. Bu tip insanlar duygularını dış dünyadan saklayan, sessiz, ilgisiz, ilişki kurulması güç ve anlaşılması zor insanlardır. Genellikle melankolik bir havaları olmalarına karşılık, aynı zamanda, kendine yeten ve iç huzuru olan kişilerdir. Gerçekte derin ve yoğun duygularla dolu olduklarından, arada bir ortaya çıkan duygusal patlamaları çevrelerindeki insanlarda şaşkınlık yaratır. İçedönük Duyusal Tip: Doktorlar. (Jung böyle demiş, ben pek katılmıyorum bu mesleki ayrıma.) Kendi duyularına yönelik ve dış dünyadan uzak yaşamaya çalışırlar. Kendi iç dünyalarını dış dünyadan daha ilginç bulurlar. İçedönük Sezgili Tip: Şairler, gizemliler. Bilmece gibi insanlardır. Kendine göre değeri anlaşılmamış bir dahidir. Etrafındaki insanlar tarafından çözülmesi güç bir bilmece gibi algılanırlar. Bu tipe genellikle artistler arasında rastlanır.

Hem içe kapanık hem de dışa dönük insanlar üzerinde yapılan araştırmada, bir milyondan fazla kişiyle konuşulmuş. Bulundukları an içerisinde iki özelliğin tam olarak hangisinde olduklarını fark edebilenlerin başarı oranı yüksek çıkmış. Şimdi biraz kendinize bakın ve düşünün. Ne zaman içinize kapanıyor, ne zaman dışa dönüyorsunuz? Kendinizi tanıdıktan sonra başarı arkanızdan size yetişecektir.

Sosyal hayatımızı çoğunlukla mutluluk hormonu dediğimiz dopamin yönetir. Bilinçli düşünce ya da dil öğrenme gibi daha yüksek zeka gerektiren işlemlerden sorumlu beyin bölümü olan neokortekste farklı seviyelerde dopamin biriktiririz. Yüksek seviyede uyarım yaşayan kişiler, içe kapanık kişiler olur. Dışarıdan gelen ekstra uyarıma ihtiyaç duymazlar. Dışa dönüklerin seviyesi de düşüktür. bu sebeple dolay sıkılırlar ve mutlu olmak için dış uyarımlara ihtiyaç duyarlar. Hem içe kapanık hem dışa dönük insanlarda ise bu dopamin seviyelerinde dalgalanmalar gerçekleşir.

Ambivert insanların, içe kapanık ve dışa dönük insanlara karşı avantajları da var. Bu insanlar herhangi bir tarafta olmadığı için, içerisinde bulundukları duruma çok daha hızlı adapte olabiliyor. İnsan ilişkilerinde daha kolay bağ yakalayabiliyor ve bunu geniş yelpazede tutabiliyorlar. Grant’in araştırmaları, dışa dönük insanların daha başarılı satış uzmanları olduğu tezini de çürütüyor. Çalışmalarına göre ambivert insanların sosyal ilişkileri, diğer iki insan türünden çok daha güçlü. Sosyal esneklikleri, diğer kişilere göre %50 oranında daha verimli iş çıkarmalarını sağlıyor.

Kişilik, dünyaya yaklaşımımızı gösteren tercih ve eğilimlerdir. Karakter özellikler, erken yaşlarda oluşur, olgunluk çağında ise oturur. Sizinle ilgili birçok şey zamanla değişir, ancak kişiliğiniz bunlardan biri değildir. İçe kapalılık ve dışa dönüklük arasındaki süreç, en önemli karakter özelliklerimizden birini barındırır. Genelde kendimizi tanımlarken, ak ya da karayı seçmemiz gerektiğini düşündüğümüz için kafamız karışır. Bilim insanı Adam Grant, yaptığı araştırmada şaşırtıcı sonuçlar elde etti. Araştırma yaptığı insanların üçte ikisi, kendisini bu iki tanımdan birine tamamen ait olarak göremedi ve ambivert insan ortaya çıktı. Çoğumuzun dahil olduğu bu karakter türünün ne zaman neyi tercih edeceği de belli olmuyor. Çünkü her iki karakterin ortasında duruyor. Bunu bir okun ortasında durmak gibi düşünün. Her an sağa ya da sola gidebilirsiniz.

Dışadönük Duygusal Tip: Talk show’cular. Bu tipe kadınlar arasında daha sık rastlanır. Duygular düşüncelere egemendir. Kaprisli olma eğilimindedirler. Ortaya çıkabilecek küçük bir değişiklik duygularının değişmesine neden olur. Duygusal tepkileri çok değişkendir. Sürekli kendilerinden söz eden ve gösterişi seven insanlardır. Sevgileri kolayca nefrete dönüşebilir. İnsanlara kolay bağlanabilirler ve kolayca bu bağı yok edebilirler. Modayı severler. Dışadönük Düşünen Tip: Bilim adamı ve iktisatçılar. Bu tipte bir insanın yaşamına nesnel düşünceler egemendir. Enerjisini öğrenmeye ve nesnel dünya hakkında bilgi toplamaya yönelten bilim adamı bu tipe örnek verilebilir. Bu tip insan diğer insanlara soğuk ve kendini beğenmiş bir izlenim verebilir. Dışadönük Duyusal Tip: İnşaatçılar, mühendisler. Daha çok erkeklerde rastlanır. Gerçekçi pratik ve aklına koyduğunu yapan kişilerdir. Dış dünya gerçekleri ile ilgilenir ancak bunların ne anlama geldiği üzerinde fazla düşünmezler. Zevk ve heyecan veren şeyleri severler ancak duyguları yüzeyseldir. Dış dünyadan gelen uyaranlara dönük yaşarlar. Dışadönük Sezgili Tip: Halkla ilişkiler uzmanları ve maceraperestler. Genellikle kadınlarda rastlanır. Değişken bir karaktere sahiptirler. Yeniliğe bayılırlar ancak her türlü yenilikten de çabucak sıkılırlar. Davranışlarına sezgi yön verir. Aynı işte uzun süre çalışamazlar.

Davranışlarımız duygularımızın ürünüdür. Alışkanlıklarımız da her zaman düşünmeden yaptıklarımızdır. Zamanla da bu yaptıklarımız bizim vazgeçilmezimiz olur. Gerçekler açık beyan ortada olsa da, doğruların karşısında olabiliriz. Duygu yüklenen bedenimizle, sağlam bir düşünce yapısına sahip olamadığımızdan dolayı doğru karar da veremeyiz. Artık algılarımız duygularımızın esiri olmuştur. Halbuki bizler hayata algılarımız ile bakarız.

Algılarımızda ne varsa seçiciliğimiz de o şekilde olmaktadır. Bazen başımızda olan gözlüğü ararız. Bazen gözümüzün önündeki kalemi görmeyiz. Bazen kalabalıkların içinde kendimizi yapayalnız hissederiz. Bazen her yaşananlara karşı “olur böyle şeyler„ derken, bazen de küçücük söylemler bize acı verir, “ dost acı söyler „ cinsinden söylenen eleştirileri büyütür, sevdiklerimizle bağımızı kesiveririz. Her esen yelden nem kapıp, her bakışın altında bir ima ararız. Her sözün altında bir dokunma hissederiz. Moralimiz iyi ise değerlendirir, değilse binbir anlam yükleriz. Birden herşeyi silebilir, yapılan onca güzelliklere kör kalabiliriz. Bu şekilde olmamız her aklı başında olanın “sağlıksız„ diye niteleyebileceği bir olgudur. Halbuki sağlıklı düşünmemiz duygularımızı dengeleyecek, doğru anlaşılmasına sebep olacaktır. Duygularımız ise bizi hem beden hem de ruh sağlığımıza kavuşturacaktır. Bu şekilde hayatımızın da anlamı yeniden oluşacaktır.

O zaman duygularımızı her daim kontrol altında tutmalıyız. Zira iç ve dış dünyamızı duygularımızla anlamlandırırız. Hayatımızı anlamlı kılan duygularımızı dengeli şekilde yönetebilmemizdir. Acıkma duygumuz aktif olduğunda ölçülü yemezsek kilo alır, sağlığımızı da tehlikeye sokabiliriz. Duygularımızı da ölçülü kullanmazsak, iç çöküntüye sebep olabiliriz. Bağışıklık sistemimiz zayıflar ve depresyona girebiliriz. Bedenimizi bize verilen ilaçları kullanmaya, beynimizi de uyutmaya mahkum ederiz. Bizler bedenimize her zaman olmasa da spor yaparak bakım yaparız. Lakin duygularımıza bakım yapmayı genellikle ihmal ederiz. Duygularımızın ihmali, bedenlerimizin duygularımızın kölesi olması anlamına gelir.

Sevgilemiz de nefretlerimiz de duygular ile oluşur. Sevdikten sonra artık gözümüz görmez, kulağımız duymaz, aklımız doğruları anlasa da kabul etmez. Güzeli çirkin, beyazı kara, gündüzü gece, sevgiyi nefret gibi görebilir, kendi kendimize de zulmedebiliriz. Doğruluğun, güzelliğin, sevginin, vermenin, yardımlaşmanın, fedakarlığın, muhabbetin, merhametin bizlere neler kattığını çok iyi biliriz. Lakin bu bilgiler hayatımıza anlam katmayabilir. Zira sadece bu bilgiler insanı iyi insan yapmaya yeterli değildir. Duygu eğitimi iyi insan olmamızın garantisidir. Duygusal öz bilinç kazanmalı, duygularımızı tanımlayabilmeliyiz. Duygularımızın nedenlerini bilmeliyiz. Duygular ve davranışlar arasındaki farkı kavrayabilmeliyiz. Yani öncelikle bataklığı kurutmalıyız. Duygu yönetimi bilgisini edinmeliyiz. Çaresizlik duygumuza katlanıp, öfkemizi kontrol edebilmeliyiz. Sözlü aşağılamadan, kavgadan uzak durmalıyız. Bağırmadan öfkemizi uygun biçimde ifade edebilmeliyiz. Zira bağırmak acizliğimizin göstergesidir. Bizleri içinde yaşadığımız kültürler ve bizim en yumuşak karnımız olan dini bilgilerimiz yetiştirdi. Hayatımıza bu bilgiler ile baktık ve devam ediyoruz. Algılarımız ve alışkanlıklarımız bu bilgiler üzerine oluştu. Bu algılar üzerine kurduğumuz yaşamımızı ve şartlarımızı her ne kadar değiştirmiş olsak da, bu hal üzere devam ettirmekteyiz. Dengeli olmalıyız. Halimizin değişimi ve bakışımızda dengenin oluşumu ancak duygularımızı ve algılarımızı eğitmekle mümkündür. Zira insan algısına tabidir.

Asiye Türkan

Tartışmacı kişilik tipi şeytanın nihai avukatlarıdır, birbirini parçalayan argümanlar ve inançlar üzerinden gelişirler ve dizginlerini herkes görsün diye salarlar. Daha kararlı kişiliklerin aksine, Tartışmacılar bunu derin bir amaca veya stratejik hedefe ulaşmak için değil, sadece eğlence olsun diye yaparlar. Zihinsel bir tartışma sürecini Tartışmacılar dışında kimse daha çok sevemez, çünkü bu onlara çaba gerektirmeyen hızlı ince zekalarını tatbik etme, birikmiş bilgi darağacını genişletme ve fikirlerini ispatlamak için kıyaslanamaz fikirlere bağlanma kapasitesi fırsatı verir. Tartışmacılar ile ilgili peşi sıra gelen garip bir durum mevcuttur; onlar taviz vermez bir şekilde dürüsttürler, ama gerçekten inanmadıkları bir şey için yorulmaksızın tartışırlar, bir doğruyu başka bir bakış açısından savunmak için başkasının kimliğine bürünürler. Şeytanın avukatını oynamak Tartışmacı kişilik tipi gösteren insanlara sadece başkalarının mantığa büründürme şekillerini anlamak konusunda daha iyi bir his kazandırmaz, aynı zamanda muhalif düşünceleri daha iyi anlama imkanı da verir; çünkü Tartışmacılar bu düşünceleri tartışan kişilerdir.

Bu taktik, Diplomat Rol grubuna ait kişilik tiplerinin aradığı türden bir karşılıklı anlayış ile karıştırılmamalıdır; Tartışmacılar bilgi için sürekli bir arayış halindedirler ve bir fikri kazanmak için ona her yön ile cepheden saldırmak ve savunmaktan daha iyi bir yol var mıdır? Mazlum olmaktan kesin bir tatmin alan Tartışmacılar, hali hazırdaki düşünce sisteminin sorgulanmasında bulunan zihinsel tatbikten keyif alırlar, bunu var olan sistemleri yeniden tasarlamak ya da bazı şeyleri sarsmak ve onları akıl dolu yeni yönlere zorlamak için vazgeçilmez kılarlar. Ancak, önerilerini gerçekten de hayata geçirmenin günlük mekaniğini yönetirken sefil olurlar. Tartışmacı kişilikler beyin fırtınasına bayılırlar ve büyük düşünürler, ancak “angarya işleri” yaparken yakalanmayı ne pahasına olursa olsun pas geçerler. Tartışmacılar nüfusun sadece yaklaşık yüzde üçünü oluştururlar; kaldı ki bunda bir mahzur yoktur, çünkü bu, onları orijinal fikirler yaratmaya, daha sonra da söz konusu fikirleri uygulama ve muhafaza etme lojistiğini daha fazla sayıda olan daha müşkülpesent kişiliklere bırakmak için geri adım atmaya iter.

Tartışmacıların tartışma kapasitesi can sıkıcı olabilir; ihtiyaç olduğunda genelde müteşekkir olunan bu kapasite, onlar misal başkalarının ayağına bastığında, patronlarını bir toplantı sırasında açıkça sorguladıklarında veya onlar için önemli olan eşlerinin söylediği her şeyi insafsızca çürüttüklerinde tamamen acı dolu olabilir. Bu, Tartışmacıların iflah olmaz dürüstlükleriyle daha karmaşık bir duruma dönüşebilir, çünkü bu tip, kibar laflar kullanmaz ve diğerleri tarafından duyarsız veya merhametli görünmeyi çok fazla önemsemez. Tartışmacı kişilik tipiyle aynı kafada olanlar onlarla yeteri kadar iyi anlaşırlar, ancak daha hassas tipler ve toplumun geneli onlarla genelde tartışmaktan kaçınır, rahatsız edici doğrular ile güç gerçekler yerine duyguları, rahatlığı ve hatta beyaz yalanları tercih ederler. Bu, Tartışmacıları hayal kırıklığına uğratır ve geçimsiz eğlencelerinin genelde ve geri dönülmez bir şekilde birçok köprüyü yaktığını görürler, çünkü kendi inançları sorgulandığı ve kendi duyguları bir kenara itildiği için başkalarının eşiklerini aşarlar. Diğerlerine kendilerine davranıldığı gibi davranan Tartışmacıların pohpohlanmaya hiç tahammülleri yoktur ve diğer insanların, özellikle iyilik istedikleri zaman, lafı eveleyip gevelemelerinden hoşlanmazlar. Tartışmacı kişilikler, kendilerini düşünceleri, özgüvenleri, bilgileri ve keskin espri yetenekleri için saygı görür bir pozisyonda bulurlar, ama çoğunlukla bu nitelikleri daha derin arkadaşlık ilişkileri ve romantik ilişkiler kurmak konusunda kullanırken zorlanırlar.

Tartışmacılar, doğal yeteneklerini dizginleme konusunda diğerlerine göre daha çok çaba göstermek zorundadır; entelektüel bağımsızlıkları ve serbest biçimli vizyonları, sorumluluk aldıklarında ya da en azından sorumlu olan bir kişiye talimat verirken olağanüstü düzeyde değerlidir, ancak bu noktaya gelmek bir düzeyde takip gerektirir ki Tartışmacı kişilik tipi bunda zorluk çeker. Tartışmacılar söz konusu bir pozisyonu güvence altın aldıktan sonra, düşüncelerinin meyve verebilmesi için başka kişilerin parçaları bir araya getirmesine muhtaç olduklarını daima hatırlamak durumundadırlar; birçok Tartışmacı, fikir birliği sağlamaktan ziyade argümanları “kazanmaya” daha fazla zaman harcarsa, başarılı olmak için ihtiyaç duydukları desteğe sahip olmayacağını görecektir. Bu kişilik tipine sahip insanlar şeytanın avukatını çok iyi oynar, en karışık ve aynı zamanda ödüllendirici entelektüel zorluğun, daha duygusal bakış açılarını anlamak ve mantık ile ilerlemenin yanında, izan ve taviz vermeyi müzakere etmek olduğunu görebilirler.

Bitmeyen gündüz hülyalarında geziniyormuş gibi gözükseler de, Mantıkçıların düşünce süreci asla sönmez ve uyandıkları andan itibaren düşünceler kafalarının içinde dolanmaya başlar. Bu sürekli düşünme hali onların dalgın ve mesafeli görünmesi üzerinde etkili olabilir, çünkü onlar genelde kafalarının içinde tam teşekküllü tartışmalar yaparlar; ama gerçekte Mantıkçılar, bildikleri ve benzer çıkarları paylaştıkları insanlar arasındayken oldukça rahat ve arkadaş canlısıdırlar. Ancak bu, Mantıkçı kişilikler bilmedikleri yüzlerin olduğu ortamlardaysa müthiş bir utangaçlık ile yer değiştirir ve eğer mantıklı çözümlemeleri veya teorilerinin eleştirildiğine inanırlarsa, arkadaş canlısı sohbet kısa sürede kavgacı bir hal alabilir.

Mantıkçılar özellikle daha da heyecanlandığı zaman, sohbet uzlaşmazlık sınırına dayanabilir, zira en son düşüncelerinin oluşmasını sağlayan mantıklarının arkasındaki düşünceler dizisini açıklamaya çalışırlar. Mantıkçılar birçok durumda, önceki konu hakkında ne demeye çalıştıklarını sade terimlerle ortaya koymaktan çok, bu konu hakkında ne dedikleri tamamen anlaşılmadan bir konudan diğerine geçerler. İnsanlar Mantıkçı kişiliklere düşünce süreçlerini tarafsızlık ve duygu bakımından açıklamaya çalışırken, yukarıdaki durumun tersi de en az kendisi kadar doğru olabilir. Mümkün olan her gerçek ile düşünceyi alan ve bunları yüksek dozda yaratıcı mantığa büründürerek işleyen ve kulağa mümkün olabildiğince mantıklı gelen gayet karmaşık bir saat düşünün; işte Mantıkçıların kafası bu şekilde çalışır ve bu tiplerin makinelerini bozabilecek, sokulan duygusal çomaklara tahammülleri yoktur.

Dahası, Mantıkçılar duygusal şikayetleri muhtemelen hiç anlamazlar ve arkadaşları onlarda duygusal destek kökeni bulamazlar. Mantıkçı kişilik özelliğine sahip insanlar daha çok bir dizi mantıksal öneriyle ortadaki meseleyi çözmeyi tercih ederler; bu, onların daha hassas arkadaşları tarafından her zaman kabul görmez. Bu durum muhtemelen akşam yemeği planlamak ya da evlenmek gibi toplum geleneklerinin ve hedeflerin pek çoğuna da sirayet eder, çünkü Mantıkçılar daha çok orijinallik ile verimli sonuçlarla ilgilidirler. Mantıkçıları gerçekten frenleyen tek şey, iflah olmaz ve her tarafa yayılmış başarısızlık korkularıdır. Mantıkçı kişilikler kendi düşüncelerini ve teorilerini yeniden değerlendirmeye oldukça yatkındırlar, çünkü bulmacanın önemli bir parçasını unutmuş olabileceklerinden, duraklamaya girebileceklerinden ve düşüncelerinin hiçbir zaman uygulanamayacağı soyut dünyada kaybolabileceklerinden endişe ederler. Bu kendinden şüphe duyma durumunu aşmak, Mantıkçıların muhtemelen yüzleşeceği en büyük zorluktur, ancak bunu başardıkları zaman dünyaya bağışlanan entelektüel hediyeler (büyük ve küçük) bu mücadelenin karşılığını verir.

Buyurucular doğuştan liderdirler. Bu kişilik tipine sahip olanlar karizma ve güven yeteneklerini somutlaştırırlar ve kalabalıkların ortak bir hedef arkasında birleşmesini sağlayan bir otorite yansıtırlar. Ancak, Önder eşdeğerlerinin aksine, Buyurucular genelde acımasız bir mantık seviyesi ile karakterize edilirler ve sonu kendileri tarafından nereye vardırılırsa vardırılsın, amaçlarına ulaşmak için isteklerini, azimlerini ve keskin zekalarını kullanırlar. Belki de nüfusun sadece yüzde üçünü oluşturuyor olmaları, daha utangaç ile hassas olan, dünyanın büyük bir bölümünü oluşturan kişilik tiplerinin onlar tarafından ezilmemesi adına herkesin hayrınadır; Ancak, her gün güvendiğimiz işletmelerin ve kurumların birçoğu için Buyuruculara müteşekkir olmalıyız. Eğer Buyurucuların sevdiği herhangi bir şey varsa, o da küçük ya da büyük iyi bir meydan okumadır ve yeterli zamanla birlikte kaynaklar olduğu sürece, herhangi bir hedefe ulaşabileceklerine inanırlar. Bu nitelik, Buyurucu kişilik tipine sahip insanları parlak girişimciler yapar ve planlarının her aşamasını azim ve kesinlikle yerine getirirken stratejik düşünme ve uzun soluklu odaklanma yetenekleri, onları güçlü iş liderleri kılar. Bu azim genelde kendi kendine gerçekleşen bir kehanettir, çünkü Buyurucular hedeflerini başkalarının vazgeçip yollarına devam edecekleri yerde saf bir irade ile zorlarlar ve sosyal becerileri, onlarla birlikte olan herkesi süreç içerisinde muhteşem sonuçlar elde etmek için kendileriyle birlikte sürükleyecekleri anlamına gelir.

İster kurumsal bir ortam, ister sadece bir araba satın almak olsun, Buyurucular müzakere masasında dominant, insafsız ve affetmezdir. Bu, onlar illa ki taş kalpli veya korkunç olduklarından değil, daha çok Buyurucu kişiliğinin meydan okumadan, nüktelerin savaşından ve bu çevreden gelen hazır cevaplılıktan içtenlikle zevk almasından kaynaklanır ve eğer diğer taraf yetişemezse, Buyurucuların mutlak zafere dair öz ilkelerinden vazgeçmeleri için hiçbir sebep yoktur.

Buyurucular gerçek güç odaklarıdır ve hayattan daha büyük olduklarına dair bir imaj geliştirirler; ve genellikle öyledirler de. Ancak, bu kişilik tipine sahip insanların unutmaması gereken, duruşlarının sadece hareketlerinden değil, aynı zamanda kendilerini de destekleyen takım çalışmasından kaynaklandığıdır ve kendilerine ait destek ağından gelen katkılar, yetenekler ve özellikle duygusal bir bakış açısından kaynaklanan ihtiyaçları tanımaları mühimdir. Her ne kadar “başarıncaya kadar sahtekarlık yap” mantalitesine sahip olsalar da, Buyurucu kişilikler duygusal açıdan sağlıklı bir odağı çok sayıdaki güçlü yönleriyle birleştirebilirlerse, derin ve tatmin edici ilişkilerin yanında kaldırabilecekleri tüm zorlu zaferlerle ödüllendirilirler.

Duyguları ifade etmek herhangi bir Analizci Rol grubunun güçlü özelliği değildir, ancak sosyal doğalarından ötürü, Buyurucuların duygularına uzak kalması özellikle bilinir ve geniş bir insan topluluğu tarafından direkt olarak hissedilir. Buyurucular özellikle iş çevresinde yetersiz, etkisiz ve tembel olarak gördükleri kişilerin hassasiyetlerini kolaylıkla yerle bir ederler. Buyurucu kişilik tipine sahip insanlara göre, duyguların gösterilmesi bir zayıflıktır ve bu yaklaşımla düşman kazanmak kolaydır; Buyurucuların sadece hedeflerine ulaşmak için değil, hakkında oldukça meraklı ve hassas oldukları doğrulama ve geri bildirim için de işleyen bir ekip sahibi olmaya kesinlikle muhtaç olduklarını unutmamaları faydalı olur.

Eğer Buyurucuların saygı duyduğu birisi varsa, o da kendisine entelektüel olarak karşı durabilen, kesinlik dahilinde hareket eden ve nitelik açısından kendisine eş olan birisidir. Buyurucu kişiliklerin, diğerlerinin yeteneklerini tanıma konusunda özel bir becerileri vardır ve bu onların hem ekip kurma çabalarına (kim ne kadar parlak olursa olsun, her şeyi tek başına yapamayacağına göre) hem de Buyurucuların aşırı kibir ve lütuf göstermemelerine yardımcı olur. Ancak, başkalarının hatalarını yüzlerine vurma konusunda da tüyler ürpertici derecede bir kayıtsızlıkları vardır ve bu noktada Buyurucular kendilerini gerçekten belaya sürüklenirken bulurlar.

Savunucular için başkalarıyla bağlantı kurmak kolaydır ve saf mantık ile gerçek yerine insani şartlarla konuşan, sıcak, hassas bir dil yeteneğine sahiptirler. Arkadaşları ve meslektaşlarının, onların nispeten sosyal kişilikler olduklarını düşünmeleri mantıklıdır, ancak Savunucuların serbest kalmak ve tekrar enerji toplamak için yalnız vakit geçirmeleri ve bir anda ortadan kaybolduklarında çok paniğe kapılmamaları gerektiğini hatırlamaları faydalı olur. Savunucular başkalarının duygularına çok özen gösterirler ve bunun karşılığını beklerler; bazen bunun anlamı onlar ihtiyaç duydukları alanı birkaç günlüğüne vermek olabilir. Gerçekten de, Savunucu kişilikler için en önemli unsur kendilerine bakmalarını unutmamalarıdır. İnançlarının tutkusu onları mükemmel şekilde kırılma noktalarını ötesine taşıyabilir ve coşkuları kontrolden çıkarsa, kendilerini bitkin düşmüş, sağlıksız ve strese girmiş bulabilirler. Bu, özellikle Savunucular kendilerini çatışma ve eleştiriyle karşı karşıya bulduğunda belirgin hale gelir; hassasiyetleri, onları bu görünüşte kişisel saldırılardan kaçınmak için ellerinden geleni yapmaya zorlar, ama koşullar kaçınılmaz olduğunda, son derece mantıksız, yararsız yollarla karşı koymaya çalışabilirler.

Savunucu kişilik tipi çok ender görülmekte olup, nüfusun yüzde birinden azını oluşturur, ama yine de dünya üzerinde izlerini bırakırlar. Doğuştan gelen bir idealizm ve ahlak hisleri vardır, ancak onları diğer idealist kişilik tiplerinden ayrı kılan kararlılıkları ve azimleridir; Savunucular boş oturan hayalperestler değil, hedeflerini gerçekleştirmek ve kalıcı bir olumlu etki bırakmak için somut adımlar atabilen kişilerdir. Savunucular aslında çok özgün bir nitelik kombinasyonunu paylaşırlar: yumuşak dilli olsalar da, çok güçlü görüşlere sahiptirler ve inandıkları bir fikir için yorulmadan savaşırlar. Bu kişilik tipine sahip insanlar kararlı ve iradelidir, ancak bu enerjiyi nadiren kişisel kazanç için kullanırlar; Savunucular avantaj sağlamak için değil, denge yaratmak için yaratıcılık, hayal gücü, inanç ve hassasiyetle hareket ederler. Eşitçilik ve karma Savunucular için çok çekici fikirlerdir ve tiranların kalbini yumuşatmak için hiçbir şeyin sevgiyi ve şefkati kullanmak kadar dünyaya faydalı olmayacağına inanma eğilimindedirler.

Daha sosyal kişilik tiplerinin aksine, Arabulucular dikkatlerini sadece birkaç kişiye, uğruna savaşılacak tek bir dava üzerine yoğunlaştırır; bu dikkat çok yayılırsa enerjileri tükenir ve hatta dünyadaki başa çıkamayacakları bütün kötülükler onları hüzünlü ve bunalmış bir hale getirir. Bu, Arabulucuların şen görünümlerine bağımlı hale gelen arkadaşları için üzücü bir manzaradır. Eğer dikkatli olmazlarsa, Arabulucular iyilik için çıktıkları görevde kendilerini kaybedebilirler ve yaşamın talep ettiği günlük bakımı ihmal edebilirler. Arabulucular çoğunlukla derin düşüncelerde gezinirler, varsayımsal ve felsefi konuları düşünüp taşınmaktan diğer tüm kişilik tiplerinden daha çok zevk alırlar. Kendileriyle temasa geçilmeyen Arabulucu kişilikler iletişimlerini kesmeye başlayabilirler, “münzevi moduna” geri çekilirler ve onları gerçek hayata geri getirmek arkadaşları ve partnerlerinin enerjisini oldukça tüketebilir.

Arabulucuların lisan yetenekleri, onları sadece ana dilleriyle sınırlı tutmaz; iş ikinci (veya üçüncü!) bir dil öğrenmeye geldiğinde, doğuştan kabiliyetli görülürler. Arabulucuların iletişim yetenekleri de uyum arzularına kendini iyi şekilde bahşeder ve bu kişiliklerin tutkularını buldukları zaman ilerlemesine yardımcı olur.

Arabuluculara mantıkları, heyecanları veya pratiklikleri yerine prensipleri kılavuzluk eder. Nasıl ileri gidecekleri konusunda karar verirken, onuru, güzelliği, ahlakı ve erdemi ararlar; Arabulucular ödüller ve cezalar değil, niyetlerinin saflığı tarafından yönlendirilirler. Arabulucu kişilik tipini paylaşan insanlar bu özelliklerinden haliyle gurur duyarlar, ancak bu duyguların arkasındaki amacı herkes anlamaz ve yalnız bırakılmalarına neden olabilir. Bu özellikler en iyi şartlarda Arabulucu kişilik tipine sahip insanların başkalarıyla derin iletişim kurmasını, benzetmeler ve kıssalar hakkında kolay konuşmasını, fikirlerini paylaşmak için sembolleri anlamasını ve yenilerini yaratmasını sağlar. Bu sezgisel iletişim tarzının gücü kendisini yaratıcı işlere kolayca bahşeder ve birçok ünlü Arabulucunun şair, yazar ve oyuncu olması sürpriz değildir. Kendilerini ve dünyadaki yerlerini anlamak Arabulucu kişilikler için önemlidir ve bu fikirleri, kendilerini işlerinin içine yansıtarak keşfederler.

Mimarlar hayatın tamamına, parçaların her daim ama düşünerek ve zeka ile yer değiştirdiği, sürekli yeni taktikler, stratejiler ve acil kaçış planlarının gözden geçirildiği, rakiplere bir durum üzerinde kontrolü korumak için üstünlük sağlandığı ve aynı zamanda hareket edebilme özgürlüklerinin en üst seviyeye çekildiği devasa bir satranç tahtası olarak bakmaya dair eğilimleri ile tanımlanırlar. Bu, Mimarların vicdansızca hareket ettiği anlamına gelmez, ancak birçok tip için, Mimarların duygular üzerinden hareket etmeye yönelik tiksintileri bu şekilde görünmelerine neden olabilir ve bu da, birçok kurgusal kötü adamın (veya yanlış anlaşılmış kahramanın) neden bu kişilik tipi üzerinden modellendiklerini açıklar.

Mimarlar, anlamak için zaman ayırdıkları bilginin bütününde zekilerdir ve özgüvenleri yüksektir, ama ne yazık ki, sosyal uyuşmanın bu konulardan biri olması muhtemel değildir. Beyaz yalanlar ve hoşbeş, gerçeğin yanında derinlik için kıvranan bir tip açısından hali hazırda yeteri kadar zordur, ama Mimarlar haddinden fazla ileriye giderek birçok toplum geleneğini aleni ahmaklık olarak görürler. Ne tuhaftır ki, Mimarlar için bildikleriyle çalışmanın, onların işaret ışığı olduğu, ortak çıkar paylaştıkları benzer huylu insanları duygusal olarak veya başka türlü çektikleri, doğal özgüvenlerinin mevcut bulunduğu yerde (ilgi merkezinin dışında) kalmak en iyisidir.

Mimarlar kendine güven ve gizem aurası ile ışıldarlar, içgörü dolu gözlemleri, orijinal fikirleri ve ihtişamlı mantıkları, onları büsbütün irade ve kişilik gücüne dayanan değişim için zorlamaya ehil kılar. Zaman zaman, Mimarların karşılaştıkları her fikri ve sistemi parçalarına ayırma ve yeniden inşa etme işlerine yönelik mükemmeliyetçilik ve hatta ahlak duygusu ile meyilli oldukları gözlenecektir. Mimarların süreçlerine ayak uydurma becerisi olmayan ya da daha beteri, bunların anlamını göremeyen herhangi bir kimse, muhtemelen onların saygısını hemen ve tamamen kaybeder.

Birçok gözlemciye göre Mimarlarla ilgili paradoks onların, aslında en azından saf mantıksal perspektif açısından, mükemmel derecede mantıklı ve birbirine ters çelişkilerle yaşama becerileridir. Örneğin, Mimarlar aynı zamanda en ayağı yere basmayan idealistler ve en katı kuşkucular olabilirler; bu, görünürde imkansız bir çatışmadır. Ama bunun sebebi, Mimar kişilik tipine sahip insanların gayret, zeka ve izan ile hiçbir şeyin imkansız olmadığını düşünmeye meyilli olmasıdır; aynı zamanda da, insanların bu fantastik sonuçları gerçekten başarmak için çok tembel, dar görüşlü ve benmerkezci olduklarına inanırlar. Yine de, gerçeğe dair bu kuşkucu bakış açısı, ilgi duyan bir Mimarın ilişkili olduğunu düşündüğü bir sonuca ulaşmasına engel olamaz.

Daha hayatlarının ilk dönemlerinde bilgiye doğal bir susuzluk hisseden Mimarlar, çocukluklarında çoğunlukla “kitap kurdu” olarak nitelendirilirler. Bu ifade çevrelerindeki kişiler tarafından onları aşağılamak için kullanılsa da, bu ifadeyi içselleştirirler ve hatta bununla gurur duyup, geniş ve derin bilgi dağarcıklarının tadını çıkarırlar. Mimarlar ne biliyorlarsa, bunu paylaşmaktan hoşlanırlar ve kendi seçtikleri konular üzerindeki ustalıkları konusunda kendinden emindirler, ancak bu kişilikler dedikodu gibi “ilgi çekici olmayan” dikkat dağıtıcı meseleler üzerine fikir beyan etmektense kendi alanları dahilinde zekice bir plan tasarlamayı ve hayata geçirmeyi tercih ederler.

Yükseklerde yalnız yaşamak, az rastlanır olmak ve kişilik özelliği olarak en stratejik kapasiteyi bulundurmak; bunların hepsi Mimarların çok iyi bildiği özelliklerdir. Mimarlar toplumun yüzde ikisini oluşturur ve bu kişilik tipinin kadınları %0,8’lik bir oranla özelikle az rastlanır cinstendir; kendilerine benzeyen ve entelektüel birikim ile satrancı andıran manevralarına ayak uyduracak bireyleri bulmak onlar için çoğunlukla zorludur. Mimar kişilik özelliği taşıyan insanlar bir yandan hem hayalperest hem de kararlı, öte yandan hem hırslı hem de kendilerine özeldirler; şaşırtıcı derecede meraklı olmalarına rağmen enerjilerini israf etmezler.

Kampanyacı kişilikler dikkatli olmalıdır, ancak sezgiselliğe çok fazla bel bağlarlarsa, bir arkadaşın motivasyonlarını çok fazla varsayar veya umarlarsa, sinyalleri yanlış okuyabilirler ve daha net bir yaklaşımın basit hale getirebileceği planları hüsrana uğratabilirler. Bu tarz sosyal stresler, bu uyuma odaklı kişilik tipinin uykularını kaçıran yersiz korkulardır. Kampanyacılar oldukça duygusal ve hassastırlar ve birilerinin ayağına bastıklarında, acısını her iki taraf da hisseder. Kampanyacılar kendilerine gerçekten de doğru gözükebilecek bir şey bulmadan önce sosyal ilişkileri, duyguları ve fikirleri keşfetmek için oldukça fazla zaman harcarlar. Ancak en sonunda dünyadaki yerlerini bulduklarında, hayal dünyaları, empatileri ve cesaretlerinin harikulade sonuçlar üretmesi muhtemeldir.

Neyse ki, Kampanyacı kişilik tipine sahip insanlar nasıl rahatlayacaklarını bilirler ve işyerindeki tutkulu, adanmış idealistten dans pistindeki hayalci ve coşkulu özgür ruha mükemmel bir şekilde sıçrayabilirler, bunu çoğunlukla en yakın arkadaşlarını bile şaşırtabilecek bir hızla yaparlar. Bu çeşit bir karışım olmak, onlara diğerleriyle duygusal bağ kurmaları şansının yanı sıra, arkadaşları ile meslektaşlarını neyin motive ettiği konusunda takdir edilesi bir içgörü de verir. Herkesin kendi duygularını tanımak ve ifade edebilmek için vakit ayırması gerektiğine inanırlar ve empatileri ile sosyallikleri bunu doğal bir sohbet konusu haline getirir.

Diğer birçok kişilik tipi bu nitelikleri karşı konulamaz bulur ve eğer hayal güçlerini tetikleyecek bir neden bulurlarsa, Kampanyacılar kendilerini çoğu zaman ilginin merkezine fırlatan bir enerji getirirler, diğerleri tarafından bir lider ve guru olarak tutulurlar; ama bu, bağımsızlık seven Kampanyacıların her zaman istediği bir şey değildir. Eğer bu kişilikler kendilerini bir liderlik pozisyonuna eşlik edebilecek idari görevler ve rutin bakım işleri tarafından kuşatılmış şekilde bulursa, durum daha da kötüdür. Kampanyacıların kendine saygıları orijinal çözümler bulma kabiliyetlerine bağımlıdır ve yenilikçi olmak için gerekli özgürlüğe sahip olduklarını bilmeleri gerekir; sabırlarını kolaylıkla kaybedebilirler veya sıkıcı bir görevin kapanına düşerlerse keyifsiz olurlar.

Sadece sosyal insan memnun ediciliklerinden ziyade Kampanyacılar, önsezili nitelikleri tarafından şekillendirilirler ve bu onlara merak ve enerji ile satırların arasını okuma şansı tanır. Hayatı, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu büyük ve karışık bir bulmaca gibi görmeye eğilimlidirler, ancak bu bulmacayı bir sistematik entrika serisi olarak gören Analizci Rol grubunun tersine, Kampanyacılar onu bir duygu, merhamet ve mistisizm prizması aracılığıyla görürler ve her zaman daha derin manalar ararlar.

Kampanyacı kişilik gerçek bir özgür ruhtur. Çoğunlukla partiye hayat veren kişilerdir, ancak başkalarıyla kurdukları sosyal ve duygusal bağların tadını çıkarmaya karşın, düpedüz heyecan ve içinde bulundukları anın zevki ile daha az ilgilidirler. Etkileyici, bağımsız, enerjik ve tutkulu olan nüfusun bu %7’lik kısmının tavizleri, herhangi bir kalabalıkta kolaylıkla hissedilir.

Becerikliler özellikle duyguları tahmin etme konusunda güçlük çekerler, ancak Beceriklilerin duygularını ve motivasyonlarını ölçmenin ne kadar zor olduğu düşünülürse bu, onların adaletinin sadece doğal bir uzantısıdır. Ancak, empatiden çok hareketleri aracılığıyla ilişkilerini keşfetme eğilimleri, oldukça hayal kırıklığı yaratan bazı durumlara neden olabilir. Becerikli kişilik tipine sahip insanlar sınırlar ve talimatlarla zorluk yaşarlar, eğer yapmaları gerekirse sınırların etrafından dolaşmak ve renklendirmek için özgürlüğü tercih ederler. Tarzlarını, yaratıcılıklarıyla birleşmiş tahmin edilemezliklerini, espri anlayışlarını, pratik çözümler ve unsurlar yaratmak için göreve hazır yaklaşımlarını anlayan iyi arkadaşlarının olacağı bir çalışma ortamı bulmak, Becerikli kişiliklere faydalı kutular inşa edebilecekleri ve onlara dışarından hayran kalabilecekleri birçok mutlu yıl sağlayacaktır.

Beceriklilerin kararları, pratik bir gerçekçilik hissinden ortaya çıkar ve kalplerinde güçlü bir doğrudan adalet hissi vardır; bu “sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” tavrı, Beceriklilerin birçok kafa karıştırıcı özelliğini açıklama konusunda gerçekten yardımcı olur. Gereğinden fazla temkinli olmaktansa, başkalarının ayağına basmaktan kaçarak, kendi ayaklarına basılmasını önleyen Becerikli kişilik tipine sahip insanlar, genelde sınırları zorlar, dengi kadar iyi ya da kötü misillemeyi adil oyun olarak kabul ederler. Becerikli kişiliklerin yüz yüze kalabilecekleri en büyük mesele, çok fevri hareket edip, kendi hoşgörülü doğalarını kanıksamaları ve herkesin de aynı olduğunu düşünmeleridir. Düşüncesiz bir şaka yapmak konusunda sırayı kimseye kaptırmazlar, bir başkasının projesinde ziyadesiyle fazla biçimde yer alırlar, patırtı ederek etrafta dolanırlar veya daha ilgi çekici bir şey karşılarına çıktığından dolayı planlarını aniden değiştirirler.

Çekingen doğaları ve pratik konulara olan eğilimleri bu kişilikleri ilk bakışta basit gösterse de, Becerikliler aslında oldukça çözülmesi güç tiplerdir. Arkadaş canlısı ama oldukça kendinden bahsetmekten kaçınan, sakin ama birdenbire spontane olan, aşırı meraklı ama resmi çalışmalar üzerinde odaklı kalamayan Becerikli kişilikler, arkadaşları ve sevdikleri için bile öngörülmesi zor tipler olabilir. Becerikliler bir süreliğine çok sadık ve istikrarlı görünebilir, ancak uyarı vermeden patlayabilen dürtüsel bir enerji depolamaya ve ilgilerini cesur şekilde yeni yönlere kaydırmaya meyillidirler.

Becerikliler fikirleri yaratma, sorun çözme, deneme ve yanılma ile ilk elden deneyim yollarıyla keşfederler. Bu kişilikler başkalarının kendi projelerine ilgi göstermesinden hoşlanırlar ve bazen onları kendi alanlarına almaktan rahatsızlık bile duymazlar. Elbette bu, söz konusu insanlar Beceriklilerin prensipleri ve özgürlüklerine müdahale etmediği sürece gerçekleşir ve katılımcılar, Beceriklilerin ilgiye kibarca karşılık vermesine de açık olmalıdır. Becerikli kişilik tipine sahip insanlar, özellikle değer verdikleri insanlara yardım etmekten ve deneyimlerini paylaşmaktan keyif alırlar ve çok az bulunmaları talihsizliktir, çünkü nüfusun yaklaşık sadece yüzde beşini oluştururlar. Becerikli kişilik tipindeki kadınlar özellikle nadirdir ve toplumun beklediği tipik cinsiyet rollerini onlardan beklemek uygunsuz bir seçim olur; çoğu zaman genç yaşlarından itibaren erkek Fatma olarak görülürler.

Becerikliler elleriyle ve gözleriyle keşfetmeyi, etraflarındaki dünyaya havalı bir mantıkçılık ve şevkli bir merakla dokunmayı ve incelemeyi severler. Bu kişilik tipine sahip insanlar doğal Yapımcılardır, bir projeden ötekine geçerler, faydalı ve sadece eğlence için fuzuli şeyler inşa ederler ve ilerledikçe kendi çevrelerinden daha fazla şey öğrenirler. Genelde teknisyen ya da mühendis olan Becerikli kişilikler için, ellerini kirletmekten, bir şeyleri parçalarına ayırmaktan ve daha sonra onları önceki hallerinden biraz daha iyi bir şekilde bir araya getirmekten daha büyük zevk yoktur.

Önder kişilik tipine sahip insanlar, bazen kendilerini hataya bile sürükleyebilecek şekilde tutku dolu, fedakar kişilerdir, inandıkları kişiler ve idealleri savunurken, başlarına gelebilecek talihsizliklerden korkmaları muhtemel değildir. Birçok ünlü Önderin etkileyici politik ve kültürel liderler olması şaşırtıcı değildir; bu kişilik tipi, ister bir ulusu refaha ulaştırmak olsun, ister küçük halı saha takımlarını zor kazanılmış bir zafere taşımak olsun, daha parlak bir geleceğe doğru yol göstermeyi ister. Önderler konuşma zamanı konuşma, iş zamanı iş yapan, samimi ve insanları önemseyen kişilerdir ve hiçbir şey onları liderliği ele almak, birliktelik sağlamak ve ekiplerini bulaşıcı bir hevesle motive etmek kadar mutlu edemez.

Önderler başka bir tuzağa karşı da zayıftır: kendi hislerini yansıtmak ve analiz etmek için devasa bir kapasiteye sahiptirler, ancak başka birinin vaatlerine çok fazla kapılırlarsa bir çeşit duygusal kuruntuya kapılabilir, diğer insanların sorunlarını kendi içlerinde görmeye başlayabilir ve kendilerinde yanlış olmayan bir şeyi düzeltmeye çalışabilirler. Eğer bu kişilikler bir başkasının tecrübe ettiği kısıtlamalar nedeniyle geri duracakları bir noktaya gelirlerse, bu Önderlerin ikilemin ötesini görme yeteneğini ve faydalı olmasını engelleyebilir. Bu durum meydana gelirse, Önderler için geri çekilmek ve gerçekten de ne hissettikleri ile bir başka perspektiften bakılması gereken farklı bir meselenin ayrımını yapabilmek için söz konusu özyansımalarını kullanmaları önemlidir.

Önderlerin başkalarına olan ilgileri, neredeyse bir hata derecesinde samimidir; bu kişiliğe sahip insanlar birisine inanırlarsa, diğer kişinin problemleri ile çok iç içe olabilir ve onlara çok fazla güvenebilirler. Neyse ki, bu güven kendi kendini yerine getiren bir kehanet olmaya meyillidir, çünkü Önderlerin fedakarlığı ve otantikliği önem verdikleri insanların daha iyi birilerine dönüşebilmeleri için ilham vericidir. Ancak bu kişilikler dikkatli olmazlarsa, iyimserliklerini gereğinden fazla uzatabilirler ve bazen diğerlerini hazır olduklarından ya da istediklerinden daha fazla zorlayabilirler.

İnsanlar güçlü kişiliklere çekilirler ve Önderler güvenilirlik, ilgi ve fedakarlık saçarak bir şeyin söylenmesi gerektiğini düşündüklerinde, ayağa kalkıp konuşmaktan korkmazlar. Başkalarıyla, özellikle yüz yüze iletişim kurmayı doğal ve kolay bulurlar ve Önder kişilik tipine sahip insanların anlayışlı doğası, gerçekler ve mantık veya saf duygular aracılığıyla olsun, onların her akla ulaşmasına yardımcı olur. Önderler insanların motivasyonlarını ve görünüşte kopuk olan olayları rahatlıkla görürler, bu fikirleri bir araya getirebilirler ve büyüleyicilikten aşağı kalmayan bir belagat ile bunları ortak bir hedef olarak karşı tarafa iletebilirler.

Önderler tutku ve karizma ile dolu doğuştan liderlerdir. Nüfusun yaklaşık yüzde ikisini oluşturan bu kişilikler, çoğu zaman başkalarına ulaşan ve onlara başarmak ve dünyada iyi şeyler yapmak için ilham veren politikacılarımız, koçlarımız ve öğretmenlerimizdir. Etkilemeye yol açan doğal bir güvene sahip Önderler, başkalarının kendilerini ve topluluklarını geliştirmesi amacıyla birlikte çalışması için kılavuzluk etmekten büyük gurur ve zevk duyarlar.

Çatışmadan hiç hazzetmeyen bir kişilik tipi olan Konsüller, enerjilerinin büyük bir çoğunluğunu sosyal düzeni kurmak için harcarlar ve ucu açık aktiviteler veya spontane buluşmalar yerine planları ve düzenlenmiş etkinlikleri tercih ederler. Bu kişilik tipinde olan insanlar, düzenledikleri aktiviteler için çok fazla çaba gösterirler ve eğer fikirleri reddedilirse veya insanlar oralı olmazsa, Konsüllerin duygularının incinmesi çok kolaydır. Tekrarlamak gerekirse, Konsüller için herkesin farklı yerlerden geldiğini ve ilgisizliğin onlar veya düzenledikleri aktiviteler hakkında bir yorum olmadığını, sadece söz konusu kişilerin ilgisini çekmediğini hatırlamak oldukça mühimdir. Hassasiyetleriyle uzlaşmaya varmak Konsüller için en büyük zorluktur; insanlar onlarla aynı fikirde olmayacak, eleştirecektir ve bu her ne kadar incitse de, sadece hayatın bir parçasıdır. Konsül kişilik tipine sahip birinin yapabileceği en iyi şey, en iyi şekilde becerdiği şeyi yapmasıdır: rol modeli olmak, ilgilenmeye güçlerinin yettiği ile ilgilenmek ve gösterdiği çabayı birçok insanın takdir etmesinden keyif almak.

Fedakar olan Konsüller, yardım etmek ve doğru olanı yapmak için sorumluluklarını ciddiye alırlar. Ancak daha idealist kişilik tiplerinden farklı olarak, Konsüller ahlaki pusulalarını köklü gelenekler ve yasalara dayandırırlar, ahlaki değerlerini felsefe veya mistisizmden almak yerine, otorite ve kuralların tarafında olurlar. Konsüller için insanların farklı sosyal çevreler ve bakış açılarından geldiğini hatırlamak mühimdir ve onlara doğru görünen her zaman mutlak doğru olmayabilir. Konsül kişiliğe sahip insanlar hizmet sunmayı severler, anlamlı bir şekilde bir işin parçası olmalarını sağlayacak herhangi bir görevden, değerleri bilindiği ve takdir edildikleri sürece zevk alırlar. Bu özellikle evde çok belirgindir ve Konsüller sadık ve kendini adamış bir eş ve ebeveyn olurlar. Konsül kişilikler hiyerarşiye saygı duyarlar ve kendilerini bir otorite konumuna oturtmak için ellerinden geleni yaparlar; bu, evde ya da işyerinde onların işleri herkes için açık, istikrarlı ve organize tutmalarını sağlar.

Konsül kişilik tipini paylaşan insanlar, daha iyi bir ifade bulununcaya kadar tabiri caizse, popülerdir; kaldı ki, oldukça yaygın bir kişilik tipi olmaları ve nüfusun yüzde on ikisini oluşturmaları da düşünülünce, bu mantıklıdır. Konsüller lisede sınıfın amigo kızları veya futbol takımının oyun kurucusudurlar, ortamı belirlerler, bütün dikkatleri üzerilerine çekerler ve takımlarına zafer ve ün yolunda liderlik ederler. Yıllar ilerledikçe, Konsüller arkadaşlarını ve sevdikleri insanları desteklemekten zevk almaya devam ederler, sosyal etkinlikler organize ederler ve herkesin mutlu olduğundan emin olmak için ellerinden gelenin en iyisi yaparlar.

Bilimsel teorileri tartışmak veya uluslararası politikaları müzakere etmek Konsüllerin ilgisini çok uzun süre çekemez. Konsüller sosyal statülerini yükseltme ve diğer kişileri gözlemleme dahil olmak üzere, elle tutulur, pratik konulara daha fazla ilgi duyarlar. Etraflarında neler olduğunu takip etmek onlar için ekmek su gibidir, ancak Konsül kişilikler güçlerini iyilikten yana kullanmak için ellerini artlarına koymazlar.

Çatışmadan hiç hazzetmeyen bir kişilik tipi olan Konsüller, enerjilerinin büyük bir çoğunluğunu sosyal düzeni kurmak için harcarlar ve ucu açık aktiviteler veya spontane buluşmalar yerine planları ve düzenlenmiş etkinlikleri tercih ederler. Bu kişilik tipinde olan insanlar, düzenledikleri aktiviteler için çok fazla çaba gösterirler ve eğer fikirleri reddedilirse veya insanlar oralı olmazsa, Konsüllerin duygularının incinmesi çok kolaydır. Tekrarlamak gerekirse, Konsüller için herkesin farklı yerlerden geldiğini ve ilgisizliğin onlar veya düzenledikleri aktiviteler hakkında bir yorum olmadığını, sadece söz konusu kişilerin ilgisini çekmediğini hatırlamak oldukça mühimdir. Hassasiyetleriyle uzlaşmaya varmak Konsüller için en büyük zorluktur; insanlar onlarla aynı fikirde olmayacak, eleştirecektir ve bu her ne kadar incitse de, sadece hayatın bir parçasıdır. Konsül kişilik tipine sahip birinin yapabileceği en iyi şey, en iyi şekilde becerdiği şeyi yapmasıdır: rol modeli olmak, ilgilenmeye güçlerinin yettiği ile ilgilenmek ve gösterdiği çabayı birçok insanın takdir etmesinden keyif almak.

Fedakar olan Konsüller, yardım etmek ve doğru olanı yapmak için sorumluluklarını ciddiye alırlar. Ancak daha idealist kişilik tiplerinden farklı olarak, Konsüller ahlaki pusulalarını köklü gelenekler ve yasalara dayandırırlar, ahlaki değerlerini felsefe veya mistisizmden almak yerine, otorite ve kuralların tarafında olurlar. Konsüller için insanların farklı sosyal çevreler ve bakış açılarından geldiğini hatırlamak mühimdir ve onlara doğru görünen her zaman mutlak doğru olmayabilir. Konsül kişiliğe sahip insanlar hizmet sunmayı severler, anlamlı bir şekilde bir işin parçası olmalarını sağlayacak herhangi bir görevden, değerleri bilindiği ve takdir edildikleri sürece zevk alırlar. Bu özellikle evde çok belirgindir ve Konsüller sadık ve kendini adamış bir eş ve ebeveyn olurlar. Konsül kişilikler hiyerarşiye saygı duyarlar ve kendilerini bir otorite konumuna oturtmak için ellerinden geleni yaparlar; bu, evde ya da işyerinde onların işleri herkes için açık, istikrarlı ve organize tutmalarını sağlar.

Konsül kişilik tipini paylaşan insanlar, daha iyi bir ifade bulununcaya kadar tabiri caizse, popülerdir; kaldı ki, oldukça yaygın bir kişilik tipi olmaları ve nüfusun yüzde on ikisini oluşturmaları da düşünülünce, bu mantıklıdır. Konsüller lisede sınıfın amigo kızları veya futbol takımının oyun kurucusudurlar, ortamı belirlerler, bütün dikkatleri üzerilerine çekerler ve takımlarına zafer ve ün yolunda liderlik ederler. Yıllar ilerledikçe, Konsüller arkadaşlarını ve sevdikleri insanları desteklemekten zevk almaya devam ederler, sosyal etkinlikler organize ederler ve herkesin mutlu olduğundan emin olmak için ellerinden gelenin en iyisi yaparlar.

Bilimsel teorileri tartışmak veya uluslararası politikaları müzakere etmek Konsüllerin ilgisini çok uzun süre çekemez. Konsüller sosyal statülerini yükseltme ve diğer kişileri gözlemleme dahil olmak üzere, elle tutulur, pratik konulara daha fazla ilgi duyarlar. Etraflarında neler olduğunu takip etmek onlar için ekmek su gibidir, ancak Konsül kişilikler güçlerini iyilikten yana kullanmak için ellerini artlarına koymazlar.

Girişimciler riski davranışlardan bir hayat tarzı yaratmaya en müsait kişilik tipidir. Anı yaşarlar ve aksiyona dalarlar; fırtınadan önceki sessizlik gibidirler. Girişimci kişilik tipinde olan insanlar dram, tutku ve tatminden duygusal heyecan için değil, mantıksal düşünce sistemlerini harekete geçirdiği için hoşlanırlar. Seri ateş eden mantık uyarıcısıyla yanıt verme sürecinde, kati ve ani gerçeklere dayalı kritik kararlar almaya zorlanırlar.

Bu, okul ve diğer yüksek seviyede organize ortamları Girişimciler için bir zorluk haline getirir. Bu, elbette söz konusu kişiliklerin akıllı olmadıkları için değildir ve iyi bir performans da gösterebilirler, ancak resmi eğitimin güdümlü, ders veren yaklaşımı, Girişimcilerin zevk alabileceği pratik eğitimden çok uzaktır. Bu süreci sonuç için gerekli bir adım, daha fazla heyecan verici fırsat yaratan bir unsur olarak görmek büyük bir olgunluk çabası gerektirir. Girişimci kişilik tipinde olan insanlar için bir başka zorluk ise, başkalarının ahlaki pusulalarından ziyade kendi pusulalarını kullanmanın daha mantıklı olmasıdır. Kurallar çiğnenmek için konulmuştur. Bu, çok az lise öğretmeninin ya da kurumsal yöneticinin paylaşabileceği bir duyarlılıktır ve Girişimci kişiliklere kesin bir nam kazandırır. Ama bela çıkarıcı taraflarını en aza indirir, enerjilerini dizginler ve sıkıcı konular boyunca odaklı kalırlarsa, Girişimciler hafife alınmaması gereken kişiler haline gelir.

Tüm tipler içinde belki de en kuvvetli sezgilere ve filtresiz bakış açısına sahip olan Girişimcilerin, küçük değişiklikleri fark etme konusunda nadir görülen bir kabiliyeti vardır. İster yüz ifadesinde bir değişiklik, ister yeni bir kıyafet tarzı, isterse de terk edilmiş bir alışkanlık olsun, bu kişilik tipine sahip insanlar, diğer kişilik tipindeki insanların eğer fark ederlerse şanslı sayılabilecekleri gizli düşünceleri ve güdüleri hemen fark ederler. Bu gözlemleri derhal kullanan Girişimciler, genelde hassasiyeti fazla önemsemeden değişimi yüksek sesle bildirir ve sorular sorarlar. Girişimciler, herkesin sırları ve kararlarının açıkça ifşa edilmesini istemeyebileceğini unutmamalıdır.

Ancak Girişimci kişilikler dikkatli olmazsa, onlar da ana yakalanabilirler, bazı şeyleri çok ileri götürebilirler ve daha hassas insanlara karşı sorumsuz hareket edebilirler veya kendi sağlık ve güvenlikleri için gerekli önlemleri almayı unutabilirler. Nüfusun sadece yüzde dördünü oluşturan Girişimciler, bazı şeyleri daha hoş ve rekabetçi getirmek için yeterli sayıda olup, sistemik risklere sebep olmayacak kadar da azdır. Girişimciler tutku ve enerji doludurlar ve mantıklı, bazen de dikkat dağıtıcı akıllarıyla övgü toplarlar. İlham veren, ikna eden ve canlı olan bu kişilik tipine sahip insanlar doğal grup liderleridir, çok fazla dolanmadan herkesi yola çekerler ve gittikleri her yere yaşam ve heyecan getirirler. Girişimciler için gerçek zorluk, bu nitelikleri yapıcı ve ödüllendirici bir sona ulaştırmaktır.

Maceracılar, insanlar ve fikirlerle olan bağlantılardan ilham alan, renkli, şehvetli bir dünyada yaşarlar. Maceracı kişilikler bu bağlantıları tekrar yorumlamaktan, hem kendilerini hem de yeni bakış açılarını tekrar keşfetmekten ve bunlar üzerinde deney yapmaktan zevk alırlar. Başka hiçbir kişilik tipi bu şekilde daha fazla keşif ve deney yapmaz. Bu bir spontanelik hissi oluşturarak, Maceracıların ne yapacağı kestirilemez görünmesini sağlar, hatta yakın arkadaşları ve sevdikleri kişiler bile onları kestiremeyebilir.

Bütün bunlara rağmen, Maceracılar kesinlikle İçe Dönük kişiler olup, tekrar enerji toplamak amacıyla kendi başlarına kalmak için göz önünden yok oldukları zaman arkadaşlarını daha da şaşırtırlar. Ancak, yalnız kalmaları Maceracı kişilik tipine sahip insanların boş boş oturduğu anlamına gelmez; bu süreyi iç gözlem, değerlendirme ve prensiplerini tekrar gözden geçirme amacıyla kullanırlar. Maceracılar geçmiş veya gelecek üzerinde durmak yerine, kim olduklarını düşünürler. Manastırlarından dönüşmüş şekilde geri dönerler.

Maceracılar, tutkularını zorlamanın yollarını bulmak için yaşarlar. Kumar oynamak ve doğa sporları gibi daha riskli davranışlar, diğerlerine göre bu kişilik tipinde daha sık görülür. Neyse ki, kendilerini ana uyumlamaları ve çevreleri birçok kişiden daha başarılı olmalarını sağlar. Maceracılar ayrıca başkalarıyla bağlantı kurmaktan zevk alırlar ve belirli, dayanılmaz bir cazibeleri vardır.

Ancak, bir eleştiri yerini bulursa, sonuç kötü olabilir. Bazı Maceracılar nazik ifadeli yorumları iyi karşılayarak, bunları tutkularını yeni yönlere zorlayacak başka bir bakış açısı şeklinde değerlendirirler. Ancak yorumlar daha keskin ve daha az olgun ise, Maceracı kişilikler olağanüstü şekilde öfkelenebilirler. Maceracılar başkalarının hislerine karşı duyarlıdır ve uyuma değer verirler. Bu kişilik tipine sahip insanlar, eleştiriye maruz kaldığında olayın heyecanına kapılmamak için olaydan yeterince uzun süre uzak durma konusunda zorluk yaşayabilir. Ancak anı yaşamanın iki tarafı vardır ve bir tartışmanın yükselen duyguları soğuduktan sonra, Maceracılar genellikle geçmişi geçmişte bırakır ve olay hiç meydana gelmemiş gibi devam ederler.

Maceracıları bekleyen en büyük zorluk, gelecek için plan yapmaktır. Hedeflerini bir temele oturtacak yapıcı idealler bulmak ve olumlu prensipler oluşturacak hedefler belirlemek hiç kolay değildir. Bazı diğer kişilik tiplerine karşın, Maceracılar geleceklerini varlıklar ve emeklilik şeklinde planlamazlar. Bunun yerine, hareket ve davranışlarını bir kimlik duygusuna katkı olarak planlarlar ve bir his değil, deneyim portföyü oluştururlar.

Eğer bu hedefler ve prensipler asil amaçlar içinse, Maceracılar şaşırtıcı bir hayırseverlik ve özveri ile hareket edebilir; ancak Maceracı kişilik tipine sahip insanların daha kendini düşünen bir kimlik oluşturduğu, bencil, manipülatif ve egoist şekilde davrandığı da görülebilir. Maceracılar için etkin biçimde olmak istedikleri kişi haline gelmeyi unutmamak önemlidir. Yeni bir alışkanlık geliştirmek ve bunu sürdürmek doğal şekilde olmayabilir, ancak Maceracı kişiliklerin motivasyonlarını anlamak için her gün vakit ayırması, güçlü yönlerini kullanarak sevdikleri şeylerin peşine düşmelerine imkan tanır.

Lojistikçi kişilik tipinin, nüfusun yaklaşık %13’ünü oluşturan, en sık bulunan tip olduğu düşünülür. Lojistikçilerin belirgin özellikleri olan bütünlük, pratik mantık ve yorulmaksızın kendini adama, onları birçok ailenin yanı sıra hukuk büroları, teftiş kurulları ve askeriye gibi geleneklere, kurallara ve standartlara bağlı kalan kurumlar için hayati bir unsur kılar. Lojistikçi kişilik tipine sahip insanlar, faaliyetleri için sorumluluk almaktan hoşlanırlar ve yaptıkları işin gururunu yaşamak isterler; bir hedef yolunda ilerleyen Lojistikçiler, ilgili her görevi zamanında ve sabırla bitirmek için zaman ve enerjilerini esirgemezler.

Lojistikçiler varsayımda bulunmazlar, bunun yerine çevrelerini analiz etmeyi, gerçekleri kontrolden geçirmeyi ve pratik hareket rotaları çıkarmayı tercih ederler. Lojistikçi kişilikler mantıksız değildir ve ne zaman bir karar verseler, hedeflerini başarmak için gerekli gerçekleri aktarırlar ve başkalarının durumu hemen kavrayıp, harekete geçmesini beklerler. Lojistikçiler kararsızlık konusunda oldukça az toleransa sahiptir, ancak seçtikleri rotaya pratik olmayan teoriler ve özellikle mühim noktaları görmezden geldikleri gibi söylemlerle meydan okunursa sabırlarını çok daha hızlı kaybederler; eğer meydan okumalar zaman kaybettiren tartışmalara dönüşürse, Lojistikçiler son teslim tarihi yaklaştıkça fark edilir biçimde sinirlenebilirler.

Lojistikçiler bir şeyleri yapacaklarını söyledikleri zaman yaparlar, kişisel bedeli ne olursa olsun yükümlülüklerini yerine getirirler ve sözlerini aynı şekilde tutmayan insanlar tarafından şaşkınlığa uğratılırlar. Tembellik ve sahtekarlığı bir araya getirmek, Lojistikçilerin kötü yönünü görmek için en hızlı yoldur. Dolayısıyla, Lojistikçi kişilik tipine sahip insanlar çoğunlukla yalnız çalışmayı veya en azından otoritelerinin hiyerarşi ile net bir şekilde tesis edilmiş olmasını tercih ederler; bu şekilde tartışma olmaksızın veya başkalarının güvenilirliklerinden endişe duymadan hedeflerini belirleyebilir ve bunlara ulaşabilirler.

Lojistikçi kişiliklerin keskin, gerçeğe dayalı akılları vardır ve birine veya bir şeye bel bağlamak yerine otonomiyi ve kendi kendine yetebilme halini tercih ederler. Başkalarına bağımlı olmak Lojistikçiler tarafından çoğunlukla bir zayıflık olarak görülür ve görev tutkuları, güvenilirlikleri ve kusursuz kişisel bütünlükleri onların bu tür tuzaklara düşmelerine engel olur. Bu kişisel bütünlük hissiyatı Lojistikçiler için hayatidir ve akıllarının çok daha ötesine geçer; Lojistikçi kişilikler, tesis edilmiş kurallara ve talimatlara bedeli ne olursa olsun bağlı kalırlar, kendi hatalarını bildirirler ve gerçeği söylemenin sonuçları felakete de neden olsa, yine de söylemekten şaşmazlar. Lojistikçiler için dürüstlük duygusal etkenlerden çok daha önemlidir ve korkusuz yaklaşımları başkalarına, Lojistikçilerin duygusuz ve hatta robotsu oldukları yönünde yanlış bir izlenim verebilir. Bu kişilik tipine sahip insanlar, çoğunlukla duygularını ve yakınlıklarını dışa ifade etmekte zorlanırlar, ancak hissiz oldukları veya daha kötüsü hiç empatik oldukları yönündeki iddialar onları derinden yaralar.

Çünkü Kötü Bir Grupta Olmaktansa Yalnız Olmak Daha İyidir. Lojistikçilerin adanmışlıkları mükemmel bir özelliktir ve bu söz konusu kişiliklerin çok şeyi başarmasına imkan tanır, ama aynı zamanda daha vicdansız insanların onlardan faydalanmaları için de temel bir zayıflıktır. Lojistikçiler istikrar ve güvence ararlar, operasyonu sorunsuz bir şekilde yürütmeyi kendilerine görev addederler ve meslektaşları ile eşlerini, nasıl olsa üstlenileceğini bilerek sorumluluklarını kendi üzerilerine yıkıyor şekilde bulabilirler. Lojistikçi kişilik tipine sahip insanlar, fikirlerini kendilerine saklamaya eğilimlidirler ve gerçeklerin kendilerini göstermesine izin verirler, ancak gözle görülür kanıtlar hikayenin tamamını anlatıncaya kadar uzun süre geçebilir.

Lojistikçilerin kendileriyle ilgilenmelerini gerektiğini hatırlamaları gerekir; istikrar ve verimliliğe olan inatçı adanmışlıkları, başkaları onların üzerine daha sert gelip, yıllarca ifade edilmeyecek, edildiğinde de çok geç olacak duygusal bir gerilim yaratırken, uzun vadede bu hedeflerden taviz vermelerine neden olabilir. Eğer bu kişilikler, sundukları parlaklık, netlik ve güvenilirliklerinden hoşlanan çalışma arkadaşları ile eşlerini, kendi niteliklerini içtenlikle takdir ve iltifat ederken bulurlarsa, Lojistikçiler kendilerinin işleyen bir sistemin parçası olduğunu bilerek, istikrar sağlayan rollerinin müthiş derecede tatmin edici olduğunu düşünürler.

Comments are closed.