logo

Kaybolmadan kendimizi anlamaya başlamayız

Bunu Ben İstedim | Dr. Mehmet Dinç

KİŞİLİK PSİKOLOJİSİ

KENDİNİ TANIMAK KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK

PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİ

BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI PSİKOLOJİ /GESTALT TERAPİ

Agnozi, bireyin dış dünyadan gelen duyusal bilgileri işleyememesi ile ortaya çıkan nöropsikolojik bozukluktur. Agnoziye sahip bireyler genellikle nesneleri, kişileri, sesleri, şekilleri veya kokuları tanıyamazlar. Hafıza kaybı veya duyusal bozukluklarla ilişkili olmayan agnozi, beyinde bilgi akışını sağlayan ventral yola bağlı oksipitotemporal alanın hasar görmesiyle ortaya çıkar. Genellikle beynin sağ hemisferindeki hasarların sonucu olarak görülen agnozi çift taraflı hasarlara bağlı olarak da ortaya çıkabilir.

Agnozinin Özellikleri Nelerdir?

Agnozinin özellikleri şu şeklide listelenir:

  • Agnozi bir nöropsikolojik bozukluktur.
  • Duyma, görme ya da dokunma gibi tek bir görevde bozulma meydana gelir. Bu nedenle birden fazla agnozi türü vardır.
  • Agnoziler sıklıkla parietal, temporal ve oksipital beyin bölgelerinin hasar almasıyla ortaya çıkar.
  • Görme ve işitme duyularına yönelik agnoziler nadir görülür.
  • Agnozilerin görülme sıklığı %1’den daha düşüktür.
  • Agnozi bozukluğu için bilinen riskli bir grup yoktur.

Agnozi Türleri Nelerdir?

Agnozi türleri şu şekilde listelenir:

  1. Akinetopsi
  2. Özalgısal görsel agnozi
  3. Astereognozi
  4. İşitsel agnozi
  5. Ototopagnozi
  6. Görsel agnozi
  7. Görsel-mekansal disagnozi
  8. Taktil agnozi
  9. Simultanagnozi
  10. Sosyal duygusal agnozi
  11. Saf aleksi
  12. Fonagnozi
  13. Prosopagnozi
  14. Bütünleyici agnozi
  15. Parmak agnozisi
  16. Form agnozisi
  17. Çevresel agnozi
  18. Kortikal sağırlık
  19. Ağrı agnozisi
  20. Zaman agnozisi

1. Akinetopsi

Serebral akinetopsi olarak adlandırılan agnozi türüdür. Akinetopsiye sahip birey nesnenin fiziksel özelliklerini ve konumunu algılar ancak hareketini algılayamaz. Bireyin sabit bir arabanın fiziksel özelliklerini ve konumunu algılayabilmesine karşın yoldan geçen bir arabanın fiziksel özelliklerini ve süratini algılamada güçlük çekmesi akinetopsiye örnek olarak gösterilebilir. Görsel algılama sürecinden sorumlu olan oksipital lobun hareketi algıladığı V5 bölümünde meydana gelen hasarlar akinetopsinin ortaya çıkmasına neden olur. 

2. Özalgısal Görsel Agnozi

Özalgısal görsel agnozi, bireyin şekilleri ve nesneleri görsel olarak algılamada zorlanması olarak tanımlanır. Özalgısal görsel agnoziye sahip bireyler diğer görsel agnozilerden farklı olarak eşleştirme görevlerinde zorlanırlar. Buna göre özalgılsal görsel agnoziye sahip bireyler birebir özelliklere sahip iki nesneyi birbiriyle eşleştirme ve algılama görevinde güçlük yaşarlar.

3. Astereognozi

Astereognozi veya bedensel agnozi, bireyin dokunma duyusundan gelen bilgileri algılayamaması olarak tanımlanır. Buna göre birey dokunduğu nesnelerin fiziksel yapısını, ağırlığını ve sertliğini algılayamaz. Elinde hiçbir duyusal sorunu olmayan bir kişinin gözleri kapalı iken avucuna konulan bir kalemi dokunarak tanıyamaması astereognoziye örnek olarak gösterilebilir. Astereognozi beyinde algılamadan sorumlu parietal lobun 3-1-2 alanının hasar görmesiyle oluşur.

4. İşitsel agnozi

İşitsel agnozi, işitme duyusunda herhangi bir problemi olmayan bireyin konuşma veya diğer işitsel uyaranları algılama sürecinde güçlük yaşaması olarak tanımlanır. İşitsel agnozinin iki alt türü vardır. Anlamsal çağrışımlı agnozi alt türü, bireyin algıladığı sesleri anlamlandırma sürecinde ortaya çıkan problemlere işaret eder. İşitsel agnozinin diğer türü olan ayırt edici agnozi ise uyaranların yapısının ve özelliklerinin algılanmasında yaşanan güçlüktür. İşitsel agnoziler duymadan ve hafızadan sorumlu temporal lobun hasar alması sonucu ortaya çıkar.

5. Ototopagnozi

Bireyin bedenini, bedeninin yarısını veya bedeninin uzuvlarını algılamada zorlanması, tanıyamaması ya da başkasına ait olduğunu öne sürmesi ototopagnozi olarak tanımlanır. Ototopagnoziye sahip bireyler bedenini hareket ettirme ve uzuvlarını yönetme becerilerinde zorlanırlar. Bu bireyler bedenini veya uzuvlarının kendine ait olmadığını öne sürerek vücutlarına zarar verme davranışında bulunabilirler. Ototopagnozi sıklıkla beynin sol hemisferinde parietal lobun hasar almasıyla ortaya çıkar.

6. Görsel agnozi

Görsel agnozi, bireyin şekilleri ve nesneleri görsel olarak algılamada zorlanması olarak tanımlanır. Görsel algıda yaşanan zorluklar bireyin nesneleri tanıma, ayırt etme, çizim yoluyla taklit etme ve örgütleme becerilerini kısıtlar. Masa üzerinde duran kalemin fiziksel özelliklerini algılayamayan bireyin kalemi tanımada ve kullanmada problem yaşaması görsel agnoziye örnek olarak gösterilebilir. Görsel agnozi oksipital lobun V1-2 bölgelerinde meydana gelen hasar sonucu ortaya çıkar.

7. Görsel mekansal disagnozi

Bireyin çevresinde bulunan nesnelerin birbirlerine göre konumlarını, yönelimlerini ve etkileşimlerini algılamada ortaya çıkan zorluklar görsel mekansal disagnozi olarak adlandırılır. Bir odada bulunan mobilyaların ve nesnelerin özelliklerinin, aralarındaki mesafenin, derinlik algısınının ya da nesnelere ilişkin içsel imgelerin birey tarafından algılanamaması görsel mekansal disagnoziye örnek olarak gösterilebilir. Görsel mekansal disagnozi parietal lobda meydana gelen hasar sonucu ortaya çıkar.

8. Taktil Agnozi

Taktil agnozi, herhangi bir duyusal bozukluğa sahip olmayan bireyin nesneleri dokunarak algılayamaması olarak tanımlanır. Taktil agnozi, astereognoziden farklı olarak algılama gerçekleşmeden önceki süreçte ortaya çıkan bozukluktur.

9. Simultanagnozi

Simultanagnozi, bireyin görsel algı yoluyla elde ettiği bilgileri bütün olarak işleyememesi olarak tanımlanır. Buna göre birey, görme alanındaki nesneleri veya canlıları bir bütün olarak değil parça parça işler. Simultanagnozi beyinde oksipitoparietal bölgenin çift taraflı olarak hasar alması ile ortaya çıkar.

10. Sosyal duygusal agnozi

Sosyal duygusal agnozi, bireyin sözel olmayan ifadeleri algılamakta ve sergilemekte yaşadığı problem olarak açıklanır. Bireyin sosyal etkileşimini bozan sosyal duygusal agnozi sıklıkla vücut dilinin hatalı kullanımı nedeniyle iletişim problemlerine yol açar.

11. Saf aleksi

Saf aleksi, bireyin kelimeleri algılamada yaşadığı sorunlar olarak tanımlanır. Saf aleksiye sahip birey harfleri algılamada, organize etmekte ve örgütleme becerisinde güçlük yaşar. Saf aleksi disleksi ve disgrafi ile ilişkisiz bir bozukluktur. Saf aleksi beynin temporooksipital bölgesinde meydana gelen hasarlar sonucu ortaya çıkar.

12. Fonagnozi

İnsanlar tarafından kullanılan sözel ifadeleri kolaylıkla algılayabilen bireyin hayvanlardan gelen işitsel uyarıcıları algılamakta yaşadığı zorluk fonagnozi olarak açıklanır. Afazi olarak adlandırılan konuşma problemleri ile ilişkili olmayan fonagnozi, sağ hemisferde parietal lobun hasar almasıyla ortaya çıkar.

13. Prosopagnozi

Prosopagnozi, bireyin kendisinin veya başkasının yüzünü algılamakta yaşadığı sorunlar olarak açıklanır. Prosopagnoziye sahip birey, yüzü oluşturan burun göz gibi organları organize ederek bütünü oluşturmada sorun yaşar. Prosopagnozi beyinde temporal lobda oluşan hasar nedeniyle meydana gelir.

14. Bütünleyici agnozi

Bütünleyici agnozi özalgısal agnozi ile benzerlik gösterir. Bütünleyici agnozi, özalgısal agnoziden farklı olarak bütünü oluşturan parçaları kolaylıkla algılayabilir ancak bu parçaları organize ederek bütünü algılamada güçlük yaşar. Bütünleyici agnozi oksipital lobun hasar alması sonucu ortaya çıkar.

15. Parmak agnozisi

Parmak agnozisi bireyin kendisinin ya da başkasının parmaklarını algılayamaması olarak tanımlanır. Gerstmann sendromunun da bir belirtisi olan parmak agnozisi sıklıkla tek başına görülmez. Parmak agnozisi parietal lobun hasar almasıyla ortaya çıkar.

16. Form agnozisi

Form agnozisi bireyin bir nesnenin ayrıntılarını görsel olarak algılama becerisine sahip olmasına rağmen bütünü algılamada zorluk yaşaması olarak tanımlanır. 

17. Çevresel agnozi

Çevresel agnozi çevreyi, mahalleyi ve güzergahları algılamada güçlük olarak açıklanır. Çevresel agnoziye sahip birey yer ve yön bulmaya yönelik görevlerde zorluk yaşar. Çevresel agnozinin ortaya çıkmasında oksipital, parietal ve temporal lob hasarları rol oynar.

18. Kortikal sağırlık

Kortikal sağırlık, işitsel uyaranların beyinde işlenmemesi olarak tanımlanır. Kortikal sağırlık duyu alma sürecinde ortaya çıkan bozukluklarla ilişkili değildir. Kortikal sağırlık işitsel agnoziye benzer ancak birey işitsel agnoziden farklı olarak ses duyamaz.

19. Ağrı agnozisi

Ağrı agnozisi bireyin vücudunda oluşan ağrı ve yaralanmaları algılamaması olarak tanımlanır. Fizyolojik hastalıkların ortaya çıkardığı ağrı temelli belirtileri algılayamayan birey sağlık sorunları ile karşı karşıya kalabilir.

20. Zaman agnozisi

Zaman agnozisi, bireyin zamanın akışını algılamada güçlük çekmesi olarak tanımlanır. Zaman agnozisine sahip birey zaman aralıklarını olduğundan uzun veya kısa şekilde algılar.

Agnozinin Nedenleri Nelerdir?

  • Genetik faktörler
  • Felç, bunama veya benzeri nörolojik sendromlar
  • Kafa travması ya da baş yaralanmaları
  • Gelişimsel bozukluklar
  • Beyin enfeksiyonu ve iltihaplar
  • Tümörler
  • Karbondioksit zehirlenmeleri

Agnozinin Belirtileri Nelerdir?

  • Bir cismi görsel olarak tanıyamama ancak dokunulduğunda isimlendirebilme
  • Bir cismi görsel olarak tanıyamama ancak özelliklerini söyleyebilme ve şeklini çizebilme
  • Tek seferde birden çok cismi algılayamama
  • Nesnelere çarpma
  • Diğer bireylerin yüzüne bakarak kim olduğunu algılayamama 
  • Kelimeleri okuduğunda anlayamama ancak seslendirdiğinde anlama
  • Ses tonunu ayırt edememe
  • Elde tutulan iki farklı nesneyi karıştırma
  • Bedeni veya bedene ait uzuvları tanıyamama

Agnozinin Fiziksel Belirtileri Nelerdir?

Agnozinin fiziksel belirtileri şunlardır:

  • Nesnelere çarpma sonucu vücutta oluşan morluklar
  • Bedene yönelik zarar verici davranışlar sonucu oluşan yaralanmalar

Agnozinin Zararları Nelerdir?

  • Agnozi bireyin okul, iş ve sosyal hayatını olumsuz yönde etkiler.
  • Bireyin kişiler arası iletişim becerisini düşürür.
  • Algılama problemleri kaza ve yaralanmalara neden olur.

Agnozi Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Agnozinin belirtilerini ortadan kaldıracak bilinen bir tedavi yaklaşımı yoktur. Agnozinin tanılanmasının ardından alınacak önlemler bireyin yaşam kalitesinin artmasına ve ortaya çıkabilecek tehlikelerin önüne geçilmesine olanak sağlar.

Agnozi Hastalığına Psikoterapi Uygulanabilir mi?

Bir algı bozukluğu türü olan agnozinin belirtilerini ortadan kaldıracak bir tedavi yaklaşımı yoktur. Öte yandan agnozi, bireyin yaşamını çok farklı alanlarda ve değişik düzeylerde olumsuz yönde etkiler. Bu etkilere bireyin ruh sağlığı örnek olarak gösterilebilir. Depresyon ve anksiyete belirtileri, agnozi bozukluğuna sahip bireylerde yaygın olarak görülür. Farklı psikoterapi yaklaşımları ile bireyin sahip olduğu kaygılı ve depresif düşünceler ortadan kaldırılabilir. Böylece bireyin yaşam kalitesinde iyileşme sağlanır.

Agnozi Olan Kişilere Nasıl Davranılmalıdır?

Agnozi zeka geriliği, çeşitli duyusal problemler, hafıza sorunları ve dil kullanımından bağımsız olarak ortaya çıkan bir sendromdur. Agnozi tanılı birey ile etkileşime giren kişilerin agnozinin özelliklerine hakim olması ortaya çıkabilecek olumsuzlukların önüne geçilmesinde faydalıdır. Bireyin yakın çevresinden gelen psikososyal destek agnozi ile başa çıkma yöntemlerinin gelişiminde etkili rol oynar. 

Agnozi ile Nasıl Yaşanır?

Agnozi, bireyin yaşamını farklı yönlerde olumsuz etkileyen bir bir algı bozukluğu türüdür. Agnozinin birden fazla türü olması nedeniyle her alt türün ortaya çıkardığı etkiler birbirinden farklılık gösterir. Agnozinin en şiddetli etkileri bireyin günlük hayatında görülür. Bu nedenle bireyin günlük hayatı rutinleştirilerek agnozinin olumsuz etkileri azaltılmalıdır. Bireyin işe gitmek için aynı güzergahı ve araçları kullanması rutinlere örnek olarak gösterilebilir. Bireyin evinde ve çalışma ortamında bulunan eşya sayısı azaltılmalıdır. Sık kullanılan eşyalara agnozinin türüne göre değişen görsel veya işitsel uyaranların eklenmesi bireyin yaşam kalitesini arttıracaktır.

Oğuz Tarhan

Kişilik psikolojisi bireyin duygu, düşünce ve davranışları üzerinde belirleyici rol oynayan kişiliğe yönelik kapsamlı açıklamalar getiren bilim dalıdır. Kişiliğin diğer psikolojik süreçlere olan etkileri, kişiliği etkileyen faktörler ve bireyler arası farklılıklar kişilik psikolojisinin temel çalışma konularını oluşturur. 

Kişilik Psikolojisi Ne Demek?

Amerikan Psikoloji Derneği’ne göre kişilik psikolojisi kişilik gelişimini, yapısını, özelliklerini, dinamik süreçlerini, türlerini ve bozukluklarını sistematik olarak araştıran psikoloji alt dalıdır. Kişilik psikolojisi insanın bireyselliğinin unsurlarını bütünleştirici bakış açısıyla araştırmayı amaçlar. Bu unsurlar bilişsel, duygusal, motivasyonel, gelişimsel ve sosyal süreçlerden oluşur. 

Kişilik Psikolojisinin Tarihçesi

Kişilik kavramı, M.Ö. 370 yılında yaşayan Hipokrat’tan başlayarak yaklaşık 2000 yıldır incelenmektedir. Kişilik sözcüğü maske anlamına gelen Latince persona sözcüğünden gelir. Kişilik kavramı, bir çalışma alanı olarak kişilik özelliklerinin veya davranışların vücutta bulunan sarı safra, kara safra, balgam ve kan sıvılarının dengesi sonucu ortaya çıktığını savunan Hipokrat ile başlar. Hipokrat’a göre bu denge sonucu huysuzluk, melankoli, sakinlik ve neşeli olma gibi kişilik tipleri meydana gelir.

Modern kişilik psikolojisinin büyük bir kısmı felsefi tartışmalardan etkilendiler. Bireyin seçimlerinin bilinçliliği, çevreye karşı kalıtımın etkisi ve bireylerin benzersizliğine yönelik tartışmalar kişiliği belirleyen faktörlerin ne olduğuna yönelik açıklamalar getiren psikologların kuramlarını etkiledi. Bu tartışmalardan etkilenen başlıca modern kişilik kuramları psikodinamik, davranışçı, hümanist, biyolojik bilişsel ve varoluşçu yaklaşımlardır.

Sigmund Freud’un ortaya attığı psikodinamik kuram, insan davranışının zihnin çeşitli bileşenleri arasındaki etkileşimin bir sonucu olduğunu öne sürer. Öte yandan bu kurama göre kişiliğin bir dizi psikoseksüel gelişim aşamasına göre şekillenir. Adler, Erikson, Jung ve Horney gibi Neo-Freudçu kuramcılar, Freud’un fikirlerini genişlettiler.

Davranışçı yaklaşıma göre bir bireyin kişiliği dış uyaranlara verilen tepkiler sonucu gelişir. Hümanist kuram insanın özgür iradesinin davranışın en önemli belirleyicisi olduğunu savunur. Biyolojik yaklaşımlar, kişiliğin şekillenmesinde genetiğin ve beynin rolüne odaklanır. 

Kişilik Psikolojisi Ne Yapar?

Kişilik, bireyin genetik özelliklerinin çevreyle girdiği etkileşim sonucu ortaya çıkan ve bireyi diğerlerinden ayıran yapılaşmış özellikler bütünüdür. Kişilik gelişimi çocukluktan başlayarak yaşam boyu devam eder. Bu nedenle kişilik psikologları bireylerin kendilerine özgü duygu, düşünce ve davranışsal süreçlerini inceleyerek kişiliği açıklamaya çalışır.

Kişilik Psikolojisinin Çalışma Alanları Nedir?

Uygulamaya yönelik çalışan kişilik psikologları bireysel ofislerinde, ruh sağlığı merkezlerinde, kliniklerde, rehabilitasyon merkezlerinde ve hastanelerde görev alabilir. Araştırmaya yönelik çalışmalar yapan kişilik psikologları ise genellikle devlet kurumları, üniversiteler veya özel araştırma kuruluşları için çalışırlar. Öte yandan endüstriyel kuruluşlar kişilik psikolojisinin çalışma alanlarındandır.

Kişilik Psikolojisi Uygulamaları Nelerdir?

Kişilik psikolojisi uygulamaları şu şekilde listelenir:

  • Değerlendirme görüşmesi
  • Gözlem ve görüşme uygulamaları
  • Psikolojik test uygulamaları
  • Psikolojik testin geliştirilmesi
  • Psikoterapi

Kişilik Psikolojisinin Diğer Psikoloji Dallarıyla İlişkisi Nedir?

Kişilik psikolojisi alanında çalışan psikologlar sıklıkla klinik psikoloji ve sosyal psikoloji alanları ile birlikte çalışmalar yürütür. Kişilik bozuklukları ve bireylerin farklılıkları kişilik psikolojisi ve klinik psikolojinin sıklıkla çalıştığı ortak konuları oluşturur. Sosyal psikoloji bireyin tutum, biliş, sosyalleşme gibi davranış ve düşünce kalıplarını inceler. İncelenen bu kavramlar bireyin kişiliği ile karşılıklı etkileşim içerisindedir. Bu nedenle kişilik psikolojisi ve sosyal psikoloji birlikte çalışmalar yaparlar.

Kişilik Psikolojisi ile İlgili Kitaplar Nelerdir?

  • Kişilik- Jerry M. Burger
  • Kişilik Kuramları- Banu Yazgan İnanç, Esef Ercüment Yerlikaya
  • Narsizm Üzerine- Sigmund Freud
  • Çağımızın Nevrotik Kişiliği- Karen Horney
  • Sevme Sanatı- Erich Fromm
  • Sosyal Roller ve Kişilik- Alfred Adler
  • Ben ve Savunma Mekanizmaları- Anna Freud
  • Çocukluk ve Toplum- Erik H. Erikson

Kişilik Psikolojisi Konusunda Örnek Makale

Kişilik psikolojisi alanında çalışan uzmanlar kişilik bozukluklarını tanımlama, sınıflama, değerlendirme ve tedavi etmeye yönelik çalışmalar yaparlar. 1979 yılında Peter Tyrer ve John Alexander tarafından yayımlanan Kişilik Bozukluklarının Sınıflandırılması isimli makale kişilik bozuklukları üzerine çalışan uzmanlar için örnek teşkil etmektedir.

Tryer ve Alexander’in çalışmasında bir psikiyatri hastanesinde tedavi gören 65’i kişilik bozukluğu tanısı almış 130 hastayı 24 kişilik özelliğine göre incelemişlerdir. Hastaların kişilik özelliklerinin değerlendirilmesinde 9’lu likert ölçeği kullanılmıştır.18 aylık çalışmanın sonucunda hastaların kişilikleri kategorilere ayrılmıştır. Bu kategoriler sosyopatik, pasif bağımlı, anankastik, şizoid ve kişilik bozukluğu olmayan grup şekilde sınıflandırılmıştır. Buna göre kişilik bozukluğu olan hastaların yüzde 63’ü pasif bağımlı veya sosyopatik kategoride yer almıştır. Çalışmanın sonuçları kişilik bozukluğunun mevcut sınıflandırmasının basitleştirilebileceğini göstermiştir.

Oğuz Tarhan

Bireyin yoğun kilo alma korkusu ve çarpık kilo algısının anormal derecede düşük vücut ağırlıklarına düşmesine neden olması anoreksiya olarak tanımlanır. Anoreksiya yeme bozuklukları arasında yer alan bir sendromdur. Anoreksiya bireyin fiziksel ve ruhsal sağlığını olumsuz etkiler ve bireyin sosyal hayatında yıkıcı durumlara neden olur.

Anoreksiya Ne Demek?

Amerikan Psikoloji Derneği anoreksiyayı genellikle yiyecekler veya nadir olarak cinsel arzular için bireyin iştahsızlık duyması olarak tanımlar. Çevresel faktörler ve genetik yatkınlıklar anoreksiyanın ortaya çıkmasında etkili olan başlıca faktörlerdir. Bireyin zihinsel süreçlerinin çevresel faktörlerden etkilenmesi düşüncelerde ve tutumlarda bozulamalar yaratır. 

Anoreksiyanın Tarihçesi

Günümüzde sıklıkla görülen anoreksiyanın tarihi Antik Yunan’a kadar dayanır. Antik Yunan’dan Orta Çağ’a kadar gelinen dönemde anoreksiya belirtileri dini oruç ile açıklanmıştır. Anoreksiyanın tıbbi olarak tanımı ilk kez İngiliz doktor Richard Morton tarafından 1689 yılında yapılmıştır. Öte yandan anoreksiya 19. yüzyılın sonlarına kadar  tıp uzmanları tarafından kabul görmemiştir.

İngiliz Kraliyet Ailesi’nin doktoru olan William Gull 1873 yılında anoreksiyayı tanımlayan ve özelliklerini ortaya koyan bir makale yayımlamıştır. Anoreksiyaya yönelik farkındalık 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar yalnızca sağlık çalışanları arasında geçerliydi. 1978’de psikanalist Hilde Bruch tarafından yazılan makale anoreksiyanın tanınırlığının ve hastalığa karşı olan farkındalığın artmasını sağlamıştır. Öte yandan 1983 yılında ünlü bir şarkıcı olan Karen Carpenter’ın ölümü nedeniyle anoreksiya medyanın ve meraklıların ilgisini çekti.

Günümüzde yeme bozuklukları ile ilişkili olarak sınıflandırılan anoreksiyanın tanı, tedavi ve tedavi sonrası süreçleri çalışmalarla aydınlatılmıştır. 

Anoreksiya Nervoza Nedir?

Anoreksiya nervoza en yaygın görülen yemek bozukluğudur. Anoreksiya nervoza bireyin duygu, düşünce ve davranışlarında bozulmalar yaratır. Bu bozulmalar bireyin aile, okul, iş ve sosyal hayatını önemli ölçüde bozar. Öte yandan anoreksiya nervoza belirtilerinin uzun süre devam etmesi durumda çeşitli fiziksel hastalıkları da ortaya çıkardığı görülür. Anoreksiya nervozanın en belirgin özelliği bireylerin şişmanlamaya yönelik aşırı korku duymasıdır. Anoreksiya nervozaya sahip bireyin bedenine yönelik beklentilerinin mevcut beden özellikleri ile uyuşmadığı durumlarda belirtiler görülmeye başlar. 

Anoreksiya nervozada ortaya çıkma süreci genellikle aynıdır. Her insan gibi şişmanlıktan kaçınan birey diyet yaparak kilo vermeye çalışır. Fakat zaman ilerledikçe diyetin içeriğindeki besinlerin sayısında ve miktarında düşüş gözlenir. Çok sık şekilde kalori hesabı yapmaya başlayan bireyin şişmanlığa yönelik korkusu ve anoreksiya belirtileri çevre tarafından algılanabilir düzeye gelene kadar artarak ilerler. Uyguladığı katı diyet sonucunda kilo veren bireyin zayıflığa yönelik düşünceleri bir obsesyona dönüşür. Bu nedenle birey diüretik ve laksatif türü ilaçlar kullanarak aldığı besinleri vücudundan uzaklaştırmaya çalışır.

Fiziksel ve ruhsal sağlığı bozulan birey sosyal hayatında da sorunlar yaşamaya başlar. Anoreksiya nervozaya sahip bireylerde uyku bozuklukları, öz güven ve motivasyon kaybı, işlevsellikte azalma, hayattan zevk alamama, suçluluk, kaygı ve depresyon görülür. Anoreksiya nervoza tedavi edilmesi gereken tehlikeli bir hastalıktır. Anoreksiya nervoza tedavi edilmediği sürece döngüsel olarak devam ederek kronik rahatsızlıklara ve ölüme yol açabilir. 

Anoreksiya Bulimia Farkı Nedir?

Yeme bozuklukları arasında yer alan anoreksiya ve bulimia nervoza, birbirine benzeyen ancak temel farklılıklara sahip iki sendromdur. Anoreksiya nervoza bireyin şişmanlamaya karşı korku ve kaygı duyması sonucu yemek yemekten kaçınması olarak tanımlanır. Bireyin yemekten kaçınması uzun dönemde farklı psikolojik ve fizyolojik hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur. Öte yandan bireyin kontrol edemediği aşırı yemek yeme davranışı bulimia nervoza olarak tanımlanır. Bulimia nervozaya sahip birey bir kişinin gün içerisinde aldığı toplam kalori miktarını bir öğünde alabilir. Bulimia nervozanın etkileri anoreksiya kadar olmasa da şiddetli ve yıkıcıdır. Bireyin sürekli kendisini kusturması nedeniyle gastrolojik ve diş sorunları ortaya çıkar.

Anoreksiya Belirtileri Nelerdir?

Anoreksiyanın belirtileri şu şekilde listelenir:

  • Kilo almaya yönelik kaygı ve stres
  • Kilo almamak için yemekten kaçınmak
  • Düşük öz güven ve benlik saygısı
  • Uzun süreli ve zorlayıcı diyetler
  • Kilo almamak için spor yapmak
  • Aşırı kilo kaybı
  • Uyku problemleri
  • Düşük bağışıklık sistemi
  • Düşük kan basıncı
  • Taşikardi
  • Kan değerlerinde düşüş
  • Şiddetli baş dönmeleri
  • Depresyon
  • Suçluluk ve utanç düşünceleri
  • Gün içerisinde sıkça kilo kontrolü
  • Sürekli ayna karşısında olma
  • Beden algısında bozulmalar
  • Sosyal geri çekilme
  • Kişiler arası iletişimde sorunlar
  • İş performansında düşüşler
  • Dürtüsel ve ani antisosyal davranışlar
  • Kilo almamak için yediklerini kusma isteği
  • Laksatif ve diüretik kullanımı

Anoreksiya Hastalığı Kimlerde Görülür?

Anoreksiya toplumun her kesiminde ve her yaşta görülebilen psikolojik sendromdur. Anoreksiyanın görülme sıklığı ergenlerde ve genç erişkinlerde %4’tür. Anoreksiya sıklıkla 15-19 yaşları arasında ortaya çıkar. Öte yandan anoreksiya, hastaların %5’inde 20 yaşından sonra görülür. Anoreksiya kadınlarda erkeklere göre 20 kat fazla görülür bu nedenle kadınlar öncelikli risk grubundadır. 

Anoreksiya Nedenleri Nelerdir?

  • Genetik faktörler
  • Kişilik özellikleri
  • Tutumlar
  • Erken dönemde şekillenen hatalı şemalar
  • Çocukluk döneminde cinsel taciz
  • Çevre tarafından oluşturulan güzellik algısı
  • Çalışma hayatında kilolu olmaya karşı ön yargılar

Anoreksiya Teşhisi Nasıl Konulur?

Anoreksiya teşhisi ruh sağlığı uzmanları tarafından konulur. Anoreksiyanın psikolojik belirtileri sıklıkla birey tarafından fark edilmez veya görmezden gelinir. Bu nedenle teşhis süreci bireyin anoreksiya ile ilişkisiz nedenlerden hastaneye başvuru yapması sonucu başlar. Farklı alanların doktorları tarafından ruh sağlığı uzmanlarına yönlendirilen hastalar, fiziksel ve psikolojik muayeneye alınırlar. Kan testleri, psikolojik testler ve bedensel ölçümler teşhis sürecinde yardım alınan tekniklerdir.  Anoreksiyanın teşhis sürecinde bel ölçüsü, kilo, boy veya vücut kitle indeksi gibi fiziksel özelliklerin hesaplanması bedeninden memnun olmayan bireyler için zorlayıcı olabilmektedir. Bu nedenle anoreksiyalı bireyler teşhis veya tedavi sürecini yarıda bırakabilirler.  

Anoreksiya Tedavisi Nasıl Yapılır?

Anoreksiya çok kapsamlı ve uzun tedavi süreci gerektiren bir hastalıktır. Anoreksiya, bireyin fiziksel veya ruhsal sağlığında bozulmalara yol açar. Bu bozulmalar bireyin aile, iş, okul, romantik ilişkiler ve diğer kişiler arası süreçlerini olumsuz yönde etkiler. Anoreksiyanın tedavisinde başta ruh sağlığı uzmanları olmak üzere diyetisyenler, farklı branşlardan doktorlar ve spor antrenörleri yer alırlar. Anoreksiyanın tedavisi farklı yaklaşımların birlikte uygulanması ile yapılır. Buna göre farmakoterapi ve psikoterapi yöntemleri uygun spor ya da beslenme planlarıyla desteklenerek tedavi süreci yürütülür. Bilişsel davranışçı terapi anoreksiya nervozanın tedavisinde sıklıkla kullanılan psikoterapi yaklaşımıdır. 

Anoreksiyalı Hastaya Psikoterapi Uygulanır mı?

Anoreksiya genetik ve çevresel faktörlerin bireyin zihinsel süreçlerini etkilemesiyle ortaya çıkar. Bu etkilerin sonucunda duygu, düşünce ve davranışlarda olumsuzluklara meydana gelir. Anoreksiyalı hastalara psikoterapi yöntemleri uygulanabilir. Psikoterapi yöntemleri ile bireyin duygu, düşünce ve davranışlarına yönelik farkındalık kazanması amaçlanır. Bu farkındalık bireye anoreksiyayı ortaya çıkaran zihinsel süreçleri anlama ve belirtileri ortadan kaldırmaya yönelik bilişsel esneklik sağlar. Böylece birey ruh sağlığına ve fiziksel sağlığına geri kavuşabilir. 

Oğuz Tarcan

Toy insanlar ile empati kurmanın karmaşık bir şey olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yazımızda, onları daha iyi anlamanıza yardımcı olmak için size onların en belirgin kişilik özelliklerinden bazılarını anlatacağız.

Toy insanlar belirli çocukluk arzularını ve fantezilerini hala bırakmamış oluşları ile karakterize edilir. Bu nedenle, duygusal düzenleme eksikliği ve benmerkezcilik bu tip insanların en belirgin özelliklerindendir.

Dürtüsellik ve empati eksikliği de toy insanlarda belirgindir. Genelde fevri davranırlar ve az da çok da olsa hoş olmayan ya da sıkıcı olabilecek durumlardan kaçarlar. Hatta başkalarına kendi düşünce şekillerini dayatma ve kendileri gibi düşünmelerini talep etme eğilimindedirler.

Çoğu durumda duygusal toyluk göstermelerine rağmen her zaman böyle olmadıklarından bahsetmemiz de gerekir. Duruma göre, bazı özellikleri diğerlerinden öne geçer. Aşağıda, toy insanların sekiz özelliğini keşfedebilirsiniz.

1. Empati Eksikliği

Toy insanlar genelde kendilerini başkalarının yerine koymakta zorlanırlar. Hatta, çoğunun aklından bunun fikri bile geçmeyebilir. Kendileri ile ilgili düşünmeye o kadar alışıktırlar ki başkaları ile empati kurabilmeleri için benmerkezciliklerini azaltmak adına büyük bir düşünce egzersizi yapmak zorunda bile kalabilirler. Empati eksikliklerinden dolayı, dünyayı görmenin sadece bir yolu olduğunu düşünürler, ki bu yol da onların yoludur. Bunun bir sonucu olarak kendi düşünce veya fikirlerinden farklı olan herhangi bir düşünce veya fikri reddederler

2. İçebakış Eksikliği

Toy insanların kendileri üzerinde düşünmek için zaman ayırması son derece nadirdir. Hatta, hayatlarını kendi içlerine bir göz atıp hatalarından bir şeyler öğrenebilecekleri ihtimalini görmezden gelerek bile geçirebilirler. Bundan dolayı, genelde en derin ihtiyaçlarının, hedeflerinin ve hayallerinin ne olduğunun farkında bile değildirler.

3. Dürtüsellik: Toy İnsanların En Büyük Özelliklerinden Biri

Dürtüsellik toy insanların ana özelliklerinden biridir. Çoğu zaman bu bireyler kendi eylemlerini veya duygularını düzenlemeyi düşünmezler ve eylemlerinin kısa veya uzun vadeli sonuçlarını asla düşünmezler. Onların durumunda duygusal zekanın resmin tamamen dışında olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Bu özellik çoğu zaman onların etraflarındaki insanlarla, hem kişisel düzlemde hem de çalışma ortamı düzleminde, problemleri olmasına yol açar. Bu durum, sadece buna da değil, bunun yanında kaynak ve para yönetimi gibi konularda problemlere de yol açabilir. Diğer bir deyişle, karşılayamayacakları alışveriş çılgınlıklarına kapılabilirler. Ancak, öz-bilgi ve gözlem eksikliklerinden dolayı bu tip davranışların ne kadar problematik olabileceğini anlamazlar. Bundan dolayı, genelde borç içinde yaşarlar.

4. Başkalarını Suçlama Eğilimi

Toy insanlar gözlemlendiğinde en sık görülebilecek özelliklerden biri başlarına gelen şeyler için başkalarını suçlama eğilimidir. Bu, toy insanların kendilerinin her şeyi doğru yaptıklarına ve hata yapmaktan muaf olduklarına inanmalarından dolayıdır.

Bu tip insanlar yaptıkları, düşündükleri veya hissettikleri hiçbir şey için sorumluluk almazlar. Onun yerine, elverişli olduğu sürece bir kurban zihniyetini benimsemeyi tercih ederler.

5. Benmerkezcilik

Toy insanlar genelde sadece kendilerini düşünme eğilimindedirler. Bundan dolayı, genelde etraflarındaki her bir insanın onları tanımak, veya onlar gibi olmak istediğine inanırlar.

Toy insanlar kendilerini tamamıyla özel varlıklar olarak görürler. Kendini beğenmiştirler ve hata yapmaz olduklarını hissederler. Ancak, yüksek benlik saygısına sahip güvenli insanlar gibi görünmelerine rağmen en derinde çok ama çok özgüvensizdirler. Bu yüzden sürekli başkaları tarafından takdir edilmeye ihtiyaç duyarlar.

6. Ritüeller ve Hevesler

Toy insanlar, bizim gibi, keyif hissetmeyi severler. Ancak, keyifli hissetme durumunu sağlıksız hale geldiği noktaya kadar kovalarlar. Bunun bir sonucu olarak kendilerini kaptırırlar ve sadece eğlenmek için kötü kararlar verirler. İlginçtir ki, hevesleri genel olarak ritüelleştirilmiş ve öncelik haline getirilmiş şekillerde ortaya çıkar, bu aldıkları dürtüsel kararlarda yaşananın aksine bir şekilde gerçekleşir. Bundan dolayı, toy insanlar favori dizilerini izledikleri için veya zamanında gitmektense güzel bir kıyafet seçmeyi tercih ettikleri için bir randevuya geç kalabilirler.

7. Toplumdaki Görüntülerine Çok Önem Verirler

Yukarıda da bahsettiğimiz üzere toy insanlar düşük benlik saygısına sahiptir, bundan dolayı sürekli bir dikkat ve onaylanma ihtiyacı duyarlar. Bunun bir sonucu olarak toplumsal görüntülerini negatif bir şekilde etkileme riski olan durumlarla ilgili genelde çok endişelenirler. Bundan dolayı, popülerliklerini arttırmak için belirli yerlere giderler ya da üstlerine büyük projeler alırlar.

Bir kural olarak, bu insanlar başkalarının onayını istemekle kalmaz, bu onaya ihtiyaç da duyarlar. Etraflarındaki insanların beğenisini toplamak onlara büyük bir zevk verir.

8. Can Sıkıntısından Kaçınma

Toy insanlar kendi keyifleri ve iyilikleri doğrultusunda hareket etme eğiliminde olduklarından bu tip hisleri bulamadıkları durumlardan da, örneğin sıkıldıkları veya rahatsız hissettikleri durumlardan, uzak durmaya çalışırlar. Can sıkıntısının üstesinden gelmek için ekstra efor sarf etmeye ve sadece heyecanlı olacağı için delice şeyler yapmaya istekli olduklarını da söylemek gerekir. Bu insanların eylemlerinin sonuçları hakkında pek düşünmediklerini unutmayın, dolayısıyla dürtüsellikleri heyecan aramaya istekli olmalarında gerçekten büyük bir rol oynar.

Psikolog Gema Sánchez Cuevas

Kendinizi Başkalarıyla Kıyaslamayı Bırakın

Yaşamın birçok evresinde davranışlarınızı değerlendirebilmek için diğer insanlarla kendinizi karşılaştırma eğiliminde bulunabilir ya da başkaları tarafından kıyaslanmak zorunda bırakılıyor da olabilirsiniz. Aslında yapılan bu kıyaslamalar bazen motive edici olabiliyorken, sıklıkla sizin mutsuz ve aşağıda hissetmenize neden olmaktadır. Kendinizi sürekli başkalarıyla kıyaslıyor ve mutsuz hissediyorsanız bu yazımızda bu konuyu ele alacağız.

Artık gelişen teknolojiyle birlikte insanların neler yaşadığından tutup nerede olduklarına ve neler yaptıklarına kadar kolayca haberdar olabiliyoruz. Örneğin, tatile giden bir çifti, yeni satın alınan bir evi ya da daha başarılı birini görünce “ neden ben değil de o? , bende niye yok? “ gibi düşüncelerle yaptığınız kıyaslamalar canınızı sıkıyor ve enerjinizi düşürüyorsa burada bir sorun var demektir.

Özellikle çocukluk döneminde aileden öğrenilen ve duyulan düşünce biçimleri kıyaslamaya neden olmaktadır. Örneğin, bir annenin çocuğuna “ bak onun notları pekiyiymiş, bak onun çocuğu ne güzel yemek yiyor…” gibi cümlelerle karşılaştırmasına hepimiz şahitlik etmişizdir. Çocukluk döneminde öğrenilen bu düşünce biçimiyle kişi kendini diğerleriyle kıyaslamayı öğrenmektedir. Bu nedenle kendinden daha iyi durumdakileri gördükçe onların başarısına ulaşabilmek için çaba gösterebilir ya da kendinden daha kötü durumda olan kişiyle kıyaslanınca da halinden memnuniyet duyarak çabalama ihtiyacı duymayabilir.

Sosyal Karşılaştırma Teorisine göre; birey bilişsel yeteneklerini, davranışlarını ve becerilerini değerlendirmek için evrensel bir dürtüye sahiptir. Bu değerlendirme güdüsünü kendi sahip olduklarıyla diğerlerinin sahip olduklarını karşılaştırarak gerçekleştirmektedir. Fakat değerlendirme yapabilmek için öncelikle objektif bir ölçüte ihtiyaç vardır. Her zaman objektif bir ölçüte ulaşmak mümkün olmadığı için, birey kendini diğerleriyle karşılaştırarak gerekli bilgiye ulaşır. Burada kişinin kendisini kimlerle kıyasladığı çok önemlidir. Çünkü kişi yaptığı karşılaştırma sonucunda bazen olumlu bazen de olumsuz yönde etkilenmektedir.

Özellikle kendinden üstün gördüğü kişilerle yapılan kıyaslamalar, kıskançlık duygusuna yol açar. Kişinin kendini yetersiz hissetmesine ve kıskançlık problemlerinin ortaya çıkmasına neden olur. Kişi yetemediğini düşündüğü her konuda kıskançlık gösterir. Kıskançlık duygusunun temelinde kıyaslama yatar. Kişinin kıyaslama yapmasındaki asıl amaç; o kişinin neden daha iyi olduğunu anlayabilme isteğiyle beraber kendini değerlendirme, geliştirme, benliğini yüceltme ve başkalarıyla birlikte olma ihtiyacı vardır. Benzer performansı göstermeye çalışarak başarıya ulaşma isteği mevcuttur. Kişi, kendinden daha iyi olduğunu düşündüğü kişilerle kendini kıyaslama eğilimindedir. Kıyaslama yapılan kişilerle benzer özelliklere sahip olmak da önemli etkenlerden biridir. Örneğin yaş, cinsiyet, kariyer ya da sosyal ilişkiler gibi özelliklere dikkat edilerek kıyaslama yapılır. Yapılan karşılaştırmaların kişideki etkisi bireysel farklılıklara göre değişkenlik göstermektedir.

Özellikle sosyal medyanın sık kullanımıyla birlikte kıyaslama durumu o kadar alışkanlık haline gelmiştir ki; insanlar arabalarını, evlerini, işlerini, ilişkilerini, eşyalarını yani kısacası her şeyi karşılaştırma çabası içindedir. Yani kişi sosyal medyanın etkisiyle kendisini diğerleriyle daha fazla kıyaslama ihtiyacı duymaktadır. Sürekli daha iyiye maruz kalarak yapılan karşılaştırmalar kişinin psikolojisini negatif yönde etkilemektedir. Memnuniyetsizliğin her geçen gün artmasıyla üzüntü, öfke ve sinirlilik gibi duygular yoğun hissedilir. Kendine dair olumsuz düşüncelerin artmasıyla birlikte kıyaslama, kişinin yaşamında bir sorun haline gelir. Depresyon ve anksiyete gibi psikolojik problemler gelişebilir. Bu durumla baş edebilmek için bireysel çabaların yetersiz kaldığı noktada bir ruh sağlığı uzmanından destek alınması önerilir.

Kıyaslama İle Baş edebilmek için Tavsiyeler:

Her bireyin güçlü ve zayıf yanları vardır. Sizin güçlü yönleriniz diğerlerinin zayıf noktası olabilir. Kendi zayıf noktalarınızı diğerleriyle kıyaslamaktan vazgeçin. Güçlü olduğunuz yanlarınızın farkında olarak onlara odaklanın ve onları geliştirmeye çalışın.

Sahip olamadıklarınızdan ziyade sahip olduklarınıza şükredin. Hatta sahip olduklarınızı listeleyin.

Sosyal medyanıza sınırlamalar getirin. İnsanlar sosyal medyalarında hayatının iyi olan yönlerini daha çok paylaşırlar. Kötü taraflarını pek paylaşmazlar. Bu nedenle sosyal medyada geçirdiğiniz zamana kısıtlamalar getirin.

Son olarak; her birey kendini zaman zaman yetersiz hissedebilir. Kimsenin hayatı kusursuz ve mükemmel değildir. Bu nedenle kendinizden daha iyi, daha başarılı, daha zengin ya da daha güzel biriyle kıyaslamalar yapmanız size yetersiz hissettirmekten başka bir şey vermez. Hayatınızdaki yapacağınız tek kıyaslama eski yaşamınızla şimdiki yaşamınız olabilir. Neleri başardınız? , Nelerin üstesinden geldiniz? 10 yıl öncesiyle şimdiyi kıyaslarsak hayatınızda değişen şeyler neler? Hedeflerinize ne kadar ulaşabildiniz?

Kısacası kendinizi diğerleriyle değil, kendinizle kıyaslayın.

Psikolog Funda Buharalı.

Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi, Psikoloji Antalya.

Kendini Tanımak, Kendini Gerçekleştirmek

Tek Gerçek Kendimiz

Ben kimim sorusu herkes için farklıdır. Benim tek bir gerçek özüm var mı? Sorusu da kişiye göre değişmektedir. Sizin bir gerçek özünüz var mı? Biraz düşündükten sonra bu soruya yanıt verin.

Diğer önemli bir kavram, kendimizi nasıl gördüğümüzdür. Örneğin biz kendimizi çok düşünceli bir insan olarak görürüz, ancak çevremizdekiler bizim kaba bir insan olduğumuzdan bahsederse burada bir uyumsuzluktan bahsedilebilir.

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, kendilerini iyi tanıyanların kendileri hakkında daha iyi şeyler hissettikleri ve kendilerini sevdiklerini ortaya koymuştur. Kendimizi nasıl gördüğümüz ile ideal benlik arasında uygunluk olmalıdır. İdeal benlik, kişinin en çok olmak istediği imajdır.

Yine yapılan araştırmalarda, kendilerini iyi tanıyan insanların, ideal benliği de yakın olursa bu insanların sosyal bakımdan daha dengeli, uyumlu ve becerikli olduğu ortaya çıkmıştır. Uzak olan insanların ise depresyona eğilimli, sinirli, güvensiz ve sosyal yetenekleri zayıf olduğunu göstermektedir.

Benlik Olasılıkları

Hepimiz birçok benlik olasılıklarının imajlarından biriyiz. Bu benlikler, en çok olmak istediğimiz ideal benlikler ve olmaktan en çok korktuğumuz benliklerdir.

Benlik olasılıkları bizim olabileceğimiz imajlarımızı, umutlarımızı, korkularımızı, fantezilerimizi ve hedeflerimizi tercüme eder. Örneğin kariyerine yeni başlayan bir avukatın kendinin başarılı bir avukat olacağını, evliliği iyi gitmeyen bir adamın boşanacağını, diyet yapan birinin zayıf olacağını ya da daha şişmanlayacağını düşünmesi, ileride olabilecekler kendileri ya da benlikleridir. Kendimiz hakkında bu şekilde olası benlikler kurgulamamız, gelecekteki davranışlarımıza yön verir.

Olası benliklerimiz ya da ilerde olabileceğini kurguladığımız kendimiz, bizim günlük kararlarımıza da rehberlik eder.

Başaran Kişi: O Sizin İçinizde

İnsanları motive edecek aktivitelere psikolojide itki denir. İtki mükemmel bir birey olma hedefiniz için gerekli olan ihtiyaçlarınızı karşılayabilmek için sizi harekete geçirir.

Bir kişinin tüm potansiyelini kullanmak için kendini gerçekleştirme işlemine başvurması gerekir. Kendini gerçekleştirme kişisel potansiyelin tamamen geliştirilmesidir. Yaratıcı bir yaşam süren potansiyelinin tümünü kullanan bir kişi kendini gerçekleştiren kişidir.

Aşağıdaki test ne kadar kendinizi ne kadar gerçekleştirdiğinizi göstermek niyetiyle hazırlanmıştır.
1- Doğru ve dürüst karar verme yeteneğiniz var mı? EVET HAYIR
2- Sahtekârlığa ve yalancılığa karşı hassas mısınız? EVET HAYIR
3- Her insan gibi sizin de kusurlarınız olduğunu kabul ediyor musunuz? EVET HAYIR
4- Başkalarının kusurlarına çelişkilerine mizahi ve toleranslı bir şekilde
Bakarak kabul ediyor musunuz? EVET HAYIR
5- Her gün yaptığınız aktivitelerle yaratıcılığınızı geliştiriyor musunuz? EVET HAYIR
6- Genellikle meşgul, meraklı ve spontane(kendiliğinden) bir insan mısınız? EVET HAYIR
7- Hayatınızı tamamlayan bir misyonunuz var mı? EVET HAYIR
8- Kendi dışınızda bazı görev ve problemleriniz var mı? EVET HAYIR
9- Dışarıdaki otorite ya da insanlardan bağımsız mısınız? EVET HAYIR
10-Bağımsız ve becerikli bir insan mısınız? EVET HAYIR
11-Sürekli olarak hayattaki temel başarılarınızı yeniler misiniz? EVET HAYIR
12-Bir artist ya da çocuk gibi masum bir görünüşünüz mü var? EVET HAYIR
13-Başkalarını tanımlarken derin hisler duyar mısınız? EVET HAYIR
14-Bir insanı içinde bulunduğu genel durumu tanımlarken derin hisler duyar mısınız? EVET HAYIR
15-Diğer insanlarla ilişkileriniz derin ve sevgi dolu mudur? EVET HAYIR
16-Kendi kendinize kahkaha atma potansiyeliniz var mı? EVET HAYIR
17-Başka insanları incitmeyen şakalar yapar mısınız? EVET HAYIR
18-Duygularınız aşırı mutlu, uyumlu ve derin mi? EVET HAYIR
19-Kendinizi evrende biricik mi hissediyorsunuz? EVET HAYIR
20-Kendinizi güvende mi hissediyorsunuz? EVET HAYIR
21-Sakin misiniz? EVET HAYIR
22-Başkaları sizi kabulleniyor mu? EVET HAYIR
23-Başkaları sizi seviyor mu? EVET HAYIR
24-Hayat dolu ve aşık mısınız? EVET HAYIR

EVET cevaplarına 1 puan verin ve toplayın. Eğer puanınız 0-6 arası ise, kendinizi çok az gerçekleştiriyorsunuz. 7-9 arası ise az gerçekleştiriyorsunuz. 10-15 arası ise ortalama, 16-20 arası ise fazla, 21-24 arası ise kendinizi çok fazla gerçekleştiriyorsunuz.

Kendini gerçekleştiren kişilerin özelliklerine Abraham Maslow’un Bakışı 1
1- Gerçekleri algılayışları etkili ve rahattır.
2- Kendilerini ve doğal özelliklerini kabul ederler ve bu konuda fazla düşünmezler.
3- Davranışları basit ve doğaldır, yapaylıktan ve gerilimden uzaktır.
4- Hayatla ilgili konular hakkında düşünürler.
5- Mahremiyeti sever, ayrı yaşamaya eğilim gösterirler.
6- Kendi gelişimlerine önem verirler.
7- Verdikleri için teşekkür beklemezler, tekrar tekrar vermeye devam ederler.
8- Ufukları sonsuzdur.
9- Başkalarına karşı derin hisler duyarlar.
10- Birkaç tane kendini gerçekleştirmiş kişiyle derin bir bağ geliştirirler.
11- Demokrattırlar.
12- Güçlü ve belirgin etik ve ahlaki değerleri vardır.
13- Mizah duyguları düşmanlığa değil, felsefi bakış açılarına dayanır. Daha çok ciddi ve düşünceli olma eğilimindedirler.
14- Orijinal ve yaratıcı kişilerdir.
15- Kendi kuralları toplumsal kuralların önünde gelir.
16- Onlar da hata yaparlar ve diğerleri gibi duygusal davranabilirler.

Kendilerini gerçekleştirenler durumlar karşısında doğru ve dürüst kararlar verebilirler. Yalancılığa karşı son derece hassastırlar. Kendilerinin doğal özelliklerini tüm kusurlarıyla olduğu gibi kabul ederler. Başkalarının kusurlarını da mizahi bir şekilde kabul ederler. Çoğunlukla canlı, meşgul ve spontanedirler. Görevlere ve problemlere öncelik verirler. Diğer insanlardan bağımsızdırlar. Bir çocuk, artist ya da masum bir yüz ifadeleri vardır. Başka insanlarla derin bir şekilde kendilerini özdeş hissederler. Kendi kendilerine gülebilirler. Başka insanları incitmek için asla kasıtlı şakalar yapmazlar. Kendilerini evrende biricik, daha güçlü, daha sakin ve hayat dolu hissederler.

Kendinizi Gerçekleştirmek İçin Neler Yapmalısınız?

Eğer testten kötü sonuçlar aldıysanız üzülmeyin ve umutsuzluğa kapılmayın. Kendini gerçekleştirmek temel bir eylemdir. Ne bir hedef, ne de son noktadır.

Öncelikle;

  • Değişmek için istekli olun.
  • Kendi hayatınız ile ilgili tüm sorumluluklarınızı üzerinize alın.
  • Motivasyonunuzu test edin.
  • Kendinize karşı dürüst ve dolaysız olun.
  • Pozitif deneyimlerinizi kullanın.
  • Farklı olmaya kendinizi hazırlayın.
  • Kapsayıcı olun.
  • Gelişiminizi değerlendirin.

Uz. Dr. Filiz ULUHAN

Ruhsal dünyamızdaki sorunları tedavi etmek ve içinde bulunulan durumdan kurtarmak bütün tedavi biçimlerinin ortak noktasıdır. Önceleri tek amaç sıkıntıları ve acıları bedende, bilinçdışında ve benlikte tutmamaktı. Freud, hastalarını konuşmaları için serbest bırakmış ve böylece Psikanaliz“in doğmasına sebep olmuştur. Bununla beraber o ana kadar tedavi edilmediğine inanılan hastalar sayesinde kişinin bilinçli isteği dışında bir alanın varlığı ortaya çıkmıştır. Psikanalizde amaç, bilinçdışı üzerindeki direnci kaldırarak semptomların da bir anlamı olduğunu göstermektir. 1918’de Budapeşte’deki konuşmalarından oluşturarak yayınladığı “Psikanalitik Tedavide Yeni Yollar” adlı yapıtında Freud, psikanalizi diğer terapilerden ayırmıştır. Freud, “Psikanaliz bastırılmış ruhsal unsurların ortaya çıkmasıdır. Aynen kimyager gibi semptomları laboratuarda ortaya koyup ayrıştırıyoruz” der. Ancak bu ayrıştırma sonunda hemen senteze gidilmemesi gerektiğini, bunu hastanın kendisinin yapması gerektiğini de belirtir.

Psikanaliz küründe yöntem “serbest çağrışım“dır. Çerçevesi vardır. Frustrasyon ve perhiz içinde uygulanmalıdır. Analizin devam edebilmesi için hastanın analiste karşı arzularının var olması gerekir. Psikanalizde temel, cinsellik (cinsel gelişim) ve bilinçdışı üzerinedir. Ancak 1980’lerden sonra yeni patolojiler ortaya çıktığı için psikanalizin yöntemi değiştirilip “psikanalitik psikoterapiler” sunulmaya başlanmıştır. Temel nedenler üzerine konuşmamız gerektiğinde ise; herkesin psikanalizden geçmek için yeterli ruhsal yapıya sahip olmadığı, bunun için hem zaman hem de maddi yatırım gerektiği söylenebilir. Psikanaliz eğitiminin gelişmemesi ve yayılmaması da bir başka nedendir.

Psikanaliz küründe sadece analist ve analizan vardır. Analizan divana uzanır ve analistini görmez. Psikanalitik psikoterapi ile diğer terapilerde yüz yüze olmak söz konusudur. Analist analizanın tüm çerçevesinde uzaktır. Haftada 45’er dakika olmak üzere en az 3 seans olmalıdır. Buna karşılık psikoterapiler haftada 3 seanstan daha az olabilir. Psikanaliz tedavi etmeyi hedeflemez, semptomun arkasında yatan “neden”leri bulmaya çalışır. Semptom burada ara bir yoldur. Freud, “psikanalizde yaptığımız varolan bilinçdışı duygulanımların varlığını göstermektir” der. Ancak yüz yüze çalışmalarda bastırılan bilinçdışına ulaşmak kolay olmamaktadır. Psikanaliz dışındaki bütün terapilerde hastanın çevresine müdahale etme, semptomlarını yenmede çeşitli teknikler öğretme söz konusudur.

Psikanalitik psikoterapi ile psikanalizin referans noktaları benzerdir. Farklı olan sadece pozisyonun değişmesidir. Aktarım ve direnç gibi kavramlar aynıdır. Diğer farklara baktığımızda ise yüz yüze görüşme ve seans sayısı değişmektedir. Çerçeve de bu yüzden zor korunmaktadır. Analist hiçbir yardım ve telkinde bulunmaz, söylemi dinler. Freud, “bunu da hastanın arkasında gerçekleştirebiliriz” der.

Bütün farklara rağmen analitik süreç tektir ve kökünü psikanalizden alır. Bu terapileri yapmak için psikanalizden geçmek ve “analist” olmak gerekliliği unutulmamalıdır. Psikanlitik psikoterapiler kaynağını unutmadan yoluna devam etmeli ve psikanalizden ayrılmamalıdır. Ama tekniğin değil de yöntemin değişmesi artık kuramın adının da değişmesidir.

Orhan Dünya – Psikolog 

BU yazıda psikanalitik psikoterapi üç öğe üzerinden ele alınmaktadır. Bunlardan ilki çerçeve, ikincisi hasta, üçüncüsü terapisttir.

Freud’un 1922’de yaptığı üç bölüme ayrılmış psikanaliz tanımlamasıyla başlarsam, Freud psikanalizi:

1) başka türlü neredeyse ulaşılamayan zihinsel süreçleri soruşturma işleminin,

2) (bu soruşturmaya dayanarak) nevrotik rahatsızlıkları tedavi etme yönteminin ve

3) bu yolla elde edilmiş ve giderek yeni bir bilimsel dal bünyesinde toplanan bir dizi psikolojik bilginin adı olarak tanımlamıştı.

Psikanalitik psikoterapide yine zihinsel süreçler araştırılır ama yalnızca nevrotik hastalıklar değil, nevrotiklerden daha geri düzeyde olan, narsisistler, borderlinelar ve borderline kişilik örgütlenmesi olan, ilkel savunmalar kullanan, nesne ilişkilerinde sorunlar olan diğer hastalar da  ele alınır. Aynı biçimde bu yolla elde edilen veriler, psikanalitik kuramda kullanılagelmiş ve bazı durumların daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Psikanaliz dinamiktir. Freud, bu yönüyle, yaşamı boyunca kuramını geliştirmesi, farklı açılardan ele alması ile örnek bir bilimsel tavır sergilemiş, verileri kuramla bütünleştirmiştir. Akranları ve ardından gelenler bu mirası devralmış ve psikanalizi hem kuramsal hem klinik uygulama açısından geliştirmeyi sürdürmüşlerdir.

ÇERÇEVE

Psikanalitik psikoterapi, bir bakıma, psikanalizin çerçevesiyle oynanmış, çerçevesi değiştirilmiş halidir. Seans sayısı farklı olabilir, görüşme divan kullanılarak değil, yüz yüze oturularak yapılır. Psikanalizi psikanaliz yapan, özel kılan öğelerden birisi çerçevesi olduğu için, çerçevenin değişmesi yöntemin adının ve dinamiklerinin de değişmesine neden olmuştur. Bir tarafta psikanalitik psikoterapi; psikanalizden geçebileceği düşünülen ama çerçeveye uyamayan, sık gelemeyenler gibi, hastalarla yapılan, psikanalitik tutumun temel alındığı terapilerdir. Diğer taraftan kişilik özellikleri nedeniyle psikanaliz yapılamayacağına karar verilen, daha geri düzeydeki hastalara uygulanan, yine analitik tutumun sergilendiği terapiler de psikanalitik psikoterapidir. Bunlarda çerçeve, hastanın durumu, gerileme yeteneği, aktarım biçimi gibi ögeler göz önüne alınarak çerçeve değiştirilmiştir.

Böylelikle psikanalitik psikoterapi, psikanalitik bir yaklaşımın uygulanabileceği popülasyonu genişletir. Bu bir avantajdır, çünkü analitik bir tutumun içselleştirilmesi kişisel gelişim için çok müthiş bir olanaktır. 

Sıklık ve maliyet gibi bazı açılardan kullanım ve uygulama kolaylığı getirir ama hangisinin daha kolay olduğu tartışmalıdır. Yine de psikanalitik psikoterapi, çerçevenin sınırları daha sık zorlanır, dış gerçekliğe klay kayılır. Psikanalitik psikoterapide sıklık azaltıldığında hastanın tedaviye yaptığı yatırım azalır. Yatırımın azalması, bağlantının yeterince oluşmamasına, aktarımın istenen düzeyde ele alınamamasına neden olur, dirençleri güçlendirebilir. Böylelikle terapist daha güçlü dirençleri daha çok yorumlamak, ele almak zorunda kalacaktır.

Divana uzanamayanlar; simgeleştirmede, hayal etmede, bütünsel kendilik ve nesne tasarımlarına sahip olmada, kaygıya tahammülde, bastırmayı kullanabilmede zorluklar yaşayanlar, psikosomatik rahatsızlıkları olanlar psikanalitik psikoterapi ile sağaltılabilirler. Ama yine de hastanın seçilmesi gerekliliği burada da sürmektedir.

Psikanalitik psikoterapide ilaç kullanım imkanı vardır. Psikanaliz ancak, analizanın ilaç kullanımını gerektirecek düzeyde kötüleşmediği durumlarda sürdürülebilir. Psikiyatrik ilaç kullanımının gerektiği durumlarda psikanalitik psikoterapiye geçmek ya da en baştan psikanalitik psikoterapi ile başlamak gerekir ki bu durumda bile terapiyi sürdüren kişi ile ilaçları düzenleyen kişinin farklı olması önerilir.

Müdahaleler psikanalitik psikoterapide daha serbesttir, daha seslidir. Terapsitin etkinlik düzeyi daha fazla olabilir. Şimdi ve burada ile çalışmak her zaman önemli olacaktır.

Her iki çalışmada da hasta hem yaşamında hem de kendinde değişiklikler yapma ve yaşamını ve kendisini araştırma isteği taşımalıdır. Bu istek beraberinde; zaman, para, enerji yatırımını, samimi bir biçimde kendini ortaya koymayı getirmelidir. Çerçevenin içini ancak bu arzu, istek, motivasyon ve libido yatırımı doldurabilir.

Psikanaliz iyileştirme amacını açıkça belirtmez ve ön plana çıkartmaz. Analiz etme, aktarımı derinleştirme ve yorumlama, ardından sonlanma ve ayrılma psikanalizin asıl konularıdır. Burada görece daha gelişmiş bir yapılanma olduğundan hastaların yorumlama ve sentez kapasitesi de genelde daha gelişmiştir. Değişme ve iyileşme arzusu daha yoğun olarak analizandan gelir. Psikanalitik psikoterapi, adında “terapi” kelimesini taşımasından da anlaşılacağı gibi iyileştirme ve bütünleştirme amacını daha çok üstlenmiştir. Analizin, taşıyıcılığın, sentezin ağırlık noktası terapiste doğru kaymıştır.

Psikanalitik psikoterapiler başlığında; dinamik, dışavurumcu ve destekleyici gibi farklı yaklaşımlar da vardır. Kernberg bunları;

·         Kullanılan ana teknik araçlara (açıklığa kavuşturmaya ve yorumlamaya karşın önerilerde bulunma ve çevresel müdahale),

·         Aktarımların ne düzeyde yorumlandığına ve

·         Teknik yansızlığın ulaştığı düzeye göre tanımlar.

HASTA

Hem psikanaliz hem psikanalitik psikoterapi için hasta seçimin iyi yapılması çok önemlidir, çünkü pahalı ve uzun süreli bir tedavinin en yararlı bir biçimde kullanılması iyi olur. Psikanaliz için; en azından olağan bir zekâ düzeyi, görece ılımlı olan bir nesne ilişkileri patolojisi, yalnızca hafif düzeydeki antisosyal özelikler, tedavi için yeterli düzeyde güdülenme ve bir içgözlem ile içgörü yetisi olmalıdır.

Psikanaliz; nevrotik kişilik örgütlenmesinde, histerik kişiliklerde, takıntılı-zorlantılı kişiliklerde ve depresif-mazoşistik kişiliklerde bir tedavi seçimi olabilir. Altta yatan sınır kişilik örgütlenmesine rağmen, dürtü denetimi, kaygıya dayanma ve yüceltme kanalları varsa, saldırganlık yıkıcı değilse, antisosyal eğilimler yoksa, nesne ilişkileri iyiyse narsistik kişilikler de analiz edilebilir.

Eyleme vurma olasılığının ve gözlemleyici benliğin düzeyi, sınırda hastanın analizden geçip geçemeyeceğiyle ilgili önde gelen ölçütlerdir. Nesne ilişkilerinin gelişmişlik düzeyine, en azından bazı gelişmiş veya nevrotik aktarımların var olup olmadığına bakılmalıdır.

Antisosyal eğilimler, bilinçli bir çarpıtma ile yalancılığın varlığı, klasik psikanalizin ve psikoterapinin uygulanmasını ve olanaksızlaştırır. Hastanın diğer insanlarla derinleşmiş ilişkilerini bir miktar ayrımlaştırma yetisi olduğunda, ilkel aktarımların analitik ortam üzerindeki yıkıcı etkilerinin ortaya çıkma olasılığı azalır.

Psikanalitik psikoterapi gerektiren hastalarda; kronik huzursuzluk, sık dalgalanan duygular, oynak, kararsız ilişkiler, gerçekdışı hedefler, eşduyum güçlüğü, gerçekliği kendini merkeze koyarak yorumlama, yas tutma yetisinde sorunlar, sevme güçlüğü, cinsel sorunlar ve ahlaki bozukluklar vardır. Çelişkili kendilik ve nesne tasarımlarını bölme ya da etkin bir biçimde çözerek ayırma kullanılan ana savunma mekanizmalarındandır. Buna yadsıma, ilkel ülküleştirme ve değersizleştirme, yansıtmalı özdeşim, tümgüçlü kontrol gibi diğer ilkel savunma mekanizmaları eşlik eder.

Yapısal olarak; benliğin çatışmalar dışındaki kısmı çok sınırlanmış, üstbenlik zayıf bir biçimde içselleştirilmiş ve bütünleştirilmiş, benlik-üstbenlik sınırı belirsizleşmiş, en önemlisi de kendilik kavramındaki bütünleşme eksikliği yüzünden kimlik dağılması ortaya çıkmıştır.

Benlik dağılma kaygısını sıklıkla yaşar. İçsel bağlar, dışsal bağlar ve iç-dış arasındaki bağlar tehdit altındadır. Bu tehdit ve zaman zaman yaşanan kopmalar gerçekliğin değerlendirilmesini, kaygının bastırılmasını zorlaştırır. İç ve dış gerçeklik arasındaki sınırda sorunlar vardır. Buradaki sorunlar da gerçekliğin değerlendirilmesini bozar. Bağlara, yatırıma ve meraka yönelik saldırılarla karşılaşılır.

Bireyselleşme ve ayrılma sekteye uğramış, bu alandaki sorunlar güncelliğini korumuştur. Bu yüzden nesne sürekliliği zayıftır ya da yoktur, nesnenin yokluğuna tahammül azdır, güven duygusu azdır, ilişkilerdeki uygun mesafe ayarlanamaz, tümgüçlü kontrol korunmaya çalışılır ve saldırganlık nötralize olamamıştır. Bu durum seansları aşırı beklentilerle yükler, birçok konunun konuşulmadan kalmasına neden olur. Her şeyi yapabilen, tek seansta iyileştirebilen ve herşeyi verebilen anne gibi terapistler ve terapi yöntemleri aranır. Elbetteki bunlar beraberinde, hayal kırıklığı ile sık sık terapist değiştirme, sürekli olarak birgün aradığı tümgüçlü terapisti bulma umudunu sürdürme ile sonuçlanır. Bu arzuları tatmin etme iddiasındaki sözde terapistlerce istismar edilme komplikasyonu ya da sahte iyileşmeler ile karşılaşılır.

Kimlik dağılması ve kimlik sorunları, çifte değerliliğe katlanamama ve hep ya iyi ya kötü ayrımında kalma, yoğun duygusal dalgalanmalar ve duygusal taşmalar, cinselliğin çok bastırılması ya da sapkınlık düzeyinde yaşanması, şiddetli ve işlenemez suçluluk ve utanma duygularının yanında ağır biçimde cezalandırılma korkuları ve düşlemleri, psikanalitik psikoterapi yapılmasını gerektirecek meselelerdir. İyiliğin, sevginin ve şefkatin gücü, iç dünyadaki varlığının olumlu etkileri gözlenemez, zor hissedilir ya da hızla parlayıp söner.

 TERAPİST

Psikanalizi temel alan yöntemlerde Freud’un yazıları esas alınır. Bilinçdışı ele alınır ve bilinçdışının incelenmesi temel amaçtır. Teknik yansızlık konumu sürekli olarak korunur. Terapide neler olup bittiğini anlamak için aktarımdan yararlanılır. Kişinin kendisini tanıması ve anlaması için özel bir ortam oluşturulur, bu ortam korunmaya ve sürdürülmeye çalışılır.

Bireysel analiz, eğitimin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Teknik olarak yansızlığın ve sözel yorumların kullanılması ve öneri, destek ve eylemden kaçınılması esastır. Süreçteki iyileşme büyük içsel dönüşümlere dayandırılır.  Tam bir aktarım nevrozunun gelişmesinin kolaylaştırılması ve bunun yorumlamalarla psikanalitik açıdan çözümlenmesi asıldır.

Terapist; samimi, otantik, sıcak, sağduyulu olmalı, yaratıcı bir biçimde kişilik özellikleri ile karşı aktarımını tekniğinde bütünleştirmelidir. Freud’un 1910’da dediği gibi “hiçbir psikanalist, komplekslerinin ve dirençlerinin izin verdiğinin ötesine geçemez”, yani analistin kişiliği ile tekniği, analizin derinliği ve sonuçları arasında sıkı bir bağlantı vardır.

Analistin bilgisi ve deneyimi önemlidir. Psikanalitik psikoterapi yapan terapistlerin; temel psikanalitik kuramları, gelişimsel konuları, teknikle ilgili yaklaşımları ve gerilemiş hastalarla ilgili yazını bilmeleri gerekir. Kuramı bilme, verileri toplama ve yorumlama bir terapistin önemli özellikleridir. Kuram olmadan veriler bir bilgi yığını olacaklar hatta veri olarak kabul edileceklerin neler olacağı bile bilinemeyecektir. Kuramı iyi öğrenmeye, iyi okumaya ihtiyaç vardır. Ülkemizde psikanaliz alanındaki kaynaklar artmakla birlikte hala çok azdır. Bu yüzden yabancı dil bilme zorunluluğu kendisini hissettirmektedir. Ama Metis Yayınlarının Ötekini Dinlemek Serisi, Halime Odağ Vakfı Yayınları ve İstanbul Psikanaliz Derneğinin yayınları bu alandaki açığı kapatan önemli kaynaklardır. Terapistin eğitiminin konuşulması, kurumu da gündeme getirir. Psikanalitik psikoterapinin kurumunun olmayışı, klasik psikanaliz gibi kurumsallaşamaması yüzünden terapist eğitiminin standartlarının oluşmamış olması bir zorluktur. Çünkü yeterliliği olmayan kişilerin de psikanalitik psikoterapi yaptığını, psikanalitik psikoterapi eğitimi verdiğini iddia etme ama bunu denetleyememe durumu vardır. Ülkemizde bunun örnekleri mevcuttur.

Psikanalitik psikoterapide daha ağır hastalarla çalışıldığında, daha zorlayıcı ve düş kırıklığı yaratıcı, umutsuzluk yaratan durumlarla karşılaşma olasılığı yüksektir. Zor durumlar ve gelecekteki iyileşmeler için terapistin çok sabırlı olması gerekecektir. Terapistin, hastasındaki değişime duyduğu inanç; öncelikle kendisinden ve kendi analizinden, sonra hastasından, süpervizörlerinden, meslektaşlarından ve bu alandaki öncülerden, örnek çalışmalardan beslenir.

Olumsuzluk yüklendiğinde bununla mücadelede ve bu olumsuzlukları araştırmada daha zorlu bir ortamda olmak, affektif katılımı ve sözel olmayan iletişimi hastanın çabuk algılayıp fark edebilmesi de diğer zorluklardır. Beklemek, durmak, düşünmek için daha sınırlı bir alan vardır. Vücudun ve yüzün görülmesi, bazı açılardan hastayı rahatlatsa da terapistin serbestliğini azaltır. Düşlemi ortaya çıkaran, düşlemi ve fanteziyi devreye sokan, arananın orada olmaması, ama arananın yansıtılabileceği bir figürün var olmasıdır. Bu yüzden terapistin tüm varlığıyla ortada olması, hastanın düşleminin devreye girmesi ihtiyacını azaltır. Aktarımın doğası psikanalizdekinden farklılaşır. Karşı aktarım ile çalışmak ve bunu kullanmak için terapistin çok daha etkin ve deneyimli olması gerekir.

Terapist, örseleyici ve engelleyici durumların üstesinden gelebilmek, nesne sürekliliğini güçlendirmek, kendisini olduğu gibi kabul ederek derinliğini arttırmak için narsisistik eğilimlerinin üstesinden gelebilmiş olmalıdır. Çünkü tüm bunlar, hastaya yansıyacak, hastanın içinde de bu değişimler yaşanacaktır.

Terapistin duygularını anlama, tanıma ve ortaya koyma konusundaki yeteneği gelişmiş olmalıdır. İç dünyasındaki duygu yelpazesinin genişliği; merakı, kızgınlığı, acımayı, üzüntüyü, erotik heyecanı ve uyarılmayı, kıskançlığı, merhameti, iğrenmeyi, korkuyu, sevgiyi, şefkati, dostluğu hissedebilmesini ve anlayabilmesini sağlayacak, hastanın da duygularını anlayıp tanımasına, araştırmasına yol açacaktır.

Terapistin nesne sürekliliğini korumada özel bir çabası ve gücü olmalıdır. Bunu, uyarmadan, yutucu ve otoriter olmadan, yansızlığı koruyarak yapabilmek yetenek ve deneyim gerektirir. Geri düzeydeki hastalar sık sık öfke hissettirebileceğinden, kızgınlığını ve düşmanlığını kontrol edebilmeli, bu duygularla ve eyleme vurmalarla çalışabilmelidir. Eyleme vurmalara ilgisiz kalırsa ya da çok dikkate alırsa bunlar artabilir, süperegosunu çok ön plana çıkarırsa hasta katlanamayabilir. Öfkesini anlayamazsa tekniği, öfkesini kendisine yöneltirse iç dünyası, öfkesini dışarıya taşırsa diğer hastalarıyla ilişkileri olumsuz etkilenecektir. Hastaların bağlara, yatırıma ve meraka yönelik saldırılarını iyi göğüslemeli, tutma/taşıma işlevini sürdürebilmelidir.

Terapist, serbest dalgalanan dikkatini korumak ve sürdürmek için, analizden çok daha fazla enerjiye gereksinim duyar. Bunu yapabilmek için hem hasta ile iletişimini korumayı hem de zihnini bir kısmını bölerek orada serbestçe düşünebilmeyi becerebilmelidir. Analistin hafızasını, arzusunu, yönünü bırakma fırsatı ve şansı psikanalitik psikoterapi yapan terapistte yoktur. Serbestliğin ve varlığın amacı değişmiştir. Psikanalizde hiç kimse olmaya çalışarak hastanın düşlemini geliştirme amaçlanırken, psikanalitik psikoterapide bir kimse olunmaya çalışılarak hastanın düşleminin yapılandırılması amaçlanır. Yani bir yandan hasta ile çalışma sürdürülürken bir yandan da zihinsel esneklik, hareketlilik, yaratıcılık, bütünleştiricilik, bireşimcilik de sürdürülmeli ve bunlar seansa taşınabilmelidir.

BURSA PSİKİYATRİ

İlkokul çağımızdan itibaren aile kavramının ne olduğu anlatılır hepimize. Ailenin, “anne, baba, çocuk ve onlarla yaşayan kişilerin oluşturduğu yapı” şeklinde ifadesi çoğumuz için çok tanıdıkdır. Ancak anne, baba ve çocuktan oluşan bu yapı, oluşturduğu bütünlükten çok daha fazla anlam içerir. Aileyi, birbirinden farklı ve bazen de benzer düşünce, duygu, ihtiyaçlara sahip bireylerin bir arada yaşadığı bir sistem olarak da düşünebiliriz. Peki hep “bir arada olmak” kolay  mıdır? Bazen çerçevenin dışına çıkıp içeri bakmak gerektiğinde, ailede kimlerin ne gördüğü ve gördüklerine ne anlam verdiğini farketmek bir parça kolaylık sağlasa da, bir  terapi ortamında yaşanan süreç çoğu zaman bireylere bambaşka bakış açıları sağlayabilir.

Gestalt Terapisi Nedir?

Geştalt Terapi Yaklaşımı, 1940′lı yıllarda Fritz Perls, eşi Laura Perls ve Paul Goodman  tarafından geliştirilmiş bir psikoloji yaklaşımıdır. Geştalt, Türkçe karşılığı olmayan bir Almanca sözcüktür ve “bütün”, “örüntü”, “görünüş” gibi anlamlara gelir.

Geştalt Yaklaşımı, Psikanalitik Kuram, Varoluşçuluk, Psikodrama, Zen Felsefesi, Organizmik Kuram gibi pek çok kuramsal yaklaşıma dair öğeleri bir araya getirmiş  zengin ve  farklı bir yaklaşım olarak karşımıza çıkar. Geştalt yaklaşımı, her bireyin, doğuştan var olan potansiyellerini açığa çıkarabilme dürtüsüne sahip olduğu görüşünü benimser. Bireylerin, “aslında olmadıkları” birinin özelliklerine sahip olmalarını değil; aksine, daha çok kendi özelliklerini ve potansiyellerini farkedip bunlara sahip çıkabilmelerini ve “kendilerini gerçekleştirmelerini” amaçlar.

Yaklaşıma göre her birey;

kendisini daha çok geliştirmeye ve büyümeye

kendisini ve çevresini, kendine özgü bir şekilde anlamaya

sahip olduğu, duygu, düşünce, beden, ihtiyaç, istek,algı, ilişki tarzlarıyla bir bütün olarak var olmaya eğilimlidir.

Geştalt Yaklaşımı’na göre yaşamın temeli ihtiyaçlar; amacıysa, bu ihtiyaçları karşılamaktır. Günlük yaşamda pek çok ihtiyacımız ortaya çıkar ve bunları farkettiğimiz ölçüde karşılamaya çalışırız.  Karşılanan her ihtiyaç, ihtiyaç sıralamamızda fona geçer ve sonrasında sahip olduğumuz diğer bir ihtiyacımızı karşılamaya çalışırız. Yaşam, bu şekilde ihtiyaçların karşılanması ile geçer.

Gestalt Terapi’de Aileye Bakış

Geştalt Terapi denildiğinde genellikle “bütün parçaların toplamından daha fazladır” ifadesi çağrışım yapar. Bir insanı sadece belirli özelliklerine göre açıklamak, sahip olduğu tüm özelliklerin anlamını bozar. İnsanı anlamak, onu bir bütün olarak görmekle mümkün olmalıdır. Çünkü “bütün”, kendini oluşturan parçaların birlikte ve birbirleriyle işbirliği içerisinde çalışmasıyla oluşur.

Geştalt Terapi Yaklaşımı’na göre aile de bir bütündür ve bu bütünün parçaları, aile bireylerinden oluşur. Bireylerin hepsi, farklı duygu, düşünce, istek, ihtiyaç, amaç, algı, beklenti ve ilişki tarzına sahiptir. Yani ailedeki tüm bireylerin, hayata farklı pencerelerden, farklı gözlerle baktıklarını söylemek yanlış olmaz. Farklılıklarıyla birlikte, ortak duygu, düşünce ve amaçlar da elbette var olabilir. Ailedeki her birey, aile ortamını etkiler ve kendisi de bu ortamdan etkilenir. Ailedeki çocuk/çocuklar da, kendilik kavramını, yani kendiyle ilgili algısını bu şekilde oluşturur. Kısaca çocuğun zihninde, ailesindeki tüm bireylere ilişkin bir algı süreci işler.

Geştalt Terapi’ye göre, terapiye gelen bir çocuğun uyum sorunu yoktur. Bunun yerine “bakım verenler ve çocuk arasındaki uyumsuzluk” ifadesi daha doğru olur. Terapi sürecinde yapının tüm parçaları ve bu parçaların birbirleriyle olan ilişkisi ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmelidir. Bir çocuk, hareketli, meraklı ve etkileşimsel mizaca sahip olarak dünyaya gelebilir. Ancak, bakım vereni, bebeğin hareketliliğine eşlik edemez, onun merakını uygun bir şekilde karşılamaz ve etkili bir iletişime geçemezse, çocuğun hareketliliği huysuzluğa, merakı da dürtüselliğe doğru gelişebilir ve bu durum “çocuk ve ailenin birlikte” uyumsuzluğu olarak değerlendirilir. Çocuğun hangi davranışı nasıl, ne zaman ve ne şekilde sergilediği ve ebeveyninden hangi zaman ve koşullarda ve nasıl tepki aldığı, terapide üzerinde belki de en çok durulan konudur. Çünkü birey, her ne yapıyorsa, onu bir amaçla ve bir ihtiyacı karşılamak için yapar.

Kişisel sorumluluk almak ve bir başkasının değişmeyecek özelliklerini kabul etmek de Geştalt Terapi sürecinin yadsınmayacak önemdeki parçasıdır. “Çocuğum benim dediğimi dinlemiyor” cümlesiyle, ” Çocuğuma dediğimi dinletmiyorum/dinletmeyeceğim/dinletmem”  ifadeleri arasındaki farkın,  ebeveynlerde ortaya çıkaracağı farkındalığı yaratmak oldukça önemlidir. Benzer şekilde  “annem ve babam benim isteklerimi anlamazlar” cümlesiyle “ben annem ve babama isteklerimi uygun şekilde anlatmam/anlatmayacağım/anlatmıyorum” ifadesi arasındaki farkın, çocuk ya da gençte yaratacağı farkındalık, ona değişik bakış açıları sağlayabilecektir.

Bu noktaya gelindiğinde ya da siz bu satırları okurken akıllara  ” Yapmayan taraf hep ben miyim?; Karşı taraf sahiden işbirliğinden uzak davranıyor olamaz mı?” soruları gelebilir. Elbette bunlar mümkündür. Ancak, siz onun yaklaşımı karşısında tek bir seçeneğe sahip olmadığınızı fark ettiğinizde, sorunla baş etme gücünüz artacaktır. Yani, ebeveynler bazen gerçekten de çocuk ya da gençlerin söylediği şeylere  duyarsız kalabilir. Ya da bir çocuk sahiden ebeveynine uygunsuz şekilde davranıyor olabilir. Önemli olan kendiniz için farklı ne gibi seçenekler üreteceğinizdir. Verilen iki örnek için, daha net sınır koymak, etkileşimde olduğumuz kişinin ihtiyacını anlamaya çalışmak, anlatmak için uygun zaman kollamak ya da ısrarcı olmak akla gelen seçenekler olabilir. Bunlar ve diğer başka davranışları yapmıyor olmakla ilgili engellerin ne olduğu üzerinde durmak da terapinin işlevidir.

Gestalt Terapi Nasıl Çalışır?

Geştalt Terapi, sahip olduğu pek çok yaratıcı teknik sayesinde, terapide olabildiğince etkin çalışmaya olanak veren zengin bir yaklaşımdır. Birtakım canlandırmalar, rol oynama çalışmaları, dil çalışmaları, hayalleme çalışmaları, beden duruş çalışmaları, resim çizme, sandalye çalışmaları  gibi tekniklerle hem ebeveynlerin hem de çocukların kişisel farkındalıkları üzerinde çalışılır. Teknikler yardımıyla, çocuğun ihtiyacının ne olduğu, evde kiminle nasıl temas kurduğu ve o kişiden nasıl tepki aldığı ile ilgili bir alan üzerinde durulur.   Bu alanı çocuğun ve ailedeki diğer bireylerin nasıl algıladığı üzerine konuşmak, farklı bakış açılarını anlamak için fırsatlar sağlar.

Geştalt Terapi, aile ve çocuklarla yapılan çalışmalarda kullanılan bir teknik olduğu gibi; bireysel, çift, aile  ve gruplarla çalışmaya da uygun teknik ve içeriğe sahip bir bakış açısı sunar. Depresyon, kaygı bozuklukları, uyum bozuklukları, bağımlılıklar ve ilişki sorunlarından kişilik bozukluklarına kadar çok geniş bir yelpazede çalışma alanına sahiptir. Geştalt Terapi, bireyi “tek” olarak, tüm yönleriyle (duygu, düşünce, amaç, beden duruşu, ihtiyaçları vb.) ele alır. Bireyin, sahip olduğu yönlerini  farketmesi, anlamlandırması ve birbiriyle bütünleştirebilmesini amaçlaması açısından Geştalt Yaklaşımı, diğer terapi yaklaşımlarından farklılaşır.

Çalışma sırasında en çok önemsenen, bireyin “o andaki” algısıdır. Yani, birine sıradan gelen bir şeyin, bir başkası için çok önemli olabileceğini bilmek, bir Geştalt Terapisti’nin birincil bakış açısıdır. Geçmişte yaşanan bir şeyin, o an ve orada o birey tarafından nasıl algıladığı önem taşır. Terapi odasında olan bireylerle, bu bakış açısı temelinde, bireyin önemli gördüğü herşey saygı ve titizlikle ele alınır. Değişim, kabulle başlar. Dolayısıyla, çocuk ya da diğer aile bireyinin sahip olduğu özelliklerin terapist tarafından yargılanmadan kabul edilmesi, onlara ihtiyaç duydukları değişim için bir basamak sunar.

Sadece bütünü görmek, gözden pek çok özelliği kaçırmaya neden olabilir. Sadece parçalarla ilgilenmekse bütünün yarattığı güzel tabloyu bozabilir. Önemli olan, bütünlük içerisindeki ayrışmaların farkedilmesi ve tabloyla uyumlu “renkler” kullanarak  bütünleştirilmesidir.

Geştalt Terapisi’nin ve terapistin “sanatı”, tabloda bazen renklerin uygun şekilde bütünleştirilmesi, bazen de hatların oluşturulmasına destek olabilmesidir aslında.

“Öğrenmek, bir şeyin mümkün olabildiğini görmektir“

(F. Perls)

PAGEM PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK

Gestalt Almanca bir sözcük olup “kendine özgü bir bütünlüğü olan şekil, örüntü” anlamına gelmektedir Geştalt psikolojisine göre her varlık bir takım parçalardan oluşur ama bu parçaların oluşturduğu bütünlük parçaların toplamından başka ve fazla bir şeydir. İnsan çevresinde!» olayları nesneleri, durumları bir bütün olarak algılar, onları oluşturan parçaları değil, Daha çok algı psikolojisi üzerinde duran geştalt psikologlarına göre her nesne bir zemin üzerinde algılanır. İnsan dikkatini bir nesneye, yönelttiğinde o nesne zeminden ayrılır, şekil olarak algılanır. Dikkat bir başka nesneye yöneldiğinde ilk nesne zemine geçer ikincisi şekil olur. Geştalt terapi geştalt psikolojinin bu temel kavramı yanında, psikanalizin, varoluşçu yaklaşım, ve Zen Budizm inancının temelini oluşturan kavramları yeni bir biçimde bütünleştiren ve buna dayanarak psikolojik sağlık alanına bazı yeni teknikler getiren bir terapi anlayışıdır.

Geştalt terapi yaklaşımını ortaya atan Frederic Pearls ( 1969 ) de, çoğu kuramcı gibi, başlangıçta psikanaliz ile ilgilenmiş ve onun yetersiz olduğu alanları görmüş bir kişidir. Pearls’a göre insan yaşamına bir bütün olarak başlamakta, ama büyürken, gelişirken geçirdiği rahatsız edici yaşantılar yüzünden bazı parçalan ile bağlantıları zayıflamakta ya da kopmaktadır. Terapinin amacı bu parçalanmışlığı bütünlüğe dönüştürmektir. Pearls’e göre bir gereksinmenin ortaya çıkması ile diğerleri zemine geçer ve bir parçalanma olur. O gereksinmenin karşılanması ile bütünlük ( geştalt ) tekrar oluşur. Bu defa başka bir gereksinme zeminden ayrılıp öne geçer bu defa onun giderilmesi için harekete geçilir ve bu süreç böyle devam eder. Pearls’e göre organizmanın net hücresi, her organı, her hangi bir fazlalığı atmaya, eksik olanı tamamlamaya ve böylece denge durumuna gelmeye çalışır. Bu dinamik sayesinde değişen koşullara karşın organizma homeostasis denilen bu kararlılığı korumuş -: Şimdi ve burada olma : Pearls insanların kendileri ile ve başkaları ile ilişkilerinde bütünleşme yolu olarak şimdi ve burada olana yoğunlaşmanın gereğine inanır. Şimdi ve burada olma» durumunun farkında olma, duyumları tam olarak alma, duygulanma ve bütünleşme, yaşarken ve davranışta bulunurken olup bitenlerin ayırdında olma demektir. Olan olmuş, olacak olan da henüz olmamıştır. Bir kimsenin sürekli geçmiş olaylar üzerinde durmasının ya da henüz olmamış olayları olmuş gibi değerlendirmesinin yıkıcı etkileri olacağı görüşündedir. Kaygı şimdi ile sonra arasındaki açıklıktır. Kişi şimdiki zamandan kopar, sürekli olarak gelecekle ilgilenirse kaygı duyar. Çünkü ya gelecekte olabilecek felaketleri düşünerek bunalıma girer ya da hiçbir zaman gerçekleşmeyecek harikulade durumlar hayal eder. Bunlara erişemedikçe hayal kırıklığı yaşarlar.

Gestalt yaklaşımına göre;
• Her birey kendi çevresinin bir parçasıdır ve onu çevresinden ayrı olarak anlayamayız.
• Her birey beden, duygular, düşünceler, hisler ve algılamalardan oluşan bir bütündür ve bunlar birbirleriyle ilişkili olarak işlevsellik kazanır.
• Her birey çevreye yalnızca tepkide bulunmaz, aynı zamanda çevresini etkiler de. Çevreyle temasında yaşadıklarının hem nedeni hem de sonucudur.
• Her birey kendi duyumlarının, düşüncelerinin, duygularının ve algılamalarının farkında olma kapasitesine sahiptir.
• Her birey kendisinin farkında olabildiği için, seçim yapma kapasitesine de sahiptir ve bu nedenle de kendi davranışından kendisi sorumludur.
• Her birey kendini ancak içinde bulunduğu AN’da yaşayabilir. Geçmiş ve gelecek de, yalnızca ŞU AN’da yaşanabilir. Geçmiş ŞU AN’da hatırlanarak, gelecek ise ŞU AN’da sonra olacaklar tahmin edilerek yine ŞU AN’da yaşanır.

Gestalt terapisinin amacı, kişinin o anda geçerli olan deneyimini açık olarak algılayarak farkındalığını arttırmak ve ne yaptığı, nasıl yaptığının farkındalığını kazanmasıdır. Terapinin her aşamasındaki farkındalık; çevreyi bilme, secim yapmanın sorumluluğunu alma, kendini bilme ve kendini kabul etme ve temas becerisidir. İnsan hayatında iki temel amaç vardır; varlığını sürdürmek ve büyümek. Bu amaçları gerçekleştirme yolculuğumuz zorluklarla doludur. Bu zorlukların bazılarının üstesinden geliriz. Bazılarının ise üstesinden gelmek kolay olmaz. Canımızın yandığı, utandığımız, üzüldüğümüz, kızdığımız, sustuğumuz, isteksizleştiğimiz, kaygılandığımız, kendimizi suçlu hissettiğimiz bu anlar sık veya sürekli olduğunda kendimize farklı bir çıkış yolu ararız. Terapi, insanın bu farklı yol arayışına eşlik etme sürecidir. Bu amaçla pek çok farklı yaklaşım geliştirilmiştir. Bu yaklaşımlardan biri olan Geştalt terapi, daha önce ortaya çıkan çeşitli kuram, bakış açısı, ve terapi yaklaşımlarının bilgi birikiminden yararlanan ve bunları kendi içinde bütünleştirerek psikoterapi alanına geniş bir yelpazede ve zengin yöntemler sunmaktadır. Geştalt Terapi yaklaşımında kişiler önce “nasıl olduklarının” farkına varırlar, yani duygularının, düşüncelerinin, davranışlarının, bedenlerinin, istek ve ihtiyaçlarının farkına varırlar. Sonra böyle olmayı seçtiklerini görerek bunun sorumluluğunu alırlar ve daha sonra da “isterlerse farklı şekillerde davranarak” yaşamlarını değiştirebileceklerini anlarlar. Geştalt Terapi Yaklaşımı, kişinin büyüme ve bütünleşme sürecini desteklemeyi, kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılamasını ve kişinin çevresiyle uyum içinde yaşayabilmesini amaçlar.

Psikoterapi nedir? dendiğinde birçok kişinin aklında bir divana uzanıp, çocukluğunuzu anlattığınız ya da terapistin size akıl verdiği bir resim canlanmaktadır. Peki gerçekte psikoterapi nedir, ne değildir? Psikoterapi, gerekli eğitimleri almış bir uzman eşliğinde duygularınızı, düşüncelerinizi, kendiniz ve diğerleriyle ilgili inançlarınızı, kişisel yaşantılarınızı güvenli bir biçimde keşfetme sürecidir. Bir profesyonel ile yapılan konuşma tedavisidir. Psikoterapi size, yaşadığınız zorluklar ya da sıkıntılarla ilgili içgörü kazandırmayı, düşünce ve davranışlarınızda değişiklikler meydana getirmek için motivazsyonunuzu arttırmayı ve bu değişiklikler için uygun yollar bulmanıza yardımcı olmayı amaçlar.

Psikoterapiyi arkadaş ile dertleşmekten ayıran özellikler nelerdir?

Terapist ile danışan arasındaki ilişki, profesyonel, danışan odaklı, etik kurallara bağılı ve tedavi edici bir ilişkidir. Terapist, sizi eleştirmez, yorum yapmaz, öğüt vermez. Sizin kendi özelliklerinizin farkına varmanıza yardımcı olur; hedeflenen değişimi gerçekleştirebilmeniz için işbirliği içinde çalışır, bilgi ve deneyimini kullanarak değişimi mümkün kılar. Yani sizi gideceğiniz yere doğrudan bırakmaz, bu yolculukta size eşlik eder.

Psikoterapi ne zaman gereklidir?

Depresyon, kaygı bozuklukları (obsesif kompulsif bozukluk, panik bozukluk, fobiler…) gibi psikiyatrik sorunlarda, tüm dünya çeşitli psikoterapi yöntemlerini kullanmaktadır.

Ayrıca;

  • Devam eden, yoğun mutsuzluk, çaresizlik ve umutsuzluk duyguları yaşıyorsanız
  • Yaşadığınız duygusal zorluklar, kaygı ve korkularınız yaşamınızı olumsuz etkiliyorsa
  • Davranışlarınız kendinize ya da diğerlerine zarar vermeye başladıysa (madde ya da aşırı alkol kullanımı varsa, agresif  hale geldiyseniz…)
  • Yaşadığınız duygusal zorluklar nedeniyle aileniz ya da yakınlarınızla karşı karşıya kalıyorsanız
  • İş performansınızla ilgili kaygınız varsa

psikoterapi için başvurmanız önerilir.

Psikoterapi Kimler Tarafından Uygulanır?

Psikoterapi eğitimi almış psikiyatrist ya da bu alanda çalışan psikologlar tarafından uygulanabilir. Günümüzde psikoterapi dendiğinde farklı meslek gruplarından ya da uygulamalardan da bahsedilmektedir (Yaşam koçluğu, danışmanlık…). Fakat psikoterapist (klinik psikolog ya da psikiyatrist) uzun ve derinlemesine bir eğitim sürecinden geçtiği için danışanlarına ya da hastalarına daha geniş yelpazede ve daha derin çalışmalar yapabilmektedir. Psikoterapi bu noktada “danışmanlık”tan ayrılmaktadır.

Sizi Neler Bekliyor?

İlk seansta, terapist sizi tanımaya ve geliş nedenizi anlamaya çalışır. Çeşitli sorular sorarak ve testler kullanarak sizinle ilgili bilgi edinir. Bu bilgiler ışığında bir tedavi planı oluşturur.

Her birey birbirinden farklı olduğu için sonraki seansların içeriği de kişiye göre değişecektir. Psikoterapistiniz duygularınızı, deneyimlerinizi paylaşmanız ve keşfetmeniz için sizi teşvik edecektir. Uzmanın eğitimine ve bağlı olduğu kurama göre uyguladığı teknikler de farklılık gösterecektir.  

Psikoterapi ne kadar sürer?

Terapiye başlarken getirdiğiniz sorunlara, kullanılan terapi yöntemine göre görüşme süresi ve sıklığı değişecektir. İlk görüşmede size özel bir tedavi programı belirlenecektir.

Sık Kullanılan Psikoterapi Yöntemleri Nelerdir?

Bilişsel Davranışçı Terapi:Sağlıksız ve olumsuz düşüncelerimizin duygu ve davranışlarımıza olan etkilerine odaklanır. Sistemli bir şekilde bu düşünceleri gözden geçirip yerlerine sağlıklı ve olumlu olanları koymayı hedefler. Kendine güven, atılganlık gibi beceri kazandırmaya yönelik çalışmalar da yapılır. Uygulamalar sırasında nefes egzersizleri ve duygu tekniklerinden yararlanılır.  Danışanın ve terapistin aktif olduğu bu yöntemde ev ödevleri önemli yer tutar. Problem odaklı ve kısa süreli bir yaklaşımdır.

İnsan davranışı ve duygulanımını inceleyen psikolojik modellerden yararlanılarak geliştirilmiştir. Bilimsel bir zemin üzerine kurulu olup birçok psikiyatrik bozukluk ve geniş bir sorun alanında etkili olduğu kanıtlanmış bir tedavi yaklaşımıdır.

Davranış tedavileri, genel bir tanımla öğrenme ilkelerinin davranış bozukluklarının analiz ve tedavilerine sistematik bir biçimde uygulanışı olarak tanımlanabilir. Davranış tedavileri doğrudan uyumsuz davranışlar üzerine odaklanır. Davranışçı tedavide bireye tedavinin mantığı aktarılıp, kaygı verici durumlarla karşılaştığında kaçmak yerine, kaygıyla başa çıkmak konusunda ne tür yöntemler uygulayabileceği aktarılır.

Bilişsel teoriye göreyse çocukluk çağındaki deneyimler öğrenme yoluyla bazı temel düşünce, sayıltı ve inanç sistemlerinin oluşmasına neden olur. Bu temel düşünce ve inançlar „şema“ olarak adlandırılır. Bu şemalar katı düşünce kalıpları olup, yaşamın daha ileri dönemlerinde bireylerin kendileri ve yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını biçimlendirmekte kullanılır. Psikiyatrik bozukluklar, bireyin bilinçli olarak farkında olmadığı bu olumsuz kalıpların içeriğindeki temel düşünceleri destekleyen bir yaşam olayının ardından gelişir.
Tedavide danışan kişi ile terapist çeşitli sorunları belirlemek ve anlamak için, iyileşmeyi hedef alan bir işbirliği içinde düşünce, duygu ve davranışlar arasındaki ilişkiler konusunda çalışırlar. Bu yaklaşım genellikle “şimdi ve burada” üzerine, yani o anda güncel olarak kişide sıkıntı yaratan sorunlar üzerine odaklanır. Çeşitli hastalıkların yaşamı kısıtlayan etkileri hastayla birlikte saptanır. Bireyin hastalığı nedeniyle yapamadığı çeşitli aktiviteler tedavideki hedefler olarak belirlenir ve tedavi sonunda hastalığın yaşam alanlarında oluşturduğu kısıtlanmalar ortadan kaldırılarak yaşam kalitesinin iyileştirilmesi amaçlanır. Bu tedavi yaklaşımında tedavi süresi oldukça kısadır. 

Kişinin öz kaynaklarını kullanarak sıkıntı yaratan durumlarla başa çıkabilmesine yardımcı olacak becerileri kazandırmak asıl hedeftir. Terapist ve danışanın birlikte çalışarak saptadığı hedeflere ulaşmak ve “değişim” yaratabilmek için seanslar sırasında öğrenilenler seanslar arasında uygulamaya geçirilir. Seans içinde terapistten öğrenilen bilginin beceriye dönüştürülebilmesi için uygulamada “ev ödevleri” ya da egzersizlerden faydalanılır. Özetle bilişsel davranışçı terapi sıkıntı yaratan belirtileri hedef alan, sıkıntıyı azaltmayı, düşünce biçimlerini yeniden gözden geçirmeyi ve sorun çözmede yardımcı olacak yeni stratejiler öğretmeyi amaçlayan etkililiğini araştırmalarla gösterilmiş bir psikoterapi türüdür.

Bilişsel davranışçı terapilerde terapist ve danışan birlikte danışanın sorunu hakkında ortak bir fikir edinerek sorunu birlikte anlamaya, mevcut sorunun danışanın düşünce, duygu ve davranışlarını ve gün içindeki işlevlerini nasıl etkilediğini belirlemeye çalışırlar. Danışanın kişisel sorunlarının anlaşılmasını izleyerek terapist ve danışan bir sonraki aşamada tedavi hedefleri belirleyip bir tedavi planı oluştururlar. Terapinin amacı danışanın sorunlarını çözmekte halen kullandığı baş etme yöntemlerinden daha yararlı olabilecek yeni çözümler üretebilmesini sağlamaktır. Bunu izleyerek, danışanın terapi seansları içinde öğrendiklerini terapi seansları arasındaki süreç içinde de uygulaması istenir.

Pratik bir takım zorunlu durumlar bir yana bırakıldığında (belli bir süreyle terapiye gelebilme imkanı gibi) terapinin ne kadar süreceği terapistle danışan tarafından birlikte belirlenir. Genellikle 2-3 seanstan sonra ilk seanslarda ortaya konulan amaçlara ne kadar sürede ulaşılabileceği konusunda terapistin bir fikri oluşabilir. Bazı danışanlar için 6-10 görüşme gibi çok kısa bir süre yeterli olabilir. Daha uzun süreli çözüm gerektiren kişilik bozuklukları gibi durumlarda danışanlar aylarca hatta bir yılı geçen bir süre boyunca terapiye devam etmek durumunda kalabilirler. Danışanla başlangıçta, çok ağır bir kriz durumu söz konusu değilse haftada bir kez görüşülür. Kişi kendini daha iyi hissetmeye başlar başlamaz seansların aralığı açılmaya başlar önce 15 günde bir daha sonra üç haftada bire doğru görüşmeler kademeli olarak seyrekleştirilir. Bu henüz terapide iken öğrenilen becerilerin gündelik hayat içinde uygulanarak denenmesi şansını verir. Terapi sona erdikten 3, 6 ve 12 ay sonra birer güçlendirme seansı yapılır.

Bilişsel davranışçı terapi ile birlikte ilaç tedavisinin birlikte yürümesi daha iyi bir seçenektir. İlaç kullanılması gerektiğini düşündüğü durumda terapistiniz bu durumu size söyleyerek durumun avantajlarını ve dezavantajlarını sizinle tartışacaktır. Birçok durum hiç ilaç kullanmadan tedavi edilebileceği gibi sadece ilaç kullanımıyla geçen sorunlar söz konusu olabilir. Her iki tedavi türünün de etkili olduğu durumlarda tercih danışmaya gelen kişiye bağlıdır. Bazı durumlar genellikle iki tedavinin birlikte kullanımına daha iyi cevap verir.

Bilişsel davranışçı terapinin çocuk ve ergenlerde kullanımı da oldukça iyi sonuçlar vermiştir. Genellikle depresyon, anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, enürezis noktürna, travma ve travma sonrası stres bozukluğuyla ilişkili semptomların tedavisinde kullanılır. 

Bu terapi türünün etkililiğini gösteren bilimsel veriler mevcuttur. Bu veriler bilişsel davranışçı terapinin aşağıda sayılan sık görülen psikiyatrik bozuklukların tedavisinde etkili olduğunu göstermiş ve bilişsel davranışçı terapi bu bozuklukların tedavisini konu alan pek çok kılavuzda etkili bir tedavi yöntemi olarak yer almıştır:

  • Anksiyete bozuklukları
  • Obsesif kompulsif bozukluk
  • Panik bozukluk
  • Hipokondriyazis
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Yaygın anksiyete bozukluğu
  • Depresyon
  • Cinsel işlev bozuklukları
  • Çift tedavileri ve aile terapileri
  • Alkol ve madde kötüye kullanımı
  • Yeme bozuklukları
  • Somatoform bozukluklar
  • Sosyal fobi
  • Özgül fobiler
  • Tik gibi çeşitli davranış problemleri
  • Yeme bozuklukları
  • Ayrıca KDT’nin aşağıda yer alan diğer durumlarda da tedaviye katkı sağladığı gösterilmiştir:
  • Şizofreni
  • İki uçlu bozukluk (Bipolar bozukluk)
  • Öfke kontrolü
  • Kişilik bozuklukları
  • Ağrı kontrolü
  • Çeşitli sağlık sorunlarına uyum sağlama

Gestalt Terapi:“Şimdi ve Burada” kavramına önem veren bu terapi yöntemi, danışanın duyguları, farkındalıkları, farkındalığı engelleyen blokları ve vücut diliyle çalışır. Farkındalıklar sayesinde değişimin olacağını savunur. Hareket odaklı olan bu yöntem bireysel ya da grup olarak uygulanabilir.

Psikanaliz ve Psikanalitik Psikoterapi:İnsan davranışlarının bilinç dışı süreçlerden etkilendiği, yaşanılan sorunların çocukluk yaşantılarından kaynaklandığını savunur. Serbest çağrışım, rüya analizi ve yorum gibi teknikler kullanılan bu yaklaşımda amaç danışanın içgörü kazanmasıdır. Terapi seansları sık ve oldukça uzun süreli derinlemesine çalışmalardır.

Aile ve Çift Terapisi:Aile bireylerinin ve çiftlerin birbileriyle etkileşimlerinin anlaşılmasına, bunlarla ilgili sorunların çözümüne ve sağlıklı iletişime geçilmesine odaklanmaktadır.

Oyun Terapisi:Çocuğun problemlerini anlamak, onun duygularını ve tutumlarını keşfetmek ve çocuğu bunlarla yüzleştirerek çözüm getirmesini sağlamak için geliştirilmiştir. Sıklıkla endişe, korku, takıntı, kendine güven sorunları, çekingenlik, dürtüsellik, saldırganlık, okula uyum sorunu, davranış problemleri, uyku, yemek ve tuvalet sorunlarının çözümünde kullanılmaktadır.

Psikodrama: Bireylere, dramatik canlandırmalar yoluyla, geçmiş ve güncel sorunlarını ve çatışmalarını ya da geleceğe dair beklenti, kaygı ve güçlüklerini ele alarak hazırlanma, başa çıkma becerilerini görme ve bunları deneme olanağını sağlar. Psikodrama temel etkinlik olarak insanın katı davranışlarının yumuşak, esnek duruma gelmesine, özgür ve spontan olmasına, empati kurabilmesi ve sorumluluk alabilmesine olanak verir. Genel anlamı ile insanın sosyal beceri kazanmasına yardımcı olur. Grup olarak uygulanabileceği gibi bireysel uygulamalarda da etkilidir.

Dr. Fethi TURAN PSİKİYATRİ PSİKOTERAPİ

Histrionik kişilik bozukluğu, çağımızın en yaygın kişilik bozukluğu türlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Hayatında devamlı olarak dramatik şekilde davranışlar sergileyerek dikkatleri üzerine toplamaya çalışan bireyler adına kullanılan histrionik kişilik bozukluğu, bireyin devamlı olarak odak noktası haline gelmeye çalışması v hatta bunun için uygunsuz davranışlar dahi sergileyebilir olması şeklinde tanımlanmaktadır.

İnsan psikolojisi ile yakından alakalı olan histrionik kişilik bozukluğu, çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilen bir durumdur. Erkeklere kıyasla daha çok kadınlarda görülen bu davranış bozukluğu, bireyin çocukluk döneminde yaşamış olduğu travmalardan ya da annenin baştan çıkarıcı davranışlarını örnek almasıyla babasına karşı yaklaşımından kaynaklanmaktadır.

Histrionik Miyim? Nasıl Anlaşılır?

Histrionik kişilik bozukluğunun tanısı, pek çok belirti ve semptom ile koyulabilmektedir.

  • Bireyin teşhirci davranışlar sergilemesi,
  • Uygunsuz biçimde kışkırtıcı görünüm ya da davranışlarda bulunması,
  • Devamlı olarak tatmin olma ve onay alma ihtiyacı,
  • Eleştirilere ve onaylanmama durumuna karşı aşırı duyarlılık,
  • İlgi merkezi olma ihtiyacı,
  • Kişiliği ile övünme,
  • Asla değişmeyi düşünmeme,
  • Herhangi bir değişimi tehdit olarak algılama gibi durumlar histeri kişilik bozukluğu belirtileri arasında yer almaktadır.

Bunun ile beraber kişide somatik belirtileri kullanarak dikkatleri üzerinde toplamaya çalışma, hayal kırıklığına karşı tolerans göstermeme, duygudurumda hızlı değişimler, ilişkilerin normalden daha samimi olması gerektiği düşüncesi, ani kararlar verme, duyguların aşırı bir şekilde dışarı vurularak dramatize edilmesi, mesela bir filmin sahnesi için bağırarak ağlamak, yeni tanıştığı bir kimse ile fazla samimi olmak gibi durumlar görülmesi, “histronik miyim?” sorusuna bir yanıt olabilmektedir.

Bozuk psikolojisi ile beraber histrionik kişilik bozukluğuna sahip olan bireylerde ayrıca çeşitli düşüncelere de rastlayabilmek mümkündür. Örneğin; bir toplumda ilgi olmadığı zamanlarda rahatsızlık duyması, karşı cinsle olan ilişkilerinde genellikle uygunsuz olarak cinsel açıdan baştan çıkarıcı davranışlarda bulunması, hızlı bir şekilde değişiklik gösteren ve yüzeysel duygular sergilemesi, ilgiyi kendine çekebilmek adına dış görünüşünü kullanması, yapmacık davranması, gösterişi sevmesi, duygularını aşırı derecede abartarak göstermesi, ilişkilerinde olması gerektiğinden fazla içli – dışlı yaşamaya çalışması gibi durumlar da, histrionik olan kişilerin düşünceleri olarak gösterilebilmektedir.

Histeri Kişilik Bozukluğu ve Evlilik

Histeri kişilik bozukluğu ve evlilik, günümüzde beraber yürütülmesi oldukça güç olan bir durumdur. Bu gibi bir kişilik bozukluğuna sahip olan bireylerde evlilik genellikle zor bir süreç olarak ifade edilmektedir. Bunun nedeni ise, histrionik olan bireylerin ilgi çekebilmek adına pek çok kez yalana başvurması, cinselliğini kullanarak ayartıcı, baştan çıkarıcı ve uygunsuz davranışlarda bulunmasıdır. Genellikle histeri kişilik bozukluğu ve evlilik durumunda, sağlıklı olan birey, eşinin sergilemiş olduğu davranışlar nedeniyle zaman zaman kendisini aldattığını düşünmekte, bunun şüphesiyle yaşamaktadır. Dolayısıyla evlilik bazen çıkmaza girmekte ya da çoğu zaman ayrılıkla sonuçlanmaktadır.

Histeri kişilik bozukluğu, her ne kadar birey bunun farkında olmasa da, hayatını olumsuz yönde etkileyen bir problemdir. Dolayısıyla bireyin uzman bir psikologdan yardım alması, iyileşme kaydedebilmesi adına terapilere katılması oldukça önemlidir. Aksi takdirde bu davranış bozukluğu ömür boyu sürmektedir.

Uzman Psikolog Mehmet Cem Yiğit 

Histrionik kişilik bozukluğu olanlar, kişilikle alakalı duygusal, bilişsel ve işlevsel bozukluk anlamına gelir. Kişinin yaşadığı olayları ya da duygularını abartılı bir şekilde aktararak ilgi odağı haline gelme çabası bu rahatsızlığın en belirgin karakteristiğidir. Yakınlık kurma çabası olan bu kişilerin insan ilişkileri yüzeyseldir. Bulundukları ortama uyum sağlamak için ortamın şartlarına ve beklentilerine uygun biçimde davranış sergilerler. Nevrotik hastalıklar içerisinde yer alan histrionik kişilik bozukluğu, halk arasında fazla bilinmeyen bir rahatsızlıktır. Amerikan Psikiyatri Birliği bu rahatsızlığı, gençlik döneminde başlayan aşırı duygusallık, dikkat çekme ve çevresi tarafından onaylanma ihtiyacı sonucu ortaya çıkan kişilik bozukluğu olarak tanımlar. 

Histrionik Kişilik Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Histrionik bozukluk belirtisi olan kişiler olaylar karşısında bilişsel çarpıtmaya dayalı tepkiler verirler. Olayları ya çok olumlu ya da çok olumsuz yorumlarlar. Bu hastaların temel hedefi karşısındaki insanı etkilemektir. Bunun için rol yapar ve abartılı bir davranış takınırlar.

Histrionik bozukluğun belirtilerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

Ayartıcı, çekici ve tahrik edicidirler.

Dış görünüşleri ile cinselliğe düşkün intibası verirler. Ancak gerçekte cinsel sorunlar yaşarlar. İlgiyi üzerlerine çekemedikleri durumlarda rahatsız olurlar. Cinsel açıdan tahrik edici tarzları ve sürekli ilgi odağı olma çabaları arkadaşları ile aralarının bozulmasına neden olabilir.

Birden değişen yüzeysel duygu durumları gösterirler.

İnsanlarla duygusal bir ilişki kurma gayeleri yoktur. Davranışlarının ana hedefi muhatabını etkilemek olduğu için karşısındaki üzerinde nasıl bir izlenim bıraktığıyla ilgilenmezler. Bu yüzden histrionikler romantik ilişki kurmada zorluk çekerler. Duygusal manipülasyonlarla karşısındaki insanı etkilemeye çalışırlar. Bu etkiyi oluşturmanın yolu olarak da duygularını aşırı abartmak olarak görürüler. Kötü durumlar karşısında aşırı duygusallık gösterip, çabuk ağlarlar.

Dış görünüşlerini ön plana çıkarırlar.

Toplumda ilgi odağı olmak için nasıl göründükleri histrionikler açısından oldukça önemlidir. Giyim tarzları, jestleri ve mimikleri, konuşmaları ilgi çekmeye yöneliktir. Özellikle konuşmaları içerikten yoksundur.

Etraflarındaki insanların kolaylıkla etkisi altında kalırlar.

Histrionik hastalar her ne kadar ilgi odağı olmayı ana hedef haline getirmiş olsalar da insanlardan çok çabuk etkilenirler. Muhatabının telkinine açıktırlar ve ondan kolay etkilenirler.

Toplumda olumlu ve duygusal bir intiba bırakmaya çalışırlar.

Bireyler arası ilişkinin yakın olması gerektiğine inanan histrionikler, narsistlerin aksine çevresine karşı olumlu ve duygusal bir izlenim vermeye çalışırlar. Buna rağmen ilişki kurma ve sürdürme konusunda sıkıntı yaşarlar. Çünkü benlik algısı gelişmiştir. Kendilerinden başka kimseyi düşünmezler ve tek amaçları dikkat çekmektir.

Tatmin duygusu ön plandadır.

Histrionik kişilik bozukluğu olan kişiler yenilik ve heyecan arayışı içerisindedirler. Rutin olan şeylerden genellikle çabuk sıkılma eğilimindedirler. Yaptıkları her şeyden anında tatmin olmak isterler. Gecikmiş tatmin duygusu karşısında hüsrana uğrarlar ve hoşgörüsüzdürler. Büyük bir hevesle başladıkları her şeye karşı zamanla ilgilerini kaybedebilirler. 

İntihar etme eğilimindedirler.

Histrioniklerin intihar etme risk oranları bilinmemekle beraber dikkat çekmek için bu kişilerin intihar tehditleri ve davranışları gösterdiği gözlenebilir. 

Histrionik kişiler incelendiğinde kişilik yapılarında diğer kişilik bozukluklarının özelliklerini gösterdikleri görülebilir. Erkelerde narsist kişilik bozukluğu, kadınlarda borderline kişilik bozuklukları histroiniklerle benzer davranışlar gösterebilir. Bunların yanında depresyon, bipolar bozukluk, evlilik ve cinsel sorunlar, alkol ve uyuşturucu kullanımı, anksiyete (kaygı bozukluğu) ve dissosiyatif (bellek, bilinç işlevlerinde bozulma) bozukluk gözlenebilir.

Histrionik bozukluk gösterenler inkâr, somatizasyon (aşırı kaygı), duygusallık, düş ve fantezi kurma, gerileme, dışsallaştırma, yalıtma, konversiyon gibi savunma mekanizmalarını kullanırlar.

Histrionik Kişilik Bozukluğu Neden Olur?

Histrionik bozukluğa yol açan faktörler tam olarak tespit edilememiştir. Fakat uzmanlar bu rahatsızlığa çevresel ve genetik faktörlerin sebep olabileceğini belirtirler.

Psikolojik rahatsızlıklarda öncelikle kişinin aile ortamı ve ebeveyn tutumları üzerinde durulur. Histrionik kişilik bozukluğu örnekleri incelendiğinde kişinin abartılı davranışlarının altında yatan sebebin çocukluk döneminde annenin ihmalkâr tavırları olduğu sonucuna ulaşılır. Kişi ihmalkâr anneye isteklerini iletebilmek için abartılı davranışlar sergiler. Annenin çocuğa karşı ilgisiz tavrı aynı zamanda çocuğun duygularını ifade edememesine sebep olur. Sonraki dönemde ise kişi, duygularını abartılı bir şekilde gösterir. Örneğin bir kız çocuğu annesinde gerekli ilgiyi göremediğinde babasına yönelir. Babasının ilgisini çekmek isteyen kız bunu dış görünüşü ve sevimli tavırları ile yapmaya çalışır. Büyüyen kız çocuğu, babasında uzaklaşır ve aynı ilgiyi görebilmek için babasına yaptıklarını başka erkeklere de yapmaya çalışır. Hipermaskülenite (zehirli erkeklik), erkeğin çocukluğunda annesinin yokluğunu ya da uzaklaşmasının sebebi olarak kendisini bir başka erkeğe tercih etmesi olarak görmesinden dolayı aşırı erkeksi davranışlar göstermesidir. Bir tür güç mücadelesi olarak tanımlanabilecek bu bilinçdışı durum histrionik davranış bozukluğudur. 

Histrionik kişilik bozukluğu genetik yatkınlık nedeniyle ortaya çıktığını söyleyen uzmanlar vardır. Uzmanlara göre bu bozukluk dışadönüklük ve duygusallık özelliklerinin aşırılığından dolayı gelişir. Dışadönüklük özelliğinin aşırıya gitmesi histrionik bozukluk gösteren kişilerde heyecan arama ve gerginlik gibi duygulara yol açar. Duygusallık ise histrionik kişilerde depresyon ve içe kapanma şeklinde ortaya çıkar.

Bu rahatsızlığa sebep olabilecek çevresel faktörler aile içinde var olan huzursuzluk, kavga, hastalık gibi olumsuz durumlar, anne ve babanın ayrılması, çocukluk döneminde yaşanan istismarlar, aile üyelerinin beklenmedik kaybı gibi çocuğu derinden yaralayacak olaylar sıralanabilir.

Histrionik Kişilik Bozukluğu Olanlara Nasıl Davranılır?

Histrionik kişilik bozukluğu olan kişiler bulundukları ortamda dış görünüşleri ile ilgi çeken, heyecanlı ve etkileyici olarak görülebilirler. Fakat bulundukları ortamda yaptıkları manipülatif davranışların farkında değillerdir. Bu davranışları içgüdüsel olarak yaparlar. Peki bu iniş-çıkışlı duygu durumlar karşısında Histrionik kişilik bozukluğu olanlara nasıl davranılmalı?

Öncelikle yukarıda sayılan belirtileri gösteren ya da uzman tarafından histrionik teşhisi konulan kişinin davranışlarının bir rahatsızlığın sonucunda ortaya çıktığını bilmek gerekir. Verilecek tepkiler ve yaklaşım tarzı konusunda da keskin ve sert bir yaklaşım benimsenmemelidir.

Histrionikler ilgi çekme amacı güttüklerinden onlara karşı kayıtsız kalınmamalıdır. Çünkü bu durum histrioniklerin içe kapanmalarına sebep olur. Histrioniklerle tamamen ilişkiyi kesmek yerine onları geri döneceğinize ikna edip onlardan bir müddet uzaklaşmanız tavsiye edilir. Duygusal açıdan güçlü görünmeye çalışırlar. Fakat yaşadıkları en ufak bir olumsuzlukta depresyon hali yaşayabilirler. Uzun süreli ağlama nöbetleri geçirebilirler. Duygularını açıkça ifade edebileceği bir alan açılması gerçek duygularını ortaya çıkarmada yararlı olabilir. Ayrıca histrioniklerin muhatapları da onlara duygularını açıkça ifade etmekten çekinmemelidir.

Histrionik Kişilik Bozukluğu Testi

Histrionik kişilik bozukluğu testi, rahatsızlığın doğru teşhisini sağlayabilmek amacıyla uzman gözetimde yapılır. Test, kişinin rahat edebileceği, doğru cevaplar vermesini sağlayacak bir ortamda yapılmalıdır. Verilen cevaplar uzman tarafından değerlendirilerek uygun olan tedavi yöntemine karar verilir ve tedaviye başlanır.

Histrionik Kişilik Bozukluğu Tedavisi Nasıl Yapılır?

Histrionik kişilik bozukluğu vaka örneği incelendiğinde ruhsal tedaviye karşı çıkmadıkları görülür. Fakat bu rahatsızlığın biyolojik değişkenleri tam olarak bilinemediğinden psikoterapi ile uzun bir tedavi süreci gerektirir. Bu terapi, psikanalitik yöntemler veya bilişsel terapi şeklindedir. Ayrıca grup terapileri de hastalığın düzelmesinde faydalı olabilir.

Psikoterapi yönteminin bu rahatsızlıkta tercih edilmesindeki amaç, histrioniklerin duygusal anlamda yaşadığı stresi azaltmak, kendine olan saygısını güçlendirmek ve problemlerle başa çıkma becerisini geliştirmektir. Uzun bir süreç olan psikoterapi yönteminde kişinin tedavi olma isteği ve motivasyonu önemlidir. Bu motivasyon kişinin tedavi olup olmama isteğini belirler. Uzun soluklu psikoterapi, hastaların düzelmesini sağlar.

Doç. Dr. Murat ERDEM

Comments are closed.