
Trans-hümanizm, elbette diğer her alanlarda olduğu gibi kötü kişilere hizmet etme olasılığına da açıktır. Özellikle gelecekte, yapay zekâ ve ölümsüzlüğü bir devlet teşkilatı içinde kontrol altına alma durumu, belki de tek tür robotların ortaya çıkmasına sebep olacak, devlet yönetimini elinde bulunduran kişi bütün zekâ kontrolünü kendi elinde bulunduracak ve ölümsüzlüğün bulunması ile de iktidar, devlet yönetiminde elinde bulundurduğu kontrolü ve gücü asla bırakmak istemeyecektir. Kendi iktidar ve çıkarına göre kendi adaletini kurma çabasına girişecektir. Nitekim bu düşünceyi savunanlar trans-hümanizmi ‘insanoğlunun en cesur, yaratıcı ve idealist amaçlarını temsil eden bir hareket’ olarak tanımlanırken, bu hareketin karşıtları trans-hümanizmi ‘dünyanın en tehlikeli fikri’ olarak görmektedirler.
Trans-hümanizm teriminin ilk kullanıldığı tarih 1957’ye kadar uzansa da terimin çağdaş anlamı 1980’lerde California tabanlı bir grup gelecek bilimcisi, bilim adamı ve sanatçının o zamana kadar olan gelişmeleri düzenleyip trans-hümanist hareketi oluşturmasıyla başlar. Transhümanist Düşüncenin Tarihi” isimli makalesinde filozof Nick Bostrom, söz konusu akımın yeni yetenekler kazanmayı ifade eden antik temellerinin mitsel düşüncede yerini bulduğunu belirtir. Ne var ki, Bostrom bu akımın daha sonraki evrelerini Rönesans ve Aydınlanma Çağı’na dayandırır. Transhümanist kavramların 20. yüzyılda doğrudan ve etkili bir habercisi ise John Burdon Sanderson Haldane’in 1923 yılında yayınladığı makalesi Daedalus: Science and the Future ‘dır. Haldane bu makalesinde genetik ve diğer gelişmiş bilimlerin insan biyolojisine sağlayacağı büyük faydalardan söz etmiştir.
Trans-hümanizm, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin artırılması, yaşlanma ve hastalanma gibi istenmeyen yönlerinin ortadan kaldırılması, zeki yaşamın mevcut insan formu ve kısıtlamalarının ötesinde devam edebilmesi amacıyla bilim ve teknolojiden faydalanılması gerektiğini öne süren bir düşünce hareketidir. Trans-hümanizm, nano teknoloji, gen kodlama, yapay zekâ vb. gibi ileri teknolojilerin insan üzerindeki detaylı bir biçimde kullanılmasını destekleyen kültürel bir hareketliliktir.
Trans-hümanizm düşüncesini savunanların asıl amacı; insanları fiziksel ve bilişsel olarak geliştirip, bir anlamda insanlığın yaşam sınırlarını daha iyiye doğru genişletmektir. Gelişen teknoloji ile birlikte insanoğlunu daha uzun ömürlerde ve hastalıksız olarak yaşatmayı planlar. Diğer bir deyişle amaç, insan yaşamı ile insan olmayı daha da iyileştirmek ve bunu da aşkın bir yolla yapmaktır. Kısaca trans-hümanizm; hastalıkları, genetik risk faktörlerini, yaşlanmayı, engelleri, yetersizliği hatta ölümü ortadan kaldırmayı amaçlar.
Hümanizm, insanların hayat kalitesiyle ilgilenmekle sınırlıyken trans-hümanizm düşüncesinin temel anlayışı yaşlanma, hastalanma gibi insan bedeninde istenmeyen tüm olguları ortadan kaldırmak, insan ömrünü olabildiğince uzatmak ve hatta ölümsüzlüğü bulmaktır. Hümanizm, insanın temel ihtiyaçlarından biri olan toplum içindeki bireyi temel alan her şeyi insanın hak ettiği biçimde yaşaması gerektiğini savunan düşünceyken, trans-hümanizm için sadece insanca yaşamakla yetinmeyip teknolojik olanaklar el verdiği sürece, insanın ve insan oğlunun daha üst düzeylere çıkmasının mümkün olduğunu savunan düşüncedir.


Günümüzde görüntü işleme çalışmalarında en aktif kullanılan kütüphanelerin başında gelmektedir. İçerisinde bir çok hazır fonksiyon bulundurması sebebiyle hızlı bir şekilde proje gerçekleştirilebilir. Aynı zamanda C++, Java, Python, C#, MATLAB gibi farklı programlama dilleri içerisinde kullanılabilmesi en büyük avantajlarından biridir.

İnsansız hava araçları, görüntü ile hedef takibi yapan roketler gibi araçların bünyesinde bulunan donanımlar, görüntü işleme sonucu elde edilen veriler doğrultusunda hareket gerçekleştirir. Diğer alanlardan bazıları ise şu şekildedir:
- Uydu görüntüleri üzerinden nüfus yoğunluğu, çevre kirliliği gibi çevresel durumların tespiti
- Hava Gözlem Ve Tahmin
- Güvenlik Sistemleri
- Kriminal Laboratuvarlar
- Uzaktan Algılama Sistemleri

Görüntü işleme teknikleri sayesinde bir çok hastalığın teşhisi gerçekleştirilebilmektedir. Doğum öncesi fetüsün oluşumu ve takibi, tıbbi görüntülerin incelenmesi ,şüpheli dokuların belirgin hale getirilip uzmanlara doğru tanı koyabilme olanağı tanıması, meme kanserinin erken teşhisi gibi alanlarda görüntü işleme teknikleri kullanılmaktadır. Bunların yanı sıra beyin görüntüleme, kemik şeklinin ve yapısının analizi, kanser tanısı koyma ve tümörü fark etme gibi işlemlerde tıp biliminde kullanılabilmektedir.
Tespit edilecek cisme göre gerekli yöntemler ve algoritmalar kullanılarak görüntü üzerinden herhangi bir cismin tespiti ve takibi gerçekleştirilebilir. Örneğin yurt dışında bir çok ülkede suçluların tespiti bu yöntem ile gerçekleştirilmektedir. Mevcut olan kamera düzeneklerinden alınan görüntüler üzerinden her hangi bir insanın tespiti sağlanabilir. Bunun dışında trafik alanında da kullanımı mevcuttur. Trafik içerisinde bulunan araçları sayabilir ve araçların hızı ölçülebilir. Bu sayede trafik yoğunluğu olma ve ya aşırı hız yapma gibi durumların tespiti gerçekleştirilip merkeze gerekli bildirimler yapılabilir.
Alınan görüntülerde gürültü olarak adlandırılan ve görüntü üzerinde bozulmalara neden olan bazı istenmeyen yapılar bulunabilir. Bu gürültülere örnek olarak tuz-biber gürültüsü, gauss gürültüsü, shot gürültüsü verilebilir. Görüntü işleme teknikleri içerisinde bulunan mean (ortalama) filtre, medium (ortanca) filtre gibi tekniklerle görüntü daha kaliteli ve gürültüsüz hale getirilebilir. Bu sayede görüntü üzerinde daha doğru sonuçlar elde edilecektir.

Görüntü işleme teknikleri kullanılarak yapılabilecek işlemlere göz atacak olursak şunları görebiliriz;
Görüntü üzerinde bulunan gürültülerin arındırılması ve temiz bir görüntü elde edilmesi. Görüntü üzerinde bulunan ve insan algısının görmekte zorlandığı nesnelerin tespiti. Görüntünün daha kaliteli bir hale getirilmesi. Görüntü üzerindeki farklı nesnelerin birbirinden ayırt edilmesi. Nesne takibi yapılması.

Görüntü işleme, elimizde bulunan görüntüden anlamlı ifadeler çıkarmamıza yarayan işlemler bütünüdür. Bu işlemler, görüntüyü oluşturan pikseller üzerinde gerçekleştirilecek matematiksel işlemler sayesinde gerçekleştirilir. Görüntü elde edildikten sonra, yapılması istenen göreve göre bir algoritma tasarlanır ve görüntü bu aşamalardan geçerek istenen görevi yerine getirir.

Görüntü, sürekli gibi görünse de aslında parçalardan oluşan yapılardır. Bu parçalara ise piksel denmektedir. Her görüntü, iki boyutlu piksel dizisidir. Kameralarda görünen 1280 x 720, 1920 x 1080 gibi sayılar ise görüntünün çözünürlüğünü göstermektedir. Aslında bu sayılar, görüntü üzerindeki yatay ve dikey uzunluklarda bulunan piksel sayısını ifade etmektedir. Her bir piksel, RGB denilen ve üç ana renk olan kırmızı, mavi ve yeşil renklerinin yoğunluklarının ayarlanmasıyla elde edilen farklı renklerden oluşurlar. Bu sayede, farklı görüntüler elde edilir ve bu görüntüler bilgisayarların anlayabileceği şekilde ‘0’ ve ‘1’ ler ile ifade edilirler.

Kameraların hayatımıza girmesi ile birlikte, içinde bulunduğumuz anı ölümsüzleştirmek amacıyla çok rahat bir şekilde telefonumuz ile görüntü ve ya video alıyor ve o dosyaları geçmişimize ayna tutması için hatıra olarak saklıyoruz. Aradan yıllar geçse bile eski resimlerimizi kurcalayıp birkaç dakikalığına da olsa geçmişe gidiyor ve eski anılarımızı hatırlıyoruz. Peki kamera vasıtasıyla aldığımız görüntüler sadece bu amaca mı hizmet ediyor? Tabii ki cevap “Hayır”. Günümüzde gelişen teknoloji ile alınan görüntüler, görüntü işleme teknikleri kullanılarak mühendislik ve bilim alanında etkin bir biçimde kullanılıyor. Görüntü işleme teknikleri ile nesne bulma, uzay ortamında konum bulma, düşman tespiti gibi bir çok işlem yerine getirilebilir. Talha Sevinç

Modern oyun sistemleri, insan hareketini tanıyan ve bilgiyi ekranda canlandırılmış figürler tarafından gerçekleştirilen hareketlere dönüştüren bilgisayarlı görü robotlarını içerir. Kinect® teknolojisi, oyun alanına kızılötesi bir lazer ızgarası yayan bir cihazdan oluşur. Cihazda bulunan hareket sensörleri, cihaza doğru yansıyan ışınları algılar. Yazılım bu sinyalleri gerçek zamanlı olarak ve üç boyutlu modellerde yorumlar. Ardından program bu hareketleri ekrandaki insani temsillere aktarır.

Video gözetim sistemleri, hareket izlemeyi gerçek zamanlı olarak analiz edebilen bilgisayarlı görme robot yazılımı ile video kameraları, belirli bir bölgeyi izler. Yazılım başlangıçta hareketli ve sabit nesneler arasındaki farkı öğrenir. Program daha sonra insan ve insan dışı hareket arasında ayrım yapar. Son olarak, programlar normal ve anormal yürüme düzenleri veya kendine özgü uzuv hareketi arasında ayrım yapar.

İki boyutlu üç boyutlu görüntülere dönüştürmek için bilgisayarlı görme robotiği gerekir. Bir nesnenin veya konumun etrafına yerleştirilmiş kameralar, farklı açılardan görüntüleri yakalar. Yazılım daha sonra bu görüntüleri derler ve çok boyutlu bir tasvir oluşturur. Benzer şekilde, bilgisayarlı teknoloji, tıbbi görüntüleme cihazları tarafından yayılan enerji sinyallerini insan vücudunun iç yapılarını gösteren çok boyutlu görüntülere dönüştürür.
Endüstriyel üreticilerin kullandığı bilgisayarlı görme robotikleri genellikle yüksek hızlı video kameralar veya lazer ışınları ile konveyör bandından geçen ürünleri tespit edebilen sensörler içerir. Bu bilgi, maddeleri sayan veya bitmiş ürünün kalitesini kontrol eden bilgisayarlı bir sisteme aktarılır. Bir hata oluşursa, yazılım bir alarmı tetikleyerek yanıt verebilir. Şirketler genellikle sıralama ve paketleme için mekanik etkileşim ile birlikte görüntü tanıma kullanır.

Gerekli yazılım genellikle, genellikle Açık Kaynak Bilgisayarlı Görme Kitaplığı veya Açık CV’den kaynaklanan bilgisayarlı görme algoritmaları içerir. Kütüphane, Intel Corporation tarafından yazılım tasarımcıları için geliştirilen ücretsiz bir veritabanıdır. Bu algoritmaları kullanarak, programcılar nesne tanımayı öğrenen, görsel verileri alan ve genellikle mekanik bir yanıt başlatan bir yazılım oluşturur. Yazılım, bilgileri görüntülere çevirebilir veya belirli bir alandaki bilgileri kaydedebilir.

Bir tür yapay zeka, bilgisayarlı görme robotiği, belirli bir görevi başarmak amacıyla elektronik veya mekanik aygıtları görmeye donatır. Teknoloji, görüntü yakalayan, verileri yorumlayan ve programlanmış bir yanıt veren donanım ve yazılımı bir araya getirir. Bilgisayarla görüş teknolojisi, yorumlayıcı yazılım içeren bir bilgisayara bağlı bir video kameradan başka bir şey içermeyebilir. Daha ayrıntılı bilgisayar görme biçimleri, kızılötesi lazer ağını ve analitik yazılıma bilgi ileten sensör alıcılarını içerebilir. Yaygın olarak kullanılan bilgisayar görme uygulamaları, endüstriyel muayene, tıbbi görüntüleme ve gözetimi içerir.

Casus programlarının sürekli olarak çalışması nedeni ile telefonda bir yavaşlama meydana gelir. Telefon ile hiçbir şey yapmamanız halinde bile oldukça yavaş çalışıyorsa bu casus programının olduğunu gösteren bir durumdur. Casus yazılımları genel olarak sizin verilerinizin yer aldığı bir klasör içerisinde dosyalanır. Telefonun dosya yöneticisi içerisinde bilmediğiniz dosyaları silmeniz işinize yarar. Ancak bu durum telefonunuzu kurtarmanıza yardımcı olmaz. Telefon da casus programının olup olmadığına emin değilseniz o zaman telefonunuza anti virüs programı yüklemeniz yeterli olur. Bu sayede casus programı tespit edilerek silmeniz sağlanır. Eğer telefonunuzda casus programları olduğu yönünde bir şüpheniz varsa telefon rehberinizi yedekleyerek telefonunuza format atmanız ya da telefonunuzu sıfırlamanız telefonunuzu kurtarmak için yeterli bir davranış olur. Bu sayede telefonunuzu casus yazılımından kurtarma durumunuz meydana gelmiş olur.
Telefonunuza yüklediğiniz uygulamaların arasında sizin yüklemediğiniz ve ne olduğu hakkında bir bilginizin olmadığı uygulamalar varsa onları araştırmanız en iyi yöntem olur. çünkü bazı casus programları kendilerini belli ederler. Casus programları telefona girdiği zaman arka planda sürekli olarak çalışır bu da işlemcinin sürekli olarak meşgul olmasına neden olur. Bu durum da telefonunuzda ısınma meydana gelir.


Casus yazılım telefonda bulunan donanıma bir yükleme yapacağı için RAM de bir şişmeye neden olur. Aynı zamanda bu durum işlemcinin zorlanmasına da neden olabilir. Bu durum da telefonun kendi kendine kapanmasına ya da yeniden başlamasına neden olur. Sizin de telefonunuzda böyle bir sorun varsa o zaman casus yazılımlar telefonunuzu ele geçirmiş olabilir.
Casus yazılımlar telefon ile yapılan görüşmeleri kayıt eder. Bu nedenle de sizin telefon ile görüşme yaptığınız sırada değişik sesler duyma durumunuz ortaya çıkar.
Casus yazılımının telefona girmesi durumunda sizden bağımsız olacak şekilde arka plan çalışır. Bu nedenle de şarj sürekli olarak tükenir. Telefonun şarjının normalden hızlı tükeniyor olması durumunda telefonunuzda casus yazılımı olabilir.

Telefonların akıllanması nedeni ile bazı beklenmedik durumlar meydana gelebilir. Telefonun arka ışığının hiçbir şey olmadan yanması, uyarı vermesi durumunda fabrika ayarlarına döndürme denenmelidir. Ancak bu durum yapılmadan önce rehberin yedeklenmesi unutulmamalıdır.

İnsan herhangi bir konu hakkında yeterince bilgi sahibi değilse veya daha önce emsallerini hiç görmemişse, elbette ilk duyduğunda şaşırıp kalır. Fikir yürütemez, yorum yapamaz, çekimser kalır. Bu herhangi bir seçim yaparken de böyledir, bir soru karşısında cevap ararken de.. Kitap okumak insana çabuk ve kolay karar verme alışkanlığı kazandırır. Çok okuyan biri kelimelerin denizinde daha rahat yüzüyor demektir. Şimdiye kadar birçok olay, hikaye, kurgu okumuştur. Dolayısıyla daha kolay fikir yürütüp, daha rahat karar verebilir.

Eğer bir insan söz konusu durum hakkında bilgi sahibi değilse, yorum yapmaz. Konuşmaktan ve tartışmaya girmekten çekinir. Çünkü yeterince bilgiye sahip olmadığından, karşı tarafı ekarte edemeyeceğini düşünür. Oysaki sürekli kitap okuyan biri, az da olsa her konuya hakimdir. Bu durum ise ona özgüven kazandırır. Kendinde her tartışmaya girebilme ve bildiklerini karşı tarafa inandırabilme potansiyelini görür.


Düzenli olarak okumak hayatı sevgiyle doldurur. Okuyanlar, okudukları hikâyelerin içeriğinde biraz mutluluk fark edecekler. Bu küçük sevinçler, insanların hayata daha olumlu bakmasını sağlıyor. Kitap okuyan insanlar bu şekilde hayatı daha çok sever.

Düzenli olarak okumak uyku kalitesini artırabilir. Yatmadan önce okuyan kişiler boş olacak ve kortizol seviyeleri düşecek. Bu durum stresi azaltır, insanların kendilerini daha huzurlu hissetmelerini ve uyumalarını kolaylaştırır. Düzenli okuma, başarının anahtarıdır. Çok okuyan insanlar hayatın her alanında diğerlerinden daha başarılıdır. Kitap okumak, algı ve anlayışı önemli ölçüde geliştirebilir. Bu sayede bir şeyi okuyan kişi onu hemen algılayabilir ve kısa sürede başarısını artırabilir.

Düzenli okuma hayatı düzene sokar. Kitap okuyan kişiler, kitap sayısı veya okuyacakları sayfa sayısı gibi hedefler belirler. Bu hedefe ulaşmak için hayatını düzenlemelidir. Düzenli okuyanların hedefleri nedeniyle hayatları daha organize olacak.


Düzenli olarak kitap okumak vizyonu geliştirir. Okurlar hangi ortamda yaşarlarsa yaşasın, fırsatları olsun veya olmasın, vizyonları çok geniş olacaktır. Kitaplar, insanların hayata daha umutlu bakmasını ve daha doğru hedefler ve planlar için temel atmasını sağlar.


Düzenli okuma, genel kültürü geliştirir. Kitaplar birçok farklı konuda içerik içerir. Farklı tarzlarda kitap okuyan insanlar hemen hemen her konuda fikir sahibidir. Bu şekilde çok kitap okuyan insanların genel kültürü de gelişir.
Düzenli olarak okumak daha iyi konuşmanıza yardımcı olacaktır. Sıradan okuyucular birçok kelimenin doğru yazımını ve telaffuzu öğrenebilir. Ne kadar dikkatli okursanız, kelime hafızanız o kadar doğru gelişim gösterir. Çok kitap okuyarak iyi konuşmaya sahip olabilirsiniz.





İnsanların yoğun tempo altında hayat sürmeleri nedeniyle kitap okumak için kendilerine vakit ayıramazlar. Bulundukları yoğun tempo içerisinde kitap okumak için fırsat yaratanlar, çok daha şanslı durumdadırlar. Kitap okumak stres gidermekte ve insanı rahatlatmaya birebirdir. Kitap okumak, pek çok kişi için vazgeçilmez bir tutku haline gelmiştir. Kitapların içinde kaybolan insanlar, gerçek dünyanın stresinden bir an olsun uzaklaşıyorlar. Kitap okumak insanlara birden fazla katkı sağlamaktadır.



Hâl böyle olunca sistem, ürettiği bu kötülüğü, yine kendisinin ürettiği kötü bir usulle örtmektedir. Önceleri gıda ve temizlik maddeleri gibi ürünlerin içeriklerinde sağlığa zararlı katkıların dozlarını ayarlarken “kabul edilebilir” olarak adlandırdığı kendince bir standart geliştirmiştir. Bu oransal mantığa göre bir gıda maddesinin raf ömrünü uzatmak için insan vücuduna zararlı olduğu bilinen kanserojen maddenin belli oranda kullanımının bir sakıncası yoktur. Bu anlayışın asıl gayesi üretici firmanın tüzel kişiliğini hukuken koruma altına almaktır. Kişinin şimdilik mağdur olmaması yeterli görülmektedir. Uygulamadan dolayı gelecekte çıkabilecek bir felaket öngörülebilir olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

İkinci durumda ise bu kişiyi yaşadığı çevreden koparıp şehirde yaşamaya mecbur ettiğiniz kişilerden biri olarak düşünelim. Evvela bir adres sahibi olmalı; ev kirası, elektrik, su faturası, gıda ve giyim ihtiyacım asgari düzeyde karşılayabilen bir birey olarak topluma kazandırdınız diyelim. Bu kişi zorla dâhil ettiğiniz toplumun efendileri tarafından tanımlanan alt kültür sınıfının bir üyesi olduğunu bilmeden ölecek belki de… Köyünde üreterek doğal hayatın tüm şartlarım doğuştan kabul etmiş ve ilişkilerini bu yaşam biçimi üzerine kurmuş bu kişiyi yalnızlaştırmak gibi bir kötülüğün içine atıvereceksiniz. Sonrası cebine koyduğunuz birkaç sertifika ve kimlikle yaşamaya mecbur kılmaktan başka ne olabilir ki ona kazandırdığınız? Her iki durumda da çıkar gruplarının kendine biçtiği rolün dışında başkaca bir rol tercihi olmayan bir birey kötülüğe karşı savunmasızdır. Elindeki tüm maddi kazanımlar, büyük sermaye gruplarının, kartellerin biçtiği değerden fazlası değildir. Bu bağlamda düşünce olarak bir banka kurmak emekçiyi faiz kanalıyla ezme; sermaye sahibini ise daha çok zengin etme yönteminin kurumsal karşılığıdır.

Bilgisayarının Ethernet girişinden bir ağa bağlanan kişi uluslararası protokol gereği birçok kural ve kuramlara karşı sorumlu kılınmıştır ve artık bu bilgisayarın da bir kimliği vardır. Batının on dokuzuncu yüzyıldan bu yana kültürünü üzerinde bina ettiği personalizm (kişiselcilik) felsefesi, kişiyi cebren tüm değerlerinden soyarak kurumlar karşısında yeni roller ve yeni değerlerle hızla şekillendirmiş ve onun için birçok kimlik üretmiştir. Birey artık ait olduğu kurumun bir üyesidir. Üyeliğinin delili ise o kuram tarafından sadece ona özgü olmayan (onun gibilerin tümüne verilen) fakat kayıt, seri numarası ve kişisel bilgilerle diğerlerinden ayrılan bir belgeden ibarettir. Öyle ki kişi varlığını, yeteneğini, gücünü bu kimliklerle ispatlar duruma gelmiştir. Bu öyle bir kötülüktür ki kişisel varlığınızın ispatı, kuramsal kimliğinizin ibrazıyla mümkün hâle gelmiştir. Ayrıca kurumun vizyonu kişinin sadece maddi güdülerini tahrik ettiği için bencil bir rekabetin ortasındadır ve etrafındaki herkes onun gizli veya açık rakibidir. Oysa ülkenin herhangi bir köyünde atalarından elde ettiği bilgiyle sahip olduğu toprağı ekip biçerek ve hayvancılık yaparak geçimini temin eden, belki de modern insandan çok daha fazla mutlu olmayı beceren saf insan, modern insanın taşıdığı kaygıların birçoğunu yaşamamaktadır. Hâlbuki modern insan nazarında bu saf insan modern yaşamın gerektirdiği bilgilerden yoksun olduğu için ilkeldir ve cahildir ve hatta kimliksizdir. Onun tez elden eğitilmesi gerekmektedir. Eğitime muhtaç görülen bu insanların ekseriyeti modern sosyolojinin tanımıyla sınırladığı “alt kültür” sınıfına dâhil edilecektir.

Albert Einstein: “İnsan öyle sorunlar üretir ki var olan bilgi birikimiyle bu sorunlara çözüm bulamaz ” der. Modern insanın üretme iştahı dünyayı -belki de evreni- bir çöplüğe çevirmiştir… İmkânlarını, sınırlarını, hızını artırmak adına sürekli insani unsurları, çevreyi, hayatı geriye dönüşü imkânsız kılacak biçimde değiştiren ve yok eden bir anlayış… Eliotun şu belirlemesiyle devam edelim: “‘Kendimi farklı bir insan yapacağım’ diyemediğimiz hâlde, ‘Bu kötü alışkanlığı bırakacağım, bu iyi alışkanlığı geliştirmeye çalışacağım’ diyebiliriz. Aynı şekilde toplum içinde -sadece şu veya bu bakımdan- açıkça görülen kusur ve ifratları düzeltmeye çalışacağım; ancak bir şeyi düzeltirken, diğerini bozmayacak şekilde aynı anda pek çok şeyi göz önünde tutmaya çalışmalıyım, diyebiliriz. Hatta bu bile başarabileceğimizden daha büyük bir özlemi ifade etmektedir. Çünkü neticelerini önceden görmeden ve anlamadan parça parça yaptığımız şeylerden dolayıdır ki bir çağın kültürü kendisinden bir evvelki çağın kültürü kadar veya ondan daha farklı olmaktadır.” T.S Eliot, Kültür Üzerine Düşünceler, Çev. Sevim Kantarcıoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987, s.10



Tabiatı yıkmaya, onu gemlemeye, tutsak edip zincirlemeye çalışan zihniyet kendi doğrultusunda ilerleyerek tabiatı koruma fikrine varmıştır. Aslında tabiata “hakim” olma fikrinde bir değişiklik yoktur. Tabiata hakim olmanın biçiminde bir değişiklik yapma teklifi vardır. Sanayi olsun, ama denizi kirletmesin, elektronik aygıtlar hayatımızı yönetsin ama aklımızı kaçırmayalım, vahşi hayvanlar yaşasınlar ama, bizim kontrolümüzde yaşasınlar, sular aksın ama biz istediğimiz için, bizim istediğimiz tarafa aksın, İyi bir göz, bu yaklaşımda tabiatla budalaca bir savaşa girmiş geçen yüzyıllar insanının sahip olduğundan çok daha tehlikeli bir niyeti görebilir. Şerri olduğu kadar, hayrı da insan kaynaklı esaslara oturtmak istiyor bunlar. Bir önemli noktayı da vurgulamak gerek: Tabiatı koruma ideolojisi korunacak tabiatın kalmadığı bir zamanda yaygınlaştırılmıştır. Bugün batılı insan medeniyetinin vardığı nokta “yapay çevre” olmaksızın bir gün bile yaşanamıyacak bir noktadır. Bu yüzden tabiatı koruma ideolojisi batı medeniyetini yıkmaya yönelmiş sayılamaz.

İnsan kendi şerefini insandan gayri ne varsa onu yenmek, zincirlemek ve kullanmakta aradı ve bunu başardığı oranda güçlü saydı kendini, 20. yüzyılın sonuna geldiğimizde vahşi tabiatın da sonu gelmişti. İnsanoğlu kendi için yarattığı yapay çevrenin bir nimet değil bir belâ olduğunu anlamakta gecikmedi. Gerçi insan eli değmemiş tabiat bölgesi kalmamıştı, ama bir yanıyla ehlileşmiş gibi görünen tabiat ehlileştiği İçin tehlikeli olmaya, insanı hem bazı şeylerden mahrum kılmaya, hem de insandaki bazı hayatiyet unsurlarını yıkmaya, çürütmeye yönelmişti. Tabiat, vahşetini görünür sahalardan görünmez bölgelere “gizlilik ve sinsilik’’ alanlarına taşıdı.


Kapitalizmin türevi olarak Batı Aydınlanması, geliştirdiği ve kapitalizmin amacına uygun anlamlar yüklediği bilimler sayesinde, bin yıllık değerleri önemsizleştirmiştir. Bugün Aydınlanmacı tarih, filoloji ve arkeoloji bilimleri, insanlığın binlerce yıllık değerlerini, ölü bir müze kültürü biçiminde algılamamızı öngörüyor. İnsan, eskiten, tüketen, modasını geçiren bir algı biçiminin kıskacındadır. Ve bu, farkında olmadığımız psikolojik bir sorundur.
İnsanlığın alçalmasına yol açan bir başka etken olarak “pazar için kitlesel üretim” histerisine gerekçe sağlayan, sözde “sonsuz ihtiyaçların” deşifre edilmesinde de, bu antikapitalist kavramların olağanüstü bir kolaylık sağlayacağı kuşkusuzdur. Kapitalizmin kitlesel üretim ve tüketim ahlâksızlığına karşı, geleneğimizin ve tarihimizin kanaat ahlâkı, insanın maddi ihtiyaçlarının aslında sınırsız olmadığı konusunda, bize yeterli dayanak sunabilir. Burada insanlığın binlerce yıl boyunca, sadece bazı ihtiyaçlarına atfettiği kutsallık sıfatını, ölçüt olarak önermek mümkün görünüyor. Kapitalizmin doğurduğu meta fetişizmi, insanlığın olmazsa olmaz kutsallarını gölgede bırakarak, asli ihtiyaçlarımızın, sanal ve yapay ihtiyaçlarla yer değiştirmesine yol açmıştır. Veya özünde binlerce gereksiz “produkt” sanki asli bir ihtiyaç gibi algılanır olmuştur. Bu yanılsamanın süreklililiği için, reklamcılık, pazarlama, moda, vb. teknikler geliştirilmiştir. Bu kadarını sezebiliyoruz.



Buna bağlı olarak: işgünü, iş elbisesi, çalışma zamanı, iş molası, iş kazası, iş bölümü, iş sözleşmesi, iş sigortası, işyeri, işyeri güvencesi, işsizlik, angarya iş, çalışma kampı, işçi partisi, iş bankası, iş borsası, iş pazarı, iş dağıtımı, iş gücü, iş temposu, iş hacmi, iş hukuku, iş aletleri, iş göçü, iş ücreti, iş bulma kurumu, çalışma izni, çalışma karnesi, vs. Bu liste hayli uzatılabilir. Bu kavramlardan açıkça anlaşılabileceği gibi çalışma sosyo-ekonomik, rasyonel bir kategoriye dönüşmüş ve salt etik anlamının bütünüyle dışına savrulmuştur.

Hangi sanat dalında olursa olsun, çalışma, o sanatın en yüksek değerine ulaşmayı amaç edinmelidir. Bu bakış doğrultusunda çalışkanlık en yüksek değeri içeriyor. Öyleyse paranın da başka amaçlar için bir araç olmak dışında anlamı yoktur. Bu türlü bir tasarım büyük olasılıkla Antik dönemde ve Kapitalizm öncesi toplumlarda hayli önemsenmiştir. Antik dönemde çalışma, hakiki anlamını, amaca yönelik maddi üretimin ötesinde, tinsel alanda bulur. İnsana ulaşabilen en yüksek iyi kendisini asli çalışkanlığı anlamında ruhun bir etkinliği (çalışması) olarak sergiler. Hakikatte, çalışmanın maddi nesneler dünyasını değiştirme ve nesneler üzerinde hakimiyet tesis etme niteliğinden öte, ruhi bir etkinlik olarak; tinsel ve toplumsal bir disiplin olarak görülmesi, onun erdemselliğinin bir ifadesidir. Politika ve felsefe yapmak, edebiyat ve benzeri sanatlarla uğraşmak, yani bu alanlarda çalışkan olmak, aynı anlamda manevi bir yücelme ve arınma imkanı sunar. Çalışma, bu açıdan gözlendiğinde, kendisini, insanı elemden koruyan ve mutluluğunu sağlayan bir eylem olarak gösterir. “Fakat eğer söylediğimiz gibi çalışma, hayata kendi karakterini verirse, böylece mutlu bir insan eleme düşmez çünkü onun asla alçak ve tiksinç bir şey yapmasını öylesine bekleyemeyiz.” [Aristoteles: age. S.26] Fakat modern toplumlarda, bu anlayışın nasıl topyekün tersine döndüğünü, açık ve belirgin şekilde görebiliyoruz.

Demek ki ekonomik olarak gelişmiş Batı toplumlarında dahi, çalışmak, artık karın doyurmaya bile yetmiyor. Çalışarak refahını artırmayı amaçlayan insanlar, tam tersine, çalıştıkları ölçüde kendi yoksulluklarının arttığına tanık oluyorlar. Ülkemizde ise haftada kırk ile altmış saat çalışmasına rağmen, ev kirasını bile ödeyemeyen milyonlarca insanın varlığından haberdarız. Çalışanlarla, işsizler arasında giderek azalan refah farla, çalışanların emeğini ayrıcalıklı kılmaktan giderek uzaklaşıyor, Öyleyse bu yapay erdemden derhal vaz geçmek gerekmez mi? Batı’da İşsiz insanların, tembellik, asalaklık, vs. nedenlerle toplumda aşağılanmasına yol açan, sahte ahlâki – psikolojik baskının, çalışarak yoksullaşmak sloganı sayesinde giderek kırıldığını görebiliriz.

Bana göre bu türlü bir çalışmanın biricik ölçütü “kamu hayrı” na yapılan bir çalışma olsa gerek. Kendisine hiçbir maddi getirisi olmamasına rağmen, bir âlimin tüm insanlığa hediye ettiği bir bilgi, bir şairin ruhumuzu arındıran hikmet dolu mısraları, bir mimarın yolcu ve garipler için tasarladığı bir kervansaray, bir çeşme. Bir köylünün Allah rızası için budadığı sahipsiz bir ağaç. Doğu geleneğinde sayısız örneği olan, bu ve benzeri işler için harcanan emek ve yapılan çalışma, insan ruhunu yücelten, onu erdemli kılan bir etkinliktir. Öyleyse çalışmanın erdem anlamı kazanmasının tek imkânı, onun kamu’ya dönük yüzünde beliriyor. Ve bu türlü bir emek, günümüz kapitalizminin geliştirdiği toplumsal bir kategori olan çalışma’dan çok farklıdır. Fakat elbetteki, sadece kendine çalışarak para kazanmak, hâttâ yer yer çok kazanmak da mümkündür. Gelgelelim, bu türlü bir çalışmanın ne ‘en yüksek iyi’ ile, ne de herhangi bir erdemle ilgisi olmadığı açıktır: “Para insanının yaşamı, kendi içinde gelişmiş bir şeydir ve açıkçası zenginlik aranan en yüksek iyi değildir. Bu sadece başka amaçlar için bir kullanım değeridir. Bu yüzden daha önce adı geçen şeyleri (haz ve onur) nihai amaç olarak kavrayabiliriz, çünkü onlar kendi iradeleri tarafından değerlendirilirler. Buradan anlaşılıyor ki, zengin bir insanın, çalışkanlığıyla övünmesi ve başkalarından övgü beklemesi boş ve anlamsızdır. Öyle ya, çok çalıştın ve zengin oldun. Peki niçin başkaları seni, senin zenginliğin için övsün.





Makineler dünyasında insan özgürlüğünün çeşitli nedenlerle azaldığı açıktır. Belki de insanın kalan son özgürlük parçasını koruyabilmesi için yapması gereken, hayatına çoktan girmiş olan makineleri otorite sahibi olacak şekilde değil de karar alma aşamasında insana yardıma olacak şekilde tasarlamaktır. Makineler insanlara alternatifleri işaret edip insanların farklı seçeneklere açık olmasını sağlayabilirler. Veya herhangi bir seçeneğin olası sonuçlan konusunda onlara bilgi vererek her bir tercihin artı ve eksi yönlerini gösterebilirler. Böylece kişi, aldığı kararların bilincinde olup sonuçlarını üstlenebilecek konumda olabilir. Aksi takdirde her zaman iki nokta arasındaki en kısa yolu tercih edecek ve insana inisiyatif hakkı tanımayacak makineler insan özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır. Sebile Başok Diş
Fromm’un da belirttiği gibi aksi yöndeki sloganlara rağmen iyi beslenmiş, iyi bakılmış, insanlıktan uzaklaştırılmış, bunalmış sıradan insanı bürokratların idare ettiği bir topluma doğru hızla yaklaşıyor, makinelere benzeyen insanlar ve insanlara benzeyen makineler yaratıyoruz (Fromm, 2018, 47- 48). Alternatif edim imkânlarının olmadığı, insanların yapıp ettiklerinin sonuçlarını göremediği, bunlarla yüzleşip sorumluluğunu üstlenemediği, birey olarak iç muhasebede bulunarak ne tür bir fail olduğunu değerlendiremediği bir döneme girmiş bulunmaktayız. Yapıp ettiklerimiz biz onları ortaya koyduktan hemen sonra adeta bizden kopuyor. Bizimle çok az ilgisinin kaldığı bu edimlerin sonuçları dünyayı etkilerken, biz olan bitene bigâne kalıyoruz. Teknoloji sayesinde örneğin yerin yüzlerce metre altında bulunan maddeleri çıkarabiliyoruz fakat bunun doğa ve çevre halkı üzerindeki etkilerini tam olarak bilemiyoruz. Bazı tuşlara basmış olan kimseler ortaya çıkan sonuçlar üzerindeki rolünü kabul etmek istemiyor. Bu bakımdan bir şeyler yapan fakat yaptıklarının boyutlarından habersiz olan çocuklara benziyoruz. Bu nedenle özgürlük ve sorumluluk açısından birer çocuk seviyesine düştüğümüzü söylemek abartılı bir ifade değildir. Diğer taraftan her işimizi makinelere yaptırdığımız için kaslarımızı, aklımızı, yaratıcılığımızı ve duyularımızı yeterince kullanmıyoruz. Bu özellik ve yetilerimizi kullanıp yetkinleştiremediğimiz için bu açılardan köreliyoruz.

Fromm’un iddiaları, ihtiyaçların belirlendiği görüşünü destekleyecek türdedir. Fromm’a göre insanlar sadece üretim alanında değil, sözde özgür tercihlerini dile getirebildikleri tek alan olan tüketim alanında da yönlendirilmekte ve yönetilmektedir. İster yiyecek, giyim, içki tüketimi olsun isterse sinema ve televizyon programı tüketimi olsun her alanda tüketimin artması istenmektedir. Bireyin yeni mallara iştahını arttırmak ve bu isteği sanayinin en kârlı kanallarına yönlendirmek amacıyla güçlü bir telkin mekanizması devreye girmektedir. İnsan bu tür mekanizmalarla tek isteği daha çok ve daha iyi şeyler üretmek olan ebedi bir süt kuzusuna, ” tüketiciye dönüştürülmektedir (Fromm, 2018, 45-46).
Baudrillard ise akıllı makinelerin ortaya çıkarılmasını farklı bir açıdan yorumlamıştır. Ona göre insanların özgün ve dâhi makineler düşlemelerinin nedeni, kendi özgünlüklerinden umudu kesip veya bundan vazgeçip üçüncü şahıs olan makineler aracılığı ile bu özgünlükten yararlanmayı yeğlemeleridir (Baudrillard, 2016, 56). Düşünmenin sadece teknik düşünme olarak kabul edilmesi durumunda kuşkusuz makineler insanlardan çok daha iyi düşünecektir. Heidegger ise düşünmenin teknik hale gelmesini, onun kamusal olanın diktatörlüğü altına girmesi olarak tanımlar. Böyle bir durumda her şey, insanın gündelik ihtiyaçları ve arzulan bağlamında anlaşılacaktır. Kamusal alan bu ihtiyaçları belirleyecek ve bunların nasıl karşılanacağına ilişkin parametreleri ortaya koyacaktır (Johnson, 2013,93). Teknolojinin egemen hale geldiği bir dünyada düşüncenin kendisi de teknik hale gelmektedir ve insan kendi ihtiyaçlarını dahi belirleyebilecek bir konumda bulunmamaktadır.



Makinelerle kölelik arasında farklı bir ilişkinin de Hobbes tarafından kurulduğu söylenebilir. Bilindiği üzere Hobbes’un insan anlayışı mekaniktir. Mumford’a göre bu nedenle despotizmin bütün iddiaları, insanın bir makine olduğu tezine dayandırarak meşrulaştırmak mümkündür. Dolayısıyla insanın dahi insani bir sisteme ihtiyacı kalmamaktadır. Despotun ideallerine ulaşmanın yolu, daha fazla mekanikleşmektir (Mumford, 2015, 247). Despotizm özgür yurttaşların varlığına müsaade eden bir yönetim biçimi değildir. Böyle bir yönetimin temellendirilmesi insan özgürlüğüne değil, mekanikliğine yapılacak vurgularla mümkündür. İnsanlar ne kadar mekanik olursa despotizm altında yönetilmeleri de o ölçüde kolay olacaktır. Kuşkusuz bu da özgürlüklerin yitirilmesini gerektirecektir. Makine sahibi tarafından kurulan saatin çalması ile despot tarafından verilen talimatlara göre yaşamını süren insanlar arasında büyük bir fark yoktur. Ancak insan yalnızca despotik yönetim altındayken değil, kimi zaman makineleri kullanırken de özgürlüğünü kaybetme riskiyle karşılaşmaktadır. Bunun öncelikli nedeni, makineleri kullanarak bir şeyler yapan insanlar için gerçek anlamda “edim” ve “inisiyatif” sözcüklerinin uygunsuz kaçmasıdır. Kişi, makineleri kullanırken ediminin yol açtığı sonuçları istememiş ve hatta bunları akıl bile edememiş durumda olabilir. Ayrıca bu sonuçları akıl etme veya aklının ucundan geçirme özgürlüğü bile yoktur. Bu nedenle içinde yer aldığı eylemin etik dişiliğim hissetmesinin önüne geçilmiştir. Hatta eylemin insanlık dışı olduğunu hissetmekten mahrum bırakılmış, vicdan azabı duyma hakkı elinden alınmıştır. Kendisini sorumsuz biri olarak bile hissedemez. Bu nedenle artık sorumluluk üstlenme hakkına sahip failler söz konusu değildir (Anders, 2018b, 84).

İnsanlar hayatlarını kusursuz bir sanat eseri haline getirme özgürlüğü ve sorumluluğu karşısında yetersiz kalmaktadır. insandan iş, aile, evlilik, duygular, ebeveynlik dahil olmak üzere her alanda mükemmel olmasının beklenmesi, ona ağır gelmekte bu nedenle kişi inisiyatif almak istememektedir. Ne de olsa inisiyatif almaktansa başkalarına tabi olmak çok daha kolay bir yoldur. Ancak bu yol kolay olmasına karşın bir özgürlük kaybıdır. Arno Gruen’in de söylediği gibi özgürlük, özerklik ve sorumluluğu gerektirmektedir (Gruen, 2015b, 146). Kendi hayatı ile ilgili kararların alınmasını başkalarına devreden insan, özerkliğini yitirdiği ve sorumluluğunu terk ettiği için özgürlüğünü kaybetmiş olur. Kendi kendini yönetme, özgür insan ile köle arasındaki en temel ayrımı oluşturur. Aristoteles de insanları kendilerini yönetmeleri açısından ikiye ayırmıştır. Ona göre insanların bir kısmı yöneten konumundayken, diğerleri yönetilenleri oluşturmaktadır. Bedenlerini kullanarak belirli işleri yapmaları dışında kendilerinden başka bir şey yapmaları beklenmeyen insanlar kölelerdir. Aristoteles bunların yönetilmelerini ve emir beklemelerini daha uygun bulur. Çünkü köleler diğerlerine bağlı, aklını kullanma yetileri az da olsa gelişmiş fakat onun iradesine sahip olmayan kimselerdir (Aristoteles, 2013,31). Platon özgürlüğü Aristoteles gibi irade ve kendini yönetme ile ilişkilendirilerek ele almıştır. Ona göre en doğru insan en mutlu insandır; bu kişi de içinde en fazla krallık olan, kendisini en iyi dizginleyen kimsedir (Platon, 2005, 244). Platon’un bu görüşlerini özgürlükle ilişkilendirmemizin nedeni, onun “içinde en fazla krallık olan” ifadesini kullanmış olmasıdır. Kuşkusuz bir devlette gücü en fazla olan, iradesini en yetkin şekilde kullanabilecek, dolayısıyla en özgür kişi olarak nitelendirilebilecek insan kraldır. Bu nedenle Platon’a göre en özgür kişinin kendisini en iyi dizginleyen kimse olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Makineleri kontrol etmeye alışan insan adeta kendisine de bir tür makine gibi davranmaktadır: Kendi bedenini tıpkı bir klavye gibi kullanmak istemekte, tuşlara basarak klavye üzerinde çeşitli işlemler yaptığı gibi kendi ve hayatı üzerinde de tasarrufta bulunmaya çalışmaktadır. Her sorunu bu şekilde kolayca çözmek isteyen modern insan, yüzündeki sivilcelerin varlığına dahi tahammül edememektedir. Hayatı ve kendisi ile ilgili her tür sorun, olay ve duruma bu şekilde yaklaşan bizler, tüm bunları mekanik bir şekilde değerlendirme eğilimindeyiz. Hem bedenimize hem de insanlarla ilişkilerimize ve duygularımıza yaklaşımımız bu bakış açısının izlerini taşımaktadır. Hayatta ortaya çıkan sonuçların salt bir seçim meselesi olduğu fikrinin hâkimiyet kazanması ile beraber, aşk ve cinsellikle ilgili meseleler de kariyer ya da tatil seçimi yapmak kadar kolay halledilebilecek meseleler olarak görülmeye başlamıştır. Seçme fikri, hisler konusundaki algımıza da derinden etki etmiş ve neticede insanlar bir şeyler hissedip hissetmemeyi seçebilirmiş gibi davranmaya başlamıştır. Bu durumu özellikle üzücü duygulardan kurtulma çabalarında gözlemlemek mümkündür. Ancak seçme fikrini duygular alanına sokmak, kaygı ve suçluluk duygularını arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Örneğin ne yapılırsa yapılsın öfke duygusunun ortadan kalkmadığı durumlarda kişiler muhtemelen bu üzücü duygunun üstesinden gelemedikleri için kendilerine kızmaya başlıyordun Öfke, her ne kadar arzu edilmeyen bir duygu olarak görülse de gerekli bir duygu olduğu ve toplumsal değişimi hızlandırdığı unutulmamalıdır. Bu açıdan bakıldığında insanları öfkeden kurtarma çabalan, onları yatıştırmanın ve dikkatleri toplumsal meselelerden uzaklaştırıp bireysel sorunlara yöneltmenin bir yolu olarak değerlendirilebilir (Salecl, 2016,28-30).

Kişilerin kendi akıllarına, muhakeme güçlerine, içgüdülerine ve olgunluklarına duydukları güvenin azalması, seçenekler bolluğu karşında uzmanların ellerine teslim olmalarına yol açmaktadır. Uzmanlar birer profesyoneldir ve Ivan illich’e göre profesyonellerin işleri insanlara neye ihtiyaçları olduğunu söylemektir. Bu kişiler, reçete yazma gücünün kendi ellerinde olduğunu ileri sürerler. Yalnızca neyin iyi olduğunu ilan etmekle kalmaz, ayrıca neyin doğru olduğunu da takdir ederler. Bu kişilerin alameti ne aldıkları maaş, ne aldıkları uzun eğitim, ne yaptıkları hassas iş ne de sosyal statüleridir. Maaşları düşük ya da vergilerle kuşa çevrilmiş olabilir, eğitimleri yıllar boyunca sürmemiş yalnızca birkaç haftaya sıkıştırılmış olabilir, sosyal statüleri pek yüksek olmayabilir. Profesyonelin alameti, otoritesidir ve bu otorite ona bir kişiyi müşteri olarak tanımlama, o kişinin ihtiyaçlarını belirleme ve o kişiye reçete yazma yetkisi verir (Illich, 2010, 54). Konularının uzmanları olan profesyoneller yakın zamanda ortaya çıkmıştır. Ancak insanları onlara yönlendiren danışma ihtiyacı yeni değildir. İnsanlar geçmişte de önemli ve zor kararlar almanın eşiğinde olduklarında başka insanların fikirlerini alma, onların tecrübelerinden faydalanma ihtiyacı duymuşlardır. Aile ve akrabalık ilişkilerinin güçlü olduğu, aile büyüklerinin saygı gördüğü, hayatın şimdiki gibi hızlı değişmediği dönemlerde başkalarına danışmak daha kolay ve risksizdi. Çağımızda hayat çok hızlı değişmektedir ve bu nedenle geleceği öngörmek zorlaşmaktadır. Bu nedenle pek çok insan özellikle önemli kararların arifesinde, tanıdıktan “sıradan” insanlara değil, profesyonellere danışma ihtiyacı duymaktadır.

Özgürlük içinde yaptığımız seçimlerin birtakım sonuçları olmakta, bizlerin de bu sonuçları üstlenmesi gerekmektedir. Ancak Yıldız Silier’in de belirttiği gibi insanların çoğu özgürlük isterken kendisini kandırmaktadır. Bu kişilerin asıl istediği, özgürlük değil, serbestlik ya da bedeli ödenmemiş bir özgürlüktür. Bunların durumu adeta yerçekimsiz bir ortamda yürümeyi istemek gibidir. Yürümeyi mümkün kılanın sürtünme olması gibi özgürlüğü mümkün kılan da sorumluluktur (Silier, 2014, 61). Özgürlükçü olmak ölçüsüz olmak anlamına gelmediği gibi özgür olmak da rahat olmak demek değildir. Özgür olmak varoluşun sonsuz zorluklarını tanımak ve ahlaki davranış için hazır reçetelerin olmadığını fark etmek demektir (Billington, 1997, 302). Yalnızca ahlak alanında değil, neredeyse hayatın insani hiçbir alanında hazır reçeteler bulunmamaktadır. Her önemli karar sonrası birtakım sonuçlar doğmakta, bu sonuçlar karan alanın sorumluluk alanına girivermektedir. Sorumluluğun özgürlüğün ayrılmaz bir parçası olması, kimi insanların özgürlüğü bir yük gibi görmesine neden olmaktadır. Seçilecek alternatiflerin artışı bu yükü daha da ağırlaştırmaktadır.


“Teknolojiyi tümüyle yermek, tuzdan arındırılmış deniz suyu ile yeşeren bahçeleri görmezlikten gelmek, onu gözü kapalı övmek ise Hiroşima’yı unutmak demektir.” Stuart Chase
Bunların yanı sıra İngiltere’de Kanser Araştırma Merkezi (CRUK) 90’lı yıllardan 2016’ya cep telefonu kullanımının yüzde 500 oranında arttığını, buna bağlı olarak beyin tümörü vakarının da eskiye nazaran yüzde 34 oranında artış gösterdiğini açıkladı. Uluslararası Kanser Araştırma Merkezi ise cep telefonlarını 2011’de “kansere yol açabilecek etken” olarak tanımlamıştır. Sonuç olarak 5G teknolojisinin insan, hayvan ve bitkiler üzerinde zararlı bir etkisi olmadığı gerekli kurumlarca test edilmiş ve onaylanmıştır. Ancak yüksek miktarda cep telefonu kullanımı son 5 yılda insanlarda beyin tümörü hastalığını yüzde 34 oranında arttırdığı kanıtlanmıştır. Sağlığımız için teknolojiyi ihtiyacımız kadar kullanmalı ve toplumu bilinçli hale getirmeliyiz. Günlük hayatımızın temelinde doğanın olduğunu unutmamalı ve doğa ile iç içe sürdürülebilir teknolojilerle birlikte hayatımızı daha sağlıklı ve verimli hale getirebiliriz.

Reading Üniversitesi bünyesinde görev alan Hücresel Mikrobiyoloji Doç. Dr. Simon Clarke, yaptığı açıklama ile birlikte bu iddiaların “tam bir çöp” olduğunu ifade etti. Açıklamasına “Bağışıklık sistemi yorulmak veya iyi bir beslenme düzeni uygulamamak gibi her türlü şeyle zayıflayabilir. Bu dalgalanmalar çok büyük olmasa da sizi enfekte olmaya açık hale getirebilir. Temelde radyo dalgaları fizyolojinizi bozup bağışıklık sisteminize olumsuz etkiler yansıtabilir. Ancak 5G radyo dalgalarının enerji seviyeleri çok küçüktür ve bağışıklık sistemini etkileyebilecek güçte değildir. Bu konuda çok çalışma var.” dedi. Öte yandan 5G’nin Kovid-19 hastalığına sebep olduğu iddialarını komplo teorisi diye nitelendirmek gerekir. Çünkü 5G’nin Kovid-19’a sebep olduğunu ortaya koyan herhangi bilimsel bir çalışma henüz bulunmamaktadır.

5G hizmeti, yeni nesil kablosuz iletişim teknolojisidir. Mobil telefonların kullandığı hücresel ağlarda bulunan teknolojik altyapının yeni kurallar ile yeniden yapılandırılması da denebilir. Ayrıca dördüncü nesil teknolojinin yaklaşık 10 katı veri iletim hızı sağlamaktadır. Bu çerçevede radyo frekansları, işlemciler ve antenlerin kullanılma şeklinde yapılan değişiklikler ve kapasite yükseltici yeni eklemelerden de söz edilebilir. Mobil iletişim sistemlerinde veri transferi radyo dalga boyundaki elektromanyetik dalgalar aracılığıyla sağlanır. Bugüne kadar mobil iletişim sistemlerinde kullanılan sinyallerin dalga boyu santimetre ölçeğindeydi. 5G teknolojisinde dalga boyu milimetre ölçeğinde olan (6-100 gigahertz frekans aralığında) sinyallerin kullanılıyor. Mobil cihazların sayısının her geçen gün artmasına rağmen kullanılan frekans aralıklarının aynı kalması yavaşlama ve bağlantıda kopma gibi sorunlara neden olur. 5G teknolojisinde sinyallerin daha önce mobil iletişim sistemlerinde kullanılmayan bir frekans aralığında olmasının bu sorunlara çözüm olabilir. Mobil iletişim sistemlerinde aşılması gereken başka bir sorun gecikmenin azaltılmasıdır. Gecikme, verinin bir noktadan başka bir noktaya iletilmesinde geçen süre olarak tanımlanabilir. Sürücüsüz araç teknolojileri, otonom ve uzaktan kontrol sistemleri gibi alanlarda gecikmenin azaltılması hayli önemlidir. 4G’de gecikme süresi 30 milisaniye ile 50 milisaniye arasındaydı. 5G teknolojisinde ise gecikmenin 1 milisaniyeye düşürülebilir.

Her işyeri ve konaklama ortamının can sıkıcı görüntüleri arasında ortalığa saçılmış kablolar gelir. 5G altyapısının, yeni uygulamaların ve yardımcı programların artan gelişimi ile birlikte başta fabrikalar olmak üzere fiziksel mekânlar ‘kablo sorunundan’ kurtulacak gibi görünüyor. Diğer yandan daha yüksek hızlı İnternet talebi ve kaliteli bağlantılı evlere, akıllı kentlere ve otonom mobiliteye geçiş, 5G-6G İnternet teknolojisinin ilerlemesini teşvik ediyor. 2021 ve sonrasında yeni teknolojik altyapı, yardımcı program veya uygulama geliştirme güncellemelerini sıklıkla göreceğiz. Tüm dünyada 5G teknolojisinin fiili uygulamaları için önemli çalışmalar var. Dünyanın ABD ve Çin gibi büyük ekonomilerinde 5G ağı yaygınlaşma yoluna çıktı. Bu sektörde çalışan şirketler arasında Verizon, Ericsson gibi isimleri daha sık duyacağız. Şu anda 5G’ye yatırım yapan 400’den fazla operatör var. 35’ten fazla ülke ticari 5G hizmetlerini şimdiden başlattı. 5G teknolojisi, daha uzak mesafelerden veri aktarılmasına yardımcı olacak. Bu arada yerel yönetimler ve yerel kuruluşlar aydınlatma ağları, akıllı kent uygulamaları ve sensörlerle yerleşimleri izleme gibi konularda 5G’den yararlanacak. Hem fay hatları hem de su kirliliği gibi nedenlerle ilgi çeken, ama aynı oranda zorluklar yaşanan deniz tabanı araştırmalarında 5G önemli katkılar sunacak.
Video konferans yoluyla dersler veren alanında okullar, üniversiteler ve hatta koçluk merkezlerinde önemli fırsatlar oluştu. Her ne kadar mevcut çevrimiçi metodolojiler, teknikler ve araçlar henüz yeterli değilse de bu alanda tüm dünyada çok ciddi çalışmalar var. Yazılım sektörü, Endüstri 4.0 teknolojilerinin de katkılarıyla kendine yeni bir girişim alanı buldu. Salgın sırasında toplumlara hizmet eden –Udacity, Coursera, Age of Learning, Outschool vb. gibi– çok sayıda çevrimiçi öğrenme platformu oluştu. 2021’den başlayarak bunların sayısının ve çeşitliliğinin artacağını tahmin edebiliriz.

Özellikle sağlık hizmetlerinde bulunan kurumlar, Covid-19’un hastalara ve çalışanlara –bulaş riskini azaltmak üzere– doğrudan etkileşimini azaltmak için çalışıyor. Teknolojide de öncü olan sağlık kuruluşlarında birçok farklı uygulama, örneğin doktor-hasta görüntülü sanal iletişim, yapay zekâ tabanlı teşhis ve temassız ilaç dağıtımı gibi daha fazla tele-sağlık hizmeti şimdiden uygulanmaya başladı. Önümüzdeki dönemde gelişmiş ekonomilerden başlayarak çok fazla sayıda insan sanal teşhis ve bakım hizmetlerinden yararlanacak. Tele-sağlık hizmetleri, küresel ölçekte giderek daha fazla filiz girişimin ilgisini çekiyor. Bu alana yönelen kuruluşlar arasında farklı ülkelerde hem kamu hem de özel kesimde yer alan girişimler var. Tele sağlığın ötesinde, 2021’de genel anlamda sağlık konusunda daha fazla çalışma, ürün ve hizmet görmeyi bekleyebiliriz. Biyoteknoloji alanındaki gelişmelerinin yanı sıra teşhis ve robotik sağlık hizmetlerini desteklemek üzere –bir yapay zekâ alt alanı olan– makine öğrenmesinin daha fazla ilgi göreceğini söyleyebiliriz.

Temassız teslimat yeni dönemin kavramlarından biri olan yeni normal balığı altında yer alan bir gelişmedir. Küresel ölçekte DoorDash, Postmates, Instacart vb. gibi girişimler fiziksel teması en aza indirmek için farklı uygulamalar sunuyorlar. Ülkemizde de bu tür uygulamaları, müşterilerine bir hizmet özelliği olarak sunan girişimler oluşmaya başladı. Gelişmiş ekonomilerde temassız teslimat için hizmet robotu kullanımı yaygınlaşıyor. Çin’de ve ABD’de bu tür otonom araçların yapay zekâlı yazılımlarla desteklendiğini izliyoruz. Covid-19 salgını ile birlikte tıp, biyoteknoloji ve genetik gibi alanlar öne çıktı. Yeni ve evrimleşen teknolojiler ile birlikte tele-sağlık ve tele-tıp gibi alanlar 2021’de daha fazla ilgi çekmeye ve çalışma yapılmaya aday görünüyor.

2011’de bir filiz girişim olarak yola çıkan Zoom, salgın sırasında tanınan ve yaygın kullanılan bir yazılım uygulaması oldu. Webex (Cisco), Teams (Microsoft), Google Hangouts, GoToMeeting ve BlueJeans (Verizon) gibi diğer kurumsal araçlar da teknolojik video konferans sistemleri sağlayarak dünya çapında uzaktan çalışmayı kolaylaştırıyor. Bu arada uzaktan çalışma sektöründe birçok yeni girişim ortaya çıkıyor. Bluescape, Eloops, Figma, Slab, Tandem vb. gibi girişimler takımların içerik oluşturup paylaşmasına, etkileşimde bulunmasına, projeleri izlemesine, çalışanların eğitilmesine, sanal takım oluşturma etkinliklerinin yürütülmesine olanak tanıyan görsel işbirliği platformları sağladı. Bu araçlar ayrıca, dağıtık takımların paylaşılan eğitimleri ve dokümanları izlemesine yardımcı oluyor. Çalışma arkadaşlarının birbirleriyle etkin iletişim kurmasına ve işbirliği yapmasına izin vererek, birlikte çalışmayı kolaylaştıran bir sanal ofis oluşturma imkânı sağlıyor. Ayrıca IdeaBoardz, LucidPark, Miro vb. gibi yazılımlar pek çok fikir geliştirme faaliyetini sanal olarak gerçekleştirme imkânı sunuyor. Covid-19 riskinin yükselişi ile birlikte bir diğer yönelim ise temassız taşıma ve teslimat şeklinde gelişti. Başta perakende olmak üzere küresel ölçekte çeşitli sektörler farklı temassız uygulama seçenekleri geliştirdiler.
Covid-19 salgını iş dünyasını ciddi biçimde etkiledi. Tüketici tercihlerindeki ve iş modellerindeki değişikliklerin bu salgından daha uzun süreceğini tahmin edebiliriz. Tüketiciler yeni dijital veya uzaktan modellere alıştıktan sonra, yeni teknoloji ve yaklaşımların insanların beklentilerini kalıcı olarak değiştirmesi beklenen bir durum olacak. 2021’de yaygın kullanılan yeni sayılabilecek bazı anahtar sözcük ve kavramlara tanık olacağız. Aynı zamanda, salgın sırasındaki insanların deneyimlerine dayalı olarak teknolojik ve ticari yeniliklerde hızlı değişimler göreceğiz. Covid-19’a karşı aşı geliştirme çabalarına baktığımızda ilk yönelimin ipuçlarına tanık oluyoruz. 2021 yılının Covid-19’la mücadele yanında ilaç geliştirme konusunda devrim niteliğinde dönüşümlere yol açacağı anlaşılıyor. Covid-19, ilaç endüstrisinde büyük bir sarsıntıya neden olarak ilaçların denenmesini daha hızlı ve daha kolay hale getirdi. Araştırmacılar birçok geleneksel klinik araştırmayı askıya aldılar veya çevrimiçi izleme ve danışmalar yaparak ve uzaktan veri toplayarak sanal bir yapıya geçtiler. Uzaktan klinik araştırmalar ve diğer değişimler, eczacılık alanındaki gelişimi önemli biçimde değiştirebilir. Salgının yarattığı sınırlı ve kısıtlı yaşam şartlarında bilgisayar ve İnternet, yaşamın vazgeçilmezleri arasında girdi. Bu durum, 2021 ve sonrasında bilişim araçları ve sanal platformlar aracılığı ile uzaktan çalışma ve video konferans deneyimlerinin artacağına dair ipuçları veriyor. Bu alan, salgın sırasında hızlı bir büyüme gördü ve muhtemelen 2021’de büyümeye devam edecek.

Bilgi Çağı’nda çocuğun eğitimini, sadece onu özne kabul ederek başaramayız. Bu denli yoğun ve karmaşık hale gelmiş bir dünya düzeninde çocuğun eğitimi, sistemi oluşturan başka unsurların da eğitim ve danışmanlık hizmetleri ile iyileştirilmesi gereği anlamına gelir. Özetle; yeni eğitim sisteminin ön şartlarından biri Bilgi Çağı’na uygun yetişkin eğitimi, kurum ve yapılarının geliştirilmesidir. Bundan çıkaracağımız sonuç, çocuğun eğitiminin ailenin yetişkin eğitimi ile eklemlenmiş olmasıdır. Eğer böyle bir kurumsal eklemlenme başarılamazsa, bir kez daha geleneksel eğitimin eskimiş tuzağına düşülmüş olur. Bu tuzak ‘okul’ ile aile arasındaki mesafenin yok edilememiş ve duvarların kaldırılamamış olmasıdır. Yeni eğitim ekosisteminde, bugün özellikle okul olarak isimlendirdiğimiz –yeni dönemde farklılaşmış olacak yeni– eğitim alanları ile evin (ailenin) ilişkisinin açık, kolay, zengin ve akışkan olması gerekiyor.
Her problem, yeni fırsatlar yaratır. Yaşadığımız Covid-19 salgını da ekonomiyi, sosyal yaşamı ve özel olarak eğitimi yeniden düşünmemiz için fırsatlar yaratıyor. Dünyanın bilimsel ve teknolojik olarak hızla değiştiği böyle bir dönem, eğitimi yeniden düşünmek ve tasarlamak için değerlendirilmek zorunda… Sadece yeni eğitime –ki artık “öğrenme” demek daha doğru– sadece teknoloji, metodoloji, teknikler ve fiziksel altyapı açılarından değil; ilkeler ve içerik olarak da yenilikçi bir vizyonla bakmak gerekiyor. Eğitim sisteminin ilerleme sürecinde en belirgin yönelimlerden biri, ailelerin çocuklarının eğitimine verdikleri önem oldu. Anne ve babalar, eğitimin toplumsal yaşam içinde yükselen değerini dikkate alarak bu konu ile daha yakından ilgilendiler. Diğer yandan son yarım yüzyılda bilişim, iletişim, medya ve İnternet teknolojilerindeki değişim ile Bilgi Çağı’nın gerekleri eğitim kurumu karşısında ailenin konumunu da değişmeye zorladı. Günümüzde çocuğun okula devamlılığı ve giyimi ile okul malzemesinin sağlanması gibi sıradan ihtiyaçlar, ailenin eğitim sistemindeki görevini tanımlamakta yeterli değil. Artık aile, değişen sistemin farkında olmak ve kendi fonksiyonunu bu duruma göre biteviye yeniden tanımlamak zorunda.

Eğer Bilgi Çağı’nın yönetimi herkese eğitim hakkı veren ve bunu farklılıkları dikkate alarak yapan bir anlayış olacaktır. Bunu artık eğitimin sadece okulda değil, yaşamın her alanında olacağı şeklinde okuyabiliriz. Yaşamın tamamına yayılmış bir eğitim ihtiyacı ise toplumun farklı alanlarındaki kişi, kurum ve kuruluşların yönetim anlamında da işbirliği yapmaları anlamına gelir. Bu nedenle Bilgi Çağı’nda eğitim sadece devletin işi değildir.
Sistemin oluşturulması ve yürütülmesinden sorumlu olan eğitimcilerin, öncelikle bu kuruma olan ihtiyacın bireyselleşme yönünde geliştiğini fark etmeleri gerekiyor. Bilgi Çağı’nın eğitim sistemi, bireyin farklılaşan ve giderek kişiye özel hale gelmesi gerektiğinin ayırdına varmak zorunda. Bu bağlamda eğitimciler de öğrenciler için bireysel öğrenme programlarını geliştirmeliler. İnsan uygarlığı olarak öğrencilerin derslik adını verdiğimiz seri üretim hattında, birbirinin tıpatıp benzeri olarak üretildikleri zamanı çoktan aştık.

Eğitimi fiziksel okul ile sınırlama algımızı değiştirmek zorundayız. Okul öğrenmenin gerçekleştiği tek seçenek olmaktan çıkmalı. Geleneksel okul, genç insanların yetişmesinde yetişkinlerin daha farklı roller aldıkları yeni bir anlayışla yeniden kurgulanmalı.
Yeni bir eğitim sistemine ilişkin olarak öğrenciler açısından neler söyleyebiliriz? Yeni eğitim öğrencilerin farklı ihtiyaç ve ilgi alanlarına yönelik olmalı. Her genç (ya da yetişkin) bireyin kendisi için tasarlanmış olan bir öğrenme deneyimini yaşamalı. Bu yaklaşımla oluşturulmuş deneyim zenginliği oluşmalı. Mevcut sistemin dayatmacı yaklaşımına oranla öğrencilerin daha fazla kişisel seçimleri olabilmeli. Kendi durumlarına uygun öğrenme yaklaşımlarını seçebilmeleri için cesaretlendirilmeli ve bu yönlü gelişmeleri sağlanmalı. Yeni bir eğitim düzeninde öğrencilerin birden fazla öğrenim modelini seçebilme fırsatları olacağını düşünebiliriz. Tek bir eğitim süreci içinde tek başına, küçük gruplar içinde veya daha büyük topluluklarda eğitim alabilme fırsatları olmalı. Eğitim yöntemi olarak ders dinleme, proje yapma, öğrenme odaklı oyun oynama ya da yeni geliştirilmiş başka teknikleri seçebilme imkânları bulunmalı.
Covid-19 salgını nedeniyle pek çok kurum gibi eğitim sisteminin de sarsıntılar geçirdiği bir dönemi yaşıyoruz. Okul gibi fiziksel mekânlarda yapılan eğitimin yerini İnternet uygulamaları ve TV kanalları aldı. Ama memnuniyetsizlik kaynaklı çeşitli eleştiriler eğitim kurumunun iç ve dış gündemini işgal etmeyi sürdürüyor. Şu anda yaşanmakta olan kısıtlı yaşam sonsuza kadar sürmeyecek. Diğer yandan her sorunun yeni fırsatlar yarattığını düşünürsek, eğitimin içine düştüğü sıkıntılı durum yeni çözümlerin de vesilesi olabilir. Şu an geçmişteki fiziksel mekânda yapılan eğitimi sanal olanla ikame etme gayreti içindeyiz. Hâlbuki çağın ihtiyaçlarına uygun yeni eğitim içeriğini, ilkelerini, metodolojisi ve tekniklerini geliştirmek zorundayız.

Artan nüfusun talebini karşılamak üzere daha fazla sayıda okullar yapıldı. Derslik sayısı arttı. Müteahhit vicdanların ve kontrolcü dürüstlüğün elverdiği ölçülerde eğitim binaları daha kaliteli hale geldi. Öğretmen sayısı yükseldi. Eskiden depolarda kullanılmadan eskiyen bilgisayarlar öğrencilere sunulur hale geldi. Sınıflara bilgisayar ve projeksiyon cihazı koyduk. Daha fazla ders malzemesi bulunabiliyor. Her öğrencinin bir tablet bilgisayarı olması için çalışmalar var. Tüm bunlar, sistemin değiştiği anlamına geliyor mu?
Eğitim sistemine hâlâ nesneleri ve araçları açısından bakmayı sürdürüyoruz. İşin özü gözden kaçmaya devam ediyor. Bilimsel ve teknolojik değişimin dünyayı dönüştürmeye başladığı çağda eğitimi alanın ve ne aldığının önemi ve değeri yeterince anlaşılmış görünmüyor. Ne yazık ki, eğitim sistemimiz öğrencilere hâlâ tek tip programlanması gereken makine-teçhizat gibi bakmayı sürdürüyor. Bunda eğitim sistemini kurgulayan, değiştiren ve yönetenlerin zafiyeti var. Ama daha önemli olan, dünya ve teknoloji ile birlikte, eğitim kurumunun da özü açısından değişmesi gerektiğinin gerçek anlamda anlaşılamaması… Örneğin konjonktür, farklılaşmanın öne çıkarılmasını öngördüğü halde eğitim sistemi dersliğinden öğretmenine, yöneticisinden eğitim malzemesine kadar her şeyi aynılaştırmak üzerine kurguluyor.

Farklılığın ve çeşitliliğin bu kadar arttığı bir çağda hâlâ ‘tek tip elbise’ mantığı ile eğitimi kurumunu işletmeye çalışıyor olmamız anlaşılır ve kabul edilebilir değildir. Eğitim sisteminin aktardığı bilgi sanki aynı işi yapmak üzere robot programlama işine benziyor. Çeşitliliği ve farklılıkları dikkate almadan tüm genç insanlara aynı ‘programı yüklemeye’ çalışıyoruz. Bunu yaparken ilköğretimden lisans sonrası eğitimine kadar asla farklı bir yaklaşım göstermiyoruz. Genç insanların değişik olabilen ilgilerini, tercihlerini ve motivasyonlarını dikkate almaksızın diploma almak (ve bir sonraki aşamaya geçmek) üzere aynı şekilde programlanmış olmalarını istiyoruz. İşin ilginci, aynılaştırılmış bir şekilde kötü bir eğitim sisteminin süzgecinden geçmiş genç insanların değişen iş yaşamının ve ekonominin şartlarına uyum sağlayamadıkları konusunda biteviye şikâyet ediyoruz.
Çoğu zaman kabul ettiğimiz kalıplaşmış eğitim modelinden vazgeçmeden eskisini iyileştirerek çağa ve yeni ekosisteme uyum sağlayabileceğimizi varsayıyoruz. İnternet, bilgisayar ve projeksiyon cihazı kullansak da sistem hâlâ öğretmen odaklı olmayı sürdürüyor. Bu eğitim şekli bilgi miktarının arttığı ve çeşitlendiği bir dünyanın ihtiyaçlarını karşılamaktan hayli uzak. Diğer yandan geleneksel derslik eğitiminin ‘icat edildiği’ çağlara oranla çok daha farklı teknoloji meraklısı öğrencilere sahibiz.
Uyum ve uyarlanma sıkıntısı çekenler arasında eğitim kurumu dikkatimizi çekiyor. İlköğretimden yüksek öğrenime kadar hâlâ sınıf kurumu içine sıkışmış haldeyiz. Sınıftan vazgeçemiyoruz ama daha da önemlisi hızla gelişen teknoloji sınıf üzerinde çok az etki yapmış gibi görünüyor. Dersliklere İnternet bağlantısı kurmak, projeksiyon cihazı koymak ya da sınıftaki her öğrenciye bir tablet bilgisayar vermek zevali kurtaracak mıdır? Mevcut haliyle uzaktan eğitim sorunlara çözüm olamadı ki, tekrar yüz yüze eğitime geri dönmek için şartlar zorlanıyor.
İnsanın ve toplumların yaşam çevresi değiştikçe eğitim dediğimiz kurumun özü ve şekli de değişiyor. Ama her zaman eğitimin değişimi çevre şartları ile eşzamanlı olamıyor. Dünya değişirken bazı kurumların geride kaldığı gibi eğitim de yeni şartlara ayak uydurmakta sıkıntılar, ayak sürümeler, engellemeler veya değişime direnmeler yaşayabiliyor. Son 50 yılın en önemli özelliklerinden birisi bilişim ve iletişim ile diğer benzeri teknolojilerdeki ilerleme oldu. Bu gelişmeler dünyanın geleneksel kabul edebileceğimiz varsayımlarını, kabullerini ve alışkanlıklarını iyiden iyiye sarsıyor. Değişime uyum gösterenler var. Bazı kurum, kuruluş ve yaşam-iş modelleri ise zaman içinde silinip gidiyor.


“Yazılım Tanımlı Her Şey (YTH olarak kısaltalım)”, yazılım tanımlı bilişim teknolojilerini tek bir başlık altında toplamak için kullanılan bir çatı isimdir. YTH, donanımla sağlanabilen otomasyonu yazılım ile gerçekleştirerek ilgili sisteme dinamiklik kazandırır ve maliyet düşürücü etki yapar. Bu çatı isim altında sanallaştırma ve hizmet sağlama işleri çerçevesinde ağ, depolama, veri merkezi ve çoklu işletim sistemi çalıştırabilme gibi hizmetler ilk sırada yer alır. Son yıllarda BT alanında “hizmet olarak” şeklinde çevirebileceğimiz “as-a-service” ifadesi sıklıkla kullanılır oldu. Örneğin yazılımı satın almadan abonelik yoluyla yazılım kullanımı için “hizmet olarak yazılım (SaaS)” ya da bulut bilişim alanında aynı iş biçimi mantığıyla “hizmet olarak platform (Paas)” sıklıkla kullanılanlar arasında yer alıyor. Yazılımın donanım gereklerini daha fazla yerine getiriyor olması ile birlikte “hizmet olarak altyapı (IaaS)” şeklinde yeni bir terim daha türetildi. Herhangi bir işletim sistemi ile bir veri merkezine bağlanan kişi, aboneliği karşılığında oradaki çok uyumlu platform sayesinde programı işletme, verileri depolama ve ağ işlemleri gerçekleştirme imkânlarına sahip oluyor.
1980’li yıllarda kişisel bilgisayarların üretilmesi ile başlayan süreçte uzun bir zaman dilimi için donanım konusu yazılımın önünde yer aldı. Teknolojik gelişim açısından 1990’lı yıllara kadar yazılımdaki gelişmeler bir değişim görünümü yaratacak kadar etkili olmadı. 20’nci yüzyılın son on yılı ile başlayan dönem ise yazılımın yükselişine tanık oldu. Her ne kadar donanım alanında önemli gelişmeler olduysa da artık yazılım çok hızlı ve kolay uyum sağladı. Hatta yazılım ihtiyaçları yeni donanım unsurlarının geliştirilmesi için itici güç haline geldi. Sonunda geliştirilen yazılım araçları ve çözümleri, daha önce donanımla halledilen bazı çözümlerin yerini almaya başladı. Bu nedenle BT alanındaki yönelimlerden bir tanesi, örten çatı anlamına gelecek şekilde “Yazılım Tanımlı Her Şey” olarak isimlendiriliyor.


Daha genel söylendiğinde yazılım, insan deneyiminin kodlanmış biçimidir. Yazılım, iş yapma biçimlerini (know-how) tekrar kullanılabilir hale dönüştüren genelleştirilip soyutlanmış hale getiren iş yapma biçimidir. Bu karışık görünümlü tanımlamalardan çıkan somu sonuç; bir işletmenin yazılıma yatırım yapma isteğinin, gerçekte kendi beceri, yetenek ve yetkinlikleri ile verimliliğini yükseltme girişimi olduğudur. Günümüzün iş fırsatları bir işletmeyi çepeçevre saran ekosistemde bulunur. Ama bu fırsatların değerlendirilmesi, işletmenin içinde mevcut olan beceri, yetenek ve yetkinlikler ile verimlilik sayesinde yapılacaktır. Yazılım bunların iyileştirilip geliştirilmesine katkı verdiğine göre çağdaş işletmenin kârlılığı, verimliliği ve büyüme başarısı yazılım teknolojisine sahip olması ile de ilgilidir.

İleri düzeyde geliştirilmiş programlar tarafından denetlenen ve –fiziksel olana karşılık– sanal ortamda yapılandırılmış sistemlere “Yazılım Tanımlı Her Şey” adı veriliyor. Bu kavram bilişim alanında gelişen çok sayıda teknolojiyi aynı çatı altında toplar. Bu yeni kavramlardan yaygın olarak kullanılan iki tanesini “Yazılım Tanımlı Ağ” ve “Yazılım Tanımlı Veri Merkezi” olarak sayabiliriz. Yazılım tanımlı ağ kavramı, fiziksel donanımın yüksek niteliklere sahip yazılım sistemi tarafından ikame edildiği sanal ağlar ve bunların oluşturulmasına işaret eder. Yazılım tanımlı veri merkezi ise bir veri merkezi oluşturmak için sanal tekniklerin kullanılması ile ilgilidir. Bir başka benzer kullanım ise bilgi depolama sistemleri için geliştirilmiştir. “Yazılım Tanımlı Veri Depolama” kavramı fiziksel dağıtık depolama donanımının sanal depolama sistemleri ile ikame edilmesine ilişkidir. “Yazılım Tanımlı Her Şey” terimi, bilişim ağırlıklı olmak üzere yeni teknolojilere ilişkin uygulamaları bir çatı altında toplayan bir düşüncedir. Yeni teknolojik (yazılım odaklı) literatürde bu kavram “sonraki büyük şey” olarak niteleniyor. Bu başlık altında bir ana işletim sistemi diğer işletim sistemlerini çalıştırma imkânına sahip olacak. Sanal bilişsel makineler ve sanal depolama ortamları geçmişte doğrudan donanım kullanılarak yapılan bilişim işlerini (donanımın görünmez hale geldiği) sanal dünyaya taşıyacak.


Geleceğin işletmesini bugünden başlayarak oluşturmak için öncelikle değişimin varlığını ve kaçınılmazlığını kabul etmek gerekiyor. Bugün değişime başlamak için doğru andır. Önümüzdeki dönem asla ‘olduğumuz gibi kalabileceğimiz’ bir zaman dilimi olmayacak. Durmaya, duraklamaya çalışan kaybedecek. Değişimi 10 yıl gibi aralıklarla incelediğimizde büyük farklılıklar göreceğiz. Ama değişimin kendisi zamanın olağan akışı içinde bir evrim niteliği gösterecek. Evrim eğilimi hâlâ bize stratejiler üretme ve planlama yapma –dolayısıyla işletme olarak evrimleşme– imkânı sağlayacak. Her işletmenin geleceğe hazırlanmak üzere kendi önceliklerini belirlemesi ve gelecek tasarımını hazırlaması gerekiyor. Bu, işletmeye farklılaştıracak olan bir değişim planı demektir. İnsan kaynağının nitelikli hale getirilmesi, dinamik takım çalışması kültürünün oluşturulması, işletmenin hız – çeviklik – esneklik yeteneklerinin geliştirilmesi, küresel ürünün yerelde kişiselleştirilmesi, yerel ve küresel ağlara dâhil olunması, müşteri deneyimi ve tedarik zinciri görünürlüğü gibi unsurlar değişimin zaman planı içine yerleştirilmelidir.

Gerçek zamanlı, dinamik ve işbirlikçi bir çalışma ortamı yaratmanın, planlama ve karar verme süreçlerini iyileştirmenin önemli bir adımını bilişim teknolojisine verilen önem ve yapılan yatırım oluşturacak. Bu adımın unsurları ise bulut bilişim, mobilite, kurumsal sosyal medya, büyük veri ve analitiklerin kullanımıyla şekillenecek. BT konusundaki bu değişim süreci, işlem (hareket) bazlı çalışmadan gerçek zamanlı, pazar-müşteri duyarlı, hızlı, çevik ve esnek iş modeline geçişte kaldıraçlama görevi yapacak.

Günün gelişmeleri, gelecekte kalıcı ve sürdürülebilir olmak isteyen imalat firmalarının öncelikle iş modellerini dönüştürmelerini öngörüyor. Bunun önemli adımlarından birisi, müşterinin hız, esneklik ve beceri gerektiren yeni türden talep ve beklentilerinin karşılanmasıdır. İşletmeler müşterilerin gelişen taleplerini hızla anlamak ve bunları tatmin etmek üzere yeni ürün ve hizmetleri pazara sunmak durumunda olacaklar. Bu arz, müşterinin özel beklentilerini karşılayacak biçimde çeşitlenmiş özellik, kalite ve fiyat şartlarında –sayısı birden fazla olan– küresel pazarlara doğru olmak zorunda.

İş ile ilgili ekosistem (küreselleşme, sertleşen rekabet ve karmaşıklaşma gibi) yeni şartlar uyarınca çok daha zor hale geliyor. Bu giderek zorlaşan durumla baş etmek için işletmenin odağında nitelikli insan kaynağı olmak zorunda. Bu sayede ihtiyaç duyulan esneklik ve karar verme yetkinliği sağlanabilir. Geleceğin işletmesinin bugüne oranla daha yatay ve işbirlikçi olması gerekiyor. Dik yönetim piramidinin işbirliğine imkân sağlayacak biçimde yalınlaştırılmasına ihtiyaç var. Gene aynı bağlamda çalışanların, tedarik zincirini oluşturan iç ve dış unsurlarla iletişiminin geliştirilmesi iş süreçlerini daha kolay akar hale getirecek. Bu yeni durum, çalışanları geliştirirken bilgi (bilgilenme) esaslı proaktif karar vermeyi mümkün kılacak.

Alternatif enerji kaynakları arayışı, –güneş ve rüzgâr gibi sürdürülebilir olanları bir yana koyarsak– zaten kullanılan veya gelecekte kullanılabilecek olan kaynaklar konusunda bir planlama gerektiriyor. Kaynaklar daha az bulunur hale geldikçe ekonominin doğal sonucu olarak tüketiciye yansımak üzere fiyatlar yükseliyor. Özetle; imalatın geleceğindeki ana sorunlardan bir tanesi, girdi (hammadde, yardımcı malzeme, enerji, su vb.) tedariki olacak.

Piyasanın yapısı ve satın alma biçimleri, veri akışını çeşitlendirip kolaylaştıran mobilite sayesinde hızlı değişimini sürdürüyor. Akıllı telefonlardan tablet bilgisayarlara kadar çok çeşitli bilişim-iletişim araçları sayesinde müşteriler, pazardaki ürün ve hizmetler –bunların marka ve modelleri, teknik özellikleri ve fiyatları– konusunda hızlı ve ayrıntılı biçimde bilgileniyorlar. Geçmişin marka bağımlılığı artık eski gücünde ve geçerliliğinde değil. Bir başka değişim ise müşterilerin seçtikleri ürüne ‘hemen şimdi’ ulaşmak istemeleri şeklinde oluştu. Hiç kimse sahip olmak için beklemek istemiyor.

Bilimsel ve teknolojik değişim, iş dünyasında değişimin ivmesini yükseltiyor. Kötü sürprizler yaşamamak için imalat işletmelerinin ilk gözden geçirmeleri gereken konuların arasında iş modeli geliyor. İmalatın geleceğinde firmalar yeni iş becerilerine ihtiyaç duyacaklar. Bu süreçte işletmelerin işlem (hareket) bazlı olmaktan gerçek zamanlı olmaya dönüşmeleri gerekecek. Bulut bilişim, mobilite, sosyal sorumluluk, büyük veri ile analitikleri kullanma becerilerini ve ihtiyaç duyulan altyapıyı geliştirmeleri zorunlu olacak. Yeni kuşak kurumsal kaynak planlama yazılımları işletmeler için vazgeçilmez önemde olacak.


Üretim ortamında veya hatlarındaki darboğazların tespiti, imalat fonksiyonunda yer alan tüm çalışanların sorumluluğundadır. Akışın düzenli ve sağlıklı olmasıyla görevli liderler bir yana; darboğaz tespit becerisi, çoğu zaman kendiliğinden oluşmaz, gelişmez. Bu amaçla geliştirme programlarına –eğitimlere, danışmanlık hizmetlerine ve artık kaçınılmaz olan üretim yazılımlarına– ihtiyaç duyulabilir. Tespitin ardından önceliklendirilmiş iyileştirme çalışmaları ile –pazarın değişim temposuna cevap vermek üzere– kalite, maliyet, miktar ve zamanlama dörtlüsünün en uygun düzenlemesine erişilebilir.
Pazar ve müşterinin değişim ihtiyaç ve beklentilerine imalat ekseninde doğru cevapları vermenin bir diğer ihtimali, her seviyede süreçlerin toleranslarının düzenlenmesidir. Bununla ilgili kavramlar kalite, maliyet, miktar (hacim) ve ürünün çıkış zamanlamasıdır. Bu dört kavram, bir yanıyla müşteriyi tatmin etmek diğer yanıyla tüm imalat süreçlerini organize etmek açısından belirleyici rol oynar. Dolayısıyla üretim ortamında her süreci, makineyi, mühendisi, teknisyeni, mavi yakalıyı ve üretim yönetimi bilişimini ilgilendirir.

Esnek üretim sistemi, öngörülen veya beklenmeyen değişikliklere belli oranda da olsa uyarlanma tepkisi verebilen imalat sistemidir. Buradaki esneklik olgusu makine esnekliği ve rota esnekliği olmak üzere iki ayrı kategoride ele alınabilir. Makine esnekliği, sistemin yeni ürünler imal edebilme ve operasyonların sırasını (düzenini) değiştirebilme yeteneğini ifade eder. Rota esnekliği ise bir parçanın üretiminde birden fazla makineyi kullanabilme ve hacim-ölçek değiştirebilme yeteneğini anlatır. Esnek üretim sistemi yatırım, sağlam ön planlama ve nitelikli insan kaynağı gerektirmesi açısından bu çağın ve geleceğin endüstriyel durumunu simgeler. Düşen maliyetler, işgücü ve makine verimliliği, yükselen kalite, artan sisten güvenilirliği, azalan parça stokları, CAD/CAM sistemlerine uyumluluk ve kısalan işleme süreleri gibi üstünlükler sunar.

Değer yaratma, işletmenin varlıklarının beklenen sonuçları oluşturacak biçimde bir araya getirilmesini gerektirir. Yukarıda özetlenen yeni duruma dikkat ettiğimizde bunun artık çok daha önemli olduğunu fark ederiz. Özellikle atıksız, firesiz ve israfsız yalın üretim metodolojisi açısından bakıldığında konunun önemi daha açık ortaya çıkar. Bu sayılanların bazıları geçmişte de geçerli olsa bile günümüzün fabrikası çok daha karmaşıktır. Gelecekte bilişimin imalatla daha fazla bütünleşmesi ve otomasyonun artışıyla birlikte üreticiler çok daha büyük meydan okumalarla karşılaşacaklar.
İmalat işletmeleri, kurumsal hedeflerini gerçekleştirmek üzere düzenlenmiş mühendislik sistemleridir. Müşterilerin ihtiyaç, istek ve beklentilerini üretmek üzere girdileri çıktılara dönüştürürler. Buna değer akışı adını veriyoruz. Teknolojinin gelişimine paralel olarak bu akışın öneminin daha fazla kavranmasıyla otomasyon sistemleri ile iş süreçleri yönetimi yazılımları öne çıkmaya başladı. Çünkü müşteriyi tatmin edecek değer yaratma sürecindeki sorunlar doğrudan işletmenin imalat fonksiyonuna yansıyor. Bu konuda günümüzde yaşanan sıkıntıların odak noktası, müşterilerin çeşitlenen ve hızlı değişen talepleri ile imalat fonksiyonunun değer yaratımını büyük ölçüde değiştiren teknolojik yeniliklerde oluşuyor. Daha bir başka söyleyişle; işletmenin imalat olarak değişen taleplere ve yeni teknolojilere uyumu giderek daha önemli hale geliyor.

İşletmenin maliyet ekonomisi açısından bakıldığında kitlesel üretim sonucuna varılır. Diğer yandan müşteriler –başkalarınınki ile aynı olmayan– kendi beğeni, kültür ve şartlarına uygun ürünler satın almak istiyorlar. Bu ikili durum “kitlesel bireyselleştirme (müşteriye göre üretim)” denilen yeni bir çözüme yol açıyor. Firma açısından kitlesel, müşteri açısından özel olacak bir çözüm gerekiyor. Bu durumun geleceğin pazarını oluşturmada ilk elden etkili olacağı anlaşılıyor. Rekabet nedeniyle fiyatlar düşüyor; İnternet sayesinde müşteriler kaliteli ve ucuz ürünün bilgisine ve kendisine daha kolay ulaşabiliyorlar. Bu karmaşık durumun altından kalkabilmek için işletmeler, müşterilerin bilinen ve açıklanmamış ihtiyaçlarını daha yakından izlemek, inovatif ürün tasarımını geliştirmek ve ürünün fikir aşamasından pazara geçiş süresini kısaltmak zorunlar. Bunları başaramayanlar eskisine oranla daha hızlı yok olacaklar. Bazı iş sahipleri ve yöneticiler kârsız oldukları nedeniyle bazı ürünleri imal etmek istemiyorlar. Hâlbuki iş dünyasının gerçeklerinden birisi, işletme içinde üretimi katma değersiz görünen ürünlerin –dış kaynak kullanımı ya da outsourcing olarak bilinen– dışarıya (yan sanayiye) aktarılmasıdır. Önümüzdeki dönemde kârsızlık öngörüsüyle dışarıya verilen ürün ve hizmet sayısında artış görülecek. Bu yönelimin devamı olarak ürünlerin bütün veya sistem olarak daha küçük ama çok daha hızlı ve çevik firmalara verileceği anlaşılıyor.
Geleceğin imalat teknolojisi türü ve yöntemlerini seçmede pazarın alacağı şekil birinci dereceden etkili olacak. Örneğin müşterilerin taleplerindeki değişimden kaynaklanan pazardaki ‘gelip geçiciliğe’ en hızlı ve iyi cevabı veren firmalar daha başarılı olacak. Bu nedenle işletmeler kendi iş yapma biçimlerini değiştirmek zorunda kalacaklar. Bu bağlamda kârlı ve sürdürülebilir kalmak adına piyasanın gerektirdiği hıza ve çevikliğe ulaşabilmek için uygun teknoloji ile yenilenmek gerekecek. Pazardaki yüksek hızlı ‘gelip geçicilik’, azalan kâr oranları ile yaşayabilmek için firmaların faaliyetleri üzerinde maliyet azaltma baskısını artıracak. İşletmelerin pazarda başarılı olmaları –en azından başarı kriterlerinden birisi, gelirlerini yükseltmede ve maliyetlerini düşürmede rakiplerinden daha iyi olmalarına bağlı gelişecek.

Bilim ve teknolojinin yarattığı altyapı, geçmişte olduğu gibi gelecekte de insan ve toplum yaşamında önemli değişimlere neden olacak. Ne yazık ki, değişime uyarlanamayan ve kendinde gerekli dönüşümü sağlayamayanlar bir kez daha yaşam sahnesinden çekilecekler. İş dünyası açısından bakarsak değişimin çok sayıdaki bileşeni işletmeler açısından geleceği daha zor hale getiriyor. Belirsizliğin oluşumunda teknolojilerdeki hızlı değişime müşterilerin daha bilgili ve seçici hale gelmeleri eşlik ediyor. Önümüzdeki dönemde işletmeler, teknolojilerdeki ve pazar-müşteri yapısındaki değişimin yarattığı belirsizlikler ile baş edebilmek için geçmiştekine oranla daha çevik, hızlı, verimli ve bilgili olmak zorundalar. Geçmişte imalatın yönetilmesi, kalitenin sağlanması, maliyetin ve çevrim zamanının düşük tutulması önemli konular idi. Gelecekte bundan çok daha fazlası olacak. İmalatı yöneten güç çok daha büyük oranda pazarın eline geçerken, maliyetlerin düşük tutulması ve tedarik zincirinin yalınlığı işletmenin rekabet gücü göstergeleri arasında yerini koruyacak.
Bilimsel gelişmeler yanında teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak üretimin insan ve toplum yaşamındaki önemi giderek daha açık biçimde ortaya çıkıyor. Değişimi ve imalatın yaşamdaki yükselen değerini, sadece –bağnazlıkları ya da kendi ‘öz’ çıkarları nedeniyle– görmek istemeyenler görmüyor, anlamıyor. Elektronik ve yarıiletken teknolojilerindeki iyileşme ve gelişme her 18 ayda ikiye katlanırken, aynı zaman diliminde maliyetler de yarıya düşüyor. Biyoteknoloji geleceğin en değerli teknolojilerinden birisi olarak önemli gelişmeler göstermeye devam ediyor. Bu alandaki çalışmalar doğal yollarla elde edilen yeni ilaç ve aşı türlerini hedefliyor. Nanoteknoloji sayesinde önümüzdeki çeyrek yüzyıl içinde günlük yaşamımızın parçası olan eşyaların büyük değişime uğrayacağı anlaşılıyor. Bunlara daha pek çok başka bilimsel, teknolojik ve sınaî öngörüleri ekleyebiliriz.

Yeni insan kaynağının uyarlı olma ve uyum gösterme konusundaki istikrarlılığı, –araştırmadan geliştirme amaçlı inovasyona, üretim süreçlerinden tedarikçi ilişkilerine, pazarlamadan bakım-onarım hizmetlerine kadar– imalatın tüm boyutlarını kapsamak zorundadır. İstikrar gibi geleceğin bir başka temel olgusu da sürdürülebilirliktir. Geleceğin iş süreçleri ve bunlarla imal edilen ürünler kullanım sürelerinin bitiminde yeniden kullanıma, tekrar işlenmeye ve geri dönüştürülmeye uygun olacak. Benzer anlayışla; kapalı çevrimli sistemler enerji ile su israfını yok etme ve fiziksel atığı geri dönüştürme imkânları ile donatılacak.
Çeyrek yüzyıl sonra ayakta kalmayı ve sürdürülebilir olmayı başaran işletmeler, şimdiye oranlar çok daha geniş ve çeşitlenmiş bir beceri havuzuna sahip olacak. Bu havuzu yüksek düzeyde nitelikli lider ve yöneticiler oluşturacak. Bu kişiler bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında ticari ve teknik uzmanlıkların bileşimi ile donanmış olacak. Bu noktada; geleceğin nitelikli insan kaynağının temel özelliğinin, değişimi çabuk kavramı ve hızlı uyum gösterme olduğunun vurgulanması gerekir.

Sınai üretimin dışında olanlar için değişim, günlük yaşamın nesnelerinden ibaret kalıyor. Değişimi tüketim maddelerinde, ev aletlerinde, kişisel cihazlarda veya bilişim ve İnternet gibi yaygın kullanımlı alanlarda hissediyoruz. Konunun imalat tarafına baktığımızda ise güncel üretim araç, teknik ve metotlarının 30-40 yıl önceki duruma göre fazlasıyla değiştiğini gözleyebiliriz. Teknolojik çalışmaların gelişimini izlediğimizde ve gelecek öngörülerine dikkat ettiğimizde 30 yıl sonrası gibi bir gelecekte dünkü ve bugünkü durumla kıyas kabul etmeyecek ölçüde bir değişime tanık olunacağını söyleyebiliriz. Mevcut durumu oluşturan üretim ortamları ve fabrikaların yerini görsel olarak tanınamayacak ölçüde yeni şartlar ve imkânlar alacak. Çok fonksiyonlu hesap makinelerinin sürgülü cetvellerini tarihin çöplüğüne fırlatıp attığı gibi –gerçekte hâlâ geçmişi temsil eden– bugünün imalat yöntemleri literatürü de çoktan geri dönüşüme gitmiş olacak.

Söz değerlidir. Onun değerini içerdiği duygu ve düşünce belirler. Ama söz de yerinde ağırdır. Karşıya iletildiğinde onu taşıyan kanalın özelliklerinden dolayı değişime ve dönüşüme uğrayabilir. Ne anlaşıldığını doğrulamak gerekir. Bu nedenle iki nokta arasında meydana gelen olaya, çift yönlülüğe işaret etmek üzere iletişim adını veriyoruz. “Communication Skills For Managers” isimli bir kitap yazmış olan Sayers, Bingaman, Graham ve Wheeler bu çift yönlülüğü şöyle ifade etmişler: “Etkili iletişim iki yönlü bir süreçtir; bir verici ile bir alıcı arasındaki düşünce alışverişidir. Her bir tarafın bu sürece katılımı geçmiş tecrübeler, değerler, ihtiyaçlar ve duygulardan çıkan kişisel algılamalara dayanır.”

Düşündüklerimizi herhangi bir ortamda iletebilmek için onları sözcüklerle ilişkilendirmek gerekiyor. Hiç kuşkusuz; duygu ve düşüncelerimizi resim, müzik, heykel veya pantomim gibi sanat dallarından yararlanarak da aktarabiliyoruz. Ama iletişimin hâlâ en önemli şekli sözcükler üzerine kurulmuş halde. Bu nedenle düşüncelerle sözcükler arasında gerekli eşlemeyi yapabilmek lazım. Düşüncelerle sözcükleri eşlemek de iletişim açısından ihtiyaç duyulan zemini oluşturmuyor. Neyi ne kadar söylemek istediğimiz, oluşturduğumuz düşünce ve sözcük kümelenmeleri bir süzgeçten geçirmemizi gerektirebiliyor. “Şunları şöyle söylemeli” dediğimizde dünya, yaşam ve çevremizle ilgili algılarımız bir filtre işlemi yaparak söyleyeceklerimizi söze ya da yazıya dökmeye hazır hale getiriyor.

Farklılıklar ve büyük değişimler bazılarımızı korkutur. Bunda bir problemin ya da değişimin peş peşe başka problemlere veya değişikliklere yol açacağı düşüncesi hâkimdir. Hâlbuki bir problemin veya değişim ihtiyacını varlığı, yaşamı oluşturan unsurlardan herhangi birinin mevcudiyeti kadar olağandır. Problemler veya değişiklikler karşısında cesareti kaybetmek yaşama sevincini yitirmek gibidir. Her çözüm adımı yaşam sevincimizi ve enerjimizi artırıcı etki yapar. Yaşam her şart altında özgür düşünmeye veya cesaretle geleceğe ilerlemeye değer güzelliktedir.
İnsanın yaratıcı tahayyül açısından en verimli olduğu dönem yaklaşık 20 küsurlu yaşların ortalarına kadar sürüyor. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde kişi, fantastik hayal gücünü daha etkin geliştiriyor ve kullanıyor. Şöyle bir örnek hatırlıyorum. İlköğretimin ilk birkaç yılında bir sınıftaki öğrencilere “Kim şarkı söyler?” diye sorsanız çok sayıda el kalkar. “Kim resim yapar?” dediğinizde de benzer bir durumla karşılaşırsınız. Bir lise son sınıfına girip aynı soruları sorarsanız ürkek biçimde kalkan birkaç elden fazlasını göremezsiniz. Sanki ilköğretimin ilk yıllarında bildiğimiz şarkı söylemeyi ya da resim yapmayı lisenin son yıllarına doğru unutuyoruz. Bir yetişkin olduğumuzda ise hiç mi hiç hatırlamıyoruz. Yetişkinler olarak sosyal ve ekonomik yaşama daha fazla dâhil olduğumuz yıllarla birlikte fantastik düşünme ve hayalci tasarım becerileri yaşamımızdan siliniyor. Muhtemelen bunları yok etmemizin ‘doğru’ olacağı öğretiliyor. Çocukluğun özgürlük günlerinden yetişkinliğin tutsaklığına ayıpçı ve yasakçı makamlarına ‘terfi’ ediyoruz. Çocukluğun üretkenliğini ve yaratıcılığını geleceğe taşıyıp kendi farklılığını koruyabilenlerin sayısı pek fazla değil.

Geliştirme süreci uzunca bir süre küçük adımlar halindeki iyileştirmelerle ilerliyor. Hatalara ivedi çözümler ya da küçük performans artışları (örneğin) ürünün yaşam süresini uzatmakta etkili oluyor. Ama öyle bir zaman geliyor ki; o noktadan sonra küçük iyileştirmeler ve minik performans artışları yeterli olmuyor. Tümden bir değişikliğe ihtiyaç duyuluyor. Eğer yeniliklerden veya buluşlardan söz ediyorsak gündeme bir yıkıcı (radikal) inovasyon geliyor ve piyasanın yapısını toptan değiştiriyor. Transistorlu radyo veya televizyon iletişim alanında böyle etkiler yapmıştı. Kişisel yaşamımızda da buna benzer bir gelişim süreci yaşıyoruz. O anı hissettiğimizde yaşamımızda o büyük değişimi yaşıyoruz. Mekânımızı, ilişkilerimizi ya da yaşam modelimizi bütünüyle değiştiriveriyoruz. Küçük ya da büyük değişimlerin daha iyi ya da kötü olduğunu söyleyemeyiz. Küçük adımlar halinde yapılan iyileştirmelerin olumlu etkiler yaptığı dönemler vardır. Bu tür zaman dilimlerinde gelecekte oluşabilecek büyük değişim için de hazırlıklar yaptığımız takdirde herhangi bir nedenle uzun dönemli gelecek zafiyeti yaşamayız. Kişi veya kuruluş olarak hem bugün hem de gelecek için donanımlı olacak düşünsel olgunluğu yakalamak gerekiyor.

Evrimleşmenin mekanizmalarını anlamak, yeni fikirler üretmek açısından önemlidir. Örneğin bir ürünün evrimleşme sürecini anlayarak izlemek, yeni fikirlerin geliştirilmesi ve yaratı sürecinde doğru kararların verilmesi bakımından son derece öğreticidir. Örneğin otomobilin, telefonun ya da İnternetin ilk çıkışından günümüzde ulaştığı noktaya kadar gelişim aşamaları, bir tohumun nasıl bugünkü ağaca dönüştüğünü anlamamızı sağlamak yanında düşünsel deneyim ve beceri kazandırıcı olacaktır. Teknolojik bir ürünün ilk çıkışında genelde görece büyük bir hacim, düşük performans ve az sayıda ayrıntı görüyoruz. Zamanla ürüne ilişkin parçalar ve bunların arasındaki bağlantılar artıyor ve karmaşıklaşıyor. Daha sonra ise bir yalınlaşma sürecine giriliyor. Teknolojinin katkılarıyla birlikte fonksiyonlar artarken ürünle ilgili detaylar daha akılcı ve kullanımı kolay bir şekle dönüşüyor. Otomobilde, telefonda, İnternette ya da bilgisayar donanımlarında da aynen böyle oldu.


Bir fabrikadaki üretim hattını göz önüne getirin. Diyelim ki; bir tezgâhta beklenenden çok daha fazla arıza olmaktadır. Bu tür arızalar da ürünlerin zamanında ve kaliteli çıkışını önlemektedir. Böyle bir durumdan çıkaracağımız ilk sonuç, muhtemelen söz konusu tezgâhın sorunlu olduğu ve yenilenmesi gerektiğidir. Bu ise büyük bir yatırım anlamına gelir. Bu tür bir bakış, nokta soruna odaklanmak anlamına gelir. Söz konusu sıkıntılı durumla ilgili son karara varmadan resmin tamamını görecek biçimde olayı daha kapsamlı incelemek uygun olur. Örneğin tezgâhı kullanan operatörün bilgi ve deneyim eksikliği ya da cihazı hatalı kullanımı arızalara yol açıyor olabilir. Tezgâhı besleyen elektrik akımı ile ilgili sorunlar bulunabilir. Belki de tezgâh, periyodik bakım yapılmaksızın kullanılıyordur. Tezgâhta işlenen parçaların hammaddesinde bir uygunsuzluk bulunabilir. Sorun kaynağı örneklerini çoğaltabiliriz. Tüm bu seçenekleri incelemeden tezgâhın yenilenmesi gibi pahalı bir yola gitmek uygun olmaz. Eğer sorunun kaynağı gibi görünen bir unsur varsa, onunla ilgili yargıya varmadan önce onu etkileyen diğer faktörleri incelemek hatalı kararları ve kayıpları önler. Çoğu zaman gözümüzün önünde olup biten, görmemiz gerekenin tamamı değildir. Resmin tümünü görmeye çalışan düşünme tarzı bizi aceleci yanlış kararlardan korur.

Örneğin stratejik planlama süreçlerinde sıklıkla kullandığımız GZFT (SWOT) isimli bir teknik var. Bu teknikten elde edeceğiniz sonuçlar, tümüyle sizin onu nasıl kullandığınıza bağlıdır. Hiçbir teknik ona eklemlenmiş akıldan daha fazlasını kendiliğinden üretmez. Bu nedenle yaratıcı düşünme ile insanın kendi becerilerinin birbirine vizyoner biçimde eklemlenmesi gerekir. Örneğin akıldan arındırılmış bir GZFT seansı; sadece ön kabulleri, takıntıları, saplantıları ve korkuları kural haline getirir.
Günümüzde bilgisayar ortamında hesap tablosu yazılımlarını kullanarak yaptığımız işler, bunlar var olmadan önce kâğıt-kalem marifetiyle elle yapılıyordu. Karmaşık hesapları yapabilmek ve sayılar curcunası arasından sezgisel yollarla ilişkileri keşfedebilmek, bir ‘sanat’ kabul edilirdi. Bugün ise bu işleri yapmak için gelişmiş donanımlara ve yazılımlara sahibiz. Söz konusu amaca yönelik olarak çok sayıda, yöntem, teknik ve araç geliştirildi. İş dünyasında da benzer gelişmeler oldu. Son yüzyılda işletme, üretim, satış ve pazarlama yönetimi konusunda çok sayıda yaklaşım geliştirildi. Bunlardan bazılarının uygulama konusunda katı kuralları var. Pek çok sürecin kurallara bağlanmış olması yaratıcılığın ve düşünmenin önemini ortadan kaldırmadı. Önemli olan; yöntemleri, teknikleri ve araçları akılcı düşünme ile birlikte doğru biçimde eklemleyebilmeyi başarabilmek.

Büyük kabul edilen bir problemi çözmenin yaratıcı yolunun sıklıkla ezberi unutmak ve yapılandırılmamış düşünmeye yönlenmek olduğuna inanılır. Bu kabulde; deneyimin yanıltıcı dehlizlerine dalmamak veya tekniklere ‘tutsak olma’ yanlışına düşmemek açısından doğruluk payı olduğunu söyleyebiliriz. Bazı sorunlara bildiğimiz her şeyi unutarak ve yapılandırılmış düşünme tarzından uzaklaşarak konuya yaklaşmak çözücü olabilir. Ama bu yolla halledilebilen sorunlar, çoğunlukla küçük ölçekli problemlerdir. Yüksek düzeyde karmaşıklığa sahip sorunları çözmek için problem çözme sürecinin yapılandırılması ve duruma uygun bir yol haritası çıkarılması uygun olur. Doğru düşünme tarzı; sezgisel yollarla yapısal yöntem, teknik ve araçların akılcı biçimde eklemlenmesini gerektirir. Asla unutmamamız gereken hassas nokta; sorunun çözümünün, problemin karakterine ve ölçeğine bağlı olduğudur.

İlginç bir diğer örnek de 781-868 yılları arasında yaşamış ve biyoloji, zooloji, tarih ve psikoloji konularında çeşitli bilimsel eserler yazmış olan Arap bilgini El-Câhız’ın yaşamına ilişkindir. El-Câhız yoksul bir kişi olduğu için çoğu zaman kitap almaya parası yetmezmiş. Bunun yerine kitapçıyı gece süresince kiralar, dükkânı kendi üzerine kilitletir ve tüm gece boyunca mevcut kitapları inceleyerek, araştırmalar yaparmış. Çeşitlilik, başka alanlardaki çözümleri görerek yenilik yaratmanın önemli eksenlerinden biridir. Farklı alanlardaki bilgiler arasında yapılan kıyaslama, eşleme ve eklemlemeler sayesinde eşsiz yenilikler üretmek mümkün oluyor. Özetle; düşünsel çeşitlilik yeniliklere, buluşlara ve yaratılara giden yolu aydınlatıyor.
Farklılık yaratan inovasyonların, çoğunlukla kurum ve kuruluş dışı bilgiden kaynaklanması şaşırtıcı değildir. Tarihi incelediğimizde; büyük buluşlara ve yeniliklere imza atan kişilerin tümünün adeta bilgi açlığı duyanlar olduğunu görürüz. Bu insanların bir başka özelliği ise kendilerini tek bir alana ‘hapis etmemiş’ olmalarıdır. Çok değişik alanlardan elde ettikleri bilgileri, birbirilerine eklemleyerek ya da birbirileri ile karşılaştırarak kullanırlar. (Farklı bir alana ait bir bilginin bir başka alana uygulanmasının yatay inovasyon dediğimiz yenilik türüne yol açtığını hatırlayın.) 1694-1778 yılları arasında yaşamış olan Fransız yazar, tarihçi ve düşünür Voltaire’in 6814 kitaptan oluşan kütüphanesinden söz edilir. Bu kitaplardan 2000 dolayında olanında, kendi el yazısı ile düşülmüş notlar bulunuyor. Voltaire’in Château de Cirey’de Marquis de Châtalet’in himayesinde yaşadığı yıllarda, Markiz ile birlikte topladıkları 21.000 kitabın olduğu belirtiliyor. Başta elektrik ampulü olmak üzere çok sayıda buluşun sahibi olan Amerikalı mucit Thomas Edison’ın (1847-1931) kütüphanesi ise 10.000 kitaptan oluşmakta.
İnsanın öğrenme tarzı; gözlemler yapmak, bunlar arasında ilişkiler kurarak soyut bilgiye ulaşmak şeklindedir. Dolayısıyla kişi tarafından çok sayıda seçeneğin izlenmesi, bu sürecin zenginleşmesi anlamına gelir. Gözlem diye tanımladığım faaliyet, veri edinmenin her türlüsü olabilir. Bunlar görme, duyma, dokunma, koklama veya tat alma gibi duyularla algılananlar olabileceği gibi; okuyarak ya da insanın zihinsel becerileri ile üretilerek elde edilenler de olabilir. Çok basit olarak söylersek, kıyaslayarak öğrenen insan için çok sayıda gözlem çok sayıda karşılama ve soyutlama fırsatı anlamına gelir; bu da bilgi ve deneyim zenginliği yaratır.

Tarih yanlış öngörüler kataloğu gibidir. Herhangi bir yaşamsal konuda yapılan uzun vadeli tahminlerin yüzde 80’den fazlasının gerçekleşmediğini kolayca gösterebilirsiniz. Bu denli yüksek orada yanlış öngörülerde bulunmanın ilk nedeni gelişmelerin geçmişten (ya da bugünden) geleceğe doğrusal bir biçimde ilerleyeceği kabulüdür. Çoğu zaman gelişim sürecinde radikal değişimlerin olabileceği veya işleri tümden değiştirebilecek aktörlerin sürece katılabileceği düşünülmez. Hâlbuki olayların akışında (deyim yerindeyse) her zaman kırılmalar, eğrilip bükülmeler ve yön değiştirmeler olabiliyor. Bu da doğrusallık varsayımıyla yapılmış (doğrusal düşünme tarzıyla üretilen) öngörülerin gerçekleşmemesine neden oluyor. Doğrusal olmayan düşünme, kolayca edinilebilecek bir beceri değildir. Öncelikle ele alınan sistemi ve onun ekosistemini (yakın ve uzak çevresini) iyi tanımayı gerektirir. İçeriden ve dışarıdan gelebilecek olağandışı etkileri dikkate alınabilmelidir. Doğrusal olmayan karar problemleri ve çözüm yolları, eski zamanlardan beri çalışılmakla birlikte bilgisayarların gelişmesiyle daha fazla denenebilir hale henüz yeni geldi. Önümüzdeki dönemde aklımızı (kolay doğrusallık yerine) daha fazla eğip bükerek kullanacağımızı söyleyebiliriz.

Değişimci düşünme tarzı ile üretilen her şeyin somut gerçeklik bulacağını söylemeyiz. Hiç kuşkusuz; bu ‘çılgın’ düşüncelerin bir kısmı hayaller olarak kalacaktır. Ama Antik Çağ’ın mitolojik hikâyeleri, Abbas 9’uncu yüzyılda Kasım ibn Firnas’ın deneyleri, 1500’lerde Leonardo da Vinci’nin tasarımları, 17’nci yüzyılda Hazerfen Ahmet Çelebi’nin cesareti, 1800’lerde Le Bris’in ve Lilienthal’in uygulamalı çalışmaları olmasaydı bugünün uçak ve uzay teknolojilerinin çok uzağında olurduk. Bilimin ve teknolojinin gelişmesi hayalin hayale, aklın akla ve emeğin emeğe eklemlenmesiyle gerçekleşiyor. Ama her durumda öncelikle (dağın tepesini aşabilecek) değişimci özgür düşünme yaklaşımı gerekiyor.
İnsan sağlığı için tıp her zaman önemli oldu. Medikal operasyonlar, ilerleyen teknolojilerle birlikte daha kolay hale geldi. Hastalar ameliyat sonrası çok daha kısa sürede sağlıklarına kavuşmaya başladılar. Örneğin geçişte açık gerçekleştirilen pek çok operasyonun yerini, laparoskopi ismi verilen tıbbi teknikler aldı. Muhtemelen bu daha ileri konularda saygıdeğer yenilikler yapmak üzere çalışan pek çok uzman var. Bu noktada (tepeyi aşmayı hedefleyen) değişimci düşünme yaklaşımı, çok daha ileri giderek insanın damarına enjekte edilebilen nano-teknolojik görüntüleme becerisine sahip cihazları öngörebilir. Bu tür bir cihazın nano-bilgisayarla donatılmış olarak insan bedeninin içinde sürekli var olarak ihtiyaç duyulan anlarda teknik bakım-onarım işleri yapabileceğini düşünür. Değişimci düşünme yaklaşımı, o an için yapılabilir olmasa bile geleceği hayal eden ve tasarlama cesaretini gösteren tarzdır.

Değişimci düşünme tarzına ulaşabilmek için öncelikle bizde atalet ve tutsaklık yaratan engelleri aşabilmemiz gerekir. Ön kabul, takıntı veya saplantı olabilen bu engelleri geride bırakabilmek için kimi durumlarda önümüze ciddi ama motivasyonu artırıcı hedefler koyabiliriz. Çözülmesi gereken sorunları güç görünen hedeflerle ilişkilendirmek, zihnin zincirlerini kırmak yolunda etkili bir araç olabilir.
Ödünleşmeci çözümler, çoğu zaman bir sorunun tam olarak çözülmesini sağlamaz. Sorun görece hafifler; ama içten içe gelişimini sürdürmeye devam eder. Açık çatışmaya döndüğünde ise radikal düşünme zamanı gelmiş demektir.

Yaşamda önemli fırsat kaynaklarından biri çatışmalardır. Taşıma zorluğu ve seçenek zenginliği arasındaki çatışmayı, doğru kavrayan bir seyahat firması yolculara evden eve bagaj taşıma konusunda hizmet sunarak bir farklılık (ek müşteri memnuniyeti) yaratabilir. Konunun özü şudur: Çatışmaların ortaya çıkışı ve varlığı, teknolojik sistemler başta olmak üzere iş dünyasında büyük sıçramaların kaynağıdır. Aynı sistemde çatışan iki unsurun (örneğin talebin) varlığı, farkına varabilenler için yeni fırsatlara yol açabilir. Çatışma üzerine kurgulanmış radikal (devrimci) düşünme, geçmiş yüzyılların düşünürleri Kant, Hegel ve Marx’ta temel bulur. Diyalektik olarak isimlendirilen bu yaklaşıma göre, tez ve anti-tez arasındaki çelişki (çatışma) daha üstün bir düzeye yol açacak yeni durum ile çözüme ulaşır.
Deneyim ezberinden kök bulan deneyimci, düşünmenin en bilinen türlerinden biri konuya özgü düşünme türüdür. Bu düşünme tarzında, kişi önceden bilinen çözümler ve kavramlar çerçevesinde kalmaya çalışır. Karşılaştığı durumu aşmayı ya da sorunu çözmeyi önceden edindiği konuya özel deneyime benzetmeye çalışarak dener. Özel şartlara göre yararlı da olabilen bu yaklaşım, çoğunlukla küçük iyileştirmelerden daha fazlasının elde edilmesini sağlamaz. Soyut düşünme becerisi ise öncelikle geçmiş deneyimin yarattığı psikolojik ataletten ve ‘at gözlüğünden’ kurtulmayı amaçlar. Ezberlenmiş varsayımları, ön kabulleri ve geçmişin özel şartlarını aşmaya çalışır. Soyut düşünme becerisi ile karşılaşılan sorunun yeni bir zihinsel platforma taşınması ile çözüm aranır. Soyutlaştırma sayesinde birbirinden çok farklı konular arasındaki ilişkileri görmek mümkün olur.

Kendi yaşamınızı, iş dünyasında karşılaştığınız durumları göz önüne getirin. Bir sorunla karşılaştığımızda yaptığımız ilk şey, konuya nokta sorun halinde bakmaya çalışmaktır. Onun başka unsurlarla bağlantısı olabileceğini dikkate almadan sorunu gidermeye çalışırız. Bu bakışın ana fikri, görünen sorunu görünmez hale getirmektir. Buna kısaca sorunu gidermek diyebiliriz. Hâlbuki karşılaştığımız sorunun muhtemelen başka ilişkileri ve bağlantıları vardır. Sonuç olarak ortaya çıkmış bir görünür sorun olabilir. Örneğin pantolon üreten bir atölye düşünün. Çok sayıda hatalı ürün ortaya çıkıyorsa ilk akla gelen, hatalı ürünleri ayıklamak ve düzeltmek üzere bir son kontrol birimi ve onarım birimi kurulmasıdır. Böylece hatalı ürünler satışa sunulmayacaktır.

Bugün geçmişe oranla farklı bir dünyada yaşıyoruz. Eğer firmamızın piyasa liderliğini, pazar payını, kalıcılığını, sürdürülebilirliğini veya değer yaratma yeteneğini kaybetmesini istemiyorsak inovasyonu iş yaşamımızın ayrılmaz bir unsuru haline getirmemiz gerekiyor. Yeni bir şey bulmak anlamına gelen yaratıcılık veya mevcut olanda katma değerli olan bir yenilik yaratmak anlamına gelen inovasyon – her ikisi de daha nitelikli düşünme yöntemleri, teknikleri ve araçlarını zorunlu kılıyor. Düşünme becerilerimizi geliştirmeliyiz. O zaman karşımızda “Sürekliliği olan, güçlendirilmiş düşünce nedir?” ve “Nasıl gerçekleştirilir?” gibi sorular var demektir.
Eskiden işlerin, mesleklerin, ürünlerin ve hizmetlerin sürekliği vardı. Berberin yanında çırak olup kalfalığa ve ustalığa terfi ederek ve kendi işyerinizi açarak yaşamınızı kazanabiliyordunuz. Mahalle bakkallığı, saat tamirciliği ya da terzilik de böyleydi. Sürekli yeni bir şeyler bulmanız, geliştirmeniz gerekmiyordu. Rekabet bu denli sert değildi; hammadde olarak ne bulup bulamayacağınız belliydi. Toplumu veya yaşam çevresini etkileyen büyük afetleri saymazsanız daha yavaş ama daha istikrarlı ve daha güven veren bir iş dünyası vardı. Sonra iletişim, ulaşım ve ticaret gelişti. Rakipler arttı. Üretim teknolojik olarak kolaylaştı. Ürün kopyalama imkânları arttı. Müşteriler daha bilgili ve seçici hale geldi. Biteviye yeni şeyler düşünmemiz gerekmeye başladı. Bilişim, iletişim, İnternet, ar-ge, ür-ge, inovasyon ve tasarım gibi kavramlar günlük yaşantımızın sıradan unsurlarına dönüştü. Artık daha fazla düşünmemiz gerekiyor. Daha hızlı, çevik ve akıllı olmak zorundayız.

20’nci yüzyılın sonlarından bu yana bilişim, iletişim ve İnternet teknolojilerindeki gelişmeler kişilere sosyalleşmek için yeni ‘imkânlar’ sunmaya başladı. Geleneksel telefon ve faks ile başlayan yeni iletişimi e-posta ile sürdürdük. Şimdilerde teknolojiye erişebilen (çocuktan erişkine kadar) çeşitli kesimlerin başlıca sosyalleşme aracı sosyal medya var. Facebook, Twitter, Instagram, LinkedIn ve bunlara benzeyen daha pek çokları var. Doğum günlerini ve evlilikleri bu ortamlardan öğreniyor ve kutluyoruz. Kayıplar karşısında taziyelerimizi bu tür sanal ortamlardan yazdığımız birkaç cümle ile ifade ediyoruz. Olaylar hakkında tepkilerimizi sosyal medyadan vererek tatmin oluyoruz.
Toplumun duygu ve düşünce olarak sağlıklı bir bileşeni olmak anlamına gelen sosyalleşme, yaşanılan reel çağa göre sosyal kurumlar aracılığı ile öğreniliyor. Despotik kurumlarda demokratik kültürü öğrenmek mümkün değil. Her toplum kendi profiline uygun bireyler yaratıyor. Eski zamanlarda fiziki çevre ve buradaki sosyal ilişkiler daha etkili, önemli ve değerli idi. Mahalle ve sokak ilişkileri bireyin benliğinin oluşumunda en az aile içi kültür etkileşimi kadar belirleyici oluyordu. Apartman ve site yaşamına geçilmesi ile birlikte komşuluk, tanışıklık ve hatta akrabalık ilişkilerinde zayıflama oldu. Kent yaşamının çeşitli tehditlerinin ve zorluklarının artması ile birlikte günlük yaşam iş ve ev ortamının dört duvarı arasında yoğunlaştı.
Toplumuzun geçmişine bakıldığında aile, kültürün aktarımında en etkili kurumsal ortam olarak görülür. Okulun genç insanın yaşamında aldığı sürenin uzamaya başlaması ile birlikte kültür aktarımı oku kurumu içinde oluşmaya başladı. Günlük yaşam ve iş gerekleri olarak gerçek yaşamdan hayli uzak olan (giderek uzaklaşan) okul kurumunun kültür aktarımında başarılı olduğunu iddia etmek kolay değil. Anaokulu ve hazırlık sınıfı hariç olmak üzere bir gencin lise mezunu olabilmesi için 12 yıl okula gitmesi gerekiyor. Bu süre içinde sayısız ders gördüğü, birçok sınav geçirdiği halde kültür edinme ve sosyalleşme konusunda ne denli başarılı olduğu ciddi bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. İçerik ve kalite ihtiyacı konusundaki tartışma saklı kalmak üzere eğitimin yaşam boyu hale gelmesi konusunda kuşkum yok. Ama giysi ütülemeyi bilmeyen, yemek yapma becerisine sahip olmayan, iyi insan ilişkileri konusunda gelişme kaydetmemiş, özgür ve yaratıcı düşünme becerisini edinememiş –bunlara başkalarını da ekleyebilirim– fakat yıllarca okula gitmiş bir kuşak hakkında ciddi kuşkularım olmaya devam ediyor.
Toplum, “aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü” olarak tanımlanır. Toplum ile rasgele bir araya getirilmiş kişiler topluluğu arasındaki fark, toplumun bir bütünlük oluşturmak üzere ilişkilere ve amaçlara sahip olmasıdır. Bir başka deyişle; orman ve ağaçlar birbirinden farklıdır. Bebek-çocuk-genç birey, toplum içinde yaşamayı bu ortamda birikmiş olan bilgi, görgü ve deneyimi özümseyerek öğrenir. Bu nedenle toplum, aynı zamanda toplumu bir bütün olarak bir arada tutan kültür demektir. Kültür alışverişi ise aile, okul, mahalle, sokak, iş çevresi veya sivil toplum kuruluşu gibi toplumun kurumları içinde öğrenilir.


Arama motoru konusu, Google’ın büyük başarısı ile birlikte bir ekonomik iş haline dönüştü. İnternet kullanıcılarının en sık yararlandıkları uygulamalar olmaları nedeniyle artık arama motoru sayfaları ciddi miktarlarda reklam alıyor ve gelir elde ediyorlar. Bunların bir başka gelir kaynağı ise bazı anahtar sözcükleri ve liste sıralarını satarak oluşuyor. Örneğin bilgisayar, cep telefonu ya da kitap gibi alışveriş yönünden çok kullanılan sözcüklerden birisi arattığınızda sayfanın en üstünde ücretli reklâm satırlarını görebilirsiniz. Şimdilik bu satırlar farklı renk ya da küçük simgelerle belirtiliyor. Diğer satırlar ise genellikle İnternet sitelerinin kullanım yoğunluğu veya konuyla ilgi düzeyine göre hazırlanıyor.


Arama motoru, İnternet ortamında aranan içeriği bulmak için kullanılan bir yazılımdır. Bir arama motoru tarama robotu, arama dizini ve kullanıcı ara yüzü olmak üzere üç bileşenden oluşur. Arama motoru İnternette bulduğu sonuçları kullanıcıya bir liste halinde sunar. Bu kısa tanımlamadan sonra kısaca sürecin işleyişine bakalım. Arama motoru, bir kitap dizini mantığı ile çalışır. Bu nedenle arama işlemleri öncesinde kitabın endeksinin (içindekiler dizininin) hazırlanması gerekir. İnternet söz konusu olunca bu görevi tarama robotu yerine getirir. Siteleri örümcek gibi isimlerle anılan yazılımlarla otomatik olarak inceleyerek arama dizinini oluşturur. Böylece bu ön işlem sayesinde sitelerin arama motoru tarafından daha kolay bulunması için bir endeks altyapısı (fihrist) hazırlanmış olur. Arama işlemi bu dizinler kullanılarak yapılır.


Sosyal medyanın gelişimi, enformasyon edinme sürecine farklı ve hızlı bir boyut getirdi. Pek çok enformasyonu (haberi) e-gazeteler sayesinden hızla edinebiliyoruz. Eğer dikkatli ve seçici bir Twitter kullanıcı iseniz, bir olaya ya da habere ilişkin bilgi ve resme anında ulaşma imkânınız var demektir. Bunda akıllı telefon, tablet bilgisayar veya kamera gibi İnternete bağlı cihazların gelişmesi sayesinde kullanıcıların haber muhabiri veya yorumcu (özetle, içerik geliştirici) haline dönüşmesinin etkisi oldu, oluyor.


Artık iletişim alanında yeni bir durumun (dolayısıyla) yeni olanakların var olduğunu gösteriyor. Geçmişin gazete, radyo veya TV’sinden farklı olarak, içerik sağlayıcı ile izleyici arasında (bilimkurgu filmlerinin uzay geçidi gibi) açılmış bir kanal var. İzleyiciyi dinlemek, onun ihtiyaç, istek ve beklentilerini öğrenmek ve onunla tartışmak için yeni bir kanal yaratılmış halde. Sosyal medya ile izleyici, kendi iç dünyasını (bu çift yönlü geçit aracılığı ile) dışarıya açmış oluyor. Bu kanal doğru amaçla da kullanılabilir; toplumu manipüle etmek için de…

20’nci yüzyılın sonlarına doğru İnternet teknolojilerindeki gelişme, enformasyon edinme konusunda yeni bir aşamaya neden oldu. Artık statik e-gazete sayfaları yerine, dinamik ve kullanıcının tepki vermesine olanak tanıyan yeni bir internet anlayışı var. Bu gelişme kendini sosyal medya adını verdiğimiz yeni ortam ile koyuyor. Yaşadığımız dönemin örnekleri arasında; Facebook, Twitter, LinkedIn ve benzerlerini sayabiliriz. Bu yeni yazılımlar sayesinde, yazılı basının asla yetişemeyeceği bir hızda enformasyona ulaşabiliyoruz.

Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ile internet, aşağıda sözünü ettiğim konuya yeni bir açılım ve yaklaşım getirdi. Artık sayılanlar dışında, enformasyon edinmek için başka araçlara sahibiz. Örneğin basılı gazetelerin neredeyse tamamının İnternet ortamında okunabilir kopyaları var. Hatta bu konuda kendilerini geliştiren yayıncılar, basılı gazeteciliğin çok daha ötesine geçtiler. Enformasyon iletimi, anlık hale dönüştü. İçerik çeşitliliği arttı. Basılı gazeteden çok daha fazlasını, internet ortamındaki gazete sitelerinde bulmak mümkün oluyor.




Sanatın neredeyse tüm dallarında yaratı, kendinden geçmenin (trans halinin) sonuçlarından birisidir. Örneğin gerçek yazar, eserini nasıl bir düşünce ve duygu süreci içinde yazdığını hatırlamaz. Bu nedenle sanatçıya eserini nasıl bir etkiyle meydana getirdiğini sormak doğru bir yaklaşım olmaz. Tümüyle aynı olmamakla birlikte İnternette benlik oluşturma ve geliştirmede sanatçının yaratı sürecine benzer. Kişi, İnternet ile gerçek yaşamdan sanal dünyaya geçer. Burada yeni benlik ve ruh hali ile konumlanır. Gerçek dünyaya geri döndüğünde ise sanal âlemdeki düşünce, duygu ve eylemini tam anlamıyla hatırlayacağı kuşkuludur.

Yaşamı denetlemek zordur. Yönetmek için yeterli güce sahip olamadığımız pek çok unsur olduğu gibi istediğimizi yapmak için yeterli kaynağa sahip değiliz. Ama İnternet söz konusu olduğunda birey, kendi bakış açısından sanal dünyanın tanrısı düzeyine terfi eder. Sanal yaşam, gerçeğine oranla çok daha kolay yönetilip denetlenebilir. Kendinizi bu dünyasın tanrısı olarak görmeniz hiçbir engel yoktur. İstediğiniz söylersiniz, dünyaya istediğiniz gibi bakarsınız, kendinizi diğer insanlar karşısında arzu ve hayal ettiğiniz makama konumlarsınız. “Siz zavallı aptallar; gerçekte ne olup bittiğinin ve ne yapmanız gerektiğinin farkında değilsiniz” demekten sizi alıkoyan bir engel yoktur. İnternet, bunu geçmişin iletişim araçlarına oranla çok daha kolay yapmanızı sağlar.
İnternet ve özellikle sosyal medya bazı insanlar için bir bireysel ayna fonksiyonuna da sahiptir. Kişiler oradaki görünümlerine bakıp kıyaslamalar yaparak değişim ihtiyacı hissedebilirler. Kimi zaman ise İnternet, kişi için kendisini çok daha büyük ve görkemli gördüğü bir dev aynasına dönüşür. Bu aynada kendisini –maddi ya da manevi olarak– bir dev olarak görürken algı dağarcığındaki diğer insanlar dünyanın güçsüz ve akılsız, zavallı cüceleri oluverirler. Sosyal medya ortamında dünyaya yukarıdan bakan, öğütçü tavırları ile baskın olmaya çalışan İnternet kullanıcılarının durumları muhtemelen budur.

Sosyal yaşam içinde farklı ortam ve yakınlıklarda tanıdığımız kişiler var. Onları tanımakla kalmıyoruz; zaman içinde –önyargılı da olsa– kişilik yapıları ve davranış modelleri hakkında görüş geliştiriyoruz. Bu kişilerle İnternet ortamında da iletişimimiz oluyor. Onları Facebook, Twitter, LinkedIn ya da Instagram gibi sosyal medya platformlarında arkadaş olarak yazılı ve görsel iletişim yakınlığında bulunduruyoruz. Böylesi bir ikili yaşam bize kişilerin gerçek yaşam ile sanal dünya arasındaki kimlik ve davranış modelleri konusunda –kimi zaman kendiliğinden– kıyaslama yapma imkânı sağlıyor. Dikkatli bir sosyal medya izleyicisi iseniz; bildiğimiz kişiliğin sanal dünyada kimlik ve benlik farklılaşmasını görmek gerçekten ilginç oluyor.
Kimlik, tek parçadan oluşan bir yapı değil. Kimliğin kişinin iç ve dış şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan farklı yönleri var. Sınırları zorlamayan günlük yaşam şartları altında kimliğin farklı yönleri aşırılıklar göstermeksizin dengede duruyor. Çalışıyoruz, ciddi işler yapıyoruz, neşeleniyoruz, eğleniyoruz, kızıyoruz, dinleniyoruz, hayaller kuruyoruz. Kimlik bir bütün olarak dengedeyken ve kimliğin bir yönünü aşırı besleyecek bir ortam yokken zihinsel ya da duygusal bir sorun yaşamıyoruz. Buna karşılık İnternetin sanallık özelliği, yeni kimlikler edinmek veya kimliğin bir yönünün ayrışmasına ve obezleşmesine uygun iklim yaratma potansiyeli var. Olağan şartlar altında ayrışıp aşırı büyümesini beklemediğimiz bir kimlik unsuru, İnternet ortamında Don Kişot’a dönüşebiliyor.

Gerçekte yaşamda yeni gruplara girmenin veya yeni bir kişi ile tanışmanın duyguları etkileyen bir yönü var. İnternet ortamında –görüntülü bile olsa– yüz yüze iletişimin bu duygusal etkilenme boyutu silikleşiyor. Fiziksel yakınlıkta duygusal, düşünsel ve fiziksel olarak çok boyutlu gelişen etkilenme sanal ortamda daha sıradan ve sığ hal alıyor. Adeta kişi duyu organlarını büyük ölçüde kapatarak veya kısarak iletişimde bulunuyor. Bu açıdan göz kontağı kurmaktan kaçınanlar için İnternet dünyası yeni bir açılım anlamına geliyor. Günümüzde İnternet, maddi bir gerçeklik olarak var. Muhtemelen yaşamımızdaki etkisi giderek büyüyecek. Sorun, bu yeni teknolojik ortamda eski ritüellerle ve geçmişin hastalıklarıyla bulunmaktan kaynaklanıyor. Dünün yaşamını bugünün teknolojik ortamında sürdürmek istediğimizde aykırılıklar ve uyumsuzluklar oluşuyor. Yeni çağın görgü kurallarına ihtiyaç duyuyoruz.

Geleneksel yaşamda sosyalleşme aile, okul, iş veya eğlence-dinlenme ortamlarında gerçekleşir. Buralarda enformasyon alışverişi dışında deneyim ve davranış değişimi yapılır. İnsanların günlük yaşamlarında başkaları ile aralarına duvarlar örmeleri ve fiziksel mekânların daha zor erişilir hale gelmesi nedeniyle İnternet, yüz yüze iletişimin yerini almakta hiç de zorlanmadı. Böylece günümüzde İnternet belli başı sosyalleşme ortamlarından birisi haline dönüştü.

İnternetin demokratik bir özgürlük olarak; ama kuralsız ve eğitimsiz biçimde yaygınlaşması, yaşamsal alanlara ilişkin sorumluluk ve yükümlülük üstlenmek istemeyen bir anlayış için çok uygun bir sözel kültür mekânı oldu. İnternetin gelişim ve yayılım hızına eşdeğer bir uygarlık kültürü –en azından şu ana kadar– gelişmedi. Buradaki sözel kültür kavramı; sorumluluk ve yükümlülük altına girmeyen, söyleyen; ama sözünü tutmak zorunda olmayan, kolaycı ve tembel işi, yazılsa da sözcüklerin hızla buharlaştığı İnternet ortamını ifade ediyor. İnsanın insanla yüz yüze iletişimi, ne denli saygılı veya sevecen şartlarda olsa bile bir tür düellodur. Böyle bir karşılaşma ise hepimizde yeterince var olmayan kimlikli iletişim cesaretini gerektirir. Hâlbuki İnternet ve özelde onun yaygın uygulama alanlarından birisi olan sosyal medya; işi zorlaştıran, gerçek kimlikle iletişim yapmanın zorluğunu ortadan kaldırır.
Yeni bir teknolojinin gelişi; ama buna karşılık eski ritüellerin devam edişi söz konusu olduğunda tuhaf bir anakronizm (tarih yanılgısı) ile karşılaşıyoruz. Sanki tarih, bir büyük kavis ile sözlü kültür geleneğine ya da 15’inci yüzyılın maskeli balolarına geri dönmüş gibi bir izlenime kapılıyoruz. İnternetin ilk yıllarında, bu ortamın görgü kuralları olarak kabul edilen –İngilizcede nettiquite olarak isimlendirilen– bir anlayış ve zımni protokol söz konusu idi. O sıralar az sayıdaki eğitimli İnternet kullanıcısı, bu görgü kurallarına uygun davranmaya özen gösterir; uygun davranmayanlar nezaket çerçevesinde uyarılırdı. Özetle; günlük yaşamın sıradanlıklarının sanal ortama daha az taşındığı o dönemde İnternette bulunmak bir sorumluluğu yüklenmek anlamına geliyordu.

İnternet ve bağlı yenilikler, teknolojinin içerdiği bir öze tam anlamıyla taşıyor. Teknolojik yaşamın ana ilkesi, insan faaliyetlerinin kolaylaşmasıdır. Ama ne yazık ki bu kolaylaşma ile insanın tasarruf ettiği zaman gibi kaynaklar, daha anlamlı ve ruhen geliştirici biçimde kullanılamıyor. Teknolojinin gelişimi ile birlikte adeta insanın yarattığı estetik uygarlıkta eksilmeler oluşuyor. İnsanın anlamlandırma yeteneği ve estetik değerler geliştirme becerisi gerçek ve doğal yaşamla olan bağını giderek yitiriyor. Hiç kuşkusuz; insani niteliğimizi geliştirmek için kullanabileceğimiz İnternet, bir başıboşluk için yeni türden aşırı tüketimin –keza benlik tüketiminin– araçlarından birisi haline dönüşüyor.



Bilişim ve iletişim teknolojileri ile İnternetin yaşamımıza getirdikleri, hiç kuşkusuz bu saydıklarımdan ibaret değil. İnsanın maddi düzenine getirdiği kolaylıklar açısından sayabileceğimiz daha pek çok örnek olabilir. Diğer yandan konuya bir de insan ve toplum psikolojisi açısından bakmak gerekebilir.









RSSOwl’un mobil versiyonu yok, hatta tarayıcı eklentisi de yok. RSSOwl hala bilgisayarınıza indirip kurmanız gereken bir istemci ve yeni sürümleri genellikle yeni bir işletim sistemi ile birlikte çıkıyor. http://www.rssowl.org/ adresinden indirebileceğiniz bu programın Linux, Windows ve Mac desteği bulunuyor. (gelenekçi olduğuna bakmayın, eski kafalı ama iş görür)


Bunun yanı sıra yayıncı RSS olarak sadece haberin başlığını, özetini ya da içeriğin tamamını sunmayı tercih edebilir. Elbette her site RSS istemcilerinin taleplerine cevap verecek formatta değildir. Bir RSS istemcisinin dosyaları alıp sizin karşınıza getirebilmesi için içerik kaynağı olan sitenin RSS/XML ya da Atom destekli olması gerekir.
Bunun yanı sıra Yahoo’nun Yahoo Haberleşme Grup paketi ile, hayatımıza Spam kalıbının ve SSS format ve kullanımının girmesini sağlayan Usenet ya da News gruplarının; PHP-Nuke, PHP-Fusion, VBulletin, phpBB, Mambo, SMF, MyBB, IPBx paketlerinden biri ile hazırlanmış siteler RSS beslemeyi destekleyen sitelerdir.
w3c’nin belirlemiş olduğu (www.w3c.org) standart alanlar barındıran bu siteler; başlık, eklenme tarihi, haber gibi belirli alanları sabit olarak bulundurur ve RSS istemciler de bu alanalrdan gerekli ve izin verilen bilgileri alarak sizin için derler.
Elbette her site sizin gidip RSS biçiminde takibinize izin vermez. Sitenin yapımı sırasında, herhangi bir RSS istemcisinden gelen istek ile uygun formatta bir XML göndermesini sağlamak için ufak bir iki ayar gerekir.

0.91 versiyonunda iken Rich Site Summary (Zengin Site Özeti) olarak adlandırılan RSS, 0.9 ve 1.0 olduğunda RDF Site Summary (RDF Site Özeti), 2.0.0 versiyona ulaştığında da Really Simple Syndication (Çok Basit Besleme) olarak adlandırılmıştır. (Muhtemelen siz de karşılaştığınız yerlerde RSS Besleme ibaresini görmüşsünüzdür) RSS teknolojisi sayesinde sürekli takip ettiğiniz sitelerin güncellemelerini, bir toplu yayına abone olmuş gibi sürekli elinizin altında, hazır bulabilirsiniz. Bu sistem ile tek tek tarayıcı sekmelerinde kaybolmadan takip ettiğiniz tüm sitelerin içeriklerine tek bir toplu sayfadan ulaşabilirsiniz.
RSS, özellikle haber sağlayan sitelerin, blogların ve podcastler gibi sürekli olarak güncellenen sitelerin güncellemelerinden geri kalmamanız için kullanılan ve bazı site ve dosya formatları ile çalışan bir doküman takip sistemidir. Biraz teknik kısmına dokunursak .rss ve .xml biçimindeki dosyaları takip ederek standart bir formatta önünüze sunan bir dosyadır RSS.


Telekomünikasyon alanı; mobil telefonlar ile birlikte artık ortamdan bağımsız şekilde artık sevdiklerimizle rahatlıkla iletişim kurabiliyor, işlerimizi telefon ile halledebiliyoruz.

Bankacılık alanında; artık bankalardaki neredeyse tüm bilgiler bilgisayarlara tutulmakta ve işlemler online olarak gerçekleşebilmektedir. Dünyanın çok uzak yerinden yatırılan para kısa sürede elimizde olmaktadır. Bankamatikler ile istediğimiz saatle para çekebilmekte, banka kartları ile para taşıma derdi olmadan her yerden alışveriş yapabilmekteyiz.
Gazetecilik alanında; online gazeteler ve dergiler yavaş yavaş yerini online gazetelere bırakmıştır. Dergiler tamamen online ortama taşınmış ve basılı yayınlarını durdurmuşlardır. Ayrıca online gazetecilik sayesinde haberlere bir gün sonra değil anında ulaşabilmekteyiz.
Sosyal medya alanı; sosyal medya ile aynı anda yüzlerce arkadaşımız ile iletişime geçebiliyoruz. Ne düşündüğümüzü tüm çevremize yayabiliyoruz.


Özel amaçlı bilgisayarlar, bazı özel işlevleri yerine getirmek üzere tasarlanmıştır. Bunlar yalnızca mikroçiplerine yüklenmiş programlar uyarınca çalışırlar. Elektronik hesap makineleri, dijital saatler ve benzeri başka pek çok aygıt, özel amaçlı bilgisayarların temelidir. Genel amaçlı bilgisayarlar ise,pc ler ve iş yerlerinde kullanılan bilgisayarlar, kendilerine yüklenilen programlar, yani verilen komutlar uyarınca çalışır, bu nedenle çok değişik işlevleri yerine getirebilir. Bazı genel amaçlı bilgisayar küçük bir el radyosu boyutundadır; ama tümüyle işlevsel, tek birim halindeki en küçük genel amaçlı bilgisayarlar, evrak çantası büyüklüğünde ki diz üstü bilgisayarlarıdır. Kişisel bilgisayarlar yada masa üstü bilgisayarları saniyede yaklaşık 5 milyon işlem gerçekleştirebilir; bazılarında bu sayı 35 milyona kadar çıkar.


Gelişen teknoloji, bilgisayar teknolojisini her geçen gün daha da küçülttü ve artık taşınabilir bilgisayar üretme vakti gelmişti. Bu fikir ilk başta sadece çocukların basit işlemleri yapabilmesi için Alan Kay tarafından Dynabook adı ile tanıtıldı. Alan Kay,bu fikri 1967 yılında atmıştı ve o zamanın şartlarında ucuz,şarj edilebilir ve kişisel bilgisayar teknolojisine yakın cihaz üretilemediği için 1967′de 20 kg ağırlığında Xerox NoteTaker adı ile ilk prototip taşınabilir bilgisayar üretildi. Tüm bunlara rağmen aslında oldukça yeni bir tarihi vardır. İlk defa 2004 gibi yakın bir tarihinde taşınabilir bilgisayar modelleri masaüstü modellerden daha çok satılmıştır. Bu bilgisayarlar laptop (diz üstü) olarak da bilinirler. Notebook serisi ile laptop üretimi bitmiştir.











Türkiye’de kullanılan ilk bilgisayar ise 1960 yılında Karayolları Genel Müdürlüğün’de kullanılmak amacıyla ülkeye getirilmiş IBM 650-Data’dır.

NASA, Apollo 11’in aya inişi için gereken hesaplamalarda kullanmak üzere 10’dan fazla Programma 101 kullanmıştır. Ay’a ilk insanı taşıyan Apollo 11’in bilgisayarının işlemci frekansı sadece 1 Mhz’di. Günümüzle ise en iyi bilgisayar işlemcileri bir yana cep telefonlarının işlemcileri bile 1 Ghz’den (1000 Mhz) daha hızlı.



ENIAC, ilk elektronik veri işleme kapasiteli ve elektrikle çalışan bilgisayardır. II. Dünya savaşı sırasında ABD’li bilim adamları tarafından icat edilmiştir. 167 m2 lik bir alana ancak sığabilen ENIAC’ın ağırlığı da 30 tondu.








İnternet; sınırların, engellerin, bayrakların ve ülkelerin bulunmadığı, taşıdığınız tek pasaport olduğu bir dünyaya giden yol olmalı. Carlos Santana

Tabiat son sözü söylemeye karar verdiğinde, teknoloji sükut eder. Nazan Bekiroğlu
Ev bilgisayarları devrimi ile birlikte ortaya çıkan en iyi şey, insan mantığının sınırlı olduğunun anlaşılmasıdır. Frank Herbert

Yeni bir teknoloji bazen yıktıklarından daha fazlasını yaratır, yarattıklarından daha fazlasını yıkar. Ancak bu hiçbir zaman tek yönlü olmaz. Neil Postman

Bizi birleştirmeyi vaat eden teknoloji bile bizi birbirimizden ayırıyor. Artık her birimiz tüm dünyayla elektronik bağlantı içindeyiz, ama aslında son derece yalnızız.Dan Brown