logo

İradene hakim, vicdanına esir ol.

İÇİNDEKİLER

BEKLENTİ OYUNU VEYA TAMAH

İrade Nasıl Oluşur ve Nasıl Güçlendirilir?

İnsanı büyük veya küçük, başarılı veya başarısız, mutlu veya bedbaht yapan

kendi iradesidir. (Schiller)

Anoreksiya ve Bulimia Arasındaki Farklar Nelerdir

Anoreksiya nervoza, genellikle aşırı kilo kaybı, düşük vücut ağırlığı, beslenme alışkanlıklarındaki aşırı kısıtlamalar ve kendini yetersiz hissetme gibi belirtilerle kendini gösteren ciddi bir yeme bozukluğudur. Anoreksiya, bireyin vücut ağırlığını ve şeklini aşırı şekilde kontrol etmeye çalıştığı, yemek yeme konusunda korkular ve takıntılar geliştirdiği bir durumdur. Bu kişiler, genellikle gerçek vücut ağırlıklarının altında bir ağırlığa ulaşmak için aşırı çaba sarf ederler. Anoreksiya, fiziksel sağlık sorunlarına, hormonal dengesizliklere, kalp problemlerine ve diğer ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Ayrıca, psikolojik olarak da zorlayıcıdır ve genellikle terapi ve diğer tedavilerle ele alınması gereken bir durumdur.

Bulimia Nedir? 

Bulimia nervoza, genellikle aşırı yeme nöbetleriyle karakterize edilen ve ardından bireyin bu aşırı yeme davranışlarını telafi etmek amacıyla kusma, açlık, aşırı egzersiz veya müshil kullanma gibi yöntemlere başvurmasına neden olan bir yeme bozukluğudur. Bulimia, bireylerin genellikle kontrolsüz bir şekilde büyük miktarlarda yiyecek tüketmeleriyle başlar ve bu durumu takiben suçluluk, utanç veya endişe duygularıyla başa çıkmak için kompulsif davranışlara yönelirler. Bu bozukluk hem fiziksel hem de psikolojik sağlık sorunlarına neden olabildiğinden genellikle multidisipliner bir yaklaşım gerektirir ve bilişsel davranışçı terapi, psikoterapi, beslenme danışmanlığı ve destek grupları gibi yöntemler kullanılır.  

Anoreksiya ve Bulimia Arasındaki Farklar Nelerdir 

Anoreksiya nervoza ve bulimia nervoza, her ikisi de yeme bozuklukları olmasına rağmen, birbirinden farklı belirtiler ve davranışlar içerirler. Aralarındaki temel farklar ise şunlardır: 

  • 1. Beslenme Alışkanlıkları: 

Anoreksiya: Bu durumda, bireyler aşırı düşük bir vücut ağırlığına ulaşmak için yemek tüketimini önemli ölçüde kısıtlarlar. Bazı durumlarda, yemek yemeyi tamamen reddedebilirler. 

Bulimia: Bulimia hastaları, periyodik olarak kontrolsüz bir şekilde büyük miktarlarda yiyecek tüketirler (aşırı yeme nöbetleri). Ancak bu durumu telafi etmek amacıyla kusma, açlık, aşırı egzersiz veya müshil kullanma gibi yöntemlere başvururlar. 

  • 2. Vücut Ağırlığı ve Şekli ile İlgili Tutum: 

Anoreksiya: Vücutlarıyla ilgili anormal bir algıları vardır ve genellikle gerçek ağırlıklarının altında bir ağırlığa ulaşmaya çalışırlar. 

Bulimia: Vücut ağırlığı ve şekli ile ilgili olarak genellikle normal veya üzerinde bir kiloya sahiptirler, ancak yine de kendilerini şişman hissederler. 

  • 3. Kompulsif Davranışlar: 

Anoreksiya: Aşırı egzersiz yapma, yemek yemeyi reddetme, kilo kaybını sürdürme amacıyla aşırı çaba sarf etme gibi davranışlar görülebilir. 

Bulimia: Kontrolsüz yeme nöbetlerini takiben, bu durumu telafi etmek amacıyla kusma, açlık, aşırı egzersiz veya müshil kullanma gibi kompulsif davranışlara başvururlar. 

  • 4. Fiziksel Etkiler: 

Anoreksiya: Aşırı kilo kaybı, hormonal dengesizlikler, cilt problemleri, kalp sorunları, zayıf bağışıklık sistemi gibi fiziksel sorunlar görülebilir. 

Bulimia: Mide problemleri, diş erozyonu, elektrolit dengesizlikleri, sindirim sistemi sorunları gibi fiziksel komplikasyonlar ortaya çıkabilir. 

Yeme Bozukluklarına Sebep Olan Etkenler 

Yeme bozukluklarının gelişimine etki eden çok sayıda faktör bulunur. Bu faktörler genellikle karmaşık bir etkileşim içindedir ve bireyden bireye farklılık gösterirler. Ancak, yaygın olarak kabul gören etkenler arasında şunlar yer almaktadır: 

  • Genetik Faktörler: Aile geçmişinde yeme bozuklukları bulunan bireylerde, genetik faktörlerin bu bozuklukların gelişiminde rol oynayabileceği düşünülmektedir. Genetik yatkınlığın, bireyin bu tür sorunlara karşı daha hassas olmasına neden olabileceği çeşitli çalışmaların sonucu olarak belirtilmektedir. 
  • Psikolojik Faktörler: Duygusal sorunlar, düşük özsaygı, mükemmeliyetçilik gibi psikolojik faktörler yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar. Stres, travma, aile içi problemler gibi yaşam olayları da bu faktörler arasında yer alabilir. 
  • Toplumsal ve Kültürel Faktörler: Toplumsal beklentiler, medya tarafından oluşturulan güzellik standartları, zayıf olmanın idealize edilmesi gibi kültürel etkenler, bireylerde yeme bozukluklarına yol açabilir. Toplumdaki baskılar, kilo ve görünümle ilgili algıları etkileyebilir. 
  • Biyolojik Faktörler: Beyin kimyasındaki değişiklikler, hormonal dengesizlikler, metabolik faktörler yeme bozukluklarının ortaya çıkmasına neden olabilen faktörlerdir. Bu faktörler, beslenme ve kilo kontrolü üzerinde etkin rol oynar ve yeme bozukluğuna neden olurlar. 
  • Aile İlişkileri: Aile içi dinamikler, ebeveynlerin tutumları ve davranışları, aile içindeki iletişim tarzları yeme bozukluklarının gelişiminde etkilidir. Aile içindeki çatışmalar veya aşırı koruyucu bir ortam da risk faktörleri arasında sayılabilir. 
  • Bireysel Faktörler: Bireyin kişilik özellikleri, mükemmeliyetçilik, düşük özsaygı, kontrol kaygısı gibi faktörler de yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında etkili olabilen bir faktördür. 

Bu faktörlerin kombinasyonu, bir bireyin yeme bozukluklarına yatkınlığını artırabilir. Ancak her birey farklıdır ve bu faktörlerin her biri herkes üzerinde aynı etkiyi göstermez. Tedavi genellikle multidisipliner bir yaklaşım gerektirir ve bireye özgü bir planla yürütülür.  

Yeme bozuklukları nasıl teşhis edilir? 

Elbette, yeme bozukluklarının teşhisi genellikle kapsamlı bir değerlendirme sürecini içerir. Aşağıda, bu süreçte kullanılan yöntemlere daha detaylı bir bakış sunmaya çalıştık: 

Klinik Değerlendirme:

Bir psikiyatrist, klinik psikolog veya bir diğer mental sağlık uzmanı, bireyin genel zihinsel sağlığını değerlendirir. Bireyin yaşam koşulları, sosyal ilişkileri, duygusal durumu, kaygı düzeyi ve depresyon gibi faktörler göz önünde bulundurulur. 

Fiziksel Sağlık Değerlendirmesi:

Yeme bozuklukları genellikle fiziksel sağlık sorunlarına neden olabilir. Bu nedenle, bir doktor, bireyin genel sağlık durumunu değerlendirir. Bu değerlendirme, kilo kaybı, hormonal dengesizlikler, elektrolit dengesizlikleri ve diğer fiziksel etkileri incelemeyi içerir. 

Bireyle Görüşmeler:

Mental sağlık uzmanı, bireyle birebir görüşmeler yaparak yeme alışkanlıkları, beslenme düzeni, kilo kontrolü çabaları ve duygusal durum hakkında bilgi edinir. Bu görüşmelerde, bireyin algıları, düşünceleri ve duygusal tepkileri üzerine odaklanılır. 

Aile Geçmişi ve Tıbbi Anamnez:

Uzman, aile geçmişi ve bireyin tıbbi geçmişi hakkında detaylı bilgi alır. Aile içindeki ilişkiler, çocukluk dönemi deneyimleri ve genel tıbbi durumlar değerlendirilir. 

Beslenme Danışmanlığı:

Bir beslenme uzmanı, bireyin beslenme alışkanlıklarını değerlendirir ve sağlıklı bir beslenme planı oluşturabilir. 

Aile Terapisi:

Özellikle genç bireylerde, aile içindeki dinamikleri anlamak ve iyileştirmek amacıyla aile terapisi kullanılabilir. Yeme bozukluklarının teşhisi genellikle yukarıda bahsettiğimiz yaklaşımların bir kombinasyonu ile yapılır. Bu sayede bireyin bütünsel sağlık durumu değerlendirilir ve uygun tedavi planı oluşturulabilir. 

Yeme Bozukluklarında Tedavi Seçenekleri 

Yeme bozuklukları için kullanılan tedavi seçenekleri genellikle bir multidisipliner yaklaşım gerektirdiğinden bahsetmiştik. Psikoterapi, özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve aile terapisi, bireyin düşünce kalıplarını, duygusal tepkilerini ve yeme alışkanlıklarını anlamak ve değiştirmek için kullanırken, beslenme danışmanlığı, bireyin sağlıklı beslenme alışkanlıkları geliştirmesine yardımcı olur. İlaç tedavisi de bazı durumlarda duygudurum bozukluklarını yönetmek için kullanılabilir. Ayrıca, destek grupları ve diğer grup terapileri bireyin diğerleriyle deneyimlerini paylaşmasını ve moral bulmasını sağlar. Ciddi durumlarda hastaneye yatış ve rehabilitasyon merkezlerinden faydalanılabilir, ancak her durumda tedavi planı bireyin özel ihtiyaçlarına uygun olarak belirlenir. 

Tedavi, sadece semptomları ele almakla kalmaz, aynı zamanda temel psikolojik, sosyal ve biyolojik faktörlere odaklanarak bireyin bütünsel sağlığını destekler. Erken müdahale ve sürekli destek, yeme bozukluklarına bağlı komplikasyonların önlenmesine ve bireyin sağlıklı bir yaşam tarzına kavuşmasına yardımcı olabilir.

Terappin / Anlaşılmak İyi Gelecek

Bilişsel-Davranışçı teoriye göre duygularımızın kaynağı düşüncelerimizdir. Yani düşüncelerimizin içeriği ne ise hissettiğimiz duygu da o yönde olur. Düşüncelerimizin şekil verdiği duygularımız da davranışlarımızın yönünü belirlerler. Bu etki sırasında sürekli bir akış içinde düşünürüz, hissederiz ve davranırız.

Kötü olarak günlük hayatta genel bir etiket altına topladığımız duygularımız vardır. Bunlar çökkünlük, üzüntü, iğrenme, öfke gibi içinde birçok farklı duyguyu barındırabilir. Bu yazıda kötü olarak tanımladığımız duygular ise genel olarak çökkünlük ve üzüntü olacaktır. Duyguların bizler için oldukça işlevsel deneyimlerdir. Her zaman belirli koşullar sağlandığında kötü hissetmenin normal ve sağlıklı olduğunu unutmamak gerekir. Hayat akışımızda bu duyguları hissetme sebebimiz ise yukarıda bahsedildiği üzere düşüncelerimizdir.

Peki Hangi Düşünceler Bize Kötü Hissettirir?

Bilişsel-Davranışçı terapinin uygulayıcıları yıllar süren klinik gözlemler ve araştırmalar sonucunda depresyon deneyimleyen insanların düşüncelerini sınıflandırmayı başardılar. Bize üzgün ve çökkün hissettiren düşünce hatalarımızı gün yüzüne çıkardılar.

Kötü Hissetmeye Yol Açan Düşünce Hataları

Zihnimiz günlük yaşantımızın akışında her zaman mutlak bir mantık yürütmez. Süregiden kendimizle olan diyaloğumuzda bir sürü düşünce oluşur. Bu yüzeysel, bazen farkında olmayabileceğimiz, adeta refleksmiş gibi oluşan düşüncelere “otomatik düşünceler” adını veriyoruz. Bu otomatik düşüncelerimizden bazıları bizde olumsuz duygulanımlar yaratır ve işlevsel değildirler. Bu işlevsel olmayan otomatik düşüncelerimizi şekillendirirken sıkça yaptığımız düşünce hataları vardır. Bize kötü hissettirecek ve gerçekten uzaklaştıracak düşünce hatalarından bazıları aşağıdaki gibidir:

  • Hep Ya Da Hiç Tarzı Düşünce:Bu düşünme hatasını yaparken çok uç kutuplarda yargılar ediniriz. Ya işimizde çok iyiyizdir ya da çok kötü. Yaşamda hiçbir şeyin tek bir niteliği olmadığı gibi, bizler de tek bir sıfatın altında tanımlanamayız. Hep ya da hiç tarzı düşünce hatasına sahip olan bir öğrenciyi ele alalım. Tek bir sınavdan kötü almanın kendisini kötü bir öğrenci yaptığına inanabilir. Tabi ki bu inanç gerçekten uzak olmasının yanında kişiyi olumsuz duygu deneyimlemeye iter.
  • Kişiselleştirme:Aslında kontrolümüzün dışında olan bir olayı yahut durumu değerlendirirken kendimizi sorumlu tutmaya verilen isimdir. Ders verdiği sırada, bir öğrencinin derslikten ayrılmasını gören öğretmenin kendi öğretmenlik yetilerini sorgulamasını örnek verebiliriz. Öğrenciler dersi birçok sebepten terk edebilirlerken, bahsettiğimiz düşünce hatasına sahip öğretmen bunu mutlak bir kesinlikte kendisiyle ilgili görebilir. “Ben yeterince iyi olmadığım için dersi terk etmiş olmalı.” Diye düşünebilir.
  • Zihin Okuma / Falcılık Yapma:Elimizde yargımızı kanıtlayacak hiçbir kanıtımız olmamasına rağmen bazen olumsuz bir yargıya varırız ve bunu gerçek kabul ederiz. Kabul ettiğimiz bu gerçekliği tekrar araştırma gereği hissetmeyiz. Bu bağlamda zihin okuma dediğimiz düşünce hatasında birinin en küçük bir tavrından, bize karşı kötü bir yaklaşımı olduğu sonucuna varmak olarak gösterebiliriz. Falcılık yapma ise gelecekte olacakları bilebileceğimize inanıp, bu öngörümüzü olumsuz bir kurgu ile harmanladığımızda yaparız. Her şey kötü olacak, hiç kanıtım yok ama biliyorum der ve kötü hissederiz.
  • Olumluyu Geçersiz Kılma:Olumluyu geçersiz kılma olarak isimlendirebileceğimiz düşünce hatasında ise, algıladığımız pozitif şeyleri şansa bağlayıp kısa süreli bir devamlılığı olacağına inanırız. Olumsuz şeyler algıladığımızda ise bu bizim gerçekliğimizmiş gibi hissettirebilir ve daha uzun süreli bir devamlılığı olacağına inanabiliriz.
  • Aşırı Genelleme:Tek bir deneyim, olay ya da durumun gelecekte yaşayacaklarımızın habercisi olduğuna inanmaya aşırı genelleme denir. Bir okula yaptığı başvurusu kabul almayan öğrencinin bütün hayatı boyunca hiçbir okula kabul almayacağı inancını oluşturmasını aşırı genellemeye örnek sayabiliriz.
  • Aşırı Büyütme Ya Da Küçültme :
    Bazı olay ya da durumları gözümüzde çokça büyütebiliriz. Bir şeyi yapmaktaki yetersizliğimiz ya da başkasının başarısı gibi. Bu tip durumları gözümüzde büyütürken, bize ait iyi şeylere bakarken ya da başkalarının kötü yanlarını daha küçük görmemiz mümkündür. Bir olay ya da deneyimin etkisini olduğundan daha az ya da daha çok yorumlamaya aşırı büyütme ya da küçültme adını veririz.

Bunların yanında duygusal karar verme, -meli/-malı cümleleri, felaketleştirme, etiketleme, zihinsel filtre gibi başka düşünce hataları da saymamız mümkündür. Hepimiz zaman zaman burada saymış olduğumuz düşünce hatalarını yapabiliriz. Önemli olan bu düşüncelerimize karşıt bir argüman geliştirip gerçeğe daha uygun bir algı edinebilmemizdir. Bu tip düşünce hatalarının farkındalığı ile içinde olduğumuz duruma daha uygun bir deneyim yaşamak hepimiz için daha sağlıklı bir yaşantının anahtarıdır.

Uzm. Klinik Psikolog Mahir Efe Falay / SİMA PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK

Kumarhanelerin iç tasarımını yapan uzmanlar, insan beynindeki devrelerin bilimsel olarak nasıl islediğini bilmeseler de, bu devrelerin (ve hisseden beynin), düşünen beyne nasıl egemen olduğunun farkında oldukları için, mekân düzenlemesini insan beynindeki ödül merkezine mesajlar gönderecek şekilde yaparlar. Bu nedenle jackpot makineleri kumarhanelerin girişine yerleştirilir. Yanan ve sönen ışıklar, yakınlarda bir yerde büyük bir tıngırtıyla dökülen paraların sesi, hatta biraz ötelerden gelen jackpotun büyük ikramiyeyi müjdeleyen zili bilinçaltından kazanma hırsın körükler ve müşterileri şansın kendilerine gelmesi için daha büyük bir iştahla makinelere para yatırmaya teşvik eder.

Profesyonel dolandırıcıların iki sermayesi vardır. Birincisi güler yüzlülükleri ve sevimlilikleri, ikincisi ise insanlardaki açgözlülüğün onlar nasıl körleştirdiğini bilmek. Profesyonel yatırım uzmanları ve hedge fon (türev ürünler) yöneticilerinin de insanlar ikna etmek için kullandığı yöntem aslında bundan farklı değildir. Müşteriye daima kazanç seçeneğini gösterirler. Aslında bankaların ve yatırım kuruluşlarının çıkardıkları fonlara yatırım yapmanın veya endeks seviyesi üzerine oynamanın yüksek getiri sağlama ihtimali, bütünüyle yatırımcının kontrolü dışındadır. Ancak müşteriye sunulan iyi durum senaryosu onun sadece kazanca odaklanmasına neden olur. Aslında bu oyunda çoğu zaman kazancı garanti olan tek kişi, yapılan işlemlerden komisyon alan uzmanlardır.

YOK BİRBİRİMİZDEN FARKIMIZ

Şehirlerde yasayan iyi eğitimli insanlar, gazetelerde zaman zaman okudukları, Anadolu’nun herhangi bir yerinde hazine haritası satılarak yapılan dolandırıcılık haberlerini hafif bir tebessümle karşılarlar. Haritayı, antik döneme ait bir hazineye ait olduğuna inanarak satın alan saf Anadolu çocuğunun naifliğine hem şaşar hem de üzülürler. Oysa yatırımlarını uluslararası veya ulusal yatırım uzmanlarının tavsiyelerine uyarak yönlendiren çoğu insanın durumu da bundan çok farklı değildir.

Bugün herkesin malumu olan, ancak 2008 yılına kadar sadece bir uzmanlık ve meslek sırrı gibi görünen hedge fonların işleme biçimi buna tipik bir örnektir. Hedge fon yöneticileri, müşterilerine pazarladıkları ürünün risklerini ve kendi yüksek maaşlarının kaynağını açıklamadan satış yapmışlardır. Alıcılar da hem risklerinin ne olduğunu bilmeden hem de ödedikleri yüksek komisyonların farkında olmadan, okumadıkları sayfalar dolusu belgeyi imzalayarak bu duruma onay vermiştir.

AÇGÖZLÜLÜĞÜ KONTROL ETMEK İÇİN

Ödül arayışımızın bizi gerçekçi olmayan “kârlı ve parlak” yatırımlara yönlendirmesini engellemek ve düşünen beynimizi devrede tutmak için aşağıda birtakım öneriler sıralanmıştır. Bunlardan bazıları “zaten bildiğiniz” öneriler olsa da unutmayın ki, bir şeyi bilmek ile ödül merkezimiz uyandığı sırada onu uygulayabilmek arasında büyük fark vardır. Borsada (Borsa İstanbul) ve yatırım piyasalarında tek bir gerçek vardır, o da “hiçbir şeyin garanti olmadığı” gerçeğidir. Size “paranızı ikiye katlama” ihtimalini sunan veya “yakında kanatlanacak bir hisseden” söz eden kişiyle karşılaştığınız zaman kendinize şu soruları sorun. “Bu kişi sırını neden benimle paylaşıyor?” “Bu kişi bana bu iyiliği neden yapıyor?” “Ben bu kişiye kendimi gerçekte ne kadar yakın hissediyorum?”

Geçmişte hisse senedi piyasasında, bir kere büyük bir kazanç elde ettiyseniz, hayatınızın devamında yine böyle büyük bir “voli” peşinde koşma ihtimaliniz büyüktür. Yükselen hisseleri görmek kolay ancak yükselmeye devam edip etmeyeceklerini kestirmek aynı ölçü de kolay değildir. Geçmişte size para kazandırmış bir hisse senedinin bunu tekrarlaması rastlantılara bağlıdır. Bir hisse senedine yüklü miktarda yatırım yapmak (bu işe ayırdığınız miktarın yarısından fazlasını) için şu koşullar gereklidir: Hisse senedini satın aldığınız kuruluşun işkolunu ve stratejisini bilmek, o şirketin bilançosunun gerçek durumu yansıtıp yansıtmadığını araştırmak ve en önemlisi, borsa iki yıl için kapanacak veya yatırımınızın tümünü kaybedecek bile olsanız, bundan “canı yanmayacak” olmak.

Yatırım yapmak istediğiniz nakit varlığınızın yarısından fazlasını getirisi düşük ancak riski de düşük yatırım sepetlerinde değerlendirin. Yüksek getiri ve dolayısıyla yüksek risk içeren yatırım araçlarına varlığınızın % 10’undan fazlasını ayırmayın ve sonuç ne olursa olsun bu miktarı artırmayın.

GERÇEKTEN DÜŞÜNÜN

Paranızı kontrolünüzün dışında bir alana yatırırken iki kere düşünün ve “gerçekten” düşünün. Malcolm Gladwell’in Blink kitabında ortaya koyduğu gibi, “düşünmeden düşünmek “ten uzak durun yani başka bir ifadeyle düşündüğünüz zannetmeyin ve bunun her türlü felaketin reçetesi olduğunu unutmayın. Sonucu felaketle biten finansal kararların iki nedeni vardır: Birincisi paraya şiddetle ihtiyaç duymak, ikincisi de kolayca büyük para kazanılabileceğine inanmak. Her iki durumda da seçimleri, tepkisel, hızlı ve güçlü olan “hisseden beyin” yapar. Akıllı ama daha zayıf ve yavaş olan “düşünen beyin” sadece bu seçimi destekleyecek gerekçeler bulmada devreye girer. Bu tür seçimler yaparak pişman olan kişiler daha sonra “gerçekten düşünmeye başladıklarında”, ne kadar çok faktörü görmediklerini ya da görmezden gelip değerlendirmediklerini “görürler”.

SONUÇ

Unutmayınyatırım uzmanlarının (veya dolandırıcıların) büyük çoğunluğu size daima kazancı, hatta geçekleşmesi çok zor olan en yüksek kazancı vaat eder ve sizi ikna ederler. Beş dakika sonra sizi içine sürükledikleri riski akıllarına bile getirmeden, kendilerine prim getirecek yeni bir kurban arayışına girerler. Bazıları ise önerilerindeki yatırım aracının gerçek riskinin ne olduğunun farkında bile değildir. Eğer gazete manşetlerine taşınan güncel olayı yukardaki bilgilerin ışığında değerlendirirseniz, size gerçek olmayacak kadar yüksek getiri vaat eden ve sonu hayal kırıklığı ile bitecek, sözde fırsatlardan kendinizi korursunuz.

PROF. DR. ACAR BALTAŞ / BEKLENTİ OYUNU VEYA TAMAH

bir kötülüğün

“Hayır, teşekkür ederim” demek güçlendirici bir araçtır. Çünkü karşılığında sizden bir şey bekledikleri için size iyilik yapmaya çalışan ve sonuçta bu iyilikleri kötülüğe dönüşen insanlar vardır. Ancak bu kötülük her zaman kötü niyetli değildir, bazı iyilikler sadece ters gider.

İngilizcesi “favor” olan iyilik kelimesi Latince’de, “nezaket göstermek” anlamına gelen favere kelimesinden türemiştir.  Orijinal anlam başkalarına yardım etmek ve cömertlik göstermekle ilgilidir. Ancak bu tanım, bugünlerde anladığımızdan çok uzaktır. “Kötülük”, “iyilik” kelimesinin zıt anlamıdır ve ikincisi genellikle öncekine dönüşür.

İlk başta, bir kötülüğün sadece fesatlıktan veya düşüncesizlikten kaynaklandığını düşünebilirsiniz. Ancak bu böyle değildir. Genellikle kişi bir iyilik yapmayı amaçlar, ancak yaptıkları sorun haline gelir. Bu nedenle, haydi konuyu biraz daha derin inceleyelim. Bazen, istemeden, diğerlerinden, fedakarca veya beklenmedik yardımlar alabilirsiniz. Tabii ki, bu sizi sevinçle doldurur, çünkü bu iyilikler size dönüştürücü bir güç verir. Elbette, bu durumlar sürekli talepler ve anlık ödüllendirmeler dünyasında fark edilmeyebilir. Bu nedenle, yeterince minnettar olmayabilirsiniz. Özellikle de, dikkat çekmeden, rüzgarı arkanıza almanızı sağlayan insanlara karşı.

İyilik ve minnettarlık arasındaki aracılar

Minnet eksikliği, gideri gelirinden daha olumsuz hale getiren bilişsel sapmalardan kaynaklanabilir. Algıda seçicilik veya filtreleme, olumsuz şeylerin olumlu olanlardan daha ilgili ve daha çok olduğuna inanmanıza neden olan bir düşünce bozukluğudur. Yine de genellikle yeterince minnettar olmadığınız gibi, bu durumlara yeterince dikkat etmiyor olmanız da mümkündür. Bunlar kasıtlı olarak ya da değil, sizi hoşlanmadığınız durumlara götürür. Dolayısıyla yaşam matematiksel olarak mükemmel bir algoritma değildir. Bu nedenle, başlangıçta size fayda sağlayabilecek eylemler veya koşullar işin sonunda size zarar verebilir. Bunun nedeni, çoğu zaman, bu istenmeyen sonuçların oluşması ve durumun zararlı bir davranışa dönüşmesidir.

Başka bir düzeyde, zihinsel filtreler, aldığınız bilgileri veya oluşturduğunuz düşünceleri ilettiğiniz farklı süzgeçler oluşturur. Herkes bu süzgeçlere sahiptir ve bu süzgeçleri genellikle bilinçsiz olarak kendi deneyimlerinden oluşturmuşlardır. Zihinsel filtreler veya bilişsel çarpıtma, bazı iyilikler karşısında ne kadar minnettar olacağınızı ya da bu konuda ne kadar nankör davranacağınızı belirleyen aracılardır. Siz isteseniz de istemeseniz de.

Bir iyilik kötülüğe ve lütfe dönüştüğünde

Diğer durumlarda ve daha sonra sizi şaşırtacak şekilde, bazı kötülükler kasıtsız olarak oluşurlar. Ayrıca, “size yardım etmek isteyen” kişiye borçlu çıkmanıza sebep olurlar. Bu durumlar genellikle lütfetme tutumunun bir parçasıdır. Öte yandan, bu kişiler sadece ve sadece gelecekte kendilerine sunulacak faydayı edinmek amacıyla hareket ediyor olabilirler. Bu nedenle, bazı iyilikler iki ucu da keskin bir bıçak gibi olabilir.

Lütfetme, sözde iyilik yapılan kişiye karşı bir üstünlük hissi duyulması ve nezaketin yanlış yorumlanması sonucu ortaya çıkar. Birisi sizi küçümsemek niyetinde olabilir ve bunu bir iyilik olarak gizliyor olabilir. Bu nedenle, iyilik istememiş olduğunuz için sonuçları size zararlıdır. Bunun gibi, lütfedilen kişiler için işe yarar bir yardım olmaktan uzak olan durumları önlemek için, görünüşte yardımcı olsalar bile, bazı tekliflere eleştirel yaklaşmak önemlidir. Öte yandan, eğer hasar zaten olan olmuşsa, aşağıdakileri deneyebilirsiniz:

Zararlı davranış hakkında ne yapmalı?

Aşağıdaki yönergeleri dikkate alın:

Kendinizi affedin. İlk olarak, durumun ya da zararlı davranışın nedenini bulun. Eğer suç sizde değilse, hatayı üstlenmeyin.

Sorumluluk alın. Suçlu olmamanızın sorumluluğu üzerinizden atmanız demek olmadığını anlayın. Evet, kabul ettiklerinizden de siz sorumlusunuz.

Yapılanın arkasındaki niyeti değerlendirin ve boş verin. Yapılan iyiliğin arkasında beklentiler var mı?

Sonuçta insansınız isteseniz de istemeseniz de yanılıyor olabilirsiniz. Bu bağlamda, hümanizm şefkat ve affediciliğin kapılarını açar. Beklentileri veya kötü niyetleri olanlar da dahil olmak üzere birçok iyiliğin bilmemekten kaynaklandığını hatırlamak da önemlidir.

“Onları affet tanrım, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.”

– Luka 23: 34

Mükemmel iyilik, iyilik yapılan için, fedakar, iyi niyetli ve nazik bir eylemdir. Fakat bu günlerde iyiliklerin karşılıklı olması gerektiği ve bunların ardındaki temel motivasyonların kendini üstün görmek ve karşılıklılık olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, yapılan iyiliği iade edemezseniz, borçlu kalırsınız. Sözde iyiliğin üzerinizdeki kaçınılmaz olumsuz sonuçlarıyla birlikte. Bu zaten yardım edilen kişi için bir kötülüktür. Dahası, bazen, karşılıklılık eksikliği iyilik yapılan kişiyi daha aşağı bir konuma getirir. Ama bu bir projeksiyondan başka bir şey değildir. Bu projeksiyon, borçlular ve iyilik yapanlar arasında ve özellikle “cömert ruh” ödeme almazsa olumsuz duygulara veya kızgınlığa yol açabilen aldatıcı bir pazar yaratır.

Bir iyilik, sosyal bağlamda özgecil ve bencildir. Ancak, küçümseyen bir tavırla sunulan, bir kişinin aslında ihtiyaç duymadığı iyiliklerin, haksızlıklara dönüşme olasılığı daha yüksektir. Bu nedenle, size bir yardım sunulduğunda, iki kez düşünün. Ardında beklentiler olan bir yardım, yardım değildir. İyilik yap iyilik bul kavramı, bu tür bir karşıtlığa dönüşmez, çünkü derhal karşılık beklemez. Herkesin fedakar olduğu ve karşılığında bir şey beklemeden birine bir iyilik yapabileceği fikri ile yola çıkar. Çünkü bir gün, bir şekilde, birileri de onlar için aynısını yapacaktır.

Hiç sürekli ilgi odağı olan insanları gözlemlediniz mi? İnsanların kendilerine çekildiği için muhteşem bir kaliteye sahipler. Peki, bunu nasıl başarıyorlar? Cevap basit, kişiselleştirilmiş bir kişiliğe sahipler. Sahip oldukları aura sadece öğrenilmiş değil, içsel benliklerinin yansımasıdır.

Gerçek şu ki, herkes ve herkes aslında böyle bir kişiliği geliştirebilir, ancak bunun için bu sanatta başarılı olmanıza yardımcı olacak tüm gerekli becerileri öğrenmelisiniz. Gelin, herkesin harika bir kişilik gelişimi elde etmesinin olası yollarının neler olduğunu keşfedelim. İster içe dönük olun, ister özgüveniniz düşük olsun, bu sanat öğrenilebilir ve mükemmelliğe kadar uygulanabilir.

İyi Olun: Sadece yardımsever biriymiş gibi davranmak hayati değildir; gerçekten o kişi olmak için bunu yapmak zorundasınız. Mesela birinin ihtiyacı olduğunu fark ettiniz, yönlendirebilir ve o kişiye giderseniz size yardımcı olabileceğini hissediyorum diyebilirsiniz. Ya da küçük bir tavsiye verebilirsiniz. Birine yardım ettikten sonra elde ettiğiniz tatminler inanılmaz ve inanın bu sizin yüzünüze ve kişilik gelişiminize yansıyacak.

Gerçekten değişmeye mi ihtiyacınız var?: Gelin, ne zaman değişmeniz gerektiğini anlayalım. Diyelim ki biriyle konuşuyorsunuz ve o kişi başını sallıyor ama sizinle veya konunuzla ilgilenmiyor! Kişi sizinle konuşurken saatine bakıyor. Kişi aniden başka birine atlar ve o kişiyle saatlerce konuşur. İçeri girer girmez odada ani bir sessizlik oluyor. O halde kozanızdan çıkın ve dünyaya tarafsız gözlerle bakın. Yakında, yeni ortama uyum sağlamanız gerektiğini anlayacaksınız.

İç güzellik üzerinde çalışın: Hepimiz dış görünüş üzerinde çalışıyoruz, ancak konuştuğunuzda her şey yansıyor, hava kibirli, baskın, benmerkezci veya endişeli değilsiniz. Hareketlerinizden, davranış ve konuşma şeklinizden her şey yansır. Bu yüzden iç güzelliğiniz veya kişiliğiniz üzerinde çalıştığınızdan emin olun. Harika bir görünüme sahip olmak için sadece birkaç ayınızı alır, ancak harika bir kişilik gelişimine sahip olmak için, sizi “tam bir adam” yapacak olan o aura ve güveni geliştirmek için yıllarca çalışmanız gerekir.

Kendinizden şüphe duyuyor musunuz?: Çoğu zaman insanlar samimidir, kendilerini nasıl taşıyacaklarını bilirler, ancak özgüven seviyelerinde yoksundurlar ve kendilerini doğru bir şekilde ifade edemezler. İçlerinde korku var; doğru mu konuşuyorum hayır mı! İnsanlar benim hakkımda ne düşünecek, benimle dalga mı geçiyorlar? Bu tür kendinden şüphe duyma soruları sizi aniden geri plana atar. Gerçek şu ki, çoğu zaman bu insanlar konuşan insanlardan çok daha fazlasını biliyorlar. Sadece seyirci korkusu var.

Güven seviyeniz üzerinde çalışın: Kaygısız bir tutum geliştirmeniz, kendinize güvenmeniz, düşünmeniz gerekiyor, insanlar sizi kıskandıkları için sizin hakkınızda olumsuz konuşacaklar ya da çekim merkezi olmanızı istemiyorlar. Diğer bir şey ise, arkadaşlarınızla birlikte olup yayına başlayıp konuşmaya başlayın, katılma alışkanlığını geliştirin ve devam eden tartışmalarda konuşun. Daha az konuşun ama alakalı konuşun. Böylece hem güven kazanacaksınız hem de çevrenizdekiler sizin de konuşabileceğinizi ve kendi tavsiyelerinizi verebileceğinizi anlayacaklardır.

Hatalardan Ders Alın: Yeni bir şey öğreniyorsanız, hata yapmaya, özür dilemeye ve içtenlikle özür dilemeye hazır olun. Üzgünüm diyerek arkadaşlarınız ve meslektaşlarınız arasında saygılı bir köşe oluşturabilirsiniz. Hatalarından ders al, kendini affet ve yoluna devam et. Hatalarınızdan ders çıkarana kadar durmayın. Bunu öğrenmeniz yıllar alabilir ve sorun değil, en azından öğreniyor ve elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorsunuz. İnsanların asla denemediğinden bin kat daha iyisin ve içe dönük kişilikleriyle yüzleşmekten çekiniyorsun.

Değerlendirme (Diğerlerinin geribildirimi): Kendinizi düzenli aralıklarla değerlendirmeye devam edin. Bazen akranlarınızdan, bu kadar iyi müzakere ettiğinizi bilmiyordum ya da meseleleri bu kadar iyi tartışabiliyorsunuz gibi geri bildirimler alacaksınız. Hey, bu sorunu nasıl bu kadar kolay çözebildin? Bu tarz geri dönüşler geliyorsa doğru yoldasınız demektir. Ve yavaş yavaş gelişiyor. Ancak geri bildirim almıyorsanız, değerlendirmenizi yaptırmanız için başka bir mekanizmaya sahip olmanın zamanı geldi.

Kendini Değerlendirme: Bunun için üzerinde çalışmanız gereken kişilik özellikleri hakkında notlar tutmaya başlayın. Topluluk önünde konuşma, özgüveni artırma, hoş kişilik, yardımsever doğa, sosyalleşme, giyinme duygusu ve benzerleri gibi. İlk önce üzerinde çalışman gereken şeyin ne olduğunu bulman gerekiyor. Bunları tarihle birlikte kâğıda not edin ve bu beceriyi öğrenmenin en iyi yolunun ne olduğunu araştırın. Başka bir egonuz veya akıl hocanız yoksa Google’a bakın. Google’dan önce yapmanız gerekenlerle ilgili ipuçları alacaksınız. Her seferinde iyileştirme için bir özellik alın, onu mükemmelleştirin ve ardından ilerleyin.

Ağınızı geliştirin ve sosyalleşin: Bugün ağ kurma çağıdır, insanlarla sosyal olun, sık sık arkadaşlarınızla geziye çıkmalısınız, bir şeyler hakkında bilgi sahibi olacak ve bağımsız seyahat etmek için güven geliştireceksiniz. İkinci olarak, ağınızla nasıl konuşacağınızı ve etkileşime geçeceğinizi ne zaman kendinize güveneceğinizi ve ne zaman paylaşıp yardım edeceğinizi bilirsiniz. Ne zaman ve nasıl incinmeden hayır diyeceğinizi, etrafınızdaki insanlarla birlikte olduğunuzda tüm bu temel şeyleri öğreneceksiniz.

Taklit etme: Takım oluşturma konusunda harika ve harika bir kişiliğe sahip birini tanıyorsanız, o kişiyi ezbere gözlemleyin, ondan çoğu zaman o kişi olmaya çalışın, böyle şeyleri nasıl yaptığını, gözlemlemek için daha fazla zaman harcarsınız. Ve daha fazlasını öğrenerek onun olumlu ve olumsuz noktalarını anlarsınız. Olumsuz olanları değil, yalnızca en iyi nitelikleri benimsemeniz gerekir. İdolünüzden öğrenmenizde bir sakınca yoktur. Bazen birlikte kalıp öğrenebileceğimiz iki veya daha fazla idolümüz olabilir.

Uyarlanabilir mi?: Yeni şeyler öğrenmek ve kişilik gelişimini öğrenmek neredeyse imkansız olduğundan, düşünce süreciniz konusunda katıysanız, yalnızca uyarlanabilir olduğunuzda öğrenebilirsiniz.

Eğlenceyi sevmek: Her zaman hedefler için çalışan ve ciddi ve sıkıcı bir insan olarak kalarak asla kendi hayran kulübünü geliştiremez, eğlenceyi seven, ciddi tartışmalar sürerken biraz mizah katın, bu monotonluğu kırar. Odada rutin ve stres balonunu da patlatın. Ama kontrollü ve kabul edilebilir bir şekilde yapın.

Zaman Yönetimi: Zamanınıza bağlı kalmanız çok önemlidir, bu, neyi ne zaman ve nasıl yapacağınıza, hayır diyeceğinize ve neyi nereye planlayacağınıza karar vermenize de öncelik vermenize yardımcı olacaktır. Zaman yönetimi ile önceliklerinizin, zamanlamanızın ne olduğunu öğreneceksiniz, bu daha iyi ekip yönetimi niteliklerini yansıtacak ve liderlik edecek bir konumda olacaksınız. Ama önce kendini yönet, sonra ekibini iyi yönet.

Cesaret: Kararınız iyi bir kalitedir, ancak düşüncelerinizi ve kararlarınızı nasıl ifade edeceğinizi öğrenmeniz gerekir. Kazan-kazan çözümü en iyi yaklaşımdır, ancak katı kararlar almak zorunda olduğunuz durumlar vardır, cesaret bu planlara bağlı kalmaktır, ancak akıllılık, dahil olan tüm paydaşları ikna ederken bunu sorunsuz bir şekilde halledebildiğiniz zamandır

Büyük ev sahibi: Partinin sizin tarafınızdan düzenlenip düzenlenmediği önemli değil, önemli olan çevredeki insanlara şu gibi sorular sorarak endişe göstermektir: Biraz atıştırmalık yemelisiniz, bu iyi, biraz su iç, uzun süredir dans ediyorsun. Ben yiyecek bir şeyler alacağım, gelir misin?

Başkalarını tamamlayın: Birinin harika göründüğünü görürseniz, onlara iltifat etmek her zaman iyidir, bunun için sizi seveceklerdir. Bu sadece kıyafetle ilgili değil, olağanüstü zaferleri, konuşmaları veya en çok hayran olduğunuz diğer nitelikleri için de geçerlidir.

Okuyun: Okuma alışkanlığı kişiliğinizde harikalar yaratacaktır. Çok uğraştığınız değişiklikler otomatik olarak içinizde gelecektir. Sizi içeriden dönüştürecek ve bugüne kadar farkında olmadığınız içsel gizli güçlerinizi uyandırmanıza yardımcı olacaktır. Daha fazla okuma, kendiniz hakkında iç gözlem yapmanıza yardımcı olur ve günlük iç gözlem alışkanlığınız olduğunda, daha iyi bir insan olarak gelişme şansınız olur ve zamanla ve düzenli uygulama ile kişilik gelişimine yol açarsınız.

Kişilik gelişimi için Davranışsal İpuçları

Vücut tipinizi bilin: Vücut tipinizi, sıska, şişman, atış boyunu, dolgun veya uzun bacaklı bilmek önemlidir. Ayrıca yüz tipiniz nedir, yuvarlak mı, oval mi, düz mü yoksa seçkin yüz kesimli mi? Saç tipiniz, yapınız ve renginiz nedir? Ten renginiz ve tipiniz. Cildiniz kozmetiklere alerjisi var mı, güneşe veya soğuğa karşı hassas mı? Bu soruların cevabını öğrendikten sonra, gardırobunuzda kozmetik konusunda nelere sahip olmanız gerektiği ve neleri asla denememeniz gerektiği konusunda daha iyi bir fikriniz olacak.

Kıyafetiniz üzerinde çalışın: Ortama ve duruma göre giyinin, resmi partiye giderken tek parça elbise veya parlak bir üst veya blazer giyinmeyi deneyin. Zarif takılarla. Makyaj ipuçlarını da öğrenin. Aynı şekilde günlük resmi resmi kıyafetlerinizi ve aile işlevleri kıyafetlerinizi ayırt edin. Spor kıyafetleri, uyku kıyafetleri ve alışveriş kıyafetlerini ayrı ayrı alabilirsiniz, bu her seferinde kendinden emin ve taze görünmenizi ve hissetmenizi sağlayacaktır.

Aksesuarlar: Aksesuarlar, kişilik gelişiminize katkıda bulunmanın harika bir yoludur. Size en uygun olanı bilmeniz gerekir. Ayrıca bu aksesuarları takarken kendinizi güvenle taşıyabilmelisiniz. Sadece size yakışan ya da alışveriş sepetinde ya da rafta en çok beğendiğinizi satın almak yanlış bir seçimdir. Aksesuarlar, ayakkabılarınızı, mücevherlerinizi, çantalarınızı, parfümlerinizi, saatlerinizi, kalemlerinizi ve erkek çocuklar için, kravatlarınızı, kol düğmelerinizi, cüzdanlarınızı, kartvizitliklerinizi, dizüstü bilgisayar çantanızı harika bir görünüm için oluşturur.

Beden diliniz: Konuşmanın %70’ini vücudunuzun yaptığı evrensel olarak kabul edilir ve insanlar sizi konuşmanızla değil, hareketlerinizle yargılar. Bu nedenle, konuşurken vücudunuzun ne ilettiğini bilmeniz gerekir, amacınızı dile getirdiğinizde çok agresif veya çekingen mi geliyor? İnsanlar, söylediklerinizi konuşacak özgüvene sahip olup olmadığınızı veya zihninizin ve ağzınızın her ikisinin de farklı yönlerde olduğunu yargılayacaklardır. Vücudunuza ve dinleyicilere ilettiği sinyallerine dikkat edin.

Özgün olun: Kişilik gelişiminde dikkat edilmesi gereken bir sonraki çok önemli nokta özgün olmaktır. Orijinalin her zaman bir kopyadan daha değerli olduğu çok ünlü bir sözdür, bu nedenle, olmadığı gibi davranmak yerine her zaman olduğu gibi olmalıdır. Bu dünyadaki her bir birey benzersiz bir mülkle kutsanmıştır ve bu nedenle o mülkü korumak veya geliştirmek o bireyin görevidir. Bir birey asla başkasının kişiliğini kopyalamaya veya çalmaya çalışmamalıdır. Ayrıca, her zaman başkalarından sadece iyi alışkanlıklar edinmeye çalışması çok önemlidir.

BEDAM / BAŞKENT / EDU

Kortizol gibi stres hormonları zorlu durumlarla başa çıkmamız için son derece önemlidir. Fakat sürekli stresliysek bu durum sorun teşkil edebilir. Bu hormonların vücudumuza çok büyük etkileri vardır.

Stres hormonları her canlının yaşamında oldukça belirleyici bir rol oynar. Tehlikeden kaçmak, çevrenin taleplerine yanıt vermek, bir sorunu çözmek için harekete geçmek ya da basitçe bir sınav için zihinsel bütün kaynaklarımızı “uyandırmak”. Tüm bu önemli süreçlerde bu küçük ama güçlü moleküller önemli rol oynarlar.

“Stres” kelimesini duyduğunuzda bunu genellikle olumsuz şeylerle bağdaştırırsınız. Hepimiz stresin hayatımızda nasıl bir etki yarattığını biliriz. Her birimiz endişe ve dış baskıların kas ağrısı, sindirim sorunları, baş ağrısı, uykusuzluk ve diğer olumsuz sağlık sorunlarıyla kendini gösterdiğine şahit olmuşuzdur. Bu hormonların yarattığı fizyolojik değişimler oldukça yoğun ve yorucu olabilir.

Fakat bir konuda net olmalıyız. Kimyasal reaksiyon olmadan insanlar hayatta kalamazlar. Stres, müthiş derecede karmaşık çevreye uyum sağlamak için güçlüklere tepki vermemizi sağlar. Bugün kendimizi tarih öncesi çağlarda olduğu gibi savunmamız gerekmese de çevreden hala zorlayıcı talepler gelebiliyor. Bu duygusal tepkilerle ilişkili hormon ağının nasıl işlediğini anlamak oldukça ilginç ve yararlı olabilir.

Her birimiz dışarıdaki belli bir tehlikeden kaynaklanan ya da içsel bir endişemizin tetiklediği tehditlere tepki vermeye programlanmışızdır. Bugünlerde iş ortamımızdan kaynaklı, ekonomik ya da duygusal gelişmelerden kaynaklı stres yaşarız.

Tehditler, tehlikeler ve zorluklar görünmez hale geldi. Eskiden atalarımızın karşı karşıya kaldıkları yırtıcılar gibi tehditler günümüzde artık bizim için birer tehdit unsuru değil. Bu doğal stres sınırsız sayıda fiziksel ve psikolojik kaynağı aktif hale getirmemize neden oluyor. Bu da potansiyel tehlikelerle yüzleşmemize olanak sağlıyor ve bu oldukça normal ve beklendik bir şey. Fakat esas sorun stres hali sürekli olduğunda kendini gösteriyor. Bu sorunu düzgün bir şekilde çözemezsek ve başa çıkmak için bir şeyler yapmazsak stres hormonları hareketine devam eder. Bu noktada da fiziksel rahatsızlık ve sağlık riskleri kendini gösterir.

Kortizol: Bizi Harekete Geçiren Hormon

Kortizol insan vücudundaki pek çok süreci yöneten steroid hormonudur. Kortizol stresle başa çıkmamız için en önemli yardımcılarımızdan biri, metabolik işlevlerin yerine getirilmesi için son derece önemli bir molekül ve bağışıklık tepkileriyle ilişkili bir hormondur. Kortizol salınımı hipotalamus, hipofiz bezi ve böbreküstü bezi tarafından düzenlenir. Kortizolün hangi süreçlere dahil olduğunu anlamak için hemen hemen tüm hücrelerde kortizol reseptörleri olduğunu bilmemiz yeterli olacaktır. Kortizol örneğin; vücudun şeker seviyesini dengeler, tuz ve su dengesini sağlar ve tansiyonu düzenler. Gün içinde daha aktif olmamız için kortizol seviyesi de yükselir.

Öte yandan, çok stresli, anksiyete yaşadığımız uzun süreçlerden geçtiğimizde çok fazla kortizol salınımı olur ve bunun ciddi sonuçları olabilir. Bu sonuçlar arasında hipertansiyon, ruh hali değişimleri, kas ağrısı, kemik erimesi ve kilo değişimini sayabiliriz.

Adrenalin: Stres Hormonları İçinde Tehlikeyle Karşı Karşıya Gelmenizi Sağlayan Hormon

Stresli bir durum yaşadığınızda elleriniz terler, kalp atış hızınız artar ve ağzınız kurur. Bu tepkiler en önemli stres hormonlarından biriyle ilişkilidir: adrenalin ya da diğer adıyla epinefrin.

Adrenalinin bir nörotransmiter olarak da görev gördüğünü belirtelim. Böbreküstü bezlerinde üretilen adrenalin stres, tehlike ve heyecan anlarında salınır. Adrenalin kana karıştığı zaman vücutta aşağıdaki değişimler gerçekleşir. Tüm bu değişimlerin tek bir amaca hizmet ettiğini hatırlatalım: vücudu kaçmaya ya da savaşmaya hazırlamak.

  • Kalp ritmi hızlanır.
  • Daha fazla hava alabilmemiz için solunum sisteminin kapasitesi artar.
  • Adrenalin sayesinde kaslarda ve ciğerde bulunan polisakkarit enerji deposu olan glikojen parçalanır.
  • Kan akışının optimize edilmesi için damarlar genişler.
  • Son olarak, bilginin daha hızlı aktarılması için sinir hücreleri arasındaki bağlantı artar.

Vazopresin: Strese Verilen Tepkiyi Düzenler

Antidiüretik hormon olarak bilinen vazopresin sıvı emilimini sağlar. Fakat son yıllarda bilim insanları bu hormonun stresi yönetmek için önemli bir hormon olduğunu keşfettiler.

Edinburgh Üniversitesinin 2017 yılında gerçekleştirdiği çalışmada bu hormonun önemini biraz daha anlayabilmemiz için bazı veriler elde edildi.

  • Vazopresin vücudun stresli durumlara karşı tepkilerini düzenler.
  • Stres hormonları arasında vazopresin adrenokortikotrop salınımını destekler. Bu biyolojik öge kortizol gibi kortikosteroidlerin salınımını sağlar.
  • Bir diğer ilginç özellik daha bulunuyor. Bu hormon stresli ortam değişimlerine tepki olarak gelişen durumları kontrol eden hipotalamik nöronlarda üretiliyor. Bu da demek oluyor ki beyin bir zorlukla karşılaştığını fark ettiğinde bu hormon salınıyor. Neden mi? Duruma tepki verebilmemiz için gerekli biyokimyasal değişimleri başlatmak için.

Sonuç

Sonuç olarak görebileceğiniz üzere beynin günlük risklere tepki olarak aktif hale getirdiği her bir sekansın bizi harekete geçirmekten başka bir amacı yoktur. Sonuçta stresin amacı budur: korkuyla karşı karşıya kalındığında ve tehditlerden kurtulunması gerektiğinde devreye girmek. Bize zarar veren şey kendimizi endişe ve acı hissine sürükleyen durumları devam ettirmektir. Bunu aklınızdan çıkarmayın!

Öfke, birinin size kasten yanlış davrandığını hissettiğinizde ortaya çıkan, düşmanca hisler ile tanımlanan temel duygulardan biridir. Türk Dil Kurumu öfkeyi “incinme, engellenme gibi durumlarda gösterilen saldırganlık ve hışım” olarak tanımlar. Genellikle yıkıcı tarafıyla konuşulan öfke kişisel ve sosyal problemlerin merkezinde olabilmektedir. Çoğu insan öfkeyi negatif bir duygu olarak tanımlasa da aslında öfke değil, öfkenin ifade ediliş biçimi sorun yaratan noktadır. Öfke tıpkı mutluluk, üzüntü, kaygı, tiksinme gibi temel duygular arasındadır. Diğer duygular gibi öfkeye de fizyolojik ve biyolojik değişiklikler eşlik eder: Öfkelendiğinizde kalp atışınız, kan basıncınız ve adrenalin seviyeniz artar.

Öfke her insanın deneyimlediği, normal bir duygudur. Hatta öfke kişiyi bir problem olduğuna dair uyarır ve kişinin kendisini korumasını sağlar. Yani öfke yanlış ifade edildiğinde ciddi sorunlara yol açabilirken doğru ifade edildiğinde oldukça sağlıklı ve işlevseldir. Kronik öfkeyle mücadele edenler ve sık sık öfke patlamaları yaşayanların öfkeyi sağlıklı bir şekilde yönetmeyi öğrenmesi öfke kontrolü ile mümkün olur.

Öfkelenme Nedenleri Nelerdir?

Bir insan neden öfkelenir sorusu akıllarda canlanabilir ancak her insanın öfkelenme nedeni ve bu nedenlere toleransı farklıdır. Yapılan araştırmalara göre birçok insanın öfkelenmesine neden olan yaygın 10 durum vardır:

  • Diğer görüşleri önemsemeyen ve her şeyi çok iyi ve en iyi bildiğini iddia eden kişiler
  • Yalana, iftiraya ve kötü muameleye maruz kalmak
  • Aşağılanma ve küçük düşürülme
  • Düşüncesiz davranışlar
  • Dalga geçilmesi
  • Planların başka insanlar tarafından bozulması
  • İnsanların söylenmesi, bağırması ve çatışma yaratması
  • Fiziksel saldırı ve taciz
  • Nedeni belirsiz durumlar ve çevresel faktörler sebebiyle engellenme
  • Eşyaların çalınması, parçalanması veya yerinin değiştirilmesi

Öfke Nasıl İfade Edilir?

Öfkenin nasıl ifade edildiği kişiden kişiye göre değişebilir ve öfkenin yıkıcı doğası öfkenin ifade edilişiyle oldukça bağlantılıdır. Bazı ifade yöntemleri kişinin kendisi veya çevresindekiler için sağlıksız sonuçlar doğurabilir. İnsanlar öfkelerini ifade ederken içlerine atma, dışa yönlendirme veya kontrol etme yoluna gidebilirler.

Öfkenin İçe Atılması

Öfkenin içe atılması kişinin öfkesini bastırması olarak tanımlanabilir. Kişiler bu yolla anlık olarak öfkelerini kontrol ettiklerini düşünseler de öfke ifade yöntemlerinde en yıkıcı olan ve kişinin hayatına ve ilişkilerine en çok zarar veren ifade biçimi öfkenin içe atılmasıdır.

Öfkenin içe atılması yönteminde kişiler genellikle yaşanan durum hakkında konuşmaz ve çözüm bulmak için uğraşmaz. Sorunun konuşulmaması zamanla kırgınlık oluşmasına sebep olur ve bu kırgınlık, öfke ve kin duygularının artmasıyla devam eder. Bunun sonucunda ise ani öfke patlamaları ve aşırı sinirlilik görülebilir. Öfkenin bu şekilde bastırılması öfke kontrolü gibi gözükse de aksine kişide kalp hastalıkları, tansiyon sorunları gibi fizyolojik sıkıntılara yol açar. Aynı zamanda bastırılan öfke sonucunda kişide depresif duygular ve çaresizlik sıklıkla görülür.

Öfkenin Dışa Yönlendirilmesi

Bu yöntemde kişi öfkesini diğer şeylere yansıtır. En kolay öfke dışa vurum yöntemi ise saldırgan davranışlar sergilemektir. Kişi öfkesini artıran herhangi bir durumla karşılaştığında sakinleşmek adına kavga etmek, karşısındakine kızmak, hakaret etmek, kaba davranmak, küçük düşürmek, kırmak ve dalga geçmek gibi yöntemlere başvurur.

Aşırı kontrolcü insanlarda genellikle daha sık görülen bu baş etme yönteminde kişi daha fazla öfke hissetmeye başlar. Kontrol altına alınmadığında bu durum, ani öfke patlamalarına ve kişiler arası ilişkilerde sorunlara sebep olabilir.

Öfkenin Kontrolü

Öfkeyi kontrol etmek, öfkelenmemeye çalışmak veya bunu saklamak değil, aksine öfkeyi doğru ve sağlıklı şekilde karşı tarafa aktarmaktır. Öfke kontrolü için kişi iletişim becerilerini geliştirmeli ve sorun çözme becerisi üzerinde çalışmalıdır. Öfkenin sağlıklı bir şekilde deneyimlenmesini ve yansıtılmasını sağlayan öfke kontrolünü daha derinlikli bir şekilde ele alalım.

Öfke Kontrolü Nedir?

Öfkenin başkalarına veya kişinin kendisine karşı düşmanca, saldırgan veya şiddet içeren davranışlara dönüşmesini önlemeye, öfkenin ardındaki mesajı anlamaya ve öfkeyi sağlıklı yollarla dışa vurmayı öğrenmeye öfke kontrolü denir.

Öfke kontrolünde amaç şiddet ve saldırganlıktan ve öfkeyi bastırmaktan uzak bir yol izlemektir. Bir daha asla öfkelenmemek, öfke kontrolünün amacı değildir; kaldı ki bu gerçekçi bir hedef de değildir. Temel mesele kişinin kendisine ve çevresine zarar vermeden öfkesini ifade edebilmeyi öğrenmesidir. Öfkenin vermek istediği mesajı anlamak, kişinin daha iyi hissetmesine yardımcı olmakla kalmaz, ihtiyaçlarını karşılamasına da yardımcı olur. Öfkesini sağlıklı olarak tanımlayıp yaşayabilen kişiler, ilişkilerindeki çatışmaları daha iyi çözebilir ve sağlıklı ilişkiler sürdürebilir. Tüm bunlar için öfkeyi doğal bir duygu olarak kabul etmek, neden öfkelendiğini bilmek ve öfkeyi doğru şekilde ifade etmek gerekir.

Öfke Kontrolü Nasıl Sağlanır?

Kişinin öfkelenmesi sonucunda ortaya çıkan sözel veya fiziksel başkalarına veya kendisine zarar veren tepkilerini kontrol edememesi ve öfkesinin yıkıcı sonuçlara yol açması durumunda Öfke Kontrol Bozukluğu meydana gelir. Öfke Kontrol Bozukluğu olan kişiler; öfke kontrolü nasıl sağlanır, öfke kontrolü nedir, öfke kontrol bozukluğu için ne yapılabilir, aşırı sinirlilik nasıl kontrol edilir gibi sorulara cevap bulmaya çalışmaktadır. Öfke oldukça kişisel bir duygu olduğu için öfke kontrolünü sağlama yöntemleri kişiden kişiye göre değişebilir ve her yöntem herkes için uyumlu olmayabilir. Öfke kontrolünde en önemli unsur bireyin kendi kişiliğine ve yaşamına uygun olan yöntemi belirlemesi ve öfkesini anlamlandırabilmesidir. Öfke kontrol yöntemleri kendi arasında bilişsel, iletişime dayalı, duygusal ve davranışsal olarak dörde ayrılmaktadır.

Bilişsel Yöntemler

Bilişsel YöntemAçıklaması
Tetikleyicileri bulmakÖfke kontrolünü sağlamak için kişinin tetiklenmesine neden olan unsurları bulmak gerekir. Kişi kendini kışkırtan durumları bilir ve anlarsa bunlardan uzak durabilir ve böylece daha az öfkelenebilir.
Bakış açısını değiştirmekAynı zamanda öfke anında bakış açısını değiştirmek ve tetikleyicilere farklı açıklamalar bulmak olaylara sağlıklı tepkiler verebilmeyi ve öfkenin kontrol edilebilmesini sağlar.
Kendini sakinleştirmeyi öğrenmekÖfke kontrolündeki bir başka bilişsel yöntem ise kişinin kendisini telkin etmesidir. Kişi öfkeyi hissetmeye başladığında kendine “sakin ol, derin nefes al” gibi cümleler kurarak öfkesini azaltabilir.

İletişim

Doğru iletişim tekniklerini bilmek aşırı sinirlilik halini yenmekte oldukça etkilidir. Bunun için bireyin öğrenmesi gerekenler arasında şunlar yer alır:

  • Kendini uygun şekilde ifade etmek
  • Dinlemek
  • Tartışmaları fikir birliği olmasa bile anlayış içerisinde devam ettirmek
  • Eleştiriye açık olmak
  • Yapıcı eleştiri yapmak

Duygusal Yöntemler

Duygularını doğru ifade etmek kişiyi yoğun ve yıkıcı öfkeden uzaklaştırır. Bunun için kişinin kendini tanıması gerekmektedir. Kendini tanıyan biri, duygularını anlamlandırabilmeye ve onları doğru ifade etmeye de başlar. Aynı zamanda kişi karşı taraf ile empati kurmayı sağlayabilirse aşırı sinirlilik hali azalacaktır.

Davranışsal Yöntemler

Saldırgan davranışları önlemek öfke kontrolünde hayati rol oynamaktadır. Bunun için kişi öfke anında davranışlarını gözlemleyip bunlara alternatif olabilecek uygun davranış biçimlerini bulmalı ve davranışlarını değiştirmelidir. Davranış değişimi duygu değişimini de beraberinde getirdiği için bu durum yıkıcı öfkenin azalmasında etkili olacaktır.

Öfke Kontrol Bozukluğunda Bilişsel Davranışçı Terapi Desteği

Öfke kontrolü için kullanılan yöntemler oldukça etkili olsa da kişinin tek başına öfkeyi ve aşırı sinirlilik halini çözmesinde yeterli olmayabilir. Bu gibi durumlarda öfke sorunu için bir uzman desteği almak ve terapi sürecinden geçmek faydalı olacaktır.

Öfkenin işlevsel olmayan yollarla ifade edilmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan sorunların çözülmesinde Bilişsel Davranışçı Terapi oldukça etkili bir yöntemdir. Bu yöntemde bilişsel, duygusal ve davranışsal unsurları ele alan çeşitli müdahaleler kullanılarak öfkenin şiddeti ve saldırganlık boyutunun azaltılması amaçlanır.

Bilişsel Davranışçı Terapi yönteminde öfkelenilen durumla ilgili farkındalığın artması, öfke durumlarına ve tepkilerine müdahale edilmesi, öfkeyi şiddetlendiren düşünce ve davranış kalıplarının bulunması ve işlevsiz değerlendirmelerin alternatif düşünceler ile değiştirilmesi gibi yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemler sayesinde kişi başa çıkma yöntemi olarak saldırganlığı kullanmak yerine farklı başa çıkma stratejileri geliştirir.

Öfke Kontrolü İçin Öneriler

  • Duygularınızı anlamlandırmaya ve anlamaya çalışın. Öfke görünen duygu olsa da hayal kırıklığı, utanç, suçluluk gibi farklı duygular muhtemelen öfke duygusuna eşlik ediyordur.
  • Neden öfkeli olduğunuz üzerine düşünün. Öfkenizi tetikleyen sebepleri anlamaya çalışın.
  • Empati becerinizi geliştirin. Sakin olduğunuz anlarda bir olayın farklı bakış açılarından nasıl görünebileceğini keşfetmeye çalışın.
  • Geçmişte öfkelendiğiniz anları gözden geçirip size getirilerini ve götürülerini düşünün.
  • Öfkelendiğinizi hissettiğinizde “Biraz zamana ihtiyacım var./Ara vermem gerekiyor.” gibi cümlelerle kendinizi ifade edip bir süre o ortamdan uzaklaşın.
  • Neleri kontrol edip edemeyeceğinizi, neleri değiştirebileceğinizi düşünün.
  • Sakin olduğunuz zamanlarda öfkeli olduğunuz anlarda kullanabilmek için nefes egzersizlerini pratik edin.
  • Öfke anında sakinleştiğinizi veya size iyi hissettiren bir anı/ortamı/kişiyi gözünüzde canlandırın.

*Sitemizde bulunan yazılar tıbbi tavsiye içermez ve yalnızca farkındalık yaratmak amaçlıdır. Yazılardan yola çıkarak bir hastalık tanısı konulamaz. Hastalık tanısını yalnızca psikiyatri hekimleri koyabilir.

Uzman Klinik Psikolog Tilbe Çankaya / Hiwel

Yaşadığınız stres, travma gibi nedenler aşırı öfkelenmenize neden olabilir. Öfkenizi kontrol etmekte zorlanıyor musunuz? Öfke kontrolü için bu önerileri okuyun.

Öfke Kontrolü Nedir?

“Yaşadığımız çevrede öfkelenmemek mümkün mü?” dediğinizi duyar gibiyiz. Zira stres, maddi unsurlar, sosyal şartların olumsuzluğu, aile ile ilgili problemler derken liste uzayıp gidebilir. Geçmiş travmalar, sizden beklentilerin yüksek olması ve artık bunların ağır gelmesi gibi birçok neden de peşinizi bırakmayabilir. Bu da aşrı öfke hissetmenize neden olabilir. Hatta öfkenizi kontrol edemeyebilirsiniz. Öfke kontrolü sağlamakta zorlanabilirsiniz. Ancak öncelikle öfkenin doğal bir duygu olduğunun bilinmesi gerekir. Farklı öfke tipleri şöyle sıralanabilir:

  • Kronik Öfke: Uzun süreli olur. Bağışıklık sistemini etkileyebilir ve psikolojik rahatsızlıktan kaynaklanır.
  • Dolup Taşan Öfke: Ağırlaşan yaşam koşulları ile mücadele edememek ve başa çıkamamaktan meydana gelir.
  • Kendine Öfke: Kişinin kendi hissettiği suçluluk duygusundan dolayı öfkenin kendine dönmesi anlamına gelir.
  • Yargılayıcı Öfke: Bu öfkeye kişinin diğerlerine karşı kırılganlık hissi yol açar.
  • Saman Alevi: Bu türden olanında öfkenin şiddeti aniden yükselir fakat çabuk yatışır.

Öfkenin Vücuda Etkileri

Öfke vücutta farklı şekilde belirti verir. Öfke kontrolü sağlanamadığında daha farklı sorunlar baş gösterebilir. Öfkeliyken stres hormonları salınır ve bu karıncalanma hissi, kalp çarpıntısı, göğüste sıkışma, baş ağrısı, başta baskı hissi ve ateş basması gibi birçok semptoma yol açabilir. Uzun vadede ise bağışıklık sistemini olumsuz etkiler. Öfke ve tahammül eşiği toplumumuzda son yıllarda giderek azalıyor. “Haksızlığa uğruyorum”, “Bunu hak etmiyorum”, “Kimse bana böyle davranamaz”, “O bana böyle davranmamalı” türünden duygu ve düşünceler gitgide daha fazla kişiyi etkisine alırken bu tür duygu ve düşüncelere sahip olduğumuzun çoğu zaman farkında bile olmayız. Oysa bunlar kişiyi tepki göstermeye kimi zaman da şiddete yöneltebilir. Öfke kontrolü bu nedenle önemlidir. Kendi kendinize öfke kontrolü testi yapabilirsiniz.

Öfke Kontrolü için Öneriler

Öfke kontrol bozukluğu ile başa çıkabilmek mümkün. Sizi özellikle neyin öfkelendirdiğini fark ederseniz, baş etme yolunu da bulabilirsiniz. Bunun için dikkat edilmesi gereken basit ama etkili kurallar şöyle sıralanabilir:

  • Öncelikle bedeninizden gelen sinyalleri dinleyin. Onlar çok çabuk kendini fark ettirir. Unutmayın öfkeli insan korkutucu görünür ve karşınızdaki kişi savunmaya geçer.
  • Kendi öfkenizi ve seyrini tanıyın.
  • Öfkeliyken ortamı bir süreliğine terk edin. Ama bu kişi eşiniz ise geri geleceğiniz bilgisini verin. Bu terk edişin, sakinleşmek için aldığınız bir mola olduğunu söyleyin.
  • Yorum yapmadan önce karşınızdakine soru sorun. Dikkatinizi onun yanıtlarına yoğunlaştırın.
  • Duygu ve düşüncelerinizi net ifade etmeyi öğrenin.
  • İşin içinden çıkamıyorsanız konuşmayı başka bir zamana erteleyin.
  • Öfkelendiğiniz ve pişman olduğunuz bir davranış gerçekleştirdiyseniz hangi aşamada olursanız olun özür dilemeyi bilin ve pişmanlığınızı ifade edin.
  • Tüm çabalarınıza rağmen hala öfkenizi kontrol edemediğinizi düşünüyorsanız bir uzmana başvurabilirsiniz.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Uyaran ve Öfke Arasındaki Bağlantı

Karşımızdaki bir kişinin sergilemiş olduğu davranış veya söylediği bir cümle bizde öfke duygusunu açığa çıkartabilir. Hissettiğimiz duyguyu açığa çıkartan olan uyaranı karşımızdaki kişinin davranışı olarak belirlesek de “Neden” kısmı, yani o duyguyu hissetme nedenimiz, tam olarak o kişiden kaynaklı değildir. Duygularımızın kaynağı, sadece başkalarının yapmış olduğu eylemler değildir. O an’a ait ihtiyaçlarımız ve beklentilerimiz duygularımız üzerinde etkilidir. Eleştirel bir yaklaşımla karşı karşıya kaldığımızda odak noktamızı ne hissettiğimize yönlendirip ihtiyacımız olan şeyin farkına varabilmek, hissettiğimiz duyguyla nasıl başa çıkabileceğimiz konusunda bize yol gösterici olacaktır. Benzer bir şekilde karşı tarafın da ne hissettiğini ve neye ihtiyaç duyduğunu sormak, o kişiyi de anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu yaklaşım sayesinde hissettiğimiz duygudan dolayı karşı tarafı suçlamak yerine kendi ihtiyaçlarımızı fark edip duygumuzun sorumluluğunu kabul etmiş oluruz.

Öfkeyle başa çıkarken, onu görmezden gelmeye, yok saymaya ya da bastırmaya çalışmamayı tercih edin; çünkü duygular o kadar kuvvetlidir ki siz yok saymaya çalıştıkça onlar kendilerini size duyurmak için daha da güçlenerek seslerini size duyurmaya çalışacaktır. Peki, ne yapmalıyız? Öfkenin nedenini sorun? Eğer cevabınız karşınızdaki kişinin eyleminden kaynaklandığına yönelik oluyorsa, neden ile uyaranı birbirinden ayırmak gerekecektir. Başkalarının davranışları duygularımızı uyarabilir; ancak nedeni değildir. Epictetus’un dediği gibi “İnsanları asıl rahatsız eden olaylar değil, onlara bakış açılarıdır.”

Bu duygunun size daha önceden nereden tanıdık olduğunu sorun? Bu duyguyla ilk karşılaştığınız an’ı hatırlıyor musunuz? O zaman nasıl başa çıkmıştınız? Belki de artık sizin için işlevsel olamayan bir başa çıkış yönteminiz mevcut ve onun değişim zamanı gelmiş olabilir. Öfkelendiğinizde, o an neye ihtiyaç duyduğunuzu keşfederseniz ve o ihtiyacınızı karşılamaya yönelik eyleme geçebilirseniz, o duyguyla başa çıkmanız çok daha rahat olacaktır. Unutmayın, suçlayıcı düşünme şekli öfke duygusuna zemin hazırlar. Bir başkasını yargılamadan önce, kendi ihtiyacımızı keşfedip, o ihtiyacımıza değer göstermemiz gerekir.

Klinik Psikolog İpek Becan Özgürel

İrade Nasıl Oluşur ve Nasıl Güçlendirilir?

İrade kişinin kendi ile ilgili her alanda davranışlarını ve düşüncelerini ayarlayabilmesidir. Kişinin davranışlarının süresini, sıklığını, yoğunluğunu ayarlaması ve farklı durumlara göre davranışlarını durdurması, başlatması veya ertelemesi gibi kabul gören davranışlar sergilemesi durumudur.

İrade, kişinin yaşamının çok büyük bir parçasıdır çünkü irade olmadan kişi toplum tarafından kabul gören ve sağlıklı algılanan birçok davranıştan uzak olur. İrade kişilerin amaca yönelik davranışlarını değişen durumlara göre uyarlamasını sağlayan bir özelliktir.  İrade sayesinde kişiler dürtü ve isteklerini kontrol edebilir, davranış ve kararlarının sorumluluğunu alır. İrade kişinin istenmeyen davranışlardan kaçınmasını sağlar.

Kişinin kendi kendine yeterli olması, bağımsız olması ve kendi davranışlarını kendi denetlemesi durumuna özgür irade denir. Psikolojide irade gücü özdenetim olarak bilinmektedir.

İradenin Gelişimi

İrade gücü sadece psikoloji tarafından tartışılan bir konu değildir. Felsefe ve din konuları da irade ile oldukça ilgilidir. Filozof ve psikologlar uzun süredir özdenetimin nasıl geliştiğini tartışmaktadır. İradenin gelişiminde ailenin davranışı büyük önem taşır. Çocuklar yaşamın ilk yıllarında çevrelerindeki insanları gözlemler ve davranışlarını onlardan öğrenir. Bu sebeple düşük özdenetimi olan ailelerin çocuklarında da düşük özdenetim görülmektedir.

Aynı zamanda gelişimsel modele göre iradenin temelleri ilk 6 yılda atılmaktadır. 3. aydan 12. aya kadar bebeklerde motor eylemlerin gelişim sürecidir. Bu süreçte bebekler yakalama, uzanma, tutma gibi motor eylemlerde bulunurlar ve davranışlarını değiştirme yeteneklerini öğrenirler. Bu eylemler bebeklere davranışı devam ettirme ve sonlandırmayı öğretirken bebekler davranış değişimlerini keşfeder.

Bu evreden sonra ise 12. aydan 18. aya kadar bebeklerde komutlara uyma, amaca yönelik hareketler, davranış duygu ve iletişimi kontrol etme durumları görülür. 36. ay ve sonrası neden sonuç ilişkisi, sorun çözme, isteklerini erteleme ve beklentiler gibi davranışlar görülmektedir. Yani okul öncesi döneme kadar iradenin geliştiği düşünülmektedir. Bu dönemin sağlıklı geçmesi irade gelişiminde oldukça önemlidir.

İrade Neden Önemlidir?

İradesi üst düzeyde olan kişilerin hayatlarında daha başarılı oldukları bilinmektedir. Bu kişiler psikolojik sorunlarla daha az karşılaşırlar. Bu insanların diğerlerine göre daha:

  • Özverili
  • Güvenilir
  • Sabırlı
  • Uyumlu
  • Detaylara dikkat eden
  • Uzlaşmacı
  • Stresle başa çıkmada güçlü oldukları bilinmektedir.

İradesi düşük bireylerde ise:

  • Şiddet
  • Kontrolsüz harcama
  • Başarısızlık korkusu
  • Bağımlılığa eğilimli olma
  • Kaygılı olma
  • Risk alma
  • Düzensiz beslenme
  • Dürtüsel davranma gibi davranışsal problemler görülmektedir.

İrade Nasıl Güçlenir?

İrade okul öncesi dönemde oluşsa da hayatın her alanında güçlenebilir. İnsanlar geleceğe yönelik kararlar verirken daha iradeli davranmaya meyilli olurlar. Bu sebeple banka hesapları açıp 1 yıl boyunca her ay belirli miktar para atmaya çalışmak irade güçlendirmek için iyi bir egzersiz olabilir. Yapılacak işlerde kendine belirli bir süre vermek ve o süreye kadar işlerini bitirmek irade açısından iyi bir alıştırma olacaktır.

Geleceğe yönelik kararlar alıp süreç boyunca o kararlar için adımlar atmak irade güçlendirmede oldukça önemlidir. Hayatın her alanında hedef belirlemek ve bu hedeflere bağlı kalmak irade gücünü arttırmaktadır. Küçük hedefler ile başlamak başarısızlık riskini azaltacak ve kişiye içindeki iradeyi hatırlatacaktır. Zaman geçtikçe ve irade güçlendikçe hedefler büyütülürse kişi büyük hedeflerle hayal kırıklığına uğramaz. Bütün bu egzersizler ve davranışlar sırasında kişinin kendisini izlemesi ve iradesinin güçsüz olduğu noktaları fark etmesi gerekmektedir. Bu noktaların farkına vardıktan sonra ise bunlar üzerinde çalışılmalıdır.

İrade Gücünü Arttırmak için Öneriler:

  • Küçük adımlar atın:İsteklerinizi hayata geçirme gücünüzü bir anda arttırmayı beklemeyin. Hayatınızda yapacağınız her ufacık değişiklik bile uzun vadede büyük sonuçlar yaratır. Kendinize yüklenmeden yapacağınız değişikliklerin kalıcı olması daha olasıdır. Bugün normalde yapmaya çok üşendiğiniz bir şeyi yapın. haftada 1, 2 ya da 2 günde bir üşendiğiniz bir şeyi yaptığınızda 1 ayda yapmış olacaklarınızı düşünün.
  • Fiziksel egzersiz yapın: Hareket etmek iradi bir güç gerektirir. Hareket etmek vücudunuzun daha enerjik bir moda geçmesini ve mutluluk hormonları salgılamanızı sağlar. Bir kere harekete geçtikten sonra üzerinizdeki atalet yavaş yavaş kalkacak ve istediğiniz diğer şeyleri daha kolay yaptığınızı fark edeceksiniz.
  • Önemli işlerinizi önceliklendirin: Yapacaklarınızı adımlara bölmek ve öncelikle en önemli işlerinizi yapıp bitirmek size başarı hissi sağlayacaktır. Adım adım işlerinizi tamamladıkça irade gücünüz bir kas gibi zaman içerisinde güçlenecektir.
  • Uykunuzun hijyeni ve kalitesine dikkat edin: Uykusuz kalmak ya da uykuyu yeterince alamamak bilişsel işlevlerimizi yavaşlatır, stres seviyemizi artırır, performansımızı düşürür ve dolayısıyla iradi gücümüzü azaltır. İyi bir uyku hijyeni ve yeterli uyku iradenizi ve isteklerinizi gerçekleştirme gücünüzü arttıracaktır.
  • Amacınızı keşfedin: Amaç, iradenin önemli bir parçasıdır. Yapmak istediğiniz şeylerin, değerleriniz ve amaçlarınızla uyumlu olması harekete geçmeyi kolaylaştırır. Nereye gideceğini bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgarın yardım edemeyeceğini unutmayın.

Hiwell

Hipnoterapi İle Alkol Bağımlılığı Bıraktırma

Alkol ihtiyacınızı kendi bilinçaltınızda bitirin. Zihninizi kullanarak hayat kalitenizi üst seviyelere çıkarın. Bağımlılık, bir nesneye, bir kişiye ya da bir maddeye karşı duyulan önlenemez isteklerdir. Alkol bağımlılığı ise kişinin yaşadığı duygusal travmalar sonrasında kendini savunma yöntemi olarak ortaya çıkan edinilmiş bir davranış türüdür. Bu bağımlılıktan kurtulmanın başında, diğer tüm bağımlılıklarda da olduğu gibi kişinin kendisinin istekli olması gelir. Hipnoterapi, alkolü bırakmak isteyenlere oldukça yardımcı bir yöntem olarak olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygulanan terapi seanslarında bu bağımlılığın sebebi belirlenir ve öğrenilmiş bu davranış türü ortadan kaldırılır.

Alkol bağımlısı olan kişilere her sosyal sınıfta rastlamak mümkündür. Alkol bağımlılığının nedenleri oldukça fazladır. Duygusal travmalar, toplumda kendini bu şekilde kanıtlama, psikolojik nedenler, alkol kullanımı için birer başlangıç olabilmektedir. Bağımlılık sendromunun tanımı ilk olarak alkol bağımlılığı için yapılmıştır. Alkol bağımlısı olan kişilerde alkol içmek için güçlü bir istek olur. Alkol kullanım miktarını ve süresini ayarlayamaz. Azalttığında ya da bıraktığında kendisinde bir yoksunluk hisseder. Alkolü aldığında kendisini rahat hissettiği için kullanılan miktar da sürekli artar. Aşırı alkol kullanımı ile ruhsal, sosyal ve fiziksel zararlara karşı korunma sağlandığı düşünülür, alkol kullanımı artırılarak sürdürülür. Alkol tüm bedeni etkiler, fakat en çok beyin hücrelerini etkiler. Davranış bozuklukları ortaya çıkar. Alkol almak isteği alışkanlığa dönüşmüş ve bilinçaltına yerleşmiş durumdadır. Aşırı alkol kullanımı karaciğer, pankreas ve sindirim sistemine zarar verir. Bunların yanı sıra uyku bozuklukları, bellek bozuklukları, sinirlilik, aşırı terleme, huzursuzluk, yerinde duramama, geçici halüsinasyonlar, nabızda artış, bulantı ve kusma gibi belirtiler de alkol yoksunluğunda ortaya çıkar. Tüm bu yan etkilerine rağmen alışkanlığa dönüşerek bilinçaltına yerleşen alkol içme davranışına insanlar engel olamamaktadır. Çünkü alkol bağımlılığı, sabah uyanıldığında aynada yüzünüzde görülen kırmızı lekelerin fark edilmesi gibi bir rahatsızlık değildir. Bu bağımlılık tek tük içiyorum diyerek başlar. Giderek bu miktar artar. “Canım istiyor, keyif veriyor” diye devam eder. Alkol miktarında artış gözleniyor ve sürekli içmeye başlanıyorsa, o kişi alkol bağımlısı olmaya başlamış demektir. Hele ki birde sağlık problemleri yaşıyor ve devam ediyorsa bunun adı alkol bağımlılığıdır.

Alkol Bağımlılığı Tedavisi

Alkol kullanım bozukluğu olan kişiler tedavi olmak için profesyonel yardım almalıdırlar. Hastanede yatarak ya da ayakta tedavi görmek mümkündür. Hipnoterapi ile alkolü bırakmanın büyük bir bölümü, bilinçaltının alkole olan bakış açısını değiştirmektir. Eğer ki hipnoz ile alkolden kurtulmak istiyorsanız, öncelikle kendiniz bırakmayı istemeli ve kararlı olmalısınız. Hipnoterapiden fayda görmek için, bunu başkaları istediği için değil de kendiniz istediğiniz için bırakıyor olmanız gerekmektedir. Hipnoz ile alkol bırakma seanslarında zihninizin telkinlere açık olması gerekiyor. Hipnoterapist bilinçaltındaki düşünce kalıplarınızı değiştirmek için kişi (hipnoz halindeyken) sizin isteklerinize, özelliklerinize ve geçmişinize göre düzenlenmiş telkinleri verir. Hipnoz bir sihir değildir. Hipnoz kişiye özel, uygun ve doğru bir program çerçevesinde hipnoterapist tarafından uygulanır. Her insan farklı bilinçaltı motivelere, farklı özelliklere, farklı bilinçaltı kalıplarına ve farklı bilinçaltı ilişkilendirmelerine sahip olduğundan, alkolü bırakma program içeriği de kişiden kişiye değişiklik gösterir. Alkol bırakma seansları ve süreleri de kişiden kişiye değişir. Çünkü alkole ne zaman başlandığı, kaç yıldır bağımlı olunduğu, bulunulan çevre şartları, alkol ile ilişkilendirilen düşünce kalıpları gibi daha birçok etken, hipnoterapi seans ve sürelerini etkiler. Alkolü bırakan bağımlı uyku bozuklukları yaşayabilir. Verilen terapilerdeki telkinler sayesinde bu durumdan da hipnoz yardımı ile kolayca kurtulabilir. Alkolü bıraktıktan sonra uzun bir süre kısa süreli terleme, titreme ve alkol içme isteği atakları ile karşılaşılabilir. Fakat bunlar oldukça kısa sürmektedir. Bu fiziksel yoksunluklar tehlikeli değildir.

Alkol alma, insanların uygun düşünme, duyma ve davranış şekillerinde bir takım değişikliklere neden olur. Bunların üzerine bir de alkolün açtığı sorunlar eklenir. Bir süre sonra ise sorunlarından uzaklaşmaya başlar. İşte bu noktada mevcut durumun netleşmesi, düzelmesi ve sağlıklı bir yaşam için profesyonel bir yardıma ihtiyaç başlar. Alkol bağımlısı belli bir süre sonra alkol içme sorunlarına tek başına çözüm bulamaz. Alkolü bıraktıktan sonra kişi kendisini çözümsüz hisseder. İşte burada da bir hipnoterapiste başvurması ve profesyonel yardım alması en doğru seçim olacaktır. Hipnoz ile bilinçaltına yerleşen bu duygu ve alışkanlıklar (doğru olarak verilen telkinler ile) ortadan kaldırılabilir.

Hipnoterapi / HAYATINA HAYAT KAT

Alkol bağımlılığı (alkolizm) nasıl tanımlanabilir? Bağımlılık olgunluğa ulaşana kadar hangi süreçlerden geçer?

Alkol bağımlılığı diğer bağımlılıklar gibi iyileşme ve tekrarlama dönemlerinden oluşan, süreğen bir beyin hastalığıdır. Bu hastalıkta kişi kontrolsüz şekilde öngördüğü miktardan fazla alkol tüketmektedir ve bireyin işlevselliğinde belirgin kayıplar olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü alkol bağımlısını “uzun süre ve alışılmışın dışında alkol alan, alkole bağlı ruhsal-bedensel-toplumsal sağlığı bozulan, buna karşın durumunu değerlendiremeyen; değerlendirse bile alkol alma isteğini durduramayan, tedaviye gereksinimi olan bir hasta” olarak tanımlamaktadır. Alkol bağımlılığı bir süreç sonucu gelişen bir hastalıktır. Bu sürecin genellikle yılları bulması nedeni ile kişinin fark etmesi ve yardım talebi gecikmektedir. Önceleri keyif amaçlı ara ara kullanılan alkolün miktarı ve sıklığı zaman ilerledikçe artmaya başlar. Kişi adım adım sosyal hayatını alkol alabilmeye uygun hale getirir.  Alkol kullanımı ya da elde edilmesi için harcanan zaman diğer faaliyetlere ayrılan zamanın önüne geçer. Alkolden uzak kalınan zamanlarda “yoksunluk belirtileri” dediğimiz, kişiyi rahatsız eden belirtiler görülür. Kişi bu belirtileri yok etmek ya da en aza indirmek için yeniden daha fazla miktarda alkol alır, alkol kullanmaya yönelik aşırı bir istek duyar. Bu döngü sonucunda bağımlılık gelişir ve kişinin mutlaka tıbbi yardım alması gerekir.

Alkol bağımlığının sigara ya da madde bağımlılığından ne tür farkları vardır?

Alkol ciddi bağımlılık oluşturan bir maddedir. Alkole fiziksel bağımlılık gelişmesi genellikle diğer maddelere göre geç olmaktadır. Ayrıca bağımlılık geliştikten sonra yoksunluk döneminde hayati tehlike oluşturabilecek kadar ciddi belirtiler olabilmektedir. Alkol bağımlılığı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi fiziksel sağlığı da olumsuz etkileyen bir süreçtir. Alkol; karaciğer, beyin, kalp kası ve çizgili kaslarda zaman ilerledikçe belirgin harabiyet oluşturmaktadır. Siroz, pankreas hastalıkları, kalp hastalıkları, vitamin eksikliklerine bağlı ciddi hastalıklar, kanser gibi ölümle sonuçlanabilecek birçok hastalığa neden olabilmektedir.

BEDENSEL VE PSİKOLOJİK BAĞIMLILIK

Bağımlılık geliştikten sonra maddenin alınamaması veya daha düşük miktarda alınması kişide yoksunluk belirtileri dediğimiz istenmeyen, hoşa gitmeyen birtakım şikayetlerin oluşmasına yol açar. Bu belirtiler ancak tekrar madde kullanılarak giderilebilir. Bu nedenle madde arama davranışı ve temin etme arzusu yoğun olarak görülmektedir. İşte bu tabloya “fiziksel bağımlılık” ismi verilmektedir. Ayrıca fiziksel bağımlılığın önemli bir bileşeni de tolerans kavramıdır. Tolerans alınan maddenin zaman içerisinde yetmemesi ve aynı etkiyi oluşturabilmesi için daha yüksek dozda alınmasının gerekmesidir.

Psikolojik bağımlılık neyi ifade eder?

Bağımlılık yapan maddeye şiddetli özlem duyma, sürekli ya da ara ara aşerme “psikolojik bağımlılık” olarak tanımlanmaktadır. Psikolojik bağımlılıkta terleme, titreme, bulantı, kusma gibi gözle görülür yoksunluk belirtileri olmamakla birlikte madde olmadığında kişinin hoş olmayan duygular hissetmesi söz konusudur.

Yoksunluk ne demektir? Bu durumla mücadelede nasıl bir süreç işler?

Yoksunluk; bir maddenin aşırı derecede kullanımının bırakılması veya azaltılması sonucu oluşan, kullanılan maddeye göre değişen, istenmeyen etkilere verilen isimdir. Alkol bağımlılığında bağımlılığın şiddetine göre değişen yoksunluk belirtileri mevcuttur. Bu belirtiler; titreme, terleme, uykusuzluk gibi belirtilerden tansiyon yüksekliği, epileptik (sara) nöbetler ve deliryum dediğimiz hastanın çevreye olan farkındalığının bozulduğu, bilinç düzeyinin etkilendiği ölümcül de olabilecek bir tabloya kadar değişen yelpazededir. Kişide bağımlılık gelişmiş ise alkolü bırakmaya karar verdiğinde profesyonel bir yardım almalıdır. Hastaneye başvuran kişi alkol etkisinde değil iken değerlendirilir. Gerek kişinin fiziksel sağlığı gerekse yoksunluk belirtileri göz önünde tutularak ayaktan veya yatırılarak tedavi planı oluşturulur. Yoksunluk döneminde tedavide kullanılan uygun ilaç seçenekleri mevcuttur. Yoksunluk belirtilerinin hafiflemesinin ardından tedaviye psikososyal tedaviler de eklenir.

“HERKES BAĞIMLI OLABİLİR”

İnsan neden alkol ya da madde bağımlısı olur? Kimler daha yatkındır, genetik faktör etkisi var mıdır?

Öncelikle herkes bağımlı olabilir. Bu nedenle bağımlılıktan korunmada en önemli adım bağımlılık yapma riski olan maddeleri kullanmamak ve kullanılan ortamlara girmemektir. Tabii ki diğer hastalıklarda olduğu gibi bağımlılık riskini artıran bazı etmenler vardır. Ancak bağımlılık çok etmenli ve karmaşık bir tablodur. Hastalığın gelişmesinde çevresel faktörler ve genetik faktörler birlikte rol alır. Kişinin başa çıkma becerileri, bilişsel becerileri, ek psikiyatrik ve fiziksel hastalıkları, aile yapısı, yaşadığı sosyal çevre, kültürel durumu, ekonomik durumu, arkadaş çevresi, ailede alkol-madde kullanan birey mevcudiyeti ve genetik altyapısı bağımlılık gelişimini etkileyen faktörlerdir. Genç yaş, baş etme mekanizmalarında sorun olması, kendine güvenin az olması, ihmal-istismar öyküsü varlığı, eşlik eden davranım problemleri veya psikiyatrik hastalık varlığı, parçalanmış ailede büyümüş olmak, ailede alkol-madde kullanan birey varlığı, göç etmiş olmak, alkol-madde kullanan arkadaş çevresinin olması gibi faktörler bağımlılık riskini artırmaktadır. Hastalar merak, eğlence, özenti, arkadaş çevresi, kendi gerginliklerini azaltma gibi nedenlerle alkol-madde kullandıklarını belirtmektedirler.

Bağımlılıktan kurtulma isteğini artırmanın bir yolu var mı?

Bağımlılık tedavisi kişinin hastalığı kabulü ile başlar. Öncelikle kişinin hastalık ve süreç hakkında farkındalık geliştirebilmesi adına gerekli psikoteröpatik müdahaleler ve bilgilendirmeler yapılmalıdır. Bağımlılıkta tedavi isteğini artırmada psikoeğitim dediğimiz hastalık ve süreç hakkında bilgilendirme oturumları, motivasyonel görüşmeler ve aile eğitimleri ve terapileri gibi psikososyal müdahaleler önem taşımaktadır.

Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezinde (AMATEM) ne gibi tedaviler uygulanıyor?

AMATEM’lerde ilaç tedavileri ve psikososyal tedaviler birlikte uygulanmaktadır. Tedavi ayaktan veya yatarak uygulanabilir. İlk seçenek ayaktan tedavidir. Ayaktan tedaviye uyum gösteremeyen, yoksunluk belirtileri fazla olan, ek hastalıkları olan, sosyal desteği zayıf ve yatarak tedaviye istekli olan hastalar yatarak tedavi programına alınabilir. Ayaktan tedavi programları poliklinik hizmeti dışında grup ve bireysel terapileri, aile eğitim toplantılarını, boş zaman aktivitelerini ve/veya meslek edindirmeye yönelik faaliyetleri de içermektedir. Yatarak tedavi programları 24 saat yapılandırılmış programlardır. Bilgilendirme toplantıları, grup ve bireysel terapiler, iş-uğraş aktiviteleri, spor, kitap okuma saatleri, kültürel aktiviteler, kendine yardım gruplarının toplantıları, yaşam becerileri kazandırmaya yönelik faaliyetler, aile eğitimleri, ilaç tedavileri bu programda mevcuttur.

TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELER?

Tedavi aşamaları, kabaca arındırma tedavisi ve hastalığı tanımaya yönelik kısa dönem tedaviler ile yeniden hastalık dönemine dönmeyi önlemeye yönelik müdahaleleri ve rehabilitasyonu içeren uzun dönem tedavilerden oluşmaktadır. Arındırma tedavisinde yoksunluk belirtilerine yönelik ilaç tedavileri ve psikososyal tedaviler uygulanır. Bu dönemde hastaların tedaviye motivasyonunu artırmaya yönelik uygulanan müdahaleler önemlidir. Ayrıca alkol ve madde etkileri, bağımlılık kavramı, kendini tanımak ve değişim süreci, sağlıklı yaşam ve bulaşıcı hastalıklardan korunma yolları gibi konularda bilgilendirmeler yapılır. Madde isteği ile başa çıkma, öfke kontrolü, sorun çözme gibi konularda beceri kazandırma eğitimleri düzenlenir. İkinci aşamada ise ilaç tedavileri ile psikososyal tedaviler birlikte uygulanır. Alkol bağımlılığına yönelik özelleşmiş ilaç tedavileri bulunmaktadır. İlaç tedavileri ile madde isteğini azaltarak hastanın tedavi motivasyonu ve tedaviye uyumu arttırılırken psikososyal tedaviler ile yeniden madde kullanmayı önlemek, hastaya yaşam becerileri kazandırmak, sosyal desteğini kuvvetlendirmek, evsizlik, işsizlik gibi sorunlara çözüm üretmek hedeflenir. Bu amaçla hasta, grup ve bireysel terapilere, iş-uğraş aktivitelerine, meslek edindirme kurslarına dahil edilir. Ayrıca fiziksel ve ruhsal ek hastalıkların tedavisi sağlanır.

“BAĞIMLILIK BİR AİLE HASTALIĞIDIR”

Alkol bağımlısı kişinin ailesi ve yakın çevresine ne tür sorumluluklar düşüyor?

Bağımlılık bir aile hastalığı olarak da tanımlanmaktadır. Bağımlı birey tüm aileyi farklı şekillerde etkiler. Aileleri tedavi sürecinin içerisinde tutmak ve bağımlı bireyle birlikte aile üyelerini de değerlendirmek önemlidir. Bu nedenlerle alkol bağımlısı bireyin ailesi ve gerekli görülürse yakın çevresi tedavi sistemi içerisine katılmalı, aile eğitimlerine ve bilgilendirme toplantılarına ve gerekli görüldüğü takdirde aile terapilerine iştirak etmelidir. Aile desteğinin fazla olduğu bireylerde tedaviye cevabın daha yüksek olduğu bilinmektedir

Tedavi sonrasında, tekrar alkole başlamamak için ne tür önlemler alınmalı?

Öncelikle bağımlılığının ömür boyu devam eden bir hastalık olduğu akılda tutulmalıdır. Bu hastalıkta tekrarlama riskini en aza indirmek için hasta, aile ve tedavi ekibi birlikte çalışmalıdır. Kişi gerektiği kadar, uygun ilaç ve psikososyal tedavi ile tedavi sistemi içerisinde kalmadır. Bu süreçte kişinin yüksek riskli durumları tanıması, arkadaş çevresini ve sosyal hayatını hastalığına uygun şekilde düzenlemesi, ayık yaşamı sürdürmeye yönelik yaşam becerileri kazanması ve sosyal desteğinin arttırılması önemlidir.

Son dönemde, bağımlılıklarda isteği azaltmak için çip uygulamasından bahsediliyor? Bizde uygulanıyor mu? Nasıl bir yöntem?

Halk arasında “çip tedavisi” olarak adlandırılan “naltrexone implant” tedavisi Türkiye’de de uygulanan bir tedavidir. Bu tedavi eroin ve alkol bağımlılığı tedavisinde psikiyatri doktoru tarafından uygun görülen hastalarda bir takip süreci sonrasında “istek azaltma” amacı ile uygulanmaktadır. Naltrexone implant küçük bir kesi sonrası karın ön duvarında cilt altına yerleştirilmekte, yaklaşık üç ay kadar etkinliği devam etmektedir. Sonrasında kendiliğinden erimekte ve tekrar çıkarılması gerekmemektedir.

Alkol bağımlığının kişiye verdiği maddi ve manevi zararlara tanık oluyorsunuzdur. Tanık olduğunuz vakalardan yola çıkarak zararın boyutları hakkında neler söylersiniz?

Alkol bağımlılığı kişide önemli sağlık sorunlarına yol açmakta, sosyal problemler ve ekonomik sorunlar oluşturmaktadır. Sağlık sorunları; karaciğer hastalıkları, kalp hastalıkları, kanserler, alkollü araç kullanımı ile ilgili kazalar, ruhsal hastalıklar, şiddet eğilimi, intihar girişimleri, bulaşıcı hastalıklar, gebelikte alkol kullanımı ile ilgili bebekte görülen hastalıklar ve gelişim gerilikleri gibi oldukça ciddi ölümcül olabilen tablolardır. Sosyal problemler ise kişinin ailesi ile yaşadığı sorunlar, boşanma, terk edilme, iş hayatında başarısızlıklar, işsizlik, evsiz kalma, yalnız kalma, parasız kalma gibi sorunlardır. Yani alkol bağımlılığı nihayetinde tedavi olunmaz ise kişiyi yalnızlaştıran, sevdiklerinden ayıran, evsiz bırakan, birçok ek hastalığı da beraberinde getiren bir hastalıktır. Ayrıca alkol bağımlısı anne veya babanın çocukları diğer insanlarla iletişim kurarken güçlük çekebilmekte, kaygı, korku, suçluluk yaşayabilmekte ve ileride bağımlılık açısından risk artışı göstermektedir. Yüz yüze iletişimin gittikçe azaldığı günümüzde kişinin ailesi ve özellikle çocukları ile geçirmesi gereken zamanı alkol tüketme ve arama faaliyetlerine harcaması çocukların ileride baş etme becerilerinin yeterince gelişmemesine neden olmaktadır. Dolayısıyla kişinin alkol kullanması sonraki neslin sağlığını da olumsuz etkilemektedir.

Psikiyatr Dr. Şafak Yalçın Şahiner

Sigaranın Psikolojik Etkileri ve Psikolojiye Zararları

Dünyada ve ülkemizde oldukça yaygın davranışlardan biri olan ve her gün sıkça rastladığımız davranışlardan bir tanesi de sigara içme davranışıdır. Bazı insanlar alışkanlık, bazıları can sıkıntısı, kimisi hayat şartlarının getirdiği zorluklar, kimisi de bir bağımlılık sebebiyle sigaraya başlamıştır. Sağlığa hiçbir faydası olmayan ve hatta zararı çok ciddi boyutlara kadar ulaşabilen bu davranışı durdurmak nedense insanlara zor ve imkânsız gelmektedir.

Sigara kullanımı, çok yaygın bir bağımlılık çeşidi olmasının yanında sigara ve dumanında bulunan maddelerin insan sağlığı üzerine yaptığı olumsuz etkilerinden dolayı dünyanın ve ülkemizin en önemli önlenebilir halk sağlığı sorunlarından biridir.

Sigara içme davranışı eski tarihten beri insanların hayatlarında yer edinmiştir. Kişiler sigara içmese bile etraflarındaki insanların tütün dumanlarından etkilenmekte ve dolaylı olarak da sigarayı hayatlarına dâhil etmektedirler. Sigara içme davranışı, sonradan kazanılan bir alışkanlık olarak insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle ülkemizin ve hatta bütün dünyanın önemli toplumsal sorunlarından biridir. İnsanlar, dünyaya sigara bağımlısı olarak gelmezler fakat gerek insanların kişisel özellikleri gerekse içinde yaşadıkları sosyal çevre, sigara alışkanlığının kazanılmasında destekleyici ya da önleyici bir ortam oluşturur.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), her gün en az bir kere sigara içen kişileri sigara bağımlısı olarak tanımlamakta; sigarayı en yaygın ve en salgın kullanılan madde olarak ifade etmektedir. DSÖ verilerine göre, sigara hala ikinci büyük ölüm nedenidir.

Ülkemizde ve dünyada tütünün en sık kullanım şeklinin ise sigara olduğu görülmektedir. Sigaranın içinde bulunan nikotin miktarı ortalama 0.5 mg’dır.

Nikotin, beyindeki nikotinik asetilkolin reseptörlerini etkiler ve dopamin salınımını uyarır. Sigarayı bırakma, diğer sağlık arttırıcı davranışlar gibi, düşünme öncesi, düşünme, hazırlık, harekete geçme ve sürdürme aşamaları olmak üzere beş aşamalıdır.

Sigara içenlerin büyük bir çoğunluğu sigaranın zararlarından haberdar olsa da sigara içimi hala ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Sigara dumanı ile vücuda alınan nikotin sinir sitemini etkileyerek uyanık kalma, rahatlama, dikkati toplama, keyif almaya yol açmaktadır. Bu etkiler, sigara kullanımını pekiştirerek, bireylerin sigara kullanmayı sürdürmesine ve sigara bağımlısı olmasına neden olmaktadır.

Sigara kullanıcılarının kullandıkları maddenin fizyolojik, biyolojik ve psikolojik zararlarından haberdar oldukları halde hala kullanıyor olmaları durumunun, kullandıkları sigaranın içindeki nikotin maddesine olan bağımlılığın oluşmasından kaynaklı olabileceği de düşünülmektedir.

Günümüzde madde kullanımı birçok hastalığa sebebiyet vermektedir. Kişilerin bu gerçeği bile bile madde kullanımına yönelmeleri hiç şüphe yoktur ki bazı psikolojik durumların var olduğunu göstermektedir. Sigara kullanımı da bir madde kullanımı olduğu için sigara içme davranışının da bir takım psikolojik durumlar ile ilişkili olabileceği düşünülebilir. Sigara içme özellikle nedenleri açısından önemli bir psikososyal sorundur. Sigara içme veya dumanının inhalasyonu zamanla kişide kuvvetli psişik ve zayıf fiziksel bağımlılık oluşturur.

Sigara Kullanımını Etkileyen Faktörler

Sigara kullanmaya başlamada ve sigara bağımlılığının oluşmasında psikolojik nedenlerin önemli bir rolü vardır. Sigara, genellikle ergenlik döneminde kullanılmaya başlanmaktadır.

Bu dönemde sigaraya başlamayı etkileyen nedenler arasında merak, özenti, akran baskısı, sosyal kabul görme, bağımlı kişilik özelliği, stresle baş etmede yetersizlik, özgüven azlığı, hayır diyememe, çeşitli kişilik bozuklukları ve ruhsal sorunların etkili olduğu bildirilmektedir. Sigara içme davranışı üzerinde etkili olan değişkenlerden bir diğeri ise öz yeterlilik kavramıdır. Öz yeterlilik; davranışların oluşmasında etkili olan bir nitelik olarak ve bireylerin belirli bir davranışı göstermek için gerekli olan eylemleri bir araya getirip en iyi şekilde gerçekleştirebilme durumu sonucunda kendisine olan güvenidir. Öz yeterlilik inançları güçlü olan bireylerin sigara içme eğilimleri düşükken, öz yeterlilik inancı düşük olan bireylerin daha çok sigara içme eğilimleri gözlenmiştir.

Sigara içme davranışı üzerinde etkisinin olduğu düşünülen diğer bir değişken ise algılanan strestir. Gündelik hayatta dilimizdeki karşılığı sorgulanmaksızın kullanılan bir terim haline gelen stres, insan hayatının bütün yönlerini etkileyebilen bir etmendir. Stres, bireyin yaşadığı ortamda meydana gelen bir değişimin o bireyin üzerinde etkiler bırakması ile ilgilidir. Yapılan araştırmalar neticesinde stres ile sigara içme davranışı arasında, bir ilişkinin olduğu saptanmıştır. Nasıl stres yapıcı olay ve durumlar diğer maddelerin kullanımını artırıyor ise stres faktörü sigara kullanımını da artırmaktadır.

Stres ayrıca hali hazırda bırakılmış olan sigara içme davranışının nüksetmesine de sebep olmaktadır. Yapılan araştırmalar neticesinde kadınların maddi sorunlar sebebiyle yaşadıkları stresle bıraktıkları sigara içme davranışına tekrar başlama durumuna erkeklerden daha fazla yöneldikleri, erkeklerin de sağlık sorunları sebebiyle oluşan stresle sigaraya kadınlara oranla daha fazla tekrardan başlama davranışı gösterdikleri ortaya çıkmıştır.

Kişilerde algılanan stres ve sigara içme tutumu sigara bırakmada hazır oluşluk davranışını etkileyebilmektedir. Bunun sonucunda stresli olaylara maruz kalma ve stres algısı; tütün, alkol ve esrar gibi maddelerin kötüye kullanım riskini de arttırabilmektedir. Bireylerin günlük hayatta yaşadıkları stres verici durumlardan baş edebilme yönünde seçimleri yine sigara kullanımı olmaktadır.

Sosyoekonomik durum, eğitim, ırk ve yaşanılan bölge sigara içme sıklığını değiştiren faktörlerden bazılarıdır. Yapılan araştırmalar sonucunda gelişmiş ülkelerde eğitim düzeyi artıkça sigara içme sıklığının da azaldığı görülmektedir. Sigara bağımlılığı ile depresyon arasında bir ilişki olup olmadığı birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir. Psikolojik sorunlara yakalanan kişiler psikolojik olarak sigaraya da başlama eğiliminde olabilmektedirler. Yapılan bazı araştırmalarda, majör depresyon ile sigara bağımlılığı arasında ilişki olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmalarda yaşamının belirli bir döneminde majör depresyon geçirmiş kişilerde sigara kullanımı bu hastalığı olmayanlara göre oldukça yüksek bulunmuştur.

Sigara bağımlılarında depresyon geçirme olasılığı sigara bağımlısı olmayanlara göre iki kat fazla olduğu ifade edilmektedir. Depresyonu olan bireylerde sigara bağımlılığı oranı artarken, zaten sigara bağımlısı olan bireylerde depresyonun olması da bu bireylerin daha fazla sigara içerek bağımlılıklarının artmasına yol açmaktadır. Bu nedenle de depresyonu olan bireylerin sigara bırakmada daha başarısız oldukları görülmüştür. Sigara kullanma davranışı bireylerde kilo alma ve kaygı ile de ilişkilendirilmektedir. Bireyler kilo almaktan korktukları veya aldıkları kiloları verebilmek amacıyla sigaraya kullanımına başladıklarını dile getirmektedirler.

Kilo verme veya kilo almama durumu sadece çok ağır derecede sigara içme davranışı gösteren bireylere görülmektedir. Tekrar kilo alma korkusunun ve kiloyu kontrol edememe düşüncesinin sigara bırakma davranışını etkileyeceği de ortadadır. Sigara içmek bazı insanlar için bir alışkanlık ve günlük bir döngü haline gelebilir. Özellikle belirli anlarda (örneğin kahve içerken, yemek sonrası) sigara içme alışkanlığı oluşabilir. Son yıllarda sigara bağımlılığının sadece psikolojik değil çevresel ve fizyolojik nedenlere de bağlı olduğu ve sigara tüketim miktarının da bağımlılık türüyle ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Sigara ve Psikolojiye Etkisi

Khantzian’a göre madde kullanımına yönelen kişiler yaşadıkları ve yaşıyor oldukları bazı psikolojik sebeplerden dolayı madde kullanmaktadırlar. Bu maddeyi kullanarak kendilerini iyi etmeye, bir bakıma kendilerine göre kendilerini tedavi etmeye, iyi hissetmeye çalışmaktadırlar. Khantzian bu modele kendi kendini iyi etme modeli demiştir. Kendi kendini iyileştirme ile ilgili modeller bağımlılığın duygusal ve psikolojik yönleri ile ilgilenmektedirler.

Bu düşüncelere dayalı görüşler madde bağımlılığının kişiyi rahatsızlık verici duygu ve düşüncelerden uzaklaştırıp, stres ve negatif düşüncelerle baş edebilmesini kolaylaştırdığını öne sürmektedirler.  Khantzian’ın çalışmasına göre de nikotin maddesi yani sigara, üzüntü ve kederi hafifletmek için kullanılan bir maddedir. Bir başka deyişle insanlar negatif düşüncelerden, sorunlarından ve üzüntülerinden kurtulabilmek ve bu duygularını azaltabilmek için sigara kullanmaktadırlar. Özellikle alkol ve sigara kullanımı, sadece olumlu duygu ve düşünceleri artırmakla kalmaz, ek olarak olumsuz duygu ve düşünceleri de azaltmaktadır.

Madde kullanımı ile birlikte vücudumuz da bulunan dopamin kimyasalı aktive olmaktadır. Bu da vücudumuz da anlık olarak haz alma duygusu ile birlikte kişiye kendini iyi hissettirir ve olumlu düşünceler aktive olur. Fakat bu düzenli yapıldığı zaman etkisi azalmakta ve vücudun dopamin salgı sisteminde bozukluğa yol açmaktadır. Böylece iyi hissetme durumu belli bir süre sonra yerini olumsuz duygulara bırakmaktadır. Psikolojik sorunlarla başa çıkma yolları konusunda yeterli bilgiye sahip olmama durumu kişilerin sigara kullanımına yönelmelerine sebep olmaktadır.

Yüksek derecede üzüntü, keder ve olumsuz duygu durumu kişilerin sigara kullanımına olan yatkınlıklarını artırmaktadır.

Son yıllarda yapılan araştırmalarda sigara kullanımı ve nikotin bağımlılığının panik atak, depresyon, kaygı, alkol kullanımı ve alkol kullanımına dayalı bozukluklar, diğer madde kullanımı, davranış bozuklukları, fobiler, şizofreni ve bipolar bozukluklar başta olmak üzere birçok hastalık ile ilişkisinin olduğu ortaya çıkmıştır.

Bir araştırmaya göre sigara kullanımı özellikle psikolojik bozuklukları olan gençler arasında oldukça yaygın durumda. Kaygı bozukluğu %37.8 oranında sigara içicilerinde, %19.8 oranında arada bir sigara içenlerde ve %14.5 oranında da sigara içmeyenlerde görülmektedir. Yapılan araştırma çalışmalarının neticesinde psikolojik bozuklukların sigara tüketimini artırdığı ortaya çıkarmıştır. Özellikle yaygın anksiyete bozukluğu sigara tüketimini artırıcı bir etkendir. Genetik faktörler, sosyal zorluklar, stresi ortaya çıkaran olaylar ve nevrotiklik gibi bazı kişilik özellikleri sigara kullanımı ve psikolojik bozuklukları ortaya çıkaran ortak etmenlerdir.

Anksiyete günlük hayatımızda hepimizin zaman zaman yaşadığı normal bir duygudur. Tehdit veya tehlike karşısında bazen de tehlike olarak algıladığımız bir durum karşısında otomatik olarak yaşadığımız duygusal bir tepkidir. Anksiyete yaşayan kişi endişe, kaygı, sinirlilik, gerginlik, stres, korku gibi duygular yaşar ve bunu yaşamasına neden olan durum dışında başka bir şey düşünemez. Çoğu zaman kişi endişelerinin aşırı olduğunun farkındadır, ancak endişelenmelerini denetleyemezler ve bir türlü sakinleşemezler.

Kaygı ve endişe durumunu yaşayan ergenlerin yaşamayanlara oranla sigara içme davranışına daha yatkın oldukları ortaya çıkmıştır. Ayrıca ergenlerdeki ve gençlerdeki sosyal korkuların nikotin bağımlılığını artırıcı etkisinin bulunduğu anlaşılmıştır. Araştırmalar gösteriyor ki kaygı durumu yaşayan ve sigara kullanan kişiler, sigara kullanmayan ve kaygı bozukluğu yaşayanlara oranla daha fazla kaygı belirtileri göstermektedirler. İşsizlik ve bir hastalığa yakalanmış olma durumları ile birlikte, sigara kullanımı klinik depresyonla ilişkilendirilebilecek en güçlü etmen olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sigaraya Başlama Nedenleri Nelerdir?

Gerçekleştirilen birçok çalışmada sigaraya başlamaya yol açan en yaygın faktörlerin özenti, arkadaş etkisi ve merak olduğu belirlenmiştir.

Bununla birlikte sigaraya başlama nedenlerinden çevre ve merak etkisinin arkadaş etkisinden daha yüksek bir orana sahip olduğunu gösteren bulgular da mevcuttur. Bir başka araştırmada, üniversite öğrencilerinde sigaraya başlama nedenlerinin aile ve okul ile ilgili sorunlar ve yalnızlık faktörlerinden kaynaklandığı bulgusuna ulaşılmıştır. Aynı araştırmada, sınav zamanı sigara içen öğrenci yüzdesinin %32,3 olduğu tespit edilirken strese bağlı faktörlerin gençleri sigara kullanımına yönlendirdiği vurgulanmaktadır. Nitekim sigarayı bırakan çoğu öğrencinin yeniden başlama sebebinin altında yatan faktörün stres olduğu saptanmış durumdadır.

Stres verici bir durumda anksiyetenin artması ve kendine güvende düşüş gibi yaşantıların sigara içmeye yönelik güçlü bir dürtü yarattığına dair bulgular da mevcuttur.

İnsanlar, olumsuzluklarla ve stres kaynakları ile başa çıkabilmek için bazen özel stratejiler kullanmak yerine, hiçbir şey yapmamayı seçebilirler. Buna karşın kendine güvenen bir insanın, işlevsel davranması ve sorunu çözmeye yönelik bir tutum alması beklenir. Bireyin, stres yaratan bir durumla yüzleştiğinde bunu anlamlandırarak başa çıkma kaynaklarını değerlendirmesini etkileyen birincil unsur ise psikolojik dayanıklılık olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ailede sigara içen bireylerin olması, genetik yatkınlık ve aile içi alışkanlıklar, sigara kullanımını artırabilir.

Genç Kesimde Sigaraya Başlama Nedenleri Nelerdir?

Toplumsal Baskı: Gençlerin çevrelerindeki içicileri örnek almaları, arkadaşlarına özenmeleri, akran baskısı ve dahil olduğu sosyal çevreden dışlanmak istememesi sigarayı denemelerinde önemli rol oynamaktadır. Büyüdüğünü ispatlamak amacıyla, kaygıdan kaçmak ya da dinlenmek amacı ile sigaraya başlayan genç popülasyon ise sigarayı dinlendirici ve kendilerini bir yetişkin gibi algılamalarına yardımcı olma özellikleri için seçmektedirler.

Sigara İçmeye Başlayanların Önceden Hazırlıklı Oluşları: Eğer bir genç sigaranın stres giderici, dikkati toplamaya yardımcı bir unsur olduğundan bahseden bir ailede yetişti ise, sigarayı stres gideren bir dost gibi algılayacaktır veya kendini biraz dalgın hissettiği bir gün dikkatini toparlayabilmek için, sigaranın kendisine yardımcı olabileceğini umarak sigarayı deneyecektir.

Karakter Farkı: Hiç sigara içmeyen ve içen bireyleri kıyasladığımızda, tutumlarını ifade edebilmek açısından farklar vardır. Sigara içmeyi hiç denemeyen bir birey, ikramı reddetme veya içilen yeri terk etme gücünü gösterebilmişlerdir. Ayrıca sigara içenlerin çoğu strese ve etkilenmeye daha eğilimlidirler.

Sigara kullanmaya başlayan birey; büyüdüğünü ispatlamak, kaygılarından kaçınmak, kafa dinlendirmek istediği gibi nedenler öne sürmektedir. Topluma göre sigara stres gideren, dalgınlığa iyi gelen bir madde olarak öngörülmesinden dolayı, özellikle genç bireyler kendini iyi hissetmediği bir anda çareyi sigarada aramakta ve işin kötü yanı ise sigaranın kendisine çare olduğunu savunmaktadır.

İki çeşit sigara kullanıcısı bulunmaktadır. Bunlardan biri, risk faktörü taşımayan, sigara bağımlılığı olmayan fakat arkadaş ortamına ayak uydurabilmek amacıyla içen sosyal sigara içicilerdir. Bu bireyler sigaranın stres, kaygı, keyif gibi duygu durumlarla ilişkili olmadığının farkındadır. Sigaraya istedikleri zaman ara verebilir, istedikleri zaman yeniden başlayabilirler. Aradaki dengeyi sağlamak bu grup için oldukça kolaydır.

İkinci grup ise sigara içemedikleri zaman dilimlerinde agresyon, kaygı içinde olurlar. Kapalı alanlarda sigara içemedikleri için genellikle bu tarz ortamlarda huzursuz hissederler ve bir an önce dışarıya çıkıp sigara içme arzusunda olurlar. Sigara içebildikleri zamanda ise rahatladıklarını, daha iyi hissettiklerini söylerler. Diğer tüm bağımlılık gruplarında olduğu gibi bu grup içinde sigaradan vazgeçmek, azaltmak veya ara vermek oldukça zordur.

Sigaraya başlamada etkili olan başlıca faktörlerin özenti, arkadaş ortamı, bir defadan bir şey olmaz düşüncesi, merak olduğu incelediğimiz birçok araştırmanın bulguları arasında yer almaktadır. Sözü geçen değişkenlere ek olarak, stres faktörünün de sigaraya başlamada önemli bir değişken olarak karşımıza çıktığı görülmektedir.

Sosyal Motivasyon ve Sigara Alışkanlığı

Birçok teori, sigara içmeye başlamayı etkileyen zihinsel faktörleri incelemiştir. Bu teorilere göre bazı inançların ya da zihinlerin sigara ile ilgili olduğu ön plana çıkmıştır. Sigaranın neşe, keyif, sakinleşme ve özgüven kazanma amacıyla kullanıldığına dair inanışlar olduğu düşünülmektedir. Sosyal güdüler, uyum sağlamaya yardımcı olmak, diğer kişilerle bağlantı kurmak, özgüveni artırmak ve sosyal durumları kolaylaştırmaya yardımcı olmak için sigara içmeye etki edebilir. Erken ve orta ergenlik döneminde olduğu gibi, sigara içen arkadaşlara sahip olma ileriki yıllarda da sigara içme davranışlarıyla yüksek oranda ilişkili olduğu gösterilmiştir.

Daha spesifik olarak, bir çalışma, sigara içenlerin %64’ünün arkadaşlarının çoğunun sigara içtiğini bildirdiğini bulmuştur. Bu bağlamda sigara, sosyal gruplarla daha iyi uyum sağlamaya yardımcı olacak bir araç olarak görülebilir. Ayrıca, sigara içmek öğrenciler için sosyal etkileşimi kolaylaştırabilir ve sosyal kaygıyı azaltabilir ve kişilerin sosyal çevrelerinin kalıplaşmasına yardımcı olabilir.

Araştırmalar, sigara içmenin stresi azaltabileceği ve ayrıca benlik saygısı ile ilişkili olabileceği inancını vurgulamaktadır. Diğer araştırmalarda ise duygusal düşüncelerimizin (sigara içmek zevklidir) sigara içmeyle alakalı olarak kişi üzerinde etkili olduğu vurgulanmıştır. Kamu düzeni, bir kişinin sigara içmeyle alakalı düşüncesini etkiler. Kişinin yakın çevresiyle olan ilişkisi, inanç ve davranışların ortaya çıkmasına ve geliştirilmesine yardımcı olur. Araştırmalar, anne babaların sigara içmesinin, çocuklarda sigara içme olasılığını iki kat arttırdığını göstermiştir.

Benzer şekilde, ebeveynlerin sigaraya karşı tutumları da çocukların davranışlarını etkiler.

Cinsiyet Farklılığına Göre Sigara Alışkanlığı

Dünya genelinde sigara kullanımı cinsiyete göre farklılaşmaktadır. Yetişkin erkeklerde kadınlara göre çok daha yüksek olduğu görülse de kullanım kadınlar arasında da giderek yaygınlık kazanmaktadır.

Sigara ve Yaşam Kalitesi

Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi, kişinin kendisini iyi hissetmesi ve sağlık durumuna genel bir çerçeveden bakış açısı ile ilgilidir. Sağlık ile ilgili yaşam kalitesi hastalığın olmaması yanında, kişinin fiziksel, sosyal ve psikolojik açıdan aktif olmasını, kendisini iyi hissetmesini ve yaşam memnuniyetini kapsamaktadır.

İdeal vücut ağırlığına sahip olmak, doğru beslenmek, sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıklardan uzak durmak, düzenli bir şekilde egzersiz veya spor yapmak ve stresi kontrol altına almak, yaşam kalitesini yüksek tutmak için dikkat edilmesi gereken faktörlerdendir.

Sigaranın insan sağlığı üzerindeki etkileri, spor ile elde edilenlerin tam tersi olarak ortaya çıkmaktadır ve yaşam kalitesine olan etkileri de sağlığa olan etkilerine paraleldir.

Sigaraya bağlı olarak vücut fonksiyonlarında meydana gelen olumsuz değişiklikler, egzersiz kapasitesini ya da fiziksel aktivite düzeyini doğrudan etkileyerek kişinin yaşam kalitesini bozmaktadır.

Yapılan bir araştırmada, sigara içen öğrencilerin yaşam kalitesinin daha düşük olduğu ve günlük içilen sigara miktarı arttıkça yaşam kalitesi puanlarının düştüğü saptanmıştır. Sigara içmenin kişi üzerindeki zararlı etkilerinden dolayı yaşam kalitesi düşmektedir.

Psikolojik İyi Oluş ile Sigara Alışkanlığı Arasındaki İlişki

Bağımlılığın gelişiminde çeşitli faktörlerin etkilerinden bahsetmek mümkündür. Pozitif psikolojinin bir parçası olan psikolojik iyi oluşun da sigara bağımlılığın gelişimi, sürdürülmesi ve sonlandırılması açısından önemli bir etken olduğu ifade edilmektedir. Bilindiği üzere psikolojik iyi oluş, bireyin karşılaşmış olduğu koşullar ve olaylarla başa çıkma yeteneğine bağlıdır. Sosyal destek, kişilerarası etkileşim düzeyi, öz etkililik, bağlanma stilleri, baş etme becerileri, duygulanım gibi unsurlar heyecan arama, riskli davranış ve madde kullanımına yönelik önemli göstergeleri oluşturabilmektedir.

Bu doğrultuda sigara kullanımı baş etme girişimlerinden biri haline gelebilmektedir. Nikotinin sağlamış olduğu etki ile yoksunluk semptomlarını azaltarak sigara kullanımını güçlendirmektedir. Ayrıca nikotinin bilişsel ve duygusal etkileri de alışkanlığın devam etmesine katkıda bulunmaktadır. Uzun süreli sigara kullanımı zihinsel durumu değiştirerek depresif duygu durum semptomlarına yol açmaktadır.

Bu doğrultuda sigara kullanımının depresif belirtilerin gelişiminin bir göstergesi olabilmektedir. Artan depresif duygu durumuna sebebiyet veren iş, evlilik, toplumsal yükümlülükler gibi çeşitli streslerle baş etmeyi zorlaştırmaktadır. Bu doğrultuda bireyin psikolojik iyi oluş düzeylerine hem içsel hem de dışsal kaynakların eşlik ettiği ifade edilebilir. Sigara kullanımına sahip olan bireylerin sigara kullanıma sahip olmayanlara nazaran düşük yaşam doyumuna sahip olduğu ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra olumlu duygulara sahip olma ve iyi oluş üzerinde de negatif etkiler barındırmaktadır.

Sigarayı Bırakma Süreci

Sigarayı bıraktıktan sonra ortaya çıkan yoksunluk belirtileri “nikotin yoksunluğu” olarak ele alınır. Nikotin yoksunluğu, DSM-5’te “tütün kullanım bozuklukları” başlığında “tütün yoksunluğu” alt başlığıyla yer almaktadır. Tanı kriterleri arasında sinirli olma durumu, anksiyete, depresif duygudurum, konsantrasyonda zorluk, sigara kullanma isteğinde artış, insomnia ve dinlenememe olarak tanımlanmaktadır.

Uzun süreli ve kalıcı nikotin almış sonucu nöro adaptasyon ortaya çıkar. Zaman içinde beyinde nikotin reseptörlerinin artmasıyla nikotinin bazı etkilerine tolerans gelişir ve bu tolerans sonucu sigara bırakıldığında nikotine bağlı kesilme belirtileri ortaya çıkar. Nikotin yoksunluğu kriterleri kullanımının bırakılmasının veya azaltılmasının ardından 24 saat içinde aşağıdaki bulgulardan dört veya daha fazlasının ortaya çıkmasıdır.

  • Disfori ya da depresif duygudurum
  • İnsomnia
  • İrritabilite, sinirlenme ya da öfkelenme
  • Anksiyete
  • Düşünceleri yoğunlaştıramama
  • Huzursuzluk
  • Kalp hızında artma
  • İştah artması ya da kilo alma

Sigara bırakma pek çok madde bağımlılıklarında olduğu gibi birinci derecede kişinin kendi isteği, kararı ve iradesiyle ilişkilidir. Uzmanların bu konudaki rolü sigaranın zararları ve bırakma yöntemleri konusunda bilgilendirici, özendirici ve destekleyici olmak, ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırmaya yönelik gerekli tıbbi yardımlarda bulunmak ve bırakma eyleminin devamını sağlamak için bireyi desteklemektir. Aşırı sigara içme arzusu nedeni ile zararları bilinmesine rağmen sigarayı bırakmak kolay bir süreç değildir. Sigara içme arzusu nikotinin fiziksel ve psikolojik etkileri ile ortaya çıkabilmektedir.

Sigara Bırakma Tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi

Bilişsel modele göre sigara kullanımı öğrenildiği gibi sigarayı bırakmada öğrenilebilir. Bu varsayımdan yararlanılarak bilişsel ve davranışçı sigarayı bırakma programları geliştirilmiştir. Sigarayı bırakmaya yönelik zihinsel ve davranışsal hazırlık yapmaları ve gözlemde bulunmaları istenir. Temel amaç, bilişleri (düşünce tarzlarını, olaylara bakış açısı ve değerlendirme tarzlarını) değiştirmek, özellikle sigara kullanımı açısından yüksek risk taşıyan ortamlar ve durumlarda kullanılan baş etme mekanizmalarını güçlendirmektir. Bu tedavinin en etkili ve gerekli olduğu durumlardan biri depreşmeyi önleme çalışmalarıdır.

Psikolog Enes Dinçer

Comments are closed.