logo

Kendimizle yüzleşmek, büyümenin başlangıcıdır.

“Kendimizle yüzleşmek, büyümenin başlangıcıdır. İnsanlar gerçek potansiyellerini ancak kendi karanlıklarıyla yüzleşerek keşfedebilirler.”

Carl Jung

Bastırılmış duyguları tanımlamak ve serbest bırakmak yaşamı değiştiren bir etki yaratabilir. İnsanın çok uzun süreler boyunca duyguları içinde tutması sağlıksız, mantıksız ve hatta zararlıdır. Peki, bastırılmış duygu nedir? Bilinçsiz olan bastırılmış olandır. Kişinin nasıl başa çıkacağını kestiremediği duyguları ile bastırılmış duyguları birbirinden farklıdır.

Bir duyguyu bastırdığınızda o duyguyu bastırdığınızı bilirsiniz. Örneğin, kahvaltıda aileniz ile bir tartışma yaşadınız, ancak iş yerinde yapmanız gereken çok önemli bir sunum var. Bu sebeple duygularınızı sunum geçene kadar işinize odaklanmak için bastırabilirsiniz. Bu durum duyguları bastırmaya tipik bir örnektir. Kısa vadeli bir çözüm olan duygusal bastırma, en kısa sürede geri dönüp kaçtığınız duyguyu ele aldığınızda yararlı bir çözüm olabilir. Bastırılan duygular işlenmezler, yani bir yere gitmezler. Gelecekte çoğunlukla psikolojik ya da fiziksel belirtiler olarak ortaya çıkarlar. Bastırdığınız duygularla yüzleşmek ve yüzleşme sürecinizi kolaylaştırmak için online psikolog yardımı alabilirsiniz.

Duygularımızı Neden Bastırırız?

Bastırılan duyguların kaynağı çoğunlukla zorlu bir çocukluk sürecinden kaynaklanır. Çocuk zihniyle olumlu ya da olumsuz olduğuna bakmaksızın kaçmayı öğrenmiş olabilirsiniz. Çocuklukta kaçmanın daha güvenilir olduğu, birincil bakıcılar olan anne babalar tarafından öğretilir. Zor ve güçlü duyguları ifade etmek yerine derine gömmeyi öğrenmiş olabilirsiniz. Bu durumun alışkanlık hâline geldikten bir müddet sonra davranışa dönüşmesi de kuvvetle muhtemeldir.

Davranış hâline dönüşen eylemi zaman içerisinde kendiliğinden tekrarlamaya başlayarak duygularınızı bastırma konusunda uzmanlaşmış olabilirsiniz. Anne, baba ya da bakıcılarınız, duygusal ifadelerinizde size yargılayıcı yaklaşmış ya da sizi eleştirmişlerse, size yaşadıkları herhangi bir duygunun varlığından hiç söz etmemişlerse, bir yetişkin kendinizi ifade etmeniz için sizi hiç yüreklendirmemişse duygularınızla olan bağınız kopmuş gibi hissedebilirsiniz. Duygularınızı sağlıklı ve üretken bir hâlde ifade etmeyi öğrenmek için terapiye başlayabilirsiniz. Bastırılmış duyguların dışa vurumunu psikolog desteği sayesinde barışabilirsiniz.

Bastırılmış Duygularınız Olup Olmadığını Nasıl Anlarsınız?

Duygular vücudu etkiler. Özellikle olumsuz duygularla uzun süreler boyunca yaşamayı sürdürmek, kişiye zihinsel ve fiziksel zarar verebilir. Duygusal tepkiler bağışıklık sistemini zayıflatabilir. Bu durum, yaşanan diğer sağlık sorunlarının üstesinden gelmeyi de zorlaştırır.

Yapılan araştırmalar, duygusal kabulün ve duygu düzenlemenin hastalık semptomlarını iyileştirdiği yönünde bulgular içerir. Yine de bastırılmış duyguların dışa vurumunun etkileriyle ilgili ortak bir kanıya varmak için bu durum hakkında daha fazla veriye ihtiyaç vardır. Duyguların bastırılması için aşağıdaki detayların tetikleyici olduğu durumlar gerekir:

  • Yorgunluk ve uyku problemleri,
  • Kas kasılması ve ağrı,
  • Dengesiz iştah hâli,
  • Mide bulantısı,
  • Sindirim problemleri,
  • Stres, kaygı ve depresyon gibi psikolojik sağlık koşulları.

Bastırılmış ve çözülmemiş öfkenin yanı sıra bastırılmış diğer duygular yüksek tansiyonun, kardiyovasküler hastalıkların, gastrointestinal sorunların ilerlemesine sebep olabilir. Konuyla ilgili araştırmalar sürse de en güncel ve etkili bilgiyi uzman psikologdan alabilir, duygularınızı bastırmayı terapi desteği ile azaltarak bırakabilirsiniz.

Bastırılmış Duyguların Belirtileri

Duygularınızı bastırmayı davranış hâline getirdiyseniz çevrenizdeki insanlara hislerinizi açıklamak zorlayıcı olabilir. Özellikle duygularınızın farkına varmak, duygularınızı tanımlamak ve isimlendirmek imkânsıza yakındır. Hayatınızdaki değişikliklerin sizin için iyi mi ya da kötü mü olduğunu anlamakta güçlük çekebilir ve bunu ifade edemeyebilirsiniz.

Bastırılan duyguların belirtileri aşağıdaki gibidir:

  • Uyuşukluk hissi,
  • Sinirlilik hâli,
  • Etrafınızdaki insanlar duygularınıza dair bir şey sorduğunda strese girmek ve sinirlenmek,
  • Sık sık detayları unutmak,
  • Sebepsiz yere stres yaşamak,
  • Herhangi bir düşünce ile ilgili uzun süredir değerlendirme yapmadığınız için çoğunlukla sakin bir yapıya sahip olmak,
  • Çevrenizdeki insanlar duygularını sizinle paylaştığında kötü ve rahatsız hissetmek,
  • Şiddetli bir şekilde kızgın hissetmek ama sebebini anlayamamak.

Bastırılmış duyguların psikolojik sonuçları hakkında yorum yapmak için kişinin davranışları değerlendirilmeye alınmalı ve bu durumun davranışlarındaki etkisi gözlenmelidir.

Bastırılmış Duygular Davranışlarınızda Nasıl Görünebilir?

Çevrenizdeki insanlara olan tavrınız ve genel davranışlarınız, duygusal baskının verdiği bir cevap olabilir. Bastırılan duyguların belirtileri şunlardır:

  • Yakın ilişkiler kurmakta ve kurulan ilişkiyi sürdürmekte zorlanma,
  • Önem verdiğiniz konular hakkında konuşamama,
  • Duygularını dile dökmekte zorlanma,
  • Kendini övmeye istekli olma,
  • Hayatındaki kişilerin hislerini anlamakta zorlanma,
  • İhtiyaç ve isteklerini dile getirme konusunda güçlük çekme,
  • Daha çok yalnız kalmayı tercih etme,
  • Doğrudan ya da dolaylı olarak çoğunlukla pasif agresif tavırlar gösterme,
  • Çok fazla TV izleme,
  • Çok fazla sosyal medyada zaman geçirme,
  • Aşırı derecede alkol ve uyuşturucu kullanma.

Bastırılmış Duygular Nasıl Açığa Çıkarılır?

Sigmund Freud, bastırılan duyguların elbet açığa çıkacağını söyler. Duygularınızı, onlar kendilerini serbest bırakmadan kendi isteğinizle serbest bırakmak için birkaç öneriyi dikkate alabilirsiniz. Duygularınızı serbest bırakmak hem zihinsel hem de fiziksel sağlığınız için iyileştirici olabilir. Aşağıdaki tekniklerden yararlanarak duygularınızı ifade etme yoluna gidebilirsiniz.

Profesyonel Destek İsteyin

Bastırılan duyguların açıkça konuşulması için bir terapistin yardımına ihtiyaç vardır. Terapiye başlamak, kişinin kendine dair attığı ilk adım sayılabilir. Online terapi yardımıyla duygularınızı ne sebeple bastırdığınızı öğrenebilirsiniz. Psikolog desteği sizin daha derin bir yüzleşme gerçekleştirmenizi sağlayabilir, ancak bu zaman diliminde size profesyonel rehberlik sunarak duygularınızı açmanızı da kolaylaştıracaktır.

Terapi ile duygularınızı daha iyi anlamaya başlayabilirsiniz. Bu durum, yaşam konforunuzu artırmaya ve sağlıklı duygusal düzenlemeler yapmanıza yardımcı olur. Kişiselleştirilmiş çeşitli yöntemler kullanarak duygularınızı açmayı ve yaşamayı öğrenebilir, farklı perspektifler edinebilirsiniz. Online psikolog desteği ile hem kendinizin hem de etrafınızdaki insanların duygularını anlayabilirsiniz.

Kendinizle İletişim Kurun

Kendinizi sık sık kontrol etmeyi ihmal etmemelisiniz. Kendinize nasıl olduğunuzu sormalısınız. Kendi kendine konuşma eylemi sizin için zorlayıcı geliyorsa günlük yazmayı deneyebilirsiniz. “Bastırılmış duygu nedir?” sorusundan yola çıkarak bir kompozisyon yazabilirsiniz. Duygularınızı ifade eden bir resim çizmeye çalışabilirsiniz. Müzikle aranız iyiyse bu bağlantıyı şarkı söyleyerek ya da enstrüman çalarak sağlayabilirsiniz fakat gerçekten hissinize uygun bir şarkı bulmalısınız.

“Ben” İfadesini Hayatınıza Ekleyin

Daha iyi hissedebilmek için hayatınıza “Ben” ifadesini eklemelisiniz. Duygularınızı kabul etmek ve serbest bırakmak, bütünüyle kendinizi anlamanızla ilgilidir. Aşağıdaki cümlelerin hepsine “Ben” ifadesiyle başlamayı denemelisiniz:

  • Bu konu ile ilgili iyi hissediyorum.
  • Bu durum ile ilgili kafa karışıklığı yaşıyorum.
  • Şu anda çok stresli ve gergin hissediyorum.
  • Şu an rahatlamaya ihtiyaç duyuyorum.

Örnekler çoğaltılabilir. Bu etkinlikteki temel amaç, duygularla sürekli olarak temas hâlinde olmak ve duygularla iletişimde kendini rahat hissedebilmektir. İlk adımlar zorlama ya da yapmacık hissettirebilir ama her adım değerlidir ve sizi ileriye taşır. Bu sebeple büyüklüğüyle ilgilenmeden adım atmayı sürdürmelisiniz.

Kendinizi Yargılamayı Bırakın

Hissettiğiniz duygu her ne olursa olsun, kendinizi acımasızca yargılamayı bırakmalısınız. Duygularınızı deneyimleyerek sizi nereye götürdüklerini keşfetmelisiniz. O an yaşadığınız duygunun nedenini isimlendirmeyi denemek, yargılama sürecinizin önüne geçebilir. Örneğin, “Yarın önemli bir görüşmem olduğu için gergin hissediyorum,” diyebilirsiniz.

Duygularınızı kendi kendinize paylaşabilir hâle geldikçe etrafınızdaki insanlarla da kademeli olarak paylaşmaya başlayabilirsiniz. Böylece daha sağlıklı iletişimler kurabilirsiniz. Duygularınızı paylaşırken güvendiğiniz ve nazik kişileri tercih etmeniz, sürecinizin kolaylaşması için büyük önem taşır. Bu süreçte denemeyi bırakmamanız önemlidir. Bastırılmış duyguların psikolojik sonuçları hızlı bir şekilde iyileşmeyebilir. Sabırlı olmanız gerekir.

Duyguları ifade etme herkes için farklıdır. Çünkü bazı insanlar içe dönükken bazıları dışa dönüktür. Bazıları olabildiğince az sayıda insanın olduğu bir sosyal ortamı tercih ederken, diğerleri büyük gruplar halinde vakit geçirmeyi tercih eder. Herkesin kişiliği, alışkanlıkları, hassasiyetleri, beklentileri, hayalleri ve hedefleri birbirinden farklıdır. Bu sonsuz farklı insan yelpazesi aynı zamanda çok farklı iletişimleri ve diyalogları da ortaya çıkarır. Çünkü her insanın yaşam biçimi, kendini ifade eden söz ve üsluplarda diğer insanlardan farklıdır. Ancak kendini ifade edememek pek çok kişinin hayatını doğrudan etkileyen bir sorundur,  online psikolog ile bu soruna bir adım atabilirsiniz. Duygularını ve düşüncelerini kendilerini ifade etmeden başkalarına ifade etmekte güçlük çeken kişiler, giderek daha fazla geri çekilebilir veya sorunları kendi içlerinde aramaya başlayabilirler.

Duyguların Temelini Araştırın

Duygularınızı ve düşüncelerinizi doğru bir şekilde analiz etmek, kendinizi doğru bir şekilde ifade etmenizin ilk adımıdır. Çevrenizdeki insanlara kendinizi ifade edebilmek için öncelikle kendinizle güçlü bir iletişim kurmanız gerekir. Bu açıdan kendinizi ifade etmeden önce, kendinizi daha iyi ifade edebilmek için duygularınızın köküne inebilirsiniz.

Duyguları Kabullenin

İnsanlar çeşitli duygular yaşayabilir. Bununla birlikte, birçok insan belirli bir duyguya karşı önyargılıdır ve bu duyguyu kendileriyle ilişkilendiremez. Örneğin, çoğu insan üzüntü sürecinde hayat bulan pek çok duyguyu kabullenmek ve ifade etmek istemez. Ancak her türlü duygunun insani deneyimler olduğunu kabul etmek, o duygulardan etkilenmek istemediğimiz şeyleri yaptığımız anlamına gelmez. Çünkü duyguları kabul etmek, onlara teslim olmak anlamına gelmez.

Duyguları Yönetin

Duyguları kolay ifade etmek için duyguları yönetmeniz gerekir. Duygularla başa çıkma, genellikle yanlışlıkla kişinin duyguları yaşayıp yaşamadığını kontrol etme yeteneği olarak algılanır. Duygu yönetimi açısından duyguları yaşamama gibi bir amaç yoktur. Çünkü herkes her türlü duyguyu yaşayabilir. Duygu yönetimi iki aşamada incelenmelidir. Birincisi ve belki de en yaygın olanı, yaşadığınız duygulardan etkilenmez. Burada duyguların yönlendirmesi önemli değil, akıl ve vicdana göre hareket etmek önemlidir. Örneğin öfke, insanların sözlü veya fiziksel şiddet kullanmasına neden olabilir. Kişinin kendisini neyin üzdüğünü ve hangi aşamada kontrolü kaybettiğini anlayarak duygularını kontrol etmesine izin verebilir. İkinci adım, yaşadığınız duygusal yoğunluğu azaltmaktır, ancak bunu kendi başınıza yapmak çok zordur. Bunu duyguları canlandıran iç dinamikleri değiştirerek yapar ve bu ancak özel tedavilerle mümkündür.

Açık Konuşun

Duygular nasıl kolay ifade edilir sorusunun en önemli cevabı açık olmaktır. Ancak her şeyi doğru zamanda doğru yerde söylemek gerekir. Fakat doğru ortam ve doğru anlarla, duygularınızı içeri getirdiğinizde kendinizi ifade etmeniz zorlaşır. Açıkça konuşmazsanız, duygularınız kafanızda karışabilir. Uzun vadede, gerçekten nasıl hissettiğinizi ve ne söyleyeceğinizi belirlemek zor olabilir. Bazen size nasıl davranılmasını istediğinizi veya başkalarıyla nasıl iletişim kurmak istediğinizi belirtmeniz gerekebilir. 

bipsikolog

Vygotsky, gelişimsel ve eğitsel psikolojinin “Mozartı” olarak adlandırılabilir. Lev Semenovich Vygotsky (1896-1934) çok başarılı bir Beyaz Rusya’lı psikolog ve doktordu. Aynı zamanda, Sovyet nöropsikoloji ve gelişim psikolojisi alanında da bir öncüdür. Vygotsky’nin düşünceleri, çok uzun bir süre göz ardı edildi. Fakat hiçbir zaman, şu önemli fikri savunmaktan vazgeçmedi: Kültür, zihinsel süreçlerin gelişiminde çok önemli bir rol oynar. Aslında, onun bu alana yapmış olduğu katkıların, özellikle psikoloji ve eğitimin ortak paydada buluştuğu verimli topraklarda, gerçek bir devrim niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Vygotsky’nin araştırmasının çoğu şu bağlamda yer almıştır:

  • Dilin insan davranışındaki rolü.
  • Dilin çocukların zihinsel gelişimindeki rolü.
  • Üstün zihinsel işlevlerin kökeni ve gelişimi.
  • Bilim felsefesi.
  • Psikolojik araştırma yöntemleri.
  • Sanat psikolojisi.
  • Bir psikolojik fenomen olarak oyun.
  • Öğrenme bozuklukları ve anormal insan gelişimi çalışması.

Vygotsky’nin en önemli sözleri

Sosyal etkileşimin önemi

Sosyal etkileşim, öğrenmenin kökeni ve lokomotifidir.

Düşünce yapısının geliştiği yön, bireysellikten toplumsallığa doğru değil, aksine, toplumsallıktan bireyselliğe doğrudur. Vygotsky, öğrenmenin, mevcut kültürel mirasın devamlılığı açısından uygun bir yol olacağını söylüyor. Aynı zamanda bu, sadece bireysel bir asimilasyon süreci de değildir. Vygotsky, insan öğrenim sürecinin, belirli bir sosyal doğa çerçevesinde  gerçekleştiğini açıklar. Diğer bir deyişle, çocukların diğer insanların akıllarından ne geçtiğini öğrenmelerine dair ilk adımlarını attıkları bir süreçtir.

Anlama düşüncesinin değeri

Başkalarının dilini anlamak için kelimeleri anlamak yeterli değildir. Düşünceleri de anlamalısınız.

Dil aracılığı ile, algıladığımız düşünceleri onaylamak veya reddetmek için bir yol elde etmiş oluruz. Bu, bireyin karakteri ile ilgili bir bilgi sahibi olmamızı ve kendi özgür iradesiyle hareket edebileceği konusunda bilinç sahibi olduğunu ima eder.

Dil ve düşüncenin farklı kökenleri vardır, ama düşünce zaman içerisinde söze aktarılıp, konuşma rasyonel bir hale gelir.

Özellikle, çocukların dili, sosyal ve dışa dönük olup, ancak adım adım içselleştirilir. Çocukların bilişsel gelişimi, yetişkinlerle yapmış oldukları ölçüsüz ve ölçülü diyaloglar çerçevesinde gerçekleşir. Çocuklar dünyayı kendi gözleriyle ve aynı zamanda konuşmalarıyla da algılamaya başlar.

Taklitten vazgeçmek

Büyüdükçe, başkalarının davranışlarını taklit etmeyi veya dışarıdan gelen uyaranlara karşı otomatik olarak tepki vermeyi bırakırız.

Bir çocuk çevresinden bir sünger gibi beslenir. Büyüdükçe, çevremizi taklit etmeyi bırakıp, daha çok fikir ve değerler ile bir etkileşim halinde oluruz.

Sözcükler ve düşünceler arasındaki ilişki

Düşünceden yoksun bir kelime, tıpkı sözlerin eşlik etmediği bir düşüncenin karanlıkta kalması gibi ölüdür.

Bir düşünce kelimeler yağdıran bir buluta benzer. Dil, etkileşimin ana aracıdır ve zihnin gelişiminde belirleyici bir faktördür. Dil, düşünce için olmazsa olmazdır.

Bilginin tanımı

Bilgi, bir birey ile çevre arasındaki etkileşimin ürünüdür, sadece fiziksel değil, sosyal ve kültürel bir oluşum olarak da anlaşılır.

Üstün psikolojik süreçlerin tümü (iletişim, dil, akıl yürütme, vb.), öncelikle sosyal bir bağlamda elde edinilir. Daha sonra bireysel düzeyde içselleştirilir. Özünde, kişiye deneyim kazandıran ve kendi eleştirel yargısının olmasına yardımcı olandan daha iyi bir öğrenme yolu yoktur.

Bir yönetici olarak öğretmen

Öğretmen, içerik sağlayıcı değil, bir yönetici rolünü oynamalıdır.

Bir öğrenci, kendi öğrenme yolunu kendisi öğrenir ve öğretmen de, çocuğu, bu yolda yönetir. Bir çocuk, bugün yardım alarak yaptığı işi, yarın kendi başına yapabilecektir.

Vygotsky’ye göre, öğrenme bir kule gibidir. Bu yüzden, bu kuleyi adım adım inşa etmeniz gerekir. Proksimal gelişime, sosyal yapıcılığa ve iskelet kavramına oldukça yakındır.

Sosyal uyum

Diğer herkes aracılığıyla kendimiz oluruz.

Vygotsky, sadece sosyal uyumun, bir ihtiyacı gerçekten karşılayabileceğini düşünür. Kültürün ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını belirlediğini hatırlayalım. Bir zihinsel yapı, içinde bulunduğu kültürden bağımsız olamaz. Bu anlamda, bizler, izole halde yaşayan bireyler değil, aksine, sosyal olarak yaşamlarını sürdüren varlıklarız.

Vygotsky, diyalog gibi karmaşık psikolojik işlevleri tanımlar. Onları problemlerin çözümünde çok değerli yapılar olarak görür. Onun felsefesi, olumlu doğasıyla beraber, çevremizin, bizim üzerimizde olan öneminin altını çizme çabası içerisinde olur. Bu çevrenin gücü de, bizim gelişmemize bağlıdır.

Sürekli bir değişim halinde olduğumuz için, kültür ve deneyim, yaşamımızdaki iki temel pusulamızdır.

Psikolog Beatriz Caballero

Bizden başka hiç kimse duymamasına rağmen neden iç konuşma yapıyoruz?

Filozofların yeni bir alanı araştırmaya başlaması oldukça az rastlanan bir durumdur ve araştırdıkları soruların çoğu çok eski zamanlardan beri var olan sorunlara ilişkindir. Ancak yaklaşık son 15 yıldır felsefecilerin yakından incelemeye başladıkları bir konu var ki psikoloji ve felsefenin kesiştiği noktada yer alır: iç konuşma. İç monolog olarak da bilinen iç konuşma, düşünürken ya da okurken zihnimizde duyduğumuz sestir. Araştırmalar şaşırtıcı bir şekilde herkesin bu iç sese sahip olmadığını, ancak çoğumuzun sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Bilim ve psikoloji bu konuya oldukça fazla ilgi göstermiştir. İç sesin özellikle metin okurken gırtlaktaki küçük hareketlere eşlik ettiğini ve “iç” ve “dış” konuşma arasında açık bir bağlantı olduğunu yüzyılı aşkın bir süredir biliyoruz.

Filozoflar daha önce de zaman zaman iç konuşma hakkında kafa yormuşlardır. Ünlü davranış bilimci Gilbert Ryle, bunun filozofların “kendini tanıma” olarak adlandırdığı olguda kilit bir rol oynadığını düşünmüştür. Başkalarının söylediklerini dinleyerek onlar hakkında bilgi ediniriz ve Ryle 1949 tarihli çığır açan kitabı The Concept of Mind‘da aynı şeyi kendi iç konuşmalarımızı “gizlice dinleyerek” kendimiz için de yapabileceğimizi öne sürmüştür.

Bu olgu başka felsefi bağlamlarda da ortaya çıkmıştır, ancak yakın zamana kadar bu alanda uzun süreli bir merak diri tutulamamıştır. Filozoflar artık psikolojinin bunu ancak bir noktaya kadar açıklayabileceğinin farkına vardılar: İç konuşmanın sadece kendine özgü teorik düşünceyle ele alınabilecek belirli yönleri vardır.

Psikoloji felsefeye karşı

İç konuşma, yıllar boyunca psikologlar tarafından filozoflardan çok daha fazla ilgi görmüştür. Sovyet psikolog Lev Vygotsky bu konuda çok etkili bir isimdir.

Vygotsky çocukların belli bir yaşa kadar genellikle kendi kendilerine yüksek sesle konuştuklarını, ancak yaşları ilerledikçe bunu yavaş yavaş bıraktıklarını belirtmiştir. Ona göre kendi kendine yapılan dış sesli konuşma pratiği azaldıkça içsel konuşma gelişir. Vygotsky’ye göre iç konuşma basitçe içselleştirilmiş dışsal konuşmadır. Pek çok filozof bu konuda hemfikirdir, ancak bazıları bu olguyu farklı görmektedir, çünkü bildiğimiz kadarıyla hem içsel hem de dışsal olarak gerçekleştirebileceğimiz başka bir eylem daha yoktur. Bazı filozoflar içsel konuşmanın aslında konuşma değil, konuşmanın zihinsel bir temsili olabileceğini düşünmüşlerdir.

Örneğin Ray Jackendoff, içsel konuşma yaparken konuşmanın kulağa nasıl geldiğini hayal ettiğimizi, ancak bunu yüksek sesle konuşuyor olsaydık kendimizi nasıl ifade edeceğimizi taklit edecek şekilde yaptığımızı öne sürmüştür. Gerçekte konuşmuyoruz ama konuşmayı simüle ediyoruz.

Bu tamamen teorik bir akıl yürütmedir, ancak psikolojik yaklaşımlara meydan okumayı ya da onları çürütmeyi amaçlamaz. Aksine, değerli yeni bir bakış açısı ekleyerek ampirik araştırmaları zenginleştirir.

Kendi kendimize mi konuşuyoruz?

Kısmen de olsa cevaplayabileceğimiz soru, bizden başka hiç kimse duymamasına rağmen neden iç konuşma yaptığımızdır. Bu bize birçok fayda sağlıyor.

Düşüncelerimizi sözcüklere dökmek, onları daha anlaşılır ve daha belirgin hâle getirmeye yardımcı olur. Bazen gerçek düşüncelerimizi ancak onları yüksek sesle söyleyerek çözümleyebiliriz. Bir sorunu çözmek ya da duygularımızla başa çıkmak için sık sık başkalarıyla konuşur ya da düşüncelerimizi kağıda dökeriz. İç konuşma yapmak da buna benzer olarak fikirlerimizi şekillendirmeye yardımcı olur.

İç konuşmanın başkaca faydaları da olabilir. Var olan bir düşünce veya inancı içsel olarak ifade ederek bilinç düzeyine çıkarmak, sıradan gündelik meseleler için dahi bir muhakeme sürecini geliştirmeye yardımcı olabilir. “Saat 16.30’da evde olabilirsem, akşam yemeğini 19.30’a kadar hazırlayabilirim” diye düşünebilirsiniz. Ancak bu, “Ama maç 19’da başlıyor; yemek yapmakla uğraşmak yerine dışarıdan sipariş verem daha iyi olacak…” gibi bir düşünceyi de fikri de beraberinde getirir.

Kafanızın içindeki sesi kontrol etmek

Felsefi düşünce için elverişli bir başka ortam da içsel konuşma yapmanın bir eylem mi yoksa öylesine gerçekleşen bir süreç mi olduğu sorusudur. Yüksek sesle, diğerlerince duyulur olacak biçimde konuştuğumuzda, bu sıradan bir eylem olur. Bunu yapmayı ya da yapmamayı tercih edebiliriz. Aynı şey içsel konuşma için söylenemez; bu konuşma genellikle nedensizdir, hatta istemsiz ve rahatsız edici olabilir.

İç monoloğumuzu susturmak gerçekten de zor olabilir ve bunu isteyerek yapmaksa neredeyse imkansızdır. Hemen şimdi deneyin isterseniz. Hiçbir şey düşünmemeye ve içsel konuşma yapmamaya odaklanın. Muhtemelen, paradoksal bir şekilde, kendinizi daha fazla düşünürken bulacaksınız ve daha fazla çaba sarf etmek bunu daha da zorlaştıracaktır. Stres  anksiyete  veya depresyon gibi durumların da iç konuşma ile psikolojik bağlantıları olduğu kanıtlanmıştır. Bir iç konuşma yapmaya karar verebiliriz; zihnimizden bir kelime “söylemek” geçebilir; ama bu genellikle biz hiçbir şey yapmadan gerçekleşir.

Eylem nedir?

Bir şeyi eylem yapan şeyin ne olduğu, başlı başına felsefi bir tartışma konusudur. Bu konuda öne çıkan teorilerden biri, eylemlerin yapmaya çalışabileceğimiz ya da çaba gerektiren şeyler olduğunu savunur. İç konuşma yapmak çoğu zaman çaba gerektirmez ve hatta yukarıda bahsettiğimiz gibi bunu durdurmak için mücadele bile ederiz. Bu, bunun yapmaya çalıştığımız bir şey olmadığını, sadece “gerçekleştiğini” gösteriyor gibi görünmektedir.

Diğer eylem teorileri de benzer bir sonuçlara ulaşır: İç konuşma neredeyse hiçbir zaman bu tanıma uymaz.

Genel olarak bilinçli deneyim konusunda çok sayıda felsefi çalışma yapılmıştır. Ancak, filozoflar spesifik zihinsel olgulara her zaman dikkat etmemişlerdir. İç konuşma, zihinde gerçekleşen dışsal bir faaliyeti, yani konuşmayı kapsıyor gibi görünen benzersiz bir bilinç deneyimi türüdür. Bunu araştırmak şüphesiz önümüzdeki yıllarda bizi heyecan uyandırıcı sonuçlara yönlendirecektir.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

Hayatınızın hikayesini yazarken, kalemi başkasının tutmasına izin vermeyin! 

Comments are closed.