logo

Kadının Dünyası

kadinin dünyasi

Ailede İletişim – Gerçek Anne Babalık – Polat Doğru

Yeni Anne Olunca Hissedilen Duygular Bir Anne, Kızının En İyi Arkadaşı Değil, Annesidir

ÇALIŞAN ANNE OLMAK

Yaz Aylarında Kendimizi Güneşten Nasıl Koruruz? – Yaz Aylarında Göz Sağlığı İle İlgili Dikkat Edilmesi Gerenler – Sonsuza Dek Genç Kalmanın Sırrı – Bahar ayları cilt bakımının tam zamanı – Mevsim ve cilt tipine özel cilt bakımı tavsiyeleri

Kadınlar neden terkeder?

Diyet Sırasında Psikolog Desteği Nasıl Olmalıdır? – İyi Yaşam İçin Kadınlara 10 Öneri – Kadınlarda kalp krizi riskini artıran etmenler – Kadın sağlığıyla ilgili 4 uyarı – En sık görülen 5 kadın hastalığı – ADET DÖNEMİNDEKİ RUHSAL SORUNLAR

Boşanmanın kadınlar üzerindeki etkileri – KADINLAR NEDEN ÇİÇEK SEVER? – Kadın Sağlığının Kadın Psikolojisi Üzerine Etkileri – Sadece Kadınlara Özgü Bazı Psikolojik Sorunlar – Menopozun 10 Belirtisi – Evde ve işte mutluluğu yakalamanın formülü – İş hayatında kadın olmak – İŞ DÜNYASINDA KADIN LİDERLİĞİ

Kendi Potansiyelinizin Önündeki Görünmez Engel: Cam Tavan Sendromu

Kadınlar Kadınları Neden Kıskanır?

Музыка для души (Цветы распускаются под вальс) !!!

Uzmanlar diyor ki: “Erkeklerle kadınların biyolojik yapılarındaki farklılıklar, sağlıklarından duygusal dünyalarına kadar her şeyi değiştiriyor.” Nasıl mı? İşte 10 maddede kadın dünyasına dair şaşırtıcı gerçekler…

Ah biz kadınlar! Yüzyıllardır anlaşılamamakla, vefasızlıkla, tutarsızlıkla suçlanır dururuz. Şair demiş ya “Kadından kendisinde olmayanı isteriz. Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz” diye. Bizden olmayanların istenmesidir aslında hikâyenin özü! Belki de bizi erkeklerden ayıran ince bir çizgi olduğu doğrudur! Üstelik bu ince çizginin sebebi, sadece yaradılışımız da olabilir. Uzmanlar diyor ki; “Erkeklerle kadınların biyolojik yapılarındaki farklılıklar, sağlıklarından duygusal dünyalarına kadar her şeyi değiştiriyor.” Nasıl mı?

1-Kadınlar duygusaldır. Bu yüzden daha sık migren atakları yaşarlar.

Yanlış. Kadınlarda migren sıklığı fazla; ama bunun nedeni duygusal olmaları değil, hormonal ve genetik farklılıkların beyin kimyası üzerindeki etkisi.

2- Kadınlar alkole dayanıksızdır.

Doğru. Alkolün zehrini eriten karaciğer, kadında daha küçüktür. Alkolü sulandıran vücut su miktarı da kadında daha azdır.

3- Kalp damar hastalıkları erkekleri daha sık vurur.

Yanlış. Östrojen hormonu, menopoz dönemine kadar kalp damar hastalığına karşı kadınları koruyor görünse de sigara, fazla kilo, hareketsizlik, hamur işi tüketimi, yüksek tansiyon gibi risk faktörleri olan kadınlar, yaşıtlarından daha erken kalp hastalığına yakalanıyor. Üstelik şeker hastası kadınların kalp krizi riskinin, şeker hastası erkeklerden 2 kat fazla olduğu biliniyor.

4- Kadınların kalbi çabuk kırılır.

Doğru. Kalp krizinin az rastlanan ve özel bir formu olan kırık kalp sendromu, kadınlarda çok daha sık görülüyor. Yağ ve kireç birikimi olmadığı halde âni üzüntü sonrası birden büzülen kalp damarı, tipik kalp krizine neden olabiliyor. Bu durumdaki kadına anjiyo yapılsa kalp damarları açık bulunur! Ne var ki bu durumda sadece kalp kasında hasar tespit ediliyor. Çoğu zaman bu hasar da, aylar içerisinde tamamen düzelebiliyor.

5- Kadınlar daha iyi koku alır.

Doğru. Ergenlikten menopoza kadarki dönemde, kadınların koku ayırt etme yeteneğinin erkeklerden çok daha iyi olduğu kesin. Bu, hormonal nedenlere bağlanıyor. Kadının koku yeteneği öyle gelişkin ki eşinin atletindeki ter kokusundan bile onun endişeli olduğunu fark edebiliyor.

4- Kadınların kalbi çabuk kırılır.

Doğru. Kalp krizinin az rastlanan ve özel bir formu olan kırık kalp sendromu, kadınlarda çok daha sık görülüyor. Yağ ve kireç birikimi olmadığı halde âni üzüntü sonrası birden büzülen kalp damarı, tipik kalp krizine neden olabiliyor. Bu durumdaki kadına anjiyo yapılsa kalp damarları açık bulunur! Ne var ki bu durumda sadece kalp kasında hasar tespit ediliyor. Çoğu zaman bu hasar da, aylar içerisinde tamamen düzelebiliyor.

5- Kadınlar daha iyi koku alır.

Doğru. Ergenlikten menopoza kadarki dönemde, kadınların koku ayırt etme yeteneğinin erkeklerden çok daha iyi olduğu kesin. Bu, hormonal nedenlere bağlanıyor. Kadının koku yeteneği öyle gelişkin ki eşinin atletindeki ter kokusundan bile onun endişeli olduğunu fark edebiliyor.

8- Kadınların cildi daha geç yaşlanıyor.

Yanlış. Hormonal nedenlerle, cildin elastikiyetini sağlayan kollajen kadınlarda daha erken azalıyor. Ancak kadınlar sevinebilir; çünkü buna rağmen fotoğraflarda daha genç duruyorlar. Bunun sebebi, erkek cildinin daha kalın olması. Erkeklerde yüz hatlarının ve yaşlılık lekelerinin daha kolay belirginleşmesinin sebebi, tıraşın ve tıraş sonrası kullanılan kozmetiklerin yıllar boyunca yarattığı hasar.

9- Kadınlar ağrıya dayanıksızdır.

Kısmen doğru. Kadının östrojen seviyesine bağlı. Kanser, kas-kemik hastalıkları ve iltihap nedeniyle gelişen ağrılar, östrojen seviyesinin en yüksek olduğu dönemde daha az hissediliyor. Çünkü östrojen, doğal ağrı kesici salınımını artırıyor. Östrojenin azaldığı adet dönemi ve gebelik sonrasında ağrıya dayanıklık azalıyor.

10- Kadın gözüyaşlıdır.

Doğru. Biyolojik yapı farklılığı yüzünden kadınlar ayda ortalama 5,3 defa, erkekler 1,4 defa ağlıyor. Kadının gözyaşı salgı bezi, erkeğinkinden büyük. Salgı bezinin gelişimi ve çalışması, süt salgısından da sorumlu olan prolaktin hormonuna bağlı.

Dahiliye Uzmanı Doktor Özgür Şamilgil

Haber / Senim TANAY KARAKUŞ

Yeni Anne Olunca Hissedilen Duygular

Yeni anne olmak beraberinde bir sürü yeni duygu getirir. Bebeğinizin yüzünü ilk gördüğünüz anda, mutlu, korkmuş, nostaljik hissedersiniz… Muhtemelen o dakikadan sonra hayatınızın merkezinde oturacak biriyle tanışmış olacaksınız ve onun hakkında ne hissettiğinizi bile tam olarak tanımlayamayacaksınız. Doğumdan sonraki ilk birkaç hafta boyunca endokrin seviyenizde değişiklik olur. Bazı kadınlar ise doğum sonrasında sık rastlanan lohusa depresyonuna yakalanır.

Doğum yaptıktan sonra, oksitosin seviyesi artar. Oksitosin, çocuğumuza duyduğumuz büyük sevginin kaynağı olmakla beraber ona her baktığımızda koruma ve sahip çıkma güdümüzü tetikleyen hissin çıkış noktasıdır. Psikolojik bakımdan ele alındığı zaman, aileye yeni bir üye eklenmesi pek çok değişikliğe neden olarak doğum sonrası dönemde annelik beklentilerinin karşılanmadığı hissine yol açabilir.

Anne olmanın mutluluk ve neşe verici eşsiz bir deneyim olduğunu biliyoruz ancak bazı annelerin bu duyguyu yaşayabilmesi doğumun için belirli bir süre geçmesi gerekiyor.

Yeni duruma ve ailenin bu yeni üyesine adapte olmak için zamana ihtiyaç duyulur. Bu nedenle kendinizi “kötü anne” olmakla suçlamamalı ve başkalarının da böyle anlamlar ima etmesine izin vermemelisiniz. Bu dönemde eşinizden, ailenizden ve sosyal çevrenizden destek almanız çok önemlidir.

Doğum sonrasında ruh hali

Müstakbel anneler- özellikle de ilk kez anne olacaklar-annelikle ilgili gerçekten uzak bazı beklentiler içine girer. Dokuz ay boyunca annelerimiz, anneannelerimiz, komşularımız anneliğin ne kadar kutsal ve güzel bir duygu olduğunu ve onları nasıl büyüttüğünü anlatır. Bu nedenle dünyadaki en mutlu insan olmayı dört gözle ve biraz da endişeyle beklemeye başlarız.

Sonra bir anda bebeğinizi kucağınıza alırsınız ve bahsedilen o muhteşem duyguyu alamamış olursunuz. Aksine mutsuz, korkmuş, karmakarışık ve yabancı hissedersiniz. Halbuki söylendiği gibi dünyanın en mutlu insanı olmanız gerekmez miydi? Dikkat! Annelik duygusu öyle bir anda büyülü bir şekilde sizi sarmaz. Size doğum yapmamanın yeryüzündeki en muhteşem duygu olduğunu söyleyenler elbette yalan söylemiyordu ancak unutulmaması gerek bir şey var: bu yeni bireye ve yeni hayatınıza adapte olmak için zamana ihtiyacınız var ve bu oldukça normal.

Otomatik olarak zihninizde yer eden “ben iyi bir anne değilim”, “anneliği beceremiyorum ve çocuğum bundan kötü etkilenecek”, “hayatım tamamen belirsiz bir hal aldı” gibi olumsuz düşünceler yüzünden kendinizi suçlamayın.

Bu negatif düşünceleri aşmak ve daha gerçekçi, pozitif düşüncelerle değiştirmek için öncelikle bunları tespit etmek çok önemlidir. Eğer bu düşüncelerle başa çıkmazsanız, suçluluk yerini kalıcı bir mutsuzluğa hatta depresyona bırakabilir. Bebeğiniz ve kendinizle ilgilenmek için hiç enerjinizin kalmadığı kısır bir döngü içinde kendinizi bulabilir; suçlulukla ilgili duyduğunuz içgüdüsel hisleri besleyip bu döngüden asla kurtulamayabilirsiniz. Böyle bir şey başınıza gelirse negatif fikirlerinizi artık benimsemeye başlarsınız. “Emziremiyorum bile, ne kadar beceriksiz bir anne oldum ben.” demek sizin için sıradanlaşır ve bu döngü doğum sonrası lohusa depresyonuna girmenize neden olabilir.

Anne olduğunuzda en yüksek seviyelere ulaşan psikolojik ve hormonsal değişikliklerle birlikte hayatınızda da beş etmeniz gereken yeni değişimler meydana gelir: uykusuzluk, kendine zaman ayıramama, eşinizle vakit geçirmeme, sorumluluk üstüne sorumluluklar… Bütün bunlar, doğumdan sonraki ilk birkaç haftada maruz kaldığınız o nahoş duygulara eklenir.

Annelik duygusunu olabildiğince pozitif yaşamak

Neyse ki bütün bu bunalım hali gelip geçicidir. Başta anne olmak ve sorumluluk almak imkansız gibi görünse ve olumsuz duygular hissetmeye başlasanız bile, hormonsal dengeniz bu yeni duruma adapte olup cehennemi cennete çevirecektir. Fakat doğal olarak düzene girecek olmasına rağmen, bu süreçte sizin de üzerinize düşeni yapmanız gerekir.

Öncelikle, yaşadığınız anı ve bu anın getirdiği duyguları kabullenmeniz gerekiyor. Hayatınızda büyük değişimler yaşanıyor olması çok doğal ve aynı zamanda bu süreçte olumsuz şeyler hissetmek yalnızca size özgü bir durum değil. Korkmanıza gerek yok.

Bu duyguları kucaklayın ve oldukları gibi kabul edin. Bu duygulara karşı savaşmayı denemeyin veya kendinizi mutlu hissetmek için zorlamayın. Endişeli, mutsuz, karmaşık hatta sinirli olmakla başa çıkabileceğinizi unutmayın. Hissettikleriniz tamamen insani duygular ve onları bu şekilde benimseyin. Endişelenmeyin.

Duygularınızı kabul ettikten sonra, her sabah ne düşündüğünüzü analiz edin ve artık bir anne olduğunuzun, bunun size daha önceden sahip olmadığınız yeni sorumluluklar getirdiğinin farkına varın. Düşünce ve duygularınızı bir yere yazın, başka dilden konuşuyorlarsa onları pozitif yapmak için elinizden geleni deneyin.

“Bu kadar genç yaşta çocuk doğurarak hayatımı mahvettim” gibi bir düşünceye sahipseniz bunu “Çok genç olduğum için çocuğumla vakit geçirecek ve hayatımın geri kalanında istediğim şeyleri yapacak enerjim var” cümlesiyle değiştirin.

Azar azar, zamanla düşüncelerinizin belki de abartılı olduğunu fark edeceksiniz. Bir çocuğun sahip olacağı en iyi anne olacağınıza şüphe yok ve daha o gülümsemeden siz gülümsemesini hissedeceksiniz.

Son olarak, siz istemeden verilen tavsiyelerden uzak durun. İnsanlar çoğu zaman anne baba olma konusunda başkalarının işine karışmayı seviyor. Emzirip emzirmeyeceğinizi, çocukların kendi odasında mı yoksa sizinle birlikte mi uyuyacağını, emzik alıp almayacağınızı, hangisinin bebek için en iyisi olacağını söylemeye kalkışıyorlar.

Başkasının deneyiminden yola çıkılarak verilen tavsiyeler neredeyse her zaman yararsızdır. Bunların tümü yalnızca anneleri daha güvensiz hissettirmeye yarıyor. Çünkü bebekleri için gerçekte neyin iyi olduğuna karar veremedikleri hissine kapılmalarına neden oluyor. Kısacası, yalnızca uzman kişilere, pediatri uzmanlarına, çocuk doktorlarına ve çocuk psikologlarına güvenin. Size gerçekten yardımcı olabilecek tavsiyeleri yalnızca bu kişiler verebilir.

Bir Anne, Kızının En İyi Arkadaşı Değil, Annesidir

Bir anne ve kızının arasında oluşabilecek en iyi ilişki türünün “en iyi arkadaşlık” olduğunu düşünen insanlar vardır. Ancak bu durum, zamanla rekabet, karşılıklı saygı kaybı, rollerin birbirine girmesi ve hatta özel hayatın ihlaline dönüşebilme riskini taşır.

Çocukların otorite ve saygı figürü olarak onlara örnek olabilecek bir yetişkine ihtiyaçları vardır. Duygusal dengelerini sağlamak, ruhsal açıdan sağlıklı olmak, hayatlarını düzene sokmak için onlara rehberlik edecek, onları koruyacak ve destekleyecek birine ihtiyaç duyarlar.

“Bir erkek çocuğunun geleceği her zaman annesinin ellerindedir.”

– Napoleón Bonaparte

Bu tür bir “en iyi arkadaş” ilişkisi, anne kız ilişkisinde olması gereken sağlıklı sınırların kaybolmaya başlaması gibi bir problem yaratabilir. Prensipte bu bağ, aynı yolda yürümekle ve eğitimsel ilişkiyle oluşan bir bağdır. Ancak arkadaşlık bu bağı, kız çocuğuna karşı fazla korumacı ve kontrolcü olmaya dönüştürebilir. Bunun sonucunda, anne eşit seviyede biri gibi algılandığı için saygı ve otorite modeli inşa edilemez.

Bu şekilde sağlıksız ve kafa karıştırıcı bir ilişki, kararları annesinin bilgeliğine ve onayına bağlı olduğu için, onu hayal kırıklığına uğratma korkusunun da yarattığı baskıyla birlikte kız çocuğunda güvensizlik yaratır. Böyle bir aşırı korumacılık göstergesi, ikilinin arasında zararlı bir bağımlılık yarattığı için kız çocuğunun kişiliğinin gelişime zarar verebilir.

Anne olmanın farklı yolları

Kız çocuğu bir otorite figürü fikrini tam olarak kavramadığında, korumasız olduğu gibi bir hisse kapılacaktır. Kendine olan güveni zarar görecektir. Bir şeye karar vermesi gerektiğinde tereddüt edecek, bu da bağımsız olma umuduna ket vuracaktır. Anne ve kız ilişkisinin “en iyi arkadaş” türünden bir ilişki olmaması, bu ikilinin birbirine yakın olmayacağı ve zenginleştirici bir ilişkiye sahip olmayacakları anlamına gelmez. Ancak arkadaş olmak başka şeydir, anne kız olmak başka şey. Hiç şüphesiz iyi bir anne kızı için her zaman en iyisini isteyecektir. Ancak bu ona, kızını arkadaş olma bahanesiyle yanına çekerek onun özel hayatına müdahale etme hakkını vermez.

Bu fenomenin köklerini anlamak önemlidir. Pek çok durumda, annenin gösterdiği bu davranış, bağımlılıktan kaynaklanan duygusal çatışmaların belirtisidir. Bazı durumlarda bu çatışmalara depresyon ve kendi yaptığı hataları kızının da yapacağı korkusu eşlik eder. Eğer durum buysa anne bir profesyonelden yardım alarak bu çatışmaları kendi başına çözmelidir.

Bu ilişki nasıl geliştirilebilir? 

Kız çocukları arkadaşlarının dedikleri her şeyi yapmak zorunda olmadıklarını bilirler. Bu nedenle bir anne aynı anda hem sevgi dolu hem de sert olabilmelidir. Daha da ötesi, bir kız çocuğu annesinin yaşadığı sorunları bilmek zorunda değildir. Böyle bir durum, kız çocuğunda temelsiz korkular, üzüntü ve ailesinin ilişkisine bağlı bir kafa karışıklığı yaratabilir.

Bu tür ilişkiler şeffaf olması tavsiye edilir. Güveni, bir zorunluluk gibi değil, hayatın akışının doğal bir sonucu olarak inşa edebilmek önemlidir. Eğer böyle olmazsa, duygusal yorgunluğa dönüşebilecek kalıcı bir üzüntü ve güvensizlik durumu ortaya çıkabilir. Diğer yandan, aralarında soruna dönüşme olasılığı olan bir şeylerin yaşandığını sezdiklerinde, hem anne hem de kız çocuğu oldukça şeffaf davranmalıdır. Aralarında kızgınlık yaratabilecek bir şey hakkında sessiz kalmayı seçmek sağlıklı değildir. Samimi bir şekilde, birbirlerine olan saygılarını koruyarak konuyu birlikte tartışabilmeliler. Böylece sağlıklı ve özgür bir ilişkileri olacak.

İki tarafın da öğrenmesi gereken şeyler

Kız çocuğu, özellikle yaşı küçükse, hayatında, annesinin onun adına vermesi gereken kararlar olacağını anlamalıdır. Bu kararların bir arkadaşınız tarafından alınmasının sizde yaratabileceği kızgınlığı bir düşünün. Söz konusu anneniz olduğunda affedilecek bir hata, arkadaşınız tarafında yapılırsa o kadar da affedici olamazsınız. Anneler ve kızları arasındaki yanlış anlamalar her zaman düzeltilebilir. Bu yanlış anlamaların üstesinden gelmek için doğru zamanı seçmek önemlidir. Zaten halihazırda var olan sevgi ve güvene, iki kişi arasında doğabilecek anlaşmazlıkları çözebilmek için bir nebze de sağduyu eklemek yeterli olacaktır.

Kız çocuğunun kendi sorunlarını çözmeyi öğrenmesi ve böylece bağımsızlığını kazanabilmesi önemlidir. Ona, yalnızca bir annenin yapabileceği şekilde destek olmak ve tavsiyeler vermek için her zaman onun yanında olacağınızı söyleyin. Ayrıca kız çocuğu, hayatının yalnızca onu ilgilendiren pek çok farklı yönü olduğunu da anlamalıdır. Karşılıklı güven duygusu kötüye kullanılmamalıdır çünkü herkesin hikayesi ve hayatı kendine özeldir.

Çalışan anneler herkesin bildiği gibi meşguldür ve genellikle ebeveynliğin, özellikle de küçük çocuklara ebeveynlik yapmanın öngörülemezliğinin ek strese yol açtığını deneyimlerler. Örneğin, bir tuvalet eğitimi kazası veya kreşe giderken yaşanacak bir duygusal bir sorun, zamanlama ve stres açısından bütün bir günü (hem anne hem de çocuk için) zorlu kılma potansiyeline sahiptir. Meşgul ve stresli bir çalışan anne olmak daha düşük bir üretkenlik oranına sebep olabilr.

Çalışan Anneler İçin Stres Giderici İpuçları: Aşağıdaki ipuçları, çalışan annelerin yoğun yaşamlarında psikolojik dayanıklılıklarını arttırmalarına yardımcı olabilir.

Önceden Planlayın ve Organize Olun

Düzenli olmak, çalışan anneler için hayati bir beceridir. Örneğin, kreşe giderken tuvalet eğitimi sırasında yaşanabilecek bir kazayı önceden tahmin edebiliyorsanız ve arabanızda her zaman fazladan kıyafet bulunduruyorsanız yaşanabilecek olan krizden kaçınabilirsiniz. Plan ve rutinlerinizi bir düzene sokarsanız yoğun bir gün geçirirken daha az telaş ve stres yaşarsınız.

Sınırları Belirleyin

Çalışan anneler birçok rol alır ve hepsinde en iyi olmak isterler; gerçekten de anne, çalışan ve eş rolleri ellerinden gelenin en iyisini gerektirir. Bu bazen, asla hayır diyememeye yol açar. Ancak çalışan bir annenin elinden gelenin en iyisini yapması için herkesin isteklerine evet demesi gerekmez. Aslında başarısı için hayati olmayan sorumluluklara “hayır” demesi çalışan bir annenin hayatındaki daha öncelikli şeylere evet demesini sağlar.

Bağlı Kalın

Sınırları belirlemek hayati önem taşırken, çalışan annelerin çocuklarıyla bağlantıda kalmaları aynı derecede önemlidir. İhmal edildiğini hisseden çocuklar farklı şekillerde de olsa ortaya bir tepki koyma eğilimindedirler ve bunu fark edip çocuklarına yeterince ilgi vermediklerini düşünen çalışan anneler stresli ve suçlu hissedebilirler. Bu yüzden anne ile çocuk arasında kaliteli bir bağ oluşması duygusal olarak iki taraf için de önemlidir. Keyifli bir aktivite yaparak birlikte ortak zaman geçirmek hem bağ kurmanın hem de stresi azaltmanın çok işlevli bir yolu olabilir.

Kendinize Dikkat Edin

Fiziksel ve duygusal olarak iyi durumda değilseniz, çalışırken ve çocuklarınızla zaman geçirirken performansınız bu durumdan etkilenecektir. Hem iş hem de evde çocuğunuzla geçirdiğiniz zamanı verimli kılmak için çalışan annelerin çocuklarına baktıkları gibi kendilerine de bakmaları önemlidir: bol uyku, sağlıklı beslenme, sosyal aktivite gibi alanlarda kendilerine yeterince zaman ayırmaları süreci kolaylaştırmaktadır. Tüm bunları bir programa sığdırmak zor olabilir, ancak yeterince kendine zaman ayırmak çalışan annelerin hayatlarında daha verimli olmalarını sağlayacaktır.

Yardım Alabileceklerinizi Listeleyin

Çalışan anneler, isterlerse de onlara yardım edecek insanlar olduğunu fark edemeyebilirler. Büyük aileler yardım istediğinde eyleme geçmeyi seçebilirler. Bu yüzden destek sağlayabilecek kişilerle iletişim halinde olmak, yardım talebinde bulunmak önemli bir kolaylaştırıcı etmen olabilir. Gerektiğinde arkadaşlar ve komşularla da bir araya gelinebilir ve destekleyici ağlar oluşturulabilir.

Çalışan bir annenin yaşam tarzını daha az telaşlı hale getirmek için temizlik veya yemek pişirme gibi ekstra şeyler için ücretli olarak yardım almanın yolları vardır. Ev içi görevleri devretme seçeneği genellikle göz ardı edilebilmektedir. Bu anlamda yeterli ekonomik güce sahip çalışan anneler için yardım almak, hayatı daha az stresli ve telaşlı hale getirmenin bir yoludur.

Stres Yönetimine Odaklanın

Sıkıntılı ve stresli olduklarında, çalışan anneler çocuklarıyla daha az zaman geçirme veya işe odaklanma konusunda zorlanma gibi yaşantılar geçirebilirler. Bu da çocukların bu durumla ilgili duygularını dışa vurmalarına, işte hataların yapılmasına ve çalışan anneler için stresi artıran diğer şeylere yol açabilir. Bu nedenle stres yönetimi konusunda proaktif bir duruş sergilemek oldukça önemlidir.

Çalışan annelere yönelik bu stres yönetimi uygulamalarına ek olarak, çocukların stresini de akılda tutmak önemlidir (ve genellikle gözden kaçırılır). Küçük çocuklar da derin nefes alma, anneleriyle sessiz zaman geçirme ve masaj gibi stres atma uygulamalarından yararlanabilirler. Anneler ve küçük çocuklar birbirlerine çok uyumlu olduklarından, birindeki stresi azaltmak hem anneye hem de çocuğa yardımcı olur.

Psikoterapi Atölyesi

Yine yazın sabırsızlıkla beklediğimiz güzel günlerine fazlaca hızlı bir şekilde giriş yaptık. Fazlaca hızlı diyorum çünkü hava sıcaklıkları çeşitli kirliliklerden dolayı değişen koşullar çerçevesinde, eskiden olduğu gibi dengeli ve istikrarlı bir şekilde artmamakta. Bundan dolayı bizler de kendimizi bu ani ve normal olmayan hava sıcaklıklarına karşı çok iyi bir şekilde korumalıyız. Bu korumayı sağlarken uzman görüşlerine uymakta fayda var. 

Yaz aylarının vazgeçilmezleri: tatille birlikte gelen deniz ve güneş. Yıl boyunca oluşan yorgunluğunuzu atmak, tekrardan kuvvetli bir şekilde hayata kaldığımız yerden devam edebilmek için tatilin önemi çok yüksek. Peki bu tatile çıkarken nelere dikkat etmemiz gerektiğini biliyor muyuz? Bu konuda sizlere tavsiyem, tatilinize çıkmadan önce vaktinizi ayırıp tatil döneminde nelere dikkat etmeniz gerektiğini özetleyen, hayat ve tatil kalitenizi artıracak bir liste oluşturmanızdır. Özellikle bunun yazılı bir liste olmasını öneririm. Çünkü pek çoğumuz kafalarımızdan bu listeyi hemen yapıyor olsak da en fazla 15 dakika sonra birçok maddesini unutabiliyoruz. Listenizde yer alması gereken önemli bir kaç konuyu aşağıda sizler için derlemeye çalıştım.

Güneş: kesinlikle en önemli varoluş kaynağımız. Ancak bunun yanında fazla maruz kalınması sonucunda çeşitli sorunlar yaşamamız muhtemel. Özellikle son yıllarda ne kadar azaltmaya çalışsak da, gelişmek veya süreklilik için, sera gazları başta olmak üzere dünyamızın atmosferine çeşitli olumsuz etkileri olan gazları yaymaya devam ediyoruz. Bunların sonucunda, güneş ışınları atmosferimizin üst katmanlarında bulunan ozon tabakasının incelmesinden dolayı çok daha fazla zarar verici bir şekilde bizlere ulaşıyor ve sera etkisiyle beraber bazı ışınlar tekrardan yeryüzüne dönüyor. Bu zararlı ışınlardan korunmak ciddi anlamda önem taşımakta. Bunlar için güneşe maruz kalma sürelerinizi ciddi anlamda planlamanız ve gün içinde güneşte kaldığınız saatlere dikkat etmeniz gerekmektedir. Bunların haricinde güneş koruyucuları dikkatli bir şekilde ve yeterli miktarda kullanmalısınız. Güneşlenme sırasında vücudumuzun sıcaklığı da arttığından, vücudumuz bu ısıyı kontrol edebilmek için terleme olayını gerçekleştirir. Terleme sırasında sadece su kaybı oluşmamakta, bununla birlikte ciddi anlamda mineral kaybı da yaşamaktayız. Bu kayıplarımızı telafi edebilmek için su ve mineral içerikli sıvıları tüketme miktarımızı kış aylarına göre çok daha fazla artırmalıyız. Ayrıca sıvı tüketimi deri sağlığımız için de çok önemli bir yer tutmaktadır.

Diğer vazgeçilmezlerimiz ise deniz ve havuzlar; ben bu konuda özellikle deniz diyorum çünkü denizi tercih ederek havuzların temizliği için kullanılan kimyasallara maruz kalmamış olursunuz. Ayrıca denize girdiğinizde alacağınız keyfin daha yüksek olacağını ve deniz dibi yaşamların birçok görsel güzellik barındırdığını söyleyebilirim. Tabii ki denize girerken de dikkat etmeniz gereken hususlar var. Bu konuda yerel veya merkezi yönetime bağlı otoritelerin uyarılarını kesinlikle dikkate almanız gerekir. Bunu nasıl takip edeceğim derseniz, elimizdeki akıllı telefonlarda bunlarla ilgili uygulamalar bulabilir, yerel ve merkezi yönetime bağlı otoritelerin internet sayfalarından bilgi alabilirsiniz. Bu bilgiler haricinde savunma sisteminizi güçlü tutmanız da gerekmektedir. Bu konu ile ilgili eczacınız ve 365gun.com sizlere çok değerli, yaşam kalitenizi arttıracak tavsiyeler verecektir.

Peki deniz ve güneşe ulaşmak için yapacağınız seyahatler? Her zaman inanmışımdır ki insanoğlu çok hızlı yer değiştirebilen cihazlar icat etti ama insan fizyolojisi çok hızlı hareket etmeye bu kadar hızlı uyum sağlayamayabiliyor. Ayrıca gittiğiniz bölgelerdeki yaşam tarzları, yeme alışkanlıkları da farklılık gösteriyor. Sıcak havadan kaynaklanan gıda bozulmalarına ya da hızlı yer değiştirme sonucunda biyolojik saatinizin bozulması sonucunda yaşanacak sorunlara da dikkat etmeniz gerekiyor. Bunlara engel olmak açısından bazı uyarıları göz önünde bulundurmanız gerekir. İlk olarak, tatildeki dinlenme sürelerini çok iyi bir şekilde ayarlamak gelir. Etrafımızda, tatile dinlenmek amacıyla gidip, daha çok yorulup geri dönen birçok kişi var.

Eczacı Doğan Söğüt

Yaz Aylarında Göz Sağlığı İle İlgili Dikkat Edilmesi Gerenler

Yazın özellikle alerjik göz hastalıklarında bir artış izlenilir. Ayrıca konjunktivit, göz nezlesi bu aylarda daha sık görülür. Bunun yanında katarakt gelişimi ve sarı nokta hastalığının oluşumunda da güneş ışığı etkilidir. Halk arasınsa gözde büyüyen et oluşumu olarak bilinen pterygium hastalığının oluşumu da güneş ışığı tarafından tetiklenir.

Yazın görülen göz enfeksiyonları için genelde bu mevsimde görülen kuru sıcak, tozlu havalar  enfeksiyona meyil oluştururken yeterli hijyen sağlanmayan  havuzlar da enfeksiyon kaynağıdır. Gözlerde kızarıklık, çapaklanma ve kaşıntı ile kendini gösterir. Bu hastalıklardan korunmak için  serinlemek için girilen havuzlarda hijyene dikkat etmek, kaliteli bir havuz gözlüğü kulanmak  ve kuru , tozlu  ortamlardan uzak durmak  gerekir.

Alerjik konjuntivit bu aylarada artar çünkü güneş ve tozlu, polenli ortam buna müsait bir zemin oluşturur. Bu nedenle alerjik kişiler bu tür ortamlardan uzak durmaları gerekir.

Yaz aylarında önemli olan diğer bir faktör güneşin zararlı ultraviyole ışınlarının daha yoğun olarak dünyaya ulaşmasıdır .Ultraviyolenin zararlı etkilerinden korunmak için öncelikle güneş ışınlarının en dik geldiği zamanlarda dışarı çıkmamak gerekir. Ayrıca Ultraviyole filtreli güneş gözlükleri de bu korunma için çok önemlidir. Güneş gözlüğü seçimi önemlidir. Normalde karanlık ortamlarda göz bebeklerimiz büyür ve böylece daha çok ışık göz bebeklerimizden içeri girer. Eğer % 100 ultraviyole koruyuculuğu olmayan kalitesiz  gözlükler kullanılırsa oluşan karanlık ortamda büyümüş olan  göz bebeklerimizden daha fazla zararlı güneş ışını gözümüze  ulaşacak   ve bu durum ileriki yıllarda daha çabuk  katarakt gelişimi, sarı nokta hastalığının artışı şeklinde kendini gösterecektir. Bu nedenle alacağınız gözlükler kesinlikle %100 UV koruma sertifikalı olmalı ve kaliteli cam taşımalıdır.

Çocuklar yetişkinlere göre güneşin zararlı ışınlarına karşı daha hassastır, bu nedenle yaz aylarında çocuklarımızı  güneşin zararlı etkilerinden korunmak için %100 uv filtreli kaliteli, güneş gözlüğü takmalı, ayrıca mümkün olduğunca  çocuklar güneş ışığının dik geldiği saatlerde dışarı çıkarılmamalıdır.

Op. Dr. Ahmet Gökdere

Yaz ayları hepimizin dört gözle beklediği, tatil planları yaptığı, ruhunu dinlendirmeye çalıştığı aylardır. Bunun yanında, bazen sıcak havalarla birlikte baharla gelen enerji azalıp, hem ruhumuza hem de bedenimize bir rehavet çökmeye başlar. Hepimiz bedenimizi ya da cildimizi yaza hazırlamak için bir şeyler yaparken ruhsal durumumuzu çoğu zaman unuturuz. Sıcaklığın üzerimizdeki ruhsal etkileri halsizlik, isteksizlik, sıkıntı hissi, dikkat dağınıklığı, tahammülsüzlük ve çabuk sinirlemek olabilir. Bu durum günlük yaşam tempomuzu bozabilir, beraberinde de iş verimliliğimizi düşürebilir. Sıcaklığın tüm bu etkileri termal stres olarak da adlandırılır.

Termal stresten korunmak için alınabilecek önlemler aşağıdaki gibi sıralanabilir:

-Sosyal aktivitelerde bulunulabilirsiniz.

-Bedensel ve zihinsel yorgunluğa karşı bol su içebilirsiniz.

-Düzenli egzersiz ve yürüyüş yapılabilirsiniz.

-Vitamin ve mineral eksikliğinin önüne geçerek olası problemlerden kaçınabilirsiniz.

Ecz. Ayşem Jale Kıhtır

Sonsuz gençliğin sırrı nedir? Gece ve gündüz krem kullanmak mı? Gizli tariflerle hazırlanmış çeşitli karışımlara, yağlara, iksirlere başvurmak mı? Ya da vampire dönüşmek mi? Bazı insanlar sonsuza dek genç kalmanın sırrını bilmek için neler vermezdi, değil mi? Amazon ormanlarındaki eski yerli kabileler bu sırrın anahtarını gerçekten bulmuş gibi görünüyor.  Bu sır sayesinde hem yüz yıldan fazla yaşamayı, hem de genç görüntüleri, canlılıkları ve ciltlerindeki parlamayla kendilerini herkesten farklı kılmayı başarmışlar. Çünkü bu kabileler, bilimsel ismi Myrciaria Dubia olan, halk arasında ise kamu kamu meyvesi olarak bilinen ve aynı isimli ağacın meyvesi olan bitkinin ne kadar önemli olduğunun farkındaydı. Bitki, genelde 3-5 metre arası yüksekliklere ulaşıyor ve Amazon yağmur ormanlarındaki bazı nehirlerin kıyısında yetişiyor.

Sırasıyla en fazla Peru’daki Amazon ormanlarında, Uyacali’de ve Amazon nehirlerinde bulunan bitki, aynı zamanda Brezilya’da, Kolombiya’da ve Venezuela’da da yetişiyor. Olgunlaşma dönemi yağmurlu sezonda gerçekleşiyor. Yalnızca küçük, güzel kokulu çiçekleri bile kamu kamunun özel bir meyve olduğunu göstermeye yetiyor. Meyve, tüm meyvelerden ya da bitkilerden daha yoğun miktarda C vitamini ve antioksidan içerdiğinden “süper besin” kategorisinde anılıyor. Kamu kamunun içerdiği vitamin miktarının ne kadar fazla olduğunu daha iyi anlamak için, bir portakaldan 16 kat, bir limondan ise 60 kat daha fazla C vitamini içerdiğini söylemekte fayda var. C vitamini, iyi bir cilt ve sıkı bir yüz dokusu için çok önemli bir protein olan kolajenin üretilmesine çok büyük ölçüde yardımcı oluyor. Bunun yanı sıra, kamu kamudaki antioksidanlar, vücudumuzdaki serbest radikallerin yarattığı zararlı etkilerin azaltılmasına yardımcı oluyor.

Antioksidanlar neden önemli?

Meyve ve sebzelerde bulunan antioksidanlar, vücudumuzdaki hücrelerin korunmasına ve yaşlanma  sürecinin geciktirilmesine yardımcı oluyor. Yaşımız büyüdükçe, hücrelerimiz de hayat yolculuğunda bize katılıyor, kaçınılmaz bir şekilde yıpranıyor. Bu yıpranmanın sonuçlarından biri de kırışmış, lekeli ve gevşek bir cilt oluyor. Ancak, birkaç iyi günlük alışkanlık edinerek zamana karşı koymak mümkün. Beslenme alışkanlığımız, stres seviyemiz, sigara ve alkol kullanımı ve güneş, hücrelerimizin sağlığını etkileyerek doğal yaşlanma sürecinin hızlanmasına sebep olabilecek faktörlerden bazıları.

Beslenme alışkanlıklarına kamu kamuyu dahil ederek, vişneye benzeyen sarıyla karışık renkli, ekşi tatlı bu meyveyi yiyen Amazon’daki eski yerli kabileler, vücutlarındaki serbest radikallerin etkisiz duruma gelmesine yardımcı oluyordu.  Serbest radikaller hücresel oksitlenmenin sebebi, yaşlanma ise hücrelerimizin dejenere olmasıyla gerçekleşiyor. Bu nedenle kamu kamu yiyen Amazon kabileleri yaşlanma işaretlerini yavaşlatıyordu. Eski Amazon kabilelerinde görülen ışıldayan yüzler, sağlıklı diş etleri ve olduğundan çok daha genç görünen ciltler, kamu kamu tüketiyor olmalarıyla doğrudan ilişkiliydi.

Kamu kamunun vücudunuza faydaları

Bu meyvenin birçok faydası var: Antioksidan ve antidepresan işlevi görüyor, vücudun temizlenmesini sağlıyor, stresi engelliyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, sinir sistemini onarıyor, migrenle savaşıyor, kalp sağlığını artırıyor, sindirime yardımcı oluyor ve enfeksiyonları gideriyor. Kamu kamu, çocukların, hamilelerin, emziren kadınların ve yaşlıların C vitamini seviyelerinin yeterli miktarda olmasını sağlıyor. Çiğ tüketildiğinde vücudumuz için bahsettiğimiz tüm faydaları sağlıyor ancak gittikçe artan talep nedeniyle, bugünlerde daha çok işlenmiş halde ya da C vitamini kaynağı olarak kapsül halinde paketlenmiş şekilde bulunabiliyor.

Genç kalmanın sırrı elimizin altında

Sonuçta, kamu kamuyu tüketsek de tüketmesek de genç kalmanın anahtarlarından biri hepimizin elinin altında; çünkü aslında kaç yaşında hissediyorsak o yaştayız. Kendimizi iyi hissetmek, olduğumuz gibi kabullenmek, sağlık, bizi seven insanlar gibi hayattaki en önemli şeylere gereken değeri vermek ya da hayatı bir çocuğun gözlerinden görebilmek, günün her dakikasını keyifle geçirmek, daha pozitif bir yaşama sahip olmamız için yapabileceğimiz şeylerden bazıları. Unutmayın: en değerli şey elimizdekilerle mutlu olabilmek. 

Bahar ayları cilt bakımının tam zamanı

Cilt uzmanlarınca yapılan basit uygulamalarla bahar aylarında cildinize daha bakımlı bir görünüm kazandırabilirsiniz.
Peeling’den PRP’ye cilt bakımı yöntemleri

Kışın soğuklar bizi hasta ediyor. Rüzgar, yağmur, kar bir yandan bastırırken kalorifer, klima gibi ısıtıcılarla ısınmaya çalışıyoruz ama nemi düşürüyoruz. İçimiz ısıtıyoruz ama böyle cildimizi de kurutuyoruz. Kışın hava şartları cildimizde kuru ve mat bir görünüme neden olurken cildimiz dış etmenlere karşı daha savunmasız hale geliyor. Yıpranan cildimiz kırışıklıkları belirginleştirirken yorgun ve yaşlı görünmemize yol açıyor. İlkbahar geldiğinde ise doğa canlanırken cildimiz de canlanabilir. Cildimize canlı ve parlak bir görünüm kazandırmak uyacağınız basit kurallarla çok kolay. Siz de günlük cilt temizliğinize ve beslenmenize özen göstererek bu baharda cildinizi canlandırabilirsiniz. Cilt uzmanlarınca yapılan basit uygulamalarla da bu baharda cildinize daha da bakımlı bir görünüm kazandırabilirsiniz. İşte baharda cildi yenilemenin püf noktaları…

Sabah-akşam cilt temizliği

Her zaman olduğu gibi bahar aylarında da cilt bakımının birinci basamağı ve vazgeçilmez olanı, cilt temizliğini iyi yapmak. Bu nedenle temizleyici ürünleri günde 2 kez düzenli olarak uygulamaya özen gösterin. Cilt tipinize göre (yağlı, kuru ve karma cilt) dermatoloğunuzun önereceği uygun temizleyicilerle cildiniz daha canlı, siyah noktalarından arınmış ve parlak görünecektir. Aynı zamanda doğal tonikler de özellikle yağlı ciltlerin bakımında gözeneklerin daha iyi temizlenmesine yardımcı oluyorlar.

Hangi cilt nemlendirici daha uygun?

Kışın kuruyan ve yıpranan cildinizi cilt tipinize uygun nemlendiricilerle canlandırmanız çok önemli. Bunun nedeni ise nemlenen cildin daha canlı ve sağlıklı görünmesi. Kullanacağınız ürünlerin hyaluronik asit, A, E, C vitaminleri, aloe vera veya shea yağı içermesine özen gösterin.

Bahar güneşi tehlikeli olabilir!

Özellikle baharın ilk güneş ışınları cildimize her zamankinden daha fazla zarar verebiliyor. Güneş koruyucular cildimizi zararlı ultraviyole ışınlarından koruyarak hem cilt yaşlanmasını önleyen, hem de cilt kanserlerinden korunmamızı sağlayan ürünlerdir. Güneş koruyucu ürünleri sokağa çıkmadan 20-30 dakika önceden sürmeniz ve 3 saat aralıklarla yenilemeniz gerekiyor. Koruyucunuzun en az 50 faktörlü olmasına da dikkat edin.

Çay-kahve değil, saf su için

Günde en az 8 bardak su içerek vücudunuzu toksinlerden arındırıp, cildinizin daha nemli ve sağlıklı görünmesini sağlayabilirsiniz. Ancak unutmayın, kış şartlarında kuruyan ve kırışan cildinizin sıvı ihtiyacını saf sudan karşılamalısınız; çay, kahve veya meyve suları doğru seçenekler değil. Aşırı çay veya kahve tüketimi tam aksine diüretik etki yaparak vücuttan daha çok su atılmasına neden oluyor.

Antioksidandan cilt hücrelerini besliyor

Vücudumuzun normal metabolik faaliyetleri sırasında ortaya çıkan ve sağlıklı hücrelere saldırarak yapılarını bozan moleküller olan serbest radikaller cilt kalınlığının azalmasına, kırışıklıklara, lekelere ve ciltte sarkmalara neden oluyor. Antioksidanlar ise bizi serbest radikallerin bu zararlı etkilerinden koruyor. Cilt dolaşımını arttırıyor, cilt hücrelerinin büyümesini hızlandırıyor, güneşin zararlı etkilerini önlemeye yardımcı oluyor ve cildi yaşlanmaya karşı koruyorlar.

Cildin sevdiği vitaminler

A vitamini: Dokuların bakımı ile onarımını sağlıyor ve yeni hücre oluşumuna katkıda bulunuyor. A vitamini karaciğer, süt, yumurta, kayısı, havuç, bal kabağı, yeşil kabak, kara lahana, ıspanak ve kavunda bolca bulunuyor.

C vitamini: Cildi güneş ışınlarının zararlı etkilerinden koruyor, cildin kollajen üretimini artırıyor, daha pürüzsüz ve canlı olmasını sağlıyor. C vitamininin bolca bulunduğu besinler arasında yer alan maydanoz, kivi, portakal, çilek, yeşilbiber ve brokoliyi sofranızda düzenli olarak bulundurun.

E vitamini: Serbest radikaller ile savaşarak yaşlanma sürecini geciktiriyor, cildi nemlendiriyor ve kırışıklık oluşumunu azaltarak cildin daha sıkı hale gelmesini sağlıyor. Ayçiçek çekirdeği, avokado, kuşkonmaz ve lahana E vitamininden zengin besinler arasında yer alıyor. Ara öğünlerde de günde mutlaka bir avuç tuzsuz ve kavrulmamış badem, ceviz ve fındık gibi kuru yemişleri tüketmeyi ihmal etmeyin. Bu yemişlerin E vitamininden zengin içerikleri cildinizin derinden nemlenmesine yardımcı oluyor ve sağlıklı bir ışıltı kazandırıyor.

Sigara kan dolaşımına engel

Sigara cildin kan dolaşımını bozuyor. Yenilenemeyen ve toksinlerden arınamayan ciltte de kuruluk ve kırışıklıklar oluşuyor.

Hareketsiz kalmayın

Baharla birlikte havanın ısınmasıyla dış mekan aktivitelerini çoğaltmalı, daha hareketli bir yaşamı hedeflemelisiniz. Spor cilde gelen kan akımını artırıyor ve böylece derinin beslenmesi artıyor, cildimiz canlanıyor. Spor ayrıca terleme yoluyla vücuttaki toksinlerin hızla atılmasına da yardımcı oluyor. Haftada en az 3 gün yapacağınız spor aktivasyonlarıyla cildiniz daha sıkı ve daha parlak görünecektir.

Cilt bakımı için…

Cildinizi bahara hazırlarken tüm önlemlerin yanında sağlık uzmanlarından da yardım alabilirsiniz. Cildinizde kalıcı çizgiler, lekelenmeler, tüylenmeler, çökmeler ve sarkmalar, damar genişlemeleri olmuşsa mutlaka dermatoloji uzmanına başvurmalısınız. Uzman doktorun yapacağı değerlendirmeler sonrasında size özel tedaviler belirlenecektir. Peeling, mezoterapi, PRP, botoks, dolgu ve lazer yöntemlerinden faydalanarak sağlıklı ve daha genç görünen canlı bir cilde sahip olabilirsiniz.

Hangi cilt bakımı ne işe yarıyor?

Peeling: Peeling kimyasal solüsyonlar sürülerek cildin en üst ölü tabakasının soyulması ve kendini yenilemesi işlemidir. Özellikle meyve asitli peeling ve enzim peeling uygulamalarında yoğun soyulma olmuyor ve günlük yaşamda sorun yaratmıyor. Peeling uygulaması sonrasında sağlıklı görünen, pürüzsüz ve parlak bir cilt tonu sağlanıyor. Ayrıca ölü tabakadan arınan ciltte kremler daha iyi emiliyor ve daha etkili sonuçlar elde edebiliyor. Peeling uygulamaları 1-2 hafta aralıklarla 6-7 seans şeklinde gerçekleştiriliyor.

Mezoterapi: Mezoterapi; vitamin, mineral, aminoasit ve ilaçların orta deri tabakasına verilme işlemidir. Yüz, boyun, el ve dekolte bölgelerine yapılan mezoterapiyle cilt yenileniyor, ince kırışıklıklar ve lekeler gideriliyor. Cilt canlanıyor, besleniyor ve daha parlak, daha sağlıklı görünüyor. 2-3 hafta aralıklarla, 3-5 seans uygulanması yeterli geliyor.

PRP: PRP yöntemi, yani trombositten zenginleştirilmiş plazma uygulaması, kişinin kendi kanından elde edilen trombosit adlı hücrelerin ve büyüme faktörü içeren zengin plazma sıvısının cildin orta ve alt tabakalarına küçük enjeksiyonlarla uygulanma işlemidir. Ciltteki dolaşım artıyor, kollajen ve hyaluronik asit üretimi tetikleniyor. İlk seanstan sonra ciltte canlılık, parlaklık ve dolgunluk görülüyor. PRP işlemi 2-4 hafta aralarla, 3-6 seanslık kürler şeklinde uygulanıyor.

Botoks: Botoks, clostridium botilinum adlı bakteriden elde edilen bir nörotoksin. Çok ince iğnelerle kas içi uygulanıyor ve toksin sayesinde kırışıklığa sebep olan kas kasılması geçici olarak durdurularak mimik çizgilerinin oluşumu engelleniyor. 10-15 dakika gibi kısa sürede uygulanan botoksun etkinliği 3-6 ay sürüyor.

Dolgu uygulamaları: Dolgu uygulamaları ciltteki çöküntüleri, hacim kayıplarını, kırışıklıkları deri altına ve kemik üstüne uygun maddeler ile enjekte ederek giderme yöntemidir. Genellikle son yıllarda hyaluronik asit içeren dolgu ürünleri kullanılıyor. Hyaluronik asit insan vücudunda doğal olarak bulunan bir maddedir. Zamanla vücudun hyaluronik asit üretme kapasitesi azalıyor. Bu eksiklik dolgu uygulamalarıyla tamamlanıyor. Dolgu maddeleriyle cildin su tutma kapasitesi artıyor ve cildin nemlenmesi sayesinde cilt kalitesi artıyor. Uygulanan ürüne ve uygulama yerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte dolgu işlemi, genellikle 6-12 ay etki gösteriyor.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. 

ACIBADEM HAYAT

Mevsim ve cilt tipine özel cilt bakımı tavsiyeleri

Cilt bakımı birçok insanın en fazla önem verdiği kişisel bakımlardan biridir. Çünkü dış görüntümüzün sağlıklı olmasını yansıtan yegane organımız cildimizdir.

Kuru cilt, egzamayı tetikleyebilir

İnsan cildi, içinde bulunulan mevsimin koşullarına göre farklı sorunlar yaşayabilir. Mevsimlere göre ciltte oluşan sorunları önlemek de bu koşullara uygun tedbirlerle mümkün olabilir. Kış mevsiminde soğuğa maruz kalan cildin nem içeriğinin azalması sonucu ciltte kuruluk oluşabilir. Bunun nedeni ise soğuk hava şartlarında vücudun ısı kaybını önlemek için damarların çapını daraltması sonucu cilt yüzeyindeki kan dolaşımının azalmasıdır. Kuruluk ciltte kepeklenme, pullanma, kızarıklık, koyulaşma, yanma ve kaşıntı gibi pek çok sorunlar oluşturabilir.

Kadınlarda yüz ve göz çevresinde oluşan kuruluk tahrişe, özellikle de göz çevresinde koyulaşma ile yaşlı cilt görünümüne sebep olabilir. Kuruyan cildin neden olduğu bir başka sorun ise ciltte egzama hastalığını tetikleyebilmesidir. Ayrıca rüzgar ve soğuk havaya maruz kalmak cilt kuruluğuna neden olarak daha yaşlı bir görünüme davetiye çıkarabilir. Bu nedenle kış aylarında bu sorunlara özel cilt bakımı uygulamak doğru bir mücadele yöntemi olacaktır.

Kuru cilt bakımı

Kuru cildi olanlar özellikle de kış mevsiminde büyük sorun yaşar. Nisan ve mayıs ayına kadar iklimin de kurutucu özelliğinden dolayı bu ciltlerin nemli tutulması gereklidir.

Kuru ciltlere yönelik bakım önerileri:

  • Cildinizi kurutmayan nemlendirici kullanın,
  • Sert temizleyicilerden ve antibakteriyel sabunlardan, kuruma, pullanma ve kepeklenmeye neden olacağı için uzak durun,
  • Tonik cildinizi kurutacağından tercih etmeyin,
  • Yazın hafif yağlı, kışın ve sonbaharda yoğun ve daha yüksek yağ içerikli nemlendirici kullanın,
  • Nemlendiricinin üzerine yazın da kışın da güneş koruyucu ürün sürün.

Karma cilt tipinde cilt bakımı nasıl yapılır?

Karma cilt tipinde, alın, burun, çene yağlı olurken, yanaklarda kuruluk görülür. İklimlerden çok etkilenir. Yazın yağlı bölgeler daha çok yağlandığından cilt bakımında akne sorunu ön plana çıkar. Kış aylarında yanaklar çok kurur, gerilme pullanma, kızarıklık ve kaşıntı ortaya çıkar. Doğal olarak bu sorunlara yönelik çözüm üreten bir cilt bakımı yöntemi uygulanması doğru olur.

Karma ciltli kişilerin cilt bakımında uyması gereken kurallar:

  • Mevsimlere göre kozmetik seçin. Sonbahar ve kışın, yanaklarına daha çok nemlendirici sürmeleri gerekir.
  • Akneli ve yağlı bölgelere kurutucu ürün kullanılabilir.
  • Temizleyici kullanırken alın ve burun temizlemelidir. Tonik sadece T bölgesine sürülmeli, nemlendirici yanaklara yoğun sürüldükten sonra, kalan kısım T bölgesine çok az olarak sürülmelidir
  • Nemlendiricinin üzerine güneş koruyucu kullanmak şarttır.

Yağlı cilt bakımı

Yağlı cilde sahip kişiler, ciltlerinin sürekli parladığından, sivilce ve lekelerinden şikayet eder. Genelde akne sorunuyla karşı karşıya kalırlar. Yağlı cilde sahip kişilere öneriler:

  • Yağlanmayı engelleyen kurutucu sabun kullanın ,
  • Cildin her tarafına tonik sürerek, yağsız ve su bazlı nemlendirici tercih edin,
  • Cildi yağlandıran kremleri kullanmayın,
  • Nemlendirici kremin üzerine güneş koruyucu sürmeyi ihmal etmeyin,
  • Gözeneklerin daralması için hafif alkol içeren ürün kullanın,
  • Sivilceleri ve siyah noktaları sıkmayın,
  • Cilt her 21-28 günde yenilenir, bu nedenle cilt bakımında ölü deriyi atmak amacıyla bakım yapın.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. 

ACIBADEM HAYAT

Ne yazık ki ilişkiler her zaman başladığı gibi gitmeyebiliyor ve bazen ayrılık vakti gelip çatıyor. Her zaman gidenin ardından ağlayan biz kadınlar olmuyoruz elbette. Aradığımızı bulamadığımız, mutluluğu yakalayamadığımız zamanlarda terk etmeyi de pekala biliyoruz.Her ilişki parmak izlerimiz kadar birbirinden farklı olsa da “biz kadınlar neden terk ediyoruz?” sorusunun yanıtlarını ortak… Bu satırları okuyan erkeklere mesaj niteliğinde; işte biz kadınların ayrılma sebepleri…

Nezaket eksikliği“Bu da ayrılma sebebi olur mu canım?” diyenler olacaktır. Ama bir düşünün, nezaketin “n”sini bile taşımayan bir erkekle ömür geçer mi? Nezaket arayan kadın hiçbir zaman “bana prenses muamelesi yapsın” demez; ama nerede, nasıl davranacağını, oturup kalkmayı bilen erkekle daha mutlu olacağını bilir. Nazik erkek; kurduğu cümlelere, kullandığı sözcüklere de dikkat eden erkektir. Eşiyle ya da sevgilisiyle erkek arkadaşlarıyla konuşur gibi konuşmayı alışkanlık haline getiren, hiçbir kaba davranıştan çekinmeyen erkek, terk edilmeyi de hak eder!

Arkadaş gibi olmak. Bunun neresi kötü, değil mi? Elbette eşler arasında arkadaşlık ve sırdaşlık olmazsa olmaz bir kural. Ama ayrılma sebeplerinden biri olarak sıraladığımız arkadaş olma durumu, eşler arasında seks hayatının bitmesi ya da başından beri zaten hiç yaşanmıyor olması. Ne de olsa seks, ilişkinin üzerine oturduğu temellerden biri. Görünürde seks yaşanıyor olsa da kadının zevk almadığı, ten uyuşmazlığının olduğu bir ilişki, kadın açısından sürdürülebilir olmaktan çıkar.

Şiddet. Hiç kimse için katlanılır bir durum değil, şiddete maruz kalmak. Artık hepimiz biliyoruz ki şiddetin tanımı oldukça geniş. Sözle aşağılama, yoksun bırakma gibi davranışlar da dahil şiddete. “Hayır” diyebilen güçlü kadınlar için hiç duraksamadan ayrılma kararı alma nedeni.

İhanet. Kadınlar özgüvenlerini tazelemek, kırılan gururlarını tamir etmek için noktalarlar birlikteliklerini. Kendilerini aldatan erkeğe hala aşık olsalar da… Bazen ihaneti affetseler de üst üste aldatıldıklarında artık kendi kendilerini aldattıklarını fark ederek terk ederler.

Görüş farklılıkları. Bazen aşk insanın gözünü öyle kör eder ki sadece tez zamanda kavuşmak ister kadın aşık olduğu erkeğe. O zamana dek bir erkekte aradığı özellikler sorulsa bir çırpıda sayıveren kadın, hiçbirini aklına bile getirmeden sadece aşkın peşinden gider. Ama zamanla ilişki olgunlaşmaya doğru yol alırken aradaki derin görüş farklılıklarını gördüğünde “imkansız” bir ilişki yaşadığını da fark eder. “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir” şarkısının kadın için bir anlamı yoktur artık!Tabii ilişkiye başladığında hayata aynı pencereden bakıyor olsalar da zamanla fikirler, yaşam felsefesi değişebilir ve erkeğin kendisine uyum sağlamadığını gördüğünde mutsuz bir birlikteliktense ayrılığı tercih etmek kaçınılmaz olur kadın için.

Başka birine aşık olmak. Aşk her an kapınızı çalabilir. İyi giden bir ilişkiniz olsa da… Size iki seçenek bırakır. Ya dürüst olup eşinize, sevgilinize başkasına aşık olduğunu söyleyip aşkınızın peşinden gidersiniz ya da cesaretsizliğinizden ve onu üzmeyi göze alamadığınızdan, ikili bir maceraya atılırsınız. Ama bu konudaki araştırmalar kadınların başka birine aşık olduklarında ayrılmayı tercih ettiklerini söylüyor. Tabii her zaman gerçek sebebi açıklamasalar da…

Erkek çocuk istemezse… Kadın ayrılmak ister. Çünkü kadınların vücut saati erkeklerinkinden farklı çalışır ve üreme çağı erkeklere göre daha kısa sürer. Dolayısıyla çocuk sahibi olma konusunda çok fazla istek duyan kadınlar, bunu hiçbir zaman istemeyen erkekle zaman kaybetmek istemezler. Sevdiği erkek kendisinden çocuk yapmak istemediğinde kadınların aklından şu düşünce de geçebilir: “Demek ki beni çocuğunun anneliğine layık görecek kadar sevmiyor!”

Kıskançlık “Seven erkek aldatır” klişesinin ardına gizlenip aşırı kıskanç tavırlarla hayatı eşine dar eden erkekler, terk edilmeyi de hak ederler. Zira çözümsüz kalan kıskançlık olayları ilişkiyi yıpratır. Kıskançlık özgüven yoksunluğuna da işaret ettiğinden, kendine güveni olmayan bir erkekle birlikte olmaktansa ayrılmayı tercih edebilir kadınlar.

Başka şehirlerde olmak. Aynı şehirde olmak sayılı gün kadar yakın değilse, pes etmek ve vazgeçmek olasıdır kadın açısından. Kısa süreli ayrı kalmalar özlemi artırıp ilişkinin dinamizmini ayakta tutsa da, dokunmadan sevme sabrı ayrılık isyanına dönüşebilir.

Sürekli eleştirilmek. Eşi tarafından sürekli eksik yanlarının dile getirilmesi, sürekli eleştiriye maruz kalmak kadın açısından ayrılık sebebi olabilir. Bu eleştirilerin dozu gittikçe artar ve başkalarının yanında yüksek sesle dile getirilmeye başlanırsa, kadın için ayrılık kararı alma zamanı daha erken olur.

Yanlış erkek. Bazen aslında erkek hiçbir zaman kadının hayalindeki erkek olmamıştır. Kadın aşık olmasa da, bir erkekte aradığı hiçbir özelliği bulamasa da yalnızlıktan sıkıldığı için başlamıştır bu ilişkiye. Ama her yönüyle eksik ilişki de bir yere kadar, değil mi!

Görünmez adam sendromu. Silik, sıkıcı, varla yok arası bir adamla sürdürülen birlikteliğin ömrü ne kadardır sizce? Bir de kadın dominant bir karaktere sahipse… Sürekli geriden gelen bir erkek, belki başlarda sorun olmasa da zamanla kadın için sıkıcı olmaya başlar ve ayrılık kaçınılmaz olur.

Sürekli karışan aile. Erkeğin ailesinin çiftin her işine burnunu sokması kadın için kesin bir ayrılma nedenidir. Bir de erkek, ailesini eşinden daha üstün bir konumda tutup, gelin-kayınvalide arasındaki anlaşmazlıklarda, haklı olsun olmasın her zaman annesinin yanında oluyorsa, kadına bu birlikteliğe katlanma nedeni kalmamış demektir.

Bilimsel açıklamalara göre giderek daha çok sayıda kadın eşini, sevgilisini ya da erkek arkadaşını terk ediyor. Bir ilişkiyi sonlandıran genellikle kadınmış gibi görünse de aslında kadını buna iten asıl neden erkeğin davranışları oluyor. Terk etmeye karar veren kadın, erkeğinin yaptığı hataları saymaya başladığı zaman uzun listeler çıkar ortaya. Kadınlar erkeğe göre hep daha romantik olur haliyle beklentileri de bir o kadar fazla olur. Kadınlar yanında olmaktan hoşlanan, kendisine acı çektirmeyen ve hep ilk sevdiği insan gibi kalan erkekleri severler. Kadınlar daha romantik ve daha sabırlıdır.  Bir gün erkeğinin değişeceğine inanırlar. Ve sonunda ne mi olur?

“Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız.”

Attila İlhan

“Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız.”

Ünlü araştırmacı David de Angelo, ‘Giden kadın size bir şey söylemiyorsa, şöyle dediğini farzedebilirsiniz’ diyor: ‘Onu daha fazla yaralamak istemiyorum. En iyisi sessiz sedasız çekip gideyim. Böylesi daha kolay olacak.’

Yazar Candan Ünal’ın dediği gibi; kadınlar susar, sesini saklar. Yani, bir erkek ilişkiden gideceğini hem belli eder, hem bağıra çağıra anlatır. Şiddete varan gece yarısı kavgalarında, alkol limitini aşmış ve kim bilir hangi hayali aşkı bırakarak gelmenin kızgınlığını çıkarır, saatlerce beklemiş olan kadından. Bu kadar basittir, bakarsın yüzüne ve anlarsın ki, o adamda artık sevgiye dair hiçbir şey kalmamıştır.

Derdini anlatmaya çalışır

Kadınlar böyle gitmez aslında gidemez. Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. Kadınlar hep derdini anlatmaya çalışır, yardım almayı teklif eder, elinden gelenin fazlasını yapar. Ama sonunda kadınlar da bazen yorulur, pes eder ve gider. Terk etmeye karar veren kadın, erkeğinin yaptığı hataları saymaya başladığı zaman uzun listeler çıkar ortaya.

“Ailesine karşı beni korumuyor, ezilmeme müsaade ediyor.”

“Benimle konuşmuyor, sanki konuşacak hiçbir şeyimiz kalmadı.”

“Benim yaptığım harcamalara çok müdahale ediyor.”

“Benimle vakit geçirmek istemiyor, arkadaşlarını benimle olmaya tercih ediyor.”

Ayrılığa iten sebepler

Çok iyi bir adam olabilir ama yalan söylemek sahtekarlıktan başka bir şey değildir. / YALAN SÖYLÜOR

Bir erkeğin bencil olması onun her şeyden önce kötü bir karakteri olduğu anlamına gelir. Eğer erkek ilişkide sadece kendi ilgi ve ihtiyaçlarına yöneliyorsa, bu sağlıksız bir birlikteliğin işaretidir ve çok uzun sürmeyecektir. / BENCİL

Hangi kadın hırslı bir adama saygı ve sevgi duymaz ki? Ama bu dürtü ilişkiyi tehlikeye de sokabilir. Kadınlar, sevdikleri adamı görmeyi, onlarla konuşmayı ve vakit geçirmeyi severler. Ona ayırdığınız zaman ilişkideki en büyük lüks olabilir. / SÜREKLİ ÇALIŞIYOR

Bazen kadınlar sadece onları dinlemenizi ister, özenli olmanızı ve hatta daha söylemeden söylemek istediklerini anlamanızı bekler. ÖZENLİ DEĞİL


Hiçbir kadın mülayim ya da tatsız bir adamdan hoşlanmaz. Bir erkek, sevdiği kadına sadece onu sevdiğini söylemekle yetinemez, bunu göstermelidir de. Hatta bu konuda tutkulu olmalıdır. VURDUMDUYMAZ

Bir kadın erkek arkadaşının neler yaptığını ve düşündüğünü bilmek ister. İlişkilerin güven ve iletişime ihtiyacı vardır. Ama erkek her şeyi kendine saklamayı tercih ediyorsa, bu kadının rahatsız ve güvensiz hissetmesine sebep olur ve çok geçmeden uzaklaşır. KETUM

Kadınlar, çocuksu alışkanlıklarına saplanıp kalmış erkekleri değil, saygı duyacağı erkekleri sever. Kendi kararlarını vermek yerine, sürekli arkadaşlarının ya da ailesinin etkisinde kalan bir erkek yeterince olgunlaşmamış demektir. OLGUN DEĞİL

ŞİMDİ DÜŞÜNÜN

Bunlar bir kadının beraber olduğu erkeği sevmesine rağmen ayrılmasına sebep olabilecek unsurlar olsa da her kadın ilişkilerdeki krizlere aynı tepkileri vermeyebilir. Bazıları kalmayı tercih eder, bazıları tolerans gösteremez ve gider. Ama erkekler için, sevdiği kadınla arasında bir bölünmeye neden olacak bu durumları baştan önlemek her zaman en iyisidir. Cem Özkök

VEDA * ARALIK

15

Zayıflamak için strese giren kadınların strese bağlı olarak kilo aldıklarını bildirildi. Uzmanlar, stresin merkezi yağ depolama sistemini harekete geçirerek, cortisol hormonu salgılanmasını körüklediği ve bunun da kilo almaya yol açtığını söyledi. Uzmanlar, stresi, organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının zorlanmasında oluşan bir durum olarak tanımlıyor ve bir tehdit yada zorlanma ile karşılaşan bireyin, bununla başa çıkamayacağı düşüncesi ile strese girdiğine dikkat çekiyor.

NEDENLERİ, BELİRTİLERİ VE TETİKLEYİCİLERİ
Uzmanlar, stresin, bireyle fiziksel olarak çarpıntı, kas gerilimi, kan basıncının artması, uzun dönemde ise baş ağrısı, migren, yüksek tansiyon ve kalp hastalıklarına; duygusal olarak ise, endişe, karamsarlık, kızgınlık, öfke yarattığını söylüyor. Stresin, uzun dönemde kronik sıkıntı ve Depresyon, psikotik depresyon, fobiler, kişilik değişiklikleri, kişiliğin çözülmesi gibi ruhsal hastalıklar oluşturabildiğini kaydeden uzmanlar, çevre koşulları, sosyal yaşam, iş dünyası, aile yaşamı gibi dış etkilerin yanısıra her bireyin kendi özgün dünyasındaki duygular, duygulanımlar, dürtüler, çatışmaları da stres tetikleyici olarak tanımlıyor.

STRES DİYET VE EGZERSİZDE TERS ETKİ YAPIYOR
Diyet uzmanları, bireyin yaşadığı stresin, diyet ve egzersizlerin de bir numaraları düşmanı olduğunu söylüyor. Bilim adamları, stres ve depresyonun, genellikle kadınlarda cortisol hormonunun salgılanmasını hızlandırdığını ve kadınlarda bu yüzden kalça genişlemesinin ve yağ birikiminin meydana geldiğine işaret ediyor.

Menopoz geçirmiş ve vücutları yağ depolamış olan 30 Sağlıklı kadın ile menopoz geçirmiş sağlıklı 29 kilosuz kadın üzerinde yapılan stres araştırması bu gerçeği tam olarak ortaya koyuyor. Araştırma sonucuna göre, üç stresli gün ile bir dinlenme gününde yapılan cortisol değerlendirmesinde, knonik stres içinde olan kilolu kadınların, daha az kilolu kadınlara göre, daha fazla cortisol hormonu salgıladıkları belirlendi.

Araştırmalarda, vücutlarında yağ birikimi az olan geniş kalçalı kadınlardan stres içinde olanların ise, yağ birikimi az fakat stres içinde olmayan geniş kalçalı kadılara göre daha fazla cortisol hormonu salgıladıkları saptanmış bulunuyor. Bilim adamları, stresin, merkezi yağ depolama sistemini harekete geçirerek, cortisol hormonu salgılamasını körüklediği ve bunun da kilo almaya yol açarak, kilo sorununu çözülmez hale getirdiğine dikkat çekiyor.

Araştırmacılar, fazla miktarda alkol tüketimi olan ve yetersiz uyuyanlarda da egzersiz ve diyetin kilo almayı önleyemediğini bildirdi.

Tek Şey Motivasyon!

Etkili ve Yeterli Bir Destek Sağlık Kazandırır! Psikolojik Diyet Desteği

Diyet yaparken kendinize inanmak ve motive olmak, öfke ve stres anlarında kendinizi sağlıksız besinlerden uzak tutabilmeyi ve aşırı yeme isteğinizle baş etmeyi öğrenmek istiyorsanız diyet yaparken mutlaka psikolojik destek almalısınız. Psikolojik diyet desteği, kendinde diyet yapacak gücü bulamayanlar ve diyetine sadık kalamayanlar için neredeyse bir zorunluluk halini aldı. Pskiolog desteği sayesinde kişiler sahip oldukları yeme-içme problemlerine de daha doğru yaklaşır oldu.

Psikolojik Diyetin İki Farklı Boyutu Var!

Zayıflama psikolojisine nasıl girerim diyenler için psikolog desteği verilen danışmanlık uygulamalarında 2 farklı yol izleniyor. İlkinde sağlıklı beslenmeyi öğreterek yavaş kilo verdirmek hedefleniyor. Psikolojik diyet desteği ile kişinin beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi için yaşam biçimine etki edecek uygulamalar yapılıyor. Psikolog desteği sırasında birinci aşamada sadece doymak için değil sağlıklı yaşam sürmek için beslenmenin önemi aşılanıyor. Atıştırabileceğimiz ya da kısa süre ayırabileceğimiz menüler yerine vücudumuzun ihtiyacı olan besinleri seçmemizi sağlayacak algısal bir değişim sürecine giriliyor.

Diyet yaparken psikolojik destek sağlayan psikolojik diyet yönteminde 2.aşama olarak stresin sebep olduğu kilo alımının önüne geçilmesi hedefleniyor. Hayatımızın bir parçası olan stresi oluşturan faktörlerin bilincine varmak da bu aşamanın amaçlarından oluyor. Psikolojik diyet desteği kişinin daha hızlı sonuç almasını sağlıyor. Stresi oluşturan faktörler dışarıdan kaynaklanan ayrılık, boşanma, hastalık gibi faktörler olarak biliniyor. İçsel stres faktörleri ise kendimize koyduğumuz katı kurallar, kendimizi algılayışımız, kötümser düşünce yapımız ve hayata bakışımız oluyor. Bunu değiştirecek şekilde:

  • Psikolog desteği ile birlikte ilk önce gerçekçi beklentiler oluşturmak ve diyeti bırakmama konusunda kararlı olmak duygusu aşılanır.
  • Stresle baş etmek ve yemekten zevk almak yerine yaşamdan zevk almak öğretilir. Bu da Psikoterapi yöntemi kullanılarak öncelikle Psikolojik testler (kişilik özellikleri ve yeme davranışı ölçekleri) uygulanması, ardından olumsuz benlik anlayışının giderilmesi üzerine çalışılır.

Stres her gün yanı başımızdaki bir olgu olduğu için stres yaratan uyaranlar kişi için rahatsız edici duruma geldiğinde vücut kendini korumaya yönelir. Stres hormonları salgılanır, kan basıncının yükselmesi gibi tepkiler oluşur. Bu da kronik stres belirtileri ortaya çıkarır. Çarpıntı, baş ağrısı ve bitkinlik gibi. Huzursuzluk ve mutsuzlukla birleşen bu belirtiler kişiyi sağlıksız yeme davranışına itebilir. Zamanla kilo alımı başlar ve bu durum da ayrıca stres kaynağı olur. Psikolojik diyet desteği burada devreye giriyor. Psikolojik diyet desteği, bütün bu stres kaynaklarıyla başa çıkmayı ve kararlı bir şekilde sağlıklı beslenmeyi öğretir. Amaç sadece kilo verdirmek değil kişiye sağlıklı bir ruh hali kazandırmaktır. Dahiliye uzmanı, psikolog ve diyetisyen, ayrıca gereklilik durumunda psikiyatrist işbirliği ile ideal çözüme ulaşılır. Psikolog desteği sayesinde hayatı olumlu yönde algılamak mümkün olur.

Hem Bedeninizi Hem De Ruhunuzu Beslemeyi Öğrenin! Psikolojik Diyet Desteği!

Diyet yaparken psikolojik destek, zayıflama psikolojisine nasıl girilir diyenler ve hiçbir şekilde diyetine sadık kalamayanlar için verilir. Diyetisyenin ya da danışanın fark ettiği beslenme yanlışları için diyetisyen önerisiyle psikolojik diyet desteği alınır. Kişinin kilo problemlerinin altında yatan nedenler öğrenilir ve özel bir program uygulanır. Diyetisyen görüşmelerinde kişinin; vücut analiz ölçümü, sağlık durumu ile beslenme durumu analizi ve kişiye özel beslenme programı hazırlanır. Psikolog görüşmelerinde ise belirlenen seans sayısı kadar konsültasyon sağlanır. Siz de psikolojik diyet yöntemleri hakkında bilgi almak, diyet yaparken psikolojik destek almak ve psikolog desteği ile zayıflamak isterseniz diyetisyeninizi hemen bulun…

Zayıflamak İçin İhtiyacınız Olan Tek Şey Motivasyon!

Diyet yaparken kendinize inanmak ve motive olmak, öfke ve stres anlarında kendinizi sağlıksız besinlerden uzak tutabilmeyi ve aşırı yeme isteğinizle baş etmeyi öğrenmek istiyorsanız diyet yaparken mutlaka psikolojik destek almalısınız!

Sorununuz Psikolojik Olabilir Mi?

Hepimiz okul ve iş yaşamımız, aile hayatımız ve kişilik özelliklerimiz gereği zaman zaman mutsuz dönemlerden geçmişizdir. Bu dönemlerin sonunda en sık karşılaştığımız sonuçlardan birisi de kilo almamız olmuştur. Çoğu zaman fark etmeden aldığımız bu kiloların aslında psikolojik sorunlarımızla yakından ilişkisi vardır. Diyetisyene gitsek dahi bu sorunları çözmediğimiz taktirde verdiğimiz kiloları almamız kaçınılmazdır.

Stres ve Depresyon Daha Çok Kilo Almamıza Neden Oluyor!

İnsan psikososyal bir varlık olduğu için çevresel etmenlerden etkilenmektedir. Temelinde ise zihin ve beden olmak üzere oldukça geniş kapsamlı bir sistematiğe sahip olan insanın tek bir sisteminde olan değişim diğerlerini de etkilemektedir. Yani ruh halimizdeki herhangi bir değişiklik bedenimizde de etkisini göstermektedir. Psikolog destekli beslenme kavramını açmadan önce stres ve depresyonun daha çok kilo almamıza neden olmasına değinelim. Stres zihnimizde oluşan bir mekanizmadır. Genellikle stresli, kaygılı ya da korkulu hissettiğimiz zamanlarda vücudumuza genellikle mide, bağırsaklar, kalp, boğaz, diş gibi organlarda belirli ve rahatsız edici semptomlar görülmektedir. Yemek yeme tutumumuz da büyük oranda psikolojimize bağlıdır. Sağlıksız ve yanlış yeme alışkanlığımızın altında mutsuz bir çocukluk, sosyal ilişki bozuklukları, depresyon ve daha nicesi vardır.

Psikolog destekli beslenme tedavisi özellikle depresyonda beslenme ve streste beslenme konularında danışanlara yardımcı olmak için yapılıyor. Psikolojik destekli beslenme tedavisi zihin ve beden ilişkisinin etkileşimini doğru bir şekilde kurarak beslenme alışkanlıklarını değiştiriyor. Yanlış ve sağlıksız beslenme konusunda yaşanan duygusal açlık, duygusal bağımlılık ya da kaçınma gibi davranışlarla aşırı yeme, sürekli atıştırma, diyet yapamama gibi sorunları ortadan kaldırıyor.

14

İyi Yaşam İçin Kadınlara 10 Öneri

Kalsiyumu Miktarı Önemli: Kadınların, erkeklere göre osteoporoz riskleri daha yüksektir, üstelik kas sağlığını desteklemek için kalsiyum almak çok önemli bir yere sahiptir. Süt ve peynir kalsiyum açısından ilk aklımıza gelenlerden olsa da yeşil yapraklı sebzeleri ve yağlı tohumları da unutmamak gerekir. Her gün düzenli olarak süt ve süt ürünleri grubunu tükettiğinizden emin olun ve çeşitliliğe de özen gösterin.

Demir Depolarınızı İhmal Etmeyin: Özellikle büyüme çağındaki ve ergenlik dönemindeki kız çocukları, hamile ve emziren anneler ve menopoz dönemindeki kadınlar demir yetersizliği konusunda risk grubudurlar. Yağsız kırmızı et, siyah tavuk eti, yeşil ve kırmızı mercimek, kuru üzüm, badem ve demir ilave edilmiş tahıllar gibi demir açısından zengin olan besinleri tüketmek her yaş grubu kadınlar için önemlidir.

Kafein Miktarını Azaltın; Kahve antioksidan kaynağı olmasıyla sağlık için faydalıdır ama aşırı kafein tüketimi de kalsiyum kaybını arttırmaktadır. Alkol ve kafein tüketimini sınırlandırmaya çalışın. Günde 3 fincandan fazla kahve tüketmemeye özen gösterin.

Kahvaltıyı Atlamayın: Günün en önemli öğünü olan kahvaltıyı, özellikle kadınlar koşuşturma sebebiyle atlayabiliyor. Fakat gün nasıl başlarsa öyle gider, unutmayın. Sabahları düzenli olarak kahvaltı etmek gün içinde daha mutlu ve enerji dolu olmanızın yanı sıra kilo kontrolünü de kolaylaştırır. Araştırmalar, sabahları kahvaltı eden insanların, kahvaltıyı atlayan insanlara nazaran daha az kilolu olduklarını gösteriyor.

Ara Öğünlerde Sağlıklı Tercihler Yapın: Yüksek yağ ve şeker içeriğine sahip atıştırmalıklar yerine ara öğünlerde bir sonraki öğüne kadar çok acıkmanızı engelleyecek sağlıklı tercihler yapmaya özen gösterin. Kuru meyveler ile sağlıklı yağ içeren badem ceviz gibi seçimleri deneyin. Haftada 1-2 kez sütlü tatlı, dondurma, bitter çikolata ve yanında süt gibi ara öğünlerle kendinizi ödüllendirin

Kompleks Karbonhidratları Tercih Edin; Bulgur, tam buğday makarna, esmer pirinç, yulaf unu, tam tahıllı ekmekler ve meyveler kompleks karbonhidrat içeriler. Basit şekerlere oranla lif içerikleri sayesinde kan şekeri dengenizi sağlayarak daha uzun süre tok kalmanızı sağlarlar.

Magnezyum Ve D Vitaminini Unutmayın; Yağlı tohumlar, kuru baklagiller ve yeşil yapraklı sebzeler magnezyum kaynağıdırlar. Kalsiyum ve magnezyum, D vitamini ile kombine edildiğinde, kadınların kas sağlığı için çok önemli oluyor. D vitamini seviyenizi ölçtürün ve yetersizlik söz konusuysa mutlaka hekim kontrolünde takviye almaya özen gösterin.

Yağı Kesmeyin! Birçok kadın, diyette yağın sağlıksız olduğuna inanmıştır ancak yağlar, sağlıklı diyetin çok önemli bir parçasını oluşturur. Asıl önemli olan çeşitlilik ve miktara dikkat etmektir. Zeytin ve zeytinyağı, fındık, ceviz, badem, balık ve deniz ürünleri, avokado yağları gibi bitkisel yağlar sağlıklı yağlardır ve çeşitlilik sağlanarak makul ölçülerde beslenmenizde yer almalıdır.

Uyku Düzeninize Dikkat Edin; Uykusuz kaldığımızda vücudumuzda bazı hormonal değişiklikler meydana gelir. Yapılan araştırmalar günde 6-8 saatten daha az uyuyanların gün içinde açlık hissini daha zor kontrol ettiğini söylüyor. Düzenli uyumaya özen gösterin.

İçtiklerinizi de Gözden Geçirin; eğer kilo problemi yaşıyorsanız sorumlusu içtiğiniz kaloriler olabilir. Bazen çok masum görünen içecekler kalori anlamında acımasız davranabiliyor. Örneğin çay ve kahve şekersiz tüketildiğinde kalorisiz içeceklerdir. Fakat krema ve şeker eklenmiş bir kahve siz hiç fark etmeden 500 kaloriye kadar çıkabilir. Geriye dönüp gün içinde içtiklerinizi gözden geçirin.

Tabii ki kendi değerinize sahip çıkın, kendinizi çok sevin, kendinize zaman ayırın, öncelikleriniz gözden geçirin ve hatırlayın siz iyi olmazsanız hiçbir şey de  iyi olmaz. Dilara Koçak

13

Kadınlarda kalp krizi riskini artıran etmenler. Fizyolojik ve çevresel faktörlerin neden olduğu sağlık sorunları kadınlar ve erkeklerde aynı şekilde seyretmeyebiliyor. Buna verilebilecek en iyi örnek ise kalp-damar hastalıkları.

Kadınlarda can kaybına neden olan sağlık sorunları arasında ilk sırada kalp krizi yer alıyor. Öyle ki; kalp krizi sonrası can kaybı oranı erkeklerde yüzde 36 iken, kadınlarda yüzde 47 seviyelerinde. Türkiye ise kadınlarda kalp krizi nedeniyle can kaybı oranı açısından Avrupa birincisi durumunda.

Kalp hastalığı riskleri, genel olarak kadınlar ve erkeklerde benzer olmakla birlikte, bazı risk faktörleri sadece kadınları etkiliyor. Özellikle hamilelik diyabeti ve hipertansiyonu, menopoz, meme kanseri, polikistik over sendromu gibi bazı kadın hastalıkları kadınlarda kalp krizi riskini artırmada önemli bir rol oynuyor. Fizyolojik farklılıklar ise kadınlarda görülen kalp krizi şikayetlerinin tipik kriz belirtilerinden farklı olmasına neden oluyor. Erkeklerde göğüs ağrısıyla işaret veren kalp krizi, kadınlarda ani bastıran yorgunluk, bulantı, mide ağrısı şeklinde olabiliyor. Şikayetler haftalar öncesinden başlayabiliyor.

Kadın kalbinin erkek kalbinden farkı:

  • Kalp boyutları daha küçük olur,
  • Hormonal olarak östrojen ve progesteron baskın olur,
  • Adet döngüsü, kan pıhtılaşmasında ve elektrokardiyografi (EKG) bulgularında değişikliklere yol açar,
  • Kalbin atım hacmi yüzde 10 daha azdır,
  • Nabız sayısı daha yüksektir,
  • Damar yapısı daha incedir, kalp damarlarındaki darlıklarsa daha uzundur.

Kadınların damar yapısı erkeklerden daha ince. Damar kireçlenmesi kısa bölgelerde tüm damar boyunu tutuyor, darlık oranı daha az izleniyor. Bu nedenle tıkayıcı darlık oranı kadınlarda daha az görülüyor. Kadınlarda kalp krizinin kökeni kalp damarlarında damar kireçlenmesi sonucu tıkanma değil; spazm veya yırtılma şeklinde gelişiyor.

Hangi belirtiler kalp krizine işaret ediyor?

Kadınlarda kalp krizi; nefes darlığı, aşırı yorgunluk, çene veya dişlerde ağrı, kollarda ağırlık hissi ve haftalar öncesinden başlayan hazımsızlık gibi belirtiler veriyor. Ani bastıran yorgunluk, nefes darlığı, göğüs üzerinde baskı hissi, mide ağrısı, boyun, sırt, çene, sağ kol ve sağ omuzda ağrı, ani soğuk ter boşalması gibi belirtiler görüldüğünde vakit kaybetmeden doktora başvurmak, elektrokardiyografi çektirmek hayati önem taşıyor.

Hangi hastalıklar kalp krizi riskini artırıyor?

  1. Hamilelik diyabeti: Hamilelik diyabeti sadece gebelik sırasında oluşuyor ve doğum sonrası normale dönen kan şeker yüksekliği olarak değerlendiriliyor. Uzun vadede tip 2 Diyabet riskini artırabilen hamilelik diyabeti, henüz belirtileri ortaya çıkmadan önce bile kadınlarda damar kireçlenmesini tetikleyebiliyor. Bu durum da kadınlarda erken yaşlarda kalp ve damar hastalıkları görülme riskini yükseltebiliyor.
  2. Polikistik over sendromu: Polikistik over sendromu olan kadınlarda, kalp damar hastalığı riskini artıran çoklu risk faktörleri bulunuyor. Bu faktörler arasında erkek cinsiyet hormonlarının yüksekliği, santral obezite, insülin direnci, şeker intoleransı ve kolesterol düzeylerinin artması yer alıyor. Kadınlarda damar kireçlenmesi riskini de iki kat artırabiliyor. Kalp hastalığı riskini azaltmak için, ağırlıklı olarak kadın doğum ile ilişkili görülen polikistik over hastalığının tedavisinin multidisipliner bir yaklaşım ile ele alınması gerekiyor.
  3. Hamilelik hipertansiyonu (preklampsi ve eklampsi): Hamilelik sırasında gelişen hipertansiyon, uzun dönemde kadınlarda kalp hastalığını 6 kat, diyabet riskini ise 3 kat artırıyor. Bu risk, doğumdan sonraki ilk 5-10 yıl içinde ortaya çıkabiliyor.
  4. Menopoz: Her kadının yaşadığı doğal bir dönem olan menopozun olumsuz etkilerinden korunmak için yapılan tedaviler kalp hastalıkları riskini artırabiliyor. Hormon replasman tedavileri, kadınlarda hem kanın pıhtılaşma eğilimini hem de kalp damar hastalıkları riskini yükseltebiliyor.
  5. Meme kanseri: Meme kanserinde uygulanan kemoterapi ve radyoterapi doğrudan veya dolaylı yoldan kalp hastalığı riskini artırıyor. Kalp hastalığı tedaviden yıllar sonra da görülebiliyor. Bu nedenle meme kanseri tedavisi gören kadınların, hangi yaşta olursa olsun kalp ve damar hastalıkları yönünden düzenli kontrollerini yaptırması gerekiyor.
  6. Otoimmün hastalıklar: Bağışıklık sisteminin kendi dokularına saldırması sonucu gelişen bir hastalık grubu olan otoimmün hastalıkların birçoğu kadınlarda erkeklere göre daha çok görülüyor. Özellikle romatoid atrit ve sistemik lupus eritematozus (SLE) gibi romatizmal hastalıklar, özellikle genç yaş grubunda kalp damar hastalığı riskini artırıyor.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

saglik

12

Kadınların 30’lu yaşlardan itibaren düzenli muayene olarak sağlıkları konusunda bilinçli olmaları gerekiyor. Kadın sağlığı konusunda bazı detaylar mutlaka bilinmeli. Kadın sağlığına dair bunlara dikkat.

Ailesi, dostları, arkadaşları derken çevresindeki hemen herkesin sağlığıyla fazlasıyla ilgilenen kadınlar, kendi sağlıkları ve düzenli olmaları gereken muayeneler konusunda ihmalkâr ve bilinçsiz davranabilir. Kadın sağlığıyla ilgili uzmanların kritik uyarılarını bile ‘iş, güç, koşuşturmaca’ arasında kulak arkası edebilir. Oysa “Benim başıma gelmez” diyerek hele de 30’lu yaşlarla birlikte kadın sağlıyla ilgili pek çok kritik hastalığın erken teşhisinde geç kalınmasına ve kolayca halledilebilecek sorunların çok daha zor bir sürece dönüşmesine yol açabilir.

Düzenli olarak smear testi yaptırın: Kadın sağlığıyla ilgili son yıllarda HPV enfeksiyonunun yaygınlaşması ile rahim ağzı kanserleri erken yaşlarda görülmeye başlandı. Rahim ağzı kanserinin erken teşhisi hayat kurtarır. Düzenli olarak yapılacak smear kontrolleri ile çok erken dönemdeki hücre değişiklikleri saptanabilir ve basit tedaviler ile çözüm sağlanabilir. Yılda bir kez yapılacak smear testi kadın sağlığı için elzemdir. Bu sayede rahim alınmadan doğurganlık korunarak çözümler bulunabilir. Düzenli jinekolojik muayeneler esnasında bile şikayet yaratmayan miyom, yumurtalık kistleri ve çikolata kistleri gibi hastalıkların da erken dönemde teşhis edilebilmesi mümkün olur.

Adet düzensizliklerine dikkat: Kadın sağlığı için adet düzensizliklerine karşı da dikkatli olmak gerekir. Zira çoğunlukla hormonal bozukluklardan kaynaklanan adet düzensizliğine bazen de rahim içi problemler miyom, polip ya da yumurtalık kistlerinin neden olabilir. Adet düzensizliği olanların kadın sağlığı ve doğum uzmanına görünmeleri şart. Uzun süren ve yoğun olan adet kanamaları ve sancılarının görmezden gelinmemesi gerekir. Çünkü altında ciddi bir hastalık yatabilir.

35’inden sonra doğurganlık düşer: Kadınlar bazen iş ve kariyer kaygısı gibi çeşitli nedenlerle anne olma hayallerini 30’lu hatta 40’lı yaşlara erteler. Ancak doğurganlığın 35 yaşından sonra azalmaya başladığını unutmayın. Yaş ilerledikçe yumurta kalitesi bozulur ve gebelik zorlaşır. Özellikle adet düzensizlikleri olanlar bu konuda daha dikkatli olmalı. İş ve kariyer kaygısı ile çocuk arzusunun bilinçsizce ertelenmesi bazen geri dönüşümsüz sonuçlar doğurabilir. Ailesinde erken menopoz öyküsü olan kadınların çok daha dikkatli olması ve yumurtalık rezerv testlerini yaptırmaları gerekir. Sadece basit bir kan tahlili ile yumurtalık rezervi hakkında bilgi sahibi olunabilir. Ayrıca evli olmayan kadınlar erken yumurtalık yaşlanması var ise doğurganlıklarını korumak amacıyla yumurta dondurma tedavisini düşünebilir.

Menopozun sizi üzmesine izin vermeyin: Kadın sağlığında 50’li yaşlarla birlikte menopoz dönemi başlar. Menopoza girmek için ortalama yaş sınırı 51’dir. Menopozun yaklaştığını gösteren en önemli belirti adet döngüsündeki değişikliklerdir. Adetlerde yoğunluk bakımından da azalma veya çoğalma olabilir. Adet kanaması normalden uzun veya kısa sürerken, sıcak basması ve uyku şikayetleri de artar. Kimi için çalkantılı geçen menopoz ani ruh hali değişikliklerine veya depresyona neden olmaz. Ancak hormon seviyelerindeki değişiklikler sebebiyle kendinizi daha sinirli, asabi veya yorgun hissedebilirsiniz.

Çok fazla stres altındaysanız, menopoz kaynaklı değişikliklerle baş etmeniz daha da zorlaşabilir. Bazı kadınlar çocuklarının evden gidişini seyrederken, boş bir yuva ile nasıl baş edileceğini öğrenirler. Bazıları artık çocuk sahibi olamayacakları için üzülürler. Bu duygularla baş etmekte zorlanırsanız eşinizle, yakın bir arkadaşınızla, danışman veya doktorunuzla konuşmanızda fayda vardır. Kadın sağlığı için önemi bir dönem olan menopoz sürecinde alınan hormon ilaçlarını mutlaka doktorunuzun onayı ile ve onun kontrolünde kullanın; tedaviye başlamadan risk değerlendirmesi ile ilgili testleri yaptırın.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

11

Bilmeniz gerekenler

Kadınların en sık karşılaştığı ve endişe duyduğu 5 hastalık olan vajinal akıntı, adet düzensizliği, cinsel fonksiyon bozuklukları, pelvik ağrılar ve kısırlık ile ilgili bilmeniz gerekenler…

Vajinal akıntı. Vajina duvarlarında ve içinde bulunan, rahim ağzındaki bezelerden salgılanan sıvılar kadının sağlığı açısından gerekli olan ıslaklığı sağlar. Bu sıvılarda artış ya da değişiklik oluştuğunda vajinal akıntı rahatsızlığı görülebilir. Normal vajinal akıntı berraktır ve sıvı yumurta akını andırır, koku yapmaz. Bu tür akıntılara fizyolojik akıntı denir. Fakat yeni ortaya çıkmış, koyu sarı, yeşil, kahverengi, kanlı, köpüklenen, kötü kokulu, idrar yaparken ve ilişki sırasında ağrı ve yanma, normal dışı kanama gibi belirtileri olan akıntılara enfeksiyona bağlı akıntılar denir. Enfeksiyonların tedavileri ilaç ve vajinal tabletlerle yapılır.

Adet düzensizliği. Düzenli bir adet mekanizmasında, beyinden salgılanan hormonlar yumurtalıkları uyarır ve yumurta hücresi büyümeye başlar. Rahim içerisindeki doku gebeliğe hazırlanmak üzere kalınlaşır. Kadın hamile kalmadığı her ay bu dokuyu kan ile birlikte dışarı atar. Üreme çağındaki kadınlarda adet düzensizlikleri, hormonal bozukluklar nedeniyle görülebilir. Ayrıca miyom, polip, kist gibi iyi huylu oluşumların habercisi olabildiği gibi enfeksiyon ve kanserin de belirtisi olabilir. Tedavisinde ilaç veya cerrahi yöntem uygulanır.

Cinsel fonksiyon bozuklukları. Kadınlarda cinsel fonksiyon bozuklukları, cinsel isteğin azalması ya da kaybolması, kadın ve erkeğin ilişki arzusu arasında zamansal uyuşmazlık, orgazm bozuklukları, vajinismus, disparoni (ilişkide ağrı) ve erkeğin cinsel davranışlarından memnun olmama şeklinde görülür . Ayrıca ağrıya neden olan miyom ya da geçirilmiş bir doğum sonrası vajinal yara dokusu gibi patalojik bir durum varsa, cinsel ilişki sırasında ağrı şeklinde fonksiyon bozukluğu yapabilir. Bunlar ayırt edildikten sonra eğer anatomik bir neden bulunamazsa, hastalar psikolojik yardım alır.

Pelvik ağrılar. 6 aydan daha uzun süredir var olan, devamlı ya da aralıklarla gelen ağrılara pelvik ağrılar denir. Pelvik ağrının sebepleri arasında jinekolojik bazı nedenler olabileceği gibi, idrar yolları ile ilgili, bağırsaklarla ve kas-iskelet sistemi ile ilgili ya da nörolojik sebeplerle ilgili de olabilir. Tedavisi ilaçla ve akupuntur yöntemi ile yapılabilir.

Kısırlık. Hormonal dengesizlikler ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar hamileliğin oluşmasını engelleyebilir. Eşlerin bilinen bir hastalığı yoksa en az bir yıl boyunca korunmasız birliktelik önerilir. Bir yılın sonunda hamilelik oluşmadıysa, erkeğin sperm ölçümü, rahim içi filmi çekimi ve hormon testleri yapılır. Kısırlık tedavisinde yumurtlama planlanıp, uygun zamanda ilişkiye girme, spermin rahim içine konulması (aşılama) ya da yumurta ve spermin dışarıda birleştirilmesi (tüp bebek) yöntemi yapılır. / Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

10

Kadınlarda

Kadınlarda ayın yaklaşık on gününün sıkıntılı geçmesine sebep olan adet dönemi %73 oranında görülmektedir. Bu dönemde yaşanan sıkıntılar fiziksel olmaktan çok ruhsal ve davranışsaldır. Genellikle şu ifadelerle sıklıkla karşılaşılır:

“Mutsuzum”, “Eşim beni hiç anlamıyor”, “Kendimi çirkin hissediyorum”, “Kendimi değersiz hissediyorum”, “Sürekli bir şeyler yemek istiyorum”, “Midem bulanıyor, yemek kokularından nefret ediyorum”, “Başım ağrıyor…”, “İşe gitmek istemiyorum”, “Her yerim ağrıyor”
Bunların sebebi bu dönemde ortaya çıkan hormonal sorunlardır. Psikiyatride “premenstrüel disforik sendrom” olarak adlandırdığımız bir tablodur. En büyük özelliği anlam verilmeyecek şekilde bir davranış değişiminin yaşanmasıdır.

Adet Dönemiyle İlgili İstatistikler

  • Amerika’da, adet dönemindeki ruhsal sorunlar toplumun %2-%10’unu etkiliyor.
  • Orta dereceli semptomlar ise toplumun %30-%80’inde görülür
  • Belirtilerin ortalama görülme yaşı yirmidir.
  • Bir araştırmada kadınların %7,5’inin bu dönemde işe gitmediği saptanmıştır
  • Bu alanda yapılan bir araştırmada, hastaların %65’inin birinci dereceden akrabalarında majör depresif bozukluk olduğu saptanmıştır.

Belirtiler

  • Mutsuzluk, karamsarlık, sürekli ağlama
  • Ölme isteği, intihar fikirleri
  • Çaresizlik hissi
  • Ciddi kaygı ve gerginlik
  • Duyguların birden/aniden değişmesi
  • Öfke kontrolsüzlüğü, aşırı sinirlilik, tahammülsüzlük
  • Daha önce yapılan aktivitelere artık ilgi duymama
  • Enerji yoksunluğu, sürekli yorgunluk, rehavet, bezginlik
  • İştah kapanması, aşırı yeme, belli başlı yiyecekleri aşerme
  • Uykusuzluk, aşırı uyku
  • Unutkanlık
  • Boğulma hissi, kontrolden çıkmış gibi hissetme
  • Çarpıntı, terleme, baş ağrıları, eklem ve kas ağrıları, kilo alımı, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, aşırı şişkinlik ve göğüslerde hassasiyet

Adet dönemi Sorunları

Adet dönemi Sorunlarından Boşananlar Var. Bu dönemde gerçekleşen yoğun hormon değişikliği sebebiyle kadınlar bazen aşırı duygusal, bazen aşırı öfkeli, bazen ise aşırı kaygılı davranabiliyorlar. Bu nedenle ilişkilerde bozulmalar yaşanabiliyor. Çünkü erkekler bu dönemlerde kadınların yaşadıklarını abartı ve nazdan ibaret görebiliyorlar. Bilindiği gibi bu dönemde kadınların vücutları su topluyor ve şişiyor. Yüzde ve vücutta akneler oluşuyor. Bazen aşırı terleme de görülebiliyor. Hem değişen hormon seviyeleri hem de fiziksel özellikler sebebiyle kadınlar normalde olduğundan daha kötü bir görünüşe sahip olduğuna inanıyor ve kendini değersiz hissetmeye başlıyorlar.  Bu da ilişkiyi zedeleyebiliyor. Sırf bu dönemin mantığını kavrayamayıp, yardım almamaktan dolayı boşanabilen eşler olabiliyor. Çünkü adet dönemi kadını neredeyse tamamen değiştiriyor. Adapte olunamadığı taktirde ilişkiyi bitme noktasına getirebiliyor. 

Bilinçli ve bilgili olmak ilk adımdır. Bu dönemde yaşananları eşlerin karşılıklı paylaşmaları ve nasıl davranacakları hususunda işbirliği yapmaları önemlidir. Bu dönemde daha çok sıvı tüketmek, sebze-meyve yemek, yürüyüşler yapmak, ortamı sakinleştirmek, kahve ve kafeinli içkilerden uzak durmak, gevşetici bitki çayları içmek faydalı olacaktır. Eğer durum eşlerin başa çıkabileceği bir durum gibi değilse mutlaka bir psikiyatri uzmanından yardım alınmalıdır. Adet dönemi sendromunun bir hormonal bozukluk olduğunu unutmamalı. 

Bu sendromun sebebi her ne kadar hormonal olsa da tedavisi psikiyatriktir. En etkili ilaçlar antidepresanlardır. Beraberinde kalsiyum, magnezyum, A, E ve B6 vitamin takviyesi yapılabilir. Adet dönemi sendromun tedavisi adet döneminde başlayıp biten bir süreç değildir.  Bu bozukluk için hem ilaç tedavisi hem de psikoterapi daha kalıcı çözümler sunar. / Doç. Dr. Adnan Çoban

9

Boşanmanın kadınlar üzerindeki etkileri

Boşanan kadınların yaşamındaki değişiklik erkeklerinkine göre daha farklıdır. Boşanan kadınların her biri farklı sorunlar yaşamaktadırlar. Sosyal desteği ve baş etme gücü iyi olanlar bu durumu daha iyi yönetirken gene de sıkıntı çekerler. Belki de bu nedenle toplumda kadınlar bir sürü soruna, aldatılamaya, şiddete rağmen devam ettirmeye çalışırlar.

Boşanma aslında birçok kaybı da beraberinde getirir. Ekonomik kayıplar, toplumsal konumunda kayıplar, arkadaş ortamından uzaklaşmanın yarattığı kayıplar, kendine güvende kayıplar ve kendi ailesinin baskısının yarattığı kısıtlanmışlığın getirdiği kayıplar bunlara örnek olarak verilebilir.

Boşanan kadının en büyük sorunu, toplumun ona bakış açısıdır. Her sosyo-ekonomik sınıfta bu en önemli sorun olarak karşımıza çıkar. Ne yazık ki erkeklerin gözünde boşanmış çabuk elde edilebilir bir kadın olarak görülür. Bununla birlikte diğer kadınların gözünde eşi için bir tehlike olarak düşünülür. Bunlar boşanmanın yükünün yanı sıra, ek bir yük getirir. Sonuç olarak boşanmış kadın diğer insanlarla da daha az görüşür bir hale gelir.

Çalışmayan boşanmış kadın; nafaka almakla ilgili sorunlar, geçim sorunları, kiminle yaşayacağı ile ilgili sorunlarla baş etmekte zorlanır.

Çocuğu olan boşanmış kadın, hem çalışma mecburiyeti hem de çocuğunun bakımı ile ilgili sorunlarla boğuşur. Bunun ayanında ilgisiz bir eski koca varsa çocuğu için hem anne hem de baba olmak zorluğu oluşur.

Boşanmış kadın bu sorunlarla baş etmeye çalışırken; iç dünyasında yaşadığı yalnızlık duygusu, özgüven kaybı, gelecek kaygısı, yeni tanışacağı kişilere güvenmekle ilgili sorunlar, depresyon, baskı altında hissetme, toplumun bakış açısıyla baş etme, uygunsuz talepler ve tacizlerle mücadele, yükünü oldukça artırır.

Kadınların boşanmayla baş edebilmesi için yapması gerekenler;

  • Boşanır boşanmaz kadın her şeyle birden mücadele etmeye kalkmamalıdır. Öncelikle bu kaybın yaşanması sonucu oluşacak bir yas süreci olacaktır. Moral bozukluğunun yoğun olduğu bu dönemde kararlar almak uygun değildir.
  • Alacağınız kararlar yeni hayatınızı şekillendirecektir. Bu nedenle acele etmeden kararlar alın.
  • Çalışmayan kadınların iş bulması önemlidir. Böylece kendine güveni artacaktır.
  • Eski eşe ait evde eşya bulundurmayın, bu geçiş sürecini hızlandıracaktır.
  • Uzun zamandır değerlendirmediğiniz kendi kuvvetli yanlarınıza odaklanın.
  • Evliliğiniz boyunca yapmak istediğiniz ancak zaman bulamadığınız aktivitelerle ilgilenin.
  • İmkânınız varsa kısa bir tatil yapın
  • -Ailenizle mutlaka görüşün, onların desteğini almak önemlidir.

Yakın arkadaşlarınızdan uzaklaşmayın. Onlarla mutlaka görüşün. Yeni insanlarla tanışmaktan çekinmeyin. Yeni ilişkilerde sınırlarınızı ve kurallarınızı kendiniz belirleyin. İlişkilerde aceleci davranmayın. Egzersiz yapın, bu hem beden hem de ruh sağlığınıza iyi gelecektir. Alkol ve sigaradan uzak durun. Sağlık problemlerinize özen gösterin. Eski eşinizin hayatınıza müdahale etmesine izin vermeyin. Ruh haliniz uzun süre kötü gidiyorsa mutlaka bir psikiyatristten yardım alın.

8

Yapılan araştırmalara göre kadınların en sevdiği çiçekler arasında orkide ilk sıralarda yer alıyor. Orkide, kendine has duruşu ve mis kokuları ile birçok kişinin vazgeçemediği mükemmel bir çiçektir. Zarafeti, masumiyeti ve saf sevgiyi ifade eden orkideler dekoratif olarak da tercih edilir.

Gül, aşk ile başlayan en duygusal semboldür. Ne zaman birileri aşık olsa, ne zaman birileri af dilemek istese eli hemen güllere gider. Özellikle kırmızı güllerin kadınlar için anlamını aktarmaya dizeler yetmez. Fakat; güllerin nadir renkleri de vardır. Bunlar arasında lacivert ve siyah güller en farklı alternatifler arasında yer alır.

Çiçekler arasında en sık rastlananlardan bir tanesidir papatya. İsmine şarkılar söylenen dizeler yazılan papatyalar, minimal kadınların en sevdiği çiçekler arasında yer alır. Papatyaların beyaz renkleri bilinse de farklı renk alternatifleri de bulunuyor.

Çiçek aldığında gülümsemeyen ya da mutlu olmayan bir kadın gördünüz mü? Eğer gördüyseniz ya çok kızgındır ya da kalbi kırıktır. Aksi halde çiçekler kadınları mutlu etmenin yegane yolu olarak literatürdeki yerini çoktan almış durumda.

Kadınlar çiçek vermenin bir sevgi göstergesi olduğunu düşünür. Bu yüzden özel günlerde mutlaka çiçek almak isterler. Kadınlara göre bu davranış düşünceli olunduğu ve karşı tarafa değer verildiği anlamına gelir. Bunun yanı sıra kadınlar neden çiçek sever sorusunun bir diğer yanıtı da doğayı çok seviyor olmalarıdır. Tüm dünyada doğayı en çok korumaya çalışan kadınlardır.

İşte bu nedenle doğadan gelen her şey kadınlar için bir mutluluk kaynağı olabilir. Evlerinde dahi mutlaka birkaç tane de olsa çiçek yetiştiren kadınlar haliyle çiçek almayı da çok sever. Bu arada kadınlar sadece özel günlerde değil sıradan günlerde de çiçek almaktan çok hoşlanırlar. Eğer bir kadını hiç beklemediği bir anda mutlu etmek isterseniz çiçek göndermeniz yeterli olacaktır. Bu arada yapılan bir araştırmaya göre kadınlar sıradan bir günde aldıkları çiçekten çok daha fazla etkileniyor. 

Eşler arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve kavgalar kimi zaman oldukça zedeleyici olabiliyor. Bu durumu düzeltmek için alabileceğiniz bir demet çiçeğin eşinizi nasıl etkileyeceğini biliyor muydunuz? 

Hoş kokuları ve rengarenk çeşitleriyle kadınların gönlünde taht kuran çiçekler, özellikle de eşleri tarafından sürpriz yapılarak alındığı zaman ayrı bir mutluluk verir. Yalnızca özel günlerde değil sıradan günlerde alınan çiçekler her zaman kadınları daha çok mutlu eder.

Eşler arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve kavgalar her iki taraf içinde oldukça huzursuzluk veren bir durumdur. Yaşanılan sorunlar çok büyük değilse aradaki kırgınlığı almak bir demet güle bakabilir. Çiçeklerin yalnızca kadınlarda değil herkes üzerinde mutlu edici bir özelliği vardır. Ama en çok kadınlar, çiçek aldıklarında duydukları mutluluğu ifade eder. / Yasemin

7

Psikolojik olarak sağlıklılık Freud tarafından sevebilme ve çalışabilme yetisi olarak tanımlanmıştır. Söz konusu kadın sağlığı olduğunda psikolojik olarak sağlam olabilmek için önce beden sağlığına önem verilmelidir.

Bazen sadece psikolojik sanılan sorunların ardında, bedensel problemler yatabilmektedir. Ortada bir bataklık var ve sorun sineklerse; çözüm sinekleri kovalamak değil, o bataklığı kurutmaktır yani problemin ana kaynağı yok edilmedikçe çözüme kavuşmak mümkün olmayacaktır. Bu sebeple psikolojik olarak kendini kötü hisseden bir kadının -özellikle de gebelik, gebelik sonrası dönem, menopoz, menopoz sonrası dönem gibi süreçlerde- öncelikle vücuduna kulak vermesi ve belirli periyodlarla kontrol amaçlı tahliller yaptırması hem bedensel hem ruhsal sağlığı için gereklidir.

Agresiflik, hassasiyet, depresif ruh hali, çökkünlük gibi bir ruh hali içerisindeyseniz bunun asıl nedeni birilerine kızgın ya da kırgın olmanız olmayabilir. Tiroitlerinizdeki bozukluk da yine bu semptomları göstermenize neden olabilir. Ya da çok halsiz, bayılacak gibi hissediyorsunuzdur. Uyku problemleriniz vardır ve el, ayaklarda uyuşma hissediyorsunuzdur. Bu da vücudun kansızlığa vermiş olduğu bir tepki olabilir. Kişiliğinizde elinizde olmadan meydana gelen değişimler fark ediyorsanız belki de bunun sebebi yüksek şeker olabilir.

Özellikle de gebelik döneminde kadınların hormonları tabiri caizse tepetaklak oluverir. Duygusal hassasiyeti artmış bir gebe bazen olmadık şeylere kırılıp, üzülebilir. Bebeği en derinden etkileyen bir dönem olan gebelikte vücuttaki maddelerin yeterli seviyede olması hem annenin hem de bebeğin bağışıklık sistemi için vazgeçilmez unsurdur. Anneye kordonla bağlı olan bir bebek dışardan beslenemez. Annesi ne yerse bebeğe yol, su ve elektrik olarak geri döner. Bu sebepledir ki bir anne ne yediğine iki kat düşünerek karar vermeli ve dengeli beslenmelidir. Özellikle B12 vitamini bebeklerin sinir hücrelerinin gelişimi için önem taşımaktadır. Eğer anne bu vitamini alamazsa bebek de B12 eksik olarak dünyaya gelir ve bilişsel gelişimi olması gerektiği gibi ilerlemeyebilir. Her ne kadar anne sütü birçok açıdan zengin olsa da içerisinde B12 eksikliğini giderecek kadar vitamin yoktur. Ayrıca B12 eksikliğinde unutkanlık ve hafıza kayıpları da görülmektedir.

Kadınlarda Şeker Hastalığı ve Psikolojik Etkileri: Şeker hastalığı ile kadının psikolojik sağlığı arasında büyük bir etkileşim vardır. Stres ve depresyon şeker hastalığına bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Bazen çevremizde bazı insanların tutarsız davranışlar sergilediğine şahit olmuşuzdur. O insanları yargılamadan önce şeker hastası olup olmadığına dikkat etmekte fayda var çünkü şeker hastalığı kişiliği bile değiştirebilmektedir.

Şeker hastalığı stres, depresyon, kişilik değişimi gibi sonuçlarının yanında daha ağır psikolojik sonuçlarla da kendini gösterebilir. Bazı hastalarda psikoz gibi, duygulanım bozuklukları gibi sonuçlara da neden olmaktadır.

Kadınlarda Tiroit Hastalığı ve Psikolojik Etkileri: Zaman zaman agresif davranan birinin tiroitleri bozuk olabilir. “Önceden şeker gibi biriydi.” dediğiniz tanıdığınız agresifleşmiş ve asabi davranıyorsa, karakterinin değiştiğine karar vermeden önce tiroit testlerini yaptırmakta fayda var. Belki bu kişi bir yakınınız değil sizsiniz. Başkalarından sürekli olarak çok değiştin lafını duyuyorsanız kendinizi suçlamayı bırakmanızda ve öncelikle şekerinize ve tiroitlerinize baktırmanızda fayda var.

Kadınlarda Böbrek Yetmezliği ve Psikolojik Etkileri: Kadınların psikolojilerini etkileyen bir diğer hastalık böbrek yetmezliğidir. Özellikle diyalize bağımlı olarak hayatlarını devam ettirmek zorunda kalan kadınlarda depresif ruh hali ile özsaygı ve özgüvende düşüş, umutsuzluk gibi psikolojik etkiler görülebilmektedir. Böbrek yetmezliğine karşı alınabilecek en etkili önlem böbreklerdeki sorunun en erken şekilde tespit edilmesidir. Bunun için de çeşitli tahliller uygulanmaktadır. Özellikle böbrek yetmezliği sinsice ve gizli gizli ilerleyen bir hastalıktır. Bazen hiçbir belirti göstermeyebilir. Bu sebeple gerekli tahlilleri belirli aralıklarla yaptırmakta fayda vardır.

Kadınlarda Kansızlık ve Psikolojik Etkileri: Bazen çok iş yapar yoruluruz. Uykumuz gelir. Ancak bazılarımız azıcık iş yapar ve sanki dünyanın yükünü taşımış gibi yorgunluk bastırır. Bu gibi durumlara kansızlık neden olabilir. Kansızlık sadece halsizliğe ve yorgunluğa değil ayrıca depresif ruh haline de neden olabilmektedir. Ayrıca kansızlıkta baş dönmeleri ve ellerde, ayaklarda soğukluk oluşabilir.

Kadınlarda Obezite

Kadınların psikolojik sağlığını etkileyen önemli problemlerden birisi de obezitedir. Dış görünümüne özen gösteren kadınlarda dış görünüm ile özsaygı ve özgüvenleri arasında ilişki vardır. Fazla kiloları olan kadınların kendilerine olan özgüvenleri ve özsaygıları düşük olabilir. Bu sebeple depresif ruh haline bürünebilirler. Obezite sadece psikolojik sorunlara sebep olmaz, bunun yanında kolesterol ve kalp-damar hastalıklarına da sebep olabilir. Kolesterol bir çeşit yağdır ve fazlası damarları tıkayarak pıhtı atmasına ve beyin ile kalbin zarar görmesine neden olabilir. Nefes darlığı, çabuk yorulma, hayattan keyif alamama gibi semptomlar da obeziteye aittir. Bu sebeple kadınlar düzenli spor yapmalı ve dengeli beslenmelidir.

Kadınlarda Depresyon

Kadınların, yapılan araştırmalara göre erkeklere oranla depresyona girme riski daha fazladır. Depresyon bazen psikolojik faktörlerle ortaya çıkmaz. Tiroitlerdeki bozukluk, şeker hastalığı, kansızlık, obezite, kanser gibi çeşitli hastalıklar da kadınların duygulanımlarını etkiler ve depresyona neden olabilir. Bu sebeple bir kadına depresyon teşhisi konulup depresyon ilaçlarına başlanmadan evvel bedeninde herhangi bir hastalık olup olmadığı tespit edilmelidir. Yanlış teşhisle depresyon tedavisine başlandığı takdirde sorunun kökeni çözülmediği için depresyon da tedavi edilemez.

Özetle bizim problem olarak gördüklerimiz problemin ana kaynağı olmayabilir. Kadın psikolojisi ile beden sağlığı arasında çok güçlü bir ilişki vardır. Psikolojik hastalıklar psikolojik ve genetik kökenli olabileceği gibi bedensel hastalıklardan da ileri geliyor olabilir.

Ayrıca depresyon harici daha ağır psikolojik sorunların altında da bazı maddelerin eksikliği ya da fazlalığı yatabilmektedir. Ailesinde hiç bipolar (manik depresif) öyküsü olmayan ve bir anda bipolar özellikler gösteren bir bireyin tiroit bozukluğu olabilir. Ancak asıl problem yani tiroit bozukluğu tedavi edildiğinde psikolojik hastalık buna bağlı ise yüksek oranda ortadan kalkmakta ve kişi psikolojik sağlığına kavuşmaktadır.

Ve son olarak diyebiliriz ki beden sağlığı psikolojiyi etkilediği gibi psikoloji de beden sağlığını etkilemektedir. Güçlü yönlerinize odaklanıp, zayıf taraflarınızı güçlendirerek vücudunuzun psikolojik bağışıklığını arttırabilirsiniz. Kadınlarda hem bedenin hem de psikolojinin sağlam olması için ikisinin de gerekli kontrollerden zaman zaman geçmesi ve gerekli tahlillerin yapılması gerekir. Mühim olan hastalık ortaya çıkmadan engelleyebilmektir. / Kaynak TETRA TIP

kadınlara özel

Cinsel kimliğin temelleri, yaşamın ilk yıllarından itibaren oluşmaya başlar ve neredeyse tüm yaşam boyunca devam eder. Bu gelişim sürecinde, bir “erkek” veya “kız” olarak dünyaya gelen çocuklar sahip oldukları cinsiyete ait toplumsal ve kültürel normları yavaş yavaş içselleştirerek “cinsel kimliklerini” edinirler. Her iki cinsiyetin kendine özgü bazı  gelişimsel özellikleri olsa da, belli bir yaşa kadar tüm çocukların gelişimi aşağı yukarı benzer bir rotayı takip eder ve karşılaşabilecekleri psikolojik sorunlar da az çok benzerlik gösterir.

Ancak, yaklaşık olarak 10-15 yaşları arasını kapsayan “buluğ çağı”yla (“puberte”, “erinlik”, veya “ön ergenlik”) birlikte, her iki cinsiyetin kendine özgü farklı gelişimsel görevler iyice belirginleşir ve dolayısıyla da “sadece erkeklere özgü” veya “sadece kadınlara özgü” psikolojik sorunlar görülmeye başlanır. Sadece kadınlara özgü ilk önemli psikolojik sıkıntı, buluğ çağında başlayan ve gerçek anlamıyla “kadın” olmanın ilk göstergesi sayılabilecek aybaşı kanamalarına yönelik olası olumsuz tepkilerdir.

Her kadında sağlıklı ve normal gelişimin bir parçası olan bu dönemin sıkıntılı ya da rahat bir biçimde atlatılabilmesi, adet kanamaları başlayan kız çocuğunun bu gelişimsel dönüm noktasına ilişkin duygularının, düşüncelerinin ve tutumlarının olumlu ya da olumsuz olmasıyla bağlantılıdır. Ve bu da anne-babasının, öğretmenlerinin, yakın çevresindeki diğer yetişkinlerin, ve çocuğun kendi yaşıtlarının bu yaşantıya ilişkin duygularıyla, düşünceleriyle, ve tutumlarıyla doğrudan bağlantılıdır.

Aybaşı kanamalarının başlamasına ilişkin olumsuz (ayıplayıcı, suçlayıcı, aşağılayıcı, vb.) bir tutum takınan anne-babalar ve yakın çevredeki diğer kişiler, çocukların kendi bedenlerine ilişkin olumsuz duygular (utanç, korku, kaygı, nefret) geliştirmesine ve olumsuz etkileri yıllar boyunca devam edebilecek psikoseksüel sorunlar yaşamasına neden olabilir. Aybaşı kanamasından 1 -2 hafta önce başlayan gerginlik, sinirlilik, yorgunluk, bunalma, eklem ağrıları, göğüslerde hassasiyet, baş ağrısı, vücutta su tutulmasına bağlı şişlikler ve kilo artışı gibi belirtiler premenstrual sendrom olarak tanımlanır. Bu durum adet dönemindeki hormonal değişimin sonucunda ortaya çıkar ve adet görülmesiyle birlikte sıkıntılar azalarak birkaç günde kaybolur. Premenstrüal sendrom belirtileri bazen çok hafif şiddette, bazen de kişinin iş hayatını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilecek kadar şiddetli olabilir. 

Cinsel sorunlar, çiftlerin cinsel hayatlarını olumsuz biçimde etkileyerek ilişkinin genelinde büyük çaplı sıkıntılar yaşanmasına neden olabilir. Ayrıca, sevilmeme, beğenilmeme, terk edilme korkusu, yalnızlık, kendine güvensizlik, yetersizlik, başarısızlık, aşağılık duygusu, suçluluk, küçük düşme, mahçup olma, diğerlerine göre eksiklik gibi duygular yaşanmasına neden olarak kişinin genel ruh halini çok olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozuklukları şunlardır:

Çoğunlukla, cinsel birleşmenin fazla acı vereceği şeklinde kaygı ve korku dolu bir beklenti ile başlayan cinsel ilişki, vajina kaslarının kasılarak cinsel birleşmeyi imkansız hale getirmesiyle sonuçlanır. Ve sonraki her cinsel birleşme girişimi kadında yoğun endişe, sıkıntı ve korku uyandırmaya başlar. Cinsel birleşmenin olamaması, kadında çoğu zaman yetersizlik, suçluluk, başarısızlık, utanç, terk edilme korkusu gibi duyguların yaşanmasına neden olur.

Sorunun organik ve psikolojik nedenlerinin belirlenebilmesi için, öncelikle kapsamlı bir jinekolojik muayene gerekir. Sorunun psikolojik kökenli olduğu belirlenirse, psikoterapi uygulanır. Vajinismusa neden olabilecek psikolojik etkenler şunlardır:

 İlişkinin genelinde yaşanan sorunlar

–          Gebe kalma korkusu

–          Bekaretin kaybedilmesiyle ilgili korkular

–          Önsevişme ve vajinal kayganlık oluşmadan cinsel birleşme girişimi

–          Travmatik bir şekilde yaşanan ilk cinsel ilişki

–          Önceki travmatik cinsel deneyimler

–          Cinsellikle ilgili olumsuz düşünce ve duygular (“cinsellik pistir, günahtır, vb.”)

–          Cinselliğe yönelik aşırı sert anne-baba tutumları

–          Yetersiz veya yanlış cinsel bilgilenme

–          Cinsel isteksizlik 

Cinsel isteksizlik

Cinsel birleşme sırasında vajinada basınç, yırtılma veya yanma olarak hissedilen şiddetli ağrıya disparoni adı verilir. Vajinismustan farkı, cinsel birleşmenin çok ağrılı da olsa gerçekleşmesidir. Bu ağrıya neden olabilecek organik ve psikolojik etkenleri belirleyebilmek için öncelikle kapsamlı bir jinekolojik muayene gerekir. Ağrının psikolojik kökenli olduğu belirlenirse, psikoterapi uygulanır. Disparoni ile vajinismus’mun yaşanmasına neden olabilecek psikolojik etkenler aşağı yukarı aynıdır.

Cinsel isteksizlik ve uyarılma eksikliği, kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Kadınlarda bu sorunun yaşanmasına neden olabilecek psikolojik etkenler şunlardır:

vajinismus veya ağrılı cinsel ilişki nedeniyle cinsellikten kaçınma ve soğuma, erkeğin yaşadığı cinsel işlev bozuklukları (sertleşmeme, erken boşalma),kişinin genel ruh halini olumsuz etkileyen psikolojik sıkıntılar (depresyon, kaygı bozukluğu, vb.), travmatik cinsel deneyimler, cinsellikle ilgili olumsuz düşünce ve duygular ilişkinin genelinde yaşanan sorunlar, kadının cinsel ilişkide orgazm yaşayamaması.

Kadınlarda orgazmın göstergesi, klitorisin ve vajinanın yeterince uyarılması sonucunda birbirinin ardı sıra oluşan vajinal kasılmalar ve ardından gelen gevşeme duygusudur. Erkekte olduğu gibi, kadında da cinsel zevkin doruk noktasıdır. Erkeğin orgazmına odaklanan ve kadının orgazma ulaşmasının ikinci planda kaldığı ilişkilerde uzun vadede bazı doyumsuzlukların ve gerginliklerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki, cinsel ilişkiden alınan zevki hem erkek hem de kadın açısından sadece orgazma endekslemek çok doğru değildir. Cinsel ilişkinin bütünü keyif vericidir ve “orgazm” da bu ilişkinin sadece bir parçasıdır, varılması gereken nihai hedef değildir.

HAMİLELİK DÖNEMİNDE

Hamilelik dönemi, annenin ve babanın hayatlarında yepyeni bir rol almaya hazırlandıkları ve tüm ailenin hayatında büyük çaplı bir değişimin gerçekleştiği önemli bir dönüm noktasıdır. Hamilelik bir yandan mutlu ve heyecanlı bir bekleyiş olarak yaşanırken bir yandan da bazı psikolojik sıkıntılara zemin hazırlayabilir. Hamilelik döneminde görülebilen bazı psikolojik sıkıntılar şunlardır:

Birdenbire ortaya çıkıveren hüzün ve  ağlama nöbetleri, konsantrasyon zorluğu, dikkat dağınıklığı, ve unutkanlık, cinsel isteksizlik evhamlı düşünceler ve endişe (kaygı) duygusu, aşırı uyuma veya uykusuzluk, aşırı iştah veya iştah eksikliği, yoğun bir öfke ve hırçınlık, yoğun korkular ve kabuslar, yoğun bir gerginlik ve huzursuzluk, hayata karşı isteksizlik ve keyifsizlik, yoğun bir değersizlik ve yetersizlik duygusu, geleceğe ilişkin karamsarlık ve umutsuzluk, kendine veya bebeğe zarar verme düşünceleri..

Bu psikolojik sıkıntıları bazı kadınlar hiç yaşamaz, bazıları çok hafif düzeyde ve zaman zaman yaşar, bazı kadınlar ise çok yoğun bir şekilde ve tüm hamileliği boyunca yaşar. Çocuk doğuracakları için kendilerini tamamen mutlu olmak zorundaymış gibi hisseden ve gayet doğal olarak yaşanabilen bu sıkıntılara anlam veremeyen bazı hamile kadınlar kendilerini suçlarlar, vicdan azabından dolayı yaşadıkları sıkıntıları çevrelerindeki kişilerle paylaşamazlar, ve sonuçta da yaşadıkları sorunlar katlanarak artar.

Hamilelik döneminde yaşan bu psikolojik sıkıntıları tetikleyebilecek bazı olası etkenler şunlardır:

Hamilelikle ilgili hormonal değişimler, kadının eşi veya ailesiyle yaşadığı ilişki sorunları ve çatışmalar, sosyal ve duygusal desteğin yetersiz olması, yalnızlık hissi gelecekle ilgili belirsizlik, değişmiş olan bedensel görünüme uyum sağlayamamak, kendini “çirkin” görmek yaşam şeklinin değişmesi (işi bırakmak, evde hareketsiz bir yaşam tarzına uyum sağlayamamak, vb), “annelik” rolünü almaya hazır olmamak, istek dışı gebelik, sorunlu yaşanan önceki gebelikler (düşük, kürtaj, ölü doğum, vb.), uzun ve stresli bir tedavinin sonucunda gebe kalmış olmak, anne karnındaki bebeğin sağlık sorunları, riskli ve zor gebelik, doğumla ilgili korkular, maddi zorluklar yakın zamanda yaşanmış kayıplar, annenin kişilik özellikleri, geçmişte yaşanmış travmatik (örseleyici) olaylar.

Bebeğin doğumunu takip eden ilk günlerde çoğu anne (ve baba) çok karmaşık duygular içindedir. Ailenin hayatı birden çok köklü bir biçimde değişmiştir. Anne ve baba kendisini yepyeni bir rol içinde buluverir. Aileye yeni bir üyenin katılmasıyla yeni bir ilişkiler dengesinin kurulması kaçınılmaz hale gelir. Bu değişime uyum sağlamak zorunda olan anne (ve baba), bir yandan tarifi imkansız bir mutluluk ve heyecan yaşarken öte yandan da hiç anlam veremedikleri bazı olumsuz duygular yaşar. Bu gayet doğal ve kaçınılmaz bir durumdur çünkü her köklü değişim kişiyi bir miktar strese maruz bırakır. Ama doğum sonrasında kendisini tamamen mutlu olmak zorundaymış gibi hisseden ve kendisine hiçbir olumsuz duyguyu (hüzün, öfke, kaygı, korku, vb.) yakıştıramayan bazı anneler bu duygularından dolayı kendilerini acımasızca eleştirip suçlarlar, bu duygularından dolayı eleştirilmekten ve yargılanmaktan korkarlar ve bu yüzden yaşadıkları sıkıntıları çevrelerindeki kişilere anlatmaya çekinirler. Bunun sonucunda da, yaşadıkları sorunlar katlanarak artar.

Hamilelik sonrasında yaşanabilen psikolojik sıkıntılar, hamilelik döneminde görülebilen ve bir önceki bölümde belirtilmiş olan psikolojik sıkıntılara benzer. Bunlara zemin hazırlayabilecek olası etkenler de yine bir önceki bölümde belirtilen etkenlerle aşağı yukarı aynıdır.

Bu psikolojik sıkıntılar hamilelik sonrasında bazen çok hafif düzeyde hissedilir, annenin gündelik yaşantısını ve “annelik” rolünü fazla olumsuz bir şekilde etkilemez, ve en geç 1-2 hafta içinde kendiliğinden  yok olur. Ancak, bazı durumlarda bu sıkıntılar çok yoğun bir şekilde yaşanabilir, anneye ve dolayısıyla bebeğe zarar verecek duruma gelebilir, ve süresi 1-2 haftayı geçebilir. Her iki durumda da bu süreci daha kolay ve sağlıklı bir şekilde atlatabilmek için bir uzman yardımı alınması gerekir.

MENAPOZ DÖNEMİNDE GÖRÜLEN 

Kadınının düzenli adet kanamalarının ve doğurganlık özelliğinin sona erdiği dönem, menapoz olarak adlandırılır. Menapoz da ergenlik dönemi, hamilelik ve doğum gibi kadının hayatında çok önemli olan çalkantılı bir dönüm noktasıdır.

Menapozun ilk belirtileri, aybaşı kanamalarının düzensizleşmesidir. Menapoz döneminde kadının vücudunda yaşanan hormonal değişimler sonucu aşırı terleme, sıcak basmaları , gerginlik, halsizlik, çarpıntı, uykusuzluk, dikkat dağınıklığı, unutkanlık, ani öfke nöbetleri, aşırı duygusallık, alınganlık, keder duygusu ve çökkün ruh hali görülebilir.

Ancak, bu dönemde yaşanabilen psikolojik sıkıntıların sadece bedendeki hormonal değişimle ilgili olmadığı da söylenebilir. Çünkü menapoz dönemi, çoğunlukla çocukların büyüyüp evden ayrıldığı, çalışma hayatının sonuna yaklaşıldığı, ilerleyen yaşla birlikte bazı hastalıkların arttığı ve fiziksel aktivitelerin azaldığı, kişinin anne-babasının iyice yaşlanıp bakıma muhtaç hale geldiği veya vefat ettiği, kişinin yakın çevresinden birilerinin vefat ettiği bir dönem olarak bazı psikolojik sıkıntıların kaçınılmaz olarak yaşandığı bir dönemdir.

Kadınlara özgü olan tüm bu psikolojik sıkıntıların hiçbiri çözümsüz değildir. Var olan durum (adet kanamaları, hamilelik, menapoz, vb.) belki değiştirilemez ama bu verili duruma ilişkin olumsuz düşünceler, duygular ve tutumlar değiştirilebilir. Bu da, yaşanan psikolojik sıkıntının en iyi çözümüdür. Bu psikolojik sorunları en kısa zamanda ve en az zararla atlatabilmenin yolu ise, hiç çekinmeden ve gecikmeden psikolojik yardım almaktır. Uzman Klinik Psikolog Serhat TÜRKTAN

Annesiniz, eşsiniz, evlatsınız, iş kadınısınız… Bütün bunların verdiği sorumluluklar üstünüze üstünüze mi geliyor? Bu sorumluluklar altındayken mutluluğu nasıl yakalayabilirsiniz? Tüm kimliklerin dengelendiği, özgür, güvenli, huzurlu ve coşkulu bir “kadın”a nasıl dönüşebilirsiniz? Bir kadının kaç şapkası olmalı? Örneğin annelik şapkası, eş-sevgili şapkası, iş kadını şapkası, öğrenci şapkası, evlat şapkası, arkadaş şapkası, birey şapkası… Doğumdan ölüme dek değişen, sabah yataktan kalkarken başlayan, akşam yatağa dönene dek sık sık değiştirmeniz gereken şapkalardan…

Sabah saatin alarmı çaldığında bir “birey” olarak uyanan, hızlıca duşa giren, tek gözle kuaförde föne giden “kadın”… Ofise kendini atan ve stres altındaki “iş kadını”… Çalan telefon, okuldan gelen haber ile zaman zaman gerilen, yetişemeyen “anne”… Kendi annesinin araması ile yeniden “evlat”… Akşama koşarak eve yetişen, yemek yapan “ev kadını”… Kocasına / sevgilisine sorumlulukları olan “eş”… Bazen kendine de zaman ayıran, böyle yazılar okuyan, sosyalleşen, arkadaşlarını gören kadın…

Bizi mevcut kimliklerimiz içinde arapsaçına dönmüşken ayıklayan, “ideal siz”e götüren, tüm kimliklerin dengelendiği, özgür, güvenli, huzurlu ve coşkulu bir “kadın” yaratan 4 adım.

Derin bir nefes alın ve sakinleşin. Hayatınızı tam da istediğiniz gibi dönüştürmeye niyet edin. Bütün vücudunuz buna inanana dek bu adımda kalın.

Sadeleşin. İhtiyaç duymadığınız her şeyi, her şapkayı atın! Daha az eşya, daha az kimlik, daha az sorumluluk, daha az iş, daha az insan ile hayatınızda daha çok “siz” olursunuz. Kıyafetten tutun da evdeki eşyalarına, eski dergilerden kalabalık buzdolabına kadar pek çok şeyden kurtulun. Attığınız her şeyde ve masanızda, ofisinizde, evinizde açtığınız her santimetrekarede daha çok siz olacaksınız. Eski düşünceleri ya da eskiye dair düşünceleri, gelecek ile ilgili kaygıları, korkuları da bu adımda atarsanız şahane olacaktır. Hafifledikçe güçleneceksiniz. Hem bedeniniz hafifleyecek hem zihniniz.

Kendi anlamınızı bulun! Hayat sizin için ne demek? Nasıl bir hayat sizin için harika olurdu? “Ooo şimdiki ile ilgisi yok” demeyin, unutmayın ki şimdiki hayatınızı da siz yarattınız veya sürdürerek buna izin verdiniz. Bu sorumluluğu alın ve bugün hayatımızda her ne oluyorsa, bir gün bize iyi gelmiş olması ihtimalini hatırlayın. Şu an hangi şapkayı takıyorsanız, kafanızı sıksa da, rengini hiç sevmeseniz de, hediye edilmiş de olsa ya da kendi zevkinize göre bir şapka alma şansı verilmemiş de olsa, susarak veya sadece isyan edip çözüm üretmeyerek buna siz de izin verdiniz. Hayatınızdan memnun değilseniz veya hayatınızda memnun olmadığınız her ne varsa; önce bunda payınız olduğunu kabul edin, bunu değiştirmeye niyet edin ve ne istediğinizi en somut hali ile tanımlayın. Bütün kalbiniz ve ruhunuzla tanımlayın.

Yaratmak istediğiniz yeni dünyanıza şartsız, yürekten ve yüzde yüz inanın. En ufak bir tereddüt sizi yaprak gibi savuracaktır. İnanç en büyük motivasyon kaynağınız ve içinizdeki güçleri dışarı çıkartacak kaldıraç olacaktır. Kendinize, istediğiniz şeyi hak ettiğinize, bunu yapabilecek gücünüzün olduğuna inanın. / Müge Çevik

4

Cinsiyetçilik, bir cinsin diğerinden üstün olduğunu savunan bir görüş. Toplumsal cinsiyet eşitliği ise, erkek ile kadının yaşamın her alanında eşit haklara sahip olmasını ifade ediyor. İş hayatında cinsiyet ayrımcılığı konusunda farkındalık başlamış gibi görünse de yol uzun. Kadınları destekleyen şirketler, yönetim kademesinde kadınlara fırsat tanımak, doğum ve süt izni gibi haklar için kolaylık getirmek gibi konularda gelişme göstermeye çalışsa da bunlar halen iş hayatındaki kadınlar için mücadele alanı. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çalışma yaşamının özellikleri erkeğe özgü önyargı ve değerlerden kaynaklanıyor. Diğer yandan, kadınların başarılı olmak için erkekler gibi davranmak zorunda hissetmesi de artık bir tartışma konusu haline geldi. İyi haber şu ki, kadınlar artık “kadınsı” yanlarını törpülemeden de varlık göstermeyi konuşuyor. İş dünyası artık dengeli bir iş ortamı ve başarı için “kadınsı” olarak tanımlanan bazı özelliklere ihtiyaç olduğunu fark ediyor.

Çalışan bir kadınsanız, kendi doğanıza ait olduğunu hissettiğiniz ancak iş ortamında bastırmaya çalıştığınız özellikleriniz hakkında bir düşünün. Bunları bastırmak yerine güçlü yönler olarak ele alınıp geliştirseydiniz, kariyerinize nasıl katkı sağlarlardı? Kadınların iş hayatında ilerlemelerinin önünde bazı engeller var. Bunlardan bazıları, araştırmalarla ortaya konmuş. Kadınların kişilik, kararlılık ve azim açısından yeterli olmadığı ile ilgili olarak erkeklerde bulunan önyargılar tespit edilmiş. Kadınların hem önyargılar hem de biyolojik özellikleri dolayısıyla en fazla orta yönetime gelebildikleri ve sonra çoğunlukla durdukları ortaya konmuş. Türkiye’de her on üst yönetici erkeğe karşı sadece bir kadın üst yönetici var. Kadınlar iş gücü piyasasına evlilik ve çocuk doğurmak gibi sebeplerle ya hiç katılamıyor ya geç katılıyor. Bu da toplumda cinsiyet ayrımcılığının yarattığı sorunlara ek olarak çalışma yaşamında kadınlar için zorluklar yaratıyor. Ancak iş hayatı hem erkeklere hem kadınlara ihtiyaç duyuyor. Bu da yeni bir bakış açısı gerektiriyor.

Kadınlık ve erkeklikten bahsedildiğinde, toplumun “kadınsı” özellikler olarak hangilerini gördüklerine bakılıyor. Kadınlık olarak adlandırılan öğeleri öncelik sırasına göre düzenlemek, bunları güçlü yönler haline getirmek ilk adım. Kadınsı özellikler dendiğinde esleyici olmak, ilişkilere değer vermek, duygusal olmak gibi yönlerden bahsediliyor. Erkeksi özellikler içinse dışadönük, duygularını bastıran, saldırgan veya atak, lider gibi tanımlar öne çıkıyor. Tüm bu özellikler cinsiyetlere atfedildiğinde erkeklerin başarıya daha yakın olduklarına dair bir algı doğuyor. Kadınların, verilen üst düzey işleri yapamayacağı yönünde önyargılar bilimsel araştırmalarda da ortaya çıkıyor.

Önyargıları kırmak için kadınların erkeklere benzemeye çalışması yerine hem kadın hem de erkek çalışanlarda bireysel özelliklerin, eğitim ve deneyimin farkına varmak ilk adım. Kadınsı olmaktan, kadınsı görünmekten endişe ediyorsanız bir düşünün. Kadın olmanın artıları nelerdir? Bunları öne alın.

Profesyonelliğin tanımını tekrar düşünme zamanı. Profesyonel olmak çoğu zaman hiç durmadan çalışmakla eşdeğer tutuluyor. Hâlbuki yaşam inişli çıkışlı bir yol. Kariyere eşlik eden doğum, hastalık, aile problemleri gibi durumlar özellikle kadınların hayatını etkiliyor. Kadınlar eş, anne, evlat olma rollerinin yanında ev işlerinin çoğunu da üstlendiği için iş hayatındaki rolleri ile diğer sosyal rolleri çakışıyor. Özellikle de anne olduklarında… Hiçbir erkek baba olduğu için iş hayatında çalışan anneler kadar sıkıntı çekmiyor. Kadın, iş-yaşam dengesini sağlamaya çalışırken, kendini sadece işe vermesi profesyonellik olarak addediliyor. Kadın birçok işi aynı anda yapabilme kabiliyeti varken, işi ne kadar ön planda tutarsa o kadar profesyonel olduğu söyleniyor. Tercih yapmak zorunda hissediyor veya kalıyor.

Şunu fark etmek gerekiyor ki profesyonelliğin tanımını erkeklerin ağırlıklı olduğu iş dünyası yaptı. Ancak yaşam sadece iş ortamından değil, aile ilişkileri, bireysel alanlar ve sosyal ihtiyaçlardan da kurulu. Artık kadın-erkek herkes, iş hayatının kurallarının yeniden yazılmasını talep ediyor. Eskinin kuralları, yeni tartışmalarla sorgulanıyor. Yeni profesyonellik tanımı herkesin ihtiyaçlarını göz ettiğinde daha verimli bir iş hayatından söylemek de mümkün olacak. Bu da kadınların iş hayatında pozitif ayrımcılıkla desteklenmesi sayesinde hızlanacak gibi görünüyor. Profesyonelden beklenenler kime hizmet ediyor ve kimi nasıl etkiliyor? Bunları sormakla başlamak öneriliyor.

Duyguları zayıflık değil, güçlü yönleriniz olarak görün. Eskiden duyguları belli etmek profesyonel olmaktan uzak görünüyordu. Kadınsı görünen ağlamak, bugüne kadar duygusal olmak ve zayıf olmakla özdeşleştiriliyordu. Artık iş hayatında duygusal zekâsı yüksek olan kişilerin başarıya daha yakın olduğu biliniyor. Başkalarının duygularını anlamak liderlik özellikleri için de artık önemli görülüyor. Başkalarının duygularına duyarlılık gösteren kişiler ekibini ve insan kaynağını yönetmede daha başarılı addediliyor. Duygular bizi robotlardan ayıran, yapay zekâ tartışmalarında insanları bir adım önde tutan gücümüz. İçsel motivasyonun yakıtı olabilen duygulardan utanmamak ilk adım. Duygular ile temas etmek sadece kadınlara değil, sosyal ilişkilerini ve iş ilişkilerini yönetmede yetkin olmaya çalışan erkekler için de öne çıkan bir özellik.

Duyguların sadece dişi alana ait olmadığını düşünmeye başlayın. Erkeklere küçük yaştan itibaren duygularını gizlemek öğretilir. Halbuki duygulara izin vermek, uzun vadeli stresin de önüne geçer. Size bağlı çalışanlarınız, bir ekibiniz veya büyük bir şirketiniz varsa ofis ortamına duyguların dahil olmasından korkmayın. Duyguların ortamda olmasını nasıl yöneteceğinizi bilemiyor olabilirsiniz. Ancak bazen onların ifade edilmesine izin vermek bile gerilimi azaltmaya yeterli olabilir. Fırsat tanımanız bile yeterli olabilir. Eğer bir çalışansanız, yöneticiniz veya patronunuza duygularınızdan bahsetmeyi deneyin. Bunun daha verimli olmanız için bir yol olduğunu söylemeyi de ihmal etmeyin.

Duygusal

Duygusal işler de değerlidir! Birçoğumuz iş yerinde, işimizin parçası olmayan şeyler yaparız. İşe yeni başlayan birine kol kanat germek, ihtiyacı olanlara tavsiyeler vermek de işinizin bir parçası haline gelebilir. Bu, size iş yükü değil, paylaşım olarak göründüğünde kadınsı özellikleri iş hayatına başarıyla taşıdığınızdan söz etmek mümkündür. Bundan utanmayın. İş yerinde sadece belirli emek türlerini kabul etmek eril bir bakış açısına kaymanıza sebep olabilir. Günümüz iş dünyasında, meslekler arasındaki farklılıkları ifade eden şeylerden biri paradır. İş arkadaşlarının aldıkları ücretler farklı olsa da duygusal etkileşim, destek ve yardımlaşma para ile ölçülebilen bir değer değildir. Duygusal olarak sağlıklı bir ortamda yer almak iş verimliliğine de dolaylı olarak olumlu etki eder. Bunu göz önünde tuttuğunuzda, diğerlerinden daha düşük ücret almanız bazen önemini yitirebilir.

Hayatı idame ettirmek için para ilk değer olsa da insanlara destek olmak, paha biçilemez bir manevi tatmin sağlar. Gerektiği yerde duygusal emek vermekten çekinmeyin. Kendinize yapacağınız en güzel yatırımlardan biri, duygusal varlığınızla da iş ortamında bulunmaktır. Görünmeyen işler büyük farklar yaratabilir. İşveren veya yöneticiyseniz, çalıştığınız kurumda yetkiniz ve gücünüz varsa bu tarz davranışların hakkını vermeyi ve takdir etmeyi unutmayın.

Kıyafet kodlarına takılı kalmayın. Kıyafetler iş hayatındaki kadınları daha kadınsı veya daha erkeksi gösterebiliyorlar. Halbuki bunun yapılan işle pek bir ilgisi yok! Kadınların iş hayatında erkek gibi davranmak zorunda kaldığı, özellikle “cam tavan sendromu” tartışmalarının üst düzeye çıktığı yıllarda kadınların iş kıyafetleri de oldukça hararetli bir şekilde tartışılmaya başladı. Günümüzde iş giysileri konusunda daha esnek anlayışlar gelse de hâlihazırda birçok kodlama var. “Fazla kadınsı” “fazla süslü” gibi birçok tanım aslında önyargılara yol açıyor. Çalışan kadınlar, iş hayatına uygun görünen iş giysilerine kazançlarının birçoğunu yatırmak zorunda kalıyor. İşin maddi boyutu dururken bir de profesyonel imaja olan etkisini hesaba katmak kadınlar için ekstra bir yük. Özellikle de kıyafet yönetmeliğinin olduğu iş yerlerinde kadınlar belli standartlara uyum sağlamak için alışverişe ayrı bir mesai ve para harcamak zorunda kalıyor.

Peki, ne yapabiliriz? Kadınsı giyinmenin küçük görüldüğü bir iş ortamında yaşadığınızı hissediyor ve bundan rahatsızlık duyuyorsanız, bu konuyu tartışmaya açabilirsiniz. Uygunsuz veya kadınsı giyinmenin tanımının tekrar yapılmasını talep edebilir, yasaklanan şeylerde görülen potansiyel zararları tartışılmaya açabilirsiniz. Kadınlar emeklerini ortaya koyan, kadınlara atfedilen zevklere uzak duran tasarımlarda giysiler giydiklerinde daha başarılı ve güçlü görünebiliyor. Nesilden nesile aktarılan toplumsal önyargının değişmesi zaman alsa da farklılıklara öncelikle sevgiyle yaklaşmak öneriliyor.

3

“Liderlik güzelliğe benzer ve tanımlaması zordur, fakat onu gördüğünüzde hemen tanırsınız.” Liderler bulunduğu çevreyi; zekasıyla, bilgi birikimiyle, tecrübeleriyle ve sorumluluk bilinciyle yönetebilen, ortak bir hedefe ulaşma yolunda liderlik yaptığı grubu motive edebilen kişilerdir ve insanlık tarihinin ilk zamanlarından itibaren “liderlik” kavramı var olmuştur. Uzun yıllardır liderlik ve liderlerin sahip olması gereken özellikler birçok araştırmaya konu olmaktadır. Küreselleşmenin de etkisiyle hızla değişen ve gelişmekte olan dünya düzeninde, başarılı bir liderin özelliklerini irdelemek, bu özellikleri edinme ve geliştirme konusunda çalışmalar yapmak giderek daha da önemli ve gerekli olmaktadır. Lider ruhlu insanlar:

• Değişen koşullara karşı yeniliklere kolayca ayak uydurabilen

• Hem kendisini hem liderlik ettiği bireyleri değişen koşullara adapte edebilen

• Yeni hedeflere ulaşmak için liderlik yaptığı bireyleri motive edip, yönlendirebilen

• “Biz” kavramını etkili ve doğru bir şekilde kullanabilen

• Yönetim becerilerine sahip olan, liderlik ettiği bireylerle etkili iletişim kurabilen

• İkna becerisine ve tanıtım yeteneğine sahip olan

• Sabırlı olan, zorluklara dayanabilen, risk alabilen

• Çok yönlü düşünebilen, analiz ve yorumlama yeteneği olan

• Bir vizyon sahibi olan ve bu vizyon ışığında liderlik yaptığı kişileri yönetebilen

Gibi özelliklere sahip olan kişilerdir ve günümüz iş dünyasında, rekabet ortamında ayakta kalabilmek için bu özelliklere sahip yöneticilerle çalışmak büyük bir avantajdır. 

26.11.2022

Kadınların iş yaşamına dahil olmasıyla birlikte iş dünyasının dinamikleri de baştan aşağı değişmiş ve “liderlik” ile ilgili yapılan tüm çalışmalar bu doğrultuda çeşitlenmiştir. Zaman içinde, yaşamın her alanında kendilerini göstermeye başlayan kadınlar, iş dünyasında da yönetici pozisyonunda yer almaya başlamıştır. Bu süreçte kadınlar birçok sorunla ve engelle karşılaşmış ve kadın yöneticilerin erkek yöneticilerle karşılaştırıldığı, kadın ve erkek yöneticilerin “liderlik” vasıflarına ne kadar sahip olduğuyla ilgili araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. 

Kadınların erkeklere oranla, stratejik olarak önemli olan yönetici pozisyonlarında temsil güçlerinin az olmasının nedenlerinin araştırıldığı bir çalışmada, karşılaşılan engeller ve haksızlıklar “Cam Tavan Sendromu” kavramıyla açıklanmıştır. Cam tavan sendromunu, iş dünyasında kadınların bekledikleri yükselişe, karşılaştıkları engellerden dolayı ulaşamaması, görünmez bir üst sınırın varlığıdır. Bu sendrom; iş dünyasında kadın-erkek eşitliliğinin olmaması, sosyal hayatta kadın ve erkeklere biçilen roller ve bu doğrultuda yapılan ayrımcılıklarla ilişkilendirilir. Cam tavan, üst yönetim pozisyonları için yükselmeye çabalayan kadın çalışanların çarptığı “görünmez bir tavan”dır ve kadın çalışanların sadece kadın olduğu için üst yönetim pozisyonlarından uzak tutulmasına yönelik engellerin tamamıdır. 

Cam tavan algısına neden olan faktörlerden bir diğeri de, “kadın tarafından konulan engeller”lerdir.

• Kadınların kendilerini referans alma yanılgısı (“Ben bu pozisyona nasıl geldiysem herkes bu pozisyona gelebilir.” düşüncesi) 

•  Kraliçe Arı Sendromu (Üst yönetimde yer alan “tek kadın” olmanın bir başarı ve ayrıcalık göstergesi olduğuna inanmak) 

Bu engeller, iş dünyasında kadın liderlerin başarılı olması ve rekabet gerektiren koşullarda ilerleyebilmelerinin önüne geçmektedir. Kraliçe arı sendromu, cam tavan sendromuna sebep olan faktörlerdendir ve bize, “kraliçe arı” özelliklerini taşıyan yönetici kadınların verdiği iktidar mücadelesini açıklar. Bu özelliklere sahip yöneticilerin bünyesinde çalışan bir kadınsanız, bu durum hayatınızı zorlaştırabilir ve gelişip ilerlemeye çalıştığınız iş hayatınızı olumsuz yönde etkileyebilir.

Görüldüğü üzere hem erkek yöneticiler hem de kadın yöneticilerin, iş dünyasında kadın çalışanların gelişim göstermesine yönelik engelleriyle karşılaşmaktayız. Fakat günümüzde, toplumsal cinsiyet eşitliğine dikkat çekmek için birçok çalışma yürütülüyor ve toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi teşvik ediliyor. Bu süreçte, hem kadın hem erkek çalışanlara bu kavramlarla ilişkin kapsamlı eğitimler verilmeli ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin iş dünyasındaki önemine dikkat çekilmelidir. 

Kadın Çalışanların Kişilik Özellikleri

Kişilik Envanteri, bireylerin kişilik yapısını, 16 temel kişilik özelliği ve 5 genel kişilik eğilimi kapsamında ölçmeye yarayan ve kurumlarda da işe alma sürecinde, çalışanların kişilik özellikleri ve eğilimlerini ölçmekte sıkça kullanılan güvenirliği yüksek bir kişilik envanteridir. Kadın yöneticilerin “liderlik” vasıflarını saptamakta ve güçlü ve geliştirilmeye yönelik özelliklerin belirlenmesinde faydası görülen bir ölçümdür.  DBE kurumu tarafınca yapılan ölçüm sonuçlarına göre kadınların genel kişilik özellikleri aşağıdaki gibidir:

• Sıcakkanlılık (Sıcakkanlı, dışa dönük, başkalarına karşı özenli, nazik, uyumlu)

• Duygusal İstikrar (Duygusal olarak kararlı, olgun, gerçeklikle sakince yüzleşebilen)

• Canlılık (Hareketli, spontane, coşkulu, mutlu-şanslı, neşeli, etkileyici)

• Hassasiyet (Hassas, estetik, şefkatli, sezgisel, rafine)

• Kaygı (Endişeli, kendinden şüphe duyan, suçluluk eğilimli, güvensiz)

• Mükemmeliyetçilik (Mükemmelliyetçi, organize, kompulsif, sosyal açıdan hassas, titiz irade gücü, öz disiplinli )

Bu sonuçlar doğrultusunda, lider bireylerin sahip olması gereken özellikler de gözetilerek, kadın liderlere yönelik eğitimler verilmeli ve “dezavantaj” sayılabilecek özelliklerin geliştirilip güçlendirilmesi ve güçlü olan özelliklerin daha etkili şekilde kullanılması için “farkındalık” çalışmaları yapılmalıdır. / DBE Kurumsal Ölçme / Değerlendirme ve Eğitim Merkezi

Kendi Potansiyelinizin Önündeki Görünmez Engel. Cam tavan sendromu, en basit haliyle görünmez bir üst sınır anlamına geliyor. Potansiyelinizin önündeki engel olarak da tanımlanabilir. Genellikle kadınlarda görülen bu durumun ise pek çok nedeni bulunuyor. Günümüzde neredeyse tüm dünyada kadınların iş hayatına katılımı erkeklere oranla çok daha az. Çalışan kadınların ise yükselişi iş hayatındaki erkek egemenliği nedeniyle pek mümkün olmuyor. Bu düzende ise kadınlar yeteri kadar yükselemiyor. Özellikle Türkiye’de kadınların iş hayatına katılımı bir hayli az. Gerek toplumsal düzen gerekse ülkelerin gelenekleri, görenekleri, toplumdaki cinsiyet eşitsizliği gibi nedenler kadınların kendi potansiyellerini ortaya çıkaramamasına neden oluyor. Cam tavan sendromu ise tam da bu durumu anlatıyor. Cam tavan sendromu; en genel hatlarıyla kurumsal hiyerarşide kadınların yaşadığı sıkıntıları anlatmak için kullanılıyor.

Cam tavan sendromunu en iyi anlatan örneklerden biri ise pire deneyi; Bilim insanları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler. Bu nedenle birkaç pireyi 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Fanusun altına ise metal bir zemin koyulur ve bu zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin sıcak olduğu içinse tekrar zıplar ve tekrar başlarını vurup düşerler. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çeker. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenir. / 1986’da Wall Street Journal’daki bir makale popüler hale gelen bu terim, özellikle kadınların iş hayatında yükselememesini, önlerinde bir engel varmış gibi hissetmelerini anlatıyor. / Cam tavan sendromu, kadınların yönetimde üst düzey işlere terfi etmelerini önleyen yapay bir engel için kullanılan bir metafor.

Kadınlar herhangi geçerli bir sebep olmamasına rağmen, çalıştıkları kurum içindeki erkek egemenliği ya da baskılanma nedeniyle terfilerinin önünde pek çok engel varmış gibi hissediyorlar.

Dünya Ekonomi Forumu her sene Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi yayınlayarak dünya genelinde kadın ve erkeklerin durumunu değerlendiriyor. Bu endeks hesaplanırken kadınların ekonomiye katılımı; eğitime, sağlık hizmetlerine erişimi ve siyasete katılımları dikkate alınıyor. Türkiye ise bu çalışmada yüzde 22 ile AB ülkeleri içinde kadınların en az oranda çalıştığı ülke konumunda. Maalesef cinsiyet eşitsizliği ve negatif ayrımcılık nedeniyle çoğu kadın iş hayatında kendi potansiyelini ortaya çıkaramıyor. Bu durum yalnızca kadınlarda değil bir grup içindeki azınlıklarda da görülüyor.

1

İster kadınlar olsun ister erkekler her insanın içinde biraz da olsa kıskançlık vardır. İnsan olmanın bir getirisidir bu. Aslında çoğu zaman biraz kıskançlık olması da iyidir. İş konusunda, ilişki konusunda kıskanç olan insan daha iyisini yapmak için hırslanabilir. Ancak kıskançlığın da kıvamında tutulması gerekmektedir. Fazlasına sahip olan insanların sırf kıskançlıklarından yapamayacakları şey, söyleyemeyecekleri söz yoktur.

Ofis ortamlarında veya okulda kadınların birbirlerini en çok kıskandığı konular başında tabii ki başarı geliyor. Bunun dışında ortama yeni dâhil olan biriyseniz de diğer kadınlar tarafından kıskanılmamanız gibi bir durum söz konusu olmuyor. Özellikle kariyer anlamında hırslı olan kişiler ve hedeflerini yüksekte tutan kadınlar hemcinslerine karşı daha acımasız bir kıskançlığa bürünebiliyorlar. Bu da özellikle ofis ortamında huzursuzluğu beraberinde getiriyor. İş ortamında daha fazla sevildiğini düşündüğü kişiye psikolojik baskı uygulanması kıskançlığın sebebidir. Oluşturulan rekabet ortamı da kıskançlığı arttırmaktadır.

Kadınlar arasında geçimsizliğin altında yatan sebeplerin başında bu kıskançlık duygusu gelmektedir. Aslında tek sebebin de kıskançlık olduğunu söyleyebiliriz. Aşırıya kaçan kıskançlık birçok kötü huyun da beraberinde gelmesine sebep olur. Bu da kadınlar arasında geçimsizliğe sebep olur.

Aslında

Kıskançlık duygusu aslında hem yaşayan hem de yaşatan için zor durumların oluşmasına sebep olabilir. Kıskançlık duyan kişinin öncelikle bunun bilincine varması ve kabullenmesi gerekir. Daha sonra kıskançlığın gerçekte hangi konu yüzünden yaşandığını belirlemesi gerekir. Kıskançlıkları yüzünden yaptıkları davranışların neler olduğunu belirlemeli ve bu davranışları yapmaktan kaçınmaya çalışmalıdırlar.

Kıskanç bir insan olduğunuzu ve hem çevrenize hem de kendinize zarar verdiğinizi düşünüyorsanız objektif olarak kendinizi değerlendirmeye çalışın. Kendinize yapılmasını istemediğiniz davranışları karşınızdakine yaptığınızda sıkıntı daha da büyüyecektir. Kıskandığınız kişi ile daha çok iletişim kurmaya çalışın ve kıskançlık duygunuzu bastırın. Ne kadar yapıcı olursanız kıskançlığınızın olumsuz etkisinden o kadar kolay kurtulursunuz.

Kaybetme korkuları

Bazı kıskançlıklar kaybetme korkularından ileri gelir veya geçmişte yaşanılan bir deneyim kişiyi kıskançlığa itmektedir. Karşınızdaki insandan daha üstün bir konumda olduğunuzu düşünüyor olsanız bile onu kıskanabilirsiniz. Bu duygunun nereden kaynaklandığını bulmaya çalışın. Aşırı kıskançlık duygusu kişinin kendine yeterince güvenmediğinin bir belirtisidir. Bu konuda psikolojik destek almak yardımcı olabilir.

Kıskançlığın önüne geçmek istiyorsanız kendinizi başkaları ile kıyaslamaktan vazgeçmelisiniz. Herkesin bir diğerinden daha iyi yapmakta olduğu bir iş vardır. Eksik noktalarınızı bulmaya çalışın ve ilerlemek istediğiniz noktada ilerleyin.

Başkaları ile kendinizi kıyasladığınızda hayal kırıklığına uğramanız muhtemeldir. Kıskandığınız kişinin sizden çok daha iyi olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak onun elde ettiği başarıdan daha fazlasını elde etmiş insanlar da dünya üzerinde mevcuttur. Böyle düşününce kıskanacak çok fazla insan geliyor ve onların seviyesine ulaşmak için seneler harcamak gerektiğini fark edebilirsiniz. En iyisi siz sadece kendinize yönelin. Bir önceki günden daima daha ileridesiniz. Bu motivasyon ile çalışmalarınıza odaklanın.

Doğal bir duygu mu?

Kıskançlık, kadın kıskançlığı, kadınlar neden birbirlerini kıskanır, kadınlar neden birbirlerini çekemez?

“Duygular insanı harekete geçiren güçlerdir”, “Bir insan kendisinde neyi eksik görüyor ve ötekinde kendinde eksik bulduğu şeyin fazla olduğunu algılıyorsa kıskançlığı o çerçevede olur… Bu karşıdaki kişinin zekâsı, başarısı, güzelliği ya da zenginliği olabilir”

Kıskançlık duygusu belli bir düzeyde normal kabul edilebilir ama üstesinden gelinmesi ve ilişki içinde yaşanıyorsa uygun ifade yolları bulunması gereken bir duygudur. Kıskançlık duygusu sık ve yoğun yaşanıyorsa kişinin kendisine ve ilişkide olduğu kişilere zarar verir. Kıskançlık çoğunlukla başka duygularla birlikte yaşanır.

Basit bir özenme, imrenme duygusundan öfke, hiddet, şiddet gibi geniş bir yelpazede duygular eşlik edebilir. Başka bir insana ya da onun özelliklerine duyulan özenme, imrenme zararsız kabul edilebilir, hatta o kişiyi model alarak beğendiği özellikleri kendisinde de geliştirmeye fırsat sağlayan yapıcı bir güç de teşkil edebilir. 

Ancak bir insan sürekli kendini başkaları ile kıyaslıyorsa, ilgisi ve dikkati sürekli kendisinde eksik ve başkalarında fazla gördüğü konularda ise bu o kişi için sağlıksız bir durumdur. Bu boyutta bir kıskançlık kişiyi içten içe kemirir ve kıskançlığının odağı olan kişilere de duygusunu yıkıcı bir güç olarak yansıtması muhtemeldir. Kontrol edilemeyen, üstesinden gelinemeyen kıskançlık kişinin gereksiz yarışma, rekabet durumlarına girmesine ya da kıskandığı kişiye yönelik düşmanca davranışlara itebilir.

Kıskançlık her insanın yaşayabileceği ve sağlıklı boyutlarda ise doğal sayılabilecek bir duygudur. Kadınlara has bir duygu olduğunu söylemek hatalı bir genelleme olur. Kadınların kültürel olarak duygularını daha fazla dışa vurma özellikleri böyle bir genellemeye yol açıyor olabilir.

Peki, genelde kadınlar kendi cinslerinde en çok neyi kıskanıyor?

Kıskançlık duygusunun temelinde kendine güvensizlik ve eksiklik duygusu vardır. Bir insan -kadın ya da erkek- kendisinde neyi eksik görüyor ve ötekinde kendinde eksik bulduğu şeyin fazla olduğunu algılıyorsa kıskançlığı o çerçevede olacaktır. Bu karşıdakinin zekâsı, başarısı olabileceği gibi güzelliği, zenginliği ya da sahip olduğu başka şeyler de olabilir.

Birçok kadın, erkeklerin daha iyi arkadaş olduğunu ve çevresinde kadın arkadaşlardan ziyade erkeklerin bulunduğunu söylüyor. Bunun sebebi de kadınların birbirlerini kıskanıyor olması olabilir mi? / Kıskançlık duygusu tabi ki kişinin uyumunu bozabilir ancak böyle bir tutumun altında çok başka nedenler de olabilir, bu nedenle vaka bazında değerlendirilmesi gerekir.

“Kadın kadının kurdudur” derler. Bazen en iyi iki kadın arkadaşın bile birbirlerini kıskandığını görürüz. Peki, kıskançlığı bastırmanın yolları var mı? Bu kötü duyguyu defetmek için kişilere ne gibi görevler düşüyor?

Duygular insanı harekete geçiren güçlerdir. Kıskançlık da hemen her insanın yaşadığı doğal bir duygudur. Ancak toplumca hoş görülmediği için yok var sayılır ya da bastırılır. Bir duyguyu yok varsaymak, yadsımak ya da bastırmak etkili baş etme yolları değildir. Çünkü bastırılan duyguların yoğunluğu artar. Kıskançlık da yoğun yaşandığında zarar vericidir. Bir duygu insanı olumluya itiyorsa, kişisel gelişimine katkı sağlıyorsa sağlıklıdır. Bastırılarak yoğunluğu artan bir kıskançlık kişinin yaşamında yapıcı değil yıkıcı bir güç olacaktır.

Kıskançlık duygusunun pençesine düşmemek için kişinin kendisini başkaları ile kıyaslamak yerine kendi kişisel gelişimine odaklanması gerekir. Kendini gerçekçi bir bakış ile değerlendirerek artı ve eksilerinin farkında olan ve mükemmelliği aramak yerine kendisi ile barışık olmayı seçen insan bu duygunun esiri olmayacaktır. Uzman Psikolog Çiğdem Demirsoy

Kişilik Edinemeyen Kadınlar Kıskanır!

Kişilik Edinemeyen Kadınlar Kıskanır! Kadınlar içerisinde her kadının hemcinsine düşman olduğunu söylemek haksızlık olacaktır. Yapılan çalışmalar, hemcinslerine yönelik düşmanlık yapan kadınların, olgun bir kişiliğe sahip olmadıklarını ortaya koyuyor. Bu kadınların ortak kişilik özellikleri; dedikodu yapmak, doğru olmayan ithamlarda bulunmak ve buna kendini inandırmak, histerik krizler, öfke nöbetleri, üslupsuz ve kaba bir dil de cabası. Bunun temelinde kişinin kendine ait bir kimlik edinememesi yatıyor. Kendini bulamayan insan, kendini bulmuş insanlara savaş açıyor.

Özgüveni Olmayan Kadınlar Kıskanır!

Özgüveni Olmayan Kadınlar Kıskanır! Kendisiyle barışık olmayan hemcinsinizden korkun ey hanımlar. Kendine güvenmeyen bir insan, başkasına nasıl güvensin? Kendiyle problemi olan insan, başkalarıyla da problemli olacaktır. Özellikle de evlendikten sonra kocasının gücüne, statüsüne yaslanıp hareket eden kadınlar; kendi ayakları üzerinde duran, kimseye yaslanmayan kadınlara ölümüne düşmandır. Böyle kadınlar varsa etrafınızda, kendinizden uzak tutmanızı şiddetle salık veririm.

Kendi Görüntüsünden Emin Olmayanlar Kıskanır! Kendi fiziki görüntüsünden şüphe eden kadınlar da yine hemcinslerinin canına okumaya çalışıyor. Eğer kendisinden daha güzel ve alımlı olduğunu düşünüyorsa işte o an kaçınılmaz son ortaya çıkıyor ve size, kendince bir savaş başlatıyor.

Art Niyetli Kadınlar Kıskanır! İyi insanlar, iyi niyetli, hoşgörülü insanlar her zaman açık hedeftir diğer kadınlar için. Bir kadın hem iyi hem de dürüstse, üstüne bir de yüzüne bakılacak bir güzelliği de varsa diğer kadınların nefret etmesi an meselesi. İyilikten rahatsız olan bu kadınlar familyası, sizi ve dünyanızı asla anlamayacaktır. Boşuna dil dökmeye gerek yok. Şunu da unutmamak gerekir ki: kadınlar, kıskandıkları diğer kadınları provoke etmeye çalışır. Siz siz olun böyle provokasyonlara prim vermeyin.

Hayranlık Duydukları Kadınları Kıskanırlar! Bazen olur. Hemcinsleriniz size hayran hayran bakar. Hatta nefretini gizlemek için düzmece övgüler yapar. Ancak bu hayranlık zamanla nefrete dönüşür ve gözünüzün üstünde olan kaşınızdan dahi rahatsızlık duymaya başlar. Maalesef hayranlık uyandırmak da kıskançlık endikasyonlarından bir tanesi…

Becerikli Kadınları Kıskanırlar!

Becerikli Kadınları Kıskanırlar! Kadınların gözünde, güzelsen, becerikli değilsindir; becerikliysen güzel değilsindir. Ancak bir de bu tabuyu yerle bir eden kadınlar var. Hem güzel hem becerikli hem naif hem de iş bitirici. Böyle bir yapınız varsa bırakın kadınları, herkesi kendinize düşman edebilirsiniz…

Popüler Kadınları Kıskanırlar! Alkışlanan kadınlar, diğer kadınlar tarafından asla sevilmez. Bazı kadınlar, kendilerinin sönük kalacağını hissettikleri anda histerik krizlere girebilir ve yine size savaş açabilirler.

Kadınlar, kendilerinden daha mutlu kadınları kıskanırlar ve onlardan uzak dururlar. Kadınlar bir süreliğine kendilerinden daha kötü durumda olan ve dert yakınan kadınlarla daha iyi anlaştıklarını düşünürler. Ancak bir süre sonra mutsuz kadının durumu düzeldiğinde kıskançlık devreye girer. Bir nevi mutluluğunuzu dahi kıskanmaktır bu. Halbuki hayat herkes için engebelerle doludur. Ancak dışarıdan mutlu bir insan olduğunuza kanaat ettikleri an hemcinsleriniz için yine hedef tahtasında olmanız an meselesi.

Her Giydiğini Yakıştıran Kadınları Kıskanırlar! Bazı kadınlar vardır, gerçekten de çuval giyse yakıştırır kendine. Bazıları da vardır ki, en pahalı kıyafetler içinde rüküş ve ucubedir. Neyse ki zevk sahibi olmak, satın alınan bir şey değil çok şükür. Bunu etrafımızdaki hoyrat bakışlardan da anlayabiliyoruz.

Anaç Ruhlu Kadınları Kıskanırlar!

Kim ne derse desin, kadının doğasında üretmek ve çoğaltmak vardır. Çocuk yetiştirmek veya çocukları sevmek bunun birincil özelliğidir. Ancak birtakım kadınlar tarafından, çocuklarla arası iyi olan kadınlar, başka kadınlar tarafından “fazla anaç” olmakla suçlanırlar. Çünkü kıskanılırlar. Açıkçası anaç olmadığını iddia eden ve hatta bununla övünen bir kadın, kendi özünü de inkar ediyordur, hatta kendisiyle ilgili psikolojik problemlerin üzerini örtmeye çalışıyordur. Aldırmayın. Anaç olmak, merhamet ve şefkati ve de sevgiyi kalbimizde tutmamızı sağlar. Sevgiyi muhafaza etmek için özümüze sadık kalmakta fayda var.

Evet, nihayetinde insan, insanın aynasıdır. Bu prensibi akıldan çıkarmamak gerekir. Tabi sözümüz her kadın için değil elbette.

Kendini bilen, ağzından çıkan her sözü ölçüp tartan, kadın veya erkek demeden herkese ‘insan’ gözüyle bakan ve insanları sevme gayreti olan, histerik krizlere girmeyen, dedikodu yapmayan, kendini kanıtlamaya hırsıyla dolu olmayan, olgun ve ağırbaşlı kadınlar zaten kıskanmaya ihtiyaç duymayan kadınlar. Geri kalan kısım ise ellerinde savaş baltaları, her an sizinle rekabet ediyor. Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler.

26.11.2022

Comments are closed.