logo

Bilim

Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder. 

Bilimin teknolojiye dönüşmesi için yenilikçilik şarttır. Günümüzde bilgi çağı ve bilgi toplumu olarak kastettiğimiz şey artık refaha, güce ve itibara sahip olmanın yolunun, bilim ve teknolojiye sahip olmaktan geçtiğini gösteriyor.

“Bilim daha iyi bir dünya inşa etmek için kullanılabilir.” (Auguste Comte)

Eskiden toprak ve doğal kaynakların miktarı zenginliğin ölçütü iken sanayi devrimi ile bu kavram yerini imal edilen sanayi ürünlerine bıraktı. 20. yüzyılın ikinci yarısında bilimsel araştırmalara ağırlık verilmesiyle bilgi üretimi ön plana geçerek, bilgiyi en değerli meta haline getirdi. Günümüzde bilgi çağı ve bilgi toplumu olarak kastettiğimiz şey artık refaha, güce ve itibara sahip olmanın yolunun, bilim ve teknolojiye sahip olmaktan geçtiğini gösteriyor. Ülkelerin gelişmişlik seviyesi de ulaştıkları bilim ve teknoloji seviyesi ile ölçülmüyor mu?

1789’da Fransa’da doğan, ailesi katolik ve monarşi yanlısı olsa da dini reddederek Cumhuriyet yanlısı olan Auguste Comte, toplumsal ilerlemenin bir modelinin var olduğunu ve toplumun birçok farklı aşamadan geçtiğini, bilimsel prensipler temelinde incelemiştir. Bu anlamda Sosyal Fizik terimini de ilk kullanan Comte olmuştur.

18. Yüzyıl’da Sanayileşme ile Avrupa’da geleneksel toplumda köklü değişimler meydana gelmiştir. Yeni bir toplumsal düzen yerleşmeye başlarken aynı zamanda, toplum hızla değişen yüzünü göstermeye devam etmiştir. Bazı bilim insanları da toplumda gelişen bu belirsizliğin arka planındaki toplumsal değişimin nedenlerini araştırma yoluna koyulmuşlardır.

Aydınlanma Dönemi de dediğimiz Akıl Çağı, düşüncelerin daha özgür, bilimin köklerinin daha rasyonel ve objektif ifade edildiği bir ortam sağlamıştır.

Doğa bilimleri (fizik, kimya, gökbilimi…) ve metodolojinin (belli bir sonuca erişmek için izlenen yol, yöntem) detaylı bilimsel araştırmalarını gözleme dayandıran pozitivist bilimci Comte, her şeyin bilgisinin yalnızca pozitif (deney sonuçlarına dayanan bilim-ler) ile bilimsel araştırmadan türeyebileceğini savunmuştur.

İşte bu aşamada Comte, bilimin dönüştürme gücünü görmüştür. Bilimsel keşifler, Sanayi devrimini getiren teknolojik ilerlemeleri sağlamış ve içinde yaşadığımız modern dünyayı yaratmıştır.

Bilim ile anlatılmak istenen şey, genel bilgi değil, evren hakkında sürekli ve sistematik olarak bilgi edinme ve bu bilgi birikimini başkalarının deney ve muhakemesine açık genel ilkelere indirgeme olarak tanımlayabiliriz. Pozitif bilimler olarak bilinen, canlı cansız tüm varlıklarda gözlenen olgular, her türlü sorgulamaya ve yanlışlamaya açık olduğu için objektif ve evrenseldir.

Bilimin evrensel nitelik kazanması için gerekli koşullar

Mesela 16. yüzyılda M. Kopernik, J. Kepler, G. Galilei‘nin gözleme ve deneye dayalı çığır açan çalışmaları, 17. yüzyılda I. Newton‘un 3 temel yasasını formüle etmesi, Aristoteles’in Dünya’nın evrenin merkezi olduğunu yönündeki doktrinini çürüttü, bilimsel yöntemin temellerini attı. Bilimsellik iddialarının geçerli olması ve modern bilimin evrensel nitelik kazanması için, sağlam kanıtların yanında mantıksal tutarlılık ve uyumluluk koşulu aranmaya başlandı.

Teknoloji denilince akla bilgisayar, cep telefonu, internet gibi bilişim ve iletişimle ilgili elektronik ürünler ve hizmetler gelir. Teknoloji ürünlerinin satıldığı yerlerde bu anlayışı destekler. Çoğu insan bilimin ve teknolojinin aynı şey olduğunu zanneder. Fakat öyle değildir. Bilim, bilmekle ilgili iken, teknoloji yapmak ile ilişkilidir. Bilimsel etkinliğin amacı bilgi üretimi iken, teknolojinin ise hayatı kolaylaştıran yeni ürünler, yeni işlemlerdir.

Bilim ne ve niçin sorularına cevap ararken, teknoloji nasıl ve nasıl yapılır ile ilgilenir. Bilimin keşfettiği şeyi teknoloji, patentlerle korunan icatlara, ticari ürüne sonra da paraya çevirir. Bilim ve teknolojinin ortak paydası ise içinde yaşadığımız doğal alemdir.

Bilimin teknolojiye dönüşmesi için yenilikçilik şarttır.

1998’de Fizik Nobel Ödülü sahibi Robert Laughlin A Different Universe (2005) adlı kitabında bilim ve teknoloji arasındaki ayrımı şöyle ifade eder:

“BİLİMDE NE BİLDİĞİNİZİ İNSANLARA SÖYLEYEREK GÜÇ KAZANIRSINIZ; MÜHENDİSLİKTE İSE NE BİLDİĞİNİZİ BAŞKALARININ BİLMESİNİ ÖNLEYEREK GÜÇ KAZANIRSINIZ. FİKRİ MÜLKİYET KAYGISIYLA HERKESİN HERKESTEN BİLGİ SAKLAMASI GİBİ BASİT BİR NEDENLE, MÜHENDİSLİKTE DEVAMLI BİR KAFA KARIŞIKLIĞI VE BİRBİRİNDEN HABERSİZ OLMA DURUMU İSTİSNA DEĞİL, KURALDIR.”

Bilim ve teknoloji beraber anılır çünkü teknolojiye dönüşmeyen bilime ne yazık ki fazla değer verilmez. Bilimin teknolojiye ve dolayısıyla yeni ürünlere dönüşmesi için de yenilikçilik şarttır. Bu da Einstein‘ın dediği gibi, Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Bilimi teknolojiye dönüştüren aracı, yenilikçi beyinlerdir. Çünkü yenilikçilik yönü yetersiz kalanlar, ne kadar bilgi sahibi olurlarsa olsunlar, bilgiyi teknolojiye dönüştüremezler.

Türkiye’de bilimin gelişim süreci

Toplumların varlıklarını sürdürme süreçlerinde aralarındaki teknoloji farklılıklarının etkileri çok önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemeye başlamasında bile teknoloji konusunda geri kalmasının etkilerini görebiliriz. Cumhuriyet öncesi dönemde, Osmanlı ve Avrupa arasında bilim ve teknik yönünden ortaya çıkan farklılık oldukça belirgindir. 18. yüzyıldan itibaren bu olumsuzluğu kaldırmaya yönelik çalışmalar yapılmaya başlanmışsa da ilerleme kaydedilememiştir. Cumhuriyet döneminde ise birçok alanda atılım yaşanmıştır.

Türkiye’de sanayileşme politikalarının uygulanmasıyla birlikte yatırım harcamalarının düzene sokulmasına yönelik planlar yapılmıştır. Bunun yanı sıra teknoloji politikalarına ilişkin yaklaşımlar ve hedefler belirlenmiştir. Bu süreçte yaşanan güçlükler de toplumsal siyasal nedenleriyle beraber tartışılmıştır. Teknolojik gelişim için gerekli olan kültürel, bilimsel ve ekonomik alt yapının zayıf olması nedeniyle ilerleme oldukça yavaş olmuştur. Ancak planlı kalkınma modelinin uygulanmaya çalışıldığı bu dönemde Batıda yaşanan siyasi huzursuzluklardan dolayı birçok bilim adamı Türkiye’ye gelerek, Türk bilimine katkıda bulunmuştur. Daha sonraki dönemlerde yol, baraj, liman gibi altyapı yatırımlarına ağırlık verilmiş, modern teknolojinin temin edilmesinde güçlükler yaşansa da rekabet amaçlı tesisler kurulmuştur. 1970’lerin sonunda Türkiye, Bilim ve Teknoloji Atılım Projesi ile plana girmiş, bilim ve teknolojiyi ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürebilmenin yollarını aramıştır. Ancak bu projede başarıya ulaşamamıştır.

Son dönemlere bakıldığında bilim ve teknoloji alanında ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren birçok oluşum gözlenmektedir. Türkiye’de bu oluşumların denetleyicisi TÜBİTAK’tır. Bu kapsamda bilim, teknoloji ve yenilik politikalarının yürütülmesi, uzun vadeli bilim ve teknik politikalarının tespitinde hükumete yardımcı olunması, hedeflerin saptanması, plan program hazırlanması, araştırıcı insan gücünün yetiştirilmesinden, araştırma merkezinin kurulmasına kadar görev ve sorumluluklar üstlenirler.

İnsanlık tarihine bakıldığında bilim ve teknoloji artık, eskiden olduğu gibi bilimin yardımı olmaksızın, deneme yanılmalarla, usta çırak ilişkisinin yürütülmesiyle değil, doğrudan bir üretici güce dönüşmüştür. Bilim ve teknoloji üretmeden, yarınları yakalayıp inşa etmek mümkün değildir.

Aylin İçsel

Asıl yetimler anadan babadan değil, ilim ve ahlaktan yoksun olanlardır.

Bilim ve Teknoloji

Bilim Nedir?

Bilim, deneysel yöntemler ve var olan gerçeklerden yola çıkarak, bilgi yasalarını ortaya koymak için araştırma sürecidir. Aynı zamanda insanların hayat koşullarını iyileştirmek için yapılan çalışmaların bütünü olarak ta ifade edilebilir. Bir başka bilim tarifi de evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim olarakta tanımlanabilir.

Teknoloji Nedir?

Teknoloji, insanoğlunun ihtiyaçlarına uygun yardımcı alet ve araçların yapılması ya da üretilmesi için gerekli bilgi ve yeteneklerin tamamıdır. Teknolojiyi ayrıca, bir sanayi dalıyla ilgili üretim yöntemlerini kullanılan araç, gereç ve aletleri kapsayan bilgilerin tamamı olarak ta tanımlayabiliriz. Teknolojinin gelişmesiyle insanoğlu, birçok kolay kullanım imkanına sahip olmuş, her geçen gün bir yenisini daha gördüğümüz teknolojik ürünler, artık hayatımızın tam anlamı ile parçası haline gelmiştir.

Bilim de araştırma yaparak, gözlemleyerek, deney yaparak kurallar oluşturmak esastır. Yani kesin kurallar söz konusudur. Bilim, insanların daha iyi yaşam koşullarına kavuşmasına, bilinmeyen olguları bulmasına ve yeni şeyler öğrenmesine aracılık eder. Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak, yasalar çıkarmaya çalışır.  Einstein, bilimi “her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası” olarak tanımlamıştır.

Yüzyıllardır insanoğlunun yeryüzündeki yaşama ortamına duyduğu merak, onu yaşam standartlarını artırmak için çalışma yapmaya yöneltmiş, doğal gibi görünen olayları anlama çabası, aslında dünyanın gizemlerle dolu bir yer olduğunu ve bunları çözümlemek gerektiği gerçeğini doğurmuştur. Geleneksel bilim sadece anlamaya ve çözmeye odaklansa da ileri safhalara bölünen bilim türleri sadece çözmeyi değil çözümden öte ilerlemeyi de kapsar. Geçmişe bakıldığında en önemli sayılan bilim dallarından bazıları matematik, geometri, gök bilimi ve tıptır. Çok çeşitli matematiksel çözümleme sistemlerinin geliştirildiği ilk zamanlardan bu yana hâlâ yeni formüller, sistemler, kuramlar geliştirilmektedir ki bu da bilimin sürekliliğine bir örnektir.

Bilimsel yasalar bilimin vazgeçilmez öğeleri olsa da, hâlen birçok bilimsel yasanın doğruluğu tartışılır düzeydedir. Bilim deneye çok önem verir ve bilimsel yöntem deneye dayanır. Bu evre, işlenen konuyu daha inandırıcı kılmanın yanında belirli bir çerçeveye oturtur. Sadece kâğıt üzerinde birer kuram iken yasalaşabilir ve temel taş niteliğine bürünebilir. Bilimin sonsuz bir süreç içinde değişimi değiştirilemez bir durumdur. Zaman içinde alt dallara bölünen bilim, sayısal ve sosyal alanlarda ayrı konulara bürünmüş; fakat nitelik açısından aynı amaca hizmet etmeyi sürdürmüştür

Teknoloji’de bilimsel gerçeklikler göz önüne alınarak, bilimin elde ettiği genel ve kesin kurallara göre insan yaşamını kolaylaştıran mekanik ya da elektronik aletler yapılmaktadır. Teknolojinin sınırı bilimdir. Yeni buluşlar teknolojinin kaynağını oluşturmaktadır. Bilim, teknolojiye altyapı oluşturur. Teknoloji bunun karşılığı olarak Bilim’e araştırma, geliştirme ve yeni buluşlarda kolaylık sağlar.

Bilimin Sonucu Olarak Teknoloji

 Bilimin bir sonucu olarak ortaya çıkan teknoloji, hayatımızı her alanda kolaylaştırmayı başarmış durumda. Bilimle Teknoloji arasında  döngüsel bir ilişki vardır; bilimsel çalışmalar uygulamaya elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmeye yol açarken, teknolojik gelişmeler de bilimsel araştırmanın daha uygun şartlarda yapılmasını sağlayarak bilimsel gelişmeyi hızlandırmaktadır. Bilim ve teknolojinin insanlık için önemini ortaya koymak amacıyla 8 -14 Mart günleri Bilim ve Teknoloji Haftası olarak düzenlenmiştir.

Salih Ertuğrul / Media Trend

Bir insana mantığını nasıl kullanacağını öğretin; bir ömür boyu düşünecektir.

Bilim toplumsal olarak hayatımızın neresindedir? Yaşadığımız modern toplumsal yaşam biçimlerinde bilimsel çalışmaların hem yeri hem de izleri var mıdır? Peki, toplumsal hayat, bilim ve eleştiri kavramları arasında esaslı bir ilişki var mıdır, eğer varsa nasıl bir ilişkidir bu? Bilim hayatlarımızı değiştirir, geliştirir mi, işlevi nedir gibi sorulara yanıtlar aramaya çalışalım.
*
Bilim, gündelik hayatın hızlı akışı içerisinde sıklıkla farkında olmak zorlaşsa da, somut pratikleriyle hayatın her alanında yanımızdadır. Bilimin çıktıları ile toplumsal hayat iç içe geçmiş durumdadır. Elektronikten internete; ulaşımdan enerjiye kadar oldukça geniş bir yelpazede, bilimsel araştırmaların sonuçları ile yaşıyoruz. (Bilimin sağladığı toplumsal faydalar ve bilimsel ürünlerin istismarı sonucu ortaya çıkan kötülük arasındaki gerilimli ilişki, bu yazının konusu değildir.) Bu konuya, son günlerde Türkiye gündeminde olan (olması da gereken) en önemli problem üzerinden örnekleyerek devam edelim: Deprem. Adını anmak bile sevimsiz, ancak buna karşın bunu yapmak, belki de hiç olmadığı kadar acil ve şart.
*
Çeşitli bilimsel alanların kesişimi ile ortaya konan bilimsel araştırmalar, İstanbul’un da içinde yer aldığı coğrafi bölgenin, bir deprem bölgesi üzerinde olduğunu açıklıkla gösteriyor. İstanbul (ve çevresi) aktif bir fay hattının üzerindedir. Haliyle de, büyük bir yıkıcı deprem olması çok olası. Bunun istatistiksel modellemelerini yapıyor araştırmacılar. Bu konu bilimsel verilerle apaçık ortada. Herhangi bir tartışmalı ya da belirsiz yanı yok.

Bunu anlaşılır bir tarzda ortaya koymak bilim insanlarının işi. Bilimin aşırı teknikleşmiş dilinden sıyrılıp, açık ifadelerle bu konuyu anlatmak bilim insanın toplumsal vazifesi belki de. Bilimsel bir alanda, alanın teknik dili bariyer oluşturucu problem haline gelmemelidir. Böylece daha fazla sayıda kişiye ulaşmasının önündeki engel kaldırılmış olabilir.

Peki, bu apaçık duruma rağmen, hem ilgili bir yerin yerel yöneticileri, hem de merkezi hükümetler bu konuda neler yaptı/yapıyor? Bilimin ortaya koyduğu veriler, toplumsal karar alıcıları harekete geçirmelidir. Bunu kabul etmek, çok basit ancak şart olan bir ilk adımdır, bir hayati ön koşuldur. Harekete geçmek: Bilim bunu yapamaz, o başka bir düzlemin işidir. Bu konuda, karar alıcıların çok ciddi şeyler yapmadıkları, çok karmaşık bir konu da değil maalesef.

Bilimin çok açıkça ortaya koyduğu verileri ciddiye almamak, bu anlamda kamusal bir ihmal ve de büyük bir suçtur. Zira olası büyük yıkımın ve ölümlerin sorumlusu bu veriler ışığı altında, “doğal afet” olarak görülebilecek deprem değildir! Dört bir yandan dile getirilen “doğal afet” vurgusu, bilim dışı bir yorumdur. Depremin olmasının “doğal” olduğu, kestirilemez bir yapıda olduğu elbette gerçektir. Bilimsel olan kısmı da budur. Ancak onu “afet” durumuna iten şey, insan kaynaklıdır. Olası bir “afet” kısmı, ona karşı yapılmayan şeylerin toplamıdır, bundan ötürü de hem politik hem de toplumsaldır. Bu anlamda doğa insana hiçbir şekilde bir “afet” durumu vermez. Doğal alanda olup biten şeyler böyle işlemezler; ondan hareketle afet insanların yaptıkları veya yapmadıklarının bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Bu, bilimin yöntemi ve dili ile, kadercilik arasındaki temel farktır aynı zamanda. Eğer depremin sonucundaki afet durumu, bir kader olsaydı, deprem örneğin çok aktif bir deprem bölgesi olan Japonya’da da yıkıcı olurdu. Neden orada deprem bir “afet” olmuyor sorusunu herkes kendine ve yönetme yetkisine sahip olanlara sormalıdır.

Toplumsal düzlemde ise, yönetme yetkisini taşıyanlar, en çok “geçmiş olsun” mesajı paylaşanlar da aynı zamanda. Burada bir mantıksal hata vardır. Elbette “geçmiş olsun” denmelidir, ne sakıncası olabilir ki bunun? Fakat bilimsel verilerinde ışığında, adeta toplumsal bir seferberlik ilan edilmesi gerekirken, iyi niyet temennisi bu konuda tam olarak ne işe yarayacaktır? Maddi sorunları, iyi niyet temennisi ile çözmek mümkün müdür? Sözgelimi bir hekim, bir hastalığı iyi niyet dilekleriyle iyileştirebilir mi? Deprem konusu özünde bundan farklı bir sorun değildir. Hangi soruna çözüm olabilecektir kuru bir iyi niyet temennisi? Ortada somut hiçbir girişim yokken, tam olarak neye geçmiş olsun?

Karar alıcı durumunda olanlar görev, sorumluluk, yapılması gerekenlerden bahsetmeli, eleştirel ve bilimsel verilere yaslanmalıdır. Toplumsal hayatın karmaşıklığı iyi niyetle değil, bilimsel verilerle tasarlanmış modellerle çözülebilir. Yapı izinleri, kentin deprem acil durumu programı, yapıların dayanıklılık durumları, kaçak yapılar vb. sorunlar kocaman haliyle dururken, temenni, karşı karşıya olunan duruma göre çok tuhaf kaçmaktadır. Duygusal niyetler değil, somut adımlar gerekmektedir, acil olarak.

Bilim, toplumsal hayat ve eleştirellik arasındaki ilişki insan hayatı üzerinde belirleyici etkilere bu yukarıdaki anlamlarda sahiptir. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan, bilimin verilerinden güç alarak, iklim krizi karşısında sokaklarda son zamanlarda. Temel sloganlardan biri de, bu yazı bağlamında anlamını buluyor: Bilimin arkasında birleş! Bu iklim krizinden olası depreme kadar, pek çok alanda yeniden hatırlamamız gereken temel bir ilke gibi görünmektedir. Zira aksi durumda, hem parçası olduğumuz doğa hem de onun üzerindeki bütün bir canlılık için pek iç açıcı bir tablo görünmemektedir. Gerçekçi olmak, bilimin bir ilk adım ilkesidir de nitekim.

Prof. Dr. KEMAL ARIKAN / Z. Soner Dinç

Öğrenmeyi asla bırakma

Bilime Ne Kadar Güveniyorsunuz? İşte Bilime Olan Güvenimizi Sarsan 4 Mit!

Çağımız bilgi çağı, bu nedenle etrafta hiç istemediğimiz kadar çok bilgi dolaşıyor. Ve ne yazık ki bu bilgilerin hiç de azımsanmayacak bir kısmı yanlış bilgilerden oluşuyor. Bu durum da haliyle bilgi kaynaklarına ve bilime olan güvenimizi sarsabiliyor. Peki siz ne kadar bilime güveniyorsunuz?

Aslında neredeyse hepimizin bilime ve bilimsel bilgiye saygısı var, olmak da zorunda gibi. Çünkü evlerimizin aydınlatılması gibi çok basit şeyleri bile bilime borçluyuz. Yani bilimsiz bir dünya düşünmek günümüzde çok çok zor.

Buna rağmen bazılarımız bilimin ortaya koyduğu gerçeklere inanmamayı tercih edebiliyoruz. Çünkü hiçbirimiz bilim insanı değiliz. Bu nedenle de sürekli birileri birtakım bilgilere ulaşıp onları bize okulda ders olarak öğretiyor. Haliyle bilimsel bilginin ortaya çıkış sürecinden hepimiz izoleyiz. Madem durum böyle, bilim insanları bizi “güya keşfettikleri” şeylerle kandıramaz mı? Aslına bakarsanız bu şekilde düşünen insanların sayısı hiç de az değil. Bunun en güzel örneklerinden birini COVID-19 döneminde görmüştük. Peki bilimin bizi kandırdığını ve bilime güvenmememiz gerektiğini düşünen insanlar haklı mı? Elbette değiller. Gelin neden haklı olmadıklarını ileri sürdükleri 4 miti açıklayarak görelim.

Mit 1: Bilim, Onu Finanse Edenler Tarafından Yönlendirilir

Bu mit son derece yaygın olan bir mittir. Belirli bir alandaki bilim insanlarının kendilerine fon sağlayan şirket veya kurumların etkisi altında olduğuna inanılır. Bu nedenle de bu bilim insanlarının ortaya koyduğu bilimsel çalışmalara güven duyulmaz. Fakat bu mite inanan insanlara da hak vermek gerekir. Çünkü tarih boyunca çeşitli endüstrilerin kendilerini destekleyen güya bilimsel bilgi yayınladıkları dönemler olmuştur. Örneğin daha önce tütün endüstrisinde araştırmaların manipüle edildiği saptanmıştır.

Günümüzde hiç de azımsanmayacak sayıda insan, bilimsel çalışma sonuçlarının şirketlerin veya kişilerin fonlamasından etkilendiğine inanmaktadır.

Bu yüzden de insanlar, tüm bilim insanlarının fon karşılığında sonuçları saptırdıklarını düşünmektedir. Elbette bu iddialar doğru değildir. Bilim insanlarının araştırmalarını devam ettirebilmeleri için fona ihtiyacı vardır. Ve fon alan araştırma türleri genellikle birilerinin bu araştırma için fon sağlamaya istekli olup olmadığına bağlıdır. Bu da araştırma sonuçlarının önceden belirlenmiş bir sonuç elde etmeye yönelik olduğu anlamına gelmez.

Zira bilim camiasında araştırmanın etik ve titiz bir şekilde yürütülmesi herkesin yararınadır. Çünkü farklı bilim insanları sonuçları incelemektedir. Eğer ortada hileli bir durum varsa şirket yasal olarak sorumlu olur ve bu da şirketin kar durumuna olumsuz olarak yansır. Yine de elbette hileli araştırmalar yapılmaya devam ediyor. Yayınlanan her çalışmaya %100 inanmalısınız gibi bir şey söyleyemeyiz. Fakat yayınlanan her çalışmaya ve bilimsel bilgiye de “Bizi kandırıyorlar” ya da “Aşılar kısır yapıyormuş” diyerek karşı çıkamayız. Böyle diyebilmek için çok çok güçlü kanıtlara sahip olmamız gerekir.

Mit 2: Bilim İnsanları Bizi Kandırıyor

Bilim ne zaman bazı insanların veya sektörlerin hoşuna gitmeyen sonuçlara ulaşsa, bu insanlar veya sektörler tuhaf bir yola başvuruyor. Dürüst bir şekilde bilimsel araştırma yapıp gerçekleri ortaya koymak yerine insanların duygularına dokunmayı tercih ediyorlar. Bu kişiler veya sektörler, bilimsel olarak temelsiz ancak insanların duygularına, ideolojilerine hitap eden yorumlar ortaya atarak halkı kendi çıkarları doğrultusunda kandırıyorlar.

Örneğin varlığına ve insanlık üzerindeki somut etkisine dair bilimsel onca kanıta rağmen, hala pek çok kişi COVID-19 pandemisinin bir aldatmaca olduğuna inanıyor. Ya da pek çok kişi, doğal olan her şeyin iyi ve sağlıklı, yapay olan her şeyin kötü ve sağlıksız olduğunu düşünüyor. Bu sebeple çok farklı beslenme stratejileri izleyen ve bunu ailelerine de uygulayan çok fazla insan var. Ya da hala bazı insanlar büyük patlamanın, evrim teorisinin, iklim değişikliğinin ve hatta Dünya’nın yuvarlak oluşunun birer yalan olduğuna inanıyor. Fakat bilim, biz insanların neye inandığını hiç umursamıyor. Çünkü bu gerçekler doğanın kendisine içkindir ve doğru şekilde bakarsak onları görebiliriz.

Mit 3: Bilimsel Araştırmalar Yoluyla Sadece Tekil Gerçeklikleri Bilebiliriz

Bu mitin savunucularının kast ettiği aslında şudur. Evet, evrene dair bilgiler elde ediyoruz ama bunlar tekil gerçekliklerdir. Bilim insanları bunları yorumlayarak bilimin ötesine geçmiş olurlar. Onların yorumlarını doğru olarak kabul etmemeliyiz diye düşünürler. Kısacası onlara göre bilim insanları sınırı aşıp bilimle değil savunuculukla uğraşmış olurlar. Ancak elbette ki bu inanış da doğru değildir. Eğer bilimi sorumlu bir şekilde yürütmek istiyorsak onu doğru bir şekilde değerlendirmemiz de gerekir. Ve bu değerlendirme sürecinde de o alanda çalışan bilim insanlarının rol oynaması gerekir. Çünkü onlar bu konuda uzmanlaştıkları için çeşitli hükümler verebilme yetkisine sahiptir.

Ozon tabakasında oluşan deliğin 1979’dan 2022 yılına kadar ne kadar değiştiğini gösteren bir görsel. Bilim insanlarının yorumu olmadan bu görsel tek başına pek bir anlam ifade etmez. Konuda uzman olmayan herhangi bir insan ozon tabakasında bir delik olmasının ne gibi etkileri olacağını kestiremeyecektir. Bu nedenle bilim insanlarının yorumuna ve öngörülerine ihtiyacımız vardır.

Mit 4: Bilim Sürekli Kendini Yanlışladığından Hakikate Asla Ulaşamayacak

Pek çok insan bilimin gerçek bir hakikate ulaşamayacağına inanıyor. Çünkü bilim tarihine şöyle bir baktığımızda başta doğru olan şeylerin sonradan yanlışlandığı birçok olayla karşılaşırız. Bu da bazı insanların şu anda doğru olarak kabul ettiklerimizin ilerde yanlışlanacağını düşünmelerine sebep oluyor. Madem bilim sürekli kendini yanlışlayıp duruyor, o halde neden tüm bunlara inanalım ki? Aslına bakarsanız bilim kendini yanlışladığı için ona daha çok güvenmemiz gerekir. Çünkü bilimin ilerleme prensibi budur. Ortaya bir fikir atılır, bu fikir test edilir ve buna göre değerlendirilir. Daha sonra bu fikrin açıklayamadıklarını da açıklayan çok kapsamlı ve geçerli bir başka fikir ortaya çıkar ve eskisinin yerini alır.

Matematiksel / Melike Üzücek

Comments are closed.