logo

Yaşam bir rüyadır, ölümse bir uyanış. Voltaire

Ruyalar

UYANMAK İÇİN DOĞRU ZAMAN

Öğle uykusu

Rüyalarınız da sizi görüyor

Sağlıklı bir uyku nedir, nasıl olmalıdır? – Uyku bağışıklık sistemini nasıl etkiler?

Kötü Uyku Kadınlarda Kalp Riskini Artırabilir

Uykusuzluk Beyninizi Nasıl Etkiler? – Uykusuzlukla Etkili Mücadele Etmeyi Öğrenin

Rüyaların Şifresi Çözülüyor – Ölüme Yaklaştıkça Rüyalarımızın İçeriği Değişiyor

PSİKOLOJİK VE DİNİ BİR FENOMEN OLARAK RÜYA – Rüyanın tarihçesi

Ölüm Geceleri Geldiğinde: Uykuda Ölüm Nedenleri – Uyku Felci Neden Olur?

Orta yaşta kötü kalitede uyku, ilerleyen yaşlarda zayıf bilişsel fonksiyonlarla ilişkilendirilebilir.

Orta yaşlarda huzursuz uyku uyuyan bireylerin, uyku kalitesi daha iyi olan bireylerle karşılaştırıldığında, 11 yıl sonra zayıf bilişsel fonksiyon riski daha yüksek olabilir. Bu bulgular, Neurology dergisinde yayımlanan ileriye dönük bir çalışmada bildirilmiştir.

California Üniversitesi, San Francisco’dan Yue Leng basın açıklamasında “Alzheimer hastalığı patolojisinin semptom başlamadan önce yıllarca beyinde birikmeye başladığı göz önüne alındığında, geç yaşta tanımlanan uyku bozukluklarının aslında yıllar boyunca sessizce gelişen bu patolojinin bir sonucu olabileceği mümkündür.” dedi.

11 yıl sonra zihinsel durum kontrol edildi

Leng ve meslektaşları, Coronary Artery Risk Development in Young Adults (CARDIA) çalışmasından elde edilen verileri kullandı. Bu çalışma sırasında katılımcılar 30 yıl boyunca her iki ila beş yılda bir değerlendirildi.

Mevcut çalışma 2003 ila 2005 yılları arasında gerçekleşti ve ortalama yaşları 40 olan 526 Beyaz ve Siyah yetişkini içeriyordu (%58’i kadın, %42’si erkek ve %66’sı Beyaz, %44’ü Siyah). Katılımcılar üç ardışık gün ve gece boyunca bilek aktivite monitörleri taktılar ve bu monitörler hem uyku süresini hem de her katılımcının uyku parçalanma indeksini ölçtü.

Bu indeks, katılımcının uykusunda ne kadar süre hareket ettiğini ve bir dakikadan az süreyle hareketsiz kaldığını ölçerek belirlenen bir huzursuzluk ölçüsüdür. Katılımcılar ayrıca yattıkları ve uyandıkları zamanları rapor ettiler ve Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksini doldurarak uyku kalitelerini değerlendirdiler.

Bireylerin yaklaşık yarısı kötü uyku kalitesine sahip

Bilişsel değerlendirmeler yaklaşık 11 yıl sonra gerçekleştirildi. Mülakatçılar, katılımcıların işleme hızını, yürütme fonksiyonunu, çalışma belleğini, sözlü belleği, akıcılığı ve global bilişsel fonksiyonu değerlendiren testleri uyguladılar.

Katılımcılar gecede ortalama altı saat uyudu ve %45,6’sı kötü kalitede uyku rapor etti. Uyku süresi ile biliş arasında bir ilişki olmasına rağmen, en fazla uyku parçalanmasına sahip olan katılımcıların, orta veya düşük uyku parçalanmasına sahip olan katılımcılara göre 11 yıl sonra neredeyse tüm bilişsel ölçümlerde kötü bilişsel performansa sahip olma olasılıkları iki ila üç kat daha fazlaydı. Bu bulgular, ırk veya cinsiyete göre farklılık göstermedi.

“Bu araştırma, bilişsel yaşlanma ile ilişkilendirilen değiştirilebilir risk faktörlerini değerlendirme ihtiyacını vurgulayan bir literatüre katkıda bulunuyor” dedi çalışmanın baş yazarı Kristine Yaffe, M.D., bir basın açıklamasında “Gelecekteki araştırmalar, farklı yaşam evrelerinde uyku bozuklukları ile biliş arasındaki bağlantıyı incelemeli ve uygun bir şekilde uyku ile biliş arasındaki ilişkinin daha güçlü olduğu kritik yaşam dönemlerini belirlemelidir. Bu, ileri yaşlarda Alzheimer’ın önlenmesi için yeni fırsatlar yaratabilir.” İfadelerini kullandı.

PROF. DR. KEMAL ARIKAN

Duygu düzenleme stratejileri ve rüyalar

Yapılan yeni psikoloji araştırmalarının bulgularına göre, duygularımızı düzenlemek için kullandığımız stratejiler, rüya deneyimlerimizi etkileyebilmektedir.

Duygu düzenleme nedir?

Duygu düzenleme, kısaca kişinin kendi duygusal durumu üzerinde kontrol uygulama yeteneği olarak tanımlanabilir. Öfke veya kaygıyı azaltmak için zorlu bir durumu yeniden düşünmek, üzüntü veya korkunun gözle görülür belirtilerini saklamak veya mutlu veya sakin hissetmek için nedenlere odaklanmak gibi davranışları içerebilir.

Duygu düzenleme ve rüyalar

Dreaming dergisinde yayınlanan yeni bir psikoloji çalışma, bilişsel yeniden değerlendirmenin, olumsuz durum ve özelliklerin duygularını düzenlemenin rüya yoğunluğunu azaltabileceğini ortaya koydu.

Uyanık hayatımızdan kaynaklanan olumsuz duygular, rüyalarımıza giriyor gibi görünmektedir. Bazı araştırmacılar ise rüya görmenin olumsuz duygularımızı bastırmaya hizmet edebileceğini öne sürmektedirler. Daha yakın zamanlarda bilim adamları, rüyaların yalnızca olumsuz duyguları değil, aynı zamanda olumlu olanlar da dâhil olmak üzere uyanıklık durumundaki hayatımızdan kaynaklanan diğer yoğun duyguları da içerdiğini belirtmektedirler.

Yürütülen çalışmanın yazarları Sam Siu-Sing Wong ve Calvin Kai-Ching Yu, duygu düzenleme eğilimlerimizin rüya görmeyi nasıl etkileyebileceğini merak ettiler. Muhtemelen rüya, uyanık hayatımızdaki duyguları düzenlememize yardımcı oluyorsa, rüya görme ile duygu düzenleme eğilimlerimiz arasında bir bağlantı olmalıdır. Kullandığımız başa çıkma stratejilerinin rüyalarımızı etkileyebileceğine dair gerçekten de bazı kanıtlar bulunmaktadır. Örneğin kimi araştırmalar, uyanıkken istenmeyen düşünceleri bastırmanın, rüya sırasında bu düşüncelerin “geri tepmesine” neden olabileceğini öne sürmektedir.

Hong Kong Shue Yan Üniversitesi Nöropsikoloji Laboratuvarı’nın araştırma üyesi ve Warwick Üniversitesi Uyku ve Ağrı Laboratuvarı’nda doktora öğrencisi Wong, durumu “Rüya görmek benim için genç yaşımdan beri büyüleyici olmuştur. Literatürü inceledikten sonra, rüya görmenin duygularla, özellikle de uyanıkken yaşanan duygularla tartışmasız bir şekilde ilişkili olduğunu görüyoruz. Duygu düzenleme, bilinçli veya bilinçsiz olarak uyanık duygusal deneyimleri modüle etmenin bir yoludur ve bu nedenle, uyanık duygular ile rüya deneyimleri arasındaki ilişkide etkili bir rol oynadığı varsayılmaktadır” şeklinde açıklıyor.

Duygu düzenlemede bireysel farklılıklar

Wong ve Yu, duygu düzenlemedeki bireysel farklılıkların, uyanıklık sırasında hem olumlu hem de olumsuz duygular aracılığıyla rüya görmeyi dolaylı olarak nasıl etkileyebileceğini keşfetmek için kendi araştırmalarını yürüttüler. Araştırmaya Hong Kong’dan 249 Çinli yetişkin katıldı.

Duygu düzenlemedeki bireysel farklılıkları değerlendirmek için katılımcılar, iki duygu düzenleme stratejisini değerlendiren bir anket doldurdular: bilişsel yeniden değerlendirme ve ifadeyi bastırma. Ayrıca, olumsuz ve olumlu duyguları düzenleme konusundaki yeterliliklerini, olumsuz ve olumlu duyguların durum ve özelliklerini değerlendirmelerini sağlayan bir ölçek doldurdular. Son olarak, katılımcılar tipik rüya deneyimleriyle ilgili soruları yanıtladılar.

Sonuçlar, bilişsel yeniden değerlendirme puanlarının, olumsuz durum ve sürekli duygulara ve buna karşılık, rüya yoğunluğu puanlarına ve tipik rüya temalarının yaygınlığına negatif bir şekilde bağlı olduğunu ortaya koydu. Duygu bastırma, olumlu duygularla ve dolayısıyla tipik rüya temalarının yaygınlığıyla negatif anlamda bağlantılıydı.

Daha sonra, olumsuz duyguları düzenlemedeki zorluk, olumsuz durum ve sürekli duygular yoluyla dolaylı olarak rüya yoğunluğu ve rüya temalarıyla ilişkiliydi. İlginç bir şekilde, olumlu duyguları düzenlemedeki zorluk, katılımcıların toplam rüya yoğunluğu puanları ve tipik rüya temalarının yaygınlığı ile doğrudan bağlantılıydı. Yazarlar, olumlu duygu düzenleme zorluklarını değerlendirmek için kullanılan ölçeğin, “Kendimi iyi hissettiğimde davranışlarım kontrolden çıkıyor” gibi dürtü kontrolüyle ilgili maddeler içerdiğini belirtmektedir. Bu durum, ketleme eksikliğinin (pozitif duyguları düzenlemede mutlaka bir zorluk olması gerekmez) rüya deneyimlerini etkileyen şey olabileceğini düşündürmektedir.

Genel olarak, bulgular, bir kişinin duygu düzenlemesinin, uyanık durumdaki duygusal deneyimlerini ve dolayısıyla rüya görmelerini etkilediğini göstermektedir. Bu nedenle rüya deneyimleri, bir kişinin duygusal meşguliyetlerinin basit bir yansıması değil, aynı zamanda duygularını düzenleme yeteneklerinin ve bunu yapmak için kullandıkları stratejilerin bir yansımasıdır. Bilişsel yeniden değerlendirme, yoğun olumsuz duyguları azaltmanın etkili bir yöntemidir ve bu stratejinin, rüya yoğunluğunu ve tipik rüya temalarının sıklığını azaltmaya yardımcı olabileceği görülmektedir.

Son olarak araştırmayı yürüten Wong’a göre, “Bulgular ışığında, hatırladığınız rüyalara dikkat etmeye ve bunun endişelerinizle veya uyanma sırasında meydana gelen duygusal olarak yoğun olaylarla potansiyel olarak nasıl ilişkili olabileceğini görmeye değer.” Ayrıca “Bu keşif veya farkındalık, uyumsuz duygu düzenleme stratejilerinin sık sık uygulanması gibi, bir dereceye kadar duygu düzenlemenin zorluğunu ima edebilir” görünmektedir.

PROF. DR. KEMAL ARIKAN

Neden Kabus ve Rüya Görürüz?

Rüyaların ve kabusların nedeni birçoğumuzun üzerinde merakla durduğu bir konudur. Rüyalar, uyurken meydana gelen zihinsel imgeler veya aktivitelerdir. Uykunun herhangi bir aşamasında rüya görebilirsiniz, ancak en canlı rüyalarınız tipik olarak hızlı göz hareketi uykusunda veya REM uykusunda gerçekleşmektedir. Bu dönem, beyninizin oldukça aktif olduğu, gözlerinizin kapalı gözlerinizin arkasında hızla hareket ettiği ve geçici olarak kas tonusunun kaybolduğu uyku dönemidir. REM uykusunda daha az otonomik stabiliteye sahibiz. Kalp atış hızımız artıyor. REM dışı uykunun diğer aşamalarında yaptığımız türde sabit, sakin bir solunuma sahip değiliz.

Neden Rüya Görürüz?

REM uykusunda daha fazla rüya görme eğilimindeyiz. Ayrıca bu aşamada rüya görme “anıların konsolidasyonu” ile ilişkilidir.

Rüya, önemli bilişsel işleyişi temsil edebilir. Rüya gördüğümüzde ortaya çıkan beyin aktivitesi, uyanık olduğumuzda deneyimlediğimiz hafızayı işleyen beyin aktivitesine benzemektedir.

Stres ve Endişe Rüya Türünü Değiştirebilir

İnsan daha fazla stres veya endişe yaşadığında, daha fazla hayal kurma eğilimine girer. Bu durum da gördüğünüz rüya türlerini de değiştirebilir. Stresli olduğunuzda kabusların veya stresli rüyaların (kovalanma veya korkutucu bir durumda) Neden rüya gördüğümüzün teorilerinden biri budur.

Rüyalarımız duygularımızı işlememize ve yönetmemize yardımcı olabilir.

Rüyada Kültürel Etki Faktörü

Belirli bir bölgede yaşanların da benzer şekilde rüya görebileceklerine ilişkin farklı araştırmalar da bulunmaktadır. Buna göre rüyalar üzerinde kültürel bir etki de bulunmaktadır.

Rüyalar Ne Anlama Gelir?

Rüya yorumunun öznel vurgulardır. Rüyaya yüklenen anlam, muhtemelen o rüyada temsil edilen kişinin hayatı ile ilgilidir. Başka biriyle aynı rüyayı görseniz bile farklı anlamlar yükleyebilirsiniz. Bir rüyada yaşadığınız deneyimler gerçek hayattaki olaylara dayansa da bu rüyalarınızın her zaman gerçekçi olduğu anlamına gelmez.

Rüya Psikolojik Stresin İşareti de Olabilir

Ancak bazen en garip rüyaların bile mantıklı açıklamaları vardır. Rüyada dişlerin döküldüğünü görmek, bruksizm denilen bir durum olan uykunuzda dişlerinizi gıcırdattığınız için olabilir. Rüya daha çok psikolojik stresin bir işareti de olabilir.

Neden Kabus Görürüz?

Kabuslar ürkütücü olabilir ve uyanıkken bile kalıcı etkileri olabilir. Kabuslarda, özellikle tekrarlayan kabuslarda, bir hikaye oynuyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz.

Kabuslar genellikle aşağıdakiler gibi çeşitli diğer koşullar ve olaylarla ilişkilidir:

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travma sonrası stres bozukluğu ile yaşayan biri için kabuslar genellikle travmalarını yeniden deneyimlemenin veya yeniden yaşamanın bir bileşenidir.

Alkol

Biraz fazla alkol kabusları şiddetlendirebilir.

Stres

Stres rüya görme sırasında meydana gelen duygusal durumu aşırı hızlandırmaktadır.

Psikolojik Bozukluklar

Depresyon ve anksiyete gibi psikolojik bozuklukların kabuslarla yakından ilişkilidir.

İlaç Bırakmak

Bazı ilaçları bırakmak da kabusa neden olabilir. Antidepresanlar REM uykusunu bastırır ve sahip olduğumuz REM uyku miktarın azaltır. Bir antideprasanı bıraktığınızda daha fazla REM uykusu yaşarsınız, bu da rüya görmenin gerçekleştiği yerde zaman geçirmenizi daha olası hale getirir. Antidepresanları bıraktığınızda genellikle rüyalarda ya da kabuslarda bir artış olacaktır.

Tedavi Edilmemiş Uyku Apnesi

Tedavi edilmemiş uyku apnesi olan kişiler yüksek düzeyde rüya hatırlama ve potansiyel olarak kabus görmeleri mümkündür. Uyku apneniz varsa, parçalanmış uykunuz da ver demektir. Daha kaliteli bir uyku almak, REM uykusuna girdiğiniz ve orada kaldığınız anlamına gelir.

Uyku Bozuklukları Rüya Görmeyi Etkiler mi?

Uyku bozuklukları, rüya da dahil olmak üzere uykunun tüm yönlerini etkileyebilir.

Kabus Bozukluğu

Bazı insanlar için kabuslar geçici bir korkudan daha fazlasıdır. Kabus bozukluğu denilen bir uyku bozukluğu vardır. Kabus bozukluğu ile tekrarlayan bu gerçekten sizi üzecek kabuslar görürsünüz. Bu durum sık sık ortaya çıkar ve sizi uykudan uyandırır. Daha sonra tekrar uyuyamazsınız. Uyanır uyanmaz paniğe kapılırsınız ve yeniden uykuya yönelmeniz oldukça zaman alır.

Gün içinde genellikle çok yorgun olacağınız için bu rahatsızlık sizi zayıflatabilir.

REM Uykusu Davranış Bozukluğu

REM uykusu davranış bozukluğu adı verilen bir uyku bozukluğu da anormal rüya görmeye neden olabilir. REM uykusu sırasında kaslarınız tipik olarak felç olur, bu nedenle rüyaları canlandırmazsınız.

REM uykusu davranış bozukluğu ile yaşayan insanlar aslında rüya görürken uykularında hareket edebilirler. REM uykusu davranış bozukluğu daha büyük sağlık sorunlarının habercisi olabilir.

Rüya Görmemek Normal Bir Durum mu?

İnsanların hiç rüya görmemesi nadir bir durumdur. Bu rüya kaybı, görüntüleri zihinsel olarak hatırlama (veya “yeniden canlandırma”) yeteneğini kaybetmeniz ile özellikle karakterize edilen fokal beyin hasarını (tipik olarak bir felç) takiben ortaya çıkar. Yine de çoğu insan rüya görür fakat onları hatırlamaz. Kimi de “Hiç rüya görmüyorum çünkü iyi uyuyamıyorum” şeklinde yanıt verebilir. Sırf rüya içeriğine sahip olmamanız, rüya görmediğiniz anlamına gelmez. Genellikle rüyalarımızdan uyanmadıkça onları hatırlamayız.

KORU / TIBBİ KURULU

Uyku halinde yaşadığımız durumların neden ve anlamı zaman zaman merak konusu oluyor. Uykuda düşme hissi ve rüyada düştüğünü görmek de bu durumlardan bazıları. Hem uykuda düşme hissi hem de rüyada düştüğünü görmek sık yaşanılan bir durum. Peki, uykuda düşme hissi neden olur? Rüyada düştüğünü görmek ne anlama gelir?

Uykuya daldığınız sırada düşme hissi yaygın olarak karşılaşılan bir durum ve insanların yaklaşık %70’i uykularında düşüyormuş hissine zaman zaman kapılıyor. Uykuda düşme hissiyle ilgili olarak farklı görüşler var. Vücudumuzun işlevlerinde bazı değişimlere neden olan uykunun farklı evreleri var ve bu evrelerde vücut işlevlerinde ortaya çıkan değişimler de birbirinden farklı. Uykuya dalarken yaşadığımız düşme hissine istemsiz kas hareketleri neden oluyor.

Örneğin uyku ile uyanıklık arasında kolayca geçiş yapılan birinci kasların etkinliği azalır. Düşme hissi tam da kasların etkinliğinin azaldığı bu evrede ortaya çıkıyor. Diğer bir görüş ise bu durumun basit bir koruyucu refleks olduğu. Bu görüşe göre uykuya geçiş sırasında beyin, kas etkinliğindeki azalmayı ve kasların gevşemesini vücudun gerçekten düştüğü şeklinde algılıyor. Vücudun kendini koruyabilmesi için kaslara kasılma mesajı gönderiyor.

Uyku sırasında yaşadığımız düşme hissine aşırı kafein tüketimi, stres ve uykusuzluk gibi durumlar neden olabiliyor.

Rüya görürken bedeninize neler oluyor?

Kişi uykuya daldığında gözler hariç tüm kasları hareketi durur. Ancak rüya görürken beyin ve hayal gücü durmuyor, aksine çalışmaya devam ediyor. Kimi insanlar çok rüya gördüğünü kimi insanlar ise çok nadir rüya gördüklerinden bahsederler. Bunun nedeni ile ilgili kesin bir bilgi olmasada ne kadar süre rüya gördüğümüzle ilgili bir takım araştırmalar söz konusudur. Uzun uzun anlattığımız rüyalar vardır belkide sabaha kadar gördüğümüz rüyalar olmuştur fakat araştırmacılar uzun süre rüya görülmediğini bir rüyanın en fazla 6 saniye sürdüğünü açıkladılar.

REM UYKUSU NEDİR ?

İnsan beyni uyku sırasında, uyanık olduğu zaman gibi aktiftir. Sekiz saatlik bir uyku süresince normal  yetişkin bir insan iki uyku evresi arasında gider gelir. Bu evreler rem (rapid eye moment) ve non rem (non rapid eye moment) evreleridir. Döngü, non rem – rem – non rem – rem şeklinde devam eder. Normal bir uykuda 4-5 döngü yaşanır.  

NON REM DÖNGÜSÜ

Yavaş uyku da denir.  Non rem hızlı olmayan göz hareketleri anlamındadır. Derin uykudur. Bu evrede, gün boyunca ortaya çıkan yorgunluk ve fiziksel hasarlar tedavi edilir. Uyku döngüsünün ortalama olarak %75’ini oluşturur. Gittikçe derinleleşen 4 fazdan oluşur. 1. ve 2. faz yüzeysel yavaş uyku, 3. ve 4. faz ise derin yavaş uykudur. Bu dönemde görülen rüyalar çoğunlukla hatırlanmaz.

1. EVRE: Uykuya dalma evresidir. Kas aktivitesinde biraz azlma olmuştur. Göz hareketleri yavaş ve iki yönlüdür.  Gece boyunca zaman zaman ortaya çıkar.

2. EVRE: Yavaş göz hareketleri devam eder. Kas aktivitesi biraz daha azalmıştır. Beyinde teta dalgaları devam eder.

3. EVRE  : Uyku iyice derinleşmiştir. Beyinde delta dalgaları görülür.  Kas aktivitesi daha çok azalmıştır. Yavaş göz hareketleri bazen görülebilir .

4. EVRE : 3. fazdaki  delta dalgalarının uyku döneminin %20-50 sini oluşturması durumunda 4. fazdan söz edilir.

REM  DÖNGÜSÜ 

Beyin aktivitesi uyanıklığa yakın bir dönemdedir. Rem hızlı göz hareketleri anlamındadır. Vücut geçici bir felç halindedir. Rüyaların %80-90 ı  bu dönemde görülür. Rem dönemi bizi yeniden yapılandırır. Rem ve non rem  dönemlerinde görülen farklıdır. Non rem döneminde siyah beyaz rüyalar görülür ve daha sıradandır. Rem döneminde renkli, normalde mümkün olmayan şeylerin de olduğu rüyalar görülür.

RÜYALAR BEYİNDEKİ İKİ ÖNEMLİ BÖLÜMÜ BİRBİRİNE BAĞLIYOR

Biz rüya gördüğümüz sırada beynimiz ve hayal gücümüz durmuyor ve çalışmaya devam ediyor. Aslında rüya görmemizi sağlayan tüm olay beyin sapında başlıyor ve vücudumuzu uyku moduna sokuyor. REM uykusuna daldığımızda tüm kas hareketlerimiz durarak sadece gözlerimiz hariç tüm bedenimiz geçici olarak durur. Bazı uzmanlar tam bu sırada beyin sapındaki hücrelerin tesadüfi  olarak birbirleriyle bağlantıya girdiğini ve şekillerin oluştuğunu, bu şekilleri anlamlandırmaya çalışırken rüyaların oluştuğunu söylüyorlar.

Rüyalar beyindeki iki önemli bölümü, hafızanın beşiği hipokampüs ile duyguların kilit oyuncusu amigdalayı birbirine bağlıyor. Bu sayede rüyaların gerçek olduğu sanılarak saçma veya çarptırılmış olsa dahi kişide korku ya da mutluluk gibi hisler yaratmasına neden oluyor. Gözlerinle göreceğin bir şey olmamasına rağmen, beynin görüntüleri yorumlama merkezi olan görsel korteksin faaliyetini sürdürüyor. Bu da bütün olayları zihninde görmeni sağlıyor.

EĞER HER RÜYAYI HATIRLAYABİLSEYDİK…

Bunun dışında çoğu rüya, REM uykusu sırasında görülüyor. Nadiren de olsa REM uykusu dışında görülen rüyalar da olabilir ama bunlar genellikle biraz daha farklı olur. Gecede bir ya da iki saatini REM uykusunda geçirmesine rağmen; birçok insan rüyalarını hatırlamaz. Uzmanlar tam olarak nedenini bilmese de, başa çıkma mekanizmasına işaret ediyor.  Eğer her şeyi hatırlasaydık, zihnin gerçek hayatla rüyaları ayırt etmekte zorluk yaşayabilirdi. Araştırmacılar başımızdan geçen olayları neden rüyamızda gördüğümüz konusunu ikiye ayırarak, bu tamamen bir tesadüf mü? Yoksa rüyalar birtakım hislerin çıkış yolu mu? Uzmanlar belkide rüya görmenin daha basit bir anlamı olduğunu söyleyerek ‘’Uyanma saati yaklaştıkça rüyalar sıkılaştığı için, sanal dünyanız sizi gerçeğe hazırlamaya çalışıyor olabilir’’ kanısına vardı.

Yapılan araştırmalara göre dünyada 350 milyonun üzerinde insan depresyon yaşıyor. Kişinin beyninde serotonin,  noradrenalin, dopamin maddeleri azalmasına neden olan depresyon özellikle büyük şehirlerde hızla artmaktadır. Depresyondaki bazı kişiler doğru dürüst uyku bile uyuyamazken bazı kişiler de yaşadıkları anormal sıkıntıdan bir nebze olsun uzaklaşabilmek için uyuyabildikleri kadar uyumaya çalışırlar.

Rüyaların da bir nörokimyası var

İnsanoğlunun, ömrünün üçte birini uykuda geçirdiği biliniyor. Uyku sırasında hemen her insan rüya görür. Freud, rüyalar için “bilinçaltımızdaki düşünce, his ve isteklerin su yüzüne çıkabildiği bir pencere” diyor…

Rüyaların, genellikle uykunun REM evresinde çok kısa bir zaman diliminde görülüyor. Bu esnada göz kapaklarında titremeler olur. Eğer bir kişinin uykuda iken göz kapaklarının titrediğini görürseniz o esnada rüya gördüğünü düşünebilirsiniz. Rüyada zaman kavramı yoktur. Rüya görülen zaman süresi çok kısa ve bir dakikayı geçmemesine rağmen görülen şeyleri, saatlerce anlatabilirsiniz. Rüya içinde rüya bile görebilir ve her şeyi açıkça hatırlayabilirsiniz. Alınan birçok antidepresan ilaç rüya görmeyi engelliyor ya da yahut rüyaları en asgari seviyeye indiriyor. Dışarıdan alınan biyolojik ajanlarla rüyaların engellenmesi de aynı zamanda beynin bir rüya nörokimyası olduğunu gösteriyor. Rüyaların gerçek hayatla bağlantısı, hep merak edilen ve araştırılan bir durum olmuştur. Halk arasında kimi rüyaların, gerçek hayatta olacaklara dair işaretler taşıdığına inananlar çoğunluktadır. Bazı araştırmacılar rüyaların, uyku esnasında görülen halisünasyonlar olduğunu savunuyor. Araştırmacılar, bu halisünasyonların “bilgi organizasyonu, gereksiz bilgileri unutma, RNA sentezi, uzun süreli hafızanın yerleşmesi, günlük psikolojik sorunların halledilmesi” açısından çok önemli olduğunu iddia ediyor.

Kâbuslar, rüya psikozu…

Kâbuslar, rüyalardan biraz daha farklı bir durumdur. Kâbuslar “rüya psikozu” olarak adlandırılabilir. Uyku esnasında limbik sistemdeki enerji yoğunluğunun kontrolsüz bir şekilde salıverilmesi söz konusudur. Bu patolojik enerji yoğunluğu, ön korteksin hiçbir müdahalesi ve kontrolü olmadan iç dünyamıza yansır. Limbik sistemdeki merkezlerin anormal kontrolsüzlüğü, girift bir şekilde birbirine karışarak aşırı ve istenmeyen görüntüler halinde iç dünyamıza yansır. Rüyalar bedensel dinlenmeyi engellemediği halde kâbuslar genelde yorgun ve bitkin uyanmalara neden olabilir. Bazı ilaçlar ve uyuşturucular limbik yapılardaki nörokimyayı bozarak çok rahatsız edici kâbuslara yol açabilir.

Rüyalar ilham kaynağı

Uyku ve rüyada, beynin çağrışımla ilgili işlevleri artar. Mantık zinciri ve neden-sonuç ilişkisi rüyalarda bazen korunabildiği halde, genellikle bozulmaktadır. Bir kişi aynı anda birçok kişi olabildiği gibi, neden-sonuç ilişkileri de algısal distorsiyonlarla birlikte ortadan kalkar. Zaten rüyaların, uyku sırasında görülen halisünasyonlar olduğu, ama bu halisünasyonların bilgi organizasyonu, gereksiz bilgileri unutma, RNA sentezi, uzun süreli hafızanın yerleşmesi, günlük psikolojik sorunların halledilmesi açısından çok önemli olduğu iddia edilmektedir.

Rüyalar aslında, boş şeyler değildir. Rüya, birçok bilim adamına fikir ve ilham kaynağı olmuş birçok icat rüya esnasında keşfedilmiştir. Bunlara, “Kekula’nın benzenin altıgen (hexagon) yapısını bulması, Mendelyev’in peryodik tabloyu bulması, Jon von Newman’nın bilgisayarların temelini atan buluşlarını yapması, Norbert Weiner’in radarı bulması, Einstein’in rölativite kuramı ile ilgili bazı gerçekleri formülize etmesi gibi örnekler verilebilir. Beethoven, Mozart, Schumann ve Saint-Saens gibi ünlü kompozitörlerin, bestelerinin bir kısmını rüyalarında görerek notaya aldıkları bilinmektedir.

Depresyonun bir nedeni de uykusuzluk

REM uykusu engellendiğinde insanlarda halisünasyonlar ve düşünce hataları ortaya çıkmakta. Yapılan çalışmalara göre 100 saat civarında uykusuz kalan kişilerde akut psikoz, yoğun depresyon, regresyon (geçmişe gitme), çocuksu ve arkaik motiflerle düşünme, mantıksızlık, emosyonel (duygulanım) bozukluk, neden-sonuç ilişkilerinde ve bellekte bozukluklar, problem çözme yeteneğinde hatalar, süreli ağlama veya gülme davranışı ortaya çıkabiliyor. Rüya ile zihinsel fonksiyonlara çekidüzen de verilmektedir. Aşırı zihinsel ve bedensel enerji, rüya yolu ile deşarj edilmektedir.

Nörolog Dr. Mehmet Yavuz

Uyku hakkında 9 hatalı bilgi

Toplumda yıllardır kulaktan kulağa yayılan ve doğru sanılan yanlış bilgiler nedeniyle pek çok kişi uykusuzluk sorunu yaşayabiliyor.

Bu bilgiler uykusuzluğa yol açıyor

Sağlıkla ilgili pek çok konuda doğru sanılan yanlış bilgiler bulunuyor ve bunlar nedeniyle sağlığımızdan olabiliyoruz. Mesela uyku konusu… Uyku, sağlığımız için çok önemli. Ancak toplumda uyku ile ilgili doğru sanılan hatalı bilgiler nedeniyle yapılan yanlışlar, uykusuzluk ve gündüz aşırı uyku gibi birçok uyku bozukluğuna yol açarken, aynı zamanda tanı ile tedavinin de gecikmesine neden olabiliyor. Peki ama uyku ile ilgili doğru olduğunu düşündüğümüz hatalı bilgiler neler?

Her 100 kişiden 20’sinde uykusuzluk görülüyor

Yatmadan önce ne kadar yorulursam, o kadar kolay uyurum… Gece uyuyamadım, uykumu alabilmem için gündüz uyumam şart… Gece geç yatarsam sabah geç kalkmalıyım… Toplumda sıkça konuşulan ve doğru olduğu sanılan bu bilgiler nedeniyle yapılan hataların sonuçları ağır olabiliyor; örneğin her 100 kişiden 20’sinde görülen uykusuzluk probleminin gelişmesi gibi! Kaliteli bir uyku bizi güne hazırlayan bir yenilenme dönemi olmasının ötesinde, beynimizin ve bedenimizin uyanıkken yapamadığı işlevleri yerine getirmesini de sağlıyor. Uykunun yeterli ve kaliteli olması hem daha sağlıklı olmamız, hem de gündüz kendimizi daha iyi hissetmemiz için çok önemli.

Yanlış: Sağlıklı uyku en az 8 saat olmalı

Doğrusu: Toplumda en çok inanılan hatalı bilgilerden biri, sağlıklı uykunun en az 8 saat olması gerektiği. Sanılanın aksine, sağlıklı uyku süresi kişiden kişiye değişiyor. Bu süre genlerimizde belirlenmiş durumda ve değiştirmemiz çok mümkün değil. Bununla birlikte, eğer gece uykusu sağlıksızsa, örneğin sık bölünüyorsa, kuşkusuz yatakta geçirilen toplam süre uzayacaktır. Bu da bir uyku bozukluğunun belirtisidir.

Yanlış: Akşam içeceğim bir fincan kahve uykumu kaçırmaz

Doğrusu: Kahve ve çayda bulunan maddeler uykuyu başlatan beyin hücrelerinde olumsuz etki oluşturuyor ve uykuya geçişimizi zorlaştırıyorlar. Bu durum kişisel farklılık gösterse de genel olarak, kahve, çay, enerji içecekleri ve kafein içeren diğer maddelerin uykuyu bozan etkileri 6 saate kadar uzayabiliyor. Yani öğleden sonra içilen koyu kahve veya çay, gece uykuya dalmayı zorlaştırabiliyor.

Yanlış: Az uyumak daha iyidir

Doğrusu: Az uyumak, beynimizin sadece uykuda yapabildiği bazı işlevleri gerçekleştirmesini engelliyor. Örneğin bazı öğrenme ve bellek fonksiyonları için uyku şart. Az uyumak bu bellek işlevlerinin yerine getirilmesini önlüyor. Bunun sonucunda da daha zor öğrenir ve kavrar hale geliniyor. Yine bunun gibi bazı metabolik faaliyetlerin ve iştah düzenlemesinin sağlanması için de sağlıklı bir uyku-uyanıklık döngüsü çok önemli. İşte tam da bu nedenle yetersiz uyumak kilo alımıyla sonuçlanıyor.

Yanlış: Uyku apnesi aşırı kilolu kişilerin hastalığıdır

Doğrusu: Toplumdaki yaygın inanışın aksine uyku apnesi aslında her yaşta ve her kiloda görülebiliyor. İlerlemiş uyku apnesinde kişiler çoğunlukla kilolu oluyorlar ama bu durum hastalığın bir sonucu. Yani kilolu oldukları için hasta değiller; aksine sorunları olduğu için kilo alıyorlar.

Yanlış: Her uyku sorununun tanısı için uyku testi şart

Doğrusu: Uyku testi de denilen polisomnografi uyku hastalıklarının tanısında en sık kullanılan bir laboratuvar yöntemi. Ancak bu test, her uyku hastalığının tanısı için şart değil. Uyku hastalıklarının tanısı, tüm diğer hastalıklarda olduğu gibi kişinin şikayetlerinin anlaşılması, muayene edilmesi ve gerekli durumlarda uyku testi ile diğer laboratuvar tetkiklerinin yapılmasıyla konuyor. Yani uyku testi, önemli bir tanı yöntemi ama her uyku hastalığının tanısı için gerekli bir test değil.

Yanlış: Gece uyuyamadığım için gündüz uyumalıyım

Doğrusu: Bu kesinlikle yanlış bir bilgi. Aslında insan beyni gece uyku, gündüz uyanıklık için hazırdır. Gece uyuyamayan bir kişinin, gündüz uyuması bir sonraki geceyi yine uykulu geçirmesine neden oluyor.

Yanlış: Gece geç yatarsam sabah geç kalkmalıyım

Doğrusu: Sağlıklı uyku için en önemli şartlardan biri, kalkma saatini mümkün olduğunca sabitlemek. Dolayısıyla gece kaçta yatılırsa yatılsın sabah aynı saatte kalkmalı. Hatta hafta sonu-hafta içi, iş günü-tatil günü fark etmeksizin sabahları aynı saatte yataktan kalkmak, sonraki gece, uykunun sağlıklı olması için en önemli kuralı oluşturuyor.

Yanlış: Yatmadan önce ne kadar yorulursam, o kadar kolay uyurum

Doğrusu: Sanılanın aksine yatağa ne kadar yorgun girersek uykuya dalmamız o kadar zorlaşıyor. Bu nedenle, yatma saatinden birkaç saat öncesine kadar olan dönemde, ağır fiziksel aktivite gerektiren işleri yapmamalı, bu saatlerde spordan ve diğer fiziksel aktivitelerden uzak durmalı. Yatağa dinlenmiş olarak girmek uykuya dalmayı kolaylaştıracaktır.

Yanlış: Yatakta kitap okumak, televizyon seyretmek uykuya dalmayı kolaylaştırır

Doğrusu: Yatakta kitap okumak, televizyon seyretmek, telefon veya bilgisayarda zaman geçirmek sanılanın tam aksine uykuya dalmayı zorlaştırıyor. Bu tür aktiviteleri, yatak dışında, hatta mümkünse başka bir odada gerçekleştirmek ve yatağı uyku için kullanmak gerekiyor. Aslında bunun tam tersi de geçerli. Yani yatak dışında uyumak, uyuklamak da sağlıklı uykuyu bozan bir faktör.

PROF. DR. MURAT AKSU

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

ACIBADEM HAYAT

Uyku Sırasında Vücudumuzda ve Beynimizde Neler Olur?

Uyuduğunuzda, vücudunuz dinlenmeyi sağlayan bir dizi değişiklikten geçer. Uyku, beynin ve vücudun yavaşlamasına ve iyileşme süreçlerine girmesine izin vererek, ertesi gün ve uzun vadede daha iyi fiziksel ve zihinsel performansı teşvik eder. Uyumadığınızda olan şey, bu temel süreçlerin kısa devre yapmasıdır. Bu durum düşünme yeteneğini, konsantrasyonu, enerji seviyelerini ve ruh halini etkilemektedir. Sonuç olarak, ihtiyacınız olan uykuyu almak çok önemlidir.

Uyku, Gece Boyunca Nasıl Değişir?

Vücudun hemen hemen her parçası uyku sırasında önemli değişiklikler yaşar. Uykuya daldıktan sonra beyindeki binlerce nöron uyanıklıktan uyku durumuna geçer, vücut boyunca sinyaller gönderir. Uykunun biyolojik rolü hala tam olarak anlaşılmasa da araştırmalar, kardiyovasküler ve bağışıklık sistemlerini güçlendirdiğini ve metabolizmayı düzenlemeye yardımcı olduğunu gösteriyor.

Normal bir uyku döneminde, dört ila beş uyku döngüsünden geçersiniz. Her uyku döngüsü, dört ayrı uyku evresinden oluşur. Uykunun 4 evresi ise hızlı göz hareketi (REM) ve REM dışı uyku (NREM) olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Bu kategoriler önemlidir çünkü REM uykusu sırasında olanlar, REM olmayan evrelerde olanlardan önemli ölçüde farklıdır.

Uyku Sırasında Vücudumuzda ve Beynimizde Neler Olur?

Nefes

NREM uyku sırasında solunum yavaşlar, derin uyku evresinde ise en düşük hızlarına ulaşır. REM uykusu sırasında solunum hızlanır ve düzensizleşebilir.

Nabız

Solunumda olduğu gibi, kalp hızı da 1. evrede yavaşlamaya başlarken ve en yavaş hızına 3. evre olan derin uykuda ulaşır. Öte yandan, REM uykusu sırasında nabız neredeyse uyanıkken olduğu gibi hızlanır.

Kas Tonusu

NREM uykunun her aşamasında kaslar yavaş yavaş gevşer ve vücudun toplam enerji harcaması düşer. REM aşamasında, kasların çoğu atoni olarak bilinen kasılmama durumundadır. Bu durum, rüya içeriğine yanıt olarak bacakların ve kolların sallanmasını önler.

Beyin Aktivitesi

Uyku sırasında ölçüldüğünde, beyin dalgaları her uyku aşamasıyla ilişkili net modeller gösterir. NREM uykunun ilk bölümlerinde beyin dalgaları önemli ölçüde yavaşlar; ancak evre 2 ve 3’te çok sayıda hızlı beyin aktivitesi patlaması vardır.

REM uykusunda beyin aktivitesi hızlanır ve belirgin şekilde farklı beyin dalgaları gösterir. Yüksek beyin aktivitesi, REM uykusunun canlı rüya görme ile en çok ilişkili aşama olarak bilinmesinin nedenidir.

REM uykusunun kritik bilişsel yetenekleri etkinleştirdiği düşünülmektedir. Hafıza konsolidasyonu da dahil olmak üzere, ancak beyin aktivitesi azalmış olsa bile REM olmayan uykunun da uyanıkken uygun beyin işlevini kolaylaştırmada rol oynadığına inanılıyor.

Rüya Görmek

Uyku sırasında ölçüldüğünde, beyin dalgaları her uyku aşamasıyla ilişkili net modeller gösterir. NREM uykunun ilk bölümlerinde beyin dalgaları önemli ölçüde yavaşlar; ancak evre 2 ve 3’te çok sayıda hızlı beyin aktivitesi patlaması vardır.

REM uykusunda beyin aktivitesi hızlanır ve belirgin şekilde farklı beyin dalgaları gösterir. Yüksek beyin aktivitesi, REM uykusunun canlı rüya görme ile en çok ilişkili aşama olarak bilinmesinin nedenidir.

REM uykusunun kritik bilişsel yetenekleri etkinleştirdiği düşünülmektedir. Hafıza konsolidasyonu da dahil olmak üzere, ancak beyin aktivitesi azalmış olsa bile REM olmayan uykunun da uyanıkken uygun beyin işlevini kolaylaştırmada rol oynadığına inanılıyor.

Hormon Seviyeleri

  • Uykuyu artırmaya yardımcı olan melatonin salgılanması.
  • Kemik ve kas gelişiminin yanı sıra metabolizmayı destekleyen büyüme hormonunun salgılanması.
  • Vücudun stres tepki sisteminin bir parçası olan kortizol salgılanması.
  • İştahı kontrol etmeye yardımcı olan leptin ve grelin salgılanması.
  • Hormon seviyeleri farklı uyku evrelerinde dalgalanırken, uyku kalitesi de gündüz hormon üretimini etkileyebilir.

Uyku, vücudun iç saati yani sirkadiyen ritmi, çok sayıda hormonun üretimini düzenlemede önemli bir rol oynar:

Uyku Sorunlarınız Olduğunda Ne Olur?

Uyku problemleriniz olduğunda, normalde uyku sırasında olanlardan gelen onarıcı faydaları alamayabilirsiniz. Spesifik etkiler uyku probleminin tipine ve nedenine bağlıdır.

Neden Uykuya İhtiyacımız Var?

Neden hayatımızın üçte birini uykuda geçiriyoruz? Cevap açık görünüyor: Uyanık olmanın “yorgunluğundan” kurtulmak, iyi ya da kötü, zorluklarla dolu başka bir güne hazır olmak. Hepimiz uykusuz bir gecenin sonuçlarını yaşadık: Her şey daha fazla çaba gerektirir; enerjimiz ve motivasyonumuz azalır, kendimizi halsiz, sinirli ve acıkmış hissederiz.

Uyku yalnızca “zaman doldurucu” bir aktivite değildir. Uykunun aktif, temel bir işleve hizmet ettiğini gösteren güçlü ve nesnel kanıtlara sahibiz. Kaliteli uyku, yani doğru zamanlarda yeterince uyumak, hayatta kalmak için yemek ve su kadar önemlidir.

Uyku beyin, kalp ve akciğerlerden metabolizmaya, bağışıklık fonksiyonuna, ruh hali ve hastalık direncine kadar vücuttaki hemen hemen her tür organ ve sistemi etkiler. Uyku olmadan beyninizde yeni anılar biriktirmenize imkân sağlayan yolları oluşturamaz veya koruyamazsınız, konsantre olmak ve hızlı yanıt vermek ise güçleşir.

Uyku, sinir hücrelerinin (nöronların) birbirleriyle nasıl iletişim kurduğu da dahil olmak üzere bir dizi beyin işlevi için önemlidir. Aslında, siz uyurken beyniniz ve vücudunuz dikkate değer ölçüde aktif kalır. Son bulgular, uykunun, uyanıkken beyninizde biriken toksinleri ortadan kaldıran bir temizlik rolü oynadığını gösteriyor.2

Araştırmalar, yetersiz uyku ile çok çeşitli bozukluklar arasındaki bilinen ve şüphelenilen ilişkileri güçlendiriyor:

Uyku; uyanıklık bilinci, yani düşünme, uyanık olma ve dikkati sürdürme yeteneği için kritiktir. Anıların pekiştirilmesinde ve duygusal düzenlemede de uykunun önemli bir rolü vardır.

Araştırmalar, bilişsel performansın ve dikkatin, 16 saatten fazla sürekli uyanıklıktan sonra oldukça hızlı bir şekilde azalmaya başladığını göstermiştir. Yetersiz uyku aynı zamanda psikolojik esenliğe zarar verebilir, olayları duygusal ve psikososyal yorumlamamızı önemli ölçüde etkiler ve stres seviyemizi artırır. Çalışmalar, uyku yoksunluğunun duygusal hafızanın işlenmesi üzerindeki etkilerini ruh halindeki değişikliklerle de ilişkilendiriyor.

Uyku Döngüsü ve Uykunun Evreleri

İhtiyacınız olan uykuyu almayı düşünürken kaç saat uyuduğunuza odaklanmanız normaldir. Ancak uyku süresi önemli olsa da denklemin tek parçası değildir. Uyku kalitesi ve uykuda harcanan zamanın gerçekten onarıcı olup olmadığı da çok önemlidir. Uyku döngüsü 4 ayrı aşamadan oluşur ve gece uykusu boyunca bu döngü birkaç kez tekrarlanır. Uyku döngüsünü sorunsuz bir şekilde gerçekleştirebilmek, yüksek kalitede dinlenmenin hayati bir parçasıdır. Her uyku aşaması, zihninizin ve vücudunuzun yenilenmiş olarak uyanmasına izin vermede bir rol oynar.

Uyku Döngüsü Nedir?

Uyku tekdüze değildir, gece boyunca toplam uykunuz, dört ayrı aşamadan oluşan uyku döngüsünün birkaç defa tekrarlanmasından oluşur. Tipik bir gece uykusu, 4-6 uyku döngüden geçer. Tüm uyku döngüleri aynı uzunlukta değildir, ancak ortalama olarak her biri yaklaşık 90 dakika sürer.

Tam bir gece uykusunda döngülerin değişmesi normaldir. İlk uyku döngüsü 70-100 dakika arasında değişen sürelerde gerçekleşir ve genellikle en kısadır, sonraki döngüler 90 ila 120 dakika arasındadır. Ek olarak, her döngünün bileşimi her uyku aşamasında ne kadar zaman harcandığına bağlı olarak gece ilerledikçe değişir. Uyku döngüleri yaş, güncel uyku düzenleri ve alkol tüketimi gibi çok çeşitli faktöre bağlı olarak kişiden kişiye ve geceden geceye değişebilir.

Uyku Aşamaları Nelerdir?

Dört uyku aşaması vardır: Hızlı göz hareketi (REM) uykusu ve REM olmayan (NREM) 3 uyku evresi. Bu evreler uyku sırasındaki beyin aktivitesinin analizine dayalı olarak her aşamayı karakterize eden farklı kalıplar doğrultusunda belirlenmiştir.

Uyku Evreleri ve Süreleri

NREM Uyku Evreleri

NREM uykusu üç farklı aşamadan oluşur. NREM uykusunun evresi ne kadar yüksekse, kişiyi uykusundan uyandırmak o kadar zor olur.

Evre 1 (N1)

Bu evre, “uykudan kurtulma” aşamasıdır ve normalde sadece 1-5 dakika sürer.

N1 uykusu sırasında, vücut ve beyin aktiviteleri kısa süreli hareketlerle yavaşlamaya başlasa da vücut tam olarak gevşememiştir. Bu aşamada uykuya dalmakla ilişkili beyin aktivitesinde hafif değişiklikler vardır.

Hafif uykunun bu kısa süresinde kalp atışlarınız, nefes alıp verişiniz ve göz hareketleriniz yavaşlar ve kaslarınız gevşer. Beyin dalgalarınız gündüz uyanıklık kalıplarına göre yavaşlamaya başlar.

Evre 2 (N2)

Daha derin uykuya girmeden önceki hafif bir uyku dönemidir. Kalp atışlarınız ve soluk alıp verişiniz yavaşlar, kaslarınız daha da gevşer. Vücut ısınız düşer ve göz hareketleri durur. Beyin dalgası aktivitesi yavaşlar, ancak kısa süreli elektriksel aktivite pikleri ile kendini gösterir.

Evre 3 (N3)

Bu evre sabahları tazelenmiş hissetmenizi sağlayan derin uyku dönemidir. Gecenin ilk yarısında daha uzun sürer. Uyku sırasında kalp atışlarınız ve soluk alıp verişiniz en düşük seviyelerindedir. Kaslarınız gevşemiştir ve sizi uyandırmak zor olabilir. Beyin dalgaları daha da yavaşlar. Uzmanlar bu aşamanın onarıcı uyku için kritik olduğunu ve bedensel iyileşme ve büyümeye imkan sağladığını söylüyor. Bu evre bağışıklık sistemini ve diğer önemli bedensel süreçleri de güçlendirebilir. Beyin aktivitesi azalmış olsa da derin uykunun yaratıcılık ve hafıza gibi süreçlere katkı sağladığı düşünülüyor.

REM Uykusu

Bu evre ilk olarak uykuya daldıktan yaklaşık 90 dakika sonra gerçekleşir. Gözleriniz kapalı iken hızla bir o yana bir bu yana hareket eder. Nefesiniz hızlanır ve düzensizleşir, kalp atış hızınız ve kan basıncınız uyanma düzeyine yaklaşır. Rüyalarınızın çoğu REM uykusu sırasında gerçekleşir. REM uykusunun da hafıza öğrenme ve yaratıcılık gibi bilişsel işlevler için gerekli olduğuna inanılıyor.

Uyku Aşamaları Neden Önemlidir?

Beynin ve vücudun iyileşmesine ve gelişmesine imkan sağladığından uyku evreleri önemlidir. Derin uyku ve REM uykusundan yeterince yararlanamamak yetersiz uykunun duygudurum ve fiziksel sağlık üzerindeki sonuçlarını açıklayabilir.

Nasıl Daha Sağlıklı Bir Uyku Döngüsüne Sahip Olabilirsiniz?

Uyku döngünüzün tam kontrolü sizde olmasa da her uyku evresinde sağlıklı ilerleme şansınızı artırmak için çeşitli adımlar atabilirsiniz. Önemli bir adım uyku ortamınızı ve uykuyla ilgili alışkanlıklarınızı ifade eden uyku hijyeninizi iyileştirmeye odaklanmaktır. Daha düzenli bir uyku programı oluşturmak, doğal güneş ışığından yararlanmak, yatmadan önce alkolden kaçınmak ve gürültü kaynaklarını ortadan kaldırmak kesintisiz uyku için yardımcı olabilir.

Gündüz aşırı uykulu olduğunuzu fark ederseniz veya bir uyku bozukluğunuz olabileceğinden şüpheleniyorsanız, uzman bir hekime danışmanız önemlidir. Altta yatan sorunları ele almak eksiksiz ve onarıcı uyku döngülerinin yolunu açabilir.

Birçok birey 15 ile 30 dakika arasında süren bir durum olan uyku ataleti nedeniyle yorgun veya sersemlemiş hissederek uyanır. Bu süre zarfında net düşünmek, akıl yürütmek ve tepki vermekte zorlanırsınız ve uykuya dönme arzusu yaşarsınız. Bu durumun neden ortaya çıktığı tartışmalı olsa da bilişsel performansı etkilediğini ve ciddi sorunlara yol açabileceğini biliyoruz. Önemli veya tehlikeli görevleri yerine getirmeye çalışmadan önce uyku ataletinin geçmesini beklemeniz önerilir. Elbette bunu söylemek, yapmaktan daha kolaydır. Vardiyalı çalışanlar, örneğin manuel taşıma görevlerinde ve acil servislerdeki nöbetçi çalışanlar uyandıktan kısa bir süre sonra güvenlik açısından kritik görevleri yerine getirmektedir. Araştırmalar, gece nöbetçi olarak çalışanların daha uzun uyku ataleti dönemi yaşadığını gösteriyor.

Dolayısıyla, bu durumun nedenlerini ve etkisini azaltmak için neler yapabileceğinizi bilmek önemlidir.

Uyku Ataletinin Nedenleri

Uyku ataletinin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, zayıf uykunun veya uykunun tamamen atlanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkabildiği düşünülmektedir. Sinir sistemimize ve beynimizin fizyolojisine ilişkin çalışmalar, bazı olası nedenlere işaret etmektedir. Bunların her biri aşağıda incelenmiştir. Beynin arka bölgesindeki delta dalgalarındaki artış, uyku ataleti semptomlarına katkıda bulunabilir. Delta dalgaları sıklıkla derin uyku ile ilişkilidir ve uyandıktan sonra, beynin yüksek delta dalgaları seviyelerine sahip bölgelerinin ‘yeniden aktive edilmesi’ daha uzun sürebilir.

Beynin bölgeleri arasındaki ‘işlevsel bağlantı’ da uyku ataleti ile ilişkilidir.  Derin bir uykudan uyanırsanız, bu bağlantı hafif bir uykudan uyandığınızdan daha yüksek olabilir, bu durum bilişsel işlevin bozulmasına ve tipik olarak uyku ataleti sırasında gözlenen diğer fiziksel etkilere neden olabilir.

Beyindeki adenozin seviyelerinin artmasının da uyku ataletine katkıda bulunabileceği öne sürülmüştür. Adenozin, hücrelerimizde bulunan doğal bir bileşiktir ve bir dizi fonksiyonuna ek olarak, beyinde inhibitör bir nörotransmiter olarak işlev görür. Bu nedenle, adenozin işlevsel bağlantıyı etkiler ve yüksek seviyelerdeyken uykululuk hissinin süresini uzatır.

Beyne giden kan akışının azalması da uyku ataletine katkıda bulunabilir. Beyne giden kan akışının, uyandıktan sonra uykuya dalma öncesinden daha düşük olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, hafıza, esnek düşünme ve öz kontrol içeren zihinsel becerilerden sorumlu olan prefrontal kortikal bölgelerin uyandıktan sonra temel seviyelere geri dönmesi için 30 dakika gerektirdiği de bilinmektedir. Bu, azalmış kan akışının uyku ataleti belirtilerinin süresini uzatabileceğini düşündürmektedir.

Yorgun Hissetmeden Uyanmak için Neler Yapılabilir?

Uyku ataletinin doğal bir olay olduğunu unutmamak önemlidir. Bununla birlikte, belirtileri en aza indirmek için yapabileceğiniz bazı şeyler vardır. Aşağıdakileri uygulayarak iyi bir uyku hijyeni geliştirmenizi öneririz:

  • İdeal bir uyku ortamına sahip olduğunuzdan emin olun. Uykunuzu bozan yüksek sesler olmamalıdır. Yatak odanızdaki sıcaklık ne çok yüksek ne de çok düşük olmalıdır. Yatak takımlarınız rahat olmalı ve terletmemelidir.
  • Yatmadan bir ila iki saat önce elektronik cihazların kullanımından kaçının. Bilgisayar, telefon, tablet ve TV gibi elektronik cihazların pek çoğu mavi ışık yayan LED’leri kullanır. Mavi ışığın uykuyu ve sirkadiyen ritmi olumsuz yönde etkilediği ve melatonin üretimini baskıladığı gösterilmiştir. İkinci nokta çok önemlidir, çünkü melatonin uykuyu teşvik etmeye yardımcı olur.
  • Yatmadan önce alkol, kafein veya diğer uyarıcıları tüketmekten kaçının. Kafeinin adenozin reseptörlerini bloke ettiği ve uyku yoksunluğuna neden olduğu bilinmektedir. Alkol de uyku kalitesini olumsuz yönde etkiler.

Tutarlı bir uyku programını takip etmeye çalışın ve yeterince uyuyun (yetişkinler için bu 7-9 saat uykudur).13 Bu, elbette, vardiyalı ve nöbetçi olarak çalışanlar için mümkün olmayabilir, ancak yukarıdaki yöntemler, uyku ataletinin etkilerini hafifletmeye yardımcı olacaktır. 

İyi uyku hijyeni geliştirmenin yanı sıra düzenli egzersiz gibi bazı yaşam tarzı değişikliklerini benimsemeye ve daha dinlendirici bir uyku için çalar saatinizdeki erteleme düğmesini kullanmamaya dikkat etmelisiniz. 

Uyku Bozuklukları

Uyku ataleti bir saatten uzun sürüyorsa veya belirtileriniz iyi uyku hijyeni geliştirme çabalarınıza rağmen uzun bir süre boyunca devam ediyorsa, henüz teşhis edilmemiş bir uyku bozukluğunuz olabilir. Uykusuzluk, yaygın uyku bozukluklarından biridir. Uykusuzluktan muzdaripseniz, uykuya dalmakta zorlanırsınız ve sonuç olarak, ertesi gün yorgunluk ve konsantre olma zorluğu da dahil olmak üzere bir dizi belirti yaşarsınız. Uykusuzluk hem kısa süreli (3 ayın altında) hem de uzun süreli (3 aydan uzun) olabilir. Nedenleri arasında stres, anksiyete, depresyon ve çalışma saatleriniz sayılabilir.

Uyku apnesi, uyurken nefes almanın zor olduğu tıbbi bir durumdur. Uyku sırasında nefes nefese kalma, kesintili uyku, baş ağrısı, düşük enerji seviyeleri ve ruh hali değişimleri gibi belirtiler görülür. Hava yollarınız kısıtlanmış veya daralmış ise ve buna ek olarak obeziteliyseniz veya sigara içiyorsanız ve alkol tüketiyorsanız uyku apnesi yaşama olasılığınız göz ardı edilemez.

Huzursuz bacak sendromu veya bruksizm gibi uykudaki hareket bozuklukları da bilinmektedir. Huzursuz bacak sendromu, sinir sisteminin bacaklarınızı hareket ettirmek için karşı konulmaz bir dürtü yaratmasıdır. Bruksizm, geceleri dişlerin gıcırdatılmasıdır. Bu, genellikle stres veya kaygıdan kaynaklanır ve uykunun bozulmasına neden olabilir.

Ne zaman bir hekime görünmeli?

3 aydan fazla bir süredir tam bir gece uykusu alamadıysanız uyku ataleti veya uyku eksikliğinin yaşamınız üzerinde zararlı bir etkisi olduğunu düşünüyorsanız uzman bir hekime görünme zamanınız gelmiş demektedir.

Dr. Dario Dornbierer

Erken Uyanmanın Bilimsel Faydaları

Uyku bilimi dünyasında, bireyler genellikle iki kategoriye ayrılır: Erken ve geç biyolojik saatliler. Erken biyolojik saatliler, ‘sabah kuşları’ yani erken yatma eğiliminde olan ve erken uyanan bireylerdir. Geç biyolojik saatliler, ‘gece kuşları’ yani geç yatma eğiliminde olan, ancak kişisel, akademik veya profesyonel sorumluluklar nedeniyle istediklerinden daha erken uyanmaları gereken bireylerdir.

Okul ve iş gibi sosyal programlar nedeniyle, geç biyolojik saatliler ihtiyaç duyduğundan daha az uyur ve iş günlerinden kalan uyku borcunu boş günlerde öder. İş günleri ve serbest günler arasındaki uyku düzeni tutarsızlığı ‘sosyal jet lag’ olarak bilinir. Bir dizi sağlık sorunuyla ilişkili olan sosyal jet lag, geç biyolojik saatlilere özgü olmasa da çalışmalar bu bireylerin daha fazla etkilendiğini göstermektedir.

Yaklaşık 433.000 kişinin katıldığı 2018 yılına ait bir çalışmada, gece kuşlarının erken ölüm olasılığının sabah kuşlarından %10 daha fazla olduğu da dahil olmak üzere bazı endişe verici bulgular yayınlanmıştır. Makalenin yazarları bunu bir halk sağlığı sorunu olarak nitelendirirken, gece kuşlarının sabah kuşlarına dönüşümüne yardımcı olmak için daha fazla şey yapılması gerektiğini belirtti.

ERKEN UYANMAK VE RUH SAĞLIĞI

2018 tarihli aynı çalışmada, gece kuşlarında sabah kuşlarına göre psikolojik bozukluk olasılığının %90 daha fazla olduğu ifade edildi. Diğer çalışmalar da bunu destekliyor ve kanıtlar geç biyolojik saatlilerin anksiyete, depresyon veya madde kullanım bozuklukları riski altında olduğuna işaret ediyor.

Ayrıca, geç biyolojik saatliler genellikle sigara ve alkol tüketimi yoluyla ruh hallerini desteklemeye çalışır. Bu tür eylemler ve her ikisinin de aşırı tüketimi, kanser ve kardiyovasküler hastalıklar da dahil olmak üzere çok sayıda olumsuz sağlık sonucuna neden olabilir. Peki ya sabah kuşları? Erken yatıp erken kalkan bireyler sabahları egzersiz yapmak, kahvaltı yapmak, hazırlanmak, işe gidip gelmek için daha fazla zamana sahip olduğundan uyandıktan sonra hemen stresli hissetmeyebilir. Bir çalışmada, sabah kuşlarının daha yüksek düzeyde olumlu duygu durumu ve zihinsel sağlığa sahip olma eğiliminde olduğu ve bunun hem genç hem de yaşlı yetişkinler için geçerli olduğu gösterilmiştir. Kanıtlar, erken uyanan sabah kuşu bireylerin depresyon ve şizofreni riskinin azaldığını da göstermektedir.

Erken Uyanmak ve Fiziksel Sağlık

Erken uyanmanın fiziksel faydaları da zamanla ilişkilidir. Daha önce de belirtildiği gibi, sabah kuşlarının gün içinde daha fazla şey yapmak için zamanı vardır ve bu egzersiz yapmayı da içerir. Egzersiz stresi azaltmak ve ruh halini iyileştiren ve doğal ağrı kesiciler gibi davranan endorfin üretimini uyarmak gibi bir dizi faydayı beraberinde getirir. Buna karşılık, bir çalışmada gece kuşlarının sabah kuşlarından daha hareketsiz olduğu ve bir egzersiz programını sürdürmekte zorlandığı gösterilmiştir.

Sabah kuşlarının tıpkı egzersiz yapmak için daha fazla zamanı olduğu gibi, sağlıklı bir kahvaltı hazırlamak ve yemek için de daha fazla zamanı vardır. Bir çalışmada, gece kuşlarının genellikle daha düşük bir diyet kalitesine sahip olduğu ve fiziksel performanslarının düştüğü gösterilmiştir. Gece kuşları daha fazla fast-food ve daha az sebze tüketmeye eğilimlidir ve bu tür beslenme kalıpları obeziteye yol açabilmektedir.

Bu tür davranışlarla bağlantılı olarak, geç biyolojik saatlilerde hipertansiyon olasılığı erken biyolojik saatlilere göre %30 daha fazladır. Son olarak sabah kuşlarının sabahları daha uyanık olduğu tespit edilmiştir. Gündüz uykululuğundan muzdarip olan ve tipik çalışma saatlerinde hem bilişsel hem de fiziksel olarak zayıf performans gösteren gece kuşlarından daha iyi fiziksel performans sergilerler. Bu, aynı zamanda işe giden gece kuşları için potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir sorundur çünkü sabah 8’de hatalara daha az dikkat eder ve hata yapmaya daha yatkındırlar.

Erken Uyanmak İçin 5 Basit İpucu

  • Uyku programınızı 7-9 saat uyuyacak şekilde ayarlayın
  • Hafta sonları da sürekli olarak yeni uyku programınıza bağlı kalın
  • Sabahları mümkün olduğunca fazla güneş ışığı alın ve geceleri ışık maruziyetini sınırlayın
  • İyi uyku hijyeni uyguladığınızdan emin olun

İlk üç nokta bariz bir tavsiye gibi görünebilir, ancak geç biyolojik saatlilerin sosyal jet lag’ın olumsuz etkilerini hafifletmesine ve erken uyanmanın faydalarından yararlanmasına yardımcı olmada etkili olduğu kanıtlanmıştır. Yukarıdakileri takip eden bir grup gece kuşunu gözlemleyen araştırmacılar, 3 hafta sonra, katılımcıların düşük stres ve depresyon seviyelerinin yanı sıra bilişsel ve fiziksel performansın arttığını deneyimlemeye başladığını gözlemlemiştir.

Işığın Uyku Üzerindeki Etkisi

Uyumadan önce televizyon izlemek, dizüstü bilgisayara veya cep telefonuna göz atmak veya akşamları rahatlamak, gevşemek ve uykuya dalmak için elektronik cihaz kullanmak yaygın davranış şekilleri olsa da bu alışkanlıklar uyku kalitesini etkileyebilir. Gün boyunca ışığa maruz kalmak (özellikle doğal ışık) faydalı olabilir ancak bu durum gece boyunca biyolojik saatimizi bozabilir ve uyku döngülerimizi etkileyebilir.

Yapay Işığın Sirkadiyen Ritim Üzerindeki Etkisi

Vücudunuz sirkadiyen ritmi yani iç saatiniz, zamana bağlı bir dizi fiziksel, zihinsel ve davranışsal değişimle yönetilir. En belirgin sirkadiyen ritim, sizi geceleri yorgun olmaya ve gündüzleri uyanık olmaya iten ritimdir. Bu süreç melatonin hormonunun salgılanmasına bağlıdır. Ekranlar veya LED ışıklar gibi gece ışığına maruz kalmak, bu süreci bozabilir, melatonin seviyelerini baskılayabilir ve daha uzun süre uyanık kalmanıza yol açabilir. Ampul veya ışık kaynaklarıyla uyumak, “iyi uykuyu” temsil eden REM uykusu (Hızlı Göz Hareketi) ve yavaş dalga uykusundaki azalma ile sonuçlanabilir. Ve elbette iyi bir doğal uyku, genel sağlığın korunması için önemlidir.

Mavi Işık Uykuyu Nasıl Etkiler?

Bilim insanları uyku üzerinde mavi ışığın mı yoksa ekranlardan gelen sarı ışığın mı daha yıkıcı etkilere sahip olduğu konusunda henüz hemfikir değil. Mavi ışık maruziyetinin melatonin üretimini bozduğunu gösteren araştırmalar olsa da yakın tarihli bir çalışma, yaygın inanışın aksine, sirkadiyen ritim üzerinde en güçlü etkiye sahip olan ve uyku sorunlarına neden olabilecek rengin, maviden ziyade sarı renkler olduğunu ortaya koydu.

Hangi Renk Gece Lambası Uykuyu Teşvik Eder?

  • Kırmızı ışıkları kullanın. Işık dalga boyları arasında, uykululuğu etkileme olasılığı olanın en düşük olan rengin kırmızı olduğu gösterilmiştir.
  • Geceleri elektronik cihaz kullanmanız gerekiyorsa, gece modunu açmayı unutmayın.

Karanlık Bir Odada Uyumak

Uykuya dalarken bir ışık kaynağının olması iyi bir fikir değildir. Aslında, bu üç ipucunu optimize ettiğinizde uyku kalitesini artırabilirsiniz. İlk olarak, uyuduğunuz odanın mümkün olduğunca karanlık olduğundan emin olun. İkincisi, sıcaklığı 18 °C ile 24 °C arasında tutun. Üçüncüsü, yemek zamanı ile yatma zamanı arasında en az 3 saat bulunmasına özen gösterin.

Daha iyi uyumanıza yardımcı olması için aşağıdaki önerileri de değerlendirebilirsiniz:

  • Dışarıdaki parlak ışığın uykunuzu etkilemesini önlemek için karartma perdeleri kullanın.
  • Akşamları ekran başında geçirdiğiniz süreyi sınırlamaya çalışın ve uykuya dalmadan önceki saatte ekranlardan tamamen kaçının.
  • Günlük bir rutin belirlemeye çalışın. Böylece vücudunuz otomatik olarak bir uyku-uyanıklık döngüsüne girebilir.

Yatmadan hemen önce yemek yemenin uykuyu etkileyebileceği sezgiseldir. Gecenin ilerleyen saatlerinde, alışılandan daha uzun süren bir akşam yemeği sonrası hazımsızlıkla, yatakta dönerek ve rahatsız edici bir şekilde şiş hissederek kötü bir uykuyu pek çok kişi deneyimlemiştir. Peki uyku ve yemek yeme arasında ne kadar süre bırakmanız gerekir? Gece geç saatlerde yemek yemenin kilo alımı ve yetersiz uyku arasında ilişkiler kuran birçok çalışma mevcuttur.

Yatmadan önce yemek yemenin her zaman kötü olduğu veya yemek yediğiniz zamanın genel kalori alımı, stres veya uyku yoksunluğu gibi diğer faktörleri geçersiz kılacak kadar güçlü bir fizyolojik etkiye sahip olduğu sonucuna varmak yanıltıcı olacaktır.

Bu yazıda şu konuları keşfedeceğiz:

  • Gece yemek yeme ve yetersiz uyku arasında ilişki kuran kanıtlar
  • Gece yemek yeme ve kilo alımını ilişkilendiren kanıtlar
  • Bu kanıtları yorumlama şekli
  • Uyku, beslenme ve stres arasındaki önemli ilişkiler
  • Yemek yeme zamanımızın odak noktası yapılmaması gerektiği ve bunun nedeni

Yatmadan önce yemek yemeyi bırakmanızın, uyku ve kilo verme veya kilo alma potansiyeli ile ilgili olduğu doğrudur, ancak varsayabileceğimiz şekillerde değil

GECE YEMEĞİ VE UYKU KALİTESİ

Asit reflüsü yaygın bir durumdur ve ABD nüfusunun %20’sinde görülür. Asit reflüsünden muzdaripseniz, yemek yeme ve uyku arasında en az üç saat bırakmanız önerilir. Çalışmalar, akşam yemeğinden uykuya kadar geçen sürenin daha kısa olmasının, uyku kalitesi üzerinde daha ciddi belirtilerle önemli ölçüde ilişkili olduğunu göstermektedir. Akşam yemeği ve uyku arasında 3 saat bırakılması önerilmektedir, Bununla birlikte, buradaki tavsiye çok net bir şekilde tanımlanmamıştır.

Örneğin, British Journal of Nutrition’daki  kapsamlı bir makale, yatmadan bir saatten daha az bir süre önce yeme veya içmenin, artan uyku süresi ve WASO (uyku başlangıcından sonra uyanıklık) ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu, yemenin kendisinin uykunun bozulmasına neden olduğu anlamına gelebilir. Makale, bu durumda artan uyku süresinin her zaman iyi bir şey olmadığını netleştirmektedir. Daha uzun spontan uyku süresi, aslında uykuya dalamama veya uykuyu sürdürememe gibi uyku zorluğu yaşadıktan sonra telafi etme çabalarına işaret edebilir. Yatmadan önce yemek yeme ile WASO’nun daha yüksek oranları arasında bildirilen ilişki bu yorumu desteklemektedir.

Ancak, pek çok çalışmada, geç saatlerde yemek yeme ve yetersiz uyku arasında nedensel bir ilişki kurmamaktadır. Düzenli olarak gece geç saatlerde yemek yiyen bireyler, stres veya günlük rutindeki bozulma gibi başka faktörlerden dolayı zayıf uyku hijyenine sahip olabilir. Kanıtlar, gece geç saatlerde yemek yemenin yetersiz uykuya neden olduğunu göstermese de alışkanlıkların uyku için daha geniş çapta nasıl önemli olabileceğine dair resme katkıda bulunur.

GECE YEMEK YEME VE KİLO ALMA

Gece yemek yeme ve kilo alımı arasındaki ilişki açıktır ve çok sayıda çalışma, yatmadan önce yemek yiyen kişilerin kilo alma olasılığının daha yüksek olduğunu ve gece geç saatlerde yemek yemenin vücut kitle indeksini etkileyebileceğini göstermektedir.

Ancak, bu konuda toplanan kanıtlar da nedenselliği göstermemekte ve aslında uykudan kısa bir süre önce yemek yemenin bir sonucu olarak kilo alımı için bilinen fizyolojik bir temel bulunmamaktadır. Daha yavaş bir metabolizmanın daha fazla yağ depolanmasına yol açabileceği yaygın olarak kabul edilse de (enerji için daha az kalori yakılır), bazal metabolizma hızı gündüz ve gece oldukça benzerdir. Uyku sırasında enerji gerektiren birçok şey olmaktadır ve bu nedenle enerji kullanımı çok azalmamaktadır. Bu bilgileri yorumlama yeteneğimizi etkileyen karışıklıklar olsa da gece geç saatlerde atıştırmak, günlük beslenme alımına kalori ekler ve bunu sürekli bir şekilde yapmak elbette kilo alımına yol açar. Uykuyla ilgili ilginç ve kafa karıştırıcı bir başka konu ise strestir.

UYKU, YEME ALIŞKANLIKLARI VE STRES

Yatmadan önce yemek yeme kötü uykunun nedeni olmayabilir. Uyku kısıtlaması kilo alımı ve gece geç saatlerde yeme11 ile ilişkilendirilmektedir ve kilo alımı açıkça ek kalori tüketimine dayandırılmaktadır. Uyku kısıtlaması ayrıca, “açlık hormonu” olan grelin14 artışıyla da ilişkilendirilmektedir ve bu da aşırı yeme ve kalori fazlalığına yol açmaktadır.

Stres grelin seviyeleri üzerinde etkiye sahiptir15 ve uyku ile ilişkilidir.16,17 Geç yemek yiyen bireyler, yetersiz uykunun yanı sıra stresle ilgili uyku sorunlarının etkilerini de hissediyor olabilir. Bu durum “sıkıntıdan kendini yemeğe verme” olarak adlandırılan “ödüle dayalı yemenin” artmasına neden olabilir. Farkındalık egzersizlerinin yalnızca uykusuzluk18 gibi uyku bozukluklarını iyileştirmekle kalmadığı, ödüle dayalı yemeyi de azalttığı gösterilmiştir.19

GENEL İYİLİĞİN PARÇASI OLARAK UYKU VE BESLENME

“Yatmadan önce en son ne zaman yemek yemelisiniz” sorusunun basit bir cevabı yoktur. Uyku ve yeme alışkanlıklarını birbirine bağlayan kanıtlar olsa da nedensellik mekanizması henüz çözülememiştir.

Yatmadan hemen önce bir atıştırmalık pek çok kişi için zararlı değildir ancak uyku ve beslenmenin genel sağlık üzerindeki etkisi unutulmamalıdır. Günlük rutinlerimizin ve biyolojik süreçlerimizin belirli kısımlarını düşünmek yerine, daha geniş açıdan bakarak stresi nasıl yönettiğimizi, beslenme ve uyku hakkındaki yaklaşımlarımızı değerlendirmek daha etkilidir. Akşam saat 8’den önce yemek yemeyi kesmek uykusuzluk ve kilo alımının tedavisi olsaydı bu harika olurdu; ancak sağlığımızı korumak istiyorsak, ele alınması gereken daha temel bir şey olduğu açıktır.

İYİ UYKU HİJYENİNE ÖNCELİK VERİN

Yeme alışkanlıklarınızın uykunuzu etkileyip etkilemediğini merak ediyorsanız, akşam yemeği saatleri hakkında çok fazla endişelenmeden önce uyku hijyeni hakkında daha derin düşünmek mantıklı olabilir.

Michael Müller

Üretkenlik Açısından Uyanmak İçin Doğru Zaman Nedir?

“Erken kalkan yol alır.” Bu atasözü, daha üretken olmaya istekliyseniz, geç kalmak yerine erken kalkmanın daha iyi olduğunu öne sürmek için sıklıkla kullanılır. Bazı ünlüler ve girişimciler, başarılarının kökeninin sabah 4’te uyanmak ve gün gerçekten başlamadan önce dikkatlerini dağıtmadan birkaç saat sıkı çalışmak olduğuna iddia ediyor. Üretkenlik açısından uyanmak için en doğru zamanı belirlemeye çalışırken göz önünde bulundurulması gereken birçok faktör vardır. Yazımızda bu faktörleri inceliyor, erken uyanmanın bazı faydalarını kısaca ele alıyor ve sabahın erken saatlerinde üretkenliği artırmaya çalışmak için hangi adımları atabileceğinizi detaylandırıyoruz.

SABAH KUŞLARI VE GECE KUŞLARI

Uyku kalitesi, süresi ve tutarlılığı, bilişsel işlevi ve performansı etkileyebilir veya başka bir açıdan bakıldığında uyku, üretkenlikte önemli bir rol oynar. Bu nedenle, sabahları üretken olmak açısından en iyi zamanın ne olduğunu belirlemeye çalışmadan önce, uyku-uyanıklık döngünüzü gösteren biyolojik saatinizi anlamak önemlidir.

Her bireyin benzersiz olduğunu söylemeye gerek yok. Uyanmak için tercih edilen saat ve daha da önemlisi, en yüksek fiziksel veya bilişsel performansa ulaşılan zaman aralığı bireyler arası farklılık gösterebilir. Erken kalkan bireyler sabah kuşları olarak bilinir. Sirkadiyen ritimleri “sabahları aktif olmayı” yani erken yatmayı ve erken kalkmayı tercih eder. En önemlisi, çalışmalar, sabah saatlerinde zihinsel ve fiziksel olarak iyi performans sergilediklerini göstermektedir.

Buna karşılık, geç saatlere kadar ayakta kalan ve geç uyanmayı tercih eden bireyler gece kuşları olarak bilinir. Sirkadiyen ritimleri “akşamları aktif olmayı” tercih eder. Öğleden sonra veya akşam geç saatlerde en yüksek zihinsel ve fiziksel performansa ulaşma eğilimindedirler. Gece kuşları sabah kuşlarından daha fazla uyku ataleti yaşar. Uyku ataleti, uyandıktan sonra, bilişsel ve fiziksel performansınız bozulduğunda yaşanan sersemlik hissidir.

Aşağıda birkaçını incelediğimiz çeşitli çalışmalar; biyolojik saatler, uyku düzenleri ve üretkenlik arasındaki ilişkiyi incelemek için yapılmıştır.

ÜRETKENLİK AÇISINDAN UYANMAK İÇİN DOĞRU ZAMAN HAKKINDA ARAŞTIRMA

Sabahları uyanmak için en iyi saatin üretkenlik açısından tam olarak ne zaman olduğunu belirlemek, işletmeler, akademik kurumlar, politika yapıcılar vb. için önemli bir ilgi alanıdır. Bu elbette, konuyla ilgili bir dizi çalışmaya yol açmıştır.

Üniversite dersleri için en verimli başlangıç zamanını belirlemeye yönelik lisans öğrencilerine odaklanan bir çalışmada, “herkese uyan tek seferlik” bir çözüm olmasa da öğlen veya daha sonra başlamanın herkes için iyi olduğu gösterilmiştir. Doğal olarak, ister öğrenci ister profesyonel olun, öğlen saatlerinde uyanmak uygulanabilir değildir, ancak belki de daha zorlu veya karmaşık görevleri planlamak için iyi bir zaman olabilir. Bu çalışma aynı zamanda sabah kuşlarının bile sabah saat 5 ile 6 arasında üretken olmakta zorlandığını ve verimliliklerinin sabah saat 7’den sonra önemli ölçüde arttığını göstermiştir. Dahası, bu kişilerin en yüksek işlevsellik süreleri saat 9 ile 12 arasında gerçekleşmiştir. Oysa gece kuşları için en yüksek işlevsellik süreleri saat 17 ile 21 arasındadır.

Sağlıklı bireyleri inceleyen bir başka çalışmada, günün saatine ve biyolojik saatin bilişsel ve fiziksel performans üzerindeki etkisine odaklanılmıştır. Çalışma, en yüksek performansın sabah kuşları ve gece kuşları arasında önemli ölçüde farklılık gösterdiğini, gece kuşlarının daha fazla gündüz uykululuğundan muzdarip olduğunu ve sabahları hem bilişsel hem de fiziksel olarak çok daha kötü performans gösterdiğini ortaya koymuştur. Yine başka bir çalışma, yaşa bağlı sirkadiyen kalıpların bu bağlamda da rol oynadığını, daha yaşlı yetişkinlerin genellikle sabahları, genç yetişkinlerin ise genellikle öğleden sonraları en yüksek performans gösterdiğini bulmuştur. Haftanın günü ve stres uyanma zamanları ve üretkenlikle ilgili olarak incelenen diğer faktörler arasında yer alsa da sonuçlar en yüksek üretkenlik için günün tek bir saatine işaret etmemektedir.

“Sabah 5’te uyanmak sizi daha üretken yapar mı?” sorusuna cevap olarak, mevcut çalışmalar daha üretken olmak için mükemmel veya en iyi uyanma zamanın olmadığını gösteriyor.

ERKEN KALKMANIN FAYDALARI

Üretkenlik bağlamında, erken kalkmanın birkaç önemli avantajı vardır. Bunlar:

  • Daha fazla boş zaman (egzersiz yapmak, çalışmak veya görevleri tamamlamak için)
  • Daha az dikkat dağıtıcı unsur (sizinle iletişim kuran daha az insan ve sabahın erken saatlerinde gerçekleştirilmesi gereken daha az sorumluluk olduğu için)

Ayrıca, hepsi uykuya bağlı olsa da daha fazla enerjiden, daha az stresten, daha iyi fiziksel ve zihinsel sağlıktan ve çok daha fazlasından faydalanmaya devam edersiniz. Daha önce de belirtildiği gibi, uyku kalitesi, uyuma süreniz ve yeterli uyku aldığınızdan emin olmak, üretken olma yeteneğinizi etkiler.

ERKEN KALKMAK İÇİN İPUÇLARI

Sabah insanı değilseniz, erken kalkmak oldukça zor olabilir. Mümkün olduğunca geç uyanmaya alışkın olabilirsiniz, bazen fazladan on dakikalık bir uyku çekmek için çalar saatinizdeki erteleme düğmesine tekrar tekrar basabilirsiniz. Bunu yapmaktan kaçınmanızı öneririz çünkü bir uyku döngüsünün ikinci kısmı, REM uykusunu içerir ve bu nedenle erteleme düğmesine basmak REM uykusunu bozar, ruh halinizi etkileyebilir ve zihinsel esnekliğin azalmasına neden olabilir. Ayrıca, ekstra beş ila on dakikalık uyku yenileyici uyku değildir ve bu nedenle dinlenmiş hissetmenize yardımcı olmaz.

Daha üretken olmak için daha erken uyanmak istiyorsanız yapmanız gereken şey, uyku programınıza odaklanarak ve iyi uyku hijyenini benimseyerek uyku kalitenizi artırmaktır. Uyabileceğiniz bazı temel ipuçları şu şekildedir:

  • Sürekli olarak takip edebileceğiniz bir uyuma ve uyanma zamanı seçin. Yeni uyku programını kademeli olarak benimsemeye çalışın ve 7-8 saatlik uykuyu hedefleyin (yetişkinler için önerilen miktar).
  • Yeni uyku programınıza uyum sağlamanıza yardımcı olması için bir sabah rutini ve gece rutini benimseyin. Örneğin, geceleri yatmadan hemen önce alkol, kafein ve yemeklerden kaçınabilirsiniz ve sağlıklı bir kahvaltının tadını çıkarmak, uzun kestirmelerden kaçınmak ve sabahları egzersiz yapmak konusunda kendinizi motive edebilirsiniz.
  • İyi uyku alışkanlıkları uygulayın. Yatmadan önce elektronik cihazlar kullanmaktan kaçının, yatak odanızı yalnızca uyku veya özel zamanlar için ayırın, uyurken karartma perdeleri veya göz maskesi kullanın ve yatak odanızın sıcaklığını 18-24 derece arasında (çoğu kişinin rahatça uykuya dalması için ideal sıcaklık) tutun.

Sascha Fritsche

İstatistiklere göre, düzenli uyku hali bütün dünyada yaygın olarak görülen bir sorundur. Bu durumun birçok nedeni olabilir. Belki de ondan kurtulmak için odadaki sıcaklığı ayarlamak veya bir vitamin kürü almak yeterli olacaktır. Bununla birlikte, uyuşukluk aynı zamanda birçok hastalığın belirtisi de olabilir. Hareketsiz yaşam tarzından aşırı karbonhidrat tüketimine kadar birçok farklı nedenden dolayı kaynaklanabilen gün içinde uyku isteğini, doğru ipuçlarıyla önleyebilmek mümkün.

SÜREKLİ UYKU İSTEĞİNİN NEDENLERİ

Uykusuzluk

Sürekli uyku hali çeşitli hastalıklardan kaynaklanabilir, ancak araştırmalara göre bunun en yaygın nedeni olağan uyku eksikliğidir. Sağlıklı insanların her gece 7-9 saat uykuya ihtiyacı vardır, aksi takdirde gün boyu zinde ve enerjik kalmaları çok zor olacaktır. Genellikle uyku yoksunluğu ve gündüz uyku hali, kişi uyumak için yeterli zaman bulamadığında ortaya çıkar, çok geç yatar veya çok erken kalkar. Uykusu eksikliği, düşünme verimliliğini ve dikkati düşürür, beyni, bağışıklığı ve üreme sistemlerinin işleyişini bozar. Uyku eksikliği ayrıca diyabet ve kardiyovasküler hastalıkların riskini artırır. Uykusuzluk, gündüz aşırı uyku halinin en yaygın ve kolayca gözden kaçan nedenidir. Yüksek risk grupları şunlardır:

– Zamanla yavaş yavaş uyku yoksunluğu geliştiren vardiyalı çalışanlar,

– Birden fazla yerde çalışması, kötü uyku hijyeni ve çocuklarına ve aile üyelerine bakmak gibi aile yükümlülükleri nedeniyle uykusuz kalan kişiler,

– Kronik ağrı sendromu olan hastalar,

– Hastanede yatan hastalar.

Uyku süresinin yanı sıra kalitesi de önemlidir. Yeterli süre uyuyan kişilerin uykusuzluk çekmesi nadir değildir, ancak gürültü, ışık, uygun olmayan sıcaklıklar veya rahatsız edici bir yatak, iyi bir gece uykusunu engeller. Uyku döngüsü melatonin hormonu tarafından desteklenir. Tamamen karanlıkta üretilir, bu nedenle mümkün olduğunca karanlık bir odada uyumanız sağlıklı uyku için önemlidir. Bu nedenle perdeleri kötü veya televizyonu açık bir yatak odasında uyumak sağlıklı olmaz.

Hareketsiz yaşam tarzı

Araştırmalar, hareketsiz yaşam tarzına sahip olan kişilerin, orta düzeyde egzersiz yapanlara göre uyku sorunları ve sürekli uyku hissini daha sık yaşadığını göstermektedir.

Fiziksel yorgunluk

Aşırı egzersiz yapmak veya fiziksel olarak yorulmak da uyku ve gündüz uykululuk sorunlarına yol açabilir. Araştırmalara göre, vücutlarının bir sonraki egzersizden önce tamamen iyileşmesi için zamanı olmayacak şekilde egzersiz yapan insanlar, kronik yorgunluk, zihinsel motivasyonda azalma, kaygı, uyku bozuklukları, depresyon ve kardiyovasküler sistem ile ilgili sorunlar yaşayabilirler. Böyle bir aşırı yüklenme birkaç ay devam ederse, kişi aşırı antrenman sendromu geliştirebilir, birçok vücut fonksiyonunda patolojik değişikliklerle dolu daha tehlikeli bir durumdur.

Ayrıca akşamları veya gece geç saatlerde egzersizler de uyku sorunlarına yol açabilir.

Sirkadiyen ritmi bozuklukları

Sirkadiyen ritim, insan vücudunun uykuya dalmayı ve uyanmayı düzenleyen ve gün boyunca enerji dağılımına yardımcı olan iç saatidir. Ana mekanizması ışığa odaklıdır, gece olduğunda kişinin uykuya dalmasına yardımcı olan engelleyici mekanizmaları harekete geçirir. Bu nedenle, sirkadiyen ritimdeki bozukluklar genellikle körlük veya görme hastalıkları ile ilişkilidir ve mahkumlar gibi doğal ışığa erişimi olmayan insanlarda da görülür.

Sağlıklı insanlarda sirkadiyen ritimdeki bozulmalara çoğunlukla şunlar neden olur:

– Zaman dilimlerinin değişmesi (jetlag),

– Vardiyalı çalışma,

– Düzensiz uyku.

Kişinin sirkadiyen ritmi bozulursa ya uyku ve uyanıklık döngülerini kaybeder ya gece geç saatlere kadar uyuyamaz ya da tam tersine akşamları uyumak istemeye başlar. Sirkadiyen ritim bozuklukları kronik uyku yoksunluğuna yol açabilir. Örneğin, kişi sabah 3’ten önce uykuya dalamıyorsa ve sabah 9’da işte olması gerekiyorsa bu durum uzun vadede birçok sağlık sorununa neden olur. Melatonin ilaçları, uyku hapları, yaşam tarzı kontrolü, sıkı uyku hijyeni, ışık tedavisi veya kronoterapi ile sirkadiyen ritim geri yüklenebilir. Doğru tedavi sadece bir uzman tarafından seçilebilir.

Çok fazla basit karbonhidrat tüketmek

Sürekli uyku hali ve yorgunluğun sebeplerinden biri de kişinin beslenmesi olabilir. Vücudumuzun ana yakıtı karbonhidratlı besinlerden aldığımız glikozdur. Karbonhidratlar, bağırsaktaki çözünme hızına ve glikozun kan dolaşımına girme hızına göre sıralanır. Kompleks karbonhidratlar olarak sınıflandırılan havuç veya balkabağı gibi yiyecekler yavaş sindirilir ve yavaş yavaş şeker salarak kişinin uzun süre tok hissetmesini sağlarlar. Patates ve pirinç gibi basit karbonhidratlar ise hızla emilir ve kanı büyük miktarda glikoz ile keskin bir şekilde doyurur. Bu yüzden pasta yiyerek bir enerji patlaması yaşayabilirsiniz. Ancak, kandaki şeker seviyesi, arttığı gibi keskin bir şekilde de düşer, canlılık hissi kaybolur ve açlık yeniden ortaya çıkar. Bir kişi çok fazla hızlı karbonhidrat yerse, kan şekerindeki bu artışlara bir tür organik bağımlılık geliştirir. Yemekten sonra kısa bir güç patlaması yaşar, ancak daha sonra bir çöküş ve uyuşukluk yaşar.

Yanlış beslenme

Basit karbonhidratlara ek olarak, bazı gıdalar da uyku kalitesini bozarak gündüz uykululuğuna neden olabilir. Uykuyu bozan besinler genel olarak şunlardır:

– Güçlü alkollü içecekler uykunun yapısını bozar ve uyku bozukluklarının en yaygın nedenlerinden biridir.

– Kahve ve çay da uykuyu bozabilir. Bu içecekler sinir sisteminin aşırı uyarılmasına yol açar. Bunun sonucunda önce uykuya dalmada güçlükler olur ve kısa süre sonra gündüz uyku hali de gelişir.

– Baharatlar ve baharatlı yiyecekler de uyku sorunlarına neden olabilir. Sinir sistemini aşırı uyarabilecekleri için kullanımları akşam yemeği ile sınırlandırılmalıdır.

– Ağır bir akşam yemeği de uykuyu bozar. Sindirim sistemini aşırı yorabilir. Geceleri yiyecekler çok yavaş sindirilir. Sindirim sisteminin yüksek yoğunlukta çalışması için vücudun çok çaba sarf etmesi gerekir.

Gıda alımının vücut üzerindeki etkisi ince bir seviyede gerçekleşir. Bu süreçleri derinlemesine araştırmak ve anlamak gerekli değildir. Ana şey, yiyeceklerin kalite ve kalori içeriğinde dengelenmesi gerektiğini hatırlamaktır.

Vitamin eksikliği

Sürekli yorgunluk ve uyuşukluk, vitamin eksikliğinin belirtileri olabilir. Çoğu zaman bu durum B1, B2, B3, B5, B6, B9, B8, B12 vitaminleri, C vitamini ve D vitamini eksikliğinden kaynaklanır.

Kronik yorgunluk sendromu

Kronik yorgunluk sendromu veya miyaljik ensefalomiyelit (ME), kişi 6 ay boyunca kalıcı ve açıklanamayan yorgunluk yaşadığında teşhis edilir. Diğer yaygın semptomlar arasında konsantrasyon azalması, baş dönmesi, baş ağrıları, şişmiş lenf düğümleri ve zayıf uyku bulunur. Kadınların, ME’yi erkeklere göre 2 kat daha fazla yaşama riski vardır. En sık 40 yaşın üzerindeki kişilerde görülür. ME, bilinen bir nedeni olmayan gizemli bir hastalıktır. Son araştırmalar bunu bağışıklık ve adrenal sistemlerdeki, uyku düzenlerindeki ve beslenmedeki değişikliklere bağlamaktadır. Ek olarak, ME’ye genetik yatkınlığın varlığını gösteren çalışmalar da vardır. Bozukluk, genellikle başka bir hastalıktan veya psikolojik şoktan sonra aniden kendini gösterir.

ME, nadir görülen bir hastalıktır. Semptomları diğer birçok hastalığın belirtilerine çok benzer, bu nedenle sıklıkla karıştırılır. Sadece bir uzman kapsamlı bir tıbbi muayeneden sonra ME’yi doğru bir şekilde teşhis edebilir. Hastalık benzer semptomlar nedeniyle depresyon, kronik ağrı sendromu veya fibromiyalji ile karıştırılabilir.

Narkolepsi ve idiyopatik hipersomni

Nörolojik bozukluklar, kronik uykululuğun başka bir nedeni olabilir. Narkolepsili insanlar gün boyunca yoğun uykululuk nöbetleri yaşarlar. Birçoğu bu nöbetleri kontrol edemez ve bir konuşma sırasında veya araba sürerken uyuya kalır. Birkaç dakikadan yarım saate kadar uyurlar ve yenilenmiş olarak uyanırlar, ancak bir süre sonra tekrar bir uyuşukluk nöbeti yaşayabilirler. Ayrıca hastalığa uyku felci atakları, uykuya dalma veya uyanma sırasında ortaya çıkan halüsinasyonlar ve ani kas tonusu kaybı eşlik edebilir.

Narkolepsinin kesin nedeni belirsizdir. Araştırmacılar, hastalığın genetik bir mutasyonla ilişkili olduğunu ve kalıtsal olduğunu öne sürüyorlar. Bu hastalığa sahip hastaların, ışığa maruz kaldığında kişinin uyanmasına neden olan bir nöropeptid olan oreksin düzeylerinin düşük olduğu bilinmektedir. Narkolepsiyi tamamen iyileştirmenin bir yolu yoktur. Hastalık belirtileri, gün boyunca uyanık kalmaya yardımcı olmak için davranış kontrolü, uyku hijyeni, psikoterapi ve uyarıcılarla tedavi edilir.

Benzer bir başka hastalık da idiyopatik hipersomnidir. Bu hastalıkta kişi ne kadar uyursa uyusun sürekli uykulu hisseder. Hastalar gece yarısı uyandıklarında hemen uyuyamaz ve sabahları uykudan uzun ve zorlu bir şekilde ayrılırlar. Hastalık, beynin inhibe edici mekanizmalarının bozulmasıyla ilişkilidir, ancak ortaya çıkmasının kesin nedeni bilinmemektedir. Narkolepsi ile hemen hemen aynı şekilde tedavi edilir.

Uyku ile ilişkili motor nörolojik bozukluklar

Bazı nörolojik hastalıklar insanların sürekli hareket etmesine neden olur. Uykuda ortaya çıkabilirler, uyku kalitesini bozarlar ve gündüz uykululuğuna yol açarlar. Huzursuz bacak sendromu (HBS) ile kişi bacaklarında karıncalanma, kaşıntı, gerilme ve yanma hissi gibi hoş olmayan hisler yaşar. Kişi bacaklarını hareket ettirirse, bu duygular hemen kaybolur. Birçok hastada, akşamları ve geceleri duyumlar artar. Huzursuz bacak sendromu birincil, yani bağımsız bir hastalık ve ikincil, yani diyabet veya omurilik yaralanması gibi başka bir hastalığın belirtisi olabilir. Bozukluk genellikle demir eksikliği olan kişilerde görülür.

Uykuda periyodik hareket bozukluğu (UPHB) da HBS’ye çok benzeyen ve vakaların yüzde 80’inde ona eşlik eden bir bozukluktur. UPHB ile kişi her 20-40 saniyede bir kolları ve bacaklarıyla hareketler yapar, ancak bu sadece uyku sırasında olur. Çoğu zaman bu hareketler gece uyanmalarıyla son bulur ve uyku kalitesini düşürür. UPHB’nin en belirgin özelliği, insanların bilinçsizce hareket etmeleri ve bu nedenle sorunun farkında olmamalarıdır. Her iki bozukluk da demir takviyeleri (hastalık demir eksikliğinden kaynaklanıyorsa), uyku hijyeni ve Parkinson hastalığı ilaçları ile tedavi edilir.

Psikolojik durumlar

Uyku bozuklukları ve uyuşukluk psikolojik hastalıklarla da ilişkili olabili. Bunlar atipik depresyon, bipolar bozukluk ve anksiyete bozukluklarıdır.

Uyku apnesi

Uku apnesi, hava yollarının daralması nedeniyle oluşan bir solunum durmasıdır. Kan oksijen doygunluğunda bir azalmaya yol açar ve bu da gündüz uykululuğuna ve bilişsel bozulmaya yol açar. Uyku apnesi, çoğunlukla aşırı kilolu yetişkinlerde ve ileri yaştaki erkeklerde, ayrıca sigara ve alkol kullanan kişilerde görülen bir hastalık türüdür.

Bir apne atağı sırasında uyuyan kişi birkaç saniyeliğine nefes alıp vermeyi durdurur, ardından yüksek sesle horlar ve dönmeye başlar. Bu durumun birçok nedeni vardır, ancak çoğu zaman vücut ağırlığı fazla olan kişilerde ortaya çıkar. Dil dokularında biriken yağ, bir rüyada dil ve dokuların hava yollarını daraltmasına, hava akışını engellemesine ve kişinin boğulmasına neden olur. Uyku sırasında yetersiz nefes alma, kişinin uykulu ve bunalmış hissetmesine neden olur. Aynı zamanda, nöbetler uykuda gerçekleştiğinden, kişi kendisine ne olduğunu anlayamayacaktır.

Diyabet

Yorgunluk ve sürekli uyku hali diyabetin çok yaygın belirtileridir. Diyabetli kişilerde, glikozu kandan hücrelere taşıyan bir hormon olan insülin üretimi ve kullanımı bozuktur. Yeterli insülin üretilmezse, vücut hücreleri yetersiz glikoz alır ve bu nedenle açlık çekerler. Kişi bunu bir çöküş ve sürekli uyuşukluk olarak hisseder. İnsülin tedavisi gören bir hasta çok fazla insülin alırsa, kanındaki glikoz seviyesi çok düşer, bu nedenle hücreler zamanla tekrar aç kalmaya başlar ve tekrar güç kaybı yaşar.

Diyabet, böbrek hasarı ve kalp hastalığından depresyona kadar çeşitli komplikasyonlara yol açabilir ve bu da kalıcı yorgunluk ve uyku halini şiddetlendirebilir. Ayrıca diyabet ve yüksek kan şekeri semptomlarından biri de noktüri yani gece sık idrara çıkmadır. Kendi içinde uyku kalitesini bozabilir.

Kalıcı uyuşukluğa neden olan diğer hastalıklar

Hasta olduğumuzda vücudumuz tüm kaynaklarını iyileşmeye yönlendirir. Çoğu zaman, normal yaşamı sürdürmek için enerji kalmaz. Bu nedenle yorgunluk ve uyku hali birçok hastalığın ortak belirtileridir. Bu hastalıklar arasında enfeksiyonlar ve virüsler, onkolojik hastalıklar, hipotiroidizm gibi tiroid hastalıkları, anemi, otoimmün hastalıklar (lupus, romatoid artrit, multipl skleroz, Sjögren sendromu), kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), kalp yetmezliği veya iskemi gibi kardiyovasküler sistem hastalıkları ve fibromiyalji bulunur.

Uyuşukluğa neden olan ilaçlar

Uyuşukluk bazı ilaçların alınmasının sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Tipik olarak bu ilaçlar arasında benzodiazepinler, benzodiazepin olmayan sakinleştiriciler, antihistaminikler, antikonvülsanlar, opioid analjezikler, sakinleştiriciler ve antipsikotikler bulunur. Alkol, uyuşturucu ve uyarıcılar bırakıldığında da gündüz uyku hali ortaya çıkar.

SÜREKLİ UYUMAK İSTİYORSANIZ NE YAPMALISINIZ?

Çoğu zaman, gündüz uyku hali uyku eksikliği veya uykusuzluktan kaynaklanır. Bu nedenle, ilk adım uyku düzeninizi normalleştirmeye çalışmaktır. 7 ila 9 saat arasında uyumak, aynı saatte yatmak ve uyanmak gerekir. Yatmadan birkaç saat önce, özellikle yüksek kalorili yiyecekler yememek ve ayrıca parlak ışık kaynaklarından kaçınmaya çalışmak en iyisidir. Ek olarak, yatağın rahatlığını düşünmek gerekir.

Bu işe yaramazsa veya gündüz uyku halinizin bir hastalıkla ilgili olduğunu düşünüyorsanız, doktorunuzu görmelisiniz. Uzman, her şeyden önce bu durumun somatik (bedensel) nedenlerini kontrol edecektir. Örneğin, uyuşukluk ile de ortaya çıkabilen anemi veya tiroid fonksiyon bozukluğunu kontrol edecektir.

Stres de gündüz uyku hali ile yakından ilişkilidir. Stres, birçok hastalığın gelişimi için evrensel bir mekanizmadır. Vücut, vücut üzerinde uyarıcı etkisi olan bir adrenal hormon olan çok fazla kortizol üretir. Stresin ilk aşamalarında, kortizol harekete geçmeye yardımcı olur, güç verir, ancak hormon salınımı devam ederse, bu, kortizolün bağışıklık sisteminin tükenmesine yol açtığı sağlıksız strese yol açar.

Ayrıca kortizol, merkezi sinir sisteminin aktivitesini etkiler, bu da stresi engellemenin daha zor olmasına neden olur. Bu nedenle, kişi daha kötü uykuya dalar veya uykuyu sürdüremez. Bu nedenle hayatınızdaki stres faktörlerini her zaman en aza indirmeye çalışın. Çeşitli nefes egzersizleri deneyin, sosyal aktiviteler yapın ve ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız profesyonel yardım alın.

Gece uykusunun önemi artık herkes tarafından bilinir. Günümüzde sağlığını korumak isteyen kişiler uykusuna daha önem verir. En az gece uykusu kadar yararlı olan öğle uykusu bazı kişiler tarafından tembellik yapmak olarak nitelendirilir. Fakat aksine öğlen belirli bir süre uyku molası vermenin beden için birbirinden farklı faydaları bulunur. Gün içinde yapılan uyku kaçamağı uzun tutulmamalıdır. Aksi takdirde yarardan ziyade zarar verebilir. Çünkü vücudun dinlenmeye ne kadar ihtiyacı varsa hareket etmeye de o denli ihtiyacı vardır. Günde yaklaşık 30 dakikalık öğle uykusu kişinin hafızasını gençleştirmekle beraber veriminin de artmasına destek olur. Artan verim sayesinde kişi odak sorunlarını daha az yaşamaya başlar. Bununla beraber motive olacağı için kendisini daha pozitif ve enerjik hisseder. Tüm bunlarla beraber öğle uykusunun faydaları nelerdir daha yakından bakalım.

Hafızayı Güçlendirir

Derin uyku olarak bilinen REM uykusu bedenin işlevlerini yerine getirmesinde önemli bir rolü bulunur. Buna bilişsel işlevler de dâhildir. Düzenli olarak öğle uykusu uyuduğunuz takdirde zamanla hafızanızın güçlenmeye başladığına şahit olabilirsiniz. REM uykusu için öğlen yaklaşık 1 saatinizi ayırmanız kâfi olacaktır. Normalde zaman geçtikçe hafıza gerilerken öğle uykusu sayesinde yaşınız ilerlese dahi güzel bir hafızaya sahip olabilirsiniz. 

Stresi Azaltır 

Stres özellikle çağımızda kaçışı olmayan bir durum haline gelmiştir. Öğle uykusu uyumak stresi azaltır ve stresle başa çıkmayı kolaylaştırır. Çünkü gün içerisinde akışa kısa bir mola vermek hem dinlenmenizi hem de zihninizi rahatlatmayı sağlar. Rahatlayan beden ve zihin daha mutlu olmanıza yardımcı olur. Böylelikle daha pozitif ve stresten uzak hissetmeye başlarsınız. 

Yaratıcılığı Arttırır

Öğle uykusu beynin sağ tarafını aktifleştirmeye yardımcı olur. Aktif çalışmaya başlayan sağ beyin lobu ise yaratıcılığın artmasını sağlar. Beynin sağ tarafı bireyin yaratıcılığından sorumlu kısımdır. Yani sanatsal faaliyetlere yatkınlığın sağ lobun daha fazla çalışmasıyla ortaya çıktığı bilinir. Öğle uykusu sayesinde aktifliği artan sağ lob ile sanatsal tarafınızın da geliştiğine şahit olabilirsiniz. Aynı zamanda problem çözmede de hız kazanabilirsiniz.

Moralinizi Yükseltir

Kısa bir öğle uykusu kişinin dinlenmesine yardımcı olur. Bu durum çocuklarda net bir şekilde gözlemlenir. Öğle uykusunu kaçıran çocuklar huysuz ve yaramaz olabilir. Uykusunu aldığında ise daha pozitif ve sakin olur. Bu yetişkinler için de böyledir. Öğle uykusu uyuyan bir yetişkin birey kendini daha zinde hisseder, morali daha yüksek bir seviyede olur. 

Verimli Olmanızı Sağlar 

Çok yorgun olduğunu bir anda az da olsa kestirmenin ne kadar zinde hissettirdiğini tatmış olabilirsiniz. Düzenli olarak öğle uykusu uyuduğunuzda genel anlamda verimliliğiniz artacaktır. Her zaman dinlenen beyin ve vücut sayesinde hareket etmek ve zihnen çalışmak çok daha kolay bir hale gelir. Her ne kadar tembellik olarak nitelendirilse de öğle uykusu verimli olmayı sağlar ve kişiye mental olarak iyi gelir.

Dikkat Dağınıklığını Önler

Gün içerisinde verilen kısa bir mola kişinin zihnini toparlamasına olanak tanır. Öğlen yaklaşık 30 ya da 40 dakika kadar uyuyan biri uyandığında işine daha kolay odaklanır. Dinlenmiş olan beyin yeni bilgileri almaya daha hevesli ve hazır hale gelir. Dolayısıyla dikkat dağınıklığı gibi olumsuz durumlar da öğle uykusu sayesinde zamanla çözüme kavuşabilir.

Kalp Sağlığını Korur

Öğle uykusu yetersiz gece uykusunu tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir. Stres seviyesini azımsanamayacak derecede azalttığı için kalbi de adeta koruma altına alır. Stres kalp rahatsızlıklarının baş düşmanları arasındadır. Eğer daha sağlıklı bir yaşam arzuluyorsanız gün içinde en azından yarım saatinizi uykuya ayırabilirsiniz. Bu sayede daha sağlıklı bir kalp ve damar yoluna sahip olabilirsiniz.

Kilo Kontrolü Sağlar 

Kilo almanın sebepleri arasında yetersiz uyku yer alır. Bununla beraber stres de kilo alımına sebep olabilir. Öğle uykusu ile daha pozitif bir zihne kavuşulacağı için yeme bozukluğu gibi stres ve uyku eksikliği kaynaklı çeşitli rahatsızlıklar da son bulabilir. Zihni dinlenmiş olan kişiler ani yeme atağı yaşamayacakları için kilolarını da kontrol altına almış olurlar. 

Yaşlanmayı Geciktirir

Uyku esnasında çeşitli hormonlar salgılanır. Geçmişte de güzellik uykusu adı altında bazı kadınların öğle uykusuna yattığı bilinir. Düzenli öğle uykusu cildi güzelleştirir. Hücreler yenilenme fırsatı bulduğu için yaşlanma belirtileri gerilemeye başlar. Böylelikle kişi daha uzun süre genç ve diri bir cilde sahip olur. 

SLEEP PEOPLE

Öğle uykusu çok yararlı

Kaylûle uykusunun yararlarını sizler için araştırdık… Efendimiz (sav) “Gündüzün evvelinde uyumak aklı azaltır; ortasında uyumak peygamberlerin ve Allah dostlarının güzel ahlâkındandır; günün sonunda uyumak ise tembelliktir” buyurmuştur. Bu uykuya kaylûle denir. Bu uykunun ideal vakti öğlen güneş tepeye varmadan evvel olmakla beraber, güneş doğduktan ikindiye kadar zamanı vardır. Sünnetin ifası için uyumak şart değildir, bu niyetle beş-on dakika kestirmek bile kâfidir.

Günümüzde modern tıp artık bu uykuyu özellikle öğütlüyor. Bakın konunun uzmanı Doç. Dr. Turan Atay, “Öğle uykusu fizyolojik bir olaydır. Kişinin 24 saat içerisinde uykuya yatkın olduğu dönemlerden biri de öğle uykusu saatleridir. Öğle uykusu, en az gece uykusu kadar insan vücuduna yarar sağlar. Gece yeteri kadar uyumuş, gündüz de öğle uykusu uyuyan bir kişinin vücudu tazelenir, performansı artar, düşünme ve problem çözme yeteneği hız kazanır” diyor.

Sorulara verdiği cevaplar da gayet aydınlatıcı.

İnsan vücudu en çok hangi saat dilimlerinde uyku ihtiyacı duyar?

Gün içerisinde iki kere vücut ısısı düşmektedir. Birisi sabaha karşı 03.00 sıralarında, diğeri ise öğleden sonra 14.00- 15.00 saatleri arasındadır. İnsanların öğle yemeğinin ağırlığına bağladığı bu rehavet dönemi, aslında vücudun uykuya en meyilli olduğu saat dilimidir. Bu saat aralıkları uykunun en kaliteli olduğu zamandır. Kaliteli uyku, insan vücuduna uzun süre uyumaktan çok daha faydalıdır.

Genetik faktörlerin uyku üzerinde etkisi var mıdır?

Genetik faktörlerin uyku üzerinde çok büyük etkisi vardır. Kimi insan 13-14 saat uyusa da uykusunu alamaz, kimi ise 4-5 saatlik bir uykuyla günü zinde geçirebilir. Aynı şekilde uykuya dalma ve uyanma saatleri de genetik faktörlerden etkilenmektedir.

En çok kimlerin öğle uykusuna ihtiyacı vardır?

İmkanı olan herkesin öğle uykusuna yatması vücudu açısından faydalıdır. Ancak özellikle çocukların öğle saatlerinde mutlaka uyumaları gerekmektedir. Çocukluk çağında öğle saatlerinde alınan kaliteli uyku, beyin ve vücut gelişimi için çok önemlidir.

Öğle uykusunun süresi ne kadar olmalıdır?

Çocukların yaklaşık 1-2 saat öğle uykusuna ihtiyaçları vardır. Erişkinler içinse 15-20 dakika yeterlidir.

Siesta öğle uykusudur

Pek çok Akdeniz ve Güney Amerika ülkesinde saat 14.00- 16.00 arasında ‘siesta’ uygulaması yapılmaktadır.

Siesta, Latince hora sexta (6. saat) kelimesinden gelir. Saat 1’den 5’e kadar İspanya’da hayat durur, dükkânlar kapanır.

Siesta âdeti İspanyollara Araplardan geçmiştir. Arap ülkelerinde öğle saatinde ortada kimse görülmez. Ancak arabasının gölgesinde uyuyan taksicilere rastlamak mümkündür. Akdeniz ve Lâtin ülkelerinin hepsinde yaygındır.

Balkanlar’da saat 2 ile 5 arasında kimse birbirine ziyarette bulunmaz. 1-2 arası yemek yenir, sonra herkes yatar.

Güney Almanya’da Mittagspause veya Mittagsruhe (Gün ortası istirahati) denilen bu uyku zamanında dükkânlar kapanır, çocuklar evde oynar.

Asyalılar da bu uykuya çok düşkündür. Hindistan’da sustana derler “ufak şekerleme” yaparlar. Çin’de wujiao yani bizdeki gibi “şekerleme” denir. Okullarda bunun için yarım saat mola vardır.

Japonya’da işçilere bu uyku için bir yer ayırmak mecburidir.

Amerika, İngiltere ve Fransa, devlet eliyle teşvik etmektedir. Indiana Üniversitesi’nde profesörlerin de desteğiyle bir şekerleme kulübü bile kurulmuştur.

Görgü kurallarına dair eski kitaplarda, öğleden sonra kimseye ziyaret yapılmaması ve telefonla aranmaması ehemmiyetle tavsiye edilirdi.

Gelgelelim “bu zamanda nasıl uyuyalım?” diye soranlara şu güzel özdeyişi hatırlatalım:

“Karnı acıkan katık istemez; uykusu gelen yastık istemez.”

Birkaç hatırlatma

Alkol, sigara ve kafein kullanıyor olmak.

Kısa süreli uyku düzensizlikleri yaşamak.

Aşırı stres yani gerginlik.

İlaç kullanımı.

Biyolojik saat düzeninin bozulması.

Psikolojik rahatsızlıklar.

Kaliteli uyku için odanız karanlık olsun. Akşam ağır yemekler yemeyin. Fakat mutlaka ayran için..

Spor yapın.

Yatağa yattığınız andan itibaren stres oluşturacak düşüncelerinizden kurtulun.

Uykunuz gelmeden yatağa girmeyin.

Yatak odanızı uyumak dışında bir işle uğraşırken kullanmayın.

Yatak odanızda sizi dinlendirecek renkler kullanın.

Bitkisel çaylar içmeyi deneyin.

Yatmadan önce ılık bir duş alın.

Her sabah aynı saatte kalkmaya özen gösterin.

Alıştığınız yerin dışında bir yerde uyumaya çabalamayın.

Uykusuzluğun Sıradışı Hikayesi: 18 Ay 21 Saat 40 Saniye

Bir insanın uykusuz kalma rekoru 18 ay 21 saat ve 40 saniyedir. Bu rekor, bir sallanan sandalye yarışında kırıldı. Yarışmaya katılan ve uzun süre uykusuz kalanların çoğu halüsinasyon, paranoya, görme bozukluğu, konuşma zorluğu ile hafıza kaybı ve konsantrasyon güçlüğü yaşadı.

Birine tıbbi olarak uyanık demek çok zor. Çünkü insanlar gözleri açık da olsa kısa aralıklarla, hatta bunun farkına bile varmadan sık sık uyuyorlar.

İnsanların istedikleri vakitte uyanmalarına yarayan ‘doğal uyarı saati’ stresten kaynaklanan bir hormon sayesinde harekete geçiyor.

Doğal uyarı saatimiz küçük bir ışıkla aktif hale gelebilir. Ancak bu aşamada uyanmak istemezsek o zaman yeniden derin uykuya dalarız.

1600’lerin dünyasında yetişkinler 9 saat ile 10 saat uyuyordu.

1998 yılında, insanın sırt bölgesindeki eklemler ile beynin uyku lobu arasında ilişki olduğu keşfedildi.

1989’daki Exxon Valdez petrol kazası, Challenger mekiğinin düşmesi ve Çernobil faciasının uykusuzluktan kaynaklanan hatalar sonucu oluştuğuna inanılıyor.

Hızlı göz hareketi (REM) döneminde görüldüğü söylenen rüyaların, yapılan araştırmalarla uykumuzun diğer bölümlerinde de görüşebildiği anlaşıldı.

REM dönemindeki rüyaların korkunç olduğu sanılıyordu. Ancak uykumuzun REM dışındaki uyku bölümlerinde de kötü rüyalar görülebildiği ispatlandı.

REM dönemindeki bazı karakteristik göz kapağı hareketleri, rüyalardaki spesifik anlara işaret eder. Bu durum, film izlemeye benzetiliyor.

Filler, REM bölümü dışında ayakta uyurlar. Ancak REM bölümü için yere uzanırlar.

Eğer akşamları uykuya dalmanız beş dakikadan az sürüyorsa, uykusuz kalmışsınız demektir. Normalde insanın 10 ile 15 dakika arasında uykuya dalması gerekiyor.

Bazı bilim insanları, uzun süreli hafızamızdaki deneyimlerimizi sabitlemek için rüya gördüğümüzü söyler. Bazıları da ancak unutmaya çalıştığımız şeylerin rüyasını gördüğümüzü düşünür.

Rüya belli bir amaca hizmet etmez. Sadece bilinçli olmakla uykulu olmanın uyumunu gösterir.

İngiliz Savunma Bakanlığı araştırmacıları, askerlerin vücut saatlerini ayarlayarak onları 36 saat uykusuz kalmaya alıştırmayı başardı.

İnsanlar kendilerine en yakın tüy olan maymunlardan 3 saat daha az uyur.

Kendilerini tehlikede hisseden ördekler, yaşama güdüsüyle uyku ihtiyaçlarını dengeleyebiliyor. Yani yarı uykulu-yarı uyanık bir aşamaya geçebiliyorlar.

Uyku hakkında bildiklerimizin çoğu, son 25 yılda öğrendiklerimizden oluşuyor.

Yaz veya kış saati uygulamasının başladıktan sonra birkaç günde, Kanada’da uyku bozukluğundan kaynaklanan kaza oranının arttığı tespit edildi.

24 saat kesintisiz internet imkanı, şu an uyku düzeninin önündeki en büyük tehdit olarak görülüyor.

PENELOPE

Vücut Saati’ni araştıran 3 Amerikalı bilim insanına Nobel Tıp Ödülü

İnsan vücudunun biyolojik saatini inceleyen ve bunu kontrol eden moleküler mekanizmaları ortaya çıkaran üç ABD’li bilim insanı, 2017 Nobel Tıp Ödülü’ne layık görüldü. “Sirkadiyen ritim” diye de bilinen vücudun biyolojik saati, geceleri uyumamızın sebebi olduğu gibi, davranışlarımız ve bedensel işlevlerimizi de ciddi şekilde etkileyen bir olgu. Bu konuda çalışmalar yürüten ABD’den bilim insanları Jeffrey C. Hall, Michael Rosbash ve Michael W. Young Nobel Tıp Ödülü’nü paylaşacak.

Nobel Komitesi, 3 bilim insanının bulgularının “sağlık ve esenliğimiz açısından dev etkileri” olduğunu açıkladı.

Nobel Tıp ödülüne layık görülen Jeffrey Hall, Michael Rosbash ve Michael Young

Her hücrede bir saat

Tıpkı bitkiler, hayvanlar hatta mantarlar gibi insan vücudunun da hemen her hücresinde bir saat işliyor.

Ruh halimiz, hormon düzeylerimiz, vücut ısımız ve metabolizmamız, hepsi günlük bir ritim içinde çalışıyor.

Örneğin her sabah vücudumuz yeni güne hazırlanmak üzere ısınırken kalp krizi riskimiz artıyor.

Biyolojik saatimiz vücudumuzu gece ve gündüze uyum sağlayacak şekilde öyle bir netlikte ayarlıyor ki bu ayarın bozulması çok ciddi sonuçlar yaratabiliyor.

Uzun uçak yolculuklarından sonra zaman farkından dolayı yaşanan sarsıntı da işte vücudun, kendisini, ayarladığı ritmin dışında bir yerde bulmasından kaynaklanıyor.

Kısa vadede vücut saatinin ritmini bozacak şeyler hafıza oluşumunu etkiliyor, fakat uzun vadede tekrarlandığında iki tür diyabet (şeker hastalığı), kanser ve kalp hastalıkları risklerini artırıyor.

Moleküler saatin nasıl çalıştığını gösterdiler

Oxford Üniversitesi’nden biyolojik saat uzmanı Profesör Russel Foster “Bu sistemi bir kez bozduğumuzda metabolizmamız üzerinde etkisi çok büyük olur” diyor. Profesör Foster, Amerikalı 3 uzmanın Nobel ödülünü kazanmış olmasından büyük sevinç duyduğunu, Hall, Rosbach ve Young’ın vücut saatinin nasıl çalıştığını ilk açıklayanlar olarak bu ödülü hakettiklerini de söyledi ve ekledi:

“Bize moleküler saatin bütün bir hayvanlar aleminde nasıl çalıştığını gösterdiler.”

Üçlünün bu konudaki araştırması meyve sinekleri üzerinde yapılmıştı fakat bulguları bütün hayvanlarda moleküler saatin çalışmasını sağlayan döngüleri açıklamış oldu.

PER düzeyi istikrarsızlaştıkça biyolojik saat hızlanıyor

Jeffrey Hall ve Michael Rosbash, DNA yapısında, periyod geni diye adlandırılan bir kısmın, sirkadiyen ritim de denilen biyolojik saatin düzenlenmesinde etkili olduğunu ortaya koydular. Periyod geni PER adlı bir proteinin üretilmesini sağlayan “talimatları” içeriyor. PER düzeyi yükseldikçe periyod geni de talimatları kendi kendine kapatıyor. Bunun sonucunda PER proteini düzeyi 24 saatlik döngüler halinde değişiyor, geceleri yükselip gündüzleri yine düşmeye başlıyor.

Michael Young da “zamansız” ve “çift zamanlı” diye adlandırılan iki gen keşfetti. Bu iki gen de PER proteini düzeyinin istikrarını etkiliyorlar. PER düzeyi ne kadar istikrarlı ise vücut saati o kadar yavaş çalışıyor. İstikrarsızlaştıkça biyolojik saat de hızlanıyor. PER’in istikrarlı olup olmaması kimilerimizin erkenci ya da ‘tarla kuşu’ ve kimilerimizin de gececi yani ‘baykuş’ olmasının sebebi aynı zamanda. Bu çalışmalardan önce biyolojik saat konusu tam olarak anlaşılamamıştı.

Moleküler biyoloji uzmanı Dr Michael Hastings, “Meyve sinekleri üzerindeki bu çalışma öncesinde genetik mekanizmalar konusunda hakikaten bir bilgimiz yoktu. Vücut saati konusu astroloji ile aynı düzeyde bir bilinmeyen sayılıyordu” diyor. Üç uzmanın çalışmaları önemli bir kamu sağlığı konusu olan gece mesaisi konusundaki yeni çalışmaların da önünü açabilir.

James Gallagher / BBC Sağlık ve Bilim Muhabiri

Sekiz saat uyumamız gerektiği söyleniyor

Sıklıkla her gece sekiz saat uyku uyumamız gerektiğini duyarız. İngiltere Ulusal Sağlık Sistemi ve ABD Milli Uyku Vakfı bunu tavsiye ediyor. Ancak bu tavsiye nereden geliyor? Dünya çapında farklı gruplar üstünde yapılan araştırmalar benzer bir sonuca ulaşıyor: az uyuyanlar ve çok uyuyanlar pek çok hastalığa yakalanıyor ve ömürleri daha kısa oluyor.

Hastalıklara az uyku mu neden oluyor yoksa bu sağlıksız bir yaşamın belirtisi mi henüz bilinmiyor. Gecede altı saatten az uyuyanlar ve günde dokuz ya da 10 saatten fazla uyuyanlar bu kategoride. Ergenlik öncesinde çocukların gecede en az 11 saat, yeni doğmuş bebeklerin ise 18 saat uyuması gerekiyor. Ergenlik çağındaki çocuklar ise gecede 10 saat uyumalı.

Dublin Trinity College Üniversitesi’nde deneysel beyin araştırmaları profesörü Shane O’Mara az uykunun kötü sağlığa işaret ettiğini söylemenin zor olduğunu ancak bunların birbirini beslediğini söyledi. Örneğin zinde olmayan insanlar spor yapmıyor ve böylece kötü uyuyorlar. Daha sonra ise yorgun oldukları için spor yapmıyorlar. Bir dönem boyunca gecede bir ya da iki saat uyuma olarak tanımlanan kronik uyku eksikliği bilim insanları tarafından defalarca kötü sağlık koşullarıyla ilişkilendirildi.

Eğer yeterince uyumazsanız vücudunuzda neler oluyor?

Uyku eksikliği pek çok bozukluğun nedeni olarak gösteriliyor. Toplam beş milyon kişinin katıldığı 153 araştırma az uykunun diyabet, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları ve obeziteyle bağlantılı olduğunu ortaya koydu. Araştırmalar bir kaç gece bile uykusuz kalmanın sağlıklı yetişkinleri prediyabetik duruma sokuyor. Orta dereceli uyku eksikliği bile bu kişilerin vücutlarının kan glükoz düzeyini kontrol etmelerine zarar veriyor. Uyku eksikliğinde aşılar işe yaramıyor ve bu bağışıklık sistemimizi bastırarak bizi enfeksiyonlara daha açık hale getiriyor.

Bir araştırma yedi saatten daha az uyuyan kişilerin yedi saatten fazla uyuyan kişilerden daha fazla soğuk algınlığına yakalandığını ortaya koydu. Yeterince uyumayan insanların vücutlarında yüksek düzeyde açlık duygusuyla bağlantılı grelin hormonu salgılanıyor. Bu da obezite riskine neden olabiliyor. Uykusuzluğun beyin fonksiyonları hatta demansa yol açan sorunlarla bağlantılı olduğu düşünülüyor.

Prof. O’Mara gün içinde beyinde toksik çöp biriktiğini ve vücuttan bu atıkların uyurken atıldığını söylüyor. Eğer yeterince uyumazsanız hafif bir beyin sarsıntısı haline girebilirsiniz. Çok uyumanın etkileri ise pek bilinmiyor. Ancak yaşlılarda zihinsel gerilemenin de bulunduğu sağlık sorunlarına neden olduğu biliniyor.

Kendimizi onarmak için üç farklı uyku türüne ihtiyacımız var

Uykuya daldıktan sonra her biri 60 ile 100 dakika süren uyku aşama döngülerine giriyoruz. Her evre uyku sonrasında vücudumuzdaki süreçlerde farklı bir role işaret ediyor. Her döngünün ilk evresi uyku ile uyanıklık arasında uyuşukluk. Bu süreçte nefes alma yavaşlıyor, kaslar gevşiyor ve kalp atış hızı düşüyor.

İkinci evre biraz daha derin bir uyku. Uyanık hissedebilirsiniz ancak pek çok gece uykudasınızdır ve bunun farkında değilsinizdir. Üçüncü evre derin uyku. Bu döngüde uyanmak çok zordur çünkü vücudumuzdaki faaliyet en aza inmiştir. İkinci ve üçüncü evreler birlikte yavaş dalga uykusu olarak biliniyor ve bu sürede rüya görülmüyor.

Derin uykudan sonra ikinci evreye bir kaç dakika için geri dönüyoruz ve sonra REM olarak bilinen rüya uykusuna giriyoruz. Bu sırada rüya görüyoruz. Bütün bir uyku döngüsünde insan birden üçe kadar bütün evrelerden geçiyor sonra kısa süreliğine ikinci evrede kalıyor ve ardından REM uykusuna dalıyor. Geç döngülerin daha uzun REM süreleri oluyor ve uykuyu kesmek REM’i etkiliyor.

Uyku düzeni bozulan vardiyalı işçiler daha sık hasta oluyor

Vardiyalı çalışmanın pek çok sağlık sorunuyla ilişkili olduğu söyleniyor. Araştırmacılar günün yanlış diliminde az uyuyan vardiyalı işçilerin diyabet ve obezite risklerini arttırdıklarını ortaya koydu. İngiltere’deki araştırmalar vardiyalı işçilerin sağlıkları hakkında “orta ya da kötü” tanımını kullandığını açığa çıkardı. Bu gruptaki insanlar vardiyalı çalışmayan insanlara kıyasla uzun süreli hastalıklara yakalanma riskine sahip.

Pek çoğumuz hiç olmadığı kadar uyku eksikliği çekiyoruz

Medya haberlerine bakarsak uykusuzluk salgınına yakalanmışız gibi görünüyor. Ama gerçekten de eskiye kıyasla daha mı uykususuz? 15 ülkenin verilerinin incelendiği bir araştırma bize karışık bir tablo sunuyor. Altı ülkede uyku süresinin azaldığı, yedi ülkede arttığı ve iki ülkede de karışık sonuçlar çıktığı görüldü.

Pek çok kanıt bize uyku miktarının bir kaç kuşak boyunca pek de değişmediğini söylüyor. Ancak insanlara ne kadar uykusuz olduklarını sorarsanız daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Peki neden pek çok insan yorgun olduğunu söylüyor? Bu sorun belli gruplara odaklandığından nüfusun genelindeki eğilimi görmemizi engelliyor olabilir. Uyku sorunları yaş ve cinsiyetle farklılık gösterebiliyor. İki bin yetişkin İngiliz üzerinde yapılan bir araştırma kadınların her yaşta erkeklere kıyasla uyumakta daha zorlandıklarını öne sürdü. Ergenlik çağında bu oran eşitleniyor. Ancak kadınlar çocuk sahibi olmaya başlayınca ve çalışma hayatı da buna eklenince erkeklere kıyasla daha fazla uykusuzluk çekiyor. Ömrün sonlarına doğru bu fark kapanıyor.

Surrey Üniversitesi uyku araştırma merkezinden Profesör Derk-Jan Dijk geç saatlere kadar uyanık kalmanın ve sosyal faaliyetlere katılmanın bazılarının aynı uzunlukta uyusalar dahi daha az dinlendiği anlamına geldiğini söylüyor. Bazıları ise hafta içinde daha az uyuyor ve uykularını haftasonu yakalamaya çalışıyor. Ancak ortalama artsa da bu kişiler uyku eksikliği yaşıyor. Prof. Dijk’e göre ergenlik çağındaki çocuklarda uyku eksikliği riski büyük.

Uyku düzenimiz her zaman böyle değildi

Gecede sadece dört saat uykuyla yetindiğini söyleyen eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher gibiler hariç insanlar genelde gece yedi, sekiz saat uyuyor. ABD’de Virginia Tech Üniversitesi’nden Roger Ekirch’e göre bu düzen her zaman böyle değildi. Ekirch’in 2001 yılında yayımladığı 16 yıllık bir araştırmanın sonucuna göre yüz yıl önce dünyanın pek çok yerinde insanların uykusu iki büyük parçaya bölünmüştü.

Ekirch’in günlükler, mahkeme kayıtları ve edebi eserlerden elde ettiği iki bin sayfalık belgelere göre insanlar güneş battıktan kısa bir süre sonra ilk uykularını uyuyorlar, iki saat uyanık kaldıktan sonra ikinci uykularına başlıyorlardı. Ekirch buna dayanarak vücudun doğal olarak bölünmüş uykuyu tercih ettiğine kanaat getirdi.

Diğer bilim insanları buna katılmıyor. Başka araştırmacılar avcı-toplayıcı topluluklarda elektrik olmamasına karşın insanların tek blok halinde uyuduklarını buldu. Bu da iki parçalı uyumanın insanın doğal özelliği olmadığı. Dr. Ekirch’e göre iki parçalıdan tek parçalı uykuya geçilmesinin ardında 19. yüzyılda evlere elektriğin gelmesiyle uyku saatlerinin ertelenmesi, yapay ışığın insanın vücut saatini değiştirmesi ve endüstri devriminin üretkenlik ve verimliliğe büyük önem vermesi yatıyordu.

Telefonlar ergenleri uyanık tutuyor

Uyku uzmanları ergenlik çağındaki gençlerin gecede en az 10 saat uyuması gerektiğini ancak sağlık verilerine göre bunun yarısının bile bu kadar uyumadığını ortaya koyuyor. Dinlenme odaları olması gereken ancak diz üstü bilgisayarlar, cep telefonları gibi pek çok cihazla dolan yatak odalarında gençlerin uyuması zorlaşıyor.

Hiç olmadığı kadar eğlence türüne sahip olduğumuz bir dönemde uyanık kalmanın cazibesi büyük. Elektronik cihazlardan yayılan mavi ışık uykumuzu kaçırıyor. Arkadaşlarımızla konuşmak ya da televizyon seyretmek gevşemek yerine beynimizi uyarıyor. Uzmanlar yatmadan 90 dakika önce cep telefonları bırakarak “dijital detoks” yapmayı tavsiye ediyor.

Uyku bozuklukları testlerinde artış

Daha fazla insan doktorlara uyku sorunları şikayetiyle gidiyor. İngiltere Sağlık Servisi’nin verilerini inceleyen BBC son on yılda her yıl uyku bozukluğu testlerinin sayısında artış olduğunu gördü. Guy’s ve St Thomas Hastanesi uyku bozukluğu merkezinden Dr. Guy Leschziner bunu obezite artışına bağlıyor.

Leschziner en yaygın şikayetin insanların uykularındayken nefes almalarının durduğu, tıkayıcı uyku apnesi olduğunu ve bunun da ağırlığa bağlı olduğunu söyledi. Uykusuzluk için uyku hapları değil bilişsel davranışçı tedavi tavsiye ediliyor.

Diğer ülkelerde durum nasıl?

Bir araştırma endüstriyelleşmiş 20 ülkedeki uyku alışkanlıklarını inceledi. İnsanların uyudukları ve uyandıkları saatler arasında en fazla bir saatlik bir fark görüldü ancak ülkeler arasında uyku süresi genel olarak benzerdi. Genel olarak eğer bir nüfus yatağa geç gidiyorsa daha geç uyanıyor. Araştırmacılar çalışılan saatler, okul zamanı, boş zamanlardaki alışkanlıkların ışık ve karanlığın doğal döngüsünden çok daha önemli bir rol oynadığına kanaat getirdi.

Norveç’te ışık süresinin her gün bir yıl boyunca sıfırdan 24 saate kadar değiştiği Norveç’te uyku süresi yıl boyunca yalnızca yarım saat değişiklik gösteriyor. İngiltere gibi alacakaranlık ve şafak saatlerinin mevsimlerle değiştiği ya da ekvator çizgisine yakın ülkelerde bu saatlerin pek bir değişikliğe neden olmadığı yerlerde uyku süresi yıl boyunca pek değişmiyor.

Peki yapay ışığın etkileri neler? Tanzanya, Nabimya ve Bolivya’da elektriğe erişimi olmayan üç topluluk incelendiğinde ortalama uyku süresinin endüstriyel ülkelerde olduğu gibi 7.7 saat olduğu görüldü.

Uyku süresi dünya genelinde benzerlik gösteriyor. Yatağa gittiğimiz ve kalktığımız saatlerde hafif farklılıklar var.

Araştırmaların çoğu yapay ışığın uyku saatini geciktirdiğini ancak uyku süresini azaltmadığını gösteriyor.

Erkenciler ve gece kuşları

Her zaman sabahçı ve akşamcı insanlar oldu. Bunu destekleyecek genetik izlere bile sahibiz. Yapay ışığın hayatımıza girişiyle gece uyanık kalmayı seven insanlar bundan özellikle etkilenmiş görünüyor. Eğer gece kuşuysanız yapay ışık sizin daha fazla uyanık kalmanıza neden olabilir. İnsanların yüzde 30’u sabahçılar, yüzde 30’u akşamcılar geriye kalan yüzde 40’ı ise ortada bir yerlerde. Yine de insanların geneli erken kalkmayı gece geç yatmaya tercih ediyor.

Buna karşın vücut saatlerimiz üzerinde biraz kontrol yeteneğimiz var. Doğal olarak yatağa geç gidenler akşamları daha az ışığa maruz kalarak gündüzleri doğal ışıktan daha fazla yararlanabilir. Bir grup araştırmacı, gönüllü denekleri Colorado’da kamp yapmaya götürerek yapay ışık bulunmayan bir ortamda 48 saat içinde vücut saatlerini iki saat öne almayı başardı.

Bizi uykuya hazırlayan melatonin hormonu deneklerde daha erken yükselmeye başladı ve böylece güneş batımına daha yakın saatlerde uykuya hazır hale geldiler.

Rachel Schraer & Joey D’Urso

Siz uykudayken bedeniniz bambaşka bir bakım programına giriyor. Rüyalarınız da bu programın bir parçası. Diyebiliriz ki, biz değil rüyalarımız bizi görüyor…

Gece uykusu birbirini takip eden ve gece boyunca birkaç kez tekrar eden uyku evreleri dizisinden oluşmaktadır. Normal olarak, uykunun başlangıcında kısa bir süre uyanıklıkla uyku arasında sayılabilecek çok hafif bir uyku dönemini takiben yüzeysel uyku dönemine girilir ve kişi bir süre sonra derin uykuya geçer. Buraya kadar olan evrelerin hepsine topluca nonREM dönemi denir. Daha sonra uyku tekrar yüzeyelleşiyor gibi olurken REM (Rapid Eye Movement) uykusu denilen renkli, canlı ve yoğun rüyaların görüldüğü göz kapakları kapalıyken göz kürelerinin hızlı ve seri şekilde hareket ettiği bir evreye girilir. Aslında hafif ve derin uyku evrelerinde de rüya görülebilir ancak bunlar silik, renksiz ve gerçeklikten uzak kısa rüyalardır. REM uykusunda görülen rüyalar ise gerçekmiş gibi algılanabilir. Kişi o anda uyandırılsa rüyasını en ince ayrıntısına kadar anlatabilir ancak birkaç dakika içinde unutur. Bu yüzden genellikle sabah uyandığımızda en son gördüğümüz rüyayı hatırlar ve unutmamak için özel çaba harcamazsak kısa sürede unuturuz. REM uykusunda kişi kısa süreli uyanıklıklar yaşayabilir ve birbirini izleyen çok hafif, hafif, derin ve REM uyku evreleri dizisi tekrar başlar. Bu uyku evreleri dizisi gece boyunca birkaç kez tekrarlanır. Kişinin yüzeysel uykuda ve REM uykusunda uyandırılması kolay ama derin uykuda zordur. Kişiler derin uyku sırasında bazı istemsiz hareketler yapabilir ve hareket edebilirler ancak rüya görürken göz kasları hariç tüm vücutları adeta felç olmuş gibi hareketsizdir. Aksi olsaydı rüyalarında yaptıkları hareketlerin aynısını yatak içinde yaparlardı ki bu bir hastalıktır ve REM davranış bozukluğu olarak adlandırılır.

BİLGİSAYARIN YENİDEN  BAŞLATILMASI GİBİ…

Uyku evrelerinin önemi ve işlevleri hala tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte yapılan bilimsel araştırmalar çok değerli sonuçlar ortaya koymuştur. Uyku evrelerinin belirli bir sıra ve düzen içinde tekrar etmesinin uykunun fizyolojik görevini yerine getirmesinde büyük önemi vardır. Söz gelimi, sürekli derin uykuda olmamız uykudan beklenen mental ve psikolojik yararı sağlamayacağı gibi sürekli rüya döneminde olmamız da dinlendirici uykuyu yaşamamızı önleyecektir. Bir yönüyle uyku ağırlaşan veya donup kalan bilgisayarın yeniden başlatılması gibidir. Bilindiği gibi bazı kişiler 4-5 saatlik gece uykusuyla hiçbir sorun yaşamadan sağlıklı bir yaşam sürerken bazı kişiler 9-10 saat uykuya ihtiyaç duyabilmektedir. Bunun farklı sebepleri olabilmekle birlikte kabul gören bir görüş de kısa süreli uykuyla yetinebilen kişilerde birbirini takip eden uyku evrelerinin seri şekilde tamamlandığı ve tekrar eden uyku evreleri sayısının 9-10 saat uyuyanlarla benzer olduğudur. Kısacası uykunun verimi arttıkça daha kısa süre uyku yetmektedir. Ancak bu anlamda, verimli uyku kişinin yaratılış özellikleriyle ilgili olup değiştirilememektedir. Bu noktada kişilerin müdahale edebilecekleri tek şey kendi doğal uyku ritimlerini aksatan obstrüktif uyku apnesi, huzursuz bacak sendromu, uykuyu bozan ağrılı hastalıklar, alkol-sigara kullanımı, psikolojik insomniya (uykusuzluk) gibi durumların düzeltilmesidir.

‘UYUSUN DA BÜYÜSÜN’  BİLİMSEL BİR GERÇEKLİK

Non-REM, genel olarak fiziksel dinlenmeyi sağlamaktadır. Çocuklarda büyüme hormonu özellikle derin uyku döneminde salgılanmaktadır. Yani, annelerin ‘uyusun da büyüsün’ diye başlayan ninnileri bilimsel bir gerçeği dile getirmektedir. Erişkinlerde ise derin uyku, hücre yenilenmesini ve organizmanın onarım mekanizmalarını aktifleştirmektedir. Uyanıklık süresinde yoğun şekilde kullanılıp tüketilen veya miktarı çok azalan bazı hayati maddeler derin uyku sırasında yenilenerek adeta depolar doldurulur, hücresel ve sistemik düzeyde bozulan kimyasal dengeler düzeltilir. Derin uyku sırasında kalp hızı ve solunum sayısı azalırken vücut ısısı düşmektedir. ‘Uyuyanın üzerine kar yağar’ atasözü de böylece doğrulanmış olur.

RÜYALAR ÖĞRENMEYİ PEKİŞTİRİYOR

Rüyalar alemine girdiğimiz, uykunun REM evresi en çok ilgi çeken ve üzerinde çalışılan dönemdir. REM uykusunun en önemli görevlerinden biri sinir hücrelerinin yenilenmesi, düzenlenmesi ve fonksiyonlarının düzeltilmesidir. Ruhsal dünyanın denetlenmesi, psikolojik yapının düzeltilmesi ve iç dünyamızdaki çelişkilerin giderilme çalışmalarının da bu evrede yapıldığı düşünülmektedir. Diğer taraftan REM uykusu öğrenme ve hafıza süreçlerinin normal çalışması için de çok önemlidir. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda gündüz yeni bir şeyler öğretilerek eğitilen hayvanların gece yoğun şekilde rüya dönemi yaşadıkları ve özellikle rüya dönemini yaşamaları engellendiğinde ertesi gün aldıkları eğitimi hatırlayamadıkları gösterilmiştir.

Özellikle uykunun sabaha yakın olan kısmındaki rüyalar engellendiğinde bellek fonksiyonlarında bozulma daha belirgin olmaktadır. İnsanlar üzerinde yapılan çalışmalarda da benzer bulgular elde edilmiş ve bellek fonksiyonlarının sağlığı için uykunun ve özellikle rüya döneminin çok önemli olduğu görülmüştür. Modern görüntüleme yöntemleriyle uyanıklıkta bir şeyler öğrenirken aktif olup bol kanlanan beyin bölgelerinin rüya sırasında da aktifleştiği gösterilmiştir. Yeni bilgilerden hangilerinin kalıcı bellekte yer alması gerektiğine rüyalar sırasında karar veriliyor gibi görünmektedir. Uyanıklıkta karşılaşılan duygu, bilgi, görüntü, koku gibi uyaranların hep birlikte bir bütün olarak algılanıp beyinde işlenmesi söz konusuyken uykuda sadece odaklanılan konunun hafızadaki izi mevcuttur ve uyanıkken mevcut olan diğer uyaranların benzerleri semboller halinde kalıcı hafıza kayıtları arasında aranarak eşleştirilmeye çalışılır. Böylece bilgi veya uyaran hafızada orijinal haliyle değil çağrıştırdığı çok çeşitli anlam, olay ve sembollerle birlikte yer almaya başlar. Rüyanın, kişinin yeni bilgi ve yaşantılarıyla geçmiş bilgi ve yaşantıları arasındaki ilişkiler ve çağrışımlar yoluyla oluştuğu düşünülebilir.

Örnek vermek gerekirse, yaşanılan olay suyla ilgiliyse rüyamız deniz, göl, yağmurlu bir hava gibi ögeler içerebilmekte, eğer patronumuzla tartışmışsak rüya içeriğinde yeni bir işe başladığımızı, bizim kazandığımız veya kaybettiğmiz farklı bir mücadeleyi veya patronun ikna olduğu bir konuşma ortamını görebiliriz. Bir diğer rüya oluşma mekanizması ise uyurken içinde bulunulan ortamdır. Sanılanın aksine uyku sırasında dış ortamdan gelen uyaranlar beyin tarafından algılanmakta ve aynı gündüz olduğu gibi işleme alınmaktadır. Sadece bu işlemler biraz daha yavaş olmakta ve bilemediğimiz bir mekanizmayla elenerek bilince ya hiç sunulmamakta ya da silik olarak sunulmaktadır. Bazen de uyanmamız için hızla işleme alınıp bilincin açılması sağlanmaktadır. Uyku sırasında üşümüşsek rüyada kendimizi kutuplarda kayak yaparken görebiliriz ve muhtemelen nerede olduğumuzun belirlenmesinde pozitif veya negatif geçmiş yaşantılarımızın etkisi olacaktır. Bu bağlamda astım hastalarının sık sık suda boğulma veya bir yerlerde havasız kalma gibi kötü rüyalar gördüğü bilinmektedir.

İSLAM İNANCINDA RÜYA

Pozitif bilim rüyaların ortaya çıkışını, anlamlarını ve işlevlerini tam olarak açıklayamamakla birlikte yukarıdaki örneklerde anlatıldığı şekilde şuuraltı ile ilişkilendirmektedir. Diğer taraftan hadislerde nakledildiğine göre, İslam inancında rüya türleri sınıflanmakta ve sadık rüyadan bahsedilmektedir. ‘Salih bir kişi tarafından görünen güzel rüya’ diye tanımlanan bu tür rüyalarda sembolik olarak bazı mesajların iletildiğine inanılmaktadır. Muhtemelen çağdaş batı biliminin rüyaları anlama ve açıklama konusundaki zorluklarının temelinde bu ikinci tür rüyaları gözardı etmesi yatmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de, rüyaların manevi dünyayla ilişkisini gösteren çok sayıda delil bulunmaktadır. İsra Suresi altmışıncı ayette şöyle denilmektedir: “Sana: “Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur’an’da lanetlenen ağacı sadece insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkutuyoruz, ama bu, ancak onların büyük azgınlığını arttırıyor.” Yusuf Suresi bu konuda çok fazla delil sunmaktadır. Yusuf Suresi 4’üncü ayette Hz. Yusuf babası Hz. Yakup’a gördüğü bir rüyayı anlatır ve babası da bu rüyayı yorumlar. Yine, Yusuf Suresi yirmi birinci ayette mealen “Böylece biz Yusuf’u o yere yerleştirdik ve ona rüyaların yorumunu öğrettik. Allah, işine hakimdir. Fakat, insanların çoğu bilmez” ifadesi yer almaktadır. Yusuf Suresi’nin birçok ayetlerinde Hz. Yusuf’un rüyaları yorumlayarak geleceğe dair bilgiler verdiği görülmektedir. Saffat Suresi yüz ikinci ayette Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail’e rüyasında kendisini boğazladığını gördüğünü söyleyerek ne düşündüğünü sorar. Hz. İsmail “Babacığım sana emredileni yap, inşallah sabredenlerden olduğumu göreceksin” şeklinde cevap verir. Benzer şekilde Enfal ve Fetih Surelerinde de Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (SAV) rüyalar yoluyla bilgiler ve emirler verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Peygamber Efendimiz bir işin hayır mı şer mi olduğunu anlamak için istihareye yatılmasını önermiş ve tarif etmiştir. İstihare için kişi namazını kılıp duasını ettikten sonra kıbleye doğru yatarak uyursa ve rüyasında gördüğü renkler yeşil ve beyaz ağırlıktaysa olumlu, siyah ve kırmızı renkler hakimse olumsuz yorumlanır. Ancak renkler her zaman belirgin olmayabilir ve görülen olaylar yorumlanarak bir sonuca varmaya çalışılır. Görüldüğü gibi, uykunun gerek non-REM gerekse REM evresi basitçe dinlenme olarak tarif edilemeyecek önemli fonksiyonları yerine getirmektedir. Rüyalarımız ise bilinçli yaşantıların bilinçaltı içerikle harmanlandığı fizyolojik bir grup ile manevi dünyamızla ilişkili, bu dünyamıza ve belki de ahiret hayatımıza ışık tutabilecek başka bir gruptan oluşmaktadır. Ancak bu iki grup rüyayı, rüyayı görenin dışında üçüncü şahısların anlayıp ayırt edebilmesinin güçlüğünü de kabul etmek gerekir. Sanıyorum, bize düşen görev dünya hayatında sunulan sayısız nimetlerden birinin de uyku ve rüyalar olduğunun bilinciyle sağlıklı uykuyu yaşamanın yollarını aramak ve rüyalarımızı dikkate alarak kendimizi daha iyi anlamaya ve hayatımızı doğru yönlendirmeye çalışmaktır. Rüyalarımız bizi bizden daha iyi görüyor olabilir.

MEDİPOL SAĞLIK GRUBU

“Uyku ne kadar kısa olursa, hayat o kadar kısa olur.”

Sağlıklı bir uyku süresi, zamanlaması ve kalitesiyle tam bir iyileştiricidir. Günümüzde yapılan çalışmalarla uykunun bütünsel sağlık için ne kadar önemli olduğu gösterilse de, pek çok kişi duygusal, sosyal, sağlık ve stres sebebiyle sağlıklı bir uykuya sahip değil. Son bulgular, geceleri 6 saatten az uyuyan bireylerin, gecede 6 ila 8 saat uyuyanlara göre erken ölme riskinin %12 arttığını göstermektedir.

Peki sağlıklı bir uyku nedir, nasıl olmalıdır?
İnsanlar, doğadaki birçok canlıyla birlikte, biyolojik saat dediğimiz aydınlık ve karanlıktan oluşan 24 saatlik periyotlara adapte olmuşlardır. Bu saat, her gece ortalama 8 saatlik (6 ila 9 saat arasında) bir uyku periyoduna ihtiyaç duyar. İnsanların uyku ihtiyacı genetik olarak belirlenmiştir. Ancak, popülasyonun %90’ı, hepimizin ideal olarak bildiği 7,5-8 saat kadar uyumaktadır ve bu süreye ihtiyaç duymaktadır. %5’lik bir grup 6 saatin altında uyurken, geri kalan %5 ise uyumak için 12 saat ve üzerinde bir süreye gereksinim duymaktadır. İdeal uyku miktarımızı basitçe, sabah kendimizi dinlenmiş hissetmemizden ve gün içi performansımızdan anlayabiliriz. Eğer ne kadar uyursak uyuyalım ertesi gün kendimizi dinlenmiş hissetmiyorsak, uyku bozukluklarının da içerdiği tıbbi bir değerlendirme ve desteğe ihtiyaç duyabiliriz.


Sağlıklı genç bir erişkin, ışıklar kapatıldıktan 5-20 dakika sonra uyuyabilir. Daha sonra 4 evreden oluşan uyku siklusları gece boyunca devam eder. Uykuya dalarken düşüncelerimiz aklımızda gezinmeye başlar ve çevreyle olan iletişimimiz azalır (Evre 1). Gecenin yaklaşık %50-60’ı Evre 2 uykudan meydana gelmekte olup, uykunun yüzeyel dönemini oluşturmaktadır. Evre 3 çoğunlukla gecenin ilk yarısında daha yoğun olup “derin uyku” dediğimiz dönemdir. Bu dönemde uyanmak için daha yoğun, güçlü bir uyarana ihtiyaç duyulmaktadır. Evre1’den 3’e kadar olan süreç uykunun non-REM dönemini oluşturmaktadır. REM (hızlı göz hareketi) dönemi, gece boyunca 90-120 dakikalık dönemler halinde tekrarlanır. Her gece ortalama 4-5 REM dönemi olur. REM uykusu rüya dönemi olarak da bilinir.

Uykunun süresi kadar zamanlaması da önemlidir. Pek çok hasta iyi uyuduğunu ama ertesi gün yorgun hissettiğini ifade ederken, detaylar sorgulandığında, geceyarısını geçtikten sonra, 2’de, 3’te uyuduğunu ifade etmektedir. Süre 7 saate tamamlansa da, özellikle yenilenme, karaciğer detoksifikasyonu, metabolizmanın ve hormonların düzenlenmesi, beyin lenf sisteminin temizlenmesi gibi çok önemli fonksiyonlar, akşam 11 gibi başlayarak sabaha karşı 5’e kadar sürmektedir. Yani uykunun en kıymetli saatlerini ayakta geçirip uyanmanın yaklaştığı saatlerde uyumaya çalışarak bozulan ritim, uyku bozuklukları ve daha pek çok soruna zemin hazırlamaktadır.

Son yıllarda yeni araştırmalar, uykunun ne kadar önemli olduğunun ve uykusuzluğun ne kadar zararlı olabileceğinin altını çiziyor. Uykunun etkilemediği sistem ve organ yok diyebiliriz. En önemli ve ilgi çeken çalışmalar, uyku ve kilo olduğu kadar, uyku ve beyin sağlığı ilişkisiyle ilgili olanlardır. 2018’de yapılan büyüleyici bir çalışma, uyku kaybının nedensel olarak kaygıyı tetikleyebileceğini ve bunun tersine, uykunun kaygının hafifletilmesi için yeni bir tedavi edici yaklaşım olabileceğini öne sürüyor.

Bir başka uyku-beyin ilişkisi de Alzheimer için yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Rochester Üniversitesi araştırmacıları tarafından keşfedilen ve beyinde “glimfatik yolak” ismi verilen çok özelleşmiş bir lenfatik sistem vardır. Bu sistem, en bilinenleri “amyloid” ve “tau” olan metabolik artıkların beyin dokusundan temizlenmesini sağlar. Yapılan pek çok önemli çalışmaya göre, “amyloid” birikiminin Alzheimer gelişiminde önemli rolü vardır. 7 saatten az uyuyunca PET görüntülemelerinde belirgin şekilde “amiloid” birikiminin arttığı gözlenmiştir.


Kilo vermek için geç saatte yattığını belirten hastalarla karşılaşıyoruz. Vücudumuz, uykudan büyük ölçüde etkilenen hormonlar tarafından yönetilen ince ayarlanmış bir iştah kontrol sistemine sahiptir. Bir grup çalışmada, uykusuz bırakılan sağlıklı erkeklerde, aç hissetmemize neden olan hormon olan grelin’de artış ve tok hissettiren hormon olan leptin’de azalma olduğu bulunmuştur.

Yapılan bir başka çalışmada, 6 saat ve daha az uyuyanlarda zayıflama amacıyla yapılan diyet sırasında yağ dokusundan kilo kaybının %55 oranında azaldığı, daha da kötüsü, kas kitlesinden kayıp oranında da %60 oranında artış olduğu gösterilmiş.

Uykusuzluğun vücuda etkileri

  • Yorgunluk
  • Yavaşlık
  • Odaklanamamak
  • Hafıza problemleri
  • Hızlı mod değişikliği
  • Kilo alma
  • Düşük bağışıklık sistemi
  • Kaza ve yaralanma riskinde artış
  • Cinsel isteksizlik
  • Kronik inflamasyon
  • Kalp hastalıkları
  • Öğrenme kabiliyetinde azalma
  • Eklem ağrıları

Uyku kalitesini artırmak için önerileriniz nelerdir?

  • Gündüz şekerleme yapmayın, bu gece uykunuzu bozabilir.
  • Yatmadan en az 5 saat öncesinde “kafein” ve “nikotin” gibi uyarıcıları almayı kesin.
  • Uykuya yakın bir saatte egzersiz yapmayın.
  • Uyku saatine yakın ağır şeyler yemeyin. Şeker ve basit karbonhidratlardan uzak durun. Çikolatada kafein olduğunu ve uykunuzu kaçırabileceğini unutmayın.
  • Alkolden ve sigaradan özellikle uyku öncesi uzak durun.
  • Yatmadan birkaç saat önce parlak ışıklardan uzaklaşın.
  • Bilgisayar, televizyon, telefon gibi elektronik aletlerden yayılan ışınlar uykunuzu bozar. Yatmadan 2-3 saat önce parlak ışıklardan uzaklaşın.
  • Uyku saatinizden önce rahatlamalısınız. Gün içindeki problemleri yatmadan önce konuşmamaya özen gösterin.
  • Yatağınızı uyumaktan başka (yemek yemek, çalışmak ya da TV seyretmek gibi) şeyler için kullanmayın. Uyumak için kendinizi zorlamayın. Uyuyamazsanız yataktan kalkın ve başka bir odaya gidin.
  • Uyku rutini çok önemlidir; uyku ve uyanma saatleri hafta sonu dahil, aynı saatlerde olmalıdır. Uyuduğunuz yer karanlık, sessiz ve serin olmalıdır.

Hastaların sağlık rutinlerinde sürekli görmezden gelmeye çalıştığını gördüğümüz bir şey var; tutarlı, yüksek kaliteli uyku. Uyku, vücut için karmaşık, aktif bir restorasyon sürecidir ve uyku bozukluğu yaşayan kişiler yaşam kalitelerini büyük ölçüde etkileyen hem fiziksel hem de psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip olabilirler. Fonksiyonel Tıp’ta danışanlarla uyku hijyeni hakkında konuşmak, uykunun yaşamları boyunca genel sağlıklarını nasıl etkilediğini değerlendirmeye başlamanın ilk adımıdır. Uyku ve diğer biyolojik süreçler arasındaki bağlantılar hakkında kişiye özel sebep-sonuç ilişkileri açıklanmalı ve gevşeme tekniklerinden beslenmeye, ışık terapisinden fiziksel aktiviteye kadar, geniş bir yaşam şekli modifikasyonu üzerinden çalışılmalıdır.

AMERİKAN HASTANESİ

İrem Ergün – Fonksiyonel Tıp
Live to Bloom

Uyku bağışıklık sistemini nasıl etkiler?

Uyku bağışıklık sisteminin temel taşlarından biri

Uyku; memeliler, kuşlar, sürüngenler, karada ve suda yaşayan hayvanlar, bazı balıklar, böcekler (farklı bir şekilde) ve yuvarlak solucanların bir ihtiyacıdır. İnsanlar gibi gündüz hareketli olan canlıların vücut saati, gece uyumayı sağlarken, gece hareketlenen kemirgenler de gündüz uyumayı sağlar. Uyku süreleri de yenidoğan bir bebek, erişkin ve yaşlılarda farklıdır.

Uyku evrelerden oluşur

Bilim insanları 1950’lerden önce, kişinin bedeninin uykuda ‘çalışmayı durdurduğunu’, yani ‘pasif’ bir duruma geçtiğini düşünüyordu. Yapılan araştırmalar, uykunun sanıldığından daha karmaşık bir yapısı olduğunu göstermiştir. Uyku kabaca, hızlı göz hareketleri olan ve olmayan şeklinde iki döneme ayrılır. Hızlı göz hareketlerinin olmadığı dönem; uykunun 1’inci, 2’nci ve 3’üncü evrelerini kapsar. Bunların ardından hızlı göz hareketlerinin olduğu dönem takip eder. Ortalama 90-110 dakika süren ve hızlı göz hareketlerinin olmadığı ve olduğu birer döngü, ‘uyku döngüsü’nü oluşturur. Bunun bitiminde yeni uyku döngüsü başlar.

Uyku nedir?

Uyku, beyin ve vücutta doğal olarak gerçekleşen, değişen bilinç durumu, dışarıdan verilen uyarana azalmış yanıt ve istemli hareketlerin olmayışı ile karakterize bir durumdur. Uyku, beyin dalgaları [elektroensefalografi (EEG)], kas-sinir uyarımları [elektromiyografi (EMG)] veya solunum hızının, iki veya daha fazlasının karşılıkları gösterilerek tanımlanabilir.

Uyku anne karnında başlar

Uyku, bebeğin anne karnındaki döneminden itibaren gelişim açısından önemli bir yere sahiptir. Gebelik boyunca ve yenidoğan döneminde bebek, günün yüzde 90-95’ini uykuya benzer (daha çok uykunun hızlı göz hareketleri olan dönemine benzer) bir durumda geçirir. Hızlı göz hareketlerinin olduğu dönem, gelişmekte olan bebek beyninde fiber optik kablo ağının geliştiği dönem olarak düşünülebilir.

Uykunun faydaları

Uykunun sinir sistemini etkileyen pek çok özelliği vardır. Tek gece uykusuz kalmak bile ruh halini ve bilişsel fonksiyonları (dünyayı anlayabilmek ve onunla ilişki kurabilmek için ihtiyaç duyduğumuz temel bilişsel fonksiyonlar; bellek, dil, görsel fonksiyonlar ile dikkat, planlama, programlama, düzenleme gibi yürütücü işlevlerdir) olumsuz etkiler. Uyku, fizyolojik denge ve toparlanmayı da sağlar. Uyku, beyin ve vücut için daima hizmet eder. Faydaları şöyle sıralanabilir:

  • Anıların depolanması
  • Yeni bilgi öğrenmeye beynin hazır hale gelmesi
  • Hormonların düzenlenmesini
  • Kan basıncı ve nabız değerlerinde düşüş yaparak kalp ve dolaşım sistemindeki yüklenmeyi azaltması  
  • Bağışıklık sistemin desteklenmesi

Bağışıklık sistemi nedir ve nasıl oluşur?

Vücudun yabancı bir molekülle (çoğunlukla virüs, bakteri gibi organizmalar) karşılaşması sonrasında vücudu buna karşı koruyan ve kişiyi sağlıklı tutan sisteme bağışıklık sistemi denir. Vücutta pek çok organ ve hücre birlikte çalışarak bu savunmayı sağlar. En önemli bileşenlerinden biri lökosit yani beyaz kan hücreleridir. Beyaz kan hücrelerinin alt tipleri, fagosit ve lenfositlerdir. Fagositlerin, vücudu istila etmeye çalışan organizmayı çiğneyip yok etme görevi bulunur. Nötrofiller de bakterilere karşı savaşan bir fagosit türüdür. Lenfositler ise vücudun bu organizmayla bir daha karşılaşınca onu tanıyıp daha kolay savaşarak onu yok etmesini sağlar.

Lenfositler bağışıklığı şöyle savunur

Lenfositlerin T ve B olmak üzere iki tipi bulunur. Lenfositler kemik iliğinde yapılır ve burada kalmaya devam eder. Burada olgunlaşırsa B lenfosit adını alır. Timus bezine gidip orada olgunlaşırsa T lenfositleri oluşturur. B lenfositler, askeriyedeki istihbarat birimleri gibi görev yaparak hedefleri bulur ve enfeksiyon durumunda savunma yapacak birimlerin o hedeflere kilitlenmesini ve onları yok etmesini sağlar. T hücreler ise vücuda zarar vermeye çalışan istilacılarla savaşan askerlere benzer. B lenfositler yabancı maddelerin yüzeyindeki ‘antijen’ denilen maddeleri tanıyan ‘antikor’lar salgılar. Bunlar, vücuda aynı organizma yeniden girerse onun savunma sistemi tarafınca tanınmasını sağlar. Bunların yok edilmesi için T hücreleri göreve çağırır.

Bağışıklık sisteminin bu düzenine yardımcı olan en önemli etmenlerden biri uykudur.

Uyku enfeksiyondan korur

Merkezi sinir sistemi, uyku ve bağışıklık sistemi arasında birbirlerini etkileyen bir ilişki vardır. Bu ilişkinin bilinmesi, ateşli dönemin değişik evrelerindeki komaya yakın şuur kaybı ve yorgunluğundan ilk kez bahseden Aristotle’a (MÖ: 384–322) dek uzanır. Élie Metchnikoff ise 1800’lerin sonuna doğru bakterilerin iltihabi reaksiyonu tetikleyen maddeler salgıladığını bulmuştur. Kuniomi Ishimori, 1909’da bu maddelerin uykunun düzenlenmesinde rolü olduğunu öne sürmüştür. James Krueger, 1970’lerde ‘uyku getiren faktör S’yi, 1980’lerde IL-1 isimli maddenin yavaş dalga uykusunu başlattığını göstermiştir. Daha sonra enfeksiyon sırasında artan uyku halinin, iyileşme sürecini hızlandırdığı, dolayısıyla enfeksiyon sırasında uykunun kişi için koruyucu olduğu gösterilmiştir. Zira enfeksiyon sırasında enerji ihtiyacı da artar. Uykunun bir fonksiyonunun da bağışıklık sistemini desteklemesi olduğu kabul edilir.

Uyku bu eksende ilerler

Uyku, ‘Hipotalamus-Pituiter-Adrenal (HPA) Ekseni’ ve ‘Sempatik Sinir Sistemi’ üzerindeki etkileri ile bağışıklık sistemini etkiler. Gecenin erken saatlerinde, 24 saatlik HPA ekseninin aktivitesi (minimum kortizol seviyesi ve artan antiviral yanıt) minimum düzeydedir. İlerleyen saatlerde hızlı göz hareketleri safhası ile HPA ekseni aktivitesinde artış meydana gelir. Bu aktivite maksimum noktaya ulaştığında, sabah uyanma gerçekleşir.

Uyku normal değilse bağışıklık düşer

Uyku bozukluğunda ise HPA ekseninde tekrarlayıcı veya devamlı aktivasyon görülür. HPA ekseni sürekli aktive olursa inflamasyon (iltihap) artışına zemin hazırlanmış olur. Bağışıklık sistemi hücreleri de ortamda artan kortizole direnç gösterir hale gelir.

Adı ‘sempatik’ ama…

Uykunun başlaması ile sempatik sinir sistemi aktivitesinde düşüş olur, inflamasyon yanıtı baskılanır ve virüslere karşı vücudun bağışıklık yanıtı artar. Uykusuzluk söz konusu olduğundaysa sempatik sinir sisteminde düşüşün aksine artış görülür. Sempatik sinir sisteminin aktivitesinin arttığı durumlarda, yukarıdaki olumlu durumların tam tersi gerçekleşir. Ayrıca doğal öldürücü T hücreleri, nötrofil ve monosit gibi bağışıklık sisteminin bazı hücrelerinin vücuttaki dağılımı da değişir.

Uyku ve inflamasyon ilişkisi

Hayvan ve insanlarda yapılan uyku çalışmalarıyla, önemli tespitler yapılmıştır. Örneğin, gece uykusunun IL-6 denilen maddenin seviyesini arttırdığı, bunun da monosit denilen bir kan hücresinden TNF denilen maddeyi salgılattığı, uykusuzluk durumunda hem IL-6 hem de TNF maddesinin azaldığı gösterilmiştir. Uykunun değişik evrelerinde inflamatuar madde aktivitesinin de farklılık gösterdiği saptanmıştır. Uyku, azalmış metabolik ihtiyacın olduğu bir dönemdir. Gecenin ilerleyen saatlerindeki uykunun arttırdığı inflamatuar aktivite, kişiyi olası yaralanma ve takiben gelişebilecek inflamasyonun olabileceği ‘ertesi güne’ hazırlar.

Uyku bozukluğu bu hastalıklara götürebilir

Uykuda hücresel düzeyde bir tehdit oluştuğunda, uyku süresi uzar ve savunma sistemi güçlendirilir. Merkezi sinir sistemi tarafınca algılanan bu tehdit, günlerce, haftalarca veya daha da uzun sürerse uyku bozulur. Bu da iltihabi reaksiyonda değişime neden olur. Bu reaksiyonun belirteçleri gece değil, gündüz artar ve gün boyunca devam eder. Araştırmalarda uzun süren inflamasyonun depresyon, bazı kanserler, kardiyovasküler hastalıklar ve Alzheimer hastalığı gibi bunama süreçlerinde önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Uyku bozukluğunun, inflamasyon üzerindeki etkisi cinsiyet, yaş, vücut kitle indeksi ve fiziki aktivite gibi faktörlere göre değişebilir.

Aşı yapıldığı gece uykusuz kalmayın

Gece uykusu sırasında, antijen sunan hücreler ve T hücreler dolaşımdan lenf düğümlerine geçer. Uyku sırasında bağışıklık sistemi savunmada bekler. Bazı çalışmalarda aşının (grip, hepatit A ve B, menenjit C aşıları) yapıldığı günün gecesinde uykusuz kalmanın, aşıya karşı antikor yanıtı oluşmasını azaltabileceği ve bunun etkilerinin 1 yıla kadar uzayabileceği gösterilmiştir.

Az uyku enfeksiyon riskini artırır

Gece 5 ve 6 saatten az uyumanın sırasıyla zatürre ve soğuk algınlığı riskini arttırdığı saptanmıştır. Sürekli gece 5 saatten az uyuduğunu bildiren 23 bin erişkinle yapılan bir çalışmada, son 30 gün içindeki soğuk algınlığı veya enfeksiyon olasılığının arttığı bildirilmiştir. Tek bir çalışma, gece 9 saatten fazla uykunun da zatürre riskini arttırdığını göstermiştir. Ancak bu konuda hala aydınlatılması gereken bazı noktalar vardır.

Enfeksiyon uykuyu böyle etkiler

Bir araştırmada, virüslerin neden oldukları soğuk algınlığının şiddetini arttırarak uyku bozduğu bilgisi yer alır. Bakterilerde ise hızlı göz hareketlerinin olmadığı uyku süresinde önce artış, ardından azalma görülür. Bu iki yanıt, bakteriyle karşılaşmanın şekli ve süresine bağlanır. Bakterinin iltihabi reaksiyon yaratmayan parçalarıyla vücuda girişinin, uyku üzerindeki etkisi ile virüslerin uyku üzerindeki etkisi benzerdir. Sirke sineği olarak bilinen Drosophilar ile yapılan ve 2019’da yayınlanan bir çalışmada, Japonca uyku anlamına gelen ‘nemuri’ adı verilen, uyku ile bağışıklık sisteminin fonksiyonlarını ilintilendiren bir gen bulunmuştur. Batı ülkelerinde toplumları etkileyen pek çok hastalık inflamasyon temelinde oluşur. Uyku bozuklukları, artan yaşla ortaya çıkan hastalıklar için risk taşır. Dolayısıyla uyku bozuklukları, halk sağlığı sorunu haline gelmiştir.

Kadınlarda inflamasyon riski daha fazla

Kadınlarda uyku bozukluğu şikayeti erkeklerden daha fazladır. Bu da kadınların daha fazla inflamasyon ile karşı karşıya olması sonucunu doğurur. Tanı almış kalp hastalarında sadece kadınlarda uyku kalitesinin düşmesi, inflamasyon artışı ile ilintili bulunmuştur. Etnik farklılıkların incelendiği çalışmalarda Afro-Amerikanların daha riskli olduğu saptanmıştır.

Yaşlanma nedir?

Peki yaşlanmanın uyku üzerindeki etkileri nelerdir? Yaşlanma, hastalıklara yatkınlığı artıran fizyolojik ve moleküler evrensel değişikliklerin tümüdür. Biyolojik yaşlanma, ruhsal yaşlanma, kronolojik yaşlanma, sosyal yaşlanma, patolojik yaşlanma ve ekonomik yaşlanmanın karşılıklı etkileşimi sonucu yaşlanma ortaya çıkar. Yaşlanmanın değerlendirilmesinde bütün bu yaşlanma değişikliklerinin birlikte ele alınması gerekir.

Biyolojik yaşlanma: Vücudun hem yapısında hem organ ve sistemlerin çalışmasında görülen değişikliklerdir (derideki kırışıklıklar, işitme ve görme kayıpları.)

Ruhsal yaşlanma: Bireyin davranışları ve uyum yeteneğinde yaşa bağlı olarak değişiklik görülmesidir.

Kronolojik yaşlanma: Bireyin doğum tarihine göre bireyin sahip olduğu yaşıdır.

Sosyal yaşlanma: Yaşın ilerlemesiyle, bireyin toplumdaki rolünün değişmesi, yaşamdan doyum sağlayamamasıdır.

Patolojik yaşlanma: Kültürel veya çevresel alışkanlığa bağlı olarak vücudun organ sistemlerinde bozukluk ortaya çıkmasıdır (aşırı veya yetersiz beslenme.)

Ekonomik yaşlanma:  Parasal koşulların değişmesinin sonucu yaşlı kişinin yaşam biçiminin değişmesi, maddi olanakların azalmasıdır.

Uykunun yaşlanma üzerindeki etkileri

Son 30 yılda yapılan çalışmalara göre, yaşlanma ile vücudun biyolojik saatinde bozulma meydana gelir. Bunlar, nörodejenerasyon, obezite ve tip 2 diyabet gelişimi ile ilintili bulunmuştur. Uyku bozuklukları, yaşla ilintili hastalıklara yakalanan yeni hasta sayısı ile bu hastalıklara bağlı ölüm sayısını etkiler. Bir gecelik kısmi uykusuzluk bile hücresel düzeyde yaşlanmaya neden olan genlerde farklılaşmaya, telomer (DNA sarmalında kromozomları koruyan parçalar) uzunluğunda kısalmaya ve DNA’da ‘epigenetik metilasyon’ denilen bir çeşit kimyasal değişime neden olur. Bir araştırmada, gecede 5 saat ve daha az veya 7 saatten fazla uyuyan yaşlıların bilişsel fonksiyonlarının, gecede 7 saat uyuyanlardan daha kötü olduğu gösterilmiştir.

Uyku bozukluğu depresyonu tetikler

Uyku bozukluğu, depresyonu olan kişilerdeki en sık şikayetlerden biridir. Uyku bozukluğunun varlığı, depresyonun tekrar etme olasılığını gösterir. Dolayısıyla bu olguların tedavisinde dikkatli olunmalıdır. Psikolojik stres varlığındaysa uyku bozukluğunun olması depresyon gelişme riskini gösterir. Bu durumda tanı hemen koyulup tedaviye başlanmalıdır. Altta yatan iltihabi bir hastalığı olan kişide (bağ dokusu hastalığı gibi) iltihabi reaksiyonun neden olduğu uyku bozukluğu, depresyon gelişimini artırır. Depresyonun tıbbi tedavisinin yanı sıra beden ve ruh sağlığını hedefleyen meditasyon, Tai Chi gibi stratejiler uykusuzluğun tedavisinde önerilir.

ACIBADEM HAYAT

Tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerinizi doktorunuza danışmadan uygulamayınız. İçeriklerde Acıbadem Sağlık Grubu’nun tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler yer almamaktadır.

Kötü Uyku Kadınlarda Kalp Riskini Artırabilir

Yeni bir çalışma, kadınlar için kötü uykunun sağlıksız yiyecek tüketimini arttırabileceğini ve obezite ile kalp hastalığı riskini artırabileceğini göstermektedir.

Columbia Üniversitesi Irving Tıp Merkezi’ndeki araştırmacıların yeni bir araştırmasına göre, kötü uyuyan kadınlar aşırı yemek yeme ve daha düşük kaliteli bir beslenme alışkanlığına sahip olma eğilimindedir. Bulgular, zayıf uyku kalitesinin kalp hastalığı ve obezite riskini nasıl artırabileceğine dair yeni bir fikir vermektedir ve kadınların kalp sağlığını iyileştirmek için gerçekleştirilebilecek müdahaleleri işaret etmektedir.

Önceki çalışmalar, daha az uyuyan kişilerin obezite, tip 2 diyabet ve kalp hastalığı gibi hastalıklara yakalanma olasılığının daha yüksek olduğunu ve bu durumun kısmen beslenme alışkanlığı ile açıklanabileceğini göstermiştir. Ancak bu çalışmalar dar bir şekilde spesifik gıdalara veya besinlere (balık, şeker veya doymuş yağ gibi) veya uyku kalitesine değil, yalnızca ölçülen uyku süresine odaklanmıştır. Yeni çalışma, genel beslenme kalitesi ile uyku kalitesinin çeşitli yönleri arasındaki ilişkileri inceleyerek kadınlarda daha kapsamlı bir tablo elde etmek için tasarlanmıştır.

Yaklaşık 500 kadın üzerinde yapılan çalışma, çevrimiçi olarak Amerikan Kalp Derneği Dergisi’nde yayınlandı. Araştırmacılar, 20-76 yaşları arasındaki 495 kadından oluşan etnik kökenleri farklı bir grubun uyku ve yeme alışkanlıklarını analiz ettiler. Çalışma uyku kalitesine, uykuya dalma zamanına ve uykusuzluğa baktı. Kadınlar ayrıca yıl boyunca tipik olarak yedikleri yiyeceklerin türleri ve miktarları hakkında rapor vererek, araştırmacıların tipik beslenme alışkanlıklarını ölçmelerine izin verdiler. Önceki uyku ve diyet çalışmalarına benzer şekilde, bu çalışma daha düşük genel uyku kalitesine sahip olanların obezite ve diyabet ile ilişkili ek şekerleri daha fazla tükettiğini bulmuştur. Uykuya dalmaları daha uzun süren kadınlar daha yüksek kalori alıyordu ve daha fazla yiyecek yiyorlardı. Daha şiddetli uykusuzluk belirtileri olan kadınlar, az uyku sorunu olan kadınlara kıyasla daha fazla yiyecek ve daha az doymamış yağ tüketiyordu.

Kötü Uyku Kötü Beslenmeye Yol Açar

Araştırmacılara göre düşük uyku kalitesi, açlık sinyallerini uyararak veya tokluk sinyallerini baskılayarak aşırı gıda ve kalori alımına yol açabilir. Tokluk, tüketilen gıdanın ağırlığından veya hacminden büyük ölçüde etkilenir ve uyku sorununa sahip kadınlar tok hissetmek için daha fazla yiyecek tüketiyor olabilir. Bununla birlikte, kötü beslenmenin kadınların uyku kalitesi üzerinde olumsuz bir etkisi olması da mümkündür. Daha fazla yemek yemek, örneğin gastrointestinal rahatsızlığa neden olabilir, bu da uykuya dalmayı veya uyumayı zorlaştırabilir. Araştırmacılara göre kötü beslenme ve aşırı yemenin, obeziteye (kalp hastalığı için ciddi bir risk faktörü) yol açabileceği göz önüne alındığında, gelecekteki çalışmalar, uyku kalitesini artıran tedavilerin kadınlarda kardiyometabolik sağlığı destekleyip desteklemediğini test etmelidir.

MEDIKAYNAK

Uykusuzluk Beyninizi Nasıl Etkiler?

Uykusuzluk berbat bir durumdur. Peki ama uykusuz kaldığınızda beyninizde gerçekten ne olur?

Amerikalı Randy Gardner, bilinçli olarak en uzun süre uyumayan insan rekorunu elinde bulundurmaktadır.Herhangi bir uyarıcının etkisi olmaksızın, Gardner tam olarak 264.4 saat, yani 11 gün 24 dakika uyanık kalmıştır.

Bu tür bir deneye girişmesinin nedeni uykusuzluğun kötü bir şey olmadığını göstermekti ama yanılıyordu: yetersiz uykunun çok büyük zararları vardır! Gardner paranoya, sanrılar, ruh halinde ani değişiklikler gibi aşağıda sıralanan birçok psikolojik problem yaşadı. Gerçekte ise, kendisini rahatsız eden birçok sorunun uykusuzluktan kaynaklandığını anlayamadı.

Uykusuzluğun neden olduğu 10 psikolojik etki ve sağlık sorunları

1-Uykusuzluk beynimizin etkinliğini azaltır

Uykusuz kalan beyin etkinliğini yitirir, normalde daha az efor sarf ederek ulaşabileceği sonuçları daha çok enerji harcayarak elde edebilir. Bu durum, uykusuz kalan insanların beyinleri üzerinde yapılan nöro-görüntüleme çalışmalarında gözlemlenmiştir. Bu beyinler, uykusuz kalmanın etkilerini ortadan kaldırmak için, prefrontal kortekse daha fazla kan pompalama ihtiyacı duyar.

2-Kısa süreli bellek körelir

Yetersiz uyku, hafızamızda da sorunlara sebebiyet verir. Kısa süreli bellek olmadan, zor işleri yapmak bir yana, aklımızda telefon numaralarını bile tutamayız. Bu sebepten ötürü, uykusuzsanız, unutursunuz. Randy Gardner’dan, uykusuzluk deneyi sırasında çok basit bir çıkarma işlemi yapılması istendi ama yapamadı. Soruyu anlamadığından şikayet etti.

3-Uykusuzluk uzun süreli belleği de köreltir

Uyumak aynı zamanda uzun süreli belleğin güçlendirilmesinde de önemli bir rol oynar. Uyku sırasında, beynimiz meydana gelen olayları bir düzene sokar, aralarında ilişki kurup, anlamlandırır. Sadece bunu yapmakla kalmaz, aynı zamanda uyurken öğrenme yetimizi de geliştirir.

4-Azalan dikkat süresi

Dikkat süresi yüksek olan bir insan, birçok ses arasından belirli bir sesi ayırt edebilir, karmakarış görseller ve imgeler içerisinde küçük nesneleri seçebilir ve dikkatini kontrol altında tutabilir. Uykusuz kalma durumunda ise, dikkatimiz daha çabuk dağılma eğilimi gösterir, istediğimiz şekilde duyularımıza hükmedemeyiz. Bu durumda ortaya çıkan sonuç ise, yorgun olduğumuz zaman kendini belli eden, o tuhaf dikkatin dağılma duygusudur. 

5-Plan yapamamak

36 saat uykusuz kalan bir beyinde plan yapma ve koordine olma  yetisi çalışmamaya başlar.

Bir eylemin ne zaman başlatılıp ne zaman sonlandırılacağına dair temel yetinin, uykusuz kaldıkça hızla köreldiği yapılan testler ile sabitlenmiştir.

Uykusuz kalmak, karar alma yetimizi de oldukça olumsuz bir şekilde etkiler.

6-Kötü uyku alışkanlıkları daha da kötüleşir

Yeteri kadar uyuduğumuzda, genel olarak ne zaman tekrar uyuyacağımız ve uyanacağımızı pek düşünmeyiz çünkü beynin otomatik sistemleri bu ihtiyacı kendiliğinden karşılar. Bir diğer deyişle, uyuma döngümüz bir alışkanlığa dönüşür. Daha az uyku sonucu normal uyku düzenimiz bozulduğunda bu vücudumuzun sağlıklı uyku döngüsüne girme yetisine zarar verir.

7-Kendimize ve çevremizdekilere tehlike arz ederiz

Gecenin geç saatlerine kadar poker oynayan herkes bilir ki, o tuhaf yorgunluk hissi riski alma dürtünüzü etkiler. Kart oyunları üzerinde yapılan çalışmalara göre, uykusuzluk çeken oyuncular strateji geliştirmede zorlanmaktadır. Oyunun akışına göre aksiyon alamadıkları gözlemlenmiştir. Uykusuz kaldığımız zaman tehlikeli riskler alırız. Aslında böyle durumlarda, masadan kalkacak kadar zihin açıklığına sahip olmak daha iyi olur.

8-Beyin hücrelerimiz ölür

Birçok farklı çalışma, uykusuz kalmanın beyin hücrelerini öldürdüğünü ve beyne zarar verdiğini göstermektedir. Sıçanlar üzerinde yapılan güncel bir çalışma, uzun bir dönem uykusuz kalan sıçanların beyin hücrelerinin %25’inin öldüğünü göstermiştir. Yapılan diğer çalışmalar ise, yine büyük ihtimalle uykusuzluk ile ilgili olarak, beynin beyaz madde bütünlüğünde kayıplar olduğunu belirtmektedir.

9-Hezeyan

Bir insan sürekli olarak uykusuz kalırsa, hezeyan durumuna girer. Bu durumda, psikoz, paranoya, aşırı seviyede yüksek enerji, sanrılar, agresiflik ve benzeri hadiseler yaşanabilir. Araştırmalar uykusuzluk hastalığı (insomnia) ile zihinsel rahatsızlıklar arasında bir bağ olduğunu göstermektedir. Bu bağın ne olduğu henüz tam belli değildir ve zihinsel rahatsızlıklar da uykusuzluk hastalığına neden olabileceğinden ötürü, bu hala üzerinde çalışılma yapılması gereken bir konudur.

Uykusuzluk çeken herkes bir kısır döngü içine girer mi? Algısal-davranış bazlı müdahale ve değerlendirme yöntemleri gibi, ilaç tedavisi olmadan uykusuzluk hastalığının tedavisi üzerine farklı yaklaşımlar mevcuttur.

10-Uykusuzluk kaza sayısını arttırır

Uykusuzluk ile ilgili en korkutucu durumlardan biri de, zaman içerisinde uyanık kalınan saatlerin birbirine eklenmesi ve bunun da bizi oldukça yormasıdır. Her gece bir ya da iki saat daha az uyuyabilir ama bunun farkına dahi varamayabilirsiniz. Fakat bunun zaman içerisindeki zararlı etkileri kaçınılmazdır.

Araştırmalar, uykusu varken araç kullanan insanların, sorunun ciddiyetini kavrayamadıklarını göstermektedir. Uykulu halde araç kullanmak  aslında sarhoş araba kullanmaktan daha tehlikeli olabilir. Bu iki durumun birçok benzer yanı vardır ve bazı durumlarda uykulu sürücünün bilinci daha düşük seviyelerdedir.

Uykusuz geçen 11 gün sonunda…

11 günlük uykusuzluk maratonunun sonunda, Randy Gardner ilk akşam 14 saat, bir sonrakinde ise 10 saat uyuyup, zaman içerisinde rutin düzenine kavuşmuştur.

Güzel bir gün geçirmek, iyi ve dinlendirici bir uyku almış olmakla başlar. Uykusuzluk, pek çok insanı etkilemektedir ve son derece sinir bozucu olup çeşitli problemlere yol açabilir. Gece yeterli uyku almazsak bu durumu gün içinde “telafi” etmeye çalışırız. Şekerleme yaparız, mesela. Bu durum, uykusuzluktan muzdarip olmaya devam etmemize neden olarak kısır bir döngü yaratır.

Hayat tarzımız ve alışkanlıklarımız vücudumuz için son derece önemlidir. Gücümüzün yettiğince sağlığımıza dikkat etmemiz önemlidir. Uyumadan hemen önce sağlıklı alışkanlıklar edinmek bunlardan biridir. Buna uyku hijyeni adı verilir. Böylece daha iyi ve uzun süreli bir uyku almış oluruz.

Günde en az 8 saat uyumamız gerektiğini hepimiz işitmişizdir. Ama gerçekçi olmak gerekirse günümüzde çoğumuzun hayat tarzı hiçbirimize bu hedefi gerçekleştirme imkânını vermiyor. Çoğu durumda çalışma yükümüz çok ağır ve boş zamanımızın en iyi şekilde tadını çıkarmak istiyoruz bu yüzden. Dolayısıyla, boş saatlerimizi aktivitelere, televizyon izlemeye vs. ayırıyoruz… Sonra tıpkı günlük bir aktiviteden diğerine gittiğimiz hızda uyumaya çalışıyoruz. Ama gerçek şu ki iyi bir gece uykusu için önceden hazırlık yapmak gerek.

Bu konuda uzmanların tavsiyelerini derledik. Bu maddeleri göz önünde bulundurarak geceleri daha iyi dinlenebilir ve uykusuzlukla mücadele etmeyi öğrenebilirsiniz:

1. Bir uyuma-uyanma planı belirleyin

Kurallar belirlemek, uyku düzenini sağalmak için çok faydalıdır. Her gün aynı saatte uyumak ve uyanmak bir alışkanlık yaratır. Böylece yatağa gitme zamanı geldiğinde daha kolay uykuya dalabilirsiniz. ayrıca bir gece yeterince uykumuzu alamasak bile sabah her zamanki saatte kalkmamız mümkün olacaktır. Bu durum, o günün gecesi daha kolay uykuya dalmamıza yardımcı olur.

2. Uyumadan önce alkol tüketmekten kaçının

Alkol, merkezi sinir sistemini baskı altına almasına ve uykulu bir hâl yaratmasına karşın dinlendirici uyku sağlamaz. Alkol, yarıda bölünmeler ve REM evresinin daha kısa sürmesi nedeniyle kalitesiz uykuya neden olur. Tüketilen alkol miktarı fazlaysa, bölünen uykuya ek olarak aşırı terleme ve güçlü rüya ya da kâbuslar görülebilir.

3. Doğru ısıya sahip karanlık bir odada uyuyun

Odada hiçbir ışık olmamalı. İşaret lambası ve her türden ışık buna dâhil. Ayrıca sürekli baktığımız ve bu nedenle uyuyamadığımız dijital saatler de ters etki yaratmaktadır. Isı da bu konuda önemli bir rol oynamaktadır. Oda daima rahat edebildiğimiz bir ısıda olmalıdır, ne çok sıcak ne de çok soğuk olmayacak şekilde ısıtılmalıdır.

4. Her gün egzersiz yapın ama uyumadan hemen önce değil

Egzersiz yapmak, sağlığımızın her aşaması için faydalıdır. Ama sporu tamamladığınız zaman ile yattığınız zaman arasında en az 3 sat olması önerilmektedir. Gece geç saatlerde spor yaparsak enerjimizi çalmış oluruz ve bu durum, uykuya dalmamızı güçleştirir.

5. Yatakta elektronik cihazlar kullanmayın

Yatağınız dinlendiğiniz yerdir. Boş zamanınızı geçirdiğiniz yer değil. Tablet ve cep telefonlarından uzak durmalı veya yatakta televizyon izlemek gibi alışkanlıklardan vazgeçmelisiniz. İlk bakışta hbereri okumak ya da televizyon izlemek, uykuya dalmanıza yardımcı olcak bir fikir gibi gelebilir. Ama aslında bütün bunlar uykuya dalmanızı güçleştirir. Ekrana dikkatinizi vererek uykulu hâlinizi yok edebilirsiniz. Bunun yanında yatağımızı uykuyla bağdaştırmaktan vazgeçme riski de vardır.

6. Yatakta 30 dakikadan fazla uyanık kalmayın

Uyumanın bütünüyle imkânsız gözüktüğü günler yaşarız. Bütün gece yerimizde döner dururuz. Uykuya dalmak için kendinize 30 dakika verin. Yatakta uyuyamadan çok fazla zaman geçirmemek önemlidir. Aksi hâlde elinize tek geçecek şey, sinir bozukluğu olacaktır.

7. Uyku vaktinden önce rahatlama teknikleri

Uyumadan önce bazı rahatlama teknikleri uygulamak önerilir. Mesela, nefes alma tekniklerini deneyebilir, hafif bir şekilde gerilebilir, dinlendirici müzikler dinleyebilir ya da sıcak bir banyo alabiliriz. Bütün bu aktiviteler bizi dinlendirir. Ayrıca endişelerimizi bir kenara koymamıza yardımcı olur.

8. Öğleden sonra kafein tüketmemeye çalışın

Mantıken yatmadan önce kahve içmek iyi uyuyabilmemize engel olur. Ama öğleden sonra içtiğiniz bir bardak kahve bile negatif etki yaratabilir. Kafeinin 4 ila 9 saat vücudumuzda kaldığını unutmamalıyız. Kafein, bir merkezi sistem uyarıcısı olduğu için uykumuzu doğrudan bölebilir. Kahve tek uyarıcı değildir. Çay ya da diğer bazı içecekler hatta çikolata gibi gıdalar bile uyumamıza engel olabilir.

9. Gün ışığına uyanın

Bazı uzmanlar, gün ışığıyla beraber uyanmayı öneriyor. Böylece günlük ritmimizin düzenlenmesi kolaylaşabilir. Bu durum, vücudumuzda melatonin maddesinin doğal bir şekilde üretilmesine yardımcı olur. Melatonin, uyuma-uyanma döngüsünü düzenleyen beyin epifizinin salgıladığı bir sinirsel hormondur.

10. Yatağınıza uzandığınızda önemli şeyleri düşünmekten kaçının

Bu uyması kolay bir tavsiye değil. Bazen endişe verici bir şey zihnimizde dolanıp durur ve yatağımıza uzandığımızda o konu hakkında düşünmekten kendimizi alıkoyamayız. Zihnimizi boşaltmaya çalışsak da endişe verici düşüneler akıp gider. Bu yüzden bu tür meseleleri uyumadan önce halletmemiz gerekir. Mesela, ertesi gün yapacaklarımızın bir listesini hazırlamak işe yarayabilir. 

11. Şekerleme yaparken dikkatli olun

Şekerleme yapmaktan tamamen vazgeçmeniz gerekmez. Bazı insanlar şekerleme yaparak büyük fayda elde etmektedir. Yeniden enerjisini toplamak için buna ihtiyaç duyan insanlar da vardır. Ama dikkatli olmak önemlidir. Yarım saatten uzun süren şekerleme yapmamanız önerilmektedir. Ayrıca şekerleme yapmak, uyku eksikliğini telafi için kullanılabilir. Eğer şekerleme yağmaya akışık değilsek ve uykusuzluktan muzdarip olduğumuz için unu yapıyorsak o gece tekrar uykusuzluk çekmemiz muhtemeldir.

Sadece günde sekiz saat uyumaktan ibaret değildir uyku düzeni. Bu sekiz saatin iyi kalitede uykuyla geçirilmesi önemlidir. İyi bir uyku hijyeni sağlamanın amacı gündüz enerji dolu olmak ve iyi hissetmektir. Bu alışkanlıkları günlük hayatımıza uygulamak, sağlığımıza dikkat etmenin ve uykusuzlukla kolay ve etkili biçimde başa çıkmanın iyi bir yoludur.

Uykusuzlukla Etkili Mücadele Etmeyi Öğrenin

Bu güne kadar gördüğümüz rüyalardan sürekli anlamlar çıkarmaya çalışsak da onlar bizim için hep bir gizem olarak kalmıştır.

Tarih boyunca rüyalarla ilgili çok şey yazılıp çizilmesine rağmen kimse kesin kanıtlarla bu olayın arkasındaki sır perdesini aralayamamıştı. Japonya’da bir grup bilim insanının yaptığı çalışmalar neticesinde beyin tarama teknolojisi kullanılarak gördüğümüz rüyaların içerikleri çözüldü. Gördüğümüz rüyaların ne anlam ifade ettiği geldiğini bulmak mümkün olabilecek.

Rüyaların İç Yüzü fMRI ve EEG Teknikleriyle Araştırılacak

Kyoto Üniversitesi İleri Düzey Haberleşme Araştırma Merkezi sayısal sinirbilim laboratuvarında çalışan Prof. Dr Yukiyasu Kamitani ve ekibi işlevsel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) tekniğini kullanarak uykudaki üç kişinin beyin yapılarını taradılar. Tarama esnasında kişilerin beyin dalgaları elektroensefalografi (EEG) yöntemiyle sürekli olarak kaydedildi.

Araştırmacılar uykunun ilk aşamalarıyla ilişkili beyin dalgalarını her tespit ettiğinde hemen katılımcıları uyandırıyor ve onlara rüyalarında ne gördüklerini soruyordu. Uykunun ilk evrelerinde görülen rüyalar bilim literatüründe hipnagojik imgeleme olarak tanımlanıyor.  Beyin dalgalarıyla ilişkilendirilen her rüya not alındıktan sonra katılımcılar tekrar uyumaya devam ediyordu. Bu işlem her gün 3 saat aralıklarla 7 – 10 defa tekrarlandı ve 3 saatlik sürelerde katılımcılar saat başına 10 kere uyandırıldı. Katılımcıların hepsi saatte 6 – 7 rüya gördüklerini söylüyorlardı ve araştırmacılar toplamda 200’ü aşkın rüyadan oluşan bir veri tabanı elde etti.

Rüyaların Çoğu Sıradan Şeylerden Oluşuyor

Katılımcıların bildirdiği rüyaların çoğu onların günlük işleriyle ilgiliydi. Katılımcılardan biri rüyalarından birini şöyle açıklıyor “Rüyamda bir fırına gitmiştim. Bir ekmek aldım ve sokağa çıktım sonra fotoğraf çeken birini gördüm. Başka bir katılımcı ise “Ben bir tepenin üstünde büyük bir heykel gördüm ve tepenin aşağısında evler, yollar ve ağaçlar vardı” diyor. Kaydedilen rüyalardan bazıları ise ünlü bir oyuncuyla tanışmak gibi sıra dışı unsurlar barındırıyordu.

Dr. Kamitani ve ekibi katılımcıların söylediklerinden anahtar sözcükler oluşturmak için ‘Wordnet’ adlı sözlük işlevine sahip bir veri tabanı kullandılar ve bu sözcükleri 20 kategori altında topladılar. Örneğin, çok sık karşılaşılan sözcüklerden bazıları kadın, erkek, araba, bilgisayar gibi kelimelerden oluşuyor. Bir sonraki aşamada araştırmacılar oluşturulan her bir kategoriyi temsil eden fotoğraflar belirlediler. Bu fotoğraflar katılımcılara gösterilirken, ekip tekrar fMRI tekniğiyle katılımcıların beyin yapısını taradılar ve hangi bölgenin etkin olduğunu incelediler. Bu noktada araştırma ekibi katılımcıların uyandırıldığı ve fotoğraflar gösterildiği zaman olmak üzere iki farklı fMRI tarama sonucuna sahip oldu ve bu sonuçları birbirleriyle karşılaştırdılar.

Rüyalar ile Görsel Korteksler Arasında İlişki Kuruldu

Araştırmacılar renk zıtlığını ayarlama gibi görüntülerin ilk işlendiği yer olan beynin V1, V2, V3 alanlarındaki hareketliliği ve ardından nesne tanımlama gibi daha üst düzey görsel işlev alanlarını incelediler.

2008 yılında Dr. Kamitani ve ekibi beynin görsel işlev alanlarında nesnelerin görüntülerini oluşturmayı ve bunun mekanizmasını çözmeyi başarmışlardı. Şimdi ise onlar beynin daha üst seviyedeki işlem merkezlerinde rüyaların ne anlama geldiğini çözebiliyorlar. Araştırmayla ilgili Dr. Kamitani şunları söylüyor “Rüyaların içeriklerini sınıflandırdıktan sonra bu sınıf içindeki görüntülerin rüyada olup olmadığını tahmin etmek için bir model oluşturduk. Katılımcıların uyandırılmasından sonraki 9 saniye boyunca gerçekleşen beyin etkinliğini inceleyerek bir kişinin rüya görüp görmediğini tespit edebiliyoruz.”

Dr. Kamitani araştırmalarında rüyaların içeriklerinin görsel yapısından ziyade ne anlam ifade ettiğini bulmaya odaklandıklarını belirtti ancak görsel yapıların da oluşturabileceğini düşünüyor. Araştırma geçtiğimiz Ekim ayında New Orleans yıllık sinirbilim kongresinde sunuldu ve Science dergisinde yayınlandı. Kamitani ve ekibi şu an uykunun çeşitli aşamalarını inceleyerek rüyalarla ilgili daha fazla bilgiye ulaşmaya çalışıyor.

http://www.guardian.co.uk/science/neurophilosophy/2013/apr/05/brain-scans-decode-dream-content
Horikawa T, Tamaki M, Miyawaki Y, Kamitani Y. “Neural Decoding of Visual Imagery During Sleep” Science, Nisan 2013

Çağlayan Taybaş

Gençken insan anlamaz sağlığın ne kadar değerli olduğunu. Yaş ilerledikçe kırışıklıklar, bel ağrıları, hafıza sorunları artar. Yaşlandığımızın farkına varırız ve ölümün hiç olmadığı kadar yakın olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz. Pandemide de birçoğumuz yakınlarını, sevdiklerini kaybetti. Virüse yenik düşen eşimiz, dostumuzun ardından gözyaşı döktük. Yeni bir araştırma ölüme yaklaştıkça rüyalarının içeriğinin değiştiğini gösteriyor.

Dr. Christopher Kerr “Ölüm Bir Rüyadan Başka Bir Şey Değil: Umudu ve Anlamı Hayatın Sonunda Bulmak” adlı kitabında ölüme yaklaştıkça insanlarda nasıl değişimlerin ve rüyaların nasıl farklılaştığını anlatıyor. Dr. Kerr kariyerine hastaların fiziksel muayene ve bakımlarını yaparak başlamış. Zaman içinde ölüm döşeğindeki hastaların rüyalarında sevdiklerini gördüklerini ve bu durumun onlara huzur ve rahatlık verdiğini gözlemliyor. Rüyalarında gördükleri kişiler çoğu zaman hayata daha erken veda etmiş sevdikleri oluyor.

Halüsinasyon ve Bilişsel Gerileme Değil

Doktorlar bu tür durumları halüsinasyon olarak yorumlayabilirler. Ölüme yaklaşan çoğu insanın kendisinden yıllar önce ölmüş yakınlarını sayıklamasına belki siz de şahit olmuşsunuzdur. Dr. Kerr 2005 yılında bir hastası ölürken hastasının yıllar önce ölmüş bebeğini gördüğünü ve kucağında tuttuğunu sandığını belirtiyor. Başka bir insan yine yıllar önce kaybettiği annesinin onunla konuştuğunu sanabiliyor. Bu tür deneyimler bilişsel bozulma gibi görülebilir ama anlık ortaya çıkışları akla başka ihtimallerin gelmesine neden oluyor. Dr. Kerr hastaların durumunu gözlemlerken bu tür tecrübelerin onlara rahatlama ve huzur verdiğini fark etti ve büyük projesini başlattı. 10 yılı aşkın bir süre boyunca Dr. Kerr ve ekibi ölmeye yakın insanlarla konuştu ve söylediklerini not aldı. Yıllarca o kadar fazla insanla görüşüp kayıt almışlardı ki, sonunda 1400 hasta ve hasta yakınının ifadelerinden oluşan geniş bir veri havuzuna sahiptiler. Bu hastalar hayatlarının sonunda neler yaşıyordu, şimdi bunları analiz edeceklerdi.

Rüyalar Bizi Rahatlatmak İçin Olabilir

Kerr’in analizleri sonucunda keşfettiği gerçek onu şok etti.  Hastaların %80’den fazlası hayatlarının sonuna doğru tuhaf rüyalar görmeye başlıyordu. Üstelik bu durum ırk, yaş veya diğer faktörlerden etkilenmiyordu. Bu rüyalarda oldukça canlı ve anlamlıydı. Hayatın sonuna doğru bu rüyaların görülme sıklığı da artıyordu. İnsanlar genellikle uzun zaman önce kaybettikleri anne veya babalarını görüyorlardı. Bazen ölmüş çocuklarını veya ev hayvanlarını görenler vardı. Ancak değişmeyen tek şey ölmeye yakın insanlar aidiyet hissettikleri ve sevdikleri kişileri rüyalarında görüyorlardı. Bu durum onların ölüm korkusuna karşı bir rahatlama ve destek arayışından kaynaklanabilir.

Ölüm herkese korkutucu gelir. Yaşamın son bulması ve tüm sevdiklerimizden ayrılma düşüncesi bizi üzer. Ölüm öncesi görülen rüyalar bu korku ve stresin azaltılmasında yardımcı olabilir. İnsanlar ölürken dünyadaki sevdiklerinden ayrılırlar ama belki bu rüyalar onlara kaybettikleri sevdiklerine kavuşacaklarını göstermek için ortaya çıkıyordur. Bu rüyalar sayesinde ölümü daha kolay kabullenip rahatlayabilirler.

Çağlayan Taybaş

Rüya ile ilgili yazılmış olan hemen hemen tüm kitaplarda çeşitli rüyaların varlığına yer verilmiştir. Bu nedenle birçok rüya türü karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu çalışmada hepsine yer verilmesinin imkansız olacağı düşünülerek genel bir çerçevede ve hemen hemen herkes tarafından varlığı kabul edilmiş olan rüya türleri üzerinde durulacaktır.

Fizyolojik Kökenli Rüyalar: Uyurken vücudumuzdaki herhangi bir organımızın işleyişinde meydana gelen bir değişiklikten dolayı görülen rüyalardır. Örneğin midede meydana gelen bir ekşime, kan basıncında oluşan bir değişim bu tür rüyaların görülmesine neden olmaktadır. En fazla görülen rüya türlerinden biridir. Genellikle kâbusların görüldüğü rüyaların oluşumu bunlara bağlıdır. Midedeki bir ekşime, uyku sırasında midenin bir katilin bıçakla mideyi oymasına dönüşen bir his vererek böyle bir rüyanın ortaya çıkmasına neden olabilir. Başka bir örnek ise uykusu sırasında bir kimseye çiçek koklatılsa kendisini bir gül bahçesinde gördüğü bir rüya oluşabilir . 

Fizyolojik rüyalar, tamamen ruh ve madde ilişkisinden kaynaklanan canlılığın gerekliliğinden doğarlar. Bu tür rüyalar, kaynağı beden olan ve bedendeki değişimlerden etkilenen rüyalardır. İnsan bedeninde oluşan her türlü işlevin şuuraltıyla bir ilgisi vardır . İşlevlerdeki bir aksaklık, fizik bedenin dışına bir mesaj yolladığı gibi, şuur altına da bir mesaj yollar. Odanın penceresi açıktır ve uykuya dalarken sıcak olan hava sabaha karşı serinlemeye başlamıştır; o sırada kişi kendini ya birden soğuk ve karlı bir dağ başında bulduğu bir rüya görmeye başlar ya da o sırada bambaşka bir rüya görüyorken, o sahnenin içine birden karlar yağmaya başlar. Bu sırada beden, insanı uykunun derinliklerinde uyarmakta, normal duyularıyla odanın içindeki havanın buz gibi olduğunu fark edemeyen kişiye “üşüyorsun” mesajını iletmeye çalışmaktadır. Bu tür rüyalar özellikle ışık ve temas sonucu meydana gelirler. Örneğin uyku sırasında parmakla dürtülen kişi, bir kılıçla yaralandığını görebilir. Buradan duyu organlarının, uyurken bile tetikte oldukları sonucu ortaya çıkmaktadır. Diyelim ki, rüyada kolunu bir köpeğin ısırdığını gören kişi uyandığında elinin üzerine yatmış ve kolunun uyuşmuş olduğunu fark edebilir.

Bu mesajlar sembol haline dönüştüğünde 

Rüya kişiyi başka türlü uyandıramadığı için mesajını bu şekilde vermektedir. Beden açısından şuurlu işlevle şuursuz işlevi ayırt etmek mümkün değildir bu nedenle durum değişiklikleri ile ilgili tüm mesajlar şuurun her iki bölgesine de yollanır. Aslında insanlar için fizik plana çıkan mesajlar kolayca algılanabilir. Örneğin, diş ağrısı, mide rahatsızlığı gibi durumlarda kişi doktora gider ve bunlara bir çare bulmaya çalışır . Ancak bazı mesajlar vardır ki, bunlar fizik plana ulaşmaz ama şuuraltına ulaşırlar. Nitekim henüz ağrılar veya diğer fizyolojik belirtiler ortaya çıkmadan, birçok rahatsızlıkların ve hastalıkların başlamış ve gizli gizli ilerlemiş olduğu; rüyalardaki sembollerin, uyarıların yorumuyla anlaşılabilmektedir. 

Bu mesajlar sembol haline dönüştüğünde çok farklı rüyalar görülebilir. Birçok psikolojik ekol çeşitli teorilerden yola çıkarak, şuuraltı sembolizminin insan bedeniyle olan ilişkisi konusunu ele alıp incelemektedir. Bütün duyu (işitme, tatma, koklama, dokunma, görme) organları ve de insanın kendi varlığı ve fonksiyonları hakkında sahip olduğu şüpheli izlenimlerin tamamı; rüyaların içine kendilerinden birçok sahneler eklerler. Rüya araştırmacılarına göre bu tür rüyalar, ağır hastalıklardan sonraki iyileşme süreçlerinde daha çok görülmektedirler. İnsanla ilgili her şeyde olduğu gibi burada da iç/ dış bütünleşmesi söz konusudur; dıştaki fizyolojik iyileşmeye eşlik eden iyilik ve sağlık duygusu içten gelmektedir.

Yapılan araştırmalarda değişik biçimde yatmanın, koku ve su sesi gibi duyusal uyaranların rüyaları etkilediği meydana çıkarılmıştır. Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Knight Dunlap’e göre gece üşüdüğü zaman insan kendini rüyada çıplak görmekte, düşme ve kayma rüyaları ise bedende bazı kasların büzülüp gevşemesinden ileri gelmektedir. L.H.W. Horton aynı şekilde rüyaların, duyusal izlenimlerin yanlış yorumlanmasından ileri geldiği kanısındadır. Kendisi, kulağındaki bir arızadan ötürü kafa içinde birtakım seslerden rahatsız olan bir kimsenin rüyasında sık sık gök gürültüleri ile uyanmasını, örnek olarak vermektedir. Bunun gibi, dişi ağrıyan bir öğrencinin rüyada kendisinin bir arkadaşı ile boks yaparak çenesine birkaç yumruk yediğini görmesini anlatmaktadır.

Şuur altına inen bu mesajlar 

Psişik kökenli (ruhsal) rüyaları, Sevda Yücesoy Uykudaki Bilgelik Rüyalar isimli kitabında beş bölümde incelemiştir. Rüya ile ilgili diğer kitaplarda da bu tür rüyalara rastlanmıştır ve aşağıdaki gibi bir inceleme ortaya konulmuştur . Bunlar :

a) Şuuraltı Kökenli Rüyalar: Bu tür rüyalara “yapıcı rüyalar” ya da“psikolojik rüyalar” da denilmektedir. Bunlar hislerin uyarılması, şuuraltı birikintileri ve içgüdüsel unsurlarla ilgili olan rüyalardır. Günlük yaşantıda deneyimlenen; bencillik, his, vicdan, inanç gibi çeşitli seviyelerdeki yeni oluşumlar veya yıkıntılar sebebiyle ortaya çıkarlar. Günlük hayattaki olayları, kişisel arzu ve tutkuları içeren bu rüyalarda, gün içinde yapılan tecrübelerin başarılı veya başarısız sonuçları imajlar halinde görülebilir. Karışık, kesik kesik ve genel olarak mantıksızdırlar. Bu rüyalarda, semboller arasında “çağrışıma” dayanan bir ilişki vardır . Günlük yaşantı içerisinde (ki, bu bir ya da birkaç günü veya birkaç ayı kapsayabilir), dikkat etmeyen bir şuur ile yaşanılan birçok olay şuur altına iner . Şuur altına inen bu mesajlar genellikle etik, yani bir bakıma ahlaki ve manevi değerleri olan kavramları, tartışmaları taşıyan bazı olaylardır. Bunlar; duygusal, ahlaki hatta siyasi yaşamdan kaynaklanan, bir bölümü cinsel yaşamdan gelen etik değerlerin hepsini içine alan birtakım iç mesajlardır. Bu mesajların indiği şuur altında kendimiz yani özümüz, şuur altımızı yöneten asıl benliğimiz tarafından yaratılan vicdani bir tartışma, bir mücadele, bir çalışma biçimi vardır. Bu kaynaktan da çok önemli rüyalar oluşur.

İnsanlar uyanık durumdayken birtakım sorunları kontrol etmez, onları düşünmez, vicdan azabı ya da pişmanlık duymazlar. İnsanların büyük bir çoğunluğu günlük yaşamında bunları bastırabilir ve göğüsleyebilir. Böyle durumlarda çeşitli gerekçelerle vicdan sesini dikkate bile almazlar, olayları mantığa uydurup, akli hale getirirler. Ancak mantığa uygun hale getirmiş olmalarına rağmen, şuuraltını yöneten asıl benlik bundan tatmin olmaz. Memnun olmadığı için şuuraltı daha derin bir muhasebeye girer. Vicdanın hiçbir şekilde engellenmediği şuuraltında, olaylar daha doğru değerlendirilir ve bilincin kontrolü iyice zayıfladığında, yani uyku sırasındayken bunlar sembollerle bürünüp rüya şeklinde insanlara ulaşırlar. Eğer insanın hayatı normal bir gidiş içindeyse telkin, fikir, imaj, arzu şeklinde şuuraltında korunan etkiler kişiyi zorlamaz ve rahatsız etmezler. Ancak yaşam koşulları (maddi ve manevi) kişinin standardını aşıp, düzensizlik ve şuur kontrolsüzlüğü artarsa, karmaşık ve enerjisi yoğun olan bu içerik; her yolla ortaya çıkmak ve görevini yerine getirmek ister. Bu durum kişide kompleksli davranışlar, nevrozlar, sürçmeler ve rahatsız hallerin yanı sıra ilhamlara, icatlara ve yetenek dışı eylemlere de sebep olabilir.

Bu karmaşık ve enerjisi yoğun içerik kendi eylemlerini, istek ve arzularını rüyalar şeklinde şuurumuza yansıtır. Hatta bu durumun bedensel rahatsızlıkları oluşum halindeyken ifade etme gücü de vardır. Bu tür rüyalar; anlaşılması güç, saçma ya da karışık sahne ve imajlar tarzında sembolleşebilirler. Şuuraltında pek çok birikim vardır. İnsan duygularını her zaman dışarıya yansıtamaz. Düşük duygusal yaşantıyı bir yandan şuuraltı birikimleri diğer yandan içgüdüsel dürtüler zorlar. Bu rüyalarda çıkan amaç ve bilgi, saklı ya da örtülü gibi görünür. Ancak bu rüyaları hafife almadan, anlatmak istediklerini sembolleriyle birlikte anlamaya çalışmak çok büyük faydalar sağlar. Şuuraltı rüyalarının kaynakları çok önemlidir. Asıl bunlar keşfedilip bulunmalıdır. Unutmamak gerekir ki, şuuraltı rüyalarının en önemli kaynaklarından biri; kişinin ben’i (egosu) ile vicdanı arasındaki çatışmalar süresince, daima egosunu destekleyen içgüdüsel eylemler, eğilimler ve arzulardır. Şuuraltı rüyaları ayrıca, insanın kendi kendine meydana getirdiği bir karşılaştırma sistemi olmaktadır. Yorumlanması sırasında en çok yanlışlığa düşülen rüyalar bu türdendir çünkü aslında bir vicdan muhasebesinin doğru sonucunu taşıyan bir şuuraltı rüyası, vicdan muhasebesine hiç girişme yanlısı olmayan egonun etkisi ve çarpıtması altında yorumlanabilir, bu durumda mesaj yanlış anlaşılmış olacaktır.

Astral Kökenli Rüyalar: Astral rüyalar, uyku süresince astral planda yaşanan ses ve görüntülerin görsel bir hatırlanışıdır. Bu plan ruhun bedenden geçici olarak ayrıldığı sırada şuurun uzandığı bir yerdir. Astral dünyayla ilişkili olan bu tip rüyalar, açıkça bilindiği gibi yanıltıcı parlaklıklara ve görüntülere sahip olabilirler. Bunlar bazen kişinin astral faaliyetlere katılımıyla ilgilidir, bazen de uyuyan kişinin, astral ortamda bulunan varlıkların yaptıkları işlere ve genel görünüme astral bir seyirci olarak katılırken elde ettiği izlenimlerin kaydından ibarettir. Bu tür rüyalar arasında ayrıca, uyanıkken yapılan ve daha sonra uyku saatleri sırasında astral planda da devam eden bazı faaliyetlerin fizik beyne kaydedilmesiyle oluşan rüyalar da vardır. Astral rüyalar kişiye doğrudan yapılmış bir yardım niteliği taşısa da yine de dikkatli bir biçimde ele alınmalıdır. Çünkü bu rüyalar hem yanıltıcı görüntülerden, hem de bu tür astral seyahatlerde karşılaşılan diğer varlıkların izlenimlerinden etkilenebilirler. Psişik safhadaki astral rüyaların farklı bir uzantısı olan telepatik geçişlerin asıl sebebi, bedensiz varlıklardır. Bu noktada bedenliler arasındaki telepatinin aksine bedensiz bir varlıkla bağlantıya geçildiği gözlemlenir. Geri ve uyumsuz bedensiz varlıkların, bedenli varlıklara yaptıkları etkiler sonucunda bu tür rüyalar oluşabilmektedir. Bu tarz rüyalarda kişiye obsede edici nitelikteki telkinler, imajlar ve duygular gönderilir. Rüya gören kişi bunları açıkça anlayamaz.

Şuur altına geçen etkiler, çeşitli sabit imajlara bürünerek, uyanık halde vizyonlar tarzında veya uyurken rüyalar şeklinde şuura çıkarlar. Yaydığı etkiler bakımından geri varlıklarla irtibat kurup bunun tezahürlerini, uykusunda düş olarak yaşayan kimseler için bu rüyalar aslında çok iyi uyarılardır. Fakat çoğu kimse bu konularda yeterince bilgili olmadığı için bunu anlayamaz. Kabul etmesi zor olsa bile geçerli olabilecek gerçek şudur: Genellikle günlük yaşamlarında düşük tesirli düşünce ve eylemler içinde olan kimseler, doğal olarak uykudayken de bu düşük tesirlerle rezonansa geçebilecek geri varlıkların titreşim bölgelerini aşamazlar. Bu durumda, negatif bir yaşamın rüyalarının pozitif olabileceğini düşünmek pek mantıklı olmayacaktır.

duyu ötesi algı,

Haberci ve Eğitici Rüyalar: Haberci rüyaların duyu ötesi algı, yani altıncı his yeteneklerinden biri olduğu da söylenmektedir. Buna göre duyu ötesi algının daha çok değişmiş bilinçlilik durumlarında gerçekleştiğine inanılmaktadır. Değişmiş bilinçlilik durumu, zihnin günlük normal işleyişinden ve iradesinden farklı bir halde olmasıdır. Sinirsel gerilimler, uyku öncesi ve uyanmak üzereyken yaşanılan yarı bilinçlilik durumu, hipnoz ve en önemlisi hayal gücünün serbestçe kendisini gösterdiği rüyalarla kendini anlattığı uyku, değişmiş bilinçlilik durumlarıdır. Nasıl ki görme duyusunu kaybeden bir kişinin işitme duyusu gelişirse , beş duyunun çalışmadığı bilinç ve iradenin hükmünü kaybettiği dönemlerde, eğer varsa altıncı hissin devreye girmesi mantıklıdır. Altıncı his görüşünü paylaşanlar, haberci düşlerin tek ve kesin bir geleceği göstermeyip, ancak belki bir fiilin işlenmesi durumunda kişinin başına gelecek olayları simgelediğini düşünmektedirler.

Haberci rüyalar; henüz daha gerçekleşmemiş olan bir olayın rüyada görülmesidir. Gelecekten haber verme özelliği vardır. Bu nedenle bu tür rüyalara “kehanet rüyaları” da denir. Haberci rüyalar da, kendi içinde iki bölümde ele alınmaktadır. Birincisi, bedensiz varlıklar tarafından aktarılan bilgilerle görülen haberci rüyalardır. İkincisi ise, duyular dışı algılamalarla önceden bir olayın hissedilmesi ile görülen haberci rüyalar olmak üzere ender görülen rüya çeşitlerindendir . Haberci ve eğitici rüyalar; beden dışı yaşam ile asıl büyük, geniş ve yüce yaşam arasındaki ilişkilerden doğan rüyalardır. İnsan uykudayken spatyoma∗ geçişi sonucunda bazı bilgilere ulaşır. Çünkü uyku; öte aleme, ruh dünyasına açılan küçük bir penceredir. Rüyaların büyük bir bölümü insanlara buradan gelir. İşte bunlar haberci, uyarıcı, geçmişi ya da geleceği bildiren rüyalardır. Hepsine birden haberci ya da eğitici rüyalar da denilebilir. Haberci rüyalar birkaç amaç taşırlar. Bunlardan biri, ne durumda bulunduğunu insana göstermektir. Bir diğeri de, kişiye bu bilgiyi ya da bu kehaneti veren kaynağın şuur seviyesinin ne kadar kapsamlı olduğunu göstermektir. Bu tür ayrıntılı rüyalarla çok sık karşılaşılır ve zihinde ileride meydana gelebilecek olayları önceden bilme yönündeki çalışmasını işaret ederler; zaten insan şuurunun zaman ve mekana tabi olmayan yanı, şu anda oluşan ve gelecekte oluşacak olan olaylara ait etkileri meydana getirmektedir.

Gelecekte olacak bir olayı önceden görmek nasıl mümkün olabilir? Bu, en çok merak edilen bir durumdur. Yaşamı yöneten “kronoloji” denilen zaman olgusu, rüya yaşamı için geçerli değildir. İnsanlara geleceğe ait bir bilgi veriliyorsa, bu hiç yoktan ortaya çıkmış bir gelecek değildir. Eğer rüyalarda gelecekte olacak ama oluşmaları önlenebilecek olaylar gösteriliyorsa, aslında insanlara olağanüstü güzel bir bilgi verilmektedir. Bu bilgi “Bunlar senin atmış olduğun adımlardır ve seni işte buraya kadar getiriyor. Hiç kimseyi suçlaman gerekmez, çünkü bu işi yapan sensin. İşte yürüdün, şimdi buradan geçiyorsun. Az sonra de şuradan geçip gideceksin ama oradan değil de buradan da gitmeyi seçebilirsin” demektedir. Sebep-sonuç zincirinin küçük bir bölümü, rüyalarda kişilere gösterilir. Süreleri, uyanık durumda olunsa birçok saati alacak olan olayların rüyasını görmeye birkaç saniyenin yettiği bilinir. Rüyalarda zamanı belirleyen, bir saat kadranında iğnelerin yer değiştirme hızı değil, zihindeki algılamaların birbirini izleme hızıdır. İşte bu yüzden rüya zamanı saatlerle ölçülemez. Eğer rüyalardaki beş dakikalık durum, beş gün gerektirecek bir dizi olayı canlandırmaya yetiyorsa, zihnin rüya görürken uyanık duruma kıyasla düşünülemeyecek bir hızla çalıştığı görülmektedir. Haberci, bilgi verici ve insanın kendi iç muhasebesiyle ilgili rüyaları, fizyolojik rüyalar gibi kontrol etme imkânı yoktur.

Haberci rüyalar, varlığın belirli bir şuur seviyesinde zaman zaman irtibat kurabildiği “geçmiş hayat bilgisinin” etkisi altında görülen rüyalardır. Ayrıca kişinin ruhsal koruyucusu ve rehberi ile olan irtibatından da oluşabilirler. Bu rüyalar, Yüksek Ruhsal Yönetici Varlıklar tarafından yapılan özel ve genel etkiler sonucu ortaya çıkan rüyalardır. Bu rüyalar insanlara, ferdin şuurlu tatbikatlar sonucunda adeta birer mükâfat olarak verilirler. İnsan böylece geçmiş enkarnasyonlarında almış olduğu bilgiyi bu yaşamında tatbik edebilir hale gelir; bu bakımdan bu tip rüyalar hakiki güç ve bilgi kaynağı durumundadırlar. Eğitici rüyaların çok büyük bir bölümünden, belki % 98’inden, bir şey öğrenmiş olmanın, bir gerçeğe ulaşmanın lezzet ve tatminiyle uyanılır. Ama “Bu gerçek neydi? Bunu bana bir cümleyle anlatır mısınız?” diye sorulsa, anlatılmaz. Sadece ihtiyaç olan bir bilgiyi almış olmanın verdiği hazzı ve huzuru hissederiz . Bu durum bütün gün devam eder. İşte bu, eğitici rüyadır.

doğum, ölüm, aydınlık,

Kolektif Tesir Rüyaları: Jung’a göre kolektif bilinçdışı, tüm insanlığın mirasını, tarihten, tek tek toplumlardan ve ırklardan bağımsız olarak başlangıçtan beri süregelen ve evrensellik kazanmış durumlar karşısında gösterilen kalıpsal tepkileri içerir. Korku, tehlike, savaş, aşk, nefret, doğum, ölüm, aydınlık, karanlık gibi durumlar, bu tür içeriklerden bazılarıdır. Jung’a göre kişiliğin bu bölümü, yapısında barındırdığı olumlu-olumsuz güçler nedeniyle, içeriklerini sürekli çözen ve etkinliklerine göre sınıflandıran dinamik bir yapıdır. Durağanlıktan uzak kolektif bilinçdışının bu dinamik yapısı, üretici fonksiyonlarıyla insan üzerinde belirleyici etkiler icra ettiği için kendine özgü bir gerçeklik arz eder. Kolektif bilinçdışının içeriklerini “arketip”ler teşkil eder. Jung en genel anlamıyla kolektif bilinçdışını, insanın kişisel deneyimlerine dayanmayan ve bu nedenle kişisel deneyim ya da çabalar sonucunda oluşmayan; daha önce hiçbir şekilde bilinç alanına ulaşmamış, miras olarak devralınan insanlığın tümüne ait ortak öğelerin toplandığı psişik kısım olarak tanımlar.

Jung özellikle kolektif bilinçdışına ait içeriklerin beyin aracılığıyla  aktarıldığını iddia eder. Ona göre bu aktarım, beynin tüm insanlığa ait eski ve derin deneyimler tarafından biçimlendirilmesi sonucunda mümkün olabilmektedir. Kolektif bilinçdışı, bilinçten çok daha eski ve köklüdür. Arketipler, en genel anlamıyla zihinsel prototipler, biçimler ya da bilinçdışı tabiata ait imgeler olarak tanımlanabilirler. Bunlar, dünyanın hemen her yerinde kültürel yapıyı belirleyen ortak mitlerden, yaşantılardan ve bireyi her zaman etkileyen bilinçdışı kaynaklı ürünlerden oluşurlar. Diğer taraftan insanların, rüyalarında karşılaştıkları gerçek hayatta daha önce hiç tecrübe etmedikleri ve bilgi sahibi olamadıkları mitolojik imgeler, kolektif bilinçdışının mevcudiyetine dair başka bir delildir

Kolektif tesir rüyaları, küçük farklılıklarla birçok kişi tarafından görülürler. Bu tür rüyalar, ortak bir tesir planının yardımlarını fertlere ulaştırmaktadırlar. Varlıklar idrak ve anlayışa ulaşmak için gösterdikleri çaba ve gayretlerle bir kademe meydana getirmişlerse bu yönde çalışan herkesin bağlı olduğu etki mekanizması, fertleri içine alan kolektif bir etki sahası ya da ortak bir etki alanı oluşturur. Bu ortak etki alanı, beden içindeki varlıkları topluca idare etmek ve onlara yardım etmek için kolektif tesir rüyalarını oluşturur. Bunun sonucunda kişiler birbirleriyle aynılık gösteren rüyalar görmeye başlarlar. Bu durum, sanki bir soru karşısında, özellikle zorlanma karşısında uzun süren çabalara rağmen hatırlanamayan bir şeyi rahatlıkla ifade etmek gibidir. Varlıksal seviyede, çaba ve gayretlerle hak edilen cevap, bu tür rüyalar sayesinde bir grup insana aynı anda ulaşır. Bazen de tekâmülün açık bilgi devrelerinde, ferdi tesirler genel tesirle birleşir ve kişisel akaşalarda∗ kayıtlı bilgiler; bir şuur sıçramasına sebep olacak biçimde kullanılır hale gelirler.

Renkleri belirgin, ışık yoğundur.

Üst Realite Rüyaları: Üst realite rüyaları insanların gelişim seviyeleriyle ilgili olmayıp, bir üst seviyenin yardım ve etkisiyle meydana gelmektedirler. Bu tip rüyalarda insan yaşayışına yön veren, kişiyi kendine çeken bilgi ve yardımlar mevcuttur. Örneğin; duygu realitesinde olan bir kişinin vicdan realitesinden etki aldığı düşünülürse, alınan bu etkiler şuurda imajinatif olarak şekillenecek ve o kişinin , bir üst realiteye geçişine hazırlık anlamında bilgiler almasını sağlayacaktır . Bu üstün sembolik düzeydeki rüyaların hem uyku sırasında hem de uyandıktan sonra kişi üzerindeki etkileri çok fazladır. Çoğunlukla üzerinden yıllar geçse de akıldaki parlaklıklarını hiç yitirmezler. Üst realite rüyalarında kişi içinde yaşadığı hal ile gelecekte alacağı durumun karşılaştırmasını görür veya sadece o andaki hal ortaya konulur ya da yalnızca gelecek anlatılır. Bu tip rüyalar çok semboliktir ve kendilerini kuvvetle belli ederler. Renkleri belirgin, ışık yoğundur.

Tipik Rüyalar: Rüya türlerinden biri de tipik rüyalardır. Tipik rüyalar , “ hemen herkesin benzer biçimde gördüğü ve herkes için aynı anlamı taşıması gereken belli sayıdaki rüyalardır. Tipik rüyalar aynı kaynaklardan doğmakta ve bu nedenle rüyaların kaynaklarına ışık tutmada özellikle iyi niteliklidirler.” Freud’a göre tipik rüyalar kendi arasında dört gruba ayrılmaktadır. Bunlar; çıplak olmaktan utanma rüyaları, düş görenin düşkün olduğu kişilerin ölmesi rüyaları, diğer tipik rüyalar ve sınav rüyalarıdır.

Çıplak Olmaktan Utanma Rüyaları: “Tipik rüyalardan biri, kendini çıplak görmektir. Bu tip rüyalarda, insan kendini kalabalık içinde çırılçıplak görür, hiç kimse onu fark etmediği halde hayrettir ki, büyük bir utanma hissi duyar. Bu tür rüyalar da bazen biraz değişebilir, örneğin kişi çıplak olacağına yer ve zaman ile uyumsuz giysiler kullanabilir.”  “Bu tür rüyalar, Freud’a göre utanma devrinin başlamadığı çocukluk çıplaklığına bir dönüş arzusunun ifadesidir.”

Düş Görenin Düşkün Olduğu Kişilerin Ölmesi Rüyaları: Tipik olarak betimlenebilecek bir başka rüya grubu bazı sevilen akrabaların örneğin bir ana babanın, bir erkek ya da kız kardeşin veya bir çocuğun ölümünü içerenlerdir. Bu tür düşlerin iki sınıfa ayırt edilmesi gerekir: Düş görenin acı duymadığı bu nedenle uyandığında duygusuzluğuna şaşırdığı düşler; düş görenin ölüm acısını derinlemesine duyduğu ve hatta uykusunda acı acı ağladığı düşler. Bunlardan ikincisi tipik sayılan düşler arasına girmektedir. Bu tip rüyaların kaynağında rüyayı gören insanlar, rüyasındaki ölen kişinin gerçekten ölümünü belli bir zaman diliminde istemiş olmasıdır; rüyayı gördüğü zamanda değil de hayatının bir döneminde rüyasında ölü olarak gördüğü insandan kurtulma duygusu yatar .  “Örneğin ablası tarafından kullanılan ve kontrol edilen küçük bir kız çocuk, ergin yaşta ablasının ölümünü rüyasında görebilir. Bu, onun, ablasının ölümünü arzu ediyor demek değildir; belki, ondan bir süre için kurtulması arzusu, ölüm şeklinde simgelenmiş olabilir. Eğer bilinç ötesi herhangi bir malzemeyi artık saklamak istemiyorsa, ölüm dahil, herhangi bir simgeyi serbestçe kullanabilir.

uçmak

anksiyete duygularıyla

Diğer Tipik Rüyalar: Düş görenin hoş duygularla kendini havada uçarken ya da anksiyete duygularıyla düşerken gördüğü başka tür tipik rüyaları Freud, ruh çözümlemelerine dayandırmaktadır. Bu tür rüyalarda, aslında çocukluk döneminde yaşanılan oyunların, sekmelerin, hoplamaların bırakmış olduğu duygular tekrar yaşanmaktadır . Uçma temasını içeren düşler, insanın ruhunu kendinden emin ve yüce bir havayla donatır, insanı aşağılardan alıp yukarılara çıkarır, güçlüklerin yenilip üstünlük amacına ulaşılmasını basit ve kolay bir iş gibi gösterirler; dolayısıyla böyle bir düşü görenin uykuda bile içindeki hırsın elinden yakasını kurtaramayan cesur, ileriye bakan, gözleri yükseklerde biri olduğu söylenebilir. Düşte “İlerlemeli miyim, yoksa ilerlememeli miyim?” sorusu üzerinde durulur ve düşü gören gördüğü düşten “Yolumda hiçbir engel yoktur, ilerlemeliyim” yanıtını alır . Uykuya daldıktan hemen sonra düşme duygusu çok sık yaşanır. Bunun uyanıklık ile uyku arasındaki geçişle ilgili olduğu düşünülmektedir. Birden uyanınca hissedilen kaldırım kenarından kayma duygusu da benzer bir tecrübedir. Bu da bir rüya değildir aslında. Kol ve özellikle bacak kaslarının kasılmasından kaynaklanır. Buna miyoklonik kasılma denir. Kaldırım kenarından kayılırsa benzer bir spazm geçirilir.  “Düşme düşleri; güçlükleri kolları sıvayıp yenmekten çok ayakta kalma kaygısının ve yenilgi korkusunun insan ruhunu daha çok uğraştırdığını gösterir.”

Sınav Rüyaları: Rüya gören genellikle bir sınava girer ve uyandığında hala onun duygusal izlenimini taşır. İlginç olarak imtihan edilen kimsenin imtihan edildiği suje onun zayıf bir yanı değil, tam tersine kuvvetli olduğu bir konudur. Bu tür rüyalar iyi tahsil terbiye görmüş, akademik çalışma yapmış kişilerin yeni bir teşebbüs veya maceraya başlamalarından önce görülür .“Freud’a göre, okul çalışmalarının sonunda bitirme sınavlarına girmiş herkes, başarısız olduğu biçiminde anksiyete düşleri görür. Kötü davranışlar nedeniyle çocuklukta uğranılan cezalar silinmez anılar biçiminde kendilerini bu tür rüyalarda gösterirler. Okul dönemi bittikten sonra ana baba ya da öğretmen tarafından bu tür cezalar uygulanmaz. Gerçek yaşamda artık ne zaman kişi bir şeyleri yanlış yapsa ya da doğru dürüst yapmasa, ne zaman sorumluluğun yükünü duyumsasa bu tür düşleri sık sık görür.”  Pek çok insan sınavdan geçirildiğini görür düşünde. Bulundukları yaşta hala bir sınavdan geçmek zorunda kalmalarına ya da çoktan ilgilenmedikleri bir bilim dalında sınavdan geçirilmek istenmelerine kimi kez hayret ederler. Bazı insanlarda bu gibi düşlerin söylemek istediği şudur: “Sen karşılaştığın sorunları çözecek hazırlığa sahip değilsin!”. Bazı kimseler ise şöyle demek isterler: “Sen bu sınavı daha önce vermiştin, onu şimdi de başaracaksın!”. Aynı görüntülerin değişik insanların düşlerinde taşıdığı anlam hiç de birbirinin aynısı değildir. Her düşte öncelikle dikkat edilmesi gereken, düşün, düşü görenin ruhunda estirdiği hava ve düşü görenin yaşam üslubuyla ilişkisidir.

Halüsinatif Rüyalar : Eter, klorofor, lüminal, nembütal gibi sinir sisteminin belirli yerlerine veya doğrudan uyku merkezine etkili bazı uyuşturucu ilaçlar, bedene girdikleri zaman dozlarına göre uyku hali veya onun daha derini olan narkoz halini meydana getirirler. Bu tür ilaçlar uyku dozunda verildiklerinde kişi uyku ihtiyacı duyar ve uyur. Bu durumda normal bir uykuda olduğu gibi şiddetli uyarılarla uyandırılabilir ya da belirli bir süre uyuduktan sonra kişi kendi kendine uyanabilir. Bu sonuç, uykuyu düzenleyen mekanizmanın bedendeki maddelerin etkisi altında kaldığını göstermektedir. Ancak bu uyuma her zaman sadece ilacın dozuna değil, aynı zamanda alt şuurun, şuurun ve üst şuurun haline ve kararına da bağlıdır. Şuurla ilgili değişiklikler meydana getiren bir diğer grup ise keyif verici uyuşturuculardır. Esrar sarhoşluğunun patolojik rüyasında normal yaşamdaki uyku rüyasının özellikleri görülebilmektedir. Bu durumdaki bir kişi bir bardak suya bakarak, okyanusların rüyasını görebilir veya rüyasında kendisini kuş gibi hissedebilir.

Telepatik Rüyalar: Telepatik yolla başka biri tarafından oluşturulan ve sözcükler olmadan onunla haberleşmeyi sağlayan rüyalardır. İnsan aklının, uykudayken “görünmez, hissedilmez” ve kendi bilinçaltımız ya da başka birinin enerji alanları tarafından oluşturulan bazı uyaranlara açık olduğu saptanmıştır. Genellikle telepatik rüyalar, rüyayı görenin tanıdığı kişilerle ilgilidir. Bu tip rüyalar, kişinin o anda görüşmesi fiziksel olarak mümkün olmayan biriyle arada telefon kablosu varmışçasına iletişim kurmasını sağlar. Telepatik rüyayı yorumlamaktan ziyade neden görüldüğü üzerinde durulmalıdır . Telepatik rüyalar kişilerin diğer kişilerden aldığı etkilerle oluşan şaşırtıcı rüyalardır ve oldukça sık görülürler. Uyku sırasında kişinin içinde olduğu zaman ve mekânı aşan vibrasyonlara açık bir ekran oluşmuştur. Bu ekran üzerinde, insan varlığının sempatize olduğu planlardan etki ve ikazların gelmesi rüyalar kanalıyla olur. Önsezilerin bazıları da telepatiye dayanmaktadır. Birbirleriyle sempatize iki kişi düşünülürse birisinin ölümü diğeri tarafından algılanabilir. Sonrasında diğeri bunu rüya olarak da görebilir. Bu durum bir önsezi gibi görünse de aslında telepatik bir algılamaya dayanmaktadır. Bazen insan uzun süredir görmediği bir yakınını bir gece rüyasında görür . Ertesi gün ise o yakınını ya bizzat görür ya da kendisinden haber alır. Bu olay tesadüf olarak değerlendirilmemelidir. İnsan şuuru alıcı bir durumdadır.

Burada bir fikir veya duygu aktarımı olduğu da açıktır. Yani telepatik bir irtibat söz konusudur. Sonuç olarak uyanıkken algılanabilinen telepatik etkenler uykudayken olursa telepatik rüyalar oluşur. Örneğin birbirini çok seven iki kişiden birinin yaydığı baskın tesirleri , diğeri uykusunda algılayabilir. Açık veya kapalı rüyalar görebilir. Düşünce ve imajlarla yayılan bu tesirler ilgilisini bulunca rüyaya dönüşür. Çoğu zaman kişiler diğer kişilerle oluşan sempatizasyona göre birbirinden etkilenir ve ruhsal durumunu birbirine yansıtır .

Rüya gibi, bilimsel çalışmalar açısından oldukça soyut kalan ve bir o kadar da merak uyandıran bir konunun önce kavramsal çerçevesine bakılıp ardından da nasıl ve ne şekilde oluştuğu üzerinde durulması bizce konunun derinlemesine anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir etkendir. Rüyaların tarihsel geçmişinin ardından, nasıl ve ne zaman oluştuğu bizler için önem taşımaktadır.

Çünkü tüm insanlar rüya görmektedirler ve bu olay uyku sırasında olmaktadır. Bu nedenle önce kısa bir şekilde uykunun oluşumu üzerinde durulacak ardından rüyanın nasıl oluştuğu, hangi uyku evresinde tecrübe edildiği bilimsel deneyler ışığında açıklanacaktır. İnsanlar her gece uyur ve tam anlamıyla dünyayla bağlantısını keserler. Bilimsel, psikolojik ve fizyolojik bazı verilere rağmen hala uykunun temel amacı tam olarak bilinememektedir. 20. yüzyıla kadar uyku hakkında tek bilinen şey, hatırlanan rüyalardır. Şimdilerde ise, beyin hareketlerinin elektronik gözleminin gelişmesiyle birlikte belli bilgi ve buluşlara ulaşılmıştır. Yüzyıllar boyunca uykunun tek amacının fiziksel olarak vücudu dinlendirmek olduğu varsayılmıştır. Uykunun gün içindeki yorgunluktan dolayı ortaya çıktığı düşünülmüştür. Ancak kasların dinlenirken uykudaki kadar rahatladığı bilgisine ulaşılınca uykunun amacının sadece fiziksel dinlenme olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca uykudaki insanlardan alınan fotoğraflarda kasları çalıştırmak için gecede yirmi defa dönme, gerinme gibi hareketler yapılarak uyku sırasında tamamıyla hareketsiz olunmadığı ortaya çıkmıştır.

fiziksel dinlenmeden çok ruhsal dinlenmeye 

Bu araştırmalar sonucunda uykunun fiziksel dinlenmeden çok ruhsal dinlenmeye hizmet ettiği fark edilmiştir. Ancak beynin uyku sırasındaki tepkileri izlenince beynin tam anlamıyla kendini kapatmadığı ve çalışmaya devam ettiği gözlemlenmiştir. Bu nedenle uykunun ruhsal dinlenmeyi sağladığı tezi de sonlandırılmıştır. Uzay yolculukları sayesinde insanın kendini izole etmesi sonucunda uyku ihtiyacının azaldığı görülmüştür . Bu da demek oluyor ki insan ilişkileri ve dolayısıyla dış dünya ile olan bağlantı azalınca daha az uyuma gereksinimi doğmaktadır. İnsan yatınca önce bedeni ardından zihni gevşer ve uyur. Uyuyunca kalp atışları ve nefes yavaşlar, kan basıncı ve vücut ısısı düşer. Uyanıklık ve uyku arasındaki fark bilincin devre dışı kalmasıdır. Örneğin, sese ya da sorulan sorulara tepki gösterilmemesi gibi. Uyku uyanıklığın zıddı gibi görünmekle birlikte bu iki bilinç halinin ortak yanları çoktur.

Uyku tamamıyla bir sükûnet ve istirahat hali değildir, bazıları uykuda yürür, konuşur. Uykuda olanlar çevreden tamamıyla kopuk da değildirler. Uyku plansız da değildir, bazı insanlar belli saatte kalkmak üzere uykuya dalar ve o saatte kalkarlar. İnsan hayatının 1/3’ü uykuda geçmekle birlikte uykunun işlevleri tam olarak anlaşılamamıştır. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre uyku; dış dünyaya olan duyarlılığın ve farkında oluşun azaldığı bir durumda faaliyetsizlik halinin geri dönüşü sayılabilir. Uyku hali, anestezi veya ilaç, alkol alımına bağlı olarak veya hastalık sebebi ile ortaya çıkan komaya bağlı bilinçsizlik halinden; uyuyan kişinin uykudan kolaylıkla uyandırılması nedeniyle ayırt edilir. Aynı zamanda uyku, bilinçsizlik halinden uyku sırasında olan ve rüya şeklinde ifade edilen zihni faaliyet olgusu ile ayırt edilebilir.

Uyku uyanıklığın belli bir aşamasıdır.

Uyku uyanıklığın belli bir aşamasıdır. Örneğin anneler; çocuklarının en ufacık sesinde bile anında uyanırlar. Uykudayken insanların yataktan düşmemeleri de insanın uyurken belli sınırları algıladığını göstermektedir .Uykuyu anlamak için beyni anlamak gerekir. 1920’de nörolog Hans Berger tarafından milyonlarca beyin hücresinin faaliyetlerinden doğan elektrik akımları, Alfa ve Beta olmak üzere iki tür beyin dalgası kaydedilmiştir. 1953’te Kleitman Elektroansefalografi’yi (EEG) rüyaların görüldüğü anın tespitinde kullanmıştır. Uyanık olduğu halde gözleri kapalı birisinin beyni ritmik olarak saniyede 8-13 saykıllık dalgalar yayınlamaktadır. Daha sonrasında Delta, Teta, Mu, Gama, Verteks, Spike (tepe noktası) ve K dalgaları bulunmuştur. Bu dalgaların yorumu henüz netlik kazanmamıştır. 1960’lı yıllarda A, B, C, D, E ve F olmak üzere uykunun altı düzeyi olduğu anlaşılmıştır. A en hafif uyku hali ve F ise en derin uyku düzeyidir. Bu düzeylerle bağlantılı olmak üzere iki çeşit uyku vardır. Bunlar REM ( Rapid Eye Movement) – Hızlı Göz Hareketi Olan- ve NREM ( non REM) -Hızlı Göz Hareketi Olmayan- uyku olarak tanımlanmaktadır. Sessiz uyku olarak bilinen erken uyku NREM uykudur. NREM uykunun gece içinde birkaç düzeyi vardır. İlki 90 dakikadır ve bunu 10 dakikalık REM durumu takip eder.

Gece içinde NREM ve REM birbirlerini takip ederler. Başlangıçta NREM durumları uzundur ancak gece ilerledikçe REM durumları uzamaktadır. REM durumu, yüz kasları ve ellerdeki hareketlerden anlaşılmaktadır. NREM durumda horlama varsa REM uykuda ses kesilir. Beden fiziksel baskıdaymış gibi kan basıncı ve kalp atışı REM uykuda artar. En önemlisi gözler, bir şeyi takip edercesine devamlı sağa sola hareket durumundadır. Denekler, REM uykusundayken uyandırıldıklarında rüya gördüklerini söylemişlerdir. Göz hareketleri en çok REM uykunun F düzeyinde artmaktadır. Görüntüsel rüyalar bu düzeyde görülmektedir. REM uykudayken rüya halindeki insanların uyandırıldıklarında agresif yapıda olmaları rüya görmek için uyunduğu sonucuna varılmasına neden olmuştur .

Rüyaların birçoğu, günlük hayatın bir parçası 

Çok az hatta hiç rüya görmediğini belirten denekler üzerinde yapılan araştırmada EEG ve REM traseleri ortaya çıktığı anda uyandırılınca rüya gördükleri tespit edilmiştir. Buradan ulaşılan sonuca göre herkes her gece çeşitli rüyalar görmektedir. Rüya görmemek diye bir şey söz konusu değildir, rüyaların hatırlanması veya hatırlanmaması söz konusudur . Rüyaların birçoğu, günlük hayatın bir parçası ya da ondan bir sahneyi ihtiva eden dertleri, heyecanları, sevinç ve istekleri içine alabilir. Rüyaların insana en hayret veren yönü çok kısa sürmeleri ve süratli hareket etmeleridir. Normalde günler sürecek bir olay rüyada saniyelerle ifade edilecek bir zaman dilimi içinde gerçekleşmiş gibi görülebilir. Rüya görmede etkili olan iki durumdan biri uykudan önce yaşanmış olan olaylar olabildiği gibi uykuya daldıktan sonra etkili olan olaylar da olabilir . Bu konuyla ilgilenen C. S. Hall, kendi öğrencilerinin yardımıyla, insanların rüyalarında genelde neleri gördüklerini merak etmiş ve on bin kişi üzerinde bir araştırma yapmıştır. Bu araştırmayı yaptığında Hiroşima’ya atom bombası atılmıştı.

Onun beklentisi rüyalarda genelde bununla ilgili bulguların olmasıydı. Fakat bununla ilgili bulgular yoktu. Ayrıca kişiler kendi meslekleri ile ilgili rüyalar görmemişti . Görülen rüyalar günlük hayatta duygu ve davranışları uyaran olaylarla ilgiliydi. Bu araştırmaya göre; kişi rüyalarında en çok kendini sonra, aile fertlerinden birini görmektedir . Erkekler daha çok erkekleri, kadınlar ise kadın ve erkekleri eşit oranda görmektedir. Görülen yerlerin başında ev gelmekte, daha sonra herhangi bir yer, yol ve meydan gelmektedir. Bu araştırmada davranış olarak en az görülen, düşme ve uçma gibi davranışlar olmuştur. Duygusal yönden, zevk veren rüyaların zevk vermeyenlerden daha az olduğu tespit edilmiştir. On bin rüyanın yarısında bir cinsiyet hadisesinin geçtiği ve rüyaların üçte birinde bir renk motifinin bulunduğu belirlenmiştir. Rüyalardaki imajlarla ilgili olarak araştırmalar yapan Hacker, Calkins, Köhler; bu imajlarda; görmenin birinci derecede etkili olduğu, işitilenlerin ikinci derecede etkili olduğunu tespit etmişlerdir. Bu araştırmalara göre, dokunma ve davranışla ilgili imajların etkisi %5’ten daha düşüktür.

“Rüyanın hatırlanışını etkileyen faktörleri Cohen mümkün olabilecek  değişkenle ifade etmektedir. Bunlar; bastırma, ön plana gelme ve araya girmedir. Cohen bastırma hipotezini destekleyen bulgunun az miktarda olduğunu buna karşın ön plana gelme hipotezini kuvvetle destekleyen bulgular olduğunu öne sürmüştür. Kendisi rüyanın hatırlanması ile ilgili bir ön model ileri sürer, bu modelde uyku sırasında zihni olayları daha az veya daha çok ön plana taşıyan ve rüyaların hatırlanışı ile birlikte daha büyük veya daha küçük ölçüde araya girebilecek olan bireysel farklılıklar, uyku öncesi, uyku anı ve uyku sonrası gibi faktörler hesaba katılmaktadır.”

Zihinde beliren

Rüyanın Sözlük ve Kavramsal Anlamı: Öncelikle rüya nedir sorusuna verilecek en güzel cevapları derleyelim. Rüyaya kavramsal açıdan bakıldığında birçok sözlük ve ansiklopedide birbirine benzer şekillerde tanımlaması yer almaktadır . “Görmek” anlamındaki rû’yet kökünden türeyen rüya, sözlükte uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü (düş) ifade eder. Sözlük anlamı aynı olan hulm (çoğulu ahlâm) ise daha çok korkunç düşler için kullanılır . Rüya; uyku esnasında görülen birtakım olaylara verilen, Arapça “rü’yâ” kökünden “düş görmek” anlamına gelen bir kelimedir.

Başka bir kaynakta ise rüya, “Bir kimsenin zihninden geçen hayal dizisi olarak” da tanımlanmaktadır. Bir diğer kaynakta rüya, “Uyku sırasında zihinde ortaya çıkan ve bir kısmı belleğe kaydedilen ruhsal olaydır.” şeklinde tanımlanmıştır. Rüyanın bir başka tanımı şu şekildedir: “Rüya, uyku sırasında canlı, çarpıcı, görsel ve işitsel varsanılarla ortaya çıkan yaşantıdır.” Büyük Felsefe Lugatı’nda rüyalar, “Uyurken zihinde beliren olayların tümüdür.” tanımlamasıyla karşımıza çıkmaktadır . Farklı bir sözlüğe bakıldığında “Rüya, uyku sırasında oluşan, bilincin ve iradenin denetiminden bütünüyle bağımsız bir biçimde oluşan ruhsal hayallerdir.” tanımı yer almaktadır. Köksal’ın rüyalarla ilgili çalışmasında rüya, “Misal âlemindeki kaderle alakalı levhaların, aynen veya değişik yansımalar halinde uyku halinde ruhumuza aksetmesidir.” diye tanımlanmıştır . TDK Sözlüğü’nde rüyanın anlam karşılığı; “Düş, gerçekleşmesi imkânsız durum, hayal; gerçekleşmesi beklenen ve istenen şey, umut” gibi birkaç anlama gelmektedir .

Psikolojik Anlamı

Rüyanın insanlık tarihi boyunca tüm insanlar tarafından tecrübe edilen psikolojik bir deneyim olduğu düşünülecek olunursa, ruh bilimi olan psikoloji açısından anlamı yadsınamayacak derecede önemlidir. Bu anlamda çalışmamızda rüyanın psikoloji sözlüklerinde ve psikoloji kitaplarında verilen tanımlarına da bakılmasının gerekliliği düşünülmüştür. Psikoloji Sözlüğünde rüya, “Uyku esnasında ortaya çıkan ve birbirleriyle bağıntılı ya da bağıntısız olarak algılanan görüntüler bütünüdür” şeklinde tanımlanmaktadır. Bir başka psikoloji kaynağında ise rüya, “Uykuda iken imajların canlanması ile meydana gelir” denilmektedir. Alfred Adler’e göre rüya, “insanın uyuduğu sırada ortaya çıkan önemli ve anlamlı faaliyettir.” Sigmund Freud ise rüyayı, “açık olarak uyku sırasındaki zihinsel yaşamdır, uyanıklık zihinsel yaşamına bazı benzerlikleri olan ama öte yandan ondan büyük farklarla ayrılan bir şey” şeklinde tanımlamaktadır. Webster’in Yeni Dünya Sözlüğü rüyayı, “uyku sırasında ortaya çıkan mental görüntüler, düşünceler ve duygular” olarak tanımlamıştır.

Bu tanımlamalardan anlaşılmaktadır ki genel anlamda rüya, zihinden geçen ve uyku sırasında oluşan hayal dizisi olmakla beraber uykunun nihayet bulmasıyla zihinde kalan görüntüler bütünüdür. Psikolojik açıdan düşünüldüğünde rüya, zihinsel yaşam olmakla beraber uyku sırasında yaşanan duyguların ve düşüncelerin tamamıdır. Aslında rüya; uykuda iken, uyanıklık yaşamın tecrübesinin yaşanmasıdır. Bir anlamda rüya, insanın bedenen uykuyu yaşarken zihnen uyanık yaşamın içinde olmasıdır. Bireyin bütün gün biriktirdiklerini uyku sırasında bir şekilde hissederek ve düşünerek uykusuna aktarmasıdır.

Rüya İle İlişkili Kavramlar

Rüya hemen hemen tüm bilim dallarının ilgilendiği bir konu olması dolayısıyla birçok kitapta tanımlamalara gidilmiştir. Bu anlamda rüyaya yakın birtakım kavramlar ve tanımlamalar ortaya çıkmıştır. Bu tanımlamalardan bazıları rüya yerine kullanılan kavramlar olduğu kadar bazıları da rüyanın boyutlarını karşılamaktadır. Bunlardan sadece birkaçının tanımı burada verilecektir. Dilimizde rüya kelimesini karşılayan birçok kelime veya onunla ilişkili olan deyim vardır. Bu kelimelerden bazıları şunlardır: Düş, ağır basma, seyr, vak’a, vâkıa, zuhurât, düş azmak, düş görmek, düş yormak, kara basan, kara düş, kara kaygılı rüya, karakura, karakura basan, karakura basmak, karakura düş görmek; Arapçada ise, ihtilâm (düşte cinsî münasebette bulunmak), kabus (ağır basma), kabus basmak. Bunların dışında psikolojik terim olarak rüyaya benzer olan şu kelimeler kullanılır: Rüya ile ilgili kavramların başında genel olarak hülya gelmektedir. Hülya; uyanık halde iken imaj ve anıların zihinde canlanmaları şeklinde tanımlanmaktadır. Hülya, çocukta ve gençte farklı şekillerde görülür. Çocuk devamlı hülya içindedir.

Örneğin küçük bir pencerede saatlerce oynamaktan hoşlanan kız çocuğu, kendini bebekleriyle beraber büyük bir çiftlikte zanneder. Gençte ise hülya, hayata hazırlıktır. Hülyada, kuvvetli duyguların ve isteklerin etkisi görülür. Örneğin; gerçek yaşamda gerçekleşmemiş bir arzu, hülyaya sebep olabilir. İyimser insanlarda sevinçli, kötümser insanlarda kederli sahneleri düşündürür. Normal şartlarda hülyanın “hezeyan” denilen hastalık halinin başladığı yerde durması gereklidir. Hülya genel bir haldir. 

Psikolog Smith’in yapmış olduğu bir ankette 147 kişi içinde ancak 5 kişinin hülya halini tanımadıkları görülmüştür. Dikkatin dağılması, can sıkıntısı, zihnini belli bir suje üzerinde toplayamamak, günlük hayatta yeteri derecede heyecan bulmamak gibi sebepler hülyalara kaynak olarak gösterilmiştir . Rüya ile ilgili kavramlardan bir diğeri sanrıdır. “Sanrı; sanrı halinde görecek bir şey yokken birtakım şeyler görmektir. Ne kadar duyum varsa o kadar sanrı vardır . Görme ve işitme sanrıları daha çok rastlananlardır.

Alkol, kokain gibi maddelere düşkün olan insanlarda da sanrılara rastlanmaktadır. Sanrının ilerlemiş şekli hastalık durumudur.” Rüya ile ilgili bir diğer kavram da hayaldir. “L. Mc. Cutchen, rüya ile hayal arasındaki ilişkinin gizlilik vasfında olduğunu belirtmektedir. Bu konudaki tartışmalarla ilgili olarak; rüyanın oluşumu ile hayal dünyasının şekillenmesi birbiriyle ilişkilidir ki bunun sebebi, hayalle ilgili muhakemedir. Rüya ile hayal üç yönden birbiriyle ilişkilidir. Birincisi, benzer düşünceler onları birbirine uygun olarak üretir. İkinci olarak, her ikisinin faaliyet merkezlerinin aynı olması, kendileri ve kültürlerindeki özel ilişkiyi açıkça göstermektedir. Üçüncü ise rüya ve hayalin her ikisi de arzu ile ilişkilidir.”

Rüyanın tarihçesi

İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadarki süreçte rüya; hep merak edilen, büyülü, gizemli ve hayata etki eden önemli bir psikolojik tecrübe olarak görülmüştür. Bu nedenle tüm kültür ve medeniyetlerde ayrıca hemen hemen tüm dinlerde rüyaya büyük önem atfedilmiş ve rüyalar üzerine çok sayıda kitaplar yazılmıştır. Bununla da kalınmamış çoğu medeniyetlerde rüya kutsallığın ve Tanrı’nın varlığının bir işareti olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı rüya konusunun derinliğine inmeden önce bu önemli tecrübenin tarihsel serüvenine bakmakta fayda vardır. Çalışmanın bu bölümünde eski kültür ve dinlerde rüyaya yer verilecektir.

Eski Kültürlerde ve Dinlerde Rüya Olgusu

İlk çağlarda yaşayan insanlar da doğal olarak rüya görüyorlardı. İlk çağlardan beri rüyaların içinde yaşanılan dünya ile bilinmeyen bir dünyanın, insan ile insanüstü kuvvetlerin arasında bir bağ olduğu inancı vardı. İnsanlarda din fikrine ilişkin ilk anlayışlar , ruh ve ölüm kavramlarına ilişkin ilk sorgulamalar muhtemelen rüya izlenimlerinin bir sonucuydu. İlkel insanlarla ilgili antropolojik araştırmalar, o devirlerde yaşayan insanların rüya ile gerçek hayat arasında kesin bir sınır çizemediklerini göstermektedir. Araştırmaların sonuçlarına göre iki biyolojik olay , ilkel insanı sürekli rahatsız etmekteydi. Bunlardan birincisi, ölü beden ile dirisi arasındaki fark, ikincisi ise rüyalarda görülen insan şekilleridir. 

O zamanlar insanlar şöyle düşünüyorlardı: Her insanın bir bedeni, bir ruhu ve bir de bedeninin eşi, “dublesi” olması gereklidir. Bedenin eşi, bedene rüyasında bir hayal olarak görünür. Uyku, ruhun bedeni geçici olarak terk etmesidir. Ruh, bedeni terk ettiği süre boyunca nereleri geziyorsa, ne işler yapıyorsa, kişi bunları rüyasında görür. İlkel kültürlerin birçoğunda uyku sırasında ruhun bedenden ayrılarak dolaştığına inanılır ve bu yüzden uyuyan kişiye asla dokunulmazdı. Geçmiş dönemlerde bazı din adamları animizmi yani ruhlara inanışı bütün ibtidai dinlerin temeli sanmışlardır. Şahsiyetin bir aksi olan ruha inanış insanı heyecanlandıran rüyalardan inkişaf etmiştir.

Ölümün, insanı son derece korkutması şüphesiz olsa gerektir; ölünün vücudunda görülen değişiklik, hareketsizlik, sükut yaşayanları sarsmıştır. Ölünün dostlarının ve akrabalarının rüyalarında görünmesi onun belki şekil değişmekle beraber hala yaşadığı düşüncesine insanları inandırmıştır. Belki de insanın bir kısmının yani ruhunun ölümden sonra yaşamaya devam ettiğini zannetmişlerdir. Bu gibi düşüncelere göre insanın ruhu ile gölgesi arasında sıkı bir ilişki vardır; nitekim efsane ve mitolojilerde ara sıra gölgesini kaybeden bir insanın ruhunu da kaybettiği gibi bir motife rastlanmaktadır . Eski bir geleneğe göre, gündüz sorular güneşe fırlatılırsa, gece ayın vereceği yanıt dinlenir. Kuzey Amerika yerlileri rüya duasını kabile geleneği olarak yaparlar ve rüyanın anlamı netleşene kadar bunu gerçekleştirirler . “Mu ve Atlantis uygarlıkları dönemlerinde insanlar astral∗ bir şuurluğa sahipken, rüyaları merak ederlerdi. Yüzyıllar geçmesine rağmen Mu ve de özellikle Atlantis uygarlığının gerilemesi ve ardından yıkılışıyla birlikte aradan geçen yıllar boyunca rüyalara olan ilgide hiçbir zaman bir azalma olmamıştır.”

Örneğin Norveç mitolojisinde rüyaların, ölülerin canlılarla iletişimde bulunduğu bir ortam olduğu anlatılır. Avustralyalı ilkel bir kabilenin, maddesel dünyanın da aslında bir imajinasyon ortamı olduğunu ifade eden şöyle bir deyimi vardır: “Bizi rüyasında gören bir rüya var.” Rüyanın, uyandıktan sonraki yaşam üstündeki etkisini fark eden her uygarlık, tarih boyunca kendi içinden kahinler ve medyumlar çıkarmıştır ve bu insanlar aydın kesimlere, kraliyet mensuplarına ve sokaktaki insana gördükleri rüyaları yorumlama gibi bir görev üstlenmişlerdir. Malezya Yarımadası’nda medeniyetten uzak, ormanların içinde bir arada yaşayan “Senoiler”, rüyalarına büyük önem vermektedirler. Bu kabile rüyalarını zengin birer bilgi ve rehber olarak görmektedirler. Gördükleri rüyayı aileleri ile paylaşıp , tartışmaktalar. Freud’un rüya üzerine yazılmış klasiklerinden biri olan “Düşlerin Yorumu” adlı eserinde, eski insanların rüya yorumlamada kullandıkları iki temel kuraldan söz edilmiştir. İlki; rüyayı bir bütün olarak ele almak ve temsil etmek istediği gerçek olayı bulmaya çalışmaktır. Bu yönteme simgesel düş yorumu denmektedir. İkinci yaklaşım ise, her rüya imajını farklı bir işaret olarak ele almak ve sembolik anlamını ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Bu yönteme ise şifre çözme denilmektedir.

Geleceğe ait bir öğüt 

Günümüze kadar ulaşan zengin arkeolojik buluntuları, yazı ve takvimiyle köklü bir uygarlık olduğu kabul edilen Eski Mısır’da insanlar, yaşam hakkındaki anlayışlara doğrudan deneyimle sahip olurlar, olayları birebir kabul ederlerdi. Onlara göre rüyalar, uyanık yaşamdan daha farklı muhtevalar içeriyordu. O halde onların da deneyimleri daha farklı bir dünyaya ait olmalıydı. Rüyanın kendisi dışında daha ileri bir kanıta ise hiç gerek yoktu. Rüyalar, rüya görenin uyanık deneyimleri dışında gibi görünen bilgiler taşıdıkları için, daha erdemli üstün varlıkların, hatta tanrıların kendileriyle konuştuğu durumlar olarak kabul edilirdi. İletilen bilgilerin hoş olmaması durumunda, rüyayı gören kişinin kötü tesirlerin etkisi altında olduğu düşünülürdü. İnsanlarda iyi etkiler bırakan ve kendilerini koruyan rüyaların Uyku Tanrısı Bes’ten geldiğine inanılırdı.

Eski Mısırlılar iyi etki bırakan rüyalar görmek için, Eski Mısır’ın başkenti olan Memfis’de bulunan İmhotep ve İsis tapınaklarında dua eder, oruç tutar ve hastalarını iyileştirmek için özel çalışmalar yaparlardı . Rüyalarla ilgili iki farklı kaynakta, rüyalara ait en eski yazılı kayıtla ilgili iki farklı tarih karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, rüya yorumuyla ilgili en eski yazılı kayıtın M.Ö. 1350 yıllarına ait olduğu düşünülen Chester Beatty isimli Mısır papirüsleri olduğu belirtilmektedir.  Ancak diğer kaynakta ise günümüzde 4000 yıl öncesine dayanan rüya yorumlarının varlığından söz edilmektedir. İnsanların, hayatları hakkında bırakabildikleri ilk yazılı belgeler içinde doğrudan doğruya rüya yorumları da yer almaktadır. Bu kaynağa göre ele geçen rüya yorum kitaplarından en eskisi, M.Ö. 2000-1800 yıllarında papirüs üzerine yazılmış bir Mısır kitabıdır ve halen İngiltere’de British Museum’da bulunmaktadır. İçindeki rüyalardan ancak 200 kadarı okunabilmektedir. Bu kitaptaki tüm kayıtlarda önce rüya tasvir edilmekte, ardından rüyanın iyiye mi yoksa kötüye mi işaret olduğu anlatılmakta ve rüyayı gören kimsenin geleceği hakkında yorum yapılmaktadır. Psiko- Sosyal Açıdan Rüya ve İstihare isimli kitapta ise “Mısırlılar kendi rüyalarının Tanrılar tarafından yönetildiğine inanırlar ayrıca diğer dünya ile ilişki kurmada rüyaların geleceğe ait bir öğüt olduğunu kabul ederler.” denilmektedir.

“Hinduizm’in kutsal kitabı Veda’da uğurlu uğursuz sayılar yanında rüya listeleri de bulunmaktadır. Yine kötü rüyaların sebebiyet vereceği kötü olaylardan kurtulmak için çeşitli ayinler yapılmakta ve özel hazırlanmış sularla yıkanılmaktadır. Rüya görme ile rüya gören kişinin karakteri arasında bağlantı olduğu kabul edilmektedir.”  Günlük olaylardan etkilenerek ortaya çıkan sıradan rüyaların dışında, sembollerle bezenmiş geniş anlamlar içeren mistik rüyalar Hintlilere göre daha önemliydi. Bu tür rüyalarda tanrısal gücün ortaya çıktığına inanılırdı. M.Ö. 1000 yıllarında yazıldığı sanılan Hintlilerin Atharvaveda isimli rüya kitabı, çok sonraları Freud ve diğer araştırmacılar için de sürekli başvurulan bir kaynak olmuştur. Bu esere göre rüyalar “yarı uyanıklık, rüyasız uyku hali, rüya durumu ve Brahman tanrısıyla mistik bağlantının kurulduğu üst rüya hali” olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. Miladın başlarına doğru kim tarafından yazıldığı bilinmeyen ancak Kuzey Hindistan’da yazıldığı bilinen Kral Milinda’nın Soruları isimli bir belgede ise bir Hintli düşünüre göre rüya gören altı değişik insan tipi vardır. Bunlar:

Ateşli insanlar;
Çabuk öfkelenen (kolerik karakterli) insanlar;
Soğukkanlı (flegmatik karakterli) insanlar;
Tanrının etkisiyle rüya gören insanlar;
Kendi alışkanlıkları doğrultusunda rüya gören insanlar;
Bir kehanet olarak rüya gören insanlar.

Budist rüya deneyimine en kolay şekilde, Hindistan ve Tibet’in zengin ve çeşitli kutsal biyografileri aracılığıyla erişilebilmektedir. Rüyalar bu metinlerde büyük bir rol oynamaktadır. Hareketlerde dramatik değişiklikler yaratmakta, daha sonra gerçekleşen olayların kaçınılmazlığının üstünde durmakta ve rüyayı gören kişinin manevi ve maddi yaşamındaki önemli değişimleri hızlandırmaktadır. Budizm’de en meşhur rüya, Buda’nın doğumundan önce annesi Kraliçe Maya’nın gördüğü rüyadır. Rüyasında onun büyük bir insan olacağının söylenmesi, bu din taraftarlarının da rüyaya değer verdiklerini göstermektedir. Tarih arşivi Rüya’nın derinliklerine iniyor…

Babil ve Asur’da Rüya Olgusu

Bazı rüyaların dini anlamda bir yardımcı pozisyonunda olduğu da kabul edilmiştir. Çünkü rüyada bir vahyin alınma özelliği söz konusudur. Örneğin Eski Suriye’de kralların ve din adamlarının gördüğü kötü rüya ve ardından gerçekleşen olaylarla ilgili rüya kitabı da bulunmaktadır. M. Ö. 5000 yılında Babil ve Eski Suriye’de bir rüya geleneğine göre kim bir yerden başka bir yere uçtuğunu görürse, bu rüyayı mal ve mülkünü kaybedeceği şeklinde yorumlandığı ifade edilmektedir. Babil ve Asur medeniyetleri rüyalar konusunda biraz daha farklı inanışlara sahiptiler.

Onlara göre Babil rüya tanrıçası Mamu, tüm kötü tesirli rüyaların etkilerinden kurtulabilmek için birebirdi. Ninova’da M.Ö. 669- 626 yılları arasında yaşamış olan Asur imparatoru Asurbanibal’in kitaplığında, rüya ile ilgili taş basması bazı eserler bulunmuştur. Bu eserlerde sadece rüyaların yorumları değil, kötü rüyalardan nasıl kaçınılacağı ve nasıl iyi rüyalar görülebileceği hakkında da bilgiler yer almaktadır. Ayrıca bu belgeler, rüyalar ve cinsellik ilişkisini ilk ortaya koyan toplumların Asur ve Babil uygarlıkları olduğunu ve olumsuz rüyaların etkilerinden korunmak için adak törenleri düzenlediklerini de göstermektedir. Asurbanibal’in kitaplığında farklı rüya kitapları bulunmuştur .

Eski Yunan’da Rüya Olgusu

Antik Yunan’da Stoacı filozoflar rüyaları; ruhtan, diğer ruhlardan ya da tanrıların kendilerinden gelen görüşler olarak kabul etmişlerdir. Bu geleneği izleyen insanlar bazen iyileştirici ya da geleceği gösterici düşler görebilmek amacıyla kutsal tapınaklara kapanmışlardır. Ayrıca Hipokrat, rüyaların ortaya çıkmamış fiziksel hastalıkların göstergesi olduğunu ileri sürmüştür .Eski Yunan, Roma ve Yahudi uygarlıkları; Asur ve Mısırlıların rüya yorumlama yöntemlerini biliyorlar ve kullanıyorlardı. Bu bölgede kurulan ilk felsefe ve din okullarında öğrencilere, ruhun beslenme için uyku sırasında bedenden çekildiği öğretiliyordu. Eski Yunanlılar tıpkı Mısırlılar gibi rüyaları için tapınaklar inşa ettiler, fiziksel hastalıkların iyileştirilmesinde ve dünyadan ayrılmış bulunan ruhlarla iletişimde rüyalardan yararlandılar. Eski Yunanlılara göre rüyalar üç türde gruplandırılıyordu :

Tanrıların veya ruhların kendilerini insanlara gösterdikleri rüyalar;
Sembolik tarzda görülen rüyalar;
Gelecekten haber verilen rüyalar.

insanlar rüya görmektedirler 

Ölüm gecede geldiğinde

Hayatımızın üçte birini uykuda geçiriyoruz, bu yüzden pek çok insanın uykusunda ölmesi sürpriz olmamalı. Ölümcül bir hastalığın ikinci evrelerinde bilinçsiz olduğunda, gece boyunca ölmek arasında (özellikle sağlıklı olduğunda) ve ölmek arasında önemli bir fark vardır. Daha yaşlı insanlar ve hasta olanlar, gençlerden daha az dikkat çekiyorlar.

Ölümün durumuna bağlı olarak (evde hastaneye karşı yardımlı bakım tesisine karşı), ölüm bir hekim tarafından yorumlanabilir. Nadiren, olağandışı durumlar olmadıkça bir otopsi yapılacaktır (veya belirtilmektedir). Bu değerlendirme, genç erişkinlerde veya aniden bilinen bir hastalık olmaksızın toplumda aniden ölen çocuklarda daha olası olabilir.

Otopsi bile ortaya çıkmayabilir. Ölüm nedeni açık olmayabilir. Ölüm sertifikası, belirli olmayan nedenleri not edebilir: “kardiyorespiratuvar yetmezlik”, “doğal nedenlerden öldü”, hatta “yaşlılık”. Ne olduğunu merak eden aile ve arkadaşlar kalabilir ve bazı nedenleri anlamak faydalı olabilir. uykuda meydana gelen ölüm.

Travmanın, Ortamın ve Maddelerin Bir Araya Konulması

Bazı durumlarda ölüm, doğrudan çevreden veya başka bir dış etkenden kaynaklanan bir tür dış faktör nedeniyle gerçekleşir. Örneğin, bir binanın yıkıldığı bir deprem, uykuda travmatik bir ölüme yol açabilir. Arızalı havalandırmadan ve zayıf bir ısınma kaynağından kaynaklanan karbonmonoksit zehirlenmesine katkıda bulunabilir. Cinayet, uyurken de oluşabilir ve cinayetler gece daha sık meydana gelebilir.

Ağrı ve uykusuzluk da dahil olmak üzere tıbbi rahatsızlıkları tedavi etmek için alınan ilaçlar ölüm riskini artırabilir. Bu ilaçların aşırı dozda veya alkol ile aşırı miktarda alınması halinde daha muhtemel olabilir. Yatıştırıcılar ve opioidler nefes almayı değiştirebilir veya bastırabilir. Kanser gibi ağrılı durumlar, örneğin, solunum yavaşlayarak ölüm sürecini hızlandıran morfin seviyelerini gerektirebilir.

Kalp ve Akciğerlerin Başarısızlığına Odaklanma

Ölüm nedenlerini hastane ortamında aranabilecek bir “Kod Mavisi” olarak düşünmek faydalı olabilir. Birisi ölüyorsa ya da ölme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, genellikle başarısız olan birkaç kodlu sistem vardır. Çoğu zaman, kalp ve akciğer fonksiyonlarının başarısızlığı suçludur.

Evrimleşen solunum yetmezliği, kalbin ve diğer sistemlerin işlevini yavaş yavaş etkileyebilir. Büyük kalp krizi gibi kalp fonksiyonlarındaki akut düşüş, beyne hızlı bir şekilde kan akışını etkiler ve sonuçta hızlı solunum yetmezliğine yol açabilir. Akciğerler ayrıca kalp yetmezliğinde pulmoner ödemin bir parçası olarak sıvı ile hızlıca doldurabilir.

Kalp DURMASI

Uyku sırasında kardiyak fonksiyonun stresli olabileceğine dair önemli kanıtlar vardır. Özellikle hızlı göz hareketleri (REM) uykusu , sabaha karşı artan risk ile sistemi yeniden çizebilir. Ayrıca gece boyunca ve uyanma zamanının yakınında meydana gelen sıkıntılarla birlikte, bir kardiyak disfonksiyonun sirkadiyen bir modeli olduğu görülmektedir.

Kalp ayrıca elektrik sistemini etkileyen düzensizlikler yaşayabilir. Senkronize bir şekilde kasları ateşlemek için gerekli olan ücret kesintiye uğrayabilir. Kasılmalar düzensiz, çok hızlı veya çok yavaş olabilir ve kalbin pompalama etkinliği tehlikeye girebilir.

Aritmiler uyku sırasında sık görülen ölüm nedeni olabilir. Asistol, kalbin elektriksel aktivitesi tespit edilemediğinde bir kalp durması ritmidir. Atriyal fibrilasyon veya çarpıntı kardiyak fonksiyonu zayıflatabilir. Ventriküler taşikardi de içeren benzer ventriküler ritimler ölümcül olabilir. Elektrik paternini etkileyen kardiyak bloklar ayrıca kalp işlev bozukluğuna ve ölüme neden olabilir.

Kronik, konjestif kalp yetmezliği (CHF) da yavaş yavaş kalbin başarısızlığına yol açabilir. Sol taraftaki kalp yetmezliği, kalbin sağ tarafını hızlı bir şekilde etkileyerek, akciğerlerde sıvı birikmesine (özellikle nefes alırken nefes darlığına) ve ayaklarda ve bacaklarda periferik ödem olarak adlandırılan şişmeye yol açar. Kalp hacim aşırı yükü yaşıyorsa, kan dolaşım kabiliyeti kesilebilir.

Önemli olarak, kalp, kan dolaşım yeteneğine dayanan diğer sistemleri etkileyebilir. En önemlisi, düzensiz bir kalp ritmi, beyne giden ve felce neden olan bir pıhtıya yol açabilir. Yüksek tansiyon veya hipertansiyon, riski artırabilir. Bir inme beyin sapını etkiliyorsa, nefes alma, göz açma, kas kontrolü ve bilinç tehlikeye girebilir. Bu vuruşlar ölümcül olabilir ve uykuda olabilir.

Solunum durması

Akciğerler, kalbin işlevini tamamlar ve bir ekip gibi, bir sistem acutely başarısız olursa, diğerinin kısa sırayla takip etmesi muhtemeldir. Pulmoner hastalık genellikle kroniktir ve etkileri daha yavaş gelişebilir. Ancak kritik bir eşiğe ulaşıldığında ölüm meydana gelebilir.

En temel seviyede, akciğerler çevre ile oksijen ve karbondioksit değişimi için sorumludur. Uygun şekilde çalışmadığında, oksijen seviyeleri düşer, karbondioksit seviyeleri yükselir ve vücudun asit-baz dengesindeki tehlikeli değişiklikler meydana gelebilir. Kusmuk gibi boğulma gibi akut tıkanıklıklar boğulmaya neden olabilir. Olası olmamakla birlikte, obstrüktif uyku apnesi olayının ölümcül olduğunu kanıtlamak da mümkündür. Solunum yetmezliği kronik, dejeneratif hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu, akciğerlerin kendileri gibi başarısızlığı olabilir:

  • Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)
  • anfizem
  • Kistik fibroz
  • Akciğer kanseri
  • Pulmoner fibroz
  • zatürree
  • Durum asthmadı
  • Pulmoner embolus (akciğerlere pıhtılaşma)

Akciğerlerin, amiloidik lateral skleroz (ALS veya Lou Gehrig hastalığı) veya myastenia gravis gibi kas veya sinir sistemindeki değişikliklere bağlı olarak başarısız olması da mümkündür. Konjenital santral hipoventilasyon sendromu gibi nefes alma yeteneğini etkileyen konjenital bozukluklar da vardır. Ani bebek ölüm sendromu (SIDS), uyku sırasında normal nefes almada başarısızlığı temsil eder.

Ölüm yavaşça yaklaştığında, ortaya çıkan karakteristik solunum şekli vardır. Cheyne-Stokes solunumu denir. Genellikle kalp yetmezliğinde, narkotik ilaç kullanımında ve beyin sapında yaralanmalarda görülür. Yakın zamanda solunum durması ve ölümünü gösterebilir. Etkilenen kişi kaydığı için bilinç çökebilir.

Uyku Bozuklukları

Diğer Sebepler ve Uyku Bozukluklarının Rolü Dikkate Alınması

Uykuda ölümün, bazı uyku koşulları da dahil olmak üzere birkaç başka bozukluktan dolayı meydana gelmesi mümkündür. Özellikle, nöbetler ölümcül olabilir. Epilepside (SUDEP) ani ölüm olarak bilinen ve tam olarak anlaşılamayan bir durum vardır.

Obstrüktif uyku apnesi sonuçta ölümcül olabilecek diğer tıbbi durumları şiddetlendirebilir. Bunlar arasında felç, kalp krizi, kalp yetmezliği ve ani ölümle sonuçlanabilecek aritmiler sayılabilir. Parasomnia adı verilen uyku davranışlarından ölmek mümkündür. Uyurgezerlik, üst katlardaki pencerelerden düşme, bir yolcu gemisinden düşme veya caddede trafiğe girme gibi tehlikeli durumlara yol açabilir. “Sözde-intihar”, bilinen depresyon ya da intihar düşüncesi olmadan ölen uyurgezer yaralanmaları olan insanlar arasındaki ölümleri tanımlar. REM uyku davranış bozukluğu uykuda yataktan ve kafa travmasından düşmesine neden olabilir. Bu iç kanamaya neden olabilir; Bir epidural hematom hızla ölümcül kanıtlayabilir.

Uyku bozukluğu hemen ölümcül değilse bile, uykusuzluğun intihar riskini artırdığına dair kanıtlar vardır. Kronik uyku yoksunluğu, yıllarca kötü uykudan sonra genel mortaliteyi artırabilir.

unutma.

Bir uyku bozukluğundan gecede ölmekten kaçınmak için, diğer semptomların (uykusuzluk ve erken sabah uyanmaları dahil) veya uyku apnesi belirtilerinin farkında olun (solunum, horlama, noktüri , bruksizm , aşırı gündüz uyku hali, ruh hali ve kognitif problemler) , vb.). Neyse ki, uyku bozuklukları tedavi edilebilir. Genel sağlığınızı optimize edin ve sağlıklı uykunun önemli rolünü unutma.

Korkmak, 

Karabasan, kimimiz için sadece bir kabus, kimimiz için ise bilinmeyen bir korku dünyası… Karabasan yani bilimsel adıyla ‘Uyku felci’,  aslında bir çeşit uyku rahatsızlığı. Bu rahatsızlığı çok sık yaşayanlar ise tahmin edemeyeceğimiz acılar çekiyorlar. Bu listeyi o acıyı bilenler anlar. İşte kendisine Karabasan tebelleş olmuş olanların anlayabileceği 13 şey! Korkmak, her insanın yaşadığı ancak kolay kolay itiraf edilemeyen bir duygu. Korku filmlerini izleyip izleyip, yatağımızın altından canavarlar çıkacak sanırız ya, işte o sahneye en yakın olduğumuz andır karabasanlar. Birçok kişinin, tedavi ve destekle üstesinden gelebildiği bu uyku rahatsızlığını yaşayanlarla empati kurabilmenizi sağlayacak bir liste hazırladık…

1. Haram olan Rem uykusu

Rüya görürken Rem uykusu dediğimiz bir süreç yaşarız. Bu süreç içerisinde göz ve solunum yollarımız dışında tüm kaslarımız geçici şekilde felç olur. Eğer vücudumuz böyle bir durum yaşamasaydı, rüyamızda yaptığımız hareketleri yaparak kendimizi tehlikeli bir durum içerisine sokabilirdik. İşte bu felç sırasında eğer zihnimiz uyanırsa ancak kas sistemimiz bu uyanışı yaşayamazsa kendi vücudumuzun içerisinde tutsak kalırız. Karabasanın en temel sebebi REM uykusu sırasında, uyanmamıza rağmen, fizyolojik felcimizin çözülmemesidir. Düşünsenize tutsak kalabileceğiniz en kötü yerin kendi vücudunuz olabileceği aklınıza gelir miydi?
2. Yorgunluğun ceremesi

Bahsettiğimiz bu bozuk Rem uykusu düzeninin belli başları sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında da yorgunluk gelir. Yorgun bir vücudun Karabasana maruz kalması yüksek bir ihtimaldir. Genelde ağır işlerde çalışan insanların yaşadıkları karabasan sorunu, iş değişikliğiyle çözülebilmektedir. Şimdi bir durun ve kendinizi gözden geçirin, yorgun olmadığınız halde sürekli karabasan mı musallat oluyor? O zaman sorun başka bir yerlerde olabilir…

3. Yanlış yatış pozisyonunun sonuçları

Yorgun olmasanız bile, eğer nefes alışınızı zorlaştıracak bir şekilde yatarsanız ki bu çok sık karşılaşılan bir durumdur, karabasanın size dadanması muhtemeldir. Misal, almışsınız kitabınızı kanepeye uzanmışsınız, boynunuz bükük bir şekilde okurken sızıp gitmişsiniz… Aldınız başınıza belayı! Rahat nefes almanıza engel olan bu yatış biçimi, göğsünüzde bir ağırlık ve üstünüzde bir karaltı olarak size sonuçlar çıkartacaktır.
4. Diğer faktörler

Diyelim yorgun değilsiniz ve gayet konforlu bir şekilde yattığınızı düşünüyorsunuz ancak yine de karabasan size musallat oluyor. O zaman ya stres altındasınız, çevre ve yaşam tarzınızda ani bir değişiklik olmuş ya da uyku etkisi olan bir kimyasal kullanmışsınız demektir. Bunların yanında uyku öncesi ağır bir yemek yemiş ya da çok aç bir şekilde uykuya dalmış olabilirsiniz. Göreceğiniz üzere gün içerisinde başınızdan geçen en ufak şeyler bile Karabasan olarak size geri dönebiliyor.

5. Karabasanın tasviri

Tıbba saygımız sonsuz ancak dünyanın her yerinde herkesin aynı şekilde gördüğü tek rüya karabasandır. Ak sakallı dedeyi bu konunun dışında bırakacak olursak, tüm kültürlerde ortak tasvir edilen tek rüyadır. ‘Karanlık bir varlığın göğsünüze oturması, boğazınızı sıkması, nefes alamamanız ve hiçbir yerinizi kıpırdatamıyor olmanız yetmiyormuş gibi yardım da isteyemediğiniz bir durumda yaşadığınız dehşet’ olarak hangi toplumdaki insanlara anlatırsanız anlatın, yaşadığınız şeyin ne olduğunu bileceklerdir. Burada ilginç bir nokta şudur, bilirsiniz hepimiz ağır bir uykuya dalmadan önce garip şekilde yüksekten düştüğümüzü hissederiz. Bunu bilim insanları, ağaçlarda yaşayan atalarımızdan korkuların genetik yollarla bize aktarılmış olmasıyla ilişkilendiriyorlar. Peki ya atalarımızdan bize miras kalan tek rüya hali bu değilse? Karabasan dediğimiz şey de pekala geçmişte atalarımızın maruz kaldığı bir tecrübe olarak bize aktarılmışsa?

6. Sessiz çığlıklar

Karabasan yaşayan insanların hemen hepsinde görülen bir başka durum da, karabasan sırasında çığlık atmaya çalışıp atamamalarıdır. Bu durum kişiye o kadar büyük bir dehşet yaşatır ki, yüksek sesle bağırarak uyanan birçok kişinin, kendi içlerinde çıkardıkları sesten kulaklarının çınladığı olur. Bir düşünün, boğulduğunuzu hissediyorsunuz, yardım istemek için bağırıyorsunuz ama o ses sadece kendi içinizde yankılanıyor!


7. Karanlıktan gelen sesler

Karabasan sırasında yaşanan bir başka durumda, genelde fısıltı olarak karanlıktan gelen seslerin yarattığı korkudur. Bu sesleri bilim insanları, ‘sanrı’ olarak nitelese de, karabasan yaşayanların ortak tasviri bu seslerin bilinmeyen bir dilde ve korkutucu bir ses tonuyla çıkartıldığı yönündedir. Bu tecrübeyi yaşayan farklı kültürlerden insanların söz konusu bilinmeyen dil hakkında yaptıkları tanımlamalar birbirine son derece yakındır.

8. Fiziksel etki

Çok sık rastlanmasa da, Karabasan çöken bazı kişilerin uykusunda garip bir şekilde hareket ettikleri görülebilir. Aslında bu durum tamamen fizyolojik felcin çözülürken vücuda yaşattığı bir tepkimeden ibaret olsa da, kişi bunu üstüne çöken varlığın yaptığına inanabilir. Bu durumun psikolojik olarak ağır hasar verdiğini eklemek gerek ve bu yönde tecrübeleri olanların acilen bir uzman yardımına başvurmalarını tavsiye ederiz.
9. Üç harfliler

Yabancı kültürlerde iblis, İslam kültüründe ise üç harfliler olarak anılan bazı varlıkların Karabasana sebep olduğu düşünülür. Ancak bunlar bilimsel temele dayanmayan iddialardır. Karabasanın; Karav, Karakura, Kamos, Haragah gibi adlara sahip bir varlık olduğu yaygın bir inanıştır. Kutsal kitaplarda adı geçen ve ‘Cin’ olarak tabir edilen varlıklarla Karabasan arasında kurulmaya çalışılan bağların herhangi bir kanıtı bulunmamaktadır. Hurafe bunlar inanmayın…
10. Gölgeler

Karabasan yaşayan kişilerin ortak tecrübelerinden biri de, uyudukları oda içerisinde birçok gölgenin dolaştığını görmekte olmalarıdır. Bu gölgelerin korkutucu görünümleri vardır ve kötü olduklarını hissettirirler.

11. Dünyadan örnekler

Çinliler karabasanı; ‘Yatağa basan hayalet’, Japon kültüründe ‘Kutuya hapseden hayalet’, Kuzey ülkelerinde ‘Yaşlı cadının ziyareti’, Latin Amerika’da ‘Tepeye tırmanan ölü’, Avrupa’da ‘Cadı basması’, Kuzey Amerika’da ‘İnsana binen cadı’ olarak tanımlanır. Karabasan sırasında gördükleri şeyler birbirinin aynısıdır ve yaşadıkları korkular ortaktır. Türkiye’de ise insanımız karabasan gibi ciddi bir rahatsızlığa hala ‘Kara basma iz olur…’ türküsünü söyleyecek kadar bayağı bir yaklaşımla bakmaktadır. Dalga geçilecek şey mi bu Allah aşkına!


12. Uzaylı kaçırmaları

Bilim insanlarının buluştuğu bir başka ortak nokta da, uyurken uzaylılar tarafından kaçırıldığını söyleyen kişilerin aslında Karabasan gördüklerini düşünüyor olmalarıdır.


13. Korku seansının öbür yüzü

Karabasan her ne kadar bilimsel olarak rahatlıkla açıklanabiliyor olsa da, literatürde Karabasan sonrasında vücudunda garip yaralar oluşan insanlar da yer alır. Bunlar yaşanan sıkıntıya bağlı kılcal damar çatlamaları ve zona olarak tanımlanır. Ancak göğsünüzün üstüne çökmüş bir karanlık, size zarar vermek için hala bir yerlerde uyuya kalmanızı da bekliyor olabilir, bizden söylemesi. Ayağınızı denk alın…

Hilmi Dinçer

Günümüz modern yaşamının getirdiği uyku bozuklukları nedeniyle birçok hastalık ortaya çıkabilmektedir. Bunun temel sebebi düzensiz yaşamın ortaya çıkardığı yetersiz uyku uyuma problemidir. Düzensiz uykunun yanında stresli yaşam ve psikolojik güçlüklerin de yaşanması uyku felcinin tetikleyicisi olabilir. Özellikle ilk ortaya çıktığı ergenlik çağında daha korkutucu olan uyku felci, insan yaşamını tehdit edici bir durum değildir. Ancak insanların buna neyin sebep olduğunu bilmemesi korkutucu olabilir. Çünkü insanlar uyku felci geçirirken hareket etmek isterken edemezler veya konuşmak isterken konuşamazlar. Yarı uyku halinde geçici kas kaybının neden olduğu uyku felci ile ilgili tüm bilgiler yazımızda ayrıntılı olarak yer almaktadır.

Uyku felci, halk arasında karabasan olarak bilinen uyku sırasında rüya döneminde kaslardaki fizyolojik felcin uyanınca da bir süre devam etmesidir.Kişinin bilinci kasların atomisiden daha önce açılır ve uyanıkken hareket eder. Genellikle uykuya dalmak üzereyken, uykuya daldıktan hemen sonra veya uyanma esnasında gerçekleşir. Kas kaybına ek olarak insanlar uyku felci dönemlerinde halüsinasyonlar da görebilirler. Uyku felci geçirmek çok olağan bir durumdur ve insanlar ilk defa 14 ila 17 yaşları arasında uyku felci geçirirler. Kas kontrolünün kaybedilmesinden dolayı hareket edememe hissi ortaya çıkar.

Herhangi bir duyu farkındalığı kaybolmamış olsa dahi bireyler üzerlerinde bir baskı varmış gibi hissederler. Halüsinasyonlara ve baskıya yoğun bir korku durumu eşlik edebilir. Parasomni, uyku sırasında istenmeyen durumların ortaya çıkması olarak tanımlanan bir durumdur. Uyku felci ne demek sorusuna bir parasomnidir şeklinde de yanıt verilebilir. Uyku döngüsünün hızlı göz hareketi yani REM aşamasında uyku felci ortaya çıktığından, REM parasomnisi olarak da tanımlama yapılabilir. İnsanların yaklaşık olarak yüzde 5 ila yüzde 40’ının bu durumu yaşadığı araştırmacılar tarafından kanıtlanmıştır. Genellikle ergenlik döneminde başlayan uyku felci, 20 ve 30’lu yaşlarda daha sık görülebilir.

Uyku felci tıbbi bir acil durum değildir, çok karakteristik belirtileri vardır ve bu belirtilere aşina olmak insanların daha rahat hissetmelerini sağlayabilir. Uyku felcinin bir bölümünün en yaygın belirtisi hareket edememe veya konuşamamadır. Bu bölüm birkaç saniye veya birkaç dakika sürebilir.Bunun yanında:

  • Sanki bir şey tarafından aşağı doğru itiliyormuş gibi hissetmek,
  • Uyunulan odada bir varlık ya da bir cisim varmış gibi hissetmek,
  • Bu duygu karmaşasından dolayı korkmak,
  • Uyku sırasında, uykudan hemen önce veya hemen sonra halüsinasyonlar görmek en yaygın belirtiler arasında yer alır.

Bunun dışında her bireyde rastlanmasa da:

Bunun dışında her bireyde rastlanmasa da:

  • Nefes alma güçlüğü yaşamak,
  • Ölecekmiş hissine kapılmak,
  • Uyku felci sırasında aşırı terlemek,
  • Göğüste baskı hissetmek gibi belirtilerin görülmesi de olasıdır.

Uyku felci sırasında beynin normalde göz ardı etmiş olduğu günlük tehdit edici olmayan sesler, duyumlar ve diğer uyaranlar orantısız şekilde önemli hale gelir. Bu nedenle uyku felci sırasında yaşanan duygular çok yoğunlaşır ve bu belirtiler ortaya çıkar. Belirtilerin ortadan kalkması için bireyin kendi kendini hareket ettirmesi veya bir başkasının bireye dokunması gerekir. Bir kısım bireyler neler olduğunun farkında olmasına rağmen hareket edemeyebilir veya konuşamayabilir. Hatta uyku felci tamamlandıktan sonra ayrıntıların hatırlanması da olası durumlar arasındadır. Nadir durumlarda korku ve endişeye sebebiyet verebilecek halüsinasyonlar ortaya çıkabilir ancak bu halüsinasyonlar zararsızdır.

Uyku Felci Neden Olur?

Uyku felci nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Her yaştan çocuk ve yetişkinler bu durumu yaşayabilir. Ancak bazı gruplar diğerlerinden daha fazla risk altındadır. Bu risk gruplarını aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

  • Uykusuzluk yaşayanlar,
  • Narkolepsi (Uyku durumu bozukluğu) olanlar,
  • Anksiyete bozuklukları yaşayanlar,
  • Alkol kullanımı

Bunların dışında kötü uyku hijyeni veya kaliteli uyku için gerekli olan uyku alışkanlıklarına sahip olmamak uyku felçlerine nede olabilir. Yapılan çalışmalar uyku apnesi gibi uyku bozukluklarının da uyku felcine neden olabileceğini göstermiştir. Düzenli bir uyku alışkanlığının ardından uyku alışkanlıklarının bozulması da bu durumu ortaya çıkarabilir. Gece vardiyalarında çalışmak veya seyahatler sırasında saat değişiklikleri yaşamak uyku felçlerine davetiye çıkarır. Her ne kadar birtakım çalışmalar uyku felcinin kalıtsal olabileceği yönünde olsa da uyku felci sebepleri açısından kesin bir kanıt elde edilememiştir.

Uyku felci nasıl geçer sorusuna kesin bir yanıt vermek her zaman mümkün değildir. Ancak en iyi tedavi yöntemi uyku felcini ortaya çıkaran nedeni ortadan kaldırmaktır. Uyku yoksunluğu uyku felcine neden olabilir, bunu önlemek için ihtiyaç olan süre kadar uyumak gerekir. Narkolepsisi olan bireyler genellikle uyku felci yaşarlar. Bunun ortadan kaldırılması için narkolepsi tedavisi uygulanması gerekir. Eğer uyku felci diğer hastalıklarla ilişkili değilse çoğunlukla bir tedavi uygulanmaz. Düzenli ve yeterli bir uyku ile hijyenik bir uyku ortamının sağlanması uyku felcinin ortadan kalkmasını sağlayabilir.

Uyku Felci Öldürücü Müdür?

Uyku felci çoğu insan için ciddi bir sorun değildir. Tıbbi olarak iyi huylu bir durum olarak sınıflandırılır ve genellikle önemli sağlık sorunlarına neden olacak şekilde sık olmaz. Sürekli uyku felci geçirmek insanların zaman zaman psikolojik olarak endişeli hissetmelerine neden olabilir. Ancak psikolojik olarak hissedilen bu rahatsızlıkların veya uyku felcinin ölüme yol açması mümkün değildir. Bireylerin bir kısmında uyku felcinden daha önemli uyku sorunları vardır. Bu sorunlar uyku felci ile birleştiğinde daha sıkıntılı sonuçlar doğurabilir. Uyumak, yatmak, uykuya dalmayı zorlaştıracak zihinsel düşüncelere dalmak veya uyku kalitesini düşürücü ortamlarda bulunmak önemli sağlık sorunlarına neden olur. Çünkü insan bedeni en iyi uyku halindeyken zihinsel ve fiziksel olarak dinlenir. Bunun en üst düzeyde sağlanabilmesi için düzenli uyumak çok önemlidir.

Uyku Felci İçin Hangi Doktora Gİdilmeli?

Çoğu durumda uyku felci insan sağlığını etkileyen bir durum olmasa da sürekli uyku felci insanları psikolojik olarak etkileyebilir ve bu durumun önlenmesi için tavsiye almaya ihtiyaç duyabilir. Her ne kadar uyku felci sağlığı tehdit edici bir unsur olmasa da uyku bozuklukları sağlığı tehdit edici sorunlara yol açabilir. Böyle durumlarda bir nöroloji uzmanı ile görüşmekte fayda vardır. Uyku bozukluklarının tespiti için nöroloji uzmanı uyku felcinin ne zaman başladığı hakkında bireyden bilgi alır. Ne sıklıkla meydana geldiği ve ne kadar sürdüğü konusunda birtakım bilgiler daha gerekir. Bunun yanında kullanılan ilaçlar ve geçmiş sağlık öyküsü hakkında da sorular sorulabilir. Bireylerin başka bir uyku bozukluğu problemi yaşıyor olmaları halinde bunu belirtmeleri önemlidir. Çünkü narkolepsi gibi bozukluklar uyku felçlerine yol açabilir.

Bireylerin durumuna göre polisomnografi adı verilen uyku uygulaması yapılabilir. Bu uygulamanın amacı uyku esnasında beyin dalgalarını, kalp atışlarını ve nefes alış verişinin analiz edilmesidir. Ayrıca uyku sırasında kol ve bacakların nasıl hareket ettiğinin de kaydı tutulur. Kaslardaki elektriksel aktiviteler de kayıt altına alınır. Uyku felci sırasında bu seviyenin çok düşük olması beklenir. Bu şekilde muayenenin ardından gerektiği takdirde uygun tedavi yöntemlerinin uygulanması mümkündür. Eğer siz de uyku problemleri yaşıyor, buna bağlı olarak uyku felçlerinden şikayet ediyorsanız vakit kaybetmeden muayene olabilir ve kısa sürede sağlığınıza kavuşabilirsiniz.

Uzm. Dr. Figen HANAĞASI

Herbirimizin farklı bir rüya gördüğünü hatırlatmakta fayda var.


Rüyalar yarının sorularına cevaplarıdır. Edgar Cayce

Comments are closed.