26.06.2023 / VEDA


Eğitim, ferdin yaşama sanatını idrak edebilmesi için rehber olmalıdır. Alfred North Whitehead
İnsanların yoğun tempo altında hayat sürmeleri nedeniyle kitap okumak için kendilerine vakit ayıramazlar. Bulundukları yoğun tempo içerisinde kitap okumak için fırsat yaratanlar, çok daha şanslı durumdadırlar. Kitap okumak stres gidermekte ve insanı rahatlatmaya birebirdir. Kitap okumak, pek çok kişi için vazgeçilmez bir tutku haline gelmiştir. Kitapların içinde kaybolan insanlar, gerçek dünyanın stresinden bir an olsun uzaklaşıyorlar. Kitap okumak insanlara birden fazla katkı sağlamaktadır.

Düzenli bir şekilde kitap okumak stresin azalmasına yardım olmaktadır. Ne kadar fazla kitap okunursa o kadar fazla cümle ve kelimeyle karşılaşılır. Kitap okuyorken devamlı yeni kelimeler öğrenilir. Böylece bir konuşma ve tartışma esnasında duraksamaz ve devamlı kurabilecek yeni cümleler bulunur.

Kelime dağarcığını geliştirmek için düzenli olarak kitap okuyun. Çok okuyan insanlar çok fazla kelime ve cümle ile karşılaşır. Bu durum günlük hayatta daha fazla kelime kullanmayı kolaylaştırır. Okurken yeni kelimeler öğrenmeye devam edebilirsiniz. Böylelikle kişi konuşma veya tartışmada çok düşünmez, sürekli oluşturulabilecek cümleler bulacaktır.

Düzenli okumak yalnızlığı ortadan kaldırır. Kitap insanların en iyi arkadaşlarından biridir. En zor zamanlarda bile hemen herkesin yanında taşıyabileceği kitaplar da yanlarında taşınabilir. Okuyan insanlar asla yalnız hissetmeyecekler. Düzenli okuma, yaratıcılığı ve hayal gücünü artırır. Çok okuyan insanlar pek çok yeri seyahat etmiş gibi olurlar. Özellikle fantezi ve bilimkurgu tarzındaki kitaplar insanların hayal gücünü sınırlarını zorlayacaktır

Düzenli olarak okumak empatiyi geliştirir. Çok kitap okuyan insanlar hayatı daha iyi anlar. Okunan her hikaye, başka bir kişinin hayatı hakkında bilgi sağlar. Bu sayede çok okuyan kişiler bir süre sonra insanlara empati göstermeye başlayacak. Düzenli olarak kitap okumak hafızayı güçlendirir. Okumak, insanların beyinlerinin tembelleşmesine izin vermez. Beyin ne kadar çok egzersiz yaparsa o kadar güçlü olacaktır. Okumak sayesinde beynin sürekli çalışarak hafızayı güçlendirir

Düzenli olarak okumak, insanların hayata ilişkin görüşlerini değiştirecektir. Bugün pek çok insan hayatlarından memnun olmadığını söylüyor. Her zaman herkesin şikayet ettiği sorunlar olacaktır. Kitap okuyan insanlar, farklı okuma içerikleri nedeniyle hayata dair görüşlerini geliştirmiş ve değiştirmiştir. Bu sizi hayatınızdan daha fazla tatmin olmazınızı sağlayacak.

Düzenli olarak okumak iletişimi kolaylaştırır. Çok okuyan insanlar kendilerini daha doğru ve kolay ifade edeceklerdir. Yeni insanlarla tanıştığınızda düşüncelerinizi ifade etmeniz çok daha kolay. Bu nedenle kurulan iletişim daha güçlü ve daha kolay olacaktır.
Düzenli okumak kendine olan güveni artırmaktadır. İnsanların özgüvenleri genellikle genel kültürleriyle orantılıdır. Bir kişi ne kadar çok bilgiye sahip olursa, sohbetlere ve tartışmalara katılma fırsatı o kadar kolay olur. Çok okuyan insanlar çok fazla bilgi alacak, bu yüzden özgüvenleri artacaktır.
Düzenli okuma, genel kültürü geliştirir. Kitaplar birçok farklı konuda içerik içerir. Farklı tarzlarda kitap okuyan insanlar hemen hemen her konuda fikir sahibidir. Bu şekilde çok kitap okuyan insanların genel kültürü de gelişir.
Düzenli olarak okumak daha iyi konuşmanıza yardımcı olacaktır. Sıradan okuyucular birçok kelimenin doğru yazımını ve telaffuzu öğrenebilir. Ne kadar dikkatli okursanız, kelime hafızanız o kadar doğru gelişim gösterir. Çok kitap okuyarak iyi konuşmaya sahip olabilirsiniz.
Düzenli okumak en iyi ilaçtır. Kitap okumak, ruhsal problemlerden kurtulmak için en iyi ilaçtır. Kitap okuyan kişiler, kitabın geniş dünyasını derinlemesine okuyarak kafalarındaki tüm olumsuz düşüncelerden kolayca kurtulabilirler.
Düzenli olarak kitap okumak vizyonu geliştirir. Okurlar hangi ortamda yaşarlarsa yaşasın, fırsatları olsun veya olmasın, vizyonları çok geniş olacaktır. Kitaplar, insanların hayata daha umutlu bakmasını ve daha doğru hedefler ve planlar için temel atmasını sağlar.

Düzenli olarak okumak konsantrasyonu artırır. Kitap okuyan insanlar hemen her ortamda okumak isterler. Her ortamın sessiz ve sakin olamayacağı düşünülürse, gürültülü yerlerde okuyan insanların daha konsantre olması gerekir. Bu durumda konsantrasyonu artıracaktır

Hızlı düşünmek için düzenli olarak kitap okuyun. Kitap okuyan insanların beyinleri her zaman aktiftir. Beynin dinlenmemesi ve sürekli çalışıyor olması, her şeyi daha hızlı düşünmenizi sağlayacaktır.
Düzenli okuma hayatı düzene sokar. Kitap okuyan kişiler, kitap sayısı veya okuyacakları sayfa sayısı gibi hedefler belirler. Bu hedefe ulaşmak için hayatını düzenlemelidir. Düzenli okuyanların hedefleri nedeniyle hayatları daha organize olacak.

Düzenli olarak okumak uyku kalitesini artırabilir. Yatmadan önce okuyan kişiler boş olacak ve kortizol seviyeleri düşecek. Bu durum stresi azaltır, insanların kendilerini daha huzurlu hissetmelerini ve uyumalarını kolaylaştırır. Düzenli okuma, başarının anahtarıdır. Çok okuyan insanlar hayatın her alanında diğerlerinden daha başarılıdır. Kitap okumak, algı ve anlayışı önemli ölçüde geliştirebilir. Bu sayede bir şeyi okuyan kişi onu hemen algılayabilir ve kısa sürede başarısını artırabilir.

Şimdi sokaktan kimi çevirip sorsak, hayatından memnun olmadığını söyler. Bu memnuniyetsizlik öyle büyük bir alanı kaplar ki… Kimisi dış görünümünden, kimisi yaşadığı hayattan, kimisi ailesinden şikayetçidir. Ve insanoğlunun doğasında olan bir gerçek de şudur ki, herkes yaşadığı acıyı dünyanın en büyük acısı olarak görür. Sonra elinize bir kitap alıp okumaya başlarsınız. Dünyanın herhangi bir yerinde sizle aynı yaşta, aynı özellikte olan birinin hayatta kalabilmek için savaşmak zorunda olduğunu okursunuz. Oyuncaklarıyla oynaması gereken 9 yaşında bir çocuğun, çalışmak zorunda olduğunu, kariyerinin zirvesinde birinin, bir kaza sonucu felç kaldığını öğrenirsiniz. Ve bir anda hayata bakış açınız değişir. Artık daha az şikayet edip, daha çok şükür eden bir insan olursunuz.
Düzenli olarak okumak hayatı sevgiyle doldurur. Okuyanlar, okudukları hikâyelerin içeriğinde biraz mutluluk fark edecekler. Bu küçük sevinçler, insanların hayata daha olumlu bakmasını sağlıyor. Kitap okuyan insanlar bu şekilde hayatı daha çok sever.

Hangi türde kitap severseniz sevin, okuduğunuz her kitap size bir şeyler katacaktır. Örneğin tarih kitapları geçmişte yaşanan olaylara ışık tutarken, felsefe kitapları sizi düşünmeye sevk eder. Düşünen insan öğrenmeye aç insan demektir. Okuduğunuz her kitaptan küçük de olsa bir bilgi edinirsiniz. Bu da zamanla sizin dev bir genel kültür ansiklopedisine dönüşmenizi sağlar. Artık ortamlarda, her konuda yorum yapabilecek kadar bilgi sahibi olup, havanızı atabilirsiniz.

Aslında her gün gözlerimizin önünde akıp giden muhteşem bir hayat var. Ama biz büyük mutlulukların peşinden koşarken, çoğu zaman küçük mutlulukları kaçırabiliyoruz. İşte kitaplar, hayatın güzelliğinin farkına varmamızı sağlayan yegane araçlardır. Okuduğunuz hikayenin birinde; ekilen bir tohumun çimlenmesi, yeşermesi, büyüyüp altında çocukların oynaması anlatılır. Başka bir hikayede; hasta birinin yenilgiyi kabul etmeyip savaşması, hayata dört elle sarılması ve mücadeleyi kazanması; başka bir öyküde, Afganistan’da okumasına engel olunan bir kız çocuğunun, her türlü engeli aşarak okulunu bitirmesi ve dünyaya sesini duyurması anlatılır. Bu öykülerin kimisi gerçek kimisi kurgudur ama hepsi hayatı daha çok sevmemizi, dört elle sarılmamızı sağlar.
Eğer bir insan söz konusu durum hakkında bilgi sahibi değilse, yorum yapmaz. Konuşmaktan ve tartışmaya girmekten çekinir. Çünkü yeterince bilgiye sahip olmadığından, karşı tarafı ekarte edemeyeceğini düşünür. Oysaki sürekli kitap okuyan biri, az da olsa her konuya hakimdir. Bu durum ise ona özgüven kazandırır. Kendinde her tartışmaya girebilme ve bildiklerini karşı tarafa inandırabilme potansiyelini görür.

Dijital dönüşüm her şirket için farklı görüneceğinden, herkes için geçerli olan bir tanımı tam olarak belirlemek zordur. Bununla birlikte, genel anlamda, dijital dönüşüm, dijital teknolojinin bir işletmenin tüm alanlarına entegrasyonu olup, temelde işletmelerin çalışma şeklini değiştirir ve müşterilerine değer katar. Aynı zamanda, kuruluşların sürekli olarak statükoya, rakiplere meydan okumasını, eski usul alışkanlıklarını bırakıp, yeni şeyler deneyimleyebilmelerini ve bu denemelerinde de hata yapma imkanını veren (telefonunuzda çektiğiniz bir fotoğrafı beğenmediğinizde silebilmeniz gibi) kültürel bir değişimdir.
Yeni dijital uygulamaların, araçların kullanımı, kuruluşların uzun süredir devam ettikleri manuel, iş süreçlerinden uzaklaşmaları anlamına gelir. Yani artık verinin peşinden koşmaya; sorunların sebebini anlamak için onlarca kişi ile dakikalarca konuşmaya; bir rapor almak için exceller ile günlerce uğraşmaya gerek kalmaz. Bilgi, informasyon, tecrübe, rapor akıllı bir şekilde önünüze hazır gelir. Kurum içinde, en temel bilgi seviyesindeki insanın bile anlayabileceği basitlikte bilgiyi süzer. İnsanlar süreçleri tetiklemez, süreçler insanları tetikler! Ve çalışanın hata yapma olasılığı minimuma indirilir.
Başka bir ifade ile, Dijital dönüşüm, dijital müşterilerin bekledikleri ile analog işletmelerin gerçekte sundukları arasındaki boşluğu kapatır. “Dijital dönüşüm”
- Liderlik değişikliği,
- Farklı, inovatif düşünceyi,
- Yenilikçiliği teşvik etmeyi
- Yeni iş modellerini
- Varlıkların dijitalleştirilmesini ve kullanımının arttırılmasını
- Kuruluşun, çalışanlarının, müşterilerinin, tedarikçilerinin, ortaklarının ve paydaşlarının deneyim, beceri ve bilincini geliştirmek için oryante edilmesini, eğitilmesini gerektirir.
Müşteri odaklılık açısından dijital dönüşüme baktığımızda ise, “Operasyonları otomatikleştirme, insanlar ve yeni iş modelleri arasındaki bağlantı kurmayı gerektirir”.
Dijital dönüşüm doğrultusunda yola çıkmış ise bir firma, stratejik, kültürel, organizasyonel ve yetenekler bileşenlerinde çalışmalar yapmaları gerekmektedir.

Dijital Dönüşüm Neden Önemlidir?
- Dijital dönüşüm, finans ve insan kaynakları gibi temel işletme fonksiyonlarında çalışanların manuel süreçlerden uzaklaşarak daha verimli ve hızlı bir şekilde işlerini yönetmelerine, bordro gibi önemli alanları otomatikleştirmek gibi değerli bir fırsat sunar.
- Önüne kurumunun anlık bütünsel raporu hazır gelen lidere ise daha geniş iş fırsatlarına odaklanmalarını sağlar.
- Bir şirketin gelecek için vizyonu ne olursa olsun; büyümek için dijital dönüşümü gerçekleştirmelidir. Dijital dönüşümde, değişimin hızı üsseldir. Müşterilerle bağlantı kurmak için yeni temas noktaları; işgücündeki yetkinlikleri artırtmak için kuruma yeni birçok fırsat sunar.
- Son zamanlarda yapılan çalışmalar, dijital dönüşümü mümkün kılan teknolojiler ve hizmetler için dünya çapında yapılan harcamaların 2022’de neredeyse 2 trilyon dolara ulaşacağını, şirketlerin gelirlerinin% 10’unu dijital stratejilerini beslemek için tahsis edeceğini tahmin ediyor. Bu, dijital dönüşümün uzun vadeli bir yatırım olarak kabul edildiğini göstermektedir. Bu yıl, donanım ve hizmetler tüm dijital dönüşüm harcamalarının% 75’inden fazlasını oluşturuyor.
- Şimdi her zamankinden daha fazla, bir kuruluşun bilgi teknolojileri stratejileri iş stratejileri için temeldir. Bir şirketin gelecek için vizyonu ne olursa olsun, etkili bir şekilde büyümek ve rekabet edebilmek için, dijital dönüşümü gerçekleştirmelidir. Bilgi teknolojisinin, iş dünyasının ihtiyacını desteklemesi çok önemlidir.
- Bu durum, bir işletmedeki Bilgi Teknolojisi departmanı ve teknoloji liderleri için zor olabilir. Daha fazla iş uygulaması, daha fazla bağlı cihaz ve daha yüksek beklentilerle, bugünün CIO’su, işin ön ucu ile aynı hızda çalışmalıdır. Görevleri artık geleneksel teknoloji yönetimine değil, işi gerçekten değiştirebilecek, geliştirebilecek ve geleceğe hazırlayabilecek projelere odaklanmış olmalıdır.
Hayatımızı kolaylaştıran dijital dönüşüm uygulamalarından bir kısmı:
- https://www.expedia.ie gibi Online seyahat acenteleri
- https://www.alibaba.com , https://www.trendyol.com gibi online alış-veriş siteleri
- https://online-learning.harvard.edu/ gibi online universiteler
- https://www.salesforce.com gibi firmalar için bulut üzerinden kullanılabilecek online CRM (Customer Relation Management) programları
- https://www.smartsheet.com gibi bir online çalışma yürütme platformu.
- https://www.udemy.com gibi online eğitim platformları
- https://www.xolo.io gibi bir platform ile sanal şirket kurarak dünyanın her yerinde iş yapmanı sağlayan yazılımlar vs. vs. vs …
Bu örneklerden milyarlarcasını yazmak mümkün. Önemli olan kendi işimiz için en doğrusunu, kendimize – kurumsal kaynaklarımıza en uygununu seçmek ve uygulamak. Sonrası hız, verimlilik ve daha çok müşteriye ulaşmak.
Peki dijital dünyanın bireylere ve kurumlara sağladığı onca imkan varken, siz neredesiniz, ne yapıyor ve neler kullanıyorsunuz? Hala rapor almak için Excel’i mi kullanıyorsunuz? Teknolojinin bize sağladığı sonsuz olasılıklara direnmek, cep telefonu varken hala mektup ile haberleşmek gibi bir şey.

Seçim sizin!
Dr. Mü. GÜLAY SAVAŞ

Dijital dönüşüm; farklı yapıdaki platformların mevcut teknolojiye adapte olmak amacı ile dijital yeniliklerden faydalanması, bir nevi dijitalleşmesidir. Kurumsal kimliğe sahip şirketlerin IT (Bilgi Teknolojileri) departmanları, geçiş süreçlerinde önemli rol oynamaktadır. Küreselleşmenin ve teknolojideki hızlı ilerleyişin bir sonucu olarak, hem bireysel kullanıcıların hem de farklı yapılardaki şirketlerin işleyişlerini ve hatta düşünüş stillerini dijitalleştirmesi; büyüme, zaman ve maddi kazanç bağlamında da zaruridir.

Dijital dönüşümün en önemli faydası kağıt, baskı ve arşivleme maliyetlerini ortadan kaldırması. Dijital dönüşüm sayesinde verimlilik artıyor, zamandan tasarruf yapılıyor, ticaret hızlanıyor, gereksiz iş yükü azalıp saklama masrafları ortadan kalkıyor. Dijital dönüşüm sayesinde gerektiğinde eski evraklara da saniyeler içinde ulaşılabiliyor. Keza kağıt kullanımı da azaldığı için her yıl yüzbinlerce ağacın kesilmesinin de önüne geçiliyor.
Teknoloji temelli elektronik dönüşüm, dijitalleşen global dünyanın sunduğu hız ve kolaylığı iş hayatına taşımaktadır. Dört duvarlı bir işletmenin veri dosyalama ve depolama yöntemlerinden farklı olarak, bir platformun dijital dönüşüm sürecinde olduğu; verilerin depolanması, işlenmesi, analiz edilmesi ve sürdürülebilir olmasından anlaşılmaktadır. Dijital dönüşüm tüm firmalara açıktır. Sürdürülebilir yapıdadır ve çeşitli program entegrasyonlarıyla ilerlemektedir. Dijital sistemlerin birbiriyle etkileşimi esas alındığı için entegrasyon ön plandadır. Bu nedenle, bir nevi veri kontrol sistemlerinin dijitale aktarımı anlamına gelen bu süreç, finans ve ulaştırma sektörlerinde daha hızlı yayılma eğilimindedir.
Dijital Dönüşüm Hangi İmkânları Sunar?
- Şirketler müşterilerle doğrudan temasa geçer.
- Mevcut ve potansiyel kullanıcılarla anlık ve şeffaf iletişim kurulur.
- Veri analizi, veri sorgulama gibi kavramlar çok daha hızlı bir biçimde gerçekleştirilir.
- Veri aktarımı, ürün stok durumu gibi süreçler daha kolay yapılır.
- Veriler koruma altındadır, güvenlik maksimize edilir.
- Dijital kayıt alınması neticesinde kâğıt kullanımı azalır, bu sebeple çevre dostu bir yapı benimsenir.
Dijital Dönüşüm Neden Önemli?
İşleyişe yönelik tüm birimler dijital ortama taşındığı için kâğıt, matbaa, baskı, arşiv gibi işlemlerin maliyetleri ortadan kalkar. Evrak, fatura ve dokümanlar ile uğraşma zorunluluğu bertaraf edilir. Böylece iş yükü azalır, zamandan tasarruf edilir, ticari ilişkiler ivme kazanır ve verimlilik artar. Saklanması gereken veriler anlık olarak işlenir, otomatik olarak kaydedilir. Bu da veri kaybının önüne geçer. Aynı zamanda otomatik kayıtlar, hata oranının azalmasına olumlu etki eder. Tüm bunlar sayesinde veri güvenliği artar. Küçük, orta ya da büyük ölçekli olması fark etmeksizin tüm kurum ve kuruluşlar için güvenlik ve ulaşılabilirlik kavramları son derece önemli olduğundan dijitalleşme süreci doğrudan fayda sağlar.
Dijital Entegrasyon Sürecinin Kapsamı Nedir?
Dijital dönüşüm, kullanımdaki çeşitli araçların değişimini içerir. Sıklıkla duyulan e-ticaret terimi dijital dönüşümün herkese açık olmasında önemli bir kaynaktır. Online alışveriş siteleri bu kategoride yer alır. Fiziki büro, dükkân mantığının yerini alan online alışveriş platformları, dijital ortama taşındığında ürün, servis ve hizmetler mekandan bağımsız biçimde satışa sunulur. E-arşiv ve e-fatura, matbu faturaların dijital versiyonunu oluştururken; e-imza ise, ıslak imzanın dijital sürümü olarak yer alır.
Kurumlarda dijital dönüşüm uygulayabilmek için öncelikle tüm mevzuatları ve yasal yükümlülükleri incelemek gerekir. Bunlar dijitalleştirme kapsamına dâhil edildikten sonra, şirketin gereksinimlerine uygun biçimde, en faydalı ve tasarruflu olacak dönüşümler seçilip uygulanabilir. Ürün ve servislerin dijitalleştirilmesi, süreci doğru mantıkla ve adımlarla ilerletildiği takdirde kolaydır. İmalat, inşaat, eğitim, sağlık, hizmet sektörü de dahil tüm sektörler için dijital dönüşüm ve entegrasyon gerçekleştirilebilir.
Dijital dönüşüm sürdürülebilir ve konforlu bir yapı sunmakla birlikte, konsepte bağlı fiziki materyallere de gereksinim duyulmaktadır. Eğitim, terminal ve sağlık hizmeti veren alanlarda dijitalleşme süreçlerine ivedilikle adapte olmak için teknolojik çözümleri uygulamak gerekir. Bürotime çözümleri ile bu süreçleri ideal biçimde yönetebilirsiniz. Bürotime elektrifikasyon çözümleri sunan ürünleriyle teknolojiyi kullanabilmenin ön koşulu olan enerji ihtiyacını karşılamayı hedeflerken, sektöre uygun ofis ve yaşam alanları düzenlemeleriyle hem çalışanların motivasyonunu hem de müşterilerin memnuniyetini artırmayı amaçlamaktadır.

Casus yazılım uygulamaları bilgisayardan sonra artık telefonu da ele geçirmeye çalışıyor. Önemli birçok bilginin yer aldığı telefonlara casus yazılımının girip girmediğini anlamanın farklı bazı yolları vardır. Bu durumların telefonunuzda görülmesi durumunda olay ilgili tam bir bilgi sahibi olmanız gerekiyor.
Telefonda Garip Davranışlar
Telefonların akıllanması nedeni ile bazı beklenmedik durumlar meydana gelebilir. Telefonun arka ışığının hiçbir şey olmadan yanması, uyarı vermesi durumunda fabrika ayarlarına döndürme denenmelidir. Ancak bu durum yapılmadan önce rehberin yedeklenmesi unutulmamalıdır.
Pil Kullanımında Artış
Casus yazılımının telefona girmesi durumunda sizden bağımsız olacak şekilde arka plan çalışır. Bu nedenle de şarj sürekli olarak tükenir. Telefonun şarjının normalden hızlı tükeniyor olması durumunda telefonunuzda casus yazılımı olabilir.
Telefon Görüşmesi Sırasında Araya Sesler Giriyorsa
Casus yazılımlar telefon ile yapılan görüşmeleri kayıt eder. Bu nedenle de sizin telefon ile görüşme yaptığınız sırada değişik sesler duyma durumunuz ortaya çıkar.
Durduk Yere Kapanma ve Geri Açılma
Casus yazılım telefonda bulunan donanıma bir yükleme yapacağı için RAM de bir şişmeye neden olur. Aynı zamanda bu durum işlemcinin zorlanmasına da neden olabilir. Bu durum da telefonun kendi kendine kapanmasına ya da yeniden başlamasına neden olur. Sizin de telefonunuzda böyle bir sorun varsa o zaman casus yazılımlar telefonunuzu ele geçirmiş olabilir.

Telefona Gelen Tuhaf Mesajlar
Telefonda yer alan uygulamaların bir kısmı anlamsız kodları içerisinde barındırır. Bu da anlaşılmayan mesajları almanıza neden olur. Gelen bu mesajların telefonunuza herhangi bir uyarı gelmeden gelme olasılığı da vardır. Bu nedenle arada mesaj kutusu kontrol edilmelidir.
İnternet Veri Kullanımında Artış
Casus yazılım sistemi telefon hareketlerini kontrol etmek için internet üzerinden kullanır. Bu da telefonunuzun internet kullanımında artışa neden olur.
Durduk Yere Gelen Bildirim Sesleri
Telefonu hiç kullanmadığınız esnalarda telefonunuzdan bildirim sesi geliyor ancak herhangi bir bildirim yoksa bu casus yazılımların telefonunuzda bulunduğu anlamına gelir.
Telefon Kapanma İşlemi Uzun Zaman Alıyorsa
Telefona kapanması için bir komut verdiğinizde telefonun kapanma işlemi olması gerekenden uzun sürüyor ise bu casus yalımının olduğu anlamına gelir.

Tanımadığınız Uygulamalar Bulunuyorsa
Telefonunuza yüklediğiniz uygulamaların arasında sizin yüklemediğiniz ve ne olduğu hakkında bir bilginizin olmadığı uygulamalar varsa onları araştırmanız en iyi yöntem olur. çünkü bazı casus programları kendilerini belli ederler.
Telefon Isınıyorsa
Casus programları telefona girdiği zaman arka planda sürekli olarak çalışır bu da işlemcinin sürekli olarak meşgul olmasına neden olur. Bu durum da telefonunuzda ısınma meydana gelir.
Yavaşlama Varsa
Casus programlarının sürekli olarak çalışması nedeni ile telefonda bir yavaşlama meydana gelir. Telefon ile hiçbir şey yapmamanız halinde bile oldukça yavaş çalışıyorsa bu casus programının olduğunu gösteren bir durumdur.

İlginç Dosyalar Varsa
Casus yazılımları genel olarak sizin verilerinizin yer aldığı bir klasör içerisinde dosyalanır. Telefonun dosya yöneticisi içerisinde bilmediğiniz dosyaları silmeniz işinize yarar. Ancak bu durum telefonunuzu kurtarmanıza yardımcı olmaz.
Casus Yazılımından Kurtarmak İçin Ne Yapılması Gerekir?
Telefon da casus programının olup olmadığına emin değilseniz o zaman telefonunuza anti virüs programı yüklemeniz yeterli olur. Bu sayede casus programı tespit edilerek silmeniz sağlanır. Eğer telefonunuzda casus programları olduğu yönünde bir şüpheniz varsa telefon rehberinizi yedekleyerek telefonunuza format atmanız ya da telefonunuzu sıfırlamanız telefonunuzu kurtarmak için yeterli bir davranış olur. Bu sayede telefonunuzu casus yazılımından kurtarma durumunuz meydana gelmiş olur.


Kameraların hayatımıza girmesi ile birlikte, içinde bulunduğumuz anı ölümsüzleştirmek amacıyla çok rahat bir şekilde telefonumuz ile görüntü ve ya video alıyor ve o dosyaları geçmişimize ayna tutması için hatıra olarak saklıyoruz. Aradan yıllar geçse bile eski resimlerimizi kurcalayıp birkaç dakikalığına da olsa geçmişe gidiyor ve eski anılarımızı hatırlıyoruz. Peki kamera vasıtasıyla aldığımız görüntüler sadece bu amaca mı hizmet ediyor? Tabii ki cevap “Hayır”. Günümüzde gelişen teknoloji ile alınan görüntüler, görüntü işleme teknikleri kullanılarak mühendislik ve bilim alanında etkin bir biçimde kullanılıyor. Görüntü işleme teknikleri ile nesne bulma, uzay ortamında konum bulma, düşman tespiti gibi bir çok işlem yerine getirilebilir. Şimdi biraz daha detaya inmeye çalışalım.

Görüntü Nedir?
Görüntü, sürekli gibi görünse de aslında parçalardan oluşan yapılardır. Bu parçalara ise piksel denmektedir. Her görüntü, iki boyutlu piksel dizisidir. Kameralarda görünen 1280 x 720, 1920 x 1080 gibi sayılar ise görüntünün çözünürlüğünü göstermektedir. Aslında bu sayılar, görüntü üzerindeki yatay ve dikey uzunluklarda bulunan piksel sayısını ifade etmektedir. Her bir piksel, RGB denilen ve üç ana renk olan kırmızı, mavi ve yeşil renklerinin yoğunluklarının ayarlanmasıyla elde edilen farklı renklerden oluşurlar. Bu sayede, farklı görüntüler elde edilir ve bu görüntüler bilgisayarların anlayabileceği şekilde ‘0’ ve ‘1’ ler ile ifade edilirler.

Görüntü İşleme
Görüntü işleme, elimizde bulunan görüntüden anlamlı ifadeler çıkarmamıza yarayan işlemler bütünüdür. Bu işlemler, görüntüyü oluşturan pikseller üzerinde gerçekleştirilecek matematiksel işlemler sayesinde gerçekleştirilir. Görüntü elde edildikten sonra, yapılması istenen göreve göre bir algoritma tasarlanır ve görüntü bu aşamalardan geçerek istenen görevi yerine getirir.
Görüntü işleme teknikleri kullanılarak yapılabilecek işlemlere göz atacak olursak şunları görebiliriz;
- Görüntü üzerinde bulunan gürültülerin arındırılması ve temiz bir görüntü elde edilmesi
- Görüntü üzerinde bulunan ve insan algısının görmekte zorlandığı nesnelerin tespiti
- Görüntünün daha kaliteli bir hale getirilmesi
- Nesne takibi yapılması
- Görüntü üzerindeki farklı nesnelerin birbirinden ayırt edilmesi

Kullanım Alanları
- Görüntü İyileştirme: Alınan görüntülerde gürültü olarak adlandırılan ve görüntü üzerinde bozulmalara neden olan bazı istenmeyen yapılar bulunabilir. Bu gürültülere örnek olarak tuz-biber gürültüsü, gauss gürültüsü, shot gürültüsü verilebilir. Görüntü işleme teknikleri içerisinde bulunan mean (ortalama) filtre, medium (ortanca) filtre gibi tekniklerle görüntü daha kaliteli ve gürültüsüz hale getirilebilir. Bu sayede görüntü üzerinde daha doğru sonuçlar elde edilecektir.
Cisim Tanıma: Tespit edilecek cisme göre gerekli yöntemler ve algoritmalar kullanılarak görüntü üzerinden herhangi bir cismin tespiti ve takibi gerçekleştirilebilir. Örneğin yurt dışında bir çok ülkede suçluların tespiti bu yöntem ile gerçekleştirilmektedir. Mevcut olan kamera düzeneklerinden alınan görüntüler üzerinden her hangi bir insanın tespiti sağlanabilir. Bunun dışında trafik alanında da kullanımı mevcuttur. Trafik içerisinde bulunan araçları sayabilir ve araçların hızı ölçülebilir. Bu sayede trafik yoğunluğu olma ve ya aşırı hız yapma gibi durumların tespiti gerçekleştirilip merkeze gerekli bildirimler yapılabilir.

Sağlık Sektörü: Görüntü işleme teknikleri sayesinde bir çok hastalığın teşhisi gerçekleştirilebilmektedir. Doğum öncesi fetüsün oluşumu ve takibi, tıbbi görüntülerin incelenmesi ,şüpheli dokuların belirgin hale getirilip uzmanlara doğru tanı koyabilme olanağı tanıması, meme kanserinin erken teşhisi gibi alanlarda görüntü işleme teknikleri kullanılmaktadır. Bunların yanı sıra beyin görüntüleme, kemik şeklinin ve yapısının analizi, kanser tanısı koyma ve tümörü fark etme gibi işlemlerde tıp biliminde kullanılabilmektedir.

- Savunma Sanayi: İnsansız hava araçları, görüntü ile hedef takibi yapan roketler gibi araçların bünyesinde bulunan donanımlar, görüntü işleme sonucu elde edilen veriler doğrultusunda hareket gerçekleştirir.
Diğer alanlardan bazıları ise şu şekildedir:
- Uydu görüntüleri üzerinden nüfus yoğunluğu, çevre kirliliği gibi çevresel durumların tespiti
- Hava Gözlem Ve Tahmin
- Güvenlik Sistemleri
- Kriminal Laboratuvarlar
- Uzaktan Algılama Sistemleri
Platformlar
Görüntü işleme için pek çok farklı yazılım dili kullanılabilir. Piyasada ağırlıklı olarak kullanılan platformlara şu örnekleri verebiliriz.
MATLAB: Mühendislik uygulamalarında pek çok farklı alanda kullanılan MATLAB, bünyesinde temel görüntü işleme fonksiyonlarına da sahiptir. Kapsam olarak, direkt görüntü işleme yazılımı olmaması sebebiyle fazla kapsamlı değildir.
OpenCV: Günümüzde görüntü işleme çalışmalarında en aktif kullanılan kütüphanelerin başında gelmektedir. İçerisinde bir çok hazır fonksiyon bulundurması sebebiyle hızlı bir şekilde proje gerçekleştirilebilir. Aynı zamanda C++, Java, Python, C#, MATLAB gibi farklı programlama dilleri içerisinde kullanılabilmesi en büyük avantajlarından biridir. Aynı zamanda açık kaynak kodlu olup tamamen ücretsizdir.
Halcon: Makine görmesi odaklı ticari bir yazılımdır. İçerisinde bulunan hazır fonksiyonlar ile kolayca proje gerçekleştirilebilir.
Fiji: Java platformu için geliştirilmiş açık kaynak kodlu bir görüntü işleme kütüphanesidir. Bilimsel görüntü analizi için geliştirilmiştir. Aynı zamanda genetik, hücre biyolojisi, nöro-bilim gibi alanlar için özelleştirilmiş algoritmalara sahiptir.

Talha Sevinç


Bilgisayarların hayatımıza girmesiyle birlikte sıklıkla kullandığımız dijital (sayısal) kavramı da handiyse hayatımızın her alanında kendi mantalitesini bize dayatan bir durum arz etmeye başladı. Hayatımızı kolaylaştırmak ya da tasarlayanın amaçladığı doğrultuda farklı bir anlam katmak adına insanın yaşam biçimini değiştirip dönüştüren bir araç hâline geldi. Araç diyorum, zira sayısal dediğimiz kavramın temelinde yazılıp kodlanabilen entegre devrelerden oluşan teknolojik mimari yatmaktadır. Bu teknoloji mekanik altyapıyla birleşti. Doğallıkla makineleşmenin insan hayatına girdiği 18. yüzyıldan bu yana otomatik -kendi kendine çalışan- kavramının sürekli gelişmesiyle birlikte ‘akıllı’ diye adlandırılarak, insanın düşünce ve eylemlerim taklit eden araçların üretilmesine sebep oldu, insan hayatının hemen her alanına giren bu araçlar ve bu araçlar üzerinden anlam dünyamızda (dilimizde) yer eden semboller kendilerine insan hayatının önünde yem bir alan açtılar. Bu alan dijital kültür alanı olarak tanımlanabilir. Tasarlanan araçların fonksiyonları geliştikçe insanların tecrübi alanda elde ettiği birikimlerim elektronik mimari altyapıda kurulan dijital ortama taşıma gayreti de arttı. Bilginin elektronik ortama taşınması yazılımlar sayesinde gerçekleşti. Dijital ortamda depolanan bilginin insanların kullanımına sunulması gerekiyordu. Taşınabilen belleklerin yanı sıra dünyadaki bütün bilgisayarları birbirine bağlayabilen bir ağ olan internetin gelişmesiyle birlikte bilginin üretimi ve paylaşılması anlık diyebileceğimiz bir hıza ulaştı.

Sürekli bir gelişim ve değişimden bahsederken ortaya bir kültür tasavvuru ve tanımı koymadan, bu ‘dijital kültür’ dediğimiz şeyin alanını belirleyemeyiz. Belirsizlik de bizi sürekli kötülüğe götürür. Zira insanın ürettiği her şey iyi olarak adlandırılamaz. İcat edilen bir şeyin iyi ya da kötülüğü birey ve toplum üzerinde uzun bir zaman diliminde sınanmış olmalıdır. Ne yazık ki insanoğlu bir toplumu kültürden medeniyete taşıyan gelişmelerin etkilerini ancak deneme yanılma yöntemiyle öğrenmek zorundadır. Albert Einstein: “İnsan öyle sorunlar üretir ki var olan bilgi birikimiyle bu sorunlara çözüm bulamaz ” der. Modern insanın üretme iştahı dünyayı -belki de evreni- bir çöplüğe çevirmiştir… İmkânlarını, sınırlarını, hızını artırmak adına sürekli insani unsurları, çevreyi, hayatı geriye dönüşü imkânsız kılacak biçimde değiştiren ve yok eden bir anlayış… Eliotun şu belirlemesiyle devam edelim: “‘Kendimi farklı bir insan yapacağım’ diyemediğimiz hâlde, ‘Bu kötü alışkanlığı bırakacağım, bu iyi alışkanlığı geliştirmeye çalışacağım’ diyebiliriz. Aynı şekilde toplum içinde -sadece şu veya bu bakımdan- açıkça görülen kusur ve ifratları düzeltmeye çalışacağım; ancak bir şeyi düzeltirken, diğerini bozmayacak şekilde aynı anda pek çok şeyi göz önünde tutmaya çalışmalıyım, diyebiliriz. Hatta bu bile başarabileceğimizden daha büyük bir özlemi ifade etmektedir. Çünkü neticelerini önceden görmeden ve anlamadan parça parça yaptığımız şeylerden dolayıdır ki bir çağın kültürü kendisinden bir evvelki çağın kültürü kadar veya ondan daha farklı olmaktadır.”

Dijital kültür kendini sınırlı bir alanda konumlandırarak sadece o alan dâhilinde etkinliklerini yönetmiyor ya da etkileri etkinlik alanının çok daha uzağındaki bir toplumu etkileyebiliyor. Dijital sistemin hedefinde tüm insanlık var. Uydu aracılığıyla sınırların ortadan kalktığı bir dünyadan bahsediyoruz. Öyle ki “Google Earth” programıyla uydudan, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir insanın alışverişten dönerken çekilmiş fotoğraflarım bir web sayfasında görebiliyoruz. Gerçek sınırların stratejik anlamının dışında hiçbir anlam taşımadığı bir çağda yaşıyoruz. Oysa kültür bir toplumun kendini var eden değerleri üreterek oluşturduğu yaşamsal bir sistemdir. Kendi içerisinde de bir otokontrol mekanizması vardır.
Bilgisayarının Ethernet girişinden bir ağa bağlanan kişi uluslararası protokol gereği birçok kural ve kuramlara karşı sorumlu kılınmıştır ve artık bu bilgisayarın da bir kimliği vardır. Batının on dokuzuncu yüzyıldan bu yana kültürünü üzerinde bina ettiği personalizm (kişiselcilik) felsefesi, kişiyi cebren tüm değerlerinden soyarak kurumlar karşısında yeni roller ve yeni değerlerle hızla şekillendirmiş ve onun için birçok kimlik üretmiştir. Birey artık ait olduğu kurumun bir üyesidir. Üyeliğinin delili ise o kuram tarafından sadece ona özgü olmayan (onun gibilerin tümüne verilen) fakat kayıt, seri numarası ve kişisel bilgilerle diğerlerinden ayrılan bir belgeden ibarettir. Öyle ki kişi varlığını, yeteneğini, gücünü bu kimliklerle ispatlar duruma gelmiştir. Bu öyle bir kötülüktür ki kişisel varlığınızın ispatı, kuramsal kimliğinizin ibrazıyla mümkün hâle gelmiştir. Ayrıca kurumun vizyonu kişinin sadece maddi güdülerini tahrik ettiği için bencil bir rekabetin ortasındadır ve etrafındaki herkes onun gizli veya açık rakibidir. Oysa ülkenin herhangi bir köyünde atalarından elde ettiği bilgiyle sahip olduğu toprağı ekip biçerek ve hayvancılık yaparak geçimini temin eden, belki de modern insandan çok daha fazla mutlu olmayı beceren saf insan, modern insanın taşıdığı kaygıların birçoğunu yaşamamaktadır. Hâlbuki modern insan nazarında bu saf insan modern yaşamın gerektirdiği bilgilerden yoksun olduğu için ilkeldir ve cahildir ve hatta kimliksizdir. Onun tez elden eğitilmesi gerekmektedir. Eğitime muhtaç görülen bu insanların ekseriyeti modern sosyolojinin tanımıyla sınırladığı “alt kültür” sınıfına dâhil edilecektir.

Bahse konu olan bu insanın iki şekilde eğitildiğini düşünelim. Birinci durumda bu saf insanı bağlı olduğu toplumdan koparmadan yerinde eğitim verip ona modern aletler kullanmayı öğreterek hayatını çizdiğimiz minvalde sürdürmesini sağlamak. Bu durumda kullanmayı öğrettiğiniz makineyi satın alabilmesi için bu kişinin ya mülkünün bir kısmını satması gerekecek ya da belli bir zaman diliminde ürettiklerinin belki de büyük bir miktarını makineyi aldığı firmaya vermek zorunda kalacaktır. Her iki durumda da sadece üretici olarak yaşayan bu kişi tüketici bir birey olarak tanımlanmak zorunda kalacaktır. Ayrıca makinenin sarf malzemelerini almak, bakımını yaptırmak, enerji gereksinimini sağlamak için birçok masrafı da dolaylı olarak kabullenmiş olacaktır. Bu kişi borçlandırıldıysa banka karşısında mükelleftir. Borcunu ödeyemediği durumda malına el konulması gibi bir riskle karşı karşıyadır. Kapitalist çevre dolaylı telkinlerle daha çok üretmesi, daha çok kazanması, gerektiğim öğütleyecektir. Kişi rekabet etmeyi öğreneceği için, çıkar ilişkilerinin önceden ikincil planda olduğu bir pozisyonda sürdürdüğü hayatım çıkar ilişkilerinin birincil pozisyonda olduğu bir yaşam biçimiyle takas etmiş olacaktır. Şehir onun için modern hayatin elzem kıldığı bir sürü ihtiyacım karşılayacağı bir pazar yeridir. Artık onun da evinin çatışma bir kazıkla sabitlediği uydu yayım alan bir televizyonu, sürekli kapsama alanında olduğu ve bir tip’ adresi atanarak takip edildiğinin farkında olmasa da bir cep telefonu vardır. Böylece bu birey -önceden saf insan demiştim- dijital kültürün kullanıcı düzeyinde bir üyesidir artık.

İkinci durumda ise bu kişiyi yaşadığı çevreden koparıp şehirde yaşamaya mecbur ettiğiniz kişilerden biri olarak düşünelim. Evvela bir adres sahibi olmalı; ev kirası, elektrik, su faturası, gıda ve giyim ihtiyacım asgari düzeyde karşılayabilen bir birey olarak topluma kazandırdınız diyelim. Bu kişi zorla dâhil ettiğiniz toplumun efendileri tarafından tanımlanan alt kültür sınıfının bir üyesi olduğunu bilmeden ölecek belki de… Köyünde üreterek doğal hayatin tüm şartlarım doğuştan kabul etmiş ve ilişkilerini bu yaşam biçimi üzerine kurmuş bu kişiyi yalnızlaştırmak gibi bir kötülüğün içine ativereceksiniz. Sonrası cebine koyduğunuz birkaç sertifika ve kimlikle yaşamaya mecbur kılmaktan başka ne olabilir ki ona kazandırdığınız? Her iki durumda da çıkar gruplarının kendine biçtiği rolün dışında başkaca bir rol tercihi olma-
yan bir birey kötülüğe karşı savunmasızdır. Elindeki tüm maddi kazanımlar, büyük sermaye gruplarının, kartellerin biçtiği değerden fazlası değildir. Bu bağlamda düşünce olarak bir banka kurmak emekçiyi faiz kanalıyla ezme; sermaye sahibini ise daha çok zengin etme yönteminin kurumsal karşılığıdır.
Bu bağlamda dijital kültür kendinden önce oluşan sanayi kültürünün kötü etkilerini hızlandırarak nerdeyse yeryüzünün tamamına yakınını kuşatmış ve kapitalist kültür elinde araçsallaşmıştır. Bireye sunduğu imkânlar kışkırtıcı ve yaşattığı hazdan dolayı da bireysel tutkuları kışkırtıcı boyutlardadır. Dijital kültürün kötücül etkilerinin yayılımında reklam sektörü etkin rol oynamaktadır. Bu sektörün kullandığı dil ise pazarlanan nesnenin tanıtımından ziyade, nesneyi kişinin temel ihtiyacıymış gibi hissettirmeye odaklıdır. Her reklam kuşağı toplum için düzenlenmiş bir hipnoz seansıdır adeta. Bu kültürün kullandığı dil ise tam anlamıyla pornografiktir. Pornografiyi sadece cinsel birleşimi teşhir etme biçimi olarak düşünmemeliyiz. Seyredenin düşünme melekelerini sadece bir noktaya kilitleyerek, bakışı, gösterilmek istenenin üzerinde sabitleme işidir pornografi. Bu da içinde bulunduğumuz yüzyılın en ahlaksız, en kötü, en vahşi durumudur. Öte yandan bu dil yalnız reklam dili olarak da kullanılmamaktadır. Basılı ve görsel medyanın ekseriyeti bu dil üzerinden mesajlarını iletmektedir. Birkaç cümlelik haber metninden sonra haberin görüntüsüne kilitlenen toplum, sadece seyreden konumundadır. Seyredilen görüntü vahşet, mahrem ve gayrı insani olabilmektedir. Özellikle sosyal medyada kontrolsüzce paylaşılan insanlık dışı görüntüler paylaşım rekorları kırabilmektedir. Bir de sosyal medyayı yöneten güç, hedeflediği topluluğa manipülatif düşüncelerle hakikatin farklı bir yönünü izaha çalışıyormuş gibi -ilk bakışta yaratıcı bir fikir gibi gelse de- birbirinden bağımsız ve bağlantısız bir yığın malzemeyi paylaşarak zihnin işleyişini çirkin bir kurguya teslim etmektedir. Şimdilerde internet trolü olarak da adlandırılan kesimin yaptığı bu işten bencilce bir haz aldığı su götürmez bir gerçektir. Vahşice işlenen bir cinayet ne kadar kötüyse, o cinayetin görüntüsünü yaymak da kötücül bir eylemdir.

Hâl böyle olunca sistem, ürettiği bu kötülüğü, yine kendisinin ürettiği kötü bir usulle örtmektedir. Önceleri gıda ve temizlik maddeleri gibi ürünlerin içeriklerinde sağlığa zararlı katkıların dozlarını ayarlarken “kabul edilebilir” olarak adlandırdığı kendince bir standart geliştirmiştir. Bu oransal mantığa göre bir gıda maddesinin raf ömrünü uzatmak için insan vücuduna zararlı olduğu bilinen kanserojen maddenin belli oranda kullanımının bir sakıncası yoktur. Bu anlayışın asıl gayesi üretici firmanın tüzel kişiliğini hukuken koruma altına almaktır. Kişinin şimdilik mağdur olmaması yeterli görülmektedir. Uygulamadan dolayı gelecekte çıkabilecek bir felaket öngörülebilir olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Benzer bir durum televizyon programlan için de uygulanmaktadır. Programların içeriklerine göre “+18 yaş”, “şiddet” gibi kıstasların belirlenmesi bireyin ahlakını korumaktan ziyade sadece psikolojisini gelecekte kabul edilebilir davranış kalıplarına hazırlamak amacıyla toplumun bilinçaltına yerleştirme gayreti taşımaktadır. Güya bireyi aşırılıktan sakındırmak amacıyla yapılan bu sınıflandırmanın insanın kişiliğinin çürümesini geciktirmekten başka bir fayda sağlamayacaktır. Sistemli işlenen bu kötülüğe dijital kültürün katkısı insanları oyalama, kandırma ve kanıksatma noktasında olayın vahametini absorbe edici bir tampon olmuştur sadece. Ne yazık ki geniş toplum kitleleri, kendilerine yöneltilen bu hipnozun etkisiyle yaşanan bu başkalaşım trajedisini anlayacak kabiliyetten yoksundurlar. Artık ağrıyan yanlarımız uyuşmuştur. Terry Eagleton’un dediği gibi:
Hortlaklara ve vampirlere düşkünlüklerine rağmen, genelde postmodern kültürlerin kötülüğe dair söyleyecek çok sözü yoktur. Bu belki de postmodern erkek ve kadının -havalı, bağımsız, kaygısız ve merkezlerinden edilmiş insanın- gerçek yıkımın gereksindiği derinlikten yoksun olmasındandır.
Pergelin sabit ayağını bir noktada tutamadığımız sürece daire çizemeyiz. Düşünce ve eylemlerimizde özden uzaklaştığımız zaman sürekli bir sapma ve sapkınlık hâli yaşar dururuz. Savrukluk ve savrulma hâlinden kaynaklanan sarhoşluk da bizim eşyalar ve şeyler arasında sağlam bağlar kurmamızı engeller. Bu da rastladığımız şeyleri düşünüp tartmadan, tanımak için bir uyum süreci yaşayacak kadar zamanı kendimize ayırmadan, verdiğimiz kararların neticesini ‘kötü’ olarak etkileyecektir. Tanrı’yı merkezden uzaklaştıran bir kültürün aracı olan dijital kültür; yalnız kendi trajedisinin oyuncusunu ve seyircisini üretebilir. Bilgemiz Aliya’nın şu belirlemesi ufkumuzu aydınlatabilir:

Kültür semadan gelen prologla başlamıştır ve dolayısıyla semadan gelen insanın sema ile olan münasebetiyle daima uğraşacaktır. Din, sanat, ahlak ve felsefe vasıtasıyla…
Çaresi yok mudur? Dijital kültürün kodları semadan gelen proloğa müsavi yazılırsa, evet.
Hece Dergisi – Dijital Kültür Özel Sayısı,syf:671-675

Gün kararmaya başladığında gri renkli cam ekran, titrek ışığını, ay ışığına nazire yaparcasına, oturma odalarının camlarından çevreye yayar. Titrek ışığın gri cam üzerinde oluşturduğu görüntüler, ekranın kendi sınırlı yüzeyi içinde, nasıl ve ne amaçla hazırlandığının bilincindedir. Ekran, kendinden öncekilerin bütün iyiliklerini ve kötülüklerini bir mirasyedi edasıyla sergilerken, hem geniş kitlelere ulaştığının, hem de bu kitlelere anındalığın vazgeçilmezliğini yaşattığının farkındadır. Titrek ışıklı camın adı “televizyon”, onun ortaya çıkardığı yeni dünyanın adı ise “televizyon çağı” dır.

Tarihteki politik devrimleri düşünün, devrimin ateşi yaşam biçimlerini, kültürü ve sosyal alışkanlıkları değiştirdi. Teknolojik devrimlerin etkileri de politik devrimlerin etkilerinden az değildir. Gelelim televizyona, o insanlığın binlerce yıldan beri süregelen yaşam serüvenini hem biçim, hem de içerik açısından bir devrimi çağrıştırırcasına etkiledi. Kuşkusuz televizyonun içinde geliştiği toplum, politik devrimlerin ortaya çıktığı çağdan çok farklıdır. Adı televizyon olan bu kitle iletişim aracının ne olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğu bir düşünce ne yazık ki yoktur. Tartışmalar da hep televizyonun, teknolojinin nedeni mi, yoksa sonucu mu olduğu konusunda odaklaşmaktadır.
Televizyonla olan birlikteliğimizin ortaya çıkardığı belirsizlik, ta ilk günden beri teknolojiyle yaşadığımız ilişkiyi sorgulamayı gerektiriyor. Walter Benjamin ‘in yorumladığı Paul Klee’nin Angelus Novus adlı resminde belirsizlik bir şekilde tasvir edilirken teknoloji düşüncesi hakkında da çok şey öğreniyoruz. Benjamin şöyle yazıyor: ”Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde;
meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız işte bu fırtınadır.” Benjamin’in dediği gibi teknoloji bir felakettir, ya da, bir başka iyimser görüşe göre, hiç durmadan gelişen soyut yığın ve toplumu harikulade olaylara doğru götüren bir tür ütopyadır.

Televizyon sadece oturma odalarının en müstesna köşesinde yer alan teknoloji harikası bir araç değildir. Oluşturduğu söylemle kendinden önceki söylem biçimlerini (konuşmayı, basılı sözü) ve izleyicilerini yok etme yönünde gelişen bir araçtır. Yeni görme ve duyma biçimleri yaratmıştır. Televizyon gerçekten yeni bir araçtır.
Avrupa ülkelerinde yaşayan bir kişi ortalama olarak haftada yirmibeş yirmialtı saat televizyon izlemekte. İnsanların televizyona giderek artan oranda yönelmelerinin nedeni sadece ekrandaki herşeyi sevmelerinden kaynaklanmamakta. İnsanlar tiyatro izlemek, kitap okumak, çevresindekilerle bir şeyler paylaşmak gibi ekranın oluşturduğu ortamdan çok farklı iletişim ortamlarını hiç denemeden unu tmuşlardır. Televizyon dışındaki iletişim ortamlarıyla neredeyse hiç tanışmamışlardır.
Her kitle iletişim aracı insanlık tarihinin bir döneminin aracıdır. Televizyon da sergileme, gösterme, başka bir deyişle teşhir çağının aracıdır. Teşhir çağında, görüntü hayatın her boyu tuna girdi. Bizlerin halen içinde yaşamakta olduğu bu çağ, Herki yıllarda “hallogram” ile zirveye ulaşacaktır. Ama daha şimdiden televizyon bayrak elde, en önde, bu çağı bir tür “görüntü çöplüğüne” dönüştürmekte. Günümüzde görüntünün ulaşamadığı bir köşe neredeyse kalmadı. Jerzy Kosinski’nin Bir Yerde adlı romanı ve romanın ünlü kahramanı Chance akla geliyor. Chance’in varlığını borçlu olduğu dünyadan, yani televizyondan bir kısa alıntı: Chance eve girdi ve televizyonu açtı. Araç kendi ışığını, kendine özgü rengini, kendi zamanını yarattı. Durmaksızın bitkileri toprağa doğru çeken yerçekimi yasalarını çiğniyordu. Televizyonda her şey birbirine geçmişti, karışmıştı, ve yine de birleşikti: Gece ve gündüz, büyük ve küçük, sıcak ve soğuk, uzak ve yakın. Bu renkli dünyada, bahçıvanlık, körün beyaz değneğiydi. İstasyonu değiştirirken, kendi de değişebilirdi. Bahçedeki bitkilerin çeşitli dönemlerden geçmesi gibi, o da çeşitli dönemlerden geçebilirdi, ama düğmeyi sağa ya da sola çevirmekle dilediği kadar çabuk değişmesi de mümkündü. Bazı kereler, televizyondaki kişilerin yaptığı gibi, ekrana yayılabilirdi. Düğmeyi oynatmakla Chance başkalarını gözkapaklarının altına çekebilirdi. Böylece, varlığını başka hiç kimseye değil sadece kendine, Chance’a borçlu olduğuna inanmaya varıyordu. Chance’in dünyası ekranın egemenliği altında yaşanan bir dünyadır. Konuşmanın ve basılı sözün olmadığı herşeyin televizyondan öğrenildiği bir dünya . Özet olarak roman, ekranın gösterdikleri ve öğrettikleri üzerine kurulmuş olan büyülü dünyanın, bir yönüyle bireyi haplaştırılmış bilgilerle nasıl donattığını, öte yandan da bireyin nasıl bir karanlığa yöneldiğini sergilemektedir.

Bazı doğruları yeniden sorgulamak gerekiyor. Örneğin, ünlü “görmek inanmaktır” özdeyişini. Televizyon diğer kitle iletişim araçları gibi, izleyiciler adına, dünyayı kategorileştirir. Çerçeve çizer, olayları genişletir ya da daraltır. Bütün bunları da kendi doğrularını ortaya atarak yapar. Diğer yönüyle ekran, içine aldıklarının bir o kadarını da sınırlı çerçevesinin dışında tutar. Televizyonun yaptığı çerçevelemekten çok maskelemektir. Bir fotoğrafın bütünün sadece bir parçasını yakalaması gibi. Günümüz insanı maskelenmiş görüntülerin bombardımanı altındadır.
İnsanlar televizyondan temel olarak iki farklı grupta toplanan yayınları izlerler. Bunlar canlı ve banttan yayınlardır. Bu ayınının hareket noktası da “o anda orada bulunma ” kavramını ortaya çıkartır. “O anda orada bulunma” başka bir deyişle “canlı yayın “, televizyonu öne çıkartan hatta çoğu zaman (bazı karşı görüşlere rağmen) televizyonla özdeşleşen bir olgudur. Canlı yayın, gerçek hayatta yaşadığımıza benzer şekilde anın belirsizliğini, değişkenliğini ve canlılığını içerir. Böylece televizyon, ideolojik bir araç olarak izleyenleri kendisinin oluşturduğu “şimdiki zamana” (bu çoğu kere bir yanılsamadır) konumlandırır. Televizyon şimdiki zamanı izleyenlere nasıl bir dünya sunuyor, bu da üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur. Bu konuyla ilgili olarak Neil Postman’ın kitap ile televizyon arasındaki karşılaştırmasını aktarmak isterim: (… ) tarih, ancak geçmişin şimdiki zamanı besleyen geleneklere sahip modellerle donanmış olduğu düşüncesini ciddiye alan insanlar için bir değer taşır. Thomas Carlyle’nin deyişiyle, “Geçmişte bir dünya yatar, gri bir sis tabakasından oluşan bir boşluk değil.” Ne var ki Cariyle bu sözleri, kitabın ciddi kamusal söylemlerin başlıca aracı (medium) olduğu günlerde yazmaktaydı. Bir kitap bütün tarihtir. Kitap kendisinden önce ya da kendisinden itibaren başka hiçbir araçta (medium) görülmediği kadar bütünlüklü ve yararlı bir geçmişin varolduğu duygusunu güçlendirir. Kitapların konuştuğu bir ortamda tarih, Carlyle’nin anladığı biçimiyle, yalnızca bir dünya değil, aynı zamanda canlı bir dünyadır. Gölgede kalan, şimdiki zamandır. Oysa televizyon ışık hızıyla yayılan bir araç (medium), şimdiki zamanı merkezine alan bir araçtır. Televizyonun grameri -öyle denebilirse eğer- geçmişe hiçbir alan bırakmaz. Hareketli resimlerde sunulan her şeyde “şimdi” olan bir şey yaşanmaktadır ve bu yüzden izlediğimiz bir video kasedinin aylar önce hazırlanmış olduğu bize dille (sözle) anlatılmalıdır. Bundan başka, atası telgraf gibi televizyon da parça parça enformasyonları iletmeye (onları derlemeye ve düzenlemeye değil) gerek göstermektedir. Cariyle, kendi hayal edebildiğinden bile daha çok kehanette bulunmuştu: Bütün televizyon ekranlarının zeminindeki boşluğu meydana getiren gri sis, o aracın (medium) yarattığı tarih nosyonuna çok uygun düşen bir metafordur. Gösteri ve imaj politikası çağında politik söylemin yalnız ideolojik içeriği değil, tarihsel içeriği de boşaltılmıştır.

Televizyon çağdaş yaşamın en görünen ve en gizemli gerçeğidir. Görünürdür, çünkü yaşamda kullandığımız diğer birçok araç gibi hayatın içindedir. Gizemlidir, çünkü ona karşı hem yoğun ilgi, hem de yoğun tepki vardır. Çift yönlü bir gizem, insanlığın ufkunu geliştirir, bilgisini arttırır, eğlenceyi günün her saatinde ulaşılabilen bir olgu haline getirmiştir. En niteliksiz yayınında bile ekrana bir tür bilgi yansıtır, özellikle onunla büyüyen çocuklara çok şeyler öğretmiştir. Evlerine gelerek insanların dış dünyaya açılmalarını sağlamıştır, insanların yaşama biçimlerini ve gelenekselleşmiş alışkanlıklarını değiştirmiştir. Sporu ve sanatı ekrana getirerek insanların hayatlarını zenginleştirmiştir. Bunlar televizyonla ilgili doğrulardır. Haberler, dramlar, belgeseller gibi programların, yani televizyona karşı yoğun ilginin nedeni olan doğruların sayısı da hiç az değildir.
Televizyona karşı olan ilgisizliğin boyutları sadece zevke uygunluk konusuyla açıklanabilecek kadar kolay değildir. Karşı çıkışın sınırlarını iyice belirlemek gerekir. Televizyon görsel-işitsel bir araçtır. Görüntü ve sesin birlikteliğinden oluşur; ancak (ne yazık ki) televizyon görüntü ile öne çıkmıştır. Televizyonun görüntüsü kendinden öncekilerden yani fotoğraftan ve filmden çok farklıdır. Filmdeki her bir kare donuk noktacıklardan oluşurken, ekrandaki görüntüyü oluşturan noktacıklar hiçbir zaman donuk değildir. Sürekli hareket halinde olan ışıklı noktacıklardır. İşte bu sürekli hareket halindeki ışıklı noktacıkların oluşturduğu şey “elektronik görüntü”dür. Elektronik görüntü, filmle hiç ilgisi olmayan yepyeni bir anlatım şeklidir. Televizyon ise elektronik görüntünün kullanıldığı bir kitle iletişim aracıdır, yazılı anlatımın en yaygın şekilde kullanıldığı gazete, dergi gibi. Bu nedenle karşı çıkışlar doğal olarak elektronik görüntüye değil, bu anlatım şeklinin kullanıldığı bir araca yöneliktir. Tabii ki romanı ve şiiri seven her kişi, yazılı anlatım şekli diye magazin basınını da sevmek zorunda değildir.

İnsanlar televizyonun oluşturduğu iletişim ortamına içinde yaşadıkları dünya hakkında bilgi sahibi olmak kaygısıyla girerler. Ama yine de televizyona karşı bir korku söz konusudur. Televizyon bir endüstri olarak ürettikleriyle haberden spora, sanattan belgesele bütün programlarıyla ekranın karşısındaki kişinin kendi yaşamının her alanına girmekte, kişi kendi yaşamını değerlendirme özgürlüğüne sahip olduğunu bile unutmaktadır. Bu bireyin sosyalliğinin kaybolmasına neden olur, “yaşasakta, ölsekte, insanlığımız kaybolmakta” duygusudur.

Günümüz toplumlarının televizyondan kaynaklanan sorunlarını anlayabilmek için bir taraftan televizyonu ortaya çıkartan çağın teknoloji anlayışını, öte yandan da toplumsal yaşamı yönlendiren, bireyin çalışma yaşamını ve serbest yaşamını etki altında tutan, kurumlar (güçler) üzerinde yoğunlaşmak gerekmektedir. Teşhir çağı için yarattığı olanaklarla, geliştirdiği söylem biçimiyle televizyon geleceğe meydan okuyan bir araçtır. Televizyonun peşinde geleceğe doğru hızla yol alırken sadece ileriyi değil, dikiz aynasından geçtiğimiz yolları da dikkatli bir şekilde izlemeliyiz.
Cogito – Levend Kılıç (Sayı 2 / Güz 1994)

Modern dönemlerin en çok yüceltilen kavramı muhtemelen özgürlük kavramıdır. Devletler öyle olmadıklarında bile özgür bir devlet olmakla övünürken, küçük çocuklar bile ailelerinden özgürlük talep etmekte, insanlar kararlarına meşruiyet kazandırmak istediklerinde onun özgürce alınmış bir karar olduğunu söylemektedir. İfade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi özgürlükler medyada dünya çapında tartışmalara konu olmaktadır. Çoğunlukla da özgürlükten seçme hakkı anlaşılmakta ve kişisel tercihler adeta kutsanmaktadır.
Modern dönemde insanların seçim yapabilme gücüne büyük önem verilmektedir. Modern dönemin büyük düşünürlerinden biri olan John Stuart Mill’e göre seçim yapabilmenin önemli olmasının nedeni, onun insana katkıda bulunmasıdır. Mill, bu çerçevede insanların algılama ve ayırt etme duygusunun, zihinsel aktivitelerinin ve hatta ahlaki tercih yeterliliğinin ancak seçim yapmakla gelişebileceği iddiasındadır (Akt. Harris, 1998,272).
Modern kabullere göre kişi, hayatının nihai efendisidir ve her ayrıntıyı belirlemekte özgürdür. Günümüz tüketim top- lumlarında kişiler yalnızca ürünler arasında seçim yapmak durumunda kalmamakta, ondan aynı zamanda tüm hayatını karar ve seçimlerden oluşan koca bir alaşım gibi görmesi de istenmektedir (Salecl, 2016,9).
Kişinin seçim yapabilmesi, seçim yapabilmeyi mümkün kılacak imkânların olmasıyla anlam kazanır. Bauman, özgür olmakta ve özgür kalmaktaki tek önemli unsurun özgür bireylerden oluşan “özgür toplum”un, kişinin dilediği gibi davranmasını yasaklamaması ve onu bu eylemlerden dolayı cezalandırmaktan kaçınması olduğunu belirtir. Yasaklamaların ve cezai yaptırımların olmayışı, kişinin dilediği gibi davranması için gerekli olan fakat yeterli olmayan bir koşuldur. Kişi dilediği ülkeye gitmekte özgür olsa da bilet için parası olmadığında bir yere gidemez. Seçtiği alanda yetenekli olmakta özgür olabilir ama bu o alanda kendine yer bulabileceği anlamına gelmez. Kişi ilgisini çeken işte çalışmakta özgür olsa da hazırda böyle bir iş mevcut olmayabilir. Dilediğini söyleme özgürlüğüne sahip birey, sesini hiç duyuramayabilir. Bu yüzden özgürlük kısıtlamalarının yokluğunun yanı sıra imkânların da mevcut olmasını gerektirir (Bauman, 2015, 8-9).

Özgürlükte imkânların mevcudiyeti zorunludur. Kierkegaard’ın ifadesi ile olabilirden yoksun olmak, her şeyin bizim için ya zorunluluk ya da bayağılık haline dönüşmesi anlamım taşır. Kişilik de olabilirin ve zorunluluğun bir sentezidir (Kierkegaard, 2004, 51). İnsan kişiliğinin ortaya çıkması açısından özgürlük bir zorunluluktur. Sadece zorunlulukların bulunduğu, olabilirliklerin, yani imkânların mevcut olmadığı bir yerde özgürlük olamayacağı için birey de ortaya çıkamaz. Birey, kişilik sahibi insandır ve kişilik kendisini bireysel farklılıklarla gösterir. Bu farklılıkların ortaya çıkabilmesi için olabilirlikler olmalıdır.
Kısıtlamaların yokluğu ve imkânların varlığı insanlara gerçekten seçme özgürlüğü verir. Günümüzde insanların önemli kararlarda etkin olma olanağı küreselleşme, bürokrasi, çok uluslu şirketlerin muazzamı gücü gibi nedenlerle azalmaktayken, kişisel hayatlarında görece önemsiz konularda seçimler yapma imkânları artmaktadır. Örneğin gelişmiş ulaşım araçları sayesinde gerekli maddi imkânlara ve zamana sahip olan herkes dünyanın neredeyse her köşesine gitme özgürlüğüne sahiptir. Buna karşın küresel ısınma gibi önemli konularda bireysel seçimleriyle etkin olması neredeyse imkânsızdır.
Yalnızca kişisel hayat söz konusu olduğunda bile özgürlük sorumluluğu beraberinde getirir. Bauman’ın da söylediği gibi özgür bir ülkede olmanın anlamı, kişinin kendi yaptıklarından sorumlu olmasıdır. Kişi hedeflerinin peşinde koşmakta özgürken, hata yapmada da özgür olur. İlki, İkincisi ile aynı pakettedir. Kişinin yapmak istediğinin ve yaptığının ona beklediği faydayı ve hatta herhangi bir fayda getireceğinin bir garantisi bulunmamaktadır (Bauman, 2015, 8). Özgürlüğün imkânlar içermesi, olabilirliklere kapı açar. Bauman bu nedenle bir oyuna benzettiği özgürlüğe katılanların deneyimlerinin kaderleri kadar belirsiz, olumsal ve uçsuz olduğunu söyler (Bauman, 2013a, 296).
Özgürlük içinde yaptığımız seçimlerin birtakım sonuçları olmakta, bizlerin de bu sonuçları üstlenmesi gerekmektedir. Ancak Yıldız Silier’in de belirttiği gibi insanların çoğu özgürlük isterken kendisini kandırmaktadır. Bu kişilerin asıl istediği, özgürlük değil, serbestlik ya da bedeli ödenmemiş bir özgürlüktür. Bunların durumu adeta yerçekimsiz bir ortamda yürümeyi istemek gibidir. Yürümeyi mümkün kılanın sürtünme olması gibi özgürlüğü mümkün kılan da sorumluluktur (Silier, 2014, 61).
Özgürlükçü olmak ölçüsüz olmak anlamına gelmediği gibi özgür olmak da rahat olmak demek değildir. Özgür olmak varoluşun sonsuz zorluklarını tanımak ve ahlaki davranış için hazır reçetelerin olmadığını fark etmek demektir (Billington, 1997, 302). Yalnızca ahlak alanında değil, neredeyse hayatın insani hiçbir alanında hazır reçeteler bulunmamaktadır. Her önemli karar sonrası birtakım sonuçlar doğmakta, bu sonuçlar karan alanın sorumluluk alanına giri-vermektedir. Sorumluluğun özgürlüğün ayrılmaz bir parçası olması, kimi insanların özgürlüğü bir yük gibi görmesine neden olmaktadır. Seçilecek alternatiflerin artışı bu yükü daha da ağırlaştırmaktadır.

Yaşamlarımızı kişiselleştirip kusursuzlaşmamızı sağlaması gereken seçenek artışı, daha çok doyum yerine daha büyük kaygı, yetersizlik ve suçluluk duygusu doğurmaktadır. insanlar bu duyguları hafifletmek için pazarlamacılardan veya yıldız fallarından tavsiye almaya, kozmetik sektöründen güzellik tüyoları edinmeye, ekonomistlerin ekonomi tahminleriyle yönlerini bulmaya, ilişkilerinde kişisel gelişim uzmanlarının tavsiyelerine uymaya razı olmaktadır (Salecl, 2016, 11). Artan seçenek bolluğu, seçilebilecek alternatifler olarak insanların kafalarını karıştırmakta, insanlar karşılanma çıkan seçeneklerin çokluğu karşısında şaşkına dönmektedir. Öyle ki marketten alınacak bir diş macunu ya da peynirin seçimi bile bir problem olmaktadır. Kalite, fiyat ve tür bakımından birbiriyle yarışan bu ürünlerden hangisini almanın en doğru karar olacağım belirlemek pek de kolay değildir, insanlar daha önemli konularda daha büyük zorluklar yaşamaktadır. Üniversiteye gidecek bir genç hangi bölümü, hangi üniversitede okumalıdır? Bir insan, çalışılması mümkün olan iş sahalarından hangisini tercih etmeli, kiminle evlenmeli, hangi şehirde yaşamalı, çocuğunu ne şekilde yetiştirmeli ve hangi okula vermelidir? Bu konularda varolan çeşitli alternatifler arasında en doğrusu hangisidir? Bu konularda ortaya çıkan her yeni alternatif, verilecek karan zorlaştıran bir unsur olarak kişinin seçim özgürlüğüne dahil olmaktadır.
Tercihte bulunmayı veya karar vermeyi güçleştiren önemli bir husus da kişilerin bilgisizlik içinde olmalarıdır. Günümüz insanları, çocuk yetiştirmeyi bilmeden çocuk sahibi oldukları için ebeveynlik uzmanlarına, kilolarım denetlemeyi bilmedikleri için diyetisyenlere, kendileriyle ya da diğer insanlarla etkili iletişim kurmayı bilmedikleri için iletişim uzmanlarına ve psikiyatrlara başvurmaktadır (Köse, 2010, 112-113). Bu açıdan eğitim sistemlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Mevcut eğitim sistemlerinin ve ebeveynlerin büyük çoğunluğu çocuğu yalnızca iş gücü piyasasına kazandırmayı hedeflemektedir. Oysa hayat iş yaşamından ibaret değildir. Kişinin kendi başına yeterli olmasını sağlayacak bir donanım, etkili iletişim becerisi, doğru şekilde beslenme bilgisi vb. de insan hayatı için lüzumlu bilgilerdir. Bu bilgilerle donatılmamış birey, hayat bunları bilmeyi gerektirdiğinde kendisi yeterli olmadığı için başkalarına muhtaç olacaktır.
Kişilerin kendi akıllarına, muhakeme güçlerine, içgüdülerine ve olgunluklarına duydukları güvenin azalması, seçenekler bolluğu karşında uzmanların ellerine teslim olmalarına yol açmaktadır. Uzmanlar birer profesyoneldir ve Ivan illich’e göre profesyonellerin işleri insanlara neye ihtiyaçları olduğunu söylemektir. Bu kişiler, reçete yazma gücünün kendi ellerinde olduğunu ileri sürerler. Yalnızca neyin iyi olduğunu ilan etmekle kalmaz, ayrıca neyin doğru olduğunu da takdir ederler. Bu kişilerin alameti ne aldıkları maaş, ne aldıkları uzun eğitim, ne yaptıkları hassas iş ne de sosyal statüleridir. Maaşları düşük ya da vergilerle kuşa çevrilmiş olabilir, eğitimleri yıllar boyunca sürmemiş yalnızca birkaç haftaya sıkıştırılmış olabilir, sosyal statüleri pek yüksek olmayabilir. Profesyonelin alameti, otoritesidir ve bu otorite ona bir kişiyi müşteri olarak tanımlama, o kişinin ihtiyaçlarını belirleme ve o kişiye reçete yazma yetkisi verir (Illich, 2010, 54).
Konularının uzmanları olan profesyoneller yakın zamanda ortaya çıkmıştır. Ancak insanları onlara yönlendiren danışma ihtiyacı yeni değildir. İnsanlar geçmişte de önemli ve zor kararlar almanın eşiğinde olduklarında başka insanların fikirlerini alma, onların tecrübelerinden faydalanma ihtiyacı duymuşlardır. Aile ve akrabalık ilişkilerinin güçlü olduğu, aile büyüklerinin saygı gördüğü, hayatın şimdiki gibi hızlı değişmediği dönemlerde başkalarına danışmak daha kolay ve risksizdi. Çağımızda hayat çok hızlı değişmektedir ve bu nedenle geleceği öngörmek zorlaşmaktadır. Bu nedenle pek çok insan özellikle önemli kararların arifesinde, tanıdıktan “sıradan” insanlara değil, profesyonellere danışma ihtiyacı duymaktadır.

Özgürlük kavrayışımızda bazı sorunlar vardır. Belirli alanlarda bazı özgürlüklere sahip oluşumuz, hayatımızın bütünüyle efendisi ve şekillendiricisi olduğumuz anlamına gelmemektedir. İnsanlar gerçekte sayısız sınırlandırmaya tabidir. Yaygın özgürlük söylemleri ise bu gerçeğin göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Bu söylemin benimsenmesi nedeniyle insanlara içindeki her unsuru diledikleri gibi biçimlendirerek yaşamlarını bir sanat eserine çevirebileceklermiş gibi davranılmaktadır. İnsanlar ideal bir dünyada yaşıyormuş gibi, yaptıkları seçimler geri döndürülemez değillermiş gibi hareket etmeye teşvik edilmektedir. Oysa gerçekte ekonomik koşullar, seçme özgürlüğünü kısıtladığı gibi tek bir yanlış kararın da telafisi mümkün olmayan feci sonuçları olabilmektedir (Salecl, 2016,15).
Hayatımızı bizim karar ve eylemlerimiz dışında etkileyen pek çok etken vardır. Örneğin bir kişi işinde ne kadar çalışkan ve başarılı olursa olsun, ekonomik bir kriz sonrası çalıştığı firma iflas edebilir ve bu kişi işsiz kalabilir. Bir sürücü aracını ne kadar dikkatli kullanırsa kullansın, isterse tüm trafik kurallarına harfiyen uysun yine de sarhoş bir sürücünün kurbanı olabilir. Sağlığımıza ne kadar dikkat edersek edelim, bizim dışımızda kalan bir etken nedeniyle, mesela bir sivrisinek ısırması nedeniyle, hasta olabiliriz, insan tüm hayatını kontrol edebilecek ve bu hayatı dilediği gibi şekillendirebilecek bir güce sahip değildir. Ona böyle mutlak bir güce sahipmiş gibi davranmak büyük bir haksızlıktır.
Kişiler, kendilerini hayatlarına ilişkin her şeyin kontrolünden sorumlu tutup bu kontrolü ne kadar çok üstlenirse her tür sorun daha da ürkütücü hale gelir. Böyle bir yaklaşım nedeniyle sağlık sorunları bireylerin en büyük günahı haline gelirken; birey işini kaybettiğinde, işini kaybetmeden önce yeni bir iş aramadı diye kendisini suçlu hissedebiliyor. Hasta insanlar ise hastalıklarının önüne geçemedikleri için kendilerini suçlayabiliyor. Bir hastalığı atlatamadığımızda bu yüzden kendi kendimizi suçlayabiliyoruz (Salecl, 2016, 51-52). Oysa insanın kişiliği bile tamamen kendisinin kontrolü ile oluşmamaktadır. Jonathan Glover’in de söylediği gibi karakterin kendisi, insan kontrolünün dışındaki genetik ve çevresel etmenlerden de etkilenerek şekillenmektedir. Kendi kendisini yaratma, en başarılı halde bile kısmen mümkündür. Bu yüzden karakterin kendisi bir ölçüye kadar “işlerin öyle gelişmesi” ile ilgilidir (Glover, 2003,608).
Makineleri kontrol etmeye alışan insan adeta kendisine de bir tür makine gibi davranmaktadır: Kendi bedenini tıpkı bir klavye gibi kullanmak istemekte, tuşlara basarak klavye üzerinde çeşitli işlemler yaptığı gibi kendi ve hayatı üzerinde de tasarrufta bulunmaya çalışmaktadır. Her sorunu bu şekilde kolayca çözmek isteyen modern insan, yüzündeki sivilcelerin varlığına dahi tahammül edememektedir. Hayatı ve kendisi ile ilgili her tür sorun, olay ve duruma bu şekilde yaklaşan bizler, tüm bunları mekanik bir şekilde değerlendirme eğilimindeyiz. Hem bedenimize hem de insanlarla ilişkilerimize ve duygularımıza yaklaşımımız bu bakış açısının izlerini taşımaktadır.
Hayatta ortaya çıkan sonuçların salt bir seçim meselesi olduğu fikrinin hâkimiyet kazanması ile beraber, aşk ve cinsellikle ilgili meseleler de kariyer ya da tatil seçimi yapmak kadar kolay halledilebilecek meseleler olarak görülmeye başlamıştır. Seçme fikri, hisler konusundaki algımıza da derinden etki etmiş ve neticede insanlar bir şeyler hissedip hissetmemeyi seçebilirmiş gibi davranmaya başlamıştır. Bu durumu özellikle üzücü duygulardan kurtulma çabalarında gözlemlemek mümkündür. Ancak seçme fikrini duygular alanına sokmak, kaygı ve suçluluk duygularını arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Örneğin ne yapılırsa yapılsın öfke duygusunun ortadan kalkmadığı durumlarda kişiler muhtemelen bu üzücü duygunun üstesinden gelemedikleri için kendilerine kızmaya başlıyordun Öfke, her ne kadar arzu edilmeyen bir duygu olarak görülse de gerekli bir duygu olduğu ve toplumsal değişimi hızlandırdığı unutulmamalıdır. Bu açıdan bakıldığında insanları öfkeden kurtarma çabalan, onları yatıştırmanın ve dikkatleri toplumsal meselelerden uzaklaştırıp bireysel sorunlara yöneltmenin bir yolu olarak değerlendirilebilir (Salecl, 2016,28-30).

Makineler dünyasında, dünya üzerindeki gücümüz ve etkimiz azalırken, özgürlüğü daha çok bireysel hayatımız, bedenimiz ve duygularımız üzerindeki kontrol ve seçim fikri ile ilişkilendiriyoruz. Makinelerin sağladığı olanaklar sayesinde artık şişman olmak, çirkin görünmek, fit olmamak, depresyonda olmak vb. şeyler bir kader olarak görülmekten çıkmış, bir seçenek olarak kişilerin özgürlüğü içerisinde değerlendirilmeye başlamıştır. Geçmişten farklı olarak bugün bu olumsuzluklar kişinin sorumluluğu içinde görülmekte ve kişinin bunları halletmesi beklenmektedir. Teknoloji sayesinde herkesin yağlarını aldırarak ya da midesini küçülterek ideal ölçülere kavuşacağı varsayılmaktadır. Estetik cerrahinin imkânlarından faydalanmamak çirkin olmaktan memnun olmak şeklinde yorumlanmaktadır. Başarısız biri, çalışma yöntemlerinden bihaber tembel biri olarak düşünülmektedir. Hasta kişi de ya sağlığını koruma konusunda yeterince başarılı olamamış ya da uygun tedaviyi bulmada başarısız olmuş biridir. Nihayetinde teknolojinin ve teknik bilginin imkânlarından faydalanarak sorunlarını çözmeyen kişi, bu sorunların asıl sorumlusudur.
Makine başındayken makineye hükmeden insan, benzer bir tavrı kendisine karşı da sergilemekte hem ilişkilerini hem duygularını hem de bedenini aynı şekilde yönetmeye çalışmaktadır. Bu yönetim, kendi kendinin efendisi olmanın, yani özgür olmanın gereği sayılmaktadır. Özgürlük, insanın makineleri kontrol eder gibi tüm unsurları ile kendisini ve hayatını tercihleri doğrultusunda kontrol edip yönetmesi olarak anlaşılmaktadır. Duygularını, diğerleriyle ilişkilerini, aşkı, önselliği ve bedenini yönetmek isteyen insan, bunlarla ilgili her şeyi denetleyemeyeceği gerçeğini kabul etmediği için sık sık acı bir başarısızlık duygusu yaşamaktadır.
İnsanlar hayatlarını kusursuz bir sanat eseri haline getirme özgürlüğü ve sorumluluğu karşısında yetersiz kalmaktadır. insandan iş, aile, evlilik, duygular, ebeveynlik dahil olmak üzere her alanda mükemmel olmasının beklenmesi, ona ağır gelmekte bu nedenle kişi inisiyatif almak istememektedir. Ne de olsa inisiyatif almaktansa başkalarına tabi olmak çok daha kolay bir yoldur. Ancak bu yol kolay olmasına karşın bir özgürlük kaybıdır. Arno Gruen’in de söylediği gibi özgürlük, özerklik ve sorumluluğu gerektirmektedir (Gruen, 2015b, 146). Kendi hayatı ile ilgili kararların alınmasını başkalarına devreden insan, özerkliğini yitirdiği ve sorumluluğunu terk ettiği için özgürlüğünü kaybetmiş olur.
Kendi kendini yönetme, özgür insan ile köle arasındaki en temel ayrımı oluşturur. Aristoteles de insanları kendilerini yönetmeleri açısından ikiye ayırmıştır. Ona göre insanların bir kısmı yöneten konumundayken, diğerleri yönetilenleri oluşturmaktadır. Bedenlerini kullanarak belirli işleri yapmaları dışında kendilerinden başka bir şey yapmaları beklenmeyen insanlar kölelerdir. Aristoteles bunların yönetilmelerini ve emir beklemelerini daha uygun bulur. Çünkü köleler diğerlerine bağlı, aklını kullanma yetileri az da olsa gelişmiş fakat onun iradesine sahip olmayan kimselerdir (Aristoteles, 2013,31).
Platon özgürlüğü Aristoteles gibi irade ve kendini yönetme ile ilışkilendırerek ele almıştır.Ona göre en doğru insan en mutlu insandır; bu kişi de içinde en fazla krallık olan, kendisini en iyi dizginleyen kimsedir (Platon, 2005, 244). Platon’un bu görüşlerini özgürlükle ilişkilendirmemizin nedeni, onun “içinde en fazla krallık olan” ifadesini kullanmış olmasıdır. Kuşkusuz bir devlette gücü en fazla olan, iradesini en yetkin şekilde kullanabilecek, dolayısıyla en özgür kişi olarak nitelendirilebilecek insan kraldır. Bu nedenle Platon’a göre en özgür kişinin kendisini en iyi dizginleyen kimse olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Platon ve Aristoteles’in özgürlüğe ilişkin görüşleri önemlidir ancak onlar özellikle kendi dönemleri ve Ortaçağ’da etkili olmuş filozoflardır. Modern özgürlük kavramının içeriğinin belirlenmesinde en etkili olan düşünürlerin başında Immanuel Kant gelmektedir. Kant için özgürlük oldukça önemlidir. Ona göre özgürlük, insanı diğer varlıklardan ayıran vasıflardan biridir. Kant’a göre özgürlük, ölümsüzlük ve Tanrı kavramları olmadan yüce bir varlık da olamaz (Kant, 2010, 25).
Kant çok önem verdiği özgürlüğü, istemenin yabana nedenlerden bağımsız olarak etkili olabilme özelliği olarak tanımlar (Kant, 2009, 97). Ona göre istemenin özgürlüğü özerklikten, yani istemenin kendi kendine yasa koyma özelliğinden ibarettir. Dolayısıyla özgür bir isteme ile ahlak yasaları altında olan bir isteme aynı şeydir (Kant, 2009, 65). Kant, kendisinin de belirttiği gibi özgürlükten özerkliğe, oradan da ahlak yasasına gitmiştir (Kant, 2009, 71).
Kant da tıpkı Rousseau gibi bireyi özerk varlık saymış; ahlakı özerk bireyin dışsal şartların zorlamasıyla ya da dinî akidelerin baskısıyla oluşturmayan, bireyin özerkliğine bırakılan bir alan olarak görmüştür. Böylece Kant, Ahmet Çiğdem’in ifadesiyle bireyi epistemolojik, ahlaki ve politik bir özne olarak kurmuştur (Çiğdem, 2017, 103). Kant sonrası özgürlük dendiğinde akla kişinin eylemlerinin dış faktörler tarafından değil de kişinin kendisi tarafından belirlenmesi anlaşılır olmuştur.
Özerkliğin özgür olmanın asli unsurlarından biri olduğu, özgür insanın karşısında yer alan kölenin deneyimlerden de anlaşılmaktadır. Kölelerin yaşadığı en ağır başarısızlık duygusu, aslında yaşamış sayılmayacaklarının, bağımsız bir insan olarak görülmemiş olmalarının, onlara hiçbir zaman kulak verilmediğinin, fikirlerinin hiçbir zaman sorulmadığının, bir çeşit mal olarak, başka birinin mülkü olarak değerlendirilmiş olduklarının farkına varmalarından kaynaklanır (Zeldin, 2010,17).
Kendi eylemlerini kendileri belirleme imkânına, yani özerkliğe sahip insanlar, kölelerden farklı olarak yaşamış oldukları duygusunu hissederler. Bağımsız oldukları için başkaları tarafından da bağımsız olarak görülürler. Söyleyecek sözleri vardır ve diğerleri onların fikirlerini sorup söyleyeceklerine kulak verir. Hiçbir zaman bir mal ya da mülk olarak değerlendirilmezler. Bu nedenle özgür insanlar büyük sorunlarla karşılaştıklarında bile kendilerini güç ve sorumluluk sahibi bireyler olarak görmeye devam ederler. Buna karşın Simone Weil’in de belirttiği gibi itaat etmeye alışmış olanlarda güçsüzlük duygusu görülür ve bu durum son derece doğaldır (Akt. Çabuklu, 2014b, 117).
Kölelerin güçsüzlük duygusu içinde olmaları onların özgürleşme yolundaki en büyük engelleridir. Kölelik tarihini inceleyen Hellie’ye göre her köle özgürlüğün hayalini kurmaz. Mutlak bir tahakküm altında geçen birkaç yılın ardından, bağımsız olarak varolmak bu insanlara neredeyse imkânsız görünmeye başlar (Akt. Zeldin, 2010,19).
Hayatı ve eylemleri konusunda söz sahibi olmayan, sesine kulak verilmeyen, yaptığı davranışın nedeni kendi aklı ya da arzulan değil de başkalarının emirleri olan kölenin özgür olmadığı çok açıktır. Buna karşın yaptığı her işte köleleri kullanan, dünyadaki varlığını başkalarının bedenleri aracılığı ile ortaya koyan, kendi uzuvlarını işlevsel kılmayan köle sahibinin özgürlüğü de zannedildiği kadar açık değildir. Zeldin’in aktardığı bilgilere göre MÖ 77 yılında köle sahibi Plinius, köle sahibinin özgürlüğünü sorgulamış bir isimdir. Köle sahibi yaşlı Plinius, “Sokağa çıkmak için başkalarının ayaklarını, etrafa bakmak için başkalarının gözlerini, insanları selamlamak için başkalarının hafızasını kullanıyoruz, hayatta kalmak için başkalarına muhtacız. Kendimize sakladığımız tek şey bazlarımız.” diyerek köle sahiplerinin özgürlüğünü açıkça sorgu- lamıştır (Akt. Zeldin, 2010, 21).
Eylemde bulunma, inisiyatif alma, bedenin uzuvlarını kullanma, gerçek manada bir şeyler yapma, sorumluluğu üstlenme açısından insan özgürlüğü konusuna bakıldığında, kölelerin kullanımı ile makinelerin kullanımı arasında çarpıcı benzerlikler görülmektedir. Belki de Edgar Poe, henüz ondokuzuncu yüzyılın başında böyle bir yaklaşımla “…Teknolojiler en yüksek mevkiye çıkarılmışlardır. Ancak tahtlarına kurulur kurulmaz zincirlerini onları yaratmış olan zekâların üstüne geçiriverdiler.” demiştir (Akt. Virilio, 2003, 98).
İşlerin yapılması açısından köleler ile makinelerin kullanımı oldukça benzerdir. Bu durum zaten robot kelimesinin etimolojisine bakıldığında da görülebilmektedir. “Robot” sözcüğü 1920 yılında Karel Capek tarafından, tiyatro oyunu R.U.R (Rossum’un Umumi Robotları) için yaratılmış bir kelimedir. Oyun, insan işçilerin yerine geçerek çalışma maliyetlerini azaltmak için Rossum’un yarattığı insana benzeyen yapay insanları konu almaktadır (Kakoudaki, 2017, 24). Rusçada çalışma anlamına gelen rabota sözcüğü de köle anlamındaki rab sözcüğünden türemiştir. Aylak toplum düşüncesinin ortaya çıkış noktası, insanların işleri robotlara bırakıp efendi hayatı sürme hayalidir (Zeldin, 2010, 20).

Robot sözcüğü Slav dillerinde çalışmayı ve aynı zamanda zorla çalışmayı ifade eden bir kelimedir. “Birisinin kölesi olmak” anlamına gelmektedir. Robotlar insanların yerine çalıştırılacak köleler olarak düşünülmüş ve insanların angarya sayılan işlerden azade olabilmesi ve özgür kılınması yolunda birer araç olarak görülmüştürler (Batukan, 2017, 16). “Mekanik köle” anlamında robot kelimesine kaynaklık etmiş Slavların, kölelikle ilgili uzun bir geçmişlerinin olması hayli ilginç bir durumdur. Theodore Zeldin’in verdiği bilgilere göre on iki milyon Afrikalının Yeni Dünya’ya kölelik yapmak üzere kaçırılmalarından önce köleliğe adım verenler Slavlar olmuştur. Romalılar, Hristiyanlar, Müslümanlar, Vikingler ve Tatarlar tarafından yakalanan Slavlar dünyanın dört bir yanına köle olarak gönderilmişlerdir. Zamanla yabancı anlamında kullanılmaya başlanan Slav sözcüğü köle olarak dışarıya pazarlanan Britanyalı çocuklar için de kullanılır olmuştur. Bu nedenle Modern İngilizcede köle anlamına gelen “slave” sözcüğünün kökeni, Ortaçağ Latincesinde Orta Avrupa’da yaygın olarak köleleştirilmiş Slavlar için kullanılan “sclavus” kelimesine dayanmaktadır (Zeldin, 2010,18). İlginç bir şekilde bir tür köle olarak görülen robotların isimleri Slavcadan gelmekteyken, Slavların kendileri de uzun zamanlar boyunca köle olarak kullanılmıştır. Öyle ki Slav anlamına gelen bir sözcük İngilizce köle anlamına gelen “slave” sözcüğüne kaynaklık etmiştir.
Makinelerle kölelik arasında farklı bir ilişkinin de Hobbes tarafından kurulduğu söylenebilir. Bilindiği üzere Hobbes’un insan anlayışı mekaniktir. Mumford’a göre bu nedenle despotizmin bütün iddialarım, insanın bir makine olduğu tezine dayandırarak meşrulaştırmak mümkündür. Dolayısıyla insanın dahi insani bir sisteme ihtiyacı kalmamaktadır. Despotun ideallerine ulaşmanın yolu, daha fazla mekanikleşmektir (Mumford, 2015, 247). Despotizm özgür yurttaşların varlığına müsaade eden bir yönetim biçimi değildir. Böyle bir yönetimin temellendirilmesi insan özgürlüğüne değil, mekanikliğine yapılacak vurgularla mümkündür. İnsanlar ne kadar mekanik olursa despotizm altında yönetilmeleri de o ölçüde kolay olacaktır. Kuşkusuz bu da özgürlüklerin yitirilmesini gerektirecektir. Makine sahibi tarafından kurulan saatin çalması ile despot tarafından verilen talimatlara göre yaşamını süren insanlar arasında büyük bir fark yoktur.
Ancak insan yalnızca despotik yönetim altındayken değil, kimi zaman makineleri kullanırken de özgürlüğünü kaybetme riskiyle karşılaşmaktadır. Bunun öncelikli nedeni, makineleri kullanarak bir şeyler yapan insanlar için gerçek anlamda “edim” ve “inisiyatif” sözcüklerinin uygunsuz kaçmasıdır. Kişi, makineleri kullanırken ediminin yol açtığı sonuçları istememiş ve hatta bunları akıl bile edememiş durumda olabilir. Ayrıca bu sonuçları akıl etme veya akimın ucundan geçirme özgürlüğü bile yoktur. Bu nedenle içinde yer aldığı eylemin etik dişiliğim hissetmesinin önüne geçilmiştir. Hatta eylemin insanlık dışı olduğunu hissetmekten mahrum bırakılmış, vicdan azabı duyma hakkı elinden alınmıştır. Kendisini sorumsuz biri olarak bile hissedemez. Bu nedenle artık sorumluluk üstlenme hakkına sahip failler söz konusu değildir (Anders, 2018b, 84).
Anders’in anlattığı bu durum, birkaç açıdan insan eylemlerinin özgürlüğü bakımından sorun teşkil etmektedir. Öncelikle makineler kullanılarak yapılan işlerde insan gücü önemsiz hale gelmekte, insanın emeğinin azlığına karşıt olarak büyük sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bu durumda eylemin asıl failinin insan mı yoksa makine mi olduğunu belirsiz hale getirmektedir. Ayrıca insanın makine kullanarak elde ettiği sonuçların öngörülmezliği de insan özgürlüğünün altını oyar. William Barrett’in de belirttiği gibi bilinç ile özgürlük bir aradadır (Barrett, 2003, 243). Söz konusu durumda insan, kalkıştığı işlerin sonuçlarından bihaberdir, dolayısıyla bunların bilincinde değildir. Sartre da özgürlüğü insanın bilinç ya-pısının ta özünde bulur. Bilinç özgürlüktür ve bilinçli olmak da özgür olmaktır (Zack, 2019, 317). Bilinçli olmanın özgürlükle ilişkilendirilmesi Hristiyan geleneğine de uymaktadır. Hristiyanlıktan kalma bir özdeyiş, gerçeğin insanı özgürlüğe kavuşturacağını söyler (Fromm, 1995, 24). Bilincin, özgürlüğün bir gereği olduğu kabul edildiği takdirde görsel ve işitsel teknolojilerde meydana gelen gelişmeler insan özgürlüğü için bir tehdit oluşturabilecektir. Bu tehdit yalnızca eylemin sonuçlarının fail için öngörülmez olmasından kaynaklanmamaktadır. Ayrıca özellikle yapay zekâ uygulamaları ile gerçeğinden ayırt edilmesi neredeyse mümkün olmayan ses kayıtları, resim ve videolar hazırlanabilmekte ve bunlar in- sanları manipüle etmek amacıyla kullanılabilmektedir. Bu tür nedenlerle “hakikat sonrası” olarak adlandırılan çağımızda gerçeğe ulaşmak güçleşmiş ve bu da bir tür bilinç ve özgürlük sorunu haline gelmiştir. Yanlış yönlendirilen, aslı astan olmayan iddialarla harekete geçen insanların eylemlerinin bilincinde oldukları söylenemeyeceği gibi bu kişilerin özgürce eyledikleri de ileri sürülemez.
Eylemlerinin sonucunu göremeyen, hatta bunları tahayyül bile edemeyen insanlar, bunların sonuçlarını üstlenme imkânına da sahip olamamaktadır. Özgür olmak, kişinin yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşebilmesi ve bunların hesabını verebilmesini de gerektirir. Bu onun serbestlikten en büyük farkıdır. Ancak makineler dünyasında yaşayan insanlar birçok durumda eylemlerinin nihai sonuçlarından haberdar olamamaktadır. Dolayısıyla bu kişiler eylemleri sonrasında yaptıklarından gurur duyma ya da pişman olma fırsatı da yakalayamamaktadır. Yaptıklarının sonuçlarını bilmeyen bir insan bunları sahiplenemez. Bu sonuçlar ile kendisi arasında bir İlişki kuramaz. Genetiği değiştirilmiş ürünlerle üretim yapan bir fabrikada çalışan bir inşam düşünelim. Bu kişi belki çocukları çok sevmektedir. Ve belki uzun yıllar boyunca üretimine katkıda bulunduğu ürünler birçok çocuğun hastalanmasına neden olmuştur. Bu çalışan ne çocukların hastalığının ne de kendisinin bu duruma olan etkisinin farkındadır. O, kendisini dürüstçe çalışarak evine ekmek götüren bir insan olarak görürken ve bu konuda haklıyken, pek çok çocuğu da hasta etmiştir. Kendisine ilişkin algısı, gerçekte yaptıkları ile kıyaslandığında oldukça eksiktir. Yaptığı şeylerin sonuçlarının ondan gizli kalması, yaptıklarının sonuçlarını üstlenmesini engellemektedir. Bu örnekte de görüldüğü gibi eylemlerimizin bilincinde olmadığımız durumlara yol açan teknoloji, özgürlüğümüzü azaltmaktadır.
Makine başmda bir şeyler üretilmesinin, gerçek bir eylem sayılıp sayılamayacağı Arendt’in eyleme bakışı açısıyla da değerlendirilebilir. Ona göre insanın eyleyebilir olması, ondan beklenmedik olanın beklenebilir olması, sonsuz olasılıklardan birini gerçekleştirebilir olması demektir. Böyle bir şeyin mümkün olmasını sağlayan şey de her insanın benzersiz olmasıdır (Arendt, 2018a, 261). Oysa makine başmda çalışanlardan istenen şey kesinlikle eşsizliklerini yaptıkları işe yansıtmaları değildir. Beklenilen burnun tam tersi, yani yapılan işin önceden belirlenen modele tıpatıp uygun olması ve belirlenen sürede tamamlanmasıdır. Sonsuz olasılıkları baştan mahkum edip çalışanı tek bir seçeneğe mecbur eden işler Arendt açısından birer eylem sayılmazlar.
Makineleri kullananların inisiyatifleri azalır. Mesela normalde neredeyse her tür yolda yürüyebilen ve çok farklı yerlere gidebilen insan, otomobil kullanırken yalnızca belli yollardan, otomobilin gidebileceği yerlerden gidebilir. Otoyolların dışında kalan patikalar, ara yollar, dağlık yollar, taşlı-dikenli yollar, otomobil oralardan geçemeyeceği için otomobil kullanıcısı için birer yol değildir. Bu nedenle otomobili olanlar bu tür yerlere gitmemeyi tercih etmektedirler. İnisiyatifin insan elinden makinelere geçmesi özellikle fabrikalarda görülmektedir. Geçmişte halı veya kilim dokuyan insanlar bile ürettikleri bu ürünlere yeni bir model getirme, farklı bir motif katma imkânına sahiptiler. Şimdi ise halı ya da kilim fabrikalarında çalışan işçilerin farklı tek bir ilmik atma hakları bile yoktur. Özellikle akıllı makinelerin geliştirilmesi kimi durumlarda insanların inisiyatiflerini tamamen kaybetmesi anlamına gelebilecektir.
Çevremiz, işimize gelen bir çeşit otorite kaynağına dönüşen algoritmalarla kuşatılmış durumdadır. Bu yol hem düşünmeden saptığımız kestirme bir yoldur hem de sorumluluğu dağıtmanın kolay bir yoludur. İnsanlar sorumluluğu makinelere devrederken, özgür algoritmalar kendi başlarına kararlar alıp uygulayabilmektedir. Bu algoritmalar mahkemede hüküm vermekten kanser hastalarının tedavisine ve araba kazalarında ne yapılacağına dek hayatımızın pek çok aşamasında bizim adımıza tercihte bulunmaya başlamıştır (Fry, 2019, 22-25).
Bulut merkezli akıllı yazılım robotlarının (botların) kullanıcıları için her tür görevi yerine getireceği bir otomasyon dünyasına geçmekteyiz. Yakında görüşmeleri onlar ayarlayacak, restoran rezervasyonlarını onlar yapacaklar. İnsanlar ise botların nasıl karar verdiklerini bile anlamadan hayatlarının yönetimini onlara bırakacak (Leonhard, 2018, 40).

Örneğin akıllı arabaların kullanımı ile insan, araba üzerindeki kontrolünü tamamen kaybedecektir. Böyle bir araç ile insan “sürücü” olmaktan çıkarak bütünüyle araba tarafından taşman bir nesne konumuna düşecektir. Byung-Chul Han’ın da söylediği gibi kendi kendini süren arabadaki insan ne aktör, ne hakim ne de dramaturgdur. Sadece küresel iletişim ağlarındaki bir arayüzdür (Han, 2018,16). Ancak bu araçlarm insanların kullandığı araçlara nazaran daha risksiz ve dolayısıyla daha güvenli olduğu açıktır. Bu da akıllı araçları savunmak için güçlü bir argümandır. Her işi insana göre daha kusursuz ve hatasız yapan makineler, doğal olarak insanlara göre daha iyi “sürücüler” olacaklardır. Plinius, kendi dönemi insanlarının özgürlüklerinden vazgeçişlerini haz dolayımın da açıklamıştı. Özgürlük haz uğruna vazgeçilebilen bir değer olduğu gibi güvenlik uğruna da kolaylıkla terk edilebilmektedir. Tarih, daha güvende olmak için vazgeçilen özgürlük örnekleriyle doludur. Dolayısıyla insanların inisiyatiflerini yitirme pahasına akıllı araçlara yönelmelerini garipsememek gerekir.
Baudrillard ise akıllı makinelerin ortaya çıkarılmasını farklı bir açıdan yorumlamıştır. Ona göre insanların özgün ve dâhi makineler düşlemelerinin nedeni, kendi özgünlüklerinden umudu kesip veya bundan vazgeçip üçüncü şahıs olan makineler aracılığı ile bu özgünlükten yararlanmayı yeğlemeleridir (Baudrillard, 2016, 56). Düşünmenin sadece teknik düşünme olarak kabul edilmesi durumunda kuşkusuz makineler insanlardan çok daha iyi düşünecektir. Heidegger ise düşünmenin teknik hale gelmesini, onun kamusal olanın diktatörlüğü altına girmesi olarak tanımlar. Böyle bir durumda her şey, insanın gündelik ihtiyaçları ve arzulan bağlamında anlaşılacaktır. Kamusal alan bu ihtiyaçları belirleyecek ve bunların nasıl karşılanacağına ilişkin parametreleri ortaya koyacaktır (Johnson, 2013,93). Teknolojinin egemen hale geldiği bir dünyada düşüncenin kendisi de teknik hale gelmektedir ve insan kendi ihtiyaçlarını dahi belirleyebilecek bir konumda bulunmamaktadır.
Fromm’un iddiaları, ihtiyaçların belirlendiği görüşünü destekleyecek türdedir. Fromm’a göre insanlar sadece üretim alanında değil, sözde özgür tercihlerini dile getirebildikleri tek alan olan tüketim alanında da yönlendirilmekte ve yönetilmektedir. İster yiyecek, giyim, içki tüketimi olsun isterse sinema ve televizyon programı tüketimi olsun her alanda tüketimin artması istenmektedir. Bireyin yeni mallara iştahını arttırmak ve bu isteği sanayinin en kârlı kanallarına yönlendirmek amacıyla güçlü bir telkin mekanizması devreye girmektedir. İnsan bu tür mekanizmalarla tek isteği daha çok ve daha iyi şeyler üretmek olan ebedi bir süt kuzusuna, ” tüketiciye dönüştürülmektedir (Fromm, 2018, 45-46).
Köleler sayesinde köle sahiplerinin ağır işlerden kurtulduğu gibi makineler sayesinde de makine kullanıcıları her tür işten kurtulmaktadır. Fromm’a göre ağır işlerden kurtulmak, “modern ilerleme”nin en büyük nimeti sayılmaktadır. Fakat bu durum sadece insan gücünün daha yüce ve yaratıcı işlere harcanması durumunda bir nimettir. Ancak gerçekte durum böyle değildir. Ağır işlerden kurtuluş, her tür fiili çabadan nefret etmeye, tam bir tembellik fikrine yol açmıştır. İyi bir hayat çabasız hayat olarak görülmüş, güçlü çabalar sarf etme gerekliliği bir bakıma Ortaçağ’a özgü bir durum olarak addedilmiş ve insanlar isteyerek değil de yalnızca gerçekten mecbur kaldıklarında sıkı çaba harcamaya başlamıştır. Yürümek “zahmet” i çekmemek için iki sokak ötedeki markete arabayla gitmek bunun günlük hayatta en sık rastlanan örneklerinden biridir (Fromm, 2017,46). Bu tembellik çocuklardan yetişkinlere, kentlilerden köylülere her kesim insanda görülmektedir. Geleneksel olarak yumurta, süt, peynir, yoğurt gibi ürünler üretmiş olan köylülerin büyük kısmı, bu ürünleri üretmeyi bırakmıştır. Artık köylülerin büyük kısmı bunları marketlerden tedarik etmektedir.
Fromm’un da belirttiği gibi aksi yöndeki sloganlara rağmen iyi beslenmiş, iyi bakılmış, insanlıktan uzaklaştırılmış, bunalmış sıradan insanı bürokratların idare ettiği bir topluma doğru hızla yaklaşıyor, makinelere benzeyen insanlar ve insanlara benzeyen makineler yaratıyoruz (Fromm, 2018, 47- 48). Alternatif edim imkânlarının olmadığı, insanların yapıp ettiklerinin sonuçlarını göremediği, bunlarla yüzleşip sorumluluğunu üstlenemediği, birey olarak iç muhasebede bulunarak ne tür bir fail olduğunu değerlendiremediği bir döneme girmiş bulunmaktayız. Yapıp ettiklerimiz biz onları ortaya koyduktan hemen sonra adeta bizden kopuyor. Bizimle çok az ilgisinin kaldığı bu edimlerin sonuçları dünyayı etkilerken, biz olan bitene bigâne kalıyoruz. Teknoloji sayesinde örneğin yerin yüzlerce metre altında bulunan maddeleri çıkarabiliyoruz fakat bunun doğa ve çevre halkı üzerindeki etkilerini tam olarak bilemiyoruz. Bazı tuşlara basmış olan kimseler ortaya çıkan sonuçlar üzerindeki rolünü kabul etmek istemiyor. Bu bakımdan bir şeyler yapan fakat yaptıklarının boyutlarından habersiz olan çocuklara benziyoruz. Bu nedenle özgürlük ve sorumluluk açısından birer çocuk seviyesine düştüğümüzü söylemek abartılı bir ifade değildir. Diğer taraftan her işimizi makinelere yaptırdığımız için kaslarımızı, aklımızı, yaratıcılığımızı ve duyularımızı yeterince kullanmıyoruz. Bu özellik ve yetilerimizi kullanıp yetkinleştiremediğimiz için bu açılardan köreliyoruz.
Makineler dünyasında insan özgürlüğünün çeşitli nedenlerle azaldığı açıktır. Belki de insanın kalan son özgürlük parçasını koruyabilmesi için yapması gereken, hayatına çoktan girmiş olan makineleri otorite sahibi olacak şekilde değil de karar alma aşamasında insana yardıma olacak şekilde tasarlamaktır. Makineler insanlara alternatifleri işaret edip insanların farklı seçeneklere açık olmasını sağlayabilirler. Veya herhangi bir seçeneğin olası sonuçlan konusunda onlara bilgi vererek her bir tercihin artı ve eksi yönlerini gösterebilirler. Böylece kişi, aldığı kararların bilincinde olup sonuçlarını üstlenebilecek konumda olabilir. Aksi takdirde her zaman iki nokta arasındaki en kısa yolu tercih edecek ve insana inisiyatif hakkı tanımayacak makineler insan özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır.

Sebile Başok Diş -Mekanikleşen Hayatta İnsan ve Özgürlük Sorunu,syf:117-136

5G hizmeti, yeni nesil kablosuz iletişim teknolojisidir. Mobil telefonların kullandığı hücresel ağlarda bulunan teknolojik altyapının yeni kurallar ile yeniden yapılandırılması da denebilir. Ayrıca dördüncü nesil teknolojinin yaklaşık 10 katı veri iletim hızı sağlamaktadır. Bu çerçevede radyo frekansları, işlemciler ve antenlerin kullanılma şeklinde yapılan değişiklikler ve kapasite yükseltici yeni eklemelerden de söz edilebilir.
Mobil iletişim sistemlerinde veri transferi radyo dalga boyundaki elektromanyetik dalgalar aracılığıyla sağlanır. Bugüne kadar mobil iletişim sistemlerinde kullanılan sinyallerin dalga boyu santimetre ölçeğindeydi. 5G teknolojisinde dalga boyu milimetre ölçeğinde olan (6-100 gigahertz frekans aralığında) sinyallerin kullanılıyor. Mobil cihazların sayısının her geçen gün artmasına rağmen kullanılan frekans aralıklarının aynı kalması yavaşlama ve bağlantıda kopma gibi sorunlara neden olur. 5G teknolojisinde sinyallerin daha önce mobil iletişim sistemlerinde kullanılmayan bir frekans aralığında olmasının bu sorunlara çözüm olabilir.
Mobil iletişim sistemlerinde aşılması gereken başka bir sorun gecikmenin azaltılmasıdır. Gecikme, verinin bir noktadan başka bir noktaya iletilmesinde geçen süre olarak tanımlanabilir. Sürücüsüz araç teknolojileri, otonom ve uzaktan kontrol sistemleri gibi alanlarda gecikmenin azaltılması hayli önemlidir. 4G’de gecikme süresi 30 milisaniye ile 50 milisaniye arasındaydı. 5G teknolojisinde ise gecikmenin 1 milisaniyeye düşürülebilir.
5G Teknolojisi Zararlı Mıdır?
Özellikle Avrupa ülkeleri 5G teknolojisine radyasyon yaydığı gerekçesiyle karşı çıkıyordu. Konunun uzmanı bazı firmalar ve bilim insanları, 5G teknolojisinin yaydığı radyasyon miktarının insan sağlığı için tehlikeli boyutlarda olabileceğini söyledi.
5G şebekesinin yaydığı frekansların zararı hakkında rapor hazırlayan International Commission on Non-Ionizing Radiation Protection (ICNIRP), yüksek frekansa maruz kalmanın insan sağlığına ciddi etkileri olacağını savundu. 5G’nin yaydığı radyasyon miktarının incelenmesi için ortak bildiri yayınlayan Uluslararası EMF (Elektro Manyetik Alan) Bilim İnsanları Kurulu’nda görevli 240’ı aşkın araştırmacı ise 5G ile birlikte insan ve hayvan sağlığının tehlikeye gireceğini savundu.
Tüm bunlara rağmen, elektromanyetik alanların insanlar üzerindeki sağlık etkilerini araştıran Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ise, elektromanyetik alanlardan kaynaklanan önemli bir halk sağlığı riskinin ortaya çıkmadığını belirtti.
Reading Üniversitesi bünyesinde görev alan Hücresel Mikrobiyoloji Doç. Dr. Simon Clarke, yaptığı açıklama ile birlikte bu iddiaların “tam bir çöp” olduğunu ifade etti. Açıklamasına “Bağışıklık sistemi yorulmak veya iyi bir beslenme düzeni uygulamamak gibi her türlü şeyle zayıflayabilir. Bu dalgalanmalar çok büyük olmasa da sizi enfekte olmaya açık hale getirebilir. Temelde radyo dalgaları fizyolojinizi bozup bağışıklık sisteminize olumsuz etkiler yansıtabilir. Ancak 5G radyo dalgalarının enerji seviyeleri çok küçüktür ve bağışıklık sistemini etkileyebilecek güçte değildir. Bu konuda çok çalışma var.” dedi.

Covid-19 Salgınının Sebebi 5G Mi?
Öte yandan 5G’nin Kovid-19 hastalığına sebep olduğu iddialarını komplo teorisi diye nitelendirmek gerekir. Çünkü 5G’nin Kovid-19’a sebep olduğunu ortaya koyan herhangi bilimsel bir çalışma henüz bulunmamaktadır.
Virüsün henüz tam olarak tespit edilemeyen bir canlıdan insanlara bulaştığına dair bulgular mevcut. Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’nin (CDC) internet sitesinde yer alan bilgiye göre deve, yarasa, sığır ve kedi gibi hayvanlarda bulunabilen koronavirüsler nadir de olsa insanlara geçebiliyor. SARS ve MERS hastalıklarına yol açan koronavirüsler de hayvanlardan insanlara geçmiştir.
Covid-19 virüsünün insan yapımı olmadığına yönelik bir kanıt da Nature Medicine’de yer alan bir makaleden gelmiştir. Scripps Araştırma Enstitüsü’nden Kristian G. Andersen, Edinburgh Üniversitesi’nden Andrew Rambaut, Columbia Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu’ndan W. Ian Lipkin, Sydney Üniversitesi’nden Edward C. Holmes ve Tulane Üniversitesi’nden Robert F. Garry’den oluşan araştırma ekibi, virüs yüzeyindeki sivri uçlu proteinleri kodlayan genetik dizileri analiz ettiklerini açıklamıştır.
Buna göre virüsün reseptörlere tutunmada kullandığı bu sivri uçlu proteinler insan hücrelerindeki belirli reseptörleri hedeflemede o kadar etkili ki mevcut teknolojinin böyle bir yapı oluşturması mümkün değildir.
Hacettepe Üniversitesi’nden Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’a göre 5G’nin veya başka bir teknolojinin bu virüsü ortaya çıkarmış olma ihtimali yok. “Radyasyonun bu şekilde bir mutasyona yol açması mümkün değil. Çünkü bu, radyasyon gibi bir etkenin bir gen parçasında değişiklik yapmasıyla çıkmış bir virüs değil.” dedi. Ayrıca “Bu koronavirüsün yüzde 81’i yarasa koronavirüsünden yani SARS virüsünden, yüzde 19’u da tamamen pangolin koronavirüsünden oluşan bir gen yapısına sahip. Yani bir laboratuvar ortamında ya da böyle bir teknolojik imkanla yapılsa içinde bunlar dışında genler de olurdu.” diye ekledi.
Bunların yanı sıra İngiltere’de Kanser Araştırma Merkezi (CRUK) 90’lı yıllardan 2016’ya cep telefonu kullanımının yüzde 500 oranında arttığını, buna bağlı olarak beyin tümörü vakarının da eskiye nazaran yüzde 34 oranında artış gösterdiğini açıkladı. Uluslararası Kanser Araştırma Merkezi ise cep telefonlarını 2011’de “kansere yol açabilecek etken” olarak tanımlamıştır.
Sonuç olarak 5G teknolojisinin insan, hayvan ve bitkiler üzerinde zararlı bir etkisi olmadığı gerekli kurumlarca test edilmiş ve onaylanmıştır. Ancak yüksek miktarda cep telefonu kullanımı son 5 yılda insanlarda beyin tümörü hastalığını yüzde 34 oranında arttırdığı kanıtlanmıştır. Sağlığımız için teknolojiyi ihtiyacımız kadar kullanmalı ve toplumu bilinçli hale getirmeliyiz. Günlük hayatımızın temelinde doğanın olduğunu unutmamalı ve doğa ile iç içe sürdürülebilir teknolojilerle birlikte hayatımızı daha sağlıklı ve verimli hale getirebiliriz.
“Teknolojiyi tümüyle yermek, tuzdan arındırılmış deniz suyu ile yeşeren bahçeleri görmezlikten gelmek, onu gözü kapalı övmek ise Hiroşima’yı unutmak demektir.”
Stuart Chase

Eğer bilgi miktar ve çeşitlilik olarak çoğalmaya başladıysa yeni oluşan alan, tema ve konularda yepyeni terimler de türetiliyor. Diğer yandan anlaşılabilir olmanın birinci kuralı, anlatırken, açıklama yaparken ya da yorumlarken sağlam biçimde tanımlı ve aynı veya benzer biçimde anlaşılan sözcük ve terimler üzerinden yol almaktır. Bu nedenle günlük kullanımdaki sözcüklerle oluşturulmuş “Yazılım Tanımlı Her Şey” terimini tanımlayarak başlamak uygun olur.
İleri düzeyde geliştirilmiş programlar tarafından denetlenen ve –fiziksel olana karşılık– sanal ortamda yapılandırılmış sistemlere “Yazılım Tanımlı Her Şey” adı veriliyor. Bu kavram bilişim alanında gelişen çok sayıda teknolojiyi aynı çatı altında toplar. Bu yeni kavramlardan yaygın olarak kullanılan iki tanesini “Yazılım Tanımlı Ağ” ve “Yazılım Tanımlı Veri Merkezi” olarak sayabiliriz. Yazılım tanımlı ağ kavramı, fiziksel donanımın yüksek niteliklere sahip yazılım sistemi tarafından ikame edildiği sanal ağlar ve bunların oluşturulmasına işaret eder. Yazılım tanımlı veri merkezi ise bir veri merkezi oluşturmak için sanal tekniklerin kullanılması ile ilgilidir. Bir başka benzer kullanım ise bilgi depolama sistemleri için geliştirilmiştir. “Yazılım Tanımlı Veri Depolama” kavramı fiziksel dağıtık depolama donanımının sanal depolama sistemleri ile ikame edilmesine ilişkidir.
“Yazılım Tanımlı Her Şey” terimi, bilişim ağırlıklı olmak üzere yeni teknolojilere ilişkin uygulamaları bir çatı altında toplayan bir düşüncedir. Yeni teknolojik (yazılım odaklı) literatürde bu kavram “sonraki büyük şey” olarak niteleniyor. Bu başlık altında bir ana işletim sistemi diğer işletim sistemlerini çalıştırma imkânına sahip olacak. Sanal bilişsel makineler ve sanal depolama ortamları geçmişte doğrudan donanım kullanılarak yapılan bilişim işlerini (donanımın görünmez hale geldiği) sanal dünyaya taşıyacak.

Bilgisayar sistemlerinden veya bilişimden söz ettiğimizde bunun donanım ve yazılım olarak iki ana unsurdan oluştuğunu söyleriz. Fiziksel olan donanıma karşılık yazılımı, elle tutulmayan ve insan düşüncesinin ürünü olan soyut unsurlar (programlama dilleri, işletim sistemleri, programlar, yöntemler, teknikler, belgeler vb.) olarak tanımlarız.
Daha genel söylendiğinde yazılım, insan deneyiminin kodlanmış biçimidir. Yazılım, iş yapma biçimlerini (know-how) tekrar kullanılabilir hale dönüştüren genelleştirilip soyutlanmış hale getiren iş yapma biçimidir. Bu karışık görünümlü tanımlamalardan çıkan somu sonuç; bir işletmenin yazılıma yatırım yapma isteğinin, gerçekte kendi beceri, yetenek ve yetkinlikleri ile verimliliğini yükseltme girişimi olduğudur.
Günümüzün iş fırsatları bir işletmeyi çepeçevre saran ekosistemde bulunur. Ama bu fırsatların değerlendirilmesi, işletmenin içinde mevcut olan beceri, yetenek ve yetkinlikler ile verimlilik sayesinde yapılacaktır. Yazılım bunların iyileştirilip geliştirilmesine katkı verdiğine göre çağdaş işletmenin kârlılığı, verimliliği ve büyüme başarısı yazılım teknolojisine sahip olması ile de ilgilidir.
Yazılım alanındaki gelişmelerin günlük olarak kullanılan ürünleri nasıl değiştirdiğini izliyoruz. Arabadan buzdolabına, cep telefonundan televizyona kadar pek çok alanda yazılım gömülü olarak yer alıyor. Çok yakında gömülü yazılım içermeyen ve İnternet aracılığı ile elektronik dünyaya bağlı olmayan ürün ya da eşya kalmayacak. Bu çerçeve örneğin makine üretiminde de yazılım ve otomasyon unsurunun oranının ve ağırlığının artacağını ifade ediyor. Yakın gelecekte bir uluslararası fuarda gizlice resmi çekilerek kopyalanabilecek makine teçhizatı kalmayacak. Çünkü sergilenen makinenin gerçek gücü onun içine gömülmüş olan yazılımdan kaynaklanacak. “Yazılım Tanımlı Her Şey” terimi, özetlenen bu türden bir dünyayı anlatıyor. Rekabetçi, kalıcı ve sürdürülebilir olmak isteyen işletmelerin bu gerçeği göz önünde bulundurmaları gerekiyor.

Bilişim teknolojisi (BT) ve ilgili alanlarda son yıllardaki gelişim giderek daha fazla veri ve yazılım eksenli olmaya başladı. Sensör (veri toplama) teknolojilerindeki gelişime bağlı olarak büyük veri, analitikler ile BT ürün ve hizmetlerinin daha yaygın tüketilebilir hale getirilmesi izlediğimiz yönelimler arasında yer alıyor. BT alanında son yılın çok konuşulan biri ise İngilizce sektörel jargonda SDE olarak kısaltılan “Yazılım Tanımlı Her Şey” oldu.
1980’li yıllarda kişisel bilgisayarların üretilmesi ile başlayan süreçte uzun bir zaman dilimi için donanım konusu yazılımın önünde yer aldı. Teknolojik gelişim açısından 1990’lı yıllara kadar yazılımdaki gelişmeler bir değişim görünümü yaratacak kadar etkili olmadı. 20’nci yüzyılın son on yılı ile başlayan dönem ise yazılımın yükselişine tanık oldu. Her ne kadar donanım alanında önemli gelişmeler olduysa da artık yazılım çok hızlı ve kolay uyum sağladı. Hatta yazılım ihtiyaçları yeni donanım unsurlarının geliştirilmesi için itici güç haline geldi. Sonunda geliştirilen yazılım araçları ve çözümleri, daha önce donanımla halledilen bazı çözümlerin yerini almaya başladı. Bu nedenle BT alanındaki yönelimlerden bir tanesi, örten çatı anlamına gelecek şekilde “Yazılım Tanımlı Her Şey” olarak isimlendiriliyor.

“Yazılım Tanımlı Her Şey (YTH olarak kısaltalım)”, yazılım tanımlı bilişim teknolojilerini tek bir başlık altında toplamak için kullanılan bir çatı isimdir. YTH, donanımla sağlanabilen otomasyonu yazılım ile gerçekleştirerek ilgili sisteme dinamiklik kazandırır ve maliyet düşürücü etki yapar. Bu çatı isim altında sanallaştırma ve hizmet sağlama işleri çerçevesinde ağ, depolama, veri merkezi ve çoklu işletim sistemi çalıştırabilme gibi hizmetler ilk sırada yer alır.
Son yıllarda BT alanında “hizmet olarak” şeklinde çevirebileceğimiz “as-a-service” ifadesi sıklıkla kullanılır oldu. Örneğin yazılımı satın almadan abonelik yoluyla yazılım kullanımı için “hizmet olarak yazılım (SaaS)” ya da bulut bilişim alanında aynı iş biçimi mantığıyla “hizmet olarak platform (Paas)” sıklıkla kullanılanlar arasında yer alıyor. Yazılımın donanım gereklerini daha fazla yerine getiriyor olması ile birlikte “hizmet olarak altyapı (IaaS)” şeklinde yeni bir terim daha türetildi. Herhangi bir işletim sistemi ile bir veri merkezine bağlanan kişi, aboneliği karşılığında oradaki çok uyumlu platform sayesinde programı işletme, verileri depolama ve ağ işlemleri gerçekleştirme imkânlarına sahip oluyor.

Sanallaştırma
“Yazılım Tabanlı Her Şey (YTH)”, kullanıcılara donanım hizmeti sunarken bunu sanallaştırarak yapıyor. Donanım sanallaştırmayı bir örnekle açıklayabiliriz. Bilgisayarınıza bağlı fiziksel bir yedekleme diski var ve dosyalarınızı oraya aktararak yedekliyorsunuz. Diğer yandan yedekleme işini İnternet üzerindeki bir yere de yapabilirsiniz. Bu yerin nerede, hangi işletim sistemi altında ve hangi fiziksel şekilde olduğunu bilmezsiniz. Yedeğinizi gönderirsiniz yerine gider, geri istersiniz size gelir. İnternet ortamındaki depolama imkânı sizin fiziksel diskinizin yerine size sanal disk hizmeti sunmuş olur. Bu hizmet için belli bir abonelik bedeli ödemeniz gerekir (gerekebilir). Sonuçta fiziksel bir disk almak yerine İnternetten sanal disk hizmeti alarak ihtiyacınızı tatmin edebilirsiniz. YTH kapsamındaki teknolojik hizmetler burada örneklenen özü içerirler.

Örneği geliştirelim. İnternetten satın aldığınız sanal disk asla dolmaz çünkü bu tür fiziksel donanım gerekleri bununla ilgilenen şirket tarafından halledilir. Kullandığınız sanal disk asla eskimez, demode olmaz çünkü bunun gereklerini de YTH hizmetini veren şirket yerine getirir. YTH hizmeti verilen kuruluş, mevcut teknolojisini biteviye yenilediği için daima yeni BT mimarileri ve uygulamaları deneyimleme fırsatlarına sahip olur. Aldığınız YTH sanal hizmeti konusunda ağ performansı ve güvenlik konularında fazlaca sorun yaşamazsınız çünkü hizmet sağlayıcı bunları da çözüyor olacaktır.
BT teknolojileri alanındaki gelişmeler günlük yaşamı ve iş dünyasını değiştirmeye devam edecek. YTH de bunun örneklerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor.
Gürcan Banger

Sınai üretimin dışında olanlar için değişim, günlük yaşamın nesnelerinden ibaret kalıyor. Değişimi tüketim maddelerinde, ev aletlerinde, kişisel cihazlarda veya bilişim ve İnternet gibi yaygın kullanımlı alanlarda hissediyoruz. Konunun imalat tarafına baktığımızda ise güncel üretim araç, teknik ve metotlarının 30-40 yıl önceki duruma göre fazlasıyla değiştiğini gözleyebiliriz. Teknolojik çalışmaların gelişimini izlediğimizde ve gelecek öngörülerine dikkat ettiğimizde 30 yıl sonrası gibi bir gelecekte dünkü ve bugünkü durumla kıyas kabul etmeyecek ölçüde bir değişime tanık olunacağını söyleyebiliriz. Mevcut durumu oluşturan üretim ortamları ve fabrikaların yerini görsel olarak tanınamayacak ölçüde yeni şartlar ve imkânlar alacak. Çok fonksiyonlu hesap makinelerinin sürgülü cetvellerini tarihin çöplüğüne fırlatıp attığı gibi –gerçekte hâlâ geçmişi temsil eden– bugünün imalat yöntemleri literatürü de çoktan geri dönüşüme gitmiş olacak.

Geleceğin İmalat İşletmeleri
Geleceğin başarılı firmaları, teknolojik geçmişi yaşatmaya çalışanlar değil; fiziksel ve fikri altyapılarını hızla değiştirme ve uyarlama becerisine sahip olanlar arasından çıkacak. Bunlar yeni teknolojilere gösterdikleri uyum sayesinde değişen küresel pazarlara ve müşterilere daha yakın olacaklar. İhtiyaç ve beklentilere daha hızlı cevap verebilecekler.
Çeyrek yüzyıl sonra ayakta kalmayı ve sürdürülebilir olmayı başaran işletmeler, şimdiye oranlar çok daha geniş ve çeşitlenmiş bir beceri havuzuna sahip olacak. Bu havuzu yüksek düzeyde nitelikli lider ve yöneticiler oluşturacak. Bu kişiler bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında ticari ve teknik uzmanlıkların bileşimi ile donanmış olacak. Bu noktada; geleceğin nitelikli insan kaynağının temel özelliğinin, değişimi çabuk kavramı ve hızlı uyum gösterme olduğunun vurgulanması gerekir.
Yeni insan kaynağının uyarlı olma ve uyum gösterme konusundaki istikrarlılığı, –araştırmadan geliştirme amaçlı inovasyona, üretim süreçlerinden tedarikçi ilişkilerine, pazarlamadan bakım-onarım hizmetlerine kadar– imalatın tüm boyutlarını kapsamak zorundadır. İstikrar gibi geleceğin bir başka temel olgusu da sürdürülebilirliktir. Geleceğin iş süreçleri ve bunlarla imal edilen ürünler kullanım sürelerinin bitiminde yeniden kullanıma, tekrar işlenmeye ve geri dönüştürülmeye uygun olacak. Benzer anlayışla; kapalı çevrimli sistemler enerji ile su israfını yok etme ve fiziksel atığı geri dönüştürme imkânları ile donatılacak.

Değişim ve Direnç
Bilimsel gelişmeler yanında teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak üretimin insan ve toplum yaşamındaki önemi giderek daha açık biçimde ortaya çıkıyor. Değişimi ve imalatın yaşamdaki yükselen değerini, sadece –bağnazlıkları ya da kendi ‘öz’ çıkarları nedeniyle– görmek istemeyenler görmüyor, anlamıyor. Elektronik ve yarıiletken teknolojilerindeki iyileşme ve gelişme her 18 ayda ikiye katlanırken, aynı zaman diliminde maliyetler de yarıya düşüyor. Biyoteknoloji geleceğin en değerli teknolojilerinden birisi olarak önemli gelişmeler göstermeye devam ediyor. Bu alandaki çalışmalar doğal yollarla elde edilen yeni ilaç ve aşı türlerini hedefliyor. Nanoteknoloji sayesinde önümüzdeki çeyrek yüzyıl içinde günlük yaşamımızın parçası olan eşyaların büyük değişime uğrayacağı anlaşılıyor. Bunlara daha pek çok başka bilimsel, teknolojik ve sınaî öngörüleri ekleyebiliriz.

Bilim ve teknolojinin yarattığı altyapı, geçmişte olduğu gibi gelecekte de insan ve toplum yaşamında önemli değişimlere neden olacak. Ne yazık ki, değişime uyarlanamayan ve kendinde gerekli dönüşümü sağlayamayanlar bir kez daha yaşam sahnesinden çekilecekler. İş dünyası açısından bakarsak değişimin çok sayıdaki bileşeni işletmeler açısından geleceği daha zor hale getiriyor. Belirsizliğin oluşumunda teknolojilerdeki hızlı değişime müşterilerin daha bilgili ve seçici hale gelmeleri eşlik ediyor. Önümüzdeki dönemde işletmeler, teknolojilerdeki ve pazar-müşteri yapısındaki değişimin yarattığı belirsizlikler ile baş edebilmek için geçmiştekine oranla daha çevik, hızlı, verimli ve bilgili olmak zorundalar. Geçmişte imalatın yönetilmesi, kalitenin sağlanması, maliyetin ve çevrim zamanının düşük tutulması önemli konular idi. Gelecekte bundan çok daha fazlası olacak. İmalatı yöneten güç çok daha büyük oranda pazarın eline geçerken, maliyetlerin düşük tutulması ve tedarik zincirinin yalınlığı işletmenin rekabet gücü göstergeleri arasında yerini koruyacak.

İmalatın Beklenen Geleceği
Geleceğin imalat teknolojisi türü ve yöntemlerini seçmede pazarın alacağı şekil birinci dereceden etkili olacak. Örneğin müşterilerin taleplerindeki değişimden kaynaklanan pazardaki ‘gelip geçiciliğe’ en hızlı ve iyi cevabı veren firmalar daha başarılı olacak. Bu nedenle işletmeler kendi iş yapma biçimlerini değiştirmek zorunda kalacaklar. Bu bağlamda kârlı ve sürdürülebilir kalmak adına piyasanın gerektirdiği hıza ve çevikliğe ulaşabilmek için uygun teknoloji ile yenilenmek gerekecek. Pazardaki yüksek hızlı ‘gelip geçicilik’, azalan kâr oranları ile yaşayabilmek için firmaların faaliyetleri üzerinde maliyet azaltma baskısını artıracak. İşletmelerin pazarda başarılı olmaları –en azından başarı kriterlerinden birisi, gelirlerini yükseltmede ve maliyetlerini düşürmede rakiplerinden daha iyi olmalarına bağlı gelişecek.
İşletmenin maliyet ekonomisi açısından bakıldığında kitlesel üretim sonucuna varılır. Diğer yandan müşteriler –başkalarınınki ile aynı olmayan– kendi beğeni, kültür ve şartlarına uygun ürünler satın almak istiyorlar. Bu ikili durum “kitlesel bireyselleştirme (müşteriye göre üretim)” denilen yeni bir çözüme yol açıyor. Firma açısından kitlesel, müşteri açısından özel olacak bir çözüm gerekiyor. Bu durumun geleceğin pazarını oluşturmada ilk elden etkili olacağı anlaşılıyor. Rekabet nedeniyle fiyatlar düşüyor; İnternet sayesinde müşteriler kaliteli ve ucuz ürünün bilgisine ve kendisine daha kolay ulaşabiliyorlar. Bu karmaşık durumun altından kalkabilmek için işletmeler, müşterilerin bilinen ve açıklanmamış ihtiyaçlarını daha yakından izlemek, inovatif ürün tasarımını geliştirmek ve ürünün fikir aşamasından pazara geçiş süresini kısaltmak zorunlar. Bunları başaramayanlar eskisine oranla daha hızlı yok olacaklar.
Geleceğin Karşısında
Yönetim alanında çalışan akademisyen Rita G. McGrath son kitabında mutlak rekabet üstünlüğünün artık kalmadığını, firmaların geçici üstünlüklerle yaşayabileceklerini söylüyor. Bu bağlamda “geçici üstünlük çağı” olarak isimlendireceğimiz bu dönemde ne türde stratejiler geliştirilmesi gereği üzerinde duruyor. Kalıcı veya geçici; sert rekabette sürdürülebilir olmak için bir işletmenin pazarlama fonksiyonunda olduğu kadar imalat alanında da üstünlükler geliştirmesi gerekiyor. Geleceğin giderek daha fazla belirsizleşen piyasa yapısı bir firmanın dikkat noktalarından birisinin imalatın geleceği olmasına işaret ediyor.
İmalat işletmeleri, kurumsal hedeflerini gerçekleştirmek üzere düzenlenmiş mühendislik sistemleridir. Müşterilerin ihtiyaç, istek ve beklentilerini üretmek üzere girdileri çıktılara dönüştürürler. Buna değer akışı adını veriyoruz. Teknolojinin gelişimine paralel olarak bu akışın öneminin daha fazla kavranmasıyla otomasyon sistemleri ile iş süreçleri yönetimi yazılımları öne çıkmaya başladı. Çünkü müşteriyi tatmin edecek değer yaratma sürecindeki sorunlar doğrudan işletmenin imalat fonksiyonuna yansıyor. Bu konuda günümüzde yaşanan sıkıntıların odak noktası, müşterilerin çeşitlenen ve hızlı değişen talepleri ile imalat fonksiyonunun değer yaratımını büyük ölçüde değiştiren teknolojik yeniliklerde oluşuyor. Daha bir başka söyleyişle; işletmenin imalat olarak değişen taleplere ve yeni teknolojilere uyumu giderek daha önemli hale geliyor.

İmalatçı Ne Yapabilir?
Değişim karşısında ayakta kalabilmenin yollarından birisi, işletmenin imalat fonksiyonunu standart hale getirmesinden geçiyor. Konunun ayrıntılarına girmeden bunun bir örneğini tek üretim hattında birden fazla model (hatta ürün) üretmek olarak söyleyebiliriz. Bu bağlamda standart imalat yaklaşımı operasyonel süreçlerin, parça esaslı stratejilerin, donanımın yerleşiminin düzenlenmesini etkileyecektir. Bu yaklaşım esnek üretim sistemi olarak isimlendiriliyor. Anlaşıldığı gibi; burada standart ürünlerden değil, imalatın bizatihi bir standart haline dönüşümünden söz ediliyor. Piyasadaki değişim talepleri karşısında güçlü olabilmek için –özellikle otomasyon ve robot teknolojilerinin kullanımı sayesinde- standart hale getirilmiş ürün reçetelerinden (ürün ağaçlarından) ve bir çatı tasarımdan yararlanılmaktadır. Buradaki amaç, fabrika içindeki sistemi değiştirmek için yeni yatırım ve harcamalara girmeden imalat sistemini esnek hale getirmek ve pazar-müşteri isteklerindeki çeşitliliğe hızlı cevap verebilmektir.
Esnek üretim sistemi, öngörülen veya beklenmeyen değişikliklere belli oranda da olsa uyarlanma tepkisi verebilen imalat sistemidir. Buradaki esneklik olgusu makine esnekliği ve rota esnekliği olmak üzere iki ayrı kategoride ele alınabilir. Makine esnekliği, sistemin yeni ürünler imal edebilme ve operasyonların sırasını (düzenini) değiştirebilme yeteneğini ifade eder. Rota esnekliği ise bir parçanın üretiminde birden fazla makineyi kullanabilme ve hacim-ölçek değiştirebilme yeteneğini anlatır. Esnek üretim sistemi yatırım, sağlam ön planlama ve nitelikli insan kaynağı gerektirmesi açısından bu çağın ve geleceğin endüstriyel durumunu simgeler. Düşen maliyetler, işgücü ve makine verimliliği, yükselen kalite, artan sisten güvenilirliği, azalan parça stokları, CAD/CAM sistemlerine uyumluluk ve kısalan işleme süreleri gibi üstünlükler sunar.

Değişen piyasa ve teknoloji şartları ile baş etme konusunda ilk ümit verici durumun, imalat ortamının (örneğin üretim hattının) birden fazla ürün ve/veya model işleyecek biçimde yapılandırılması olduğunu söylemiştim. Buna imalatın standartlaştırılması veya esnek üretim sistemi gibi isimler verebiliriz. Pazar ve müşterinin değişim ihtiyaç ve beklentilerine imalat ekseninde doğru cevapları vermenin bir diğer ihtimali, her seviyede süreçlerin toleranslarının düzenlenmesidir. Bununla ilgili kavramlar kalite, maliyet, miktar (hacim) ve ürünün çıkış zamanlamasıdır. Bu dört kavram, bir yanıyla müşteriyi tatmin etmek diğer yanıyla tüm imalat süreçlerini organize etmek açısından belirleyici rol oynar. Dolayısıyla üretim ortamında her süreci, makineyi, mühendisi, teknisyeni, mavi yakalıyı ve üretim yönetimi bilişimini ilgilendirir.
Sayılan dört göstergenin başarı kabul edilebilecek değerlere sahip olması için işletmedeki imalat akışını görmek, darboğazların farkında olmak ve bunların farkına varılabilmesini sağlayacak düzenlemeyi yapmak gerekir. Düzenleme sözcüğünden bir otomobilin gösterge paneli biçiminde otomatik hale getirilmiş bir fiziksel teşhir (gösterim) anlaşılmalıdır.

Hız ve Çeviklik
Eğer bugünden başlayarak geleceğin müşterisini tasvir eden bir motto bulmak istersek ulaşacağımız slogan “Hemen şimdi!” olacaktır. Gelinen noktada müşterinin tatmini, ürünün kendisi kadar ona erişim süresi ile de ilgilidir. Bu durum, karşımıza yeni bir problemi, iş yapma hızı konusunu getiriyor. Geleceğin işletmelerinin karar verme ve gerçekleştirmede hızlı, çevik ve cevap verici olmaları zorunlu hale geliyor. Geleceğin vaat ettiği fırsatlardan yararlanmak isteyen işletmeler kaçınılmaz biçimde hızlı olmak zorundalar. Değişen piyasa-müşteri taleplerine tatmin edici cevaplar verebilmenin başkaca bir yolu yok. Öyle ki, firmalar mevcut ihtiyaç ve beklentilere hızlı tatmin üretmenin yanında geleceğin (yeni) taleplerinin de neler olabileceği konusunda öngörüler geliştirmek ve bunlara hazırlanmak durumunda olacaklar. Sözü edilen bu hız, çeviklik ve cevap verme dinamizminin nasıl sağlanacağı ciddi bir sorudur. Genel hatlarıyla da olsa bu zor sorunun cevabı sürdürülebilir değişim yönetimi, yüksek tempolu inovasyon, bilgi paylaşımı, müşterinin durum ve ihtiyaçlarının öngörülmesi, gerçek zamanlı tedarik zinciri görünürlüğü olarak özetlenebilir. Günümüzde bilgi de aynen kalite gibi iş dünyasının ayrılmaz bir doğal gerçeği haline dönüştü. Geleceğin rekabet üstünlüğü sağlayacak temel ekseni ise hız ve çeviklik olacak.
Günün gelişmeleri, gelecekte kalıcı ve sürdürülebilir olmak isteyen imalat firmalarının öncelikle iş modellerini dönüştürmelerini öngörüyor. Bunun önemli adımlarından birisi, müşterinin hız, esneklik ve beceri gerektiren yeni türden talep ve beklentilerinin karşılanmasıdır. İşletmeler müşterilerin gelişen taleplerini hızla anlamak ve bunları tatmin etmek üzere yeni ürün ve hizmetleri pazara sunmak durumunda olacaklar. Bu arz, müşterinin özel beklentilerini karşılayacak biçimde çeşitlenmiş özellik, kalite ve fiyat şartlarında –sayısı birden fazla olan– küresel pazarlara doğru olmak zorunda.
Önemli bir konuyu vurgulamak gerekir. Yeni çağın imalat tarzı, gerçek anlamda talep üzerine üretilmiş kişiye özel nitelik taşıyacak. Bu yeni pazar-müşteri gerçekliği, işletme ölçeğinde değişikliğe neden olacak. Talep üzerine kişiye özel imalat için büyük üretim mekânlarının alternatifi olarak çok sayıda küçük fabrika ve atölyelerin oluşturduğu ağlara (küçük işletmelerden oluşan imalat ağlarına) tanık olacağız. Bu ağları oluşturan –ve üretici, dağıtıcı ve perakendeci özelliklerin bileşimine sahip olan– işletmeler dünyanın farklı noktalarında konumlanarak farklı türden işbirlikleri içinde çalışacaklar. İşletmelerin (dolayısıyla ağların) en önemli özelliği ise yerel ve bölgesel özel talebi karşılamak üzere son ürünleri kişiselleştirmeleri olacak.

İş Modelinin Dönüşümü
Teknolojideki gelişmeler yanında pazardaki değişimi izlediğimizde imalat işletmesinin iş modelinin dönüşümü gereği konusunda kuşkumuz kalmıyor. Bu dönüşüm, işlem (hareket) bazılı iş yaklaşımından gerçek zamanlı çalışmaya doğru olmak zorunda. Bu amaçla bilgi teknolojilerinin desteğine ihtiyaç var. Ayrıca daha dinamik ve işbirlikçi bir çalışma modeli için organizasyon şemalarının dikey hiyerarşilerinden kurtulmak gerekiyor. Bu yatay örgütlenme sayesinde pazarın ve müşterinin hızına erişmek mümkün olabilir.
İmalatın teknolojik olarak zorluklar yaşadığı 1970’ler öncesi dönemde iş olgusunun odak noktası işletmenin içinde idi. Bir başka deyişle; iş yapma başarısını işletmenin varlık, beceri, yetenek ve yetkinlikleri belirliyordu. Üretim, otomasyon ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeye bağlı olarak küresel ölçekte imalat sorun ve sıkıntıları büyük ölçüde aşıldı. İmalat alanındaki rahatlamaya kalite konusundaki ilerlemelerin eşlik etmesiyle her ürünün pazarı küresel hale dönüştü. Sonuçta da iş olgusunun odağı işletmenin dışına çıktı.

Bilimsel ve teknolojik gelişimler ile bunların ekonomik ve sosyal yaşamdaki yansılarına göre kısa-orta-uzun vade tanımları da değişiyor. Yere sağlam basarak tutarlı öngörü ve projeksiyonları 2020’li on yıla kadar götürebiliyoruz; daha sonrası ise bir gelecek kurmacası oluyor. İşletmenin ve imalatın geleceğine bakmaya çalıştığımızda 2020’li yıllara doğru mobilitenin yaygınlaşma eğilimini görüyoruz. Bir rapora göre 2020’lerde kişi başına İnternete bağlı cihaz sayısının 15’i aşacağı tahmin ediliyor. İş ortamlarında da mobil cihazlar, gerçek zamanlı iş modeline geçişin bir parçası olarak kritik konularda vazgeçilmez donanım haline gelecek. Başta pazarlama ve müşteri hizmetleri olmak üzere sosyal medya platformlarının pek çok kurumsal fonksiyonu yeniden tanımlayacağını söyleyebiliriz. Bu tür ortamlar işletme içi ve dışı işbirliği ile ortak çalışmanın zeminini oluşturacak. İletişimin çok yönlü, boyutlu ve derinlikli gelişimi “işe göre kendiliğinden oluşan takım” kültürünün gelişimine katkı yapacak. Bilişim altyapısı her an daha fazla yayılarak bulut bilişim üzerine kurulacak. Sensor (veri toplama) ve otomasyon teknolojilerindeki gelişime bağlı olarak büyük veri işleme tekniklerinin işletmelerde yaygınlaşacağı anlaşılıyor. Büyük veri işleme yaklaşımı pazarlamaya, müşteri ilişkilerine, ürün geliştirmeye ve gelecek öngörülerine yeni biçim verecek.

Geleceğin işletmesini bugünden başlayarak oluşturmak için öncelikle değişimin varlığını ve kaçınılmazlığını kabul etmek gerekiyor. Bugün değişime başlamak için doğru andır. Önümüzdeki dönem asla ‘olduğumuz gibi kalabileceğimiz’ bir zaman dilimi olmayacak. Durmaya, duraklamaya çalışan kaybedecek. Değişimi 10 yıl gibi aralıklarla incelediğimizde büyük farklılıklar göreceğiz. Ama değişimin kendisi zamanın olağan akışı içinde bir evrim niteliği gösterecek. Evrim eğilimi hâlâ bize stratejiler üretme ve planlama yapma –dolayısıyla işletme olarak evrimleşme– imkânı sağlayacak. Her işletmenin geleceğe hazırlanmak üzere kendi önceliklerini belirlemesi ve gelecek tasarımını hazırlaması gerekiyor. Bu, işletmeye farklılaştıracak olan bir değişim planı demektir. İnsan kaynağının nitelikli hale getirilmesi, dinamik takım çalışması kültürünün oluşturulması, işletmenin hız – çeviklik – esneklik yeteneklerinin geliştirilmesi, küresel ürünün yerelde kişiselleştirilmesi, yerel ve küresel ağlara dâhil olunması, müşteri deneyimi ve tedarik zinciri görünürlüğü gibi unsurlar değişimin zaman planı içine yerleştirilmelidir.

Yeni teknolojiler, niteliksiz insan gücünün birim üretim içindeki oranını düşürecek. Buna karşılık nitelikli ve donanımlı çalışanın önemi ve değeri yükselecek. Bu nedenle nitelikli insan kaynağının bulunması ve işletmede kalıcılığının sağlanması gelecek tasarımının önemli unsurlarından bir diğeridir.
Mobilite, bulut bilişim, kurumsal kaynak planlama yazılımları (ERP), sosyal medya platformları, işin –firmaya uygun biçimde– ağ ve İnternet ortamına taşınması geleceğin işletmesi için bugünden yarına olan ödevleridir. Bunların her biri yatırım, eğitim ve kültürel değişim gerektirir.
Bilimin, teknolojinin ve küresel ölçekli yönelimlerin oluşturduğu sonuçlarla dünya ekonomisi çok boyutlu olarak yeni bir döneme doğru yol alıyor. Her ne kadar değişim evrimleşme şeklinde gelişse de; geçtiğimiz 10 yıl öncesinden çok farklı bir iş dünyası gelişiyor. Kalıcı, sürdürülebilir ve katma değerli olmak isteyen işletmelerin bu yeni dünyaya hazırlanmaları gerekiyor. İlk adımı atmak için yarın geç olabilir.
Gürcan Banger

Eskiden işlerin, mesleklerin, ürünlerin ve hizmetlerin sürekliği vardı. Berberin yanında çırak olup kalfalığa ve ustalığa terfi ederek ve kendi işyerinizi açarak yaşamınızı kazanabiliyordunuz. Mahalle bakkallığı, saat tamirciliği ya da terzilik de böyleydi. Sürekli yeni bir şeyler bulmanız, geliştirmeniz gerekmiyordu. Rekabet bu denli sert değildi; hammadde olarak ne bulup bulamayacağınız belliydi. Toplumu veya yaşam çevresini etkileyen büyük afetleri saymazsanız daha yavaş ama daha istikrarlı ve daha güven veren bir iş dünyası vardı. Sonra iletişim, ulaşım ve ticaret gelişti. Rakipler arttı. Üretim teknolojik olarak kolaylaştı. Ürün kopyalama imkânları arttı. Müşteriler daha bilgili ve seçici hale geldi. Biteviye yeni şeyler düşünmemiz gerekmeye başladı. Bilişim, iletişim, İnternet, ar-ge, ür-ge, inovasyon ve tasarım gibi kavramlar günlük yaşantımızın sıradan unsurlarına dönüştü. Artık daha fazla düşünmemiz gerekiyor. Daha hızlı, çevik ve akıllı olmak zorundayız.

Düşünme Becerisi
Bugün geçmişe oranla farklı bir dünyada yaşıyoruz. Eğer firmamızın piyasa liderliğini, pazar payını, kalıcılığını, sürdürülebilirliğini veya değer yaratma yeteneğini kaybetmesini istemiyorsak inovasyonu iş yaşamımızın ayrılmaz bir unsuru haline getirmemiz gerekiyor. Yeni bir şey bulmak anlamına gelen yaratıcılık veya mevcut olanda katma değerli olan bir yenilik yaratmak anlamına gelen inovasyon – her ikisi de daha nitelikli düşünme yöntemleri, teknikleri ve araçlarını zorunlu kılıyor. Düşünme becerilerimizi geliştirmeliyiz. O zaman karşımızda “Sürekliliği olan, güçlendirilmiş düşünce nedir?” ve “Nasıl gerçekleştirilir?” gibi sorular var demektir
Soruna Yaklaşım
Kendi yaşamınızı, iş dünyasında karşılaştığınız durumları göz önüne getirin. Bir sorunla karşılaştığımızda yaptığımız ilk şey, konuya nokta sorun halinde bakmaya çalışmaktır. Onun başka unsurlarla bağlantısı olabileceğini dikkate almadan sorunu gidermeye çalışırız. Bu bakışın ana fikri, görünen sorunu görünmez hale getirmektir. Buna kısaca sorunu gidermek diyebiliriz.
Hâlbuki karşılaştığımız sorunun muhtemelen başka ilişkileri ve bağlantıları vardır. Sonuç olarak ortaya çıkmış bir görünür sorun olabilir. Örneğin pantolon üreten bir atölye düşünün. Çok sayıda hatalı ürün ortaya çıkıyorsa ilk akla gelen, hatalı ürünleri ayıklamak ve düzeltmek üzere bir son kontrol birimi ve onarım birimi kurulmasıdır. Böylece hatalı ürünler satışa sunulmayacaktır.
Pantolon atölyesindeki değer zinciri incelendiğinde; satın alınan hammaddenin hatalı olduğu, kumaş kesim ya da dikiş bölümlerinden kaynaklanan hataların bulunduğu görülebilir. Bu noktalardaki yanlışların düzeltilmesi (yani hata kaynaklarının ortadan kaldırılması) ürünlerin son noktaya kaliteli olarak gelmeleri sonucunu doğuracaktır. Bu örnekle özetlenen yaklaşıma hatayı gidermek yerine hatanın kaynaklarını ortadan kaldırmak denir. Aynı şekilde daha kapsamlı çalışmalarla (henüz bir sorun oluşmamış olsa bile) muhtemel hata kaynakları da yok edilebilir.
Böyle bir düşünce sistemi, bir probleme nokta sorun olarak yaklaşmamamız gerektiğini söyler. Sorunu büyük bir sistemin bir parçası olarak görmek gerekir. Bir sistem unsurlardan ve onların arasındaki ilişkilerden oluşur. Bağlantılar nedeniyle bir unsurdaki sorun yaratma potansiyeli sistemin diğer noktalarına yayılma özelliği gösterir. Sorunu bu bütünsellik içinde görmek ve çözüm için ihtiyaç duyulan kapsamlı öngörüyle yola çıkmak aynı zamanda sistemi daha iyi öğrenmeyi de beraberinde getirecektir. Böyle gelecekteki sorunlar, iyileştirmeler ve geliştirmeler için bir görüş elde edilmiş olacaktır.

Deneyime Kilitlenmek ya da Soyut Düşünebilmek
Sistem, bileşenlerden ve bunların arasındaki ilişkilerden oluşan bir bütündür. İlişkiler (bağlantılar) nedeniyle bileşenlerden birinde oluşan değişikliğin (olayın) etkileri, diğer bileşenlere yansır. Bu durum, her türlü sistemin doğasının bir parçasıdır. Çoğu zaman sistemin bileşenleri ve ilişkileri öylesine karmaşıktır ki, sistemi tam olarak anlamak, açıklamak veya sonraki davranışını öngörmek kolay olmaz. Bu olgudan çıkaracağımız bazı sonuçlar var. Örneğin sistemdeki bir sorun için üretilen her çözüm, (büyük ihtimalle) yeni sorunlar yaratır. Her çözüm, sistemin çevresine ve geleceğine etki eder. Sistemin mevcut durumunu ve karşılaşılan bir sorunu anlamak ve çözmek için geçmişini bilmek gerekir.
Yukarıda hızlı biçimde özetlediğim genellemeler, bize sorunun ‘sadece kendisi’ olmadığını söylüyor. Sorun; anlama, açıklama ve çözme yolunda sistemin bütününü anlamayı gerektirir. Bir başka deyişle; bir sorun varsa ilgilenilmesi gereken, daraltılmış bakışla sadece sorunun kendisi değildir; sistemin bütününe ‘bakmak’ gerekir. Soruna ve sisteme bakarken de; sistemle ilgili geçmiş deneyimimizle yetinemeyiz. Neden?
Pek çok kişi, deneyimi birebir ‘ezber’ olarak anlar. Deneyimi ezberlemek, kendi içinde her şart altında benzer sorunun aynı çözümle halledileceği varsayımını barındırır. Hâlbuki her deneyim, genelleme ve soyutlama yoluyla bir derse dönüşmelidir. Eğer deneyimden gerekli dersi çıkaramıyorsak bu durum, sonuçta ezber, dolayısıyla düşünme kilitlenmesine neden olur. Özetle deneyim özümsenmeli; ama asla ezberlenmemelidir.

Deneyimci Düşünme, Soyut Düşünme
Deneyim ezberinden kök bulan deneyimci, düşünmenin en bilinen türlerinden biri konuya özgü düşünme türüdür. Bu düşünme tarzında, kişi önceden bilinen çözümler ve kavramlar çerçevesinde kalmaya çalışır. Karşılaştığı durumu aşmayı ya da sorunu çözmeyi önceden edindiği konuya özel deneyime benzetmeye çalışarak dener. Özel şartlara göre yararlı da olabilen bu yaklaşım, çoğunlukla küçük iyileştirmelerden daha fazlasının elde edilmesini sağlamaz. Soyut düşünme becerisi ise öncelikle geçmiş deneyimin yarattığı psikolojik ataletten ve ‘at gözlüğünden’ kurtulmayı amaçlar. Ezberlenmiş varsayımları, ön kabulleri ve geçmişin özel şartlarını aşmaya çalışır. Soyut düşünme becerisi ile karşılaşılan sorunun yeni bir zihinsel platforma taşınması ile çözüm aranır. Soyutlaştırma sayesinde birbirinden çok farklı konular arasındaki ilişkileri görmek mümkün olur.
Çatışan ve Uzlaşan Çıkarlar
Yolculukların kişi üzerindeki en ciddi baskı unsurlarından biri, bagaj konusudur. Küçük bir bavul almayı düşünürseniz, bu durumda tüm istediklerinizi (ya da ihtiyacınız olan eşyayı) yanınızda bulunduramayacaksınız demektir. Büyük bir bavul ise (hangi yolla giderseniz gidin) taşıma sorunları yaratacaktır.
Böyle bir sorunu çözmek için iki yol tercih edebiliriz. Bunlardan biri ödünleşme (taviz verme) yoludur. Küçük bir bavulun alabileceği (kullanım zenginliğini azaltan) az eşyaya razı olabiliriz. Böylece taşıma konusunda daha rahat olabileceğiz. Benzer bir mantıkla taşıma engellerini dikkate almadan daha büyük bir bavul tercih edebiliriz. Taşımada zorlanacak olmakla birlikte, kullanım açısından daha fazla eşya seçeneğimiz olacaktır. Az eşyayla küçük bavul veya taşıma zorluklarıyla büyük bavuldan hangisini seçerseniz seçin; ödünleşme (karşılıklı taviz verme) yolunu benimsemiş olacaksınız. Bir başka deyişle; karşılaştığınız ikilemi uzlaşma yoluyla çözeceksiniz.
Sıklıkla karşılaştığımız bu örnek, sorunu çözmenin daha radikal bir yolu olabilir. Eğer bagaj taşıma konusunda (kargo gibi) hizmet veren bir firma varsa, oraya telefon edip bagajımızın evden teslim alınıp gideceğimiz yere ulaştırılmasını sağlayabiliriz. Böyle bir hizmeti veren bir seyahat şirketi mevcutsa onu tercih etmemiz için de bir neden oluşturacaktır. Bu yeni durum, bavul büyüklüğü, eşya miktarı ve taşıma zorluğu konusunda oluşan sıkıntıyı aşan radikal bir çözümdür. Örneği özetlersek; bir sorunu çözmek için karşımızda ödünleşme (taviz verme) yolu veya radikal çözüm yolu gibi iki seçenek bulunabileceğidir. Sorunlar karşısında çözüm ararken kullanabileceğimiz yaklaşım, mevcut şartları ve ödeyeceğimiz bedeli dikkate alarak uzlaşmacı veya radikal düşünme olabilir.
Çatışma ve Fırsat
Yukarıdaki örnekten indirgenebileceği gibi; yaşamda önemli fırsat kaynaklarından biri çatışmalardır. Taşıma zorluğu ve seçenek zenginliği arasındaki çatışmayı, doğru kavrayan bir seyahat firması yolculara evden eve bagaj taşıma konusunda hizmet sunarak bir farklılık (ek müşteri memnuniyeti) yaratabilir. Konunun özü şudur: Çatışmaların ortaya çıkışı ve varlığı, teknolojik sistemler başta olmak üzere iş dünyasında büyük sıçramaların kaynağıdır. Aynı sistemde çatışan iki unsurun (örneğin talebin) varlığı, farkına varabilenler için yeni fırsatlara yol açabilir. Çatışma üzerine kurgulanmış radikal (devrimci) düşünme, geçmiş yüzyılların düşünürleri Kant, Hegel ve Marx’ta temel bulur. Diyalektik olarak isimlendirilen bu yaklaşıma göre, tez ve anti-tez arasındaki çelişki (çatışma) daha üstün bir düzeye yol açacak yeni durum ile çözüme ulaşır.
Ödünleşmeci Düşünme
Otomobil üreticisi Ford şirketinin kurucusu olan Henry Ford için anlatılan –söylediği kuşkulu da olsa– bir anekdot var. Ford “Eğer” diyor, “insanlara sorsaydım, onlar dört atlı daha hızlı bir araba isterlerdi.” Bir atlı arabanın hızı, arabayı çeken atların en yavaşının hızına bağımlıdır. Arabaya daha iyi atlar bağlayarak hızı artırabilirsiniz; ama her durumda bu küçük bir iyileştirme olacaktır. Atlı araba yerine otomobil kullanmak ise ulaşım ve taşıma sorununu radikal biçimde çözen bir yaklaşımdır. Ama her zaman (eskiyi atıp yerine yeniyi koyan) radikal çözümler kullanmamız mümkün olmaz.
Özellikle insan topluluklarını ilgilendiren ve etkileyen konularda uygulanacak düşünme tarzı uzlaşmaya yatkın olmalıdır. Katılımcılığı dikkate alabilen bir ödünleşmeci (tavizci) düşünme tarzı, uzlaşmayı sağlayarak bir ortak paydada buluşulmasına yol açar. Ödünleşmeci çözümler, çoğu zaman bir sorunun tam olarak çözülmesini sağlamaz. Sorun görece hafifler; ama içten içe gelişimini sürdürmeye devam eder. Açık çatışmaya döndüğünde ise radikal düşünme zamanı gelmiş demektir.

Bilgi ve Yenilik
İnsanın öğrenme tarzı; gözlemler yapmak, bunlar arasında ilişkiler kurarak soyut bilgiye ulaşmak şeklindedir. Dolayısıyla kişi tarafından çok sayıda seçeneğin izlenmesi, bu sürecin zenginleşmesi anlamına gelir. Gözlem diye tanımladığım faaliyet, veri edinmenin her türlüsü olabilir. Bunlar görme, duyma, dokunma, koklama veya tat alma gibi duyularla algılananlar olabileceği gibi; okuyarak ya da insanın zihinsel becerileri ile üretilerek elde edilenler de olabilir. Çok basit olarak söylersek, kıyaslayarak öğrenen insan için çok sayıda gözlem çok sayıda karşılama ve soyutlama fırsatı anlamına gelir; bu da bilgi ve deneyim zenginliği yaratır.
Farklılık yaratan inovasyonların, çoğunlukla kurum ve kuruluş dışı bilgiden kaynaklanması şaşırtıcı değildir. Tarihi incelediğimizde; büyük buluşlara ve yeniliklere imza atan kişilerin tümünün adeta bilgi açlığı duyanlar olduğunu görürüz. Bu insanların bir başka özelliği ise kendilerini tek bir alana ‘hapis etmemiş’ olmalarıdır. Çok değişik alanlardan elde ettikleri bilgileri, birbirilerine eklemleyerek ya da birbirileri ile karşılaştırarak kullanırlar. (Farklı bir alana ait bir bilginin bir başka alana uygulanmasının yatay inovasyon dediğimiz yenilik türüne yol açtığını hatırlayın.)
1694-1778 yılları arasında yaşamış olan Fransız yazar, tarihçi ve düşünür Voltaire’in 6814 kitaptan oluşan kütüphanesinden söz edilir. Bu kitaplardan 2000 dolayında olanında, kendi el yazısı ile düşülmüş notlar bulunuyor. Voltaire’in Château de Cirey’de Marquis de Châtalet’in himayesinde yaşadığı yıllarda, Markiz ile birlikte topladıkları 21.000 kitabın olduğu belirtiliyor. Başta elektrik ampulü olmak üzere çok sayıda buluşun sahibi olan Amerikalı mucit Thomas Edison’ın (1847-1931) kütüphanesi ise 10.000 kitaptan oluşmakta.
İlginç bir diğer örnek de 781-868 yılları arasında yaşamış ve biyoloji, zooloji, tarih ve psikoloji konularında çeşitli bilimsel eserler yazmış olan Arap bilgini El-Câhız’ın yaşamına ilişkindir. El-Câhız yoksul bir kişi olduğu için çoğu zaman kitap almaya parası yetmezmiş. Bunun yerine kitapçıyı gece süresince kiralar, dükkânı kendi üzerine kilitletir ve tüm gece boyunca mevcut kitapları inceleyerek, araştırmalar yaparmış.
Çeşitlilik, başka alanlardaki çözümleri görerek yenilik yaratmanın önemli eksenlerinden biridir. Farklı alanlardaki bilgiler arasında yapılan kıyaslama, eşleme ve eklemlemeler sayesinde eşsiz yenilikler üretmek mümkün oluyor. Özetle; düşünsel çeşitlilik yeniliklere, buluşlara ve yaratılara giden yolu aydınlatıyor.
Ezberi Unutmak
Büyük kabul edilen bir problemi çözmenin yaratıcı yolunun sıklıkla ezberi unutmak ve yapılandırılmamış düşünmeye yönlenmek olduğuna inanılır. Bu kabulde; deneyimin yanıltıcı dehlizlerine dalmamak veya tekniklere ‘tutsak olma’ yanlışına düşmemek açısından doğruluk payı olduğunu söyleyebiliriz. Bazı sorunlara bildiğimiz her şeyi unutarak ve yapılandırılmış düşünme tarzından uzaklaşarak konuya yaklaşmak çözücü olabilir. Ama bu yolla halledilebilen sorunlar, çoğunlukla küçük ölçekli problemlerdir.
Yüksek düzeyde karmaşıklığa sahip sorunları çözmek için problem çözme sürecinin yapılandırılması ve duruma uygun bir yol haritası çıkarılması uygun olur. Doğru düşünme tarzı; sezgisel yollarla yapısal yöntem, teknik ve araçların akılcı biçimde eklemlenmesini gerektirir. Asla unutmamamız gereken hassas nokta; sorunun çözümünün, problemin karakterine ve ölçeğine bağlı olduğudur.
Resmin Tümünü Görmek
Günümüzde bilgisayar ortamında hesap tablosu yazılımlarını kullanarak yaptığımız işler, bunlar var olmadan önce kâğıt-kalem marifetiyle elle yapılıyordu. Karmaşık hesapları yapabilmek ve sayılar curcunası arasından sezgisel yollarla ilişkileri keşfedebilmek, bir ‘sanat’ kabul edilirdi. Bugün ise bu işleri yapmak için gelişmiş donanımlara ve yazılımlara sahibiz. Söz konusu amaca yönelik olarak çok sayıda, yöntem, teknik ve araç geliştirildi.
İş dünyasında da benzer gelişmeler oldu. Son yüzyılda işletme, üretim, satış ve pazarlama yönetimi konusunda çok sayıda yaklaşım geliştirildi. Bunlardan bazılarının uygulama konusunda katı kuralları var. Pek çok sürecin kurallara bağlanmış olması yaratıcılığın ve düşünmenin önemini ortadan kaldırmadı. Önemli olan; yöntemleri, teknikleri ve araçları akılcı düşünme ile birlikte doğru biçimde eklemleyebilmeyi başarabilmek.
Örneğin stratejik planlama süreçlerinde sıklıkla kullandığımız GZFT (SWOT) isimli bir teknik var. Bu teknikten elde edeceğiniz sonuçlar, tümüyle sizin onu nasıl kullandığınıza bağlıdır. Hiçbir teknik ona eklemlenmiş akıldan daha fazlasını kendiliğinden üretmez. Bu nedenle yaratıcı düşünme ile insanın kendi becerilerinin birbirine vizyoner biçimde eklemlenmesi gerekir. Örneğin akıldan arındırılmış bir GZFT seansı; sadece ön kabulleri, takıntıları, saplantıları ve korkuları kural haline getirir.

Problem Üstüne Problem
Evrimleşmenin mekanizmalarını anlamak, yeni fikirler üretmek açısından önemlidir. Örneğin bir ürünün evrimleşme sürecini anlayarak izlemek, yeni fikirlerin geliştirilmesi ve yaratı sürecinde doğru kararların verilmesi bakımından son derece öğreticidir. Örneğin otomobilin, telefonun ya da İnternetin ilk çıkışından günümüzde ulaştığı noktaya kadar gelişim aşamaları, bir tohumun nasıl bugünkü ağaca dönüştüğünü anlamamızı sağlamak yanında düşünsel deneyim ve beceri kazandırıcı olacaktır.
Teknolojik bir ürünün ilk çıkışında genelde görece büyük bir hacim, düşük performans ve az sayıda ayrıntı görüyoruz. Zamanla ürüne ilişkin parçalar ve bunların arasındaki bağlantılar artıyor ve karmaşıklaşıyor. Daha sonra ise bir yalınlaşma sürecine giriliyor. Teknolojinin katkılarıyla birlikte fonksiyonlar artarken ürünle ilgili detaylar daha akılcı ve kullanımı kolay bir şekle dönüşüyor. Otomobilde, telefonda, İnternette ya da bilgisayar donanımlarında da aynen böyle oldu.

Yaratıcılığı Geleceğe Taşımak
İnsanın yaratıcı tahayyül açısından en verimli olduğu dönem yaklaşık 20 küsurlu yaşların ortalarına kadar sürüyor. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde kişi, fantastik hayal gücünü daha etkin geliştiriyor ve kullanıyor. Şöyle bir örnek hatırlıyorum. İlköğretimin ilk birkaç yılında bir sınıftaki öğrencilere “Kim şarkı söyler?” diye sorsanız çok sayıda el kalkar. “Kim resim yapar?” dediğinizde de benzer bir durumla karşılaşırsınız. Bir lise son sınıfına girip aynı soruları sorarsanız ürkek biçimde kalkan birkaç elden fazlasını göremezsiniz. Sanki ilköğretimin ilk yıllarında bildiğimiz şarkı söylemeyi ya da resim yapmayı lisenin son yıllarına doğru unutuyoruz. Bir yetişkin olduğumuzda ise hiç mi hiç hatırlamıyoruz.
Yetişkinler olarak sosyal ve ekonomik yaşama daha fazla dâhil olduğumuz yıllarla birlikte fantastik düşünme ve hayalci tasarım becerileri yaşamımızdan siliniyor. Muhtemelen bunları yok etmemizin ‘doğru’ olacağı öğretiliyor. Çocukluğun özgürlük günlerinden yetişkinliğin tutsaklığına ayıpçı ve yasakçı makamlarına ‘terfi’ ediyoruz. Çocukluğun üretkenliğini ve yaratıcılığını geleceğe taşıyıp kendi farklılığını koruyabilenlerin sayısı pek fazla değil.
Farklılıklar ve büyük değişimler bazılarımızı korkutur. Bunda bir problemin ya da değişimin peş peşe başka problemlere veya değişikliklere yol açacağı düşüncesi hâkimdir. Hâlbuki bir problemin veya değişim ihtiyacını varlığı, yaşamı oluşturan unsurlardan herhangi birinin mevcudiyeti kadar olağandır. Problemler veya değişiklikler karşısında cesareti kaybetmek yaşama sevincini yitirmek gibidir. Her çözüm adımı yaşam sevincimizi ve enerjimizi artırıcı etki yapar. Yaşam her şart altında özgür düşünmeye veya cesaretle geleceğe ilerlemeye değer güzelliktedir.

Ne Düşündüm, Ne Anladın?
Düşünmek insanı değerli yapan önemli becerilerden biridir. Ama el sanatı benzeri beceriler gibi bazı doğal ve sonradan edinilmiş özelliklerin olmasını da gerektirir. Bir ağacın altına oturup ya da kanepeye uzanıp veya masada başını ellerinin arasına alıp başıboş akıl gezdirmelerden de farklıdır. Düşünmek; bir makale yazmak, bir araştırma yapmak ya da yemek pişirmek gibi bir sistemli düzen gerektirir. Aksi halde denizin hemen dibinde kumlara yazılan yazılar gibi kolaylıkla silinir, unutulur gider. Düşünmek ve bu şekilde ürettiklerimizi bir mantıksal düzene koymak, düşüncelerimizi iletmek için ilk adımdır. Yeterince olgunlaştırılmamış bir düşünce iletildiğinde beklenen sonucu oluşturmaz.
Düşündüklerimizi herhangi bir ortamda iletebilmek için onları sözcüklerle ilişkilendirmek gerekiyor. Hiç kuşkusuz; duygu ve düşüncelerimizi resim, müzik, heykel veya pantomim gibi sanat dallarından yararlanarak da aktarabiliyoruz. Ama iletişimin hâlâ en önemli şekli sözcükler üzerine kurulmuş halde. Bu nedenle düşüncelerle sözcükler arasında gerekli eşlemeyi yapabilmek lazım. Düşüncelerle sözcükleri eşlemek de iletişim açısından ihtiyaç duyulan zemini oluşturmuyor. Neyi ne kadar söylemek istediğimiz, oluşturduğumuz düşünce ve sözcük kümelenmeleri bir süzgeçten geçirmemizi gerektirebiliyor. “Şunları şöyle söylemeli” dediğimizde dünya, yaşam ve çevremizle ilgili algılarımız bir filtre işlemi yaparak söyleyeceklerimizi söze ya da yazıya dökmeye hazır hale getiriyor.

Karşımızdaki Filtreler
Sadece düşüncesini sözlerle aktarmak isteyen kişinin filtreleri yok. Karşımızdaki insanın da yaşam çevresinden, geçmiş deneyiminden veya algı modelinden kaynaklanan filtreleri var. Muhtemelen onun duymak istedikleri var. Bunlar da iletilen sözün alındığı noktada farklı biçimde algılanmasına neden oluyor. Kaynak tarafından verilmek istenen mesajın hedefte farklı anlaşılması, karşımızdaki kişinin işitme, algılama ve anlama becerileri ile çok yakında ilintili. Sözün iletilmesi ile birlikte yeni bir düşünme süreci de (karşı tarafta) sözün alıcısında başlıyor. Onun ne anladığını sanması (düşünmesi) iletişimin farklı ve ilginç bir boyutunu oluşturuyor.
Söz değerlidir. Onun değerini içerdiği duygu ve düşünce belirler. Ama söz de yerinde ağırdır. Karşıya iletildiğinde onu taşıyan kanalın özelliklerinden dolayı değişime ve dönüşüme uğrayabilir. Ne anlaşıldığını doğrulamak gerekir. Bu nedenle iki nokta arasında meydana gelen olaya, çift yönlülüğe işaret etmek üzere iletişim adını veriyoruz.
“Communication Skills For Managers” isimli bir kitap yazmış olan Sayers, Bingaman, Graham ve Wheeler bu çift yönlülüğü şöyle ifade etmişler: “Etkili iletişim iki yönlü bir süreçtir; bir verici ile bir alıcı arasındaki düşünce alışverişidir. Her bir tarafın bu sürece katılımı geçmiş tecrübeler, değerler, ihtiyaçlar ve duygulardan çıkan kişisel algılamalara dayanır.”
Gürcan Banger

Hayatta hiç hata yapmamış birisi zaten hiçbir işe başlamamış demektir.


Eski zamanları gözünüzün önüne getirin. Eğer okuduğunuz günlük gazeteden şikâyetçi iseniz, geribildirim olarak yayının yetkilisine mektup yazabilirdiniz. Memnuniyetsizliğinizi, malum gazeteyi satın almaktan vazgeçerek gösterebilir; satışın bir kişi azalmasına neden olurdunuz. Ortalık yerde bulunabilen bir gazeteyi okumaktan vazgeçtiğinizde ise, bu tepkiden muhtemelen sizden başka hiç kimsenin haberi olmazdı.
TV kanallarından birinde sizi rahatsız (veya memnun) eden program konusunda telefon açabilir ya da mektup yazabilirdiniz. O kanalı izlememeniz (eğer reyting takibi yapılıyorsa), izleyici sayısının bir kişi azalmasına neden olabilirdi. Radyo konusunda ise telefon ve mektup dışında fazlaca seçenek hiç olmadı. Tüm bu medya (iletişim) araçlarının tümünün özelliği, tek yönlü olması idi. Gazete yazılı, radyo sesli ve TV görüntülü olarak; ama tek yönlü ileti gönderiyordu. İzleyiciler, tepkilerini göstermek için bir başka kanal (iletişim aracı) kullanmak zorunda idiler.

Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ile internet, yukarıda sözünü ettiğim konuya yeni bir açılım ve yaklaşım getirdi. Artık sayılanlar dışında, enformasyon edinmek için başka araçlara sahibiz. Örneğin basılı gazetelerin neredeyse tamamının İnternet ortamında okunabilir kopyaları var. Hatta bu konuda kendilerini geliştiren yayıncılar, basılı gazeteciliğin çok daha ötesine geçtiler. Enformasyon iletimi, anlık hale dönüştü. İçerik çeşitliliği arttı. Basılı gazeteden çok daha fazlasını, internet ortamındaki gazete sitelerinde bulmak mümkün oluyor.
20’nci yüzyılın sonlarına doğru İnternet teknolojilerindeki gelişme, enformasyon edinme konusunda yeni bir aşamaya neden oldu. Artık statik e-gazete sayfaları yerine, dinamik ve kullanıcının tepki vermesine olanak tanıyan yeni bir internet anlayışı var. Bu gelişme kendini sosyal medya adını verdiğimiz yeni ortam ile koyuyor. Yaşadığımız dönemin örnekleri arasında; Facebook, Twitter, LinkedIn ve benzerlerini sayabiliriz. Bu yeni yazılımlar sayesinde, yazılı basının asla yetişemeyeceği bir hızda enformasyona ulaşabiliyoruz.
Yeni durum, öncelikle okuyucuyu (izleyiciyi) enformasyon üreticisi ya da haber muhabiri haline getirdi. Kamera ve cep telefonu alanlarındaki gelişmelere bağlı olarak, her birey bir ‘iletişim çalışanı’ haline dönüştü. Olay anında çekilen bir fotoğraf veya elde edilen bir enformasyon, sosyal medyada paylaşılıyor.

Dikkate çekmek istediğim nokta ise; geçmişin statik izleyicisi yeni durumda içerik (ileti) üretmekle kalmıyor, aynı zamanda iletilmiş olana da aynı kanalı (ortamı) kullanarak tepki verebiliyor. Örneğin Facebook ortamında bir haber gördüğünüzde, haberin hemen altında onu detaylandıran, yeni eklemeler getiren veya ona tepki gösteren yorumlar yer alabiliyor. Özetle; internet ve sosyal medya sayesinde, içeriği (iletiyi) hazırlayan ile onu okuyan (izleyen) arasındaki iletişim iki yönlü hale dönüştü. Eskiden tek yönlü iletim olan enformasyon akışı, yeni durumda tam anlamıyla (iki yönlülük anlamına) iletişim halini aldı.
Yukarıda hızla özetlediklerim, artık iletişim alanında yeni bir durumun (dolayısıyla) yeni olanakların var olduğunu gösteriyor. Geçmişin gazete, radyo veya TV’sinden farklı olarak, içerik sağlayıcı ile izleyici arasında (bilimkurgu filmlerinin uzay geçidi gibi) açılmış bir kanal var. İzleyiciyi dinlemek, onun ihtiyaç, istek ve beklentilerini öğrenmek ve onunla tartışmak için yeni bir kanal yaratılmış halde. Sosyal medya ile izleyici, kendi iç dünyasını (bu çift yönlü geçit aracılığı ile) dışarıya açmış oluyor. Bu kanal doğru amaçla da kullanılabilir; toplumu manipüle etmek için de…

Arama Motoru İdeolojisi
Her ülkede çok sayıda gazete, radyo ve TV kanalı var. Birini beğenmezseniz diğerini izleyebilirsiniz. Ama bunların tümü resmi ideolojinin yaygınlaştırılması amacına yönelmişse eğer sayıca çokluk, enformasyon edinme özgürlüğü anlamına gelmez. Sonuçta; çokluk ve çeşitlilik görüntüsü altında resmi ideoloji zihinlere enjekte edilir.
Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, günlük yaşamımızı hayli değiştirdi. Giderek küçülen ve taşınması kolaylaşan bilgisayarlar ve akıllı cep telefonları İnternet ortamında yer almamızı kolaylaştırdı. Artık kolayca bu yeni medyadaki içeriklere erişebiliyoruz. Aynı şekilde yeni medyanın ruhuna uygun olarak kendi oluşturduğumuz içerikleri, İnternette başka insanlarla paylaşabiliyoruz. Facebook, Twitter, LinkedIn, veya Instagram vb. gibi uygulamalar neredeyse (teknolojiye erişebilen) hepimiz için günlük yaşamın unsurları haline geldiler.

İlginç bir yeni durum var. Örneğin bundan 15 yıl kadar önce bilgisayar ve İnternet kullanımı ile ilgili bir ankette, kişilere “Günde ne kadar zamanınızı bilgisayar başında ve İnternet ortamında geçiyorsunuz?” gibi bir soru sorabilirdiniz. Bugün ise (gene teknolojiye erişebilenler için) bilgisayar esaslı bir cihaz ile İnternete ulaşmak günlük yaşama eklemlenmiş sıradan bir faaliyet haline geldi. Eğer İnternete bağlanabilen bir akıllı cep telefonunuz varsa, günün tüm saatlerinde İnternet ortamındasınız demektir.
Sosyal medyanın gelişimi, enformasyon edinme sürecine farklı ve hızlı bir boyut getirdi. Pek çok enformasyonu (haberi) e-gazeteler sayesinden hızla edinebiliyoruz. Eğer dikkatli ve seçici bir Twitter kullanıcı iseniz, bir olaya ya da habere ilişkin bilgi ve resme anında ulaşma imkânınız var demektir. Bunda akıllı telefon, tablet bilgisayar veya kamera gibi İnternete bağlı cihazların gelişmesi sayesinde kullanıcıların haber muhabiri veya yorumcu (özetle, içerik geliştirici) haline dönüşmesinin etkisi oldu, oluyor.

Bir de; İngilizcede blog diye isimlendirilen ağ günceleri var. Web 2.0 diye adlandırılan şemsiye yazılım teknolojisi sayesinde, İnternet ortamında (bir site yaratarak) bulunmak kolay hale geldi. İnternetteki ağ günceleri, amatör ya da profesyonel kişiler veya kuruluşlar tarafından geliştiriliyor. Buralarda pek çok farklı konuda ve türde enformasyon bulmak mümkün… Sosyal ve kültürel konularda ‘resmi ideoloji’ lehinde veya aleyhinde olabilen haber, yorum veya bakış açıları yansıtılabiliyor.
Yukarıda çizilen manzara bilişim, iletişim, İnternet ve yazılım teknolojilerindeki gelişmelerin, bireyler için daha özgür bir dünya yarattığı gibi bir sonuca götürüyor. Diğer yandan yaşadığımız çağ enformasyonun hızla çoğalıp çeşitlendiği bir dönemi de oluşturuyor. Geçmişin hiçbir döneminde bilgi hacmi ve çeşitliliği bu denli hızlı artmamıştı. Eskiden enformasyonu bulmak ve ona erişmek ciddi bir sorun idi. Şimdi ise bilgi çok ve çeşitli; dolayısıyla işe yarayacak olanı süzüp ayıklayabilmek gerekiyor. İş bununla da kalmıyor. Enformasyon yanında (yanlış veya kötü niyetli olabilen) dezenformasyon da var ve hızla artıyor. İnternet bunun en belirgin ortamlarından birisi… Çoğalan enformasyon ortamında, istenen enformasyona ulaşmak için arama motoru ismini verdiğimiz uygulamalardan yararlanıyoruz. Bu dönemde en yaygın bilinen örneklerin başında Google ve Yandex gibi arama motorları geliyor. Daha az bilinen ve kullanılan başkaları da var. Bu yazılımlara aradığımız konu ile ilgili anahtar sözcükleri vererek, enformasyona ulaşmaya çalışıyoruz.

Arama motorları, artık pazarlama iletişimi (tanıtım ve reklâm) ortamı haline dönüştü. Yüksek oranda kullanımları nedeniyle önemli miktarlarda reklâm alıyorlar. Reklâm olarak alınan İnternet adreslerini ise karşınıza çıkan listenin en üstünde farklı bir şekilde (örneğin farklı renkle) veriyorlar. Sizin verdiğiniz anahtar sözcükler karşılığında bir liste oluşturmak için kullandıkları bir algoritma (iş ve kurallar manzumesi) var. Listeyi, bu algoritma belirliyor. Tam bu noktada akla şu soru geliyor: Ya arama motorunun kullandığı algoritma, oluşturduğu adresler (bağlantılar) listesini bir resmi ideolojiye bağımlı olarak yapıyorsa? Ya sadece bizim görüp okuyup bilmemize ve resmi ezber yapmamıza yönelik bir seçimi karşımıza getiriyorsa? Bu durumda, özgürlük sandığımız bir ortamda ‘birinci sınıf kalitede’ manipüle ediliyor olmuyor muyuz?
Arama motoru, İnternet ortamında aranan içeriği bulmak için kullanılan bir yazılımdır. Bir arama motoru tarama robotu, arama dizini ve kullanıcı ara yüzü olmak üzere üç bileşenden oluşur. Arama motoru İnternette bulduğu sonuçları kullanıcıya bir liste halinde sunar.
Bu kısa tanımlamadan sonra kısaca sürecin işleyişine bakalım. Arama motoru, bir kitap dizini mantığı ile çalışır. Bu nedenle arama işlemleri öncesinde kitabın endeksinin (içindekiler dizininin) hazırlanması gerekir. İnternet söz konusu olunca bu görevi tarama robotu yerine getirir. Siteleri örümcek gibi isimlerle anılan yazılımlarla otomatik olarak inceleyerek arama dizinini oluşturur. Böylece bu ön işlem sayesinde sitelerin arama motoru tarafından daha kolay bulunması için bir endeks altyapısı (fihrist) hazırlanmış olur. Arama işlemi bu dizinler kullanılarak yapılır.

İnternette arama yapmak isteyen kişi, arama satırına bulmak istediği konu ile ilgili anahtar sözcükleri yazar. “Ara” komutu düğmesinin tıklanması ile bu sözcüklerin bulunduğu İnternet siteleri bir liste halinde kullanıcının karşısına getirilir. Eğer anahtar sözcüklerin belirlenmesi doğru yapılmazsa arama motoru konuyla ilgisiz ve kullanıcıya hitap etmeyen listeler de oluşturabilir.
Arama motoru, yukarıda özetlediğim işlemler (site tarama ve içerik arama işlemleri) için kendine özgü bir algoritma kullanır. Matematikte ve bilişimde bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için çizilen yola algoritma adı verilir. Algoritma, adımlar halinde yapılacak işleri (kuşkuya yer bırakmayacak biçimde) tanımlar. Her arama motorunun tarama-endeksleme-arama işlemleri için kullandığı algoritma (veya yaklaşım) bir diğer arama motoruna oranla farklıdır. Bu nedenle aynı anahtar sözcüklerle aradığınız halde her arama motoru yaptığınız arama sonucunda karşınıza farklı listeler çıkarır. Google, Yandex, Bing vb. gibi farklı arama motorları kullanarak bu durumu deneyebilirsiniz.

Arama motoru konusu, Google’ın büyük başarısı ile birlikte bir ekonomik iş haline dönüştü. İnternet kullanıcılarının en sık yararlandıkları uygulamalar olmaları nedeniyle artık arama motoru sayfaları ciddi miktarlarda reklam alıyor ve gelir elde ediyorlar. Bunların bir başka gelir kaynağı ise bazı anahtar sözcükleri ve liste sıralarını satarak oluşuyor. Örneğin bilgisayar, cep telefonu ya da kitap gibi alışveriş yönünden çok kullanılan sözcüklerden birisi arattığınızda sayfanın en üstünde ücretli reklâm satırlarını görebilirsiniz. Şimdilik bu satırlar farklı renk ya da küçük simgelerle belirtiliyor. Diğer satırlar ise genellikle İnternet sitelerinin kullanım yoğunluğu veya konuyla ilgi düzeyine göre hazırlanıyor.
İnternet sitenizin bir arama motoru fihristinde bulunmasını sağlamak için anahtar sözcükleriniz ile başvurmalısınız. Siteniz uygun görülürse endekse dâhil edilecektir. Site sayısının çığ gibi büyüdüğü çağımızda gelecekte hangi sitelerin hangi şartlarla arama motoru fihristine dâhil edileceğini kestirmek mümkün değil. Sanki özgürlük olarak kabul edilen İnternet, bir yandan da kendi etrafını yeni süzgeç duvarlar ile donatıyor. Belki de bu süzgeçlerin oluşmasında giderek arama motoruna yapacağımız parasal ödemeler veya iktidarın sahibi ‘resmi ideoloji’ etkili olacak. Gelecekte sizin muhalif İnternet sitenizin arama motoru fihristlerinde yer alması mümkün olacak mı?
Bugün arama motoru algoritmasının ‘demokratik’ olduğunu sorgusuz biçimde kabul ediyoruz. Karşımıza getirdiği listenin kullanım sıklığı veya ilgililik gibi genel geçer kurallara tabi olduğunu varsayıyoruz. Birey olarak manipüle edilmemizi hedefleyen bir liste ile karşılaşmayacağımıza inanıyoruz. Gerçekten durum bugün böyle mi? Geleceğin arama motoru algoritmaları ‘demokratik’ olmaya devam edecek mi?
Arama motoru uygulamalarını kurup yönetenler yukarıda anlattığım sorulara hazırladıkları etik kurallar, ahlaki sözleşmeler veya gizlilik taahhütleri ile cevap vermeye çalışıyorlar. Bu yükümlülük söylemlerinin küresel ve ulusal iktidar sahipleri karşısında ne denli geçerli ve sürdürülebilir olduğunu ise zaman içinde göreceğiz. İnternetin ‘saf demokrasi’ anlamına geldiği yanlışına düşmeyin! Muhtemelen daha göreceklerimiz var.

İnternette Sosyalleşmek
Toplum, “aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü” olarak tanımlanır. Toplum ile rasgele bir araya getirilmiş kişiler topluluğu arasındaki fark, toplumun bir bütünlük oluşturmak üzere ilişkilere ve amaçlara sahip olmasıdır. Bir başka deyişle; orman ve ağaçlar birbirinden farklıdır.
Bebek-çocuk-genç birey, toplum içinde yaşamayı bu ortamda birikmiş olan bilgi, görgü ve deneyimi özümseyerek öğrenir. Bu nedenle toplum, aynı zamanda toplumu bir bütün olarak bir arada tutan kültür demektir. Kültür alışverişi ise aile, okul, mahalle, sokak, iş çevresi veya sivil toplum kuruluşu gibi toplumun kurumları içinde öğrenilir.
Toplumuzun geçmişine bakıldığında aile, kültürün aktarımında en etkili kurumsal ortam olarak görülür. Okulun genç insanın yaşamında aldığı sürenin uzamaya başlaması ile birlikte kültür aktarımı oku kurumu içinde oluşmaya başladı. Günlük yaşam ve iş gerekleri olarak gerçek yaşamdan hayli uzak olan (giderek uzaklaşan) okul kurumunun kültür aktarımında başarılı olduğunu iddia etmek kolay değil. Anaokulu ve hazırlık sınıfı hariç olmak üzere bir gencin lise mezunu olabilmesi için 12 yıl okula gitmesi gerekiyor. Bu süre içinde sayısız ders gördüğü, birçok sınav geçirdiği halde kültür edinme ve sosyalleşme konusunda ne denli başarılı olduğu ciddi bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. İçerik ve kalite ihtiyacı konusundaki tartışma saklı kalmak üzere eğitimin yaşam boyu hale gelmesi konusunda kuşkum yok. Ama giysi ütülemeyi bilmeyen, yemek yapma becerisine sahip olmayan, iyi insan ilişkileri konusunda gelişme kaydetmemiş, özgür ve yaratıcı düşünme becerisini edinememiş –bunlara başkalarını da ekleyebilirim– fakat yıllarca okula gitmiş bir kuşak hakkında ciddi kuşkularım olmaya devam ediyor.

Sosyalleşme ve İnternet
Toplumun duygu ve düşünce olarak sağlıklı bir bileşeni olmak anlamına gelen sosyalleşme, yaşanılan reel çağa göre sosyal kurumlar aracılığı ile öğreniliyor. Despotik kurumlarda demokratik kültürü öğrenmek mümkün değil. Her toplum kendi profiline uygun bireyler yaratıyor.
Eski zamanlarda fiziki çevre ve buradaki sosyal ilişkiler daha etkili, önemli ve değerli idi. Mahalle ve sokak ilişkileri bireyin benliğinin oluşumunda en az aile içi kültür etkileşimi kadar belirleyici oluyordu. Apartman ve site yaşamına geçilmesi ile birlikte komşuluk, tanışıklık ve hatta akrabalık ilişkilerinde zayıflama oldu. Kent yaşamının çeşitli tehditlerinin ve zorluklarının artması ile birlikte günlük yaşam iş ve ev ortamının dört duvarı arasında yoğunlaştı.

20’nci yüzyılın sonlarından bu yana bilişim, iletişim ve İnternet teknolojilerindeki gelişmeler kişilere sosyalleşmek için yeni ‘imkânlar’ sunmaya başladı. Geleneksel telefon ve faks ile başlayan yeni iletişimi e-posta ile sürdürdük. Şimdilerde teknolojiye erişebilen (çocuktan erişkine kadar) çeşitli kesimlerin başlıca sosyalleşme aracı sosyal medya var. Facebook, Twitter, Instagram, LinkedIn ve bunlara benzeyen daha pek çokları var. Doğum günlerini ve evlilikleri bu ortamlardan öğreniyor ve kutluyoruz. Kayıplar karşısında taziyelerimizi bu tür sanal ortamlardan yazdığımız birkaç cümle ile ifade ediyoruz. Olaylar hakkında tepkilerimizi sosyal medyadan vererek tatmin oluyoruz.

Eskiden sosyalleşmek için fiziki gerçek ortamlar gerekliydi. Yeni durumda fiziksel yakınlığa ve mekân birlikteliğine ihtiyaç kalmamış gibi görünüyor. Giderek sanallaşan benliği, sosyal medyanın sanal ikliminde gerçekleştirmeyi deniyoruz. Şikâyet ettiğimiz üzere bazı ‘şeylerin’ yolunda ve beklentilerimize gitmeyişinin nedeni, şu ‘sanallık’ konusunu fazlaca abartmamızdan kaynaklanıyor olamaz mı?
Gürcan Banger

Yaşadığımız çağda elimizde kolaylıkla kullanabildiğimiz ve araç olarak çeşitliliğe sahip yeni bir iletişim ortamı var. İnternet medyasının bir kamusal alan oluşturduğu şeklindeki naif ve kendiliğinden izlenime sahibiz. Bu ortamda kendimizi ifade etmek için –başka araçlar da kullanarak– içerik üretme imkânımız var.
Arama motorları sayesinde kitap arama, araştırma için veri toplama ve bunlara sahip olmak için önemli ödemeler yapma zorluklarından kurtulmuş gibiyiz. Hatta öyle ki; devlet, öğrencileri ders kitaplarını edinmek ve kullanmak yerine, İnternet bağlantısı olan tablet bilgisayara yönlendirme çabası içinde… Böylece çocuklar; kitaplarını, defterlerini doldurdukları kocaman çantaları taşımak zorunda kalmayacaklar.

İnternet, fiziksel mekânlar arası ulaşım ihtiyacını ortadan kaldırmış gibi görünüyor. TV’nin kanallarının sayı ve çeşitlilik olarak artması bu medyaya yönelik bir bağımlılık yaratmıştı. Eskiden komşuluk olarak ifade edilen ilişki modeli silikleşerek, herkesin zincirlenmiş bir şekilde iletişim kurmaksızın ekrana baktığı bir yaşam tarzı oluşmuştu. İnternet ve buna bağlı yeni platformlar sayesinde yeni bir iletişim –dolayısıyla ilişki– modeli oluştu. Bir başka deyişle; teknoloji ve yeni mekân düzenlemeleri sayesinde zayıflayan birey ilişkileri, sanal da olsa İnternet sayesinde bir başka biçimde yeniden gerçekleşmiş oldu.

Bilişim ve iletişim teknolojileri ile İnternetin yaşamımıza getirdikleri, hiç kuşkusuz bu saydıklarımdan ibaret değil. İnsanın maddi düzenine getirdiği kolaylıklar açısından sayabileceğimiz daha pek çok örnek olabilir. Diğer yandan konuya bir de insan ve toplum psikolojisi açısından bakmak gerekebilir.

Uzaklarda yaşayan sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir kişi bulunduğunu düşünün. Ona fiziksel olarak ulaşmak için mesafeler aşmanız gerekir. Aradaki mekânsal ayrılık, o kişiye –şekli ne olursa olsun– anlamlandırmayı daha önemli hale getirir. Özellikle edebiyatın en önemli eserlerindeki tema, insanları ayıran mesafeler değil midir? Eğer Ferhat ile Şirin’in, Kerem ile Aslı’nın, Romeo ve Juliet’in yaşadıkları (ya da hikâye edildikleri) dönemde İnternet ve sosyal medya olsaydı ya da onlar tekno çağımızda yaşasalardı, malum aşk öyküleri gerçekleşir miydi?

İnternet, geçmişte ulaşım ve iletişim için kullandığımız (ama psikolojik anlamlandırmaya da katkı yapan) kaynaklar dikkate alındığında daha düşük zaman ve maliyet gerektirir. İnternet teknolojisi, iletişim için fiziksel sınırları sanallaştırarak mekânsal değişim ihtiyacını ortadan kaldırır. Eski filmlerin ana teması olan bilgi eksikliği nedeniyle bir kurmacanın oluşumu, çağdaş yaşamın sıradanlıklarından değildir. Bütünleşen bilişim, iletişim, medya ve İnternet teknolojileri neredeyse her şart altında erişim ve iletişimi sağlıyor. Böylece mesafelerin yarattığı anlamlandırmanın etkileri silikleşiyor.

İnternet ve bağlı yenilikler, teknolojinin içerdiği bir öze tam anlamıyla taşıyor. Teknolojik yaşamın ana ilkesi, insan faaliyetlerinin kolaylaşmasıdır. Ama ne yazık ki bu kolaylaşma ile insanın tasarruf ettiği zaman gibi kaynaklar, daha anlamlı ve ruhen geliştirici biçimde kullanılamıyor. Teknolojinin gelişimi ile birlikte adeta insanın yarattığı estetik uygarlıkta eksilmeler oluşuyor. İnsanın anlamlandırma yeteneği ve estetik değerler geliştirme becerisi gerçek ve doğal yaşamla olan bağını giderek yitiriyor. Hiç kuşkusuz; insani niteliğimizi geliştirmek için kullanabileceğimiz İnternet, bir başıboşluk için yeni türden aşırı tüketimin –keza benlik tüketiminin– araçlarından birisi haline dönüşüyor.

İnternet ve Maskeli Balo Çağı’na Geri Dönüş
Yeni bir teknolojinin gelişi; ama buna karşılık eski ritüellerin devam edişi söz konusu olduğunda tuhaf bir anakronizm (tarih yanılgısı) ile karşılaşıyoruz. Sanki tarih, bir büyük kavis ile sözlü kültür geleneğine ya da 15’inci yüzyılın maskeli balolarına geri dönmüş gibi bir izlenime kapılıyoruz.
İnternetin ilk yıllarında, bu ortamın görgü kuralları olarak kabul edilen –İngilizcede nettiquite olarak isimlendirilen– bir anlayış ve zımni protokol söz konusu idi. O sıralar az sayıdaki eğitimli İnternet kullanıcısı, bu görgü kurallarına uygun davranmaya özen gösterir; uygun davranmayanlar nezaket çerçevesinde uyarılırdı. Özetle; günlük yaşamın sıradanlıklarının sanal ortama daha az taşındığı o dönemde İnternette bulunmak bir sorumluluğu yüklenmek anlamına geliyordu.

İnternetin demokratik bir özgürlük olarak; ama kuralsız ve eğitimsiz biçimde yaygınlaşması, yaşamsal alanlara ilişkin sorumluluk ve yükümlülük üstlenmek istemeyen bir anlayış için çok uygun bir sözel kültür mekânı oldu. İnternetin gelişim ve yayılım hızına eşdeğer bir uygarlık kültürü –en azından şu ana kadar– gelişmedi. Buradaki sözel kültür kavramı; sorumluluk ve yükümlülük altına girmeyen, söyleyen; ama sözünü tutmak zorunda olmayan, kolaycı ve tembel işi, yazılsa da sözcüklerin hızla buharlaştığı İnternet ortamını ifade ediyor.
İnsanın insanla yüz yüze iletişimi, ne denli saygılı veya sevecen şartlarda olsa bile bir tür düellodur. Böyle bir karşılaşma ise hepimizde yeterince var olmayan kimlikli iletişim cesaretini gerektirir. Hâlbuki İnternet ve özelde onun yaygın uygulama alanlarından birisi olan sosyal medya; işi zorlaştıran, gerçek kimlikle iletişim yapmanın zorluğunu ortadan kaldırır.
Ne denli gerçekçi olunsa da; İnternet, doğası ve mevcut yapısı gereği bir sanal kimlik oluşturma ortamıdır. Gerçek kimlik ise kişisel ya da kurumsal boyutta büyük ölçüde maskelenmeye uygundur. Bu yönüyle kişinin (ya da kurumun) bir yandan bazı yönleriyle tanınmasına imkân veren, diğer yandan gerçek yüzünü saklamasını sağlayan maskeli balo iklimi oluşur. Sanallaşma ve buna bağlı yeniden kimliklenme İnternetin imkânlar listesinden sadece bir örnektir.
Geleneksel yaşamda sosyalleşme aile, okul, iş veya eğlence-dinlenme ortamlarında gerçekleşir. Buralarda enformasyon alışverişi dışında deneyim ve davranış değişimi yapılır. İnsanların günlük yaşamlarında başkaları ile aralarına duvarlar örmeleri ve fiziksel mekânların daha zor erişilir hale gelmesi nedeniyle İnternet, yüz yüze iletişimin yerini almakta hiç de zorlanmadı. Böylece günümüzde İnternet belli başı sosyalleşme ortamlarından birisi haline dönüştü.

İnternetin fiziksel uzaklıkları ortadan kaldıran özelliği sayesinde geçmişte akla bile gelmeyen (sanal) tanışıklıklar oluştu. Sanal kimliklerimiz ile sosyal reddedilmelerinden uzak bir şekilde az ya da çok çakışan ilgi alanları ile haberleşme imkânlarından yararlanır olduk.
Gerçekte yaşamda yeni gruplara girmenin veya yeni bir kişi ile tanışmanın duyguları etkileyen bir yönü var. İnternet ortamında –görüntülü bile olsa– yüz yüze iletişimin bu duygusal etkilenme boyutu silikleşiyor. Fiziksel yakınlıkta duygusal, düşünsel ve fiziksel olarak çok boyutlu gelişen etkilenme sanal ortamda daha sıradan ve sığ hal alıyor. Adeta kişi duyu organlarını büyük ölçüde kapatarak veya kısarak iletişimde bulunuyor. Bu açıdan göz kontağı kurmaktan kaçınanlar için İnternet dünyası yeni bir açılım anlamına geliyor.
Günümüzde İnternet, maddi bir gerçeklik olarak var. Muhtemelen yaşamımızdaki etkisi giderek büyüyecek. Sorun, bu yeni teknolojik ortamda eski ritüellerle ve geçmişin hastalıklarıyla bulunmaktan kaynaklanıyor. Dünün yaşamını bugünün teknolojik ortamında sürdürmek istediğimizde aykırılıklar ve uyumsuzluklar oluşuyor. Yeni çağın görgü kurallarına ihtiyaç duyuyoruz.
İnternet ve Don Kişot Kahramanlığı
Eski çağlarda bilişim, iletişim ve İnternet teknolojileri bu denli gelişmiş olsaydı muhtemelen (Leyla ile Mecnun ya da Tahir ile Zühre gibi) sevgililerin kavuşamadığı edebi öykülerin pek çoğu da yazılmazdı. Teknolojinin sağladığı kolaylıklar, ilişkilerin mesafeler üzerinden anlamlandırılmasını beğeni tüketimine dönüştürüyor. Gelişen teknolojik şartlarla birlikte anlama dayanması beklenen insan ilişkileri, –aynen Marks’ın Manifesto’da dediği gibi– maddileşerek tüketilecek emtia haline dönüşüyor. Bu da ünlü aşk hikâyelerini, küresel-dijital çağda neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Derin anlamlar üzerine kurgulanmış ilişkiler ihtimali zayıflarken, edebiyatın bir başka ünlüsü Don Kişot’un (Don Quijote’nin) tekrar yaşam bulmasının gerçekleştiğini görüyoruz. Romandan veya filmden hatırlanacağı gibi; kahraman Don Kişot, günlük yaşamındaki benliğinden farklılaşarak, bir başkası haline dönüşür. Olduğu kişinin ona yüklediği benlikten sıyrılarak (okuduğu şövalye hikâyelerinin verdiği esinle), özlediği kişi haline dönüşür.
İnternetin sağladığı sanallık, kişilerin engellenmiş benlik unsurlarını öne çıkarmalarını sağlıyor. Kişi, farkındalıkla ya da kendiliğinden kişiliğinin farklı bir boyutunu geliştirerek, İnternet ortamında bir başkası haline –örneğin Don Kişot eşdeğerine– dönüşebiliyor. Günlük yaşamda içe kapalı veya ilişki kurmakta zorlanan bazı bireylerin bu yeni benlikleri ile daha açık, dışa dönük, girişimci, hatta agresif olduklarını izleyebiliyoruz. Ruhbilim uzmanları tarafından İnternet kullanımı konusunda yapılan araştırmalar ve hasta gözlemleri bu durumu doğruluyor.
İnternetin sanallık özelliği, bireye yeni bir kimlik kazandırma potansiyeline sahiptir. Yeni bir kimliğin oluşumu ve gelişimi ise, birey olarak kurduğumuz ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. İnsan olarak bir gruba dâhil olmak isteriz. Söz konusu gruba girişimiz kimi zaman bizde var olan tohum özelliklerden bazı durumlarda ise grubun çekiciliğinden kaynaklanır. Zaman içerisinde bir yandan gruba uyum sağlarken, diğer yandan kişisel gelişim temelinde kimlik özelliklerimizi güçlendiririz.

Kimlik, tek parçadan oluşan bir yapı değil. Kimliğin kişinin iç ve dış şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan farklı yönleri var. Sınırları zorlamayan günlük yaşam şartları altında kimliğin farklı yönleri aşırılıklar göstermeksizin dengede duruyor. Çalışıyoruz, ciddi işler yapıyoruz, neşeleniyoruz, eğleniyoruz, kızıyoruz, dinleniyoruz, hayaller kuruyoruz. Kimlik bir bütün olarak dengedeyken ve kimliğin bir yönünü aşırı besleyecek bir ortam yokken zihinsel ya da duygusal bir sorun yaşamıyoruz. Buna karşılık İnternetin sanallık özelliği, yeni kimlikler edinmek veya kimliğin bir yönünün ayrışmasına ve obezleşmesine uygun iklim yaratma potansiyeli var. Olağan şartlar altında ayrışıp aşırı büyümesini beklemediğimiz bir kimlik unsuru, İnternet ortamında Don Kişot’a dönüşebiliyor.
Elli yaşları dolayında emekli bir beyefendiyi Don Kişot haline dönüştüren nedenin, sadece okuduğu şövalye hikâyeleri olduğunu söylemek haksızlık olur. İspanyol asılzadesi Alonso Quixano’yu isyan ettiren, muhtemelen yaşamı boyunca gördüğü adaletsizliğe insan olarak isyanıdır. 50’li yaşlarına kadar algıladığı ve hesaplaşamadığı adaletsizliği bir şövalyenin gücüyle çözmek istemiştir. İşleyiş düzeni karışan zihni ise bu süreçte ona yardımcı olmaktadır. Ne yazık ki şövalyeliğin devrini tamamladığı 16’ncı yüzyılın şartlarında bu kimliği sürdürmek mümkün değildir.
Günümüzün sanal İnternet dünyası, Alonso Quixano’nun çağına göre Don Kişot olmayı daha mümkün hale getiriyor. Sosyal medya platformlarında bu durumun örneklerini görüyoruz. Bizim onaylamamızdan bağımsız olarak; günlük yaşamın çok boyutlu isyanları, İnternetin ve sosyal medyanın sanal ortamında çağın yeni Don Kişot’larını yaratıyor.
İnternet Seni Dünyaya Hükümdar Yapar
Sosyal yaşam içinde farklı ortam ve yakınlıklarda tanıdığımız kişiler var. Onları tanımakla kalmıyoruz; zaman içinde –önyargılı da olsa– kişilik yapıları ve davranış modelleri hakkında görüş geliştiriyoruz. Bu kişilerle İnternet ortamında da iletişimimiz oluyor. Onları Facebook, Twitter, LinkedIn ya da Instagram gibi sosyal medya platformlarında arkadaş olarak yazılı ve görsel iletişim yakınlığında bulunduruyoruz. Böylesi bir ikili yaşam bize kişilerin gerçek yaşam ile sanal dünya arasındaki kimlik ve davranış modelleri konusunda –kimi zaman kendiliğinden– kıyaslama yapma imkânı sağlıyor. Dikkatli bir sosyal medya izleyicisi iseniz; bildiğimiz kişiliğin sanal dünyada kimlik ve benlik farklılaşmasını görmek gerçekten ilginç oluyor.

İnternet kimi zaman uzakları gösteren bir dürbün, bazen ayrıntıları görebileceğimiz mikroskop gibidir. Sanal dünyaya sistematik bakış birey ve toplum hakkında bize pek çok veri sağlayabilir. İnternet ortamında üretilen veri ve enformasyonun pazarlamaya ve ürün geliştirmeye konu olmasının ardındaki neden budur.
İnternet ve özellikle sosyal medya bazı insanlar için bir bireysel ayna fonksiyonuna da sahiptir. Kişiler oradaki görünümlerine bakıp kıyaslamalar yaparak değişim ihtiyacı hissedebilirler. Kimi zaman ise İnternet, kişi için kendisini çok daha büyük ve görkemli gördüğü bir dev aynasına dönüşür. Bu aynada kendisini –maddi ya da manevi olarak– bir dev olarak görürken algı dağarcığındaki diğer insanlar dünyanın güçsüz ve akılsız, zavallı cüceleri oluverirler. Sosyal medya ortamında dünyaya yukarıdan bakan, öğütçü tavırları ile baskın olmaya çalışan İnternet kullanıcılarının durumları muhtemelen budur.
Yaşamı denetlemek zordur. Yönetmek için yeterli güce sahip olamadığımız pek çok unsur olduğu gibi istediğimizi yapmak için yeterli kaynağa sahip değiliz. Ama İnternet söz konusu olduğunda birey, kendi bakış açısından sanal dünyanın tanrısı düzeyine terfi eder. Sanal yaşam, gerçeğine oranla çok daha kolay yönetilip denetlenebilir. Kendinizi bu dünyasın tanrısı olarak görmeniz hiçbir engel yoktur. İstediğiniz söylersiniz, dünyaya istediğiniz gibi bakarsınız, kendinizi diğer insanlar karşısında arzu ve hayal ettiğiniz makama konumlarsınız. “Siz zavallı aptallar; gerçekte ne olup bittiğinin ve ne yapmanız gerektiğinin farkında değilsiniz” demekten sizi alıkoyan bir engel yoktur. İnternet, bunu geçmişin iletişim araçlarına oranla çok daha kolay yapmanızı sağlar.

Pek çoğumuzun bir makamı, statüsü veya kartviziti yoktur. Gerçekten çok çabaladığımız halde başlangıç veya fırsat adaletsizliği nedeniyle hayal ettiğimiz noktalara ulaşmamış olabiliriz. Bu durum, bizim cesaret, güven ve girişimcilik eksikliğimizden de kaynaklanabilir. Hâlbuki İnternetin ve sosyal medyanın imkânları bireye cesaret ve güven sağlar. Gerçek dünyada başaramadığı farklılaşmayı sanal dünyada yeni kimlik ve benlik kurgulaması ile sağlayabilir. İnternette arzu ettiğiniz konumu ve statüyü sağlamak kolaydır. Bir benlik kurgularsınız, sosyal medyaya bu benliği sunarsınız; olur biter.
Sanatın neredeyse tüm dallarında yaratı, kendinden geçmenin (trans halinin) sonuçlarından birisidir. Örneğin gerçek yazar, eserini nasıl bir düşünce ve duygu süreci içinde yazdığını hatırlamaz. Bu nedenle sanatçıya eserini nasıl bir etkiyle meydana getirdiğini sormak doğru bir yaklaşım olmaz.
Tümüyle aynı olmamakla birlikte İnternette benlik oluşturma ve geliştirmede sanatçının yaratı sürecine benzer. Kişi, İnternet ile gerçek yaşamdan sanal dünyaya geçer. Burada yeni benlik ve ruh hali ile konumlanır. Gerçek dünyaya geri döndüğünde ise sanal âlemdeki düşünce, duygu ve eylemini tam anlamıyla hatırlayacağı kuşkuludur.
Sonuç olarak; her bireyin iç benliğine dayalı bir yaratı potansiyeli var. Kanımca İnternetin ve sosyal medyanın bugünkü şekliyle kullanımı bu yaratıcı benliğin tüketimi anlamına geliyor.
Gürcan Banger

Eğer haber siteleri ve bloglarda vakit geçiriyorsanız RSS ifadesi ile mutlaka karşılaşmışsınızdır. Bir doküman takip sistemi olan RSS özellikle haber siteleri ve bloglarda sıklıkla kullanılır. Really Simple Syndication yani Gerçekten Basit Dağıtım anlamına gelen RSS ile ilgili merak edilen tüm detaylar
RSS (Really Simple Syndication) açılımı ve anlamı Gerçekten Basit Dağıtım olan, haber sağlayan siteler, bloglar veya podcastler gibi sıklıkla güncellenen sitelerin güncellemelerinden geri kalmamanızı sağlayan bir web sitesi bildirimcisidir. RSS’in anlamı Yani RSS bir web sitesine herhangi bir içerik eklendiğinde bu içeriği takip etmenizi sağlar. Birçoğumuz internet üzerinden takip ettiğimiz konular ile ilgili güncelleme bilgisi almak isteriz. Fakat bunu kendi imkanlarımız ile yapmamız çok zordur. Web sitelerini tek tek dolaşarak o konu ile ilgili haberlere göz atmamız gerekir.İşte tam da burada RSS devreye girer ve güncellemeleri bildirir. RSS aracını dilediğiniz gibi kişiselleştirebilirsiniz. Takip etmek istediğiniz alanı tek bir çatı altında toplarsınız.
RSS, internet ortamında üretilen bir içeriğin dağıtılmasını sağlar. Web içeriği üreten kişiler RSS kullanarak medya dosyalarını, blog yazılarını, makalelerini geniş kitlelere ulaştırabilirler.
Eğer bir içerik üreticisi iseniz içeriklerinizi RSS formatında sunabilirsiniz ya da farklı kaynaklar üzerinden aldığınız içerikleri kendi platformunuza yükleyebilirsiniz. Bir XML dosyası üzerinden erişilen ve web sitesinin sağlamış olduğu bilgilere RSS feed adı verilir. Yani Hava Durumu, bir RSS feed olur. Siyaset, hobiler, müzik, sanat, resim, futbol, tıp, sağlık, basketbol bir RSS feed olarak bilinir.

RSS, web sitelerinin genel olarak besleme adı verilen bir formatta içerikler yayınlamasını sağlar. Bu bir RSS beslemesidir. Bu beslemenin ardından RSS feedlere akış halinde erişim sağlayabilirsiniz. Örnek verecek olursak; futbol RSS feedini seçtikten sonra önünüze futbol RSS akışı gelecektir. Yani futbol ile ilgili tüm haberleri çok kolay bir şekilde görebilir, takip edebilirsiniz.
RSS Ne İşe Yarar?
Son dönemlerde fazlasıyla popüler olan RSS sayesinde internet ortamında bulunan birbirinden farklı sitelerde yer alan içerikleri tek bir noktada birleştirebilirsiniz. RSS yayınını özelleştirerek birbirinden farklı siteleri ziyaret etmek yerine tek bir noktadan dilediğiniz haberi ya da yayını takip edebilirsiniz. RSS ile hava durumunu, sevdiğiniz blogları, gündemi, hobilerinize ilişkin alanları takip edebilirsiniz. RSS feedlere abone olarak konu ile ilgili RSS akışlarını görebilirsiniz. RSS, bir düzenleyici görevi de görür. Dağınık binlerce şeyi tek bir çatı altında toplar.
RSS Nasıl Çalışır?
RSS Feedler, temel olarak bakıldığında text. dosyaları yani metinlerdir. Bir RSS okuyucu kullanarak içerikler çok kolay bir şekilde bir araya getirilir ve kullanıcılar içeriğin yüklenmesinden çok kısa bir süre sonra içerikten haberdar olurlar. Fakat her site RSS istemcilerinin taleplerine cevap verecek formatta düzenlenmemiştir. Bir RSS istemcinin dosyaları size sunması için içerik kaynağı olan sitenin RSS/XML ya da Atom destekli olması gerekmektedir. Bu şartlar sağlanmıyorsa RSS okuyucuların taleplerine cevap verilmez.
RSS ve XML dosya biçimleri birbiri ile uyumlu çalışır. İlk olarak XML formatındaki dosya RSS tarafından okunur. Daha sonra burada bulunan gerekli meta verilerini aktarır. Bu veriler de kullanıcıya iletilir. RSS ayarları uygulamadan uygulamaya değişebilir. RSS okuyucu uygulamaların her biri için ayrı RSS feed ayarı bulunmaktadır. RSS okuyucu programlardan birini indirdikten sonra RSS aboneliği gerçekleştirilir.
RSS Nasıl Kullanılır?
- İlk olarak yapmanız gereken iyi bir RSS okuyucu program indirmek olacaktır.
- Daha sonra hedefinizdeki internet sitesine giriş yapın. Burada RSS linkini arayın. Eğer RSS linkini bulamazsınız arama motoruna internet sitesinin tam adını RSS ekleyerek yazın.
- Bir sonraki adımda RSS feed bulunan URL’yi kopyalamanız gerekiyor.
- Bu kopyaladığınız URL’yi RSS okuyucu programa yapıştırın. Bu işlemi tek tek takip etmek istediğiniz her web sitesi için yapmanız gerekiyor.
- Daha sonra RSS simgesine tıklayarak içerikleri kolaylıkla görüntüleyebilirsiniz.
Web Sitelerinde Kullanılan RSS Feedler
- Hava Durumu: Hava durumu ile ilgili güncel bilgilerden faydalanmak istiyorsanız en iyi hava durumu haberlerini RSS feed ile alabilirsiniz.
- Haber: Gündemde neler olup bittiğini takip edebilir, son dakika haberlerinden çok kısa bir sürede haberdar olabilirsiniz.
- Hobiler: İlgi alanlarınızla ilgili yazıları, metinleri içerik yüklendikten hemen sonra okuyabilirsiniz.
- Fotoğraflar: Eğer fotoğraflar ile ilginiz varsa bu RSS feedi seçerek fotoğraflardan anında bildirim alabilirsiniz.
- Siyaset: Yoğun siyaset gündemini takip etmek istiyorsanız fakat buna ayıracak uzun bir vaktiniz yoksa RSS bunu sizin için yapacaktır.
- Ekonomi: Her dakika değişen ekonomiden anında bilgi akışı sağlamak için RSS size imkan sağlar.
- Moda: Moda ile ilgili merak ettiğiniz her şeyi RSS feed ile kolaylıkla bulabilirsiniz.
- Blog: En sevdiğiniz blog yazarlarının yazıları hakkında çok kısa bir sürede bilgi sahibi olabilirsiniz.
- Podcast: Heyecanla dinlediğiniz podcastlerin yeni bölümlerine hemen erişim sağlayabilirsiniz.
Popüler RSS Okuyucu Uygulamaları

2008 yılında geliştirilen Feedly, hem masaüstü bilgisayarlarda hem de mobil cihazlarda kolaylıkla kullanılabilen bir RSS okuyucu uygulamadır. Feedly, hem güvenilir olması hem de kolay kullanılabilir olması ile dikkatleri üzerine çekiyor. Bu uygulamayı iOS ya da Android cihazlarınıza kolaylıkla indirebilirsiniz. Bu uygulamanın ücretsiz sürümü ile 100 kaynağa kadar RSS aboneliği yapabilirsiniz.

RSS uygulamalarının en eskilerinden biri olan FeedReader, diğer uygulamalara göre biraz daha profesyonel olması ile dikkat çekiyor. FeedReader ile takip etmek istediğiniz haberleri tek bir çatı altında toplayabilirsiniz.
iOS ve Mac cihazlar için özel olarak tasarlanmış bir RSS okuyucu olan Reeder da en iyi uygulamalar arasında yer alıyor. Reeder kolay kullanımı ve Apple’ın arayüzüne uygun tasarımı ile kullanıcıların gönlünü fethediyor. Apple severler içerik ihtiyaçlarını karşılamak için bu uygulamayı kullanmayı tercih ediyor.
Göz alıcı tasarımı ile diğer RSS okuyucu uygulamalardan ayrılan FeedBooster Google Reader’da bulunan kaynakları kolay bir şekilde taşıma imkanı da sunuyor. Bildiğiniz üzere popüler bir RSS okuyucu uygulaması olan Google Reader 2013 yılında kaldırıldı. Bu sebeple kullanıcıları da büyük bir arayış içine girdi. FeedBooster kullanıcılara sunduğu taşıma imkanı ile de en popüler RSS okuyucu uygulamalar arasında yer almayı başardı.

Ücretsiz sürümü ile 150 RSS aboneliği yapma imkanı sunan Inoreader, Google Drive, Dropbox, Evernote ve One Note entegrasyonunu tamamen ücretsiz bir şekilde sunuyor. Bu uygulamada yer yer reklamlar bulunuyor. Fakat bu reklamları izlemek istemezseniz premium üye olabilirsiniz. Bu uygulama ile kendi filtrelerinizi oluşturabilir, makale çevirebilir, aboneliğinizi birden fazla kişi ile paylaşabilirsiniz.

2021 yılına damga vuran bir uygulama olan RSSOwl, kullanım kolaylığı ile dikkatleri üzerine çekiyor. Bu uygulama sayesinde dilediğiniz haber kaynaklarını çok kolay bir şekilde takip edebilirsiniz.

NewsBlur, ücretsiz sürümü ile 64 RSS aboneliği yapma imkanı sunuyor. Eğer daha fazla abonelik isterseniz premium üye olmalısınız. Bu uygulama, detaylı filtreleme özelliği iile dikkat çekiyor. Filtreleme kriterlerini dilediğiniz gibi belirleyerek istediiniz güncellemeleri gizleyebilir, istediklerinizi ön plana çıkarabilirsiniz. Bu uygulamada filtre eğitimi özelliği de bulunuyor. Bu sayede uygulama görmek istediğiniz ya da istemediğiniz güncellemeleri de tahmin edebiliyor.

Özellikle MacOS destekli cihazlar için en popüler uygulama olarak kabul edilen ReadKit, kolay arayüzü ile kullanıcılarına büyük bir kolaylık sağlıyor. Odak modu ile de tam not alan ReadKit, ücretli bir şekilde hizmet veriyor.
Şevval Gülsuyu

Ev bilgisayarları devrimi ile birlikte ortaya çıkan en iyi şey, insan mantığının sınırlı olduğunun anlaşılmasıdır. Frank Herbert

Teknoloji insanı sanal bir gerçekliğin içine çektikçe, onu gerçekten çevresinde olup bitenlere karşı duyarsızlaştırıyor.

Bugün anladığımız anlamda ilk dijital bilgisayar icat tarihi ise 1946’dır. ENIAC adlı ilk bilgisayar ABD Ordusu’nun top atışları hesaplamalarına yardımcı olması için Amerikan Ordusu’nun desteği ile geliştirilmiştir. Kendinden önceki elektro-mekanik cihazların bin katı işlem gücüne sahip olan ENIAC’ın geliştirmesi zamanın parasıyla 500 bin dolar tutmuştur. Bu miktarın bugünkü değeri 6 milyon dolardır. ENIAC, 1955 yılının ekim ayına kadar kullanılmıştır.

Satışa sunulan ilk kişisel bilgisayar İtalyan firması Olivetti’nin ürettiği Programma 101’dir. Proje 1962 yılında başlamış, 1965 yılında ise üretim süreci tamamlanalarak, üretim kapasitesi büyük miktarlara ulaşmıştır. Programma 101’in satış fiyatı piyasaya çıktığında 3,200 dolardı, bu miktar bugünün dolar değeriyle 23,000 dolara eşittir. 40 bin ünite satılmış ve satışların yüzde 90’ı ABD’de gerçekleşmiştir. NASA, Apollo 11’in aya inişi için gereken hesaplamalarda kullanmak üzere 10’dan fazla Programma 101 kullanmıştır. Ay’a ilk insanı taşıyan Apollo 11’in bilgisayarının işlemci frekansı sadece 1 Mhz’di. Günümüzle ise en iyi bilgisayar işlemcileri bir yana cep telefonlarının işlemcileri bile 1 Ghz’den (1000 Mhz) daha hızlı.

Bilgisayarın tarihi gelişimi, takip eden yıllarda devam etmiş oda büyüklüğündeki eski bilgisayarlar zamanla ufalarak bugün cepleremize giremeye başlamıştır. Boyutları ufalarkın yapabildikleri işler ise devasa boyutlarda gelişmiştir. Gelişme artarak sürekli devam etmiş, zamanın en iyi bilgisayar işlemcisi bir süre sonra yüzüne bakılmıyacak hallere gelmiştir. Türkiye’de kullanılan ilk bilgisayar ise 1960 yılında Karayolları Genel Müdürlüğün’de kullanılmak amacıyla ülkeye getirilmiş IBM 650-Data’dır.

Hesaplamada elektronik sistemin öncüsü İngiliz bilim adamı Charles Babbage. Babbage’nin Analitik Motor adını verdiği cihaz, belli bir programlama içinde hesapları otomatik olarak yapılıyordu. Gerçek anlamda bilgisayarlar 1941 yılında Berlin’de Kondrad Zuse tarafından geliştirildi. Onun yaptığı bilgisayar, elektron lambalarından oluşuyordu ve aynı yıllarda Busines Machine Corporation adlı firmanın yaptığı otomatik bilgisayardan çok daha hızlı çalışıyordu.
İlk depolanmış programlı bilgisayarı, 1950 yılında Amerika Birleşik Devletleri Hükümetine teslim edilen UNIVAC 1101 veya ERA 1101 bellekten bir program depolama ve çalıştırabildiği için ilk bilgisayar olarak kabul edilir. İlk ticari bilgisayar 1950 yılında satıldı. 1942 yılında Konrad Zuse üzerinde çalışılmış modeli Z4, daha sonra 12 Temmuz tarihinde Eduard Stiefel Teknoloji, Zürih’teki İsviçre Federal Enstitüsü’nün bir matematikçi tarafından satın alındı. 1954 yılında Toshiba firması NEAC 1101 ürününü üretti.1958 yılında isa Toshiba , ilk digital bilgisayar, “TAC” ürününü tanıttı.

TX-O (Transistorlu Deneysel bilgisayar) ilk transistörlü bilgisayar Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde 1956 yılında gösterildi.1960’larda daha hızlı ve ucuz olan geçirgeç (transistör) tabanlı bilgisayarlar yaygınlık kazandı. Bu etkenlerin sonucunda bilgisayarların daha önce görülmemiş bir düzeyde toplu üretimine geçirildi. İlk minicomputer 1960 yılında, Digital Equipment Corporation tarafından PDP bilgisayarlar ve ilk serisi PDP-1 dir. İlk toptan kişisel bilgisayar 1968 yılında Hewlett Packard tarafından ürün ismi HP 9100A olarak pazarlanmaya başlandı.

15 Kasım 1971 tarihinde Intel firması Intel 4004 ile ilk mikroişlemcisi tanıttı. Büyük bir başarım ve güvenilirlik artışının yanı sıra, maliyet düşüşü de yaşandı.1980’lerde artık bilgisayarlar, çamaşır makinesi gibi günlük hayat kullanımındaki birçok makinesel aygıtın denetleyici donanımlarındaki yerlerini almaya başlamışlardı. Yine aynı dönemde, kişisel bilgisayarlar yaygınlık kazanıyorlardı. 1990’larda gelişen internet ile masaüstü kişisel bilgisayarlarda üretim ve satış arttı.

1975 yılında Ed Roberts pc yani “kişisel bilgisayar” icatı Altair 8800 olarak halka tanıtıldı.İlk taşınabilir bilgisayar IBM tarafından 5100 modelli 1975 Eylül’de yayımlandı. Bilgisayar 33 kilo ağırlığında ve beş inç CRT ekran, teyp sürücüsü, 1.9MHz PALM işlemci, 64kb ram vardı. Gerçek anlamda ilk taşınabilir bilgisayar ya da dizüstü bilgisayar olarak kabul edilir.

İlk Apple bilgisayar, Steve Wozniak tasarımı Apple I bilgisayar 1976 da tanıtıldı. Dell 1985 yılında turbo notebook olarak ilk adımını attı. 1994 yılında ise IBM, IBM ThinkPad 775CD, cdromlu ilk dizüstü bilgisayarını tanıttı.

Apple 1984′de, çıkardığı diğer ürünlerini bırakarak ilk fare ve klavyeye sahip ekranlı kişisel bilgisayarı piyasaya sürüyor. Bu bilgisayar Mac OS sistemleri ile entegreli olarak sunulur ve oldukça rağbet görür. Mac olarak da bilinmektedir. Günümüzde Mac Pro, IMac, Macbook serileri ile hala varlığını sürdürmektedir. Macintosh fare ile piyasaya sunulan ilk bilgisayarlar listesinde yer almayı başarmıştır. Bunun dışında ilk kullanıcı ara yüzüne sahip bilgisayar olarak da bilinmektedir.

Modern bilgisayarlar birer minyatürleşme harikasıdır. bir zamanların 30 ton ağırlığında ve neredeyse oda büyüklüğündeki makinelerinin yerini bugün aynı işi çok daha hızlı yapabilen, en çok 2kg ağırlığında ve çantada taşınabilen bilgisayarlar almıştır.
Gelişen teknoloji, bilgisayar teknolojisini her geçen gün daha da küçülttü ve artık taşınabilir bilgisayar üretme vakti gelmişti. Bu fikir ilk başta sadece çocukların basit işlemleri yapabilmesi için Alan Kay tarafından Dynabook adı ile tanıtıldı. Alan Kay,bu fikri 1967 yılında atmıştı ve o zamanın şartlarında ucuz,şarj edilebilir ve kişisel bilgisayar teknolojisine yakın cihaz üretilemediği için 1967′de 20 kg ağırlığında Xerox NoteTaker adı ile ilk prototip taşınabilir bilgisayar üretildi. Tüm bunlara rağmen aslında oldukça yeni bir tarihi vardır. İlk defa 2004 gibi yakın bir tarihinde taşınabilir bilgisayar modelleri masaüstü modellerden daha çok satılmıştır. Bu bilgisayarlar laptop (diz üstü) olarak da bilinirler. Notebook serisi ile laptop üretimi bitmiştir.

Modern bilgisayarların kalbi, mikroçip ya da kısaca çip olarak adlandırılan tümleşik devrelerdir. Silisyumdan yapılmış bu minik levhaların üstüne, uygulamanın türüne göre özel olarak tasarımlanmış yüz binlerce mikroskobik elektronik parça yerleştirilebilmektedir. 1953 de tüm dünyada kullanılmakta olan yalnızca 100 kadar bilgisayar vardı. Bu gün ise elektronik sanayisinin bel kemiğini yüz milyonlarca bilgisayar oluşturmakta, evlerde, iş yerlerinde, devlet dairelerinde, üniversitelerde, akla gelebilecek her yerde bilgisayar kullanılmaktadır. Çok değişik biçim ve boyutlarda bilgisayar üretilmektedir.

Sanayileşmiş ya da sanayileşmekte olan ülkelerde nüfusun büyük bir bölümü bilgisayar kullanmaktadır. Televizyon, radyo, mikrodalga fırın gibi yüksek teknolojiye dayalı elektronik aygıtların hemen hemen hepsi gerçekte minik, özel bilgisayarlarca denetlenmektedir. Kısacası bilgisayar haberleşmeden, bilim ve araştırmaya, sanayiye, eğitim, sanat ve eğlenceye kadar bir çok dalda kullanılmaktadır. Analog ve dijital olmak üzere başlıca iki tür bilgisayar çeşidi vardır. Analog bilgisayarlar problemi sürekli değişen veriler(basınç ve elektrik gerilimi gibi) kullanarak çözer. Dijital bilgisayarlar ise, birbirinden ayrı, iki sayılı kodlar uyarınca çalışır; yalnızca 0 ve 1lerden oluşan bu ikili sayıların her birine bit denir. Gündelik dilde, bilgisayar sözcüğü dijital bilgisayarı ifade eder. Dijital bilgisayarlar başlıca dört nedenden ötürü analog bilgisayarlardan üstündür: A)Daha hızlıdırlar B)Sinyal girişimlerinden daha az etkilenirler.
Özel amaçlı bilgisayarlar, bazı özel işlevleri yerine getirmek üzere tasarlanmıştır. Bunlar yalnızca mikroçiplerine yüklenmiş programlar uyarınca çalışırlar. Elektronik hesap makineleri, dijital saatler ve benzeri başka pek çok aygıt, özel amaçlı bilgisayarların temelidir. Genel amaçlı bilgisayarlar ise, pc ler ve iş yerlerinde kullanılan bilgisayarlar, kendilerine yüklenilen programlar, yani verilen komutlar uyarınca çalışır, bu nedenle çok değişik işlevleri yerine getirebilir. Bazı genel amaçlı bilgisayar küçük bir el radyosu boyutundadır; ama tümüyle işlevsel, tek birim halindeki en küçük genel amaçlı bilgisayarlar, evrak çantası büyüklüğünde ki diz üstü bilgisayarlarıdır. Kişisel bilgisayarlar yada masa üstü bilgisayarları saniyede yaklaşık 5 milyon işlem gerçekleştirebilir; bazılarında bu sayı 35 milyona kadar çıkar.

Bilgi ve iletişim teknolojileri, bilgiye ulaşılmasını ve bilginin oluşturulmasını sağlayan her türlü görsel, işitsel basılı ve yazılı araçlardır. Ayrıca, insanlık tarihinde az sayıda teknoloji, bilgi ve iletişim teknolojileri kadar insan yaşamını etkilemiştir. Bilginin toplanmasını, işlemesini, depolanmasını, ağlar aracılığı ile bir yerden bir yere iletilmesini sağlayan iletişim ve bilgisayar teknolojilerini de kapsayan bütün teknolojiler “bilgi teknolojisi” olarak adlandırılmaktadır. İletişim teknolojisi, mesajların bir yerden bir yere hızlı iletilmesine olanak sağlamakta, bilgisayar teknolojisi ise hesaplama ve bilgi işleme yeteneklerimizi milyonlarca kere artırmaktadır. Eğitim alanında; kitaplar dolusu bilgi bellekler ve disklerle küçücük alana taşınabilmektedir . Bu sayede ortamdan bağımsız eğitim anlayışı gelişecektir ve online eğitim kurumları artacaktır . Artık yavaş yavaş uzaktan eğitimin önü açılacaktır . Hatta online sınavlar bile düzenlenebilecektir. Sağlık alanında; artık muayene olmak için sabah erkenden sırada bekleyip fiş alma derdi bitmektedir . Bilgisayar ortamında ya da telefonla kolaylıkla muayene için randevu alınabilmektedir . Tüm hasta bilgileri sadece Tc kimlik numara ile edinilebilmektedir. Ulaşım alanında; online bilet alımları ile artık bir bilet için otogara gitme derdi bitmiştir . Ayrıca Gps’ler sayesinde bir adrese gideceğin yolu bilmesen bile adresi gps ile işaretleyip bulunduğun noktadan o adrese ulaşmak mümkün artık . Bununla birlikte trafik yoğunluğu vs artık an an bilinebilmektedir.

Güvenlik alanında; artık tüm şehir , bankalar , dükkanlar vs her biri güvenlik kameraları ile izlenebilmekte bir olay olduğunda olaya dahil olanların kimlikleri tespit edilebilmektedir.
Bankacılık alanında; artık bankalardaki neredeyse tüm bilgiler bilgisayarlara tutulmakta ve işlemler online olarak gerçekleşebilmektedir. Dünyanın çok uzak yerinden yatırılan para kısa sürede elimizde olmaktadır. Bankamatikler ile istediğimiz saatle para çekebilmekte, banka kartları ile para taşıma derdi olmadan her yerden alışveriş yapabilmekteyiz.

Gazetecilik alanında; online gazeteler ve dergiler yavaş yavaş yerini online gazetelere bırakmıştır. Dergiler tamamen online ortama taşınmış ve basılı yayınlarını durdurmuşlardır. Ayrıca online gazetecilik sayesinde haberlere bir gün sonra değil anında ulaşabilmekteyiz. Sosyal medya alanı; sosyal medya ile aynı anda yüzlerce arkadaşımız ile iletişime geçebiliyoruz. Ne düşündüğümüzü tüm çevremize yayabiliyoruz.

Alışveriş alanı; online alışveriş siteleri ile yüzlerce km uzaklıkta merkezi bulunan ya da ülkemizde bulunmayan bir ürüne dahi kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Telekomünikasyon alanı; mobil telefonlar ile birlikte artık ortamdan bağımsız şekilde artık sevdiklerimizle rahatlıkla iletişim kurabiliyor, işlerimizi telefon ile halledebiliyoruz.