logo

Sağlıklı beslenme

saglik ve beslenme

İşte Dünyanın En Zararlı 10 Gıdası: Asla Tüketmeyin!

Magnezyum Uzun Yaşam Mineralidir

Haykırıyorum! HEPİNİZ ŞU AN O HASTALIĞIN EŞİĞİNDESİNİZ! 2006’dan Bu Yana Ölüm 3 Katına Çıktı! Neden?

Beslenmenin beyin sağlığı üzerindeki etkileri nelerdir?

Otoimmün hastalıklarda beslenme nasıl olmalı ?

Ümit Aktaş uyarıyor: Domates ve Salatalığı hafife almayın! / Hayatta Her Şey Var 9 Mayıs 2023

Alzheimer’dan korkanları sevindirecek 8 öneri…

Öksürüğü en kolay geçiren tarifler!!! Hayatta Her Şey Var 10 Ocak 2023

Ümit Aktaş’tan D Vitamini hakkında ezber bozan açıklamalar / Hayatta Her Şey Var 21 Haziran 2022

Tıbbi Beslenme | Dr. Ümit Aktaş

Böbrekleri koruyan EN İYİ BESİNLER

BÖBREK HASTALARININ UZAK DURMASI GEREKEN 9 GIDA

Beslenmenin beyin sağlığı üzerindeki etkileri nelerdir?

DENGELİ BESLENME

KANSER TEDAVİSİNDE BESİNLER / KONSANTRASYON VE BESLENME

MENOPOZ VE BESLENME

Mental Sağlık Ve Beslenme

Depresyona eğiliminiz var, kendinizi mutsuz, hayata karşı isteksiz hissediyorsunuz. Hep endişelisiniz, gergin ruh halinden kurtulamıyor, stresle baş etmekte zorlanıyorsunuz. Bunlar tanıdık geliyorsa ilk bakmanız gereken yer sofranızdır.

En büyük yanılgı fiziksel sağlık ile ruhsal sağlığı ayırmaktır. Sağlık bir bütündür. Eğer kötü besleniyorsanız, vücudunuza ihtiyacı olan besinleri vermiyorsanız beyin kimyanız da bundan nasibini alır, depresyona eğiliminiz artar. Panik atak, endişe, mutsuzluk ve sinirli bir ruh hali… Bu semptomlar hemen psikiyatrik desteğe ihtiyacınız olduğunu düşünmenize neden olabilir ama sorunun sağlık için elzem bir besin maddesinin eksikliğinden kaynaklanıyor olma ihtimalinin son derece yüksek olduğunu belirtmekte fayda var. Mesela magnezyum kendinizi iyi hissetmenize neden olan pek çok hormonun yapımında rol alır, eksikliği depresyona eğiliminizi artırır, stresle baş etmenizi zorlaştırır. Listeye D vitamini ve B12’yi de ekleyin. Hatta ruhsal sağlığınız tehlike sinyalleri veriyorsa ilk kontrol edilmesi gereken D vitamini ve B12 değerleriniz olmalı.

Bağırsak Floranız Ne Durumda?

Bağırsaklardaki bakterilerle ruhsal sağlığımız arasında yakın bir ilişki olduğunu biliyoruz. Bu ilişkinin detaylarını keşfetmeye yönelik bilimsel çalışmalardan biri Finlandiya’dan geldi[1]. Yedi binden fazla kişinin yer aldığı çalışmanın amacı ruh sağlığı direkt olarak etkileyen bakterileri tespit etmekti. Özellikle Morganella ve Klebsiella bakterilerinin depresyonla direkt ilişkili olduğu görüldü. Morgenella bakterisini depresyonla ilişkilendiren ilk çalışma bu değil.  Bu bakteri tarafından üretilen bazı moleküllerin vücutta enflamasyonu artırdığını, depresyona neden olduğunu gösteren başka çalışmalar da var.

Geçtiğimiz aylarda yayımlanan bir başka çalışma ise bağırsaklardaki bakterilerin duygusal ve mental durumunuzu belirlediğini gösteren önemli bulgulara sahip. Araştırmanın bulgularına göre bazı bakteriler tarafından üretilen bir molekül beyne ulaşarak beyin hücrelerini etkiliyor[2].

4-etilfenil sülfat  ya da 4EPS denen bu molekülün gerginlik, stres ve depresyon gibi duygu durumlarına neden olduğunu gösteren araştırmada, farelerin bağırsak florası bu molekülün üretiminden sorumlu bakteri kolonilerinden yana zenginleştirildikten sonra davranışları diğer farelerle karşılaştırıldı. Sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olan fareler meraklı ve girişkenken, 4EPS seviyesi yükselmiş olanlar bir kenarda gizleniyor, endişeli ve çekingen davranıyorlardı. Bilim insanları bağırsaklardaki bazı bakteriler tarafından üretilen bu yan ürünün kan dolaşımına karıştığını, oradan da beyine ulaşarak ruh halini olumsuz etkilediğini, karakter değişikliklerine neden olduğu sonucuna vardılar.

 Mutluluğu Destekleyen Bir Mikrobiyom İçin

Her geçen günle birlikte ruhsal sağlık söz konusu olduğunda bağırsak florasının sağlığını göz ardı etmenin mümkün olmadığını gösteren araştırmalara bir yenisi ekleniyor. Ruhsal sağlığı destekleyen bir bağırsak florasına sahip olmanın yolu ise yediklerinizden geçiyor.

  • Ev yoğurdu, ev sirkesi, kefir gibi fermente besinlerden zengin bir diyet depresyonla, mutsuzlukla savaşta en büyük desteğinizdir. Nasıl bazı bakteriler, bu bakteriler tarafından üretilen bazı moleküller ruh sağlığını olumsuz etkiliyorsa, kimi bakteriler de kendinizi daha mutlu, daha huzurlu hissetmenizde direkt olarak etkili. Mesela Lactobacillus rhamnosus bakterisinin (kefir, yoğurt ve şirden mayasıyla yapılmış peynirlerde bol miktarda bulunur) beynin bazı bölümlerindeki GABA seviyesi üstünde etkili olduğunu ve depresyonla savaştığını gösteren çalışmalar var.
  • Tatlıdan, ekmek, börek ve çörek gibi vücutta şeker olarak metabolize olan basit karbonhidratlardan uzak durun. Şeker yüklü bir beslenme modeli pek çok farklı mekanizma üstünden bağırsak florasına zarar verir. Şeker bağırsaklardaki zararlı bakterileri beslerken, dost bakterilerin azalmasına neden olur. Bu da yetmezmiş gibi buğday ürünlerinin içindeki gluten molekülü bağırsak geçirgenliğini bozarak vücutta kronik enflamasyona neden olur. Sonuç: Beyin – bağırsak hattı üzerinden ruh sağlığınızı olumsuz etkileyen, depresyonu tetikleyen kusursuz bir fırtına!
  • Bağırsak floranızdaki dost bakterileri hayatta tutmanın, çoğalmalarını sağlamanın yolunun bitkisel besinlerden yana zengin bir diyetten geçtiğini unutmayın. Dost bakterilerin ana besin kaynağı bitkisel besinlerdeki liftir. Pırasa, enginar, kuşkonmaz, mercimek, nohut, kuru fasulye, havuç, turp, lahana, brokoli, domates, patates, elma, muz, keten tohumu ve ceviz bağırsak florasındaki dost bakterileri sağlıklı tutmakta mükemmel besinlerdir.

BUNLAR DA ÇOK ÖNEMLİ!

Ruhsal sağlığınızı destekleyen bir beslenme modeli geleneksel yemek kültürümüzde önemli bir yeri olan fermente besinlerden ve gerçek yiyeceklerden oluşmalı. Şimdi hangi besin maddelerinin, hangi vitaminlerin ruh sağlığı için elzem olduğunu keşfedeceğiz, ama her şeyden önce işlenmiş yiyecekleri sofranızdan tamamen kaldırmanız gerektiğini unutmayın. Bu yiyeceklerin içindeki katkı maddeleri sadece bağırsak floranızdaki dost bakterileri tarumar etmekle kalmaz, bazıları direkt olarak depresyonla ilişkilendiriliyor. Diyet içeceklerde, diyet yiyeceklerde kullanılan tatlandırıcıların, işlenmiş yiyeceklerin lezzetini artırmak için kullanılan Çin tuzunun (monosodyum glutamat/MSG) ve bazı yiyecek boyalarının anksiyete, depresyon ve ani duygu değişimlerini tetiklediği biliniyor.

  1. Magnezyum zengini yağlı tohumları artırın: Kabak çekirdeği, ay çekirdeği, susam ve kabuklu yemişler ruh halini olumlu etkileyen, depresyonla savaşan magnezyum açısından son derece zengin kaynaklardır.
  2. Hayvansal gıdalar olmadan olmaz: Et, tavuk, yumurta, ciğer ve böbrek ruh sağlığının garantörlerinden olan B12 açısından zengin kaynaklardır. Halsizlik, konsantrasyon bozukluğu, unutkanlık, zihinsel bulanıklık ve depresyon gibi semptomlarda akla ilk gelmesi ve ilk araştırılması gereken B12 eksikliği olmalı. Bu vitamin sadece hayvansal gıdalarda bulunduğu içir vejetaryenler diyetlerini mutlaka takviye ile desteklemeli.
  3. D vitamini zengini beslenin: B 12 eksikliğinin depresyon riskini artırdığı bilinir ama D vitamininin de böyle bir etkisi olduğu göz ardı edilir. Ciğer, kırmızı et, yumurta ve tereyağı gibi D vitamini zengini besinler ruhsal sağlık için elzemdir. Eğer bu besinlerden bolca tüketmenize, güneşten faydalanmanıza rağmen D vitamini seviyeniz istenen seviyede değilse takviye kullanın.
  4. Omega-3 yağ asitlerini unutmayın: Eğer diyetiniz omega-3 yağ asitleri açısından fakirse ruh sağlığınız da sekteye uğrar. En zengin omega-3 kaynağı yağlı balıklardır. İstavrit, hamsi gibi küçük balıkları tercih edin, çünkü büyük balıklar ruh sağlığı için önemli bir tehdit olan ağır metaller içerir. Öyle ki depresyona eğilimi olanlarda, şizofreni ya da bipolar bozukluk teşhisi konmuş hastalarda sorunun kanağında ağır metal zehirlenmesi olup olmadığı mutlaka araştırılmalı. Bu arada tam bir ağır metal mıknatısı olan midyeden uzak durun!
  5. Triptofan ile serotonin üretimini artırın: Triptofan mutluluk hormonu olarak da bilinen serotonin hormonunun öncü maddesidir. Bu aminoasit açısından zengin bir beslenme modelini benimseyin. İşte en zengin kaynaklar: Kırmızı et, kuru bakliyat, ceviz, kaju fıstığı, badem ve kestane.

Hâlsizlere Öneriler

Kendinizi bitkin hissediyor, uyarıcı etkisi için kafeinden medet umuyor, bardak bardak kahve içiyorsunuz… Kafeinin problemi daha da kötüleştirebileceğini unutmayın ve sorumluları da çözümü de sofranızda arayın.

Kafein bir uyarıcıdır. Bol miktarda kafein içeren bir enerji içeceği ya da çok fazla kahve içtiğinizde sisteme stres hormonlarını üretmesini söyleyen bir mesaj gider. Böylece, kafein vücudunuzda fiziksel bir tehlike karşısında oluşan bir mekanizmanın tetiklenmesine neden olur.

Kafein Kısırdöngüsü

Evet, kısa bir süre için içtiğiniz o ikinci bardak kahve işe yarayabilir, kendinizi enerjik ve tetikte hissedersiniz. Ama kafeinin etkisi geçip de hormonlar geri çekildiğinde başlangıç noktanızdan çok daha geriye düşersiniz. Daha bitkin ve daha hâlsiz hissetmek elinizin biraz daha kafeine doğru uzanması anlamına gelir. Bu kısırdöngünün tam bir enerji düşmanı olduğunu unutmayın.

Eğer çok kahve içiyorsanız, sadece kafeinin stres hormonlarını tetiklemesi yüzünden değil B12 vitamini eksikliğinden de kendinizi hâlsiz hissediyor olabilirsiniz.

Aman Dikkat!

Bitkinliğin, hâlsizliğin çaresini bir kutu enerji içeceğinde arayanları uyarmanın tam zamanı!  Yüksek miktarlarda kafein içeren bu içeceklerin sadece bir kutusu bile kalp ritmini ve tansiyonu artırmaya yeterli. Yani, enerji içeceği yüzünden taşikardi hatta kalp krizi geçirme riskiniz var. Bir çalışmaya göre enerji içeceği kalp ritminin %4 oranında değişmesine, tansiyonun ise ortalama 3,5 değer fırlamasına neden oluyor Araştırmayı yürütenler bu değişimlerin kalp problemi ya da genetik olarak kalp hastalığı riski bulunanlar için ölümcül olabileceğini not düşmüşler.[1]

İçleri kimyasallar ve kalp sağlığını riske atacak kadar kafeinle dolu enerji içeceklerinden sakın içmeyin, çocuklarınıza da içirmeyin.

Protein ve Yağı Artırın  

Bitkinliğinizin nedeni yeterince protein ve sağlıklı yağ tüketmemenizden kaynaklanıyor olabilir. Eğer uzun süreli enerji istiyorsanız onlarca yıldır öcü gibi gösterilen kırmızı ete, ciğere, paça çorbasına, yumurtaya, tereyağına, kavurmaya ihtiyacınız var.  Çünkü…

  • Bunlar, şeker, ekmek, pilav ve makarna gibi yiyeceklerin aksine daha uzun süre tok tutar ve daha uzun süre enerji sağlarlar. Koca bir tabak makarna, hatta bir tepsi börek yiyin iki saat sonra kendinizi yine kurt gibi acıkmış bulursunuz Ama iki yumurta ya da bir dilim biftek saatler boyu tok ve zinde hissetmenizi sağlar.
  • Bize, pilavın, ekmek, makarna ve çikolatanın enerji verdiği öğretildi. Hâlbuki gerçek tam tersidir: Bize enerji verdiği söylenen yiyecekler aslında enerjimizden çalar. Vücutta şeker olarak metabolize olan bu yiyecekler önce kan şekerinin fırlamasına ardından da aniden düşmesine neden olur. Kan şekerindeki dengesizlikler kadar insanı hâlsiz, bitkin bırakan, birçok hastalığı tetikleyen başka bir şey daha yoktur.
  • Kendinizi devamlı bitkin, yorgun hissediyorsanız suçlunun buğday ve içindeki gluten olma ihtimali yüksektir. Ekmek, börek, çörek gibi buğday ürünleri ise sadece kan şekerindeki dengesizliklere neden oldukları için değil gluten muhteviyatları yüzünden de yorarlar. Bana farklı nedenlerle gelen hastalarıma reçete ettiğim ilk şeylerden biri buğdayı kesmeleri. Hepsi de hayatlarından ekmeği, böreği, pastayı, makarnayı çıkardıklarında enerji seviyelerinin artığını, hâlsizlik şikâyetlerinin azaldığını söylüyorlar.
  • Et, ciğer, böbrek, tavuk, yumurta ve tereyağı aynı zamanda da en zengin B12 kaynaklarıdır. B12 vitamini eksikliğinin en önemli belirtilerinden birinin hâlsizliktir olduğunu unutmayın. Yani, bir türlü geçmeyen bitkinlik, hâlsizlik şikâyetinde sorunun arkasında B12 eksikliği olup olmadığı mutlaka araştırılmalı.

 Dozunda ve Gerçek Besinler Tüketin

Hani sofradan biraz aç kalkın denir ya. Çok doğru! Yemeği azaltmak enerji seviyenizin artmasını sağlar. Tabii ne yediğiniz de önemli. Paketlerde satılan, içi katkı maddeleriyle dolu yiyecekler yerine içleri vitamin, mineral dolu sebze ve meyveler, sağlıklı yağlar, yani gerçek besinler tüketmelisiniz. Fıtratına uygun yiyeceklerden kararında yediğinizde yaşam kalitenizin, enerjinizin artığını fark edeceksiniz.

Endüstriyel olarak üretilmiş gıdaların içindeki kimyasallar enerjinizden çalar. Çünkü ne kadar çok toksik maddeye maruz kalırsanız hücreleriniz o kadar çok zarar görür, hücresel enerji üretiminizden sorumlu olan mitokondriler de etkin bir şekilde çalışamaz, enerji üretemez olur. Sistemin devamlı bu atıklar ya da serbest radikallerle uğraşması ise mitokondrilere zarar verir.

Güne bitkin başlayanlar, gün boyu hâlsizlikle savaşanlar için bir önerim daha var: Gece yatağa girmeden en az üç saat önce yemek yemeyi kesin. Bu basit değişiklik bile enerji seviyenizde büyük fark yaratacaktır.

(KUTU) SÜLFÜR ZENGİNİ BESLEN

Sülfür zengini yiyecekler hâlsizlikle savaşır. İşte en değerli sülfür kaynakları…

  1. Soğan
  2. Sarımsak
  3. Brokoli
  4. Lahana
  5. Karnabahar
  6. Pırasa
  7. Kereviz

Doğru beslenme sistemleri ve hareketli bir yaşam stili, insanlara uzun ve sağlıklı bir yaşam hediye ediyor. Daha iyi, uzun ve kaliteli bir yaşam sürmek için yeterli ve dengeli beslenmenin yanı sıra fiziksel olarak aktif olmanın da çok önemli olduğunu söyleyen Dr. Ümit Aktaş’tan, herkesin ömrüne ömür katacak 7 değerli öneri…

1- Bakterilerden yararlanın

Probiyotik zengini fermente yiyecekler sağlık için hayati önem taşır. Japonya’da yapılan ve 50 yaş üstü 23.000 kişinin katıldığı bir araştırma Bifidobacterium longum bakterisinin önemli anti-aging faydaları olduğunu gösteriyor. Tüm vücut fonksiyonlarında rol alan, sağlığın temeli olan dost bakterilerin anti-aging fayda sağlaması şaşırtıcı değil. Yaşlanmaya karşı güçlü bir savunma hattı oluşturduğu söylenen şu Bifidobacterium longum bakterisini ev yoğurdunda, ev yapımı elma sirkesi ve lahana turşusunda bulabilirsiniz. Hepsinde bol bol Bifidobacterium longum var. Diyetinizde fermente yiyeceklere yer verseniz bile sağlık dopingi yapmak isteyen herkes probiyotik takviyelerinden faydalanabilir, hatta faydalanmalıdır da. Probiyotikler söz konusu olduğunda mottonuz “ne kadar çok, o kadar iyi” olsun. Özellikle antibiyotik kullanmanız gereken durumlarda sistemi hemen probiyotik takviyeleriyle desteklemeye başlayın. Dikkat etmeniz gereken tek şey zamanlama. Antibiyotik ile probiyotik takviyesi arasında en az 4-5 saat bırakmaya özen gösterin.

2- D Vitamini değerini yüksek tutun

D vitamini rezervi dolu olanlar daha yavaş yaşlanır. D vitamini seviyeleri yüksek kadınların DNA’larında hem yaşlanmaya bağlı değişimlerin hem de enflamatuar tepkilerin daha az olduğunu gösteren araştırmalar var. Güneşlenerek, D vitamini zengini besinler tüketerek, gerekirse D vitamini takviyesi alarak D vitamini rezervinizi dolu tutmak için neden çok!

3- Omega-3’lerin anti-aging etkisinden faydalanın

Omega-3 yağ asitleri (EPA ve DHA) vücut tarafından üretilmeyen, besinlerle dışarıdan alınması gereken uzun zincirli yağ asitleridir. Hücresel yaşlanmayla savaşmada en güçlü müttefikiniz, hücre zarının yapıtaşlarından olan yine omega-3 yağ asitleridir. Eğer hücre zarı sağlıklı değilse hem hücre bütünlüğü bozulur, hem de hücreler arası iletişim aksar. Bu etki cilt hücreleri için de geçerlidir. Omega-3 yağ asitleri cilt hücrelerinin güçlü ve nemli olmasını sağlar. Unutmayın, cildiniz ne kadar nemli olursa yaşlanma etkilerine karşı da o kadar dirençli olur.

4- Magnezyumu unutmayın

Devamlı kilo problemiyle boğuşuyorsunuz, kendinizi hep bitkin hissediyorsunuz, kas kramplarından şikâyetçisiniz, baş ağrıları çekiyorsunuz, yüksek tansiyon probleminiz var… Bu saydığım sorunlardan bir ya da birkaçından şikâyetiyseniz magnezyum değerinizin düşük olma ihtimalinizi göz ardı etmeyin. Magnezyum eksikliğinin tetiklediği pek çok sağlık sorunu vardır. Bunların başında kalp krizi geçirme riskinizin önemli oranda artması geliyor. Eğer devamlı işlenmiş yiyecekler tüketiyorsanız, sofranıza yeşillikler uğramıyorsa magnezyum eksikliğinden muzdarip olma ihtimaliniz çok yüksektir. Ispanak, Brüksel lahanası, avokado, kabak çekirdeği, ay çekirdeği, susam, yağlı balıklar ve ev yoğurdu en zengin magnezyum kaynaklarıdır. Ancak magnezyum zengini besinlere diyetinizde bol bol yer verseniz de bu yeterli gelmeyebilir. Çünkü tarım yapılan topraklar magnezyum açısından giderek fakirleşiyor, doğal olarak bu topraklarda yetişen bitkiler de eskisi kadar magnezyum içermiyor. Bu yüzden de diyetinizi magnezyum takviyesi ile desteklemek iyi bir fikir.

5- Az yemenin şifalı gücünü keşfedin

Son yıllarda ne kadar yediğiniz kadar ne zaman yediğinizin de son derece önemli olduğu ortaya çıktı. Sadece akşamları yemeği erken keserek çok daha sağlıklı ve uzun bir yaşam sürebilirsiniz. İşlenmiş yiyecekleri sofranızdan menettiniz, mevsimsel ve doğal besleniyorsunuz… Bu sağlıklı seçimleri bir adım daha öteye taşımak istiyorsanız yemek yediğiniz saatleri de sınırlamanızda fayda var. Daha uzun ve sağlıklı bir yaşamın sırrının sadece yediklerinizde değil, hiçbir şey yemediğiniz saatlerde de saklı. Gece yatağa boş bir mideyle girdiğinizde vücuttaki büyüme hormonu üretimi de artıyor. Peki nedir bu büyüme hormonu ve neden bu kadar önemli? Çocukken büyümenizi sağlayan bu hormon ileriki yaşlarda hasarlı hücreleri onaran bir tamir hormonu olarak görev görür. Vücudunuzda ne kadar çok büyüme hormonu varsa o kadar sağlıklı, o kadar uzun ömürlü ve hastalıklara karşı o kadar dirençli olur, hastalandığınızda daha çabuk iyileşirsiniz.

6- Doğanın mucizesi zeytinyağından yararlanın

Zeytinyağı son derece kıymetli bir besin, daha da ötesi doğanın bize sunduğu en şifalı ilaçtır. Zeytinyağında, oleuropein, hidroksitirosol, tirosol gibi son derce önemli polifenolik bileşikler bulunur. Bunlar, çok güçlü antioksidan maddelerdir. Bizi kanserden, diyabetten, obeziteden, kalp hastalıklarından, Alzheimer’dan korur, yaşlanmayı geciktirirler. Bu sağlık faydalarından yararlanmak, ömrünü uzatmak isteyen herkese güne bir kahve fincanı soğuk sıkım sızma zeytinyağı ile başlamalarını öneriyorum. Bu zeytinyağı erken hasat olursa daha da makbul!

7- Egzersizle kronik hastalıklardan korunun

Enflamasyon vücudunuzun yolunda gitmeyen her şeye karşı verdiği tepkidir, bu tepkinin çok fazla olması ve kronikleşmesi ise sistemin imdat sinyali gibidir. Yani vücudunuz tam bir savaş alanına dönmüştür ve kalp krizi, diyabet, kanser gibi hastalıklar kapıda beklemektedir. Egzersizin enflamasyonu düşürdüğünü gösteren pek çok araştırma var. Yani sadece hareketli bir yaşam sürerek aralarında kanserin de bulunduğu pek çok kronik hastalığı yakalanma riskinizi önemli oranda azaltabilirsiniz. Egzersiz hücrelerin enerji üretiminden sorumlu olan mitokondrilerin sayısını da artırır. Çünkü hareket eden vücut daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar, bu ihtiyacı karşılamak için de daha fazla mitokondri üretilir. Yaş aldıkça kendinizi daha hâlsiz, daha enerjisiz hissetmesinin en önemli nedeni, mitokondri sayınızın azalmasıdır. Egzersiz daha fazla mitokondri yapımı için bir uyarıcı görevi görür. Yani siz egzersiz yaptıkça mitokondri sayınız, dolayısıyla da enerjiniz artar, hücreleriniz genç kalır.

Hthayat

Sağlıklı bir beyin için anne karnında başlayan süreç ömür boyu devam ediyor. Tüketilen besinlerden, uyku düzenine, gün içindeki etkinliklerden, spora hatta içten bir gülümsemeye kadar birçok nokta beyin sağlığı için önem taşıyor.

Sağlıklı Beyin İçin 8 Altın Kural

1 – Beyin gelişimi ve sağlığını destekleyen gıdaları tüketin

Beyin gelişimi anne karnında başladığı için anne adaylarının özellikle folik asit içeriği yüksek olacak şekilde düzenli beslenmesi önem taşımaktadır.  Alzheimer ve bunama riskine karşı yetişkinlerde de dikkat edilmesi gereken folik asit desteği için fasulye, bezelye, ıspanak, şalgam, limon ve portakal gibi gıdalar tüketilmelidir.

  • Muz ve kuru baklagiller: B vitamini içeren muz, kuru baklagiller, et, balık, yağsız süt, yoğurt ve yeşil yapraklı sebzelerin tüketilmesi önemlidir. Hafıza ve zeka gelişimi bakımından B vitamini önemli bir yer tutmaktadır. Aynı zamanda B vitamini yeni hücreler üretilmesine ve var olan hücrelerin yapısının korunmasına yardımcı olmaktadır.
  • Balık: Beyin fonksiyonlarının daha düzgün çalışması, hafızayı güçlendirerek daha hızlı düşünebilmek için omega 3 bakımından zengin balık belirli aralıklarla mutlaka tüketilmelidir.
  • Kaju ve yer fıstığı: Beyinde yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan gerilemeyi yavaşlatmak için; E vitamini bakımından zengin ceviz, fındık, kaju, yer fıstığı, ay çekirdeği, susam, keten tohumu tüketilmelidir.
  • Üzüm ve çilek: Dopamin salgılanmasını sağlayan üzüm problem çözme yeteneğini artırırken, yüksek oranda antioksidan içeren çilek, yaban mersini gibi meyveler ile domates, havuç gibi sebzeler belleği geliştirerek beyni korumaktadır.

2 -Türk kahvesinden vazgeçmeyin

Kültürümüzde önemli bir yeri olan Türk kahvesi, beynin çalışmasını motive eden uyarıcıların en önemlilerindendir. Kahvenin içinde bulunan ve beyinde uyarıcı görev yapan kafeinin yorgunluğu azaltıcı etkisinin yanında konsantrasyon ve uyanıklığı yükselten özelliği de bulunmaktadır.  Ara öğün gibi değerlendirilen Türk kahvesi yapılış, sunuş ve tüketimi bakımından fabrikasyon olarak nitelendirilen diğer kahvelerden farklılıklar içermektedir. Bir ritüel eşliğinde tüketilen Türk kahvesi, yarattığı fiziksel etkilerinin yanı sıra gün içinde hoş bir mola verilmesine olanak sağlayarak beynin dinlenmiş vaziyette tekrar motive olması konusunda da etki göstermektedir.

3 -Hayatınızda özel anları artırın

Türk kahvesinin tüketiminde olduğu gibi kişinin hayatında özel anlara zaman ayırması, vücudun birçok hormon salgılamasına zemin hazırlamaktadır. Dinlenen müzik, sevilen bir arkadaşla zaman geçirilmesi, spor hatta zevkle tüketilen bir yemek bile mutluluk sağlayan birçok hormonun salgılanmasını harekete geçiriyor. Beyin sağlığı için oldukça önemli olan bu hormonlar insanın duygu sistemini kontrol eden ve hafıza için hayati öneme sahip olan limbik sistemi uyararak harekete geçirmektedir.

  4 -Beyninize 4 mevsimi yaşatın

Gelişen teknoloji ile birlikte özellikle büyük şehirlerde büyük bir elektro manyetik çöplük oluşmaktadır. Algılamayı etkileyen elektromanyetik alan uyaran kirliliğine neden olarak beyinde aşırı yüklenmeye yol açmaktadır. Odaklanma problemi, dikkat dağınıklığı, unutkanlık gibi birçok soruna neden olan elektromanyetik alanlar beynin dinlenmesine ve kendini yenilemesine izin vermemektedir. Beynin kendisini en fazla yenilediği zaman dilimi olan uyku anında elektro manyetik etki yapabilecek cep telefonu, televizyon gibi ürünlerin kişinin yakınında olmaması gerekmektedir.  Kaliteli bir uyku ile bir ilkbahar havasında güne başlayan beynin mevsimlere benzetilirse gün içinde 4 mevsimi de yaşaması gerekmektedir.

5- Uyku düzeniniz tarlakuşu gibi olsun

Beynin gün içinde 4 mevsimi yaşamasının yanında gece ve gündüzü de biyoritme uygun saatlerde gerçekleştirmesi önemlidir. Tarlakuşu örneğinde olduğu gibi kişi gibi erken yatıp güne erken başlandığı zaman vücudun salgıladığı siteroit, melatonin gibi hormonlardan en üst seviyede faydalanmaktadır. Erken kalkıp uygun besinlerle yapılan kahvaltının ardından salgılanan hormonlar sayesinde beyin, enerjik, algısı yüksek ne ekilirse verim alınacak bir toprak gibi güne başlamaktadır. Doldur boşalt ritmiyle hareket eden beynin en iyi temizlendiği ve kendini yenilediği uyku saatlerini kaliteli hale getirmek hayati önem taşımaktadır.

6- Beyninizin yükünü kahkaha ile hafifletin

Dilimize yerleşen “Bir kahkaha bir kalem pirzola” deyimi aslında gerçeği yansıtmaktadır. İçten bir kahkaha beyne oksijen gitmesini kolaylaştırırken tansiyonu dengede tutulmasına ve hormonların düzenlenmesine zemin hazırlamaktadır. Gülme esnasında, beyindeki alt kranial sinirler koordineline olarak çalışarak, endorfin salgısının yükselmesine ve pozitif uyarıcıların devreye girmesine olanak sağlamaktadır. Omurga sağlığında olduğu gibi 45 dakika çalışıp 15 dakika dinlenme esasına beyin sağlığı için de uyulması gerekmektedir. Gün içinde gülmek, bir arkadaşla sohbet etmek veya kahve gibi ritüellerle beyindeki yükü azaltarak es verdirilmesi gerekmektedir.

7- Tek başınıza bulmaca çözmenin yanı sıra sosyal aktivitelere ağırlık verin

Bulmaca çözmenin beyin sağlığı ve hafıza için önemli olduğu bilinmektedir. Ancak gün içinde gerçekleştirilen sosyal aktiviteler hafızaya bulmaca çözmekten çok daha iyi gelmektedir. Kişinin tek başına oturup saatlerce bulmaca çözmesi yerine bir bulmaca çözdükten sonra sokağa çıkarak sosyal ortama girmesi, arkadaşlarıyla zaman geçirmesi veya aile ziyaretlerine gitmesi beyin sağlığı bakımından önemlidir.

8- Beyninizi sporla güçlendirin

Kalp damar, diyabet, tansiyon gibi hastalıkların kontrol altında tutulmasında önemli rol oynayan düzenli egzersiz ve spor, beyinde de olumlu etkiler yaratmaktadır. Mutluluk hormonu olarak bilinen endorfin hormonunun salgılanmasını artıran spor, insani ilişkilerde daha yapıcı hareket etmeyi sağlarken mutluluk eşiğinin yükselmesine zemin hazırlamaktadır. Demans, Alzheimer, Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıklardan kaçınmak için düzenli egzersizin hayatın bir parçası haline getirilmelidir.  Uygun şekilde tamamlanan bir sportif aktivitenin zemininde becerikli şekilde tamamlanmış bir zihinsel aktivitenin bulunduğu unutulmamalıdır.

Bunların yanı sıra;

  • Spor yapan kişilerde sinir hücresi üretilmesini sağlayan faktörlerin uyarıldığını gösteren araştırmalar bulunmaktadır.
  • Kan dolaşımı üzerinde olumlu etkileri bulunan spor, kan ile daha sağlıklı çalışan beynin gelişimine ve çalışmasına da olumlu yönde etki yapmaktadır. .
  • Yön tayin etme, hafıza, bilinçli düşünme, plan yapma, dikkat, dürtülerin kontrolü, problem çözme ve birden fazla işle uğraşmaya kadar pek çok konuda işlevi olan beyin bölgeleri spor sayesinde aktive olmaktadır.

MEMORIAL / Beyin Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü uzmanları 

Diyetin Mantığı

Kilosunu kontrol altına almak, sağlıklı olmak isteyen kişilere neler tavsiye edersiniz?

Kilo kontrolü ve sağlıklı yaşamın anahtarı “yeterli ve dengeli beslenme”dir. Kilo kontrolü için günlük alınan ve harcanan kalori dengesi önemli yani günlük aldığımız kalori, harcadığımızdan fazla ise kilo artışı; tam tersi harcadığımız kalori, aldığımızdan daha fazla ise kilo kaybı yaşarız. Kalori alımı vücuda yalnızca besinler yolu ile olur, bu nedenle tükettiğimiz besinlerin kalori yoğunlukları bu noktada önem taşır. Harcadığımız kaloriyi en fazla etkileyen şey ise fiziksel aktivitedir, yani ne kadar hareketli bir gün geçirirsek o kadar kalori harcarız. Tüm bunları dengede tutabildiğimiz sürece kilomuzu kontrol altına alırız. Yeterli ve dengeli beslenme nasıl olmalı derseniz şöyle bir örnek verelim. 4 yapraklı bir yonca düşünün, bunun her bir yaprağı farklı besin grubunu temsil eder. Bu yapraklar et grubu, tahıl grubu, süt ve süt ürünleri grubu ve meyve-sebzeler grubu olmak üzere 4 tanedir. Siz bir öğünde bu yaprakların her birinden bir besin tüketiyorsanız dengeli beslenmiş olursunuz. Yeterli kısmını da kendi ihtiyacınız kadar porsiyon ayarlayarak sağlayabilirsiniz. Fazla besin tüketimini önlemek için en önemli uyarım yavaş yemek yiyin ve tabaklarınızı küçük tercih edin. Yani özetle ihtiyacınızın üstünde besin tüketiminden kaçınıp, yağlı-şekerli gıdalardan uzak durup fiziksel aktiviteyi arttırdığınız takdirde kilonuzu kontrol altına almış olursunuz. Dünya Sağlık Örgütü sağlıklı bir yaşam için haftada 150 dakika egzersiz öneriyor.

Şunları asla yemeyin, çok zararlı; bunları tüketin, çok sağlıklı tarzı yaklaşımlar var. Siz bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Burada önemli olan yediğimiz şeyin miktarı değil mi?

Akıllara önce şu soru gelmeli; neyi, kime öneriyoruz? Yani önerilen şey sağlıklı olabilir evet ama herkese uygun bir besin olmayabilir. Ben genelleme yapılarak verilen tavsiyelerden yana değilim. Herkesin metabolizması, yaşam tarzı, hastalıkları, kan değerleri birbirinden farklı yani herkesin bedeni bir parmak izi kadar birbirinden farklı. Her besin herkese iyi gelmez, kimisine gerçekten yararlıyken kimisine yarardan çok zararı dokunabilir. Yani aslında önemli olan miktar değildir. Önerilen besinlerin kim için uygun, kim için uygun olmadığı tartışılmalıdır. Beslenme denince aklımıza çok şey gelir ve hem medyada hem sosyal çevremizde bilgi kirliliği çok fazla, hatta bilgi kirliliğinin en fazla olduğu konu “beslenme” diyebiliriz. O nedenle doğru bilgilere ilgili konunun uzmanından rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Örneğin limonlu su üzerinden konuşalım. Limonlu su herkes için zayıflatan bir mucizeymiş gibi bir algı var ama bunun gerçekliği maalesef yok. Evet, sağlıklı kişilerin vücutlarındaki zararlı maddeleri atmak için faydalı bir şey fakat bunu düşük tansiyon hastaları, mide veya sindirim rahatsızlıkları olan kişilerin tüketmesi zararlı olabilir, istenmeyen yan etkiler ortaya çıkabilir. Buna daha çok örnek verebiliriz. Zencefil, zerdeçal, çörekotu yağı herkes için uygun değildir.

Bir de şu açıdan bakalım, mesela meyve faydalı bir şey ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından günde 3 porsiyon tüketilmesi önerilir ama toplumumuzda bu tüketim miktarları çok fazla olup özellikle akşam saatleri olabiliyor. İşte bu noktada porsiyon ve tüketim zamanı önemlidir diyebiliriz. Kaynaklarda meyve tüketim zamanlamasının önemini anlatmak için çok güzel bir özetleme yapılmıştır. “Meyve tüketimi sabah saatlerinde olursa altın, öğlen saatlerinde olursa gümüş, akşam saatlerinde olursa zehir.” Meyvenin gece geç saatlerde tüketilmesi insülin metabolizmasını bozabilir ve bu da sağlığımızı olumsuz etkiler. Özetle her besin herkese iyi gelmez ve iyi olan besinler de porsiyon ve zamanlamaya dikkat edilerek tüketilmelidir.

Diyete başlayanlarda yasaklanan yiyecek grubuna (şeker, karbonhidrat) diyetten sonra aşırı bir yüklenmeyle beraber eski kilolara hatta daha fazlasına geri dönülebiliyor. Bunun önüne geçmek için neler yapılabilir?

Direkt cevabı vermem gerekirse “doğru diyet uygulaması” derdim. Yanlış diyet uygulamaları, aşırı kısıtlamalar sonucu yapılan diyet hem metabolizmayı bozar hem de bırakıldığında kilo artışı söz konusu olur. Doğru diyette doğru miktar ve sıklıkta tüm besinlere yer verilmelidir. Bunun da amacı sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Mesela benim diyet sürecinde danışanlarıma en çok aşılamaya çalıştığım şey dengeli beslenmeyi, telafi etmeyi öğretmek oluyor. Çünkü diyet süreci bittikten sonra o dönem kazandığı alışkanlıkları devam ettirebiliyor olması lazım, asıl başarı da bu zaten. Kilo vermek bana sorarsanız bu işin en kolay kısmı fakat korumak için belki daha çok çaba sarf etmeliyiz. Zayıflama dönemi bittikten sonra muhakkak koruma dönemi yapılmalı ve o kilo sabitlenmelidir. Ne kadar uzun süre bu kiloyu sabit tutarsak vücut da onu bir o kadar korur. Yani kısacası yeniden kilo almanın önüne geçmek için başta yanlış diyetlerden (aşırı kısıtlı ve düşük kalorili, tek tip beslenilen programlar) uzak durmalı, ardından zayıfladıktan sonra kilo koruma programı yapmalıyız.

1-2 gün fazla kaçırdığımız yemeklerin telafisini yapmak mümkün mü?

Elbette, bu durum hayatımızın vazgeçilmez bir gerçeği sanırım. En basit hali ile ülkemizde bayramlar, yemekler bol kalorili geçer ve bizler de bunlara her ne kadar hayır desek de ara sıra da olsa bence o güzel sofralarda o yemekleri yemek bizim de hakkımız. Bu yemekleri tatiller olarak da düşünebiliriz. Peki, bunları yedik sonra ne yapalım? İşte burada devreye “dengeleme” giriyor. Eğer bu yenilen yemeklerin telafisi yapılırsa kilo artışının da önüne geçmiş oluruz.

21 günlük şekersiz beslenme programınız var. Bu programın içeriğinden ve kişiye neler kazandırdığından bahseder misiniz?

21 günlük şekersiz programımız, içerisinde rafine karbonhidrat ve basit şeker içermeyen temiz beslenme içerikli bir program. Bu programımızın kişilere kazandırdığı faydaları sıralayacak olursam; kilo kaybını sağlar, bel çevresinde incelme sağlar, kronik hastalıklara yakalanma riskini azaltır, cildinizin daha temiz ve parlak olmasını sağlar, gaz ve şişkinlik problemlerini azaltır, reflü-gastrit semptomlarını azaltır, açlık krizleri ve tatlı isteğini azaltır, güne daha enerjik ve zinde başlamanızı sağlar, uyku kalitesini iyileştirir, kaygı ve endişeyi azaltır, odaklanmayı arttırır, vücuttaki toksik maddeler atılır ve ödemden kurtuluruz.

Kilo kaybı önemli. Ama yağdan olursa. Bunu nasıl sağlayabiliyoruz?

Kişiye özel hazırlanmış doğru diyetle ve uygun miktarda eklenen egzersizlerle mümkün. Kalorisi aşırı kısıtlanmış diyetlerde yağ yerine vücut suyunu kaybedebiliriz, bu da bizim için ne incelme ne de sağlık açısından faydalı olur!

Çok fazla diyet çeşidi var. Hangi diyetler kimler için ideal, özetleyebilir misiniz?

Son zamanlarda özellikle gittikçe popülerleşen diyetler duyuyoruz. Ketojenik diyet, eliminasyon diyeti, a diyeti, b diyeti diye bu liste uzar, gider. Ama Dünya Sağlık Örgütü en uygun, en sürdürülebilir olan diyetin Akdeniz diyetini söylüyor. Akdeniz diyeti içerisinde tam tahıl kaynaklarının, sebze ve meyvelerin, kuru baklagil ve yağlı tohumların, balığın olduğu diyettir. Bu diyette özellikle kırmızı et tüketimi haftada ikiden fazla olmamalıdır. Ama bazı spesifik hastalıkları, intoleransları olan bireyler için farklı diyetler önerilir. Örneğin epilepsi hastasına ketojenik diyet, çölyak hastasına glutensiz diyet, intoleransları olan kişilere eliminasyon diyeti, irritabl bağırsak hastalığı olan kişiler için ise düşük FODMAP diyetleri önerilir ama herhangi bir sağlık problemi olmayan kişilere en uygun ve en sürdürülebilir program Akdeniz diyetidir.

Diyetisyen Eda Çelik / Gönül Dergisi

Böbrekleri ve Mesaneyi Koruyan 7 Gıda

Karpuz sadece su açısından zengin değildir. Aynı zamanda idrar üretimini ve böbrek temizliğini de destekler, kan sağlığımızı koruyan lif ve antioksidanların sayısını da yüksektir. Böbrekler ve mesane vücudumuzda önemli bir rol oynar. Bu sadece boşaltım sistem için temek oldukları için değil, aynı zamanda karaciğer ile birlikte hareket ettikleri için de geçerlidir. Temel olarak, kan dolaşımında filtrelenen atıkları, vücuttan dışarı atarlar. Bu yüzden böbrekleri ve mesaneyi koruyan 7 gıdadan bahsedeceğiz.

Yeni başlayanlar için açıklayalım, böbrekler günde yaklaşık 200 litre kanı filtrelemek ve temizlemekle görevlidir. Ve mesane de, vücuttan atılana kadar üretilen idrarı depolar. Ve her ikisi de bu görevlerini, biyolojik süreçlerinin bir parçası olarak yerine getirir. Bununla birlikte, bazen aşırı toksin birikimi, enfeksiyon ya da iltihaplı problemlerin gelişmesi nedeniyle zorluklar yaşarlar.

1. Yaban mersini

İçerdiği yüksek miktardaki temel besin maddeleri sayesinde, yaban mersini, idrar sistemini korumaya yönelik en iyi gıdalardan biri olarak kabul edilir.

  • Antioksidan bileşenleri, toksinlerin giderilmesi, böbrek fonksiyonunun güçlendirilmesi ve idrar üretiminin en iyi seviyede tutulması sürecini destekler.
  • Yaban mersini, mesaneyi düzenli olarak etkileyen bir hastalık olan sistit gibi problemleri önlemeye yardımcı olan iltihap önleyici özelliklere sahiptir.
  • Ayrıca, yaban mersini tüketmek, bakterilerin ve virüslerin bu organların dokularına saldırmasına, yani enfeksiyon oluşumuna bir engel oluşturur.
  • Ve bu meyve, böbrek taşlarına karşı tamamlayıcı bir ilaçtır, çünkü kalsiyum ve ürik asit birikintilerini ortadan kaldırmaya yardımcı olurlar.

2. Kereviz

Kereviz, yüzyıllar boyunca böbrekleri etkileyen hastalıklara karşı bir çare olarak kullanılan bir diüretik sebzedir.

  • Bu sebeple, yüksek seviyelerde potasyum içerir, vücutta tutulan sıvıların dışarı atılmasını teşvik eden mineraller içerir, böylece iltihap oluşumunu önler.
  • Ve içindeki antioksidanları, toksinlerin parçalanmasını ve atılmasını destekleyerek, idrar yollarından geçmelerini kolaylaştırır.
  • Ayrıca kereviz, böbrek ve mesane hastalıklarının gelişmesi riskini azaltan antiinflamatuar özelliklere sahiptir.

3. Mesaneyi koruyan ve temizleyen karpuz

Bu iyi bilinen tropikal meyve, vücudu nemlendirmeye ve idrar sisteminin işleyişini iyileştirmeye yardımcı olan suyu ve güçlü antioksidanları içerir.

  • Düzenli olarak tüketmek, vücutta biriken sıvının neden olduğu iltihabı azaltarak, böbreklerin görevlerini daha iyi bir şekilde yerine getirmesine katkıda bulunur.
  • Mesane duvarlarında biriken bakterileri yok etmek için idrar üretimini uyararak, sistite karşı doğal bir ilaç görevi görür.
  • Böbrek faaliyetine katılan potasyum ve magnezyum, mineralleri içerir.
  • Dokusu ve antioksidanları, kanda bulunan toksinleri filtrelemeye yardımcı olarak, aşırı miktarlarda birikmelerini önler.

4. Böbrekler için ananas

Ananas, böbreklerin ve bağışıklık sisteminin sağlığını korumak için en iyi gıdalardan biridir.

  • Başlıca faydaları arasında, kandan süzülen toksinleri parçalamaya yardımcı olan güçlü bir enzim olan bromelaini yüksek oranda içermesi gösterilebilir.
  • Bu madde, idrar sisteminde enfeksiyon riskini azaltmak için ideal olan anti-enflamatuar ve antibakteriyel etkileri verir.
  • Ek olarak, patolojik ajanlar tarafından yapılan saldırılara verdiğimiz tepkiyi iyileştirmek için savunmamızı güçlendiren A ve C vitaminleri içerir.
  • Ayrıca, mesanenin tahrişini sakinleştirmeye ve böbrek taşı riskini azaltmaya yardımcı olur.

5. Çilek

Çilekler, sıvı ve toksinlerin tutulmasından kaynaklanan sorunları önleyen, böbrek fonksiyonunu destekleyen antioksidanlar ve temel besinler açısından oldukça zengindir.

  • Örneğin, içerdiği vitaminleri ve mineralleri, enflamatuar süreçleri düzenlemeye yardımcı olur ve organ yetmezliği riskini azaltır.
  • Hücresel oksidasyondan sorumlu olan serbest radikallerin olumsuz etkilerini durdurur.
  • Ve, sıvıların dengesini yeniden kurar, böylece idrar üretimini en uygun seviyeye çeker.

6. Mesaneyi koruyan ıspanak

Ispanak yemek, son birkaç yıldır popüler olmuştur. İlk olarak, bize önemli temel besin değerleri sunan düşük kalorili bir besin olduğunu söyleyelim.

  • İdrar sistemi için faydalıdır çünkü sıvıların vücuttan atılmasını teşvik eden diüretik özelliklere sahiptir.
  • Ve içindeki antioksidanları, toksinleri kandan arındıran renal süreci iyileştirir ve ayrıca serbest radikallerin olumsuz etkilerini de ortadan kaldırır.
  • Mesane için bir tonik görevi görür, bakteriyel enfeksiyon vakalarında dokuların tahrişini önler.

7. Maydanoz

Özellikle bir karışım olarak hazırlandığında, maydanoz doğal bir ilaçtır. Sonuçta, böbrekleri temizlemeye ve böylece kronik hastalıkları önlemeye yardımcı olur.

  • Ve, vücudumuzdaki zararlı maddelerin ortadan kaldırılmasını destekleyen klorofil, antioksidanlar ve doğal lifler içerir. Sonuç olarak, böbrek dokularında atık birikmesini önler.
  • Ek olarak, idrar yollarındaki iltihabı hafifletmeye yardımcı olur. Bu özellikle böbrek taşları ve enfeksiyonlar için geçerlidir.
  • Ayrıca, bir idrar söktürücüdür, bu nedenle vücutta sıvı tutulmasından kurtulmayı kolaylaştırır.

İdrar yolu enfeksiyonu mu geçiriyorsunuz? Mesane veya böbrek problemleri hakkında bir endişeniz mi var?  Faydalarından yararlanmak için bu gıdaların tüketimini artırmayı deneyin. Ayrıca, bu besinlerin bu organları sağlıklı tutmak için gerekli olduğu göz önüne alındığında, bunları her gün içme suyunuza katmayı unutmayın.

SAĞLIĞA BİR ADIM

İştahsızlık Neden Olur? İştahsızlık Nedenleri

İştahsızlık; yemek yeme isteğinizin olmaması ve bununla bağlantılı olarak günlük almanız gereken miktarda kaloriyi alamama durumudur.

İştahsızlık Nedir?

İştahsızlık; kendinizi aç hissetmemeniz, yemek yeme isteğinizin olmaması ve bununla bağlantılı olarak günlük almanız gereken miktarda kaloriyi alamama durumudur. İştahsızlık bir hastalık değil bir semptom yani belirtidir. İştahsızlık sorunu yaşayan kişiler yemek yeme isteği duymaz, kendisini tok hisseder, yemeğin görüntüsünden ya da kokusundan rahatsızlık duyduğunu söyleyebilirler.

İştahsızlık Neden Olur?

İştahsızlığın arkasında pek çok neden olabilir. İştahsızlık nedenleri:

  • Ağrı,
  • Dehidrasyon yani susuzluk,
  • Ağrıya neden olabilecek diş çürüğü gibi ağız içi sorunlar,
  • Tat veya koku kaybı,
  • Ameliyat sonrası etki,
  • Psikolojide yaşanan değişimler endişe, kaygı, korku gibi durumlar, 
  • Yeme bozukluğu,
  • Soğuk algınlığı, enfeksiyon gibi sorunlar,
  • Diyabet,
  • Hipotiroidi,
  • Kalp, akciğer, böbrek veya karaciğer hastalıkları,
  • Demans,
  • Kanser,
  • İştah kaybına neden olan kemoterapi, antibiyotik ve başka türlerde bazı ilaçların ya da takviyelerin kullanımı.

Hamilelikte İştahsızlık

Gebeliğin ilk üç ayında hamilelerin iştah kaybı yaşaması yaygın bir durumdur. İlk üç aylık dönemde vücut, fetüsün büyümesine yardımcı olmak için çeşitli değişikliklerden geçer. Sonuç olarak ne yediğiniz, ne zaman yediğiniz ve ne kadar yemek istediğiniz değişebilir. Yeme isteğini etkileyebilecek mide bulantısı veya kusma (sabah bulantısı) gibi durumlar yaşanabilir. En sevdiğiniz yiyeceklerden bazıları için kendinizi aç hissetmeyebilirsiniz ya da bazı yiyeceklere karşı aşırı bir antipati yaşayabilir ve onları tattığınızda ya da kokladığınızda midenizin bulanmasına neden olabilecek bir tiksinti duyabilirsiniz. Vücudunuzdaki bu değişiklikler yaygın görülür ve normaldir. İştah kaybınız sizin ve fetüsün sağlıklı kalması için gereken besinleri yemenizi veya tüketmenizi engelliyorsa, sağlık uzmanınıza başvurun.

Bebeklerde İştahsızlık

Bebeklerde görülen iştahsızlıkta, bir hastalık etkeni olmaksızın çocuğun gelişim sürecinde karşılaştığı adaptasyon sorunları yatabilir. 

  • Diş çıkarma atakları; en bilinen iştahsızlık nedenidir. 
  • Bir başka fizyolojik etken ise 1 yaşından sonra yavaşlayan büyüme ve gelişmeye bağlı olarak çocuğun beslenme gereksiniminin düşmesidir. 
  • Ayrıca besinlerdeki geçiş dönemleri çocukların en yoğun iştahsız olduğu fizyolojik evreleri oluşturur. Sütten püreli gıdalara geçiş , yeni tatların denenmesi (gibi)  yeni tat ve kıvama alışma sürecinde(süreçlerinde) ciddi iştahsızlık görülebilir.

Çocuklarda İştahsızlık Nedenleri

Çocuklarda işsatsızlığa yol açan nedenler:

  • Ailelerin beslenme hataları,
  • Demir eksikliği anemisi,
  • Gribal enfeksiyonlar,
  •  İdrar yolu enfeksiyonları, 
  • Viral bağırsak enfeksiyonları, 
  • Viral hepatitler, 
  • Üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları.

Ailelerin beslenme hataları ve alışkanlıkları, iştahsızlığın daha doğrusu yemek seçme olarak tanımlanan durumun en sık görülen nedenidir. İştahsızlığın patolojik nedenlerinin başında demir eksikliği anemisi gelir. Et, yumurta, üzüm pekmezi ve yeşil mercimek gibi besinleri diyete ekleyerek demir takviyesi sağlanabilir. Patolojik nedenlerden kaynaklanan iştahsızlığın altında gribal enfeksiyonlar, idrar yolu enfeksiyonları, viral bağırsak enfeksiyonları, viral hepatitler, üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları gibi fizyolojik rahatsızlıklar da yatabilir. Bu hastalıklar birkaç gün ile birkaç hafta arasında iştahsızlık yapar ve çocuğun büyüme ve gelişme sürecine belirgin olumsuz etkide bulunmaz ancak 3 haftadan daha uzun süreli iştahsızlığın altında genellikle tüberküloz, kronik enfeksiyonlar, gastrik reflü, kronik böbrek hastalıkları, kalp veya karaciğer hastalıkları hastalıkları ve bazı doğumsal metabolik rahatsızlıklar yatabilir.

Ani İştah Kesilmesi

Ani, açıklanamayan bir iştah kaybı, sağlığınızla ilgili bir şeylerin ters gittiğinin işareti olabilir. Semptomların ani başlangıcı, tedavi gerektiren altta yatan bir sağlık sorunundan kaynaklanabilir. Bu nedenle ani iştah kesilmesi yaşanması halinde altta yatan sorunun belirlenmesi için doktora gidilmesi gerekir.

İştahsızlık Nasıl Geçer?

İştah kaybının tedavisi buna neyin sebep olduğuna bağlıdır. Doktorunuz iştahsızlığınızın neden olduğunu anlamak için sizden yakınmalarınızı dinler. İştahsızlığınızın nedenini anlayabilmek için bazı kan testleri ya da görüntüleme yöntemlerinden yararlanabilir ve tedavi planınızı oluşturur.  Bunların dışında siz de iştahsızlığınızı gidermek için bunları yapabilirsiniz:

  • Düzenli yemek yiyin,
  • Sıvı besinler tüketin,
  • Yumuşak besinleri tercih edin,
  • Besleyici gıdalar tüketin,
  • Öğün atlamayın,
  • Düzenli egzersiz yapı.
  • Aileniz ve arkadaşlarınızla yemek yeyin,

Düzenli Yemek Yiyin

Aç olmasanız bile kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğinde küçük öğünler yemeye çalışın.

Sıvı Besinler Tüketin

Yemek yemeye karşı isteksizseniz, doktorunuzun da onayı ile günlük kalori ihtiyacınızı meyve suyu, çorba gibi sıvı besinlerle giderin,
Yumuşak Besinleri Tercih Edin:  Yumuşak yiyeceklerin lif oranı düşüktür ve midenizi rahatsız etmez. Süt ürünleri, baharatsız et, sebze veya patates, ekmek ve kraker tüketebilirsiniz,

Besleyici Gıdaları Tercih Edin 

Protein, vitamin ve mineral bakımından zengin besinler tüketmeye çalışın. Böylece eksikliğini yaşadığınız besin maddelerini hızla yerine koyabilirsiniz,
Aileniz veya Arkadaşlarınızla Yemek Yiyin: Keyifli, arkadaşlarla dolu bir sofrada yemek yemek iştahınızın açılmasına katkıda bulunabilir.

Öğün Atlamayın 

Sabah, öğlen ve akşam öğünlerini bir şey yemeden geçirmeyin, 

Düzenli Egzersiz Yapın

Düzenli olarak hafif egzersiz yapmak iştahınızın artmasına katkıda bulunabilir. 

İştahsızlık ve Mide Bulantısı

İştahsızlıkla birlikte mide bulantısı ve kusma, yorgunluk ve enerjisizlik, kas zayıflığı, kabızlık ve ishal, cilt, saç ve tırnaklarda değişiklik görülebilir. İştahsızlık nedeniyle aşağıdaki aşağıdaki sorunları yaşıyorsanız doktora gitmeniz önerilir. Bir haftadan uzun süredir aynı sorunu yaşıyorsanız ve iştahsızlık devam ediyorsa, ani bir şekilde hızla kilo verdiyseniz, yorgunluk, halsizlik, mide bulantısı, hızlı kalp atışı ve sinirlilik gibi yakınmalarınız varsa zaman kaybetmeden doktora gitmeniz önerilir.

Diyetisyen Güler Aras

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Çağımızın sorunu fazla kilo ve obezite olsa da zayıflıktan şikayetçi olup kilo almaya çalışan birçok insan var. Sen de hızlı metabolizma veya iştahsızlık gibi nedenlerle zayıflamış ya da kilo almakta zorlanıyor olabilirsin. Endişelenmene gerek yok, sağlıklı kilo aldıran besinler ile kilo alabilmen mümkün! 

Yüksek kalorili tatlılar, kurabiyeler, börekler ve şekerli içeceklerle kilo almak da mümkün olsa da bu besinler sağlıklı olmadığı için uzun dönemde sağlığınıza zarar verebilir. Bu yiyecekler, genellikle şeker ve yağdan gelen, besleyici değeri olmayan yani boş kaloriler içerir. Bu nedenle sağlıklı bir şekilde kilo aldırmaktan ziyade bel çevresinde ve karın bölgesinde yağlanmaya neden olabilir. Eğer zayıfsan ve kilo almak istiyorsan, önceliğin sağlıklı beslenerek kas kütlesi ve deri altı yağ dokusu kazanmak olmalıdır.

Kilo almak için beslenme programlarında enerji yoğunluğu yüksek yani az hacimde daha fazla kalori içeren besinler tercih edilir. Bunlar genellikle yağ ve protein oranı yüksek olan fındık, fıstık, badem gibi kuru yemişler ya da avokado gibi sağlıklı yağ kaynaklarıdır. Aynı zamanda kuru üzüm, kuru incir ve hurma gibi kuru meyveler de hacimce küçük oldukları için sağlıklı kilo aldıran besinler arasındadır. 

Kalori Yoğunluğu Yüksek Besinler

Kilo almanın temel matematiği, harcadığın kaloriden daha fazlasını yemektir. Düzenli bir şekilde kilo aldığından emin olmak için günlük harcadığından 300-500 kalori kadar fazlasını yemeyi hedefleyebilirsin. Bunun için ömrünün sonuna kadar kalori saymak zorunda değilsin. Birkaç gün ya da bir hafta kadar kalori takibi yapmak, harcadığından fazla yediğinden emin olmanı sağlayacaktır. Sonrasında ise sıklıkla yediğin besinlerin yaklaşık kalorilerini ve miktarlarını bilmek senin için yeterli olacaktır. 

Sağlıklı Kilo Aldıran Besinler

● Badem, fındık, ceviz ve fıstık gibi kuru yemişler

● Tam yağlı süt ürünleri (peynir, yoğurt, kaşar peyniri gibi)

● Yağlar (zeytin yağı, hindistan cevizi yağı ve avokado yağı)

Bu besinler, yüksek kalori yoğunluğuna sahiptir ve diğer besinlere göre aynı miktarlarda daha fazla kalori sağlar. Ayrıca avokado, patates, tatlı patates, fıstık ezmesi, granola ve bitter çikolata gibi besinler de kilo almana yardımcı olabilir. Muz gibi fazla çiğneme gerektirmeyen meyveler de kilo alma sürecinde faydalı olabilir.

Proteinli Besinler Tüketmeye Özen Göster

Eğer zayıf görünmenin nedenlerinden biri kas kütlenin az olması ise, yeteri kadar protein almıyor olabilirsin. Yumurta, peynir, yoğurt ve kuru baklagiller gibi protein kaynaklarına beslenmende yer vermeyi ihmal etme. Ayrıca fındık, fıstık, badem gibi kuruyemişler ve bu kuruyemişlerin ezmeleri hem yağ hem de protein kaynağıdır. 

Günde En Az 3 Öğün Beslen

Normalden daha sık öğünler tüketerek daha fazla kalori almayı ve kilo almayı hedefleyebilirsin. Günde 3 ana öğün yemek ve aralarda enerji yoğunluğu yüksek atıştırmalıklar tüketmek kilo almana yardımcı olabilir. Unutma ki sağlıklı beslenme, kilo alma sürecinde en önemli etken. Boş kaloriler içeren içeceklerden ve paketli gıdalar kaçın ve daha sağlıklı atıştırmalıklar tercih et. Öğünlerini yerken öncelikli olarak yüksek kalori yoğunluğu ve protein içeriği olan besinleri yemeye dikkat et. Salatanı ve sebzeni daha sonra yemek erken doygunluğu ve iştahsızlığı önleyerek kilo almana yardımcı olabilir. 

Sneaks Cloud

Beslenme Yetersizliği Nedir?

Özellikle afet ve gıdaya erişim sorunu yaşanan zamanlarda beslenme yetersizliği görülür. Peki beslenme yetersizliği nedir? Sağlıklı ve dengeli beslenme ne anlama gelir?

Besin Nedir? Sağlıklı ve Dengeli Beslenme Ne Demek?

Beslenme yetersizliği özellikle afet durumlarında ve beslenme güçlüğü çeken toplumlarda görülür. Beslenme yetersizliği konusuna geçmeden önce besin, beslenme ve dengeli beslenmeyi biraz anlatmak gerekir. Besinler, besin öğesi adı verilen yapı taşlarından oluşur. Günlük alınan makro ve mikro besin öğeleri vardır. Sağlıklı beslenmede dengenin sağlanması için besin çeşitliliği çok önemlidir. Makro besin öğesi olan protein, karbonhidrat ve yağlar vücuda enerji sağlar. Vitamin ve mineraller mikro besin öğesi grubundadır ve bu grup makro besin öğelerine yardımcı olur. Su ise yaşam için vazgeçilmez bir besin öğesidir. Besin öğeleri 5 grupta toplanır:

  • Süt ve süt ürünleri
  • Et-tavuk-balık, yumurta, kuru baklagiller, yağlı tohumlar
  • Ekmek ve tahıllar 
  • Sebzeler
  • Meyveler

Yukarıda sayılan 5 besin grubuna ait besinlerin tüketilmesi dengeli ve sağlıklı beslenmek anlamına gelir. Aslında dengeli ve sağlıklı beslenme optimal beslenme olarak tanımlanır. Dengeli ve sağlıklı beslenme yaşamın sürdürülebilmesi, büyüme, gelişme için çok önemlidir. Optimal beslenme bireyler ve toplum için önem taşır. Beslenme kaynaklı hastalıklardan korunmak, sağlıklı vücut kompozisyonunun sağlanması için tüm besin öğelerinin eksiksiz bir şekilde karşılanması gerekir.

Beslenme Yetersizliği Nedir?

Sağlığın dengede kalabilmesi ve devamlılığı için yukarıda sayılan gerekli besin öğelerinin yetersiz alımı sonucu beslenme yetersizliği durumu ortaya çıkmaktadır. Besin öğeleri, besinler aracılığıyla bedenin ihtiyacı kadar alınmadığında ya da alınamadığında yetersiz beslenme ortaya çıkar. Bu noktada alınamayan besin öğeleri enerji metabolizmasına dahil edilememiş olur ve yetersiz beslenme baş gösterir.

Beslenme yetersizliği ve dengesiz beslenme birbirinden farklıdır. Besin öğesinin yeterli alınmaması yetersiz beslenme anlamına gelirken besin öğelerinin yetersiz veya aşırı alınması dengesiz beslenme demektir.

Beslenme Yetersizliği Nedenleri

Beslenme sorunları belirli dönemlerde ve belirli hastalıklarda görülebilir. Beslenme yetersizliği daha çok şu kişilerde görülür:

  • Bebek ve çocuklar 
  • Prematüre bebekler
  • Hamile ve emziren kadınlar
  • Yaşlılar
  • Crohn, ülseratif kolit gibi kronik hastalıklar

Yukarıda sayılan kişilerde beslenme yetersizliği görülme nedenleri bu kişilerin doğrudan beslenme düzeniyle ilgili durumlar ve hastalıklardır. Gıdaya erişim problemi yaşayan gelişmekte olan ülkelerde, yetersiz kötü beslenme sonucu besin öğelerini yeterli alamayan kişilerde, tek yönlü beslenenlerde (yanlış diyet uygulamaları, vb sonucu), alkol tüketimi kaynaklı vitamin ve minerallerin vücutta emiliminin azalması sonucu beslenme yetersizliği görülebilir.

Beslenme Yetersizliği Belirtileri

Vücuda yetersiz besin öğesi ve enerji alımı sonucu vücut fonksiyonlarında bozulmalar ortaya çıkar. Beslenme yetersizliği belirtileri şöyle sıralanabilir:

  • Çabuk yorulma
  • Halsizlik
  • Depresyon
  • Saç dökülmesi
  • El-ayaklarda üşüme
  • Kabızlık
  • Unutkanlık
  • Sık hasta olma
  • Ödem
  • Uyku bozuklukları
  • Adet görememe
  • Çocuklarda yaşa göre boy kısalığı veya düşük ağırlık

Beslenme Yetersizliğine Bağlı Hastalıklar

Beslenme yetersizliğine bağlı sorunlar direkt olarak hastalık yaratabilir. Beslenme yetersizliği Marasmus, Kwashiorkor gibi protein-enerji malnütrisyonlarını beraberinde getirir. Ayrıca besin öğelerinin yeterli alınamaması sonucu aşağıdaki hastalıkları doğurur. Bu hastalıklar ve neden olduğu eksiklikler şöyle sıralanabilir:

  • Skorbüt – C vitamini eksikliği
  • Gece körlüğü – A vitamini eksikliği
  • Guatr – İyot eksikliği 
  • Diş çürükleri – kalsiyum eksikliği
  • Osteoporoz (kemik erimesi) – D vitamini ve kalsiyum eksikliği
  • Osteomalasi (kemik yumuşaması) – D vitamini ve kalsiyum eksikliği
  • Raşitizm (çocuklarda görülen kemik yumuşaması) – D vitamini ve kalsiyum eksikliği
  • Anemiler – demir ve folik asit eksikliği
  • Saç dökülmesi – biyotin ve folik asit eksikliği
  • Tırnak kırılması – biyotin eksikliği
  • Beriberi hastalığı – B1 vitamini eksikliği
  • Pellegra – niasin eksikliği
  • Kabızlık – yetersiz lif alımı

Beslenme Yetersizliği Tedavisi

Yetersiz beslenmenin tedavisinde altta yatan sebepler önem taşır. Beslenme yetersizliğinin erken teşhisi tedavisindeki başarıyı da yükseltir. Beslenme yetersizliğinde eksikliği olan besin gruplarını tüketmek sorunun büyük ölçüde giderilmesini sağlar. Özellikle bir hastalık sebebiyle yetersiz beslenme görülmesi durumunda, hastalık tanısı konduğu anda beslenme yetersizliğine karşı önlem alınmalıdır. Kişinin genel durumu, hastalıkları ve hastalıklarının şiddeti, hastanın şikayetleri hakkında bir değerlendirme yapılır. Sağlıklı ve dengeli bir beslenme planı oluşturulup, vitamin ve mineral takviyeleri bu plana dahil edilir.

Beslenme Yetersizliğine Karşı Alınabilecek Önlemler

Beslenme yetersizliğinin besin gruplarından dengeli bir şekilde besinler tüketilmesi ile önüne geçilebilir. Besin grupları ve özellikle bu grupları tüketmesi gerekenler aşağıda detaylı bir şekilde açıklanmıştır:

Süt ve Süt Ürünleri: Yüksek kalitede protein, kalsiyum, fosfor, çinko ve B vitaminleri bulunur. Ayrıca süt yağı A, D, E ve K vitaminlerinden zengindir. Çocuklar, adölesanlar, hamileler başta olmak üzere tüm yaş gruplarının her gün süt ve süt ürünlerini tüketmesi gerekir. Beslenme yetersizliğini önlemek amacıyla önerilen günlük porsiyonlar tüketilmelidir. Süt, yoğurt, peynir grubu günde 2-3 porsiyon tüketilmelidir.

Et, Tavuk, Balık, Yumurta, Kuru Baklagiller ve Yağlı Tohumlar: Et-tavuk-balık; yumurta; fasulye ve nohut gibi kuru baklagiller; fındık, fıstık, ceviz gibi sert kabuklu yağlı tohumlar bu grupta yer alır. Bu gruptaki besinler protein, demir, çinko, B vitaminleri, A vitamini, fosfor ve çinko açısından zengindir. B12 vitamini sadece hayvansal grupta bulunur. Bunun yanı sıra kuru baklagiller lif açısından çok zengindir. Bu besin grubu hücre onarılması, dokuların büyümesi, sinir sistemi açısından çok önem taşır. Günde 2.5-3 porsiyon tüketilmelidir.

Ekmek ve Tahıllar: Bu grup temel enerji kaynağıdır. Özellikle rafine edilmemiş karbonhidratlar besin değerleri açısından çok zengindir. Bunlara tam buğday ve çavdar ekmeği, yulaf örnek verilebilir. B12 vitamini dışındaki tüm B vitaminlerini bu gruptakiler içerir. Ayrıca demir içerirler. Diyet posası açısından da çok zengindir. Bu grup sinir sistemi ve sindirim sistemini korumada önemlidir. Günde ortalama 3-7 porsiyon kadar tüketilmelidir. Tüketilmesi gereken porsiyon bireylerin cinsiyet, ağırlık ve fiziksel aktivite durumlarına göre değişkenlik gösterir.

Sebze ve Meyveler: Sebze ve meyve grupları folat, A vitamini, E vitamini, C vitamini, potasyum, demir, magnezyum, posa ve flavonoid, lignan, fenolik asitler gibi antioksidanlar açısından zengindir. Bu aktif bileşenler kronik hastalıklara yol açan serbest radikalleri etkisiz hale getirmede rol oynayan güçlü antioksidanlardır. Ayrıca içerdiği vitamin ve mineraller sayesinde büyüme ve gelişme, diş eti sağlığı, deri, göz sağlığı, kan yapımı, doku onarımında rol oynar. Sebze grubu günde 3-4 porsiyon, meyve grubu günde 2-3 porsiyon tüketilmelidir.

Protein, fitokimyasallar, antioksidanlar, mineraller ve vitaminlerden zengin olan yeşil yapraklı sebzeler, meyveler, tam tahıllar ve sert kabuklu yemişlerin yer aldığı, sağlıklı ve dengeli diyet modelleri izlenmelidir. Ayrıca besinler hatalı saklama, pişirme yöntemleri ile besin öğesi kayıplarına uğrar. Sağlıklı beslenmede ızgara, haşlama, fırın gibi sağlıklı pişirme yöntemleri tercih edilmelidir.

Afet Döneminde Beslenme Yetersizliği

Afetlerde bireylerin ihtiyaçlarının karşılanması önem arz etmektedir. En temel ihtiyaçlardan biri beslenme ihtiyacıdır. Afet durumlarında bireylerin fizyolojik ve psikolojik durumlarındaki olumsuzluklarının düzeltilebilmesi için beslenme çok önemlidir. Hamile, yaşlı, 5 yaş altı çocuklar ve kronik hastalığı olan bireyler hassas gruptur, beslenme yetersizliği açısından risk altındadır ve öncelikli olarak bu grupların yeterli ve dengeli beslenmelerinin sağlanması önem arz eder. Bireylerin normal hayatlarına hızlıca dönebilmeleri için beslenme ihtiyaçlarının yeterli ve dengeli düzeyde olması gerekir. 

Afetzedelerin beslenmesi için kolay, dayanıklı, zenginleştirilmiş besinlere erişimleri sağlanmalıdır. İlk etapta çorba, sıcak çay, su erişimi hem fizyolojik hem de psikolojik olarak destek sağlar. İlk 72 saatte ekmek ve tahıllar, konserve besinler, bisküviler, sandviç, kekler ve meyve suyu gibi dayanıklılığı yüksek besinler afetzedelere ulaştırılmalıdır. Uzun dönemde ise bireylere günlük 2100 kalori enerji önerilir. Hastalık yükünü azaltmak ve fiziksel dayanıklılığı arttırmak için enerji ihtiyacını sağlamak çok önemlidir. Uzun dönemde konserve, bisküvi, tahıllar gibi besinlerin yanı sıra, afetzedelerin günlük beslenmelerine süt, yoğurt, yumurta, kurubaklagiller, fındık, ceviz gibi yağlı tohumlar eklenmelidir. Bebek, çocuk, yaşlı, kronik hastalığı olan ve hamileler gibi hassas grupların yeterli ve dengeli beslenmesine özen gösterilmesi gerekir. 

Bebekler: Bebekler için anne sütü tüketimi çok önemlidir ve ilk önerilen besindir. Anne sütü bebeğin ihtiyacı olan vitamin ve mineraller açısından zengindir ve bağışıklık sistemini destekleyecek anti-bakteriyel ve anti-viral maddeler açısından zengindir. Steril koşullarda annenin emzirmesi sağlanmalıdır. Afet sebebiyle annenin sütünde azalma veya annenin vefatı durumunda 0-6 aylık bebeklerin beslenmesine uygun mamalarla, 6-12 aylık bebeklerine beslenmesine ek olarak kuru baklagiller, sebze, yoğurt gibi besinlerle destek sağlanmalıdır. 

Hamileler: Hamilelerin demir, folik asit, A vitamini ve iyot açısından yeterli ve dengeli beslenmesi çok önemlidir. Günlük beslenmelerine ek olarak 2 porsiyon süt grubu eklenmelidir. Ulaşılabiliyorsa taze meyve ile beslenmeleri desteklenmelidir. 

Kronik Hastalığı Olanlar: Kronik hastalığı olanlar için yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanabilmesi önemlidir. Diyabeti olan bireyler için kan şeker regülasyonu sağlanabilmesi adına beslenme düzeni oluşturulmalı ve beyaz ekmek yerine kepekli veya tam tahıllı besinler tercih edilmelidir. Meyve suyu yerine taze meyve tüketmeye yönlendirilmelidirler. Yüksek tansiyonu olan bireylere tuzsuz besinler, yağı düşük süt ve süt ürünleri ulaştırılmalı ve ulaşılabiliyorsa meyve sebze ile beslenmeleri desteklenmelidir. 

Yaşlılar: Yaşlı bireylerde vitamin ve mineral açısından zengin besinlerin tercih edilmesi, beslenmelerine süt ve süt ürünleri grubunun eklenmesi çok önemlidir. Taze meyve ve sebze tüketmeleri sağlanmalıdır. 

Gıda güvenliği yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlamak için çok önemlidir. Güvenilir gıdaya ulaşmada besinlerin temini aşamasındaki gerekli kurallara çok dikkat edilmelidir. Afet durumlarında salgın hastalıkların oluşmasının önlenmesinde temiz gıda ve temiz su çok önemlidir. Ayrıca temiz su kaynaklarına ulaşımda oluşabilecek problemler ve gastroenterit sonucu gelişebilecek dehidratasyon (sıvı kaybı) gibi sağlık problemleri ortaya çıkabilir. Dehidratasyon durumunda uzman eşliğinde böbrek ve karaciğer fonksiyonları takip edilerek sıvı alımı sağlanmalıdır. Ayrıca gıda dağıtımında görevli kişilerin el, saç, tırnak ve ekipman temizliğine özen göstermeleri gerekmektedir. Gıda dağıtım bölgesinde çöplerin biriktirilmemesi ve çöp toplanma ve gıda dağıtım alanlarının ayrılması önem arz eder.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

ACIBADEM HAYAT

Beslenme ve Uyku İlişkisi

Uyku, insan sağlığı için hayati bir öneme sahiptir. İyi bir gece uykusu, zihinsel ve fiziksel sağlığı korumanın temel bir unsurudur.

Ancak pek çok insan, düzenli bir uyku düzeni oluşturmakta zorlanır ve sık sık uykusuzluk sorunuyla karşılaşır. İşte bu noktada beslenme, iyi bir uykunun önemli bir bileşeni haline gelir. Hangi besinlerin tüketildiği, uyku kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir. Bu yazıda, iyi bir uykunun ardındaki besinlerin rolünü inceleyeceğiz.

Melatonin İçeren Besinler: Melatonin, uyku düzenini düzenlemeye yardımcı olan bir hormondur. Doğal olarak vücudumuzda üretilir ve bazı besinlerde bulunur. Özellikle kirazlar, yaban mersini, dut ve badem, melatonin içerir. Magnezyum Zengini Yiyecekler: Magnezyum, kasları gevşetmeye yardımcı olur ve uykuya dalmayı kolaylaştırabilir. Fındık, badem, ıspanak, tam tahıllı ürünler ve muz gibi magnezyum açısından zengin yiyecekleri diyetinize dahil etmek, uyku sorunlarına karşı yardımcı olabilir.

Tryptophan İçeren Yiyecekler: Tryptophan, beyinde serotonin üretimine yardımcı olan bir amino asittir. Tryptophan içeren besinler, serotonin seviyelerini artırabilir ve sakinleşmeyi teşvik edebilir. Hindi, tavuk, fındık ve tohumlar, bu önemli amino asidi içerir.

Kafein ve Alkol Sınırlaması: Kafein ve alkol tüketimi uyku kalitesini olumsuz etkileyebilir. Kafein uyarıcı bir etkiye sahiptir ve uyumadan önce tüketilmesi, uykusuzluğa neden olabilir. Alkol ise uykuyu derinleştirebilir ancak gece boyunca daha sık uyanmalara yol açabilir. Bu nedenle, akşam saatlerinde kafein ve alkol alımını sınırlamak önemlidir.

B Vitamini Zengini Gıdalar: B vitaminleri, enerji üretimine yardımcı olur ve sinir sistemi sağlığını destekler. Iyi bir uyku için, özellikle B6 vitamini, B9 (folik asit) ve B12 vitamini önemlidir. B vitaminleri tavuk, balık, yeşil yapraklı sebzeler ve koyu renkli meyvelerde bulunur.

Karbonhidrat Dengesi: Akşam yemeğinde aşırı miktarda ağır karbonhidratlar tüketmek, sindirimi zorlaştırabilir ve uykusuzluğa neden olabilir. Sindirim Sorunlarına Karşı Hassasiyet: Bazı insanlar, belirli yiyeceklere karşı hassasiyet geliştirirler, bu da sindirim sorunlarına ve uykusuzluğa yol açabilir. Bu nedenle, kişisel hassasiyetlere dikkat etmek ve uyku öncesi ağır yemeklerden kaçınmak önemlidir.

Su Tüketimi: Susuzluk, vücudu rahatsız edebilir ve uykusuzluğa neden olabilir. Gün boyunca yeterince su içmek, vücut fonksiyonlarını düzenleyerek uyku kalitesini artırabilir. Ancak, akşam saatlerinde fazla su içmek, gece sık uyanmalara yol açabilir. Bu nedenle, akşam saatlerine yaklaştıkça su tüketimini kısıtlamak uyku düzeninizi iyileştirebilir.

Antioksidan Dolu Meyveler ve Sebzeler: C vitamini, E vitamini ve beta-karoten gibi antioksidanlar, vücuttaki serbest radikallerle savaşır ve hücre yenilenmesini destekler. Antioksidan açısından zengin meyve ve sebzeler, genel sağlığınızı destekler ve iyi bir uyku için önemlidir.

Dengeli Beslenme: Genel olarak dengeli bir diyet sürdürmek, uyku düzeninizi iyileştirebilir. Proteinler, karbonhidratlar ve sağlıklı yağlar dengeli bir şekilde tüketilmelidir. İhtiyacınıza göre öğünlerinizi planlamak, kan şekerinizi dengede tutabilir ve uykunuzu olumlu yönde etkileyebilir.

Kafein ve Şekerli İçeceklerin Kontrolü: Gazlı içecekler, enerji içecekleri ve aşırı şeker içeren atıştırmalıklar, gece uykunuzu bozabilir. Bu tür içecekleri ve yiyecekleri tüketmekten kaçınmak veya sınırlamak, uykunuzu korumak için önemlidir.

Beslenme ve uyku arasındaki ilişki, sağlıklı bir yaşam tarzının ayrılmaz bir parçasıdır. Uyku düzeninizi iyileştirmek için beslenme alışkanlıklarınıza dikkat etmek, enerjinizi artırabilir, bağışıklık sisteminizi güçlendirebilir ve zihinsel sağlığınıza katkıda bulunabilir. Her bireyin ihtiyaçları farklıdır, bu nedenle kişisel deneme yanılma yoluyla en iyi sonuçları bulabilirsiniz.

Ayrıca, düzenli fiziksel aktivite ve stres yönetimi de iyi bir uyku için önemlidir. Unutmayın ki sağlıklı bir yaşam tarzı, iyi bir uykunun anahtarıdır ve beslenme, bu anahtarlardan biridir. Uyku düzeninizi iyileştirmek için beslenme ve diğer yaşam tarzı faktörlerini dengeleyerek, daha iyi bir uyku kalitesine sahip olabilirsiniz.

Sonuç olarak, beslenme ve uyku arasındaki ilişki karmaşıktır ve kişiden kişiye değişebilir. Ancak genel olarak, sağlıklı bir diyet, iyi bir uyku düzeninin önemli bir parçasıdır. Belirli besin maddelerini içeren bir diyet sürdürmek, uyku kalitesini artırabilir ve uykusuzluk sorunlarına karşı yardımcı olabilir. Ayrıca, kişisel uyku alışkanlıklarınıza dikkat etmek ve rahatlatıcı bir uyku ortamı yaratmak da iyi bir gece uykusu için önemlidir.

Unutmayın ki, her bireyin uyku gereksinimleri farklıdır, bu nedenle kendi vücudunuzun ihtiyaçlarını tanımak ve bu doğrultuda beslenme alışkanlıklarınızı ayarlamak önemlidir.

Beslenme Uzmanı ve Diyetisyen Pınar Demirkaya

Dengeli ve Düzenli Beslenme Nedir? Faydaları Nelerdir?

Nefes alma, kanın vücutta dolaşımı, hareket etme, konuşma gibi tüm vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesi için enerjiye ihtiyaç duyulur. Beslenme, vücuttaki her hücrenin ihtiyaç duyduğu yakıtı sağlar. Besinlerle alınan bileşenler; beyin, kaslar, kemikler, sinirler, cilt, kan dolaşımı ve bağışıklık sisteminin normal çalışması için kullanılır. Ancak bu bileşenlerin vücudun ihtiyaç duyduğu miktarda ve düzenli olarak alınması genel sağlık durumunun korunmasında önemli rol oynar. Vücut hücrelerinin yenilenmesi, hasar gören dokuların onarılması, enfeksiyonlara karşı vücut direncinin güçlendirilmesi dengeli beslenmenin faydaları arasındadır.

Dengeli ve Düzenli Beslenme Nedir?

Dengeli beslenme; kişinin kilosu, boyu, fiziksel aktivitesi, cinsiyeti ve özel sağlık durumuna göre yeterli miktarda enerji ve doğru oranlarda karbonhidrat, yağ, protein, vitamin, mineral ile diğer besin bileşenlerini tüketmesi şeklinde açıklanabilir. Dengeli beslenmenin faydaları için besinlerin belirli zaman aralıklarında tüketilmesi yani düzenli beslenme büyük önem taşır. Dengeli ve düzenli beslenme, büyüme ve gelişme dönemindeki çocukların ihtiyaç duyduğu tüm besin öğelerini yeterli miktarda içerir. Yetişkin bireylerin genel sağlık durumlarının korunması için gerekli enerji ihtiyacının ve vitamin, mineraller ile diğer besin öğelerinin karşılanmasını sağlar. Dengeli ve düzenli beslenmenin faydaları için tahıllar, sebzeler, meyveler, et ve et ürünleri (et, tavuk, balık, yumurta, kabuklu kuruyemişler, kuru baklagiller), süt ve süt ürünlerinden oluşan beş temel besin grubundan her gün yeterli miktarda ve düzenli bir şekilde tüketmek gerekir. Buna ek olarak tüketilen besinlerden elde edilen enerji kişinin günlük kalori ihtiyacını da karşılaması önemlidir.

Dengeli ve Düzenli Beslenme Nasıl Olur?

Besinler vücut tarafından parçalanıp sindirilerek karbonhidrat, protein ve yağ ile vitamin, mineral, diğer besin bileşenlerine ayrılır. Karbonhidrat ve yağlar enerji; proteinler hücre yenilenmesi ve onarımı; vitamin, mineral ve diğer bileşenler ise hormon sentezi, enzim reaksiyonları gibi vücut fonksiyonlarında kullanılır. Dengeli ve düzenli beslenmenin faydaları için kişinin günlük kalori ihtiyacı karşılanmalıdır. Toplam kalori miktarının ortalama %60-70’i karbonhidratlardan, %10-12’si proteinlerden ve %20-35’i ise yağlardan gelmelidir. Diyetin dengesi öğün düzeni ile desteklenmelidir. Dengeli ve düzenli bir beslenme programı 3 ana ve 2 ara öğünden oluşmalıdır. Ana öğünler ara öğünlerle desteklenerek öğünlerde aşırı besin alımını engellenebilir. Dengeli beslenme için öğünlerde tüm besin gruplarını içeren sağlıklı beslenme tabağı uygulanabilir. Sağlıklı beslenme tabağını oluşturan besin grupları şöyledir:

Tabağın Yarısı Sebze ve Meyvelerden Oluşmalıdır

Farklı vitamin ve mineraller ile biyoaktif bileşenleri elde edebilmek için tabaktaki sebze ve meyveleri mümkün olduğunca farklı renklerde seçmeniz ve mevsiminde tüketmeniz önemlidir.

Tabağın ¼’ü Tam Tahıllı Gıdalardan Oluşmalıdır

Tam buğday, arpa, buğday taneleri, kinoa, yulaf, kahverengi pirinç ve tam buğday makarnası gibi tam tahıllı gıdalarla yapılan yiyecekler sağlıklı beslenme tabağının ¼’ünü oluşturmalıdır.

Tabağın ¼’ü Protein İçeren Besinlerden Oluşmalıdır

Et, tavuk, balık, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi hayvansal kaynaklı proteinler ile kuru baklagiller (Fasulye, mercimek, nohut, vb.) ve kabuklu kuruyemişler( Ceviz, fındık, badem, vb.) gibi bitkisel protein kaynaklı besinler sağlıklı beslenme tabağının ¼’ünü oluşturmalıdır.  Bunlara ek olarak yemek hazırlamak için kullanılan yağların zeytinyağı, mısırözü yağı, Ayçiçek yağı gibi sıvı yağlar olmasına dikkat edilmelidir.

Dengeli ve Düzenli Beslenme Faydaları Nelerdir?

Yeterli ve dengeli beslenmenin önemi, genel sağlık durumu üzerindeki etkilerinden kaynaklanır. Hayat boyu sağlığın korunmasına yardımcı olmak, kronik sağlık sorunları ve hastalıkların gelişme riskini azaltmak dengeli beslenmenin sağlığa etkileri şeklinde açıklanabilir. Yetersiz beslenildiğinde temel vücut fonksiyonlarını gerçekleştirmek zorlaşabilir, vücudun bağışıklık sistemi düşebilir ve enfeksiyonlara yakalanma riskinde artış gözlenebilir. Ayrıca kalp hastalıkları, tip 2 diyabet, kanser gibi ölüm riski yüksek hastalıkların sağlıksız beslenme ile güçlü bir bağlantısı vardır. Dengeli ve düzenli beslenmenin faydaları şunlardır:
Kalp-damar sağlığının korunmasına yardımcı olabilir.

  • Kansere yakalanma riskini azaltabilir.
  • Depresyon semptomlarını azaltabilir ve ruh sağlığını iyileştirebilir.
  • Bağırsak fonksiyonlarının düzenlenmesine yardımcı olabilir.
  • Beyin sağlığının korunmasına ve hafızanın gelişmesine yardımcı olabilir.
  • İdeal kiloya ulaşılmasını ve kilo kontrolünün sağlanmasını destekleyebilir.
  • Diyabetin yönetimine yardımcı olabilir.
  • Kemik ve diş sağlığının korunmasını destekleyebilir.
  • Uyku kalitesini artırabilir.

Düzenli ve Dengeli Beslenmenin Bağışıklık Sistemine Etkileri Nelerdir?

Bağışıklık sistemi; vücudu virüs, bakteri gibi hastalık yapıcı mikroorganizmalardan, toksinlerden ve diğer kimyasal ajanlardan korumak için çalışan karmaşık bir ağdır. Bağışıklık sisteminde oluşan herhangi bir hasar vücut fonksiyonlarını etkileyerek dış etkenlere karşı mücadele yeteneğini azaltabilir.

Düzenli ve dengeli beslenme bağışıklık sisteminin önemli bir parçasını oluşturan bağırsak florası, bağırsak bariyeri ve beyaz kan hücrelerinin fonksiyonlarını güçlendirebilir.

Sağlıklı yağlar, lif, vitaminler, protein, mineraller ve faydalı bitki bileşikleri açısından zengin besinlerin yer aldığı düzenli ve dengeli bir beslenme programı; sistemik iltihabı azaltmaya, sağlıklı bağırsak bakteri dengesini desteklemeye, oksidatif stresi ve hücresel hasarı azaltmaya, kan şekeri ve insülin duyarlılığını iyileştirmeye yardımcı olur. Tüm bu aktiviteler, sağlıklı bağışıklık fonksiyonunu destekleyici rol oynayabilir.

Uyarı: Bu metin tüketicileri konu özelinde objektif bir şekilde bilgilendirme amaçlı yazılmıştır.

Umkaimun / Uzm. Dyt. Özgür G

Menopoz her kadının yaşadığı doğal bir süreçtir. Menopoz hormonal, fiziksel ve psikolojik olarak kadınları olumsuz etkileyebilmektedir. Menopozda yaşanan ortak sorunlardan biri kadınların bu dönemde kilo almasıdır. Metabolizma hızının  ve östrojen hormonunun azalmasıyla ağırlıklı olarak karın bölgesinde yağlanmalar meydana gelmekte, bu durum da bir çok hastalığa davetiye çıkarabilmektedir. Menapoz öncesi birçok faktör menopoz yaşının belirlenmesinde rol  oynar. Beslenme de bu faktörlerden biridir. Sağlıklı beslenme hem menopoz öncesi hem de menopoz sonrası için önem taşımaktadır. 

Menopoz nedir?

Kadınlarda yaşlılığa geçişin başlangıç noktası olarak gösterilen menopoz dönemi, kadın yaşamındaki önemli dönemlerden biridir. Menopoz fizyolojik bir süreçtir ve ovarial follikül rezervinin tükenmesi sonucunda doğurganlık sonlanmaktadır. Son menstrual periyoddan sonra en az 1 yıl menstruasyon görülmemesi menopoz olarak değerlendirilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) önerdiği tanıma göre; ovaryum aktivitesinin yitirilmesi sonucunda menstruasyonun kalıcı olarak sonlanmasıdır.

Dünya genelinde görülen menopoz yaş ortalaması 51’dir. Gelişmiş ülkelerde menopoz yaşı 49.3-51.4 yaş aralığında görülürken, diğer gelişmekte olan ülkelerde 43.5-49.4 yaş aralığında görülmektedir. Yapılan çalışmalar Türk kadınının menopoz yaşının 45 ile 47 yaş aralığında yoğunlaştığını bildirmiştir. Menopoz yaşının belirlenmesinde ise önemli olan kalıtım, menarş yaşı, coğrafya, evlilik, genital faktörler, çalışma durumu, psikolojik faktörler ve beslenme faktörleridir. Obezite, fazla alkol, kahve ve sigara tüketimi bu dönemi daha da erkene çekebilmektedir.

Menopoza giren kadınlar nasıl beslenmeli?

Menopoz dönemine giren kadınlarda bazal metabolizma hızında yavaşlama, kas kütlesinde azalma gerçekleştiği için kilo artışı görülebilmektedir. Bu nedenle yeterli ve dengeli bir şekilde beslenmek oldukça önemlidir. Menapoz döneminde besin çeşitliliği sağlanmalıdır. Enerji içeriği düşük, besleyici değeri yüksek besinler tüketilmelidir. Porsiyon kontrolü sağlanarak mutlaka ideal vücut ağırlığı korunmalıdır.

Menopozda tüketilmesi gereken besinler nelerdir?

Omega 3 yağ asitleri kandaki trigliserit düzeyini düşürür. En iyi Omega-3 kaynağı olan balığın haftada en az 2 kere tüketilmesi gerekmektedir. Balık tüketemeyen bireylerin, bitkisel Omega 3 kaynağı olan ceviz, keten tohumu, semizotu gibi besinlerin tüketimini artırması gerekmektedir.

Günde toplam 5 porsiyon sebze ve meyve tüketilmelidir. Lif/posa, kolesterol öncüsü safra asitlerinin kana geçmesini engellediği için posa tüketimi arttırılmalıdır. Sebze, meyve, kurubaklagiller, yulaf, tam tahıllı gıdalar zengin posa içeriği nedeniyle diyette mutlaka bulundurulmalıdır.

Glisemik indeksi düşük, yani kan şekerini daha yavaş yükselten gıdalar tüketilmelidir. Beyaz ekmek yerine tam tahıllı ekmek, pirinç yerine kinoa, bulgur, karabuğday gibi tahıl kaynaklarına, kuru meyveler yerine taze meyvelere diyette yer verilmelidir. Kemik sağlığının korunması için peynir, yoğurt ve kefir gibi süt ürünleri, kuruyemişler, yeşil yapraklı sebzeler gibi kalsiyum içeriği yüksek besinler tüketilmelidir. Tuz tüketimi azaltılmalıdır. Günde en fazla 1 çay kaşığı tuz kullanılmalıdır. Turşu, şalgam, paketli ürünler fazla sodyum içerebileceği için bu gıdaların aşırı tüketiminden kaçınılmalıdır. Sıvı tüketimi artırılmalıdır. Kilo başına 30 ml sıvı tüketimi oldukça önemlidir.

Fiziksel aktivite artırılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisine göre de haftada en az 150 dk egzersiz veya yürüyüş yapılmalıdır.

Menopozda fitoöstrejen besinlerin önemi nedir?

Menapoz sonrası görülebilecek semptomları hafifletmek amacıyla fitoöstrojen gıdalara diyette sıklıkla yer vermek oldukça önemlidir.

Yapısal ve fonksiyonel olarak östradiol içeren veya benzer östrojenik aktiviteye sahip bitki bileşenlere fitoöstrojenler denir. İsoflavon ve lignan en önemli fitoöstrojenlerdir. İsoflavonlar, soya, nohut gibi baklagillerde ve kırmızı yoncada, lignanlar ise yağlı tohumlarda yüksek konsantrasyonlarda bulunur.

Soya ve soya ürünleri yüksek konsantrasyonlarda fitoöstrojen (isoflavon, flavon) içermesi nedeniyle menopoz semptomlarının hafifletilmesinde kullanılır. Soya, soya fasülyesinden doğal şekilde yararlanıldığı gibi; soya filizi, soya sütü, soya eti, soya yağı, soya unu, soya kepeği, soya sosu olarak da tüketilmektedir.

Asyalı kadınlar beslenme alışkanlıkları gereği soyayı çok tüketmektedir. Böylece hafif ve orta dereceli olan sıcak basmalarında %50-60 oranında azalma olduğu bildirilmektedir. Plasebo kontrollü yapılan son çalışmalarda günlük 60 gr soya proteini alan kadınların %45’inde sıcak basmalarının önemli ölçüde azaldığı saptanmıştır

Kara Yılan Otu (Black Cohosh)

Karayılan otu bitkisinin gövdesi ya da kökleri kapsül, hapların içindeki katı bitki özü, sıvı bitki özü ve çay seklinde taze ya da kuru olarak kullanılmaktadır. Günde 1-2 adet yemeklerden önce ya da sonra alınması önerilmektedir Karayılan otunun mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte, bütün çalışmalar karayılan otunun menopozal semptomları büyük ölçüde düzelttiğini göstermektedir.

Menopozal dönemdeki 80 kadın üzerinde yapılan bir çalışmada östrojene karşı karayılan otunun etkisine bakılmıştır. On iki hafta boyunca kara yılan otunu kullanan kadınların, vazomotor semptomlarında ve vajinal epitelyumlarında düzelmeler olduğu saptanmıştır. Karayılan otunu kullanan grubun vazomotor semptomlarındaki azalmanın, plasebo ve östrojen kullanan gruba göre daha fazla olduğu belirtilmiştir.

Sarı Kantaron

Sarı kantaronyüzyıllardır antidepresan olarak kullanılmaktadır. Hafif ya da orta dereceli depresyonun tedavisinde etkili olduğu ileri sürülmektedir. Prospektif bir çalışmada pre ve postmenopozal semptomları olan 43-65 yaş arası kadınlarda psikolojik, psikosomatik (bafl ağrısı,çarpıntı) ve vazomotor semptomların insidans ve şiddetinde önemli bir azalma olduğu saptanmıştır. Sarı kantaronun diğer ilaçlarla etkileşimi olduğu için menopozal semptomlar için kullanan kadınlar olası etkileşimlere karşı kullanmadan önce mutlaka hekimine danışmalıdır.

Menopozda kaçınılması gereken besinler nelerdir?

Östrojen seviyesi azaldıkça, kalp krizi ve ateroskleroz için risk artar. Bu nedenle, düşük yağlı ve düşük kolesterol içeren besinler tüketilmelidir. Et ürünleri tüketilecekse mutlaka deri ve yağ kısımlarının ayrıldığından emin olunmalıdır. İşlenmiş etler (salam, sucuk, sosis vb) tüketilmemelidir. Yemekler zeytinyağı gibi sıvı yağlar ile pişirilmelidir. Kızartma şeklinde pişirilen gıdalardan ve tereyağı, iç yağı, katı margarinden uzak durulmalıdır.

Alkol ve sigara kullanılmamalıdır. Kafein içeren içecekler, uyku problemlerini artırabileceği için günde 3-4 fincandan fazla çay ve kahve tüketilmemelidir. Günde 17:00’den sonra kafeinli içecek tüketimi sonlanmalıdır.

Uz. Dyt. N. Sinem Türkmen

Günümüzde baş döndürücü bir hızla artan bilimsel gelişmeler sayesinde tıp biliminde de müthiş yenilikler oldu. Bu yenilikler sayesinde ortalama yaşam süresi gelişmiş ülkelerde 80-90 yıla kadar ulaştı. Artmış olan ortalama yaşam süresi sonucunda, yaşlı grubun hastalıklarının da sıklığı arttı.

Eskiden çoğumuzun hiç duymadığı Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı, beyin damar hastalıkları gibi hastalıklar artık magazin basınında bile en sık konuşulan konulardan oldu. Bu hastalıkların bu denli artışında, yaşam süresinin artmasının yanı sıra modern yaşamın getirdiği birtakım olumsuzluklar da göz ardı edilemez.

Günümüzde neredeyse bulmak imkansız hale gelen doğal beslenme ürünlerinin yetersizliği, artmış stres, hava ve çevre kirliliği, hızlı yaşam tarzı gibi pek çok etken bunlardan bazıları.

Tüm bunlar sonucunda günümüzde en çok şikayet edilen durumlardan birisi UNUTKANLIK. Genci yaşlısı kiminle konuşursanız hepsinden bunu duymak mümkün.

Unutkanlığı önlemek için beyin dostu gıdaları yeterince tüketmek önemli. Pekala nedir bu gıdalar?

  1. Balık: omega-3 yağ asidi yönünden zengin
  2. Ceviz, badem, yer fıstığı: özellikle şekli de beyine benzeyen ceviz hem omega-3 yağ asidince hem de E vitamini ve eser elementlerce zengin
  3. Kırmızı et, tavuk, yoğurt, yumurta: B12 vitamini yönünden zengin
  4. Bitter çikolata: Polifenollerden zengin
  5. Ananas, tarçın, havuç, yeşil ve siyah çay: Polifenollerden zengin
  6. D vitamini: beynin genç kalmasını sağlayan vitaminlerden. Bu vitamin için en etkili kaynak ise güneş ışığı. Her gün 15 dakika güneşlenin.
  7. E vitamini: beyin sağlığı açısından en temel antioksidanlardan birini oluşturuyor. Bu vitamin özellikle tahıllarda bolca yer alıyor. Bu nedenle bulgur, esmer pirinç, karabuğday, çavdar, kinoa, yulaf gibi besinlere günlük diyetinizde mutlaka yer verin. Tam tahıllı ekmeği hayatınızdan asla çıkarmayın.
  8. Kırmızı meyveler: polifenol içeriği yüksek kırmızı meyveler de beyni genç tutan besinler arasında. Tam bir antioksidan deposu olan nefis ara öğün alternatifleri kırmızı meyveler; serbest radikalleri nötralize ederek yaşlanmaya karşı beyninizin direncini arttırıyor.
    Eskilerin de söylediği gibi uzun süre yaşamış olmak değil, sağlıklı yaşlanmış olmak daha önemli. Allah herkese nasip etsin.

PROF. DR. ATİLLA İLHAN

Kış aylarının gelmesiyle birlikte soğuk algınlığı savaşları da başlamış bulunmaktadır. Bu dönemde özellikle bağışıklık sistemimizi sarsıntıya uğratmayacak besinlere yönelmek bu kışı da sapasağlam atlatmamıza yardımcı olacaktır.

Peki bağışıklık sistemimiz zayıf düştü ve soğuk algınlığına yakalandık. Hangi besinleri tüketmek bize iyi gelecektir?

Öncelikle şu bir gerçek; mutlaka dengeli beslenme ilkelerini bu dönemde de hayatımıza dahil etmek gerekmektedir.

Dengeli ve kaliteli beslenme bağışıklık sisteminin sağlıklı olmasındaki en etkili yöntemdir. Bu dönemde A,C,E vitaminleri gibi yüksek antioksidan içeriği olan besinlere öncelik vermek süreci en az hasarla atlatmamıza yardımcı olacaktır.

Maydanoz, tere, turunçgiller,biber,kuşburnu gibi besinler C vitamini açısından oldukça zengin olup bağışıklı sistemi üzerinde oldukça etkilidir. C vitamini kayıplarını önlemek için salatalar ve meyve suları tüketilmeden hemen önce hazırlanmalıdır.

A vitamini kaynakları olarak özellikle bitkisel kaynaklı olanlar yani karotenoidler daha çok antioksidan özellik barındırmaktadır. Patates, havuç, ıspanak,domates, kurubaklagiller, özellikle yumurtanın sarısı, peynir, yoğurt A vitamini içeriği yüksek olan besinler arasındadır.

Yüksek antioksidan içeriğine sahip olan E vitamini ise azımsanmayacak bir öneme sahip olup, E vitamininden zengin gıdalar mutlaka tüketilmelidir. Özellikle kuruyemiş, kuru kayısı, yeşil zeytin, brokoli, domates,keten tohumu gibi gıdalar bu dönemde öncelik verilmesi gereken gıdalar arasındadır.

Kış aylarının gelmesiyle aynı zamanda fiziksel aktivite ve su tüketimi oldukça azalmaktadır. Bunun sonucunda ‘ KABIZLIK’ problemi kaçınılmaz olmaktadır.

Lif oranı yüksek ( kurubaklagiller, sebzeler,tahıllar) gıdalar tüketip, günlük su tüketimini en az 10-12 bardak olarak planlayıp, vücuttan toksik maddeleri uzaklaştırmada yardımcı olmalıyız.

Bu dönemde çay, kahve gibi sıvıların yerini ıhlamur, kuşburnu, adaçayı gibi bitki çayları almalıdır.

PROF. DR. AYHAN MESCİ

İnsan vücudu için kritik öneme sahip olan vitaminlerden biri de D vitaminidir. Güneş ışınları ve bazı yağlı gıdalardan elde edilebilen D vitamini kemik yapısının güçlü kalmasında kritik rol oynar. D vitaminin eksikliği kemik erimesi gibi ciddi sorunlara sebebiyet verebileceği gibi, gün boyu yorgun hissetme, baş ağrısı ve kas ağrıları ile de hayatı zorlaştıran belirtiler yaşanmasına neden olur. Bu nedenle düzenli olarak vitamin kontrolleri yaptırılarak D vitamini eksikliğinin bulunup bulunmadığından emin olunmalıdır. 

D Vitamini Nedir?

Kalsiferol olarak da bilinen D vitamini, kemik oluşumunda kritik öneme sahip olan kalsiyum ve fosforu emilmesi ve tutulmasına yardımcı olan, yağda çözünen bir vitamin türüdür. Karaciğerde ve yağ dokuda depolanan D vitaminin, D2 ve D3 olarak iki çeşidi bulunur. Doğal olarak güneşten alınabilen D vitamini için en iyi besin kaynakları yağlı balık eti ve balık karaciğeri yağlarıdır. Aynı zamanda yumurta sarısı ve peynirde az miktarda bulunur.

D Vitamini Kaç Olmalı?

D vitamininin normal aralığı mililitre başına nanogram (ng/mL) olarak ölçülür. 20 ile 50 ng/mL arasında bir seviye vücudun sahip olması gerektiği düşünülen D vitamini seviyeleridir. 12 ng/mL seviyelerinin altı ise düşük olarak kabul edilir ve bir an önce doktor gözetiminde vücudun sahip olduğu D vitamininin artırılması için yol haritası belirlenmelidir.

D Vitamini Günlük İhtiyacı Ne Kadardır?

D vitamini ihtiyacı yaşa ve kişiye göre değişkenlik gösterir. 1 yaşına kadarki bebeklerde 400 IU yeterli iken, 1 yaşından sonraki 600 IU alınması gerekir. 70 yaşından sonra günlük D vitamini ihtiyacı artmaktadır. Düşük D vitamini seviyeleri, özellikle kemikler ve kaslar ile ilgili bir dizi soruna yol açabilir.

D Vitamini Eksikliği Neden Olur?

D vitamini eksikliğinin en yaygın nedenleri, D vitaminin kaynağı olan güneş ışınlarına yeterince maruz kalmamak, koyu cilt pigmentine sahip olmak, d vitamini alınabilecek yağlı balık gibi besinlerin az ya da hiç tüketilmemesi, böbrek veya karaciğer yetmezliği, ilaç kullanımı, lenfoma gibi kanser türleri ve ailede bu öykünün bulunması veya çocuklukta raşitizim hastalığına yakalanmış olmaktır.

D Vitamini Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

D vitamini eksikliğinde yorgunluk, vücut ve kemik ağrıları, depresyon, ellerde veya ayaklarda karıncalanma, saç dökülmesi, baş ağrısı ve uykusuzluk gibi belirtiler ortaya çıkar. Uzun süreli ve aşırı D vitamini eksikliğinde kemik yoğunluğu kaybı, kemik erimesi ve kırık oluşumu da görülebilir. Çocuklarda görülen raşitizim hastalığı da D vitaminin uzun ve aşırı eksikliğinin bir belirtisidir.

Kemik ve kas ağrıları ile kendini gösteren D vitamini eksikliği belirtileri şunlardır:

  • Kas ve kemiklerde zayıflık
  • Tükenmiş ve yorgun hissetme
  • Uykusuzluk
  • Depresyon gibi ruh hali değişiklikleri
  • Saç dökülmesi
  • Baş ağrısı
  • Bağışıklık sisteminin zayıflamasına bağlı daha sık hastalanma
  • Yaraların daha geç iyileşimesi
  • İştahta azalma
  • Ciltte solukluk
  • Göz altı morlukları
  • Terleme
  • Sürekli üşüme

D Vitamini Eksikliğinde Ne Olur?

Vücuda alınan D vitamini yetersiz olduğunda şu sorunlar ortaya çıkabilir:

  • Osteomalasia denilen erişkin donemde görülen kemik hastalığı
  • Kas ve kemik ağrısı
  • Kemik erimesi ve kırılmaları
  • İskelet deformitelerine neden olan raşitizm hastalığı
  • Kemik metabolizmasının gelişememesi
  • Bağışıklık sisteminin düşmesine bağlı hastalıklarla mücadele yetersiz kalma
  • Obezite oluşumu
  • Uyku bozuklukları
  • Alzheimer hastalığına zemin oluşturur
  • Kronik yorgunluk meydana gelir

D Vitamini Eksikliği Nelere Neden Olur?

D vitamini eksikliği kişilerde; kanser, kronik yorgunluk, diyabet, hipertansiyon, depresyon, romatizma ve kalp hastalıkları gibi sağlık sorunlarına yol açabilir. D vitamini eksikliği; kemik yoğunluğunu da olumsuz etkiler ve kemik hastalıklarına davetiye çıkarır.

  • Kemik erimesi ve kemik hastalıkları

Kemikler de tıpkı diğer dokular gibi canlı bir yapıya sahiptir ve uzun süreli D vitamini eksikliği kemik yapısında bozulmalara, kemik erimesi oluşumuna ve kas güçsüzlüğüne sebep olabilmektedir. D vitaminine bağlı olarak çocuklarda raşitizm, erişkinlerde kemik yumuşaması, ilerleyen yaşlarda da osteoporoz oluşabilmektedir. Raşitizm, D vitamini eksikliğinden dolayı kemiklerin yumuşaması ve zayıflaması anlamına gelir. Bu hastalık, bacaklarda eğrilik, el ve ayak bileklerinde kalınlaşma, büyüme geriliği, göğüs kemiği deformitesi gibi kemik yapısında kalıcı bozukluklara neden olabilmektedir.

D vitamini eksikliğinde kemik erimesiyle birlikte kemik ağrısı görülebilmekte ve bu tüm vücutta hissedilebilmektedir. İlerleyen zamanlarda halsizlik de bu ağrılara eşlik edebilir. Kemiklerin güçlendirilmesi için omega-3, kalsiyum, magnezyum, potasyum ve D vitamini içeren besinler tüketilmelidir. İlerleyen yaşlarda kendini gösteren kemik erimesinden korunmak için sağlıklı beslenmek ve diğer vitaminlerle birlikte D vitamini seviyesini korumak gerekmektedir. İlerleyen yaşlarda kemik sorunun yaşanmaması için bebeklik döneminde anne sütü tüketiminin önemi büyüktür.

  • Şeker ve kalp hastalıkları

Şeker hastalığı, inme, kalbe bağlı ölüm riski, yüksek tansiyon gibi sorunlar da D vitamini eksikliğinin yol açabileceği sağlık sorunları arasında yer almaktadır.

  • Kanser

D vitamini eksikliği kanser oluşumunu tetikleyebilir. Özellikle meme kanserinin D vitamini eksikliği ile bağlantısı olduğu düşünülmektedir. Meme kanserine yakalanmış ve D vitamini değeri yüksek olan kadınların, bu değeri daha düşük olanlara göre yaşam süreleri daha uzundur. Meme kanserine yakalanmış kişilerin D vitamini seviyesinin 50 ng/ml ve üzerine çıkarılması tedaviyi olumlu yönde etkilemektedir.

D vitamini, hücreler arasındaki iletişimi arttırdığı için hızlı bölünmelerini engellemektedir. Hücrelerin anormal bir şekilde çoğalmasını engelleyerek buraya kan akımını hızlandırmakta ve kanser hücrelerinin beslenmesini yavaşlatmaktadır. Zararlı hücreler de beslenemediği için bir süre sonra yok olmaktadır.

Kapalı ortamlarda yaşayan kadınların D vitamini seviyeleri 17 ng/ml civarındadır. Kansere yakalanmamış kadınlarda D vitamini seviyesi en az 30 ng/ml civarında olmalıdır. D vitamini seviyesi 50 ng/ml ve üzerine çıkınca meme kanserine yakalanma riski %50 azalmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre D vitamini eksikliği meme kanseri dışında akciğer, kalın bağırsak ve prostat kanseri riskini de artırmaktadır.

D Vitamini Eksikliğinde Hastalık Oluşabilecek Risk Grupları

  • Açık tenliler
  • Yaşlılar
  • Diyabet hastaları
  • Kapalı ortamlarda çalışanlar ve kapalı giyinenler
  • Yüksek faktörlü güneş koruyucu kullananlar
  • Böbrek ve karaciğer hastalıkları olanlar
  • Beslenme bozukluğu olanlar
  • Mide ameliyatı olanlar
  • Gebelik ve emzirme döneminde olanlar
  • Epilepsi ilacı kullanan kişiler
  • Kortizon kullananlar
  • Çölyak hastalığı olanlar

D Vitaminin Faydaları Nelerdir? Ne İşe Yarar?

D vitaminin en önemli faydası vücudun kalsiyum ve fosforu emmesine ve tutmasına yardımcı olarak, kemikler yapısının sağlıklı oluşmasını ve sağlıklı kalmasını sağlamasıdır. Raşitizim hastalığının oluşmasını önlemede ve iyileştirmede de etkilidir.

D vitamini faydaları şu şekilde sıralanabilir:

Kasları ve kemikleri korur

Fosfor ve kalsiyum maddelerinin kan seviyelerini dengeleyen vitamin, D vitaminidir. Diş ve kemik sağlığı açısından son derece önemlidir. Kalsiyumun bağırsaklarda emilimini sağlarken böbreklerde de kalsiyum kaybını azaltmaktadır. Kemiklerin kalsiyum birikimi ile sertleşmesi D vitamini ile gerçekleşmektedir. Kas gücünü ve kas kütlesini arttırdığı için özellikle yaşlılarda görülen düşme durumlarını azaltmaktadır. Kemik erimesine neden olan paratiroid hormonun salgılanmasını önlemektedir. Kas ve kemik sağlığı için vitamin alımına ve beslenme düzenine özen gösterilmesi son derece önemlidir.

Diyabete karşı korur

D vitamini diyabete karşı koruma özelliğine sahiptir. Yeterli D vitaminine sahip olan çocuklarda Tip 1 diyabetin azaldığı, düşük olanlarda ise Tip 2 diyabetin arttığı görülmektedir. Ayrıca metabolik sendrom gibi durumlar, D vitamini eksikliği görülen kişilerde ortaya çıkar.

Bağışıklık sistemini korur

Bağışıklık sistemini güçlendiren vitaminler arasında D vitamini de yer almaktadır. Bağışıklığı güçlendirerek hastalıklara karşı koruma sağlayan D vitamini, vücuttaki tüm hücreler için yararlıdır. Ülseratif kolit, Crohn, Multipl Skleroz (MS) gibi bağışıklık sisteminin neden olduğu hastalıklarda düşük D vitaminine rastlanmaktadır. Yeterli D vitamini ile bu hastalıkların önlenebildiği görülmektedir.

Kalp sağlığını korur

D vitamini kalp sağlığına ve hastalıklarına iyi gelmektedir. Yüksek tansiyon, kalp hastalıkları, bazı kanser türleri ile ilgili hastalıklara karşı koruyucu etkisi vardır.

D Vitamini Nelerde Bulunur?

Vücudun ihtiyacı olan D vitamini, en önemli kaynağı olan güneş ışınları dışında şunlarda bulunur:

  • Somon, uskumru ve sardalya gibi yağlı balıklar
  • Kırmızı et ve karaciğer
  • Tavuk ciğeri
  • Yumurta sarısı
  • Peynir ve tereyağı gibi süt ve süt ürünleri
  • Maydonoz
  • Isırgan otu
  • Kahvaltılık tahıllar D vitamini alınabilecek gıdalardır.

Sıcak yaz günlerinde öğlen güneşine uzun süre maruz kalmanın negatif etkileri olabileceği için sabah ve öğleden sonraki saatlerde gün ışığına çıkmak iyi olacaktır. Güneş ışığı gereksinimi, kişilerin ten rengine, yaşına ve güneşlenme şekline göre değişiklik gösterebilir. Deri rengi koyu olan kişilerin yeterli D vitaminin deride oluşabilmesi için özellikle kış aylarında daha uzun süre güneş ışığına ihtiyacı vardır.

D vitamini takviyesi

D vitamini takviyesi (d vitamini ilaçları) doktor kontrolünde alınmalıdır. Yapılan testlerde vücutta D vitamini eksikliği tanısı konuldu ise günlük ihtiyacın karşılanması için oral yolla alınan vitamin hapları yazılabilir. Daha yüksek dozlu D vitamini ihtiyacı söz konusuysa kalçadan enjeksiyon ile D vitamini verilebilir. D vitamini hapı ya da D vitamini damlası yağlı yemeklerle alındığında vitaminin emilimi daha fazla olmaktadır.

D Vitamini Yüksekliği Zararlı mıdır?

Her şeyin fazlası vücut için zararlıdır. D vitamini miktarı için de aynı şey geçerlidir ve fazlası zehirlenmelere sebebiyet verebilmektedir.  Yağda depolanan ve idrar ile atılamayan D vitamini için yüksek seviye aralığı 125 nmol / l veya daha fazladır. Yüksek D vitamini seviyesi, organlarda ve yumuşak dokularda kalsiyum birikimlerine yol açabilmektedir. D vitaminin gelişigüzel kullanılması yüksek kan düzeylerine sebebiyet verebilir. Fazla miktarda D vitamini kullanılmasının zararları aşağıdaki gibi sıralanabilir.

  • Doku ve eklem kireçlenmelerine
  • Böbrek taşı oluşumuna ve böbrek hasarına yol açabilmektedir
  • Hipertansiyona yol açabilir
  • Kanda kalsiyum yükselmesine neden olabilmektedir.

Öte yandan fazla D vitamini zehirlenmelere yol açabilmekte ve bu zehirlenme sonucunda gelişen böbrek yetmezliği ve kalp yetmezliği ölüme sebep olabilmektedir. Erken toksisite (zehirlenme) belirtileri kemik ağrıları, sersemlik, ağız kuruluğu, kabızlık, sürekli baş ağrısı, susuzluk, kas ağrısı, iştahsızlık, mide bulantısı, kusma, düzensiz kalp atışı şeklinde görülebilmektedir. Kronik toksisite belirtileri ciltte kaşıntı, mide bulantısı, cinsel isteksizlik, şiddetli mide ağrısı, psikiyatrik problemler, kemik ağrısı, idrarda bulanıklık, gözlerin ışığa karşı hassas olması, kusma gibi durumlarla kendini belli edebilmektedir.

Not: Güneş ışınları, D vitamini fazlalığını yok ettiği için güneşlenme ile D vitamini zehirlenmesi meydana gelmemektedir.

D Vitamini ile İlgili Sık Sorulan Sorular

D vitamini eksikliği nasıl anlaşılır?

D vitamini eksikliğinde daha fazla hasta olma ve enfeksiyon sorunları, bitkin hissettiren yorgunluk, saç dökülmesi, kemik, kas ve bel ağrıları, depresyon gibi ruh hali değişiklikleri, uykusuzluk ve baş ağrısı belirtileri d vitamini eksikliği olduğunu gösterebilir.

Gebelikte ve menopoz dönemlerinde D vitaminin önemi nedir?

Gebelik döneminde de D vitamininin etkileri önemlidir. Sağlık Bakanlığı, gebe ve yeni doğanlara D vitamini verilmesi yönünde bir politika izlemektedir. Bu olumlu ve doğru bir politikadır. Özellikle yeni doğanlarda raşitizm problemlerinin önlenmesinde D vitamini oldukça etkin bir rol oynamaktadır. Ayrıca özellikle Türkiye nüfusunda yaşam süresi 70’lerden 85’lere çıkmıştır. Yaş ilerledikçe anatomik olarak kemik yapısı çökmektedir. Bunun önlenmesinde D vitamini oldukça önemlidir. Menopoz dönemlerinde D vitamini eksikliği kalça kemiği kırıklarına, omurga kırık ve çökmelerine neden olmaktadır. D vitamini eksikliğinde kişinin yapısında bariz değişiklikler meydana gelebilmektedir. Ve bu kişilerin özellikle kadınların sosyal hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

D vitamini eksikliği kaç günde düzelir?

D vitamini eksikliği durumunda, gerek takviye, gerek besin gerekse de enjeksiyon gibi yöntemlerle düzenli D vitamini alımı sağlanmaya başlandıktan sonra ki 4-6 hafta içinde iyileşme görülmeye başlanır. Bu elbette vücudun durumuna, altta D vitaminin düşmesine neden olan ciddi bir sağlık sorunu bulunmaması ile de ilişkilidir.

MEMORIAL

Çölyak hastalığı buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan gluten isimli bir maddeye vücut bağışıklık sistemi tarafından verilen anormal yanıt sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Genellikle 1 yaşından sonra gluten içeren besinlerin tüketilmeye başlanması ile birlikte ilk belirtiler ortaya çıkar. Başlangıçta bulantı, kusma, ishal, halsizlik gibi belirtiler görülür. İlerleyen dönemlerde ise anemi, cilt döküntüleri gibi farklı belirtiler eklenir. Kronik bir hastalık olmasına rağmen tedavisi mümkündür ve tedavi gluten içeren besinlerin diyetten çıkarılmasından ibarettir.

Çölyak hastalığı nedir? 

Çölyak hastalığı, her geçen gün görülme sıklığı artan yaygın bir hastalıktır. Dünyadaki çoğu ülkede her 70 ila 200 kişiden birinde çölyak hastalığı bulunur. Gluten sensitif enteropati olarak da adlandırılan hastalık vücut bağışıklık sistemi ile ilişkili nedenlerle ortaya çıkar. Birçok tahılda bulunan gluten adı verilen proteine yanlış yönlendirilmiş bir bağışıklık tepkisi ile tetiklenir. Bazı hastalarda gluteni parçalayan enzime karşı da bağışıklık cevabı vardır. Çölyak hastalığı, ince bağırsakta iltihaplanma ortaya çıkması neticesinde belirti verir. Bağışıklık sistemi glutene karşı anormal bir tepki vererek iltihabi süreci başlatır.

Bağırsak mukozası normal olarak villus adı verilen ve besin emilimini sağlayan eldiven parmağı şeklinde küçük çıkıntılar içerir. Villuslar bağırsak emilim yüzeyini artırarak besinlerin kana geçişini kolaylaştırır. Çölyak hastalığında gelişen iltihabı süreç sonucunda vücut kendi dokularına zarar veren antikorlar oluşturur. Bu otoantikorlar ince bağırsak iç yüzeyinde yer alan bu çıkıntıları yok eder ve villuslar düzleşir. Bunlar hasar gördüğünde hastalar ne kadar çok yerse yesin, tam emilim olmadığı için vücuda yeteri kadar besin maddesi almak mümkün olmaz.

Uzmanlar çölyak hastalığının alerjik ya da otoimmün bir hastalık olup olmadığı konusunda araştırmalara devam etmektedir. Son verilere göre hastalığın hem alerjik hem de otoimmün unsurlar içerdiği düşünülmektedir. Alerji, bağışıklık sisteminin aslında vücuda zararsız olan maddelere aşırı reaksiyon göstermesidir. Bu, çölyak hastalığında da olan durumdur, çünkü bağışıklık sistemi zararsız glutene aşırı bağışıklık tepkisi ile cevap verir. Öte yandan, bağışıklık sistemi aynı zamanda vücudun kendi enzimi olan doku transglutaminazına karşı antikorlar oluşturur.

Çölyak hastalığı nedenleri

Glutene tahammülsüzlüğe neden olabilecek kesin nedenler hâlâ tam olarak bilinmemektedir. Fakat muhtemelen genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu çölyak hastalığını tetiklemektedir.

Son yapılan araştırma bulgularına göre, duyarlı kişilerde ince bağırsak duvarına ulaşan kısmen sindirilmiş gluten molekülleri, bağışıklık sisteminde aşırı bir reaksiyona yol açmaktadır. Hastalığın gelişiminde genetik faktörler en önemli unsurdur. Sıklıkla ebeveynler, kardeşler veya çocuklar gibi çölyak hastalarının birinci derece akrabaları da rahatsızlıktan muzdariptir. Kişinin beslenme şekli, gastrointestinal enfeksiyonlar ve bağırsak bakterileri çölyak hastalığının gelişimine katkıda bulunabilir.

Gluten, buğday, çavdar, yulaf, arpa gibi tahıllarda bulunur ve bunlardan yapılmış her türlü yiyeceğin tüketilmesiyle tetiklenir. Buna karşılık pirinç, mısır, soya ya da patates gluten içermediğinden hastalar tarafından rahatlıkla tüketilebilir.

Çölyak hastalığı belirtileri

Çölyak hastaları gluten içeren yiyecekler yediklerinde bazı tipik belirtiler yaşarlar. Bunlardan en sık görülenler karın ağrısı, şişkinlik ve yağlı ishaldir. Bu kısa süreli belirtileri daha sonra kronik şikâyetler takip eder. Çölyak hastalığında, bağırsaktaki mukoza, iltihaplanma nedeniyle zarar görür ve tüm gıda bileşenlerinin emilimi bozulur. Sonuç olarak, demir eksikliği gibi önemli sağlık sorunları gelişir. Uzun vadede görülen önemli belirtilerden biri de kilo kaybıdır.

Gluten sensitif enteropati, bazı hastalarda  deri problemleri gibi bağırsak fonksiyonuyla doğrudan ilişkili olmayan belirtilere neden olur. Hastalığın atipik belirtilerle seyrettiği bu gibi durumlarda tanı sıklıkla gecikir. Tipik olmayan çölyak hastalığı belirtileri arasında;

  • Kaşıntılı ve kırmızı cilt döküntüleri (Dermatitis herpetiformis)
  • Dilde yanma, halsizlik, solukluk gibi kansızlık belirtileri (Demir eksikliğine bağlı görülen bu anemi, emilim bozukluğu nedeniyle demir tedavisine yanıt vermez.)
  • Kalsiyum eksikliğine bağlı kemik erimesi, kas zayıflığı, kemik ağrısı
  • K vitamini eksikliğine bağlı kanamalar
  • Gece körlüğü (A vitamini eksikliği nedeniyle)
  • Depresyon bulguları
  • Ses kısıklığı
  • Epileptik nöbetleri
  • Baş dönmesi ve denge sorunları
  • Hormon seviyelerinde dengesizlik
  • Eklem problemleri
  • Ağız içerisinde aftlar
  • Dikkat bozukluğu sayılabilir.

Dermatitis herpetiformis, bağırsak gluten intoleransı kaynaklı, kaşıntılı ve kabarcıklı bir döküntülü deri hastalığıdır. Döküntü daha sık olarak dirsekler, dizler, gövde, kafa derisi ve kalçalarda görülür. Dermatitis herpetiformis, çoğunlukla çölyak hastalığına benzer bağırsak değişiklikleriyle birliktelik gösterir; ancak bazı hastalarda belirgin sindirim sistemi belirtileri görülmeyebilir. Dermatitis herpetiformis, günümüzde çölyak hastalığının cilt bulgusu olarak kabul edilmektedir.

Çocuklarda çölyak hastalığı belirtileri

Bebeklerde hastalığın belirtileri ek gıdalara başladıktan sonra ilk tahıl ürünlerini aldıklarında ortaya çıkar. Birkaç hafta ila ay sonra sindirim sistemi ile ilişkili bulantı, kusma, ishal gibi klasik belirtileri görülmeye başlar. 2 yaş altı çocuklarda, çölyak hastalığı belirtileri;

  • Kusma
  • Kronik ishal
  • Karında şişlik
  • Gelişme geriliği
  • İştahsızlık
  • Kas erimesi

2 yaşından büyük çocuklarda ise;

  • İshal
  • Kabızlık
  • Kilo kaybı
  • Sinirlilik
  • Kısa boy
  • Ergenlikte gecikme
  • Dikkat eksikliği / hiperaktivite, öğrenme güçlükleri, baş ağrısı, kas koordinasyon eksikliği ve epilepsi nöbeti gibi nörolojik belirtiler görülebilir.

Çölyak hastalığı; cerrahi işlem, gebelik, doğum, viral enfeksiyon veya şiddetli duygusal stres sonrasında ilk kez belirti verebilir ya da var olan belirtiler tetiklenebilir.

Çölyak hastalığı tanısı nasıl konulur? 

Araştırmacılar, çölyak hastalığı olan çocuk ve yetişkinlerin sadece yüzde 20’sine tanı konulabildiğini tahmin etmektedir. Tanı için öncelikle doktor tarafından hastadan ayrıntılı bir öykü alinir ve fizik muayene yapılır. Çölyak hastalığı teşhisi için doktorunuz farklı testler isteyebilir. Seroloji testi ile kandaki antikorlar araştırılır. Test sonucunda, belirli antikor proteinlerinin yükselmiş seviyeleri, glutene karşı bir bağışıklık reaksiyonunu gösterir. HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 isimli insan lökosit antijenlerine yönelik yapılan genetik testler, çölyak hastalığının tanısını için kullanılabilir.

Yapılan testlerin sonuçları çölyak hastalığını destekliyorsa, doktorunuz ince bağırsağınızı endoskop adı verilen ve ucunda kamera bulunan küçük bir kanül yardımıyla inceler. İşlem sırasında gerek duyarsa villus hasarını analiz etmek için küçük bir doku örneği de (biyopsi) alabilir.

Bu testlerin, doğru sonuç vermesi için glutensız bir diyete başlanmadan önce yapılmaları gerekir. Diyetinizden gluteni çıkarmak kan testi sonuçlarını değiştirebilir ve sonuçlar normal çıkabilir.

Çölyak hastalığı nasıl tedavi edilir? 

Çölyak hastalığının tedavisinde tek seçenek diyetten gluten içeren yiyeceklerin tamamen çıkarılmasıdır. Bunun için gluten içeren besinlerin bilinmesi gerekir. Buğday, arpa, çavdar ve bunlardan yapılmış bulgur, irmik, makarna, erişte, kek, börek gibi her türlü yiyecek gluten içerir.

Doktorunuz sizi, sağlıklı bir glutensiz diyet planlanmasına yardımcı olabilecek bir diyetisyene yönlendirir. Diyetinizden gluten içeren besinleri çıkardığınızda, ince bağırsağınızdaki iltihaplanma genellikle birkaç hafta içinde azalmaya başlar. Birkaç gün içinde kendinizi daha iyi hissetmeye başlayabilirsiniz. Tam şifa ve bağırsak villuslarının yeniden büyümesi birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. İnce bağırsaktaki iyileşme süreci, çocuklarda yetişkinlerden daha hızlı gerçekleşme eğilimindedir.

Gluten içeren bir gıdayı yanlışlıkla yerseniz, karın ağrısı, bulantı ve ishal gibi belirtiler yaşayabilirsiniz. Bazı insanlar, gluten yedikten sonra hiçbir belirti yaşamazlar; ancak bu, glutenin onlara zarar vermediği anlamına gelmez. Diyetinizdeki az miktardaki gluten bile, belirti veya bulgu olup olmamasına bakılmaksızın, zararlı olabilir. Eğer ciddi bir beslenme bozukluğu ortaya çıkmışsa doktorunuz vitamin ve mineral takviyeleri önerebilir. Genellikle kalsiyum, folik asit, demir, çinko, b12 vitamini, D vitamini ve K vitamini takviyesi önerilir.

Uzm. Dr. Mehmet Sarı Gastroenteroloji

Depresyona İyi Gelen Besinler

Bazı besinlerin depresyona iyi geldiği bilimsel olarak açıklanmıştır. Birçok besinin psikolojik olarak ve içerisinde bulunan maddeler sebebiyle de depresyon gibi psikolojiyi etkileyen sorunlara fayda sağladığı bilinmektedir. Bu besinler içerikleri bakımından kişilerde; mutluluk verici, rahatlatıcı, enerji ve keyif verici etkilere sahiptirler. Bu nedenle de alınan besinlerin psikolojik bakımdan önem sarf ettiği bilinmeli ve bu duruma uygun şekilde tüketilmeleri gerekmektedir.

Depresyon, çoğu zaman kişilerde karamsarlık, tedirginlik, kaygı bozukluğu, düşük enerji ve mutsuzluk oluşturan psikolojik bir rahatsızlıktır. Bu durum zaman içerisinde farklı bir takım sorunlara da neden olabilmektedir. Bu sorunların altında yatan önemli faktörler arasında kişinin sosyal çevresi ve psikolojik faktörler yer almaktadır. Bu gibi durumlarda kişinin alacağı psikolojik destekle birlikte sağlıklı ve sistemli bir şekilde beslenmesi de önemlidir. Kişiler, psikolojik sorunlarla karşı karşıya kaldığında, psikolojilerine iyi gelecek yiyecekleri tüketmeli, psikolojik olarak bu durumu tetikleyen besinleri tüketmemelidir. Bu gibi durumlara fayda sağladığı bilinen birçok besin bulunmaktadır. Bunların birçoğu da serotonin salınımını artıran besinlerdir. Serotonin, mutluluk hormonu olarak bilinmektedir. Bu durumda bu hormonun farklı besinlerden doğal yollarla alınması kişinin psikolojik sorunları üzerinde olumlu bir etki sağlayacaktır. Depresyona iyi gelen besinler şu şekildedir:

Ispanak: Vücutta magnezyumun eksik olması, mutluluk hormonu oluşumunda azalma sağlamaktadır. Ispanak, içerisinde bulundurduğu yüksek oranda magnezyum ile serotonin üretimini artırır ve vücut mutluluk hormonu salgılar. 
Badem: İçerisindeki zengin magnezyum oranıyla badem, bir takım psikolojik sorunlara iyi gelmektedir. Günlük ve düzenli olarak badem tüketimi magnezyum eksikliğine iyi gelmektedir.
Çikolata: Çikolatanın depresyona ve özellikle mutluluk hormonuna sağladığı etkisi çoğu kişi tarafından konuşulmaktadır. Çikolata tüketildiği durumlarda vücutta bulunan serotonin seviyesi yükselerek mutluluk hormonu salgıladığı doğru bilinen bir bilgidir. Bu durumu yaşayan kişiler tarafından sık sık tüketilen bir besin olan çikolata; serotonin seviyesini yükseltir, kişiyi daha mutlu hissettirir, kaygıları azaltır ve daha neşeli olunmasını sağlamaktadır.
Kuşkonmaz: Mutfaklarda çok fazla kullanılmayan bir üründür. Folik seviyesi depresyona etkisi olan bir durum olduğu için, düşük folik seviyesini artırmada etkisi olan kuşkonmaz tüketildiği durumlarda psikolojiye fayda sağlayan besinler arasındadır.
Avokado: Potasyum seviyesinde düşüklük yaşanması durumunda kişilerin psikolojik problemler yaşadığı görülmektedir. Bu durumu yaşayan kişilerde, psikolojik sorunları tetiklendiği gözlemlenmiştir. Avokado içerisinde bulundurduğu güçlü potasyum seviyesi ile depresif durumlara iyi gelmektedir.
Baklagiller: Çikolata ile benzer durumda olan ve mutluluk hormonunun salgılanmasını artıran baklagiller, bir takım psikolojik rahatsızlıklara karşı etkilidir. İçerisinde bulundurduğu B vitamini, kişilere takviye sağlar. Birçok farklı yöntemlerle tüketilebilmektedir.
Muz: Mutluluk hormonu salgılayan ve serotonini tetikleyen bir besin olan muz, kişilerin depresif hallerine iyi gelir ve bazı psikolojik sorunlara karşı etkilidir. Serotonini doğal olarak artıran muz, uykusuzluk problemi yaşayan kişilere de fayda sağlar. Bu gibi durumların dengelenmesini sağlayan muz kişiler tarafından sevilen ve tercih edilen bir besindir.
Balık Çeşitleri: Balık çeşitleri, omega 3 bakımından yüksek seviyede olan ve tüketildiğinde psikolojiye de fayda sağlayan önemli bir yiyecektir. Kişilerde omega 3 düşüklüğü yaşanması ile birlikte beyin işlevlerinde farklılıklar görülebilmektedir. Bu işlevsel değişiklikler temelde psikolojik sorunları etkileyebilmektedir. Bu gibi besinlerin tüketimi önemlidir

Depresyon Neden Olur?

Farklı psikolojik sorunlar gibi depresyon probleminin de kesin bir nedeni bilinmemektedir. Bir takım çalışmalar bu yönde yapılmaya devam etmektedir. Kişi önce, yaşadığı olayları ve durumları anlamaya çalışmalıdır. Kişilerin yaşadığı bazı travmatik olaylar direk olarak duygu ve düşünceleri etkilediği için bu gibi durumlara neden olabilir. Bazı etkenler arasında ise genetik faktörler de bulunmaktadır. Aile öyküsü içerisinde önceden bu gibi belirtileri taşıyan kişilerin olması risk durumunu artırmaktadır. Ayrıca; statü, yaş, cinsiyet, sosyal etkeneler de etkilemektedir.

Depresyon Kişiyi Nasıl Etkiler?

Duygusal olarak kötü hissettiren, uzun sürelerde devam ettiğinde kişinin hayatını olumsuz yönde etkileyen psikolojik bir hastalıktır. Kişi kendini değersiz hissettiği gibi karamsar, mutsuz, bazen de ölüm ve intihar düşüncelerine kapılabilmektedir. Bu gibi durumlarda kişi bunun farkındaysa vakit kaybetmeden tedavi görmelidir. Depresyon döneminde kişinin yaşadığı bir takım sorunlar şu şekildedir.

  • Yorgunluk
  • Düşük enerji
  • Cinsel isteksizlik
  • Başka kişilere karşı kendini soyutlama
  • Kimseyle konuşmama ve iletişimsizlik
  • Odaklanma problemi
  • Uykusuzluk 

Depresyon Tedavi Edilmezse Ne Olur?

Çoğu zaman bireylerin yaşantısında görülen ve anlık duygu değişikliklerine verilen tepkidir. Bu durumların oluşmasına yönelik bazı etken faktörler bulunmaktadır. Kişi; ayrılık yaşadığında, bir yakınını kaybettiğinde, ekonomik açıdan kaygıları oluştuğunda veya iflas durumu yaşadığında, zorunlu şehir değiştirme ve bir takım farklı travmatik olaylar sonucu görülebilir. Birey, yaşadığı bu süreçte kendini değersiz olarak görür. İştahsızlık yaşayan kişi, kişisel bakımı da yapmayabilir. Bu süreçleri yaşayan kişiler destek almaz ve tedavi edilmezse bu süreçler bir döngü içerisinde sürekli tekrar edebilir. Kişinin aile bağları zarar görebilir ve iş hayatında sorunlar yaşayabilir.

Depresyon Tedavisi Nasıl Olur?

Tedavi için psikiyatrist ya da uzman psikologlardan destek alınmalıdır.  Tedavi uygulamaları genellikle psikoterapi ile devam eder. Psikiyatrist, gerekli gördüğü durumlarda ilaçlı tedavi de uygulayabilir. Kişiden kişiye değişiklik gösteren tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Kişi çok fazla depresif durumlar sergilediğinde bazı durumlar yatılı tedavi gerekebilir. İlaç tedavisinde serotonin ve dopamin seviyesinin artırılması hedeflenmektedir. En çok bilinen terapi yöntemi ise bilişsel davranışçı terapidir. Bu terapide kişinin içerisinde bulunduğu ikili ilişkiler ve psikolojik sorunlara neden olan duyguları ve düşünceleri ele alınmaktadır. Temel amaç, kişiye farkındalık ve farklı bir bakış açısı kazandırarak tedavi etmektir.

NP İSTANBUL HASTANESİ

Sağlıklı Yaşam ve Beslenme

HEDEFİMİZ SAĞLIKLI YAŞAM VE BESLENME

Sağlıklı yaşam, kişilerin ciddi ve tedavisi zor hastalıklara yakalanmadan hem bedensel, hem ruhsal yönlerden üstün durumda, uzun yıllar zevk alarak yaşamlarını sürdürmeleri demektir. Çok küçük yaşlardan başlayarak oluşan beslenme alışkanlıkları, kişilerin sağlığını belirleyen en önemli etmenlerden birisidir. Sağlıklı yaşamak için sadece sağlıklı beslenmek yeterli değildir. Aktif bir hayatı benimsemek, egzersiz yapmak ,sigara, alkol, çevre kirliliği ve aşırı stresten uzak bir yaşam sürdürülmesi ve huzurlu ve barış içinde yaşanması sağlıklı olmanın koşullarıdır.

Beslenme; büyümek vücut işlevlerini gerçekleştirmek ve yaşamı sağlıklı ve mutlu olarak sürdürebilmek amacıyla vücudun yediğimiz gıdalardan yararlanmasıdır.

BESİN ÖĞESİ NE DEMEK? Yediğimiz ve içtiğimiz tüm gıdalarda bulunan,bir kısmı yapay olarak da üretilebilen,insanların yaşamsal işlevleri için gereksinim duyduğu kimyasal maddelerdir. Öncelikle vücudumuzun ihtiyacı olan besin öğelerini düzenli almaya özen göstermeliyiz.

Besin öğelerini genel olarak 6 başlık altında toplayabiliriz:

Proteinler

Yağlar

Karbonhirat

Vitamin

Mineraller

Su

Gıdaların iki temel işlevi bulunmaktadır.

1)Enerji vermek: Yediğimiz ve içtiğimiz gıdalar,vücudun çeşitli işlevlerini yerine getirebilmek ve ısı dengesini sağlayabilmek için yakıt olarak kullanılırlar,yani solunum yoluyla aldığımız oksijen ile yanarak enerji sağlarlar.

2)Vücuda besin öğelerini sağlamak: Bu besin öğeleri olmadan vücudun yeni hücre yapması, büyümesi ve varolan hücreleri onarması mümkün değildir.

Dengeli beslenmeyi sağlayabilmek için yememiz gereken gıdalar 5 grup altında adlandırılmıştır. Her gün düzenli olarak bu 5 besin grubundan yeterli miktarda almalıyız.

1.Tahıllar:Buğday,pirinç,bulgur,çavdar,mısır,yulaf vb. ve bunlardan yapılan ekmek,pilav,makarna gibi yiyecekler)

2.Sebze ve Meyveler:Yediğimiz her türlü taze,dondurulmuş,konserve,kurutulmuş metye ve sebzeler ve suları

3.Süt ve Süt ürünleri: İnek, koyun, keçi gibi çeşitli hayvanların sütleri ve bunlardan yapılan peynir, yoğurt çökelek, kefir gibi ürünler

4.Et,yumurta ve kuru baklagiller: Kuzu, dana, inek, tavuk, hindi, balık gibi etler; tavuk yumurtası; fasulya, nohut, mercimek gibi kuru baklagiller

5.Yağlar ve şekerler:Tereyağı, margarin, ay çiçek yağı, mısırözü yağı, zeytin yağı, hayvan iç yağları; şeker, çikolata, pekmez ,bal ve tatlılar

Bariatrik cerrahi geçirmiş kişlerin yeterli ve dengeli beslenmelerini sağlayabilmek için iyi bir beslenme eğitimi almaları şarttır”.İlk 1 ay özel beslenme dönemi”ni geçirdikten sonra kilo verim hızınıza, kan tahlillerinize, genel sağlık durumunuza göre yeni beslenme düzeninizi DOKTOR KONTROLÜNDE  DİYETİSYENİNİZ ile konuşmalısınız.

SAĞLIKLI BESLENME ÖNERİLERİNE GÖZ ATALIM

-Besin öğesi kayıplarını önlemek için satın alma aşamasından,sunuma kadar geçen zamanda çok dikkatli olunmalıdır.

-Son kullanım tarihlerine,ürün bilgisine ve saklama koşullarını dikkatlice okunmalıdır.

-Hemen pişirilecek gıdalar bekletilmeden pişirilmelidir.Kıyma  1-2 gün,tavuk ve parça et ise  Daha sonra kullanılacak et grubu gıdalar ise buzlukta saklanmalı ve çözdürme işlemi buzdolabı kısmında ve 24 saat öncesinde yapılmalıdır.

-Pastörize edilmemiş sütleri ve peynirleri satın almayınız.

-Etlerin görünen yağları çıkartılarak kendi yağları ile pişirilmesi önemlidir Fırında,ızgara,buğulama en sağlıklı pişirme yöntemleridir.

-Etleri yağlı soslar yerine az yağlı mayonez,baharatlar ve sebzeler ile servis edebilirsiniz.

-Salatalarda az zeytinyağı,pancar turşusu,limon ve sırke ve yoğurt ile farklı ve sağlıklı tatlar elde edebilirsiniz.

-Sebzeleri kızartmak yerine yağlı kağıtta cok az sprey yağ ıle fırında pişirebilirsiniz.

-Yemeğe önce protenli gıdalarla başlamalı,sebze,yoğurt ile devam etmeli,en son karbonhidrat içeriği yüksek gıdaları tercih etmelisiniz.

-Yağ,un ve şeker ile hazırlanmış gıdalar yerine taze meyve,kefir,tahıllı ve proteinli barları,proteinden zengin özel beslenme ürünlerini tercih etmelisiniz.

-Günde 6-8 öğün beslenilmesi yeme ataklarının önüne geçerek daha az kalori almanızı sağlayarak kilo kontrolü sağlamaktadır.

-Günlük 1,5-2 litre su içilmesi sağlığın korunması için olmazsa olmazdır. Bariatrik cerrahi sonrası bu miktarlara ulaşabilmek için sürekli yudumlama alışkanlığını kazanmak gerekir.

Prof. Dr. Haluk Ünalp

İşler yoğun temposuyla geri döndüğünde, tatilin o rahat havasını üzerimizden atmak ve yapmamız gereken işlere daha iyi odaklanmak kolay olmayabilir. İşte bunun için besinlerden destek almanız mümkün. Nasıl mı?

Konsantre olmak, bir konu üzerinde yoğunlaşmak öğrenmenin de, öğrenilenleri derin belleğe adam gibi kaydetmenin de vazgeçilmezi ama öyle her zaman kolayca başarılabilecek bir iş değil. Yapılması gereken bazı şeyler, alınması gereken tedbirler, uygulanması gereken stratejiler, kısacası burada da bilinmesi gereken detaylar var.

İşte dikkat ve konsantrasyonunuzu artıracak besinler:

  • Yeşil çay: Yeşil çay içerdiği iki bileşik sayesinde odaklanmanıza yardımcı olur: Kafein ve teanin. Kafeinin odaklanmaya yardımcı olduğu ve uyanık kalmayı sağladığı herkes tarafından bilinir. Peki teaninin faydası ne? Teanin, beyin dalgalarının aktivitesini artırır, sakinleştirir ve kafenin etkisinin yavaş yavaş artmasını sağlayarak ani yükselmeyi önler. Bu iki bileşik dikkatin artırılmasında birlikte rol alır. Aynı zamanda yeşil çay içerdiği antioksidanlar sayesinde bağışıklık sistemi ve metabolizma üzerinde de önemli etkilere sahiptir.
  • Kuruyemişler: Kuruyemişler sağlığımızın korunmasında uzun vadede vücudunuz için mükemmel kaynaklardır. Yaşlandıkça bilişsel aktivitenin azalmasıyla ilişkili ve aynı zamanda antioksidan olan E vitamininin iyi kaynaklarıdır. Bu faydayı vücudunuza kazandırmak için günde sadece 30 gram kuruyemiş yemeniz bile yeterli. Ayrıca kuruyemişler, odaklanmanıza yardımcı olan esansiyel yağ asitleri ve amino asitler bakımından da zengindir.
  • Yaban mersini: Araştırmalar, yaban mersininin yenildikten sonra beş saat boyunca konsantrasyonu ve hafızayı artırdığını gösteriyor çünkü yaban mersininin içindeki antioksidanlar beyninizdeki kan ve oksijen akışını uyarır ve zihni taze tutar. Yaban mersini aynı zamanda antosiyaninler, proantosiyanidinler, resveratrol ve tanenler içeren bir antioksidan kokteyli içerir ve bu besin maddelerinin de odaklanmayı arttırdıkları ve hatta kansere, kalp hastalığına ve demansa karşı koruma sağladığı gösterilmiştir.
  • Su: Odaklanmanızı geliştirmek istiyorsanız, yeterince su içmeniz oldukça önemli. Su beyne, düşünme ve hafıza süreçleri de dahil olmak üzere tüm beyin fonksiyonları için elektrik enerjisi verir.  Bunlarla birlikte daha hızlı düşünme, daha iyi odaklanma, daha fazla zihin açıklığı ve yaratıcılığı artırma konularında yardımcı olduğu kanıtlanmıştır. Vücudunuzun her bir işlevi suya bağlıdır, bu nedenle yeterince su içmeniz çok önemlidir.
  • Avokado: Özellikle kalp ve beyin olmak üzere, vücuttaki her organ kan akışına bağlı olarak aktivite gösterir. Avokado, kan akışını artırarak beyin hücrelerini uyarmak için basit ve lezzetli bir yol sunuyor. Avokadolar ayrıca uzun süre tok kalmaya yardımcı olan yardımcı olan posadan zengindir.
  • Bitter çikolata: Bitter çikolata, birçok sebepten ötürü odaklanmanıza yardımcı olabilir. İlk olarak az miktarda da olsa zihinsel uyanıklığı arttırdığı kanıtlanmış olan kafein içerir. Bitter çikolata, aynı zamanda stresi atmanıza yardımcı olan magnezyum içerir, endorfin ve serotonin salınımını uyarır. Bunlar da kendinizi iyi hissetmenizi ve ruh halinizi iyileştirmenizi sağlar. Bu, her gün büyük miktarda bir çikolata yemeniz gerektiği anlamına gelmez, ancak daha küçük miktarlardaki bitter çikolataların odaklanmanızı önemli ölçüde artırabileceği anlamına gelir.
  • Lifli yeşil sebzeler: Yeşil yapraklı sebzeler, beyninizin gücünü artıran ve beyninizi korumaya yardımcı olan antioksidanlar ve karotenoidlerden zengindir. Genel bir ipucu: Yeşil yapraklı bir sebze ne kadar yeşilse o kadar iyidir. Yeşil yapraklı sebzeler de hafızanıza, odaklanmanıza, genel beyin sağlığınıza ve gücünüze yardım ettiği kanıtlanmış B vitaminleriyle doludur. Ayrıca zihinsel açıklığınızı artıran folik asit içerir.
  • Keten tohumu: Önceki besinlerden bazıları gibi keten tohumu da zihinsel açıklığa ve odaklanmaya yardımcı olan magnezyum, B vitaminleri, omega-3 yağ asitleri ve lif bakımından zengindir. Keten tohumu aldıktan sonra öğütmeye dikkat edin, böylece sindirimleri için vücudunuzun işini kolaylaştırmış olursunuz. Bu listedeki diğer besinlerin aksine, keten tohumu tek başına yenemez, ancak yoğurt, yulaf ezmesi, salata gibi diğer yiyeceklerin üzerine serpilebilirler.
  • Yağlı balıklar: Yağlı balıklar, hafızanın güçlenmesine ve zihinsel performansın artmasına yardımcı olan omega-3 yağ asitlerini içerir. Omega-3 seviyesi düşük olan kişilerde unutkanlık, ruh hali dalgalanması, depresyon ve yorgunluk daha fazla görülür. Balığın, konsantrasyonunuzu artırdığı ve ruh halinizi iyileştirdiği kanıtlanmıştır. Yağlı balık olarak somon, alabalık, uskumru, ringa balığı ve sardalya tüketebilirsiniz.

Türk mutfağının yanı sıra birçok dünya mutfağında yeri olan acı biberin tadı acı olsa da birçok faydası var. “İçeriğindeki beta karoten, C vitamini, kapsaisin ve antioksidanlar sayesinde metabolizmasını hızlandırmaya ihtiyaç duyanlardan kanserden korunmaya özen gösterenlere herkes acı biberi rahatça tüketebilir” diyen Acıbadem International Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilem İrkin Koçan şu uyarıyı da ekliyor: Midesinde yanma ve ülser sorunu olanlar veya hemoroitten muzdarip olanlar hariç! Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilem İrkin Koçan, günde 2 adet tüketeceğiniz acı kırmızı biberin 5 önemli faydasını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Kötü kolesterolü düşürüyor

Baharat olarak da yaygın kullanılan acı biber geniş bir fizyolojik ve farmakolojik etki yelpazesine sahip. Safra oluşumunu uyaran acı biber, kolesterolün vücuttan atılımı için önemli olan safra asitlerinin üretimini de artırıyor. Özellikle kötü kolesterol seviyesi bu sayede düşüyor.

Metabolizmayı hızlandırıyor

Acı biber tüketimi metabolizmayı hızlandırıyor. Lifli yapısı ve acı etkisi bağırsakların çalışmasını sağlıyor ve kabızlığı önlüyor. Acı biber metabolizmayı hızlandırdığı için kilo kontrolü yapmak isteyenlerin de tüketmeyi düşünebileceği bir besin. Ancak aşırı tüketiminden kaçınmalı. Günde 2 adedi geçmemekte fayda var. Aksi halde fazlası, özellikle ülser varsa midede sorunlara neden olabiliyor.

Bağışıklık sistemini güçlendiriyor

Acı biber içeriğinde yüksek oranda beta karoten bulunduruyor ve bu sayede kansere karşı koruyucu etki sağlıyor. C vitamini ise vücut direncini arttırarak bağışıklık sistemini güçlendirip genel olarak hastalıklara karşı koruyucu bir şemsiye görevi görüyor.

Vücut direncini artırıyor

Acı biberin içeriğindeki kapsaisin bileşiği bibere acı tadını vermesine karşın birçok faydayı da beraberinde getiriyor. Tüm dünyada yetişebilen acı biber ayrıca vücudun vitamin, kalsiyum ve potasyum ihtiyacını karşılıyor. Böylece vücut direncini artırmak ve vücudu hastalıklardan korumak mümkün hale geliyor.

Ağrıyı gidermeyi sağlıyor

Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilem İrkin Koçan “Yapılan araştırmalar acı biberde kayda değer miktarda bulunan kapsaisinin, aynı zamanda etkili bir ağrı kesici özellik taşıdığını gösteriyor. Kapsaisinin krem şeklinde uygulanan formu da; özellikle zona, fibromiyalji, kas ağrılarında, diyabetik hastalarda, ayak yanmalarında ağrı kesici olarak ağrılı bölgeye uygulanıyor ve uygulamadan birkaç gün sonra etkisini göstermeye başlıyor” diyor.

Acı biberi kimler tüketmemeli?

Birçok faydası olmasına rağmen acı biber tüketiminin sakıncalı olduğu durumlar da mevcut. Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilem İrkin Koçan, özellikle mide yanması, ülser veya hemoroit şikayeti olanların acı tüketiminden kaçınmaları gerektiğine dikkat çekiyor.

HT HAYAT

Araştırmalar beslenme alışkanlıklarıyla kanser arasında yakından ilişki olduğunu gösterirken bazı besinler kansere karşı bağışıklığı güçlendiriyor ve kanserle savaşıyor.

Kanser savaşçısı besinlerle kansere direnin

Yaşamınıza ne kadar özen gösteriyorsunuz? Beslenmenize, düzenli egzersiz yapmaya, zamanında sağlık kontrolüne dikkat ediyor musunuz? Aile öyküsünün yanı sıra hastalıklar kapımızı bir bir böyle çalıyor. Sağlıklı bir yaşam sürmek aslında sizin elinizde. Özellikle çağın korkulan hastalığı kanser bu kadar yaygınlaşırken sağlığınız için adım atmak gerekiyor. Uluslararası Kanser Ajansı verileri, dünyada toplam 14 milyonu aşkın yeni kanser vakası geliştiğini ve 8,2 milyon kişinin kansere bağlı hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor. Araştırmalar beslenme alışkanlıklarıyla kanser arasında yakından ilişki olduğunu gösterirken; sağlıklı ve dengeli beslenmek, sigara ve alkolden kaçınmak, düzenli tempolu yürüyüş yapmak olmazsa olmazlar. Bir de kansere karşı bağışıklığı güçlendiren ve kanserle savaşan besinler mevcut.

Kuru baklagiller hücrelerinizi koruyor

Kuru baklagiller, kanserin oluşturduğu hücre hasarına karşı hücreleri koruyucu fitokimyasallar içeriyor. Laboratuvar çalışmaları bu maddelerin tümör büyümesini yavaşlattığı ve tümörlü hücrelerin yakınındaki hücrelere zarar vermesini engellediğini ortaya koyuyor.

Mevsim meyve ve sebzeleri kalkanınız olsun

Tabağınızı renklendirin. Özellikle mevsiminde tüketmek şartıyla koyu yeşil yapraklı, kırmızı, turuncu sebzelere ve meyve çeşitliliğine özen gösterin. Brokoli, karnabahar, lahana, ıspanak, pazı gibi sebzeler birçok anti-kanserojen bileşikler içeriyor. Bu bileşikler de DNA hücre hasarının önlenmesine yardımcı oluyor ve özellikle mevsiminde tüketildiğinde kanserden koruyor.

Bağışıklığınız sarımsak ve soğanla güçlensin

Soğan ve sarımsak bağışıklık sistemini güçlendiriyor, kansere karşı koruyor. Ayrıca soğanda bolca bulunan kuersetin adlı bileşik vücuda zarar veren serbest radikallerin yakalanmasında etkili.

Kırmızının gücü…

Yaz aylarının şifa kaynağı domates, kanser riskini azaltmada önemli bir rol oynayan likopen içeriyor. Pişmiş domatesteki likopenin etkisi ise daha da artıyor ve böylece antioksidan kapasitesi yükseliyor. Mevsiminde tüketilen domates antioksidan etkisiyle prostat, meme, sindirim sistemi, mesane, deri ve serviks kanseri riskini azaltıyor.

Bir salkım antioksidan

Üzüm kabuğu güçlü bir antioksidan olan resveratrolün önemli bir kaynağını oluşturuyor. Laboratuvar çalışmaları özellikle kırmızı üzümde bulunan fenolik bileşikler ile resvoratrolün kansere karşı koruyucu olduğunu gösteriyor. Yazın ve sonbaharda bir küçük salkım üzüm yiyerek anti-kanserojen etkiden faydalanabilirsiniz.

Yaban meyvelerinin etkisi

Yaban mersininde bulunan flavonoid bileşikler ve proantosiyanidinler güçlü antioksidan etkileriyle kansere karşı koruyor. Ancak yaban mersinini tüketemeyenler için alternatif besinler de var. Örneğin çilek, kırmızı dut, böğürtlen ve ahududu gibi meyvelerde de benzer bileşikler bulunuyor.

2 fincan yeşil çay

Yapılan çalışmalar yeşil çayın, içeriğindeki güçlü antioksidanlar olan kateşinler sayesinde kanser riskini azalttığını ortaya koyuyor. Günde 2 fincan yeşil çay içmeyi ihmal etmeyin.

Siz onlardan uzak durun, kanser sizden!

  • Kanserden sadece yukarıdaki besinleri tüketerek korunamazsınız. Kanser riskini artıran kötü alışkanlıklardan ve bazı besinlerden de uzak durmalısınız. İşte uzak durmanız gerekenler…
  • Kırmızı et tüketimini günlük 100 gram ile sınırlı tutun.
  • Kansere karşı tek bir süper besin olmadığını bilin; dengeli ve doğal besleni
  • Yağlı besin tüketimini sınırlayın.
  • Tuzlu atıştırmalıklardan kaçının, tuz yerine besinlerinize baharat ekleyin.
  • Fazla kilodan kurtulun, düzenli yürüyüş ve egzersiz yapın.
  • Günde en az 5 porsiyon sebze meyve tüketin.
  • İşlenmiş ürünler tüketmeyin.
  • Sigara ve alkolden uzak durun.
  • Pişirme şeklinizi değiştirin; kızartma, kavurma ve mangaldan kaçının.
  • Rafine şekeri hayatınızdan çıkarın. Şekerin obeziteye yol açtığı, obezitenin de kanser riskini arttırdığı bir gerçek.

Uzm.Dyt. ŞEYDA SILA BİLGİLİ TOKGÖZ

ACIBADEM HAYAT

Yıllar geçtikçe artan stres ve yorgunluk sebebiyle çareyi doğaya kulak vererek arayan bir çağa ayak bastığımız kanıksanamayan bir gerçektir. Bu yüzde son zamanlarda insanlar tarafından keşfedilerek adeta bir yıldız haline gelen hünnap ın ne olduğu hakkında keşfetme zamanı. Hünnap kırmızı renge sahip zeytine benzer çekirdekleri olan bir meyve türüdür. Sonbahar aylarında olgunlaşıp satışa sunulan bu meyve insanlara şifa gelmesi sebebi ile gözde olmaya başladı. Bu sebeple hünnap uzun bir süre tercih edilen bir yiyecek olmaya devam edecek gibi gözüküyor. İşte bu yüzden şifa dolu bir lezzet olan hünnap meyvesinin faydalarını daha fazla vakit kaybetmeden tanımanızı ve sofralarınızda ona da yer ayırmanızı istiyoruz.

HÜNNAP NEDİR?

İlkbaharda dallanıp çiçek açan hünnap diğer bir deyişle Çin Hurması kırmızı ve sarıya çalan rengi ve içerisinde iki adet çekirdek bulundurmasıyla genellikle iğdeye benzetilir. Fakat iğdeye nazaran biraz büyük olması ve dışındaki katmanda tüy bulundurması nedeni ile ayırt edilebilir hale gelmektedir. Sert çekirdeği ve iri yapısıyla hünnap ilk başlarda yeşil iken olgunlaşmaya başladığında siyah ve mor arası bir renge döner. Ancak birkaç saat sonra sarılaşıp yumuşamaya başlar. Birkaç gün geçtikten sonra ise kabuğu buruşur ve bu sayede olgunlaşma dönemini tamamlamış olur. Dikenli gövdeye sahip olan hünnap 5-12 metre yüksekliğe ulaşır. Yaprakları ise parlak ve canlı bir renge sahip olup 2-7 santimetre uzunluğu, 1-3 santimetre genişliğine ve üç damarlı bir yapıya mensuptur. Hünnapın üzerinde bulunan çiçekler ise 5 milimetre genişliğine sahip ve üzerinde beş adet yeşil renge sahip taç yaprağı bulundurmaktadır. Yenilenebilir olan hünnapın meyvesi ise oval bir yapıya sahip olup 15-3 santimetre genişliğindedir. Olgunlaşmadığı zaman pürüzsüz yapıda ve yeşil renkli olan hünnap elmaya benzer bir tada sahiptir. Olgunlaştığı zaman yaş haline nazaran daha küçülür ve hurmaya benzer bir hale döner. Ek olarak birçok vitamini içerisinde barındıran hünnap; potasyum, demir, manganez, magnezyum, fosfor, kalsiyum, çinko ve sodyum gibi mineralleri de bulundurur.

 HÜNNAPIN FAYDALARI NELERDİR?

Kuru meyvelerin insan sağlığında ne denli etkilere sahip olduğunu ne yazık ki bilememekteyiz. Hele ki hünnap meyvesinin faydaları azımsanmayacak kadar az iken. Bu yüzden yazımızda bu etkileri maddeler halinde sıralayıp açıklayacağız;

  • Kalorisinin düşük olması nedeni ile hünnap kilo vermek isteyenler için alternatif bir besin türüdür.
  • Hünnap meyvesinin faydaları da içerisinde bulunan A ve C vitamini bağışıklık sisteminin korunmasında adeta duvar görevi görmesidir.
  • Hünnap meyvesinin faydalarından en önemli olanı ise kan dolaşımını düzenli bir hale sokmasıdır.
  • İçerisinde B3 vitamini bulundurmasıyla sinir sistemimizin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini sağlar.
  • Antioksidan özelliği olan hünnap başlıca kanser ve diğer birçok hastalığın iyileşme sürecinde olumlu etkilere neden olur.
  • Hünnap meyvesininA faydalarından biri de cilt sağlığını koruma ve güzelleştirmektir.
  • Hemen hemen 10 insanın en az birinde rastlanan kabızlık sorunundan kolayca kurtulmayı sağlayarak, boşaltım sistemini düzene sokmasında etkili faktördür.
  • İçerisinde bulunan kalsiyum ve magnezyum sayesinde kemik ve kas gelişimindeki önemi yine hünnap meyvesinin faydaları arasında yer alır.
  • Hünnap meyvesinin faydaları arasında en çok bilineni içerisinde bol miktarda potasyumu barındırmasından dolayı kalp ve damar hastalıklarında tedavi amaçlı kullanılmasıdır.
  • Hünnap meyvesinin faydaları arasında bronşit, astım, idrar yolu ve çeşitli damar hastalıklarında tüketildiğinde birçok fayda sağlamasıdır.
  • Hünnap Gan Cao ile birlikte Çin tıbbında diğer bitkilerle uyumlaştırarak pek çok hastalığın tedavisi için kullanır.
  • Hünnapın etrafındaki yaprakların içerisinde bulunan ziziphin tatlı tadı algılama yeteneğini bastırmada yardımcı olur.
  • Soğuk algınlığı ve gribi tedavi etmek için bazı bölgelerde tercih edilen bir besindir.
  • Hünnap meyvesinin faydaları arasında yer alan diğer bir özellik Çin tıbbında kullanılarak dalak hastalıklarını tedavi etmek için yardımcı bir alternatif kaynak olmasıdır.
  • Hünnap meyvesinin faydaları arasında kolesterol ve kan yağların eritilmesinde yardımcı olan bir besin olmasıdır.
  • Şifa kaynağı olan hünnap lif ve karbonhidrat bakımından da zengin olduğu için metabolizmayı hızlandırmada etkili bir besin kaynağıdır.

Hünnap meyvesinin faydalarından biri de kanseri yenmesidir. İnsan vücudunda bulunan kötü hücrelerin çoğalmasında engel olduğunu belirten uzmanlar kanseri yenmesinde yardımcı bir faktör olduğunu belirtmektedirler. Fakat şuna değinmek gerekirse bazı besinlerin hastalıkları yenmesinde sadece yardımcı faktör olduğunu unutmayalım. Önemli olan şey sağlıklı beslenmek ve kişinin kendisine çok iyi bakmasıdır.

HÜNNAP MEYVESİ NASIL YENİR?

Birçok faydası olan hünnap hurmaya benzer yapısıyla tatlı bir atıştırmalıktır. Çiğ veya kurutularak yenilebilen hünnap meyvesi sirke suyu olarak da tüketilebilir. Ayrıca misafirlerinize ikram etmek veya şifa bulmanızda yardımcı olması için çeşitli aktarlardan hünnap çayını alabilirsiniz de.

Hünnap Çayı; hünnap çayı için hünnapın dışında bulunan yaprakların kurutulması gerekmektedir. Kurutulan hünnap yapraklarından çay elde edilir. Kurutularak hünnap çayının içilmesi ile birlikte boğaz ağrısını hafiflettiği ve boğaz ağrısına da iyi geldiği söylenmektedir. Demlemek için yapılacak aşamalar ise bir bardak kaynamış suya birkaç tane kurutulmuş hünnapı ekleyip yaklaşık 10 dakika beklenir. Bekledikten sonra bahsedilen karışım içilmek için hazırdır. 

Hünnap çayından verimli bir sonuç almak içinse her gün tüketilmesi gerekir.

Hünnap reçeli; bazı bölgelerde reçel olarak tüketilmektedir. Hünnap reçeli yapılışı; hünnap meyvelerini yıkayın ve küçük küçük doğrayın. Doğradığınız meyveleri reçeli kaynatacağınız tencereye alın ve üzerine toz şekeri dökerek sulanmasını bekleyin. Toz şeker kullanmıyorsanız bal ya da keçiboynuzu özü ile de tatlandırabilirsiniz. Sulanan meyvelerin üzerine suyu ekleyerek orta ateşte kıvamı koyulaşıncaya kadar karıştırarak kaynatın. Ocaktan almadan 2-3 dakika önce limonu sıkın. Reçel istediğiniz kıvama gelince ocaktan alın. Sıcakken kavanozlara dökün ve soğuyunca kapağını sıkıca kapatın.

HÜNNAP MEYVESİNİN YAN ETKİLERİ NELERDİR?

Fazla tüketilmesinde çeşitli rahatsızlıklara neden olan hünnap;

  • İçerisinde bulunan karbonhidrat seviyesi sayesinde insan vücudundaki kan şeker seviyesinde değişimlere sebep olabilir. 
  • Hünnapı gereğinden fazla yendiği durumlarda ise gaz ve şişkinliğe sebebiyet vermektedir. 
  • Hünnapın hamilelik döneminde tüketmeden önce kadın ve doğum uzmanına danışılması önerilmektedir. 
  • Bünye olarak zayıf olan insanların hünnapı tüketmesi durumunda da alerjik reaksiyonlara sebebiyet verebilmesi uzmanlar tarafından söylenmektedir.
  • Antidepresan alan hastaların hünnapı tükettiği zaman ilaçla tepkimeye gireceğinden ötürü önerilen bir meyve türü olarak kabul edilmez. 
  • Diyet yapan insanların kilo vermeye çalışırken sağlığından olmamaları için hünnapı diyet listesine eklemeden önce danışmanlarına danışmaları gerekir. 
  • Aşırı tüketildiğinde vücutta ishal olmasına yol açtığı da görülen hünnapın yan etkileri arasında kan akımının hızlanması da yer alır. Dolayısıyla da vücutta kanın hızlanması durumundan dolayı ciltte kuruluk, el ve ayak tırnaklarında kırılganlaşma ve benzeri hastalıkları da beraberinde getirmesine sebebiyet verir.

Kıpkırmızı rengi ve enfes tadıyla salataları, yemekleri renklendirip tatlandıran domates, güçlü bir antioksidan kaynağı. İşte domatesin sağlığa kattığı faydalar…

Domatesin kalorisi de düşük

Domates yaz aylarında yemekleri lezzetlendirip kahvaltıları renklendirir. Salataların da vazgeçilmez malzemesi olan domates, bir meyve olsa da pek çok kişi tarafından sebze kabul edilir. Ortalama bir domates, yaklaşık 22 kalori olup 5 gram karbonhidrat, 3 gram şeker, 1,5 gram lif içerir. Düşük kalori ve karbonhidrata sahip domates, besin değerleri açısından da zengindir.

1. Vitamin zengini

Bir domates ile günlük C vitamini ihtiyacınızın yüzde 40’ını karşılayabilirsiniz. A vitamini deposu da olan domates, bağışıklığınızı ve cilt sağlığınızı korumaya yardımcıdır. K vitamin ile kemiklerinize, potasyum ile kalp sağlığınıza destek olur. Ayrıca kas kasılmalarına karşı olup kan basıncınızın düzenlenmesinde önemli rol oynar.

2. Kalbinize ‘kırmızı güç’

Domatese kırmızı rengini veren likopen adlı antioksidandır. Araştırmalar, likopen takviyesi yerine domatesin kendisini tüketmenin daha faydalı olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca diyabet, kalp hastalıkları ve krizi riskini düşürmeye yardımcı olur.

3. Keskin gözler için

Likopen gözleriniz için de faydalıdır. Araştırmalar, lutein ve beta karoten de içeren domatesin katarakt ve sarı nokta gibi hastalıklara karşı gözleri koruduğunu gösteriyor.

4. Kabızlığa yatkınsanız…

Domatesin su ve liften oluştuğu için hazımsızlığa karşı yardımcı olduğunu biliyor musunuz? Yüzde 90’ı su olan bu meyve 1,5 gram lif içerir. Kabızlık sorunu olanların beslenmelerinde yer vermesi destek olabilir. Ancak bazı kişiler için pişmiş domates asidik yapısı nedeniyle reflü veya hazımsızlığı tetikleyebilir.

5. Diyabet kontrolü

‘Kırmızı güç’, tip 2 diyabete karşı koruyucu bir besindir. Ayrıca diyabeti olanlar için daha büyük risk anlamına gelen kalp krizi ve felç riskine karşı da tüketilmesi önemlidir.

6. Cilt yaşlanmasına engel

Bir araştırmaya göre, domates ve zeytinyağının birlikte tüketilmesi güneşin zararlarından korurken cildin yapısını sağlam ve genç kalmasını sağlayan kolajen üretimini artırıyor. Bilim insanları, domatesteki likopenin anahtar antioksidan olduğunu düşünüyor. Pişmiş domates zeytinyağıyla birleşirse sindirim sisteminden kan dolaşımına kadar yüksek bir etkiye sahip.

7. Likopen kansere de karşı

Araştırmalar, yine likopenin kansere düşman olduğunu gösteriyor. Prostat, yumurtalık, akciğer ve mide kanseri için koruyucu bir etki gösterdiği belirtiliyor.

Domatesin faydaları saymakla bitmez. Peki bu ‘kırmızı fayda’ nasıl tüketilebilir? Hem kuru hem tazesini kullanabileceğinizi domatesi salatalarınıza, omletlerinize ekleyebilirsiniz. Izgara yemeklerinizi de domatesle lezzetlendirebilirsiniz. Domatesle çeşitli soslar yapabilirsiniz. Ancak salça tüketmek isterseniz tuz miktarına dikkat etmelisiniz.

ACIBADEM HAYAT

Mineraller
Sodyum 100 mg
Potasyum 115 mg
Kalsiyum 43 mg
Magnezyum 15 mg
Fosfat 70 mg
Demir 0,7 mg
Çinko 0,4 mg
Vitaminler
Beta-karoten 15 µg
E vitamini 0,5 mg
B1 Vitamini 0.04 mg
B2 vitamini 0.07 mg
B6 Vitamini 0.20 mg
Folik asit 75 µg
C vitamini 8 mg

Kerevizin aktif bileşenleri arasında karakteristik kokusunu belirleyen uçucu yağlar, flavonoidler ve alkaloidler gibi antioksidanlar da bulunur. İçerdiği antioksidanların etkinliği 5 ile 7 gün sonra azaldığından, kereviz her zaman taze olarak tüketilmelidir.

Kereviz kalp ve damar sağlığına katkı sağlamaktadır. Kereviz antioksidan ve antiinflamatuar özellikleriyle damarlar üzerinde koruyucu etkiye sahiptir. Kereviz, damarların düz kasları üzerinde rahatlatıcı bir etki yaparak kardiyovasküler sistemi destekleyen ikincil bir bitki maddesi olan ftalid içerir. Bu, kan damarlarının genişlemesine ve kan basıncının düşmesine neden olur. Ftalid maddesinin kolesterolü düşürücü etkisi de bulunmaktadır. Kerevizdeki polisakkaritler kardiyovasküler sistemdeki iltihaplanma riskini de azaltabilmektedir. Kereviz bağışıklık sistemini güçlendirir ve iltihabı önler. Kereviz zengin bir antioksidan kaynağıdır. Antioksidan vitaminlere (örneğin C vitamini ve beta-karoten) ek olarak kereviz, önemli miktarda polifenol de içermektedir. Bunlar güçlü antioksidan etkilere sahip ikincil bitki maddeleridir. Bu özelliklerle kereviz, bağışıklık sistemi için faydalıdır ve iltihap karşıtı bir besindir. Soğuk algınlığı durumunda, anti-inflamatuar bileşenler bağışıklık sistemini destekleyebilir. Zencefil gibi kereviz de soğuk algınlığına karşı kullanılabilir.

Gut hastalığı ve romatizmaya iyi gelir. Özellikle dikkat çekici olan, kerevizin en önemli tıbbi etkilerinden biri olan idrar söktürücü etkisinden sorumlu olan yüksek potasyum içeriğidir. Kereviz bu özelliğiyle vücuttan ödem atılmasına da yardımcı olur. Özellikle gut ve romatizma hastalıklarında vücut, ürik asit gibi atık ürünleri daha zayıf bir şekilde parçalar. Potasyum bu süreci destekler ve böylece ürik asit kristallerinin vücutta zararlı birikimini önler. Kereviz kansere karşı etkilidir. Kereviz, açık sarı bir bitki pigmenti olan apigenin bakımından yüksek bir içeriğe sahiptir. Apigenin ve luteolin maddeleri kerevizin kanser önleyici bileşenleridir. Yapılan çalışmalar apigeninin çok sayıda kanser hücresinin (özellikle meme, bağırsak ve akciğerlerin) çoğalmasını durdurabildiğini ve iltihabın yayılmasını azalttığını göstermiştir.

Kereviz mideyi korur. Kerevizin içerdiği antioksidanlar mide sağlığını da desteklemektedir. Kerevizin antioksidan bileşenleri mide ve sindirim problemlerini azaltabilir. Kereviz, mide ekşimesini azaltabilir ve mide ülserlerini önleyebilir. Kereviz metabolizmayı uyarır. Kereviz, vücudun alkali dengesini düzenleyerek asidik gıdaların aşırı tüketilmesinden kaynaklanabilecek sorunları engeller. Kerevizdeki yüksek su içeriği, çözünmeyen lif ile birlikte bağırsak hareketlerini kolaylaştırır.

Beyin sağlığını destekler. Kereviz, birçok yararlı antioksidan, magnezyum, kalsiyum ve potasyum gibi temel mineralleri içerir ve bu nedenle beyin ve sinir sisteminin normal çalışmasına katkıda bulunur. Kereviz ‘iyi’ tuzlar içerir. Kereviz de bulunan sodyum sofra tuzunda bulunan sodyumdan farklıdır. Kerevizin içeriğindeki sodyum organik, doğal ve sağlık için gereklidir. Tuza duyarlı kişiler kontrollü bir şekilde kereviz tüketebilirler.

Kereviz neye iyi gelir?        

  • Ödem atılmasına yardımcı olur ve idrar söktürücü özelliği bulunur.
  • Kolesterolü düşürür.
  • Lif açısından zengindir, kabızlığa karşı faydalıdır.
  • Sindirime yardımcı olur, mide asidini dengeler.
  • Yüksek tansiyonu düşürür, damar sağlığını korur.
  • İdrar ve mesane problemleri durumunda iltihabı azaltır.
  • Beyin için koruyucu bir etkiye sahiptir.

MEMORIAL

Havuç Nelere İyi Gelir?

Havuç, yemeklerde en sık kullandığımız kök sebzelerden biridir. Rengiyle salataları renklendiren, tadıyla yemekleri lezzetlendirir. Havuç ayrıca çocukluğumuzdan beri hep “Gözlerin için havuç yemelisin” sözüyle büyüdüğümüz bir sebze. Peki göz sağlığı için havucun faydalı olduğu gerçeği ne kadar doğru? Havucun vitamin, mineral ve antioksidanlarla sayısız faydası olduğu kanıtlandı. Apiaceae ailesinden gelen bu kök sebze, hem çiğ hem de pişmiş şekilde sıklıkla tüketilir. Bazı bölgelerde bitki kısmı bile salatalarda yenir. Bu çok yönlü sebzenin faydalarına geçmeden önce besin değerlerinden bahsedelim.

Havuçta Hangi Vitaminler Bulunur?

Havuç özellikle karoten bileşiği ile A vitamini takviyesi için önemli kabul edilir. Karoten, A vitaminin öncüsüdür. Havuçtaki karotenlerin çoğunluğu beta-karotendir. C vitamini, K vitamini ve E vitamini de barındırır. Havucun faydaları lutein, zeaksantin gibi bileşiklerden de gelir. 80 gram çiğ havuç şunları içerir:
27 kalori
0.4 gr protein
0.3 gr yağ
6.2 gr karbonhidrat
3.1 gr lif
142 mg potasyum
2 mg C vitamini
Havucun Faydaları Nelerdir?

Havucun faydaları ile ilgili mutlaka pek çok bilgiyi duymuşsunuzdur. Havucun cilde faydaları ya da havucun beyne faydaları konusuna geçmeden havucun göze faydaları konusundan başlayalım. Havucun sağlığa faydaları şöyle özetlenebilir:

Göz Sağlığı: Havucun en çok bilinen faydası göz sağlığına katkısıdır. Turuncu rengini beta-karoten içeriğinden alan bu sebze, kornea sağlığınızı geliştirerek yaşa bağlı gelişen sarı nokta hastalığının önlenmesinde önemli bir rol oynar. Lutein ve zeaksantin antioksidanları retina ve merceği koruyarak göz sağlığınızı iyileştirir. Turuncu havucun faydaları sadece bununla sınırlı değildir. A vitamini eksikliği sonucu gelişen kseroftalmiye karşı da bir tedbir olabilen havuç bu sayede gece körlüğü, görme kaybı gibi risklerine karşı destektir. Özellikle A vitamini eksikliği çocuklarda körlüğün temel nedenlerinden biridir.

Bağışıklık Sistemi: Genellikle kış gelip virüsler yayıldığında bağışıklık sistemimizi hatırlarız. A vitamini bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemlidir. Çünkü A vitamini, bağışıklığa yardımcı beyaz kan hücreleri olan T hücrelerini destekler. A vitamini, mikroplara karşı bir bariyer görevi gören mukoza zarlarının oluşmasında etkilidir. Bağışıklık deyince akla hemen C vitamini gelir. C vitamini hem bağışıklık sistemini kuvvetlendirir hem de iyileşmeyi hızlandırır.

Cilt Sağlığı: Havucun cilde faydaları yine beta-karoten özelliğinden gelir. Beta-karoten cildi UV radyasyonunun verdiği zarardan korumaya çalışır. Akne, dermatit ve döküntülü cilt hastalıklarında tedaviye yardımcı bir roldedir. Karoten içeriği sayesinde ciltteki yara ve lekelerin iyileşmesine yardımcı olur. Retinol, biotin ve likopen karotenleri havucu cilt bakımından sağlıklı bir sebze yapar.

Beyin Sağlığı: Havuçta bulunan luteolin beyin sağlığını korumak için önemlidir. Havuç hafızanızı güçlü tutarken bilişsel gerilmeyi önlemeye yardımcı olur.

Kalp Sağlığı: Kalp sağlığını korumada sebze ağırlıklı beslenmenin ne kadar önemli olduğunu bilmeyen yoktur. Sarı-kırmızı-turuncu sebzelerin kalp hastalıklarıyla savaşmadaki gücü kanıtlanmıştır. Kardiyovasküler hastalıklar ve hipertansiyona karşı koruyucu bir rol üstlenen havuç, kolesterolü düşürmede de etkili olabilir. Havuçta bulunan potasyum, vücuttaki fazla sodyumun atılmasını sağlar.

Sindirim Sistemi: Havucun prebiyotik bir rolü olduğu ve bu sayede de bağırsaklardaki yararlı bakterileri beslediği bilinmektedir. Diyet lifi ve karotenleri bol bir sebze olarak havuç, kısa ve uzun vadeli sindirim sağlığı açısından önemlidir. Kolorektal kanserlere karşı koruyan lifler, bağırsakların düzenli çalışmasını sağlayarak bağırsak sağlığınızı geliştirir. Çiğ havucun faydaları bu noktada fazla görülür. Çünkü pişmiş havuç, az miktarda da olsa çiğ havuca göre lif kaybeder.

Kan Şekeri: Havuç diğer sebzelere göre yüksek şeker içeriği ile bilinir. Ancak havuç aynı zamanda anti-diyabetiktir. Patates, ekmeğe göre daha düşük glisemik indeksli olan havuç, sağlıklı bir atıştırmalık olarak tercih edilebilir. Hatta çiğ havuç veya az pişmiş havuç, pişmiş havuca göre daha düşük indekslidir. Diyet lifi havucu düşük glisemik indeksli bir sebze yapar. Kan şekerinin düzenlenmesi için önemlidir. Ayrıca tip 2 diyabete karşı yüksek lifli beslenmek iyi bir önlemdir.

Kilo Kontrolü: Havuç gibi kalorisi düşük, lifi ve su oranı yüksek sebzeler, doygunluk hissi vermekte son derece başarılıdır. Havucun yapısı, lifi ve suyu sayesinde çabuk doyduğunuzu düşünürsünüz.

İnflamasyon: Turuncu havuç en yaygın olarak tüketilen havuç türüdür. Ancak kırmızı, sarı, beyaz, siyah veya kara, mor havuç da mevcuttur. Renklerine göre havucun faydaları da değişkenlik gösterir. Mor havucun faydaları içeriğindeki antosiyanin bileşiği sayesinde öne çıkar. Antosiyanin, antioksidan gibi çalışan bir karotenoiddir. Bu bileşik, serbest radikallerle savaşırken iltihaplanmayı da engeller. Özellikle Alzheimer, artrit ve kalp sağlığı ile ilgili kronik hastalıklarda inflamasyonla mücadele önemlidir. Siyah havucun faydaları fenolik bileşikler sayesinde dikkat çekerken, turuncu havucun faydaları alfa ve beta-karoten bileşiklerinden gelir. Kırmızı havucun faydaları ise likopen zenginliğindendir.

Kanser Karşıtı: Antioksidan zengini havuç, serbest radikallerle savaşmada etkili kabul edilir. Serbest radikallerin vücutta uzun vadede kanser ve kardiyovasküler hastalıklar gibi sağlık sorunlarına götüren oksidatif strese yol açtığı bilinir. Havuç gibi antioksidan sebze ve meyvelere beslenmenizde yer verirseniz sağlığınıza büyük bir yatırım yapmış olursunuz.

Hamilelik: Gebelikte havucun faydaları dikkat çeker. Çünkü havuç, güçlü beta-karoten ve vitaminler içerir. Kalsiyum açısından da hamilelerin havuç tüketmesi önemlidir. Hem anne adayının hem de bebeğin bağışıklığı için havuç tercih edilebilecek bir besindir. Hamilelikte havucun faydaları daha çok havuç suyu ile birlikte anlatılır. Ancak her zaman havucun sadece suyu değil, kendisi tüketilmelidir. Hamilelikte çokça ihtiyaç duyulan A vitamininin bir kısmını havuçtan alabilirsiniz. Hem enfeksiyonlarla savaşmada hem de sütünüzün kalitesinin artmasında iyi olacaktır. Ayrıca gebelik diyabetine karşı da kan şekerinizin regüle edilmesinde ve diyabetin önlenmesinde havuçtan yararlanabilirsiniz. Havuçtaki fosfor da gebelikte yaşanan krampları önlemede kasların düzgün çalışmasına yardımcı olur. Yine hamilelikte sıklıkla yaşanan kabızlık şikayetlerinin de hafifletilmesi için lif zengini havucu tüketebilirsiniz.

Havuç Nasıl Tüketilebilir?

Havuç pişirildiğinde besin değerleri değişen bir sebzedir. Çiğ havuçta C vitamini fazlayken, pişmiş havuçta beta-karoten daha fazladır. Öte yandan havuçta bulunan A vitamini, yağda çözünen bir vitamin olduğu için hafif pişirilmeyle daha çok öne çıkar. Kilo vermeye çalışıyorsanız çiğ havucu tercih edin. Çünkü havuç piştiğinde su ve lif kaybına uğrayacaktır. Havucu ne ile birlikte pişireceğinize de dikkat edin. Patates gibi bir karbonhidrat ile pişirmeniz kilo vermeye çalışıyorsanız doğru bir tercih olmaz. Limonlu bir havuç salatası hem kilo verme hem de C vitamini açısından daha iyi bir tercih olacaktır. Havucu pişirmek istiyorsanız da kızartmak veya kaynatmak yerine buharda pişirmeyi tercih edin. Bu sayede vitamin ve minerallerini daha çok korumuş olursunuz. Havucu tüketmenin en sağlıklı yolu çiğ ve buharda pişirmedir.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız.

Diyetisyen Eda Honca

ACIBADEM HAYAT

Elmanın besin değerleri nelerdir?

100 gram ağırlığındaki bir elmanın yaklaşık %85’i sudur. Ortalama 11.6 gr karbonhidrat içerir. Karbonhidratlar vücudun ana enerji bileşenidir. Elmanın glisemik indeksi, protein ve yağ içeriği düşüktür. Elma, lifli bir yapısı olması nedeni ile bağırsak tembelliğine iyi gelen, bununla beraber kolesterol ve karbonhidratların emilimini düzenlemeye yardımcı çözünür bir lif olan pektin içeriği en yüksek meyvelerden biridir. Elmada C, A, K, B6 ve E vitaminleri bulunur. C vitamini besinler yoluyla sağlanmalıdır. Yorgunluğu azaltmaya yardımcı olur, sinir sisteminin düzgün çalışması ve bağışıklık savunması için gereklidir, demir emilimini artırır. İçerisinde bulunan polifenoller sayesinde antioksidan özelliklere sahiptir. Elmadaki vitaminden en iyi şekilde yararlanmak için elma çiğ olarak, kabuklu veya kabuğu soyulduktan hemen sonra tüketilmeli çünkü C vitamini havadaki ısı ve oksijenin etkisine karşı hassastır. Elma; potasyum, fosfor, kalsiyum, çinko, demir gibi mineraller içermektedir. Potasyum, normal kan basıncını ve kas fonksiyonunu korumaya yardımcı olan bir mineraldir.

Elma, enerji metabolizmasına katkıda bulunur ve hücreleri oksidatif strese karşı korur.

Elmanın sağlığa faydaları hakkına birçok araştırma bulunmaktadır. Zengin su içeriğinin yanı sıra birçok vitamin ve mineral içermektedir. Elmanın sağlığa faydaları; lifli yapısı (pektin) ve antioksidanlar (polifenoller, C vitamini) ile bağlantılıdır. Başta C, A, K, E ve B vitaminleri açısından zengin olan elma içerdiği mineraller ve eser elementlerle hem enerji verir hem de hücre koruyucudur. Zengin su içeriği ile vücudun düzgün çalışması için gerekli olan hidrasyonu sağlar. Elmanın zengin lif ve antioksidan bileşenleri kolesterol düşürücü etkileriyle kalp ve damar hastalıklarına karşı koruma sağlamakta, diyabet ve obezite oluşumunun önlenmesinde yardımcı olmaktadır. Özellikle meyve ve sebzelerden oluşan lif açısından zengin bir beslenme birçok kronik hastalık riskinin azalmasına katkıda bulunur.
Elma çözünen ve çözünmeyen lif bakımında zengin bir içeriğine sahip olduğu için tok tutar, iştahı keser, bağırsakları çalıştırır, bağırsak sağlığını destekler ve kabızlığı önler. Bağırsak sağlığını koruması bağışıklık sistemini de desteklemektedir.

Antioksidanlar serbest radikallerin zararlı etkileriyle mücadele etme özelliğine sahiptir. Serbest radikaller hücrelerin erken yaşlanmasına neden olurlar. Tütün veya alkol tüketimi, güneşe maruz kalma, kirlilik vb. durumlarında serbest radikallerin üretimi artar. Serbest radikallerin etkilerine karşı koymak için yeterli miktarda antioksidan tüketmek sağlıklı bir yaşam için gereklidir.

Elmanın antioksidanlar ve özellikle polifenollerdeki zenginliği, cilt dahil olmak üzere hücresel yaşlanmayı hızlandıran serbest radikallere karşı savaşarak elmayı yaşlanma karşıtı bir besin haline getirir.

Elma polifenollerinin, özellikle kuersetin gibi flavonoidleri, çeşitli kanser ve metastaz türlerinin riskini azaltma potansiyeline sahiptir. Karaciğer,  akciğer ve kolon kanserine yakalanma riskini azaltır. Kuersetinin, antiviral ve antienflamatuar özellikleri de bulunmaktadır.

Elmayı ısırarak yemek ağız ve diş sağlığı için faydalıdır. Çiğneme periodontal hastalıklara karşı koruma sağlar.

Elmanın cilde faydaları nelerdir?

Elma içeriğindeki C, A ve E vitaminleri, antioksidanlar, özellikle polifenoller ile ciltte yaşlanma karşıtı ve nemlendirici etkileri bulunmaktadır. Bu bileşenler cildi, saçları ve tırnakları daha sağlıklı ve güçlü yapmaktadır. Elma sirkesi de yine cilde temizler ve parlaklık vermektedir. Elma sirkesi cilde direkt uygulanmamalıdır. Hassas ciltlerde kızarıklık ve tahrişe neden olabilmektedir. Bitkisel bile olsa bir uzmana danışmadan cilde uygulamamak gerekmektedir.

Günlük kaç porsiyon elma tüketilmeli?

Ergenler ve yetişkinler için 100 ila 150 g elma tüketilmesi önerilmektedir. Elma suyu veya komposto ile karşılaştırıldığında, bütün elma en iyi tokluğu sağlayan formdur. Glisemik indeksi düşük olsa da meyve şekeri içermektedir bu sebeple diyabet hastalarının elmayı ölçülü bir şekilde tüketmesi gerekmektedir.

Elma nasıl muhafaza edilmeli?

Serin ve karanlık oda ısısında 7-8 gün, buzdolabında 4 ila 6 hafta muhafaza edilebilir. Elma kesildiğinde ya da soyulduğunda havayla temas ettiği için kararan bir meyvedir. Yarım elma yenmek istendiğinde kalan yarısına limon sıkılıp streç film ile kaplanarak muhafaza edilebilir.

MEMORIAL

Üzüm binlerce yıldır yetiştirilen ve pek çok uygarlıkta özel bir yeri olan lezzetli ve çok faydalı bir meyvedir. Yeşil, kırmızı, siyah, sarı, pembe, çekirdekli, çekirdeksiz çeşitleri vardır. Harika bir lif, potasyum, vitamin ve mineral kaynağıdır. Özellikle içerdiği antioksidanlardan biri olan resveratrol, kanser, kalp hastalığı, diyabet gibi kronik hastalıklara karşı koruyucudur. Ayrıca hafızayı geliştirici özelliği vardır. Üzüm bunun dışında kan şekerini dengeler, göz sağlığını destekler, kabızlığa karşı korur, içerdiği minerallerle kemikleri güçlendirir. Çoğunlukla siyah üzümden elde edilen suyu, üzümde bulunan pek çok besini içerir. Kalp sağlığını destekler, kronik hastalıklara karşı koruyucudur. Hem üzümü hem de suyunu, içerdiği yüksek oranda şeker ve kalori nedeniyle dengeli tüketmek son derece önemlidir.

Bir fincan (yaklaşık 150 gram) kırmızı veya yeşil üzümde aşağıdaki besinler bulunur:

Kalori: 104
Karbonhidrat: 24 g (gram)
Protein: 1.09 g
Yağ: 0.24 g
Lif: 1.4 g
Su: 121 g
C vitamini: 4.8 mg (Günlük ihtiyacın %27’si)

K vitamini: 22 mikrogram (mcg) (Günlük ihtiyacın %28’i)
Potasyum: 288 mg (Günlük ihtiyacın %8’i)
Kalsiyum: 15 mg
Demir: 0.54 mg
Bakır: Günlük ihtiyacın %10’u
Manganez: Günlük ihtiyacın %5’i
Fosfor: 30 mg
Üzümde ayrıca A ve B vitamini yanında lutein ve zeokanthin gibi antioksidanlar da vardır. Siyah üzümün kabuğu, bazı kronik hastalıklara karşı koruyucu olduğu bilinen bir fitokimyasal olan resveratrol içerir.

Ayrıca üzümde, vücutta zararlı serbest radikal oluşumunu engelleyen flavonoidler; mirisetin ve kuersetin de vardır.

Zengin antioksidan kaynağıdır

Antioksidanlar, oksidatif strese neden olan ve hücrelere zarar veren serbest radikalleri engelleyebilen bitki bileşikleridir. Oksidatif stres, diyabet, kanser ve kalp hastalığı gibi bazı kronik hastalıklara neden olabilirler. Üzüm içerdiği 1.600’den fazla faydalı bitki bileşiği ile son derece zengin bir antioksidan kaynağıdır. En yüksek antioksidan konsantrasyonu ise meyvenin kabuğu ve çekirdeklerindedir. Ayrıca siyah üzümde meyveye kırmızı rengini veren antosiyaninler nedeniyle üzümün diğer türlerinden daha fazla antioksidan vardır.

Üzüm kansere karşı koruyucudur
Yapılan araştırmalar, üzümün içerdiği antioksidanlardan biri olan resveratrolün enflamasyonu azaltarak kanser hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını engelleyebildiğini ve özellikle kolon ve meme kanserine karşı koruyabileceğini göstermektedir. Resveratrol siyah üzümün kabuğunda ve kırmızı şarapta yoğundur. Ancak kırmızı şarabı dengeli tüketmek gerekir, fazla tüketmek tam tersi bir etkiyle, kanser riskinde artışa neden olur. Ayrıca resveratrol’a ek olarak, üzümdeki antosiyaninlerden kuersetin ve kateşinler de kansere karşı koruyucu etkilere sahiptir.

Üzüm kalp sağlığını destekler
İyi bir potasyum kaynağı olan üzümün bir fincanı (yaklaşık 150 gram) 288 mg potasyum içerir, bu da günlük ihtiyacın %6’sını karşılar. Bu mineral, sağlıklı kan basıncı seviyelerinin korunması için gereklidir. Potasyum eksikliği, yüksek tansiyon, kalp hastalığı ve felç riskinde artışa neden olur. Ayrıca siyah üzümde bulunan kuersetin ve resveratrol, kandaki kötü kolesterolü (LDL) düşürerek kardiyovasküler hastalık riskini azaltmaya yardımcı olur.

Kan şekerini dengeler ve diyabete karşı korur. Üzümde bolca şeker bulunsa bile glisemik indeksi düşüktür (53 GI). Bu da kan şekerini çabuk yükseltmediği anlamına gelir. Ayrıca, üzümde bulunan bileşikler kan şekeri seviyesini düşürür. Örneğin resveratrol insülin duyarlılığını arttırarak vücudun glikozu kullanma becerisini arttırır ve kan şekeri seviyesini düşürür. Bunların yanında araştırmalar siyah üzüme rengini veren polifenollerin tip 2 diyabetin önlenmesine yardımcı olabildiğini göstermektedir.

Göz sağlığı için önemlidir
Üzümdeki lutein ve zeaksanthin, göz sağlığının korunmasında önemli antioksidanlardır. Bu antioksidanlar, serbest radikal olarak bilinen kararsız molekülleri nötralize ederek retinaya zarar veren ya da katarakta neden olan oksidatif stresi önleyebilirler. Ayrıca araştırmalar resveratrol’ün yaşa bağlı maküler dejenerasyon, glokom, katarakt ve diğer pek çok göz sorununa karşı koruyucu olabileceğini göstermektedir.

Hafızayı destekler

111 yaşlı yetişkinle yapılan 12 haftalık bir çalışma günde 250 mg üzüm takviyesi almanın dikkat, bellek ve dil becerilerinde önemli ölçüde artış sağladığını göstermiştir. Ayrıca günde 1 bardak üzüm suyu hafıza becerilerini arttırabilir. Sıçanlarla yapılan 4 haftalık bir çalışmada ise resveratrol’ün beyinde büyüme ve kan akışında artış sağladığı, ayrıca öğrenme, hafıza ve ruh halini iyileştirdiği gözlenmiştir.

Üzümün cilde faydaları
Üzümün çekirdekleri E vitamini bakımından zengindir. E vitamini cildi besler ve nemlendirir. Saç derisine kan akışını arttırarak saç dökülmesini engeller. Ayrıca üzümün içerdiği resveratrol, benzoil peroksit ile topikal olarak akne tedavisinde kullanılmaktadır.

Üzümün diğer faydaları

  • Kalsiyum, magnezyum, potasyum, fosfor, manganez ve K vitamini gibi kemik sağlığı için önemli mineraller içerir.
  • Üzümdeki antioksidanlar, bakteriyel ve viral enfeksiyonlara karşı korunmaya yardımcı olur.
  • Resveratrol yaşlanmayı geciktirip ve ömrü uzatabilir.
  • Enflamasyonu azaltarak diyabet, artrit, otoimmün hastalıklar gibi kronik hastalıkları önler.
  • İçerdiği bol miktarda su ve lif ile kabızlığı önlemeye yardımcı olur.

Yaş üzüm neye iyi gelir?

İçerdiği antioksidanlarla diyabet, kanser, kalp hastalığı gibi kronik hastalıklara ya da glokom, katarakt gibi pek çok göz hastalığına karşı koruyucudur. Glisemik indeksi düşük olduğu için kan şekerini dengeler. Hafıza becerilerini arttırabilir. Ayrıca kemik sağlığını destekleyen önemli mineraller içerir.

Kara üzümün faydası nedir?

Kara üzüm, yeşil veya kırmızı üzüme göre çok daha fazla flavonoid içerir. Flavonoidler siyah üzüme rengini veren ve vücudu kronik hastalıklardan koruyabilen çok güçlü antioksidanlardır. Kalorisi düşüktür. İçerdiği C ve A vitamini ile bağışıklığı ve göz sağlığını destekler.

MEDİKAL AKADEMİ

Kaynaklar ve Referanslar:1-Antioxidants2-Resveratrol3-Lutein

Karpuzun faydaları

Taze meyve ve sebzeler, insan vücudunun ihtiyaç duyduğu birçok vitamin ve mineralin temel kaynakları arasında yer alır. Birçok taze meyve türü bahar ve yaz aylarında yetiştiğinden, kış aylarında mevsiminde yetişmiş meyvelere ulaşmak pek mümkün değildir. Bahar aylarının gelmesiyle birlikte birçok taze ve sağlıklı meyve türünü beslenme planınıza ekleyebilir, bir yandan enerji ve besin ögelerine olan gereksiniminizi karşılarken diğer yandan sağlık açısından pek çok fayda elde edebilirsiniz. Yaz aylarının en çok sevilen ve oldukça besleyici olan meyvelerinden bir tanesi de karpuzdur. Sıvı oranının yüksek olması sayesinde yaz aylarında ferahlamayı sağlarken aynı zamanda içerdiği antioksidan bileşenler yardımıyla sağlığı geliştirir ve birçok hastalık türüne karşı koruma sağlar. Tüm bu olumlu etkilerinden faydalanmak adına yaz aylarında beslenme düzeninize karpuzu ekleyebilirsiniz.

Kabakgiller ailesine ait, tek yıllık bir bitki olan karpuz, iri bir top şeklindeki meyvelerden oluşur. Tatlı ve sulu bir meyve olan karpuzun bir tanesinin kütlesi 1,5-2 kilogramdan 8-10 kilograma kadar değişebilir. Sürüngen gövdeye sahiptir ve gövdesi toprak üzerinde oldukça fazla yayılabilir. Geniş yaprakları ve kalın bir kabuğu olduğundan doğru iklimde yetiştirildiğinde dayanıklı olduğu söylenebilir. Ilıman iklimlerde yetişen karpuz, soğuğa karşı oldukça hassastır. Dünya geneline bakıldığında tüketimi ve üretimi oldukça fazla olan karpuz, domatesten sonra en fazla üretimi yapılan meyve türüdür. Su içeriği yaklaşık olarak %92 civarındadır. Kabakgiller familyasına ait besinlerin birçoğunda olduğu gibi karpuzun da su oranının oldukça yüksek olduğu söylenebilir. Bu ailede yer alan diğer bitkiler arasında kavun, salatalık gibi ürünler de yer alır. Ülkemizde birçok yerde üretilmesine karşın en fazla Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde üretimi yapılır. Özellikle Diyarbakır karpuzu, ülkemizde en çok tercih edilen iri ve tatlı karpuz türüdür. Bunların yanı sıra Bursa ve Tekirdağ’da yeni dünya karpuzu, gülle karpuzu, Tekirdağ karpuzu gibi farklı karpuz türleri de üretilerek ülke geneline dağıtılmaktadır.

Karpuzun besin değerleri nelerdir?

Karpuz, oldukça lezzetli olmasının yanı sıra besin değeri de yüksek olan meyvelerden bir tanesidir. Yüksek oranda su içermesi nedeniyle birim hacimde içerdiği enerji miktarı düşüktür. 100 gram karpuz, vücuda yaklaşık olarak 30 kilokalori enerji sağlar. Bir porsiyonu 200 gram kadar ve yaklaşık olarak bir ince dilimdir. Bu miktardaki karpuz 60 kilokalorilik standart bir meyve değişimine denk gelir. 100 gram karpuz 8 gram karbonhidrat, 0.6 gram protein, 0.2 gram yağ içerir. Vitamin ve mineral içeriği de oldukça yüksektir ve 100 gram karpuz günlük C vitamini gereksiniminin %14’ünü, A vitamini gereksiniminin %12’sini, potasyum mineraline olan gereksinimin %3’ünü, magnezyum gereksiniminin %2’sini ve B1, B5, B6 vitaminlerine olan gereksinimin %2’sini karşılar. Karotenoidler açısından oldukça zengindir. Özellikle likopen ve beta karoten adlı karotenoidler ile önemli bir aminoasit türü olan sitrülinin değerli bir kaynağı olduğundan sağlık açısından pek çok faydayı da beraberinde getirir.

Karpuzun faydaları nelerdir?

Vitamin ve mineraller ile antioksidan besin ögeleri açısından oldukça zengin olan karpuz, bu özelliği sayesinde sağlık açısından vücuda pek çok fayda sağlar. Bu faydaları elde etmek için karpuz tek başına etkili olmasa da, sağlıklı ve dengeli bir beslenme planına karpuzun eklenmesi ile birlikte tüm bu olumlu etkilerden yararlanmak mümkün olabilir. İşte karpuzun bilinen en önemli faydaları:

  • Kansere Karşı Savaşır

Karpuz, kırmızı renk pigmentini veren likopen adlı karotenoid türünü bol miktarda içeren besinlerden bir tanesidir. Likopen, A vitaminine dönüşemeyen bir karotenoid türüdür ve çok güçlü bir antioksidandır. Vücutta serbest radikalleri indirgeyici etki gösteren likopen, bu özelliği sayesinde oksidatif stresi düşürür, hücreleri kanserleşmeye karşı korur. Domates, karpuz, kuşburnu, pembe greyfurt gibi kırmızı renk içeren meyvelerde bulunan likopen, prostat kanseri başta olmak üzere birçok kanser türüne karşı koruma sağlar. Bunun yanı sıra mevcut kanser hastalarında ilerlemenin yavaşlatılması, vücut savunmasının güçlendirilmesi ve tedavinin desteklenmesine de olumlu etkiler sağladığı tespit edilmiştir. Bu faydaların en iyi şekilde elde edilebilmesi için diğer faydalı besin türlerini de uygun miktarlarda içeren sağlıklı ve dengeli bir beslenme planının uygulanması gerekir.

  • Kalp ve Damar Sağlığını Destekler

Karpuzdaki yüksek likopen içeriğinin bir diğer olumlu etkisi de kalp ve damar hastalıklarından korunmaya yardımcı olmasıdır. Önemli bir bitkisel bileşen olan likopen, arterlerin esnekliğinin korunması ve güçlendirilmesi üzerinde etkilere sahiptir. Bu özelliği sayesinde arterlerde aterom plaklarının oluşarak bunların tıkanmaya yol açmasını önler, damar sertliği gibi hastalıklara karşı koruma sağlar. Ek olarak hipertansiyonun da önlenmesine yardımcı olan likopen, kalp ve damar hastalıklarıyla savaşan bir fitonütriyenttir. Dünya genelinde en fazla ölüme neden olan hastalık grubunun kalp ve damar hastalıkları olduğu göz önünde bulundurulduğunda karpuz ve diğer likopen içeriği yüksek besin türlerinin düzenli olarak tüketilmesinin oldukça faydalı olduğu görülmektedir.

  • Sporcular İçin Çok Değerli Bir Besindir

Karpuz, egzersiz öncesinde tüketim için oldukça uygun bir meyvedir. Yüksek su oranı sayesinde spor aktiviteleri sırasında terlemeye bağlı olarak gelişebilen dehidratasyonu önlerken lif içeriğinin yüksek olmaması nedeniyle karında şişlik hissi oluşturmaz. Potasyum içeriğinin yüksek olması sayesinde egzersizler sırasında kas fonksiyonlarını güçlendirerek performansı arttırır. İçerdiği L-sitrulin adlı aminoasit sayesinde de antrenmanlar sırasında performansın desteklenmesine yardımcı olduğu bilinmektedir. Bunların yanı sıra karpuz, sporcularda antrenmanların ardından kasların toparlanma sürecini hızlandırır ve ağrı oluşumunu azaltır. İçerdiği aminoasitler, potasyum ve magnezyum gibi mineraller sayesinde kasların onarım sürecini hızlandırırken yüksek besin değeri sayesinde kaslardaki glikojen depolarının yeniden doldurulmasına yardımcı olur. Dolayısıyla spor aktiviteleri ile ilgilenenler için karpuzun mükemmel bir doğal besin kaynağı olduğu söylenebilir.

  • Cilt Sağlığını Geliştirir

Gün içerisinde tüketilen besinlerin bileşiminde yer alan su, toplam su ihtiyacının yaklaşık olarak %20’sini karşılar. Ek olarak su oranı yüksek olan karpuz gibi bir besinin tüketimi, günlük en az iki litre su tüketimi ile de desteklendiğinde vücudun nem dengesinin korunmasında oldukça etkilidir. Cildin düzenli olarak yenilenmesi, cilt sağlığının korunarak cilt kusurlarının önlenmesi için derinin ideal nem oranını korunması çok önemlidir. Karpuzun içerdiği yüksek orandaki su, bu nem oranının sağlanmasını desteklerken karpuzdaki yüksek vitamin ve mineral içeriği de cildin güzelleştirilmesi, kuruluk ve egzama gibi sorunların önlenmesi üzerinde etkilidir.

  • Dehidratasyonu Önler

Sıvı tüketiminin yetersiz olması, dünya üzerinde oldukça yaygın olarak görülen bir sorundur. Bununla birlikte çeşitli ilaçların kullanımı, aşırı çay ve kahve tüketimi, ishal gibi su atılımını arttıran sağlık sorunları halinde su tüketimi de yetersiz olduğunda dehidratasyon sorunu ortaya çıkabilir. Dehidratasyon, ileri durumlarda yaşamı tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilen ciddi bir akut tablodur. Bunun önlenebilmesi için günlük sıvı gereksinimi tam olarak karşılanmalıdır. En az 2 litre su tüketimi sağlanmalı, diüretik etki göstererek vücuttan su atılımı sağlayan çay ve kahve gibi içecekler bu miktara dahil edilmemelidir. Su tüketimine ek olarak karpuz gibi %92 oranında su içeren bir besinin tüketimi de dehidratasyonun önlenmesi açısından önemlidir. Mide bulantısı, kusma gibi durumlarda su tüketilebilirliğinin azalması halinde de karpuz, salatalık, kavun gibi besinler dehidratasyonun önlenmesi açısından oldukça etkilidir.

Eğer siz de sağlığınıza önem veriyorsanız yeterli ve dengeli bir beslenme düzeni oluşturmaya özen göstermelisiniz. Karpuz tüketmenize engel bir sağlık sorununuz yok ise yaz aylarında karpuzu da ölçülü olarak tüketerek sağlığınızı geliştirebilir, birçok hastalığa karşı koruma sağlayabilirsiniz.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

Greyfurtun Faydaları Nelerdir?

C vitamini yüksek meyve olan greyfurt, ekşi tadıyla tüketimi yüksek bir meyve değildir. Ancak greyfurtun faydaları çoktur.
Greyfurt Faydaları

Greyfurt pek çoğumuzun ekşi tadı nedeniyle kaçmasına neden olan yarı tropik bir meyvedir. Aslında acı-tatlıdan ekşiye kadar farklı lezzette çeşitleri olan bir narenciyedir. Amerika’ya ait tek narenciye meyvesi greyfurtun ABD’de 20 çeşidi yetişir. Türkiye’de portakal ve mandalinaya göre tüketimi daha düşük olan bu meyvenin dünyada kahvaltılarda tüketilmesi gibi bir alışkanlık vardır. Türkiye’de genellikle greyfurt, suyu sıkılarak tüketilir. Vitamin ve mineral deposu bu meyveyi biraz daha tanıyalım…

Greyfurt Besin Değeri

Narenciye meyvelerinden en ekşisi kabul edilen greyfurt, kalorisi düşük olmasına rağmen besin değerleri yüksek bir meyvedir. Greyfurtun ‘süper besin’ olarak nitelendirilmesinin sebebi zengin C vitamini içeriğine sahip olmasından kaynaklanır. Greyfurt ayrıca A vitamini, kalsiyum ve demir içeriğiyle de dikkat çeker. Orta boy yarım bir greyfurt şu besin değerlerini içerir:

  • Kalori: 41
  • Yağ: 0 gram
  • Kolesterol: 0 miligram
  • Sodyum: 0 miligram
  • Karbonhidrat: 10 gram
  • Lif: 1 gram
  • Şeker: 9 gram
  • Protein: 1 gram

Greyfurtun Faydaları Nelerdir?

Greyfurt, ilk olarak 18’inci yüzyılda pomelo ve portakalın melezlenmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Üzüme benzer şekilde salkımlar halinde yetiştiğinden ismi, İngilizce “grape” (üzüm) ve “fruit” (meyve) kelimesinden türetilmiştir. Cilt sağlığını ve kiloyu korumaya yardımcı olan greyfurtun faydaları şöyle sıralanabilir:

Kan Şekerini Dengeleyebilir

Greyfurt, glisemik indeksi düşük bir meyve olarak kan şekeri seviyelerinde olumsuz bir etki yaratmaz. Araştırmalar, greyfurtun tip 2 diyabet üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu gösteriyor. Uzmanlar, greyfurtu acı yapsa da naringin bileşeninin, ‘tip 2 diyabetli kişilerde glikoz intoleransını iyileştirmek için kullanılan bir inhibitöre benzer özelliklere sahip olduğunu’ söyler.

Kilo Korumaya Yardımcı

Greyfurtun kilo verdirme özelliği ne kadar çok konuşulsa da bu, kanıtlanmış bir iddia değildir. Bu renkli meyve, uzun süre tok kalmayı sağlarken kilo korumada yardımcı bir kuvvettir. Yüksek tansiyon, obezite ve yüksek lipid (yağ) seviyeleri arasında bir ilişki vardır. Greyfurt, kan basıncını ve kandaki lipid seviyelerini iyileştirmeye yardım eder. Bu nedenle greyfurtun kilo koruma ve obezitenin önlenmesi için uzun vadeli faydalarından söz etmek doğru olabilir.

Felç Riskine Karşı

Amerikan Kalp Derneği’nin araştırmalarına göre, greyfurt, portakal gibi narenciyelerde bulunan flavonoidleri daha fazla tüketmek, kadınlarda iskemik felç riskini düşürmeyi destekler. Felç riskine karşı beslenmenizde narenciyeye yer açabilirsiniz.

Kalbi Böyle Koruyabilir

Greyfurtta bulunan lif, potasyum, likopen, C vitamini ve kolin birleşimi kalp sağlığına katkı sağlar. Amerikan Kalp Derneği, beslenmede yüksek potasyum alımını ve tuzun düşürülmesini teşvik eder. Bu da yüksek tansiyon ve onun yarattığı birtakım komplikasyonun önlenmesine yardımcı olur.

Zengin Antioksidan İçeriği

Greyfurt C vitamini gibi antioksidanlar bakımından zengin bir meyvedir. Antioksidanlar, serbest radikallerin yol açtığı kansere karşı koruyucu bir kalkan görevi görürler. Küçük boy bir greyfurt, 68.8 miligram (mg) C vitamini içerir. Yetişkinlerde günlük önerilen C vitamini miktarının kadınlarda 75 mg, erkeklerde 90 mg olduğu bilinir. Yine küçük bir greyfurtta bulunan 2270 mikrogram likopenin kanserden korunmaya destek olabileceği söylenir.

Sindirim Sistemini Düzenler

Greyfurt yüksek miktarda su ve lif içerir. 200 gram ağırlığındaki bir greyfurt, 182 gram su ve 2.2 gram lif içerir. Lif ve su, hem kabızlığı önlemede hem de sindirim sisteminin düzgün çalışmasında oldukça etkilidir. Yetişkinlerin yaş ve cinsiyete bağlı olarak günde 28-33.6 gram lif tüketmesi gerekir. Yüksek lif tüketimi, kolorektal kanser riskini de düşürmede yararlı olabilir.

Bağışıklık Destekçisi

A ve C vitamini bağışıklık sistemini güçlendirmede ana bir rol oynar. C vitamininin beslenme yoluyla alınması solunum ve diğer enfeksiyonların önlenmesinde ve tedavisinde destekleyicidir. İleri yaştaki kişiler, kronik hastalıkları olanlar ve sigara içenler C vitamini alınımına özellikle dikkat etmelidir. A ve C vitamini kombinasyonu hastalandığınızda iyileşme süresini kısaltmaya yardımcı olur. Bu acı-tatlı meyvede bulunan sitrik asit, sindirim sonrası alkali bir reaksiyon oluşturur. Bu da soğuk algınlığı, öksürük ve gribe karşı koruyucu bir kalkan oluşturur.

Greyfurtun Cilde Faydaları

C vitamini, cildin ana destek sistemi olan kolajen oluşumu için önemli bir rol oynar. C vitamini ayrıca güneşin verdiği hasara ve yaşlanmaya karşı koruyucu bir etkiye sahiptir. Ancak aşırı miktarda narenciye tüketimi ile malign melanoma arasında bir ilişki olduğuna dair kanıtlar vardır. Yapılan bir araştırmada, 24-26 yıl boyunca kişilerin haftalık olarak narenciye suyu tüketimine bakıldı ve daha fazla narenciye suyu tüketen kişilerde malign melanoma insidansının daha yüksek olduğu saptandı. Ancak bununla ilgili da daha fazla araştırma yapılması bekleniyor.

Greyfurtun Kabuğu Faydalı mıdır?

Greyfurtun kabuğu, meyvesine göre daha çok lif içerir. Antioksidan, fitokimyasallar ve C vitamini de barındıran greyfurt kabuğunun kanserle savaşmada önemli olduğu iddiası mevcut. Greyfurtun esansiyel yağları kabuğunda birikir. Bunlardan limonen yağı, anti-inflamatuvar özelliğe sahiptir.

Greyfurt Nasıl Tüketilmeli?

Greyfurtu mevsiminde yani kışın alın. Boyutuna göre ağır olan ve sıktığınızda biraz yumuşak olan greyfurtları tercih edin. Greyfurt suyunun faydaları da yabana atılmamalı. Greyfurt suyunu salatalarınızda sos olarak kullanabilirsiniz. Greyfurtun kendisini de dilimleyip ceviz, lor ile birlikte salatalarınıza ilave edebilirsiniz. Yine çilek, mandalina ve üzüm içeren bir meyve salatasına greyfurt koyabilirsiniz. Kahvaltılarınızda greyfurt tüketebilirsiniz. Greyfurt kabuğunu yine salatalarınıza rendeleyebilirsiniz.

Greyfurtu Kimler Tüketmemeli?

  • Greyfurt ilaçlarla etkileşimi yüksek bir meyvedir. Greyfurtun enzim bağlama kapasitesi yüksektir. Bu da ilacın bağırsaktan kana normalden daha hızlı karışmasına neden olabilir. Kandaki ilaç düzeyini yükseltmesi nedeniyle tehlikeli olabilir. Bazı psikiyatrik ilaçlar (antidepresanlar ve anksiyete ilaçları), yüksek tansiyon, kalp ritim ve kolesterol ilaçları alırken greyfurt tüketimi sakıncalıdır. 
  • Yine yüksek potasyum içeriği nedeniyle böbrek enfeksiyonu olan kişiler de greyfurt tüketirken dikkatli olmalıdır. Böbreklerdeki hasar, kandaki fazla potasyumun atılmasını zorlaştırabilir. Bazı durumlarda potasyum birikmesi hayati tehlike yaratabilir.
  • Gastroözofageal reflü hastalığı olan kişiler, greyfurtu asidik yapısı nedeniyle tüketemeyebilir. Bu kişilerde mide ekşimesi yaratabilir.
  • Kemoterapi tedavisi süresince de greyfurt tüketilmesi önerilmez.

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. 

ACIBADEM / HAYAT

Yeşil çayın faydaları nelerdir?

Yeşil çay oksitlenmemiş yapraklardan yapılan, daha az işlenmiş çay türlerinden biridir. Yeşil çayın kan basıncını düşürülmesinden kanseri önlemeye katkıda bulunmaya kadar çok sayıda faydası  bulunmaktadır. Siyah çay oksidasyona izin verecek şekilde işlenirken yeşil çayın işlenmesi oksidasyon sürecini önler. Yeşil çay çok miktarda antioksidan ve poli-fenol içerir. Bu çay geleneksel Çin ve Hint tıbbında yüzyıllarca kanamayı kontrol etmek, yaraları iyileştirmek, sindirime yardımcı olmak, kalp ve zihin sağlığını iyileştirmek, vücut ısısını düzenlemek için kullanılmıştır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, yeşil çayın fazla kilolar karaciğer bozuklukları, tip 2 diyabet ve Alzheimer hastalığına kadar birçok sağlık sorunu üzerinde potansiyel olarak olumlu etkiler yapabileceğini göstermiştir. 
Yeşil çay nedir?
Yeşil çay, Camellia sinensis bitkisinin yapraklarının buharda pişirilmesi, tavada kızartılması ve kurutulmasıyla yapılan bir çay türüdür.
Dünyada üretimi yapılan çaylar, yeşil çay, oolong çay ve siyah çay olarak üç grup adı altında sınıflandırılır. Dünya çay tüketiminin yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan yeşil çay, çay bitkisinin hasat edilen yaprakların kıvırma ile birlikte genellikle buhar uygulamasına maruz bırakılarak kurutulmasıyla üretilir. Özellikle Çin, Japonya ve diğer Asya ülkelerinde bolca tüketilen yeşil çayın popülaritesi, birçok bilimsel araştırmada insan sağlığı üzerinde faydalı etkileri olduğu bildirildiğinden her geçen gün daha da artmaktadır. 
Yeşil çayın faydaları nelerdir?
Yeşil çayın sağlıkla bir ilişkisi olduğu inancı 19. Yüzyıla dayanmaktadır. Yeşil çayın sağlığa faydaları genel olarak içerdiği polifenoller ile ilişkilendirilmektedir. Oksidatasyonauğratılmadan üretildiğinden zengin okside olmamış bir kateşinkaynağı olan yeşil çayın sağlığa yararlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir.

Bilinçsel fonksiyonları geliştirebilir

Yeşil çay, epigallocatechin-3-gallate (EGCG) adı verilen bir kateşin kaynağıdır. Kateşinin bilinçsel fonksiyonlar üzerinde sakinleştirici ,rahatlatıcı bir etkisi mevcuttur. 

Yeşil çay içeriğinde önemli bir miktarda kafein de bulunur. Yeşil çay içeriğindeki kafein miktarı çarpıntı, gerginlik gibi sorunlara yol alabilecek miktarda değildir. İdeal miktardaki kafeinin hafızayı, öğrenmeyi, performansı ve koordinasyonu geliştirdiği bilinmektedir. Yeşil çay ayrıca dopamin seviyelerini artıran ve kaygıyı azaltan L-theanine de içerir. L-theanine ayrıca alfa dalgalarının üretimini artırmaya yardımcı olur, bilişsel faaliyetleri güçlendirir.

Yeşil çay anti-kanserojen etkilere sahiptir
Yeşil çayda bulunan polifenoller iltihabı azaltır. Bu durum vücudun kanserle savaşmasına yardımcı olur. Yeşil çayın içeriğinde bulunan kateşinler, vücudu oksidatif yıkımdan koruyan ve böylece kişiyi farklı kanser türlerinden koruyan güçlü antioksidanlardır.
Yapılan bazı bilimsel araştırmalarda yeşil çay içmenin meme kanseri riskini azaltmada etkili olduğu saptandı. Ayrıca yeşil çay içeriğinde mevcut olan polifenoller, PSA düzeylerini önemli derecede azaltmaktadır. Bu durum günde ortalama 3 fincan yeşil çay tüketen erkeklerde prostat kanseri riskini azaltmış olur. Araştırmalar; yeşil çayın prostat kanserini tetikleyen enzimleri baskıladığını ve apopitozis adı verilen programlı hücre ölümünü tetiklediğini ortaya koymuştur. 
Ayrıca yeşil çayın en etkileyici faydalarından birinin yemek borusu kanseri riskini azalttığı düşünülmektedir. Araştırmacılar bir çalışmalarında çay polifenollerinin yüksek konsantrasyonlarının “yemek borusu ve akciğer dahil olmak üzere farklı organ bölgelerinde hayvan modellerinde kanserojen kaynaklı tümörlerin gelişmesine, ilerlemesine ve büyümesine karşı önleyici etkiler gösterdiğini saptamışlardır. 

Yeşil çay tüketmek alzheimer ve parkinson hastalığı riskini azaltabilir

Düzenli olarak yeşil çay içmek nöroprotektif etkiler gösterir ve bu nedenle Alzheimer ve Parkinson hastalığı riskini azaltır.

Yeşil çayın göz sağlığına faydası vardır

Araştırmalar düzenli yeşil çay tüketiminin göz rahatsızlıklarının etkili bir şekilde tedavi edilmesine yardımcı olduğunu göstermektedir. Yeşil çay içeriğindeki kateşinler, gözü oksidatif hasardan korumaya ve görme kaybını da önlemeye yardımcı olur.

Yeşil çay Tip 2 diyabete iyi gelebilir

2006 yılında yapılan büyük bir araştırma ,günde altı veya daha fazla bardak yeşil çay tüketenlerin, haftada birden az tüketenlere kıyasla, tip 2 diyabet geliştirme olasılığının yüzde 33 daha düşük olduğunu gösterdi .

Araştırma kaynağı: https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/16618952/

Yeşil çay yağ yakımını artırabilir

Bazı araştırmalara göre yeşil çay , termojenik özelliklerinden dolayı (kafeinin etkisinin ötesine geçen) metabolik hızı ve yağ yakımını artırabilir. Bundan dolayı yeşil çay tüketimi kilo vermeyi kolaylaştırır ve vücut yağ oranını düşürmüş olur. Yeşil çay zayıflamak isteyen kişilere önerilebilir. Çünkü bir fincan yeşil çay tüketimi sadece 2 kilokalori enerji içerir. 

Yeşil çay iyi ve kötü kolesterol oranını dengeleyebilir

Düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) kolesterol, kardiyovasküler risk ile ilişkilendirilirken, yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) bir diğer adıyla iyi kolesterol kişiyi kalp hastalığına karşı koruyabilir. Bu etkinin kesin mekanizmaları bilinmemekle birlikte, yeşil çayın içeriğindeki etkenler, dengeli LDL ve HDL kolesterol seviyelerinin sağlanmasına yardımcı olabilmektedir.

Parkinson hastalığına karşı yeşil çayın koruyucu etkisi olabilir

Parkinson hastalığı, hareketi ve ince motor kontrolünü etkileyen nörodejeneratif bir durumdur. Parkinson hastalığının kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Yeşil çaydaki polifenoller, sağlıklı hücrelerin hayatta kalmasını sağlarken nörotoksinlerinneden olduğu hücre hasarına karşı koruma sağlayabilir.

Yeşil çay kemiklerin güçlenmesine yardımcı olabilir

Yeşil çay kemiklerin sağlıklı ve güçlü olmasına yardımcı olabilir. Araştırmalar, yeşil çay tüketmenin kemiklerizayıflatan ve kırılmaya daha yatkın hale getiren bir durum olan osteoporozun tedavisine ve önlenmesine yardımcı olabileceğini göstermektedir. Nitekim çay yaprakları, osteoporozu yavaşlatan florür ve ayrıca flavonoidler ve fitoöstrojenler gibi faydalı bileşikler içerir. Flavonoidler ve fitoöstrojenler, kemik oluşumunu güçlendirebilen ve kemik dokusunun parçalanmasını önleyebilen bitki kimyasallarıdır . 

2017 yılında yapılan bir çalışmada , düşük kemik kütlesi olan 171 postmenopozal kadın dört gruba ayrılmıştır. Çalışmanın sonuçları, yeşil çaydan elde edilen bileşikler verilen kadın grubunun kemik sağlıklarında kayda değer bir iyileşme yaşadığını göstermiştir. 

Araştırma kaynağı: https://naldc.nal.usda.gov/download/56955/PDF

Yeşil çay ağız ve diş sağlığına iyi gelebilir

Yeşil çayda bulunan kateşinler antibakteriyel etkilere sahiptir ve vücudu çeşitli enfeksiyonlardan korur. Kateşinlerin Streptococcus mutans’ın ağzımızdaki büyümesini engellemede etkili olduğu kanıtlanmıştır. Yeşil çay tüketmek ağız kokusunu da azaltır.  Ayrıca yeşil çay ile gargara yapılması dişlerin aşınma riskini azaltır. 

Yeşil çay nasıl demlenir?

Demleme yöntemi ile tüketilebilen yeşil çayı ılık olarak tüketmenin daha fazla yarar sağladığı bilinir. Zira kaynamış su yeşil çayda kateşinlerin etkinliğini azaltabilir. Önce fincana yeşil çay yaprakları eklenir. Kaynamaya yakın alınan 1 fincan suya yaklaşık 1 çay kaşığı yaprak eklenir. Yeşil çayın yaklaşık 2- 3 dakika demlenmesi beklenmelidir. ( 5 dakikadan fazla demlenmemelidir) Demlenen çaydaki kateşinlerin tadı ve emilimini artırmak için çaya birkaç damla limon eklenebilir. 

Günlük yeşil çay tüketimi ne kadar olmalıdır?

Günlük yeşil çay tüketimi günde 3 fincandan fazla olmamalıdır.

Yeşil çay çeşitleri nelerdir?

Yeşil çayların bir kısmı hala elle toplanıyor ve elle toplanan çayların daha az acı olduğu ve daha keskin bir tada sahip olduğu düşünülür. İklim ve toprak gibi diğer faktörler de yeşil çayın lezzetini etkileyebilir.

Yeşil çay çeşitleri şu şekilde sıralanabilir:

• Sencha: Sencha, Japonya’nın yeşil çayları arasında en popüler olanıdır. Sencha yaprakları önce buharda pişirilir ve sonra şekillendirilir. 

• Tencha

• Matcha: Matcha , gölgede yetişen yeşil çay yapraklarından yapılır. Yapraklar daha yüksek klorofil içeriğine sahiptir ve bu durum da onları canlı yeşil bir renk haline getirir. Matcha tüketmek için yaprağın tamamı toz haline getirilir. Toz, kaynar su ile karıştırılır ve servis edilmeden önce hafifçe çırpılır. Tadı hafif ve tatlıdır.

• Konacha

• Shincha

• Funmatsucha

• Fukamushicha

• Gyokuro

• Kukicha

• Bancha

Yeşil çay ve siyah çay arasındaki fark nedir?

Yeşil ve siyah çay arasındaki fark, üretim sürecinden kaynaklanmaktadır. Siyah çay, rengini ve aromasını dönüştüren fermantasyona uğrar, oysa yeşil çay işlenmeden kalır ve rengini korur.

MEMORIAL

Vücutta yağ yakılmasını sağlayan ve metabolizmayı hızlandıran besinler!

Hangi yiyeceklerin insan vücudunu ne şekilde etkilediğini bilmek ve buna uygun beslenmek kilo vermek için önemli avantajlar sağlayabiliyor. Kalori değeri, yüksek gıdalar tüketmek vücudun daha fazla enerji almasına neden oluyor. Kalorili ve yüksek enerjili gıdaların tüketilmesi ise kilo alımını kolaylaştırıyor.

Tarçının faydaları nelerdir?

Tatlılardan yemeklere ve hatta bitki çaylarına kadar pek çok yiyecek ve içecek için yaygın bir kullanım alanı sunan tarçın, sağlık açısından da oldukça faydalı olan değerli bir baharat türüdür. Lezzet amaçlı kullanımının yanı sıra sağlık üzerindeki faydaları nedeniyle aynı zamanda fonksiyonel besinler olarak adlandırılan ve sağlığın geliştirilmesi için bir takviye olarak da kullanılabilen besin grubu içerisinde yer alır. Özellikle birçok tatlı tarifinin içerisinde lezzetlendirici olarak yer alır. Çok önemli faydalarının olmasına rağmen birçok fonksiyonel besin lezzetsiz ve tüketilmesi zor olduğundan tercih edilmezken; tarçın lezzetiyle de dikkat çeker. Ortaçağdan itibaren öksürük, boğaz ağrısı ve artrit gibi hastalıkların tedavilerinde kullanılan tarçın, günümüzde de pek çok hastalıktan korunmada etkili olduğu bilinen değerli bir baharattır. Faydaları açısından bilimsel araştırmalara sıklıkla konu olan ve pek çok olumlu etkisi araştırmalarla kanıtlanmış olan tarçın, sağlığını korumak isteyen bireylerin mutlaka düzenli olarak tüketmesi önerilen besin türleri arasındadır.
Tarçının Faydaları Nelerdir?
Türk mutfağında sıklıkla kullanılan tarçın, lezzetiyle ünlenmiş olmasına karşın faydaları yeterince bilinmeyen bir baharattır. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar ve özellikle de diyabet üzerindeki faydalarının keşfedilmesinin de etkisiyle tarçın, sağlığına önem verenler tarafından daha sık tercih edilmeye başlamıştır. Özellikle çubuk tarçının faydaları pek çok platformda diyabet hastaları üzerindeki olumlu etkileri nedeniyle ön plana çıkmaktadır. Buna ek olarak kardiyovasküler hastalıkların önlenmesi, beyin ve sinir sistemine ilişkin hastalıklardan koruması, kanserden koruması gibi pek çok olumlu etkiyi de beraberinde getirir. İşte tarçının saymakla bitmeyen faydaları arasında en belirgin olanlarından bazıları…

1. Antioksidan İçeriği Yüksektir

Tarçın, antioksidan içeriği en yüksek olan baharat türlerinden bir tanesidir. En güçlü antioksidanlar arasında yer alan flavonoidler, polifenol ve fenolik asit tarçında bol miktarda yer alır. Bu bileşenler vücutta serbest radikallerin oluşumunu önleyerek hücreleri oksidatif hasara karşı korur. Bu sayede hemen hemen tüm kanser türlerine karşı önemli bir koruma sağlar. Buna ek olarak yüksek antioksidan içeriği sayesinde yaşlanmayı geciktirir, enfeksiyon hastalıklarına karşı korur ve stresi azaltmaya yardımcı olur. Antioksidan özelliği, doğal bir gıda koruyucusu olarak görev yapabilecek kadar yüksektir.

2. Enfeksiyonlara Karşı Koruma Sağlar

Tarçının vücuda sağladığı olumlu etkilerden bir tanesi de inflamasyonu azaltmasıdır. Eski çağlardan beri bronşit tedavisinde ve kronik öksürüklerin iyileştirilmesinde tarçının kullanılmasının nedeni de budur. İçerdiği biyoaktif bileşenler sayesinde tarçın; vücutta bakteriler, virüsler, mantar ve parazitlerden kaynaklı olarak oluşan enfeksiyonlarla mücadele eder. Bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudun hastalıklara karşı daha güçlü bir şekilde savaşmasına yardımcı olur. Bu enfeksiyonlar nedeniyle vücutta oluşabilecek hasarların önüne geçilmesinde de oldukça etkilidir. Antiinflamatuar etkisi sayesinde özellikle kronik hastalıklarda hastalığın vücutta yol açabileceği harabiyetleri önlemeye katkı sağlarken tedavi sürecinde başarı oranının artırılmasına da destek olur.

3. Diyabet ve Kardiyovasküler Hastalıklarla Savaşır

Dünyada en çok ölüme neden olan hastalık grubu kalp ve damar hastalıklarıdır. Kardiyovasküler hastalıklar olarak da adlandırılan bu hastalık grubunun gelişiminde risk faktörleri arasında ise genetik yatkınlıktan sonra ikinci en önemli neden diyabet hastalığıdır. Tarçın, bu iki kronik hastalığa karşı vücutta önemli bir koruma sağlayan mucize bir besindir. Tarçının sağlık üzerindeki faydaları arasında en çok bilinenlerden bir tanesi kan şekerinin düşürülmesine yardımcı olmasıdır. Yapılan bilimsel araştırmalara bakıldığında Tip 2 diyabet hastalarında günde 1 gram tarçın tüketiminin kan parametrelerinde olumlu değişikliklere yol açtığı tespit edilmiştir. Bu sayede tarçın diyabet hastalarında kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olurken sağlıklı bireylerde insülin direncinin gelişimini önler. Aynı zamanda tarçın, kolesterolün dengelenmesine de yardımcı olur. Total kolesterol, LDL kolesterol ve trigliserit düzeylerinin düşürülmesine ve iyi kolesterol olarak bilinen HDL kolesterolün yükseltilmesine yardımcı olan tarçın, düzenli olarak tüketildiğinde hem diyabet hem de kardiyovasküler hastalıklara karşı büyük bir koruma sağlar. Kan basıncının düşürülmesi üzerinde de etkileri bulunan tarçın, hipertansiyon hastalarında kan basıncının kontrol altında tutulmasına destek olur.

4. Nörodejeneratif Hastalıklardan Korur

Tarçının faydaları arasında en önemli olanlardan bir diğeri ise Alzheimer ve Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıklarda ilerleyişi yavaşlatması ve hastalığı yatıştırmasıdır. Bazı bilimsel çalışmalarda düzenli tarçın tüketiminin Alzheimer hastalığının gelişiminde rol oynadığı düşünülen tau proteininin beyindeki üretimini engellediği görülmüştür. Buna ek olarak motor duyusal aktiviteleri ve nöronların sağlığını koruyarak Parkinson hastalığına karşı korur, mevcut hastalarda ise hastalığı yatıştırmaya yardımcı olur. Bilişsel fonksiyonları destekler, hafızayı güçlendirir ve çevresel etkilere duyarlılığı arttırır.

5. Emziren Annelerde Süt Üretimini Destekler

Tarçın, emziren annelerin güvenle kullanabileceği baharat türlerinden bir tanesidir. Yapılan bazı bilimsel araştırmalar tarçın tüketiminin süt üretiminin artması ile ilişkili olduğunu öne sürmektedir. Gebelik döneminde oluşan cilt sorunlarının giderilmesinde de önemli etkileri bulunan tarçın düzenli olarak tüketildiğinde cilt elastikiyetini arttırarak çatlak oluşumunu önler, derideki döküntü, tahriş ve enfeksiyon sorunlarının iyileştirilmesine yardımcı olur. Emziren annelerde güvenle kullanılabilen bir baharat olmasına karşın tüm besinlerden kaynaklanabilen olası alerji risklerine karşı tarçın tüketmeye yeni başlayan anneler birkaç gün boyunca bebeklerini takip etmeli, herhangi bir yan etki görmesi halinde tüketimi bırakarak doktora başvurmalıdır.

6. Kilo Vermeye Yardımcı Olur

Kilo vermek veya formunu korumak isteyenlerin güvenle tüketebileceği bir besin olan tarçın, kan şekerinin dengeli bir şekilde seyretmesini sağlayarak açlık ve tatlı krizlerinin önüne geçer. Bu sayede kilo vermeyi kolaylaştırır. Sindirim sistemini düzenler, kabızlık ve şişkinlik sorunlarının önüne geçilmesine yardımcı olur. Besinlerin midede daha uzun süre kalmasını sağlayarak öğünlerin ardından elde edilen tokluk hissinin süresini uzatır. Tüm bunlar diyet uygulayan kişilerde başarı oranının yükseltilmesine yardımcı olur. Sağlık üzerinde olumlu etkileri çok fazla olan tarçının, tüm bu faydalarına karşın kalori içeriği oldukça düşüktür. Bu nedenle diyet yapanlar de dahil olmak üzere herkes tarafından güvenle kullanılabilir.

Tarçın Nasıl Tüketilmelidir?

Tarçın yemeklerde ve tatlılarda lezzetlendirici olarak kullanılabilir. Buna ek olarak olumlu etkilerden en iyi şekilde yararlanabilmek için tarçını kaynamaya yakın sıcak su içerisinde 5 dakika demleyerek çayını hazırlayabilir, günde bir fincan tüketebilirsiniz. Cilde olan faydaları ve ağrıları azaltıcı etkilerinden faydalanabilmek için tarçının bir diğer kullanım seçeneği piyasada kolaylıkla bulunabilen tarçın yağlarıdır. Bilinen ve güvenilen markalardan temin edilen tarçın yağı, cildin sorunlu bölgelerine az miktarda ve günde bir kez sürülebilir. Buna ek olarak sırt ve bel ağrılarının hafifletilmesi için ağrılı bölgeye tarçın yağı ile masaj yapılabilir. Yan etkileri çok az olmasına karşın kronik hastalıkları bulunanlar, ilaç kullananlar ve alerjik reaksiyonları olan kişiler düzenli olarak tarçın tüketmeye başlamadan önce mutlaka hekimlerine danışmalıdır. Hekim tarafından tarçın tüketimine engel herhangi bir durumun olmadığının belirtilmesi halinde bu kişiler de tarçını bir baharat olarak, çayını demleyerek veya yağını kullanarak tüketmeye başlayabilirler.

Eğer siz de yukarıda belirtilen olumlu etkilerden faydalanmak isterseniz bildiğiniz ve güvendiğiniz satıcılardan temin edeceğiniz çubuk veya toz tarçını yemeklerinizde kullanmaya başlayabilir, çayını hazırlayarak her gün bir fincan tüketebilirsiniz.

Sayfa içeriğinde tedavi edici sağlık hizmetine yönelik bilgiler içeren ögelere yer verilmemiştir. Tanı ve tedavi için mutlaka hekiminize başvurunuz.

MEDICALPARK

İdeal kilonuzu koruyun

Hastalıklara yakalanma riskinizi azaltmak, her zaman zinde ve enerjik olmak için sağlıklı kilo aralığınızda olmanız oldukça önemlirdir. Bunun için Beden Kitle İndeksi (BKİ), vücut yağ yüzdesi, bel çevresi ve kalça çevresi ölçümlerinizin sağlıklı dilimde olmasına özen gösterin.

Egzersizi ihmal etmeyin 

Sağlıklı yaşam ve sağlıklı beslenme düzeninin içerisine muhakkak bir egzersiz programını dahil edin. Yaşam koşullarınıza uygun, sürekli yapabileceğiniz bir aktivite türünü seçin ve düzenli olarak egzersiz yapın.

Alkollü içki tüketme alışkanlığınız varsa bundan vazgeçmeye çalışın, bırakamıyorsanız da azaltın. Ayrıca içkinin çeşidi de önemlidir. Viski, konyak, votka gibi sert alkollü içkiler bira ve şaraba oranla daha yüksek kalorilidir. Alkol boş enerjidir, bize dönüşü yağ şeklinde olur. Alkol alırken, yanında atıştırdığınız kuru yemiş, cips türünde besinlerin son derece kalorili olduklarını da unutmayın.

Günde 2 – 2.5 litre su için

İnsan yaşamı için oksijenden sonra gelen en önemli öğe sudur. İnsan açlığa haftalarca dayanabilirken susuz ancak birkaç gün yaşayabilir. Vücut ısısının dengelenmesi, metabolizmanın devamı ve vücuttan zehirli atık maddelerin atılması için su elzemdir. Bu nedenle günde 2-2.5 litre su tüketin.

Kurubaklagilleri ve lifli besinleri tüketin 

Tüketilen karbonhidrat kaynağının türüne ve miktarına dikkat edin. Saf şeker kaynakları ve rafine unlu besinler yerine tokluk hissini arttıran, kabızlığı engelleyen ve kilo kontrolünü kolaylaştıran kurubaklagilleri (nohut, mercimek, barbunya gibi), lifli tahılları, taze ve kuru meyveleri, sebzeleri tercih edin.

Abur – cubura sınırlama getirin 

Abur cubur olarak nitelendirilen hazır yiyecekler ve ağır tatlılar, pastalar fazla miktarda yağ ve enerji içerdiğinden hem kilo aldırıcı hem de hastalıklara yatkınlığı arttırıcıdır. Bu nedenle bu yiyeceklere mutlaka sınırlama getirin.

Yeterli ve dengeli beslenmek için öğün atlamayın. Çünkü atlanan her öğün bir sonraki öğüne kadar daha çok acıkmanıza ve karşınıza çıkan her yemeği kalorisi yüksek veya düşük, miktarca çok veya az demeden ihtiyacınızdan fazla tüketmenize neden olacaktır.

Mümkün olduğu kadar çok çeşitli beslenmeye özen gösterin. Her gün beslenme planınız içerisinde tüm besin gruplarına (süt, et, sebze-meyve, tahıl) yer vermeye çalışın. Bu besinlerin hepsinden bir öğünde tüketemeseniz de gün içerisinde farklı öğünlerde almaya çalışın.

Sebze ve meyveler bol su ve vitamin-mineral içerip, az kalorilidirler. Bol miktarda ve değişik renklerde sebze, meyve tüketmeniz hem kilo kontrolüne yardım eder hem de birçok hastalıktan (kanser, kalp-damar hastalıkları) korunmanızı sağlar. Dikkat edeceğiniz önemli bir nokta ise mevsiminde sebze-mevye tüketimidir.

Beslenmenizdeki yağ tüketimini azaltın. Özellikle katı yağlardan (margarin, tereyağ vb.) uzak durun, daha çok bitkisel sıvı yağları tercih edin. Bir günde en fazla 3 yemek kaşığı sıvıyağ tüketin. Yemeklerinizi hazırlarken kızartma yerine ızgara, haşlama, buharda ve fırında pişirme yöntemlerini kullanın.

Comments are closed.