logo

Şairlerin Dünyası

Annette von Droste-Hülshoff 

Georg Philipp Friedrich von Hardenberg

Hermann Karl Hesse

Johann Wolfgang von Goethe

Johann Christian Friedrich Hölderlin

Johann Martin Usteri

Katharina Sibylla Schücking

Rainer Maria Rilke

Theodor Storm

Keşfedilmemiş ozan yedi yaşındadır. Jenny, Werner ve Ferdinand adlı kardeşleriyle ailenin devamlı adresi olan Westfalen eyaletinin Münster kenti yakınındaki Hülshoff şatosunda taşralı bir soylu kızı olarak yetişmektedir. Çocukluğu şöyle betimlenir: Hastalıklı, narin, tuhaf. Özellikle son özelliği olan “tuhaflığı”, annesini endişeye düşürür. Annette’in oldukça aşırılığa kaçan duygusal ifadeleri vardır. Bir gece önce gördüğü bir düşü anımsadığında hüngür hüngür ağlayabilmektedir. Kendi kendisiyle konuşur, hayal kurar. Ata yadigârı şatonun etrafında saatlerce tek başına dolaşır. Yalnız gezileri sırasında çiftçilerin yanına gider, orada anlatılan tuhaf olayları ve hayalet öykülerini adeta nefes almadan dinler. Annette bir de kibirli ve kişilikli olmaya başlamasaydı, tüm bunlar hazmedilebilirdi.

Piyanoda gelişigüzel melodiler çalar, kendi şiirlerini yazmaya çalışır, arkadaş ve akraba çevresinde “komedi oynamaya” bayılır. Sahnelemelerinde alçakgönüllü ve çekingen değildir. Aile dostu Graf Friedrich Leopold von Stolberg, Annette’in ebeveynine yazdığı bir uyarı mektubunda genç kızın “mağrur ve şahsiyetli” olduğunu yazar. Çocuk ve Ev Masallarının ortak yayımcısı Wilhelm Grimm de onu çok sert yargılar: “Yazık ki benliğinde aceleci ve tatsız bir yan vardı… Mutlaka yükselmek istiyor ama bu iki özelliği arasında bocalıyordu.”

Bunun dışında kendisi için Westfalen masal ve efsanelerini toplamasını memnuniyetle karşılarken, Annette tevazuyu yine de elden bırakmamalıdır. Annette uyum göstermeyi öğrenir. Bunu tüm yaşamı için öğrenir. Güpegündüz perdeleri çekili durumda yatağına yatıp, sıcak çay içerek “sakinleşmek” zorunda az mı kalmıştır? Örgü örmek ve piyano çalmak dışında başka şeyle uğraşması az mı engellenir? Fazla okumaması gerektiği az mı söylenir?

Fakat: “Tuhaf ve deli dolu mutluluğumu kitaplardan, romanlardan kazanmadım ben. Bunlar zaten benim içimdeydi,” diye itiraf eder yirmi iki yaşındaki Annette, baba dostu (kamu hukuku profesörü) Anton Matthias Sprickmann’a yazdığı bir mektubunda. Annette von Droste-Hülshoff “içinde olanları” daha da eleştirir. Sessiz, sakin. Çocukluğunda ilk dizelerini altın varağa sarılı olarak ailesinden sakladığı gibi – gizlice. Hayatının sonuna dek ailesinin ve sınıfının göze batmayan, uyumlu bir ferdi olarak kalır. Kırk beş yaşında bile annesine yazdığı mektupları “itaatkâr kızın Nette” diye imzalar. Her şeye rağmen Droste’dir. “Dünyaca ünlü kadın ozan”dır.

Çok küçük yaşlardan beri “dişi” olmama konusunda içine çok büyük bir korku yerleşmiş olmalı. Yine de dış görünümüyle zamanının ve konumunun gereği bir genç kız nasıl olması gerekirse, tam öyleymiş gibi bir izlenim bırakır. Çağdaşları onu kocaman mavi gözleri, açık sarı bukleli saçlarıyla zarif ve ince biri olarak tanımlarlar.

Çok önemli kadınsal bir özellik olan itaatkârlık bakımından da eksiği yoktur. Uslu uslu “çevre turu” dedikleri, yöredeki çiftliklerde yaşayan soylu akrabaları ziyaret amaçlı gezilere katılır. Bükendorf çiftliğindeki büyükannesi için “dini şarkılar” içeren bir kitap yazmayı planlar. Kadın eliyle yazılmış bu tür şiirler törelere de uygundur. Buna karşılık genç Annette’in kurduğu bazı arkadaşlıklar “aşırı maceracı” olarak nitelenebilir. On altı yaşındayken Westfalya eyaletinde kendisinden birkaç yaş büyük olan Katherine Busch adlı yazara büyük bir ilgi duyar.

Katherine “Westfalya’nın Ozanı” olarak kutlanır. Fakat Katherine, Modestus Schücking ile evlenir ve artık sadece eş, ev kadını ve ana olmaya karar verir. Annette o anda arkadaşının taşıdığı Schücking soyadının ileride kendisi için ne denli önemli olacağını sezemez. O sadece Katherine şiir yazmayı temelli bıraktığında, bir meslektaşını yitirdiğini sanmaktadır. Peki ya Annette’in hiç talibi yok mudur? Kimse ona teklifte bulunmamış mıdır?

1820’de (Droste üzerine yazılanlarda belirtildiği gibi) “gençlik felaketini” yaşar. Hatta sözü edilen “büyük bir yaşam krizi”dir. İlgi duyduğu iki erkek vardır. Hani denir ya, “umuda kapılmış”, ikisi de o türden işte. O yaz olanlar, işin içinden çıkılacak gibi değildir. Droste’nin her biyografi, olayı başka türlü yazar. Belki Annette delikanlılarla olan ilişkilerinde çok beceriksizdir. Belki diğerlerinin uyduğu oyun kurallarına uyamamıştır.

Belki kendi duygularını analiz edememiştir. Her ne olursa olsun, iki erkekten de “ortak bir red mektubu” alır. Sessiz sedasız ortadan yok edemeyeceği bir mektup. O zamanlar mektuplar aile ve arkadaş çevresindeki her bireye hitaben “resmi açıklama” niteliğindeydi. Annette (o hep ‘tuhaf değil miydi?) bu durumda ve aile çevresinde kendisini eskisine göre daha da yalnız hissetmiş olsa gerek. Hiç kimseden anlayış görmez. Kız kardeşi Jenny daha sonraları şöyle diyecektir: “Annette evlilikten söz ederken, sağlığı pek yerinde olmadığı ve bağımsızlığına çok önem verdiği için evliliğin kendisine göre bir iş olmadığını söylerdi sadece.” Annette’in kendisini burada belirtildiği gibi ifade etmiş olması imkânsızdır. O, hayatının sonuna kadar ailesiyle son derece uyumlu ve söz dinler bir kadın olarak kalır.

Annette içine kapanır. Yirmi yıldan daha fazla bir süre sonra kız arkadaşı Elise Rüdiger’e eski günleri anımsayarak “Vaktiyle çok gençtim, çok mağrur ve mutsuzdum ve binlerce kez ölmeyi diledim,” diye yazar. Çoktan üne kavuştuğunda ve Alman edebiyat tarihine “Die Droste” olarak girdiğinde, hakkında şu yorum yapılır: “O bir dâhinin yazgısı olan yalnızlığa mahkûmdu.”

Evet, yalnız kalır. Eş ve anne olmaz. Ama yıllar sonra karşılıksız seveceği erkeğin, kendisine “Annecik” demesine izin verecektir.

Duygularını maskelemek için mi? Daha küçük bir kızken, hiç kimseye sezdirmeden, alay ve aşağılanmaya katlanmayı öğrenmiş olmalıdır. Belki de yetişkin bir kadın olarak annecik rolüne sığınmasının nedeni, bu rolün ona kendi duygularının açıklanmasına izin vermesidir.

Ama henüz pek “olgun” değildir. Kendi kendisiyle ve kendisine karşı savaş verir ve “aşk için hiçbir organa sahip olmadığı” duygusu içindedir. Bu sırada yazmaya başladığı -dini şarkılar- üzerinde çalışmaya devam eder. 1820 Ekim’inde annesine verdiği müsveddeye yazdığı ithafta “Belki de şarkılarım gizli kalmış bazı hasta damarlara basacaktır; çünkü hiçbir düşüncemi saklamadım, en gizli düşüncelerimi bile. Hoşuna gider mi bilmiyorum; bunları belirli bir kişi için yazmadım. Bununla birlikte kızının eseri olarak senin doğal mülkiyetin olduğunu düşünüyor ve bunu içtenlikle diliyorum.”

Yazdıklarıyla kamu önüne çıkmadığı sürece Annette’in aile içersinde yazmasına göz yumulur. Bu da onun zaman öldürme şeklidir. Ledwina adlı bir roman, opera metinleri, liedler, baladlar üzerinde çalışır. 1825 sonbaharında akrabaları ile birlikte ilk kez daha uzun bir geziye çıkmasına izin verilir: Ren kıyılarına. Bir sürü olay gelir başına. Ren’de seyreden buharlı bir gemi ona çok heybetli gelir. Karnavala katılır, müzik ve edebiyat sohbetleri yapabileceği yeni arkadaşlar edinir. Kendisini özgür ve aile yükümlülüklerinden -oldukça- kurtulmuş hisseder. Fakat bu durum uzun sürmez.

1826’da Annette, Hülshoff a geri döner, en büyük ağabeyi evlenir ve mirasa sahip çıkar. Bundan kısa bir zaman sonra baba ölür. Annette’e ömür boyu alabileceği küçük bir gelir bağlanır. Annesi ve kız kardeşi ile Rüschhaus dullar evine taşınır. Bundan sonraki yaşamı açık bir şekilde belirlenmiştir. Bekâr kalacak ve aile içersinde faydalı görevler üstlenecektir. Erkek kardeşinin çocuklarına ders vermek. Hastalara bakmak. Aile yazışmalarını yürütmek. “İyi bir hala” olmak. En yakın akraba çevresinden hiç kimse onun durmadan gizli gizli “anlaşılmaz şeyler” yazdığını fark etmez. İlk şiir kitabı piyasaya çıkmadan önce -anonim tabii- bu göze batmayan Annette’in 41 yaşına geldiğine de şaşmamak gerek.

Onu destekleyen biri daha vardır: Levin Schücking. Schücking? Bu soyadını taşıyan genç adam, Annette’in vefat etmiş çocukluk arkadaşı Katherine’in oğludur. Annette’ten 17 yaş daha genç olan Levin, hukuk öğrenimini bırakıp geçimini yazar olarak sağlamak istemektedir. Droste’nin ilk şiir kitabı çıktığında sık sık Rüschhaus’ta Annette’e uğrayan ve ozan hakkında olumlu eleştiriler yapan ender kişilerden biridir. Annette’in arkadaşı olur. Arkadaştan da öteye, kendisini ve yazılarını ciddiye alan biri olduğuna inanır Annette. Die Judenbuche adlı uzun öykülerin ön çalışmalarını yapmaktadır. Şiirler ve baladlar yazarken ailevi sorumluluklarını da ihmal etmez. Levin Schücking ile sohbet ederek geçirdiği saatler annesini endişelendirmeye başlar. Ne garip bir ilişkidir bu? Annette Levin’e “Oğlum”, Levin de ona “Anneciğim” demektedir. Bu hitap şeklinin arkasında ne saklıdır? Akraba çevresinde yeniden dile düşer Annette. Fakat bu kez mutluluğu için mücadeleye hazırdır. Çünkü Levin ile olan birlikteliği onun mutluluğudur.

Delikanlıyı Bodensee yakınlarında Meerburg’da kütüphaneci olarak işe yerleştirmeyi başarır. Kız kardeşi Jenny de bu kente gelin gitmiştir. Annette, 1841 sonbaharında Jenny’e gider. Orada “tesadüfen Levin’e rastladığını” yazar annesine: “Boş zamanlarında kendi yazıları ile uğraştığı ve müzeye gidip gazeteleri okuduğu için onunla yemek zamanları dışında pek görüşemiyoruz.” Annette yalan söylemektedir. Kendisi için güç sembolü ve toplumun temsilcisi olan annesine hem de.

Levin’i pek az gördüğü doğru değildir. Her gün onunla birliktedir. Baş başa saatler süren yürüyüşler yaparlar. Annette kendisini öylesine dertsiz ve özgür hisseder ki, arkadaşıyla korkusuzca bir bahse girer. Çok kısa bir zamanda lirik şiirler içeren bir kitabı yazıp bitirmenin onun için zor olmayacağını iddia eder. “Ona karşı çıktığımda,” der Levin Schücking “Benimle bahse girdi ve bir an önce eserine başlamak için hemen kulesine çıktı. Hemen öğleden sonra ilk şiirini muzaffer bir eda ile kız kardeşine ve bana okudu. Ertesi gün ise sanırım iki tane daha yazdı…”

Şiirlerini küçük zarif yazısıyla not eder. Hiçbir zaman aceleci değildir. Kız kardeşi Jenny ile evli olan eniştesi Lassberg şiir sanatı üzerine önemli söyleşilere girdiğinde sessizce içine çekilir. Örneğin, Meersburg’da konuk olan Ludwig Uhland, o sırada Edebi Almanca ve Halk Ağzıyla Türküler derlemesini yayınlamaktadır.

Annette bu konuda yardımcı olmaya söz verir. Katkısı memnunlukla karşılanır. Ama bunun dışındaki durumu şöyle anlatır Annette: “Hemen ardından konular bilgece konuşmalara, kütüphanelere vs. dönüşüyor ve biz kadın takımına kulak veren olmadığından sadece dinlemek zorunda kalıyorduk.”

Uslu dinleyici ve bilgi aktarıcı olarak kendini feda eden uyumlu davranışlı, saçları kurdeleli, tokalı, firketeli bu soylu, kendinden emin kadın, Meersburg’da oturduğu dönemde Kulede adlı bir şiir yazmıştır ki, ilk ve son kıtalarını burada aynen aktarmak gerekir:

Kulenin yüksek balkonundayım. Çığlık çığlığa sığırcıklar etrafımda, Ve bir Baküs rahibesinden fırtına Uğıddamakta uçuşan saçlarımda; Ey vahşi adam, ey harika çocuk,

Seni kuvvetle sarmaktır arzum, Adele adeleye, kenardan iki adım Sonrası ölüm kalım güreşim!

Özgür kırlarda bir avcı olsam, Askerin bedeninden yalnız bir parça, Ne olurdu sanki erkek olsam, Gökler akıl verirdi o zaman azıcık Mecbur, burada ince ve kibarca, Uslu bir çocuk gibi oturmaya Ancak gizlice saçlarımı açıp Bırakabilirim rüzgârda dalgalanmaya.

Uçuşan saçlarıyla Annette von Droste-Hülshoff; bu görünümü kimse ona yakıştırmaz. Annette uslu kalır. Zamanla, kendisinden çok genç biriyle evlenen, yuva kuran ve arada bir birkaç satır mektup yazan Levin Schücking sorununu da halleder. Şöhret ve parayı hiç mi hiç düşlemez.

Kız arkadaşı Elise Rüdiger’e 1843’te yazdığında şöyle der: “Biri başını suyun üstüne çıkaracak olsa, arkadan başka biri yetişiyor ve birkaç santim daha yükseğe çıkarak ötekinin başını nasıl suya batırdığını; Heine’nin nasıl yok olduğunu, Freiligrath ve Gutzkow’un nasıl yaşlandığını, kısacası ünlülerin birbirlerini nasıl yediklerini ve yaprak bitleri gibi birbirlerini nasıl dejenere ettiklerini görüyorum da, bacaklarımı kanepeye uzatıp, yarı yumuk gözlerimle sonsuzluğu düşlemek daha iyi diyorum. Ah, Elise, her şey boşuna! Şimdi ünlü olmak ne hoşuma gidiyor, ne de istiyorum. Fakat yüz sene sonra okunmak istiyorum. Aslında Kolumbus’un yumurtayla yaptığı oyun gibi kolay olduğu ve sadece şimdiki zamanı feda etmemi gerektirdiği için belki başarırım da bunu.”

TARİH SİTESİ

wie in Der Traum / Katharina Sibylla Schücking

Freut euch des Lebens / Johann Martin Usteri

Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Johann Wolfgang von Goethe, yalnızca edebiyatla değil eğitim, doğa bilimleri ve felsefe de içinde olmak üzere pek çok konuyla yakından ilgilenmiştir.

Frankfurt am Main’de doğan Goethe’nin annesi, babası varlıklı ve aydın insanlardı. Evlerinde zengin bir kütüphane ve değerli bir resim koleksiyonu vardı. Wolfgang ve kız kardeşi Charlotte bu evde büyüdü. Aydınlanma Çağı’nın düşünceleriyle yetiştirilen Goethe küçük yaşta Fransızca, Latince ve Eski Yunanca öğrendi. O yıllarda Fransız işgali altında bulunan Frankfurt’ta sergilenen Fransız tiyatro topluluklarının oyunları küçük Wolfgang’ı çok etkiledi ve Fransız edebiyatınana ilgi duymasına yol açtı.

18 yaşına gelince babasının isteğine uyarak hukuk öğrenimi için Leipzig’e gitti. Orada dönemin sanatçıları, edebiyatçıları ve arkeologlarıyla tanıştı. Eski Yunan sanatına hayranlığı bu sırada başladı. Gözlerini kullanmayı, bir insana ya da nesneye bakıp geçmek yerine, onu görüp tanımayı ve anlamayı öğrendi. Başladığı her işi en iyi biçimde yaparak sonuna kadar götürmek gibi bir özelliği vardı. Leipzig’e gittikten üç yıl sonra 1768’de ağır bir hastalıkla evine dönmek zorunda kaldı. Evde kaldığı iki yıl boyunca simya ve astroloji ile ilgilendi.

1774’te yazdığı ilk romanı Genç Werther’in Acıları (Die Leiden des jungen Werther) gerek anlatımı, gerek duygularının coşkunluğu ve çağdaş gençliğin duygu ve düşüncelerini yansıtmaktaki başarısıyla evrensel bir üne kavuştu. Bu romanla Alman edebiyatında Coşkunluk Akımı olarak bilinen yeni bir çığır açıldı. Bu yıllarda ilahiler kısa ama özlü, pırıl pırıl şiirler yazdı.

Türk Edebiyatı

Rastlose Liebe / Johann Wolfgang von Goethe.

Theodor Storm Kimdir,Alman şairi ve romancısı (Huşum 1817-Hademarschen Holstein 1888). Kiel ve Berlin’de hukuk okudu.

Kiel’de kaldığı sürece, Theodor ve Tycho Mommsen kardeşlerle dostluk kurdu, Theodor Stormonlarla birlikte Liederbuch Dreier Freunde (Üç Dostun Şarkı Kitabı) [1843] adlı bir şiir kitabı yayımladı. 1848’de Danimarka aleyhtarı hareketten sonra, Schleswig’den ayrılmak zorunda kaldı, Prusya’da hakim oldu.

Schleswig-Holstein’ın Prusya’ya ilhakından sonra (1864), Husum’a döndü. Sommergeschichten und Lieder (Yaz Hikayeleri ve Şarkıları) [1851] adlı şiirlerinde, Kuzey Almanya’ya duyduğu özlemi yansıttı.

Storm, 1864’ten sonra hikaye yazmaya başladı. Ona göre hikaye «dramın kardeşi» idi.

Başlıca hikayeleri

immenses (1849), Pole Poppenspaler (Kuklacı Pole) [1874], Aquis Submersus (1875-1876), Renate (1877-1878), Eekenhof (1879), Die Söhne des Senators (Senatörün Oğulları)[1879], Kır Atlı (Der Schimmelreiter) [1886 -1888]. özellikle olgunluk çağında yazdığı hikayelerinin ana teması, insanın, kendi iç dünyasındaki kaçınılmaz trajik kaderle çatışmasıdır.

Hakkında Bilgi

Die Zeit ist hin / Hans Theodor Woldsen Storm

Hermann Karl Hesse (D: 2 Temmuz 1877, Calw, Almanya – Ö: 9 Ağustos 1962, Montagnola, İsviçre) Yazar.

Hermann Hesse, 1877’de Almanya’nın Calw Kasabası’nda doğdu. 1962 yılında İsviçre’nin Montagnola Kasabası’nda yaşamını yitirdi.

Birinci Dünya Savaşı’nda Alman militarizmini protesto etmek için İsviçre’ye yerleşti. İkinci Dünya Savaşı’nda hem Naziler hem de antifaşistler tarafından sert şekilde eleştirildi. Bu eleştiriler, ayrıca sorunlu aile yaşamı ve savaş esirlerine yardım konusundaki yoğun çalışmasının sonucu ağır bir bunalım geçirdi. Jung’un öğrencisi Lang ona psikanaliz tedavisi uyguladı. Lang ile dostluğu ruhbilime ve Jung’a duyduğu ilgiyi körükleyerek şiirsel iç dünyasını zenginleştirdi. İnsancıllığı, barışseverliği ve insan yaşamını irdeleyen felsefesi, Bozkırkurdu, Narziss ve Goldmund ve Siddhartha adlı romanlarında özellikle belirgindir.

Boncuk Oyunu adlı romanından sonra 1946’da Nobel Edebiyat Ödülü aldı. Doğu edebiyatına ve mistisizmine düşkünlüğü, ayrıca bireysel bunalımlara çözümü Doğu felsefesinde arayışı, 1960 yıllarında canlanan Budizm ve Zen Budizmi akımlarının da yardımıyla özellikle Amerikan hippi gençliği arasında en çok okunan yazarlar arasına girmesini sağladı.

Türk Edebiyatı

Alle Bücher dieser Welt / Hermann Karl Hesse

  • Hayatını değiştirmelisin.  
  • Tek yolculuk, içindeki yolculuktur.   
  • Şimdi çok erken, yarın ise çok geç.    
  • Ölüm, hayatın bizden yüz çeviren tarafıdır.   
  • Yalnızca içteki yakındır; başka her şey uzak.      
  • Hayat – cinsel yolla bulaşan bir terminal durumu.  
  • Evet, yazmak zorundaydım, yoksa çıldıracaktım!  
  • Ve cesaret o kadar kırık / hasret o kadar büyük ki.    
  • İnsanların çoğu, yaşanmamış bir hayattan ölüyor.    
  • Tek çıkar yol, gözlerimizi kendi içimize çevirmemizdir.    
  • Susmayı öğrendiğimden beri her şey bana çok yaklaştı.  
  • Bu dünyada ise düşlemeyi sürdürmektir, en büyük beceri.
  • Günümüze musallat olan geçicilik bilgisi, onların kokusudur.  
  • Dünyanın zekasına teslim olursak, ağaçlar gibi kök salabilirdik.  
  • Bırak hayat senin başına gelsin. İnan bana: hayat her zaman haklıdır.   
  • İnsan, meyvanın çekirdeğini taşıması gibi ölümü kendi içinde taşımaktadır.
  • İnsanı şu zavallı gösteri dünyasına malzeme olmaktan kurtaracak şey, görkemli bir yenilgidir.
  • Bırak her şey senin başına gelsin Güzellik ve dehşet Sadece devam et Hiçbir duygu nihai değildir.  
  • Yoksul insanlar, düşünceye dalmışlarsa rahatsız edilmemelidir. Bakarsınız, düşündükleri şeyi bulurlar.

Vikisöz / Rainer Maria Rilke

Rainer Maria Rilke, 4 Aralık 1875’te Alman kökenli bir ailenin çocuğu olarak Prag’da dünyaya geldi. Öğrenim hayatının ilk dört yılını Prag’daki Katolik eğitim veren bir okulda geçirdikten sonra maddi zorluklar sebebiyle Saint Pölten Askeri Okulu’na devam etti. Teorik eğitimde oldukça başarılı olan Rilke 1890’da sağlık problemleri nedeniyle okulu bıraktı. 1891’in sonlarına doğru ailesinin yönlendirmesiyle Linz’teki bir meslek okuluna girdi. Bu dönemde edebiyata ve edebi gelişimine daha fazla zaman ayırma olanağı buldu ve üç yıl sonra, Leben und Lieder (Yaşam ve Şiirler) isimli ilk kitabını yayımladı. 1896-1899 yılları arasında Münih ve Berlin’e giderek öğrenimine devam etti. Edebi anlayışının gelişmesinde büyük rol oynayan kadın şair Lou Andreas-Salomé ile tanıştı. Sonrasında Salomé ile, “ruhsal anakara” olarak tanımladığı Rusya’ya gitti ve müzeleri ziyaret etmenin yanında birçok ressamla ve aralarında Lev Tolstoy’un da bulunduğu birçok yazarla görüşme olanağı buldu. Bu yolculuk sayesinde felsefesini geliştirmesine yardımcı olacak şiirsel malzemeyi elde eden Rilke, Rusya’dan döndükten sonra Das Stundenbuch (Dua Saatleri Kitabı) isimli kitabı üstünde çalışmaya başladı. 1905’te Auguste Rodin’in özel sekreteri olarak çalıştı ve aynı dönemde, Rodin’in sanatını ve Paris’teki yaşamını anlattığı, düzyazı türündeki en önemli eserlerinden biri olan Auguste Rodin’i yayımladı. Takip eden yıllarda Afrika, Mısır ve İspanya’yı gezen Rilke, 1912’de Trieste yakınlarındaki Duino Şatosu’na yerleşti. Bu tarihte, şatonun sahibi olan Kontes Maria von Thurn und Taxis’den de aldığı ilhamla Duineser Elegien’i (Duino Ağıtları) yazdı. Birinci Dünya Savaşı sırasında kısa bir süre Viyana’daki savaş arşivinde görev aldı. Rilke, 1926’da yakalandığı lösemi nedeniyle yaşamını kaybetti. Başlıca eserleri: Larenopfer (1895, İyi Ruhlara Adak), Buch der Bilder (1902, İmgeler Kitabı), Das Stundenbuch (1905, Dua Saatleri Kitabı), Neue Gedichte (1907, Yeni Şiirler), Duineser Elegien (1922, Duino Ağıtları).

NOTOS KİTAP

 Georg Philipp Friedrich von Hardenberg

“Novalis”, erken dönem Alman romantik filozof, şair ve roman yazarı Georg Philipp Friedrich Freiherr von Hardenberg‘in takma adıdır. 1772’de Saksonya asilzadelerinden Pietist bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Novalis, 1801’de 28 yaşındayken tüberkülozdan ölmüştür.

Novalis kimi çevrelerce Alman romantizminin örnek figürü olarak görülür: Erken yaşta ölümü, birkaç yıl önce genç nişanlısı Sophie’nin hastalığı ve ölümü -ki bu ölüm en ünlü eserlerinden biri olan Hymns to the Night‘a ilham vermiştir- ve yazılarının mistik tarzı onun uhrevi, hatta marazi bir şair olarak tanınmasına neden olmuştur. Bununla birlikte, Novalis aynı zamanda Kant sonrası idealist gelenek içinde yer alan ve bu geleneği meşgul eden sorunlarla ilgilenen eğitimli bir filozoftur. Üzerinde durduğu konuların içinde özgürlük problemi ve insan eyleminin doğası, bilginin temeli, doğa ve bilim arasındaki ilişki, dinin önemi gibi meseleler vardır.

Novalis; Fichte, Herder, Goethe ve Hıristiyan mistik Jakob Boehme’nin çalışmalarından etkilenen ve Friedrich ve August Wilhelm Schlegel, Ludwig Tieck, Caroline Schlegel, Dorothea Veit-Schlegel ve başka isimlerin yer aldığı erken dönem Alman romantiklerinin Jena çevresinin önemli isimlerinden biriydi.

Novalis kısa yaşamı boyunca felsefi fragmanların (bazıları Schlegel kardeşlerin dergisi Athenaeum‘da yayınlandı) yanı sıra şiir, roman (The Novices of Saïs ve Henry of Ofterdingen), felsefi denemeler (“Christendom or Europe” ve “Faith and Love or The King and Queen”) ve bilim, tıp, din, tarih, dil, sanat ve doğa üzerine notlar ve kısa denemeler yazdı; bunların çoğu bir ansiklopedi için tasarlanmıştı ve çevirileri Notes for a Romantic Encyclopaedia adıyla bulunabilir. Bu eserlerin çoğu ancak Novalis’in ölümünden sonra, Ludwig Tieck ve Friedrich Schlegel tarafından derlenen yazılarıyla birlikte yayımlanmıştır.

Novalis ilk eğitimini özel öğretmenlerden aldı. Bu öğretmenlerin arasında Christian Daniel Enhard Schmid de vardır ki Novalis Schmid ile daha sonra üniversite eğitiminin başında tekrar karşılaşacaktır. Novalis daha sonra Eisleben’deki Luther gramer okuluna gitmiş, burada retorik ve antik edebiyata dair bilgi ve yeteneklerini geliştirmiştir.

Novalis 1790’dan 1794’e kadar Jena’da hukuk okumuştur. Eğitimi sırasında Schiller ile tanışmış ve Schiller’in derslerine katılmıştır. Schiller’in hastalık döneminde ona dostluk göstermiştir. Ayrıca Goethe, Herder ve Jean Paul ile de tanışmış, Ludwig Tieck, Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling ve Friedrich ve August Wilhelm Schlegel kardeşler ile arkadaş olmuştur. Ekim 1794’te kamu hizmetinde çalışmaya başlayan Novalis bu sıralarda tanıştığı Sophie von Kühn ile 15 Mart 1795’te nişanlandı. Nişanlısı 1797’de öldü ve bu Novalis’i çok etkiledi.

1795-1796 arasındaki dönemde Novalis Johann Gottlieb Fichte’nin bilimsel doktriniyle ilgilenmiştir ki bu dünyaya bakış açısını büyük oranda etkilemiştir. Ayrıca, Fichte’nin felsefesindeki çeşitli kavramları geliştirmiş, bu konuda çalışmalar da bulunmuştur. Birkaç ay sonra Saksonya’daki Freiberg Madencilik Akademisi’ne jeoloji çalışmak için girmiştir. 1798’de ilk fragmanları Athenäum isimli dergide yayımlanmıştır. Novalis’in ilk yayınının ismi Blüthenstaub`dur ki bu aynı zamanda “Novalis” mahlasını da ilk kullandığı yerdir.

Aralık 1798’te Novalis Julie von Charpentier ile nişanlanır. Ağustos 1800’de tüberküloz hastalığına yakalanır. 25 Mart 1801’de Weißenfels’de vefat eder.

Sosyolog Ömer Yıldırım

Johann Christian Friedrich Hölderlin (1770-1843)

Alman şair. Klasik çağın ve romantizm akımının en önemli temsilcisi. Neckar kıyısında eski bir manastır köyü olan Lauffen’de dünyaya geldi. İki yaşındayken babasını kaybetti. Nürtingen’de okula başladı. 1788-1793 yılları arasında Tübingen Üniversitesi’ndeki İlahiyat Okulu’na devam etti ve eğitimini tamamlayarak papaz oldu. Hölderlin Lutherci Protestan papaz kimliğini uzun süre üzerinde taşıyamadı ama inancını hiçbir zaman yitirmedi. Ona göre “şair olmak, tanrılar­la insanlar arasında, rahiplerin yapabileceği bir aracılık görevini üstlenmek anlamına geliyordu”. 1793 yılında Friedrich Schiller ile tanıştı. Onun önerisiyle özel öğretmenlik yapmaya başladı. Neue Thalia dergisinde şiirlerini ve romanı Hyperion’un bir bölümünü yayımladı. Hölderlin’in eserlerinde Yunan mitlerinin etkisi çok güçlüdür ve Hyperion, Yunanistan’ın özgürlüğü için savaşan düş kırıklığına uğramış kahramanın ağıt niteliğindeki hikâyesidir. Hölderin şiirlerinde Klasik Yunan şiir biçimlerini Alman diline başarıyla uygulamıştır. Sophokles’ten yaptığı Antigone ve Oidipus Tyrannus çevirileri 1804 yılında yayımlanmıştır. Zaman zaman öğretmenlik yapmaya çalıştıysa da, geçirdiği ağır bunalımlar buna engel oldu. 1805 yılında beş ay rahatsızlığından ötürü gözaltında tutuldu. Yaşamının bundan sonraki bölümü ise deliliğin gölgesi altında geçti. Bu tarihten sonra iyileşme umudu kalmamıştı. Yaşadığı dönemde çok az tanınan Hölderlin, uzun bir süre tamamen unutuldu. Ancak 20. yüzyılın başlarında ülkesinde ve dünyada değeri yeniden anlaşıldı. Yalnızca edebiyat alanında değil, Hegel’den Heidegger’e uzanan çizgide felsefe dünyasını derinden etkilemiştir.

DOĞUBATI

Comments are closed.