


“Uyku ne kadar kısa olursa, hayat o kadar kısa olur.”

Sağlıklı bir uyku süresi, zamanlaması ve kalitesiyle tam bir iyileştiricidir. Günümüzde yapılan çalışmalarla uykunun bütünsel sağlık için ne kadar önemli olduğu gösterilse de, pek çok kişi duygusal, sosyal, sağlık ve stres sebebiyle sağlıklı bir uykuya sahip değil. Son bulgular, geceleri 6 saatten az uyuyan bireylerin, gecede 6 ila 8 saat uyuyanlara göre erken ölme riskinin %12 arttığını göstermektedir.
Peki sağlıklı bir uyku nedir, nasıl olmalıdır?
İnsanlar, doğadaki birçok canlıyla birlikte, biyolojik saat dediğimiz aydınlık ve karanlıktan oluşan 24 saatlik periyotlara adapte olmuşlardır. Bu saat, her gece ortalama 8 saatlik (6 ila 9 saat arasında) bir uyku periyoduna ihtiyaç duyar. İnsanların uyku ihtiyacı genetik olarak belirlenmiştir. Ancak, popülasyonun %90’ı, hepimizin ideal olarak bildiği 7,5-8 saat kadar uyumaktadır ve bu süreye ihtiyaç duymaktadır. %5’lik bir grup 6 saatin altında uyurken, geri kalan %5 ise uyumak için 12 saat ve üzerinde bir süreye gereksinim duymaktadır. İdeal uyku miktarımızı basitçe, sabah kendimizi dinlenmiş hissetmemizden ve gün içi performansımızdan anlayabiliriz. Eğer ne kadar uyursak uyuyalım ertesi gün kendimizi dinlenmiş hissetmiyorsak, uyku bozukluklarının da içerdiği tıbbi bir değerlendirme ve desteğe ihtiyaç duyabiliriz.

Sağlıklı genç bir erişkin, ışıklar kapatıldıktan 5-20 dakika sonra uyuyabilir. Daha sonra 4 evreden oluşan uyku siklusları gece boyunca devam eder. Uykuya dalarken düşüncelerimiz aklımızda gezinmeye başlar ve çevreyle olan iletişimimiz azalır (Evre 1). Gecenin yaklaşık %50-60’ı Evre 2 uykudan meydana gelmekte olup, uykunun yüzeyel dönemini oluşturmaktadır. Evre 3 çoğunlukla gecenin ilk yarısında daha yoğun olup “derin uyku” dediğimiz dönemdir. Bu dönemde uyanmak için daha yoğun, güçlü bir uyarana ihtiyaç duyulmaktadır. Evre1’den 3’e kadar olan süreç uykunun non-REM dönemini oluşturmaktadır. REM (hızlı göz hareketi) dönemi, gece boyunca 90-120 dakikalık dönemler halinde tekrarlanır. Her gece ortalama 4-5 REM dönemi olur. REM uykusu rüya dönemi olarak da bilinir.
Uykunun süresi kadar zamanlaması da önemlidir. Pek çok hasta iyi uyuduğunu ama ertesi gün yorgun hissettiğini ifade ederken, detaylar sorgulandığında, geceyarısını geçtikten sonra, 2’de, 3’te uyuduğunu ifade etmektedir. Süre 7 saate tamamlansa da, özellikle yenilenme, karaciğer detoksifikasyonu, metabolizmanın ve hormonların düzenlenmesi, beyin lenf sisteminin temizlenmesi gibi çok önemli fonksiyonlar, akşam 11 gibi başlayarak sabaha karşı 5’e kadar sürmektedir. Yani uykunun en kıymetli saatlerini ayakta geçirip uyanmanın yaklaştığı saatlerde uyumaya çalışarak bozulan ritim, uyku bozuklukları ve daha pek çok soruna zemin hazırlamaktadır.
Son yıllarda yeni araştırmalar, uykunun ne kadar önemli olduğunun ve uykusuzluğun ne kadar zararlı olabileceğinin altını çiziyor. Uykunun etkilemediği sistem ve organ yok diyebiliriz. En önemli ve ilgi çeken çalışmalar, uyku ve kilo olduğu kadar, uyku ve beyin sağlığı ilişkisiyle ilgili olanlardır. 2018’de yapılan büyüleyici bir çalışma, uyku kaybının nedensel olarak kaygıyı tetikleyebileceğini ve bunun tersine, uykunun kaygının hafifletilmesi için yeni bir tedavi edici yaklaşım olabileceğini öne sürüyor.
Bir başka uyku-beyin ilişkisi de Alzheimer için yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Rochester Üniversitesi araştırmacıları tarafından keşfedilen ve beyinde “glimfatik yolak” ismi verilen çok özelleşmiş bir lenfatik sistem vardır. Bu sistem, en bilinenleri “amyloid” ve “tau” olan metabolik artıkların beyin dokusundan temizlenmesini sağlar. Yapılan pek çok önemli çalışmaya göre, “amyloid” birikiminin Alzheimer gelişiminde önemli rolü vardır. 7 saatten az uyuyunca PET görüntülemelerinde belirgin şekilde “amiloid” birikiminin arttığı gözlenmiştir.

Kilo vermek için geç saatte yattığını belirten hastalarla karşılaşıyoruz. Vücudumuz, uykudan büyük ölçüde etkilenen hormonlar tarafından yönetilen ince ayarlanmış bir iştah kontrol sistemine sahiptir. Bir grup çalışmada, uykusuz bırakılan sağlıklı erkeklerde, aç hissetmemize neden olan hormon olan grelin’de artış ve tok hissettiren hormon olan leptin’de azalma olduğu bulunmuştur.
Yapılan bir başka çalışmada, 6 saat ve daha az uyuyanlarda zayıflama amacıyla yapılan diyet sırasında yağ dokusundan kilo kaybının %55 oranında azaldığı, daha da kötüsü, kas kitlesinden kayıp oranında da %60 oranında artış olduğu gösterilmiş.
Uykusuzluğun vücuda etkileri
- Yorgunluk
- Yavaşlık
- Odaklanamamak
- Hafıza problemleri
- Hızlı mod değişikliği
- Kilo alma
- Düşük bağışıklık sistemi
- Kaza ve yaralanma riskinde artış
- Cinsel isteksizlik
- Kronik inflamasyon
- Kalp hastalıkları
- Öğrenme kabiliyetinde azalma
- Eklem ağrıları
Uyku kalitesini artırmak için önerileriniz nelerdir?
- Gündüz şekerleme yapmayın, bu gece uykunuzu bozabilir.
- Yatmadan en az 5 saat öncesinde “kafein” ve “nikotin” gibi uyarıcıları almayı kesin.
- Uykuya yakın bir saatte egzersiz yapmayın.
- Uyku saatine yakın ağır şeyler yemeyin. Şeker ve basit karbonhidratlardan uzak durun. Çikolatada kafein olduğunu ve uykunuzu kaçırabileceğini unutmayın.
- Alkolden ve sigaradan özellikle uyku öncesi uzak durun.
- Yatmadan birkaç saat önce parlak ışıklardan uzaklaşın.
- Bilgisayar, televizyon, telefon gibi elektronik aletlerden yayılan ışınlar uykunuzu bozar. Yatmadan 2-3 saat önce parlak ışıklardan uzaklaşın.
- Uyku saatinizden önce rahatlamalısınız. Gün içindeki problemleri yatmadan önce konuşmamaya özen gösterin.
- Yatağınızı uyumaktan başka (yemek yemek, çalışmak ya da TV seyretmek gibi) şeyler için kullanmayın. Uyumak için kendinizi zorlamayın. Uyuyamazsanız yataktan kalkın ve başka bir odaya gidin.
- Uyku rutini çok önemlidir; uyku ve uyanma saatleri hafta sonu dahil, aynı saatlerde olmalıdır. Uyuduğunuz yer karanlık, sessiz ve serin olmalıdır.
Hastaların sağlık rutinlerinde sürekli görmezden gelmeye çalıştığını gördüğümüz bir şey var; tutarlı, yüksek kaliteli uyku. Uyku, vücut için karmaşık, aktif bir restorasyon sürecidir ve uyku bozukluğu yaşayan kişiler yaşam kalitelerini büyük ölçüde etkileyen hem fiziksel hem de psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip olabilirler. Fonksiyonel Tıp’ta danışanlarla uyku hijyeni hakkında konuşmak, uykunun yaşamları boyunca genel sağlıklarını nasıl etkilediğini değerlendirmeye başlamanın ilk adımıdır. Uyku ve diğer biyolojik süreçler arasındaki bağlantılar hakkında kişiye özel sebep-sonuç ilişkileri açıklanmalı ve gevşeme tekniklerinden beslenmeye, ışık terapisinden fiziksel aktiviteye kadar, geniş bir yaşam şekli modifikasyonu üzerinden çalışılmalıdır.

AMERİKAN HASTANESİ
İrem Ergün – Fonksiyonel Tıp
Live to Bloom

Uyku bağışıklık sistemini nasıl etkiler?
Uyku bağışıklık sisteminin temel taşlarından biri
Uyku; memeliler, kuşlar, sürüngenler, karada ve suda yaşayan hayvanlar, bazı balıklar, böcekler (farklı bir şekilde) ve yuvarlak solucanların bir ihtiyacıdır. İnsanlar gibi gündüz hareketli olan canlıların vücut saati, gece uyumayı sağlarken, gece hareketlenen kemirgenler de gündüz uyumayı sağlar. Uyku süreleri de yenidoğan bir bebek, erişkin ve yaşlılarda farklıdır.
Uyku evrelerden oluşur
Bilim insanları 1950’lerden önce, kişinin bedeninin uykuda ‘çalışmayı durdurduğunu’, yani ‘pasif’ bir duruma geçtiğini düşünüyordu. Yapılan araştırmalar, uykunun sanıldığından daha karmaşık bir yapısı olduğunu göstermiştir. Uyku kabaca, hızlı göz hareketleri olan ve olmayan şeklinde iki döneme ayrılır. Hızlı göz hareketlerinin olmadığı dönem; uykunun 1’inci, 2’nci ve 3’üncü evrelerini kapsar. Bunların ardından hızlı göz hareketlerinin olduğu dönem takip eder. Ortalama 90-110 dakika süren ve hızlı göz hareketlerinin olmadığı ve olduğu birer döngü, ‘uyku döngüsü’nü oluşturur. Bunun bitiminde yeni uyku döngüsü başlar.

Uyku nedir?
Uyku, beyin ve vücutta doğal olarak gerçekleşen, değişen bilinç durumu, dışarıdan verilen uyarana azalmış yanıt ve istemli hareketlerin olmayışı ile karakterize bir durumdur. Uyku, beyin dalgaları [elektroensefalografi (EEG)], kas-sinir uyarımları [elektromiyografi (EMG)] veya solunum hızının, iki veya daha fazlasının karşılıkları gösterilerek tanımlanabilir.
Uyku anne karnında başlar
Uyku, bebeğin anne karnındaki döneminden itibaren gelişim açısından önemli bir yere sahiptir. Gebelik boyunca ve yenidoğan döneminde bebek, günün yüzde 90-95’ini uykuya benzer (daha çok uykunun hızlı göz hareketleri olan dönemine benzer) bir durumda geçirir. Hızlı göz hareketlerinin olduğu dönem, gelişmekte olan bebek beyninde fiber optik kablo ağının geliştiği dönem olarak düşünülebilir.

Uykunun faydaları
Uykunun sinir sistemini etkileyen pek çok özelliği vardır. Tek gece uykusuz kalmak bile ruh halini ve bilişsel fonksiyonları (dünyayı anlayabilmek ve onunla ilişki kurabilmek için ihtiyaç duyduğumuz temel bilişsel fonksiyonlar; bellek, dil, görsel fonksiyonlar ile dikkat, planlama, programlama, düzenleme gibi yürütücü işlevlerdir) olumsuz etkiler. Uyku, fizyolojik denge ve toparlanmayı da sağlar. Uyku, beyin ve vücut için daima hizmet eder. Faydaları şöyle sıralanabilir:
- Anıların depolanması
- Yeni bilgi öğrenmeye beynin hazır hale gelmesi
- Hormonların düzenlenmesini
- Kan basıncı ve nabız değerlerinde düşüş yaparak kalp ve dolaşım sistemindeki yüklenmeyi azaltması
- Bağışıklık sistemin desteklenmesi
Bağışıklık sistemi nedir ve nasıl oluşur?
Vücudun yabancı bir molekülle (çoğunlukla virüs, bakteri gibi organizmalar) karşılaşması sonrasında vücudu buna karşı koruyan ve kişiyi sağlıklı tutan sisteme bağışıklık sistemi denir. Vücutta pek çok organ ve hücre birlikte çalışarak bu savunmayı sağlar. En önemli bileşenlerinden biri lökosit yani beyaz kan hücreleridir. Beyaz kan hücrelerinin alt tipleri, fagosit ve lenfositlerdir. Fagositlerin, vücudu istila etmeye çalışan organizmayı çiğneyip yok etme görevi bulunur. Nötrofiller de bakterilere karşı savaşan bir fagosit türüdür. Lenfositler ise vücudun bu organizmayla bir daha karşılaşınca onu tanıyıp daha kolay savaşarak onu yok etmesini sağlar.
Lenfositler bağışıklığı şöyle savunur
Lenfositlerin T ve B olmak üzere iki tipi bulunur. Lenfositler kemik iliğinde yapılır ve burada kalmaya devam eder. Burada olgunlaşırsa B lenfosit adını alır. Timus bezine gidip orada olgunlaşırsa T lenfositleri oluşturur. B lenfositler, askeriyedeki istihbarat birimleri gibi görev yaparak hedefleri bulur ve enfeksiyon durumunda savunma yapacak birimlerin o hedeflere kilitlenmesini ve onları yok etmesini sağlar. T hücreler ise vücuda zarar vermeye çalışan istilacılarla savaşan askerlere benzer. B lenfositler yabancı maddelerin yüzeyindeki ‘antijen’ denilen maddeleri tanıyan ‘antikor’lar salgılar. Bunlar, vücuda aynı organizma yeniden girerse onun savunma sistemi tarafınca tanınmasını sağlar. Bunların yok edilmesi için T hücreleri göreve çağırır.
Bağışıklık sisteminin bu düzenine yardımcı olan en önemli etmenlerden biri uykudur.

Uyku enfeksiyondan korur
Merkezi sinir sistemi, uyku ve bağışıklık sistemi arasında birbirlerini etkileyen bir ilişki vardır. Bu ilişkinin bilinmesi, ateşli dönemin değişik evrelerindeki komaya yakın şuur kaybı ve yorgunluğundan ilk kez bahseden Aristotle’a (MÖ: 384–322) dek uzanır. Élie Metchnikoff ise 1800’lerin sonuna doğru bakterilerin iltihabi reaksiyonu tetikleyen maddeler salgıladığını bulmuştur. Kuniomi Ishimori, 1909’da bu maddelerin uykunun düzenlenmesinde rolü olduğunu öne sürmüştür. James Krueger, 1970’lerde ‘uyku getiren faktör S’yi, 1980’lerde IL-1 isimli maddenin yavaş dalga uykusunu başlattığını göstermiştir. Daha sonra enfeksiyon sırasında artan uyku halinin, iyileşme sürecini hızlandırdığı, dolayısıyla enfeksiyon sırasında uykunun kişi için koruyucu olduğu gösterilmiştir. Zira enfeksiyon sırasında enerji ihtiyacı da artar. Uykunun bir fonksiyonunun da bağışıklık sistemini desteklemesi olduğu kabul edilir.
Uyku bu eksende ilerler
Uyku, ‘Hipotalamus-Pituiter-Adrenal (HPA) Ekseni’ ve ‘Sempatik Sinir Sistemi’ üzerindeki etkileri ile bağışıklık sistemini etkiler. Gecenin erken saatlerinde, 24 saatlik HPA ekseninin aktivitesi (minimum kortizol seviyesi ve artan antiviral yanıt) minimum düzeydedir. İlerleyen saatlerde hızlı göz hareketleri safhası ile HPA ekseni aktivitesinde artış meydana gelir. Bu aktivite maksimum noktaya ulaştığında, sabah uyanma gerçekleşir.
Uyku normal değilse bağışıklık düşer
Uyku bozukluğunda ise HPA ekseninde tekrarlayıcı veya devamlı aktivasyon görülür. HPA ekseni sürekli aktive olursa inflamasyon (iltihap) artışına zemin hazırlanmış olur. Bağışıklık sistemi hücreleri de ortamda artan kortizole direnç gösterir hale gelir.
Adı ‘sempatik’ ama…
Uykunun başlaması ile sempatik sinir sistemi aktivitesinde düşüş olur, inflamasyon yanıtı baskılanır ve virüslere karşı vücudun bağışıklık yanıtı artar. Uykusuzluk söz konusu olduğundaysa sempatik sinir sisteminde düşüşün aksine artış görülür. Sempatik sinir sisteminin aktivitesinin arttığı durumlarda, yukarıdaki olumlu durumların tam tersi gerçekleşir. Ayrıca doğal öldürücü T hücreleri, nötrofil ve monosit gibi bağışıklık sisteminin bazı hücrelerinin vücuttaki dağılımı da değişir.
Uyku ve inflamasyon ilişkisi
Hayvan ve insanlarda yapılan uyku çalışmalarıyla, önemli tespitler yapılmıştır. Örneğin, gece uykusunun IL-6 denilen maddenin seviyesini arttırdığı, bunun da monosit denilen bir kan hücresinden TNF denilen maddeyi salgılattığı, uykusuzluk durumunda hem IL-6 hem de TNF maddesinin azaldığı gösterilmiştir. Uykunun değişik evrelerinde inflamatuar madde aktivitesinin de farklılık gösterdiği saptanmıştır. Uyku, azalmış metabolik ihtiyacın olduğu bir dönemdir. Gecenin ilerleyen saatlerindeki uykunun arttırdığı inflamatuar aktivite, kişiyi olası yaralanma ve takiben gelişebilecek inflamasyonun olabileceği ‘ertesi güne’ hazırlar.
Uyku bozukluğu bu hastalıklara götürebilir
Uykuda hücresel düzeyde bir tehdit oluştuğunda, uyku süresi uzar ve savunma sistemi güçlendirilir. Merkezi sinir sistemi tarafınca algılanan bu tehdit, günlerce, haftalarca veya daha da uzun sürerse uyku bozulur. Bu da iltihabi reaksiyonda değişime neden olur. Bu reaksiyonun belirteçleri gece değil, gündüz artar ve gün boyunca devam eder. Araştırmalarda uzun süren inflamasyonun depresyon, bazı kanserler, kardiyovasküler hastalıklar ve Alzheimer hastalığı gibi bunama süreçlerinde önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Uyku bozukluğunun, inflamasyon üzerindeki etkisi cinsiyet, yaş, vücut kitle indeksi ve fiziki aktivite gibi faktörlere göre değişebilir.
Aşı yapıldığı gece uykusuz kalmayın
Gece uykusu sırasında, antijen sunan hücreler ve T hücreler dolaşımdan lenf düğümlerine geçer. Uyku sırasında bağışıklık sistemi savunmada bekler. Bazı çalışmalarda aşının (grip, hepatit A ve B, menenjit C aşıları) yapıldığı günün gecesinde uykusuz kalmanın, aşıya karşı antikor yanıtı oluşmasını azaltabileceği ve bunun etkilerinin 1 yıla kadar uzayabileceği gösterilmiştir.
Az uyku enfeksiyon riskini artırır
Gece 5 ve 6 saatten az uyumanın sırasıyla zatürre ve soğuk algınlığı riskini arttırdığı saptanmıştır. Sürekli gece 5 saatten az uyuduğunu bildiren 23 bin erişkinle yapılan bir çalışmada, son 30 gün içindeki soğuk algınlığı veya enfeksiyon olasılığının arttığı bildirilmiştir. Tek bir çalışma, gece 9 saatten fazla uykunun da zatürre riskini arttırdığını göstermiştir. Ancak bu konuda hala aydınlatılması gereken bazı noktalar vardır.
Enfeksiyon uykuyu böyle etkiler
Bir araştırmada, virüslerin neden oldukları soğuk algınlığının şiddetini arttırarak uyku bozduğu bilgisi yer alır. Bakterilerde ise hızlı göz hareketlerinin olmadığı uyku süresinde önce artış, ardından azalma görülür. Bu iki yanıt, bakteriyle karşılaşmanın şekli ve süresine bağlanır. Bakterinin iltihabi reaksiyon yaratmayan parçalarıyla vücuda girişinin, uyku üzerindeki etkisi ile virüslerin uyku üzerindeki etkisi benzerdir. Sirke sineği olarak bilinen Drosophilar ile yapılan ve 2019’da yayınlanan bir çalışmada, Japonca uyku anlamına gelen ‘nemuri’ adı verilen, uyku ile bağışıklık sisteminin fonksiyonlarını ilintilendiren bir gen bulunmuştur. Batı ülkelerinde toplumları etkileyen pek çok hastalık inflamasyon temelinde oluşur. Uyku bozuklukları, artan yaşla ortaya çıkan hastalıklar için risk taşır. Dolayısıyla uyku bozuklukları, halk sağlığı sorunu haline gelmiştir.

Kadınlarda inflamasyon riski daha fazla
Kadınlarda uyku bozukluğu şikayeti erkeklerden daha fazladır. Bu da kadınların daha fazla inflamasyon ile karşı karşıya olması sonucunu doğurur. Tanı almış kalp hastalarında sadece kadınlarda uyku kalitesinin düşmesi, inflamasyon artışı ile ilintili bulunmuştur. Etnik farklılıkların incelendiği çalışmalarda Afro-Amerikanların daha riskli olduğu saptanmıştır.
Yaşlanma nedir?
Peki yaşlanmanın uyku üzerindeki etkileri nelerdir? Yaşlanma, hastalıklara yatkınlığı artıran fizyolojik ve moleküler evrensel değişikliklerin tümüdür. Biyolojik yaşlanma, ruhsal yaşlanma, kronolojik yaşlanma, sosyal yaşlanma, patolojik yaşlanma ve ekonomik yaşlanmanın karşılıklı etkileşimi sonucu yaşlanma ortaya çıkar. Yaşlanmanın değerlendirilmesinde bütün bu yaşlanma değişikliklerinin birlikte ele alınması gerekir.
Biyolojik yaşlanma: Vücudun hem yapısında hem organ ve sistemlerin çalışmasında görülen değişikliklerdir (derideki kırışıklıklar, işitme ve görme kayıpları.)
Ruhsal yaşlanma: Bireyin davranışları ve uyum yeteneğinde yaşa bağlı olarak değişiklik görülmesidir.
Kronolojik yaşlanma: Bireyin doğum tarihine göre bireyin sahip olduğu yaşıdır.
Sosyal yaşlanma: Yaşın ilerlemesiyle, bireyin toplumdaki rolünün değişmesi, yaşamdan doyum sağlayamamasıdır.
Patolojik yaşlanma: Kültürel veya çevresel alışkanlığa bağlı olarak vücudun organ sistemlerinde bozukluk ortaya çıkmasıdır (aşırı veya yetersiz beslenme.)
Ekonomik yaşlanma: Parasal koşulların değişmesinin sonucu yaşlı kişinin yaşam biçiminin değişmesi, maddi olanakların azalmasıdır.
Uykunun yaşlanma üzerindeki etkileri
Son 30 yılda yapılan çalışmalara göre, yaşlanma ile vücudun biyolojik saatinde bozulma meydana gelir. Bunlar, nörodejenerasyon, obezite ve tip 2 diyabet gelişimi ile ilintili bulunmuştur. Uyku bozuklukları, yaşla ilintili hastalıklara yakalanan yeni hasta sayısı ile bu hastalıklara bağlı ölüm sayısını etkiler. Bir gecelik kısmi uykusuzluk bile hücresel düzeyde yaşlanmaya neden olan genlerde farklılaşmaya, telomer (DNA sarmalında kromozomları koruyan parçalar) uzunluğunda kısalmaya ve DNA’da ‘epigenetik metilasyon’ denilen bir çeşit kimyasal değişime neden olur. Bir araştırmada, gecede 5 saat ve daha az veya 7 saatten fazla uyuyan yaşlıların bilişsel fonksiyonlarının, gecede 7 saat uyuyanlardan daha kötü olduğu gösterilmiştir.

Uyku bozukluğu depresyonu tetikler
Uyku bozukluğu, depresyonu olan kişilerdeki en sık şikayetlerden biridir. Uyku bozukluğunun varlığı, depresyonun tekrar etme olasılığını gösterir. Dolayısıyla bu olguların tedavisinde dikkatli olunmalıdır. Psikolojik stres varlığındaysa uyku bozukluğunun olması depresyon gelişme riskini gösterir. Bu durumda tanı hemen koyulup tedaviye başlanmalıdır. Altta yatan iltihabi bir hastalığı olan kişide (bağ dokusu hastalığı gibi) iltihabi reaksiyonun neden olduğu uyku bozukluğu, depresyon gelişimini artırır. Depresyonun tıbbi tedavisinin yanı sıra beden ve ruh sağlığını hedefleyen meditasyon, Tai Chi gibi stratejiler uykusuzluğun tedavisinde önerilir.
ACIBADEM HAYAT
Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Kötü Uyku Kadınlarda Kalp Riskini Artırabilir
Yeni bir çalışma, kadınlar için kötü uykunun sağlıksız yiyecek tüketimini arttırabileceğini ve obezite ile kalp hastalığı riskini artırabileceğini göstermektedir.

Columbia Üniversitesi Irving Tıp Merkezi’ndeki araştırmacıların yeni bir araştırmasına göre, kötü uyuyan kadınlar aşırı yemek yeme ve daha düşük kaliteli bir beslenme alışkanlığına sahip olma eğilimindedir. Bulgular, zayıf uyku kalitesinin kalp hastalığı ve obezite riskini nasıl artırabileceğine dair yeni bir fikir vermektedir ve kadınların kalp sağlığını iyileştirmek için gerçekleştirilebilecek müdahaleleri işaret etmektedir.
Önceki çalışmalar, daha az uyuyan kişilerin obezite, tip 2 diyabet ve kalp hastalığı gibi hastalıklara yakalanma olasılığının daha yüksek olduğunu ve bu durumun kısmen beslenme alışkanlığı ile açıklanabileceğini göstermiştir. Ancak bu çalışmalar dar bir şekilde spesifik gıdalara veya besinlere (balık, şeker veya doymuş yağ gibi) veya uyku kalitesine değil, yalnızca ölçülen uyku süresine odaklanmıştır. Yeni çalışma, genel beslenme kalitesi ile uyku kalitesinin çeşitli yönleri arasındaki ilişkileri inceleyerek kadınlarda daha kapsamlı bir tablo elde etmek için tasarlanmıştır.
Yaklaşık 500 kadın üzerinde yapılan çalışma, çevrimiçi olarak Amerikan Kalp Derneği Dergisi’nde yayınlandı. Araştırmacılar, 20-76 yaşları arasındaki 495 kadından oluşan etnik kökenleri farklı bir grubun uyku ve yeme alışkanlıklarını analiz ettiler. Çalışma uyku kalitesine, uykuya dalma zamanına ve uykusuzluğa baktı. Kadınlar ayrıca yıl boyunca tipik olarak yedikleri yiyeceklerin türleri ve miktarları hakkında rapor vererek, araştırmacıların tipik beslenme alışkanlıklarını ölçmelerine izin verdiler. Önceki uyku ve diyet çalışmalarına benzer şekilde, bu çalışma daha düşük genel uyku kalitesine sahip olanların obezite ve diyabet ile ilişkili ek şekerleri daha fazla tükettiğini bulmuştur. Uykuya dalmaları daha uzun süren kadınlar daha yüksek kalori alıyordu ve daha fazla yiyecek yiyorlardı. Daha şiddetli uykusuzluk belirtileri olan kadınlar, az uyku sorunu olan kadınlara kıyasla daha fazla yiyecek ve daha az doymamış yağ tüketiyordu.
Kötü Uyku Kötü Beslenmeye Yol Açar
Araştırmacılara göre düşük uyku kalitesi, açlık sinyallerini uyararak veya tokluk sinyallerini baskılayarak aşırı gıda ve kalori alımına yol açabilir. Tokluk, tüketilen gıdanın ağırlığından veya hacminden büyük ölçüde etkilenir ve uyku sorununa sahip kadınlar tok hissetmek için daha fazla yiyecek tüketiyor olabilir. Bununla birlikte, kötü beslenmenin kadınların uyku kalitesi üzerinde olumsuz bir etkisi olması da mümkündür. Daha fazla yemek yemek, örneğin gastrointestinal rahatsızlığa neden olabilir, bu da uykuya dalmayı veya uyumayı zorlaştırabilir. Araştırmacılara göre kötü beslenme ve aşırı yemenin, obeziteye (kalp hastalığı için ciddi bir risk faktörü) yol açabileceği göz önüne alındığında, gelecekteki çalışmalar, uyku kalitesini artıran tedavilerin kadınlarda kardiyometabolik sağlığı destekleyip desteklemediğini test etmelidir.
MEDIKAYNAK

Uykusuzluk Beyninizi Nasıl Etkiler?

Uykusuzluk berbat bir durumdur. Peki ama uykusuz kaldığınızda beyninizde gerçekten ne olur?
Amerikalı Randy Gardner, bilinçli olarak en uzun süre uyumayan insan rekorunu elinde bulundurmaktadır.Herhangi bir uyarıcının etkisi olmaksızın, Gardner tam olarak 264.4 saat, yani 11 gün 24 dakika uyanık kalmıştır.
Bu tür bir deneye girişmesinin nedeni uykusuzluğun kötü bir şey olmadığını göstermekti ama yanılıyordu: yetersiz uykunun çok büyük zararları vardır! Gardner paranoya, sanrılar, ruh halinde ani değişiklikler gibi aşağıda sıralanan birçok psikolojik problem yaşadı. Gerçekte ise, kendisini rahatsız eden birçok sorunun uykusuzluktan kaynaklandığını anlayamadı.
Uykusuzluğun neden olduğu 10 psikolojik etki ve sağlık sorunları
1-Uykusuzluk beynimizin etkinliğini azaltır
Uykusuz kalan beyin etkinliğini yitirir, normalde daha az efor sarf ederek ulaşabileceği sonuçları daha çok enerji harcayarak elde edebilir. Bu durum, uykusuz kalan insanların beyinleri üzerinde yapılan nöro-görüntüleme çalışmalarında gözlemlenmiştir. Bu beyinler, uykusuz kalmanın etkilerini ortadan kaldırmak için, prefrontal kortekse daha fazla kan pompalama ihtiyacı duyar.
2-Kısa süreli bellek körelir
Yetersiz uyku, hafızamızda da sorunlara sebebiyet verir. Kısa süreli bellek olmadan, zor işleri yapmak bir yana, aklımızda telefon numaralarını bile tutamayız. Bu sebepten ötürü, uykusuzsanız, unutursunuz. Randy Gardner’dan, uykusuzluk deneyi sırasında çok basit bir çıkarma işlemi yapılması istendi ama yapamadı. Soruyu anlamadığından şikayet etti.
3-Uykusuzluk uzun süreli belleği de köreltir
Uyumak aynı zamanda uzun süreli belleğin güçlendirilmesinde de önemli bir rol oynar. Uyku sırasında, beynimiz meydana gelen olayları bir düzene sokar, aralarında ilişki kurup, anlamlandırır. Sadece bunu yapmakla kalmaz, aynı zamanda uyurken öğrenme yetimizi de geliştirir.
4-Azalan dikkat süresi
Dikkat süresi yüksek olan bir insan, birçok ses arasından belirli bir sesi ayırt edebilir, karmakarış görseller ve imgeler içerisinde küçük nesneleri seçebilir ve dikkatini kontrol altında tutabilir. Uykusuz kalma durumunda ise, dikkatimiz daha çabuk dağılma eğilimi gösterir, istediğimiz şekilde duyularımıza hükmedemeyiz. Bu durumda ortaya çıkan sonuç ise, yorgun olduğumuz zaman kendini belli eden, o tuhaf dikkatin dağılma duygusudur.
5-Plan yapamamak
36 saat uykusuz kalan bir beyinde plan yapma ve koordine olma yetisi çalışmamaya başlar.
Bir eylemin ne zaman başlatılıp ne zaman sonlandırılacağına dair temel yetinin, uykusuz kaldıkça hızla köreldiği yapılan testler ile sabitlenmiştir.
Uykusuz kalmak, karar alma yetimizi de oldukça olumsuz bir şekilde etkiler.
6-Kötü uyku alışkanlıkları daha da kötüleşir
Yeteri kadar uyuduğumuzda, genel olarak ne zaman tekrar uyuyacağımız ve uyanacağımızı pek düşünmeyiz çünkü beynin otomatik sistemleri bu ihtiyacı kendiliğinden karşılar. Bir diğer deyişle, uyuma döngümüz bir alışkanlığa dönüşür. Daha az uyku sonucu normal uyku düzenimiz bozulduğunda bu vücudumuzun sağlıklı uyku döngüsüne girme yetisine zarar verir.

7-Kendimize ve çevremizdekilere tehlike arz ederiz
Gecenin geç saatlerine kadar poker oynayan herkes bilir ki, o tuhaf yorgunluk hissi riski alma dürtünüzü etkiler. Kart oyunları üzerinde yapılan çalışmalara göre, uykusuzluk çeken oyuncular strateji geliştirmede zorlanmaktadır. Oyunun akışına göre aksiyon alamadıkları gözlemlenmiştir. Uykusuz kaldığımız zaman tehlikeli riskler alırız. Aslında böyle durumlarda, masadan kalkacak kadar zihin açıklığına sahip olmak daha iyi olur.
8-Beyin hücrelerimiz ölür
Birçok farklı çalışma, uykusuz kalmanın beyin hücrelerini öldürdüğünü ve beyne zarar verdiğini göstermektedir. Sıçanlar üzerinde yapılan güncel bir çalışma, uzun bir dönem uykusuz kalan sıçanların beyin hücrelerinin %25’inin öldüğünü göstermiştir. Yapılan diğer çalışmalar ise, yine büyük ihtimalle uykusuzluk ile ilgili olarak, beynin beyaz madde bütünlüğünde kayıplar olduğunu belirtmektedir.

9-Hezeyan
Bir insan sürekli olarak uykusuz kalırsa, hezeyan durumuna girer. Bu durumda, psikoz, paranoya, aşırı seviyede yüksek enerji, sanrılar, agresiflik ve benzeri hadiseler yaşanabilir. Araştırmalar uykusuzluk hastalığı (insomnia) ile zihinsel rahatsızlıklar arasında bir bağ olduğunu göstermektedir. Bu bağın ne olduğu henüz tam belli değildir ve zihinsel rahatsızlıklar da uykusuzluk hastalığına neden olabileceğinden ötürü, bu hala üzerinde çalışılma yapılması gereken bir konudur.
Uykusuzluk çeken herkes bir kısır döngü içine girer mi? Algısal-davranış bazlı müdahale ve değerlendirme yöntemleri gibi, ilaç tedavisi olmadan uykusuzluk hastalığının tedavisi üzerine farklı yaklaşımlar mevcuttur.
10-Uykusuzluk kaza sayısını arttırır
Uykusuzluk ile ilgili en korkutucu durumlardan biri de, zaman içerisinde uyanık kalınan saatlerin birbirine eklenmesi ve bunun da bizi oldukça yormasıdır. Her gece bir ya da iki saat daha az uyuyabilir ama bunun farkına dahi varamayabilirsiniz. Fakat bunun zaman içerisindeki zararlı etkileri kaçınılmazdır.
Araştırmalar, uykusu varken araç kullanan insanların, sorunun ciddiyetini kavrayamadıklarını göstermektedir. Uykulu halde araç kullanmak aslında sarhoş araba kullanmaktan daha tehlikeli olabilir. Bu iki durumun birçok benzer yanı vardır ve bazı durumlarda uykulu sürücünün bilinci daha düşük seviyelerdedir.
Uykusuz geçen 11 gün sonunda…
11 günlük uykusuzluk maratonunun sonunda, Randy Gardner ilk akşam 14 saat, bir sonrakinde ise 10 saat uyuyup, zaman içerisinde rutin düzenine kavuşmuştur.

Güzel bir gün geçirmek, iyi ve dinlendirici bir uyku almış olmakla başlar. Uykusuzluk, pek çok insanı etkilemektedir ve son derece sinir bozucu olup çeşitli problemlere yol açabilir. Gece yeterli uyku almazsak bu durumu gün içinde “telafi” etmeye çalışırız. Şekerleme yaparız, mesela. Bu durum, uykusuzluktan muzdarip olmaya devam etmemize neden olarak kısır bir döngü yaratır.
Hayat tarzımız ve alışkanlıklarımız vücudumuz için son derece önemlidir. Gücümüzün yettiğince sağlığımıza dikkat etmemiz önemlidir. Uyumadan hemen önce sağlıklı alışkanlıklar edinmek bunlardan biridir. Buna uyku hijyeni adı verilir. Böylece daha iyi ve uzun süreli bir uyku almış oluruz.
Günde en az 8 saat uyumamız gerektiğini hepimiz işitmişizdir. Ama gerçekçi olmak gerekirse günümüzde çoğumuzun hayat tarzı hiçbirimize bu hedefi gerçekleştirme imkânını vermiyor. Çoğu durumda çalışma yükümüz çok ağır ve boş zamanımızın en iyi şekilde tadını çıkarmak istiyoruz bu yüzden. Dolayısıyla, boş saatlerimizi aktivitelere, televizyon izlemeye vs. ayırıyoruz… Sonra tıpkı günlük bir aktiviteden diğerine gittiğimiz hızda uyumaya çalışıyoruz. Ama gerçek şu ki iyi bir gece uykusu için önceden hazırlık yapmak gerek.
Bu konuda uzmanların tavsiyelerini derledik. Bu maddeleri göz önünde bulundurarak geceleri daha iyi dinlenebilir ve uykusuzlukla mücadele etmeyi öğrenebilirsiniz:
1. Bir uyuma-uyanma planı belirleyin
Kurallar belirlemek, uyku düzenini sağalmak için çok faydalıdır. Her gün aynı saatte uyumak ve uyanmak bir alışkanlık yaratır. Böylece yatağa gitme zamanı geldiğinde daha kolay uykuya dalabilirsiniz. ayrıca bir gece yeterince uykumuzu alamasak bile sabah her zamanki saatte kalkmamız mümkün olacaktır. Bu durum, o günün gecesi daha kolay uykuya dalmamıza yardımcı olur.
2. Uyumadan önce alkol tüketmekten kaçının
Alkol, merkezi sinir sistemini baskı altına almasına ve uykulu bir hâl yaratmasına karşın dinlendirici uyku sağlamaz. Alkol, yarıda bölünmeler ve REM evresinin daha kısa sürmesi nedeniyle kalitesiz uykuya neden olur. Tüketilen alkol miktarı fazlaysa, bölünen uykuya ek olarak aşırı terleme ve güçlü rüya ya da kâbuslar görülebilir.
3. Doğru ısıya sahip karanlık bir odada uyuyun
Odada hiçbir ışık olmamalı. İşaret lambası ve her türden ışık buna dâhil. Ayrıca sürekli baktığımız ve bu nedenle uyuyamadığımız dijital saatler de ters etki yaratmaktadır. Isı da bu konuda önemli bir rol oynamaktadır. Oda daima rahat edebildiğimiz bir ısıda olmalıdır, ne çok sıcak ne de çok soğuk olmayacak şekilde ısıtılmalıdır.
4. Her gün egzersiz yapın ama uyumadan hemen önce değil
Egzersiz yapmak, sağlığımızın her aşaması için faydalıdır. Ama sporu tamamladığınız zaman ile yattığınız zaman arasında en az 3 sat olması önerilmektedir. Gece geç saatlerde spor yaparsak enerjimizi çalmış oluruz ve bu durum, uykuya dalmamızı güçleştirir.
5. Yatakta elektronik cihazlar kullanmayın
Yatağınız dinlendiğiniz yerdir. Boş zamanınızı geçirdiğiniz yer değil. Tablet ve cep telefonlarından uzak durmalı veya yatakta televizyon izlemek gibi alışkanlıklardan vazgeçmelisiniz. İlk bakışta hbereri okumak ya da televizyon izlemek, uykuya dalmanıza yardımcı olcak bir fikir gibi gelebilir. Ama aslında bütün bunlar uykuya dalmanızı güçleştirir. Ekrana dikkatinizi vererek uykulu hâlinizi yok edebilirsiniz. Bunun yanında yatağımızı uykuyla bağdaştırmaktan vazgeçme riski de vardır.

6. Yatakta 30 dakikadan fazla uyanık kalmayın
Uyumanın bütünüyle imkânsız gözüktüğü günler yaşarız. Bütün gece yerimizde döner dururuz. Uykuya dalmak için kendinize 30 dakika verin. Yatakta uyuyamadan çok fazla zaman geçirmemek önemlidir. Aksi hâlde elinize tek geçecek şey, sinir bozukluğu olacaktır.
7. Uyku vaktinden önce rahatlama teknikleri
Uyumadan önce bazı rahatlama teknikleri uygulamak önerilir. Mesela, nefes alma tekniklerini deneyebilir, hafif bir şekilde gerilebilir, dinlendirici müzikler dinleyebilir ya da sıcak bir banyo alabiliriz. Bütün bu aktiviteler bizi dinlendirir. Ayrıca endişelerimizi bir kenara koymamıza yardımcı olur.
8. Öğleden sonra kafein tüketmemeye çalışın
Mantıken yatmadan önce kahve içmek iyi uyuyabilmemize engel olur. Ama öğleden sonra içtiğiniz bir bardak kahve bile negatif etki yaratabilir. Kafeinin 4 ila 9 saat vücudumuzda kaldığını unutmamalıyız. Kafein, bir merkezi sistem uyarıcısı olduğu için uykumuzu doğrudan bölebilir. Kahve tek uyarıcı değildir. Çay ya da diğer bazı içecekler hatta çikolata gibi gıdalar bile uyumamıza engel olabilir.
9. Gün ışığına uyanın
Bazı uzmanlar, gün ışığıyla beraber uyanmayı öneriyor. Böylece günlük ritmimizin düzenlenmesi kolaylaşabilir. Bu durum, vücudumuzda melatonin maddesinin doğal bir şekilde üretilmesine yardımcı olur. Melatonin, uyuma-uyanma döngüsünü düzenleyen beyin epifizinin salgıladığı bir sinirsel hormondur.

10. Yatağınıza uzandığınızda önemli şeyleri düşünmekten kaçının
Bu uyması kolay bir tavsiye değil. Bazen endişe verici bir şey zihnimizde dolanıp durur ve yatağımıza uzandığımızda o konu hakkında düşünmekten kendimizi alıkoyamayız. Zihnimizi boşaltmaya çalışsak da endişe verici düşüneler akıp gider. Bu yüzden bu tür meseleleri uyumadan önce halletmemiz gerekir. Mesela, ertesi gün yapacaklarımızın bir listesini hazırlamak işe yarayabilir.
11. Şekerleme yaparken dikkatli olun
Şekerleme yapmaktan tamamen vazgeçmeniz gerekmez. Bazı insanlar şekerleme yaparak büyük fayda elde etmektedir. Yeniden enerjisini toplamak için buna ihtiyaç duyan insanlar da vardır. Ama dikkatli olmak önemlidir. Yarım saatten uzun süren şekerleme yapmamanız önerilmektedir. Ayrıca şekerleme yapmak, uyku eksikliğini telafi için kullanılabilir. Eğer şekerleme yağmaya akışık değilsek ve uykusuzluktan muzdarip olduğumuz için unu yapıyorsak o gece tekrar uykusuzluk çekmemiz muhtemeldir.
Sadece günde sekiz saat uyumaktan ibaret değildir uyku düzeni. Bu sekiz saatin iyi kalitede uykuyla geçirilmesi önemlidir. İyi bir uyku hijyeni sağlamanın amacı gündüz enerji dolu olmak ve iyi hissetmektir. Bu alışkanlıkları günlük hayatımıza uygulamak, sağlığımıza dikkat etmenin ve uykusuzlukla kolay ve etkili biçimde başa çıkmanın iyi bir yoludur.
Uykusuzlukla Etkili Mücadele Etmeyi Öğrenin

Bu güne kadar gördüğümüz rüyalardan sürekli anlamlar çıkarmaya çalışsak da onlar bizim için hep bir gizem olarak kalmıştır.

Rüyaların İç Yüzü fMRI ve EEG Teknikleriyle Araştırılacak
Kyoto Üniversitesi İleri Düzey Haberleşme Araştırma Merkezi sayısal sinirbilim laboratuvarında çalışan Prof. Dr Yukiyasu Kamitani ve ekibi işlevsel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) tekniğini kullanarak uykudaki üç kişinin beyin yapılarını taradılar. Tarama esnasında kişilerin beyin dalgaları elektroensefalografi (EEG) yöntemiyle sürekli olarak kaydedildi.
Araştırmacılar uykunun ilk aşamalarıyla ilişkili beyin dalgalarını her tespit ettiğinde hemen katılımcıları uyandırıyor ve onlara rüyalarında ne gördüklerini soruyordu. Uykunun ilk evrelerinde görülen rüyalar bilim literatüründe hipnagojik imgeleme olarak tanımlanıyor. Beyin dalgalarıyla ilişkilendirilen her rüya not alındıktan sonra katılımcılar tekrar uyumaya devam ediyordu. Bu işlem her gün 3 saat aralıklarla 7 – 10 defa tekrarlandı ve 3 saatlik sürelerde katılımcılar saat başına 10 kere uyandırıldı. Katılımcıların hepsi saatte 6 – 7 rüya gördüklerini söylüyorlardı ve araştırmacılar toplamda 200’ü aşkın rüyadan oluşan bir veri tabanı elde etti.

Rüyaların Çoğu Sıradan Şeylerden Oluşuyor
Katılımcıların bildirdiği rüyaların çoğu onların günlük işleriyle ilgiliydi. Katılımcılardan biri rüyalarından birini şöyle açıklıyor “Rüyamda bir fırına gitmiştim. Bir ekmek aldım ve sokağa çıktım sonra fotoğraf çeken birini gördüm. Başka bir katılımcı ise “Ben bir tepenin üstünde büyük bir heykel gördüm ve tepenin aşağısında evler, yollar ve ağaçlar vardı” diyor. Kaydedilen rüyalardan bazıları ise ünlü bir oyuncuyla tanışmak gibi sıra dışı unsurlar barındırıyordu.
Dr. Kamitani ve ekibi katılımcıların söylediklerinden anahtar sözcükler oluşturmak için ‘Wordnet’ adlı sözlük işlevine sahip bir veri tabanı kullandılar ve bu sözcükleri 20 kategori altında topladılar. Örneğin, çok sık karşılaşılan sözcüklerden bazıları kadın, erkek, araba, bilgisayar gibi kelimelerden oluşuyor. Bir sonraki aşamada araştırmacılar oluşturulan her bir kategoriyi temsil eden fotoğraflar belirlediler. Bu fotoğraflar katılımcılara gösterilirken, ekip tekrar fMRI tekniğiyle katılımcıların beyin yapısını taradılar ve hangi bölgenin etkin olduğunu incelediler. Bu noktada araştırma ekibi katılımcıların uyandırıldığı ve fotoğraflar gösterildiği zaman olmak üzere iki farklı fMRI tarama sonucuna sahip oldu ve bu sonuçları birbirleriyle karşılaştırdılar.

Rüyalar ile Görsel Korteksler Arasında İlişki Kuruldu
Araştırmacılar renk zıtlığını ayarlama gibi görüntülerin ilk işlendiği yer olan beynin V1, V2, V3 alanlarındaki hareketliliği ve ardından nesne tanımlama gibi daha üst düzey görsel işlev alanlarını incelediler.
2008 yılında Dr. Kamitani ve ekibi beynin görsel işlev alanlarında nesnelerin görüntülerini oluşturmayı ve bunun mekanizmasını çözmeyi başarmışlardı. Şimdi ise onlar beynin daha üst seviyedeki işlem merkezlerinde rüyaların ne anlama geldiğini çözebiliyorlar. Araştırmayla ilgili Dr. Kamitani şunları söylüyor “Rüyaların içeriklerini sınıflandırdıktan sonra bu sınıf içindeki görüntülerin rüyada olup olmadığını tahmin etmek için bir model oluşturduk. Katılımcıların uyandırılmasından sonraki 9 saniye boyunca gerçekleşen beyin etkinliğini inceleyerek bir kişinin rüya görüp görmediğini tespit edebiliyoruz.”
Dr. Kamitani araştırmalarında rüyaların içeriklerinin görsel yapısından ziyade ne anlam ifade ettiğini bulmaya odaklandıklarını belirtti ancak görsel yapıların da oluşturabileceğini düşünüyor. Araştırma geçtiğimiz Ekim ayında New Orleans yıllık sinirbilim kongresinde sunuldu ve Science dergisinde yayınlandı. Kamitani ve ekibi şu an uykunun çeşitli aşamalarını inceleyerek rüyalarla ilgili daha fazla bilgiye ulaşmaya çalışıyor.

http://www.guardian.co.uk/science/neurophilosophy/2013/apr/05/brain-scans-decode-dream-content
Horikawa T, Tamaki M, Miyawaki Y, Kamitani Y. “Neural Decoding of Visual Imagery During Sleep” Science, Nisan 2013
Çağlayan Taybaş
Gençken insan anlamaz sağlığın ne kadar değerli olduğunu. Yaş ilerledikçe kırışıklıklar, bel ağrıları, hafıza sorunları artar. Yaşlandığımızın farkına varırız ve ölümün hiç olmadığı kadar yakın olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz. Pandemide de birçoğumuz yakınlarını, sevdiklerini kaybetti. Virüse yenik düşen eşimiz, dostumuzun ardından gözyaşı döktük. Yeni bir araştırma ölüme yaklaştıkça rüyalarının içeriğinin değiştiğini gösteriyor.

Halüsinasyon ve Bilişsel Gerileme Değil
Doktorlar bu tür durumları halüsinasyon olarak yorumlayabilirler. Ölüme yaklaşan çoğu insanın kendisinden yıllar önce ölmüş yakınlarını sayıklamasına belki siz de şahit olmuşsunuzdur. Dr. Kerr 2005 yılında bir hastası ölürken hastasının yıllar önce ölmüş bebeğini gördüğünü ve kucağında tuttuğunu sandığını belirtiyor. Başka bir insan yine yıllar önce kaybettiği annesinin onunla konuştuğunu sanabiliyor. Bu tür deneyimler bilişsel bozulma gibi görülebilir ama anlık ortaya çıkışları akla başka ihtimallerin gelmesine neden oluyor. Dr. Kerr hastaların durumunu gözlemlerken bu tür tecrübelerin onlara rahatlama ve huzur verdiğini fark etti ve büyük projesini başlattı. 10 yılı aşkın bir süre boyunca Dr. Kerr ve ekibi ölmeye yakın insanlarla konuştu ve söylediklerini not aldı. Yıllarca o kadar fazla insanla görüşüp kayıt almışlardı ki, sonunda 1400 hasta ve hasta yakınının ifadelerinden oluşan geniş bir veri havuzuna sahiptiler. Bu hastalar hayatlarının sonunda neler yaşıyordu, şimdi bunları analiz edeceklerdi.

Rüyalar Bizi Rahatlatmak İçin Olabilir
Kerr’in analizleri sonucunda keşfettiği gerçek onu şok etti. Hastaların %80’den fazlası hayatlarının sonuna doğru tuhaf rüyalar görmeye başlıyordu. Üstelik bu durum ırk, yaş veya diğer faktörlerden etkilenmiyordu. Bu rüyalarda oldukça canlı ve anlamlıydı. Hayatın sonuna doğru bu rüyaların görülme sıklığı da artıyordu. İnsanlar genellikle uzun zaman önce kaybettikleri anne veya babalarını görüyorlardı. Bazen ölmüş çocuklarını veya ev hayvanlarını görenler vardı. Ancak değişmeyen tek şey ölmeye yakın insanlar aidiyet hissettikleri ve sevdikleri kişileri rüyalarında görüyorlardı. Bu durum onların ölüm korkusuna karşı bir rahatlama ve destek arayışından kaynaklanabilir.
Ölüm herkese korkutucu gelir. Yaşamın son bulması ve tüm sevdiklerimizden ayrılma düşüncesi bizi üzer. Ölüm öncesi görülen rüyalar bu korku ve stresin azaltılmasında yardımcı olabilir. İnsanlar ölürken dünyadaki sevdiklerinden ayrılırlar ama belki bu rüyalar onlara kaybettikleri sevdiklerine kavuşacaklarını göstermek için ortaya çıkıyordur. Bu rüyalar sayesinde ölümü daha kolay kabullenip rahatlayabilirler.
Çağlayan Taybaş
Rüya ile ilgili yazılmış olan hemen hemen tüm kitaplarda çeşitli rüyaların varlığına yer verilmiştir. Bu nedenle birçok rüya türü karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu çalışmada hepsine yer verilmesinin imkansız olacağı düşünülerek genel bir çerçevede ve hemen hemen herkes tarafından varlığı kabul edilmiş olan rüya türleri üzerinde durulacaktır.

Fizyolojik rüyalar, tamamen ruh ve madde ilişkisinden kaynaklanan canlılığın gerekliliğinden doğarlar. Bu tür rüyalar, kaynağı beden olan ve bedendeki değişimlerden etkilenen rüyalardır. İnsan bedeninde oluşan her türlü işlevin şuuraltıyla bir ilgisi vardır . İşlevlerdeki bir aksaklık, fizik bedenin dışına bir mesaj yolladığı gibi, şuur altına da bir mesaj yollar. Odanın penceresi açıktır ve uykuya dalarken sıcak olan hava sabaha karşı serinlemeye başlamıştır; o sırada kişi kendini ya birden soğuk ve karlı bir dağ başında bulduğu bir rüya görmeye başlar ya da o sırada bambaşka bir rüya görüyorken, o sahnenin içine birden karlar yağmaya başlar. Bu sırada beden, insanı uykunun derinliklerinde uyarmakta, normal duyularıyla odanın içindeki havanın buz gibi olduğunu fark edemeyen kişiye “üşüyorsun” mesajını iletmeye çalışmaktadır. Bu tür rüyalar özellikle ışık ve temas sonucu meydana gelirler. Örneğin uyku sırasında parmakla dürtülen kişi, bir kılıçla yaralandığını görebilir. Buradan duyu organlarının, uyurken bile tetikte oldukları sonucu ortaya çıkmaktadır. Diyelim ki, rüyada kolunu bir köpeğin ısırdığını gören kişi uyandığında elinin üzerine yatmış ve kolunun uyuşmuş olduğunu fark edebilir.

Bu mesajlar sembol haline dönüştüğünde
Rüya kişiyi başka türlü uyandıramadığı için mesajını bu şekilde vermektedir. Beden açısından şuurlu işlevle şuursuz işlevi ayırt etmek mümkün değildir bu nedenle durum değişiklikleri ile ilgili tüm mesajlar şuurun her iki bölgesine de yollanır. Aslında insanlar için fizik plana çıkan mesajlar kolayca algılanabilir. Örneğin, diş ağrısı, mide rahatsızlığı gibi durumlarda kişi doktora gider ve bunlara bir çare bulmaya çalışır . Ancak bazı mesajlar vardır ki, bunlar fizik plana ulaşmaz ama şuuraltına ulaşırlar. Nitekim henüz ağrılar veya diğer fizyolojik belirtiler ortaya çıkmadan, birçok rahatsızlıkların ve hastalıkların başlamış ve gizli gizli ilerlemiş olduğu; rüyalardaki sembollerin, uyarıların yorumuyla anlaşılabilmektedir.
Bu mesajlar sembol haline dönüştüğünde çok farklı rüyalar görülebilir. Birçok psikolojik ekol çeşitli teorilerden yola çıkarak, şuuraltı sembolizminin insan bedeniyle olan ilişkisi konusunu ele alıp incelemektedir. Bütün duyu (işitme, tatma, koklama, dokunma, görme) organları ve de insanın kendi varlığı ve fonksiyonları hakkında sahip olduğu şüpheli izlenimlerin tamamı; rüyaların içine kendilerinden birçok sahneler eklerler. Rüya araştırmacılarına göre bu tür rüyalar, ağır hastalıklardan sonraki iyileşme süreçlerinde daha çok görülmektedirler. İnsanla ilgili her şeyde olduğu gibi burada da iç/ dış bütünleşmesi söz konusudur; dıştaki fizyolojik iyileşmeye eşlik eden iyilik ve sağlık duygusu içten gelmektedir.
Yapılan araştırmalarda değişik biçimde yatmanın, koku ve su sesi gibi duyusal uyaranların rüyaları etkilediği meydana çıkarılmıştır. Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Knight Dunlap’e göre gece üşüdüğü zaman insan kendini rüyada çıplak görmekte, düşme ve kayma rüyaları ise bedende bazı kasların büzülüp gevşemesinden ileri gelmektedir. L.H.W. Horton aynı şekilde rüyaların, duyusal izlenimlerin yanlış yorumlanmasından ileri geldiği kanısındadır. Kendisi, kulağındaki bir arızadan ötürü kafa içinde birtakım seslerden rahatsız olan bir kimsenin rüyasında sık sık gök gürültüleri ile uyanmasını, örnek olarak vermektedir. Bunun gibi, dişi ağrıyan bir öğrencinin rüyada kendisinin bir arkadaşı ile boks yaparak çenesine birkaç yumruk yediğini görmesini anlatmaktadır.

Şuur altına inen bu mesajlar
Psişik kökenli (ruhsal) rüyaları, Sevda Yücesoy Uykudaki Bilgelik Rüyalar isimli kitabında beş bölümde incelemiştir. Rüya ile ilgili diğer kitaplarda da bu tür rüyalara rastlanmıştır ve aşağıdaki gibi bir inceleme ortaya konulmuştur . Bunlar :
a) Şuuraltı Kökenli Rüyalar: Bu tür rüyalara “yapıcı rüyalar” ya da“psikolojik rüyalar” da denilmektedir. Bunlar hislerin uyarılması, şuuraltı birikintileri ve içgüdüsel unsurlarla ilgili olan rüyalardır. Günlük yaşantıda deneyimlenen; bencillik, his, vicdan, inanç gibi çeşitli seviyelerdeki yeni oluşumlar veya yıkıntılar sebebiyle ortaya çıkarlar. Günlük hayattaki olayları, kişisel arzu ve tutkuları içeren bu rüyalarda, gün içinde yapılan tecrübelerin başarılı veya başarısız sonuçları imajlar halinde görülebilir. Karışık, kesik kesik ve genel olarak mantıksızdırlar. Bu rüyalarda, semboller arasında “çağrışıma” dayanan bir ilişki vardır . Günlük yaşantı içerisinde (ki, bu bir ya da birkaç günü veya birkaç ayı kapsayabilir), dikkat etmeyen bir şuur ile yaşanılan birçok olay şuur altına iner . Şuur altına inen bu mesajlar genellikle etik, yani bir bakıma ahlaki ve manevi değerleri olan kavramları, tartışmaları taşıyan bazı olaylardır. Bunlar; duygusal, ahlaki hatta siyasi yaşamdan kaynaklanan, bir bölümü cinsel yaşamdan gelen etik değerlerin hepsini içine alan birtakım iç mesajlardır. Bu mesajların indiği şuur altında kendimiz yani özümüz, şuur altımızı yöneten asıl benliğimiz tarafından yaratılan vicdani bir tartışma, bir mücadele, bir çalışma biçimi vardır. Bu kaynaktan da çok önemli rüyalar oluşur.
İnsanlar uyanık durumdayken birtakım sorunları kontrol etmez, onları düşünmez, vicdan azabı ya da pişmanlık duymazlar. İnsanların büyük bir çoğunluğu günlük yaşamında bunları bastırabilir ve göğüsleyebilir. Böyle durumlarda çeşitli gerekçelerle vicdan sesini dikkate bile almazlar, olayları mantığa uydurup, akli hale getirirler. Ancak mantığa uygun hale getirmiş olmalarına rağmen, şuuraltını yöneten asıl benlik bundan tatmin olmaz. Memnun olmadığı için şuuraltı daha derin bir muhasebeye girer. Vicdanın hiçbir şekilde engellenmediği şuuraltında, olaylar daha doğru değerlendirilir ve bilincin kontrolü iyice zayıfladığında, yani uyku sırasındayken bunlar sembollerle bürünüp rüya şeklinde insanlara ulaşırlar. Eğer insanın hayatı normal bir gidiş içindeyse telkin, fikir, imaj, arzu şeklinde şuuraltında korunan etkiler kişiyi zorlamaz ve rahatsız etmezler. Ancak yaşam koşulları (maddi ve manevi) kişinin standardını aşıp, düzensizlik ve şuur kontrolsüzlüğü artarsa, karmaşık ve enerjisi yoğun olan bu içerik; her yolla ortaya çıkmak ve görevini yerine getirmek ister. Bu durum kişide kompleksli davranışlar, nevrozlar, sürçmeler ve rahatsız hallerin yanı sıra ilhamlara, icatlara ve yetenek dışı eylemlere de sebep olabilir.
Bu karmaşık ve enerjisi yoğun içerik kendi eylemlerini, istek ve arzularını rüyalar şeklinde şuurumuza yansıtır. Hatta bu durumun bedensel rahatsızlıkları oluşum halindeyken ifade etme gücü de vardır. Bu tür rüyalar; anlaşılması güç, saçma ya da karışık sahne ve imajlar tarzında sembolleşebilirler. Şuuraltında pek çok birikim vardır. İnsan duygularını her zaman dışarıya yansıtamaz. Düşük duygusal yaşantıyı bir yandan şuuraltı birikimleri diğer yandan içgüdüsel dürtüler zorlar. Bu rüyalarda çıkan amaç ve bilgi, saklı ya da örtülü gibi görünür. Ancak bu rüyaları hafife almadan, anlatmak istediklerini sembolleriyle birlikte anlamaya çalışmak çok büyük faydalar sağlar. Şuuraltı rüyalarının kaynakları çok önemlidir. Asıl bunlar keşfedilip bulunmalıdır. Unutmamak gerekir ki, şuuraltı rüyalarının en önemli kaynaklarından biri; kişinin ben’i (egosu) ile vicdanı arasındaki çatışmalar süresince, daima egosunu destekleyen içgüdüsel eylemler, eğilimler ve arzulardır. Şuuraltı rüyaları ayrıca, insanın kendi kendine meydana getirdiği bir karşılaştırma sistemi olmaktadır. Yorumlanması sırasında en çok yanlışlığa düşülen rüyalar bu türdendir çünkü aslında bir vicdan muhasebesinin doğru sonucunu taşıyan bir şuuraltı rüyası, vicdan muhasebesine hiç girişme yanlısı olmayan egonun etkisi ve çarpıtması altında yorumlanabilir, bu durumda mesaj yanlış anlaşılmış olacaktır.

Astral Kökenli Rüyalar: Astral rüyalar, uyku süresince astral planda yaşanan ses ve görüntülerin görsel bir hatırlanışıdır. Bu plan ruhun bedenden geçici olarak ayrıldığı sırada şuurun uzandığı bir yerdir. Astral dünyayla ilişkili olan bu tip rüyalar, açıkça bilindiği gibi yanıltıcı parlaklıklara ve görüntülere sahip olabilirler. Bunlar bazen kişinin astral faaliyetlere katılımıyla ilgilidir, bazen de uyuyan kişinin, astral ortamda bulunan varlıkların yaptıkları işlere ve genel görünüme astral bir seyirci olarak katılırken elde ettiği izlenimlerin kaydından ibarettir. Bu tür rüyalar arasında ayrıca, uyanıkken yapılan ve daha sonra uyku saatleri sırasında astral planda da devam eden bazı faaliyetlerin fizik beyne kaydedilmesiyle oluşan rüyalar da vardır. Astral rüyalar kişiye doğrudan yapılmış bir yardım niteliği taşısa da yine de dikkatli bir biçimde ele alınmalıdır. Çünkü bu rüyalar hem yanıltıcı görüntülerden, hem de bu tür astral seyahatlerde karşılaşılan diğer varlıkların izlenimlerinden etkilenebilirler. Psişik safhadaki astral rüyaların farklı bir uzantısı olan telepatik geçişlerin asıl sebebi, bedensiz varlıklardır. Bu noktada bedenliler arasındaki telepatinin aksine bedensiz bir varlıkla bağlantıya geçildiği gözlemlenir. Geri ve uyumsuz bedensiz varlıkların, bedenli varlıklara yaptıkları etkiler sonucunda bu tür rüyalar oluşabilmektedir. Bu tarz rüyalarda kişiye obsede edici nitelikteki telkinler, imajlar ve duygular gönderilir. Rüya gören kişi bunları açıkça anlayamaz.
Şuur altına geçen etkiler, çeşitli sabit imajlara bürünerek, uyanık halde vizyonlar tarzında veya uyurken rüyalar şeklinde şuura çıkarlar. Yaydığı etkiler bakımından geri varlıklarla irtibat kurup bunun tezahürlerini, uykusunda düş olarak yaşayan kimseler için bu rüyalar aslında çok iyi uyarılardır. Fakat çoğu kimse bu konularda yeterince bilgili olmadığı için bunu anlayamaz. Kabul etmesi zor olsa bile geçerli olabilecek gerçek şudur: Genellikle günlük yaşamlarında düşük tesirli düşünce ve eylemler içinde olan kimseler, doğal olarak uykudayken de bu düşük tesirlerle rezonansa geçebilecek geri varlıkların titreşim bölgelerini aşamazlar. Bu durumda, negatif bir yaşamın rüyalarının pozitif olabileceğini düşünmek pek mantıklı olmayacaktır.

duyu ötesi algı,
Haberci ve Eğitici Rüyalar: Haberci rüyaların duyu ötesi algı, yani altıncı his yeteneklerinden biri olduğu da söylenmektedir. Buna göre duyu ötesi algının daha çok değişmiş bilinçlilik durumlarında gerçekleştiğine inanılmaktadır. Değişmiş bilinçlilik durumu, zihnin günlük normal işleyişinden ve iradesinden farklı bir halde olmasıdır. Sinirsel gerilimler, uyku öncesi ve uyanmak üzereyken yaşanılan yarı bilinçlilik durumu, hipnoz ve en önemlisi hayal gücünün serbestçe kendisini gösterdiği rüyalarla kendini anlattığı uyku, değişmiş bilinçlilik durumlarıdır. Nasıl ki görme duyusunu kaybeden bir kişinin işitme duyusu gelişirse , beş duyunun çalışmadığı bilinç ve iradenin hükmünü kaybettiği dönemlerde, eğer varsa altıncı hissin devreye girmesi mantıklıdır. Altıncı his görüşünü paylaşanlar, haberci düşlerin tek ve kesin bir geleceği göstermeyip, ancak belki bir fiilin işlenmesi durumunda kişinin başına gelecek olayları simgelediğini düşünmektedirler.
Haberci rüyalar; henüz daha gerçekleşmemiş olan bir olayın rüyada görülmesidir. Gelecekten haber verme özelliği vardır. Bu nedenle bu tür rüyalara “kehanet rüyaları” da denir. Haberci rüyalar da, kendi içinde iki bölümde ele alınmaktadır. Birincisi, bedensiz varlıklar tarafından aktarılan bilgilerle görülen haberci rüyalardır. İkincisi ise, duyular dışı algılamalarla önceden bir olayın hissedilmesi ile görülen haberci rüyalar olmak üzere ender görülen rüya çeşitlerindendir . Haberci ve eğitici rüyalar; beden dışı yaşam ile asıl büyük, geniş ve yüce yaşam arasındaki ilişkilerden doğan rüyalardır. İnsan uykudayken spatyoma∗ geçişi sonucunda bazı bilgilere ulaşır. Çünkü uyku; öte aleme, ruh dünyasına açılan küçük bir penceredir. Rüyaların büyük bir bölümü insanlara buradan gelir. İşte bunlar haberci, uyarıcı, geçmişi ya da geleceği bildiren rüyalardır. Hepsine birden haberci ya da eğitici rüyalar da denilebilir. Haberci rüyalar birkaç amaç taşırlar. Bunlardan biri, ne durumda bulunduğunu insana göstermektir. Bir diğeri de, kişiye bu bilgiyi ya da bu kehaneti veren kaynağın şuur seviyesinin ne kadar kapsamlı olduğunu göstermektir. Bu tür ayrıntılı rüyalarla çok sık karşılaşılır ve zihinde ileride meydana gelebilecek olayları önceden bilme yönündeki çalışmasını işaret ederler; zaten insan şuurunun zaman ve mekana tabi olmayan yanı, şu anda oluşan ve gelecekte oluşacak olan olaylara ait etkileri meydana getirmektedir.

Gelecekte olacak bir olayı önceden görmek nasıl mümkün olabilir? Bu, en çok merak edilen bir durumdur. Yaşamı yöneten “kronoloji” denilen zaman olgusu, rüya yaşamı için geçerli değildir. İnsanlara geleceğe ait bir bilgi veriliyorsa, bu hiç yoktan ortaya çıkmış bir gelecek değildir. Eğer rüyalarda gelecekte olacak ama oluşmaları önlenebilecek olaylar gösteriliyorsa, aslında insanlara olağanüstü güzel bir bilgi verilmektedir. Bu bilgi “Bunlar senin atmış olduğun adımlardır ve seni işte buraya kadar getiriyor. Hiç kimseyi suçlaman gerekmez, çünkü bu işi yapan sensin. İşte yürüdün, şimdi buradan geçiyorsun. Az sonra de şuradan geçip gideceksin ama oradan değil de buradan da gitmeyi seçebilirsin” demektedir. Sebep-sonuç zincirinin küçük bir bölümü, rüyalarda kişilere gösterilir. Süreleri, uyanık durumda olunsa birçok saati alacak olan olayların rüyasını görmeye birkaç saniyenin yettiği bilinir. Rüyalarda zamanı belirleyen, bir saat kadranında iğnelerin yer değiştirme hızı değil, zihindeki algılamaların birbirini izleme hızıdır. İşte bu yüzden rüya zamanı saatlerle ölçülemez. Eğer rüyalardaki beş dakikalık durum, beş gün gerektirecek bir dizi olayı canlandırmaya yetiyorsa, zihnin rüya görürken uyanık duruma kıyasla düşünülemeyecek bir hızla çalıştığı görülmektedir. Haberci, bilgi verici ve insanın kendi iç muhasebesiyle ilgili rüyaları, fizyolojik rüyalar gibi kontrol etme imkânı yoktur.
Haberci rüyalar, varlığın belirli bir şuur seviyesinde zaman zaman irtibat kurabildiği “geçmiş hayat bilgisinin” etkisi altında görülen rüyalardır. Ayrıca kişinin ruhsal koruyucusu ve rehberi ile olan irtibatından da oluşabilirler. Bu rüyalar, Yüksek Ruhsal Yönetici Varlıklar tarafından yapılan özel ve genel etkiler sonucu ortaya çıkan rüyalardır. Bu rüyalar insanlara, ferdin şuurlu tatbikatlar sonucunda adeta birer mükâfat olarak verilirler. İnsan böylece geçmiş enkarnasyonlarında almış olduğu bilgiyi bu yaşamında tatbik edebilir hale gelir; bu bakımdan bu tip rüyalar hakiki güç ve bilgi kaynağı durumundadırlar. Eğitici rüyaların çok büyük bir bölümünden, belki % 98’inden, bir şey öğrenmiş olmanın, bir gerçeğe ulaşmanın lezzet ve tatminiyle uyanılır. Ama “Bu gerçek neydi? Bunu bana bir cümleyle anlatır mısınız?” diye sorulsa, anlatılmaz. Sadece ihtiyaç olan bir bilgiyi almış olmanın verdiği hazzı ve huzuru hissederiz . Bu durum bütün gün devam eder. İşte bu, eğitici rüyadır.

doğum, ölüm, aydınlık,
Kolektif Tesir Rüyaları: Jung’a göre kolektif bilinçdışı, tüm insanlığın mirasını, tarihten, tek tek toplumlardan ve ırklardan bağımsız olarak başlangıçtan beri süregelen ve evrensellik kazanmış durumlar karşısında gösterilen kalıpsal tepkileri içerir. Korku, tehlike, savaş, aşk, nefret, doğum, ölüm, aydınlık, karanlık gibi durumlar, bu tür içeriklerden bazılarıdır. Jung’a göre kişiliğin bu bölümü, yapısında barındırdığı olumlu-olumsuz güçler nedeniyle, içeriklerini sürekli çözen ve etkinliklerine göre sınıflandıran dinamik bir yapıdır. Durağanlıktan uzak kolektif bilinçdışının bu dinamik yapısı, üretici fonksiyonlarıyla insan üzerinde belirleyici etkiler icra ettiği için kendine özgü bir gerçeklik arz eder. Kolektif bilinçdışının içeriklerini “arketip”ler teşkil eder. Jung en genel anlamıyla kolektif bilinçdışını, insanın kişisel deneyimlerine dayanmayan ve bu nedenle kişisel deneyim ya da çabalar sonucunda oluşmayan; daha önce hiçbir şekilde bilinç alanına ulaşmamış, miras olarak devralınan insanlığın tümüne ait ortak öğelerin toplandığı psişik kısım olarak tanımlar.
Jung özellikle kolektif bilinçdışına ait içeriklerin beyin aracılığıyla aktarıldığını iddia eder. Ona göre bu aktarım, beynin tüm insanlığa ait eski ve derin deneyimler tarafından biçimlendirilmesi sonucunda mümkün olabilmektedir. Kolektif bilinçdışı, bilinçten çok daha eski ve köklüdür. Arketipler, en genel anlamıyla zihinsel prototipler, biçimler ya da bilinçdışı tabiata ait imgeler olarak tanımlanabilirler. Bunlar, dünyanın hemen her yerinde kültürel yapıyı belirleyen ortak mitlerden, yaşantılardan ve bireyi her zaman etkileyen bilinçdışı kaynaklı ürünlerden oluşurlar. Diğer taraftan insanların, rüyalarında karşılaştıkları gerçek hayatta daha önce hiç tecrübe etmedikleri ve bilgi sahibi olamadıkları mitolojik imgeler, kolektif bilinçdışının mevcudiyetine dair başka bir delildir
Kolektif tesir rüyaları, küçük farklılıklarla birçok kişi tarafından görülürler. Bu tür rüyalar, ortak bir tesir planının yardımlarını fertlere ulaştırmaktadırlar. Varlıklar idrak ve anlayışa ulaşmak için gösterdikleri çaba ve gayretlerle bir kademe meydana getirmişlerse bu yönde çalışan herkesin bağlı olduğu etki mekanizması, fertleri içine alan kolektif bir etki sahası ya da ortak bir etki alanı oluşturur. Bu ortak etki alanı, beden içindeki varlıkları topluca idare etmek ve onlara yardım etmek için kolektif tesir rüyalarını oluşturur. Bunun sonucunda kişiler birbirleriyle aynılık gösteren rüyalar görmeye başlarlar. Bu durum, sanki bir soru karşısında, özellikle zorlanma karşısında uzun süren çabalara rağmen hatırlanamayan bir şeyi rahatlıkla ifade etmek gibidir. Varlıksal seviyede, çaba ve gayretlerle hak edilen cevap, bu tür rüyalar sayesinde bir grup insana aynı anda ulaşır. Bazen de tekâmülün açık bilgi devrelerinde, ferdi tesirler genel tesirle birleşir ve kişisel akaşalarda∗ kayıtlı bilgiler; bir şuur sıçramasına sebep olacak biçimde kullanılır hale gelirler.

Renkleri belirgin, ışık yoğundur.
Üst Realite Rüyaları: Üst realite rüyaları insanların gelişim seviyeleriyle ilgili olmayıp, bir üst seviyenin yardım ve etkisiyle meydana gelmektedirler. Bu tip rüyalarda insan yaşayışına yön veren, kişiyi kendine çeken bilgi ve yardımlar mevcuttur. Örneğin; duygu realitesinde olan bir kişinin vicdan realitesinden etki aldığı düşünülürse, alınan bu etkiler şuurda imajinatif olarak şekillenecek ve o kişinin , bir üst realiteye geçişine hazırlık anlamında bilgiler almasını sağlayacaktır . Bu üstün sembolik düzeydeki rüyaların hem uyku sırasında hem de uyandıktan sonra kişi üzerindeki etkileri çok fazladır. Çoğunlukla üzerinden yıllar geçse de akıldaki parlaklıklarını hiç yitirmezler. Üst realite rüyalarında kişi içinde yaşadığı hal ile gelecekte alacağı durumun karşılaştırmasını görür veya sadece o andaki hal ortaya konulur ya da yalnızca gelecek anlatılır. Bu tip rüyalar çok semboliktir ve kendilerini kuvvetle belli ederler. Renkleri belirgin, ışık yoğundur.

Tipik Rüyalar: Rüya türlerinden biri de tipik rüyalardır. Tipik rüyalar , “ hemen herkesin benzer biçimde gördüğü ve herkes için aynı anlamı taşıması gereken belli sayıdaki rüyalardır. Tipik rüyalar aynı kaynaklardan doğmakta ve bu nedenle rüyaların kaynaklarına ışık tutmada özellikle iyi niteliklidirler.” Freud’a göre tipik rüyalar kendi arasında dört gruba ayrılmaktadır. Bunlar; çıplak olmaktan utanma rüyaları, düş görenin düşkün olduğu kişilerin ölmesi rüyaları, diğer tipik rüyalar ve sınav rüyalarıdır.
Çıplak Olmaktan Utanma Rüyaları: “Tipik rüyalardan biri, kendini çıplak görmektir. Bu tip rüyalarda, insan kendini kalabalık içinde çırılçıplak görür, hiç kimse onu fark etmediği halde hayrettir ki, büyük bir utanma hissi duyar. Bu tür rüyalar da bazen biraz değişebilir, örneğin kişi çıplak olacağına yer ve zaman ile uyumsuz giysiler kullanabilir.” “Bu tür rüyalar, Freud’a göre utanma devrinin başlamadığı çocukluk çıplaklığına bir dönüş arzusunun ifadesidir.”
Düş Görenin Düşkün Olduğu Kişilerin Ölmesi Rüyaları: Tipik olarak betimlenebilecek bir başka rüya grubu bazı sevilen akrabaların örneğin bir ana babanın, bir erkek ya da kız kardeşin veya bir çocuğun ölümünü içerenlerdir. Bu tür düşlerin iki sınıfa ayırt edilmesi gerekir: Düş görenin acı duymadığı bu nedenle uyandığında duygusuzluğuna şaşırdığı düşler; düş görenin ölüm acısını derinlemesine duyduğu ve hatta uykusunda acı acı ağladığı düşler. Bunlardan ikincisi tipik sayılan düşler arasına girmektedir. Bu tip rüyaların kaynağında rüyayı gören insanlar, rüyasındaki ölen kişinin gerçekten ölümünü belli bir zaman diliminde istemiş olmasıdır; rüyayı gördüğü zamanda değil de hayatının bir döneminde rüyasında ölü olarak gördüğü insandan kurtulma duygusu yatar . “Örneğin ablası tarafından kullanılan ve kontrol edilen küçük bir kız çocuk, ergin yaşta ablasının ölümünü rüyasında görebilir. Bu, onun, ablasının ölümünü arzu ediyor demek değildir; belki, ondan bir süre için kurtulması arzusu, ölüm şeklinde simgelenmiş olabilir. Eğer bilinç ötesi herhangi bir malzemeyi artık saklamak istemiyorsa, ölüm dahil, herhangi bir simgeyi serbestçe kullanabilir.

anksiyete duygularıyla
Diğer Tipik Rüyalar: Düş görenin hoş duygularla kendini havada uçarken ya da anksiyete duygularıyla düşerken gördüğü başka tür tipik rüyaları Freud, ruh çözümlemelerine dayandırmaktadır. Bu tür rüyalarda, aslında çocukluk döneminde yaşanılan oyunların, sekmelerin, hoplamaların bırakmış olduğu duygular tekrar yaşanmaktadır . Uçma temasını içeren düşler, insanın ruhunu kendinden emin ve yüce bir havayla donatır, insanı aşağılardan alıp yukarılara çıkarır, güçlüklerin yenilip üstünlük amacına ulaşılmasını basit ve kolay bir iş gibi gösterirler; dolayısıyla böyle bir düşü görenin uykuda bile içindeki hırsın elinden yakasını kurtaramayan cesur, ileriye bakan, gözleri yükseklerde biri olduğu söylenebilir. Düşte “İlerlemeli miyim, yoksa ilerlememeli miyim?” sorusu üzerinde durulur ve düşü gören gördüğü düşten “Yolumda hiçbir engel yoktur, ilerlemeliyim” yanıtını alır . Uykuya daldıktan hemen sonra düşme duygusu çok sık yaşanır. Bunun uyanıklık ile uyku arasındaki geçişle ilgili olduğu düşünülmektedir. Birden uyanınca hissedilen kaldırım kenarından kayma duygusu da benzer bir tecrübedir. Bu da bir rüya değildir aslında. Kol ve özellikle bacak kaslarının kasılmasından kaynaklanır. Buna miyoklonik kasılma denir. Kaldırım kenarından kayılırsa benzer bir spazm geçirilir. “Düşme düşleri; güçlükleri kolları sıvayıp yenmekten çok ayakta kalma kaygısının ve yenilgi korkusunun insan ruhunu daha çok uğraştırdığını gösterir.”
Sınav Rüyaları: Rüya gören genellikle bir sınava girer ve uyandığında hala onun duygusal izlenimini taşır. İlginç olarak imtihan edilen kimsenin imtihan edildiği suje onun zayıf bir yanı değil, tam tersine kuvvetli olduğu bir konudur. Bu tür rüyalar iyi tahsil terbiye görmüş, akademik çalışma yapmış kişilerin yeni bir teşebbüs veya maceraya başlamalarından önce görülür .“Freud’a göre, okul çalışmalarının sonunda bitirme sınavlarına girmiş herkes, başarısız olduğu biçiminde anksiyete düşleri görür. Kötü davranışlar nedeniyle çocuklukta uğranılan cezalar silinmez anılar biçiminde kendilerini bu tür rüyalarda gösterirler. Okul dönemi bittikten sonra ana baba ya da öğretmen tarafından bu tür cezalar uygulanmaz. Gerçek yaşamda artık ne zaman kişi bir şeyleri yanlış yapsa ya da doğru dürüst yapmasa, ne zaman sorumluluğun yükünü duyumsasa bu tür düşleri sık sık görür.” Pek çok insan sınavdan geçirildiğini görür düşünde. Bulundukları yaşta hala bir sınavdan geçmek zorunda kalmalarına ya da çoktan ilgilenmedikleri bir bilim dalında sınavdan geçirilmek istenmelerine kimi kez hayret ederler. Bazı insanlarda bu gibi düşlerin söylemek istediği şudur: “Sen karşılaştığın sorunları çözecek hazırlığa sahip değilsin!”. Bazı kimseler ise şöyle demek isterler: “Sen bu sınavı daha önce vermiştin, onu şimdi de başaracaksın!”. Aynı görüntülerin değişik insanların düşlerinde taşıdığı anlam hiç de birbirinin aynısı değildir. Her düşte öncelikle dikkat edilmesi gereken, düşün, düşü görenin ruhunda estirdiği hava ve düşü görenin yaşam üslubuyla ilişkisidir.

Halüsinatif Rüyalar : Eter, klorofor, lüminal, nembütal gibi sinir sisteminin belirli yerlerine veya doğrudan uyku merkezine etkili bazı uyuşturucu ilaçlar, bedene girdikleri zaman dozlarına göre uyku hali veya onun daha derini olan narkoz halini meydana getirirler. Bu tür ilaçlar uyku dozunda verildiklerinde kişi uyku ihtiyacı duyar ve uyur. Bu durumda normal bir uykuda olduğu gibi şiddetli uyarılarla uyandırılabilir ya da belirli bir süre uyuduktan sonra kişi kendi kendine uyanabilir. Bu sonuç, uykuyu düzenleyen mekanizmanın bedendeki maddelerin etkisi altında kaldığını göstermektedir. Ancak bu uyuma her zaman sadece ilacın dozuna değil, aynı zamanda alt şuurun, şuurun ve üst şuurun haline ve kararına da bağlıdır. Şuurla ilgili değişiklikler meydana getiren bir diğer grup ise keyif verici uyuşturuculardır. Esrar sarhoşluğunun patolojik rüyasında normal yaşamdaki uyku rüyasının özellikleri görülebilmektedir. Bu durumdaki bir kişi bir bardak suya bakarak, okyanusların rüyasını görebilir veya rüyasında kendisini kuş gibi hissedebilir.
Telepatik Rüyalar: Telepatik yolla başka biri tarafından oluşturulan ve sözcükler olmadan onunla haberleşmeyi sağlayan rüyalardır. İnsan aklının, uykudayken “görünmez, hissedilmez” ve kendi bilinçaltımız ya da başka birinin enerji alanları tarafından oluşturulan bazı uyaranlara açık olduğu saptanmıştır. Genellikle telepatik rüyalar, rüyayı görenin tanıdığı kişilerle ilgilidir. Bu tip rüyalar, kişinin o anda görüşmesi fiziksel olarak mümkün olmayan biriyle arada telefon kablosu varmışçasına iletişim kurmasını sağlar. Telepatik rüyayı yorumlamaktan ziyade neden görüldüğü üzerinde durulmalıdır . Telepatik rüyalar kişilerin diğer kişilerden aldığı etkilerle oluşan şaşırtıcı rüyalardır ve oldukça sık görülürler. Uyku sırasında kişinin içinde olduğu zaman ve mekânı aşan vibrasyonlara açık bir ekran oluşmuştur. Bu ekran üzerinde, insan varlığının sempatize olduğu planlardan etki ve ikazların gelmesi rüyalar kanalıyla olur. Önsezilerin bazıları da telepatiye dayanmaktadır. Birbirleriyle sempatize iki kişi düşünülürse birisinin ölümü diğeri tarafından algılanabilir. Sonrasında diğeri bunu rüya olarak da görebilir. Bu durum bir önsezi gibi görünse de aslında telepatik bir algılamaya dayanmaktadır. Bazen insan uzun süredir görmediği bir yakınını bir gece rüyasında görür . Ertesi gün ise o yakınını ya bizzat görür ya da kendisinden haber alır. Bu olay tesadüf olarak değerlendirilmemelidir. İnsan şuuru alıcı bir durumdadır.
Burada bir fikir veya duygu aktarımı olduğu da açıktır. Yani telepatik bir irtibat söz konusudur. Sonuç olarak uyanıkken algılanabilinen telepatik etkenler uykudayken olursa telepatik rüyalar oluşur. Örneğin birbirini çok seven iki kişiden birinin yaydığı baskın tesirleri , diğeri uykusunda algılayabilir. Açık veya kapalı rüyalar görebilir. Düşünce ve imajlarla yayılan bu tesirler ilgilisini bulunca rüyaya dönüşür. Çoğu zaman kişiler diğer kişilerle oluşan sempatizasyona göre birbirinden etkilenir ve ruhsal durumunu birbirine yansıtır .

Rüya gibi, bilimsel çalışmalar açısından oldukça soyut kalan ve bir o kadar da merak uyandıran bir konunun önce kavramsal çerçevesine bakılıp ardından da nasıl ve ne şekilde oluştuğu üzerinde durulması bizce konunun derinlemesine anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir etkendir. Rüyaların tarihsel geçmişinin ardından, nasıl ve ne zaman oluştuğu bizler için önem taşımaktadır.


fiziksel dinlenmeden çok ruhsal dinlenmeye
Bu araştırmalar sonucunda uykunun fiziksel dinlenmeden çok ruhsal dinlenmeye hizmet ettiği fark edilmiştir. Ancak beynin uyku sırasındaki tepkileri izlenince beynin tam anlamıyla kendini kapatmadığı ve çalışmaya devam ettiği gözlemlenmiştir. Bu nedenle uykunun ruhsal dinlenmeyi sağladığı tezi de sonlandırılmıştır. Uzay yolculukları sayesinde insanın kendini izole etmesi sonucunda uyku ihtiyacının azaldığı görülmüştür . Bu da demek oluyor ki insan ilişkileri ve dolayısıyla dış dünya ile olan bağlantı azalınca daha az uyuma gereksinimi doğmaktadır. İnsan yatınca önce bedeni ardından zihni gevşer ve uyur. Uyuyunca kalp atışları ve nefes yavaşlar, kan basıncı ve vücut ısısı düşer. Uyanıklık ve uyku arasındaki fark bilincin devre dışı kalmasıdır. Örneğin, sese ya da sorulan sorulara tepki gösterilmemesi gibi. Uyku uyanıklığın zıddı gibi görünmekle birlikte bu iki bilinç halinin ortak yanları çoktur.
Uyku tamamıyla bir sükûnet ve istirahat hali değildir, bazıları uykuda yürür, konuşur. Uykuda olanlar çevreden tamamıyla kopuk da değildirler. Uyku plansız da değildir, bazı insanlar belli saatte kalkmak üzere uykuya dalar ve o saatte kalkarlar. İnsan hayatının 1/3’ü uykuda geçmekle birlikte uykunun işlevleri tam olarak anlaşılamamıştır. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre uyku; dış dünyaya olan duyarlılığın ve farkında oluşun azaldığı bir durumda faaliyetsizlik halinin geri dönüşü sayılabilir. Uyku hali, anestezi veya ilaç, alkol alımına bağlı olarak veya hastalık sebebi ile ortaya çıkan komaya bağlı bilinçsizlik halinden; uyuyan kişinin uykudan kolaylıkla uyandırılması nedeniyle ayırt edilir. Aynı zamanda uyku, bilinçsizlik halinden uyku sırasında olan ve rüya şeklinde ifade edilen zihni faaliyet olgusu ile ayırt edilebilir.

Uyku uyanıklığın belli bir aşamasıdır.
Uyku uyanıklığın belli bir aşamasıdır. Örneğin anneler; çocuklarının en ufacık sesinde bile anında uyanırlar. Uykudayken insanların yataktan düşmemeleri de insanın uyurken belli sınırları algıladığını göstermektedir .Uykuyu anlamak için beyni anlamak gerekir. 1920’de nörolog Hans Berger tarafından milyonlarca beyin hücresinin faaliyetlerinden doğan elektrik akımları, Alfa ve Beta olmak üzere iki tür beyin dalgası kaydedilmiştir. 1953’te Kleitman Elektroansefalografi’yi (EEG) rüyaların görüldüğü anın tespitinde kullanmıştır. Uyanık olduğu halde gözleri kapalı birisinin beyni ritmik olarak saniyede 8-13 saykıllık dalgalar yayınlamaktadır. Daha sonrasında Delta, Teta, Mu, Gama, Verteks, Spike (tepe noktası) ve K dalgaları bulunmuştur. Bu dalgaların yorumu henüz netlik kazanmamıştır. 1960’lı yıllarda A, B, C, D, E ve F olmak üzere uykunun altı düzeyi olduğu anlaşılmıştır. A en hafif uyku hali ve F ise en derin uyku düzeyidir. Bu düzeylerle bağlantılı olmak üzere iki çeşit uyku vardır. Bunlar REM ( Rapid Eye Movement) – Hızlı Göz Hareketi Olan- ve NREM ( non REM) -Hızlı Göz Hareketi Olmayan- uyku olarak tanımlanmaktadır. Sessiz uyku olarak bilinen erken uyku NREM uykudur. NREM uykunun gece içinde birkaç düzeyi vardır. İlki 90 dakikadır ve bunu 10 dakikalık REM durumu takip eder.
Gece içinde NREM ve REM birbirlerini takip ederler. Başlangıçta NREM durumları uzundur ancak gece ilerledikçe REM durumları uzamaktadır. REM durumu, yüz kasları ve ellerdeki hareketlerden anlaşılmaktadır. NREM durumda horlama varsa REM uykuda ses kesilir. Beden fiziksel baskıdaymış gibi kan basıncı ve kalp atışı REM uykuda artar. En önemlisi gözler, bir şeyi takip edercesine devamlı sağa sola hareket durumundadır. Denekler, REM uykusundayken uyandırıldıklarında rüya gördüklerini söylemişlerdir. Göz hareketleri en çok REM uykunun F düzeyinde artmaktadır. Görüntüsel rüyalar bu düzeyde görülmektedir. REM uykudayken rüya halindeki insanların uyandırıldıklarında agresif yapıda olmaları rüya görmek için uyunduğu sonucuna varılmasına neden olmuştur .

Rüyaların birçoğu, günlük hayatın bir parçası
Çok az hatta hiç rüya görmediğini belirten denekler üzerinde yapılan araştırmada EEG ve REM traseleri ortaya çıktığı anda uyandırılınca rüya gördükleri tespit edilmiştir. Buradan ulaşılan sonuca göre herkes her gece çeşitli rüyalar görmektedir. Rüya görmemek diye bir şey söz konusu değildir, rüyaların hatırlanması veya hatırlanmaması söz konusudur . Rüyaların birçoğu, günlük hayatın bir parçası ya da ondan bir sahneyi ihtiva eden dertleri, heyecanları, sevinç ve istekleri içine alabilir. Rüyaların insana en hayret veren yönü çok kısa sürmeleri ve süratli hareket etmeleridir. Normalde günler sürecek bir olay rüyada saniyelerle ifade edilecek bir zaman dilimi içinde gerçekleşmiş gibi görülebilir. Rüya görmede etkili olan iki durumdan biri uykudan önce yaşanmış olan olaylar olabildiği gibi uykuya daldıktan sonra etkili olan olaylar da olabilir . Bu konuyla ilgilenen C. S. Hall, kendi öğrencilerinin yardımıyla, insanların rüyalarında genelde neleri gördüklerini merak etmiş ve on bin kişi üzerinde bir araştırma yapmıştır. Bu araştırmayı yaptığında Hiroşima’ya atom bombası atılmıştı.
Onun beklentisi rüyalarda genelde bununla ilgili bulguların olmasıydı. Fakat bununla ilgili bulgular yoktu. Ayrıca kişiler kendi meslekleri ile ilgili rüyalar görmemişti . Görülen rüyalar günlük hayatta duygu ve davranışları uyaran olaylarla ilgiliydi. Bu araştırmaya göre; kişi rüyalarında en çok kendini sonra, aile fertlerinden birini görmektedir . Erkekler daha çok erkekleri, kadınlar ise kadın ve erkekleri eşit oranda görmektedir. Görülen yerlerin başında ev gelmekte, daha sonra herhangi bir yer, yol ve meydan gelmektedir. Bu araştırmada davranış olarak en az görülen, düşme ve uçma gibi davranışlar olmuştur. Duygusal yönden, zevk veren rüyaların zevk vermeyenlerden daha az olduğu tespit edilmiştir. On bin rüyanın yarısında bir cinsiyet hadisesinin geçtiği ve rüyaların üçte birinde bir renk motifinin bulunduğu belirlenmiştir. Rüyalardaki imajlarla ilgili olarak araştırmalar yapan Hacker, Calkins, Köhler; bu imajlarda; görmenin birinci derecede etkili olduğu, işitilenlerin ikinci derecede etkili olduğunu tespit etmişlerdir. Bu araştırmalara göre, dokunma ve davranışla ilgili imajların etkisi %5’ten daha düşüktür.
“Rüyanın hatırlanışını etkileyen faktörleri Cohen mümkün olabilecek değişkenle ifade etmektedir. Bunlar; bastırma, ön plana gelme ve araya girmedir. Cohen bastırma hipotezini destekleyen bulgunun az miktarda olduğunu buna karşın ön plana gelme hipotezini kuvvetle destekleyen bulgular olduğunu öne sürmüştür. Kendisi rüyanın hatırlanması ile ilgili bir ön model ileri sürer, bu modelde uyku sırasında zihni olayları daha az veya daha çok ön plana taşıyan ve rüyaların hatırlanışı ile birlikte daha büyük veya daha küçük ölçüde araya girebilecek olan bireysel farklılıklar, uyku öncesi, uyku anı ve uyku sonrası gibi faktörler hesaba katılmaktadır.”


Zihinde beliren
Rüyanın Sözlük ve Kavramsal Anlamı: Öncelikle rüya nedir sorusuna verilecek en güzel cevapları derleyelim. Rüyaya kavramsal açıdan bakıldığında birçok sözlük ve ansiklopedide birbirine benzer şekillerde tanımlaması yer almaktadır . “Görmek” anlamındaki rû’yet kökünden türeyen rüya, sözlükte uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü (düş) ifade eder. Sözlük anlamı aynı olan hulm (çoğulu ahlâm) ise daha çok korkunç düşler için kullanılır . Rüya; uyku esnasında görülen birtakım olaylara verilen, Arapça “rü’yâ” kökünden “düş görmek” anlamına gelen bir kelimedir.
Başka bir kaynakta ise rüya, “Bir kimsenin zihninden geçen hayal dizisi olarak” da tanımlanmaktadır. Bir diğer kaynakta rüya, “Uyku sırasında zihinde ortaya çıkan ve bir kısmı belleğe kaydedilen ruhsal olaydır.” şeklinde tanımlanmıştır. Rüyanın bir başka tanımı şu şekildedir: “Rüya, uyku sırasında canlı, çarpıcı, görsel ve işitsel varsanılarla ortaya çıkan yaşantıdır.” Büyük Felsefe Lugatı’nda rüyalar, “Uyurken zihinde beliren olayların tümüdür.” tanımlamasıyla karşımıza çıkmaktadır . Farklı bir sözlüğe bakıldığında “Rüya, uyku sırasında oluşan, bilincin ve iradenin denetiminden bütünüyle bağımsız bir biçimde oluşan ruhsal hayallerdir.” tanımı yer almaktadır. Köksal’ın rüyalarla ilgili çalışmasında rüya, “Misal âlemindeki kaderle alakalı levhaların, aynen veya değişik yansımalar halinde uyku halinde ruhumuza aksetmesidir.” diye tanımlanmıştır . TDK Sözlüğü’nde rüyanın anlam karşılığı; “Düş, gerçekleşmesi imkânsız durum, hayal; gerçekleşmesi beklenen ve istenen şey, umut” gibi birkaç anlama gelmektedir .

Psikolojik Anlamı
Rüyanın insanlık tarihi boyunca tüm insanlar tarafından tecrübe edilen psikolojik bir deneyim olduğu düşünülecek olunursa, ruh bilimi olan psikoloji açısından anlamı yadsınamayacak derecede önemlidir. Bu anlamda çalışmamızda rüyanın psikoloji sözlüklerinde ve psikoloji kitaplarında verilen tanımlarına da bakılmasının gerekliliği düşünülmüştür. Psikoloji Sözlüğünde rüya, “Uyku esnasında ortaya çıkan ve birbirleriyle bağıntılı ya da bağıntısız olarak algılanan görüntüler bütünüdür” şeklinde tanımlanmaktadır. Bir başka psikoloji kaynağında ise rüya, “Uykuda iken imajların canlanması ile meydana gelir” denilmektedir. Alfred Adler’e göre rüya, “insanın uyuduğu sırada ortaya çıkan önemli ve anlamlı faaliyettir.” Sigmund Freud ise rüyayı, “açık olarak uyku sırasındaki zihinsel yaşamdır, uyanıklık zihinsel yaşamına bazı benzerlikleri olan ama öte yandan ondan büyük farklarla ayrılan bir şey” şeklinde tanımlamaktadır. Webster’in Yeni Dünya Sözlüğü rüyayı, “uyku sırasında ortaya çıkan mental görüntüler, düşünceler ve duygular” olarak tanımlamıştır.
Bu tanımlamalardan anlaşılmaktadır ki genel anlamda rüya, zihinden geçen ve uyku sırasında oluşan hayal dizisi olmakla beraber uykunun nihayet bulmasıyla zihinde kalan görüntüler bütünüdür. Psikolojik açıdan düşünüldüğünde rüya, zihinsel yaşam olmakla beraber uyku sırasında yaşanan duyguların ve düşüncelerin tamamıdır. Aslında rüya; uykuda iken, uyanıklık yaşamın tecrübesinin yaşanmasıdır. Bir anlamda rüya, insanın bedenen uykuyu yaşarken zihnen uyanık yaşamın içinde olmasıdır. Bireyin bütün gün biriktirdiklerini uyku sırasında bir şekilde hissederek ve düşünerek uykusuna aktarmasıdır.

Rüya İle İlişkili Kavramlar
Rüya hemen hemen tüm bilim dallarının ilgilendiği bir konu olması dolayısıyla birçok kitapta tanımlamalara gidilmiştir. Bu anlamda rüyaya yakın birtakım kavramlar ve tanımlamalar ortaya çıkmıştır. Bu tanımlamalardan bazıları rüya yerine kullanılan kavramlar olduğu kadar bazıları da rüyanın boyutlarını karşılamaktadır. Bunlardan sadece birkaçının tanımı burada verilecektir. Dilimizde rüya kelimesini karşılayan birçok kelime veya onunla ilişkili olan deyim vardır. Bu kelimelerden bazıları şunlardır: Düş, ağır basma, seyr, vak’a, vâkıa, zuhurât, düş azmak, düş görmek, düş yormak, kara basan, kara düş, kara kaygılı rüya, karakura, karakura basan, karakura basmak, karakura düş görmek; Arapçada ise, ihtilâm (düşte cinsî münasebette bulunmak), kabus (ağır basma), kabus basmak. Bunların dışında psikolojik terim olarak rüyaya benzer olan şu kelimeler kullanılır: Rüya ile ilgili kavramların başında genel olarak hülya gelmektedir. Hülya; uyanık halde iken imaj ve anıların zihinde canlanmaları şeklinde tanımlanmaktadır. Hülya, çocukta ve gençte farklı şekillerde görülür. Çocuk devamlı hülya içindedir.
Örneğin küçük bir pencerede saatlerce oynamaktan hoşlanan kız çocuğu, kendini bebekleriyle beraber büyük bir çiftlikte zanneder. Gençte ise hülya, hayata hazırlıktır. Hülyada, kuvvetli duyguların ve isteklerin etkisi görülür. Örneğin; gerçek yaşamda gerçekleşmemiş bir arzu, hülyaya sebep olabilir. İyimser insanlarda sevinçli, kötümser insanlarda kederli sahneleri düşündürür. Normal şartlarda hülyanın “hezeyan” denilen hastalık halinin başladığı yerde durması gereklidir. Hülya genel bir haldir.
Psikolog Smith’in yapmış olduğu bir ankette 147 kişi içinde ancak 5 kişinin hülya halini tanımadıkları görülmüştür. Dikkatin dağılması, can sıkıntısı, zihnini belli bir suje üzerinde toplayamamak, günlük hayatta yeteri derecede heyecan bulmamak gibi sebepler hülyalara kaynak olarak gösterilmiştir . Rüya ile ilgili kavramlardan bir diğeri sanrıdır. “Sanrı; sanrı halinde görecek bir şey yokken birtakım şeyler görmektir. Ne kadar duyum varsa o kadar sanrı vardır . Görme ve işitme sanrıları daha çok rastlananlardır.
Alkol, kokain gibi maddelere düşkün olan insanlarda da sanrılara rastlanmaktadır. Sanrının ilerlemiş şekli hastalık durumudur.” Rüya ile ilgili bir diğer kavram da hayaldir. “L. Mc. Cutchen, rüya ile hayal arasındaki ilişkinin gizlilik vasfında olduğunu belirtmektedir. Bu konudaki tartışmalarla ilgili olarak; rüyanın oluşumu ile hayal dünyasının şekillenmesi birbiriyle ilişkilidir ki bunun sebebi, hayalle ilgili muhakemedir. Rüya ile hayal üç yönden birbiriyle ilişkilidir. Birincisi, benzer düşünceler onları birbirine uygun olarak üretir. İkinci olarak, her ikisinin faaliyet merkezlerinin aynı olması, kendileri ve kültürlerindeki özel ilişkiyi açıkça göstermektedir. Üçüncü ise rüya ve hayalin her ikisi de arzu ile ilişkilidir.”

Rüyanın tarihçesi
İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadarki süreçte rüya; hep merak edilen, büyülü, gizemli ve hayata etki eden önemli bir psikolojik tecrübe olarak görülmüştür. Bu nedenle tüm kültür ve medeniyetlerde ayrıca hemen hemen tüm dinlerde rüyaya büyük önem atfedilmiş ve rüyalar üzerine çok sayıda kitaplar yazılmıştır. Bununla da kalınmamış çoğu medeniyetlerde rüya kutsallığın ve Tanrı’nın varlığının bir işareti olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı rüya konusunun derinliğine inmeden önce bu önemli tecrübenin tarihsel serüvenine bakmakta fayda vardır. Çalışmanın bu bölümünde eski kültür ve dinlerde rüyaya yer verilecektir.
Eski Kültürlerde ve Dinlerde Rüya Olgusu
İlk çağlarda yaşayan insanlar da doğal olarak rüya görüyorlardı. İlk çağlardan beri rüyaların içinde yaşanılan dünya ile bilinmeyen bir dünyanın, insan ile insanüstü kuvvetlerin arasında bir bağ olduğu inancı vardı. İnsanlarda din fikrine ilişkin ilk anlayışlar , ruh ve ölüm kavramlarına ilişkin ilk sorgulamalar muhtemelen rüya izlenimlerinin bir sonucuydu. İlkel insanlarla ilgili antropolojik araştırmalar, o devirlerde yaşayan insanların rüya ile gerçek hayat arasında kesin bir sınır çizemediklerini göstermektedir. Araştırmaların sonuçlarına göre iki biyolojik olay , ilkel insanı sürekli rahatsız etmekteydi. Bunlardan birincisi, ölü beden ile dirisi arasındaki fark, ikincisi ise rüyalarda görülen insan şekilleridir.
O zamanlar insanlar şöyle düşünüyorlardı: Her insanın bir bedeni, bir ruhu ve bir de bedeninin eşi, “dublesi” olması gereklidir. Bedenin eşi, bedene rüyasında bir hayal olarak görünür. Uyku, ruhun bedeni geçici olarak terk etmesidir. Ruh, bedeni terk ettiği süre boyunca nereleri geziyorsa, ne işler yapıyorsa, kişi bunları rüyasında görür. İlkel kültürlerin birçoğunda uyku sırasında ruhun bedenden ayrılarak dolaştığına inanılır ve bu yüzden uyuyan kişiye asla dokunulmazdı. Geçmiş dönemlerde bazı din adamları animizmi yani ruhlara inanışı bütün ibtidai dinlerin temeli sanmışlardır. Şahsiyetin bir aksi olan ruha inanış insanı heyecanlandıran rüyalardan inkişaf etmiştir.

Ölümün, insanı son derece korkutması şüphesiz olsa gerektir; ölünün vücudunda görülen değişiklik, hareketsizlik, sükut yaşayanları sarsmıştır. Ölünün dostlarının ve akrabalarının rüyalarında görünmesi onun belki şekil değişmekle beraber hala yaşadığı düşüncesine insanları inandırmıştır. Belki de insanın bir kısmının yani ruhunun ölümden sonra yaşamaya devam ettiğini zannetmişlerdir. Bu gibi düşüncelere göre insanın ruhu ile gölgesi arasında sıkı bir ilişki vardır; nitekim efsane ve mitolojilerde ara sıra gölgesini kaybeden bir insanın ruhunu da kaybettiği gibi bir motife rastlanmaktadır . Eski bir geleneğe göre, gündüz sorular güneşe fırlatılırsa, gece ayın vereceği yanıt dinlenir. Kuzey Amerika yerlileri rüya duasını kabile geleneği olarak yaparlar ve rüyanın anlamı netleşene kadar bunu gerçekleştirirler . “Mu ve Atlantis uygarlıkları dönemlerinde insanlar astral∗ bir şuurluğa sahipken, rüyaları merak ederlerdi. Yüzyıllar geçmesine rağmen Mu ve de özellikle Atlantis uygarlığının gerilemesi ve ardından yıkılışıyla birlikte aradan geçen yıllar boyunca rüyalara olan ilgide hiçbir zaman bir azalma olmamıştır.”

Örneğin Norveç mitolojisinde rüyaların, ölülerin canlılarla iletişimde bulunduğu bir ortam olduğu anlatılır. Avustralyalı ilkel bir kabilenin, maddesel dünyanın da aslında bir imajinasyon ortamı olduğunu ifade eden şöyle bir deyimi vardır: “Bizi rüyasında gören bir rüya var.” Rüyanın, uyandıktan sonraki yaşam üstündeki etkisini fark eden her uygarlık, tarih boyunca kendi içinden kahinler ve medyumlar çıkarmıştır ve bu insanlar aydın kesimlere, kraliyet mensuplarına ve sokaktaki insana gördükleri rüyaları yorumlama gibi bir görev üstlenmişlerdir. Malezya Yarımadası’nda medeniyetten uzak, ormanların içinde bir arada yaşayan “Senoiler”, rüyalarına büyük önem vermektedirler. Bu kabile rüyalarını zengin birer bilgi ve rehber olarak görmektedirler. Gördükleri rüyayı aileleri ile paylaşıp , tartışmaktalar. Freud’un rüya üzerine yazılmış klasiklerinden biri olan “Düşlerin Yorumu” adlı eserinde, eski insanların rüya yorumlamada kullandıkları iki temel kuraldan söz edilmiştir. İlki; rüyayı bir bütün olarak ele almak ve temsil etmek istediği gerçek olayı bulmaya çalışmaktır. Bu yönteme simgesel düş yorumu denmektedir. İkinci yaklaşım ise, her rüya imajını farklı bir işaret olarak ele almak ve sembolik anlamını ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Bu yönteme ise şifre çözme denilmektedir.

Geleceğe ait bir öğüt
Günümüze kadar ulaşan zengin arkeolojik buluntuları, yazı ve takvimiyle köklü bir uygarlık olduğu kabul edilen Eski Mısır’da insanlar, yaşam hakkındaki anlayışlara doğrudan deneyimle sahip olurlar, olayları birebir kabul ederlerdi. Onlara göre rüyalar, uyanık yaşamdan daha farklı muhtevalar içeriyordu. O halde onların da deneyimleri daha farklı bir dünyaya ait olmalıydı. Rüyanın kendisi dışında daha ileri bir kanıta ise hiç gerek yoktu. Rüyalar, rüya görenin uyanık deneyimleri dışında gibi görünen bilgiler taşıdıkları için, daha erdemli üstün varlıkların, hatta tanrıların kendileriyle konuştuğu durumlar olarak kabul edilirdi. İletilen bilgilerin hoş olmaması durumunda, rüyayı gören kişinin kötü tesirlerin etkisi altında olduğu düşünülürdü. İnsanlarda iyi etkiler bırakan ve kendilerini koruyan rüyaların Uyku Tanrısı Bes’ten geldiğine inanılırdı.
Eski Mısırlılar iyi etki bırakan rüyalar görmek için, Eski Mısır’ın başkenti olan Memfis’de bulunan İmhotep ve İsis tapınaklarında dua eder, oruç tutar ve hastalarını iyileştirmek için özel çalışmalar yaparlardı . Rüyalarla ilgili iki farklı kaynakta, rüyalara ait en eski yazılı kayıtla ilgili iki farklı tarih karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, rüya yorumuyla ilgili en eski yazılı kayıtın M.Ö. 1350 yıllarına ait olduğu düşünülen Chester Beatty isimli Mısır papirüsleri olduğu belirtilmektedir. Ancak diğer kaynakta ise günümüzde 4000 yıl öncesine dayanan rüya yorumlarının varlığından söz edilmektedir. İnsanların, hayatları hakkında bırakabildikleri ilk yazılı belgeler içinde doğrudan doğruya rüya yorumları da yer almaktadır. Bu kaynağa göre ele geçen rüya yorum kitaplarından en eskisi, M.Ö. 2000-1800 yıllarında papirüs üzerine yazılmış bir Mısır kitabıdır ve halen İngiltere’de British Museum’da bulunmaktadır. İçindeki rüyalardan ancak 200 kadarı okunabilmektedir. Bu kitaptaki tüm kayıtlarda önce rüya tasvir edilmekte, ardından rüyanın iyiye mi yoksa kötüye mi işaret olduğu anlatılmakta ve rüyayı gören kimsenin geleceği hakkında yorum yapılmaktadır. Psiko- Sosyal Açıdan Rüya ve İstihare isimli kitapta ise “Mısırlılar kendi rüyalarının Tanrılar tarafından yönetildiğine inanırlar ayrıca diğer dünya ile ilişki kurmada rüyaların geleceğe ait bir öğüt olduğunu kabul ederler.” denilmektedir.

“Hinduizm’in kutsal kitabı Veda’da uğurlu uğursuz sayılar yanında rüya listeleri de bulunmaktadır. Yine kötü rüyaların sebebiyet vereceği kötü olaylardan kurtulmak için çeşitli ayinler yapılmakta ve özel hazırlanmış sularla yıkanılmaktadır. Rüya görme ile rüya gören kişinin karakteri arasında bağlantı olduğu kabul edilmektedir.” Günlük olaylardan etkilenerek ortaya çıkan sıradan rüyaların dışında, sembollerle bezenmiş geniş anlamlar içeren mistik rüyalar Hintlilere göre daha önemliydi. Bu tür rüyalarda tanrısal gücün ortaya çıktığına inanılırdı. M.Ö. 1000 yıllarında yazıldığı sanılan Hintlilerin Atharvaveda isimli rüya kitabı, çok sonraları Freud ve diğer araştırmacılar için de sürekli başvurulan bir kaynak olmuştur. Bu esere göre rüyalar “yarı uyanıklık, rüyasız uyku hali, rüya durumu ve Brahman tanrısıyla mistik bağlantının kurulduğu üst rüya hali” olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. Miladın başlarına doğru kim tarafından yazıldığı bilinmeyen ancak Kuzey Hindistan’da yazıldığı bilinen Kral Milinda’nın Soruları isimli bir belgede ise bir Hintli düşünüre göre rüya gören altı değişik insan tipi vardır. Bunlar:
Ateşli insanlar;
Çabuk öfkelenen (kolerik karakterli) insanlar;
Soğukkanlı (flegmatik karakterli) insanlar;
Tanrının etkisiyle rüya gören insanlar;
Kendi alışkanlıkları doğrultusunda rüya gören insanlar;
Bir kehanet olarak rüya gören insanlar.
Budist rüya deneyimine en kolay şekilde, Hindistan ve Tibet’in zengin ve çeşitli kutsal biyografileri aracılığıyla erişilebilmektedir. Rüyalar bu metinlerde büyük bir rol oynamaktadır. Hareketlerde dramatik değişiklikler yaratmakta, daha sonra gerçekleşen olayların kaçınılmazlığının üstünde durmakta ve rüyayı gören kişinin manevi ve maddi yaşamındaki önemli değişimleri hızlandırmaktadır. Budizm’de en meşhur rüya, Buda’nın doğumundan önce annesi Kraliçe Maya’nın gördüğü rüyadır. Rüyasında onun büyük bir insan olacağının söylenmesi, bu din taraftarlarının da rüyaya değer verdiklerini göstermektedir. Tarih arşivi Rüya’nın derinliklerine iniyor…

Babil ve Asur’da Rüya Olgusu
Bazı rüyaların dini anlamda bir yardımcı pozisyonunda olduğu da kabul edilmiştir. Çünkü rüyada bir vahyin alınma özelliği söz konusudur. Örneğin Eski Suriye’de kralların ve din adamlarının gördüğü kötü rüya ve ardından gerçekleşen olaylarla ilgili rüya kitabı da bulunmaktadır. M. Ö. 5000 yılında Babil ve Eski Suriye’de bir rüya geleneğine göre kim bir yerden başka bir yere uçtuğunu görürse, bu rüyayı mal ve mülkünü kaybedeceği şeklinde yorumlandığı ifade edilmektedir. Babil ve Asur medeniyetleri rüyalar konusunda biraz daha farklı inanışlara sahiptiler.
Onlara göre Babil rüya tanrıçası Mamu, tüm kötü tesirli rüyaların etkilerinden kurtulabilmek için birebirdi. Ninova’da M.Ö. 669- 626 yılları arasında yaşamış olan Asur imparatoru Asurbanibal’in kitaplığında, rüya ile ilgili taş basması bazı eserler bulunmuştur. Bu eserlerde sadece rüyaların yorumları değil, kötü rüyalardan nasıl kaçınılacağı ve nasıl iyi rüyalar görülebileceği hakkında da bilgiler yer almaktadır. Ayrıca bu belgeler, rüyalar ve cinsellik ilişkisini ilk ortaya koyan toplumların Asur ve Babil uygarlıkları olduğunu ve olumsuz rüyaların etkilerinden korunmak için adak törenleri düzenlediklerini de göstermektedir. Asurbanibal’in kitaplığında farklı rüya kitapları bulunmuştur .

Eski Yunan’da Rüya Olgusu
Antik Yunan’da Stoacı filozoflar rüyaları; ruhtan, diğer ruhlardan ya da tanrıların kendilerinden gelen görüşler olarak kabul etmişlerdir. Bu geleneği izleyen insanlar bazen iyileştirici ya da geleceği gösterici düşler görebilmek amacıyla kutsal tapınaklara kapanmışlardır. Ayrıca Hipokrat, rüyaların ortaya çıkmamış fiziksel hastalıkların göstergesi olduğunu ileri sürmüştür .Eski Yunan, Roma ve Yahudi uygarlıkları; Asur ve Mısırlıların rüya yorumlama yöntemlerini biliyorlar ve kullanıyorlardı. Bu bölgede kurulan ilk felsefe ve din okullarında öğrencilere, ruhun beslenme için uyku sırasında bedenden çekildiği öğretiliyordu. Eski Yunanlılar tıpkı Mısırlılar gibi rüyaları için tapınaklar inşa ettiler, fiziksel hastalıkların iyileştirilmesinde ve dünyadan ayrılmış bulunan ruhlarla iletişimde rüyalardan yararlandılar. Eski Yunanlılara göre rüyalar üç türde gruplandırılıyordu :
Tanrıların veya ruhların kendilerini insanlara gösterdikleri rüyalar;
Sembolik tarzda görülen rüyalar;
Gelecekten haber verilen rüyalar.

insanlar rüya görmektedirler
Ölüm gecede geldiğinde

Hayatımızın üçte birini uykuda geçiriyoruz, bu yüzden pek çok insanın uykusunda ölmesi sürpriz olmamalı. Ölümcül bir hastalığın ikinci evrelerinde bilinçsiz olduğunda, gece boyunca ölmek arasında (özellikle sağlıklı olduğunda) ve ölmek arasında önemli bir fark vardır. Daha yaşlı insanlar ve hasta olanlar, gençlerden daha az dikkat çekiyorlar.
Ölümün durumuna bağlı olarak (evde hastaneye karşı yardımlı bakım tesisine karşı), ölüm bir hekim tarafından yorumlanabilir. Nadiren, olağandışı durumlar olmadıkça bir otopsi yapılacaktır (veya belirtilmektedir). Bu değerlendirme, genç erişkinlerde veya aniden bilinen bir hastalık olmaksızın toplumda aniden ölen çocuklarda daha olası olabilir.
Otopsi bile ortaya çıkmayabilir. Ölüm nedeni açık olmayabilir. Ölüm sertifikası, belirli olmayan nedenleri not edebilir: “kardiyorespiratuvar yetmezlik”, “doğal nedenlerden öldü”, hatta “yaşlılık”. Ne olduğunu merak eden aile ve arkadaşlar kalabilir ve bazı nedenleri anlamak faydalı olabilir. uykuda meydana gelen ölüm.
Travmanın, Ortamın ve Maddelerin Bir Araya Konulması
Bazı durumlarda ölüm, doğrudan çevreden veya başka bir dış etkenden kaynaklanan bir tür dış faktör nedeniyle gerçekleşir. Örneğin, bir binanın yıkıldığı bir deprem, uykuda travmatik bir ölüme yol açabilir. Arızalı havalandırmadan ve zayıf bir ısınma kaynağından kaynaklanan karbonmonoksit zehirlenmesine katkıda bulunabilir. Cinayet, uyurken de oluşabilir ve cinayetler gece daha sık meydana gelebilir.
Ağrı ve uykusuzluk da dahil olmak üzere tıbbi rahatsızlıkları tedavi etmek için alınan ilaçlar ölüm riskini artırabilir. Bu ilaçların aşırı dozda veya alkol ile aşırı miktarda alınması halinde daha muhtemel olabilir. Yatıştırıcılar ve opioidler nefes almayı değiştirebilir veya bastırabilir. Kanser gibi ağrılı durumlar, örneğin, solunum yavaşlayarak ölüm sürecini hızlandıran morfin seviyelerini gerektirebilir.
Kalp ve Akciğerlerin Başarısızlığına Odaklanma
Ölüm nedenlerini hastane ortamında aranabilecek bir “Kod Mavisi” olarak düşünmek faydalı olabilir. Birisi ölüyorsa ya da ölme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, genellikle başarısız olan birkaç kodlu sistem vardır. Çoğu zaman, kalp ve akciğer fonksiyonlarının başarısızlığı suçludur.
Evrimleşen solunum yetmezliği, kalbin ve diğer sistemlerin işlevini yavaş yavaş etkileyebilir. Büyük kalp krizi gibi kalp fonksiyonlarındaki akut düşüş, beyne hızlı bir şekilde kan akışını etkiler ve sonuçta hızlı solunum yetmezliğine yol açabilir. Akciğerler ayrıca kalp yetmezliğinde pulmoner ödemin bir parçası olarak sıvı ile hızlıca doldurabilir.

Kalp DURMASI
Uyku sırasında kardiyak fonksiyonun stresli olabileceğine dair önemli kanıtlar vardır. Özellikle hızlı göz hareketleri (REM) uykusu , sabaha karşı artan risk ile sistemi yeniden çizebilir. Ayrıca gece boyunca ve uyanma zamanının yakınında meydana gelen sıkıntılarla birlikte, bir kardiyak disfonksiyonun sirkadiyen bir modeli olduğu görülmektedir.
Kalp ayrıca elektrik sistemini etkileyen düzensizlikler yaşayabilir. Senkronize bir şekilde kasları ateşlemek için gerekli olan ücret kesintiye uğrayabilir. Kasılmalar düzensiz, çok hızlı veya çok yavaş olabilir ve kalbin pompalama etkinliği tehlikeye girebilir.
Aritmiler uyku sırasında sık görülen ölüm nedeni olabilir. Asistol, kalbin elektriksel aktivitesi tespit edilemediğinde bir kalp durması ritmidir. Atriyal fibrilasyon veya çarpıntı kardiyak fonksiyonu zayıflatabilir. Ventriküler taşikardi de içeren benzer ventriküler ritimler ölümcül olabilir. Elektrik paternini etkileyen kardiyak bloklar ayrıca kalp işlev bozukluğuna ve ölüme neden olabilir.
Kronik, konjestif kalp yetmezliği (CHF) da yavaş yavaş kalbin başarısızlığına yol açabilir. Sol taraftaki kalp yetmezliği, kalbin sağ tarafını hızlı bir şekilde etkileyerek, akciğerlerde sıvı birikmesine (özellikle nefes alırken nefes darlığına) ve ayaklarda ve bacaklarda periferik ödem olarak adlandırılan şişmeye yol açar. Kalp hacim aşırı yükü yaşıyorsa, kan dolaşım kabiliyeti kesilebilir.
Önemli olarak, kalp, kan dolaşım yeteneğine dayanan diğer sistemleri etkileyebilir. En önemlisi, düzensiz bir kalp ritmi, beyne giden ve felce neden olan bir pıhtıya yol açabilir. Yüksek tansiyon veya hipertansiyon, riski artırabilir. Bir inme beyin sapını etkiliyorsa, nefes alma, göz açma, kas kontrolü ve bilinç tehlikeye girebilir. Bu vuruşlar ölümcül olabilir ve uykuda olabilir.

Solunum durması
Akciğerler, kalbin işlevini tamamlar ve bir ekip gibi, bir sistem acutely başarısız olursa, diğerinin kısa sırayla takip etmesi muhtemeldir. Pulmoner hastalık genellikle kroniktir ve etkileri daha yavaş gelişebilir. Ancak kritik bir eşiğe ulaşıldığında ölüm meydana gelebilir.
En temel seviyede, akciğerler çevre ile oksijen ve karbondioksit değişimi için sorumludur. Uygun şekilde çalışmadığında, oksijen seviyeleri düşer, karbondioksit seviyeleri yükselir ve vücudun asit-baz dengesindeki tehlikeli değişiklikler meydana gelebilir. Kusmuk gibi boğulma gibi akut tıkanıklıklar boğulmaya neden olabilir. Olası olmamakla birlikte, obstrüktif uyku apnesi olayının ölümcül olduğunu kanıtlamak da mümkündür. Solunum yetmezliği kronik, dejeneratif hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu, akciğerlerin kendileri gibi başarısızlığı olabilir:
- Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)
- anfizem
- Kistik fibroz
- Akciğer kanseri
- Pulmoner fibroz
- zatürree
- Durum asthmadı
- Pulmoner embolus (akciğerlere pıhtılaşma)
Akciğerlerin, amiloidik lateral skleroz (ALS veya Lou Gehrig hastalığı) veya myastenia gravis gibi kas veya sinir sistemindeki değişikliklere bağlı olarak başarısız olması da mümkündür. Konjenital santral hipoventilasyon sendromu gibi nefes alma yeteneğini etkileyen konjenital bozukluklar da vardır. Ani bebek ölüm sendromu (SIDS), uyku sırasında normal nefes almada başarısızlığı temsil eder.
Ölüm yavaşça yaklaştığında, ortaya çıkan karakteristik solunum şekli vardır. Cheyne-Stokes solunumu denir. Genellikle kalp yetmezliğinde, narkotik ilaç kullanımında ve beyin sapında yaralanmalarda görülür. Yakın zamanda solunum durması ve ölümünü gösterebilir. Etkilenen kişi kaydığı için bilinç çökebilir.

Uyku Bozuklukları
Diğer Sebepler ve Uyku Bozukluklarının Rolü Dikkate Alınması
Uykuda ölümün, bazı uyku koşulları da dahil olmak üzere birkaç başka bozukluktan dolayı meydana gelmesi mümkündür. Özellikle, nöbetler ölümcül olabilir. Epilepside (SUDEP) ani ölüm olarak bilinen ve tam olarak anlaşılamayan bir durum vardır.
Obstrüktif uyku apnesi sonuçta ölümcül olabilecek diğer tıbbi durumları şiddetlendirebilir. Bunlar arasında felç, kalp krizi, kalp yetmezliği ve ani ölümle sonuçlanabilecek aritmiler sayılabilir. Parasomnia adı verilen uyku davranışlarından ölmek mümkündür. Uyurgezerlik, üst katlardaki pencerelerden düşme, bir yolcu gemisinden düşme veya caddede trafiğe girme gibi tehlikeli durumlara yol açabilir. “Sözde-intihar”, bilinen depresyon ya da intihar düşüncesi olmadan ölen uyurgezer yaralanmaları olan insanlar arasındaki ölümleri tanımlar. REM uyku davranış bozukluğu uykuda yataktan ve kafa travmasından düşmesine neden olabilir. Bu iç kanamaya neden olabilir; Bir epidural hematom hızla ölümcül kanıtlayabilir.
Uyku bozukluğu hemen ölümcül değilse bile, uykusuzluğun intihar riskini artırdığına dair kanıtlar vardır. Kronik uyku yoksunluğu, yıllarca kötü uykudan sonra genel mortaliteyi artırabilir.

unutma.
Bir uyku bozukluğundan gecede ölmekten kaçınmak için, diğer semptomların (uykusuzluk ve erken sabah uyanmaları dahil) veya uyku apnesi belirtilerinin farkında olun (solunum, horlama, noktüri , bruksizm , aşırı gündüz uyku hali, ruh hali ve kognitif problemler) , vb.). Neyse ki, uyku bozuklukları tedavi edilebilir. Genel sağlığınızı optimize edin ve sağlıklı uykunun önemli rolünü unutma.

Korkmak,

Karabasan, kimimiz için sadece bir kabus, kimimiz için ise bilinmeyen bir korku dünyası… Karabasan yani bilimsel adıyla ‘Uyku felci’, aslında bir çeşit uyku rahatsızlığı. Bu rahatsızlığı çok sık yaşayanlar ise tahmin edemeyeceğimiz acılar çekiyorlar. Bu listeyi o acıyı bilenler anlar. İşte kendisine Karabasan tebelleş olmuş olanların anlayabileceği 13 şey! Korkmak, her insanın yaşadığı ancak kolay kolay itiraf edilemeyen bir duygu. Korku filmlerini izleyip izleyip, yatağımızın altından canavarlar çıkacak sanırız ya, işte o sahneye en yakın olduğumuz andır karabasanlar. Birçok kişinin, tedavi ve destekle üstesinden gelebildiği bu uyku rahatsızlığını yaşayanlarla empati kurabilmenizi sağlayacak bir liste hazırladık…

1. Haram olan Rem uykusu
Rüya görürken Rem uykusu dediğimiz bir süreç yaşarız. Bu süreç içerisinde göz ve solunum yollarımız dışında tüm kaslarımız geçici şekilde felç olur. Eğer vücudumuz böyle bir durum yaşamasaydı, rüyamızda yaptığımız hareketleri yaparak kendimizi tehlikeli bir durum içerisine sokabilirdik. İşte bu felç sırasında eğer zihnimiz uyanırsa ancak kas sistemimiz bu uyanışı yaşayamazsa kendi vücudumuzun içerisinde tutsak kalırız. Karabasanın en temel sebebi REM uykusu sırasında, uyanmamıza rağmen, fizyolojik felcimizin çözülmemesidir. Düşünsenize tutsak kalabileceğiniz en kötü yerin kendi vücudunuz olabileceği aklınıza gelir miydi?
2. Yorgunluğun ceremesi
Bahsettiğimiz bu bozuk Rem uykusu düzeninin belli başları sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında da yorgunluk gelir. Yorgun bir vücudun Karabasana maruz kalması yüksek bir ihtimaldir. Genelde ağır işlerde çalışan insanların yaşadıkları karabasan sorunu, iş değişikliğiyle çözülebilmektedir. Şimdi bir durun ve kendinizi gözden geçirin, yorgun olmadığınız halde sürekli karabasan mı musallat oluyor? O zaman sorun başka bir yerlerde olabilir…

3. Yanlış yatış pozisyonunun sonuçları
Yorgun olmasanız bile, eğer nefes alışınızı zorlaştıracak bir şekilde yatarsanız ki bu çok sık karşılaşılan bir durumdur, karabasanın size dadanması muhtemeldir. Misal, almışsınız kitabınızı kanepeye uzanmışsınız, boynunuz bükük bir şekilde okurken sızıp gitmişsiniz… Aldınız başınıza belayı! Rahat nefes almanıza engel olan bu yatış biçimi, göğsünüzde bir ağırlık ve üstünüzde bir karaltı olarak size sonuçlar çıkartacaktır.
4. Diğer faktörler
Diyelim yorgun değilsiniz ve gayet konforlu bir şekilde yattığınızı düşünüyorsunuz ancak yine de karabasan size musallat oluyor. O zaman ya stres altındasınız, çevre ve yaşam tarzınızda ani bir değişiklik olmuş ya da uyku etkisi olan bir kimyasal kullanmışsınız demektir. Bunların yanında uyku öncesi ağır bir yemek yemiş ya da çok aç bir şekilde uykuya dalmış olabilirsiniz. Göreceğiniz üzere gün içerisinde başınızdan geçen en ufak şeyler bile Karabasan olarak size geri dönebiliyor.

5. Karabasanın tasviri
Tıbba saygımız sonsuz ancak dünyanın her yerinde herkesin aynı şekilde gördüğü tek rüya karabasandır. Ak sakallı dedeyi bu konunun dışında bırakacak olursak, tüm kültürlerde ortak tasvir edilen tek rüyadır. ‘Karanlık bir varlığın göğsünüze oturması, boğazınızı sıkması, nefes alamamanız ve hiçbir yerinizi kıpırdatamıyor olmanız yetmiyormuş gibi yardım da isteyemediğiniz bir durumda yaşadığınız dehşet’ olarak hangi toplumdaki insanlara anlatırsanız anlatın, yaşadığınız şeyin ne olduğunu bileceklerdir. Burada ilginç bir nokta şudur, bilirsiniz hepimiz ağır bir uykuya dalmadan önce garip şekilde yüksekten düştüğümüzü hissederiz. Bunu bilim insanları, ağaçlarda yaşayan atalarımızdan korkuların genetik yollarla bize aktarılmış olmasıyla ilişkilendiriyorlar. Peki ya atalarımızdan bize miras kalan tek rüya hali bu değilse? Karabasan dediğimiz şey de pekala geçmişte atalarımızın maruz kaldığı bir tecrübe olarak bize aktarılmışsa?
6. Sessiz çığlıklar
Karabasan yaşayan insanların hemen hepsinde görülen bir başka durum da, karabasan sırasında çığlık atmaya çalışıp atamamalarıdır. Bu durum kişiye o kadar büyük bir dehşet yaşatır ki, yüksek sesle bağırarak uyanan birçok kişinin, kendi içlerinde çıkardıkları sesten kulaklarının çınladığı olur. Bir düşünün, boğulduğunuzu hissediyorsunuz, yardım istemek için bağırıyorsunuz ama o ses sadece kendi içinizde yankılanıyor!
7. Karanlıktan gelen sesler
Karabasan sırasında yaşanan bir başka durumda, genelde fısıltı olarak karanlıktan gelen seslerin yarattığı korkudur. Bu sesleri bilim insanları, ‘sanrı’ olarak nitelese de, karabasan yaşayanların ortak tasviri bu seslerin bilinmeyen bir dilde ve korkutucu bir ses tonuyla çıkartıldığı yönündedir. Bu tecrübeyi yaşayan farklı kültürlerden insanların söz konusu bilinmeyen dil hakkında yaptıkları tanımlamalar birbirine son derece yakındır.

8. Fiziksel etki
Çok sık rastlanmasa da, Karabasan çöken bazı kişilerin uykusunda garip bir şekilde hareket ettikleri görülebilir. Aslında bu durum tamamen fizyolojik felcin çözülürken vücuda yaşattığı bir tepkimeden ibaret olsa da, kişi bunu üstüne çöken varlığın yaptığına inanabilir. Bu durumun psikolojik olarak ağır hasar verdiğini eklemek gerek ve bu yönde tecrübeleri olanların acilen bir uzman yardımına başvurmalarını tavsiye ederiz.
9. Üç harfliler
Yabancı kültürlerde iblis, İslam kültüründe ise üç harfliler olarak anılan bazı varlıkların Karabasana sebep olduğu düşünülür. Ancak bunlar bilimsel temele dayanmayan iddialardır. Karabasanın; Karav, Karakura, Kamos, Haragah gibi adlara sahip bir varlık olduğu yaygın bir inanıştır. Kutsal kitaplarda adı geçen ve ‘Cin’ olarak tabir edilen varlıklarla Karabasan arasında kurulmaya çalışılan bağların herhangi bir kanıtı bulunmamaktadır. Hurafe bunlar inanmayın…
10. Gölgeler
Karabasan yaşayan kişilerin ortak tecrübelerinden biri de, uyudukları oda içerisinde birçok gölgenin dolaştığını görmekte olmalarıdır. Bu gölgelerin korkutucu görünümleri vardır ve kötü olduklarını hissettirirler.

11. Dünyadan örnekler
Çinliler karabasanı; ‘Yatağa basan hayalet’, Japon kültüründe ‘Kutuya hapseden hayalet’, Kuzey ülkelerinde ‘Yaşlı cadının ziyareti’, Latin Amerika’da ‘Tepeye tırmanan ölü’, Avrupa’da ‘Cadı basması’, Kuzey Amerika’da ‘İnsana binen cadı’ olarak tanımlanır. Karabasan sırasında gördükleri şeyler birbirinin aynısıdır ve yaşadıkları korkular ortaktır. Türkiye’de ise insanımız karabasan gibi ciddi bir rahatsızlığa hala ‘Kara basma iz olur…’ türküsünü söyleyecek kadar bayağı bir yaklaşımla bakmaktadır. Dalga geçilecek şey mi bu Allah aşkına!
12. Uzaylı kaçırmaları
Bilim insanlarının buluştuğu bir başka ortak nokta da, uyurken uzaylılar tarafından kaçırıldığını söyleyen kişilerin aslında Karabasan gördüklerini düşünüyor olmalarıdır.
13. Korku seansının öbür yüzü
Karabasan her ne kadar bilimsel olarak rahatlıkla açıklanabiliyor olsa da, literatürde Karabasan sonrasında vücudunda garip yaralar oluşan insanlar da yer alır. Bunlar yaşanan sıkıntıya bağlı kılcal damar çatlamaları ve zona olarak tanımlanır. Ancak göğsünüzün üstüne çökmüş bir karanlık, size zarar vermek için hala bir yerlerde uyuya kalmanızı da bekliyor olabilir, bizden söylemesi. Ayağınızı denk alın…
Hilmi Dinçer

Günümüz modern yaşamının getirdiği uyku bozuklukları nedeniyle birçok hastalık ortaya çıkabilmektedir. Bunun temel sebebi düzensiz yaşamın ortaya çıkardığı yetersiz uyku uyuma problemidir. Düzensiz uykunun yanında stresli yaşam ve psikolojik güçlüklerin de yaşanması uyku felcinin tetikleyicisi olabilir. Özellikle ilk ortaya çıktığı ergenlik çağında daha korkutucu olan uyku felci, insan yaşamını tehdit edici bir durum değildir. Ancak insanların buna neyin sebep olduğunu bilmemesi korkutucu olabilir. Çünkü insanlar uyku felci geçirirken hareket etmek isterken edemezler veya konuşmak isterken konuşamazlar. Yarı uyku halinde geçici kas kaybının neden olduğu uyku felci ile ilgili tüm bilgiler yazımızda ayrıntılı olarak yer almaktadır.
Uyku felci, halk arasında karabasan olarak bilinen uyku sırasında rüya döneminde kaslardaki fizyolojik felcin uyanınca da bir süre devam etmesidir.Kişinin bilinci kasların atomisiden daha önce açılır ve uyanıkken hareket eder. Genellikle uykuya dalmak üzereyken, uykuya daldıktan hemen sonra veya uyanma esnasında gerçekleşir. Kas kaybına ek olarak insanlar uyku felci dönemlerinde halüsinasyonlar da görebilirler. Uyku felci geçirmek çok olağan bir durumdur ve insanlar ilk defa 14 ila 17 yaşları arasında uyku felci geçirirler. Kas kontrolünün kaybedilmesinden dolayı hareket edememe hissi ortaya çıkar.
Herhangi bir duyu farkındalığı kaybolmamış olsa dahi bireyler üzerlerinde bir baskı varmış gibi hissederler. Halüsinasyonlara ve baskıya yoğun bir korku durumu eşlik edebilir. Parasomni, uyku sırasında istenmeyen durumların ortaya çıkması olarak tanımlanan bir durumdur. Uyku felci ne demek sorusuna bir parasomnidir şeklinde de yanıt verilebilir. Uyku döngüsünün hızlı göz hareketi yani REM aşamasında uyku felci ortaya çıktığından, REM parasomnisi olarak da tanımlama yapılabilir. İnsanların yaklaşık olarak yüzde 5 ila yüzde 40’ının bu durumu yaşadığı araştırmacılar tarafından kanıtlanmıştır. Genellikle ergenlik döneminde başlayan uyku felci, 20 ve 30’lu yaşlarda daha sık görülebilir.
Uyku felci tıbbi bir acil durum değildir, çok karakteristik belirtileri vardır ve bu belirtilere aşina olmak insanların daha rahat hissetmelerini sağlayabilir. Uyku felcinin bir bölümünün en yaygın belirtisi hareket edememe veya konuşamamadır. Bu bölüm birkaç saniye veya birkaç dakika sürebilir.Bunun yanında:
- Sanki bir şey tarafından aşağı doğru itiliyormuş gibi hissetmek,
- Uyunulan odada bir varlık ya da bir cisim varmış gibi hissetmek,
- Bu duygu karmaşasından dolayı korkmak,
- Uyku sırasında, uykudan hemen önce veya hemen sonra halüsinasyonlar görmek en yaygın belirtiler arasında yer alır.


Bunun dışında her bireyde rastlanmasa da:
Bunun dışında her bireyde rastlanmasa da:
- Nefes alma güçlüğü yaşamak,
- Ölecekmiş hissine kapılmak,
- Uyku felci sırasında aşırı terlemek,
- Göğüste baskı hissetmek gibi belirtilerin görülmesi de olasıdır.
Uyku felci sırasında beynin normalde göz ardı etmiş olduğu günlük tehdit edici olmayan sesler, duyumlar ve diğer uyaranlar orantısız şekilde önemli hale gelir. Bu nedenle uyku felci sırasında yaşanan duygular çok yoğunlaşır ve bu belirtiler ortaya çıkar. Belirtilerin ortadan kalkması için bireyin kendi kendini hareket ettirmesi veya bir başkasının bireye dokunması gerekir. Bir kısım bireyler neler olduğunun farkında olmasına rağmen hareket edemeyebilir veya konuşamayabilir. Hatta uyku felci tamamlandıktan sonra ayrıntıların hatırlanması da olası durumlar arasındadır. Nadir durumlarda korku ve endişeye sebebiyet verebilecek halüsinasyonlar ortaya çıkabilir ancak bu halüsinasyonlar zararsızdır.

Uyku Felci Neden Olur?
Uyku felci nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Her yaştan çocuk ve yetişkinler bu durumu yaşayabilir. Ancak bazı gruplar diğerlerinden daha fazla risk altındadır. Bu risk gruplarını aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
- Uykusuzluk yaşayanlar,
- Narkolepsi (Uyku durumu bozukluğu) olanlar,
- Anksiyete bozuklukları yaşayanlar,
- Alkol kullanımı
Bunların dışında kötü uyku hijyeni veya kaliteli uyku için gerekli olan uyku alışkanlıklarına sahip olmamak uyku felçlerine nede olabilir. Yapılan çalışmalar uyku apnesi gibi uyku bozukluklarının da uyku felcine neden olabileceğini göstermiştir. Düzenli bir uyku alışkanlığının ardından uyku alışkanlıklarının bozulması da bu durumu ortaya çıkarabilir. Gece vardiyalarında çalışmak veya seyahatler sırasında saat değişiklikleri yaşamak uyku felçlerine davetiye çıkarır. Her ne kadar birtakım çalışmalar uyku felcinin kalıtsal olabileceği yönünde olsa da uyku felci sebepleri açısından kesin bir kanıt elde edilememiştir.

Uyku felci nasıl geçer sorusuna kesin bir yanıt vermek her zaman mümkün değildir. Ancak en iyi tedavi yöntemi uyku felcini ortaya çıkaran nedeni ortadan kaldırmaktır. Uyku yoksunluğu uyku felcine neden olabilir, bunu önlemek için ihtiyaç olan süre kadar uyumak gerekir. Narkolepsisi olan bireyler genellikle uyku felci yaşarlar. Bunun ortadan kaldırılması için narkolepsi tedavisi uygulanması gerekir. Eğer uyku felci diğer hastalıklarla ilişkili değilse çoğunlukla bir tedavi uygulanmaz. Düzenli ve yeterli bir uyku ile hijyenik bir uyku ortamının sağlanması uyku felcinin ortadan kalkmasını sağlayabilir.

Uyku Felci Öldürücü Müdür?
Uyku felci çoğu insan için ciddi bir sorun değildir. Tıbbi olarak iyi huylu bir durum olarak sınıflandırılır ve genellikle önemli sağlık sorunlarına neden olacak şekilde sık olmaz. Sürekli uyku felci geçirmek insanların zaman zaman psikolojik olarak endişeli hissetmelerine neden olabilir. Ancak psikolojik olarak hissedilen bu rahatsızlıkların veya uyku felcinin ölüme yol açması mümkün değildir. Bireylerin bir kısmında uyku felcinden daha önemli uyku sorunları vardır. Bu sorunlar uyku felci ile birleştiğinde daha sıkıntılı sonuçlar doğurabilir. Uyumak, yatmak, uykuya dalmayı zorlaştıracak zihinsel düşüncelere dalmak veya uyku kalitesini düşürücü ortamlarda bulunmak önemli sağlık sorunlarına neden olur. Çünkü insan bedeni en iyi uyku halindeyken zihinsel ve fiziksel olarak dinlenir. Bunun en üst düzeyde sağlanabilmesi için düzenli uyumak çok önemlidir.

Uyku Felci İçin Hangi Doktora Gİdilmeli?
Çoğu durumda uyku felci insan sağlığını etkileyen bir durum olmasa da sürekli uyku felci insanları psikolojik olarak etkileyebilir ve bu durumun önlenmesi için tavsiye almaya ihtiyaç duyabilir. Her ne kadar uyku felci sağlığı tehdit edici bir unsur olmasa da uyku bozuklukları sağlığı tehdit edici sorunlara yol açabilir. Böyle durumlarda bir nöroloji uzmanı ile görüşmekte fayda vardır. Uyku bozukluklarının tespiti için nöroloji uzmanı uyku felcinin ne zaman başladığı hakkında bireyden bilgi alır. Ne sıklıkla meydana geldiği ve ne kadar sürdüğü konusunda birtakım bilgiler daha gerekir. Bunun yanında kullanılan ilaçlar ve geçmiş sağlık öyküsü hakkında da sorular sorulabilir. Bireylerin başka bir uyku bozukluğu problemi yaşıyor olmaları halinde bunu belirtmeleri önemlidir. Çünkü narkolepsi gibi bozukluklar uyku felçlerine yol açabilir.
Bireylerin durumuna göre polisomnografi adı verilen uyku uygulaması yapılabilir. Bu uygulamanın amacı uyku esnasında beyin dalgalarını, kalp atışlarını ve nefes alış verişinin analiz edilmesidir. Ayrıca uyku sırasında kol ve bacakların nasıl hareket ettiğinin de kaydı tutulur. Kaslardaki elektriksel aktiviteler de kayıt altına alınır. Uyku felci sırasında bu seviyenin çok düşük olması beklenir. Bu şekilde muayenenin ardından gerektiği takdirde uygun tedavi yöntemlerinin uygulanması mümkündür. Eğer siz de uyku problemleri yaşıyor, buna bağlı olarak uyku felçlerinden şikayet ediyorsanız vakit kaybetmeden muayene olabilir ve kısa sürede sağlığınıza kavuşabilirsiniz.
Uzm. Dr. Figen HANAĞASI
Herbirimizin farklı bir rüya gördüğünü hatırlatmakta fayda var.

Rüyalar yarının sorularına cevaplarıdır. Edgar Cayce