logo

Mutluluk paylaştıkça çoğalan tek şeydir.

Güven duygusu, kendimiz, partnerimiz ve ilişkimiz hakkında olumlu düşüncelerimizin ve duygularımızın olmasını sağlar. Güven ilişkilerdeki sorunların ve çatışmaların çözümünü kolaylaştırır, çünkü partnerimizin bizi kasıtlı olarak incitmeyeceğine inandığımız için ona karşı hoşgörülü oluruz, hatalarını kolaylıkla affederiz. Bunun sonucunda güven partnerimize olan bağlarımızı sağlamlaştırır. Ancak güvenmek risk almaktır. Güvenimizin doğru ya da boşa çıkma ihtimali yüzde ellidir. Güven ile güvensizlik arasındaki ince çizgiyi bir kere geçtikten sonra geri dönülmez. Yalan, aldatma, dürüst olmama ve tutarsız davranışlar, güveni geri dönülmez çizginin ötesine geçirir. Hatta Shakespeare’nin dediği gibi ‘Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez. PSİKOTERAPİST CEM KEÇE

Nietzsche’nin ‘Bana yalan söylediğine üzülmedim, bundan sonra sana inanamayacağıma üzüldüm’ sözünde vurguladığı gibi yalan, güvenin birinci düşmanıdır. Zararsız beyaz yalanlara tüm ilişkilerde zaman zaman başvurulsa da bunların sık olması ve beyaz yalan olmaktan çıkması güveni temelinden sarsar. Partnerinizin yalan söylediğini fark ettikten sonra, her söylediğini sorgulamaya, doğru olup olmadığını test etmeye çalışırsınız. Sır sakladığını düşünürsünüz ya da sizi aldatıyor olduğu ya da olabileceği düşüncesine kapılırsınız. Bu durumda güvenin yerini bir süre yalan söyleyenin otokontrolü ve bilgi vermeyi seçme süreci alır.

Partnerinize güvenmiyorsanız, kendinizi güvende hissetmezsiniz. İlişkinizle ilgili sürekli bir tedirginlik ve çekince yaşarsınız, içiniz tam anlamıyla rahat olmaz. Çünkü her an partnerinizden sizi üzecek bir hamle beklersiniz. Kendinizi güvenceye almak için sürekli kontrolü elinizde tutmak zorunda hisseder ve partnerinizi eleştirirsiniz. Ona olan güvensizliğiniz olumsuz düşüncelere odaklanmanıza neden olur. Albert Camus’nun söylediği gibi ‘Düşünce arttıkça tedirginlik de artar’ ve partnerinizin şüpheli söz ve davranışlarını tehdit edici olarak görebilirsiniz. Bu da küçük sorunlara aşırı tepki vermenize neden olabilir. Geçmişi konusunda açık mı? “Osho’nun Kuşkunun olmadığı yerde güven doğar’ sözüyle vurguladığı gibi, kuşku ile güven bir arada olamaz. Partnerinizin sizden önceki hayatında ya da ilişkilerinde yaşadıklarını açık bir şekilde anlatmaması ve sizin onları sonradan bir şekilde öğrenmeniz sizde kuşku uyandırır. Kafanızda giderek artan soru işaretleri ve kuşkular bir süre sonra sizi paranoyakça diyebileceğimiz evham ve vesveseler içinde bırakır.”

Albert Camus’nun söylediği gibi 

Tutarlılık güveni oluşturan temel kavramlardan biridir. Partnerinizin duygu, düşünce, tavır ve davranışlarının çelişkili olmaması, her bakımdan sürekli uyumlu, dengeli ve istikrarlı olması, onun hangi durumda nasıl davranacağını bilmenizi sağlar. Böylece onun karşısında kendinizi savunmasız hissetmezsiniz; gel-gitli ve çalkantılı bir ilişki yaşamayacağınıza dair güven duyarsınız.

Partnerinizin söyledikleriyle yaptıklarının örtüşmesi, verdiği sözleri tutması, size karşı dürüst olduğunu bilmenizi sağlar. Ne diyorsa ona inanır ve güvenirsiniz. Söyleyip yapamadığı şeyler olduğunda mutlaka geçerli bir nedenin olduğundan emin olursunuz. Söylediği başka, yaptığı başka olan kişilerin partnerleri sürekli bir endişe içinde olur ve ilişkiyi kontrol altında tutmaya çalışırlar.

Güvenin göstergelerinden biri sağlıklı ve kolay iletişimdir. Partnerinizle kurduğunuz iletişim ona güvenip güvenmediğiniz konusunda ipuçları taşır. Onunla konuşmakta güçlük çekiyorsanız, söyledikleri sizde şüphe uyandırıyorsa, küçük tartışmalar büyük kavgalara dönüşüyorsa, nasıl tepki verebileceğinden emin olamadığınız için içinizden geldiği gibi konuşamıyor, sözlerinizi seçerek konuşmak zorunda kalıyorsanız ona güveniniz tam değil demektir.

Benim ne kadar yanımda? Partnerinizin fiziksel ve duygusal olarak hayatınızda ne kadar yer aldığı, yani sizi ne kadar dinlediği, anladığı, desteklediği, sorunlarınıza, endişelerinize ve korkularınıza duyarlı olup olmadığı, sizi ne ölçüde umursadığı, sizin için ne gibi özverilerde bulunduğu ve size olan toleransı ona olan güveninizi sağlamlaştıracak önemli faktörlerdir. Partnerinizin sizi ve hayatınızı her alanda tam anlamıyla kucakladığını ve her zaman, her koşulda yanınızda olduğunu hissetmeniz kendinize, partnerinize ve ilişkinize olan güveninizi arttırır.

İlişkinin başlangıcında tohumu ekilir, yavaş yavaş büyür, yeşerir ve sonunda kök salar. Güven başlangıçta bir önsezidir, partnerimize güvenebileceğimizi hisseder, buna inanmak isteriz ama her şey zaman içinde belli olur. Güvenin oluşması bir süreç meselesidir. Tıpkı her tohumdan kök salacak bir ağacın yetişmesinin garanti olmayacağı gibi, bir kişiye güvenebileceğimize dair önsezimiz de doğru çıkmayabilir. Güvenin oluşmasında tahmin edilebilirlik önemli bir faktördür. İlişkimizin nasıl olacağı hakkında bir fikrimizin, öngörümüzün olması, hayatımızın kontrolünün elimizde olduğunu hissetmemizi sağlar. Bu anlamda tahmin edilebilirlik, partnerimizin kişilik özelliklerini bilmemiz ve belirli bir durumdaki düşünce ve davranışlarına dair bir fikrimizin olması, onunla ilgili herhangi bir sürprizle karşılaşmayacağımızdan emin olmamız demektir. Çünkü öngörülemez, tutarsız ve beklenmedik davranışları olan birine karşı güven duygusunun gelişmesi neredeyse imkansızdır. Güven, inançla birlikte gelişir, partnerimize olan inancımız, onun her koşulda nasıl bir duruş sergileyeceğini önceden bilmemiz ya da tahmin etmemiz anlamına gelir.

Güven karşılıklı ise ilişkide güvenden söz edilir, partnerlerden birinin diğerine güvenmediği bir ilişkide güven yok demektir. Öte yandan, güven ne kadar yavaş oluşuyorsa, o kadar da hızlı bir şekilde yok olabilir. Hatta bir gün gelen bir telefonla veya telefonda yakaladığınız bir mesajla her şey bitebilir.

Güven, sağlıklı ve mutlu bir ilişkinin en önemli unsurudur. Güven, yalnızca bir duygudan ibaret değildir. “Dürüstlük, açıklık, tutarlılık, sadakat, yakınlık, bağlılık, tahmin edilebilirlik” gibi pek çok kavramdan oluşan çok geniş kapsamlı bir olgudur. Bu nedenle de “Partnerime ne kadar güveniyorum?” sorusu, çoğu kişinin yanıt vermekte zorlandığı, çoğu kişinin ise yanıtından emin olmadığı için yüzleşmek istemediği derin ve manalı bir sorudur.

“Güvenin olmadığı yerde kaos ve mutsuzluk olur! Kimse fiziksel ve duygusal olarak güvenmediği birini hayatına almak istemez. Güven, birine herhangi bir kaygı, kuşku ve tereddüt duymadan bağlanmak ve inanmaktır, kendini ona teslim edebilmektir. Güvendiğiniz kişiye kendinizi tüm açıklığıyla sunar, duygularınızı, düşüncelerinizi paylaşırsınız, çünkü güvenin olduğu yerde dürüstlük, yakınlık, destek ve en önemlisi taahhüt vardır. Diğer bir ifadeyle size karşı dürüst, yakın ve destekleyici olduğuna inandığınız kişiye güvenirsiniz. Bu inancı oluşturan şey, o kişinin tavır, davranış ve kişiliğiyle verdiği taahhüttür ve o kişiye güvenmek sizin yaptığınız bir seçimdir. Bir ilişkide ‘Sana güveniyorum’ diyebilmek, ‘Seni seviyorum’ demekten çok daha zordur.”

05.11..2022

Estetik tarafından hapsedilmek ve ondan faydalanmak arasındaki fark. Bir dayatmadan değil, arzudan geldiği sürece fiziksel görünümünüz, onun için sahip olduğunuz özeni yansıtır. Sorunların büyük çoğunluğunda olduğu gibi, patolojik olanla patolojik olmayanı ayıran çok ince bir çizgi vardır. Fiziksel görünüme hayatta bir öncelik olarak bakmak, tamamen saygı duyulacak ve hatta sağlıklı bir şeydir. Öte yandan, mükemmel bir modele uymamak ve bunu başarmak için mümkün olan her şeyi yapmak, üzücü ve vahim sonuçlara yol açabilir. Zorunlu olarak büyük miktarda para harcarsınız ve başkalarına göre asla kusursuz olmadığınızı hissedebilirsiniz. Öz değerinizi kilo ve görünüm açısından ölçebilirsiniz ve bu, çizgiyi açıkça aşıyorsunuz demektir. Vücut Dismorfik Bozukluğu, bir kişinin gerçek ya da hayali bir fiziksel kusur nedeniyle normal yaşam sürmediği psikolojik bir bozukluktur. Kişi fiziksel görünümünü kontrol etmek için saatler harcıyor ve tamamen tatmin hissetmeksizin sonsuz tedavi ve ameliyat geçiriyor olabilir. Bu bozukluk artmaya devam etmekte ve reklam ve internet erişiminin giderek artan etkisi nedeniyle daha genç insanlarda daha da fazla görülmektedir.

Her insanın kendi bedeninde iyi hissetmesi için en önemli şey, dış modellere güvenmemektir. Kendi görüntümüzden başlamalı, bedenimizi yargılamadan gözümüzde canlandırmalı ve vücudumuzun hangi bölümünü iyileştirmek istediğimizi her zaman hissettiğimiz şeyleri temel alarak seçmeliyiz. Bazen gördüğümüz şeyi geliştirmekle ilgilidir, bazense gördüğümüz şeyle olan ilişkimizi geliştirmekle ilgilidir. Hiçbir şeyin izole yaşanmadığını ve beden ve zihnin birlikte bir bütün olduğunu hatırlamak önemlidir. Hayalinizde daha iyi görünmek istemekten kendinizi kötü hissetmeyin ve bir gülümsemenin hem bir tamamlayıcı ve hem de bunu gerçekleştirmek için mükemmel bir ortak olduğunu unutmayın.

Kişinin fiziksel görünümünün ihmal edilmesi ile bazı psikopatolojik bozuklukların şiddeti arasında önemli bir ilişki vardır. Birçok ruh halinin prognozunu kötüleştiren göstergelerden biri, kişinin fiziksel görünümünü önemsememesidir. Depresyonda, bir zamanlar ilgi alanına giren faaliyetlerde geniş bir ilgi kaybı yaşanır. Hayatta olanlara karşı bir kayıtsızlık, enerjide artış sağlama ya da bunlardan zevk alma yeteneği yoktur. Aynaya bakmaktan zevk almanın, depresyondaki bir insanda görülen bir davranış olmaması şaşırtıcı değildir.

Bu, bir kişinin cildine ya da vücuduna ayırdığı zaman ile ilgili değildir. Makyaj yapsanız da yapmasanız da iyi görünmek ve iyi hissetmekten alınan zevk ile ilgilidir. Hayatına olan ilgisini kaybeden kişi, iyi görünme ve hissetme konusundaki ilgisini de kaybeder.

Kanser tedavisinde müttefik olarak fiziksel ve estetik bakım. Bu vakalarda sağlık önemlidir ve kanserden muzdarip olan kişinin öncelikle onun üstesinden gelmeye odaklanması gerekir. Ancak sağlığı da aynı zamanda küresel bir kavram olarak anlamalıyız. Gerçek şu ki, kendi başımıza gelmediği sürece, bir kadın için mastektomi yapılmasının ne anlama geldiğini anlayamayız, ya da herhangi bir erkek ya da kadının aniden saçlarını ve kirpiklerini kaybetmesinin ya da cildinin kurutmasının ne demek olduğunu anlayamayız. Dolayısıyla, insanların hastalığın fiziksel belirtilerini nasıl ele aldığını yargılamamalıyız. Her insanın hastalığın getireceği estetik değişikliklerle başa çıkmak için farklı bir stratejisi vardır.

Bazıları için, onları gizlemeye çalışmadan hastalığın etkilerini doğal olarak göstermek, doğru yaklaşımdır. Diğerleri için, bu etkileri farklı tekniklerle engellemek iyileştirici etki gösterir. Fiziksel görünüşleri, içinde oldukları tıbbi mücadelenin sürecini göstermezse rahat hissederler. Bu, o kişi için, hastalığı onu tanımlıyormuş gibi hissetmemesinin bir yoludur.

 fiziksel ve estetik bakım

Kişisel bakım ve görünüşe büyük ilgi duymak, genellikle soğuk ve yüzeysel bir şeyle ilişkilendirilmiştir. Bu yanlıştır çünkü vücudumuza özen göstermek tabii ki bunu bir saplantı haline getirmeden bütünsel iyiliğimizi önemsediğimiz anlamına gelir. Dışarıda iyi hissetmek, içeride iyi hissetmeye oldukça yardımcı olur. Olduğumuz halimizle güzel hissetmek, iyi bir akıl sağlığının belirtisidir. Sağlığımız, hijyenimiz ya da vücudumuzun uyumu ve güzelliği hakkında endişelenmek yüzeysel değildir; kendimizi sevdiğimizin bir işaretidir.

Estetik ve kişisel bakım bizim müttefikimizdir. “Büyük değişiklikler bir makyajla gelmelidir” sözünü duymayan kalmış mıdır? Bu yaygın ve biraz beyhude bir laftır ama içinde bir miktar gerçek barındırır. Bazen insanlar radikal bir değişim istediklerini hisseder ancak yine de ona nasıl yaklaşmaları gerektiğini bilmezler. İlham ya da gerekli vasıflardan yoksundurlar, ancak arzuları vardır.

Bu nedenle fiziksel bir değişim bir kıvılcım çıkarabilir ve başka kararlar almak ya da başka rutinler üstlenmek için bizi yönlendirir. Bu, birçok hastanenin onkoloji biriminde iyi bilinmektedir. Kişisel bakım atölyeleri, kemoterapinin etkilerine karşı koymak için yardımcı bir terapi olarak halihazırda kurulmuştur.

KASIM 2022

Doğaya bakış açımızı iyilik halimize odaklı geliştirdiğimizde sonbaharı da ilkbahar gibi karşılamak mümkün. Depresyona sebep olan mevsim değil, mevsime yönelik bakış açımızdır. Sonbaharı cansızlıkla eşleştirmek yerine her mevsimde olduğu gibi sonbahara da tüm canlıların ihtiyacı olduğunu düşünebiliriz. Toprağın, ağaçların, hayvanların sadece sıcak ve güneşli havalara ihtiyacı olmadığını hatırlamamız bile bu mevsimin de bize gerekli ve yararlı olduğunu akla getirebilir. Kapalı ve yağmurlu bir sonbahar gününe erken saatlerde uyanmak ve tempolu bir yürüyüş yapmak güne iyi başlamanızı sağlayacaktır. Yaşadığınız ve çalıştığınız mekanlara bol ışık girmesi son derece önemlidir. Beslenme ve spor alışkanlıklarınızı mevsime uygun şekilde düzenleyebilirsiniz. Alkol, sigara vb. bağımlılık yapıcı maddelerden uzak durarak depresif duygu durumuna geçişinizi engelleyebilirsiniz. / Psikolog Çisem Doğanlaroğlu Özkan

Kestanelerin dökülüp pastel renkli yaprakların serildiği, mantarların kendini gösterdiği sonbahar, fotoğraf ve yürüyüş tutkunları için oldukça cazip bir mevsim. Bilim insanlarına göre yağmur sonrası ortaya çıkan negatif iyonlar sayesinde daha mutlu hissediyorsunuz. Havadaki toz, polen, koku, bakteri negatif iyonlar sayesinde azalırken; astım, alerji, mevsime bağlı duygu durum bozuklukları, depresyon da aynı iyonlar sayesinde azalıyor. Yağmur sonrası yürüyüş ya da nefes egzersizleri yaparak da kendinizi iyi hissedebilirsiniz.

Depresyona sebep olan mevsim değil, mevsime yönelik bakış açımızdır. Mevsimlerin ruh sağlığımız üzerinde pek çok etkisi bulunuyor. Günlerin uzun ya da kısa olması, doğada meydana gelen değişiklikler herkesi aynı derecede etkilemiyor. Küresel ısınmaya bağlı olarak günlük hava sıcaklıklarındaki ani değişiklikler de tıpkı mevsim geçişleri gibi bir etkiye sahip. Gün ışığından daha az faydalanmak, iş ve okul sorumluluklarının artması bazı insanlarda depresyon belirtilerine sebep olur. Halbuki gün ışığından faydalanmak için havanın açık ve güneşli olması gerekmez. Yağmurlu bir havada da gün ışığından faydalanabiliriz.

Yaz mevsiminin ardından bireylerin yeterince dinlendiklerini düşünerek yeni bir mevsim olan sonbaharı karşılamaları gerekir. Yazı güzellikleri olduğu gibi sonbahar ve ardından gelen kış aylarının da bazı güzelliklere sahip olduğunu bilmek gerekir. Mevsimsel depresyon belirtilerine sahip bireylerin dikkat etmesi gereken ya da mevsimsel depresyonla karşılaşılmaması için en önemli ipucu güneş ışığından mümkün olduğunca çok faydalanılmasıdır. Sabah mümkün olduğunca gün aydınlanmadan önce uyanarak güneşin ilk ışıklarından faydalanmaya başlanılmalıdır. Gün içerisinde hava karanlık olsa bile öğle saatlerinde ya da öğleden sonra dışarıda 20-30 dakikalık da olsa zaman geçirilmesi, o anki mevcut güneş ışıklarından faydalanılmasını sağlayacaktır. Spor yapmalı ve kış aylarında sıklıkla enerji kayıpları ortaya çıkacağı için sağlıklı beslenmeye dikkat edilmelidir. Yeni hedefler belirlenmeli ve dışarıda geçirilen aktivitelere zaman ayırmaya özen gösterilmeli ve sosyal aktivitelerde kısıtlamaya gidilmemelidir. Bütün bu alanlara dikkat ediyor olmanıza rağmen eğer psikolojik ve fiziksel şikayetlerinizde azalma yaşamıyorsanız bir ruh sağlığı uzmanına başvurmanız uygun olacaktır. Klinik Psikolog Merve Tunay Dünya

Mevsimsel depresyon belirtilerini incelediğimizde sıklıkla; isteksizlik, uyku hali, enerji kaybı, çökkün duygu durum, motivasyon kaybı, dikkat ve konsantrasyon bozukluklarıyla karşılaşıyoruz. Bu belirtiler hayat kalitemizi olumsuz etkilemeye başlıyor ve iş yaşamında ya da sosyal hayatta bir takım performans düşüklüklerine, iletişim problemlerine, iş gücü kaybına veya çeşitli diğer problemlerin ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Yaz mevsimi insanların iş ve okul hayatının azaldığı, kendisine daha çok zaman ayırdığı, doğanın canlandığı ve tatil günlerinin yaşandığı bir mevsimdir. İlkbahar mevsimiyle birlikte canlanan tabiat tüm güzelliğini insanlar için sergiler. Tabiatın bu görsel şölenini kaçırmak istemeyen herkes için dışarıda geçirilen zaman artar. İlkbaharın gelmesiyle yaşanan tüm bu canlanmaya karşılık sonbahar mevsimiyle tam tersi bir durumla karşılaşılır. Sonbaharın tabiat ve havalar üzerinde sebep olduğu değişimden insanlık da nasibini alıyor. Çünkü insan yaşadığı çevreden bağımsız olamaz. İnsan iklim koşulları, yaşan olaylar ve bir çok etkenle birlikte değerlendirilmesi gereken bir varlıktır. Yaşanılan olaylar gibi mevsim değişiklikleri de ruh hali üzerinde belirli etkilere sebep olmaktadır. Sonbaharla birlikte doğa hüzne bulanmaya başlar. Çevresinden bağımsız olamayan biz insanlar içinse bu hüzün, mevsimsel değişime bağlı depresyona sebep olabiliyor.

Mevsim değişikliklerinin sebep olduğu depresyon durumlarıyla karşılaşmamak ya da daha az etkilenmek için öncelikle bu değişimin insan bedenini neden ve nasıl etkilediğinin farkında olmamızda fayda vardır. Yaz mevsiminde dışarıda geçirilen vakitler sonbaharla beraber azalmaya başlar. Sosyal olarak daha pasif bir döneme girilirken iş yoğunluğu açısından daha aktif bir dönem bizleri beklemektedir. Sonbahar aylarında sararan, dökülen yapraklar ve doğanın ilkbahar ve yaz aylarındaki canlılığını kaybetmesi ruh dünyamızda hüzne sebep olabilir. Çünkü bilinçdışımızda kendi yaşlanmamızı ve ölümümüzü çağrıştırabilir.

Bütün bunların yanında vücudumuz, kendisini güneş ışığına göre düzenlediği bir biyolojik saate sahiptir. Güneş ışığının yeterli miktarda alınmadığı kış aylarında biyolojik saat dengesi bozularak bir takım rahatsızlıklara kapı aralamaktadır. Sonbahar ve kış aylarında güneş ışınlarının azalması beyindeki melatonin hormonunun üretimini arttırmaktadır. Melatonin karanlık ve ışığın olmadığı ya da az olduğu ortamlarda salgılanan bir hormondur. Sonbahar ve kış aylarının yaza göre daha kapalı havalara sahip olması bu mevsimlerde bireylerin kendilerini depresif hissetmelerine sebep olmaktadır. Yine aynı şekilde sonbahar ve kış aylarında mutluluk veren serotonin hormonu daha az üretilmektedir.  Bütün bu etkenler bir araya gelince de karşımıza özelliklerde biyolojik olarak depresyona yatkın bireylerde daha sık rastlanan mevsimsel depresyon diye tanımlanan ruh sağlığı bozukluğu ortaya çıkıyor.

Ekim ayına girilmesiyle birlikte sonbahar da kendisini iyiden iyiye göstermeye başlar ve her geçen gün güneşin gülen yüzünü daha az görürüz. Günlerin yavaş yavaş kısalmasıyla birlikte aydınlık geçen zaman dilimleri de azalır, sabah gözlerimizi bulutlu ve yağmurlu günlere açmaya başlarız. Sararan yapraklar rüzgarla savrulurken uzun yaz tatilleri, rengarenk ve canlı doğa da artık geride kalmıştır.

Bazı insanlar sonbahar mevsimi geldiğinde kendisini mutsuz, keyifsiz, sinirli, gergin, motivasyonu azalmış, moralsiz, halsiz, yorgun, bitkin hisseder. Bazılarında intihar düşünceleri bile gelişebilir. Çoğu zaman sıradan bir bunalım gibi algılanan bu durum, genetik yatkınlığı olan bireylerde gündüzün kısalmasının yarattığı beyin melatonin dengesizliğiyle oluşur. Dünyada en sık, kışın gündüzün çok azaldığı İskandinav ülkelerinde görülür. Amerika’da on milyonu aşkın kişinin her sene sonbahar depresyonuna yakalandığı bildirilmiştir. Kadınlarda erkeklerden dört kat daha fazla görülen sonbahar depresyonu en sık 17-25 yaşları arasında görülür. Bu yaşlar dikkat edilirse akademik ve meslekî yönden en aktif olunması gereken yaşlardır. Haliyle böyle bir rahatsızlığa sahip olan bireylerde, ileriki yaşantısını etkileyebilecek boyutta bir zarar görme söz konusu olabilmektedir. Böyle bir durumunuz varsa, sonbahar yaklaştığında bir psikiyatri uzmanıyla irtibata geçip koruyucu tedaviye başlamalısınız. Bu sayede hayatınızın aşağı yukarı yarısını kabusla geçirmekten kurtulmuş olursunuz. Doç. Dr. Adnan Çoban

Herkesin bir sonbaharı vardır; Kiminin yaşamadan yaşlandığı, kiminin yaşlanmadan yaşadığı.

Yapılan araştırmalara göre fiziksel deneyimlerle yeni deneyimlerin birleştirilmesi ilerleyen yaşla birlikte azalan bilişsel becerilerin geri kazanımında büyük rol oynuyor. Fiziksel aktiviteyi yeni ortamlarla ve yeni sosyal çevrelerle birleştirmek -örneğin daha önce bulunmadığımız bir şehri gezmek- beyinde çok fazla esneklik oluşturuyor, ki bu yeni yetenekler kazanmada çok yararlı bir şey. Eve dönerken farklı bir yoldan gitmeyi veya yolda gördüğünüz bir parkın tadını çıkarmaya çalışın! Uzm. Psk. Sibel Deniz Toledo

Alışkanlıkları değiştirmenin en etkili yolu, onları yeni bir alışkanlıkla değiştirmektir. Buradaki fikir şu ki, eğer alışkanlıklarınızı oluşturan uyarıcılarla aynı ortamda bulunuyorsanız, her zaman yaptığınız davranışı yapmak yerine farklı bir şey denemek çok etkilidir. Örneğin, sabah ilk uyandığınızda hemen kıyafetlerinizi giymek yerine koşu ayakkabılarınızı kolaylıkla görebileceğiniz bir yere koyun, belki de sabah yürüyüşüne çıkıp sonbahar havasının keyfini çıkarırsınız.

Havaların yavaş yavaş serinlemesiyle birlikte sonbahara girmiş bulunmaktayız. Peki, sıcak yaz günleri geride kalırken sonbahara nasıl adapte olacağız? Sonbahar depresyonu yaşıyorsak nasıl üstesinden geleceğiz? Aslına bakarsanız bu geçiş dönemi hayatınızı yeniden düzenlemek için mükemmel bir zaman dilimi. Yaşadığınız yerden en son ne zaman zevk aldınız? Tatil yerini araştırma şansınız var, peki neden aynısını yaşadığınız yere de uygulamayasınız ki? Yaşadığınız bölgeyi yeniden gezmek, belki de daha önceden keşfetmediğiniz yerlere gitmek mükemmel bir sonbahar aktivitesi olabilir! Araştırmalara göre rehberli bir geziye çıkmak, yakın çevremizi yeni bir açıdan görmemizi sağlayabilir. Unutulmamalı ki, yenilik bir yere çok derinden bakarak bulunabilir. Hangi caddede olursanız olun, gün batımı asla aynı değildir!

Tatillerle birlikte yeni bir çevreye giriyoruz ve bu yeni çevre aslında davranışlarımızı değiştirme konusunda bize bir hayli yardımcı olabilir. Gündelik hayatta yapıp da tatilde yapmadığınız şeyleri bir düşünün; işe/okula gitme, çamaşır yıkama, yemek yapma, çocukları okula götürme… Zamanınız başka ne zaman boşaldı? Dürüst olun. Daha az televizyon izlediniz mi? Daha az telefonla ilgilendiniz mi? Bu hareketler günlük hayatınızda başka şeylere yer açmanızı engelliyor. Boş vaktinizi yeniden değerlendirmek, yapmak istediğiniz şeyler için zaman yaratabilir, bu da bunun için mükemmel bir zaman!

Yaz okuması fikri sizi heyecanlandırıyorsa -mesela, en iyi plaj hakkında yazılan yazılar- daha sonra sonbahardaki okumalarınıza da aynı yaklaşımı uygulayın. Kitapçılara göz atın, kitap yorumları okuyun, arkadaşlarınıza danışın ve beğendiğiniz kitapları seçin. Eylül ayı yayıncılıkta yoğun bir aydır ve size bu konuda geniş bir liste sunar. Tatil kitaplarınızı seçerken ki coşkuyu, sonbahar “kitap gardırobunu” derlemek için de hissedin. Başucunuzdaki asla okunmayacak gibi duran “okunması gerekli” kitapları temizleyin ve yeni bir dizi oluşturun. Eğer bu iş size uzun geliyorsa, bir dergiyle başlayabilirsiniz. Sonbahar depresyonu için psikoloji ve kişisel gelişim kitaplarına da göz atabilirsiniz.

VEDA 10.06.2022
Seyahat etmek kendinizle ve içinizdeki en derin duygularla bağlantı kurmanızı sağlar. Rutin çevrenizden kurtulduğunuzda normalde arka planda tuttuğunuz duygu ve düşüncelerinizin ortaya çıkması, yine aynı arka planın etkisiyle, kolaylaşır. Bir şekilde kendinizi, sizi bastırma eğiliminde olan tüm günlük bahanelerden ve etkenlerden sıyrılmış olarak görebilirsiniz. Stresli bir günlük yaşantının penceresinden hayatınıza bakmakla, çıktığınız bir seyahatin yarattığı boşluğun penceresinden hayata bakmak, çok farklıdır. Bu yüzden seyahat etmek sizi iyi bir insana dönüştürür. Sizi yeniler, canlandırır ve hayatınızı renkli ve büyülü bir hale getirmenizi mümkün kılar. Seyahat etmenin sizi alıp bir yere götüreceğinden hiç şüphe etmeyin.

Ayrıca yılda en az iki kez seyahat eden insanların depresyon riskinin seyahat etmeyen insanlara göre daha az olduğu kanıtlanmıştır. Gerçekten de seyahat etmek, üzüntünün panzehridir çünkü öyle ya da böyle bir şekilde her şeye farklı gözle bakabilmenizi sağlar. Gerçeklere ve kendinize bakış açınızı tazeleyen yenileyici bir banyo gibidir.

Seyahat etmek, sizi zenginleştiren deneyimler edinmenizi sağlar. Ünlü bir sözde dendiği gibi, “Faşizmin üstesinden okuyarak, anlayışsızlığın üstesindense seyahat ederek gelinir.” Özellikle sizin kültürünüzden çok farklı bir kültüre sahip olan bir yere gitmeyi tercih ederseniz ya da günlük rutininizin tam tersi olan şeyler yapmanızı gerektirecek bir destinasyon seçerseniz, yaşadığınız deneyim pek çok ön yargınızdan kurtulmanızı sağlayacak. Farklılıklara dikey bir düzlemden değil yatay bir düzlemden bakmamız gerektiğini anlamak zorundasınız: hiçbir kültür daha iyi ya da daha kötü değildir, sadece farklıdır.

Yeni ortamlar, belirsizliklerle dolu olduğu için, seyahat etmek sizi öngörmesi zor yeni durumların içine sokacaktır. Bu bilinmezlik, anksiyete sebebi olabilir ancak daha çok heyecan duymanıza sebep olacak, maceradaymışsınız hissi yaratacaktır. Seyahat etmek için doğmuş olanların bu adrenaline ihtiyacı vardır; akıllarına estikçe seyahat edenler bu duyguların onlara hayatta olmanın ne kadar güzel olduğunu hatırlattığını bilir. Seyahat ettiğinizde, konfor alanınızın dışına çıkarsınız. Hayatınızın ve dünyanızın ufuklarını genişletmeye karar verirsiniz. Ama en güzeli, bazen, farkında bile olmadan, entellektüel kapasitenizi harekete geçiriyor olmanızdır. Bu, sizi daha yaratıcı biri yapar, sosyal ve duygusal becerilerinizin gelişmesine yardımcı olur.

Bir seyahatin keyfinin üç kez yaşandığı söylenir: seyahati planladığınızda, onu gerçekleştirdiğinizde ve onu hatırladığınızda. Bu üç aşama için de büyük miktarda yaratıcılık şarttır. Hatta yaratıcılık, nereye seyahat etmek istediğinize karar verdiğiniz andan itibaren gereklidir. Nelerden hoşlandığınızın, ne aradığınızın ve hangi destinasyonda sizi neyin beklendiğinin bilincinde olmak zorundasınız.

Bir yolculuğa çıktığınızda, öyle ya da böyle, yaratıcılığınız kendini göstermeli. Daha önce görmediğiniz, alışık olmadığınız ya da en azından sizin için sıradan olmayan yerlere gidersiniz. Pek çok şeye adapte olmanız gerektiğini anlarsınız: geleneklere, göreneklere, yemeklere, alışkanlıklara, nasıl gezileceğine vs. Daha da önemlisi eğer uzak bir yere gitmişseniz farklı bir dile ve farklı sosyal etkileşim yollarına da ayak uydurmanız şarttır. Seyahatinizi hatırladığınızda, yaşadığınız anıları en iyi şekilde gözünüzde canlandırıp onlara anlam kazandıracaksınız. Yaşadığınız deneyimin en iyi yönlerini seçip onları tekrardan yaşayacaksınız. Başınızdan gelip geçen şeyleri yorumlayacaksınız.

Tüm bu süreçlere, birlikte baktığınızda, karmaşık entellektüel aktivitelere eşdeğer olduklarını görebilirsiniz. Neredeyse bir kitap yazmak gibidir. Ya da çizim yapmaya, değerlendirmeye ve bir projeyi hayata geçirmeye benzer. Entellektüel ve kreatif becerilerinizin pek çoğu seyahat sürecine dahil olur. Bunlardan dolayı, bir seyahate çıktıktan sonra, asla aynı kişi değilsinizdir. Yaşadığınız deneyim oldukça yoğun ve canlandırıcıdır, işte tam olarak bu yüzden çok eğlenceli olabilir.

Seyahat etmek; rutinin dışına çıkmanın, keşfetmenin, yeni yerler görmenin, sürprizler yaşamanın heyecanının verdiği güzel hisleri tatmak için iyi bir yoldur. Eskiden, bir yere seyahat etmek hayatınızı değiştirmek anlamına gelirdi. Yolculuğa harcanan uzun zaman nedeniyle, gittiğiniz yerde aylarca hatta yıllarca kalırdınız. Ancak şimdi her şey çok farklı. Hatta, dünyanın herhangi bir yerine iki günden az sürede seyahat edebilirsiniz, eğer bağlantılar konusunda şanslıysanız bir günden az bile sürebilir. Seyahat ederek, bakış açınızı değiştirirsiniz ve yenilenmiş hissedersiniz. Rutin hayatınızın dışına çıkmanız için bir davettir. Tekrara düşmekten ve alışkanlıklardan uyuşmuş olan parçalarınızı canlandırmanız için iyi bir fırsattır. Karşılaşacağınız yeni zorluklar nedeniyle normalde kullandığınız becerilerinizden başka becerilere başvurmanız gerekir.

Bilerek olabileceğinden daha az olmayı planlıyorsan, seni hayatının geri kalanında mutsuz olacağın konusunda uyarıyorum. Abraham Maslow

Yaratıcı olmak istiyorsanız, çocukları yetişkin toplumu tarafından deforme olmadan önce karakterize eden yaratıcılık ve icatla, kısmen bir çocuk olarak kalın. Jean Piaget
Muhtemelen en büyük iç görü… mutluluğun sadece bir yer değil, aynı zamanda bir süreç olduğudur. Mutluluk, devam eden yeni zorluklarla dolu bir süreçtir ve mutlu olmaya devam etmek için doğru tutumları ve faaliyetleri gerektirir. Ed Diener
Mutlu insanlar için zaman ‘dolu ve planlı’dır. Mutsuz insanlar için zaman doldurulmaz, açık ve taahhütsüzdür; şeyleri ertelerler ve verimsizdirler. Michael Argyle
Mutluluk bizim bulmamız için orada değil. Bizim orada olmamasının nedeni, içimizde olmasıdır. Sonja Lyubomirsky
Birbirine bağlılık olmadan hayat hiçbir anlam ifade etmez. Birbirimize ihtiyacımız var ve bunu ne kadar çabuk öğrenirsek, hepimiz için o kadar iyi. Erik Erikson
Mutlu bir hayat bile bir ölçü karanlık olmadan olamaz ve hüzünle dengelenmeseydi mutlu kelimesi anlamını kaybederdi. Carl G.Jung
Gerçek şu ki, kötü şeyler bizi beklediğimiz kadar derinden etkilemez. Bu iyi şeyler için de geçerli. İkisine de çok çabuk adapte oluyoruz. Daniel Gilbert
Her zaman pozitif olmak zorunda değilsiniz. Üzgün, kızgın, sinirli, sinirli, korkmuş ve endişeli hissetmek tamamen normaldir. Duygulara sahip olmak sizi olumsuz bir insan yapmaz. Seni insan yapar.  Lori Deschene

Sahip olduklarınla ​​yetin. İşlerin nasıl olduğuna sevinin. Eksik hiçbir şeyin olmadığını anladığında bütün dünya sana ait. Lao Tzu

Acınızı anlıyorum. İnan bana, yaparım. İnsanların hayatlarının en karanlık anlarından mutlu ve tatmin edici bir hayat yaşamaya gittiklerini gördüm . Sende yapabilirsin. Sana inanıyorum. Sen bir yük değilsin. Asla yük olmayacaksın. Sophie Turner
Ruh sağlığı sorunları kim olduğunuzu tanımlamaz. Onlar deneyimlediğiniz bir şeydir. Yağmurda yürüyorsun ve yağmuru hissediyorsun ama sen yağmur değilsin. Matt Haig

Şu andaki koşullarınız nereye gidebileceğinizi belirlemiyor; onlar sadece nereden başlayacağınızı belirler. Nido Qubein

Uçamıyorsan, koş. Koşamıyorsan, yürü. Yürüyemiyorsan emekle ama ne olursa olsun hareket etmeye devam et. Martin Luther King, Jr

Ruh sağlığı… bir varış noktası değil, bir süreçtir. Nereye gittiğin değil, nasıl sürdüğünle ilgili. Noam Shpancer
Başarı düzeyine veya besin zincirindeki yerine rağmen herkes [akıl hastalığından] etkilenebilir. Aslında, Amerikalı yetişkinlerin yaklaşık %20’si yaşamları boyunca bir tür akıl hastalığıyla karşı karşıya kaldığından, bununla mücadele eden birini tanımanız için iyi bir şans var . Peki neden bundan bahsetmiyoruz? Kristen Bell

Derin nefes alma, sinir sistemimizin sevgi dilidir. Dr. Lauren Fogel Mersy

“Zor” ülkelerde doğup büyümüş insanlar doğal olarak yurt dışında yaşamaya daha hızlı ayak uydurabiliyorlar. Bu insanların sosyal norm anlayışları oldukça güçlü olduğu için yeni normlara uyum sağlamakta zorlanmıyorlar. Nasıl bir ülkede doğduğunuzun önemi yok. Çalışmalar gösteriyor ki kültürel anlamda dar bir ülkede yetişmek diğer kültürlere adapte olmayı zorlaştırıyor. Bu zorluğun nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Kabul edilme ihtiyacı.
  • Üstüne düşeni yapma ve diğerleriyle ortaklaşa bir şeyler yapma ihtiyacı.
  • Ayrıcalık yapılmaması beklentisi.
  • Kurallara karşı gelmeyi reddetme.

Geeraert’in ekibi uluslararası değişim programlarına katılan 889 gönüllü ile birlikte çalıştı. Hepsi evlerinden uzak bir ülkede 18 ay boyunca farklı ailelerle yaşayan lise öğrencileriydi. Bu öğrenciler bulundukları yerlerdeki okullarda eğitim gördüler. Öğrencilerden sosyokültürel uyum süreçlerini ölçen anketler doldurmaları istendi. Ayrıca iyi hissedip hissetmediklerine dair psikolojik adaptasyonlarının ölçüldüğü bir değerlendirme daha yapıldı. Anketlerde 6 karakter özelliği sorgulandı:

  1. Deneyime açık olmak
  2. Alçak gönüllülük ve dürüstlük
  3. Kibarlık
  4. Duygusallık
  5. Bilinç
  6. Dışa dönüklük

Çalışmaya toplamda 23 ülkeden vatandaşlar katıldı. Hindistan, Malezya, Japonya ve Çin gibi bazı ülkeler “zor” ülkeler kategorisinde değerlendirildi. “Esnek” ülkeler kategorisinde ise Brezilya, Macaristan, Yeni Zelanda ve Amerika gibi ülkeler yer aldı.

Çalışmadaki verilerin analiz edilmesi sonucunda tahmin edilen sonuçlar doğrulanmış oldu. Anketler sonucunda şu bilgilere ulaşıldı:

  • “Esnek” ülkeler kategorisindeki ülkelere seyahat eden ve bu ülkelerde ikamet etmiş olan kişiler sosyal normlara uyum sağlamak konusunda en az sorun yaşayan grup oldu.
  • Alçak gönüllü ve cana yakın yabancılar çevrelerine daha iyi uyum sağlayabilen grup içinde yer aldı.

Sonuç olarak, yurt dışında yaşamaya uyum sağlama sürecinde en önemli iki etmenin kişilik ve kültürel faktörler olduğu ortaya çıkmış oldu.

Tabii, son yıllara dek farklı kültürlerde yer edinen sosyal normların insanların refahını nasıl etkilediğine dair bir bilgi bulunmuyordu. Essex Üniversitesi’nde Nicolas Geeraert’in yönetiminde görevli bir grup araştırmacı, sosyal normların etkisi ve karakter özelliklerinin göçmenlerin adaptasyon sürecini nasıl etkilediğine dair bir rapor yayınladı.

Küresel bir dünyada yaşasak da, sosyal normlar hala bizleri bölüyor ve aramıza mesafe koyuyor. Bu tabii ki bir ülkeye yeni taşınan insanların hayatını da zorlaştırıyor.

Bu raporda temel olarak uyum sağlamanın “zor” olacağı ülkeler olduğundan söz ediliyor. Bu durum, sosyal normlarda esneklik olmaması ve daha az tolerans gösterilmesinden kaynaklanıyor. Bunun yanında, sosyal normlar konusunda daha “esnek” ülkeler de bulunuyor. Bu ülkelerde farklılıklara daha fazla saygı gösteriliyor.

Farklı ortamlara uyum sağlayabilmek psikoloji bilimin de araştırdığı konulardan biri. Son yıllarda, bilinmeyen şeylerin yarattığı stres ve insanların farklı bir kültürle karşı karşıya kalmaları üzerine çeşitli araştırmalar yürütülüyor.

Bazı insanlar zorunluluktan dolayı başka bir ülkeye taşınsalar da, bazıları da yaşam kalitelerini artırmak, çalışmak ya da okumak için ülke değiştiriyorlar. İşin aslı, bir yere gezmeye gitmekle orada yaşamak aynı şey değil. Yurt dışında yaşama planı yapıyorsanız, başka bir yere yerleşmek zorunda kalırsınız. Ayrıca şu ankinden bambaşka bir yaşam tarzına da ayak uydurmalısınız.

Yurt dışında yaşamak artık eskisinden daha kolay ve gün geçtikçe dünya daha da küçük bir yer haline geliyor. Uzun mesafe ilişki bir sorun olmaktan çıktı. Ayrıca her gün farklı ülke ve kültürlerden insanlarla bağlantı kuruyoruz. Bu insanlar artık bizlere daha yakın ve onlara daha kolay ulaşabiliyoruz. Bununla birlikte, farklı bir ülkeye taşınmak isteyenlerin sayısı da her geçen gün artıyor.

Işığı görmek için odaklanmamız gereken en karanlık anlarımızdır. Aristoteles
Mutluluk uzakta değil….
Kırıldıysan, kırık kalmak zorunda değilsin. Selena Gomez

Sen bu dünyada her şeyden önce vazgeçmemen gereken tek şeysin. Ortaokuldayken şiddetli anksiyete ve depresyonla mücadele ediyordum ve ailemden ve bir terapistten aldığım yardım ve destek hayatımı kurtardı. Yardım istemek ilk adımdır. Bu dünya için bilemeyeceğin kadar değerlisin. Lili Rhinehart

İnsan olan her şey bahsedilebilir ve bahsedilebilir olan her şey daha yönetilebilir olabilir. Duygularımız hakkında konuşabildiğimiz zaman, daha az bunaltıcı, daha az üzücü ve daha az korkutucu hale geliyorlar. Fred Rogers

Küçük bir çatlak kırıldığın anlamına gelmez, teste tabi tutulduğun ve dağılmadığın anlamına gelir. Linda Poindexter

Yaptığım en cesur şey, ölmek istediğimde hayatıma devam etmekti. Juliette Lewis

Sen hastalığın değilsin. Anlatacak bireysel bir hikayen var. Bir adınız, bir geçmişiniz, bir kişiliğiniz var. Kendin kalmak savaşın bir parçası. Julian Seifter

Ruh sağlığı fiziksel sağlık kadar önemlidir ve aynı kalitede desteği hak eder.  Kate Middleton

Mücadele yoksa ilerleme de yoktur. Frederick Douglas

Sessizce mücadele eden birine vereceğim tavsiye şudur: Bu şekilde yaşamak zorunda değilsin. Sessizce mücadele etmek zorunda değilsin. Sessiz kalabilirsiniz. Birine bu konuda açık olduğunuz sürece, zihinsel bir sağlık durumuyla iyi yaşayabilirsiniz, çünkü ihtiyacınız olan yardımı alabilmeniz için deneyiminizi insanlarla paylaşmanız gerçekten önemlidir. Demi Lovato

Gerçek duygular üretilemez ve yok edilemez… beden gerçeklere yapışır. Alice Miller

Comments are closed.