logo

Şair, şiir ve yaşam

Düş gördüm; ilkbahar, uyandım ki kış…
Oy benim vakitsiz gelen düşlerim.
Sürdü senelerce hep bu aldatış;
Oy benim düşlerim, yalan düşlerim.

Düş gördüm, dört mevsim kuşlar daha hür…
Ne kurtlar acıkır, ne insan üşür…
Uyandım, canlılar günah bölüşür!
Oy benim doğmadan ölen düşlerim.

Düş gördüm sevenler aldatmıyordu;
Gölgeli dağlardan gün batmıyordu.
Uyandım, utançtan gök çatlıyordu..
Oy benim açmadan solan düşlerim.

Düş gördüm; güç açmış karın içinde…
Geceler yıkanmış nur’un içinde..
Uyandım ak yitmiş morun içinde
Oy benim ışıksız kalan düşlerim.

Daha akşam derken horozlar öttü;
Neyleyim, düş bitti, umut da yitti.
Bir defacık gerçek olmadı gitti,
Bin sessiz uykumu bölün düşlerim.

Abdurrahim Karakoç / Dosta Doğru

Türk şiirine kazandırdığı “Mihriban”, “İsyanlı Sükut”, “Hak Yol İslam Yazacağız”, “Gel Gayrı”, “Hasan’a Mektuplar”, “Vur Emri” ve “Omuzumda Sevda Yükü” adlı eserleriyle tanınan Karakoç, dört kuşak şair olan bir ailenin içinde doğdu. Yine dededen itibaren hafız ve alim bir babanın çocuğu olan usta şair, böyle bir ailede doğmuş olmanın etkilerini hem yaşantısına hem de ortaya koyduğu eserlere taşıdı. Anadolu insanının karşılaştığı zorlukları ve çektiği sıkıntıları eserlerinde işleyen Karakoç, 7 Nisan 1932’de Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü köyünde dünyaya geldi.

Kitapla bağını hiç koparmadı

Karakoç’un annesi Fadime Hanım ile babası Ümmet Efendi çiftçilikle uğraşıyordu. İlkokuldan sonra öğrenimine bir süre devam edemeyen Karakoç, köyünde marangozluk ve çiftçilik yaptı.

Ağabeyi Bahaettin Karakoç, şairin başarılı bir öğrenci olarak ilkokulu köyünde dört yılda bitirdiğini, daha sonra okula gitmediğini ancak kitapla bağını hiç koparmadığını anlatmıştı. Kardeşinin okuma tutkusuna ilişkin de Bahaettin Karakoç, “İster bir şiir kitabı ister bir roman ve ister bir kanun kitabı olsun, okuduğunu adeta beynine resmeder, ufak bir ayrıntıyı unutmazdı.” demişti.

Henüz küçük yaşlarda şiirle tanışan Karakoç, 1958’de Elbistan Belediyesi’nde muhasebeci olarak çalışmaya başladı, 1981’de emekli olana kadar bu görevini sürdürdü.

Memuriyetinin üzerinden yedi yıl geçtikten sonra Pakize Hanım ile evlenen Karakoç’un 1967’de ilk çocuğu dünyaya geldi. İlk sevincini “Kızıma Mihriban adını koydum. Evde her daim onun adı anılsın diye…” sözleri ile anlatan Karakoç, 1969’da ikinci çocuğunu kucağına aldı ve ona da Türk İslam adını koydu. Bunu da “Aşkımı ve davamı eser yaptım. Şiirlerim de çocuklarım da eserim.” sözleriyle aktarmıştı. Usta şair, 1971’de ise üçüncü çocuğuna Enderhan adını verdi.

İlk şiirleri iki kitap olacak hacimdeyken beğenmeyip yaktı

İlk şiirleri iki kitap olacak hacimdeyken beğenmeyip yaktığı söylenen Karakoç’un eserleri ilk olarak Elbistan’da çıkan Engizek gazetesinde yayımlandı.

“Şiire nasıl başladınız?” sorusuna “Besmeleyle” cevabını veren Abdurrahim Karakoç, 1958’de kaleme almaya başladığı, birbirinin devamı 22 şiirden meydana gelen “Hasan’a Mektuplar” isimli eserini 1964’te yayımladı. Emekliliğin ardından Ankara’ya yerleşen Karakoç, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı.

“Mihriban” eseriyle toplumun her kesimi tarafından tanınan Karakoç, “Saati Yok Eremi Yok (Ben Hep Seni Düşünürüm)”, “Anadolu Sevgisi”, “Zikrullah”, “Hak Yol İslam Yazacağız”, “Bayramlar Bayram Ola”, “İsyanlı Sükut” ve “Tut Ellerimden” adlı eserlerin yanı sıra 5 şiirden oluşan “Hasan’dan Gelen Mektup”, 8 şiirden oluşan “Haberler Bülteni”, 7 şiirden oluşan “Vatandaş Türküsü” ve 5 şiirden oluşan “Masal” adlı çalışmalara imza attı.

Yazdığı şiirlerden dolayı hakkında çeşitli davalar açılan Karakoç, kendisine isnat edilen bütün suçlamalardan aklandı.

Anadolu insanının karşılaştığı zorlukları ve çektiği sıkıntıları şiirlerinde ele aldı

Şiirlerinde ilahi ve beşeri aşk, tabiat, gurbet, toplumsal yozlaşma, Türklük, İslam davası, ölüm gibi çeşitli konulara değinen Abdurrahim Karakoç, şiiri “bir gayeye varmak için araç” olarak gördüğünü ifade etmişti. Şairin yerini milletin, mertebesini Allah’ın tayin ettiğini söyleyerek milli ve dini duruşunu ortaya koydu.

Usta şairin eserleri “Fedai”, “Devlet”, “Töre”, “Bizim Ocak” dergileriyle kendisinin çıkardığı “Yeni Ufuk” gazetesinin yanı sıra “Yeni Düşünce”, “Yeni Hafta” ve “Gündüz” gazetelerinde okuyucuyla buluştu.

“Vakit” gazetesi bünyesinde vefatına kadar sürdürdüğü köşe yazarlığı serüvenine başladığı dönemde siyasete dahil olan Karakoç, Milliyetçi Hareket Partisi’ne üye oldu. Bu durumu ise şöyle anlatmıştı:

“Gençlik ve halk bölünmüştü. Bilgili değillerdi, okumuyorlardı. Ne tam kafir ne tam Müslümandılar. Mesele gençleri ‘Hak yolu’ olarak bildiğimiz ‘İslamiyet’e’ yöneltmekti. Misyon hiçbir zaman tamamlanmaz ama başarılı olduğumuza kanaat getirince bıraktık. Elimizden geleni yaptık ama daha fazlasına da gücüm yok. Politika hayatı bana yaramadı.”

Daha sonraki zamanlarda Büyük Birlik Partisi’nin aktif bir üyesi olan Abrurrahim Karakoç, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nu “aradığı gençlik lideri” olarak tanımlayarak, ona daima destek olmuştu.

Bestelenen 100’e yakın şiiriyle geniş kitlelere ulaştı

Temiz Türkçe ve hece vezniyle aşk, ayrılık, özlem, tabiat ve gurbet konulu şiirler yazan Karakoç, şiirindeki ahengi aliterasyon (aynı sesin veya hecenin tekrarlanması) ve asonanslarla (aynı ünlü seslerin tekrarı) sağladı. Usta şairin 100’e yakın şiiri bestelenerek İbrahim Tatlıses, Şükriye Tutkun, Selda Bağcan, Musa Eroğlu, Esat Kabaklı, Cem Adrian, Mahsun Kırmızıgül, maNga, Gülay, Orhan Hakalmaz, Hasan Sağındık, Selçuk Küpçük, Gülşen Kutlu, Sevcan Orhan, Güler Duman, Gündoğar, Haluk Levent ve Azerin tarafından seslendirilerek geniş kitlelere ulaştı.

“Lambada titreyen alevin üşüdüğünü yazan kar sesini de bulur”

“Mihriban” eserini 1960’ta yazdığını söyleyen Karakoç, bir açıklamasında şunları anlatmıştı:

“Bazıları ‘Gerçek mi?’ diyor. Gerçek, diyorum ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban. Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki yazacaksın. O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. ‘Lambadaki alev üşüyor’ çıktı…

Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. ‘Unutmak kolay mı?’ mektubun başlığı…”

Karakoç, bir röportajında şiiri nasıl yazdığı ile ilgili olarak sorulan bir soruya da “Şiirde ilham vardır. Şiir ilhamsız olmaz. Cenab-ı Allah bir ilham veriyor. O ilham bana yazmayı emrediyor. Bakın yağmur yağarken bulutların geldiği gibi, Allah bulutsuz yağdıramaz mı yağmuru? Ama bir vesile ihdas etmiş. İnsana da bazı şeylere görerek, duyarak ihsas ettirdiği için yazdırıyor…” ifadeleriyle cevap vermişti.

“Anadolu halkının ezeli şikayetlerini dile getirir”

Doğuş Edebiyat 1983’te, Genç Kardelen 1998’de, Kardeş Kalemler dergisi ise 2012’de “Abdurrahim Karakoç Özel Sayısı” yayımladı. Evli ve 3 çocuk babası olan ve hakkında birçok tez, makale de kaleme alınan Karakoç, 7 Haziran 2012’de tedavi gördüğü Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde vefat etti.

Cenaze namazı eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez tarafından kıldırılan Karakoç’un naaşı, Kocatepe Camisi’ndeki törenin ardından Bağlum Mezarlığı’nda Şeyh Abdülhakim Arvasi Türbesi’nin yanına defnedildi.

Eserleri

Şair ve yazar Abdurrahim Karakoç, “Çobandan Mektuplar” ve “Düşünce Yazıları” gibi düz yazılarının yanı sıra şu şiir kitaplarına da imza attı:

“Hasan’a Mektuplar”, “El Kulakta”, “Vur Emri”, “Kan Yazısı”, “Dosta Doğru”, “Suları Islatamadım”, “Beşinci Mevsim”, “Akıl Karaya Vurdu”, “Yasaklı Rüyalar”, “Gökçekimi”, “Gerdanlık”, “Parmak İzi”

ANADOLU AJANSI

Sezai Karakoç ya da kimlikteki adıyla Ahmet Sezai (1933 – 16 Kasım 2021), Cumhuriyet Dönemi’nde şiir, çeviri, hikaye, tiyatro, deneme, düşünce yazısı, inceleme ve röportaj gibi türlerde toplam 50’den fazla kitap yazmış Türk şair, hikaye yazarı, düşünür ve siyasetçidir.

Sezai Karakoç’un biyografisi incelendiğinde ilkokula Ergani’de başladığı, ardından ortaokulu Maraş’ta ve liseyi de Gaziantep’te okuduğu görülmektedir. Şair, üniversite eğitimini ise Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Şubesi’nde tamamlamıştır. Üniversiteden mezun olduktan sonra Maliye Bakanlığı’nın Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi’nde memur olarak çalışmaya başlayan Karakoç, işi sayesinde Anadolu’yu gezme ve tanıma fırsatı bulmuştur. 1973 yılında memuriyetten istifa etmiş, Diriliş isimli dergiyi çıkarmış, birçok dergi ve gazetede yazılar yazmıştır. Sezai Karakoç, 26 Mart 1990’da Diriliş Partisi’ni kurmuştur. Yazarın “diriliş anlayışı” ile özdeşleşen bu parti üst üste seçime katılamadığı gerekçesiyle kapatılmıştır. 23 Nisan 2007 tarihinde Sezai Karakoç tarafından Yüce Diriliş Partisi adıyla tekrar kurulmuştur.

Sezai Karakoç’un yaşam özeti birçok ödül ve sanatseverlerin takdirleriyle doludur. Eserlerinde kendisi tarafından ortaya konulan “diriliş fikri”ni temel almış, yeni bir ekol oluşturmuş ve Türk şiirini metafizik bir esasa yerleştirmiştir. Şiir dışında birçok farklı türde eser de yazan Karakoç, kitaplarını kendi yayınevi olan “Diriliş Yayınları”ndan yayımlamıştır.

BKM KİTAP

Hakîkat şehrinde bir güzel gördüm
Bir göreni göremedim ne çâre
Sevdâ-yı aşkından yanıp kül oldum
Bir bilen yok soramadım ne çâre

Bir zaman bekledim Leylâ dağını
Bir zaman bekledim gül budağını
Bir zaman bekledim yâr otağını
Vâsıl-ı yâr olamadım ne çâre

Andelîbin işi âh u zâr olur
O nasıl güldür ki tezce hâr olur
Bir gönül kul olur gâh hünkâr olur
Ben bu sırra eremedim ne çâre

Bir gülün ki hân vardır yâr demem
Kansız dîdelere âh u zâr demem
Yüzünü görmeden yârim var demem
Ben bu yâri bulamadım ne çâre

Niceleri yâr der gönlü binada
Niceleri yâr der gönlü zinada
Nicesinin gönlü bey’ü şirâ’da
Bu yâr kimdir bilemedim ne çâre

Duydum ki yârimin yeri Kâf imiş
Dillerde söylenen kuru lâf imiş
Aslını sorarsan “nün” u “kâf” imiş
Pâyine yüz süremedim ne çâre

Meded Pîr-i Sâmî bir gör hâlimi
Bu Salih’e çok ettiler zulümi
Aç vuslat perdesin göster gülümi
Çok ağladım gülemedim ne çâre

Sen İstanbul Kokardın || Serdar Tuncer ||

Martıların gözlerinden dinledim
İstanbul’un boğazı yanmış dün gece
Yıldızlar şahitlik etmiş, güya suçlu benmişim
Oysa can, yemin olsun yanağımdan süzülen denize
Ben bu şehre yüreğimi içirmedim

Göklerden hicran yağdı, İstanbul’lu bir geceydi
Yere düşen her damlanın yüreğinde sen vardın
İsmin dudaklarımda idamlık bilmeceydi
Yalansa kahrolayım, sen İstanbul kokardın

Sevda dediğin gülüm bir busedir dudağımda
Bıçak gibi, yasak gibi, kan gibi…
Utanır, intihar ederdi ölüm,
Hayata rest çekip ağladığımda,
Korkak gibi, tutsak gibi, yaşanmamış an gibi…
Ben lal olmuş bülbülüm, sen deli gülsün bağımda
Toprak gibi, yaprak gibi, candan özge can gibi
Kuş uçmaz kervan geçmez dağımda,
Kah aşkı yağan kar tanesi
Kah Leyla tüten rüzgardın
Zambak gibi leylak gibi,
Sigaramda duman gibi
Sevdiceğim, sen İstanbul kokardın

Dayadım ondörtlüyü İstanbul’un şakağına
İstediğim gül içmekti gözlerinden bir yudum
Seni sordum gündüzlerce bu şehrin her sokağına
Söylemedi, inat ettim gece seni uyudum

Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Ayla toprak şahittir, şahittir denizle gece
Sensizken, İstanbul’da bir kez olsun gülmedim
Yıllar kapımı çaldı, ellerinde vur emri
Yokluğun var sen yoktun, ölüm geldi ölmedim
Ağladım yüreğimde sen, sende divane İstanbul
Aşkından hatıra dedim göz yaşımı silmedim
Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Belki de can ben bu şehri güller için çok sevdim

Gözlerimden dökülen yaş denizi ıslatıyor
Sevda kilim, hasret nakış, gönül derdi dokuyor
Çatlayası deli yürek ‘sen sen’ diye atıyor
Oy gece gözlüm oy, İstanbul seni kokuyor

SERDAR TUNCER

Bir gece, Gecede bir uyku, Uykunun içinde ben. Uyuyorum, Uykudayım, Yanımda sen..

Uykunun içinde bir rüya, Rüyamda bir gece, Gecede ben. Bir yere gidiyorum, Delice. Aklımda sen..

Ben seni seviyorum, Gizlice. El-pençe duruyorum, Yüzüne bakıyorum, Söylemeden, Tek hece..

Seni yitiriyorum Çok karanlık bir anda. Birden uyanıyorum, Bakıyorum aydınlık; Uyuyorsun yanımda.. Güzelce.

Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde
Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.
Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.
Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.
Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.
Bir gün, tam anlatmaya…
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım…
Anlayacaksın.

Özdemir Âsaf, (d. Ankara, 11 Haziran 1923 – ö. 28 Ocak 1981, İstanbul) Şair, yazar.

Özdemir Âsaf, asıl adı Halit Özdemir Arun‘dur. İlkokuldan lise son sınıfa kadar Galatasaray’da okuduktan sonra Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun oldu (1942). Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk ve İktisat fakülteleriyle Gazetecilik Enstitüsü’ne devam etti. Sigortacılık ve çevirmenlik gibi işler yaptıktan sonra 1951’de Sanat Basımevi’ni kurarak matbaacılık yaşamına girdi. Kendi şiir kitaplarını bastı.

1955’te Yuvarlak Masa Yayınları adıyla yayımcılığa başladı. İlk yazısı 1939’da Servetifünun, Uyanış dergisinde çıktı. İlk kitabına 1952’den sonraki şiirlerini alan Özdemir Asaf, yaşadıklarını şiirleştirdi. Bu konuda şunları söyledi:

“Yaşadığımı şiirlerimde en yoğun yönleriyle, en kesin sandığım biçimlerde, en kısa olduğuna inandığım ölçülerle verdim, veriyorum, vereceğim.”

Lavinia adlı şiiriyle ününü yaygınlaştırdı.

Özdemir Asaf’ın Eserleri

Şiir:

  • Dünya Kaçtı Gözüme (1955),
  • Sen Sen Sen (1956),
  • Bir Kapı Önünde (1957),
  • Yuvarlağın Köşeleri (özdeyişler-etika, 1961),
  • Yumuşaklıklar Değil (1962),
  • Nasılsın (1970),
  • Çiçekleri Yemeyin (1975),
  • Yalnızlık Paylaşılmaz (1978),
  • Benden Sonra Mutluluk (ö.s. 1983).
  • Ölümünden sonra tüm şiirleri, Bir Kapı Önünde ve Yalnızlık Paylaşılmaz (1982) adı altında iki kitapta toplandı.
  • Lavinia: Aşk Şiirleri (ölümünden sonra, 2002).

Özdemir Asaf’ın 92 şiirinin İngilizceleri Yıldız Moran’ın çevirileriyle, To Go To: Poems adlı bir kitapta (1964) yayımlandı.

TÜRK EDEBİYATI

Ne para istiyorum ne de pul. Tek bir istediğim var, o da yalansız bir kul.

Gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu!.. Gelmemen büyük yalnızlığımı doldurdu…

  • Anı bahçelerinde üşümek sıcaktı.
  • Ben birini sevmiyordum. O da beni sevmiyordu. Bir gün bir yerde randevulaştık. Ben gitmedim. O da gelmedi.
  • Ben ölseydim, o belki ağlardı. Ama o ağlasaydı, ben ölürdüm.
  • Bir insan treni kaçırırsa başka bir tren gelir onu alır. Bir ulus treni kaçırırsa başka bir ulus gelir onu alır.
  • Bir sevgiyi anlamak, bir yaşam harcamaktır… Harcayacaksın!
  • Bugüne en uzak gün, dün.
  • Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
    Birinciliği beyaza verdiler.
  • Damla biraz daha küçük veya büyük olamayacağı gibi ben de biraz daha şöyle biraz daha böyle olamam.
  • Dünüyle ünlü insanlar bugün gün yüzü görmezler.
  • Evlilik, iki kişilik yalnızlıktır.
  • Gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu!.. Gelmemen büyük yalnızlığımı doldurdu…
  • Gerçek değer; gelmesi boşluk dolduran değil gitmesi boşluk yaratan.
  • Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi, öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o ama… Bozmadım.
  • Kendi bahçesinde dal olamayanın biri, girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.
  • Ne derseniz deyin, heykellerin saçı yoktur.
  • Sevilenin yanlışı görünmez, sevilmeyenin görüntüsü yanlıştır.
  • Sustuğunu bilen olgundur, bildiğini susan değil.
  • Yanına kadar koştuktan sonra, bir adım daha atamayacaksan eğer; oraya kadar sakın koşma. Sana değil, bekleyene yazık olur.
  • Yaşamak için bırakılmış bir yön baktım, yoktu: Ben direnmek için elimden gelin yaptım.

Vikisöz

Dünya şairi, oyun yazarı, romancı ve anı yazarı Nâzım Hikmet Ran ya da kısaca Nâzım Hikmet 15 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. 3 Haziran 1963’te Moskova’da hayatını kaybetti.

Nâzım Hikmet “Romantik komünist” ve “romantik devrimci” gibi farklı isimlerle anıldı. Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye’de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.

Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden 11 ayrı davadan yargılanan Nazım Hikmet, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı. 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarıldı; ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu işlem iptal edildi. Mezarı Moskova’da bulunmaktadır.

YAŞAMI

Ailesi: Babası, Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmış olan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım’dır. Celile Hanım piyano çalan, resim yapan, Fransızca bilen bir kadındır. Celile Hanım, bir dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa’nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, Polonya’dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki’nin (Lehçe: Konstanty Borzęcki, d. 1826 – ö. 1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı Ordusu’nda subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan “Les Turcs anciens et modernes” (Eski ve Yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım’ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa’nın yani Ludwig Karl Friedrich Detroit’in kızı olan Leyla Hanım’dır. Celile Hanım’ın kız kardeşi Münevver Hanım, şair Oktay Rifat’ın annesidir.

Nâzım Hikmet’e göre, babası Türk ve annesi ise Alman, Polonyalı, Gürcü, Çerkez ve Fransız kökenli idi. Babası Hikmet Bey, Çerkes Nâzım Paşa’nın oğludur. Annesi Ayşe Celile Hanım, 3/8 Çerkes, 2/8 Leh, 1/8 Sırp, 1/8 Alman, 1/8 Fransız (Huguenot) kökenliydi.

Babası Hikmet Bey, Selanik’te, Hariciye Nezareti’nde (Dışişleri Bakanlığı) çalışan bir memurdur. Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış olan Nâzım Paşa’nın oğludur. Mevlevi tarikatından olan Nâzım Paşa aynı zamanda bir özgürlükçüdür. Kendisi Selanik’in son valisidir. Hikmet Bey henüz Nâzım’ın çocukluğunda memuriyetten ayrılır ve ailece Halep’e, Nâzım’ın dedesinin yanına giderler. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışırlar. Başarısız olunca İstanbul’a gelirler. Hikmet Bey’in İstanbul’daki iş kurma denemeleri de iflasla neticelenir ve hiç hoşlanmadığı memuriyet hayatına geri döner. Fransızca bildiği için yeniden Hariciye’ye atanır.

Çocukluğu: 15 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. İlk şiiri Feryad-ı Vatanı 3 Temmuz 1913’te yazdı. Aynı yıl Mekteb-i Sultani’de ortaokula başladı. Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya okuyunca çocuğun Bahriye Mektebine gitmesine karar verildi. 25 Eylül 1915’te Heybeliada Bahriye Mektebi’ne girdi, 1918’de 26 kişi içinden 8. olarak mezun oldu. Karne değerlendirmelerinde zeki, orta derecede çalışkan, elbisesine özen göstermeyen, sinirli ve ahlakî tavırları iyi bir öğrenci görülmektedir. Mezun olduğunda dönemin okul gemisi Hamidiye gemisine güverte stajyer subayı olarak atandı. 17 Mayıs 1921’de aşırıya kaçan halleri bulunduğundan ordu ile ilişiği kesildi.

Kurtuluş Savaşı dönemi ve gençliği: Nazım’ın ilk kez neşredilen, Mehmed Nazım imzasıyla yazdığı “Hala Servilerde Ağlıyorlar mı?” başlıklı şiiri 3 Ekim 1918’de Yeni Mecmua’da yayımlandı.

19 yaşındayken, 1921 yılı Ocak ayında arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadele’ye katılmak üzere ailesinden habersiz biçimde Anadolu’ya geçti. Cepheye gönderilmeyince Bolu’da bir süre öğretmenlik yaptı. Daha sonra Eylül 1921’de Batum üzerinden Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. 1924’te yayınlanan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani Moskova’da sahnelendi. Moskova’da 1921-1924 yılları arasında geçirdiği sürede Rus fütüristleri ve konstrüktivistlerinden esinlendi ve klasik biçimden sıyrılarak, yeni bir biçim geliştirmeye başladı.

1924’te Türkiye’ye dönerek Aydınlık Dergisinde çalışmaya başladı, ancak dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince bir yıl sonra tekrar Sovyetler Birliği’ne gitti. 1928’de Af Kanunundan yararlandı ve Türkiye’ye döndü. Ancak tekrar tutuklandı. Serbest kaldıktan sonra Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1929’da İstanbul’da basılan “835 Satır” adlı şiir kitabı, edebiyat çevrelerinde geniş yankı uyandırdı.

Hapis hayatı ve sürgünü: 1925 yılından başlamak üzere şiirleri ve yazıları yüzünden hakkında açılan pek çok davada beraat etti. Yargılandığı davaların listesi şu şekildedir:

  • 1925 Ankara İstiklâl Mahkemesi Davası
  • 1927-1928 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
  • 1928 Rize Ağır Ceza Mahkemesi Davası
  • 1928 Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Davası
  • 1931 İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi Davası
  • 1933 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
  • 1933 İstanbul Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Davası
  • 1933-1934 Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Davası
  • 1936-1937 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
  • 1938 Harp Okulu Komutanlığı Askerî Mahkemesi Davası
  • 1938 Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesi Davası

EVRENSEL

Geçtim putların ormanından baltalayarak, ne de kolay yıkılıyorlardı.

Bazen önemli olmamalı gidecek olan ya da gelmeyen. Çünkü bazen, başlaman gerekir her şeye yeniden.

Hoş geldin! Biz bıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta.

Her gelen sevmez ve hiçbir seven gitmez unutma. Bil ki; giden dönüyorsa sevdiğinden değil, kaybettiğindendir aslında!

Yalnızlık insana çok şey öğretirmiş. Ama sen gitme, ben cahil kalayım.

Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet

Seviyorum Seni

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi

Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi

Ağır posta paketini neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi

Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi

İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan birşeyler gibi

Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.

Bulutlar Adam Öldürmesin

Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin.

Nazım Hikmet

Görünürdeki dost ihtimali azaldığında veya tamamen kaybolduğunda, görülemeyen, henüz görünmemiş dosta ihtiyacın şiddeti yükseliyor.

Yalnızlık illetini doğuran dünyevî hedeflerdir.

30.05.2024

Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde…

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna “yok”un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.

Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, kaatillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

NECİP FAZIL KISAKÜREK / ÇİLE

Her şair aşıktır. Kimisi çeşme başında güzele, kimisi kırlarda gelinciğe, kimisi bahçelerde hanımeline, güllere, dağ başında şakayık çiçeğine, morsalkıma… Derviş Yunus’un dediği gibi “Aşıklar ölmez ölen hayvan imiş”. Şairler ölmez şiirlerini okuyanın yüreğinde bir sızı olsa da yaşarlar. Şairler, tenhalarda, gecenin koyu karanlığında ya da herkesin ortasında kalabalıklarda yapayalnız kendi dünyasında. Her şairin kanayan bir yarası vardır. Bir hıçkırık düğümlenir gözleri nemlenir şöyle doyasıya bağıra çağıra ağlayamaz. İçindedir onun feryadı, figanı, tüm acı ve sızıları.

Dizelere sıkıştırıverir bazen bir iki kelime. Bazen düzene, bazen düzensizliğe kızar. Bazen açığa vurur, bazen mısralara serpiştiriverir bir kaç kelime dayanamayıp yapılanlara şairler. Bazen akıbeti olur yazdıkları, bazen akıbetinden olur yazdıklarıyla. Bir şiirle taht kurduğu gönülden bir kelime ile sürülür, sökülüp atılır. Dilden sürülür, gönülden sürülür, bakarsın memleketinden sürülür. Daha bir hasret kokuludur mısraları. Gece gündüz olur. Kıvrımlı Anadolu bozkırını aşıp fakir bir kasabaya düşer yolu. Bazen bir adaya, bazen uzaklara çok uzaklara ve bazen karanlık odalara.

Şairler hisli bir okyanus, bir cümle ile tanıdığımız. Bazen anlayamadığımız. Yalnızlığa mahkûm çileli bir yaşam… Hiç bir şair rahat bir hayat sürmemiştir. Sürdüyse de şairliğinden ödün vermiştir. Şair Nesimi tam bu noktaya parmak basmıştır “Zahidin bir parmağın kessen dönüp Hakk’dan kaçar gör bu miskin aşıkı ser-pa soyarlar ağlamaz” diyerek. Kargalar bülbülden ne anlar ses sestir onun için hatta gür çıkan ses daha makbuldür onlarda. Bir şair susar şiirleri konuşur onun yerine. Bir şair susar en güzel şiirini yazmamıştır henüz. Bir şair susar masumiyetiyle. Kargalar ötmeye başlar. Bir dönemi anlamak için o dönemdeki şairin hassas tartısına bakın. Geleceği okumak için geçmişe bakın. Şairler ne kadar çok incinmişse halkta incinmiştir.

HASAN KARATAŞ

Comments are closed.