logo

Yaşam; seyrettiğiniz bir filmdir.

İÇİNDEKİLER

Anthony Quinn, 21 Nisan 1915 tarihinde Meksika’nın Chihuahua şehrinde dünyaya geldi. Fakat ailesi doğumundan kısa bir süre sonra Los Angeles’e yerleşti. Anthony Quinn 9 yaşındayken babası hayatını kaybetti.

Meksika’da Chiuhaha kasabasında doğduğu kesin… Annesinin Meksikalı, babasının İrlandalı olduğu da… Ancak mesleklere gelince çelişkili bilgiler var. Annesinin Pancho Villa’nın yanında savaşmış sert bir kadın, bir “soldadera” olduğu söylenir. Babası ise bir söylentiye göre bir kameraman, bir diğerine göreyse mevsimlik işçi olarak işe başlayıp sonradan Hollywood’un ilk günlerinde bir hayvanat bahçesi kuran bir serüvencidir. Karmaşık kökenleri ve Latin/Anglo-Sakson karışımı kanı, onun ilerde hemen her ırktan ve kökenden kişilikleri rahatlıkla oynamasını sağlayacaktır.

ABD’de bir süre sahneye çıktıktan sonra Parole filminde oynayarak sinemaya adım attı. The Plainsman, Blood and Sand gibi filmlerde uzun yıllar yardımcı roller oynadı ve daha çok kötü Yerli ya da Meksikalı tiplerini canlandırdı. İlk gençliğinde boğa güreşine merak sarar, arenaya çıkar. Sonra 1936 yılında sinemaya adım atar. İlk filmlerindeki çok küçük rollerini, zaman içinde büyük rollere çevirir… Ama bu Meksikalı, kızılderili veya gangster rolleri, ona şöhretin yolunu açacak gibi değildir. O yıllardaki asıl başarısı, 1936 yılında The Plainsman -Ovalar Kaplanı, iki yıl sonra The Buccaneer – Korsan, ertesi yıl da Union Pasific- Pasifik Ekspresi filmlerinde rol aldığı ünlü yönetmen Cecil B. de Mille’in evlat edindiği kızı Katharine de Mille’in kalbini çalarak onunla evlenmesidir. Ama bu bile, 1930’ların sonlarında Quinn’e beklediği ünü getirmeyecektir.

Savaş senelerinde Paramount’tan ayrılıp Warner Bros ve FOX’la çalışır. Rollerinin önemi çok yavaş biçimde artmaktadır. Sert, giderek çirkin fiziğinin ardında saklı o müthiş dinamizmi henüz bilinmediği için, yönetmenler ona önemli rolleri lâyık görmezler. Blood and Sand – Kanlı Meydan, They Died with their Boots On – Sayılı Kahramanlar, The Oxbow İncident- Oxbow Olayı, Buffalo Bill gibi filmlerde hep asıl kahramanın yanıbaşındaki adam veya adamlardan biridir. Sayılı Kahramanlar’da kızılderili şef Crazy Horse veya Bataan’a Dönüş’teki Filipinli savaşçı rollerine aynı inandırıcılığı katabilmektedir.

Sinemadan beklediğini bulamayan Quinn, Broadway’e yönelir, orda “İhtiras Tramvayı” oyununda Marlon Brando’nun yerini alarak eşit düzeyde başarı kazanır. 1951 yılında üç yıllık bir ayrılıktan sonra Hollywood’a döndüğünde şansı artmış gibidir. Robert Rossen’ın şaşırtıcı boğa güreşi filmi The Brave Bulls – Kanlı Kılıç’ta başarı kazanır. Hemen ardından, Meksika kökenlerini hatırlayan Elia Kazan tarafından Viva Zapata’da Marlon Brando/Zapata’nın kardeşini oynamak için seçilir. İki oyuncu da Oscar adayı olarak, Broadway’deki rekabetlerini sürdürürler. Elia Kazan’ın 1952 tarihli Viva Zapata’sıyla en iyi yardımcı oyuncu Oscar’ını kazanınca başrollerde gözükmeye başladı.

Bu ilk raundu Quinn kazanır, yardımcı oyuncu olarak heykelciği kucaklar. Dört sene sonra da Vincente Minnelli’nin Lust for Life – Ölmeyen İnsanlar’ındaki Gauguin rolüyle ikinci yardımcı oyuncu Oscar’ını alacaktır. Fakat Brando, sonraları iki baş oyuncu Oscar’ıyla elbette bu yarışı önde tamamladı.

İlk Oscar’ı Quinn’in şansını artırır. Art arda Ride Wayuero – İki Aşk Arasında, Blowing Wild – Müthiş Mücadele gibi gösterişli western’lerde Robert Taylor, Ava Gardner, Gary Cooper, Barbara Stanwyck gibi starlarla ve eşit düzeyde rollerde oynar. Avrupa sinemasının ilgisini çeker. Federico Fellini’nin ilk büyük filmi La-Strada -Sonsuz Sokaklar’da nefes kesici bir Zampano olur. Küçücük, bebek kadın Gelsomina’ya tutulan gezginci, dev gösteri adamı… İtalya’da çevrilen bir Hun İmparatoru Attila’da Attila olur, uluslararası yapım Ulysses – Kral Ülis’in Maceraları’nda ise kralın en yakın arkadaşı…

Fransız yapımı bir Notre Dame’ ın Kamburu’nda Gina Lollobrigida’nın oynadığı Esmeralda’ya vurulan kambur Quasimodo olur. Tekrar Hollywood’a dönüp Lust for Life – Ölmeyen İnsanlar’la ikinci Oscar’ını alır. O artık büyük bir yıldız ve uluslararası bir stardır…

Quinn bundan sonra, o ünlü etnik portreler galerisini açar. Wild is the Wind – Vahşi Aşk’ta Anna Magnani, Hot Spell’de Shirley Booth, Black Orchid – Siyah Orkide’de Sophia Loren’in karşısında hep İtalyan kökenlileri oynar. Last Train from Gun Hill – Kan Davasının Sonu, Warlock – Korkunç Mücadele; Hellen in Pink Tights- Korkunç Kumpanya gibi klâsikleşen western’lerde, bu türün kalıplarını aşan incelikli kişilikler çizer. Kayınpederi De Mille’in hastalanması üzerine onun başladığı The Buccaneer – Karsan filmini (ikinci çevrim) yönetmen olarak tamamlar. 1960’larda, Nicholas Ray’in The Savage İnnocents-Vahşi Masumlar’ında Eskimo olur…

Arabistanlı Lawrence’in Bedevi şeyhi, Barabbas’ın Barabbas’ı, Zorba the Greek – Zorba’nın Yunanlı ermiş Zorba’sı hep odur. Cacoyannis’in filminde bu ünlü Nikos Kazancakis kahramanına, yaşam sevgisi, Akdeniz felsefesi, sirtaki adımları ve uzo tutkusuyla karışık müthiş bir canlılık getirir ve son Oscar adaylığını kazanır. Bu rol onun sağduyulu, ayakları yere basan, ama aynı ölçüde hülyalı ve duygusal toprak adamları kimliğinin zirvesidir. Artık daha öteye gitmesi nerdeyse olanaksızdır.

Nitekim gidemez de… Ama hep dener. Daha iyisini değilse de farklısını, özgün ve yeni olanını yapmak için uğraşır. The Guns of Navarone – Navaron’un Topları, Lost Command-Zafer Yolları, The Twenty Fifth Hour- Yirmibeşinci Saat, The Rover-Maceralar Beldesi, The Magus-Büyücü, The Marseilles Contrad -Ölüm Anlaşması gibi uluslararası yapımlarda oynar. İsviçreli yazar Frederich Durrenmatt’tan uyarlanan The Visit-Ziyaret’te (1963) eşlik ettiği Ingrid Bergman’ı beş yıl sonra A Walk in the Spring Rain – Bahar Yağmuru’nda yeniden bulur.

Anna Magnani ile yeniden karşılaşması ise Stanley Kramer’ın The Secret of Santa Vittoria – Kasabanın Sırrı’nda gerçekleşir. Baba’nın açtığı furyada, The Don is Dead – Baba Öldü’de kendi Corleone’sini yaratırken, The Shoes of the Fisherman’da Papa, The Message – Çağrı’da Hazret-i Muhammed’in dava ve inanç dostu Hamza, The Greek Tycon -Akdenizli’de armatör Onassis olur. Çağrı (film) filminde Hz. Muhammed’in amcası Hamza bin Abdülmüttalib’i, Lion of the Desert; Çöl Aslanı filminde Ömer Muhtar’ı canlandırdı.

70’lerdeki filmleri gösterişli, ama koftur. 80’lerde ise hep eski başarılarını yineler gibidir. Lion of the Desert – Çöl Aslanı, Çağrı’nın başarısını yinelemek isteyen Mustafa Akkad’ın kotardığı bir İslam usulü üstün yapım, The Richest Man in the World, yine Aristotle Onassis’i oynadığı bir TV dizisidir. 

Fakat Quinn, tükenmiş değildir. Nitekim son yıllarda kimi genç ve özgün yönetmenlerin filmlerinde küçük, ama çarpıcı roller almayı ve bu filmlere değer katmayı sürdürür. Spike Lee’nin Jungle Fever, John McTiernan’ın The Last Action Hero – Son Muhtefem Kahraman, Alexander Rockwell’in Somebody to Love -Sevecek Biri ya da Alfonso Arau’nun A Walk in the Clouds – Bulutlarda Yürüyüş filmleri gibi… 1980’lerin ortalarında yeniden Broadway’e dönmüş ve seneler sonra Zorba karakterini sahnede canlandırmıştır. Bir aralar plâk dolduran ve “I Love You, You Love Me’ adlı parçasını listelere sokan da odur.

1988 yılında “Stradivari” filminde oğulları ve torunlarıyla beraber oynadı. 1990’larda Herkül dizinde Zeus rolünü oynadı.

O, sinemadaki 60 yılı aşan çabasından henüz yorulmamış, enerjisini 85’e yaklaşan yaşına rağmen tüketmemiş bir sinema adamı, doğuştan bir oyuncu, mesleğini sonuna dek götürecek bir profesyoneldir. Bir zamanlar diye tepki gösteren genç ve öfkeli aktör, artık bir dünya oyuncusuna ve bir beyazperde efsanesine dönüşmüştür. İslamiyet’in doğuşunu anlatan “Çağrı” filminde Hz. Hamza rolünü oynayan Quinn, Türk izleyicilerin gönlünde taht kurmuştu. Özyaşamını daha 1972 yılında “The Original Sin-İlk Günah” adıyla yayınlayan Quinn’in günümüzde bu kitabı yeniden ele alıp birçok bölüm eklemesi gerekecektir!…

3 Haziran 2001 tarihinde ABD’nin Boston kentindeki bir hastanede tedavi gören Quinn solunum yetersizliğinden yaşamını yitirdi. 86 yaşında hayata gözlerini yuman Athony Quinn ile ilgili tedavi gördüğü Brigham and Women’s Hastanesi’nde ayrıntılı açıklama yapılmadı. Bir hastane yetkilisi sadece Quinn’in 09:30’da öldüğünü belirtmekle yetindi. Bir süredir hastanede tedavi gören ünlü aktörün yakın arkadaşı, Rhode İsland eyaleti Providence kenti Belediye Başkanı Vincent Buddy Cianci, Quin’in solunum yetmezliğinden öldüğünü kaydetti

Üç kez evlenen Quinn’in, bu evliliklerden ve evlilik dışı ilişkilerinden, toplam 13 çocuğu vardır.

Ödülleri : 
1952 – Akademi Ödülleri, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, Viva Zapata! 
1956 – Akademi Ödülleri, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, Lust for Life
1987 – Altın Küre Ödülleri, Cecil B. DeMille Award, Ömür boyu başarı ödülü

akit

11 yaşına geldiğinde ailesi ayrıldı. Marlon Brando ve diğer iki kardeşini alan annesi Dorothy Julia, Kaliforniyaya taşındı. 1937 yılında aile tekrar bir araya geldi ve Şikagoya taşındılar. Küçük yaştan itibaren yaptığı taklitleri büyüdüğünde geliştirerek canlandırdığı karakterlerde kullandı. Kız kardeşi Jocelyn Brando, ailede ilk defa oyunculuk kariyeri peşinde koştu ve Amerikan Dramatik Sanatlar Akademisine okudu. Broadwayde sahneye çıktıktan sonra birçok filmde rol aldı. Öteki kız kardeşi Frances Brando ise okuduğu üniversiteyi yarıda bırakarak New Yorka sanat okuluna gitti.

Marlon daha sonra Francesin izinden gitti. Yazları babasının ayarladığı hendek kazıcılığı işini yaptı. Asker olmak istedi ama yapılan sağlık taramasında futbol oynarken yaşadığı diz sakatlığı yüzünden orduya kabul edilmedi. Bu olayın ardından New Yorktaki kız kardeşinin izinden gitmeye karar verdi. Babası bu kararını altı ay boyunca destekledi. Altıncı ayın sonunda ise satış elemanı olması için Brando’ya iş buldu. Yine de, Brando hayallerinin peşinden giderek Aktörler Stüdyosuna yazıldı ve eğitimine devam etti.

Marlon Brando, Stella Adler tarafından oyunculuk eğitimi aldı. Stella Adler, ona özel bir teknik olan; Stanislavski Sistemini öğretti. Stellanın Brando ile ilgili anlattığı bir anısında ; ” “Bir gün bütün sınıfa tavuk olmalarını söyledim. Bende nükleer bomba oldum ve üzerlerine doğru koşmaya başladım. Bütün sınıf gıdaklayarak koşuşturmaya başladı fakat bir tek Brando sakince sanki yumurtasının üstünde oturuyomuş gibi olduğu yerden kımıldamadı. Bunu neden yaptığını sorduğumda ise bana “Ben tavuğum. Nükleer bombaları bilmem ki.”” Yanıtını verdi. ”

Marlon Brando bu Stanislavski Sistemini kullanarak ilk rollerini Sayville, New Yorkta aldı. Burda keşfedilen Brando, kısa süre içerisinde kendini Broadwayde buldu. 1944 yılında, ünlü “I Remember Mama” adlı Broadway dramasında rol aldı. O yıl eleştirmenler tarafından Broadwayde “Geleceği En Parlak Aktör” olarak seçildi. 1947 yılında, ünlü Warner Brothers şirketi tarafında deneme çekimlerine davet edildi. “Rebel Without A Cause” adlı filmin deneme çekimleriydi. 1955 yılında film yayınlandı. 2006 yılında çıkan “A Streetcar Named Desire” DVDsinde bu deneme çekimine yer verildi.

Marlon Brandonun ilk beyaz perde rolü belden aşağısı tutmayan eski bir askeri canlandırdığı “”The Man”” filmiydi. Bu rolüne hazırlanmak için bir ayını Birmingham Askeri Hastanesinde geçirdi. Daha sonra “”A Streetcar Named Desire”” filmindeki Stanley Kowalski adlı karakteri ile Hollywood’da büyük bir ün elde etti. Yıllar sonra bile insanların kendisini yolda gördüğünde canlandırdığı Stanley Kowalski karakteriyle özdeşleştirdiğini söyler. Bu rolü Brandoya “En İyi Aktör” dalında ilk Akademi Ödülünü kazandırmıştır. Bu başarısı daha sonra 1952 yılında “Viva Zapata!”, 1953 yılında “Julius Caesar” ve 1954 yılında “On the Waterfront” ile devam etmiştir. Bu akademi ödüllerini aldığı yıllarda üç yıl arka arkaya BAFTA Ödüllerinde “En İyi Başrol” ödülünün sahibi olarak tarihe geçmiştir.

*The Godfather : The Godfather filminde canlandırdığı Vito Corleone adlı mafya babası karakteri ile 1972 yılında bütün dünyayı kasıp kavurmuştur. Kariyerinin dönüm noktası olan bu film öncesi ünlü yönetmen Francis Ford Coppolanın gönderdiği makyaj ekibinden önce Brando kendi makyajını yaparak ünlü yönetmeni etkilemeyi başardı ve filmde de bu makyaj kullanıldı. Filmdeki performansı ile “En İyi Aktör” dalında Akademi ödülü sahibi oldu. Fakat Oscar ödülünü reddetti. Çünkü Oscar tarafından “En İyi Yardımcı Oyuncu” ödülüne layık görüldü. Brando ödül törenini boykot etmek için Oscar ödül törenine ödülünü alması için Amerikalı kızılderili aktivist Sacheen Littlefeatherı gönderdi. Sacheen törene Kızılderili kıyafetiyle katıldı ve Brandonun neden ödülü almaya gelmediğini anlattı. 1972 yılında “Last Tango in Paris” adlı filmdeki performansı ile bir kez daha “En İyi Başrol” ödülüne sahip oldu. 1974 yılında bir kez daha Vito Corleone rolü için kameraların karşısına geçecekti ki, “The Godfather Part II”nin yapım şirketiyle ayarlanan tarihte sorunlar yaşandı ve tartışma sonucunda o sahne filmden çıkarıldı.

2004 yılında 21.6 milyon dolarlık serveti arkasında bırakarak hayata veda etti. Ünlü Forbes dergisine göre, Brandonun arazileri hala yılda 9 milyon dolar gelir getirmektedir. Dünya çapında en çok para kazanan ünlülerin arasında yer almaktadır.

http://en.wikipedia.org/wiki/Marlon_Brando

+ 1

GREGORY PECK KİMDİR?

Eldred Gregory Peck (d. 5 Nisan 1916; La Jolla, San Diego, Kaliforniya – ö. 12 Haziran 2003; Holmby Hills, Los Angeles, Kaliforniya) Amerikalı tiyatro ve sinema oyuncusu, seslendirme sanatçısı ve prodüktör. 1940’ların ortalarında üne kavuşmuş, kariyeri boyunca Akademi Ödülleri’ne beş kez “En İyi Erkek Oyuncu” dalında aday gösterilmiş ve 1963 yılında aynı isimli romandan uyarlanan “Bülbülü Öldürmek” filmindeki “Atticus Finch” rolüyle ödüle layık görülmüştür. 1967-1970 yılları arasında Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi başkanlığını yürütmüştür. 1969 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin en yüksek nişanesi olan “Özgürlük Madalyası” ile onurlandırılmıştır.

İLK YILLARI

1916 yılında San Diego’ya bağlı sahil kasabası La Jolla’da ev hanımı bir anne ve eczacı bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Anne tarafından İskoç ve İngiliz, baba tarafından İrlandalı kökenlidir. Babaannesi üzerinden 1917’nin Paskalya Yortusu sırasında bağımsız İrlanda adına başlatılan ayaklanmada başı çeken Thomas Ashe’ın akrabasıdır.[3] Altı yaşındayken ebeveynlerinin boşanması sonucu 10-14 yaşları arasında Los Angeles’ta yatılı okuduğu Katolik St. John’s Askeri Okulu’na kaydettirilene dek çocukluğu farklı şehirlerde ve çeşitli aile bireylerinin himayesinde geçmiştir. Askeri okulun ardından San Diego Lisesi’nde öğrenim görmüş; üniversite eğitimini ise San Diego Eyalet Üniversitesi’nde ve daha sonra geçiş yaptığı UC Berkeley’de önce tıp, ardından İngilizce üzerine almıştır. UC Berkeley’de kürek takımında bulunmuş ve ilk oyunculuk deneyimini kampüs tiyatrosunda sahnecek oyun için uzun boylu bir oyuncuya ihtiyaç duyulurken tiyatronun genel yönetmeninin onu kampüste yürürken görüp rol teklif etmesiyle kazanmıştır.

FİLM KARİYERİ

1939 senesinde NBC de radyo yayını yaparak çalışmaya başladı. Kısa sürede buradaki başarısı ve oyunculuk üzerine olan kabiliyeti 1944 senesindeki ilk filminde oynamasına yol açtı. 1944 yapımı Days of Glory. Yine aynı sene The Keys of The Kingdom filminde oynar. 2 kez ünlü yönetmen Alfred Hitchcock ile çalışmıştır ve 1945 Spellbound filmi ile 1947 The Paradine Case filmleri olmuştur. 1947 senesinde Gentlemen’s Agreement adlı Elia Kazan filminde başrol oynamıştır. 1952 senesinde, ünlü yazar Ernest Hemingway’in Klimanjaro Dağları adlı romanından uyarlanan The Snows of Klimanjaro adlı Henry King filminde güzel yıldız Ava Gardner ile oynamıştır. 1 Sene sonra ise Ünlü Yönetmen William Wyler’ın Roman Holiday filminde Audrey Hepburn ile oynar ve Hepburn bu filmdeki rolüyle Oscar ödülünü göğüslemiştir. 1956 Senesinde bir John Huston filmi olan ünlü Moby Dick uyarlamasında oynar. 1962 senesinde 3 filmde oynar. Cape Fear, How The West Was Won, To Kill A Mockingbird. To Kill A Mockingbird deki rolüyle Oscar ödülünü alır. Ayrıca tam 5 Kez bu ödüle aday gösterilmiştir. 1951 Senesinde İspanyol Yönetmen Raoul Walsh’un filmi Captain Horatio Hornblower da Virginia Mayo ile birlikte oynamıştır. 1952 Senesinde yine Walsh filminde The World in His Arms da, Anthony Quinn ile beraber oynamıştır.1957 de Ünlü Yönetmen Vicente Minnelli’nin Designing Woman adlı filminde güzel yıldız Lauren Bacall ile Romantik – Komedi de oynamıştır. 1956 senesinde ise ünlü bir oyuncu kadrosuyla Frederich March, Lee J. Cobb ile The Man in the Gray Flannel Suit adlı filmnde oynamıştır. 1958’de Ünlü Yönetmen Henry King’in The Bravados Western filminde oynamıştır. 1958 senesinde iste Usta Yönetmen William Wyler’ın The Big Country adlı filminde ünlü isimler, Charlton Heston, Jean Simmons, Burl Ives, Carrol Baker ile Dram – Romantik Western de oynamıştır. 1959 senesinde ise Stanley Kremer’in On The Beach isimli Dram – Bilimkurgu denemesinde 2. kez güzel yıldız Ava Gardner ile birlikte oynamıştır. 1961 senesinde 3 büyük oyuncu Peck, David Niven ve Anthony Quinn ile The Guns of Navarro adlı filmde oynar. 1966 da dünyaca ünlü güzel yıldız Sophia Loren ile Arabesque adlı Dram – Romantik gerilim filminde başrol oynar. 1969 senesinde Mckenna’s Gold adlı filminde ise Omar Sheriff, Lee J. Cobb, Edward G. Robinson, Eli Walach gibi dev isimlerle oynamıştır. 1980 senesinde yine ünlü bir kadro ile The Sea Wolves filminde Roger Moore, David Niven, gibi isimlerle çalışmıştır. Kariyerinin sonlarına doğru Franklin J. Shaffner’ın The Boys From Brazil adlı filminde Laurence Olivier ile birlikte oynamıştır. Peck, her çeşit filmde oynamış bir ünlü isimdir.

ÖZEL HAYATI

1942 senesinde Fin Greta Kukkonen ile evlenir. Bu evliliğinden sonra Roman Holiday filmi setinden önce İtalya’ya gittiğinde, 1953 yılında Veroniqe Passani, Parisli haberci ile evlenir. Bu evlilikten 1 oğlu olmuştur. Oğlu Jonathan 1975 yılında intihar etmiştir. Peck, İngiltere’de at yarışlarına katılırdı. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile de arkadaştı.

ÖDÜLLERİ

5 kez Akademi Oscar ödüllerine aday olmuştur, bunlardan birini To Kill a Mockingbird filmi ile almıştır. Birçok kez ise Altın Küre ödülünü almıştır. The Yearling, To Kill a Mockingbird, Moby Dick, The Boys from Brazil filmleri. Cecil De Mille ödülünün de sahibi olmuştur. 1989 senesinde Amerikan Film Enstitüsü tarafından hayat boyu ödülü de verilmiştir. 1996 senesinde Crystal Globe ödülünü de almıştır. Kısa bir süre Amerikan Kanser biriminin başkanlığını da yapmıştır.

Gregory Peck, 12 Haziran 2003 senesinde 87 yaşında ölmüştür.

Kaynak: Haberler.com

James Maitland Stewart, (20 Mayıs 1908 – 2 Temmuz 1997), Amerikalı tiyatro ve sinema oyuncusudur.

Alçakgönüllülüğü ile tanınan oyuncu, Amerika’da daha çok Jimmy Stewart adıyla ünlüydü. Amerikan Film Enstitüsü tarafından belirlenen Tüm zamanların en iyi aktörleri listesinde 3. sırada yer almaktadır. 4Aralık 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.

Yaşamı:

Indiana, Pensilvanya doğumlu Stewart, Princeton Üniversitesi’nde mimar olma yolunda ilerlediği sıralarda tiyatroya ilgi duymaya başladı. 1935’te başlayan Hollywood kariyeri öncesinde Broadway’de oyunculuğu ile bir hayli başarılı olmuştu. Hollywood’daki ilerleyişi Frank Capra ile yaptığı filmlerden sonra ivme kazandı ve 1939 yapımı Mr. Smith Goes to Washington filmi ile Oscar’da En İyi Erkek Oyuncu’ya aday gösterildi.The Philadelphia Story filmiyle En iyi erkek oyuncu oscarını kazandı.

Alfred Hitchcock’un Rear Window (1954), Rope (1948), The Men Who Knew Too Much (1956) ve Vertigo (1958) gibi gerilim unsuru yüksek macera filmlerinde ve The Man Who Shot Liberty Valance, The Naked Spur (1953) ve The Man from Laramie (1955) gibi westernlerde oynamasının yanı sıra komedi filmlerinde ve dramalarda da rol almıştır. James Stewart’ın iyi davranış biçimleri ve çizdiği iyi kalpli adam portresi onun Harvey (1950) ve You Can’t Take It With You (1938) gibi filmlerde iyi adamları oynamasını sağladı. Yaşamı boyunca Alfred Hitchcock, John Ford, Billy Wilder, Frank Capra ve Anthony Mann gibi pek çok önemli yönetmenle çalışan Stewart, defalarca Akademi ve Yaşam Boyu Başarı ödülü kazanmış; Hollwood’un altın çağının en ünlü ve en çok tanınan oyuncularından biri haline gelmiştir.

9 Ağustos 1949’da Gloria Stewart’la evlendi. 16 Şubat 1994’te Gloria’nın ölmesiyle beraber bu evlilik son buldu. Oyunculuğunun yanı sıra II. Dünya Savaşı sırasında askerlik de yapan Stewart, Amerikan Hava Kuvvetleri’nde tuğgeneral (brigadier general) rütbesine kadar yükselmişti.

James Stewart, 2 Temmuz 1997’de Los Angeles, Kaliforniya’da kalp ve akciğer rahatsızlığına bağlı sebeplere yaşamını yitirdi.

VİKİPEDİ

Cary Grant, 18 Ocak 1904, İngiltere’de Bristol’de yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Asıl adı Archibald Alexander Leach’tir. 14 yaşında okulu bırakarak bir komedi tiyatro topluluğuna katıldı. Bu dönemde öğrendiği pandomim sayesinde vücudunu, jest ve mimiklerini kullanma sanatını geliştirdi. Tiyatro topluluğunda öğrendikleri arasında dans, ip üzerinde yürüme ve akrobasi de bulunuyordu.
Meslek yaşamına İngiltere’de, bir akrobasi ve komedi topluluğunda başladı. ABD turnesinden sonra bu ülkeye göç etti ve 1932′de This Is the Night (Bu Gece Zamanıdır) adlı ilk filmini çevirene değin müzikallerde rol aldı.

Grant zarif tavırlarının çekiciliği ve komedideki ustalığını başarıyla birleştirdiği The Avvful Truth (1937; Korkunç Gerçek), Bring- ing Up Baby (1938; Bebek Yetiştirmek), Holiday (1938; Tatil), His Girl Friday (1940; Cuma Kızı), The Philadelphia Story (1940; Philadelphia Hikâyesi), Monkey Business (1952; Tehlikeli Oyun / Maymun Akli) ve Charade (1963; Öldüren Şüphe I Saklambaç) gibi filmlerle büyük başarı kazandı. Alfred Hitchcock’un yönettiği Suspicion (1941; Şüphe), Notorious (1946; Aşktan da Üstün), To Catch a Thief (1955; Kelepçeli Âşık) ve North by Northwest (1959; Gizli Teşkilat Zorlu Takip) gibi filmlerde en iyi rollerine çıktı. Walk, Don’t Run (1966; Tokyo Maceraları) adlı filmden sonra sinemayı bıraktı.

Sinemaya geçen emeklerinden dolayı 1970′te “özel Oscar ödülü” ile onurlandırıldı.

1966 yılında sinemayı bıraktıktan sonra Faberge kozmetik şirketinde yönetici olarak çalışmaya başladı.

Evlilikleri :
1.evliliği: Virginia Cherrill (1934-1935) 
2.evliliği: Barbara Hutton (1942-1945) 
3.evliliği: Betsy Drake (1949-1962) 
4.evliliği: Dyan Cannon (1965-1967) Jennifer adında bir kızı oldu. 
5.evliliği: Barbara Harris (1981-1986) 

Cary Grant, 29 Kasım 1986 tarihinde ABD, Iowa Davenport’da 82 yaşında hayatını kaybetti.

HUMPHREY BOGART Kimse Humphrey Bogart gibi olamadı… O birçok aktör tarafından taklit edilmeye çalışıldı ancak kimse onun efsane yaratan film karakterleri Sam Spade, Rick Blaine, Duke Mantee ve Fred C. Dobbs gibi çarpıcı kimliklerle boy gösteremedi. Hiç kimse… Onu “sert adam” yapan sahne önü kavgalarından ziyade gerçek “kavga”ları oldu. Öncelikle birçok fırtınalı evlilik yaşadı ve bu evliliklerdeki kavgalarıyla gündemde oldu. Hayatta kalabilmek için Hollywood yapımcılarıyla kavga etti. Ve kendiyle, sürekli bir kavga halindeydi; özellikle de alkol bağımlılığı su yüzüne çıktıkça… Humphrey DeForest Bogart’ın, 25 Aralık 1899’da New York’ta doğduğu zannediliyor, ancak bazı söylentilere göre bu tarih, aktörü doğum tarihiyle daha da özel göstermek için tasarlanmış (İsa’nın doğum günü) zira doğum tarihi bazı kayıtlarda 23 Ocak 1899 imiş. Yine de bir çok resmî kayıtta aktörün doğum tarihi 25 Aralık olarak geçiyor.

“Bogie”, Manhattan’lı zengin bir cerrah baba ile sanatçı bir annenin tek oğlu; iki kızkardeşi var. Anne-babası, onun Broadway veya Hollywood yerine tıp okullarına hazırlanmasını tercih etmiş fakat “ne yazık ki” (!) Humphrey Bogart düşük notları ve bir öğretim üyesine karşı sergilediği saygısız bir davranışı yüzünden okuldan kovulmuş. 1918 ilkbaharında, mezuniyet kepini giymeyi Amerika Birleşik Devletleri Donanmasına kayıt yaptırarak bir kez daha denemiş Bogart. Ama burada da hüsrana uğramış ve Donanma’dan kazandığı iki şey karakteristik dudak yarası ve peltek konuşması olmuş. Bu olayın da rivayet edilen iki farklı hikayesi var. Kimilerine göre, dudağının, gemisine yapılan bir saldırıda, bir şarapnel parçasıyla kesilmiş. Diğer söylencede ise -ki bunun Humphrey Bogart’ın uzun süre arkadaşı olan yazar Nathaniel Benchley tarafından da doğrulandığı iddia ediliyor- Bogart, New Hampshire’da bir denizci hükümlüyle ilgilenme ve bir cezaevinden diğerine nakil görevini üstlenir.

Boston’da tren değiştirirlerken hükümlü Humphrey Bogart’tan bir sigara ister, sigarayı veren Bogart kibrit ararken hükümlüden bir yumruk yer ve dudağı patlar. Hükümlü kaçarken Bogart onu 45’lik silahıyla vurur. Doktor Bogart’ı tedavî eder ama o günlerde Estetik Cerrahî o ünlü yara izini yokedecek kadar gelişmemiştir. Bana öyle geliyor ki bu olay -bence depresif bir kişiliği olan- Bogart için hayatta kalmanın anlamını kavramasına yol açan ve belki de onu ilk kez “gerçekten” heyecanlandıran bir olay olarak yaşanmıştır… Ve Bogart, bu “film gibi” olaydan sonra, babası gibi diplomalı değil, annesi gibi sanatçı olmaya karar verir… Ordudan ayrıldıktan sonra, Bogart aile dostu olan Hollywood yapımcısı William A. Brady tarafından ofisboy olarak işe alınır. Bir süre sonra sahne yönetmeni olur; bir yandan da Brady’nin New York film stüdyosunda bazı günlük işler yapmaktadır. Brady’nin aktrist kızkardeşi Alice Brady, Bogart’ta oyunculuk yeteneği olduğunu düşünerek ona kendisinin başrol oynadığı “Drifting” (1922) adlı oyunda küçük bir rol verir.

Daha sonra Bogart, “Swifty” adlı oyunda ilk büyük rolünü alır fakat performansı yetersiz bulunur ve eleştirilir. Yine de, 1920’li yıllarda, çok sayıda “toy genç” rolleri ve romantik ikincil rollerde oynar. Bu sırada, zamanın ünlü aktristi Helen Menken gönlünü Bogart’a kaptırır. Humphrey Bogart 1926’da onunla -daha çok kariyerini düşünerek- evlenmeye karar verir, ancak birliktelikleri bir yıl bile sürmez. Sonra 1928 yılında yine bir aktristle ikinci evliliğini yapar. Bu kez eşi yıllardır tanıdığı Mary Philips’tir. Araya uzun mesafelerin girdiği bir evlilik hayatları olur. Humphrey Bogart, Broadway’deki başarılarından memnun kalmayarak 1930 yılında şansını filmlerde denemek üzere Batıya yönelir. O günlerde, stüdyolar sahne aktörlerini filmlerde oynatmak için can atmaktadırlar, çünkü seslendirme yeni yeni gelişmektedir ve güçlü sesi ve diksiyon eğitimi olan sahne aktörlerine ihtiyaç vardır. Bogart da bu durumdan yararlanarak Fox Film Cooperation ile kontrat yapar. İlk önemli filmi “The Devil With Women” adında bir filmdir ve günümüzde bu filmin adını bilen birine bile rastlamak pek zordur. Buna benzer iki sönük film daha yaptıktan sonra Fox ünlü aktörle yapmış olduğu kontratı iptal eder. Bogard bunun ardından, Columbia, Universal ve Warner Brothers için birkaç “unutulan” film daha yapar. Bu dönemde eşi Mary New York’ta çalışarak “ailenin” (!) gelirini sağlamaktadır… 1934 yılındaki,”Midnight” isimli filmin ardından Bogart, sahne kariyerine ve New York’a geri döner. Ancak, artık “toy delikanlı” rolleri için uygun değildir. Oyun yazarı Robert H. Sherwood’un “The Petrified Forest” adını verdiği yeni oyunu için Duke Mantee isimli çok tehlikeli bir katil rolüne uygun birini aradığını duyan Bogart, bu oyun için en azından fiziksel olarak uygun olduğunu düşünmekteydi. Haklı çıktı. Hem oyun ve hem de Bogart eleştirmenler ve izleyiciler tarafından çok tutuldu.

“The Petrified Forest” (1936) isimli oyunun film haklarını alan Warner Brothers oyunda da başrol oynayan Leslie Howard’a film için de aynı rolü teklif etti. Ama “esas oğlan” rolünü kendi kadrolu oyuncusu Edward G. Robinson’un oynamasına taraftardılar. Tabii ki Leslie Howard, “Bogart olmadan oynamam” diye tutturdu ve Humphrey Bogart da Warner Brothers’la kontratını yapmış oldu… Daha sonra 1937 yılında “Dead End” filminde Bogart Bebek Yüzlü Martin rölünde bir gangsteri oynadı. Sonraki yıl kariyerinin en kötü filmi olarak kabul edilen “Swing Your Lady” (1938) çevrildi. Aynı şekilde 1939 yılında yine çok tutulmayan “The Return of Dr. X” ve “The Oklohoma Kid” filmleri çevrildi. Profesyonel yaşamındaki zorluklar yetmiyormuş gibi, evliliği de, Mary sahne kariyerini bırakmak istemediği için çıkmaza girdi. 

Ayrıldıktan hemen sonra Bogart, “Marked Woman”da ateşli aktirist Mayo Methot ile tanıştı. Ağustos 1938’de Methot’un ısrarlarından bezen Bogart onunla evlendi. Çok kısa bir süre sonra, gece kluplerinde, otellerde, restaurantlarda -çoğu Bogart’ın başka kadınlarla ilgilendiği şüphesiyle- başlayan şiddetli kavgalar etmeye başladılar. Bogart, Mayo ile evliliği sırasında alkol tüketimini de arttırdı… Stüdyoda da işler pek iyi gitmiyordu aslında. Aktör, gangster kalıbı içinde sıkışıp kalmıştı ve hatta Cagney ve Robinson’ın reddettiği rollerde oynamaya başlamıştı. Bogart, Warner B.’la daha iyi roller için sürekli tartışmaktaydı ama çekip gitmeyi göze alamadığı için bir yandan da sürekli taviz vermekteydi. “They Drive By Night” ve “Invisible Stripes” gibi (1940) filmlerde rol aldı. Bir yıl sonra, Paul Muni’nin ve Roy Earle’in reddettiği rol Warner’ın isteksizliğine rağmen Bogart’a verildi. “High Sierra”, John Huston’ın seneryosu, Walsh’ın yönetmenliği, Bogart ve yardımcı oyuncu Ida Lupino’nun da performanslarıyla çok büyük bir sükse yaptı. 

Bogart ve Huston daha büyük bir yapım için tekrar biraraya geldiler, bu film “The Maltese Falcon”un üçüncü ve en güzel versiyonuydu. Bogart’ın bu filmdeki dedektif Sam Spade tiplemesi yine 40’lı yıllarda Alan Ladd’dan George Raft’a taklit edilmeye çalışıldı. Bu filmin yarattığı sansasyonun ardından Bogart, artık, Davis, Cagney, Robinson ve Errol Flynn ile birlikte Warner’ın üst kademelerinde idi. “Across The Pacific” filmi için Bogart, Astor, Greenstreet ve Huston tekrar bir araya geldiler. Film savaş zamanında geçen bir macera filmiydi. Bogart, yine 1942’de geçen başka bir savaş filmi daha çevirdi. Filmin adı “Casablanca” idi! Bogart’ın ilk “romantik” rolüydü ve bu filmdeki performansının ardından Oscar’a aday gösterildi. “Casablanca”, 1943 yılının en iyi filmi seçildi, günümüze kadar da herkesin “gönlündeki” ilk 10 film listesine girmeyi başardı. Yine de çoğu insan, bu film çekilmeye başlandığında senaryosunun sadece yarısının var olduğunu bilmez… Aktörlerin senaryoları ellerine günlük olarak veriliyordu ve fimin sonunun nasıl biteceğini kimse bilmiyordu. Nihayet, iki farklı final çekilmesine karar verildi. Farklı gösterimlerde her iki final de seyirciye izletilecek ve en etkileyici olan seçilerek geniş kitlelere bu final ile sunulacaktı. Ancak, ilk çekilen final versiyonu o kadar çok beğenildi ki diğerinin çekilmesine gerek olmadığına karar verdiler… “Casablanca” filmi çevrilirken, Bogart’ın eşi Mayo, Ingrid Bergman’ı kıskandığı için zırt vırt sete geliyordu. Aslında bu kıskançlığa neden olacak hiçbir ciddi olay söz konusu değildi. Buna karşılık 1944 yılında “To Have or Have Not” isimli film çevrilirken Bogart rol arkadaşına gerçekten aşık oldu. Hatta Bogart, 20 yaşındaki bu manken kıza aşk sahneleri çekilmeye başlanmadan önce, genç kadının deneme çekimlerini izlerken aşık olmuştu…Mayo’nun eşinden vazgeçmek istememesi ve direnmesi yeterli olmadı; ve çift, 10 Mayıs 1945 tarihinde boşandılar. Bogart bu tarihten tam 11 gün sonra, 21 Mayıs 1945 günü Lauren Bacall’la evlendi. Warner Brothers, düğün hediyesi olarak Bogart’la 15 yıllık bir kontrat imzaladı. 

Bu kontrata göre aktörün yıllık kazancı 1 milyon dolar olarak belirleniyordu. Bogart’ın şansı her bakımdan dönmüştü… Ona yeni eşiyle birlikte hiç vakit kaybetmeden üç film daha çevirttiler. Bunlar: “The Big Sleep” (1946), “Dark Passage” (1947), “Key Largo” (1948) idi. Bu filmleri çevirirken arada başka ekiplerle de “Dead Reckoning”(1947) ve “The Two Mrs. Carrolls” (1947) filmlerini çeviriyordu. Aslında “Key Largo”dan önce hayatında önemli yeri olan yönetmen John Huston’la çevirdiği “The Treasure of The Sierra Madre” eleştirmenler tarafından çok beğenilmişti fakat halk gösterimi başarısızlıkla sonuçlandı. Bu arada 1947 yılında Bogart, Santana Pictures Şirketi’ni kurdu. (Büyük aşkı Bacall’dan sonra hayatındaki en önemli şey teknesiydi ve onun da adı Santana idi.) Kendi yapım şirketini kuran ilk aktördü. 1949-51 yılları arasında Columbia için dört Santana yapımı çıkardı, “Knock On Any Door”, “Tokyo Joe”, “Sirocco”, “In a Lonely Place”… Bu duruma Warner çok kızıyordu, çünkü Bogart aktörler arasında “yapımcılık modası”na yol açabilirdi, üstelik halâ onlarla kontratı vardı ve onlar adına çalışıyor olması gerekiyordu. 50’lerin başlarında iki önemsiz film olan, “Chain Lightning” ve “The Enforcer” ile Warnerlar’la kontratını sonlandırdı. 1949 yılında Bogartların ilk çocukları olan oğulları Stephen Humphrey doğdu, 1952 yılında da kızları Leslie Howard… Artık kendini istekle çalışabilecek gibi hissediyordu, bombalarından biri yine Huston’la geldi: “The African Queen”! Artık Bogart’ın performansı dünyaca tanınıyordu. 1952 yılı ilkbaharında “En İyi Erkek Oyuncu” Oscarı kazandı. Rakipleri Marlon Brando ve Fredric March’ı geride bırakmıştı.

Bu filmden sonraki filmlerinde karakterleri birbirinden epeyce farklı olmuştu, “The Caine Mutiny”de dengesiz Kaptan Queeg’i, Huston’ın ucube “Beat the Devil’inde güvenilmez maceraperesti, “The Barefoot Contessa”daki film yönetmenini, “Sabrina”da Kuaför’ün kızı Audrey Hepburn’a gönlünü kaptıran ruhsuz işadamını, ve “Desparate Hours”da da bir aileyi rehin alan şakîyi oynadı. Son filmi “The Harder They Fall”u 1956 yılında yaptığında gırtlak kanseriydi… Tedavi çabaları sonuçsuz kaldı ve Bogart, 14 Ocak 1957 tarihinde öldü. Cenaze törenindeki konuşmayı yaşamının tüm dönüm noktalarında onunla birlikte olan Huston yaptı. Konuşmasında “Onun gibi biri bir daha asla olmayacak” dedi…

Hürriyet

Alain Delone, 8 Kasım 1935 yılında Sceaux, Fransa’da doğdu. Asıl adı, Alain Fabien Maurice Marcel Delon’dur. Sinema oyunculuğu kariyerinde çok hızlı bir şekilde yükselmeye başlayan Alain Delone, henüz 23 yaşındayken Fransa’nın efsane aktörleri Gerard Philipe ve Jean Marais ile ve Amerikalı aktör James Dean ile kıyaslanmaya başladı. Alain Delone, kariyeri boyunca Luchino Visconti, Jean-Luc Godard, Jean-Pierre Melville, Michelangelo Antonioni ve Louis Malle gibi önemli yönetmenlerle çalıştı. 1999 yılında İsviçre vatandaşı oldu.

Paris’e birkaç kilometre uzaklıktaki Sceaux’ta dünyaya gelen Delon’un çocukluğu burada geçti. Roma Katolik yatılı okuluna gönderildikten sonra, uyumsuz davranışları yüzünden pek çok kez okuldan uzaklaştırıldı. Öğretmenleri, dine olan yatkınlığı nedeniyle onu rahiplik okuluna gitmeye ikna etmeye çalıştılarsa da, bu konuda başarılı olamadılar. 14 yaşına geldiğinde okulu bırakan Alain Delone, üvey babasının sahibi olduğu kasapta çalışmaya başladı. Üç sene sonra orduya kaydoldu ve 1953 yılında savaşa gönderildi. Askerlik yaptığı 5 yılın 11 ayını disiplinsiz davranışları yüzünden askeri hapisanede geçirdi. Askerlikten atıldıktan sonra parasız bir şekilde Paris’e dönen Delon geçinebilmek için, garsonluk, hamallık ve tezgahtarlık gibi işlerde çalıştı. Bu senelerde aktris Brigitte Auber ile tanıştı ve birlikte Cannes Film Festivali’ne gittiler. Alain Delon’un aktörlük kariyeri burada başladı.

Cannes’da bulundukları sırada yetenek avcısı David O. Sleznic ile tanışan Alain Delone, uygulanan yetenek sınavında başarılı olarak Sleznick’le sözleşme imzaladı. Daha sonra İngilizce öğrenmek için geri döndüğü Paris’te Fransız yönetmen Yves Allegret tarafından, kariyerine Fransa’da başlaması konusunda ikna edildi. İlk oyunculuk tecrübesini Allegret’in yönettiği “Quand la Femme s’en Mele” ile yaşayan Alain Delone, bu filmin ardından Amerika’da da gösterime giren ve başarı yakalayan film “Faibles Femmes”te rol aldı.

İlk sahne tecrübesini 1961 yılında John Ford’un “Tis Pity She’s a Whore” oyunu ile yaşayan Alain Delone, bu oyunun ardından “II Gattopardo”, “Un Flic”, “Le Cercle Rouge” ve “Le Samourai” oyunlarında da rol aldı.

1973’de Fransız pop şarkıcısı Dalida ile, “Paroles, Paroles” şarkısında yaptıkları düet, başta Fransa olmak üzere, dünyanın pek çok yerinde büyük beğeni topladı.

1984 yılına gelindiğinde, bir Bertran Biler filmi olan “Notre Historie” ile, En İyi Erkek Oyuncu dalında Cesar Award kazanan Alain Delone, pek çok filmde yer aldıktan sonra 1997 yılında aktörlüğü bıraktığını açıkladı. Bu açıklamanın ardından da zaman zaman bazı filmlerde yer almaya devam etti.

Ünlü aktör zaman zaman T.V. dizilerinde rol alsa da 2008 yılına kadar sessizliğini korudu. 2008 yılında Asteriks Olimpiyat Oyunları’nda adlı filmde Jül Sezar rolünü oynayarak sinemaya kariyerine hızlı bir dönüş yaptı.

Sinema oyuncusu Romy Schneider ile 1959-1963 yılları arasında ile nişanlandı.

Alain Delon, 13 Ağustos 1964 yılında Nathalie Delon (Francine Canovas) ile evlendi. 14 Şubat 1969 tarihinde boşandı. 30 Eylül 1964 tarihinde doğan Anthony Delon adında bir çocukları vardır.

1987-2001 tarihleri arasında oyuncu Rosalie van Breemen birlikte ile yaşadı. Anouchka Delon (d.1990) ve Alain-Fabien Delon (d.1994) adlarında iki çocuğu oldu.

Asıl adı, Burton Stephen Lancaser dır. 2 Kasım 1913 tarihinde New York’un Manhattan semtinde dünyaya geldi. Anne ve babası İrlanda kökenlidir. Burt Lancaster ; Doğu Harlem’de büyüdü, sert bir sokak çocuğu oldu. Jimnastiğe büyük ilgi gösterdi, New York’ta DeWitt Clinton Lisesine gitti 1930 yılında okulda bir basketbol yıldızı oldu. Atletizm bursu ile New York Üniversitesi’ne girdi. 1930’lu yılların başında Burt Lancaster Nick Cravat adında biri ile New York’ta bir yaz kampında tanıştılar ve ömür boyu arkadaş oldular. Bu ikili “Lang ve Cravat” adlı akrobatik bir hareket yarattı ve Florida’da bir sirk’e katılarak çalışmalara başlamışlar, 1939 yılında Lancaster,bir sakatlık sonucu akrobatlığı bırakmak zorunda kaldı.

İlk filmi “The Killers”i 1946 yılında çevirdi.1948 yılında kendi prodüksiyon şirketini kurdu.

Birdman Of Alcatraz, The Swimmer, The Island Of Dr. Moreau, The Professionals En Bilinen Filmleri Sayılabilir. Özellikle ‘birdman Of Alcatraz’ (Alkatraz Kuşcusu) Filmindeki Oyunculuğu İle Unutulmaz Sinema Oyuncuları Arasına Girdi. Akademi Ödülleri için dört kez aday gösterildi ve bir kez kazandı.1960 Yılında Rol Aldığı Elmer Gantry Filmi İle ‘en İyi Erkek Oyuncu Oscar Ödülü’ Kazandı. Bu Filmin Dışında 1953 Yılı Filmi Olan ‘from Here To Eternity’ Ve 1981 Yılı Filmi olan Atlantic City İle Oscar Adayı Oldu.

2. Dünya Savaşı sırasında askerliğini, Özel Hizmetler şubesinin bir üyesi olarak İtalya’da görev aldı.

Onun atletik fiziği ve ayırt edilen bir gülümsemesi vardı. Sirk akrobatı ve çok yönlü bir sporcu olmasına rağmen çok iyi bir yüzücü değildi.

20 Ekim 1994 günü Los Angeles, Kaliforniya’da kalp krizinden hayatını kaybetti. Westwood Memorial Park’da, Kendi isteklerine göre, herhangi bir anıt veya cenaze hizmeti olmadan gömülmüştür.

15 çocuğun 11.si olarak Pensilvanya’da doğdu. Hem anne hem de babası Litvanya kökenliydi. Hatta evlerinde sadece Litvanya dili ve Rusça konuşulduğu için, Bronson İngilizce’yi ancak gençlik yıllarında öğrenebildi. Fakir ailenin çocuğu olan Bronson, babasını genç yaşta kaybedince çok değişik işlerde çalışmak zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı’nda Amerikan Ordusu’nda görev yaptı. Bronson’un Hiroşima’ya atılan nükleer bombadan önce yapılan büyük hava bombardımanında B-29 makinalı tüfekçiliği yaptığı bilinir. Savaşın ardından yine geçici işlerde çalışmaya başlayan aktör, bir tiyatro grubuna dahil olduktan sonra hayatı değişti. 1951’den itibaren figüran rollerinde sinemada boy gösterdi, ilk başrolünü 1958’deki Machine-Gun Kelly filminde aldı.

1960’da Yedi Samuray filminin Amerikan versiyonu olan Muhteşem Yedili filminde rol aldı. Bu yıllarda daha çok Western filmlerinde görev alan Bronson’ın en önemli yapımları 1967 yapımı The Dirty Dozen ve 1968 yapımı Sergio Leone filmi Bir Zamanlar Batı’da oldu. Bu dönemde daha çok Avrupa yapımlarında çalıştı. 1974’te Death Wish filminde başrolde oynadı ve bu filmde yarattığı Paul Kersey karakteri çok tutuldu. İlerleyen yıllarda serinin 4 filmi daha çekildi ve hepsinde Bronson oynadı. 1980’li yıllarda gişe başarısı düşük aksiyon filmlerinde oynaması nedeniyle yavaş yavaş gözden düştü, 1968’de evlendiği aktris Jill Ireland’dan 1 kızı oldu. Katrina ve Jason isimli iki çocuk evlat edindiler. Jason 27 yaşındayken yüksek dozda uyuşturucu yüzünden hayatını kaybetti. 1990’da eşi Jill’in meme kanseriyle zamansız ölümü Bronson’ı derinden etkiledi. 1990’lı yılların sonlarına doğru Alzheimer gibi sağlık problemleri baş gösterdi.

Bronson, 1 Eylül 2003’de haftalarca tedavi gördüğü Cedars-Sinai Tıp Merkezi’nde, 81 yaşında hayata gözlerini yumdu. Bronson’un reklam ve halkla ilişkiler yetkilisi Lori Jonas, ünlü aktörün zatürreden öldüğünü belirtti.

Reynolds, 11 Şubat 1936 tarihinde ABD, Georgia, Waycross’de Fern H. (Miller) ve Burton Milo Reynolds çiftinin oğlu olarak dünyaya geldi. Asıl adı Burton Leon Reynolds Jr.’dır. Palm Beach Lisesinden 1954 yılında mezun oldu. Üniversite için Florida’ya taşındı, futbol bursuyla Florida State Üniversitesinde iki yıl okudu. Sakatlanınca 1958 yılında futbolu ve okulu bırakarak sinema oyuncusu olmak için New York’a gitti. 

1955 yılında “Gunsmoke” adlı televizyon dizisinde oynamaya başladı. Ardından 1959 yılında“Riverboat”, 1966yılında Dedektif Teğmen John Hawk rolünü oynadığı “Hawk” adlı dizide rol aldı.

1973 yılında “Shamus – Şahane vurgun” adlı sinema Filminde özel dedektif Shamus McCoy karakterini canlandırarak popülaritesini arttırdı.

ılgın – Smokey and the Bandit sinema filminin 3 serisinde de oynayarak hafızalara kazındı.

1984 yılında “Şehir Isısı – City Heat” adlı sinema filminde Mike Murphy karakterini canlandırırken Clint Eastwood ile beraber oynadı. 1988 yılında “Zor ölüm” filmindeki John McClane rolü teklif edildi ama kabul etmeyince rol Bruce Willis’e verildi. 1990 yılında başlayan “Evening Shade” dizisindeki rolü için Emmy Ödülü kazandı. 2001 yılında “Yarışçı”- “Driven” adlı filmde Sylvester Stallone ile beraber oynadı. 2005 yılında “En Uzun Mesafe” adlı filmde Adam Sandler ile beraber rol aldı.

Burt Reynolds, 28 Haziran 1963 tarihinde oyuncu Judy Carne ile evlendi. 9 Temmuz 1965 tarihinde boşandı. 1970’lerin başında kendinden 20 yaş büyük sinema oyuncusu Dinah Shore ile uzun yıllar aşk yaşadı. 29 Nisan 1988 tarihinde oyuncu Loni Anderson ile evlendi ve 17 Haziran 1994 tarihinde boşandı. Quinton Anderson Reynolds (d.31 Ağustos 1988) adında bir oğlu vardır. Ocak 1998 ayında Pam Seals ile nişanlandı.

Burt Reynolds, 6 Eylül 2018 tarihinde Jupiter, Florida’da 82 yaşında hayatını kaybetti.

Ödülleri :
1991 – Emmy Ödülleri – Outstanding Lead Actor – Comedy Series (Evening Shade) 
1991 – Altın Küre Ödülleri – Best Actor – Musical or Comedy Series (Evening Shade) 
1997 – Altın Küre Ödülleri – Best Supporting Actor – Motion Picture (Boogie Nights) 

Clint Eastwood, 31 Mayıs 1930 tarihinde San Francisco’da bir çelik işçisinin oğlu olarak dünyaya geldi.  Oakland Teknik Okulu‘ndan 1948 senesinde mezun olan Eastwood, liseyi bitirdikten sonra Oragon’da kerestecilik yapmaya başladı. Bir dönem de, orduda yüzme eğitmenliği yaptı.  1950’li yılların başında, ikinci sınıf filmlerde yan rol alarak aktörlüğe başladı. Haftalık en fazla 75 dolar geliri vardı. 

Asıl çıkışı 1964 senesinde vizyona giren  “A Fistful of Dollars” western filmi ile oldu. “Herkes ya zengin olur ya da ölür” temasından yola çıkan filmin ardından 1965 senesinde ki “For A Few Dollars More” ve devamında 1966 senesindeki “The Good, The Bad and The Ugly” filmleriyle artık dünya çapında tanınan bir aktör oldu. 

1971 senesinde çektiği “The Begulied” filmiyle yönetmenlik kariyerine de başlayan Eastwood, 1992 senesinde yönettiği “Unforgiven” filmiyle En İyi Yönetmen Oscar Ödülü‘nü kazandı. 

Clint Eastwood, bu güne dek 60’tan fazla film ve TV yapımında rol almış, 30 filmin yönetmenliğini, 25 filmin de yapımcılığını üstlenmiş, 10 filmin müziklerini bestelemiş ve soundtrack’lerine imza atmıştır. 

SÖZLERİ

Ölebileceğimi düşündüm. Ama sonra dedim ki, “Diğer insanlar bu tür şeyleri yapmışlardı.” Gözlerimi kıyıdaki ışıklara diktim ve yüzmeye devam ettim. (Geçirdiği uçak kazasının ardından)

Herkes bu sahnede neden devam ettiğimi merak ediyor. Devam ediyorum çünkü bu sahnede hep yeni öyküler var. 

True Grit (Gerçek Selam) 1969 ile “en iyi erkek oyuncu” Oscar’ını kazandı. Western türünün gelmiş geçmiş en ünlü kahramanı olarak tanınmasına karşın, yavaş yavaş çıktığı dorukta her tür serüven filminıllar boyu yerini korumasını bildi.

John Wayne, 26 Mayıs 1907 tarihinde doğmuştur. Asıl adı Marion Robert Morrison’dır. Ailesi1911’de Kaliforniya’nın Glendale şehrine taşındılar. Glendale Lisesi’nde okudu. Futbol bursuyla okuduğu Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden ayrılıp film stüdyolarında ayak işleri yaptı. John Wayne gençliğinde yerel Hollywood film stüdyolarında atları nallayan bir adamın dondurmacı dükkânında da çalışmıştır.

1930′da ilk dramatik rolünü oynadığı The Big Trail (Büyük Sürü) i. Sahne adını da John Wayne yaptı. Yönetmen John Ford ile kurduğu arkadaşlık sonucu bugün klasik olan Stagecoach (Posta Arabası) 1939, filmiyle dikkati çekti. Stüdyodaki dublörler tarafından binicilik ve kovboyluk becerilerini geliştirme çalıştırmaları yaptırıldı.

John Wayne’i bu derece iyi yapan isim hiç kaçınılmaz Kovboy filmlerinin yönetmeni John Ford’dur.

John Wayne, üç kere İspanyol asıllı kadınlarla evlendi; Josephine Alicia Saenz, Esperanza Baur, ve Pilar Palette. Josephine’den dört çocuğu, Pilar’dan üç çocuğu olmuştur.

Rol aldığı filmlerin 142sinde başroldeydi. John Wayne’e 1964 yılında akciğer kanseri tanısı kondu. Geçirdiği ameliyatta sol akciğerinin tamamı ve iki kaburga kemiği alındı.

John Wayne, 11 Haziran 1979 tarihinde Kaliforniya’da Newport Beach’de 72 yaşında mide kanserinden evinde öldü.

Marcello Mastroianni, 28 Eylül 1924 tarihinde İtalya, Ciociaria’nın küçük bir köyü olan Fontana Liri’de doğmuştur. Tam adı Marcello Vincenzo Domenico Mastroianni’dir. Annesi İda Irolle, babası Ottone Mastroianni’dir. Ailesi o çok küçükken Roma ardından Torino‘ya taşındı. Torino ve Roma’da büyüdü.

1938-1943 yılları arasında birçok tiyatro oyunu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından tutuklanarak bir Nazi hapishanesinde bir süre kaldı, ama kaçmayı başararak Venedik‘te saklandı. Savaştan sonra İtalya, Perugia’da bulunan Centro Universitario Teatrale’ de çalışmaya başladı. Orada tanıştığı yönetmen Luchino Visconti, yönettiği bir oyunda (İhtiras Tramvayı) Mastroianni’ye rol verdi. Bu oyun sırasında Federico Fellini‘nin eşi olan oyuncu Giulietta Masina ile tanışması kariyerinde önemli bir dönüm noktası oldu.

Düşlerin ve görüntülerin labirentinde kaybolmamak

Federico Fellini’nin sinemaya adanmış hayatı Yeni Gerçekçilikle Yeni Sembolizmi, şiirle sirk masallarını, sihirle rüyaları  birleştiren ve pop kültür sözlüğüne giren “Felliniesque” filmleri ile doludur: Sonsuz Sokaklar, Tatlı Hayat, 8½, Satyricon, Amorcord, Ve Gemi Gidiyor…

Dört kez En iyi Yabancı Film Oscar’ını alan Federico Fellini’yi işte şu söz ele verir:

“La vita è una combinazione di magia e pasta/hayat sihir ve makarnanın birleşimidir.”

Federico Fellini’nin sinemaya adanmış hayatı ise, Yeni Gerçekçilikle Yeni Sembolizmi, şiirle sirk masallarını, sihirle rüyaları birleştiren ve pop kültür sözlüğüne giren Felliniesque filmleri ile doludur. Sonsuz Sokaklar, Tatlı Hayat, 8½, Satyricon, Amorcord, Ve Gemi Gidiyor… Açıkça söyler:

“Gerçeği abartmaktan, süslemekten, güzelleştirmekten hoşlandığımı bütün dostlarım bilir. Bazı insanlar bu yüzden ‘yalancı’ olduğumu söylüyorlar. Benim gibi düşlerin ve görüntülerin dünyasında yaşayan birisi için gerçeğe sadık kalmak ancak doğaüstü, aşırı bir zorlama olabilir.”

Federico Fellini çoğu sinemacının esin kaynağı, adeta bir tür yarattığından söz edilen Sekiz Buçuk (8½) filmini başlangıçta yapmak istememiştir. Bitirdiğindeyse (1963) 8½ “modern sinemanın ne olduğunu gösteren ilk örnek olacaktır.” (Kovaks)

YAPMAK İSTEDİĞİ FİLMİ HATIRLAMIYORDU

Oysa yapımcı dostu Angelino çalışma ekibi ve oyuncularla bağlantılar yapmıştır bile. “Peki neden, ne olmuştu?” diye sorulabilir. 

“Olan yalnızca şuydu: Yapmak istediğim filmin ne olduğunu hiç hatırlamıyordum. Beni baştan çıkaran, büyümeyen duygu, cevher, koku, gölge, o ışık parıltısı kaybolmuştu, eriyip gitmişti, bulamıyordum onu” diyecektir.

Hatta filme isim vermeyi bile becerememiştir. Bilinen, o güne kadar çevirmiş olduğu filmlere gönderme yapmak amacıyla geçici olarak 8½ notunu almıştır. Bir kişinin hayatının sıradan bir günündeki portesini, anıların, düşlerin labirenti içinde bulup, çizmeyi düşünmüştür. “…yıllar önce olup bitmiş olan ve şu anda olup bitenlerle iç içe yaşayan olguların Arap saçı gibi içinden çıkılmaz karmaşıklığı” içinde arayarak …”kronoloji gözetmeden, tüm farklı düzeylerinde, geçmişini, rüyalarını, hatıralarını, fiziksel ve ruhsal hengamelerini kurcalayarak, evrenin kendisi olduğu izlenimini vereceği” bu adamı bulmaktır amacı…Fakat çözememiş, yerine Tatlı Hayat/Dolce Vitayı yapmıştır.

“Sonra bir son düşündüm: Adam, tamamı ile ruhsal ve fiziksel kriz noktasında kendini bulmalıydı. Kuşkunun olgunlaştığı evrede, kompleksleri tarafından yenilip bitirilmek üzereyken, yetersizlikleri ve zayıflığı, onu kendisini anlamayı denemeye zorlamalıydı.” (Peter Bondanella)

Mesleğinin ne olacağına karar veremediği bu adamı kaplıca kenti türü bir ortama yerleştirir. Çoğu filminin oyuncusu… ’eşsiz, fedakâr, bilge, gerçek ve güzel bir dostu’ olduğunu söylediği Marcello Mastroianni’den vazgeçmez.

Michael Caine, 14 Mart 1933 tarihinde İngiltere, Londra’nın güneyinde Rotherhithe’de Ellen Frances Maria Burchell, Maurice Joseph Micklewhite çiftinin oğlu olarak doğmuştur. Asıl adı Maurice Joseph Micklewhite’dir. Babası balık pazarı bekçisiydi idi. 12 yaşından itibaren sinema ve tiyatro ile ilgilenerek ulusal gençlik kulüplerindeki çeşitli dramalarda oyuncu olarak görev aldı. 16 yaşında okuldan ayrıldıktan sonra bir süre çeşitli işlerde çalıştı.Michael Caine, Ulusal Servis’in emriyle KoreSavaşı’na gitti. Savaştan sonra sivil hayata başlayınca bir tiyatroda asistan sahne yönetmeni olarak çalışmaya başlamıştır. Daha sonra Suffolk’taki The Lowesoft Repertory Theater’a katıldı, Londra’ya giderek çeşitli tiyatro ve TV dramalarında oynamaya başladı. Michael Caine’nın ismi 1954 yılında çekilen ve kendisinin bu filmde oynamamasına rağmen “The Caine Mutiny” filminden sonra menajerinin ısrarıyla soyadını Caine olarak değiştirmiştir.

1956 yılında oyunculuğa başlayan Michael Caine yüzden fazla filmde oynamıştır.

Kariyerindeki dönüm noktası, 1963 yılında rol aldığı “Zulu” filmidir. Daha sonra The Ipcress File (Ani Tehlike) filminde Harry Palmer’ı canlandırdı. Funeral in Berlin (1966), Billion-Dollar Brain (1967), 1975 yılında “The Wilby Conspiracy” filminde Sydney Poitier ile birlikte oynadı. Bullet to Beijing (1995) ve Midnight in St. Petersburg (1996) filmlerinde de Palmer’ı canlandırdı. Ardından 1966 yılı yapımı Alfie filmi ona ilk Oscar adaylığını getirdi. O yıl aynı zamanda Shirley MacLaine ile birlikte Gambit (Harika Hırsız) filminde yer aldı. 80’lerle birlikte usta yönetmenlerin yapıtlarında yer aldı. Brian De Palma’nın “Dressed To Kill”, John Huston’ın “Victory”, Oliver Stone’un “The Hand” Sidney Lumet’in “Death Trap”, John Frankenheimer’ın “The Holcroft Convention” veAlan Alda’nın “Sweet Liberty” filmlerinde boy göstererek oyunculuğunu geliştirdi.

1986 yılında televizyona geçen Caine, çeşitli dizilerde boy gösterdi. 1992 yılında ortağı Martin Bregman ile birlikte M&M Productions adında bir yapım şirketi kurdu. İlk olarak, başrollerinde kendisinin ve Sean Young’un yer aldığı ” Blue Ice ” filminin yapımını üstlenen Caine, aynı yıl ” What’s It All About ” adlı otobiyografisini yayımladı.

1967 yılında yapılan Altın Küre Ödülleri’ne iki dalda aday olmuştu; Alfie ile En İyi Aktör-Drama ve Gambit ile En İyi Aktör Müzikal/Komedi. Sonraki yıllarda ise 2005yılında çekilen Batman Başlıyor 2006 yılında çekilen Prestij, 2008 yılında çekilen Dark Knight, 2010 yılında çekilen Başlangıç, 2012 yılında çekilen The Dark Knight Rises olmak üzere genelikle Christopher Nolan filmlerinde rol almıştır. 2014yılında “Intersteller” filminde rol almıştır.

1986 yılında yönetmen Woody Allen’ın yönetmenliğini yaptığı ” Hannah and Her Sisters ” ( Hannah ve Kız Kardeşleri ) filmi ile 1987 yılında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar ödülünün sahibi olmuştur.

2012 yılında “Kara Şövalye Yükseliyor” adlı filmde Christian Bale, Tom Hardy,Anne Hathaway, Gary Oldman, Marion Cotillard, Joseph Gordon Levitt,Morgan Freeman ile beraber rol aldı.

2013 yılında “Sihirbazlar Çetesi” filminde Jesse Eisenberg, Woody Harrelson,Mélanie Laurent, Isla Fisher, Dave Franco, Common, Mark Ruffalo, Morgan Freeman ile birlikte oynadı.

2014 yılında “Yıldızlararası” (Interstellar) filminde Professor Brand karakterini canlandırırken Matthew Mcconaughey ile Anne Hathaway başrollerde oynamıştır.

Evlilikleri :
1.eşi : 1955 yılında Sinema oyuncusu Patricia Haines ile evlendi. 1958 yılında boşandı. Dominique Caine adında kızı vardır.
2.eşi : 8 Ocak 1973 tarihinde oyuncu Shakira Caine ile evlendi. Natasha Caine adında kızı vardır.

Ödülleri :
2000 – 72.Oscar Ödülleri – En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Tanrının Eseri Şeytanın Parçası)
1999 – 56.Altın Küre Ödülleri – En İyi Erkek Oyuncu (Komedi) (Yıldızların Sesi)
1987 – 59.Oscar Ödülleri – En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Hannah ve Kardeşleri)
1984 – 41.Altın Küre Ödülleri – En İyi Erkek Oyuncu (Komedi) (Educating Rita)

Spartacus filmi ile üne kavuşan 1946 – 2004 yılları arasında Hollywood’da kamera karşısında oyunculuk yapan Kirk Douglas 103 yaşında hayatını kaybetti. Kirk Douglas, Oscar ödüllü en yaşlı oyuncu unvanının sahibiydi. İşte Kirk Douglas’ın hayatı ve filmleri ile ilgili bilgiler…

Kirk Douglas 9 Aralık 1916 tarihinde Amsterdam’da dünyaya geldi. Amerikalı aktör ve film yapımcısıdır. Douglas, “Spartaküs” gibi 20. yüzyılın en önemli filmlerine imza atmış, önemli bir oyuncudur. Aktör Michael Douglas’ın babasıdır. Sanatçı, AFI’nin düzenlediği “Tüm Zamanların En İyi Amerikan Erkek Sembolleri” listesinde 17. sırada yer aldı.

Gençlik yılları: Amsterdam, New York’ta doğdu. Annesi Bryna ev hanımı, babası Herschel ise serbest meslek sahibiydi. İkisi de şimdi Beyaz Rusya sınırları içerisindeki Gomel kentinden göçen Rus Yahudileriydi. Babasının kardeşi önceden göçmüştü ve kendisine Demsky soyadını almıştı, Douglas’ın ailesi de aynı soyadını benimsedi. Douglas bir süre Izzy Demsky olarak bilindi.

Yoksul bir aileden gelen Douglas değirmen işçilerine soğuk yiyecekler satarak harçlığını çıkarttı. Daha sonra gazete dağıtıcılığı dahil çeşitli işlerde çalıştı. Lise yıllarında piyeslerde rol aldı ve aktör olmak istediğini anladı. Okumak için parasız olmasına karşın St. Lawrence Üniversitesine bir yolunu bulup girdi ve burs aldı. New York Drama Sanatları Akademisinde oyunculuk yetenekleri keşfedildi ve özel bir öğrenim bursu verildi. Mezun olduktan sonra Broadway’de ilk rolünü aldı.

Douglas ABD’nin 2.Dünya Savaşına girdiği 1941 yılı ile aldığı yaralardan dolayı ordudan ayrıldığı 1944 yılına kadar donanmada görev yaptı. Sınıf arkadaşı Diana Dill 1943’te Life dergisinin kapağı olduğu sayıyı gören Douglas donanmadaki bahriyeli arkadaşlarına onunla evleneceğini söyledi ve Kasım 1943’te evlendi. Evliliklerinden 1944 yılında Michael Douglas dünyaya geldi, çift 9 yıl sonra ayrıldı. Savaştan sonra Douglas New York’a döner ve radyo tiyatrosunda iş buldu. Arkadaşı Lauren Bacall sayesinde birkaç filmde rol aldı.

Oyunculuk kariyeri

Douglas çevirdiği sekizinci film olan Champion’da bencil ve sert bir boksörü canlandırdı. Bu tür roller artık onun ayrılmaz bir parçası olacaktır. Başarılı olmak için biraz cesaretli olması gerektiğini anlar, film şirketleriyle yaptığı anlaşmları feshederek annesinin adı olan Bryna Yapım adlı bir şirket kurarak cesur işler yapmaya girişti.

Douglas 1950 ve 1960’lı yıllarda çok ünlü bir oyuncu olarak zamanın önde gelen kadın oyuncuları ile birlikte sahne aldı.

İlk oynadığı film, 1946 senesinde The Strange Love of Martha Myers’tır. Barbara Stanwyck, Van Heflin, Judith Anderson ile birlikte oynamıştır. 1 Sene sonra Robert Mitchum ve Rhonda Fleming ile Out of the Past’i çevirmiştir. 1951 senesinde ünlü Yönetmen William Wyler’ın Detective Story adlı Suç, Gerilim filminde oynamıştır. 1952’de Howard Hawks’ın The Big Sky adlı Dram-Western yapıtında oynamıştır. Yine aynı senede Vicente Minnelli’in The Bad and the Beautiful filminde Lana Turner ile başrolleri paylaşmıştır. 1954 senesinde Yazar Jules Verne’nin Denizler Altında 20 bin Fersah adlı uyarlama filminde ünlü oyuncular James Mason, Peter Loree gibi isimlerle çalışmıştır. 1955’te Yönetmen King Vidor’un Man Without Star filminde, 1956’da Vicente Minnelli’nin Lust For Life filmlerinde oynamıştır.

Aldığı birçok rol arasında 1951 yılındaki Along the Great Divide adlı filmdeki kovboy rolü için ata binmeyi ve silah kullanmayı öğrenecek ve birçok Western filmde başrolde oynayacaktır. Lonely Are the Brave (1962) filminde ise kovboy rollerinin zirvesindedir. Douglas ayrıca birçok farklı askeri rolde oynamıştır. Bunların arasında Top Secret Affair (1957), Paths of Glory (1957), Town Without Pity (1961), The Hook (1963), Seven Days in May (1964), In Harm’s Way (1965), Cast a Giant Shadow (1966), ve Is Paris Burning (1966) sayılabilir. En çok bilinen rolü ise Paths of Glory’deki Albay Dax rolüdür. Kirk Douglas’ın Vincent Van Gogh’un hayatını canlandırdığı Lust for Life (1956) filmi sanatçının iç çelişkilerini çok iyi yansıttığı için beğeni kazanmıştır.

Douglas çok önemli aktörlerin rol aldığı Spartacus (1960) filminde hem oyuncu hem de yapımcıdır. Bu filmin bir özelliği de McCarthyci komünist cadı avının sonucu olarak kara listeye alınarak iş verilmeyen Dalton Trumbo’nun projede çalıştırılması ve isminin jenerikte geçmesidir. Filmin yönetmeni Paths of Glory filminde beraber çalıştıkları Stanley Kubrick’dir. Douglas’ın oynadığı rollerin hakkını verebilmek için yoğun bir şekilde odaklandığı ve yaptığı sanata büyük değer verdiği bilinmektedir. Yönetmen olarak ilk denemesi Scalawag (1973) çeşitli zorlukların yaşandığı bir süreçten sonra yayınlansa da beklendiği gibi olumlu eleştiriler almaz. 2004 yılında Kaliforniya’da Palm Springs’de bir caddeye Kirk douglas Caddesi adı verilmiştir. Ayrıca kendisine 1981 yılında Başkanlık Özgürlük Ödülü, 1985 yılında Fransız Lejyon Donör nişanı ve 2001 yılında Ulusal Sanat Madalyası verilmiştir.

İki kez Oscar ödülünü kazanan ve yüzden fazla filmde rol alan Gary Cooper, 1920’lerde başladığı oyunculuğu ölümüne dek devam ettirmiş; rahat ve gösterişsiz oyunculuk stiliyle ünlenmiştir. Gary Cooper, gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan biri olarak sayılmaktadır. İşte, Gary Cooper’in hayatına ilişkin bilgiler….

Gary Cooper, 7 Mayıs 1901 tarihinde dünyaya geldi. Gary Cooper, en iyi erkek oyuncu dalında beş kez Oscara aday gösterilmiş, Aslan Yürekli Çavuş ve High Noon filmleriyle bu ödülü iki defa kazanmıştır. Aynı zamanda Cooper’a 1961 yılında Akademi Onur Ödülü verilmiştir. Amerikan Film Enstitüsü, 1999 yılında oluşturduğu “100 Yılın En Büyük Aktörleri” listesinde Gary Cooper’ı 11. sırada göstermiştir. Gary Cooper yakalandığı kanser nedeniyle 1961 yılında yaşamını yitirdi.

Çocukluğu: Asıl adı Frank James Cooper’dır. Montana (ABD)’de dünyaya gelmiştir. Bir erkek kardeşi olmuştur. Annesi, Cooper ve kardeşine iyi bir eğitim almaları için Dunstable Grammar Okuluna, İngiltere’deki Bedsfordshire’a 1910 ve 1913 yıllarında gönderir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Bayan Cooper, çocuklarının kayıtlarını Bozeman, Montana, okuluna alır. 13 yaşındayken, bir araba kazasında kalçasından sakatlanmıştır. Kazadan sonra ailesinin yanına dönerek, doktor gözetiminde, çiftlikte ata binmeye ve denemeler yapmaya başlamıştır. Cooper 1924 yılında Lowa’nın Grinnell Kolejinde çalışmaya başlamış ama mezun olamamıştır.

Kariyeri: Sinemaya çok erken bir dönem de, sessiz sinema dönemi 1923 senesinde çevirdiği ilk filmle başlamıştır. 1925 senesinde ise, Dick Turpin de Tom Mix de bilinmeyen bir rol de oynamıştır. İlerleyen yıllarda 1926 senesinde Lightin Vins filminde Eilen Seidwick ile birlikte başrol oynamıştır. Bu kısa süreli filmlerinden sonra, 1925 senesinde Paramount Pictures ile birlikte uzun süreli bir kontrat imzalamıştır. Cast Yönetmeni olan Nan Collins’in tavsiyesiyle ismini Gary olarak değiştirmiştir. 1929 senesinde ilk sesli film projesini meydana gelmiştir.

The Virginian, A Farewell to Arms (1932), Mr. Deeds Goes To Town (1936) o dönemdeki önemli filmleri olmuştur. 1932 Senesinde If I Had a Million filminde Charles Laugton ve George Raft ile oynamıştır. 1939’da, önemli film Beau Geste yapımında, ünlü oyuncular Ray Milland, Susan Hayward, Broderick Crawford ile oynamıştır. 1940 senesinde Ünlü Yönetmen William Wyler Western’i olan The Westerner adlı filmde oynar. 1941 de Howard Hawks’ın Sergeant York adlı yapıtında oynar. 1944 senesinde Usta Yönetmen Cecil B. DeMille’in The Story of Dr. Wassell adlı filminde oynamıştır. Yine De Mille ile 1947 senesinde önemli bir projede Unconquereded de yer alır ve Boris Karloff, Paulette Goddard gibi yıldızlarla çalışır. 1949’da The Fountainhead adlı King Vidor filminde Patricia Neal ile başrolleri paylaşmıştır.

Ünlü Usta Yönetmen Alfred Hitchcock, 1940 senesindeki Foreign Correspondent ve 1942’deki Sabateur adlı filmlerde Gary Cooper’ı oynatmak istemiş, Cooper ise bu teklifleri geri çevirmiştir. Daha sonra ise yönetmen’in tekliflerini geri çevirdiği için üzülmüştür. 1942 senesinde Ünlü Yönetmen Howard Hawks’ın Sergeant Yorke adlı filminde ilk Oscar ödülünün sahibi olmuştur. 1953 senesinde de 2. Oscar ödülünü , Ünlü Yönetmen Fred Zinneman’ın High Noon adlı filminde almıştır ki bu onun en iyi rollerinden bir örnektir. 1950 senesinde Ünlü Yönetmen Michael Curtiz’in bir dramasında, Lauren Bacall, Patricia Neil, Jack Carson ile oynamıştır. 1954 senesinde Yönetmen Robert Aldrich’in Vera Cruz adlı Western filminde Burt Lancaster, Cesar Romero, Ernest Borgnine, Sara Montiel ile birlikte oynamıştır. 1955 senesinde Ünlü Yönetmen Otto Preminger’in bir dram filmi olan The Court-Martial of Billy Mitchell filminde oynamıştır. 1956 senesinde ise William Wyler filmi olan Friendly Persuasion Western’inde Anthony Perkins ile birlikte oynamıştır. Bir sene sonra ise Usta Yönetmen Billy Wilder’ın Romantik Aşk filmi olan Love In The Afternoon filminde güzel oyuncu Audrey Hepburn ile başrolleri paylaşmıştır. 1958 senesinde Anthony Mann Western’i Man of The West de Lee J. Cobb ile oynamıştır. 1959 ve 1961 senelerinde, son filmlerinde Michael Anderson adlı yönetmenle çalışmış ve bu filmlerde Charlton Heston, Deborah Kerr gibi ünlü yıldızlarla oynamıştır.

William Clark Gable (1901-1960) Amerikalı aktör. Cable, Ohio’nun Cadiz şehrinde dünyaya geldi. Babası William Henry “Will” Gable (1870–1948) petrol kuyularında sondaj yapıyordu, annes, Adeline ev hanımıydı. Annesini henüz 10 aylıkken kaybedince üvey annesi Jennie Dunlap tarafından büyütüldü. Çocukluk yıllarında tiyatroya ilgi duymaya başladı. 17 yaşında üvey annesi de ölünce, babasıyla birlikte Oklahoma’nın Tulsa şehrine taşındı. Burada babasıyla birlikte petrol kuyularında çalışırken bir yandan da tiyatro kumpanyalarında çalışmalarına devam etti. Portland’da yaşadığı sırada oyuncu koçu Josephine Dillon ile tanışmasıyla birlikte kariyerinin şekli değişti. Yeteneklerini daha iyi kullanmaya başlayan Gable, aynı zamanda ilk eşi olan Dillon’un yardımlarıyla Hollywood’a adımını attı. 1920’lerde çeşitli sessiz filmlerde yer alsa da asıl çıkışını 1930’lardan itibaren yaptı. 1930’da oynadığı The Last Mile adlı tiyatro oyununun ardından MGM’le sözleşme imzaladı. .

1931’de ilk sesli filmi The Painted Desert oldu. Hold Your Man (1933), Mutiny on the Bounty (1935) gibi yapımların arkasından 1939’de Rüzgar Gibi Geçti filmindeki Rhett Butler rolüyle unutulmayacak performanslardan birine imza attı. 1942’de Amerikan Ordusu’na katılarak 2. Dünya Savaşı’nda Hava Kuvvetleri’nde savaş pilotu olarak görev yaptı. Savaşın ardından popülerliği biraz azalsa da önemli sinema filmlerinde oynamaya devam etti. 1953’te Grace Kelly ile birlikte Mogambo, Band of Angels (1957), Teacher’s Pet (1958), It Started in Naples (1960) gibi yapımlarla Hollywood’un gözde oyuncuları arasında yer almaya devam etti. Tamamladığı son filmi, 1961’de gösterime giren ve aynı zamanda Marilyn Monroe’nun da son filmi olan Uygunsuzlar (The Misfits) oldu. 6 Kasım 1960’ta kalp krizi geçiren Gable, 10 gün sonra Hollywood Presbyterian Tıp Merkezi’nde hayatını kaybetti. Forest Lawn Memorial Park’a gömüldü. Gable, ömrü boyunca tam 5 kez evlendi. İlk evliliğini 1924’te Josephine Dillon ile gerçekleştirdi, bu evlilik 1930’da boşanmayla sona erdi. 1931’de Maria Langham ile evlendi. Langham ile evliyken aktris Loretta Young ile yaşadığı ilişkiden Judy Lewis adında bir kızı dünyaya gelmiştir. Ancak bu durum, ancak Loretta Young’ın 2000’deki vefatından sonra çıkan biyografisinde doğrulanmıştır. 1939’da Langham’dan ayrılıp dönemin ünlü oyuncularından Carole Lombard ile evlendi. ancak Lombard, 1942’de geçirdiği uçak kazası sonucu 33 yaşında hayatını kaybetti. 1949-1952 arasında Sylvia Ashley ile 4. evliliğini yapan Gable, 1955’ten ölümüne dek Kay Williams ile evli kalmış, oğlu John Clark Gable, vefatından 4 ay sonra dünyaya gelmiştir

Kasım 2023

İÇİNDEKİLER

Audrey Hepburn was born as Audrey Kathleen Ruston on May 4, 1929 in Ixelles, Brussels, Belgium. Her mother, Baroness Ella Van Heemstra, was a Dutch noblewoman, while her father, Joseph Victor Anthony Ruston, was born in Úzice, Bohemia, to English and Austrian parents.

After her parents’ divorce, Audrey went to London with her mother where she went to a private girls school. Later, when her mother moved back to the Netherlands, she attended private schools as well. While she vacationed with her mother in Arnhem, Netherlands, Hitler’s army took over the town. It was here that she fell on hard times during the Nazi occupation. Audrey suffered from depression and malnutrition.

After the liberation, she went to a ballet school in London on a scholarship and later began a modeling career. As a model, she was graceful and, it seemed, she had found her niche in life–until the film producers came calling. In 1948, after being spotted modeling by a producer, she was signed to a bit part in the European film Nederlands in zeven lessen (1948). Later, she had a speaking role in the 1951 film, Young Wives’ Tale (1951) as Eve Lester. The part still wasn’t much, so she headed to America to try her luck there. Audrey gained immediate prominence in the US with her role in Roman Holiday (1953). This film turned out to be a smashing success, and she won an Oscar as Best Actress.

Audrey Hepburn -Life is beautiful

On September 25, 1954, she married actor Mel Ferrer. She also starred in Sabrina (1954), for which she received another Academy Award nomination. She starred in the films Funny Face (1957) and Love in the Afternoon (1957). She received yet another Academy Award nomination for her role in The Nun’s Story (1959). On July 17, 1960, she gave birth to her first son, Sean Hepburn Ferrer.

Audrey reached the pinnacle of her career when she played Holly Golightly in Breakfast at Tiffany’s (1961), for which she received another Oscar nomination. She scored commercial success again playing Regina Lampert in the espionage caper Charade (1963). One of Audrey’s most radiant roles was in the fine production of My Fair Lady (1964). After a couple of other movies, most notably Two for the Road (1967), she hit pay dirt and another nomination in Wait Until Dark (1967).

In 1967, Audrey decided to retire from acting while she was on top. She divorced from Mel Ferrer in 1968. On January 19, 1969, she married Dr. Andrea Dotti. On February 8, 1970, she gave birth to her second son, Luca Dotti in Lausanne, Vaud, Switzerland. From time to time, she would appear on the silver screen.

In 1988, she became a special ambassador to the United Nations UNICEF fund helping children in Latin America and Africa, a position she retained until 1993. She was named to People’s magazine as one of the 50 most beautiful people in the world. Her last film was Always (1989).

Audrey Hepburn died, aged 63, on January 20, 1993 in Tolochnaz, Vaud, Switzerland, from appendicular cancer. She had made a total of 31 high quality movies. Her elegance and style will always be remembered in film history as evidenced by her being named in Empire magazine’s “The Top 100 Movie Stars of All Time”.

MART 2023

Gene Tierney – A Tribute

Rita Hayworth: Hollywood Bombshell | BIO Shorts | Biography

04.06.2022

INGRID BERGMAN 100

Legendary Katharine Hepburn

 27 Mart 1899, Şikago, Illinois, ABD / 4 Nisan 1983, New York

Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak. Ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir. Ve dünya Amerika’dan ibaret değil. Charlie Chaplin

Comments are closed.