logo

Psikoloji

Duygusal kopukluk, başkalarının duygularından kopma veya o kişiden kopma anlamına gelir. Diğer insanların duygusal yaşamlarına dahil olma konusunda yetersizlik veya isteksizlik içerebilir. Bu kopukluk insanları stres, duygusal yaralanma ve endişeden koruyabilirken, aynı zamanda bir kişinin psikolojik, sosyal ve duygusal iyiliğine de müdahale edebilir.

İnsanlar stresli veya zor durumlarla karşı karşıya kaldıklarında bazen duygusal kopma bir başa çıkma mekanizması olarak ortaya çıkabilir. Diğer durumlarda, bir akıl sağlığı sorununun belirtisi olabilir.

Duygusal Kopukluk Semptomları Nelerdir?

Duygusal kopmanın bir çok belirti ve semptomu vardır. Bunlar şunları içerebilir:

  • Başkalarına karşı kararsızlık
  • İnsanlardan, durumlardan veya faaliyetlerden kaçınma
  • Başkalarıyla empati kurmakta güçlük çekme
  • Başkalarına açılmada güçlük çekme
  • Başkalarından kopuk hissetmek
  • İnsanlara ve faaliyetlere olan ilgiyi kaybetmek
  • İnsanlarla teması kaybetmek
  • Başkalarına dikkat etmemek
  • Zayıf dinleme becerileri
  • Yalnız kalmayı tercih etmek
  • İlişki kurma ve sürdürme sorunları
  • Duyguları ifade etme sorunları

Duygusal kopmanın bir akıl sağlığı sorunu olmadığını, ancak belirli zihinsel bozuklukların bir belirtisi olabileceğini hatırlamak önemlidir.

Duygusal Kopukluğu Tanımlayın

Duygusal kopukluk belirtileriniz olduğunu düşünüyorsanız, bir doktorla veya akıl sağlığı uzmanıyla konuşmalısınız. Bu belirtiler, akut ancak geçici bir duruma yanıt olabilir veya bir akıl sağlığı sorununun işareti olabilir.

Doktorunuz, yaşadığınız semptomlara katkıda bulunabilecek herhangi bir tıbbi durumu ortadan kaldırmaya yardımcı olmak için semptomlarınızı değerlendirebilir, tıbbi geçmişinizi gözden geçirebilir ve fiziksel sağlığınızı değerlendirebilir.

Doktorunuz veya terapistiniz size duygularınız, ruh halleriniz ve davranışlarınız dahil olmak üzere tıbbi geçmişiniz hakkında sorular soracaktır. Bu alanlarda son zamanlarda herhangi bir değişiklik yaşayıp yaşamadığınızı soracaklar ve bu semptomların yaşamınız üzerindeki etkisi ve ne kadar sürdüğü hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyeceklerdir.

Duygusal Kopukluk Nedenleri Nelerdir?

Duygusal kopmanın birçok farklı nedeni olabilir. Bunlar geçmiş deneyimleri ve psikolojik koşulları içerebilir, ancak aynı zamanda ezici durumlarda başa çıkmak veya sınırlar koymak için kullanılabilen kasıtlı davranışlar da olabilir. Duygusal kopmanın bazı yaygın nedenleri aşağıda listelenmiştir.

Geçmiş Deneyimler

İstismar, ihmal ve geçmiş travma duygusal kopukluğa katkıda bulunabilir. İstismar durumlarında büyüyen çocuklar bu ayrılığı başa çıkmanın bir yolu olarak kullanabilir. Diğer durumlarda, çocuklar istismarlarının bir sonucu olarak duygusal olarak bağlanma ve başkalarının yaşamlarına dahil olma sorunlarına katkıda bulunan bağlanma sorunları geliştirebilirler.

Zihinsel sağlık sorunları

Duygusal kopma aynı zamanda bir dizi psikolojik durumun belirtisi olabilir. Bunlar şunları içerebilir:

  • Bipolar bozukluk
  • Depresyon
  • Kişilik bozuklukları
  • Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)

İlaçlar

Duygusal kopma, seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar) gibi antidepresanlar dahil olmak üzere bazı ilaçların bir yan etkisi olabilir. Antidepresanınızı alırken duygusal olarak kopukluk hissetmeye başlarsanız, doktorunuzla konuşmalısınız. Doktorunuzun dozajınızı ayarlaması veya sizi başka bir ilaca geçirmeyi düşünmesi gerekebilir.

Duygusal kopma, bir madde kullanım bozukluğuyla ilişkili bir sorun da olabilir. Bağımlılık sorunu belirtileri gösteriyor ve duygusal olarak kopukluk hissediyorsanız, tedavi seçeneklerinizi doktorunuzla görüşün.

Gönüllü davranış

Diğer durumlarda, insanlar stresle başa çıkmak, sınırlar koymak ve kaygı duygularını azaltmak için duygusal olarak ayrılırlar. Bu bazen geçici bir sorunla karşı karşıya kaldığınız durumlarda olumlu bir başa çıkma mekanizması olabilir, ancak diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurma becerinizi etkileyen aşırı kullanılan bir davranış kalıbı haline gelirse sorunlu hale gelebilir. Bazı durumlarda duygusal kopukluk, insanları travmatik deneyimlerin etkilerinden korumaya yardımcı olabilir.

Duygusal Kopukluk Türleri

Duygusal kopma aynı zamanda bir bağlanma bozukluğunun belirtisi olabilir. Bunlar şunları içerebilir:

Reaktif Bağlanma Bozukluğu: Bu durum çocukluk çağı istismarı ve ihmali nedeniyle ortaya çıkabilir. Sonuç olarak, çocuklar bakıcılarıyla sağlıklı duygusal bağlar kuramazlar. Semptomlar, duyguları kontrol etme ve ifade etme ile ilgili sorunları içerebilir.

Sınırsız Sosyal Katılım Bozukluğu: Bu durum, çocuklar bakıcılarla anlamlı bağlantılar kuramadığında ortaya çıkabilir. Semptomlar, yabancılarla aşırı arkadaşça ve şefkatli olmayı ve birincil bakıcılarını çok az tercih etmeyi veya hiç tercih etmemeyi içerir.

Duygusal Kopukluk Nasıl Tedavi Edilir?

Duygusal kopma ile başa çıkmak için kullanılan tedavi yaklaşımı, tam olarak neye neden olduğuna bağlıdır. Doktorunuz belirtilerinizi değerlendirecek ve bir teşhis koyabilir, bu da daha sonra tedavi planınızı belirlemenize yardımcı olabilir.

Belirtileriniz depresyon, TSSB veya kişilik bozukluğu gibi bir akıl sağlığı sorunuyla ilgiliyse, doktorunuz muhtemelen belirtilerinizi hafifletmeye yardımcı olmak için durumu tedavi etmenizi önerecektir.

Doktorunuzun önerebileceği tedaviler arasında psikoterapi ve ilaç bulunmaktadır. Duygusal ayrılığı tedavi etmek için kullanılabilecek psikoterapi yaklaşımları arasında Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) bulunur:

BDT, duygusal kopmaya katkıda bulunan olumsuz inançları ve uyumsuz davranışları ele alır. İnsanların, baş etmenin bir yolu olarak ayrılığa güvenmeden daha güçlü duygusal beceriler geliştirmelerine izin verecek yeni başa çıkma mekanizmaları öğrenmelerine yardımcı olur.

ACT, insanların duygularının daha fazla farkına varmasına ve kontrol etmesine yardımcı olmak için farkındalık yönlerini içerir.

Duygusal Kopuklukla Yüzleşmek
Hayatınızda ve ilişkilerinizde sorunlara neden olan duygusal bir kopukluk yaşıyorsanız, duygusal ilişkilerinizi hayatınıza yeniden entegre etmeye yardımcı olmak için yapabileceğiniz şeyler var. Bunlar şunları içerir:

Farkındalık Uygulaması: Farkındalık, insanların fiziksel çevre ve duygusal tepkiler de dahil olmak üzere şimdiki ana odaklanmalarına yardımcı olan bir tekniktir. Farkındalıkla meşgul olmayı öğrenmek, duygularınıza dikkat etmeyi öğrenmenize ve kendinizin farkına varmanıza yardımcı olabilir.
İlişkilerinizi Güçlendirin: Kendi duygularınızın daha fazla farkına varmaya başladığınızda, büyümenizi destekleyecek güvenli insanlarla bağlantı kurmanın yollarını bulmak önemlidir. Bu, özellikle duygusal kopukluğunuz hayatınızdaki çelişkili ilişkilere bir cevapsa doğrudur.
Duygusal Açıdan Savunmasız Olmanın Yollarını Bulmak: Duygusal olarak açılmayı öğrenmek zaman alır. Kendinizi, ihtiyaçlarınızı anlayan ve size ihtiyacınız olan zamanı vermeye hazır olan kendine güvenen insanlarla çevrelemek, duygusal deneyimlerinizi ve ifadelerinizi geliştirmek için kademeli olarak çalışmanıza yardımcı olabilir.

Verywell’den bir yorum

Duygusal kopma, birkaç farklı nedenden dolayı ortaya çıkabilir. Bilinçli olarak kullanıldığında, insanları potansiyel olarak travmatik deneyimlerden korumaya yardımcı olabilir. Ancak travmanın etkilerine bağlı olarak veya bir ruh sağlığı sorununun belirtisi olarak da ortaya çıkabilir. Duygusal kopukluk hayatınızı ve işlev görme yeteneğinizi olumsuz etkiliyorsa, doktorunuzla veya terapistinizle konuşun. Duygularınızla yeniden bağlantı kurmanıza ve hayatınızın önemli alanlarına yeniden katılmanıza yardımcı olacak tedaviler mevcuttur.

HAYAT PSİKOLOJİ

Suskunluk ( Sessizlik ) Sarmalı Nedir?

“Sessizlik sarmalı”, 1974 yılında Alman sosyolog Elisabeth Noelle-Neumann tarafından sosyal izolasyonu daha iyi entegre etmek ve önlemek için insanların popüler olmayan görüşlerini ifade etmekten kaçındıkları fenomene atıfta bulunmak için ortaya atılan bir kavramdır.

Sessizlik sarmalı, bir azınlık fikrine sahip olmanın veya kaybeden tarafta olmanın neden olduğu sosyal izolasyonu önlemek için, insanların bir kamu forumunda hangi fikrin destek kazandığını veya kaybettiğini değerlendirmek için sürekli olarak fikir iklimini taradıklarını belirtir. Teori, eğer insanlar kendilerini bir azınlık fikrine sahip veya kaybeden tarafta olarak algılarlarsa, muhtemelen sessiz kalacaklarını, ancak fikirlerinin çoğunluk fikrine ait olduğunu veya kazanan tarafta olduğunu algılarlarsa, fikirlerini güvenle ifade etme olasılıklarının daha yüksek olacağını ileri sürmektedir.

Teorinin kavramsal temeli, büyük ölçüde insanların sosyal varlıklar olduğu önermesine dayanmaktadır. Noelle-Neumann, insanları, kendi inançlarına ve akıl yürütmelerine dayanmaktan çok, fikir iklimi algısına dayanan, görüşleri ve kamusal davranışları olan fırsatçı yaratıklar olarak görür. Toplum üyeleri arasındaki bu sosyal ve psikolojik etkileşimler yoluyla oluşan güç, bireyleri uymaya zorlayarak toplumun yönünü şekillendiren kamu oyudur. Ayrıca, bu insan özelliğinin insanın zayıflığı olarak görülmemesi gerektiğini çünkü aslında bir toplumun hayatta kalmasının ön koşulu olduğunu savunur (Noelle-Neumann, 1989, s. 7-8).

Noelle-Neumann, her medeniyetin kamuoyunun sosyal kontrolü yoluyla oluştuğunu ve sürdürüldüğünü öne sürer.

Bununla birlikte, sessizlik sarmalı teorisine göre, kişiyi sürekli olarak fikir iklimini değerlendirmeye ve çoğu zaman algılanan çoğunluğa göre fikrini değiştirmeye iten, sonunda bireyin izolasyon korkusudur.

Noelle-Neumann, cinsiyet, yaş, eğitim, meslek, sosyal statü, ifade gücü ve mizaç açısından fikirlerini ifade etme istekliliğinde bireysel farklılıklar olduğunu anlar (Noelle-Neumann, 1984, s. 24-25, 1995, s. 42 ).

Noelle-Neumann (1984, s. 107-114), bir kişinin kendi eğilimleri doğrultusunda konuşma veya hareket etme özgürlüğünün olmadığı ve izolasyondan kaçınmak için sosyal çevrenin görüşlerini dikkate alması gerektiğini, kamuoyunun bazı tezahürlerini savunur. Öte yandan, gruptaki bir birey, grupla tam bir birliktelik (örneğin, aktif kalabalık) nedeniyle kendi görüş çevresini araştırma ihtiyacı hissetmiyorsa ve bu nedenle bir durumda izolasyon tehdidi yoksa, durum kamuoyu sürecini içermez, çünkü tüm kamuoyu fenomeni bir izolasyon tehdidine eşlik etmelidir

Sessizlik Sarmalı Nasıl Tetiklenebilir?

İnsanlar gerekli bilgileri almadıklarında, kendi varsayımlarıyla “boşlukları doldurma” eğilimindedirler ve varsayımları genellikle en kötü senaryolardır.

Bu bizim doğal insan güvensizliğimizdir. Aksine kanıt olmadığında çoğu zaman en kötüsünü varsayarız. Bilgi eksikliği ve cevaplanmamış sorular sessizlik sarmalını başlatabilir:

Sessizlik şüpheye yol açar;

Şüphe korkuya yol açar;

Korku paniğe yol açar;

Panik, en kötü durum düşünmesine yol açar.

Sessizlik sarmalı, güveni zayıflatır ve tutkuya gölge düşürür. Oynaması beş dakika veya beş hafta sürebilir, ancak çoğu durumda tahmin ettiğimizden daha hızlı gerçekleşir. Kapalı bir ofis kapısı, dürüst bir soruya belirsiz bir cevap, koridordan geçerken karşılıksız bir karşılama veya iptal edilen bire bir görüşme, sessizlik sarmalını tetikleyebilir.

Beklentileri proaktif olarak açıklayarak sessizlik sarmalını önleyebilirsiniz. Hiçbir şey gerçekleri doğrudan patrondan duymakla kıyaslanamaz. Örneğin, ekibinizi birkaç ay etkilemeyecek yeni bir proje veya değişiklik hakkında bilgi aldınız,, devam edin ve onlara hemen bir uyarı verin. Hazırlanmaya başlayabilirler veya en azından, hazırlıksız yakalanmayacaklarını veya söylentileri dinleyip sürdürmeye meyilli olmayacaklarını farkında olurlar.  İlham veren koçlar, ekiplerini karanlıkta tutarak gerçekten korumadıklarının farkına varırlar.

Elisabeth Noelle-Neumann- Suskunluk Sarmalı

HAYAT PSİKOLOJİ

İnatçılık

Hayatta karşılaştığımız zorluklarla başa çıkmak için ihtiyaç duyduğumuz niteliklerden biri de inatçılıktır. İnatçılık, gücün ve azmin birleşimidir ve başarıya giden yolda bizi ileriye taşıyan önemli bir unsurdur. Birçok ünlü kişi inatçılığın başarılarının temelinde olduğunu belirtmiştir. Ancak, inatçılığı doğru şekilde kullanmak ve geliştirmek önemlidir. Bu makalede, inatçılığın önemi, nasıl geliştirileceği ve hayatta karşılaşılan zorluklarda nasıl kullanılabileceği hakkında derinlemesine bir inceleme yapacağız.

İnatçılığın Önemi

İnatçılık, herhangi bir hedefe veya amaca ulaşmak için ihtiyaç duyulan bir özelliktir. Hayatta karşılaşılan engeller ve zorluklarla başa çıkabilmek için inatçılık, motivasyonu ve azmi sürdürmemizi sağlar. İnatçı insanlar, pes etmeyen ve hedeflerine ulaşmak için ellerinden geleni yapan insanlardır.

İnatçılığın önemi birçok açıdan görülebilir. Öncelikle, inatçı insanlar, karşılaştıkları zorluklara karşı dirençli olurlar ve kolayca pes etmezler. Bir hedefe ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdırlar ve karşılaştıkları engelleri aşabilmek için yaratıcı çözümler bulurlar.

İnatçılığı Geliştirmek

İnatçılığı geliştirmek mümkündür ve herkesin potansiyelini artırabilir. İşte inatçılığı geliştirmek için bazı adımlar:

Hedefler belirleme

İnatçılığı geliştirmek için öncelikle net ve ölçülebilir hedefler belirlemek önemlidir. Hedefler, kişinin motivasyonunu artırır ve inatçılığın odak noktası olmasını sağlar. Belirlenen hedeflere ulaşmak için çaba göstermek, inatçılığı geliştiren bir alışkanlık haline gelir.

Motivasyonu yüksek tutmak

İnatçılığı sürdürmek için motivasyonu yüksek tutmak önemlidir. Başarıya ulaşma konusundaki istek ve inanç, motivasyonun temelini oluşturur. Kendi kendini motive etmek için olumlu düşünceler ve hedeflere odaklanmak önemlidir.

Esneklik

İnatçılık, aynı zamanda esneklik gerektirir. Karşılaşılan engeller karşısında alternatif çözümler bulmak ve hedefe farklı yollarla ulaşmayı denemek önemlidir. Esnek olmak, hedefe ulaşmaktan vazgeçmemeyi sağlar ve inatçılığı destekler.

İnatçılığın Hayattaki Rolü

İnatçılık, sadece bireysel başarılar için değil, hayatta karşılaşılan her türlü zorlukla başa çıkmak için de önemlidir. İş hayatında, ilişkilerde ve kişisel gelişimde inatçılığın rolü büyüktür. İşte inatçılığın farklı alanlardaki rolü:

İş hayatı

İş hayatında inatçılık, hedeflere ulaşmak için gereken motivasyonu ve kararlılığı sağlar. İnatçı insanlar, projelerinde karşılaştıkları engelleri aşmak için çaba gösterirler ve başarıya ulaşmak için ellerinden geleni yaparlar. Aynı zamanda, yenilikçi çözümler bulma yetenekleri sayesinde farklı bir perspektif sunabilirler.

İlişkiler

İlişkilerde inatçılık, sorunların üstesinden gelmek ve ilişkiyi sürdürmek için gereklidir. İnatçı insanlar, karşılaştıkları zorlukları aşmak ve ilişkideki sorunları çözmek için çaba gösterirler. İnatçılık, ilişkilerdeki iletişimi güçlendirebilir ve taraflar arasındaki anlayışı artırabilir.

Kişisel gelişim

İnatçılık, kişisel gelişimde de önemli bir rol oynar. Yeni beceriler öğrenmek, hedeflere ulaşmak veya kişisel sınırları zorlamak gibi alanlarda inatçılık, bireyin potansiyelini keşfetmesine yardımcı olur. İnatçı insanlar, zorluklarla karşılaştıklarında pes etmek yerine, çözümler bulur ve kendilerini geliştirmek için adımlar atarlar.

İnatçılıkla İlgili Yanılgılar

İnatçılık, sıkça yanlış anlaşılan bir kavramdır. Birçok kişi, inatçılığı pes etmemek veya takıntılı olmak olarak algılar. Ancak, inatçılık, doğru bir şekilde kullanıldığında olumlu sonuçlar doğurur. İşte inatçılıkla ilgili bazı yanılgılar:

Takıntılı olmak

İnatçılık, takıntılı olmakla karıştırılmamalıdır. Takıntı, bir hedefe ulaşmak için sağlıklı bir şekilde çaba göstermekten ziyade, saplantılı bir şekilde o hedefe odaklanmaktır. İnatçılık ise hedefe ulaşmak için gerekli olan çabayı göstermek ve esneklikle hareket etmektir.

Pes etmemek

İnatçılık, pes etmemek olarak yanlış anlaşılabilir. Ancak, herhangi bir hedefe ulaşmak için bazen strateji değiştirmek veya yeni bir yaklaşım benimsemek gerekebilir. İnatçılık, esneklikle birleştiğinde başarıya giden yolda önemli bir rol oynar.

İnatçılıkla İlgili Sık Sorulan Sorular

İnatçılık nasıl geliştirilebilir?

İnatçılığı geliştirmek için hedefler belirlemek, motivasyonu yüksek tutmak ve esnek olmak önemlidir. Ayrıca, zorluklarla karşılaşıldığında pozitif düşünceleri sürdürmek ve çözüm odaklı olmak da inatçılığı destekler.

İnatçılık neden önemlidir?

İnatçılık, hedeflere ulaşmak için gereken motivasyonu ve azmi sağlar. Karşılaşılan zorluklarla başa çıkmak, esnek olmak ve motivasyonu yüksek tutmak için inatçılık önemlidir.

İnatçılığın sınırları var mıdır?

İnatçılık, hedeflere ulaşmak için gereken motivasyon ve azmi sağlar. Ancak, inatçılığın sınırları, kişinin kendisini zarar verici bir durumda bulduğunda veya başkalarına zarar verdiğinde geçerlidir.

İnatçılık ve tutku arasındaki fark nedir?

Tutku, bir şeye duyulan yoğun ilgi ve sevgidir. İnatçılık ise bu tutkuyu sürdürmek için gereken kararlılık ve azimdir. Tutku, başlangıç noktasıdır ve inatçılık, bu tutkuyu hayata geçirmek için gereken gücü sağlar.

İnatçılık başarıya garantili bir yol mu?

İnatçılık, başarıya giden yolda önemli bir faktördür ancak başarıya garantili bir yol değildir. İnatçılık, hedeflere ulaşma konusunda kişinin motivasyonunu ve azmini artırır, ancak diğer faktörler de başarıya etki eder.

ONLINE Psikoloji

Stresi Neden Yönetemiyoruz?

Bu sorunun cevabını bulmak için önce stresi tanımlamak gerekir. Stresin tanımının anlamlı olması içinse sinir sisteminde ne olduğunun bilinmesi gereklidir.

2 tip duyumuz vardır. Bunlardan ilki dış dünyada ne olduğunu anlamamıza yarayan dışarıya yönelik duyularımız.  Göz, kulak, burun ve deri sayesinde dışarıda ne olup bittiği anlarız. 5 duyumuz sayesinde iç duyuya mesaj yollarız. Yani aslında bir de bedenimizin içinde olup bitenleri haber veren bir iç duyu sistemi vardır. İç duyular sayesinde susadığımızı, acıktığımızı, nefesimizin daraldığını anlarız. İç duyular, gerek gerçek dünyadan gelen bilgileri gerek iç dünyamızdan gelen bilgileri alır ve beyine iletir. Bu sayede beynimiz ihtiyacımız olana ulaşmamız için bizi harekete geçirir.

Tam bu noktada bu bilgilerin stres ile ne ilgisi var diyebilirsiniz. Stres dediğimiz şey aslında dış dünyadan aldığımız bir bilginin, iç duyu sistemimizde tehlike olarak adlanması ve beynimizin bizi korumak için harekete geçirmesidir.

Savaş veya kaç tabirini çoğu insan duymuştur. Bu tabir korktuğumuz da devreye giren tepkilere işaret eder. Beynimiz gereksiz diğer tüm zihinsel süreçleri (örneğin hayatın anlamı üzerine düşünmek veya yaz tatiline dair hülyalara dalmak) kapatarak tüm dikkatini potansiyel tehdide yönlendirir. Zaman algısı tek bir ana yoğunlaşır. Kaslarımıza kan pompalamak üzerine kalp atışlarımız hızlanır, böylelikle kaçmamız veya savaşmamız gerekirse bedenimizin hazır olması sağlanır. Damarlarımızda adrenalin dolaşmaya başlar. İşte bu, bedenimizi harekete geçiren bir tepkidir.

Bu süreç beynimizde çok hızlı şekilde gerçekleşir. Beyin tehdite karşı olan tanımını ve yanıtı her zaman şartları makul değerlendirerek oluşturmaz. Çoğunlukla geçmiş deneyimlerine geri döner.  Bu noktada belki stresi de 2 ye ayırmak yaralı olacaktır.

Birincisi gerçekçi bir stres kaynağı. Geçmeniz gereken bir sınava gireceğiniz zaman yaşadığınız stres hem gerçekçi hem de anlamlıdır. Bu stres sizi sınava motive olmanızı bile sağlayabilir. 2. Stres ise regüle edilemeyen yani aslında çoğunlukla insanların ben bu stresi yönetemiyorum diye tanımladıkları stres. Sınav örneğinden gidecek olursak, kişi stresini yönetemediği için sınavda bayılabilir veya çok uzun süre konsantre olamayabilir.Bknz. Yukarıdaki tanım, Beynimiz gereksiz diğer tüm zihinsel süreçleri kapatarak tüm dikkatini potansiyel tehdide yönlendirir.

Bu durumu başka bir örnekle daha da açalım. İstismara uğrayan bir çocuğun beyni, istismarcının veya istismar anının bazı özellikleri ile korku arasında bağ kurar. Örneğin istismarcının saç rengi, ses tonu, ortamda çalan müzik, hava sıcaklığı ve benzeri. Karmaşık ve kafa karıştırıcı çağrışımlar, davranışları yıllarca etkileyebilir; yaşamın ilerki yıllarında, örneğin, siparişinizi getiren kahverengi saçlı garson size doğru eğildiğinde panik atak geçirebilirsiniz. Fakat ortada nizami bir şekilde oluşturulmuş bilişsel bir anı olmadığından, bu panik çoğu zaman başka hiçbir şeyle bağdaştırılamayan tesadüfen bir olay zannedilir.

Diyelim ki savaşsanız da kazanamayacağınız kadar güçsüz olduğunuz bir durumun içine düştünüz ama kaçmanızda mümkün değil. Bu durumda beyniniz ve bedeninizin kalanı hasar almaya hazırlanır. Kalp atışlarınız bu defa yavaşlar bedeninizin kendi ağrı kesicisi olan opiyatlar salgılanır. Dış dünyayla iş birliğinizi kesip psikolojik olarak iç dünyanızda kaçarsınız. Zaman adeta yavaşlar her şey sanki bir filmmiş, sanki bedeninizden çıkmış da olan biteni yukarıdan izliyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz. Tüm bunlar yine uyum sağlamaya hizmet eden bir becerinin uzantısıdır. Buna Dissosiyasyon adı verilir.

Yani aslında beden ve beyin tüm gücüyle stresi yaratan durumu yönetmek için teyakkuza geçer. Buraya kadar olan kısımında beynin stresi nasıl anladığı ve nasıl karşılık verdiğini okudunuz. Stres olarak tanımlanan bilgi çoğu zaman iç dünyamızda çözülmemiş yani travmatik deneyimi tekrar harekete geçiren bir durumdur.

Stresi Nasıl Yöneteceğiz?

Burda önemli olan soru kendimizi nasıl dengeleyeceğiz ve gerçek tehlike ile gerçek olmayan tehlikeyi nasıl ayıracağız olmalı. Regülasyon yani kendini düzenleme becerisi sinir sistemimizin en temel özeliğidir. Bebeklikten itibaren gelişim göstermeye başlar. Bunu aslında herkeste yüklü bir uygulamaya benzetebiliriz. Eğer bu becerileri kullanırsanız güncel olur ve hızla devreye girer. Fakat bu beceriler gelişmediyse ve sık kullanılmaydıysa güncelliğini ve hızını kaybeder.

Bazen çevrenizdeki insanların ne kadar çocukça davrandığını düşünürsünüz. Ya da kendinizi bazen çocukça davranma konusunda eleştirirsiniz. İşte bu güncel olmayan bir regülasyon olabilir.

Sizi neyin tetiklediğini, geçmişinizde neyin çözülemediğini ve bugün sinir sisteminizi anlamanıza yardımcı olacak en temel şey psikoterapiden geçmektir.

Bir diğer şey ise kaynaklardır. Günlük yaşam kaynaklarımız sinir sistemimizin daha hızlı sakinlik seviyesine geçmesine yardımcı olur. Bu kaynaklar güvenli ilişkilerimiz ya da hobilerimiz olabilir. Örneğin sulu boya yapmak sizi sakinleştirebilir. Ya da sizi anladığınızı düşündüğünüz bir yakınınızın elinizi tutması sisteminizin regülasyonunu hızlandırabilir. Size ne olduğunu bilmek her zaman işe yaramasada, çoğunlukla kendinizi kontrol etmeyi kolaylaştırır.

Kaynakça; Ne Oldu Sana – Brucce D. Perry and Oprah Winfrey

Yetersiz hissetme; birçok insanın hayatının farklı alanlarında yaşadığı bir durumdur. Kişinin kendisiyle ilgili yetersiz olduğunu düşünmesinin birçok sebebi olabilir.

Yetersizlik Hissetme Riskini Arttıran Faktörler;

  • Olumsuz çocukluk yaşantıları ve travmatik deneyimler,
  • İhmal, istismar veya şiddete uğramak,
  • Ebeveyn kaybı veya duygusal olarak olgunlaşmamış ebeveynlerle büyümek,
  • Eleştirel ve mükemmeliyetçi tutumlara maruz kalmak,
  • İlişkilerde sınır koymakta zorlanmak ve hayır diyememek,
  • Duygusal ve fiziksel desteği yeterince alamıyor olmak,
  • Manipülatif ilişkiler içinde olmak,
  • Yeterince kabul edilmemiş, görülmemiş olmak,
  • Şartlı veya koşullu olarak sevgi görmek gibi faktörler kişinin kendisiyle ilgili yetersiz olduğunu düşünmesine yol açabilecek durumlardır.

Neden yetersiz olduğumu düşünüyorum?

Hayatımızın belli dönemlerinde yukarıdaki örneklere benzer durumlar yaşamamız önce kendi benliğimiz sonra da dünyayla, insanlarla ve ilişkilerle ilgili çeşitli şemaların oluşmasını sağlar.Hayatta kalabilmemiz için temel ihtiyaçlarımızın karşılanması gerekir.

4 temel psikolojik ihtiyacımız vardır;

  • Bağlanma ihtiyacı,
  • Otonomi ve kontrol ihtiyacı,
  • Haz tatmini ya da keyifsizliği önleme ihtiyacı,
  • Kabul görme ya da öz değerini yükseltme ihtiyacı ( Stahl, 2018).

Bu ihtiyaçlarımız çeşitli sebeplerden dolayı yeterince karşılanmamış olursa kendimizle ilgili rasyonel olmayan bazı inançlar geliştirebiliriz (Örnek: Çok sevilmek için yeterli değilim, beğenilmek için yeterince güzel değilim, gözde çocuk olabilmek için yeterince uslu değilim…) 

Bu inançlar bazen kendimiz ile ilgiliyken bazen insanlarla, ilişkilerle ilgilidir (Örnek: Benim sevgim onu ilişkide tutmak için yeterli değil, arkadaşlığın devam etmesi için mutlaka çok fedakarlık yapmalısın…)

Negatif Temel İnançların Oluşumu

Fiziksel ihtiyaçlar ve fiziksel ihtiyaçların karşılanmaması daha rahat fark edilebilirken; duygusal ihtiyaçların karşılanmaması o kadar da kolay fark edilmeyebilir. Dolayısıyla uzunca bir süre karşılanmamış duygusal ihtiyaçlarımızı telafi edebilmek için bazı stratejiler geliştiririz. Bu stratejiler çocukluk yıllarında bizi hayatta tutan stratejiler olsa da yetişkinlik döneminde sorunlar yaşamamıza sebep olabilir. Yaşadıklarımıza bağlı olarak bulacağımız stratejiler de değişkenlik gösterir. Çoğunlukla akademik olarak çok başarılı olduğunda görülen, övgü verilen, sevilen bir çocuk kendisiyle ilgili ‘Eğer yeterince başarılı olamazsam sevilemem.’ inancı geliştirebilir. Sürekli eleştirilen veya mükemmeliyetçi tutumlarla büyüyen bir çocuk ise ‘Ne yaparsam yapayım yeterli olamıyorum.’ gibi bir inanç geliştirebilir.

Çocukluk döneminde temelleri atılan bu düşünceler hayatımız boyunca yaşadıklarımızla şekillenir ve hayatımızın belirli alanlarında veya genel olarak yetersiz olduğumuzu düşünebiliriz. Bazen de depresif veya yasta olan bir ebeveynle büyüdüğümüzde ‘Sorun çıkarmamalıyım, yük olmamalıyım, onu mutlu etmeliyim’ gibi bir sorumluluk yüklemiş olabiliriz kendimize. Tüm bunlar çocukluk döneminde sorun gibi gözükmese de yetişkinlikte herkesi mutlu etme çabası, hiç yardım istememeliyim, yük olmamalıyım düşüncesi kendimize fazla yüklenmemize sebep olur ve zorlanırız.

Yetersiz hissetmeyi nasıl azaltabiliriz?

  • Kendinizle ilgili yetersizim diye düşündüğünüz anları, kişileri fark etmeye çalışın. Tetikleyicileri bulmak ve her zaman girilen döngüleri fark edebilmek çok kıymetli. Yetersizim diye düşündüren tetikleyiciyi bulduğunuz zaman, sonrasındaki döngüyü fark etmeye çalışabilirsiniz. (Örnek: yaptığınız resmi görünce arkadaşınızın eleştirmesi ve resim yapmayı azaltmanız)
  • Gün içerisinde düşüncelerinizin, duygularınızın nasıl değiştiğine, nelere odaklandığınızı fark etmeye çalışın. Bazen sıklıkla kullandığımız bilişsel hatalar vardır ve eğer çok sık bilişsel hata yapıyorsanız çok daha sık yetersiz olduğunuzu düşünebilirsiniz. (Örnek: Genellikle iş yerinde patronumun yüzü asıksa kendi üstüme alınırım, bir şeyi yanlış yaptığımı düşünürüm.)
  • Eğer genel olarak düşünce hatalarınızı fark edebilirseniz kendinize şu soruları sorabilirsiniz. ‘Böyle düşünmek şu an benim işime yarıyor mu, bana iyi geliyor mu? Bunun yerine alternatif düşünebileceğim bir düşünce var mı?’
  • İlişkilerinizde kendinizin farkında olmaya çalışabilirsiniz. İnsanlara hayır demekte zorlanıyor musunuz? Birçok kişi için yapmanız gereken hep bir şeyler mi var? Hep yardım eden, taşıyan, kurtarıcı bir durumunuz mu var? Bazen ilişkilerde sağlıklı sınırları oluşturmak bile üstünüzdeki fazla sorumluluğu dolayısıyla yetersiz hissetmeyi azaltabilir.
  • Kendi sınırlarınıza bir bakabilirsiniz, kaldırabileceğinizden fazla işi yükleniyorsanız doğal olarak yetişmekte zorlanacaksınızdır.
  • Yetersiz olduğunuzu düşündüğünüz alanlarda ne kadar kontrolünüz olduğuna bakabilirsiniz. Mesela bir başkasını mutlu edememekten kaynaklı bir yetersizlik varsa çok da kontrol edemeyeceğimiz bir alan olduğu için enerjimizi kontrol edebileceğimiz alanlara kanalize etmek çok daha verimli olacaktır.
  • İyi olduğunuz, yetenekli olduğunuz alanların bir listesini yapabilir, görebileceğiniz bir yere asabilirsiniz. Fiziksel, duygusal, akademik, aile, aşk gibi birçok alanda sadece siz olduğunuz için yapabildiğiniz kaynakları fark etmek daha güçlü hissettirecektir. Çünkü hayatta kalabilmek için olumsuz detayları daha fazla görmeye ve hatırlamaya eğilimimiz var. Pozitif anları görebilmek için daha fazla çaba içinde olmalıyız. Dikkati nereye döndürürsek o hayatımızda artar. (Atalay,2020).
  • “Neler başardım?” “Neleri atlattım?” listesi yapabilirsiniz, bu listeyi sevdiklerinizin doldurmasını da isteyebilirsiniz. Bu kağıda sorunları nasıl aştığınızı, hangi baş etme becerilerini kullandığınızı yazabilirsiniz. Belki başka sorunlar için de kullanabileceğiniz yöntemleri fark edebilirsiniz. (Thomas,2020).
  • Kendiniz için öz şefkat kartları hazırlayabilirsiniz. Bazen hata yapabilirim, destek isteyebilirim, vazgeçebilirim…

Zorluklarla Başa Çıkmanın Sırrı

Zorluklar hayatın bir gerçeğidir ve herkesin hayatında bir dönemle karşılaşır. Ancak, zorluklarla başa çıkmak ve başarıya ulaşmak arasında doğru bir strateji ve motivasyon önemli bir rol oynar. Bu yazımızda, zorluklarla başa çıkmanın sırrını ve başarıya ulaşmanın anahtarlarını keşfedeceksiniz.

  • Zorluklarla başa çıkmak için etkili stratejiler kullanın.
  • Motivasyonun gücünü kullanarak zorlukların üstesinden gelin.
  • Stres yönetimi teknikleri ile zorluklarla başa çıkın.
  • Pozitif düşünce ile kendinize inanın ve güçlü kalın.
  • Engelleri aşma stratejileri ile hedeflerinize ulaşın.

Zorlukların Üstesinden Gelme Yöntemleri

Zorluklarla başa çıkmak hayatın bir gerçeğidir ve herkesin karşılaştığı bir durumdur. Ancak, doğru stratejiler ve motivasyon ile bu zorlukların üstesinden gelebilirsiniz. Zorlu dönemlerde aklınızda tutmanız gereken en önemli şey, kendinize olan inancınızı kaybetmemektir.

Zorlukların üstesinden gelme konusunda işe ilk olarak, sorunları anlayarak başlayabilirsiniz. Etrafınıza iyice bakın ve ne olduğunu anlamaya çalışın. Ardından, olgun bir yaklaşımla sorunlarla başa çıkabilmeniz için farklı çözüm yolları araştırın. Sorunların tam olarak ne olduğunu anlarsanız, çözümüne çok daha kolay bir şekilde yaklaşabilirsiniz.

Başa çıkma yöntemleri arasında, zorluklarla yüzleşmenin bir diğer yolu da bir plan hazırlamaktır. Planınızı hazırlarken, her bir adımı dikkatlice düşünmeli ve yolunuza çıkabilecek herhangi bir sorun için alternatif bir plan yapmalısınız. Böylece, karşınıza çıkabilecek herhangi bir engelle karşılaşmanız durumunda hazırlıklı olursunuz. Zorluklarla mücadele etmek için, aynı zamanda olaylara açık bir zihinle yaklaşmanız önemlidir. Zorluklarla başa çıkmak için yenilikçi fikirler ortaya çıkarın ve hatta uzmanlardan tavsiye isteyin. Bu şekilde, kendinize yeni fikirler kazandırırken, sorunlara yeni bir bakış açısı ile yaklaşarak daha başarılı olursunuz.

Unutmayın ki, zorluklarla başa çıkmak sadece stratejilerden ibaret değildir. Aynı zamanda, başarılı olmak için inançlı ve kararlı olmanız da gerekmektedir. Kendinize olan inancınızı kaybetmeden, zorlukların üstesinden gelebilirsiniz. Kendinize olan inancınızın kaybolması durumunda, olumlu düşüncelerinizle kendinizi motive edin ve zorlukları aşmanın mümkün olduğunu hatırlayın.

Motivasyonun Gücü

Başarıya ulaşmak için motivasyonun önemi büyüktür. Motivasyon, kişinin hedeflerine ulaşmak için ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlar. Motivasyon, kişisel gelişim için gereklidir ve zorluklardan kurtulmayı kolaylaştırır.

Motivasyonun kaynağı, kişinin kendi içinden gelir. Kişi, kendi hedeflerine ulaşmak için başkalarından bağımsız bir şekilde motivasyon oluşturur. Birçok yöntem ile motivasyon sağlanabilir. Bunun için kişinin kendisini motive edecek nedenleri belirlemesi önemlidir. Bu nedenler; kariyer, aşk, aile, arkadaşlar, para ve sağlık gibi farklı konulardan oluşabilir. Motivasyonun kaybedilmesi, kişinin hedeflerine ulaşmasını engeller. Bu nedenle, motivasyonu canlı tutmak için kişinin kendi kendine motive edici sözler veya görüntüler belirlemesi faydalı olur. Bununla birlikte, motivasyonun sadece kendi içinden gelmesi yeterli değildir. Motivasyonu güçlendirmek için başkalarından da destek almak önemlidir. Başkaları tarafından motive edilmek, kişinin kendine olan güvenini arttırır ve daha da başarılı olmasını sağlar.

Stres Yönetimi Teknikleri

Zorluklarla baş etmek stresli olabilir ve bu stres, sağlığınız üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Ancak, stresle nasıl baş edileceği ve güçlü kalmanın sırları hakkında bilgi sahibi olmak, zorluklarla daha etkili bir şekilde başa çıkmanıza yardımcı olabilir. Stres Yönetimi: Stresle baş etmek için en önemli yöntemlerden biri, zihninizi rahatlatmak ve gevşetmek için çeşitli teknikler uygulamaktır. Bunlar arasında yoga, meditasyon, nefes egzersizleri ve düzenli egzersiz yapmak yer alabilir.

Strese Karşı SırlarAçıklama
Pozitif DüşünceZor zamanlarda pozitif düşünmek, stres seviyesini azaltabilir ve sizi olumsuz düşüncelerden korur.
Zaman YönetimiZamanınızı etkili bir şekilde yönetmek, zorluklarla başa çıkmanızı kolaylaştırır ve stres seviyenizi azaltır.
Destek AlmakAile, arkadaşlar veya danışmanlarla konuşmak, stres seviyesini azaltabilir ve zor zamanlarda güçlü kalmanıza yardımcı olabilir.

Güçlü Kalma: Zor zamanlarda güçlü kalmanın sırrı, kendinize zaman ayırmak ve keyif aldığınız şeylerle ilgilenmektir. Bu, stres seviyenizi azaltacak ve zorlukların üstesinden gelmenizde size yardımcı olacaktır.

Zorlukların üstesinden gelmek için, stres yönetimi tekniklerine başvurabilir ve güçlü kalma stratejileri uygulayabilirsiniz. Bu sayede, zorluklarla daha etkili bir şekilde başa çıkarak başarıya ulaşmanız daha kolay olacaktır.

Kendinize İnanma ve Pozitif Düşünce

Başarıya ulaşmanın sırrı, kendinize inanmak ve pozitif düşünce gücüne sahip olmaktır. Kendinize inanmak, özgüveninizi artırır ve hedeflerinize ulaşmanızı kolaylaştırır. Pozitif düşünce ise, zorluklarla başa çıkmanızı sağlar.

Kendinize inanmanın yolları arasında, güçlü yönlerinizi tanımak ve onları geliştirmek yer alır. Kendinizi hedeflerinize uygun olarak ayarlamalı ve başarılı olacağınıza dair inancınızı kaybetmemelisiniz. Kendinize olan güveniniz, zorluklar karşısında kendinizi savunmanızı kolaylaştırır.

Pozitif düşünce, zorluklarla başa çıkmanın anahtarıdır. Pozitif düşünmek, geleceğe umutla bakmanızı sağlar ve zorlukların üstesinden gelmenize yardımcı olur. Negatif düşünmek ise, sizi zorlukların içine iter ve başarıya ulaşmanızı engeller.

Kişisel gelişim ve başarıya ulaşmak için, kendinize inanın ve pozitif düşünceyle güçlü kalın. Bu, sizin başarınızın anahtarıdır.

Dış Etkilere Karşı Direnme

Zorluklarla başa çıkmak, sadece kişisel mücadele değildir. Çevrenizdeki dış etkiler de sizi etkileyebilir. İnsanlar, olaylar veya diğer faktörler, zorlukların üstesinden gelmenizi zorlaştırabilir. Ancak, dış etkilere karşı direnme yeteneği, başarılı olmanın önemli bir parçasıdır.

Birçok insan, çevresinde olup bitene tepki gösterir, fakat bu hedeflerine ulaşmalarına yardımcı değildir. Dış etkilere karşı direnmenin sırrı, öncelikle sizi olumsuz etkileyen unsurları tanımaktır. Ardından, kendinizi bu etkilerden korumak için güçlü bir zihin geliştirmelisiniz.

Örneğin, bir iş yerindeki olumsuzlukları düşünelim. Bir çalışanın başarısızlığı, yönetimdeki değişiklikler veya iş arkadaşlarının olumsuz davranışları, çalışanın kendi performansını etkileyebilir. Ancak, dış etkilere karşı direnme yeteneği, bu olumsuz etkilerin kişinin hedeflerine ulaşmasını engellemesine izin vermez. Kişi kendine odaklanıp, hedeflerine ulaşmak için çaba sarf edebilir.

Dış etkilere karşı direnme yeteneğini geliştirmek, kişinin sadece zorluklarla başa çıkmasına yardımcı olmaz, aynı zamanda daha fazla özgüven ve saygınlık kazanmasına da yardımcı olur.

Engelleri Aşma Stratejileri

Zorluklarla baş etmek, başarıya ulaşmanın önemli bir parçasıdır. Ancak, yolda karşınıza çıkan engeller sizi durdurabilir. Engellerle başa çıkmak için doğru stratejileri kullanmanız gerekiyor. Bir engelle karşılaştığınızda, kendinize sorun: Bu engeli aşmak için ne yapabilirim? Baş etmenin ilk adımı, engeli tanımaktır. Engeli tanımladıktan sonra, hedefinize ulaşmak için çeşitli stratejiler kullanabilirsiniz.

Bir strateji, sorunun kaynağına odaklanmaktır. Sorunun kaynağı, engelin nasıl aşılacağına dair bir ipucu verebilir. Başka bir strateji, farklı bir yaklaşım denemektir. Belki de sorunu farklı bir açıdan ele almanız gerekiyordur.

Engellerle başa çıkmak için başka bir strateji, destek istemektir. Bir arkadaşınız ya da aileniz size yardımcı olabilir. Destek almak, engelin üstesinden gelmenize yardımcı olabilir. Ayrıca, bir engelden kaçınmak yerine onunla yüzleşmek de başarılı olmanızı sağlayabilir. Engelden kaçmak, sorununuzun çözülmesini önleyebilir ve ilerlemenizi engelleyebilir. Yüzleşmek ve stratejilerinizi kullanmak, engellerle başa çıkmak için daha etkili bir yoldur.

Engellerle başa çıkmak, kişisel gelişiminiz için de önemlidir. Engelleri aşarak, kendinize olan güveninizi ve kendinize olan inancınızı artırabilirsiniz. Engellerle başa çıktığınızda, herhangi bir zorluğun üstesinden gelebileceğinizi de fark edebilirsiniz. Engellerle başa çıkmayı öğrendikten sonra, hedeflerinize ulaşmak için daha iyi hazırlanabilirsiniz. Engeller sizi durduramaz, sadece hedeflerinizi biraz geciktirebilir. Ancak doğru stratejileri kullanarak, engelleri aşabilir ve başarıya doğru adımlar atabilirsiniz.

Zorluklarla Başa Çıkmanın Sırrı: Başarıya Ulaşmanın Anahtarı

Zorluklar hayatın bir parçasıdır ve herkes zaman zaman zorlu durumlarla karşılaşabilir. Ancak başarıya ulaşmanın anahtarı, bu zorluklarla doğru bir şekilde baş etmek ve üzerinden atlamaktır. İşte zorluklarla başa çıkmanın sırrı ve başarıya ulaşmanın yöntemleri.

Zorlukların Üstesinden Gelme Yöntemleri

Zorluklarla başa çıkmak için ilk adım, etkili bir plan yapmaktır. Zorlukların olası sonuçlarını düşünmek ve ne yapacağınıza karar vermek, sizi hazırlıklı hale getirir. Ayrıca, zorlukları küçük parçalara ayırarak, daha yönetilebilir hale getirebilirsiniz.

Motivasyonun Gücü

Motivasyon, gücünü kaybetmeden zorlukların üstesinden gelmek için gereken enerji ve kararlılığı sağlar. Kendinizi motive etmenin birçok yolu vardır; bu, kendinizi ödüllendirmek, kendinizi sürekli hatırlatmak veya hedeflerinizi hatırlayarak oluşabilir. Kendinizi motive etmek, zorluklarla başa çıkmak için önemli bir adımdır.

Stres Yönetimi Teknikleri

Zorluklarla başa çıkmak stresli olabilir. Stresle nasıl baş edeceğinizi öğrenmek, sakin kalmanıza yardımcı olur ve pozitif bir şekilde ilerlemenize izin verir. Stres yönetimi teknikleri arasında, nefes egzersizleri yapmak, meditasyon, düzenli egzersiz yapmak ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek yer alır.

Kendinize İnanma ve Pozitif Düşünce

Başarıya ulaşmanın sırrı, kendinize inanmak ve pozitif düşünce gücüne sahip olmaktır. Kendinize inanmak, zorluklarla baş etmek için önemli bir adımdır çünkü bu size güç ve motivasyon verir. Pozitif düşünce, zihninizi olumlu ve motive edici bir yere getirir.

Dış Etkilere Karşı Direnme

Zorluklarla başa çıkmanın sırrı, dış etkilere karşı direnme yeteneğine sahip olmaktır. Dış etkilere karşı direnmek, kendinize olan güveninizi artırır ve kararlılığınızı sürdürmenize yardımcı olur. Bu nedenle, size zarar vermek isteyen dış etkilere karşı direnmek önemlidir.

Engelleri Aşma Stratejileri

Başarı yolunda engellerle karşılaşabilirsiniz. Ancak engelleri aşmak için olası senaryoları düşünmek, alternatif planlar yapmak ve sabırlı olmak önemlidir. Engellerle baş etmek ve hedeflerinize ulaşmak için stratejik bir yaklaşım benimsemek ve direnç göstermek gerekmektedir.

Psikonomi

Bir ilişkinin sonu, özellikle uzun süredir birlikte olan insanlar için önemli bir yaşam olayıdır. • Ayrılık deneyimi boyunca insanları izleyen yeni araştırmalar, normal bir hayata dönmenin mümkün olduğunu gösteriyor. • Dayanıklılığınız ve gelecekteki tatmininiz, başa çıkma kaynaklarınızı ve sosyal ağınızı oluşturmanızdan fayda sağlayacaktır. İdeal dünyada yakın ilişkiler sonsuza kadar veya en azından “ölüm bizi ayırana” kadar devam eder. Ancak dünya ideal değildir ve ilişkiler sona erer. Şu anda bu sürecin ortasındaysanız veya partnerinizle birlikte bu işi bırakmaya karar verdiğiniz günleri düşünürseniz, bu sürecin duygusal açıdan ne kadar zor olabileceğini bilirsiniz. Ancak yakın romantik partnerlerini, hatta uzun yıllardır birlikte oldukları partnerlerini kaybettiklerinde herkes yıkılmaz. Siz ya da tanıdığınız biri bu dayanıklılık modelini göstermiş olabilirsiniz. Elbette, ayrılığın hemen sonrasında yaşananlar hoş olmaktan çok uzaktı, ancak siz (ya da bu diğer kişi) duygusal olarak sağlam çıkmayı başardınız. 

Bir Ayrılığın Sonucunu Tahmin Etmek Alman Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Merkezi’nden Kien Tran ve meslektaşlarının (2024) hazırladığı yeni bir makaleye göre, bir ilişkinin sonu hakkında düşünmenin iki yolu var. Aşama modellerine göre uyum, ” öfke , kendine acıma, üzüntü, umutsuzluk ve teslimiyete karşı kabullenme ile birlikte protestonun evrensel ama değişken ilerlemesi ile gerçekleşir.” Bunun yerine süreç modelleri bu yaşam olayı boyunca gelişimi sürekli olarak görür, Çiftler ve her çocuk yeni gerçekliklerine uyum sağladıkça zamanla değişir. Tüm bunların içindeki anahtar soru, ister bir aşama ister süreç modeline dayalı olsun, bu önemli yaşam olayının diğer tarafına kimin geçeceğini ve sakinlik duygusunu yeniden kuracağını tahmin etmenin mümkün olup olmadığıdır. Alman araştırmacılar, önceki araştırmaların çoğunun, uzun vadeli sonuçların yordayıcısı olarak çiftlerin ve ailelerin ayrılık sırasında yaşadıkları duygusal sıkıntı düzeylerini kullandığını belirtiyor. Bu açıdan bakıldığında sonuçları en kötü olan kişiler, gelirlerini kaybedenler, taşınmak zorunda kalanlar, tek ebeveyn olanlar ve velayet çatışması yaşayanlardır. Ayrılık anında ne olduğunu anlamak, bu talihsiz durumlarla kimin karşılaşacağını tahmin etmeye yardımcı olabilir.

Ayrılık Tahmincilerini Test Etmek Yıllık değerlendirmelerin yer aldığı uzun vadeli bir çalışma olan Alman Aile Panel Araştırması’ndan ( pairfam) yararlanan Tran ve araştırma ekibi, büyük bir ilişkinin sona ermesinin ilk yılı boyunca 3.734 ayrılığı (2.709 kişiden) takip edebildi. İlk olarak çalışmanın ölçümlerinin genel düzeylerine bakıldığında, ortalama olarak deneyimlenen en güçlü duygunun rahatlama olduğu, ardından üzüntü, suçluluk ve öfkenin geldiği görüldü. Örneklem ortalama 27 yaşındaydı (yaşları 18 ile 48 arasında değişiyordu) ve çiftler ortalama üç yıldır (bir aydan 12 yıldan fazlaya kadar değişiyordu) birlikteydi. İlişki sona ermeden önce katılımcılar ilişki deneyimlerini olumsuzdan çok olumlu olarak değerlendirdiler. Ayrılığın nedenleri arasında en sık dile getirilenler partnerden kaynaklanan ciddi çatışmalar (yüzde 44), katılımcıdan kaynaklanan ciddi çatışmalar (yüzde 36), partnerden ( yüzde 15) ve katılımcılardan (yüzde 14) kaynaklanan sadakatsizlik oldu. çok daha az sıklıkla geliyor. Küçük bir azınlık (yüzde 9 ortak, yüzde 3 katılımcı) şiddet içeren tartışmaları gerekçe olarak gösterdi. Ayrılığa kimin sebep olduğuna ilişkin derecelendirmeler kendisi için 3,59/5, partneri için 2,91/5 idi. Ayrılmadan bu yana geçen süre, mevcut ilişki durumu (yani yeni bir partnerle birlikte olmak) gibi, sonuçların tahmin denkleminde de bir faktör haline geldi. Ayrılmayı takip eden yılda bir dizi faktörün duygusal uyum üzerinde olumlu etkileri olduğu kanıtlandı. 

Birincisi, ilişkide daha az zaman geçirmek, bunu başlatıcı statüsü (başlatıcı olmak), ayrılıktan bu yana geçen süre, yeni bir ilişkide olmak ve güçlü bir sosyal destek ağına sahip olmak izliyor. Ayrılığın getirdiği rahatlamayı öngören tahminler, partnerle ciddi sorunlar, partnerin sadakatsizliği ve fiziksel şiddet dahil olmak üzere beklediğiniz şeylerle tutarlıydı. Ancak bir yıllık takipler sırasında partnerin sadakatsizliğinin etkisi hala devam ediyordu. Yeni bir partnere sahip olmak, tıpkı arkadaşlara ve sosyal temaslara sahip olmak gibi, ilişkinin sona ermesinin olumlu sonuçlarını da öngörüyordu. Rahatlama ve memnuniyetin olumlu sonuçlarının, tahmin edebileceğiniz gibi kişinin mali durumundan duyduğu memnuniyeti de yansıttığı ortaya çıktı. Belki de şaşırtıcı bir şekilde, olumsuz deneyimler kadar olumlu ilişki deneyimleri de kısa vadeli uyumun daha zayıf olacağını öngördü. Yazarların da belirttiği gibi, işler iyi gittiğinde “bir ilişkinin dağılması özel bir sürpriz olarak ortaya çıkar ve işlenmesi daha zordur”. Olumsuz deneyimler açısından bakıldığında, her ne kadar insanların kötü bir ilişkiden mutlu çıkmaları mümkün gibi görünse de tam tersi olan “ayrılık stresi’’, “başa çıkma becerilerini baltalayan…” bir rol oynamış, belki de insanları “” diye düşünmeye yöneltmiştir. neden ilişkide bu kadar uzun süre kaldıklarını ya da bu durumun onların suçu olup olmadığını” Bulguların Kullanılması Bir ilişkiden çıkma durumu sizin için ister şu anda geçerli olsun, ister geçmişte geçerli olsun, Almanya’daki araştırmanın sonuçları üç çıkarım mesajı sunuyor: 

1. Olumsuz duyguların çoğunun göreceli olarak düşük seviyeleri göz önüne alındığında, insanlar bunu atlatır ve duygusal dengelerini yeniden kurarlar. 2. Bulgular arasında arkadaşlar ve sosyal destek ağının da önemli olduğu ortaya çıktı; bu da başkalarına yönelmenin önemli bir kaynak olabileceğini öne sürüyor. İlişkiyi yürütemediğiniz için kendinizden utanmak yerine, sürecin bu ilk aşamalarında size yardımcı olacak insanlardan yardım alabilirsiniz. 3. Kişinin ilişkinin sona ermesindeki kendi rolü de dahil olmak üzere, ilişkinin hem olumlu hem de olumsuz yönlerini işlemesi, “başa çıkmayı ve uyumu teşvik edebilir” Şu anda oldukça mutlu görünen uzun vadeli bir ilişki içindeyseniz, ilişkinin devam etmesi muhtemeldir, ancak dikkat edilmesi gereken tehlike işaretleri de olabilir. İşlerin iyi gittiğini hissetmek ilişkinin sonsuza kadar süreceğinin garantisi değildir. Ek olarak, arkadaşların ve sosyal ağın önemi göz önüne alındığında , önceki araştırmacıların “ikili geri çekilme” olarak adlandırdığı, insanların partnerlerine giderek daha fazla odaklanırken arkadaşlarının uzaklaşmasına izin verdiği durumdan kaçınmaya çalışın. Özetlemek gerekirse, bu çalışmadan, hayatın en zorlu durumlarından birinin bile insanlarda ortaya çıkarabileceği dayanıklılığı kanıtlayan iyi haberler var. Çoğu bu deneyimi atlatır ve yeterli sosyal ve duygusal destekle gelecekteki ilişkilerinde doyuma ulaşabilir.

Psikolog Begüm / TERAPİ EVRENİ

Araştırmalar kişinin stres yaşamamasının kişilik donanımları ve elindeki imkanlar ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu sebepten dolayı bireylerin kişisel özellikleri stresten korunabilme derecelerini belirlemekte ancak bu durumu etkileyen başka etkenlerde mevcut olmaktadır. Yeni koşulları kabullenmek, değişim şartlarını görmeye gayret etmek ve esneklik stresle başa çıkmak konusunda büyük önem taşımaktadır. 

Bir diğer yandan, olumsuz kişilik özelliklerinden bir veya bir kaçı bireyin uyumunu zorlarsa, bu kişilik özelliği tanıması ve onunla başa çıkıp çıkmamayı isteyip istemediğine karar vermesi gerekmektedir. Aksi takdirde olumsuz özellikler sayesinde kişi stres karşısında ikincil kazançlar kazanabilir.  

Çeşitli araştırmalar bireyin uyum sağlamasını zorlaştıran bazı kişilik özelliklerinin tanınmasını sağlamıştır. Stresle başa çıkmayı zorlaştıran kişilik özellikleri şunlardır;

  • Düşmanlık duyguları baskın olan kişiler
  • Kendilerine karşı suçluluk payı çıkartan kişiler
  • Aşırı duyarlı ve duygusal tepkileri önde olanlar

Bunlara ek olarak ben merkezci olarak da bilinen egoist kişilik özelliği baskın olanlar, olaylara karşı hep ya da hiç kuralı ile bakanlar, olgunlaşmamış/çocuksu kişilik özellikleri önce olalar ve çevreleri ilişkilerinde yetersiz (pasif) kalan kişiler streslerle mücadele konusunda başarısız olmaktadırlar.  

Kişilik özellikleri ve bunların sonucu ortaya çıkan davranışlar, stresli bir yaşam olayı karşısında bireylerin uyum sürecini uzatmaktadır. Dış etkenler sabit olmadığı için bireylerin yapabileceği çok fazla bir şey yoktur. Ancak stresli bir durum ile karşılaşıldığında aşağıdaki  maddeler bireylere stres ile başa çıkmak için yardımcı olacaktır.

  • Şartları çok yönlü tanımak 
  • Değişimlere karşı esnek olmak
  • Kendimiz ve çevremiz için en uygunu yaratmak

BAHÇEŞEHİR PSİKOLOJİ

Baltaş, A., & Baltaş, Z. (2006). Stres ve Başaçıkma Yolları, İstanbul: Remzi Kitabevi

insanın vicdanı hatırladığı müddetçe, hiçbir hata unutulmuş değildir. 

Günlük yaşamda, iş ortamlarında veya sosyal çevrelerde karşılaştığımız haddini aşan insanlarla başa çıkmak, zaman zaman zorlayıcı olabilir. Ancak, bu tür durumlarla baş etmek için kullanabileceğiniz etkili stratejiler bulunmaktadır. Bu blog yazısında, haddini aşan insanlarla konuşma stratejilerine odaklanacak ve bu tür zorlayıcı durumlarla başa çıkmanın yollarını ele alacağız.

Sakin Kalın:

Haddini aşan bir kişiyle karşılaştığınızda ilk adım, sakinliğinizi korumaktır. Öfke veya sinirle karşılık vermek, genellikle durumu daha da kötüleştirebilir. Duygusal kontrolü elde tutarak, karşınızdaki kişinin sizi etkilemesine izin vermeden mantıklı bir şekilde yanıt verebilirsiniz.

Empati Kurun:

Haddini aşan bir kişinin motivasyonunu ve davranışlarını anlamak, empati kurmanıza yardımcı olabilir. Belki de karşınızdaki kişi kendi sorunlarıyla başa çıkamıyor veya kendini ifade etmekte zorlanıyor olabilir. Empatiyle yaklaşmak, iletişimi olumlu bir yöne çevirmenize yardımcı olabilir.

Net ve Sınırlı İfade Edin:

Haddini aşan kişilere karşı net sınırlar koymak önemlidir. Sınırlarınızı belirleyip açıkça ifade ederek, karşı tarafın sizi rahatsız eden davranışlarını sınırlamış olursunuz. Ancak bunu yaparken saygılı bir dil kullanmaya özen göstermek, iletişimi olumlu bir şekilde sürdürmenize yardımcı olacaktır.

Yüksek Seviyede İletişim Becerilerini Kullanın:

İletişim becerilerinizi etkili bir şekilde kullanmak, haddini aşan kişilerle başa çıkmanın önemli bir unsurdur. Açık iletişim, dinleme becerileri ve olumlu dil kullanımı, karşı tarafı anlamanıza ve sizi anlamasına yardımcı olabilir.

Profesyonel Yardım Alın:

Eğer durum kontrol altına alınamaz hale gelirse, bir uzmandan profesyonel yardım almak önemlidir. Bir psikolog veya danışman, size özel bir durumda daha fazla rehberlik sağlayabilir ve duygusal destek sunabilir. Haddini aşan insanlarla başa çıkma, sabır, empati ve etkili iletişim becerilerini gerektirir. Bu stratejileri kullanarak, zorlu durumlarla daha etkili bir şekilde başa çıkabilir ve kendinizi koruyabilirsiniz.

Psikolog Güldan / TERAPİ EVRENİ

Bilişsel beceriler, kişinin düşünce örüntülerini tanımasında, düşüncesi ve sorunları arasındaki ilişkileri değerlendirmesinde, üretken ve yararlı olmayan düşünceler ile yüzleşip onların yerine olumlu ve gerçekçi düşünceyi koymasında, bu düşünceyi güçlendirme ve sürdürmesinde kullanılan strateji ve becerilerdir.

Bilişsel Müdahale Becerileri

Düşünceleri ortaya çıkarma, düşünceleri değiştirme, problem çözme, bilgi verme ve karar verme kavramları bilişsel beceri olarak tanımlanmaktadır. Bilişsel müdahaleler ise şöyle sıralanabilir:

A B C D çözümlemesi: Düşünce örüntülerini çözmek amacı ile varsayımları ve uygulamalarını ele alarak düşünce ve davranış süreçlerinin sorgulanmasıdır.

Akılcı olmayan inançları duyarsızlaştırma ve karşıtlama müdahaleleri: Rahatsızlık verici duygularla ilgili tartışmalı düşünceleri belirleme ve devamında değiştirmeyi tanımlar.

Yeniden karar çalışması: Kişilerin çocukluk yaşantısından aldığı komutları incelemeyi içerir. Amaç yetişkin hayatında bu komutları devam ettirip ettirmediğini tespit etmektir. Kişinin bu komutlarla devam edip etmeme konusundaki bilinçli karar verme sürecidir.

Bilişsel yeniden yapılandırma: Kişinin olumsuz benlik ifadelerini belirlemesi ve değiştirmesine yardım etme sürecini kapsar.

Düşünceyi durdurma: Kişinin kendisi veya diğer insanlarla ilgili yıkıcı ve işlevsel olmayan çarpıtılmış düşüncelerini durdurma yolları geliştirmesinde yardım etmeye yarayan müdahale şeklidir.

Olumlu iç konuşma: Olumsuz iç konuşmanın olumlu ile yer değiştirilmesini amaçlayan ve bu süreçte nasıl bir yol izleneceğini gösteren müdahale şeklidir.

Sabitleme: Kişinin destekleyici olmayan ifadelerini olumlu ve destekleyici ifadeler ile değiştirilmesine yardım etmeye yarar.

Yeniden biçimlendirme: Kişinin daha öncesinde olumsuz olarak algıladığı ve yorumladığı olayları daha gerçekçi ve yapıcı olarak yorumlamasına yardım etmeye yaran müdahale şeklidir.

BAHÇEŞEHİR PSİKOLOJİ

Hayatında her şey kötü gidiyorsa bilmelisin ki ya sen yanlış bir yerdesin ya da bazı insanları yanlış yere koymuşsun. Bazı zamanlar olur yataktan çıkmamak için ağlamak istediğin, bir adım atmanın bile zor olduğu, nefes aldığın ama kalbinin atmayı bıraktığı zamanlar… Yalnız değilsin sadece biliyorum ki çok zorlanıyorsun. İnsanların sana verdiği; “harekete geç, bakım yap, spora git” gibi tavsiyeler sana anlaşılmadığını kanıtlıyor. Daha da kötü ve yalnız hissediyorsun. Bu kez insanlar “sahip olduklarına şükret” demeye başlıyor. Anlamadıkları şu; evet insanlar hayatlarında şükredecekleri bir takım unsurlara sahip olabilirler. Ama yaşamayan bir insan hiçbir şeye sahip de değildir. ”Sen kendini hasta ediyorsun, dışarı çık!” diyecekler. Ama kimse kendini bu kadar kötü bir girdapta hissetmek istemez. Derin bir nefes al ve okumaya devam et, çünkü belki ilk defa seni anlayan bir kişi sana bir şeyler söyleyecek. Neden vazgeçtin kendinden, ne zamandır bu durumdasın? Neyi aradın ve aramaktan yoruldun? Hayatındaki en önemli kararları “ben” olarak almamışsın, kaygıların, korkuların, insanlar ve belki onlardan kaçışların seni sürüklemiş. Benliğin sana küs, dargın ve yaşamaktan yorulmuş.

Onu, içindeki çocuğu kimlerle işbirliği yaptın ve küstürdün? Bugün işin, eşin, dostun, ailen hangisi sana yardım edebilir? Sen sen olmadıkça seni kim sevip anlayabilir? Düşün ve hangi seçimle içindeki çocuğu terk ettiğini bul! Depresyondasın ve buna bile hakkın yok içten içe. Kendine katlanamıyorsun, zayıflıklarına katlanamıyorsun. Sen şefkat göstermezsen kim sana dokunabilir? Sandığının aksine değişemeyecek şey çok azdır hayatta. İmkansız gördüğün yol değişiklikleri senin imkansızlıkların mı, bunları sana öğretenlerin mi? Bulamıyorsan, göremiyorsan nedenini, elini uzat ve birlikte bulalım. Bulabiliyorsan dümene geç. Senden başka kaptan yok bu hayatta. Savrulmayı, dalgaları ve tüm mürettabatını lehine çevir. Baktın olmuyor su almaya başladı gemin, özgürleş. İn gemiden, belki de misyonunu tamamlamıştır ve yeni bir gemi yapmalısındır. Ama bugün nefes alıyorsan kalbin atmasa da, günlerin bitmemiştir. Misyonun tamamlanmamıştır. ana dokunacaklar ve senin dokunacakların vardır hayatta. Yeniden kahkaha atacağın günler vardır. “Karanlıktan çıkmak istiyorum” de. Bugün senin hayata geri dönmeye karar verdiğin o gün olsun.

Psikolog Pelin / TERAPİ EVRENİ

Gün içerisinde yaşadığımız gerginlikler hem zihnimizde hem de vücudumuzda zararlı etkiler oluşturur. Dolayısıyla stres ile birlikte belirli fizyolojik belirtiler ortaya çıkar. Gevşeme eğitimi insanlara günlük yaşamın yarattığı stresle mücadele etmeyi öğretmek amacıyla gittikçe daha sık kullanılan bir yöntem haline gelmiştir.

Gevşeme eğitiminin uyku problemlerinin azalması, kan basıncının düşmesi, endişenin azalması ve dürtüsel davranışın azaltılması gibi sayısız potansiyel faydası vardır. Bunlara ek olarak psikoterapi alanında, panik atak, anksiyete, stres ve diğer kaygı bozuklukları ile baş etmede sıklıkla kullanılan tekniklerden  de biri olmuştur.

Gevşeme egzersizleri hastanın belirtilerine odaklanıp , fizyolojik belirtilerini kendisinin de denetleyebileceğini göstermek açısından önemlidir. Araştırmalar pek çok danışanda gevşeme tekniğini öğrenmenin fayda sağladığını göstermiştir. Çünkü gevşeme teknikleri sadece belirtilere odaklanmakla kalmayıp, kişinin kendine özgü anksiyete belirtilerini tanıyarak, bu belirtileri günlük yaşamlarında gevşemelerini sağlayacak bir ipucu olarak kullanmalarının öğretildiği uygulamalı bir teknik olarak tanımlanabilmektedir. Burada tüm tekniklerde olduğu gibi, danışanların gevşemeyi deneyimlemesi için gayret etmesi önemlidir. Kasları gevşetme, imgeleme ve kontrollü nefes alma, stres azaltmada ve terapide kullanılacak gevşeme teknikleri arasındadır. Bu yöntemler bireyin rahatlamasını sağlamak ve stres ile başa çıkma stratejileri öğretmek için diğer bilişsel davranışçı terapi teknikleri ile birlikte kullanılabilir . Çünkü gevşeme tekniğinin uygulamada da bireye bilişsel bir etkisi mevcuttur. Birey öğrendiği gevşeme yöntemleri ile belirtilerini değerlendirme, sorunlarla karşılaşma, stres ile başa çıkma stratejilerinde alternatif düşünce geliştirmeyi öğrenmiş olur.

Peki ya araştırmalar ne diyor ?

Yapılan beyin görüntüleme çalışmaları, yüksek düzeyde kaygının bireylerin parasempatik sinir sisteminin duyarlılığını ve işlevini azalttığını göstermiştir. Parasempatik sinir sistemi rahatlama, sakinleşme duygularından sorumlu olan merkezi sinir sistemimizin bir bölümüdür. Araştırmalar, zaman içerisinde düzenli olarak gevşeme egzersizlerine katılan/uygulayan insanların normal parasempatik sinir sisteminin işleyişini geri kazanabildiklerini göstermiştir.

BAHÇEŞEHİR PSİKOLOJİ

Romantik ilişkiler, karşılıklı anlayış, saygı ve denge üzerine kurulmalıdır. Ancak, dengeyi sağlamak bazen zor olabilir ve ilişkinin kalitesini etkileyebilir. Eğer siz de ikili ilişkilerinizde partneriniz ile aranızdaki dengeyi kuramadığınızı yada zaman zaman bu dengenin bozulduğunu düşünüyorsanız işte bu yazı tam da sizi için!

Peki, İlişkide dengeyi korumanın önemi ve bu dengeyi sağlamanın pratik yolları neler olabilir?

Doğru ve açık iletişim:

İlişkilerin temel taşı iletişimdir. Ancak, iletişim sadece konuşmaktan ibaret değildir; dinlemek de önemlidir. Örneğin, partneriniz işten yorgun döndüğünde, onun duygularını ve ihtiyaçlarını dinleyerek, ona destek olabilirsiniz. Aynı şekilde, duygusal olarak zor bir gün geçirdiğinizde, partnerinizin sizi anlamasını sağlayabilirsiniz. İletişim yoluyla ortak bir anlayış oluşturmak, ilişkide dengeyi korumanın neredeyse ilk anahtarıdır.

Sorumluluk Paylaşımı:

Ev işleri, finansal kararlar, çocuk bakımı gibi konularda işbirliği yaparak, her iki tarafın da yükünü hafifletebilirsiniz. Örneğin, hafta sonu temizlik yaparken, birlikte çalışarak ve görevleri paylaşarak, ilişkinin dengesini sağlayabilirsiniz. Ayrıca, maddi kararlar alırken birlikte hareket etmek ve ortak hedeflere odaklanmak da önemlidir. Bu durum hem uzlaşma sağlamak hem de aranızdaki bağı güçlendirmek adına oldukça önemlidir.

Kişisel Alanı Saygıyla Korumak:

Evlilikte veya ilişkide her iki partnerin de kendi kişisel alanına sahip olması önemlidir. Örneğin, hafta sonu partnerinizle vakit geçirmenin yanı sıra, kendi hobilerinize ve arkadaşlarınıza da zaman ayırarak, kişisel gelişiminizi destekleyebilirsiniz. Bu, hem bireysel olarak mutlu olmanızı sağlar hem de ilişkiye tazelik katar.

Empati ve Anlayış:

Empati göstermek ve karşılıklı anlayış içinde olmak, ilişkinin güçlenmesini sağlar. Örneğin, partnerinizin duygusal olarak zor bir dönem geçirdiğinde, onu yargılamak yada kişisel algılamak veya keyfi çıkarımlar yapmak terine onun duygularını anlamaya çalışarak, ona destek olabilirsiniz. Aynı şekilde, partnerinizin sizin duygularınızı anlaması da ilişkinin dengesini koruyacaktır.

Esneklik ve Uyum:

İlişkilerde planlar her zaman beklediğiniz gibi gitmeyebilir. Esnek olmak ve değişen durumlara uyum sağlamak önemlidir. Örneğin, planladığınız bir tatilin beklenmedik bir şekilde iptal edilmesi durumunda, birlikte alternatif bir plan yaparak, birbirinize destek olabilirsiniz. Esneklik, ilişkinin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlar. Böylece çözüm odaklı yaklaşmış ve sorun yerine çözüme dayalı bir ilişki dinamiği oluşturmuş olacaksanız. İlişkinizin dili bu yönde gelişecek ve siz partneriniz ile daha dengeli bir ilişki içinde olacaksınız.

Romantik ilişkilerde dengeyi sağlamak öncelikle sabır, anlayış ve bir çaba gerektirir. Ancak, sağlıklı iletişim, işbirliği, empati ve esneklik gibi unsurları içeren bir yaklaşım, ilişkinin güçlenmesine ve uzun vadeli mutluluğa katkı sağlar. Eğer siz de kendi mutlu ilişkinizi güçlendirmek isteyenlerdenseniz bu adımlara dikkat ederek davranışlarınızı gözden geçirebilirsiniz. Bunu tek başınıza yeteri kadar sağlayamadığınızı düşünüyorsanız ilişkiniz için bir uzmandan çift terapisi desteği almaktan çekinmeyin.

Psikolog Selen / TERAPİ EVRENİ

Bağımlılık, aklı ve iradeyi çalışmaz hale getirir.

Takıntılı Şekilde Birini Düşünüyorsan

Hayatımız boyunca zaman zaman belirli kişileri daha fazla düşünmemiz normaldir. Ancak bu düşünce süreci bazen takıntılı bir hal alabilir ve hayatımızı etkileyebilir. Birini takıntılı bir şekilde düşünmek, genellikle derin psikolojik köklerden kaynaklanır ve kişinin duygusal durumu, geçmiş deneyimleri ve zihinsel sağlığıyla ilişkilidir.

Takıntılı düşünceler genellikle aşağıdaki gibi belirtilerle kendini gösterir:

Sürekli Zihinsel Muhasebe: Takıntılı bir şekilde birini düşünen biri, sürekli olarak o kişiyi zihinsel olarak muhasebe eder. Bu kişinin söylediği sözler, yaptığı eylemler ve geçmiş deneyimler sürekli zihinlerinde canlanır.

Duygusal İstikrarsızlık: Takıntılı düşünce genellikle duygusal istikrarsızlığa neden olur. Kişi, sürekli olarak bu kişiyi düşündüğü için duygusal olarak yıpranabilir ve diğer ilişkilerinde sorunlar yaşayabilir.

Gerçeklikten Kopma: Takıntılı düşünce, gerçeklikten kopmayla da ilişkilendirilebilir. Kişi, bu kişiyi sürekli düşündüğü için gerçek dünyadan kopabilir ve hayal dünyasında yaşamaya başlayabilir.

Sosyal İzolasyon: Takıntılı düşünce, kişinin diğer insanlardan uzaklaşmasına neden olabilir. Bu durum, sosyal izolasyona ve yalnızlığa yol açabilir.

Takıntılı düşüncelerin altında yatan bazı olası nedenler şunlardır:

Bağlanma Bozukluğu: Kişi, derin bağlanma bozukluğu yaşayabilir ve bu nedenle belirli bir kişiye aşırı derecede bağlanabilir.

Geçmiş Travmalar: Geçmiş travmatik deneyimler, kişinin belirli bir kişiye takıntılı bir şekilde bağlanmasına neden olabilir.

Duygusal İhtiyaçlar: Kişi, duygusal ihtiyaçlarını karşılayamadığı için belirli bir kişiye aşırı derecede bağlanabilir.

Zihinsel Sağlık Sorunları: Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) gibi zihinsel sağlık sorunları, takıntılı düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Takıntılı düşüncelerle başa çıkmak için, kişinin profesyonel yardım alması önemlidir. Bir psikolog veya psikiyatrist, kişinin takıntılı düşüncelerinin altında yatan nedenleri belirleyebilir ve uygun tedaviyi önerebilir.

Ayrıca, aşağıdaki stratejiler de takıntılı düşüncelerle başa çıkmak için yardımcı olabilir:

Farkındalık Meditasyonu: Farkındalık meditasyonu, kişinin zihinsel durumunu kontrol etmesine yardımcı olabilir ve takıntılı düşünceleri azaltabilir. Zihinsel Boşluk Yaratma: Belirli bir kişiye takıntılı düşünmek yerine, kişi farklı aktivitelere odaklanarak zihinsel bir boşluk yaratabilir.

Sosyal Destek: Yakın arkadaşlar ve aile üyeleri, kişinin takıntılı düşüncelerle başa çıkmasına yardımcı olabilir. Takıntılı bir şekilde birini düşünmek, kişinin zihinsel sağlığını etkileyebilir ve yaşam kalitesini düşürebilir. Bu nedenle, kişi bu düşüncelerle başa çıkmak için gerekli adımları atmalı ve gerektiğinde profesyonel yardım almalıdır. Unutmayın, takıntılı düşünceler geçicidir ve kişi bunlarla başa çıkabilir.

Psikolog Gülden / TERAPİ EVRENİ

Maruz Bırakma

Alıştırma ilkesi

İnsanlar herhangi bir kaygı oluşturacak durumda baş etme stratejisi olarak sıklıkla kaçınma davranışında bulunurlar. Kaçınma davranışı, açık bir şekilde uygulanmanın yanı sıra çok göze çarpmayan bir şekilde de gerçekleşebilir. Örneğin kişi, sosyal ortamlarda kaygılanan bir kişi konuşma yapmaktan, görüşlerini açık bir şekilde ifade etmek gibi belirgin davranışlardan veya konuşurken farkında olmadan göz teması kurmaktan kaçınabilir.

Kaçınma eğilimi, o an için acil bir rahatlama sağlasa da sorunu çözmeye yaramaz, aksine sorunun daha da güçlenmesine ve kalıcı hale gelmesine neden olur (Beck, 2015). Böyle bir baş etme stratejisi kullanmak, gün geçtikçe insanların hareket özgürlüğünü kısıtlar.

Yüzleştirme (exposure/maruz bırakma) teknikleri kaçma, kaçınma ve güvenlik davranışlarını söndürmek, onun yerine hastayı bu durumlarla yaşamaya alıştırmayı amaçlar. Maruz Bırakma/ Exposure Tekniğinde dikkat edilmesi gerekenler bazı noktalar vardır. Çoğunlukla yapılan hatalardan biri, alıştırma (exposure) deneyiminin hastanın tolere edebileceği düzeyin üzerinde, yani irritasyon oluşturup tedaviye uyumu engelleyecek biçimde verilmesidir. Başarılı tedavi için danışanın motivasyonu, isteği ve hedefleri gerçekleştirebilmesi çok önemlidir. Bu nedenle maruz bırakma hedefleri danışan için basitten zora doğru ilerleyen bir hiyerarşik düzende uygulanmalıdır. Gerçekleştirilmesi en kolay hedef ilk sıraya alınmalı, en kaygı verici olan ise hiyerarşinin son basamağında yer almalıdır. Aksi takdirde kişinin tedaviyi erken terk etmesi ve başarısızlık hissine kapılması gibi durumlar ortaya çıkar.

Her alıştırma/maruz bırakma metodu (Exposure) tedavi edici midir?

Kapalı alanlarda kaygılanan bir kişiyle exposure tekniği ile çalışıldığını düşünelim. Süreç içerisinde kapalı alanda ne yapacağı ve belirtilerini nasıl kontrol edeceğini öğretilerek, kademeli olarak kapalı alanlara maruz bırakıldığında bu kaygının azaldığı ve kişide belirgin bir iyileşme olduğu görülür. Fakat kapalı alan korkusu olan ve altı ay hücre hapsinde kaldıktan sonra tahliye olan eski bir mahkumla çalışırken işler tam olarak anlatıldığı gibi ilerlemeyebilir.  Normalde bu klostrofobik danışanın altı ay gibi uzun bir zaman dilimde kapalı kaldığı hücrede, kapalı alana maruz bırakıldığını söyleyebiliriz, ancak tahliye olduktan sonra kapalı alan kaygısıyla ilgili hiçbir iyileşme görülmemiştir. Çünkü, kaçınma davranışının azalmış olması kaygının muhakkak azalacağı anlamına gelmez, ama kaygının azalması kaçınmanın azalmasıyla doğru orantılıdır.

BAHÇEŞEHİR PSİKOLOJİ

aynaklar Beck, J., (2015). Bilişsel Davranışçı Terapi: Temelleri ve Ötesi, 2. Baskı, Nobel Yayınevi

Anlatacak bireysel bir hikayen var.

Çocukluk dönemi yaşantılarındaki ilişkiler gelecekteki pek çok ilişkinin ana kalıpları oluşturmaktadır. Bağımlılık ve gelişim sürecinin içerisindeki stresler iki temel açıdan incelenmektedirler. Bunlar;

Yaşamın ilk yıllarında çocuklarda oluşan uyuma güçlükleri, beslenme bozuklukları ve arkaik olarak adlandırılan korkulardır. Dış streslere kıyaslandığında iç streslerden kaçınmak oldukça zor hatta mümkün değildir. Çünkü çocuğun gelişim ve olgunlaşmasından kaçınmak söz konusu olamaz.  İç stresler yetişkin patolojilerinin oluşumundan tamamen farklı olup, geçici özellik taşımaktadırlar.

Uyuma Güçlükleri: Genelde bebeklerin bedensel olarak herhangi bir ihtiyacı yoksa acı veya huzursuzluk hissetmiyorsa rahatlıkla uyurlar. Ancak belirli bazen çocuklar uykuya karşı savaş açar ve yorgunluklarına rağmen yatağa girmeyi protesto ederler. Uyku – uyanıklık ritmimiz hayatın başında gece ve gündüz ile denk degildir. Bu nedenle biyolojik  ritm ile sosyal ritm arasında uyumun kurulamaması çocuk üzerinde streside beraberinde getirecektir.  Yaşanılan zorlanmaların iyi tanınması çok önemlidir. Bu güçlüklere karşı koyabilmek ve konuyu ‘’ problem” durumuna getirmeden çözmek böylece mümkün olabilmektedir.

Beslenme Zorlukları: Bir patolojinin bulunmaması halinde otonom veya yarı otonom faaliyetler doğum sonrası kendini hissettirmeden sürdüğü halde, dışa bağımlı olan iç dengelerin sağlanması problem olabilir ve iç stresleri oluşturabilir. Rahim içi beslenmenin ardından çocukların bağımsız yemeğe geçene kadar çok farklı beslenme bozuklukları söz konusu olabilmektedir. Örneğin, annenin meme vermesi gibi. Çeşitli psikolojik ve fizyolojik gelişim basamaklarının tamamlanması yetişkin beslenmesine geçiş için yeni bir adım oluşturmaktadır. Temel ihtiyaçlar için ilk üç yaşta beslenmenin ebeveyn kontrolünde yapılması önerilmektedir. Aksi durumda araştırmalar çocukluk döneminde oluşan yemek yeme problemlerinin yetişkinlik dönemindeki iştah ve mide ile ilgili nevrotik sıkıntılara bir zemin hazırladığını öne sürmüştür.

Arkaik Korkular: Temelinde hiç bir korkutucu olay bulunmayan kaygılardır. Bebeklik döneminin ardından çocukluk döneminde görülen bu korkular, genellikle karanlık, yalnızlık, yabancılar yeni ve alışılmamış durumlardır. Bu korkuların yoğunlukları bakım verenler için sıkıntıya düşürebilmektedir.

  1. İç Stresler 

Yaşamın ilk yıllarında çocuklarda oluşan uyuma güçlükleri, beslenme bozuklukları ve arkaik olarak adlandırılan korkulardır. Dış streslere kıyaslandığında iç streslerden kaçınmak oldukça zor hatta mümkün değildir. Çünkü çocuğun gelişim ve olgunlaşmasından kaçınmak söz konusu olamaz.  İç stresler yetişkin patolojilerinin oluşumundan tamamen farklı olup, geçici özellik taşımaktadırlar.

  1. Dış Stresler 

Bebek ve çocuklarda temel bakım ve ihtiyaçlar dışarıdan karşılanmaktadır. Bunun bebek için gerekli ve istenilen düzeyde olmaması, çok sayıda ve çok farklı bozuklukların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu bozukluklar çocuğun doğal eğilimleri, kültürel ve sosyal alışkanlıklarla veya ebeveynin hoşgörü ve beceresi ile dengelenemeyince kendini gösterir. Örneğin, çocuğun ihtiyaçlarının gereksiz ve elverişsiz şekilde karşılanması, anne ve babasının yatağında uyuması, yemeğini eğlendirilmeyi bekleyerek ve püre haline getirilmeden yemeyi kabul etmemesi gibi davranışlar patolojik gelişmelere yol açmaktadır. 

Özetle, çocuğun bazı ihtiyaçlarının karşılanamaması, bir engelleme duygusunun ve üzüntüsünün yaşanması anlamına gelmektedir. Bütün bu engelleme ve üzüntüler zihnimizde bir iz bırakır. Erken yaşantıda oluşan bu izler bireylerin gelecekteki dünyaya bakış açısı etkiler. Erken yaşantılara bağlı stresler, sosyal gelişimin sağlandığı dönemlerde ortaya çıkmakta ve uyumsuzluklar varsa sorunlarda çoğalır.

BAHÇEŞEHİR PSİKOLOJİ

Baltaş, A., & Baltaş, Z. (2006). Stres ve Başaçıkma Yolları, İstanbul: Remzi Kitabevi

Bazı arkadaşlarımız vardır ki bizi oldukça rahatlatır. Onlarla konuşmak ve dertleşmek bize çok iyi gelir. Herhangi bir sorunumuzda da arkadaşlarımıza başvururuz. Peki ama sorunlarımızın çözümünde arkadaş desteği gerçekten yeterli midir? ‘’Arkadaşımla sohbet ederken de rahatlıyorum, psikoloğa ne gerek var?’’ diye düşünenler için sohbet ve klinik görüşme arasındaki farklara kısaca değinmek istedim.

Sohbet herhangi bir yerde evde, yolda ya da bir restoranda olabilir. Klinik görüşme ise bir görüşme odasında gerçekleşir.
    Sohbette başkalarının duyma ihtimali varken, klinik görüşmede gizlilik esastır.
    Sohbetin süresi değişkendir, saatlerce sürebilir. Klinik görüşmede ise süre bellidir ve ortalama 50 dakikadır.
    Sohbetteki amaç arkadaş ilişkisini sürdürmektir. Klinik görüşmenin amacı ise bilgi toplamaktır.
    Sohbetin akışı serbesttir ve ilgi duyulan konular hakkında konuşulur. Klinik görüşme ise hedefe yönelik olarak ilerler ve ilgili konular üzerinde konuşulur.
    Sohbette karşılıklı bir konuşma vardır. Arkadaşlar birbirlerine yaşadıkları ve deneyimledikleri şeyleri anlatabilirler. Klinik görüşme ise danışan odaklıdır ve psikolog kendi başından geçenleri anlatmaz. Seans süresi boyunca sadece danışanla ilgili konular konuşulur.
    Sohbette konuşmak için arkadaşın sözünün bitmesi beklenir. Klinik görüşmede ise psikolog konuşmayı yönlendirebilir.
    Sohbette acı verici konular genellikle konuşulmaz. Klinik görüşmede ise acı verici konular gündemde olabilir.
    Sohbette not alınmazken, klinik görüşmede psikolog not alabilir.

Bütün bu farkların yanında psikoloğun bu konuda yetişmiş olan uzmanlar olduğunu hatırlatmakta fayda var. Sorunlarınızla başa çıkarken profesyonel bir desteğe başvurmanızın sizin yararınıza olacağını unutmayın.

Klinik Psikolg Büşra Taşkesen / BULUT DANIŞMANLIK

Psikoloji denilince aklınıza etrafta dolaşan zihinsel sorunlu, hatta deli dediğimiz yardım edilesi insanlar mı geliyor? Peki böyle bir önyargı ortada dururken psikolojik destek almanız gerekse bir psikoloğa başvurur musunuz? Psikoloğa gittiği için önyargıların hedefine oturmaktan çekinen ve bu destekten yüz çeviren pek çok insanın olmasının ortamı sorunlu insanlar topluluğuna çevirmesi ne kadar güzel olabilir?

Zannediyor musunuz ki psikologların tek hedef kitlesi zihinsel sorunlu insanlar? Hayır, hayır… Aslında psikoloji pek çok davranış çeşidini de kapsayan çeşitli konuları inceleyen bir bilim dalıdır. Psikoloji, zihinsel süreçlerin ve davranışların bilimsel olarak sistematik bir biçimde incelenmesidir. Psikoloji de diğer bilimsel dallarında olduğu gibi incelemelerini yaparken bazı hedefler doğrultusunda hareket eder.

Psikolojinin Hedefleri Nelerdir?

Psikolojinin sonuca ulaşmak için belirlediği 4 hedef var:

Tanımlamak: Psikolojide ilk hedef davranış şekillerini tanımlamaktır. Böylelikle kişilerin nasıl davrandığını da anlamaya başlarız.

Açıklamak: Psikolojinin ikinci hedefi davranışın sebebini açıklamaktır. Davranışın biyolojik mi, genetik mi yoksa çevresel faktörlerden mi kaynaklandığını belirleriz. Şunu da belirtmeliyim ki bir davranışı tek bir faktörle açıklamamız mümkün değildir. Örneğin; şizofreni doğuştan gelen bir beyin hastalığıdır. Bir kişi sonradan şizofreni hastalığına sahip olmaz, şizofreniye genetik bir yatkınlıkla doğar fakat hastalığın ne zaman ortaya çıkacağını çevresel koşullar belirler.

Önceden Kestirmek: Psikolojinin üçüncü hedefi ise bireylerin belli şartlar altında ne şekilde davranacağını kestirmektir. Eğer davranışlar önceden kestirilebilirse bu davranışların kontrol edilmesi de sağlanabilir. Örneğin; otizmli çocuklarla çalışan bir psikolog, otizm ile ilgili gerekli bilgiye sahip değilse, bu çocukların belli şartlar altında ne şekilde davranacaklarını kestirmek konusunda güçlük çekebilir. Oysaki ilk iki hedef sayesinde otizmli çocukların yabancı uyarıcılar karşısında kolayca şaşkına döndüklerini ve dikkatlerini toplamada zorluk yaşadığını bilen bir psikolog, bu çocukların okul ortamında öğrenme güçlüğü yaşayacaklarını kestirebilir, çünkü sınıfta çok fazla uyarıcı bulunur. İşte bu nedenle bir psikoloğun davranışı tanımlama ve açıklama kısımlarıyla ilgili gerekli donanıma sahip olması gerekir.

Kontrol: Psikolojinin dördüncü hedefi ise bireylerin davranışlarını kontrol etmelerini sağlamaktır. Psikologlar kişilere sorun yaşadıkları konularda başa çıkma yollarını öğreterek, bireylerin istenmeyen davranışlarını kontrol etmeyi öğrenmelerine yardımcı olurlar. Bu bölümle ilgili toplumda gördüğüm yanlış birtakım inanışlardan bahsetmeden geçemeyeceğim. Örneğin; öfke kontrolü ile ilgili sorun yaşayan bir kişi, terapiye başladığında bir daha hiç öfkelenmeyeceğini ve terapistin sorunları hemen çözeceğine inanır. Oysaki davranış değişikliği uzun bir süreç ister. Ayrıca öfke de diğer duygular gibi doğal bir duygudur ve hepimiz bu duyguyu yaşarız. Önemli olan bu duyguyla nasıl başa çıktığımızdır. Terapistin görevi, kişinin bir daha hiç öfkelenmemesini sağlamak değil, kişiye öfkesini nasıl kontrol edebileceğini öğretmektir. Toplumda karşılaştığım bir başka yanlış algı da psikologların insanların davranışlarını kontrol edebileceğine inanılmasıdır. Psikologlar insanların davranışlarını kontrol edemez, onları yönetemez ve zihinlerini okuyamaz. Bunlar için elimizde bir sihirli değnek olması gerekirdi ama ne yazık ki o da bizde yok.

BULUT DANIŞMANLIK / Psikolg Büşra Taşkesen

Comments are closed.